You are on page 1of 8

TARİKAT

TARİKAT
doğrusu tarikat şeyhinin, kendisini Hz. Peygamber’e
ulaştıran, geçmiş nesillerdeki şeyhlerden oluşan en az
bir silsilesi vardır. Bazan bir şeyh, birbirinden farklı
‫الطريقة‬ tarikatlardan icazet (eğitim yetkisi) almış olabilir ve
dolayısıyla birden fazla tarikat silsilesi bulunabilir
Tasavvufta nefis terbiyesi ve Hakk’a ermek için (ayrıca bk. EVRÂD; HALİFE; İHVAN; MÜRİT; TEKKE).
benimsenen usul, tutulan yol; tasavvufî eğitim etrafında Sözlükte gidilecek yol, izlenecek usul, hal ve gidiş
örgütlenmiş cemaat. gibi mânalara gelen “tarikat” (çoğulu tarâik)
kelimesi, terim anlamıyla hem tasavvufî eğitimde
izlenen usulü hem de tasavvufî bir hayat yaşamak
üzere örgütlenmiş cemaati ifade etmek üzere
İslam’ın inanç ve davranışlarla ilgili ilkelerinin ahlak
kullanılır. İlk terim anlamıyla tarikat, “Allah’a
haline getirildiği bir hayat tarzı olması bakımından
ulaşmak isteyenlere mahsus âdet, hal ve davranış”
tasavvuf, öncelikle İslam ahlakı ve maneviyatı olarak
şeklinde de tanımlanmıştır. Lugatta yol anlamına
tarif edilir. Tarihî süreç içerisinde insanın kalp ve
gelen “tarik” (çoğulu turuk) kelimesi de tasavvuf
nefis eğitimi ile ahlakı konu edinen bir ilim olarak
kaynaklarında genellikle tarikat ile aynı anlamda
ortaya çıkan tasavvufta marifet ve hakikat olarak
kullanılmakta, ayrıca Allah’a varan yolların (turuk)
belirlenen hedefe ulaşmak üzere birtakım usuller
“yıldızların sayısınca” veya “yaratıkların nefesleri
geliştirilmiştir. Tıpkı fıkıh ilminin gelişimiyle
adedince” olduğu belirtilerek bunların çokluğuna ve
âlimlerin içtihatları bütünü olarak mezheplerin
çeşitliliğine işaret edilmektedir. Sözlük anlamlarıyla
ortaya çıkışı ve sonra bunların etrafında bir kimliğin
ele alındığında “şeriat”, “mezhep” ve “tarikat”
ve kurumsal yapıların oluşmasına benzer şekilde,
kelimelerinin üçü de yol anlamına gelmektedir.
tasavvufta da önde gelen sûfî âlimler eliyle çeşitli
Şeriat, dinin kaynağına götüren yol; mezhep, inançta
usuller ortaya konulmuş, sonra bunların etrafında
ve fıkıhta gidilen bir yol; tarikat da, tasavvufta hedefe
kurumsal yapılar ortaya çıkmıştır. Tasavvufî eğitim,
ulaştıran bir yoldur.
sûfîler tarafından “seyrüsülûk” denilen, benimsenen
usul ve âdaba göre bir şeyhin rehberliğinde uygulanan Terbiye Usulü Olarak Tarikat
bir süreç içinde gerçekleştirilir. Zikir (belirli âyetleri,
Tasavvuf, İslam’da emredilen dinî hayatı,
Hz. Peygamber’e salat ve selamı, kelime-i tevhid gibi
inceliklerine (rekāik) ve hassasiyetlerine (takvâ)
belirli ifadeleri söyleme), murakabe (nefsi denetim
dikkat ederek yaşamak isteyen müslümanların,
altında tutma), halvet (belirli bir süre yalnız kalarak
Kur’ân-ı Kerim ve sünnetteki emir ve nehiylerden
ibadet), nafile ibadetler vb. çeşitli yöntemlerin
hareketle ortaya koydukları bir tavırdır. Tasavvufun
uygulanabildiği bu eğitimde belirli bir mekân zorunlu
gayesi, bütün hal ve davranışlarında Hz. Peygamber’e
olmamakla birlikte, klasik dönemde bu eğitim
uyarak Allah’ı maksat edinen sorumluluk sahibi
“tekke”, “dergâh”, “hankah” denilen mekânlarda
müminler yetiştirmektir. Bu gaye, Allah’ı
gerçekleştirilmiştir. Şeyh, bu eğitim sürecinde belirli
görüyormuşçasına kulluk etmek anlamına gelen
bir usule (tarikat) göre müridi eğitir. Bu eğitimde
ihsan kavramında ifadesini bulmuştur. Tarikat da
zikir önemli bir yer tutar; her tarikatın evrâd denilen,
bir terbiye usulü olarak tasavvufun bu gayesini
belirli miktarda yapılması gereken zikir ve dualardan
gerçekleştirme görevini üstlenir.
oluşan metinleri vardır. Belirli bir yetkinliğe
erişen ve tasavvufî eğitim verebilecek durumda Ünlü sûfî-âlimlerden Necmeddîn-i Kübrâ
olan müritler, şeyh tarafından hilafet verilerek (ö. 618/1221) Allah’a götüren yolları tarîk-i ahyâr,
(halife sıfatıyla) farklı bölgelere gönderilebilir. Aynı tarîk-i ebrâr ve tarîk-i şettâr şeklinde üç ana grupta
şeyhe bağlanarak eğitim alan ve tasavvufî bir hayat toplamıştır. Bunlardan tarîk-i ahyâr namaz, oruç,
yaşayan müritler, hususi bir kardeşlik bağı, ortak bir hac, Kur’an okuma gibi ibadetlere ve salih amellere
kimlik ve örgütlenme geliştirdiklerinde bir cemaat yoğunlaşarak ruhunu olgunlaştıranların yolu;
olarak tarikat ortaya çıkar. Her tarikatın, daha tarîk-i ebrâr bedende kötülük odağı olarak kabul

528
TARİKAT

edilen nefsin isteklerini sınırlamak (mücahede ve mümkündür. Buna Veysel (Üveys) Karanî’nin
riyazet) suretiyle onu terbiye eden ve kalbini günah Hz. Peygamber’i hiç görmediği halde manevi olarak
kirlerinden temizleyerek güzel huylar kazananların eğitilmesi ve kendisine peygamber tarafından hediye
yolu; tarîk-i şettâr ise ilahî aşk ve muhabbet ile olarak hırka bırakılması olayından dolayı “Üveysî yol”
Hakk’a doğru yolculuk edenlerin yolu şeklinde denilmektedir. Tarikat şeyhi kendisine intisap eden
tanımlanmıştır. Bu üç yol içerisinde Hakk’a en müritlerin manevi babası veya manevi annesi olarak
kısa sürede ulaştıran yolun tarîk-i şettâr olduğunu kabul edildiğinden, müritler birbirlerinin manevi
belirten Kübrâ, bu yolun temel prensiplerini kardeşi olurlar. Tarikatta eğitim sürecini (seyrüsülûk)
de günahlara tövbe etmek, dünya nimetlerine tamamlayanlara “hilafet hırkası, irşat hırkası, icazet
karşı mesafeli durmak (züht), her hususta Allah’a hırkası” gibi isimlerle anılan bir hırka giydirilir.
güvenmek (tevekkül), elde olanla yetinmek (kanaat), Bu hırkayı giyen kimse bağımsız bir şeyh olarak
dünyaya dalmış olan halktan uzaklaşarak Hak ile başkalarını tarikata kabul etmeye ve onları eğitmeye
baş başa kalmak (uzlet), Allah’ı devamlı zikretmek, yetkili sayılır. Bir tarikattan icazet alan kimsenin
Allah’a tam yönelmek (teveccüh), sabırlı olmak, her daha başka tarikatlardan da hırka giymesi ve icazet
an Allah tarafından görüldüğünü hissederek nefsi alması mümkündür (bk. HIRKA).
denetim altında tutmak (murakabe) ve Allah’tan gelen
Tarikat mensupları zamanla farklı renk ve şekillerde
her şeyi hoş görmek (rıza) şeklinde açıklamıştır.
hırka ve takke (taç, serpuş) tercih ettikleri için
Tasavvufta Hakk’a doğru manevi yolculuk anlamına özellikle Osmanlılar döneminde başlarına giydikleri
gelen seyrüsülûk usullerine göre tarikatlar “ruhani” kavuk ve külahları, hırkaları, cübbeleri onların
ve “nefsani” olarak sınıflandırılırlar. Ruhani usulde hangi tarikata mensup olduğunu gösterir olmuştur.
Allah tarafından bedene üflenmiş ruh, çeşitli dualar Şeyh ve dervişlerin giydiği taç ve hırkanın yanı sıra
ve zikirlerle güçlendirilerek kötülük odağı olan nefis kullandıkları tesbih, asâ, kemer, pabuç vb. şeyler
etkisiz hale getirilmeye çalışılırken, nefsani usulde “cihâz-ı tarikat” diye isimlendirilmekteydi. Birçok
nefis birtakım arzularına sınır konularak doğrudan tarikatın kendilerine has şekil ve niteliklerde bayrak
etkisiz kılınmaya çalışılır. (alem) ve sancakları da bulunmaktaydı.
Tarikatlar uyguladıkları zikir şekillerine göre de Cemaatleşme Olarak Tarikat ve Başlıca Tarikatlar
gruplara ayrılmıştır. Kalpten, sessiz ve hareketsiz
Tasavvufî eğitim amacıyla bir araya gelen, dolayısıyla
zikir (zikr-i hafî, zikr-i kalbî) uygulayanlar hafî
bir şeyhe bağlanan müritlerin zaman içerisinde bu
(turuk-ı hafiyye); sesli ve hareketli zikir (zikr-i cehrî)
bağlılığa dayalı olarak gruplaşmaları tabiidir. Sûfîler
şeklini benimseyenler cehrî (turuk-ı cehriyye) diye
tasavvuf eğitiminin başlangıcını Asr-ı saâdet’e kadar
isimlendirilmiştir. Ayrıca cehrî zikri benimseyen
götürmektedir. Buna göre Hz. Peygamber, başta dört
tarikler de uyguladıkları zikir şekillerine göre
büyük halife olmak üzere çeşitli sahâbîlere değişik
gruplandırılmışlardır. Zikirlerini daha çok ayakta
usullerle zikir telkininde bulunmuş, daha sonra bu
yapan tarikatlar kıyâmî (turuk-ı kıyâmiyye),
usuller devam ettirilerek değişik isimler altında
oturarak yapanlar kuûdî (turuk-ı kuûdiyye) diye
tarikatlar meydana gelmiştir. Tarihî olarak tasavvuf
isimlendirilirler. Cehrî zikir çoğunlukla musiki
ile tasavvufî eğitimi gerçekleştirme usulü ve kurumu
eşliğinde icra edilir. Bununla birlikte bazı tarikatlar
olarak tarikatların ortaya çıkışı, İslam toplumunun
hem oturarak hem ayakta veya hem hafî hem cehrî
yaşadığı serüvene ve tecrübeye dayalı olarak daha
olarak zikir icra etmektedirler (ayrıca bk. ZİKİR).
geç olmuştur. Bunun böyle olması da tabii olup, bu
Bir tarikata girmek isteyen kimsenin (talip, muhip) durum bir ilim olarak tasavvufa ve tasavvufî
mutlaka o tarikatın şeyhine (tasavvuf eğitimi veren eğitimin dinî dayanaklarına herhangi bir zarar ve
mürşit) gönülden bağlanması (intisap) ve şeyhin noksanlık getirmez. Tasavvufî hayat tarzının
rehberliğinde tarikatın gereklerini (âdap-erkân) ortaya çıktığı ilk devirlerden itibaren mescitler,
yerine getirmesi gerekir. Tarikatlarda şeyhi hiç ribatlar (sınır boylarında ve stratejik mevkilerde
görmeden onun ruhaniyeti vasıtasıyla eğitilmek de yapılan askeri amaçlı müstahkem yapılar) ve

529
TARİKAT

III. (IX.) yüzyıldan itibaren hankahlar (dervişlerin denilmiştir. Tarikat pîrinin türbesinin bulunduğu
zikir ve sohbet için toplandıkları mekânlar) etrafında dergâha da “pîr evi”, “pîr makamı”, “huzur”, “huzûr-ı
gelişen, sûfîler arası gruplaşmalar vardı. V-VI. (XI- pîr” gibi adlar verilmiştir.
XII.) yüzyıllarda İslam dünyasında gelişen belirli
İlk tarikatlardan bir kısmı Irak’ta ortaya çıkmış,
siyasi ve sosyal şartlar altında sûfî gruplaşmaları ve
Abdülkādir-i Geylânî’ye (ö. 561/1166) nispet edilen
tasavvufî eğitim bir dönüşüm geçirdi; kurucu şeyhler
Bağdat merkezli Kādiriyye ile Ahmed er-Rifâî’ye
eliyle terbiye usul ve esasları belirlenmiş, tekkeler
(ö. 578/1182) nispet edilen Batâih (Irak’ta bir bölge)
etrafında teşkilatlanmış ve vakıflar eliyle desteklenen
merkezli Rifâiyye (Rufâiyye) burada kurulmuştur.
yapılar olarak yeni bir cemaatleşme türü ortaya
Ebû Hafs Şehâbeddin es-Sühreverdî’ye (ö. 632/1234)
çıktı. Günümüzdeki meşhur anlamıyla tarikatlar, söz
nispet edilmekle birlikte esas kurucusunun amcası ve
konusu dönüşümden itibaren tasavvufî eğitimi ve
şeyhi Ebü’n-Necîb es-Sühreverdî (ö. 563/1168)
hayat tarzını bu şekilde teşkilatlı ve sistemli olarak
olduğu belirtilen Sühreverdiyye ile Ebü’n-Necîb’in
yürüten sosyolojik gruplaşmaları göstermektedir.
yerine geçen halifelerinden Ebû Reşîd Kutbüddin
Tarikatlar, hem tasavvufî eğitimi sistemli hale
el-Ebherî’ye (ö. 572/1177) nispet edilen Ebheriyye’nin
getirmeleri hem de sosyal hayata etkileri bakımından
de aynı dönemde Bağdat’ta teşekkül ettiği
ilk ortaya çıktıkları dönemden günümüze İslam
görülmektedir. Orta Asya’da kurulan Kübreviyye de
tarihine damgalarını vurmuşlardır. Bu etki, özellikle
silsile olarak Sühreverdiyye ile irtibatlıdır. Ayrıca IX.
İslam tarihinin geç dönemlerinde (müteahhirûn)
belirgindir. (XV.) yüzyılda Sühreverdiyye silsilesinden gelen ve
Sühreverdiyye ile Rifâiyye’yi birleştiren Zeynüddin
Sûfî müelliflerden Hücvîrî (ö. 465/1072 [?]) III. el-Hâfî (ö. 838/1435) tarafından Herat’ta kurulan
(IX.) yüzyıldan itibaren kendi dönemine kadar Zeyniyye tarikatı Mısır’a ve Anadolu’ya kadar birçok
kurulan makbul tarikatların adlarını Muhâsibiyye, bölgeye yayılmıştı; etkinliğini ancak XI. (XVII.)
Kassâriyye, Tayfûriyye, Cüneydiyye, Harrâziyye, yüzyıla kadar sürdürebildi. Bu tarikatlardan özellikle
Hakîmiyye, Nûriyye, Sehliyye, Hafîfiyye ve Seyyâriyye Kādiriyye ve Rifâiyye günümüze kadar devam
şeklinde kaydetmiştir. Ancak bunlar, gerçek etmiştir; günümüzde daha az müntesibi bulunan
anlamıyla birer tarikat olmaktan ziyade belirli Sühreverdiyye’nin ise bazı kolları devam etmektedir
şeyhler ve öğrencilerinden oluşan tarikat öncesi
(bk. KĀDİRİYYE; RİFÂİYYE; SÜHREVERDİYYE).
gruplaşmalardır. Günümüze ulaşan tarikatların
çoğu bugünkü adları ve yapılarıyla VI. (XII.) yüzyıl Irak’ta ilk tarikatların oluştuğu aynı dönemlerde
ve sonrasında teşekkül etmiş, zamanla her biri Orta Asya’da Hoca Ahmed Yesevî’ye (ö. 562/1166-67)
onlarca kol ve şubeye ayrılarak dünyanın pek çok nispet edilen Yeseviyye, Abdülhâlik-ı Gucdüvânî’ye
yerine yayılmıştır. Bu tarikatlardan çoğunun silsilesi (ö. 575/1179 [?]) nispet edilen Hâcegân, Necmeddîn-i
(şeyhler zinciri) Hz. Ali’den gelmekle birlikte, silsilesi Kübrâ’ya (ö. 618/1221) nispet edilen Kübreviyye
Hz. Ebû Bekir’den gelen Nakşibendiyye’nin aynı tarikatları ortaya çıkmıştır. Bunlardan Hâcegân,
zamanda Hz. Ali’den; silsileleri Hz. Ali’den gelen Bahâeddin Nakşibend (ö. 791/1389) ile birlikte
Mevleviyye, Bayrâmiyye, Zeyniyye gibi tarikatların Nakşibendiyye adıyla yeni bir tarikat olarak devam
aynı zamanda Hz. Ebû Bekir’den gelen silsileleri etmiştir. Yeseviyye XII. (XVIII.) yüzyıla kadar
vardır. Bedeviyye tarikatının ise Hz. Ali ve Enes zayıflayarak devam etmiş, daha çok Nakşibendiyye
b. Mâlik’ten gelen silsileleri bulunmaktadır. Yine gibi diğer tarikatlar içerisinde erimiştir. Kübreviyye
VI. (XII.) yüzyıldan sonra pîr kavramı kurumsal ise IX. (XV.) yüzyıldan itibaren zayıflayarak ortadan
bir anlam kazanmış, tarikat kurucusuna “pîr” veya kalkmış veya silsilesi diğer tarikatlarla birlikte devam
“pîr-i tarikat” adı verilmiştir. Bazı tarikatlarda etmiş, sadece Bâharziyye kolu Buhara’da XIII. (XIX.)
tarikat kurucusuna ilk kurucu anlamında “pîr-i yüzyıla kadar sürmüş, Nurbahşiyye ve Zehebiyye
evvel”, ilk kurucunun prensiplerine bağlı kalarak kolları X. (XVI.) yüzyılda Şiîleşerek İran’da günümüze
düşünce, âdap ve erkân açısından tarikatta bir kısım kadar gelmiştir (bk. HÂCEGÂN; KÜBREVİYYE;
yenilikler yapana ikinci kurucu anlamında “pîr-i sânî” NAKŞİBENDİYYE; YESEVİYYE).

530
TARİKAT

Şam bölgesinde ise Sa‘deddin el-Cebâvî’ye (ö. için Erdebîliyye diye de anılan Safeviyye tarikatı,
575/1180) nispet edilen Sa‘diyye tarikatı Dımaşk Azerbaycan başta olmak üzere geniş bir bölgeye
merkezli olarak kurulmuştur. Sa‘diyye tarikatı, ilk yayılmıştır. Safiyyüddîn-i Erdebîlî’nin torunu Hâce
dönemlerinde Filistin’in Kudüs, Akka, Safed, Halîl ve Ali’nin halifelerinden Somuncu Baba ve onun halifesi
Nablus şehirlerinde Haçlılar’a karşı bilfiil mücadele Hacı Bayrâm-ı Velî (ö. 833/1430) eliyle de Ankara
içine girmiş, dolayısıyla bu şehirlerde geniş taraftar merkezli Bayramiyye tarikatı doğmuştur.
bulmuştur. XVI. yüzyıldan itibaren Bilâdüşşam’da, Öte yandan Safeviyye’nin ana kolu ise Hâce
XVIII. yüzyılla birlikte Mısır, Anadolu, İstanbul ve Ali’nin torunu Şeyh Cüneyd-i Safevî
Balkanlar’da yaygınlık kazanmıştır. Sa‘dîler’in Halîl (ö. 864/1460) ile birlikte siyasi yönü ağır basan ve
şehrindeki son temsilcilerinden olan Şeyh Ferhân Anadolu’daki Şiîliğe meyilli oymakları taraftarları
es-Sa‘dî, İzzeddin el-Kassâm ile birlikte Filistin’in arasına katmak için Şiîliğe temayül gösteren bir
kurtuluşu için çalışmış ve 1936’da Filistin’de silahlı teşkilat haline gelmiş, sonuçta Safeviyye tarikatı
direnişi başlatan grup içerisinde yer almıştır. İran’da XVI. yüzyılın başında Şiîliğin resmî mezhep
olarak kabul edildiği Safeviyye devletine dönüşmüş
Kuzey Afrika’da Ebû Medyen Şuayb b. Hüseyin’e (ö.
ve bir tarikat olarak sona ermiştir. Halvetiyye’nin
594/1198) nispet edilen Medyeniyye, söz konusu
kurucusu Ömer el-Halvetî (ö. 800/1397-98) İbrâhim
bölgede ortaya çıkan ilk tarikattır. Ondan fazla
Zâhid-i Geylânî’nin halifelerinden Hârizm’de faaliyet
kola ayrılan bu tarikat birçok bölgeye yayılmakla
gösteren amcası Ahî Muhammed Halvetî’nin yanında
birlikte başta Şâzeliyye olmak üzere diğer tarikatlar
yetişmiş, ondan icazet aldıktan sonra faaliyetini
içerisinde erimiştir. Medyeniyye’nin ardından Kuzey
Tebriz’de sürdürmüştür. Tarikatta ikinci pîr olarak
Afrika’da bir sonraki yüzyılda (VII./XIII.) Şâzeliyye,
kabul edilen Seyyid Yahyâ-yı Şirvânî ile Halvetiyye
Bedeviyye ve Desûkıyye tarikatları teşekkül etmiştir.
Azerbaycan topraklarında ciddi gelişme göstermiş,
Ebü’l-Hasan eş-Şâzelî’ye (ö. 656/1258) nispet edilen
buradan Anadolu, Balkanlar, Mısır ve diğer ülkelere
Tunus merkezli Şâzeliyye doksanın üzerinde kol ve
yayılarak kırkı aşkın koluyla İslam dünyasının en
şubesiyle, Tunus’un yanı sıra Fas, Cezayir, Mısır ve
yaygın tarikatlarından biri haline gelmiştir (bk. HACI
Libya başta olmak üzere pek çok Afrika ülkesinde
BAYRÂM-ı VELİ; HALVETİYYE; SAFİYYÜDDÎN-i
taraftar bulmuş, ayrıca başta Bilâdüşşam olmak
ERDEBÎLÎ).
üzere diğer ülkelere de yayılmıştır. Tarikatın XIX.
yüzyılda ortaya çıkan Senûsiyye kolu ise Fas’tan Hindistan’da ortaya çıkan tarikatlardan en önemlisi
Yemen’e kadar geniş bir bölgede etkili olmuştur. VII. (XIII.) yüzyılın başlarında Hindistan’ın Ecmîr
Ahmed el-Bedevî’ye (ö. 675/1276) nispet edilen şehrinde teşekkül eden Muînüddin Hasan Çiştî’ye
Bedeviyye tarikatı Mısır-Tanta’da teşekkül etmiştir (ö. 633/1236) nispet edilen Çiştiyye tarikatıdır.
ve günümüzde Mısır’ın en büyük tarikatlarından biri Ecmîr’den bütün Hint yarımadasına yayılan tarikat
durumundadır. Burhâneddin İbrâhim ed-Desûkī’ye Kādiriyye, Nakşibendiyye ve Sühreverdiyye ile
(ö. 696/1296) nispet edilen Desûkıyye tarikatı da birlikte Hindistan’ın en yaygın dört tarikatından biri
Mısır-Desûk kaynaklıdır. Burhâniyye adıyla da anılan olmuştur (bk. ÇİŞTİYYE).
Desûkıyye daha çok Mısır ve Sudan’da yaygındır
Anadolu’da kurulan tarikatlar arasında Mevleviyye,
(bk. BEDEVİYYE; DESÛKIYYE; ŞÂZELİYYE).
Bektaşiyye ve yukarıda sözü edilen Bayramiyye
Azerbaycan’da da önemli tarikatlar doğup sayılabilir. VII. (XIII.) yüzyılda teşekkül eden
yayılmıştır. Sühreverdiyye-Ebheriyye silsilesinden Mevleviyye, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (ö. 672/1273)
gelen İbrâhim Zâhid-i Geylânî (ö. 700/1301) Hazar eliyle Konya’da teşekkül etmiş, Bilâdüşşam,
denizinin güneyi ile Doğu Azerbaycan arasında Mısır, Kuzey Afrika ve Balkanlar’da oldukça geniş
irşat faaliyetinde bulunmuş; onun halifeleri yoluyla coğrafyaya yayılmış, ancak XX. yüzyılın ilk yarısında
Safeviyye ve Halvetiyye isimli iki önemli tarikat Türkiye ve Suriye’deki bütün dergâhları kapatıldığı
doğmuştur. İbrâhim Zâhid-i Geylânî’nin halifesi için kurum olarak sona ermiştir (bk. MEVLEVİYYE).
Safiyyüddîn-i Erdebîlî’ye (ö. 735/1334) nispet Anadolu’da kurulan bir başka tarikat Bektaşiyye’dir.
edilen ve Azerbaycan’ın Erdebil şehrinde kurulduğu Bir yandan Seyyid Ebü’l-Vefâ el-Bağdâdî’ye

531
TARİKAT

TARİH BOYUNCA KURULMUŞ


ÖNDE GELEN TARİKATLAR
1 KADİRİYYE 2 YESEVİYYE 3 SA‘DİYYE 4 RİFÂİYYE 5 MEDYENİYYE 6 SÜHREVERDİYYE

Abdülkadir-i Ahmed Yesevî Sa‘deddin Ahmed Ebû Medyen Ebû Hafs


KURUCUSU

Geylânî (ö. 562/1166) el-Cebâvî er-Rifâî Șuayb b. Hüseyin es-Sühreverdî


(ö. 561/1166) (ö. 575/1180) (ö. 578/1182) (ö. 594/1198) (ö. 632/1234)

DOĞUȘ BAĞDAT YESİ ȘAM BATÂİH BİCÂYE BAĞDAT


YERİ (KAZAKİSTAN) (IRAK) (CEZAYİR)

X II. YÜZ YIL

7 KÜBREVİYYE 8 ÇİŞTİYYE 9 ŞÂZELİYYE 10 BEKTAŞİYYE 11 MEVLEVİYYE 12 BEDEVİYYE

Necmeddîn-i Muînüddin Ebü’l-Hasan Hacı Mevlânâ Ahmed


KURUCUSU

Kübrâ Hasan el-Çiștî eș-Șâzelî Bektâș-ı Velî Celâleddîn-i el-Bedevî


(ö. 618/1221) (ö. 633/1236) (ö. 656/1258) (ö. 669/1271 [?]) Rûmî (ö. 675/1276)
(ö. 672/1273)

DOĞUȘ HÂRİZM ECMÎR TUNUS SULUCAKARAHÖYÜK KONYA TANTA


YERİ (HİNDİSTAN) (HACIBEKTAȘ/ (MISIR)
NEVȘEHİR)

X III. YÜZ YIL

13 DESÛKIYYE 14 SAFEVİYYE 15 NAKŞİBENDİYYE 16 HALVETİYYE 17 BAYRAMİYYE 18 ZEYNİYYE

Burhâneddin Safiyyüddîn-i Bahâeddin Ömer el-Halvetî Hacı Zeynüddin


KURUCUSU

İbrâhim Erdebîlî Nakșibend (ö. 800/1397-98) Bayrâm-ı Velî el-Hâfî


ed-Desûkī (ö. 735/1334) (ö. 791/1389) (ö. 833/1430) (ö. 838/1435)
(ö. 696/1296)

DOĞUȘ DESÛK ERDEBİL BUHARA HÂRİZM ANKARA HERAT


YERİ (MISIR)

XIII. YÜZYIL X IV. YÜZ YIL XV. YÜZYIL


© İSAM

532
TARİKAT

(ö. 501/1107) nispet edilen Vefâiyye, bir yandan yer alan tavsiyelerden hareketle dinî hayatın
da Yeseviyye ile irtibatlı olan Hacı Bektâş-ı Velî inceliklerine dikkat ederek takvâ, kanaat, tevekkül,
(ö. 669/1271 [?]) tarafından Sulucakarahöyük’te rıza gibi hasletleri kazanmaya ve böylece daha derin
(bugünkü Hacıbektaş/Nevşehir) kurulan Bektaşiyye, bir kulluk şuuruna sahip olmaya özel bir önem
ilk dönemlerinde Sünnî esaslara göre eğitim veren bir vermişler, bu çerçevede benzer bir hayat tarzını
tarikat iken Balım Sultan’la (ö. 922/1516 [?]) birlikte benimseyenler, kendi aralarında manevi kardeşlik
XVI. yüzyılın başlarından itibaren dönüşüm geçirmiş; bağları geliştirmişlerdir. Meşhur Cibril hadisinde
Hurûfî-Şiî unsurların karışımından meydana gelen belirtilen ihsan (Allah’ı görürcesine kulluk etmek ve
prensiplerin uygulanmaya konması, tarikatın yaşamak) şuuru, tasavvufun gerçekleştirmek istediği
Sünnîlik dışında mütalaa edilmesine sebep olmuştur gaye olmuştur. Toplumda güzel ahlaklı, sağlıklı bir ruh
(bk. BEKTAŞÎLİK). haline sahip fertlerin yetiştirilmesinde ve kardeşliğin
Kaydedilenlerin dışında kaynaklarda, müstakil olarak yayılmasında tasavvufî eğitim ve dolayısıyla
teşekkül eden veya büyük tarikatlardan birinden tarikatlar, tarihte önemli görevler görmüşlerdir.
ayrılarak zamanla bağımsız bir tarikat hüviyeti Dervişlerin bir araya gelerek sohbet ve zikir
kazanan birçok tarikat daha yer almaktadır. yapmaları ve genel olarak tasavvufî eğitim için
Şeriat, Tarikat ve Hakikat belirli bir dönemden itibaren hankahlar kurulmaya
başlanmış; sonraki dönemlerde “dergâh”, “tekke”,
Tasavvufta şeriat ile Hakk’a ulaşmada benimsenen “zaviye” gibi isimlerle de anılan ve oldukça farklı
usul anlamıyla tarikat arasındaki ilişkiye fonksiyonlar icra eden bu mekânlar, özellikle
değinilmiştir. Hakikat, sûfîlerce “ilahî gerçeklere tarikatların birer cemaat ve kurum olarak
ve sırlara âşina olmak, Hakk’ın tecellilerini görüp teşkilatlanmasıyla birlikte dinî hayatın toplumda
tanıklık etmek” anlamında kullanılmıştır. Buna daha canlı yaşanmasında önemli katkılar sağlamıştır.
göre Allah’ın sıfatları, hükümleri ve yaratması İslam tarihinin belirli bir döneminden itibaren
hakkında dinin bildirdiği hususları tecrübe etmek tarikatların ortaya çıkışı kendine has örgütlü
ve gerçekliğini kavramak anlamını taşıyan hakikat, bir toplum modeline yol açmıştır. Bu çerçevede
şeriata aykırı bir bilgi içermez; onun yakîn (kesin tarikat merkezlerinin vakıflar yoluyla hayatiyetini
bilgi) ile kavranmasını sağlar. Tarikat ise hakikate sürdürmesi sağlanmış; zamanla onların yanına
götüren bir yoldur. Tarikatı, gerçeğe (hakikat) kütüphane, dershane, hastaların tedavi edildiği
götüren bir yol olarak tanımlayan sûfîler, bu yolda bir bölüm, misafirhane, ambar, ahır, bağ bahçe
dinin kurallarına (şeriat) uygun davranılmaksızın gibi birimler de eklenmiştir. Dönem dönem
ilerlenemeyeceğini ve hakikate ulaşılamayacağını hankahlar medresenin işlevlerini de üstlenmiş;
da vurgulamışlardır. Bunu ifade için, mesela şeriat tarikat eğitiminin yanı sıra çeşitli ilimlerde de
ağaca, tarikat çiçeğe, hakikat meyveye; şeriat dersler verilmiş, kitaplar yazılmıştır. Osmanlılar
çembere, tarikat çemberden merkeze giden yarı döneminde tarikat şeyhleri kendilerini tıp,
çapa, hakikat merkeze benzetilmiştir. Necmeddîn-i astronomi, musiki, hattatlık, nakkaşlık gibi ilim,
Kübrâ şeriatı gemiye, tarikatı denize, hakikatı inciye; sanat ve meslek dallarında da geliştirdikleri için
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî şeriatı meşaleye, tarikatı şeyhliğini üstlendikleri dergâhlar kısmen güzel
bu meşale ile yol almaya, hakikatı maksada ulaşmaya sanatlar mektebi ve şifahane gibi çalışan kurumlar
benzetmişlerdir. Bu üçlüye bazan marifet terimi haline gelmiş, buralarda dervişlerden ve tarikat
de eklenerek dörtlü bir sınıflandırma oluşturulur.
mensuplarından başka yabancılara, yolculara,
Bazıları hakikatı bir kemale erme hali, marifeti de
hastalara da hizmet verilmiştir (ayrıca bk. TEKKE).
onun meyvesi, ondan hasıl olan bilgi olarak görürken,
bazıları ikisini aynı şey kabul eder. Tarikatlar müslüman halkın dinî inanç ve duygularını
canlı tutmanın yanı sıra İslam’ın tebliğ edilmesine,
Tarikat, Toplum ve Siyaset
güzel ahlak ve ikna yoluyla yayılmasına büyük
İslam’ın ilk devirlerinden itibaren bazı müslümanlar, katkılar sağlamıştır. Mesela Türkler’in İslamiyet’i
sahabe nesli gibi yaşamaya, Kur’an’da ve sünnette kabul etmesinde tarikat ehlinin irşat faaliyetlerinin

533
TARİKAT

büyük rol oynadığı bilinmektedir. Orta Asya’da, Cemaat anlamıyla tarikatlar, toplumsallık kazanan
Hindistan ve bazı Uzakdoğu ülkelerinde, Sahrâaltı her örgütlenme gibi toplumun geneliyle ilgili
Afrika’da İslamiyet’in yayılmasında, Anadolu ve işlere, özellikle de siyasi faaliyete yönelik bir tavır
Balkanlar’da gayrimüslim ahalinin ihtidasında geliştirmek ve belirli ilkeler dahilinde hareket etmek
(hidayete ermek; İslam dinine girmek) tarikatların durumundadır. Tarih boyunca eğitim, tebliğ ve sosyal
önemli bir rolü ve katkısı olmuştur. Bu çerçevede yapıya güzel ahlak yoluyla katkı şeklindeki kendi
tarikatlar, gayrimüslimlerin müslüman olmasına aslî hedefinden sapmaksızın varlığını sürdüren ve
vesile olmak, ihtiyaç olduğunda İslam ordularıyla bu çerçevede ekonomik ve siyasi güç çekişmelerine
birlikte seferlere katılarak zaferlerin gerçekleşmesine girmeksizin yapıcı bir siyasi katılımı benimseyen
katkıda bulunmak, fethedilen bölgelere yerleşerek tarikatlar olduğu gibi, tarikat çevresinde oluşan
İslamiyet’i ikna yoluyla yaymak, İslam devletlerinin insan kaynağını ve maddi gücü iktidara tahvil etmek
ve ordularının gidemediği yerlere dinî mesajı isteyen şeyhler ve tarikatlar da olmuştur. Geçmişte
ulaştırmak gibi fonksiyonlar da icra etmişlerdir. ve günümüzde bütün dinî-sosyal örgütlenmelerde ve
cemaatleşmelerde olduğu üzere tarikatlar da kendi
Sömürgecilik döneminde ise tarikatların önemli
aslî görevlerini yerine getirirken bir yandan dinî
bir kısmı, işgale ve sömürgeye karşı birçok İslam
aşırılıklara düşmekten sakınmak, diğer yandan siyasi
memleketinde direniş başlatmışlar veya oluşturulan
ve ekonomik gücün cazibesine karşı tedbirler almak
direniş cephesine destek vermişler, geleneksel dinî
ve ilkeler belirlemek durumundadır.
hayatın, eğitimin ve şer‘î hukukun korunmasına
çalışmışlardır. Bu sebeple gerek sömürgeci güçler Literatür
gerekse onların akabinde ortaya çıkan seküler Geçmişte ve günümüzde herhangi bir tarikatla ya
yönetimler tarafından ortadan kaldırılması veya da belli bir coğrafyadaki tarikatlarla ilgili müstakil
bu yapılamıyorsa yozlaştırılması gereken direnç eserler hazırlanmış olmakla birlikte, coğrafya dikkate
noktaları olarak görülmüşlerdir. Tıpkı İslam alınmadan birden fazla tarikat ve silsileleri ile ilgili
toplumlarındaki tarihî-toplumsal şartlara bağlı eserler de yazılmıştır. XVII. yüzyılda Safiyyüddin
bozulma ve kurumsal çürümenin gerekçesinin dinde Ahmed b. Muhammed el-Kuşâşî’nin (ö. 1071/1661)
ve dinin hükümlerinde aranması hatasında olduğu hırka giydiği tarikatları ve silsilelerini kaydettiği
üzere, tarihî sebeplerle bazı tarikat yapılarında es-Simtü’l-mecîd fî selâsili ehli’l-bey‘a ve ilbâsi’l-
var olan bozulma ve yozlaşma da bir bütün olarak hırka ve’t-tasavvuf ve sülûki ehli’t-tevhîd bunun ilk
tasavvufa ve tarikat olgusuna bağlanmıştır. Bu örneklerindendir. Bu eserde ayrıca zikrin çeşitleri
noktada bir yandan Vehhâbî-Selefî, diğer yandan ve tarikatlara göre usulleri, hırka giyme, biat âdabı
da Şiî hâkimiyetindeki yerlerde de tarikatların gibi konular da ele alınmıştır. Takip eden dönemde
yok edilmeye çalışılması ve baskı altında tutulması Cemâleddin İbn Akīle el-Mekkî (ö. 1150/1737), İkdü’l-
manidardır. Bütün bu sebeplerle İslam dünyasının cevâhir fî selâsili’l-ekâbir adlı eserinde on sekiz tarikat
bir kısım ülkelerinde yüzyıllardır topluma ile bunların kollarını tanıtmıştır. Muhammed Murtazâ
olumlu katkılarıyla bilinen tarikatlar tamamen ez-Zebîdî (ö. 1205/1791), İthâfü’l-asfiyâ’ adlı eserinde
yasaklanırken, diğer bir kısmında görünüşte serbest tarikatların silsilelerini ve tarikat kollarını alfabetik
bırakılmakla birlikte yozlaştırma yoluna gidilmiştir. sırayla anlatırken, İkdü’l-cevheri’s-semîn adlı eserinde
Bu yapıların tamamen yasaklandığı yerlerde ise tarikatta zikrin şartları, âdabı, hırka giydirme,
tarikatların çoğu tasavvufî terbiyeyi sürdürecek biat ve telkinin keyfiyeti gibi hususları ele almaktadır.
bir ortam ve imkân bulamadıkları için birer kurum Tarikatlar hakkında kapsamlı ansiklopedik eserler
ve sosyal yapı olarak ortadan kalkmış, bir kısmı ise XIX. yüzyıl sonu ile XX. yüzyılın ilk yarısında
gayriresmi olarak faaliyetlerini sürdürmüştür. Bu İstanbul’da yazılmıştır. Bunlardan ilki Harîrîzâde’nin
yapıların yasaklanmadığı, ancak kontrol edilerek (ö. 1299/1882) Tibyânü vesâili’l-hakāik fî beyâni
siyasi açıdan etkisizleştirildiği yerlerde de çağdaş selâsili’t-tarâik adlı eseri olup İslam dünyasında ortaya
İslamî hareketler tarafından tenkide tâbi tutulmuş ve çıkan tarikatlar hakkında yapılmış en geniş kapsamlı
dışlanmışlardır. çalışmadır. Bu eser, Hocazâde Ahmed Hilmi’nin

534
TASAVVUF

(ö. 1332/1914) Hadîkatü’l-evliyâ, Hüseyin Vassâf’ın tasavvuf, öncelikle İslam ahlakı ve maneviyatı
(ö. 1348/1929) Sefîne-i Evliyâ ve Sâdık Vicdânî’nin olarak tarif edilir. İslam’ın ilk devirlerinden itibaren
(ö. 1358/1939) Tomar-ı Turuk-ı Aliyye’si gibi sonraki bazı müslümanlar, Kur’an’da ve sünnette yer alan
kitapların ana kaynaklarındandır. tavsiyelerden hareketle dinî hayatın inceliklerine
Ayrıca bk. DERVİŞ; MÜRİT; SEYRÜSÜLÛK; ŞEYH; TASAVVUF. önem vererek takvâ, kanaat, tevekkül, rıza gibi
hasletleri kazanmaya ve böylece daha derin bir kulluk
KAYNAKÇA şuuruna sahip olmaya çalışmıştır. Bu eğilime sahip
Ahmed Ziyâeddin Gümüşhânevî, Câmiu’l-usûl (nşr. Edîb Nasreddin), olan ve zamanla “sûfî” veya “mutasavvıf” olarak
Beyrut 1997, I-III; Âmir en-Neccâr, et-Turuku’s-sûfiyye fî Mısr, Kahire
adlandırılan kimseler, hicrî ilk yüzyıldan itibaren,
1983; Annemarie Schimmel, Mystical Dimensions of Islam, Chapel Hill
1975, s. 228-258; Bandırmalızâde Ahmed Münib Efendi, Mir’âtü’t-turuk, toplum hayatında görülen kimi ahlakî yozlaşmalara
İstanbul 1306; Carl Ernst – Bruce Lawrence, “What is a Sufi Order?”, karşı eleştirel bir tepki ortaya koymuştur. II ve
Sufism: Critical Concept in Islamic Studies (ed. Lloyd Ridgeon), Londra
III. (VII-VIII.) yüzyıllarda ise sûfîler, hem toplum
2008, I, 231-249; Cürcânî, et-Ta‘rîfât, “et-Tarîk”, “et-Tarîka” md.leri; Ebû
Tâlib el-Mekkî, Kūtü’l-kulûb, Kahire 1310, II, 138; Hücvîrî, Keşfü’l-mahcûb hayatındaki hem de tasavvufun içindeki bozulmalara
(nşr. İs‘âd Abdülhâdî Kındîl), Beyrut 1980, s. 403-508; Hüseyin Vassâf, karşı eleştirilerini, bu defa Ehl-i sünnet’in fıkıh
Sefîne-i Evliyâ (haz. Mehmet Akkuş – Ali Yılmaz), İstanbul 2006, I-V;
ve kelam ilimlerine bağlı olarak daha sistematik
İslâm Dünyasında Tarikatlar: Gelişmeleri ve Aktüel Durumları (ed.
Alexandre Popovic-Gilles Veinstein, trc. Osman Türer), İstanbul 2004; ve nazarî bir şekilde ifade etmişlerdir. Sûfîlerin,
Kâşânî, Letâifü’l-a‘lâm fî işârâti ehli’l-ilhâm, Tahran 1379hş./2000, s. düşüncelerini ve uygulamalarını “fıkh-ı bâtın”
374; Kuşeyrî, er-Risâle, I, 52, 59; Ma‘sûm Ali Şah, Tarâik, I-III; Muhammed
şeklinde niteledikleri bu süreçte tasavvuf, dinin
Mahmûd Abdülhamîd Ebû Kahf, et-Tasavvufü’l-İslâmî: Hasâisüh ve
mezâhibüh maa dirâse tahlîliyye ve meydâniyye li’t-turukı’s-sûfiyye, ibadet ve itikat ilkeleriyle ilgilenen fıkıh ve kelam
Tanta 2000, s. 315-637; Reşat Öngören, Osmanlılar’da Tasavvuf, ilimlerinin yanında, ahlakı konu edinen müstakil bir
İstanbul 2000, s. 27-231; Sülemî, Tabakāt, s. 383; Süleyman Uludağ,
Tasavvufun Dili - 1: Mürşid - Mürid - Yol, İstanbul 2006, s. 175-260;
ilim olarak temeyyüz etmiştir. Bu bakımdan tasavvuf,
Türkiye’de Tarikatlar: Tarih ve Kültür (ed. Semih Ceyhan), İstanbul 2015. ikinci olarak, İslam ahlakı ve maneviyatına dair
DİA: Reşat Öngören, “Tarikat”, XL, 95-105. hükümleri şeriatın ilkelerine göre belirleyen bir din
ilmidir. Başka bir ifadeyle tasavvuf, İslam ahlakı ve bu
ahlakı kazanma bilgisi ve yöntemidir. Tasavvuf yoluna
giren, bu hayat tarzını benimseyen kimseye “mürit”,
“derviş”, “sûfî”, “mutasavvıf” denildiği gibi bu ilmi
TASADDUK öğretme ve yaşamada örnek kabul edilen kimselere
bk. SADAKA de “sûfî” ve “mutasavvıf”ın yanı sıra, daha çok “şeyh”
denir (bk. DERVİŞ; HALİFE; MÜRİT; SÛFÎ; ŞEYH).
Dinî olsun veya olmasın, deruni ve manevi tecrübeler,
hemen her kültürde ve coğrafyada çeşitli benzerlikler
gösterebilir. Ahlakî değerleri kazanmak için

TASAVVUF nefsî arzuları terketmek ve aklın yanında manevi


tecrübeyle elde edilen bilgileri de dikkate almak,
ّ
‫التصوف‬ benzerlik yönlerinden bazılarıdır. Bununla birlikte
tasavvuf, aradaki kısmî benzerliklere karşın, mahiyeti
itibariyle diğer dinî ve mistik geleneklerden ayrışır.
İslam’ın manevi-deruni yönü ve bununla ilgilenen din ilmi. Çünkü tasavvuf, nefsî arzuları terketmek üzere
uygulanan riyazet ve mücahede uygulamalarında
Hz. Peygamber’in sünnetini esas almaktadır. Manevi
tecrübeyle elde edilen bilgiler ise Kur’an ve sünnet
Tasavvufun, ahlakî bir tavır ve ilmî bir disiplin süzgecinden geçirildikten sonra geçerli kabul
olmak üzere iki yönü vardır. İslam’ın itikat ve edilmektedir. Bu bakımdan sözlü geleneğe dayanan
ibadet ilkelerinin davranışlara yansıtılarak ahlak diğer mistik hareketlere karşılık tasavvuf, metin
haline getirildiği bir hayat tarzı olması bakımından merkezli bir ahlaklanma yoludur ve belirli bir ilmî

535

You might also like