You are on page 1of 8

Synchromism

Senkromizm (eş-renklilik, çok renklilik), 1912 yılında Amerikalı sanatçılar


Stanton MacDonal-Wright (1890-1973) ve Morgan Russell (1886-1953)
tarafından kurulmuş olan bir sanat akımıdır. Kendilerinin rengi müzik ile
benzeştiren resim yapma yaklaşımlarına dayanan
“senkromları” Amerikan sanatındaki ilk soyut resimler arasındadır. Kısa
ömürlü olmasına ve çok fazla takipçisi oluşmamasına rağmen Senkromizm,
uluslararası ilgi çeken ilk Amerikan avantgard sanat akımıdır. Senkromizm'i
tutarlı bir stil olarak tanımlayabilmek konusunda yaşanan zorluklardan bir
tanesi de bazı Senkromist yapıtların tamamen soyut olmalarına karşın
diğerlerinin gösterimsel görüntüler içeriyor olması olgusuna bağlıdır
Senkromizm, renk ile sesin benzer fenomenler olduğu ve bir resimdeki
renklerin bir bestecinin bir senfonide notaları düzenlemesinde olduğu gibi
armoni içinde biraraya getirilebileceği fikrine dayanır. MacDonal-Wright ve
Russell, renk skalaları (gamları) içinde resim yaparak, görsel eserlerinin
müzikte olduğu gibi karmaşık duyulanımları uyandırabileceğini
düşünüyorlardı.MacDonald-Wright, “Senfoni nasıl 'ses ile' demekse
senkromizm de basitçe 'renk ile' demektir” demiştir. Bir rengin “duyulması”
ya da iki ya da daha fazla duyunun eşlenmesi – sinestezi – fenomeni,
Avrupa'da hemen hemen aynı zamanlarda, kendi sinestezik resimlerini ya da
“bestelerini(kompozisyonlarını)” geliştiren Wassily Kandinsky'nin de
resimlerinde merkezi konumdadır.
Soyut “senkromlar” renk skalalarına dayanarak, ilerleyen ya da azalan
tonlarda ritmik renk formları kullanırlar. Tipik olarak merkezi bir girdapları
( vorteks ) vardır ve karmaşık renk armonileri halinde patlarlar.
Senkromistler atmosferik perspektif ya da çizgiyi kullanmaktan kaçınmışlar,
formu ifade edebilmek için sadece renk ve şekillere dayanmışlardır.
MacDonal-Wright ve Russell, 1.Dünya Savaşı'nın hemen öncesinde çalışmalar
yapan ve görsel sanatların uzun süredir bir tükenme noktasına eriştiğine ve
modern dünyada anlamlı olabilmekiçin resmin perspektif ile ilgili eski
fikirlerle ve edebi ya da anekdot şeklindeki içerikle bağlarını koparması
gerektiğini düşünen avantgard sanatçılar arasındadır. İlk Senkromist resimler
Fauvist resimlere benzemekteydi. Senkromist
resimlerin çok-renkli şekilleri ayrıca biraz da Robert ve Sonia Delaunay'ın
Orfizm'lerinde bulunanlara benzemekteydi. MacDonald-Wright ancak
Senkromizm'in özgün bir sanat formu olduğu ve “Orfizmle hiçbir ilişkisi
bulunmadığı ve Senkromizm'in ilk kataloğunu okuyan herhangi birisinin
Orfizm ile dalga geçtiklerini anlayacakları” konusunda ısrar etmiştir.
Senkromistlerin Orfizm'e olan borçları sanat tarihçileri arasında bir tartışma
konusu olarak kalmaktadır. Yaklaşımları daha açık bir şekilde Kübizm'e
birşeyler borçluydu. Senkromistler, Kübistlerin parçalanmış düzlemlerini
kullanmışlardır ancak resimlerindeki bolca renklendirilmiş boya alanları
sanat tarihçisi Abraham Davidson'ın tasvir ettiği gibi “damlacıkları gergin bir
heykel gövdesinin parçalarını oluşturmak için biraraya getirilen sis
girdaplarına” benzemektedir, “Amerikan resminde buna benzer bir şeye
rastlayabilmek için birisinin 1960'larda Jules Olitski'nin renk-alanı (colorfield)
tuvallerini beklemesi gerekecektir
Senkromizm, Stanton MacDonald-Wright ve Morgan Russell tarafından
1910'lu yılların başlarında Paris'te okurken geliştirilmiştir. 1911'den 1913'e
dek, renk teorisi renk niteliklerini müzik nitelikleri ile mesela tonu renk tonu
ile yoğunluğu satürasyon ilebirleştiren Kanadalı ressam Percyval Tudor-Hart
öğretmenliğinde çalışmışlardır. Ayrıca, çizim yerine yoğun bir şekilde rengi
vurgulayan Empresyonistler, Cezanne ve Matisse'in resimleri de
MacDonaldWright ve Russell'ı etkilemiştir. Russell, müzik ve resim arasındaki
bağlantıyı
göstermek adına 1912 yılında “Senkromizm” terimini oluşturmuştur.
İlk Senkromist resim, Russell'ın Synchromy in Green adlı eseri 1913 yılında
Paris Salon des Indépendants'ta sergilenmiştir. Aynı yılın sonlarına doğru ilk
Senkronist sergi MacDonald-Wright ve Russell tarafından Münih'te
gerçekleştirilmiştir. Paris'te Ekim 1913'te ve New York'ta Mart 1914'te
sergiler devam etmiştir. MacDonal-Wright 1914'te Amerika Birleşik
Devletleri'ne geri dönmüş ancak o ve Russell ayrı olarak soyut senkromlar
resmetmeye devam etmişlerdir. Saf soyut dönemi görece daha kısa süreli
olsa da Senkronizm sanatçılar arasında 1920'lerin büyük bir kısmı boyunca
etkililiğini sürdürmüştür. 1910'ların sonlarındaki ve 1920'lerdeki birçok
senkronlar gösterimsel ögeler içermektedir. Ancak yine de MacDonaldWright
ve Russell, hiçbir zaman Senkromizm'i Amerika Birleşik Devletleri'ne
getirdikleri zaman erişeceklerini umdukları sanatsal ya da ticari başarıya
ulaşamamışlardır. Ancak Russell'ın ölümünden sonra ve MacDonaldWright'ın
yaşamının sonlarına doğru, oldukça orijinal başarılarına müler ve
akademisyenler tarafından yoğun ilgi gösterilmeye başlanmıştır. Senkronizm
ile çalışmalar yapan diğer Amerikalaı sanatçılar arasında Thomas Hart
Benton, Andrew Dasburg, Patrick Henry Bruce ve Albert Henry Krehbiel
bulunmaktadır.
Senkromizm hakkında ilk olarak William Huntington Wright'ın Modern
Painting:Its Tendency and Meaning(1915) adlı kitabında detaylı olarak
bahsedilmiştir. Wright, bir edebi yayıncı, sanat eleştirmeni ve Stanton
MacDonal-Wright'ın kardeşiydi ve kitabın yazılmasına Stanton da gizlice
katkıda bulunmuştu. Kitap, Manet'den Kübizm'e majör modern sanat
akımlarını gözden geçirmekte, ( o zamanlar Amerika Birleşik Devletleri'nde
görece daha az bilinen) Cezanne'ın resimlerini övmekte, Kandinsky,
Fütüristler ve tabii ki Orfistler gibi “daha az modern” olanları yermekte ve
renk soyutlamasının gösterimsel sanatın yerini alacağı bir dönemin geldiğini
öngörmektedir. Senkromizm kitapta modernizmin evriminin tepe noktası
olarak sunulmaktadır.Willard Huntington Wright, kendi kardeşinin resimleri
hakkında yazdığını kabul etmemiştir.
1978 yılında Whitney Museum of American Art tarafından organize edilen
bir gezici sergi için Gail Levin'in hazırladığı “Synchromism and American
Color Abstraction, 1910-1925” adlı katalog, Marily Kushner'ın 1990 yılındaki
Monclair Müzesi'ndeki bir Morgan Russell retrospektifi için hazırladığı
katalog ve Will South'un 2001 yılında Stanton MacDonal-Wright'ın
eserlerinin üç-müzede sergilenmesiyle bağlantılı olarak hazırladığı “Color,
Myth and Music: Stanton MacDonald-Wright and Synchromism” adlı
katalog-biyografisi olmak üzere Senkromizm'in üç detaylı ele alınışından
bahsedilebilir. Levin ve South, genellikle 20.yy sanat tarihi ders kitaplarında
küçük bir yer alan bir akım olan Senkromizm'e akademisyenler ve halkın
ilgisini çekmek konusunda en büyük paya sahip iki sanat tarihçisidir.
Yukarıdaki yazılar çeviridir....benim yorumum buradan itibaren başlar
Bilindiği gibi müzikte SKALA (gam) dediğimiz bir çeşit derecelendirme
yapılanmaları vardır....
skala merdiven demektir... skala oluşturabilmeniz için bir başlangıç
(merkez) noktasına ihtiyaç vardır ...işte o merkez noktasından itibaren
notaların kendilerini merkez noktasına karşı konumlandırmaları sonucu bir
tür DİZİ ortaya çıkmış olur ..merkeze olan uzaklıkları ile notalar bu dizi içinde
yerlerini almış olurlar ..böylece SESLER(notalar) sadece kendi başlarına bir
ANLAM ifade etmekler kalmazlar....notalar aynı zamanda merkez noktasına
olan uzaklığı ile diğer notalar ile bir HARMONİK bütünlükte oluşturular
skala harmoninin yatay halidir ..chord ise harmoninin dikey hali....
yani sesler (notalar) birbirleri ile ilişki kurarlarken hem bir merkeze bağlı
olarak yatay olarak örgütlenirler ...ayrıca yine bir merkeze bağlı olarak dikey
de örgütlenirler...
yatay örgütlendiklerinde ortaya ses dizileri yani skala,lar ..vs benzeri
yapılar oluşurken ..dikey örgütlendiklerinde ise sesler SÜPERPOZE durumuna
ulaşırlar
sonuçta seslerin HARMONİ ..MELODİ ..KONTRAPUNTAL örgütlenmesini
müzik üzerinden inceleyen bu plastik sanat akımı aynı örgütlenmenin resim
sanatında da olabileceğini öne sürmüştür
şimdi ortaya şöyle bir sorun çıkmıştır ...
müzikteki SESLER yani NOTALAR bellidir..müzik yaşamdaki tüm sesleri
kullanmaz ..yani kuş sesi ..nehrin akışı ...araba kornası ..vs gibi çeşitli sesler
vardır ..müzikte bu seslerin sadece RAFİNE edilmiş halleri olan NOTALAR
kullanılır ....gerçi 20 yy dan sonra postonal müzik teoerileri artık doğadaki
tüm sesleri müziğin içine sokmuş olsada ..müzik en fazla NOTALAR dediğimiz
“rafine edilmiş olan sesleri “ kullanır
rafine edilmiş sesler..belli bir TONAL YAPI içine hapsedilmiş seslerdir ve
bunlara düzenli titreşimlerde diyebiliriz...mesela bir kapı gıcırtısı sesinde
düzenlilik yoktur...yani belli bir TONAL MERKEZ ..BİR EKSEN İÇİNE alınmamış
olan seslerdir bunlar...
işte müzik rafine edilmiş olan sesler ile yani NOTALAR ile kendi
kompozisyonunu oluşturur....
bunun plastik sanatlarda da olduğunu düşünürsek ..bu durumda plastik
sanatlardaki RAFİNE EDİLMİŞ olan plastik öğeler nelerdir diye soru sormamız
gerekir...yani plastik sanatların NOTALARI nelerdir
ışıkmı ..figürmü ...çizgimi ...formmu ..renkmi....valörmü....
bunlardan hangisi plastik sanatlarda RAFİNE EDİLMİŞ olan plastik öğedir
işte bu açıdan düşünürsek plastik elemanların çoğunun oldukça düzensiz
olduklarını ve rafine edilmeye pek de uygun olmadıklarını görürüz ....yani
rafine edilmiş bir figür ...bir form ..bir şekil ...bir çizgi ..yokturki ...yani
rafine edilme dediğimde bunu İDEALİZE EDİLME olarak anlayın...
kendi varlığını kendi üzerinde taşıyan ve rafine edilmeye en uygun şey plastik
sanatlarda RENKTİR ...
bilindiği gibi renklerin AYRIMI oldukça iyi yapılmış durumdadır
temel renkler olan MAVİ ..KIRMIZI VE SARI ..ve bunların karışımından
türüyen karşıt renkler turuncu ..mor ve yeşil ...birde üç rengin karışımı olan
kahverengi....
yani düşündüğümüzde renkler aslında oldukça RAFİNE edilmiş olan plastik
öğeler sayılırlar
işte bu yüzden müzikal bir kompozisyon tekniğinin plastik sanatlara
uygulanmasını becerebilecek olan plastik öğenin RENK olduğu anlaşılmıştır
senkromizm aslında fov sanatçılarının sezgisel olarak uyguladıkları bir
şeydir ..ardından ise deleunay ,ın orfizm,inde ortaya çıkan kübist skalalar da
aynı yapıyı görmekteyiz..tabiki bu akımın ana amacı renkleri bir skala
eşliğinde organize etmekti...her renge bir TONAL MERKEZ kazandırarak ..bu
tonal merkezden yapılanarak kendisini kompoze eden bir akımdır bu
tabiki skala olduğu yerde bu skalayı oluşturan ARALIK dediğimiz tonal
merkeze olan uzaklıklar devreye girecektir.....plastik elemanların
birbirlerinden FARKLI oluşlarını tespit eden şey işte bu MERKEZ
noktasıdır ..hani TONAL MERKEZ diyorum ya ..skalanın merkerzi olan
noktadan itibaren birbirlerine KARŞI KONUMLANAN plastik elemanlar
otomatik olarak birbirlerini İTMEYE başlarlar ....o merkez olmasaydı plastik
elemanlar kendi konumlarını tespit edebilecek ve dolayısıylada bir birlerini
İTECEK olan ..adına ARALIK dediğimiz boşluğu veya alanı yaratamamış
olacaklardı.....
skala ve skalanın MERKEZİ olan başlangıç noktası..... plastik elemanları
RAFİNE EDEN ..onları niteleyen ..onları BİRBİRLERİNDEN “AYIRAN” ...ve daha
sonrada ayırdıklarını birbirleri ile İLİŞKİLENDİREN bir merkezi noktadır...bu
merkezi noktadan NİTELENEN plastik öğeler..bu nitelenmenin sonucu ortaya
çıkacak olan AYRIMLAR ile ..birbirlerinden FARKLI DÜZLEMLERE
yerleşebilmek için otomatik olarak birbielerini İTMEYE başlarlar ....işte bu İTİŞ
VE tersine durumu olan ÇEKİŞ,ten dolayı ortaya dikey ve yatay
ARALIKLAR çıkmaya başlar ..ki biz buna plastik sanatlar dilinde ESPAS
diyoruz....
yani sanaıldığının aksine ESPAS tuvalin boşluğu filan değildir ...tuvalin
boşluğuna UZAY denir ...benim bahsettiğim ise UZAM ...
UZAM nitelenmiş olan UZAY,dır
plastik elemanlar bir TONAL MERKEZ etrafında NİTELENİRLER ve böylece
plastik elemanlar aldıkları nitelemeden dolayı ..her biri skalanın bir
noktasına gidip yerleşirler.....baştaki merkez nokta olmasaydı bu nitelemeyi
yapamayacaktık .....ve böylece NİTELENMEMİŞ UZAY ile yani tuvalin
boşluğun üzerinden kompozisyonumuzu yapmaya çalışacaktık ...
bu durumda elimizde NİTELENMEMİŞ yani ..ARALIKLARI belirlenmemiş ve
bu yüzden hangi düzlem içine gidip yerleşeceğini bilmeyen bir plastik
elemanlar yığını kalırdı...böylece NİTELENMEMİŞ BİR UZAY kompozisyonu tek
düzlem üzerine taşırdı ..sonuçta ESPAS yok olurdu
işte bu durumda plastik sanatlarda elemanların ..plastik öğelerin
NİTELENMESİ ve dolayısıylede bu plastik öeğelerin NİTELENMİŞ UZAY olan
adına “UZAM “ dediğimiz ESPAS içine yerleşebilmesi için.....NİTELEYİCİ
MERKEZLERE ihtiyaç vardır.....yani kendi ideal varlığını oldukça iyi
koruyabilen plastik öğelere ihtiyaç vardır
senkromizm işte bu plastik öğenin RENK olduğunu öne sürer ...renklerin bir
tür SENKRON ile birbirleri ile ilişkiye geçmesini önemser ....
senkron denilince işin içine RİTM girmiş olur
bu akım hem SKALA,yı çok önemseyerek plastik elemanların nitelenmesini
renkler üzerinden gerçekleştirmeye çalışırken ...ortaya çıkacak olan
KOMPOZİSYONUN birbirleri ile hareket eden ve ortaya bir senkron çıkartan
bir alanada kapı açmış olur...
yani birbirleri ile birlikte hareket eden hem dikey hemde yatay
harmonizasyon meydana getiren bir yapıdan söz ediyorum ....bu
EŞZAMANLILIK yaratam bir şeydir ...buradan ise duyuların birbirleri yerine
geçmesi demek olan SİNESTİZİ dediğimiz şey amaçlanmıştır
yani gözün koklaması ..veya derinin görmesi ...gözün sesi duyması ..vs gibi
duyuların birbirinin yerine geçebilmesi olanağı araştırılmış ve bu yol ile
duyuların EŞ-ZAMANLILIK ile çalışabilmesi ile bir kompozisyon ortaya
çıkarılması amaçlanmıştır.
Konuyu toparlarsak ...
1...PLASTİK ELEMANLARIN NİTELENMESİNİ SAĞLAYACAK olan TONAL
MERKEZLERİN MEYDANA ÇIKARILMASI için temel öğe olan RENGİN seçilmesi
2...rengin bu amaçla bir skala içine yerleştirilmesi ve tonal merkez elde
edilmesidir
3 ..bu tonal merkez etrafında SENKRON içinde hareket edebilen ve sinestizi
yaratması amaçlanan bir kompozisyonun ortaya çıkarılması
bu akım nedense çok kısa ömürlü oldu ve yerini koruyamadı ...ama ben
teorilerini çok önemli bulduğum temel bir akımdır.

A
k
t
i
f

You might also like