You are on page 1of 40

ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I

3. ÜNİTE DERS NOTLARI

I. DÜNYA SAVAŞI (1914-1918)

Karıştırmayalım!!!

İttifak, bir sözleşme ile savaş halinde birbirlerinin yardımına koşma güvencesi veren güçler arsında
kurulan birliktir.

Antlaşma, güçlerin uluslararası bir sorunu çözmek amacıyla üzerinde fikir birliğine vardıkları bir
düzenlemedir.

İtilaf, güçler arasında gerçekleşen siyasi bir anlaşma veya uyuşmadır. (Örnek: İngiltere ile Fransa
arasında 1904 yılında gerçekleşene Dostluk/Samimi Antlaşması).

Giriş
Avrupa’da patlak veren çatışma, hem Avrupa hem dünya için felaketler çağının
başlangıcı oldu. Herkes savaşın kısa süreli olacağını sanıyordu; ama çatışma muazzam bir
savaşa dönüştü. Bu, dünya çapında bir savaştı: Çarpışmalardan payını almayan ya da asker,
malzeme ve teçhizat göndermek suretiyle savaşın etkisini hissetmeyen tek bir toprak parçası
kalmadı. Çatışma, ayrıca, giderek topyekûn bir savaşa dönüştü: Devletlerin elindeki tüm
kaynaklar bu "Büyük Savaş" ya da “Harb-ı Umumî” için seferber edildi. Savaşın sürdüğü o dört
yıl boyunca üniforma giymiş olan 70 milyon askerden en az 9 milyonu öldü. Bunlara savaş
nedeniyle hayatları paramparça olan yetim, dul ve yaralıları da eklemeyi unutmamak gerek.
Balkan Savaşları’nın korkunç sonuçlarından sonra Osmanlılar, Büyük Devletlerin
İmparatorluğu parçalamakta kararlı olduklarına inanmışlardı. Bu tehlikenin önüne geçebilecek
herhangi bir askerî ittifaka da bağlı olmadıklarından, kendilerini korunmasız hissediyorlardı.
Böylece gündeme iki politika geldi: Ordunun gençleştirilip modernleştirilmesi ve Üçlü İttifak
ile Üçlü İtilâf’tan biriyle ittifaka girilmesi. Ancak, Osmanlılar’ın Balkan Savaşları’ndaki
olağanüstü başarısızlığı, Büyük Güçlerin Osmanlı Devleti ile yapılacak bir ittifakı kendileri için
bir yük olarak görmelerine neden olmuştu. Bu yüzden İngiltere, Fransa ve Rusya, İttihatçıların
ittifak önerilerini nazikçe geri çevirdiler. Almanya ise aynı öneriyi ancak savaş başladıktan
sonra kabul etti ve 2 Ağustos 1914’te gizli Osmanlı-Alman ittifak antlaşması imzalandı. O
sıralarda Berlin’in Osmanlılar’a bakışında bir değişiklik olmuş, askerî açıdan önemli bir
müttefik olarak görülmeyen İstanbul’un, hilâfet nedeniyle, Rusya, Hindistan ve Afrika
Müslümanlarını isyana teşvik ederek Üçlü İtilâf’ı zor duruma düşürebileceği kanısı uyanmştı.
Osmanlı ordusu, General Liman von Sanders komutasındaki Alman askerî heyetinin İstanbul’a

1
ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I
3. ÜNİTE DERS NOTLARI

geldiği aralık 1913’ten beri neredeyse tümüyle Alman denetimine geçmişti. Savaş başladıktan
kısa bir süre sonra Osmanlı donanması da aynı duruma düştü. İmparatorluk maliyesinin zor
durumda olması da İttihat ve Terakki hükümetinin Almanya’ya bağımlı hale gelmesinde önemli
bir rol oynamıştır. Osmanlı maliyesi 1914 yılına çok kötü koşullarda girmişti. Nitekim
hükümet, sırf devlet memurlarının maaşlarını ödeyebilmek için Osmanlı Bankası’ndan 100.000
lira gibi önemsiz bir borç istemek zorunda kalmıştı. İlkbaharda Fransa’dan alınan bir miktar
borç durumu biraz rahatlattı. Ancak ağustos başında seferberlik ilân edilince dengeler yeniden
altüst oldu. Ekimde Almanya, bir miktar borç vererek, Osmanlıların savaşa girmesi durumunda
çok daha fazlasının verileceğini bildirdi. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kendisine İttihatçı-
ların neden savaşa girdikleri sorulduğunda Cemal Paşa, "Maaş verebilmek için" yanıtını
vermiştir. Cemal Paşa’ya göre hazinede hiç para kalmamıştı ve para bulabilmek için ya Üçlü
İtilâf’a boyun eğmek ya da Üçlü İttifak’a katılmak gerekiyordu.

Osmanlı Devleti Üzerinde Büyük Devletlerin Mücadelesi


19. yüzyıl içerisinde Osmanlı Devleti’nin çeşitli alanları büyük devletler arasındaki
mücadelelere konu olmuştur. Bunarı şu şekilde sıralayabiliriz:
1. Boğazlar üzerinde İngiliz- Rus mücadelesi
2. Balkanlar üzerinde Avusturya- Rusya mücadelesi
3. Mısır üzerinde İngiliz- Fransız mücadelesi
4. Osmanlı Devleti’nin Orta doğu topraklarında İngiliz- Alman mücadelesi
1. Boğazlar üzerinde İngiliz- Rus mücadelesi: İngiltere Rusya’nın Boğazları ele geçirerek
Akdeniz’e inmesini Hindistan ile bağlantısını sağlayan İmparatorluk yolunun güvenliği
bakımından endişe ile karşılamış ve bunu her vasıta ile önlemeye çalışmıştır. Rusya için mesele
şöyledir: Rus Çarlığı, başlangıçta tamamen bir kara devleti idi ve denizlerle bağlantısı yoktu.
Rus Çarlığı’nın deniz kıyılarına ulaşabilmesi için iki istikamette topraklarını genişletmesi
gerekiyordu: biri Baltık Denizi, diğeri de Karadeniz. Lakin her iki istikamette de karşısına birer
engel çıktı. Baltık denizine çıkmasında İsveç ve Karadeniz’e ulaşmasında da Osmanlı
devleti’ne bağlı Kırım Hanlığı, yani Osmanlı Devleti.
1699’da Karlofça Antlaşması ile Azak kalesini alan Rusya, ilk defa olarak, Karadeniz
kıyılarına ayak basıyordu. Daha sonra Balkanlarda Osmanlı- Rus sınırı 1792 Yaş Antlaşması
ile Tuna’nın kollarından Prut nehri olmuştu. Böylece bütün kuzey Karadeniz kıyılarını ele
geçiren Rusya’nın 19. yüzyıl içindeki çabaları İstanbul ve Çanakkale boğazlarını ele
geçirilmesine, hiç değilse, bu Boğazların kendisine sürekli olarak açık olmasına amacına
yönelmiştir. Bununla beraber Rusya’nın bu Boğazlar politikasına paralel olarak yönettiği diğer
politika da Balkanlar politikası olmuştur. Çünkü, Rusya Balkanları ele geçirdiği ve Osmanlı
Devleti’ni Balkanalardan çıkarıp Balkan yarımadasına hakim olduğu takdirde, Ege Denizi ve

2
ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I
3. ÜNİTE DERS NOTLARI

Akdenize çıkabileceği gibi, Boğazlar üzerinde bir baskı imkanı da elde edecekti. Bu sebeple,
Rusya’nın sadece Boğazlar konusundaki faaliyeti değil, Balkanlar’daki faaliyetleri de
İngiltere’yi 19. yüzyılda endişeye sevk eden bir faktör olmuştur.
İngiltere Rusya’nın Boğazlardan Akdeniz’e inmesini önlemek amacıyla Osmanlı
Devleti’nin bağımsızlık ve toprak bütünlüğünü korumaya çalışmakla birlikte, Boğazlarla ilgili
başka bir nokta da vardı. Boğazlar Osmanlı Devleti’nin eğemenliği altındaydı ve egemen bir
devlet olarak da Osmanlı Devleti, Boğazları istediği devletin savaş gemilerine açmaya ve
kapamaya yetkili idi. Osmanlı Devleti’nin bu yetkisi, İngiltere için zaman zaman hoşlanmadığı
durumlar ortaya çıkarmıştır. Mehmet Ali Paşa isyanı sırasında Osmanlı Devleti ile Rusya
arasında imzalanan 1833 Hünkar İskelesi Antlaşması gerçekte bir ittifak antlaşması olmakla
beraber, aynı zamanda Rusya’ya yönelecek bir saldırıya karşı Osmalı Devleti’nin Boğazları
kapamasını da öngörmekteydi. Fakat böylece Boğazlar Rusya’ya açık hale geliyordu. Bunun
gibi antlaşmalar İngiltere’nin hoşuna gitmemiştir. 1833 antlaşmasında sonra İngiltere, barış
zamanında başka devletlerin savaş gemilerinin Boğazlardan geçmesi meselesini Osmanlı
Devleti’nin yetkisinden çıkarıp, bunu milletlerarası bir statüye bağlamak istemiştir. İngiltere
bunu 1841 Boğazlar Sözleşmesi ile sağlamıştır. Bütün Avrupa devletlerinin imzaladığı bu
antlaşmaya göre, yabancı devletlerin savaş gemileri Boğazlardan geçmeyecekti. Yani,
Boğazların kapalılığı ilkesi kabul ediliyordu. Boğazların bu statüsü 1923 Lozan Boğazlar
Sözleşmesine kadar devam edecektir.
1907 İngiliz- Rus antlaşması bu iki devletin münasebetlerine yeni bir biçim getirdiği çin
Boğazlar üzerindeki mücadeleyi de sona erdirmiştir. Her iki devletin de Birinci Dünya Savaşına
ortak cephede katılmaları, Boğazlar konusundaki Rus emellerine, kağıt üzerinde de olsa, bir
gerçekleşme sağladı. 1915 yılında İngiltere ve Fransa İstanbul ve Çanakkale Boğazlarını
Rusya’ya vermeyi kabul ettiler. Ancak, 1917 yılında Çarlık rejiminin yıkılması ile 1915
antlaşma geçerliliğini yitirdi.
2. Balkanlar üzerinde Avusturya- Rusya mücadelesi: Rusya’nın 1870’lerden itibaren
Pancermen blokuna karşı takibe başladığı Panislavizm politikası dolayısı ile, Balkanlardan
kuzey-güney doğrultusunda inmeye çalışması, Balkan yarımadasında bir Avusturya- Rusya
mücadelesini ortaya atmakla beraber, öte yandan Avusturya- Macaristan’ın Bosna-Hersek
topraklarını alarak Adriyatik Denizi’ne çıkmak istemesi, 19. yüzyılın sonlarına doğru kendisini,
yine Adriyatik denizine Bosna-Hersek üzerinden çıkmak isteyen Sırbistan ile de çok şiddetli
bir çatışma içine sokmuştur.
3. Mısır üzerinde İngiliz- Fransız mücadelesi: Üçlü İtilafın ikinci halkasını İngiltere ve Fransa
arasında 1904 yılında sömürgeler konusunda imzalanmış olan antlaşma meydana getirmiştir.
3
ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I
3. ÜNİTE DERS NOTLARI

Bu bir ittifak değildir. Bu antlaşma ile İngiliz-Fransız mücadele ve çatışmaları sona eriyor ve
iki devlet arasında çok sıkı ve yakın münasebetler devresi başlıyordu. Fransa ile İngiltere
çatışmalarını en eskisi Napolyon’un Mısır’ı 1798 yılnda işgal etmesiyle başlamıştır.
İngiltere’nin İmparatorluk Yolu Mısır’dan geçiyordu. Bu sebepten İngiltere Osmanlı Devleti
ile ittifak yaparak Fransa’yı Mısır’dan çıkarmayı başardı. Ayrıca 1869 yılında Süveyş
Kanalı’nın açılması Mısır üzerindeki İngiliz-Fransız mücadelesinde yeni bir devir açmıştır.
Fransa Kanal’ın çalışmalarını sürdüren anonim şirketinin hisselerinin çoğuna sahipti. İngiltere
Osmanlı Devleti’ne Kanal’ın açılmaması için baskı yapmaya başladı. Fakat başarılı olamadı.
Daha sonra şirketin hisselerinin bir kısmını satın alan İngiltere, Mısır’da başlayan Arap
milliyetçiliğinin sonucu olarak ortaya çıkan karşıklıklardan yararlandı ve 1882 yılında Mısır’ı
işgal etti. Fransa bu işgale Osmanlı Devleti’nden daha fazla kıyamet kopardı. Bundan dolayı,
İngiliz- Fransız münasebetleri 1904 yılına kadar sürecek şiddetli bir gerginlik içine girdi.
Sömürgecilik faaaliyetleri sebebi ile birçok çatışma yaşayan Fransa ve İngiltere,
Almanya ve Üçlü İttifak devletlerinin devamlı olarak silahlanması karşısında münasebetlerini
düzeltmeye ve yumuşatmaya karar verdi. 1904 Nisanında İngiltere ve Fransa arasında Entente
Cordiale (Samimi Antlaşma) imzalandı. Bu antlaşma ile Fransa Mısır’ı tamamen İngiltere’ye
bırakıyor ve buna karşılık olarak İngiltere de Fransa’nın Fas’ı ele geçirmesini kabul ediyordu.
1904 İngiliz-Fransız Antlaşması bu ki devletin sadece Mısır üzerindeki mücadelesini
sona erdirmekle kalmamış, 1904’den sonra ve özellikler I. Dünya Savaşı’ndan sonra bu iki
devlet Orta Doğu bölgesinde bir sömürgecilik işbirliğine girmişler ve bu işbirliği 1960’lara
kadar devam etmiştir.
4. Osmanlı Devleti’nin Orta Doğu Topraklarında İngiliz- Alman mücadelesi: Almanya’nın
Bismark’ın ayrılmasından sonra izlediği dünya politikası sebebiyle, diplomatik ilişkilerini yeni
kıtalara, Afrika ve Uzakdoğu’ya kadar genişletmesi, büyük devletlerle çatışma alanlarının da
genişleme neticesini doğurdu. Nitekim, Almanya 1890’dan sonra takip ettiği politika ile Güney
Doğu Avrupa ve Ön Asya’yı etkisi altına aldı. Afrika ve Uzakdoğu’da girişimlerde bulunmaya
başladı. Böylece, Almanya İngiltere için denizlerde güçlü bir rakip, Avrupa’da dengeyi bozan
bir güç haline geldi. Almanya’nın denizlerde silahlanmaya başlaması, deniz üstünlüğünü
başkalarına kaptırmaktan korkan İngiltere’yi donanma bakımından hızlı bir silahlanmaya
yöneltti. Bu yeni durum karşısında, İngiltere’nin güvenliği, Hindistan yolu ve deniz aşırı
çıkarları tehdit ve tehlike altındaydı.
İngiliz-Alman deniz yarışmasının altında yatan sebepler esas itibari ile ekonomiktir. 19.
yüzyılın son çeyreğinde Alman endüstrisi büyük bir hamle yapmıştı. Almanya’nın iç pazarları
sanayi üretiminin %30-40’ını eritebilir durumdaydı. Kalanı için, dış pazarlara ihtiyaç vardı. Bu
4
ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I
3. ÜNİTE DERS NOTLARI

durum, Almanya’yı sömürgeciliğe ve ticaret filosunu artırmaya götürdü. Gerek sömürgeciliğin


yürütülmesi, gerek ticarete filosunun korunması, ancak donanma ile mümkün olabilirdi. Bu
durum ise ister istemez Almanya’yı İngiltere ile çatışmaya görtürdü.

Savaşın Sebepleri
1. Liberalizm: Sanayi devrimi liberalizm çerçevesinde gelişti. 18. yüzyılda İngiliz
ekonomisinin yükselişe geçtiği bir dönemde İskoçyalı iktisatçı Adam Smith (1723-1790)
tarafından ortaya atılan ve 19. yüzyılda pek çok yazar tarafından yeniden ele alınan bu doktrine
göre toplum, zümre ya da sınıflardan değil, bireylerden oluşur. Sanayi Devrimi ile buhar
gücünün makineye daha seri olarak uygulanması ve gelişen demiryolları, büyük çaplı
ekonomik örgütleri de gerekli ve mümkün kılmıştı.
Liberalizm, sadece devlet sınırları içinde çıkan bir gelişme olarak kalmamış,
milletlerarası diplomatik ilişkilerde de yer almıştır. Fransız İhtilali’nin getirdiği hürriyet, eşitlik
ve ulusal egemenlik ilkelerinden esinlenen ve bu ilkeleri kapsayıp güvence altına alan anayasa
ve seçilmiş parlamento’ya dayanan siyasal liberalizm, 1830 ve 1848 devrimlerinin, bir başka
ifade ile liberal dalganın sonucu olarak 19. yüzyılın ikinci yarısında, daha önceden hiç
görülmeyen yerlerde ortaya çıkarak, yalnızca Kuzey ve Batı Avrupa ülkelerini değil, çok eski
mutlak monarşi geleneğine sahip Doğu Avrupa ülkelerini, Almanya, Avusturya- Macaristan,
Rusya ve Osmanlı İmparatorluğu’nu da etkilemiştir. Bu ülkelerde anayasa benimsenerek
parlamenter kurumlar kurulmuş, parlamento bulunan yerlerde ise, daha demokratik hale
gelmiştir.
Bu liberal dalganın etkisi ile Avrupa hükümetleri kişilerin özgürce dolaşmalarına ve göç
etmelerine izin vermek zorunda kaldılar ve bu durum Doğu ve Güney Avrupa ülkelerinin etnik
yapıları üzerinde hissedilir bir etkide bulundu.
1875-1896 yılları arasında yaşanan ekonomik durgunluk döneminde Almanya’da
başlayan koruyucu gümrük duvarları uygulaması ile diğer Avrupa ülkeleri tarafından da
benimsenince, devletler arasında kuşku ve güvensizlik tohumları atılmaya başlandı. Avrupa
devletleri ulusal planda üretim araçlarının özel mülkiyetine ve serbest rekabete dayanan
ekonomik düzenden ayrılmadılar. Zira, gelişmelerini bu düzene borçlu olan ticaret ve sanayi
burjuvazisi, ekonomik liberalizmi kendi ekonomik gücünü koruyup arttıracak tek yol olarak
görüyordu.
2. Milliyetçilik: Fransız İhtilali’nin ortaya çıkardığı, Napolyon ordularınca bütün
Avrupa’ya yayılan ve 1838 sonrası yaşanan ihtilallerle giderek güçlenen milliyetçilik ise,
milletler arası çatışma konusunda liberalizmden daha etkili olmuştur. Milliyetçilik,

5
ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I
3. ÜNİTE DERS NOTLARI

hükümdarın şahsına duyulan sadakatten farklı olarak, milli kimlik/kolektif kimlik


kavramlarının yaratılmasını teşvik etmiş ve Avrupa siyasi haritasını, ulus-devletlerden oluşan
bir yapıya dönüştürmüştür. 1815’te Viyana’da kurulan Avrupa düzeni, en önemli
değişikliği, Milliyetçilik dalgası ile geçirmiştir. İtalyan devletleri Kont Kavur ve Garibaldi
önderliğinde Piyomente krallığı etrafında birleştiler. İtalya milli birliğinin kuruluşu (1858) ve
Bismark’ın çabalarıyla Prusya krallığı çevresinde Alman birlik ve imparatorluğunun ortaya
çıkması (1871), Avrupa dengesine, yepyeni bir düzen vermiş, Avrupa siyasi haritasını yeniden
çizmiş ve Dünya Savaşı’na giden olayların başlangıcı olmuştur. Zira iki yeni devletin kurulması
Balkanlardaki milli kimliklerin ve milli birliğin gelişmesine örnek olmuştur. 1870’den sonra
Balkanlar Avrupa diplomasisinin başlıca faaliyet alanlarından biri haline gelmiştir.
Osmanlı İmparatorluğundaki milletleri korumak ve bağımsızlıklarına kavuşturmak
amacıyla Büyük devletlerin imparatorluğun içişlerine yaptıkları müdahalerle ve Hristiyanlığın
korunması düşüncesiyle Avrupalı devletler tarafından desteklenen isyanlarla Osmanlı
Devleti’nin zayıflatılması sağlandı. Milliyetçilik fikirleri ve Şark (Doğu) meselesi konusunda
mücadele alanı haline gelen ve giderek zayıflayan Osmanlı’nın akıbeti ve ropraklarının
paylaşılması konusu Dünya Savaşı’nın sebepleri arasında yer aldı.
Ayrıca başlangıçta irredantizm yönünde gelişen İtalyan milliyetçiliği 20. yüzyılla
beraber bununla yetinmeyecek ve yayılma politikası haline gelecektir. İrredantizm İtalya’nın
Avusturya’daki yurttaşlarının İtalya’ya dahil edilmesini istemesi amacını taşımaktaydı.
3. Sömürgecilik: Endüstri Devriminin sonucu olarak artan üretimin yeni pazarlar, biriken
sermayenin yeni yatırım alanları, sürekli üretimde bulunan fabrikaların hammadde ihtiyacı ve
Avrupa piyasalarının bu mallara doymasıyla sömürgecilik hızlanmış ve emperyalizm biçimine
dönüşmüştü. Ayrıca ulusal birliğini kurduktan sonra hızla bir endüstri ülkesi haline gelen
Almanya’nın ürettiği malların da Avrupa piyasalarına çıkışı, sömürge ihtiyacını artırmıştı. Bu
ülkelere Pasifik Okyanusuna çıktıktan sonra gözlerini uzak doğuya çeviren Amerika Birleşik
Devleti ve topraklarını yabancılara açtıktan sonra bir kalkınma denemesine girişen Japonya da
eklenmişti.
Ekonomik nedenler ve etkenlerin yanı sıra, demografik neddenler de sömürgeciliğin
yükselmesinde önemli rol üstlenmiştir. Avrupalı devletlerin artan nüfuslarını ve büyük
endüstriyel güçlerini ve gelişen savaş teknolojilerini aktaracakları alanlar denizaşırı ülkelerden
Avrupa yakınlarına gelmişti. 19. yüzyıl sonlarına gelindiğinde Osmanlı Devleti de artık
paylaşılabilecek bir ülke olarak görülmeye başlandı.
4. Almanya’nın Güvelik Sorunu ve Yükselişi : Almanya’nın sağlam bir diplomatik
temelinin omaması ve Avrupa’da saldırıya açık konumu, başka etkenlerle birlikte, Alman
6
ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I
3. ÜNİTE DERS NOTLARI

militarizmini körüklemişti. Almanya’nın doğu ve batısında Rusya ve Fransa gibi iki güçlü
ülkenin çevrilmiş olması ve bunun sonucu olarak Bismarck’ın korkusu haline gelen “iki cepheli
savaş” tehlikesi, Almanya’yı ayrıntılı bir savaş planı hazırlamaya itmişti. 1898 ve 1900
yıllarında çıkartılan donanma kanunları ile Alman sömürgeciliğinin ve dış ticaretinin
desteklenmesi, Almanya’nın büyük devlet olarak varlığını koruması ve bir savaş halinde
Almanya’ya karşı girişilecek deniz ablukasının kırılması hususlarının sağlanması güdülüyordu.
Diğer taraftan, Almanya endüstrisinin çabuk gelişimi de ticari alanda çatışmalara sebep oldu.
Ayrıca İngiltere ile arasındaki Güney Doğu ve ön Asya ülkelerine yayılma politikalarının
çatışması da gerilim yarattı.
5. Alsace-Loren Bölgesi Sorunu: Almanya 1871 yılında Alsace-Loren bölgesini ele
geçirmişti. Bu durum Fransa ile Almanya arasında karşılıklı düşmanlığa sebep oldu. İki tarafın
da ordularının arttırılmasına, hatta devletler arası bloklaşmalara sebep oldu. Sonuç olarak bu
sorun Birinci Dünya Savaşı’nın hazırlanması ve çıkmasındaki diğer etkenlerle birleşerek,
evvelce savunma niteliğindeki antlaşmaların birbirlerinden cesaret alarak saldırgan hale
gelmesine yol açtı.
6. Blokların Kuruluşu ve Bloklar Arası Çatışma: Avrupa’nın 1870’den başlayıp
1907’ye gelinceye kadar geçen devrede iki bloğa ayrılmış olması Birinci Dünya Savaşı’nın
önemli sebeplerinden birini teşkil eder. Altı Avrupa devletinin aralarında oluşturduğu iki blok,
bu ülkerin kendilerini daha güçlü hissetmelerine, uzlaşmadan kaçınmalarına ve
silahlanmalarına neden olacak, böylece de Birinci Dünya Savaşı’na giden yol daha da
kısalacaktır.
7. Uluslararası Bunalımlar: Uluslararası bunalımları barışçı yöntemlerle çözebilecek
muktedir bir uluslararası örgütün bulunmayışı da dünyayı savaşa sürükleyen önemli faktörlerin
başında gelir. Yirminci yüzyılla beraber Bosna-Hersek, İkinci Agadir (Fas), Trablusgarp ve
Balkan Savaşları gibi ikili ve bölgesel sorunlar çözülmeyerek kronik hale dönüşmüş, bu suretle
devletler arası ilişkiler günden güne gergin hale gelmiştir. Bu gerilim, sorunlara akılcı çözüm
bulacak ve gerekirse taraflara yaptırım uygulayabilecek uluslarası bir örgütün bulunmayışı
sebebi ile bloklar etrafında kümelenen ülkeleri savaşa sürüklemiştir. Bu sebep ve ihtiyaçla her
iki Dünya Savaşı sonrasında Milletler Cemiyeti (1919) ve Birleşmiş Milletler (1945)’in
kurulduğunu görmekteyiz. Avusturya veliahtının öldürülmesi gerilimi ateşleyen kıvılcım oldu.
Avusturya Sırbistan’a saldırması ile I. Dünya Savaşı başladı.

7
ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I
3. ÜNİTE DERS NOTLARI

Savaş Öncesi Avrupa’nın Durumu


19. yüzyılda kendini gösteren hızlı sanayileşme, Avrupa’yı dünyanın sermaye, sanayi
ve üretim merkezi haline getirmişti. Fransız ihtilâlinin Avrupa’da yarattığı milliyetçilik akımı,
bu kıtadaki kuvvetler dengesini büyük ölçüde değiştirerek, yeni “ulus-devletlerin” ortaya
çıkmasına yol açtı. Almanya ve İtalya, yeni kuvvetler dengesinin iki önemli unsuru olarak
ortaya çıktı.
Özellikle Alman Birliği’nin kurulması sırasında şekillenen Alman-Fransız uzlaşmazlığı
I. Dünya savaşına yol açan gelişmelerin temelini oluşturmaktadır. Zira, bir Orta Avrupa gücü
olan Prusya’nın öncülüğünde doğan Almanya, Avusturya-Macaristan ve Fransa ile ortaya çıkan
çatışmalar sonucunda kurulmuştu. Prusya; Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun onurunu
koruyarak yanına almayı başarırken “Germen Birliği”nin öncülüğünü de üstlenmişti. Ancak;
imparatorluğun kurulması, Fransa’ya indirilen ağır bir darbenin sonucunda gerçekleşmiş ve
Alman İmparatorluğunun kuruluşu işgal edilen Paris’te ilân edilmişti. Fransız onuruna indirilen
bu ağır darbe Alman/Fransız uzlaşmazlığının esas sebebidir.
Alman Birliği’nin gerçek mimarı olan Prusya Şansölyesi Prens Bismarck, Fransa’nın
muhakkak bir intikam savaşına gireceğini tahmin ediyor ve bu ihtimali ortadan kaldırmak için
de usta bir diplomasi uyguluyordu. Fransa’nın Avrupa’da yalnız bırakılması esasına dayalı olan
bu politika şu mantığa dayanıyordu: Fransa’nın Almanya ile tek başına savaşması mümkün
değildi. Avusturya/Macaristan imparatorluğu 1868 Beyaz Garanti Antlaşmasıyla Alman
politikalarına sıkı şekilde bağlanmıştı. Bu durumda, Fransa’nın işbirliği yapabileceği iki devlet
kalıyordu: İngiltere ve Rusya. Bismarck’ın uyguladığı politika, Fransa’nın, Almanya’ya karşı
bu devletlerle anlaşmasını önlemek olarak özetlenebilir. Bunun için bir yandan, Rusya’nın
Balkanlar’da izlediği yayılma politikalarını denetim altında tutmaya ve Avusturya/Macaristan
İmparatorluğu ile Rusya arasında, söz konusu bölgede devam eden rekabette bu iki devlet
arasında olabildiğince dengeli davranmaya özen gösterirken; öte yandan İngiltere ile de bir
çatışmadan kaçınıyordu.
Fransa Kanuni Sultan Süleyman döneminden Napolyon Bonapart’a kadar, İstanbul’un
dış politikada önemli bir dayanağıydı. Bundan sonra Fransa’dan boşalan yeri İngiltere
doldurmuş, 1878 Kıbrıs ve 1882’de Mısır’ın bu devlet tarafından işgali, Londra ve İstanbul
arasındaki ilişkileri soğutmuştur.
19. yüzyıl boyunca İngiltere’nin izlediği dış politika üç temel esas üzerine oturtulmuştu :
1-Avrupa’da “kuvvetler dengesini” korumak, yani ; kıtada herhangi bir gücün egemen
duruma gelmesine mani olmak, ki; Almanya’nın 1870’den itibaren dengeleri sarstığı

8
ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I
3. ÜNİTE DERS NOTLARI

ortadaydı.
2-Denizlerde, rakipsiz bir güç olarak egemenliğini sürdürmek.
3-Sömürgeleri arasındaki bağlantı noktalarının güvenliğini sağlamak.
Bismarck, 1890’lı yılların başlarına kadar bu ilkelere saygılı davranmış ve Almanya’nın
bir dünya gücü durumuna gelmesi için harekete geçmekten kaçınmıştı. Sömürgecilik
rekabetinden kaynaklanan çatışmaları Avrupa dışında tutmayı ve İngiltere’yi ürkütmemeyi
önemseyen Bismarck’ın izlediği bu politika, İlk Alman İmparatoru I. Willhelm’in ölümüne
kadar başarıyla uygulandı. Uzlaşmazlıklar, diplomasi yoluyla çözüldü ve Fransa’nın Rusya ve
İngiltere ile birleşmesi engellendi. Ancak 1890’da Amcasının ölümü üzerine Almanya
İmparatoru olarak tahta geçen II. Willhelm, Şansölyenin bu politikasını korkakça buluyor ve
bir dünya gücü haline gelmek için harekete geçme zamanının geldiğini düşünüyordu.
Bismarck’ı işbaşından uzaklaştıran II.Wilhelm, bu hedeflerine ulaşmak için öncelikle güçlü bir
donanma oluşturmak üzere hazırlıklara girişti. Hamburg’da kurulan tersanelerde büyük gemiler
inşa ederek denizlerdeki İngiliz egemenliğini tehdit etmeye yöneldi.
Osmanlı Devleti ile ilişkilerini geliştirerek, “doğuya doğru atılım” politikasını
uygulamaya girişti. Osmanlı ülkesinin sınırları, Arap Yarımadası dolayısıyla Hint Okyanusu’na
kadar ulaşıyordu. Almanya’nın Osmanlı devleti ile yakınlaşması, İngiliz sömürgelerini ciddî
şekilde tehdit altına alınması anlamına geliyordu. Bu durumu gören İngiltere, Almanya’nın
artık durdurulması gerektiğini düşündüğünden, Rusya ve Fransa arasındaki pürüzleri ortadan
kaldırarak bir ittifak oluşturmayı temel siyaset olarak benimsedi. Bu yeni İngiliz politikasının
sebeplerinden biri Osmanlı devletinin zayıflığıydı ve 1877/1878 Osmanlı –Rus Savaşı, Osmanlı
devletinin tek başına ayakta durmasının artık mümkün olmadığı kanaatini kuvvetlendirmiş
bulunuyordu.

9
ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I
3. ÜNİTE DERS NOTLARI

Bağdat Demiryolu’nun inşası için ortaya çıkan rekabet Almanya’nın doğuya


sarkmaktaki kararlılığını iyice göstermiş bulunuyordu ve Sultan II. Abdülhamid’in
büyük devletler arasındaki rekabetten yararlanarak Osmanlı devletinin varlığını
sürdürme şeklinde özetlenebilecek “denge politikası” aslında Osmanlı ülkesini
rekabetlerin neredeyse açık bir çatışma alanı haline
getirmişti. Bu gelişmeler sonucunda Avrupa’da bir Üçlü İttifak ve Üçlü İtilaf
bloklaşmanın da temelleri atılmış oldu. Bir tarafta 1868 Üçlü İttifak, 1882’de
Anlaşmasıyla birbirine sıkı sıkıya bağlanmış olan Almanya ve Almanya, Avusturya-
Macaristan ve İtalya (İtalya
Avusturya/Macaristan İmparatorluklarının oluşturduğu Pan daha sonra İtilaf Bloğuna
Germen Bloku, gevşek bağlarla da olsa İtalya’yı da yanına geçmiştir) arasında
imzalanan ittifak
alarak “Üçlü İttifak”ı; diğer tarafta ise Avusturya ile rakip
antlaşmasıdır; daha sonra
durumda bulunan ve Osmanlı ülkesinin “Doğu Anadolu” ve 1915’e kadar uzatılmıştır.
“Balkan Yarımadası”ndaki topraklarını kendi doğal yayılma Üçlü İtilaf, Fransa, İngiltere
alanı olarak gören Rusya, Almanya’dan intikam almak için ve Rusya arasındaki
yakınlaşmaya verilen addır.
fırsat kollayan Fransa ve kendi imparatorluk politikalarını
Bu güçlerden yalnızca
tehdit altında gören İngiltere’nin oluşturdukları “Üçlü İtilâf”ı Fransa ile Rusya arasında
oluşturdular. ittifak antlaşması
imzalanmıştı. Fransa ile
Bloklar arasında giderek artan silahlanma yarışı,
İngiltere ve İngiltere ile
bunalımı tırmandırdı ve 1914 yılında Balkanlarda patlak Rusya arasında yakınlaşma
veren bir kıvılcım, Avrupa’nın “dünya egemenliğinin” söz konusuydu.

sonunu getirecek olan I. Dünya savaşının patlak vermesine yol açtı. Bir Sırp milliyetçisinin,
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu veliahtına suikast düzenleyerek öldürmesi (28 Haziran
1914), bu ülkenin Sırbistan’a saldırmasına, Sırbistan’la Anlaşmış olan Rusya’nın Avusturya-
Macaristan’a savaş açmasına, Avusturya’ya garanti vermiş olan Almanya’nın Rusya’ya ve
bunun üzerine Fransa ile İngiltere’nin de Almanya’ya savaş açmasına yol açtı. Birbirlerine
ittifaklar yoluyla bağlanmış olan devletler zincirleme olarak kendilerini bir savaş içinde
buldular ve tam bir Avrupa savaşı başladı (28 Temmuz 1914).

10
ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I
3. ÜNİTE DERS NOTLARI

8 Haziran 1914, Saraybosna


28 Haziran 1914’te Avusturya- Macaristan tahtının veliahtı arşdük Franz Ferdinand ve
eşi resmi bir ziyaret için bulundukları Bosna-Hersek’in
Saraybosna kentinde öldürüldüler. Avusturya-
Macaristan’a ait olan bu topraklarda, Katolik Hırvatlar,
Ortodoks Sırplar ve Müslüman Boşnaklardan oluşan
Slavlar karışmış biçimde yaşıyorlardı. Avusturya
ordusunun büyük manevralarını izlemeyi amaçlayan
arşidükün ziyareti, 1908 topraklarının ilhak edilmesini
kabullenemeyen Bosna’daki Sırp milliyetçileri için bir
tahrik unsuruydu. 28 Haziran ise, 1389’da Sırpların
Osmanlılara yenildiği Kosova Savaşı’nın yıl
dönümüydü. Suikastçılar bu saldırıyla tüm güney

Saraybosna Suikasti Slavlarını biraraya getirecek “Büyük Sırbistan”


hayalini gerçekleştirme arzularını dünyaya ilan etmek
istiyorlardı. Arşidük, İmparator Franz Joseph tarafından pek sevilmese de, hatta bazıları
imparatorluğun geleceği konusundaki düşünceleri yüzünden kendisinden “kurtulduklarına”
sevinseler de, Avusturya-Macaristan 23 Temmuz’da Sırbistan’a bir ultimatom verdi.

11
ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I
3. ÜNİTE DERS NOTLARI

OSMANLI DEVLETİ VE I. DÜNYA SAVAŞI


19. yüzyıl Avrupası dünyaya hükmediyordu. İnsanlarını, ürünlerini ve sermayesini tüm
kıtalara göndderiyor, böylece ekonomik ve siyasal denetimini uçsuz bucaksız topraklara
yayıyordu. Ancak 1914’e doğru, Japonya ve Amerika Birleşik Devletleri’nin gerçekleştirdiği
atılımlarla, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra ise Avrupa üstünlüğüne karşı giderek büyüyen
tepkilerle yüzleşmesi gerekecekti.

Sanayi Devrimi sonrasında, 1820’lerden Birinci Dünya Savaşı’na kadar geçen yaklaşık
yüz yıllık sürede Osmanlı Devleti, Batı’nın askeri, siyasal ve iktisadi gücüyle karşı karşıya
geldi. Osmanlı yönetimi bir dizi reformla devletin gücünü artırmaya çalışırken ekonomi de dışa
açılmaya başladı. Küreselleşme Çağı olarak da anılan bu dönemde Batı Avrupa ile Osmanlı
ekonomisini ilişkisi ticaret ve yatırımlar yoluyla oldu. Mamul mallar ile tarımsal mallar
arasındaki ticaret daha ince görülmemiş boyutlarda ve hızla genişledi. Yüzyıl ilerledikçe Batı
Avrupa girişimcilerin yatırımları da önem kazanmaya başladı. Osmanlı Devleti, Trablusgarp ve
Balkan Savaşlarında alınan yenilginin etkisiyle, ordu ve donanmasını ıslah etme çabalarına
başlamıştı.

Almanya’nın bir baskın savaşla Fransa’yı ele geçirme stratejisi uygulanamadı ve 1914
yılının yaz aylarında Avrupa’daki savaş bir tabya savaşına dönüştü. Almanya’nın Osmanlı
devleti ile yakınlaşması, İngiliz sömürgelerini ciddî şekilde tehdit altına alınması anlamına
geliyordu. Bu durumu gören İngiltere, Almanya’nın artık durdurulması gerektiğini
düşündüğünden, Rusya ve Fransa arasındaki pürüzleri ortadan kaldırarak bir ittifak oluşturmayı
temel siyaset olarak benimsedi.
Bağdat Demiryolu’nun inşası için ortaya çıkan rekabet Almanya’nın doğuya
sarkmaktaki kararlılığını iyice göstermiş bulunuyordu ve Sultan II. Abdülhamid’in büyük
devletler arasındaki rekabetten yararlanarak Osmanlı devletinin varlığını sürdürme şeklinde
özetlenebilecek “denge politikası” aslında Osmanlı ülkesini rekabetlerin neredeyse açık bir
çatışma alanı haline getirmişti.
Şeyhülislam’a danışıldıktan sonra Sultan tarafından 14 Kasım 1914’te resmen cihat ilan
edildi. Almanya için, cihat ilan edilmesi İtilaf Devletlerinin sömürgelerinde (ve Rus Orta
Asyası’nda) yaşayan Müslümanlar üzerindeki etkisine dair bir beklentiydi. Fakat Osmanlı
hükümetinin çabalarına rağmen cihat ilanının etkisi çok az oldu. Osmanlıların askeri güçleri
hakkındaki kuşkularına rağmen Almanlar saldırı amaçli bir stratejiyi teşvik etmekteydiler.
1913 yılında gerçekleştirilen bir darbeyle yönetime el koyan İttihat ve Terakki Cemiyeti,
hemen akabinde diğer siyasi partilerin faaliyetlerini engelledi ve en önemli siyasal rakibi olarak

12
ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I
3. ÜNİTE DERS NOTLARI

görünen Hürriyet ve İtilâf Fırkasının ileri gelenlerini İstanbul dışına göndererek ülkede fiilen
bir “Tek Parti Yönetimi” oluşturdu. Yaklaşmakta olan bir Avrupa savaşının farkında olan
yönetim, bu hesaplaşmada yalnız kalmamak için müttefik aramaya çaba harcamıştır. Bu sebeple
Osmanlı Devleti iki bloğa ayrılmış Avrupa karşısında kendisini siyasal yalnızlıktan kurtarmak
için bir takım ittifak teşebbüslerinde bulunmuştur. 1911 savaşında İtalya’dan gelebilecek
tehlike karşısında İngiltere ile anlaşma isteği, bu devletin “yeni siyasi bağlar altına girmeme”
politikası nedeniyle reddedilmiştir. 1914 Temmuzu başında Cemal Paşa tarafından Fransa’ya
yapılan teklif de, Rusya’nın onayı şartı getirilerek dolaylı yoldan reddedilmişti. Osmanlı
Devleti’nin müttefiği, özellikle de 1913 yılından itibaren, Osmanlı devletiyle iktisadi ve askeri
işbirliği içine giren, Avrupa’da hızla yükselen Almanya oldu.
Almanya, Osmanlı Devleti ile ilişkilerini yoğunlaştırmaya ve geliştirmeye dönük ciddi
çaba harcıyordu. Bu durumda Osmanlı yönetimi de Almanya ile anlaştı ve yapılan görüşmeler
sonunda 2 Ağustos 1914’de gizli olmak kaydıyla bir Türk-Alman İttifak Antlaşması imzalandı.
Osmanlı hükümeti adına imzalanan bu antlaşma, askeri yönetimin liderleri tarafından kabul
edilmiş ve başlangıçta hükümetten gizlenmiştir. Almanya, Osmanlı Devleti’nin müttefik olması
önerisini ancak savaş başladıktan sonra kabul etti ve 2 Ağustos 1914’te gizli Osmanlı-Alman
ittifak antlaşması imzalandı. Bu antlaşmaya göre:
1) İki devlet, Avusturya ile Sırbistan arasında çıkan bir anlaşmazlıkta tam bir tarafsızlık
gösterecekti.
2) Rusya’nın aldığı tedbirler sonucu, Avusturya ile Rusya savaşa tutuşur ve Almanya da
Avusturya’nın yardımına gitmek zorunda kalırsa, Osmanlı Devleti de savaşa katılacaktı.
3) Osmanlı Devleti tehdit altında kalırsa, Almanya, Osmanlı Devleti’ni silahla
savunacaktı.
4) İttifak 1918 yılı sonuna kadar devam edecek ve taraflardan biri fesh etmezse beş yıl için
yeniden yürülüğe girecekti.
Gizli olara yürütülen anlaşmadan haberdar olan nazırların, anlaşmayı eksik bularak itiraz
etmeleri ve sayıca çoğalmaları üzerine Said Halim Paşa’ya yetki verilmiştir. Alman elçisi ile
yapılan görüşmeler neticesinde bu devletten, başta kapitülasyonların kaldırılması ve savaş
sonunda yapılacak sınır düzenlemelerinde yardım istenerek bu yolda bir güvence alınmıştır.
Bu esnada ortaya çıkan bir başka gelişme, Osmanlı kamuoyunda İngiltere aleyhine bir
havanın doğmasına yol açtı. Osmanlı Devleti’nin parasını nakit ödeyerek İngiliz tersanelerine
inşa ettirdiği, Sultan Osman ve Reşadiye isimli iki savaş gemisine el konuldu. Gemileri teslim
almaya gitmiş olan personel geri dönmek zorunda kaldı. Bu olay Osmanlı başkentinde Almanya
sempatilerinin güçlenmesine ve hükümetin Alman amirali Wilhelm Souchon komutasındaki
savaş gemileri Goeben ve Breslau’ya Boğazlar’a girme izni vermesine yol açtı. Alman
donanmasına ait bu iki geminin, müttefik donanmasının önünden kaçarak Boğazlardan girip

13
ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I
3. ÜNİTE DERS NOTLARI

Osmanlı’ya sığınması karşısında, bu gemilerin kendilerine teslim edilmesini talep eden İtilaf
devletlerine, bunların satın alındığının açıklanması, Osmanlı Devleti’nin tarafsızlığına önem
veren devletleri bir süre sakinleştirdi. Savaş başladığında (28 Temmuz 1914) Osmanlı
hükümeti tarafsızlığını ilân etti ve bu fırsattan faydalanarak kapitülasyonları da
kaldırdığını duyurdu. Gerçi bu karar savaşan taraflarca ciddiye alınmadıysa da İttihat ve
Terakki hükümeti bunu fiilen uygulamıştır. Osmanlı hükümeti kısmî seferberlik hazırlıklarını
başlattı. Fakat, bu gemilerin mürettebatı değiştirilmeden Yavuz ve Midilli adını alarak Osmanlı
donanmasına katılmış olması da Almanlar’a Osmanlı Devleti’ni savaşa sokacak gerekçeyi
yaratma fırsatı verdi. Ekim ayının sonlarında, Karadeniz’e devriye ve tatbikat amacıyla İstanbul
Boğazı’ndan çıkan bu gemiler, Enver Paşa emriyle, 29-30 Ekim gecesi Odessa ve Sivastopol’ü
bombaladılar. Bunun üzerine Rusya ve bağlaşıkları peş peşe Osmanlı Devleti’ne savaş ilân
ettiler. Böylece 30 Ekim 1914’de Türkiye I. Dünya savaşına katılmış oldu.
14 Kasım’da törenle cihad ilan edildi ve İslam alemine duyuruldu. Böylece bütün İslam
alemi İtilaf devletlerine karşı yürütülecek savaşta İttifak
devletlerini ddesteklemeye çağrılmış oluyordu. Bunun fazla
bir etkisi olduğu söylenemez. İngilizler ve Fransızlar Osmanlı
ordusu karşısında Müslüman sömürgelerinden askerler
kullandılar. Hatta Osmanlı uyruğu Hicazlılar ve daha başka
pek çok Araplar Osmanlı ordusuna silah çekmekten
Yavuz Zırhlısını Boğazda gösteren
Alman posta kartı. çekinmediler.

Yedi Cephede Birden Savaş


İngiltere müttefiki Rusya’ya ihtiyacı olan yardımı götürebilmesi ve Osmanlı Devleti’nin
etkisiz kalması için boğazlara hakim olma amacını güdüyordu. Bununla birlikte Musul
topraklarındaki petrolün kontrolü de önemliydi. Bu topraklar İngiltere’nin Hindistan yolunun
kontrolü açısından da gerekliydi. Almanlar ve Avusturyalılar Avrupa’daki cephelerin yükünün
hafiflemesi için Osmanlı’nın bir an önce taarruza geçmesini istediler. Osmanlı orduları I. Dünya
savaşında yedi cephede savaştı: Kafkas ve Galiçya cephelerinde Ruslarla; Makedonya’da
Yunan ve Fransızlarla; Çanakkale’de İngiltere, Fransa ve İtalya ile; Filistin, Suriye ve Irak
cephelerinde İngiliz ordularıyla.

Kafkas Cephesi
Alman planına göre Osmanlı ordusunun iki görevi vardı. Boğazların tutularak destek
alması engellenen Rusya’ya Kafkasya’da, Hindistan yolunu kesmek için de Mısır’da İn-

14
ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I
3. ÜNİTE DERS NOTLARI

gilizlere saldıracaktı. Ancak, İngilizlerin Basra’ya asker çıkarması, Osmanlılar için yeni bir
cephe açılmasına neden oldu. Ayrıca, Bulgaristan ve Yunanistan’ın ne yapacakları henüz belli
olmadığından, Osmanlılar’ın Trakya’da da asker bulundurması gerekiyordu.

Kasım ayı sonlarında Alman askerî heyeti ve Osmanlı subayları hâlâ savaşın çabuk bi-
teceği inancındaydılar. Kafkasya sınırını denetlemeye gelen Albay Hafız Hakkı Bey, ilkba-
harda barış yapılacağı, bu nedenle Ruslara karşı bir an önce saldırıya geçilmesi gerektiği
kanısındaydı. Ayrıca, bir Sırp karşı saldırısı Avusturya ordusunu Drina ve Sava Nehirlerinin
ötesine atmış, Rus ordusunun Kafkasya’da tutulması için ivedi bir gerekçe daha çıkmıştı. Enver
Paşa, saldırıyı yönetmek üzere kurmay başkanı Bronsart von Schellendorf’la birlikte 6 Aralık’ta
Erzurum’a geldi. Ancak Doğu Cephesindeki 80.000 Osmanlı askeri, bir kış harekâtı için yeterli
malzemeden yoksundu ve ordunun iletişim olanakları kısıtlıydı. Buna rağmen 22 Aralık’ta
girişilen Sarıkamış Harekatı’nda Allahuekber Dağları geçilsede 9. Kolordu Ruslara esi düştü.
Ayrıca Kafkas Cephesi’ne gönderilmek için yola çıkan 3.Ordu birliklerinin bir kısmının Irak
Cephesi’ne sevk edilmesi Kafkas Cephesi’ni olumsuz etkiledi. Harekât ocak ayında tam bir
felâketle sonuçlandı. 3. Ordu neredeyse tümüyle yokolmuştu. Sarıkamış harekâtından sonra
Enver Paşa bir daha hiçbir harekâtı komuta etmedi.

Doğu Cephesinde Sarıkamış felâketiyle başlayan çarpışmalar, Osmanlılar için sonra da


iyi gitmedi. Bu harekat sırasında 3. Ordu’nun neredeyse tamamına yakını kaybedildi ve
Anadolu’yu Rus istilasına karşı savunmasız bıraktı. Bununla birlikte Ermeni çeteleri
taşkınlıklarını artırdı. Nisan 1915’te Van vilayetinde başlayan isyan yayılması ile Ruslar
gönüllü Ermeni birliklerinin liderliğinde bölgeyi işgal etti. Erzurum, Erzincan, Bayburt, Rize,
Trabzon gibi önemli merkezler Rusların eline geçti. Ruslar, Van bölgesinin yönetimini
Ermenilere bıraktı. Tam da bu zamanda Ermeni çetelerinin faaliyetleri sonucunda Osmanlı
Devleti Ermeni vatandaşalrını ülkenin başka yerlerine nakletme (tehcir) kararı aldı.

Rusya’da Şubat Devrimi olunca cephede savaş durdu. Bolşevik Devrimi sonrasında ise
Rus ordusunun dağılması üzerine, Osmanlı ordusu ileri harekâta başladı. Şubat 1918’den
itibaren doğuya doğru yürüyen Osmanlı ordusu, savaşta kaybedilen yerleri geri almakla
yetinmeyip, 1878’de yitirilen toprakları da ele geçirdi. 3 Mart 1918’de imzalanan Brest-Litovsk
Antlaşması, bu toprakların kesin olarak Osmanılılarda kalmasını sağladı.

Almanya’nın Irak Cephesinin takviye edilmesi önerilerine karşın, Kâzım Karabekir


komutasında bir kolordu Ermenistan ve İran’a doğru harekâta başladı ve Tebriz’e girdi. "İslam
Ordusu" adı verilen bir ordu da, Enver Paşa’nın kardeşi Nuri Paşa komutasında, Azerbaycan’a

15
ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I
3. ÜNİTE DERS NOTLARI

doğru ilerledi ve 1918 eylülünde Bakü’ye girdi. Ancak bu toprakların hepsi Mondros
Bırakışması’ndan sonra boşaltıldı.

Kanal Cephesi
Süveyş Kanalı ve Mısır İngiliz sömürge imparatorluğunun bel kemiğini teşkil
etmekteydi. Hindistan yolunun güvence altına alınması için süveyş Kanalı’nın savunulması
gerekiyordu. Bu sebeple, dokuz savaş gemisinden oluşan İngiliz ve Fransız filosu ile bir İngiliz
uçak bölüğü ve Fransız müfrezesi ile desteklenmiş, daha ziyade Hindistan, Avustralya ve Yeni
Zelanda birliklerinden oluşan kuvvetli bir ordu bulunuyordu.
Osmanlı orduları başkomutanlığı ise, savaşın başlamasıyla İngiliz kuvvetlerini Mısır’a
çekmek ve burada tutmak amacıyla, bölgenin ve İngiliz sömürge imparatorluğunnun en hassas
yeri olan Süveyş kanalına taarruz etmeyi planlamış, bu önemli görevin sorumluluğuna da,
İttihat Terakki yönetiminin önemli isimlerinden Cemal Paşa’yı tayin etmişti. Osmanlıların
amacı, İngilizlerin asker, mühimmat ve malzeme sevkiyatında can damarı vazifesi gören
Süveyş Kanalı’nı bir harekatla kesmek, İngiliz kuvvetlerinin Batı bölgesine götürülmemesini,
özellikle de Çanakkale bölgesine çıkarma yapacak birliklerin engellenmesini sağlamaktı. Bu
amaçla, Mısır milliyetçilerinin ayaklanmaları ve Libya’daki Sünusilerin de katılmalarıyla Mısır
geri alınacaktı. Geri planda ise İngiltere’yi Ortadoğu’da Osmanlı ordularıyla uğraştırarak
etkisini azaltmak isteyen Almanya’nın amaçları vardı.

Bu plan ile Ocak 1915’te başlatılan taarruzla Osmanlı orduları güçlükle Sina çölünü
geçtilerse de, beklenen ayaklanmanın çıkmaması, yiyecek sıkıntısı ve ikmal zorlukları
nedeniyle başarıya ulaşamamıştır. Aynı günlerde, Çanakkale cephesinin önem kazanması
üzerine, bu cepheden bölgeye birlikler kaydırılmış, Kanal Harekatı da bir başka zamana
ertelenmiştir.

16 Temmuz 1916’da İkinci Kanal Harekatı (Ramani Muharebesi) yapıldı. Beklenen


Süveyş Kanalı’nın Doğu kıyılarını elde tutarak topçu ateşiyle Kanal’dan yapılacak geçişlere
engel olmaktı. Ancak ilkinde olduğu gibi çok büyük zayiat verilmesi, açlık, susuzluk ve gerekli
ikmal imkanlarınıdan yoksunluk nedenleriyle başarısız oldu ve İngiliz kuvvetlerinin hava
destekli harekatına daha fazla dayanamayan Osmanlı ordusu Sina’dan çekildi. Bu cephenin adı
Sina-Filistin ve daha sonra da Suriye-Filistin olarak anıldı.

1917 yılında Sina ve Filistin cephesinde üç defa Gazze muharebeleri oldu. İngilizler
Sina çölünü geçerek Gazze yakınlarına kadar ilerledi. Bu durum karşısında, Arap aşiretlerinin
kazanılması amacıyla Türk ordusu bir miktar Alman askerleriyle takviye edilmiş, Suriye-Irak

16
ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I
3. ÜNİTE DERS NOTLARI

hattını beraber savunmask üzere Yıldırım Orduları kurulmuştur. Cemal Paşa’nın uyarısı ile
Yıldırım Ordularının Irak cephesinde kullanılmasından vazgeçilerek, filistin ve Suriye’de
kullanılması kararlaştırıldı. Aynı yıl, 7. Ordu komutanlığına atanan Mustafa Kemal Paşa,
Yıldırım Orduları Komutanı General Falkenhayn ile anlaşamadı. Harbin yönetimin tenkit eden
iki rapor yazdı. 6 Ekim 1917’de komutanlıktan istifa etti. Savaş hazırlıklarını tamamlayan
İngilizler 24 Ekim 1917’de 138.000 askerle yaptıkları taarruz sonucu Gazze savaşını
kazandılar. Bunun sonucunda Kudüs düştü. Osmanlı orduları 1918 yılı içerisinde yapılan
Nablus meydan muharabesinde de İngilizlere destek veren Bedevilerin ihaneti üzerine yenildi.
Sonuçta Suriye, Filistin, Şam, Haleb ve Beyrut Osmanlı Devleti kontolünden çıktı.

Irak Cephesi
Irak Cephesi İngilizlere karşı oluşturulmuştur. Irak-ı Arap bölgesi olarak adlandırılan
ve Musul, Bağdat, Basra vilayetlerinden oluşan bölge zengin yeraltı kaynaklarına sahipti. Hem
jeopolitik hem de stratejik bakımdan da önem arz etmekteydi. İngilizler Hindistan deniz
yolunun güvenliğini sağlamak, petrol bakımından önemli bölgeyi kontrolü altına almak,
bölgedeki çıkarlarına yönelik Alman tehlikesini ortadan kaldırmak ve İran üzerinden müttefiki
Rusya ile birleşebilmek amaçlarıyla bölgeye yığınak yapmıştı.

24 Kasım 1914’te Basra’yı işgal eden İngilizler, 3 Haziran 1915’te Kutü’l Amare’yi
Temmuz ayı sonlarına doğru da Nasıriye’yi işgal etmişlerdi. Bunun üzerine Osmanlı orduları
Selmanpak mevzisine çekildi. İngilizler 21-22 Kasım 1915’te taaruza başlamışlarsa da 23
Kasım 1915’de Türk ordularının kuzeyden yaptığı karşı taaruz üzerine, 4.000 kişi zayiat vererek
geri çekilmek zorunda kaldılar. Geri çekilen İngiliz kuvvetleri Kutü’l Amare’ye kapandı.
Osmanlı ordusu takviye birliklerden destek alarak 5 Aralık’ta Kutü’l Amare’ye taarruz etti.
İngiliz makanmlarında deniz ve kara yoluyla Kutü’l Amare’ye yardım gönderilemedi. İngilizler
29 Nisan 1916 tarihinde teslim olmuştur. Ancak, Mart 1917 İngilizler Bağdat’ı aldı ve cephenin
en etkili kısmına ulaşmış oldular.

Kafkas Cephesinde soğukla mücadele eden Osmanlı ordusu, burada sıcakla, başta
Kolera olmak üzere salgınlarla, açlık ve cephane yokluğuyla, ama daha çok Arap kabilelerinin
İngiliz propagandalarına kanarak hesapta olmayan saf değiştirmeleri ile mücadele etmek
zorunda kalmıştır.

Hicaz cephesi
Osmanlı Devleti dünya savaşına girdikten bir süre sonra Şeyhülislam Mustafa
Efendi’nin hazırladığı ‘Cihad-ı Mukaddes’ fetvası ilan edilerek Kırım, Türkistan, Hindistan,

17
ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I
3. ÜNİTE DERS NOTLARI

Afganistan ve Afrika Müslümanlarını İngiltere, Fransa ve Rusya’ya karşı savaşa davet etti.
Büyük umutlar ve beklentilerle Osmanlı yönetiminin ilan ettiği cihad çağrısı, Arap dünyasında
sadece Yemen’de Seyyid Yahya ve Libya’da Sünusiler tarafından kabul görmüştü.

Mekke Şerifi Hüseyin (Hicaz), Seyyid İdris ve İbn Suud, yüzyılın başından itibaren
yükselen Arap millliyetçiliğinin etkisi ve başta Lawrence olmak üzere pek çok İngiliz ajanının
yönlendirmesiyle İngilizlerle birlikte hareket etttiler. Haziran 1916’dan itibaren Medine, Cidde,
Mekke ve Taif’e yaptıkları saldırılarla bölgedeki Türk ordusunu meşgul ettiler. Bu birlikte
hareketin temelinde İngiltere’nin bütün Arap yarımadası ve Suriye ile Irak’ı içine alacak şekilde
Şerif Hüseyin’in liderliğinde bağımsız bir devlet kurma ve Necd toprakları ile Basra körfezinin
güney kıyılarında İbni Suud’un bağımsızlık ve egemenliğini tanıması sözü vardır. İngiltere’nin
koruyuculuğunda Emir Hüseyin, Kasım 1916’da krallığını ilan etmiş, böylece Hicaz’ın büyük
bölümü Osmanlı Devleti’nin elinden çıkmıştır.

İngilizler bölgedeki Osmanlı kuvvetlerinin tek ikmal ve ulaşım vasıtası olan Hicaz
demiryolunu kesmek amacıyla Fransızlarla birlikte Arap isyancılara destek verdiler. Ocak
1917’de İngiliz bombardımanı başladı ile Akabe üssü Arapların eline geçti. 30 Ekim 1918’de
Mondros Mütarekesi’nin imzalanması üzerine bölge tamamen boşaltıldı.

Çanakkale Cephesi
İngiliz Bahriye Nazırı Winston Churchill, İstanbul’un ele geçirilip Osmanlı Devleti’nin
savaş dışı kalmasını istiyordu. Boğazlara girişilecek bu harekat ile İstanbul Müttefiklerin
kontrolünde olacak, Anadolu’daki askeri kuvvetlerin Avrupa Cephesi ile bağlantısı kesilecekti.
Hatta Kafkas Cephesi’nde bulunan Rus kuvvetlerinin yükü de hafifleyecekti. Almanya’nın
Rusya üzerindeki baskısı artmış, komünistlerin ihtilâl girişimleri savaşın getirdiği zorluk ve
yokluklarla birleşince Çarlık rejimi zor günler yaşamaya başlamıştı. Osmanlı Devleti’nin bir an
önce savaş dışı bırakılması için en kestirme yol, denizden yapılacak bir çıkartmayla Gelibolu
yarımadasından doğruca İstanbul’a yürümek ve başkenti ele geçirerek “Doğu Cephesi”ni
düşürüp Rusya’ya Boğazlar üzerinden yardım ulaştırmak gibi görünüyordu.

Çanakkale Savaşları, 3 Kasım 1915’te İtilaf donanmasının Kumkale ve Seddülbahir


tabyalarını uzun menzilli toplarla bombalaması ile başladı. İngiliz ve Fransız donanmaları ile
Rum ve Yahudi gönüllüler, Anzaklar (Avusturyalı, Yeni Zelandalı askerler), Sihler, Sudanlı
zenciler, Senegallı, Faslı askerler de bulunuyordu. Çeşitli dil, din ve ırklardan oluşan bu
insanlar, kendilerinin olmayan bir savaşta bir araya gelmişti.

18
ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I
3. ÜNİTE DERS NOTLARI

İngiliz-Fransız ortak
Anafartalar Grubu Komutanı Yarbay Mustafa Kemal Bey ve
karargahı. filosu 19 ve 25 Şubat
günlerinde Çanakkale
Boğazı girişinin iki
yanındaki savunma
mevziilerini ve
bataryaları bombaladı.
Donanma toplarının
tahribatını arttırmak
amacı ile de karaya da
birlikler çıkartıldı.
Muharebeler 8,5 ay
sürdü. 18 Mart 1915 tarihinde 18 Müttefik gemisi boğazları zorlamış ve geçebileceklerini
düşünmüştü. Fransızlar Boğazın Anadolu yakasını, İngilizler de Rumeli yakasını bombalamaya
başladı. Çanakkale ve Kilitülbahir’de kolayca ele geçirebileceklerini umuyorlardı. Ancak
Çanakkale Boğazını geçebileceklerini düşünen İngiliz-Fransız donanması büyük bir yenilgiye
uğrayarak ve kuvvetlerinin üçte birini kaybedererek çekilmek zorunda kaldı. Boğazları
denizyoluyla geçemeyeceklerini anlayan İtilaf Devletleri, birleşik filonun Boğazdan geçişini
kolaylaştırmak amacıyla 25 Nisan 1915’de Kilitülbahir platosunu ele geçrimek amacıyla asıl
kuvvetlerini de Arıburnu bölgesine çıkardılar. Plana göre bu kuvvetlerle Gelibolu’daki Türk
kuvvetleri arkadan sarılacak, bu kuvvet Saros körfezine çıkarılacak ordu ile birleşince Marmara
Denizi ile İstanbul yolu açılacaktı. Ancak İngiltere ve Fransa’nın elinde yeterli asker olmaması
sebebiyle buraya Anzaklar adıyla anılan Avustralya ve Yeni Zelanda birlikleri getirildi. Bu
kuvvetlerden özellikle Arıburnu’na çıkartılanlar Conkbayırı doğrultusunda ileri harekete
geçirildilerse de kendilerinden beklenmeyen bir şekilde Türk askerinin direnişi ve
Anafartalar’da görev alan Mustafa Kemal’in savaunması karşında ancak kıyı şeridinde
tutunabildiler. Gelibolu bundan sonra uzun ve ağır siper savaşlarına sahne olmaya başladı.

Bu arada Bulgaristan yolunun açılmasıyla Osmanlı ordularına müttefiklerinin silah ve


malzeme yardımları artmıştı. Sekiz ay devam eden çok çetin çarpışmalardan sonra İngilizler,
görmekte olduğu destekler giderek güçlenen Osmanlı kuvvetlerinin yapacağı taarruzlarda
büyük kayıplar verebileceği endişesiyle Aralık ayından itibaren bölgedeki kuvvetlerini geri
çekmeye başladılar.

19
ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I
3. ÜNİTE DERS NOTLARI

Denizden giriştikleri saldırılarda büyük kayba uğrayan müttefik donanması, karaya


asker çıkarmayı başardığı noktalarda Miralay Mustafa Kemal Paşa’nın yönetimindeki Türk
askeri ile karşılaştı. Mustafa Kemal Paşa, düşmanı tutunduğu yerlerden atmayı başardı. Savaşın
kısa yoldan bitirilmesi umutları Çanakkale Boğazı’nın sularına gömüldü. Çanakkale
Savaşları’nda ortaya çıkan başarısızlık üzerine müttefiklerinden gerekli yardımı alamayan
Rusya’da Çarlığın yıkılmasını hızlandırdı. Yeni Bolşevik rejimi İttifak Devletleriyle “Brest-
Litowsk Barışı”nı imzalayarak savaştan çekildi. Kafkas cephesinde ortaya çıkan bu yeni
durumdan faydalanan Türk kuvvetleri askeri harekâtı Azerbaycan’a kadar genişleterek burada
Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti’nin kurulmasına katkıda bulundular.

Çanakkale savaşlarının bir başka önemli sonucu da Mustafa Kemal Paşa’nın askeri
yetenekleriyle öne çıkması ve tanınmasıdır. Çanakkale Cephesindeki zafer Mustafa Kemal
Paşa’nın “İstanbul’u kurtaran adam” olarak ün kazanmasında ve Millli Mücadele yıllarında
liderliğe seçilmesinde önemli bir faktör olacaktır. Nisan ve Ağustos 1915’te Arıburnu,
Anafartalar ve Conkbayırı savaşlarında Gelibolu yarımadası İtilaf güçleri eline geçip İstanbul
yolu açılmıştı Öte yandan, güney cephelerinde 1916’daki “Arap Ayaklanması”na kadar Türk
orduları önemli başarılar kazandı. Kutülammare’de kuşatılan bir İngiliz ordusu esir edildi.
Fakat 1917’den itibaren bu cephelerde
de durum değişmeye başladı. Süveyş
Kanalı’na karşı girişilen Türk askeri
harekâtının başarısızlıkla sonuçlanması
ve 1916 sonlarında Sina’nın İngiliz
kuvvetlerinin kontrolüne geçmesi
dengelerin değişmeye başladığını
gösteriyordu. 1917 yılı sonunda
hazırlıklarını tamamlayan İtilaf
devletleri, güney cephelerinde İngiliz
ordusunun ağırlıklı olduğu kuvvelerle
ağır bir saldırıya giriştiler. Aynı
günlerde, Fransızlar da Bulgaristan’ı
bozguna uğratarak teslim olmaya
zorladılar. Bulgaristan cephesinin
teslim olması, Çanakkale Boğazı ve
İstanbul da dahil olmak üzere tüm Trakya2yı her türlü saldırıya açık bırakmıştır. Almanya ile

20
ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I
3. ÜNİTE DERS NOTLARI

müttefikleri arasındaki ulaşımın kesilmesi başarılmıştı ve Osmanlı hükümeti de Mütareke


arayışına girişti.
Avrupa Cepheleri
Galiçya Cephesi: Birinci Dünya Savaşı’nın en kanlı mücadelesi Verdün bölgesinde
olmuştur. Batı cephesinde savaşı bir an önce bitirmek isteyen Almanlar Verdün’ü alarak Paris’e
girmek ve Fransa’yı savaş dışına itmek istiyorlardı. Karşılıklı olarak 800.000 kaybın verildiği
bu savaş Mart 1916’da başladı ve Haziran ortalarına kadar da devam etti. Rusaların 1916
Haziran’da Avusturya üzerine yaptıkları taarruz sonucu 100.000 esirle beraber Bukovina’yı ele
gerçirmeleri, Almanları Verdün kuşatmasından vazgeçmeye zorladı. Buradan çektikleri
kuvvetleri Ruslar’a karşı kullanmaya karar vermiş, ancak yetmeyince Osmanlı’dan yardım
istemişlerdir. Bunun üzerine gerektiğinde Çanakkale Boğazını savunmakla görevli 32.000
kuvvetli 19. ve 20. tümenlerden oluşan 15. Kolordu Ağustos ayında Galiçya cephesine hareket
ettirilmiştir. En tehlikeli savaşlarda ön saflarda görev verilen bu ordunun mevcudu kısa sürede
12.000 kadar inmiş ve ancak Bolşevik İhtilali’nin çıkması üzerine 1917 Eylülünde ülkeye
dönebilmiştir. Sonunda Avusturya Galiçya’dan çekilmek zorunda kalmştır.

21
ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I
3. ÜNİTE DERS NOTLARI

Romanya (Dobruca) Cephesi: Romanya’nın Ağustos 1916’da İtilaf Devletleri yanında


savaşa katılması ve Avusturya’ya saldırması üzerine, Almanya ve Avusturya Osmanlı’dan
yardım istemiştir. 15. ve 25. tümenlerden oluşan 27.000 mevcutlu 6. kolordu Eylül- Ekim
1916’da Romanya’ya gönderilmiş ve bunlara daha sonra 26. tümen de eklenmiştir. Bu birlikler
Dobruca bölgesinde ve Tuna’nın kuzeyinde müttefik ordularla birlikte başarılar elde etmiştir.
Bu cephede Osmanlı ordusunun zayiatı 21.300’ü bulmuştur.
Makedonya Cephesi: Alman orduları Verdün’de başarısız olduktan sonra Makedonya’dan
almak zorunda kaldıkları kuvvetlerin yerine Osmanlı kuvvetlerinin gönderilmesini istemiş, bu
doğrultuda Kafkas Cephesindeki 2.Ordu emrine gitmekte olan 50. tümen yoldan çevrilerek,
İstanbul’dan da 169. Piyade Alayı alınarak Makedonya cephesine katılım sağlanmıştır. Daha
sonra Karadeniz kıyılarını gözetleyen 46. Tümen 20. Kolordu Karargahı ile Makedonya’ya
sevk edilmişlerdir. En son 177. Piyade Alayı da Köprülü bölgesine gönderilerek burada yapılan
savaşlarda görev almışlardır.
Sonuç olarak Avrupa Cephesi başlığında ele alınan bu üç cephede müttefik
kuvvetlerle birlikte savaşlara katılan 115.000 kişilik üç Tümen Kolordusu kendi
yurtlarından uzak, yabancı cephelerde yaklaşık 40.000 askerini kaybetmiştir. Bu sırada
Ruslar, Kafkas Cephesinde Azerbaycan-Trabzon çizgisinin batısına kadar doğu
vilayetlerini istila etmişler, Filistin ve Irak cephelerindeki kuvvetler de büyük arazi
kayıpları sonucu kuzey bölgelerine çekilmişlerdir.
Osmanlı Devleti savaşa eşgüdümlü bir savaş planı ile girmiş değildir. Orduların nerede,
nasıl ve hangi taktik ve stratejik amaçla savaşacakları konusuda ayrıntılı planlar yapılmamış,
cephelerin açılması büyük ölçüde düşmanın saldırılarına ve savaşın günlük gidişatına bağlı
kalmıştır. Tüm bunların üzerine Trablusgarp savaşından bu yana uzun süren savaşlarının
askerler üzerinde yarattığı bıkkınlık duygusunu da eklemek gerekir.

Soru: Aşağıda verilen bilgilerden hangisi doğru değildir?


A. Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı’na eşgüdümlü bir savaş planı ile girmedi.
B. Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı boyunca Alman kuvvetleri ile savaştı.
C. Birinci Dünya Savaşı boyunca, Osmanlı Ordusunun nerede, nasıl ve hangi taktik ve stratejik amaçla
savaşacakları konusuda ayrıntılı planlar yapılmadı.
C. Birinci Dünya Savaşı boyunca, cephelerin açılması büyük ölçüde düşmanın saldırılarına ve savaşın günlük
gidişatına bağlı kaldı.
E. Trablusgarp savaşından bu yana uzun süren savaşların, askerler üzerinde yarattığı bıkkınlık duygusu Birinci
Dünya Savaşı boyunca artarak devam etti.

OSMANLI DEVLETİNİN PAYLAŞILMASIYLA İLGİLİ GİZLİ ANTLAŞMALAR


Çanakkale harekâtının başlaması üzerine, Osmanlı topraklarını kendi savaş hedefleri
arasında gören Rusya, Osmanlı topraklarının paylaşılmasıyla ilgili bir yazılı antlaşmanın ortaya

22
ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I
3. ÜNİTE DERS NOTLARI

çıkması için ısrarlı girişimlerde bulundu. Bu görüşmelerde İngiltere, Boğazlar’ı ve İstanbul’u


Rusya’ya bırakmayı kabul etti. Bu durum İtilâf devletlerinin Osmanlı toprakları üzerindeki
ihtiraslarını kamçıladı ve bir dizi paylaşma anlaşmasının imzalanmasına yol açtı. Bu devletler
Osmanlı İmparatorluğunun sonunun geldiğini düşünerek, daha savaş sona ermeden birtakım
düzenlemeler yapmayı kararlaştırmışlardı. Kâğıt üzerinde de olsa, Rusya’nın Boğazları ve
İstanbul’u alması, kendi hissesini elde etmek bakımından Fransa’yı harekete geçirdi ve Rusya
ile yapılan anlaşmadan sonra Fransa, İngiltere’nin kendileri ile de anlaşması gerektiğini ileri
sürdü. Savaş şartlarında bu isteklere olumlu bir cevap vermekte mahzur görmeyen İngiltere’nin
bu tavrıyla 1915 yılının ilkbahar ve yaz aylarında yapılan görüşmelerde Rusya, Suriye ve Adana
bölgesinin Fransa’ya verilmesini prensip olarak kabul etti.
1915 yılı sonlarında iki yeni unsurun ortaya çıkması Anadolu’nun paylaşılması
konusundaki görüşmeleri hızlandırdı. Bunlardan birincisi Rusya’daki gelişmelerdir. Çanakkale
savaşlarının başlamasından sonra, müttefiklerin uğradığı başarısızlık bu ülkede rejime karşı
hoşnutsuzlukları artırdı. Rusya bu durumu ortadan kaldırmak için Doğu Anadolu’dan toprak
istedi. İkinci unsur Fransa’ya aittir. 1915 yazından itibaren İngiltere, Araplarla anlaşarak
Ortadoğu’ya yerleşmek için faaliyete geçmiş ve görüşmelere başlamıştı. İngiltere, bu gizli
görüşmelerden Fransa’yı son anda haberdar edince, Fransa durumu kabul etmedi ve Suriye ile
Adana üzerindeki ısrarlarını sürdürdü. Rusya, Bağımsız bir Arap devleti veya Arap Devletleri
Konfederasyonu’nun kurulmasını ve Suriye, Adana ve Mezopotamya’nın İngiltere ile Fransa
arasında paylaşılmasını kabul etti. Buna karşılık Erzurum, Van, Bitlis vilâyetleri ile Van’ın
güneyinde Fırat nehri ile Muş ve Siirt arasında kalan toprakları ve Trabzon’un batısında
sonradan tesbit edilecek bir noktaya kadar Karadeniz kıyılarını alacaktı. Fransa; Aladağ,
Kayseri, Akdağ, Yıldızdağ, Zara, Eğin ve Harput arasında bulunan Anadolu topraklarını
alacaktı. Kesin sınırlar sonradan tesbit edilecekti Sykes-Picot Antlaşmasına göre Osmanlı
topraklarının paylaşılması Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesinden sonra, muharebelerin gün
geçtikçe şiddetlenmesi ve “Cihat Fetvası”nın yoğun Müslüman nüfûsun yaşadığı İngiliz
sömürgelerinde etkili olmaya başlaması ihtimali İngilizleri Haşimi ailesinden Şerif Hüseyin ile
anlaşmaya itti. Çünkü, Şerif Hüseyin, Peygamberin ailesindendi ve O'un İngiltere’in yanında
yer alması, İslâm Halifesi'in nüfûzuna ağır bir darbe indirmekle kalmayacak; Irak-Suriye-
Filistin cephelerinde de İngiltere'yi rahatlatacaktı. Şerif Hüseyin, bütün Arap Yarımadası ile
Irak ve Suriye'nin tamamını içine alacak bağımsız bir devlet kurulmasını ve başına da
kendisinin getirilmesini istedi. 1915 yılındaki uzun müzakerelerden sonra İngiltere ile Şerif
Hüseyin arasında 1916 Ocak ayında bir anlaşmaya varıldı. İngiltere, Şerif Hüseyin’in Lübnan
hariç bütün isteklerini kabul etti (Şerif Hüseyin-Mc Mahon Anlaşması). Fransa, bu
23
ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I
3. ÜNİTE DERS NOTLARI

görüşmelerden ancak 1915 Kasımından itibaren haberdar olmuştur. Bu gelişme üzerine Fransa,
Ortadoğu’nun da paylaşılması için ısrar etmeye başladı. Sonunda İngiltere ve Fransa arasında
9 ve 16 Mayıs 1916 tarihleri arasında karşılıklı olarak verilen mektuplarla bir anlaşma sağlandı.
Buna Göre: Suriye’nin Akkâ’dan itibaren kuzeye doğru Beyrut dahil olmak üzere bütün kıyı
bölgesi, Adana ve Mersin Fransa’ya ait olacaktı. Geri kalan topraklarda bir Arap Devleti yahut
Arap Devletleri Konfederasyonu kurulacaktı. Bu devletin kurulacağı alanın Akkâ-Kerkük
çizgisinin güneyinde kalan kısmı İngiliz, kuzey kısmı ise Fransız nüfûz alanı olarak ayrıldı.
Ayrıca, İskenderun serbest liman ve Filistin de milletlerarası bölge oluyordu. Bu anlaşmaların
müzakerelerini Fransa adına Geoeges Picot, İngiltere adına Sir Mark Sykes yürüttüğü için bu
anlaşmaya Sykes-Picot Anlaşması da denir.
1917 yılında Bolşevik İhtilâli ile Çarlığın yıkılması ve Bolşeviklerin, Çarlık
diplomasisinin bütün gizli vesikalarını açığa vurması Araplar için bir soğuk duş oldu ve
İngiltere’nin bütün oyunlarını ortaya koydu. Öte yandan, İtalya’nın İtilâf Devletleri safında
savaşa katılması ve Anadolu’dan ısrarla pay istemesi sonucunda 21 Nisan 1917’de St. Jean De
Maurienne’de görüşmeler yapıldı ve sonunda şu kararlara varıldı: İtalya, 1916’da İngiltere,
Fransa ve Rusya arasında yapılmış olan tüm anlaşmaları kabul ediyordu. Buna karşılık Mersin
hariç olmak üzere Antalya, Konya, Aydın ve İzmir bölgeleri İtalya’ya bırakılıyordu. İngiltere
ve Fransa İzmir’de birer serbest liman kurabileceklerdi. Ancak bu anlaşmanın yürürlüğe
girmesi Rusya’nın da onayı şartına bağlanmıştı ki; Rusya’da geçici hükümet iktidardan
düşünceye kadar bunu onaylayamamıştır. Bu olay savaş sonrasında yapılan Paris barış
görüşmelerinde İtalya ile müttefiklerinin arasını bozmuştur.
Gizli bir yönü bulunmamakla beraber, İngiltere’nin savaş sonrası düzenlemelerde
Osmanlı Devleti’ni Ortadoğu’dan tamamen çıkarıp bölgeyi kontrol altına almaya yönelik,
Araplara karşı oynadığı oyunu açıkça ortaya koyan önemli bir belge de Balfour
Deklarasyonu’dur. İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Arthur James Balfouri 2 Kasım 1917’de
uluslarası Siyonist hareketin önderlerinden Lord Rothschild’e bir mektup göndererek,
Filistin’de Yahudilere ulusal bir yurt kurulması çabasının İngiliz hükümeti tarafından
destekleneceğini bildirmiştir. Bu mektubun amacı toprakları üzerinde çok sayıda ve etkili
Yahudi’nin yaşadığı Amerika Birleşik Devletleri’nin sempatisini kazanarak, Almanya’ya karşı
savaşa katılmasını sağlamaktı. İngiltere’nin zamanlamasına bakılırsa, Bolşevik İhtilali’nin ilk
günlerini yaşadığı dönemde Rusya’nın bıraktığı boşluğu ABD’nin doldurmasını planladığı
anlaşılmaktadır.

24
ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I
3. ÜNİTE DERS NOTLARI

Görülüyor ki; Osmanlı Devleti mütareke imzalamaya hazırlandığında, İtilâf Devletleri


aralarında yaptıkları gizli anlaşmaları uygulayabilmek ve kendi işgal alanlarını elde edebilmek
için gerekli ortamı oluşturmak konusunda hemfikirdirler.
Osmanlı Ermenileri
Kafkasya cephesindeki yenilgi doğu Anadolu’yu, tam havalar düzeldiğinde yapılacak
bir Rus saldırısına açık hale getirmişti. Ayrıca bu başarısızlık halen tartışılan bir sorun olan
Osmanlı Ermenilerinin sindirilmesinin başlangıcına da işaret etmekteydi. Ermeni cemaati Doğu
Anadolu vilayetletlerinin hiçbirinde çoğunluk olmamasına rağmen buradaki nüfusun önemli bir
kısmını oluşturmaktaydı.
Savaş patlak verdiğinde, Ermeni milliyetçileri Doğu Anadolu’da bir Ermeni Devleti
kurulmasının Rusların zafer kazanması ile mümkün olacağını düşünüyorlardı. Birkaç bin
Ermeni Rus ordusuna katılmıştı. Ermeniler Osmanlı ordusundan firar etmekte ve Osmanlı
hatlarının gerisinde gerilla faaliyetleri olmaktaydı. Bu durum karşısında Osmanlı kabinesi,
Dahiliye Nazırı Talat Paşa’nın girişimiyle, savaş bölgesindeki bütün Ermeni halkının Suriye
çölünün merkezindeki Zor’a yerleştirilmesi kararlaştırıldı. 27 Mayıs 1915’te çıkarılan geçici
bir kanunla asayişi bozan silahlı saldırgan ve direnişçilerin, casusluk ve vatana ihanet, zulüm
yapan Ermenilerin başka yerlere sevk ve iskan etme yetkileri orduya verildi.
20 Mayıs günü Bakanlar Kurulu kararı ile tehcir süresiz oluyordu. Ermenilerin boşalttığı
yerler muhacirlere verilecek, buna karşılık Ermenilere mal ve mülklerinin karşılığı ödenerek,
yerleştirildikleri bölgede eski düzeylerini bulmaları sağlanacak, yoksul olanlara da iskan
imkanları sağlanacaktı. Fakat daha sonra, 26 Eylül 1915’te çıkan diğer bir kanuna göre, tehcir
edilenlerin mal ve mülkleri komisyonlarca hazırlanacak mazbatalar üzerine mahkemelerce
tasfiye olunacaktı. Bu yerleştirme (tehcir) 1915-1916 yıllarında tamamlandı ve muazzam sayıda
Ermeni’nin ölümü ile sonuçladı. Osmanlı Devleti isyan çıkarmayanları tehcire tabi tutmamıştır.
Soru: Ermeni Tehciri kararının alınmasına sebep olan gelişmeler hangi cepheden sonra
yaşanmıştır?
A. Makedonya B. İran C. Afganistan D. Arnavutluk E. Kafkas

25
ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I
3. ÜNİTE DERS NOTLARI

OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDA TOPLUMSAL


DEĞİŞMELER
Savaş sırasında İttihat ve Terakki’nin programının birçok yönlerinin serbestçe
uygulanmasına imkan verdi. Yalnız muhalefetten çekinilmediği için değil, din taassubunun da
baskı altına alınması sayesinde bu serbestlik elde edildi. Savaşın sonraki yıllarında Sebilürreşat
dergisinin iki yıl kapalı tutulması bu tavrın bir örneğidir. 1916 yılında İttihat ve Terakki
Kongresi’nin kararı üzerine bütün Şer’iye mahkelemeleri Meşihattan (Şeyhülislamlık) ayrılıp
Adliye Nezaretine bağlandı. Şüphesiz bu laikleşme yönünde atılmış çok önemli bir adımdı. Zira
ülkede din mahkemeleri devam ettikçe, Avrupalıların bunu ileri sürerek Türk mahkemelerinin
yetkisine itiraz etmeleri kolaylaşıyordu.

Buna benzer bir uygulama Kasım 1917’de çıkartılan Hukuk-u Aile Kararnamesi’dir.
Kararname Müslüman olsun, olmasın, bütün Osmanlıların aile hukukunu düzenleyen bir sistem
getiriyordu. Zaman zaman kadını kayıran yeni kurallar da getiriliyordu. Müslüman olmayanlar
için ise bazı özel hükümler konmuştu. Önemli olan diğer bir gelişme büyük tartışmalardan sonra
Şubat 1917’de kabul edilen bir kanunla Rumi takvimle Miladi takvim arasında varolan 13
günlük farkın kaldırılmasıydı. Böylece 1 Mart 1917 tarihinden itibaren Miladi ve Rumi
takvimin gün ve ayları özdeşleşiyor, fakat Rumi yıl muhafaza ediliyordu (1 Mart 1917’nin 1
Mart 1333 olması gibi).

Başka bir ıslahat hareketi, 2 Nisan 1917’de çıkarılan Medaris-i İlmiye Hakkında
Kanun’du. Bu kanun ve ona bağlı nizamnameyle medreselerin çağdaş din eğitimi kurumları
haline dönüşmesi için bir sistem getirilmeye çalışılıyordu.

Kadınların hayatında da önemli değişiklikler oldu. Savaşın getirdiği zorunluluklar


yüzünden kadın iş hayatına girdi. Fabrikalarda, dairelerde, sokakta (mesela İstanbul’da
çöpçülük) tarlada kadın ister istemez çalışmak durumunda kaldı. Ordunun himayesi altında
Kadınları Çalıştırma Cemiyet kuruldu. Cemiyet, ordu için üniformalar, çamaşır, kum torbaları
dikiyordu. Atölyelerinde altı bin ila yedi bin kaddın günde on kuruş yevmiye alıyor ve yemek
yiyorlardı. Cemiyet para kazanır haldeydi. 1. Ordu’da bir Kadın Taburu kuruldu. Bunlar
tamamen asker gibi yaşıyorlardı. Kadınların bu yıllarda birçok okullara ve Darülfünun’a
(Üniversite) girdiklerini de biliyoruz.

26
ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I
3. ÜNİTE DERS NOTLARI

Savaş Yıllarında Mali Durum


Savaşan ülkelerin hükümetleri birer savaş ekonomisi kurdular. Tarihte ilk kez, ekonomiyi
devletler yönetiyordu. Almanya, devlet güçleri ve ordunun sanayicilerle işbirliği yaptığı bir
örgütlenme uygulayan ilk ülke oldu.
Devletin ekonomiye bu biçimde müdahalesi, orduların
Mustafa Kemal
büyük miktarlardaki silah ve cephane ihtiyacını karşılayabilmek İstanbul’da Harbiye’de
için gerekliydi. Örneğin, Fransa’da 1915’ten itibaren günde piyade öğrencisi olduğu
yıllar Abdülhamit’in en
100.000 adet 75 mm’lik top mermisi üretiliyordu. Böyle bir sert baskılarına rastladı.
üretimi gerçekleştirebilmek için yalnızca hammadde temin İzmir’e Yunan
çıkarmasından dört gün
etmek değil, gerekli işgücünü de bulmak gerekiyordu. Çalışma
sonra, 19 Mayıs 1919’da,
yaşında olan erkeklerin neredeyse tümü cephede olduğundan, geriye kalan Türk
fabrikalarda ve tarlalarda birilerinin onların yerini doldurması kuvvetlerinin
dağıtılmasını teftiş etmek
gerekiyordu. O yıllara kadar yalnızca ikincil işler gören
için İstanbul’dan verilen
kadınlar, üretim sektöründe kitleler halinde erkeklerin yerine emirle Mustafa Kemal
geçtiler; silah fabrikalarında onlara "cephanecikler" adı takıldı. Anadolu’nun Karadeniz
kıyısında Samsun’a çıktı.
Yalnızca kadınlar yeterli olmadığından, çocuklar, yaşlılar, Buradaki ünvanı 9. Ordu
esirler, sömürgelerden gelen işçiler ve cepheden geri çağırılan (Haziran 1919’da 3. Ordu
oldu) nun Genel
vasıflı işçiler de savaş üretimine katıldılar.
Müfettişlikti. Ona verilen
Bu seferberliğin karşılığını ödemek gerekiyordu. Tüm görevi bölgede düzeni
devletler iç ve dış borçlanmaya başvurmak zorunda kaldılar; sağlamak, Müslüman-
Hristiyan çatışmalarını
özellikle de İtilaf Devletleri Amerika Birleşik Devletleri’nden yatıştırmak, bölgede
borç aldılar. 1917 baharına kadar tarafsızlığını korumasına faaliyet halinde olan yarı
askeri çeteleri
rağmen ABD, İtilaf’ın giriştiği savaş seferberliğinin
silahsızlandırmak ve
finansmanına büyük ölçüde katkıda bulundu. Bu arada merkez dağıtmak, geriye kalan
bankaları kağıt bozuk para emisyonunu arttırıyor, fiyatlar Osmanlı kuvvetlerinin
silahsızlandırılmasına ve
yükseliyordu. İnsanlar, özellikle de ablukaya alınmış olan terhisine nezaret etmek
Merkezî İmparatorlukların topraklarında yaşayanlar, mallarına idi.
sürekli el konmasının ve karne uygulamalarının sıkıntısını Mustafa Kemal
çekiyorlardı. İşçilerin maaşları arttırılsa bile, bu zamlar fiyat Avrupa’ya iki yolculuk
yaptı. Birincisi Veliaht
artışları karşısında hızla eriyip gidiyordu. Mehmet Vahdettin ile
Almanya’ya, ikincisi
tedavi için Avusturya’ya
idi.

27
ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I
3. ÜNİTE DERS NOTLARI

ABD’nin Savaşa Girmesi ve Wilson İlkeleri


Almanya’nın İngiltere ve Fransa’ya karşı denizaltı savaşına başlaması ABD’nin
uluslararası ticaretini büyük ölçüde tehdit etmeye başladı. Alman denizaltıalrı uluslararası
sularda karşılaştıkları gemileri savaş, ticaret ve yolcu gemisi olmalarına bakmaksızın batırmış
ve batan gemilerde bir çok Amerikalı yaşamını yitirmişti. Üstelik çeşitli casusluk ve karşı
casuslık faaliyetleri sonunda Almanya’nın Meksika’yı ABD aleyhine savaşa girmeye teşvik
ettiği de ortaya çıktı. Aynı zamanda Almanya Japonya’yı taraf değiştirerek Pasifik
Okyanusu’nda ABD’ye saldırmaya ikna etmeye çalışmaktaydı. 6 Nisan’da Amerika
Almanya’ya savaş ilan etti.

Wilson ve Milletler Cemiyeti ADB’nin savaşa girişi, Üçlü İtilaf


Devletleri açısından büyük avantaj oldu ve
İngiliz gazetesi Punch’ta, mart 1919’da
yayınlanmış bir karikatür. Başkan Wilson: büyük maddi gücüyle Almanya’nın
"İşte zeytin dalı. şimdi iş başına!" karşısında yer aldı. Daha savaş sona
Güvercin: "Herkesi memnun etmek isterim ermeden, Ocak 1918’de Başkan Wilson
tabii; ama bu biraz zor gibi."
savaş sonrası dünya ile ilgili görüşlerini ünlü
1912’den 1920’ye kadar ABD başkanı olan 14 Noktası ile açıkladı. Barışın kurulması
Wilson, ülkesini 1917’de savaşa soktu.
1919’daki baırış görüşmeleri sırasında pek de üzerindeki görüşleri 1-5 ve 14. Maddelerde
gerçekçi olmayan ilkelerini kabul ettirmeye şöyle açıklanmaktadır: Açık görüşmeler
çalıştı. ABD Senatosu, Versailles
Antlaşması’nı onaylamayarak başkanına sonunda varılmış açık anlaşmalar; barışta ve
sahip çıkmadı. savaşta açık denizlerde gidiş-geliş
serbestliği; uluslararası ticaretteki engellerin
kaldırılması; ulusal silahlanmasnın iç
güvenliğin gerektirdiği ölçü ve düzeyde
tutulması; sömürge yönetimi altındaki
ulusların hak ve isteklerinin, sömürgeci
devletlerin hak ve istekleri ölçüsünde
dikkate alınması ve büyük küçük her
devletin bağımsızlığını ve toprak
bütünlüğünü karşılıklı güvence altına almak
amacıyla, uluslarası bir örgütün kurulması.
Osmanlı Devleti ile ilgili 122. Madde ise, Osmanlı Devleti’nin Türk kesimlerinin egemenliğinin
güvence altına alınması, imparatorluk içindeki öteki uluslara can güvenliği ve özerk gelişme

28
ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I
3. ÜNİTE DERS NOTLARI

olanakları sağlanması, Boğazlar’dan sürekli geçiş özgürlüğünün uluslararası güvence altına


alınmasını önermektedir.

SAVAŞTAN ÇEKİLMELER ve SAVAŞA SON VEREN


ANTLAŞMALAR
1918 yılı başında savaş bütünüyle İttifak Devletleri aleyhine dönmüş bulunuyordu. Bu
yılın Mart ayında Almanya Batı cephesinde yeni bir saldırı girişiminde bulundu ise de,
ABD’nin savaşa girişi bu cephede ağırlığını göstermeye başlamıştı. Özellikle Amerikan yapımı
tankların yardımıyla bu saldırı durdurulduğu gibi, İtilaf devletleri artık Alman ordularını
Doğuya doğru çekilmeye zorlamaya başlamışlardı.

Batı cephesinde bunlar yaşanırken, 1916 Ağustosunda savaşa giren ve topraklarının


neredeyse tamamına yakının merkezi devletlerin işgaline kaptıran Romanya, Bolşevik devrimi
sonucunda arkasını dayadığı Rusya’yı yitirmiş, müttefiklerle bağlantısı kesilmiş olduğundan
mütareke imzalamak zorunda kalmıştı. 7 Mayıs 1918’de imzalanan Bükreş antlaşması ile
Romanya, Almanya ve Avusturya’nın ekonomik nüfuzu altına giriyordu.

1918 sonlarına doğru müttefiklerin bütün cephelerde taarruza geçmeleri merkez


devletlerle beraber Bulgaristan’ın da sonunu getirdi. İngiliz, Fransız ve Sırp kuvvetlerin 14
Eylül 1918’de Bulgarlara karşı Varda bölgesinde taarruza geçince Bulgar direnişi kırıldı ve
Bulgaristan 29 Eylülde mütarekeyi kabul ederek savaş dışında kaldı.

Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Almanya’nın desteği ile savaş boyunca ayakta


kalabilmişti. Yaşanan ekonomik sıkıntılara Çeklerin, Sırp, Hırvat ve Slovenlerin bağımsızlık
hareketleri de eklenince 18 Ekim 1919’da İmparator azınlıkların özerkliğini kabul edip, federal
bir sistem kurulacağını açıkladı. Macarlar da ayrı bir devlet kurduklarını açıkladılar. Bu
sorunlarla uğraşan Avusturya yönetimi Ekim sonunda İtalyan taarruzu ile direncini kaybederek
3 Kasım 1918’de mütareke imzalamak zorunda kaldı. Mütareke İmparatorluğun dağılma
sürecini hızlandırdı.

Almanya bir taraftan merkezi devletlerin baskıları ile diğer taraftan içeride yaşanan
siyasal çalkantılarla baş etmek durumunda kaldığı için 1918 Ağustosunda barış girişimleri
kararı almıştı. Ülkedeki iç çalkantılar sonucunda 9 Kasımda yeni başbakan Alman
Cumhuriyetini ilan etti. Yeni hükümet kendilerine önerilen mütareke şartlarını kabul etti. Bu
suretle Almanya dört yıl süren savaştan çekildi. Kesin barışı sağlayan antlaşmanın yapılması
için bir süre daha beklemek gerekecekti.

29
ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I
3. ÜNİTE DERS NOTLARI

Rusya’nın Savaştan Çekilmesi ve Brest-Litowsk Antlaşması (3 Mart 1918)


Çarlık Rusyası’nda modern endüstrileşmenin başlaması ve 1861’de serflik kurumunun
hukuken ortadan kaldırılması, ortaya işçi sınıfının çıkmasına ve Batı Avrupa’da görülen liberal
dalgalanmaların burada da görülmesine sebep oldu. Bununla birlikte 1898’de kurulan Sosyal
Demokrat İşçi Partisi önderliğinde örgütlenen muhalif hareektler, 1905 yılında Rus-Japon
savaşının yarattığı hayal kırıklığı ve ekonomik yükün altında Petersburg’da ayaklanmaya
dönüştü. Bu ayaklanma bastırıldı ise de Çar bazı özgürlükleri tanımayı ve Meclisi açmayı kabul
etti. Bu nedenlerle dünya savaşı başladığında Rusya tam bir kargaşa içindeydi. Dünya savaşının
etkileri sonucudur ki, 1917 senesine gelindiğinde Rusya’da mali iflas başlamış, vergi sistemi
karışmış ve tahammül sınırlarını aşmıştı. Bu sorunlara ve uygulamalara karşı çıkma imkanından
yoksun olan Rus halkı 1917 yılından itibaren Çarlık rejimine karşı şiddetli başkaldırı süreci
başlattı. Üç yıldır aç, silahsız ve bıkkın bir şekilde kendine göre anlamsız bir savaşı sürdüren
ordu da “barış, ekmek ve toprak” sloganıyla ortaya çıkan bu hareketin üstüne yürümedi.
Böylece Sovyet Devriminin ile aşaması gerçekleşti ve Mart 1917’de Çarlık yıkıldı ve bütün
siyasal eğilimlerin yer aldığı yeni bir hükümet kuruldu. Ancak bu yeni hükümet Rus halkının
beklentilerine cevap veremedi. Lenin önderliğindeli Bolşevikler Kasım ayında iktidarı ele
geçirerek devrimin ikinci aşamasını tamamladılar.

Bolşevik Hükümeti iktidara geçtikten sonra Rus halkına ve Batı ülkeleri işçilerine
yapılan savaşın bir emperyalizm savaşı olduğunu anlatmak ve onları savaşa karşı yöneltmek
için Çarlık rejiminin yapmış olduğu bütün gizli antlaşmaları Sarı Kitap adıyla açıkladı.

Sovyetler’in Almanya’ya mütareke talebinde bulunmaları üzerine, barış görüşmeleri 22


Aralık 1917’de Brest-Litovsk’ta başladı. Bu görüşmelre Avusturya-Macaristan, Osmanlı
İmparatorluğu ve Bulgaristan da katıldı. 3 Mart 1918’da savaşın bir evresini sona erdiren
antlaşma imzalandı. Buna göre:
- Sovyetler Polonya, Litvanya, Estonya ve Kurland’dan çekilerek buralardaki bütün
haklarından vazgeçiyor
- Dünya barışı sağlanana kadar Almanlara Beyaz Rusya’yı işgal etme hakkı tanıyor
- Sovyetler Finlandiya ve Ukrayna’yı boşaltıyor
- Sovyetler Kars, Ardahan ve Batum (Elviye-i Selase) Osmanlı Devleti’ne geri veriyordu.

Ayrıca, Romanya ile yapılan Bükreş antlaşması ile Rusya Baserebya’yı bu ülkeye verdi ve
yaklaşık üç milyon kilometrekarelik bir toprak parçasını ve 62 milyonluk bir nüfusu kaybetmiş
oldu. 27 Ağustosda imzalanan ek antlaşma ile Rusya Gürcitan’ın bağımsızlığını tanıdı ve
Almanya’ya altı milyar altın mark savaş tazminatı ödemeyi kabul etti.

30
ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I
3. ÜNİTE DERS NOTLARI

Mondros Mütarekesi (Mondros Ateşkeş Antlaşması/ Mondros


Bırakışması)
Savaş öncesinde hiçbir tarafın ciddi ve güçlü bir müttefik
Temmuz 1918 tarihinde Sultan
olarak görmediği Osmanlı Devleti savaşın uzamasında neden
olan Çanakkale’de önemli başarılar elde etmiş, Bolşevik Devrimi
ve Brest-Litowsk antlaşması sonrasında da Kafkaslardaki
kargaşadan faydalanarak Bakü’ye kadar ilerlemişti. Ne var ki
diğer cephelerde başarısızlıklar da üst üste gelmekteydi.
Bulgaristan’ın teslim olmasıyla Almanya ile Osmanlı Devleti’nin
bağlantısı da kesilmişti. Dolayısıyla Osmanlı Devleti’nin
mütarekeyi kabul etmesinde Bulgaristan’ın savaştan çekilmesi
büyük rol oynadı. Bu gelişmeler karşısında Talat Paşa kabinesi
Ekim ayında istifasını Vahdettin’e sundu. Böylece on yıllık
İttihat ve Terakki iktidarı sona erdi. Osmanlı Devletinde, savaşın
sonunu gören İttihat ve Terakki hükümetinin istifasıyla kurulan
Ahmet İzzet Paşa kabinesinin girişimleriyle İngilizlerle irtibata 3 Temmuz 1918’de Sultan Reşat
ölmüş, yerine Vahdettin (VI.
geçerek mütareke görüşmelerine Rauf (Orbay) başkanlığında bir
Mehmet) geçmişti. Vahdettin,
heyet gönderdi. Limni Adasının Mondros limanında yapılan Reşat’ın tersine siyasetle yakından
görüşmeler sonrasında tarih literatürümüze Mondros Mütarekesi ilgili ve İTC’ye düşman bir
padişahtı. Abdülhamid
olarak geçen anlaşma imzalandı (30 Ekim 1918). derecesinde olmamakla birlikte, o
da onun gibi kuşkucuydu.
30 Ekim’de imzalanan Mondros Mütarekesi, Osmanlılar Örneğin, sarayda cebinde tabanca
için ağır bir diplomatik yenilgi oldu. Rauf Bey, büyük bir ile dolaştığı söylenmiştir.
Vahdettin’in kızkardeşi Mediha
vatansever ve Balkan Savaşı kahramanı idi, fakat diplomatlık
Sultan Damat Ferit Paşa ile
deneyimi olan biri değildi. İngiliz denizcileriyle görüşmeye, evliydi. Hürriyet ve İtilaf Partisi
İngilizce bilen, başarılı bir deniz subayı olduğu için yollanmıştı. ile yakın ilişkisi vardı.

Mütareke başlangıçta, çatışmalara son vermiş olmasından


ötürü buruk bir memnuniyetle karşılanmışsa da, günler geçtikçe ve mütareke şartlarının ne
kadar elastiki şekilde hazırlandığı ortaya çıktıkça ülkeye ağır bir karamsarlık havası çökmüştür.
Durumun ağırlığını ilk görenler cephelerdeki komutanlar olmuştur. Mustafa Kemal, Yakup
Şevki ve Ali İhsan Paşalar hükümeti uyarmaya çalışmışlarsa da, İstanbul durumu
kabullenmekten başka yol bulamamıştır.
Mondros Mütarekesi 25 maddeden oluşmaktadır. Bilindiği gibi mütareke anlaşması,
savaş durumuna son veren geçici bir anlaşmadır. Kesin durum ise barış anlaşmasının

31
ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I
3. ÜNİTE DERS NOTLARI

imzalanması ve bu anlaşmanın hükümetler tarafından tasdiki ile belli olur ve yürürlüğe girer.
Halbuki, Mondros mütarekesinin imzalanmasından hemen sonra, İtilâf Devletleri, barış
antlaşmasını beklemeye lüzûm görmemişler ve derhal Osmanlı topraklarını işgale
başlamışlardır. Mütareke ertesi gün yürürlüğe girdi ve tümüyle uygulandı. Özellikle
Osmanlı’nın güney bölgelerinde bu durum daha açık biçimde görülmüştür.
* 1, 2, 3 ve 6. Maddeler açılacak olan İstanbul ve Çanakkale Boğazları ile Karadeniz’deki
mayınlı sahaların İtilâf devletlerine bildirilerek temizlenmesi, sahil koruma dışındaki Türk
savaş gemilerinin belirli limanlarda kalmasına dairdir.
* 5. Madde, sınırların korunmasını ve iç güvenliği sağlayacak miktardan fazla olan askerlerin
terhis edilmesi, bunların silah ve techizatlarının tesliminin denetlenmesini öngörür.
* 7. Madde, İtilâf devletlerinin güvenliklerinin tehlikeye düşmesi halinde, herhangi bir stratejik
bölgeyi işgale haklarının olduğunu;
* 8, 9, 13 ve 14. Maddeler İtilâf devletlerinin demiryollarından, ticaret gemilerinden,
limanlardaki tamir araçlarından faydalanmalarını, kömür ve yağ gibi maddeleri alabilmelerini,
bahrî, askerî ve ticarî malzemenin tahrip edilmesinin önlenmesini;
* 10 ve 12. Maddeler, hükümet yazışmaları dışındaki telgraf ve telsiz haberleşmesinin
denetlenmesini ve Toros tünellerinin İtilâf kuvvetleri tarafından işgal edilmesini;
* 11, 15, 16 ve 17. Maddeler, İran ve Kafkasya’da bulunan Türk kuvvetlerinin harpten önceki
sınırlara çekilmesini; Hicaz, Yemen, Asir, Suriye, Irak, Trablus ve Bingazi’deki Türk
birliklerinin en yakın İtilâf kumandanlıklarına teslim olmalarını ve İtilâf devletlerinin
demiryollarından faydalanarak Kafkasya ve Bakû’yu işgal edebileceklerini;
* 19 ve 20. Maddeler asker ve sivil Alman ve Avusturya teb’asının en kısa zamanda
Türkiye’den ayrılmasını ve Osmanlı Devleti’nin bu ülkelerle işbirliğine son vermesini;
* 4 ve 22. Maddeler İtilâf devletleri ve ermeni esirlerinin derhal serbest bırakılmasını, Türk
esirlerin ise onların emrinde kalmasını;
* 24. Madde Doğu Anadolu vilâyetlerinde ( Erzurum, Sivas, Elazığ, Van, Bitlis ve Diyarbekir)
bir karışıklık çıkması halinde buraları işgal etme hakkının doğacağını,
* 25. Madde ise 31 Ekim 1918’de gece yarısından itibaren her türlü harp halinin sona ereceğini
öngörmektedir.
Dolayısıyla Osmanlı İmparatorluğu için Birinci Dünya Savaşı 31 Ekim 1918 günü sona
ermiştir. Görüldüğü gibi mütareke hükümleri oldukça ağırdır. Bilhassa 7. ve 24. Maddeler İtilâf
devletlerinin Anadolu’da istedikleri yerleri kolayca işgal etmelerine uygun zemini hazırlamak
maksadını taşımaktadır. Mütarekenin Türkçe metninde Vilâyât-ı Sitte (altı vilâyet) olarak geçen
bölge İngilizce metinde The six Armenian Vilayets (altı Ermeni vilâyeti) olarak
32
ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I
3. ÜNİTE DERS NOTLARI

tanımlanmaktadır ki, anılan bölgede bir Ermenistan kurma tasarısının ne kadar ciddi şekilde
düşünüldüğünü göstermesi bakımından önemli bir ipucudur.
Mütareke metninde kullanılan coğrafî terimlerin de İngiliz ve Türk taraflarınca farklı
algılandığı anlaşılmaktadır. Meselâ, Türk tarafı Suriye ve Irak terimlerini Osmanlı idarî yapısı
içindeki Suriye ve Irak vilâyetleri olarak anlamakta, buna karşılık İngilizler Musul vilâyetini
Irak’a dahil saydıklarından 16. Maddeye göre buradaki Türk birliklerinin teslim olmasını
istemekteydiler. Halbuki Musul, Osmanlı idarî yapısında Irak’tan ayrı bir vilâyetti. Diğer
taraftan mütareke metninde Musul’un mütareke sonrasında işgal edilmiş olması, bu eyaletin
kime ait olduğu konusunda sonraki yıllarda tartışmalara neden olacaktı.
Kilikya, Mezopotamya, Irak gibi sınırları belli olmayan tarihî terimler kullanılmış bu da
karışıklığa yol açmıştır ki bunlar İngilizler tarafından bilerek kullanılmıştır. Mütareke
hükümleri Osmanlı Devletinin elini-kolunu bağlamıştır. Yapılacak işgallere karşı koyma
ihtimali bulunan Türk birlikleri silahsızlandırılarak, denetim altına alınmış, özellikle sınır
bölgelerindeki kuvvetlerin dağıtılması sağlanmaya çalışılmıştır. Nitekim İtilaf Devletleri de
mütarekenin hemen ardından işgal sahalarını genişletmeye girişmişler ve yukarıda da
belirtildiği gibi bu işgallere karşı ilk tepkiler de cephelerdeki komutanlardan gelmiştir.
Paris Barış Konferansı (18 Ocak 1919)
Ocak 1919’da Paris’te başlayan barış konferansı gelecekteki barışı düzenlerken bir yandan da
yenik ülkeleri cezalandırmayı amaçlıyordu. Konferansta yalnızca savaştan galip çıkan ülkeler temsil
ediliyordu ve en önemli kararları alanlar da bu ülkeler arasından en güçlü dördünün devlet başkanları
oldu: Wilson (ABD), Clemenceau (Fransa), Lloyd George (İngiltere) ve Orlando (İtalya).
Konferansta yenik ülkelerin temsilcilerinin yokluğu, Avrupa’yı 1918’de Wilson
tarafından önerilen on dört maddeyi temel alarak yeniden düzenlemeyi hedefleyen bu
konferansın çelişkilerinden birisidir. Wilson’ın en çok üzerinde durduğu ilke, ulusal self-
determination (ulusların kendi kaderlerini kendilerinin saptamassı ilkesi) ve bundan sonra
savaşın çıkmasını engelleyeceği düşüncesinde olduğu uluslarası bir örgütün, yani Milletler
Cemiyeti’nin kurulmasıydı. Fransa ise konferansta Fransa’nın milliyetçi çıkarlarını savundu.
İngiltere ise kendi çıkarları doğrultusunda iki ülke arasında dengeyi sağladı. Konferansın
karşılaştığı en önemli sorun temelinden bozulmuş olan Avrupa güç dengesiydi. Wilson,
özellikle Almanya’nın sürekli olarak zayıf kalmasını isteyen Clemenceau ile ayrı düştü.
Avrupa ve Ortadoğu haritaları tamamen değişti. Dört imparatorluk, Alman, Avusturya-
Macaristan, Osmanlı ve Rus İmparatorlukları ortadan kalktı. Avusturya-Macaristan
İmparatorluğu parçalandı; üçü yeni toplam yedi ülke, kısmen ya da tümüyle bu imparatorluğun
eski toprakları üzerinde kuruldu. Yeni ülkeler Çekoslovakya, Polonya ve Sırp-Hırvat-Sloven

33
ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I
3. ÜNİTE DERS NOTLARI

Krallığı -gelecekteki Yugoslavya- idi. Bu arada, yeni siyasî sınırlar ile ulusların egemenliği
ilkesine saygı göstermek istenirken, ulusal azınlıkların çoğalmasına neden olundu.
Almanya ile Barış: Versailles Antlaşması (28 Haziran 1919) : 44o maddelik antlaşma ile
Almanya, Alsacce-Loren ve Saar bölgelerini Fransa’ya bıraktı. Ancak Saar bölgesinde 15 yıl
sonra plebisit yapılacak ve hangi devlete katılacağı kesin olarak o zaman kararlaştırılacaktı.
Polonya2ya Poznan ve Batı Prusya verildi; böylece Polonya denize çıkmış oldu. Danzig,
Milletler Cemiyeti korumasında serbest bir kent haline geldi. Belçika’nın tarafsızlığı kaldırıldı
ve Ren akarsuyunun iki yanında ellişer kilometrelik bir toprak şeridi askerden arındırıldı.
Almanya; Avusturya, Polonya ve Çekoslavakya’nın bağımsızlıklarını tanıdı ve Almanya’nın
Avusturya ile birleşmesi yasaklandı.
Almanlar bütün denizaşırı topraklarından vazgeçti. Bu sömürgelerde Milletler Cemiyeti
denetimi altında manda sistemi kuruldu ve İngiltere, Fransa, Belçika ve Japonya mandater
devletler oldu. Sömürge bölgeleri gelişmişlik düzeylerine göre A, B, C, olmak üzere üç sınıfa
ayrıldı. Mandater devler A ve B kategorisinde olanları bağımsızlık için hazırlayacaktı. Bu
sistem Paris Barış Konferansında galip develtlerin toprak ilhak etmelerine bir alternatif olarak
düşünülmüştü.

Almanya en çok 100.000 kişilik bir orduya sahip olacaktı ve zorunlu askerlik sistemi
kaldırıldı. Bundan böyle denizaltı ve uçak da yapmayacaktı. Bunun yanında onarım borcu adı
altında savaş tazminatı da yüklendi. Daha sonra bir komisyon tarafından saptanan borcun
miktarı 56 milyar dolar gibi, Almanya’nın ödeme yeteneğinin çok üstünde bir rakamdı.
Avusturya ile Barış Antlaşması Saint Germain (10 Eylül 1919): Avusturya ile 381
maddelik barış antlaşması imzalandı. Avusturya; Macaristan, Çekoslavakya ve Yugoslavya’nın
bağımsızlığını tanıyordu. Ayrıca, Galiçya’yı Polonya’ya, Hırvatistan’ı Yugoslavya’ya, Tirol ile
Trieste’yi İtalya’ya ve Bukovina’yı Romanya’ya bırakıyordu. Milletler Cemiyeti’nin onayı
olmadıkça Almanya ile birleşemeyecekti. Mecburi askerlik kaldırılıyor ve Avusturya ordusu
30.000 kişiye indiriliyordu. Ayrıca tamirat borcu ödeyecekti. Avusturya’nın nüfusu 50
milyondan 7 milyona düşüyordu. Bu nüfusun 2 milyonu Viyana’da bulunuyordu ki bu,
ekonomik bakından son derece garipti. Zengin tarım ve endüstri bölgeleri olan Bohemya ve
Tirolleri kaybeden Avusturya ekonomik bakımdan güç duruma düştü.

34
ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I
3. ÜNİTE DERS NOTLARI

Bulgaristan ile Barış: Neuilly Antlaşması (27 Kasım 1919): Romanya, Yunanistan ve
Yugoslavya gibi komşu devletlere toprak veren Bulgaristan’a askeri kısıtlamalar uygulandı ve
onarım borcu ödetildi. 296 maddelik barış antlaşması idi. Yeni kurulmuş bulunan ve savaştan
yenik çıkan Macaristan, bu antlama ile komşu ülkeler olan Çekoslavakya, Yugoslavya ile
Romanya’ya topraklar verdiği gibi, öteki yenik devletlerle aynı sınırlandırıcı hükümlere tabi
tutulmuştur. Ordusu 25.000 kişi olacaktı. Deniz ve hava kuvveti bulunmayacaktı. Mecburi
askerlik kaldırılacaktı. 1920 yılından başlamak üzere 37 yılda 2 milyar 350 milyon altın frank
tamirat borcu ödeyecekti.
Macaristan ile Barış: Triannon Antlaşması (4 Haziran 1920): Macaristan ile barış antlaşması en
son imzalandı. 364 maddelik bir barış antlaşması imzalandı. Bu barışla Macaristan, Presburg
bölgesini Çekoslovakya’ya, Bosna-Hersek’i Yugoslavya’ya, Transilavya’yı Romanya’ya ve
Burgerland’ı Avusturya’ya terkediyordu.
Savaştan önce toprakları 330 kilometre kare iken şimd 92.000 kilometre kareye, nüfusu
da 22 milyondan 7.5 milyona düşüyordu. Endüstrisinin %80’ini, buğdayının %6’sını, şeker
pancarının % 85’ini ve ormanlarını %83’ünü kaybetmiş oluyordu.

Macaristan ordusu 35.000 kişiye indiriliyor ve mecburi askerlik kaldırılıyordu.


Tuna’daki donanmasını Müttefiklere teslim edecek ve deniz ile kara kuvvetleri
bulunmayacaktı.

Savaşın Sonuçları
A. Ekonomik ve Toplumsal Sonuçları:

I. Dünya Savaşı etkilerini bugüne kadar sürdüren önemli sonuçlar doğurmuştur.


Ekonomik refahın dünyanın hemen hemen tüm köşesinde gerilediği anlaşılıyor. Ancak savaş
daha çok Avrupa’da yıkıcı etkilerini göstermiş ve Avrupa Devletlerinin hazineleri zayıflamıştı
ve uzun bir süre ekonominin eski rayına oturtulması güç oldu. Avrupa’da kitle halinde işsizlik
ortaya çıktı. Yok olan evler, fabrikalar, tükenen ulusal ekonomiler, boşa harcanan maddi
kaynaklar, enflasyonla düşen ulusal para değerleri, giderek şişen ve ödenmesi olanağı
bulunmayan borçlar; Avrupa ekonomisini çöküntünün tam ortasına getirmişti. Avrupa
zayıflayıp çökmeye başlayınca iki endüstri devi ABD ile Japonya büyük bir gelişme içine
girdiler.

Savaşın ortadan kaldırdığı insan ve manevi değerlerin ölçülmesi, maddi değerler kadar
kolay değildir. Savaşta on milyon Avrupalı öldü, yirmi milyon insan yaralanarak sakat kaldı.

35
ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I
3. ÜNİTE DERS NOTLARI

Milyonlarca sakat, Avrupa sokaklarında savaşın anısını taze tuttu. Fransa 20-32 yaş arasındaki
nüfusunun yarısını yitirdi.

1. Enflasyon ve Borçlanma:
Ne kadar ağır vergi yükü koyarsa koysun hiçbir hükümet harcayacağı parayı
karşılayacak fon bulamazdı. Yaptıkları kağıt para basmak, büyük müktarda devlet tahvili
satmak ve bankaları kredi yolunda zorlamak oldu. Sonuç, büyük talep ve düşük arzla birlikte
fiyatların alabildiğine yükselmesi oldu. Her zaman ve her yerde olduğu gibi, enflasyondan en
çok etkilenen, para gelirleri artırılamayan devlet memurları, ücretliler, “sağlam yatırım”
yaptıklarını sanan yukarı orta sınıf ve uzman kişiler oldu. Bu toplum katmanları savaştan önce
Avrupa’ya istikrar getiren temel öğelerdi. Savaş her yerde statülerini, prestijlerrini ve yaşam
standartlarını düşürdü. Alınan büyük miktarda borç, gelecek yıllarda daha çok vergi demekti.
En tehlikelisi de yabancı ülkelere yapılan borçlardı. Savaş boyunca Avrupa kıtasındaki İtilaf
devletleri İngiltere’den, her ikisi de ABD’den borç aldı ve böylece Avrupa devletleri
geleceklerini ipotek altına soktular. Bu borcu ödemek için ithal ettiklerinden daha çok ihraç
etmek, tükettiklerinden daha çok üretmek zorundaydılar ve bu durum savaştan sonra uzun bir
süre böyle devam edecekti.

Artık Avrupa’nın karşısında şimdi, Avrupa’dan mal gelmemesi yüzünden kendi


endüstrilerini kurup geliştiren Avrupa-dışı dünya vardı. ABD’nin üretim kapasitesi görülmemiş
biçimde arttıç japonya, Çin, Hindistan ve Güney Amerika’ya tekstil mallarını satmaya
başlamıştı bile. İngiltere’den madencilikte kullanılan makina ve lokomotif parçaları alamayan
Arjantin ve Brezilya bunları kendileri üretmeye başlamışlardı.

Almanya’nın dünya pazarından tümüyle çıkması İngiltere ve Fransa’nın yalnız kendi


tüketimleri için üretme durumunda kalmaları ve Batı Avrupa denizciliğinin savaş amaçları için
kullanılması ile, 1700’lerden beri süren Avrupa deniz ve ticaret üstünlüğü tehlikeye düştü.
Avrupa savaştan sonra geleneksel ticaret alanalrında yeni rakiplerle karşılaştı.

2. Devlet Müdahalesi:
I. Dünya Savaşı Avrupa toplumunu, etkileri savaştan uzun sürecek temel değişikliklere
itti. Daha önce bilinen biçimiyle kapitalizmi dönüştürdü. Hükümetler giderek artan bir biçimde
ekonomik yaşama karışmaya başladı. Gümrük tarifeleri koydular, ulusal endüstrileri korudular,
pazar ve hammadde aradılar ve işçi sınıfının çıkarına koruyucu yasalar çıkardılar. “Planlı
ekonomi” düşüncesi ilk kez I. Dünya Savaşı’nda uygulandı. Tarihte ilk kez, devlet toplumun
tüm zenginliğini, kaynaklarını ve törel değerlerini belirli bir amaç doğrultusunda yönetti. Dış

36
ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I
3. ÜNİTE DERS NOTLARI

ticaret tam bir devlet tekeli haline gelmişti. Özel şirketler ancak son derece sıkı kota ve
lisanslarla faaliyet gösterebildiler. Açık denizlere çıkışı olmayan Almanya, hiç görülmemiş
ölçüde kendi kendine yeterli olma tedbirleri almak durumunda kalmıştır.

3. Toplumsal Sonuçlar:
Savaşın toplum üzerindeki en önemli sonucu ulusalcılık duygu ve tutkusunun
güçlenmesidir ve savaş sonrası düzenlemelerinde uygulananan ulusal “self determination”
ilkesi bu akımın yalnızca bir yönünü göstermektedir. Başlangıçta milliyetçiliğin sosyalizmden
çok daha güçlü bir akım olduğu görüldü. Sayıları az olan aşırı devrimcilerrin dışında, tüm dünya
işçilerinin ekonomik zincirlerinden başka kaybedecekleri şey olmadığı ve savaşların da
kapitalist sınıfın savaşı olduğu yolundaki Marksist tez bırakıldı. Sosyalizm, ulusal sosyalizm
biçimine dönüştü. Modern dünyanın bu iki en güçlü akımı arasındaki ittifak, Avrupa’nın
gelecek yıllarına da damgasını vurdu. Daha sonra saldırgan milliyetçiliğin arttığını görüyoruz.
Bu gruplar savaş sonrasında nazi ve faşist hareketlerin belkemiğini oluşturacaklardı.

Toplum içinde yaş grupları ile cinsler arasındaki denge bozuldu. Çünkü seferberlikle
aile yaşamı altüst oldu, milyonlarca genç insan öldü ve doğum oranı da düştü. Savaşta
Avrupa’nın gelecek kuşağı yok oldu. Siperlere saldırılarda ilk saldırıya kalkanlar, genç subay
ve gönüllülerdi. Örneğin savaşta görev alan Oxford Üniversitesi öğrencilerinden %20’si öldü.
Fransa’da Ecole Normale Superieure’ün 346 öğrencisinden 143’ü geri dönmeddi.

Silah fabrikalarında ve savaş hizmetlerinde yurtseverce çalışan kadınlar, ddaha önce


görüşmemeil biçimde iş pazarına girmiş oldu. Böylecce ,daha çok bağımsızlık için gerekli olan
ekonomik temele sahip çıktı. Başta İngiltere olmak üzere kadınların savaş çabasına katkısı, oy
verme ve seçilme isteklerini artırdı.

37
ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I
3. ÜNİTE DERS NOTLARI

B. Siyasal Sonuçları
Avrupa’nın Dünya Üstünlüğünün Sarsılması:

Avrupa’nın dünya politikasındaki üstünlüğü azalmaya başladı. Napolyon Savaşlarından


sonra 1815 Viyana Kongresi ile yeni bir denge kurularak, istikrar sağlanmıştı. 1919’da bu
yapılamadı. Savaştan sonra toplanan Paris Barış Konferansı’nda kendi kendine yeterli bir
Avrupa’nın kurulmasının artık olanaksız olduğu anlaşıldı. 1917 tarihi Avrupa politikasından
dünya politikasında geçişin belki de tamamlandığı bir noktadı. Rusya’da Bolşevik
Devrimi’nden sonra iki uzlaşmaz ideoloji ile dünyanın iki düşman bloka ayrılması süreci de
biçimlenmeye başlamıştır. Wilson ve Lenin’in programlarının en önemli özelliği, merkez
olarak Avrupa’yı almamaları, hiçbir ayrım gözetmeksizin bütün dünya insanlarına
seslenmeleridir.
Savaş sonrasının acı ve propagandaları, çok yakında yeni bir savaşın geleceğini haber
veren nefret duyguları yarattı. Demokrasi dünyasının güç ve etkisi, bir daha geri gelmemek
üzere ABD’ye geçti. 1914’te ABD’nın Avrupa’ya 6 milyar dolar borcu vardı. 1918 yılına
gelindiğinde, yani dört yıl sonra, Avrupa Devletlerinin ABD’ye olan borcu 16 milyar doların
üzerindeydi.

Karıştırmayalım!!!
Sömürge, "metropol" adı verilen yabancı bir devlet tarafından doğrudan işgal edilmiş
topraklardır. Bu topraklar pek çok alanda metropole bağımlıdır.

Manda ise, 1920’den sonra Milletler Cemiyeti tarafından kendi adına yönetmeleri için
yabancı devletlere bırakılmaş topraklardır. Örneğin, Suriye bir Fransız mandasıydı.

38
ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I
3. ÜNİTE DERS NOTLARI

OSMANLI İMPARATORLUĞU’NUN SONU


Birinci Dünya Savaşı’nın imparatorluk rejimlerinin sonun getirmesiyle, Osmanlı
İmparatorluğu tarihe karışmıştır. Savaş sonunda imzalanan Mondros Mütarekesi sadece bir
silah bırakışması olmasına rağmen, anlaşma kadar ağır hükümler ihtiva etmektedir.
Mütarekenin imzalanmasından kısa bir süre sonra İtilaf Devletleri Mütareke hükümlerine
dayanarak ince başkent İstanbul’u, ardından da Anadolu’nun çeşitli kesimlerini işgale
girişmişlerdir. Yine mütarekeye uygun olarak Türk birlikleri geri çekilmiş ve terhis edilmiştir.
Terhis işlerinin kış aylarına rastlaması ve düzensizliği pek çok askerin ölümüne yol açmış, bu
sırada pek çok komutan terhis ve silahların teslim işini kasıtlı olarak geciktirerek direnmeye
çalışmıştır.

İtilaf Devletleri 6 Kasım’dan itibaren Çanakkale ve İstanbul Boğazlarını işgal ederek


ülkeyi işgale başladılar. Mondros’ta yapılan görüşmeler sırasında İstanbul’a gelecek donanma
içinde Yunan gemisinin bulunmayacağına söz verdikleri halde, aralarında Yunan savaş
gemisinin de bulunduğu İtilaf donanması, 13 Kasım 1918’de İstanbul’a gelerek Dolmabahçe
Sarayı’nın karşısına demirledi. Bu beş yıl sürecek İstanbul işgalinin başlangıcıydı.

İngiliz askerleri Tünel Meydanı’na çıkarken (16 Mart 1920)

39
ATA 103- Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I
3. ÜNİTE DERS NOTLARI

KAYNAKÇA
Acun, Fatma (ed.). Atatürk ve Türk İnkılâp Tarihi, Ankara: Siyasal Kitabevi, 2015.
Akşin, Sina (ed.). Türkiye Tarihi 3: Osmanlı Devleti 1600-1908, Cilt 3, İstanbul: Cem Yay.
2000.
Armaoğlu, Fahir. 20.Yüzyıl Siyasi Tarihi (1914- 1980), İstanbul: Alkım Yayınevi, 2007.
Berkes, Niyazi. Türkiye’de Çağdaşlaşma, Ankara: YKY, 1973.
Eraslan, Cezmi. Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi, 2014.
Karal, Enver Ziya. Osmanlı Tarihi, c.V, Ankara, 1975.
Kuyaş, Ahmed (ed.). Tarih (1839-1939), İstanbul: TÜSİAD, 2016.
Sander, Oral. Siyasi Tarih: İlk Çağlardan 1918’e, Ankara: İmge Yayınevi, 2013.
Uzunçarşılı, İsmail Hakkı. Osmanlı Tarihi, 6. Cilt, Ankara, 1973.
Zürcher, E. Jan. Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, İstanbul: İletişim, 2000.

40

You might also like