You are on page 1of 9

Galatların Savaş Tekniği ve Geleneği

Binlerce yıldır çeşitli uygarlıklara ev sahipliği yapmış olan yaşlı Anadolu


toprakları, uzun ve maceralı bir yolculuk sonrasında, MÖ 3. yüzyılın ilk çeyreği
içerisinde, bu topraklara ayak basan ve siyasi dengeleri altüst eden Galatları da
konuk etmiştir.

Antik yazarlar tarafından Galatai olarak adlandırılan Galatların kökeni Keltlere


dayanmaktadır. Kaynaklarda Galatların gerek siyasi gerekse kültürel tarihleri
hakkında oldukça geniş bilgiler bulunmaktadır. Anadolu’ya girişlerinden itibaren
birçok siyasi olayda önemli rol oynayan Galatların antik yazarlar tarafından
genelde savaşçılıkları, cesaretleri ve talancılıkları ön planda tutulmuştur. Kendi
fiziksel özelliklerine özgü savaş teknikleri olan Galatlar, siyasi tarihleri boyunca
pek çok kez Hellenistik ve Roma ordularında paralı asker olarak görev almışlardır.
Bu kadar tercih edilmelerinin nedeni ise iri, sağlam vücutlara, olağanüstü bilek
gücüne sahip olmalarından ve her türlü savaşa korku duymadan gözleri kapalı
şekilde atılmalarından kaynaklanmaktadır.

Galatlar uzun boylu, kızıl saçlı, yarı çıplak, sadece kocaman korkunç kalkanları,
uzun kılıçlarıyla ve ellerine geçen her taşı düşmana fırlatarak dövüşen, düzensiz
ve bireysel savaşçılardı. Bronz ya da demirden yapılmış zincirlerle bellerine
astıkları kılıçlarını sağ yanlarında taşıyan Galatların ellerinde ise her an bir insana
saplayacakmış gibi tuttukları madaris denilen uzun bir mızrak bulunuyordu.
Taşıdıkları kalkanlar, neredeyse insan boyunda , oval ya da altıgen biçimli ve özel
yöntemlerle boyanmıştı. Kalkanların hammaddesi olarak genellikle tahta
kullanılmıştır; çerçevesi ise demirden oluşuyordu. Arka yüzde yer alan
tutamaklarının yanında, küçük para keseleri bulunuyordu.Bazı kalkanların üzerine
ise çok iyi işçilik gösteren bronzdan hayvan figürleri eklenmiştir.Pausanias
eserinde, Thermopylai savaşını anlatırken, Galatların kalkanlarını şöyle tasvir
etmiştir:

…İşte buraya Brennos, yüzebilen ve vücut büyüklüğü bu kütleyi aşan -ki Kekler
diğer insanlardan daha büyüktür- on bin Galatialı yolladı. Bunlar, gece yüzerek
nehrin oluşturduğu göllerden geçtiler; her biri silahlarını ve ülkelerine has uzun
kalkanlarını bot olarak kullandı; en uzunları ise suyu yürüyerek bile geçebiliyordu.
Fakat Yunanlılar, barbarların bir kısmının Sperkheios’un bataklık bölgesinden
geçtiğini öğrendiler ve hemen ordularının başına geri döndüler.

Pausanias’ın Galatların fiziksel yapıları hakkındaki bu görüşleri, diğer antikçağ ya-


zarlarının verdikleri bilgilerle çelişmemektedir. Pausanias eserinde her ne kadar
Yunanlıların bağımsızlıklarını tehlikeye düşüren unsurlar karşısında tarafsız
kalamasa da, genel olarak tarihsel olayları aktarırken doğru bilgi verebilmek
amacıyla yaptığı titiz araştırmalarıyla bilindiğinden, kalkanlar konusunda aktardığı
bilgileri de doğru olarak kabul etmek hatalı bir yaklaşım olmayacaktır.

Pausanias’ın eserinde tasvir ettiği kalkanları, ünlü Bergama Sunağı’nda da görmek


mümkündür. Attalos’un Galatlara karşı MÖ 241/40 yılında Pergamon’un
doğusundaki Raikos (=Bakırçay) Irmağı’nın kaynak bölgesinde kazanmış olduğu
zaferin anısına yaptırdığı sunak, ancak II. Eumenes (MÖ 197-159) döneminde
amamlanmıştır. Roma’daki Museodi Capitoline’de sergilenen bu sunağa ait bir
parçada, yaralı bir Galat savaşçısı tasvir edilmiştir. Çıplak ve aldığı yaralardan
ölmek üzere olan savaşçı, yerde duran büyük ve oval kalkanının üzerine uzanmış
olarak betimlenmiştir. Sunakta yer alan kalkan, Pausanias’ın eserinde tasvir ettiği
kalkan ile ortak özellikler taşımaktadır.

Diodoros eserinde, Galatların vücut güçleri ve vahşilikleri ile ilgili ünlerinin


uzaklara kadar yayıldığını ve en eski devirlerden bu yana yabancı ülkeleri istila
etmek, buraları soymak ve bütün insanları aşağılamak hırsıyla hareket ettiklerini
aktarmaktadır. Nitekim Galatlar, MÖ 280 yılında aileleri, eşyaları, köleleri ve
esirleri ile birlikte Rerethrios, Bolgios, Brennos ve Akikhorios adlı beylerin
komutasında üç koldan Balkan yarımadasına doğru ilerlediler. Bu büyük göçün
Kerethrios komutasındaki kolu, Triballerin ülkesine ve Thrakia’ya; Bolgios
komutasındaki kolu Makedonia’ya; Brennos ve Akikhorios komutasındaki kolu da
Paionia’ya saldırdı. Makedonia Kralı Ptolemaios Keraunos, Bolgios komutasındaki
Galatların saldırılarına hazırlıksız yakalandı. Çünkü askerlerini evine göndermiş ve
paralı askerlerini de kışlalarına dağıtmıştı. Galatların lideri Bolgios, Makedonia
topraklarına girdikten sonra, Ptolemaios Reraunos’a elçiler göndererek, eğer
ülkesindeki barışı korumak istiyorsa, Galatlara haraç (=demarkhe) ödemesi
gerektiğini söylemişti.Bu isteği reddeden Keraunos, bunun bedelini hayatı ile
ödemek zorunda kalmıştır. Galatlar savaş sırasında yaralı olarak ele geçirdikleri
Makedonia Kralı Ptolemaios Kera unos’un başını vücudundan ayırdılar ve bunu ünlü
mızraklarının ucuna geçirip, bir bayrak gibi havada sallayarak ilerlemeye devam
ettiler. Krallarının başını bu şekilde gören Makedonialılar kaçmaya çalıştılar;
ancak pek azı kurtulabildi. Geriye kalanlar ya esir alındı ya da öldürüldü. Bolgios,
esir aldıkları insanların arasından en genç ve yakışıklısını seçti ve bu genci tören
eşliğinde kendilerine zaferi kazandıran tanrıya kurban etti. Bu arada ganimetlerin
bir bölümü de sunu olarak yakıldı. Diğer esirleri ise ağaçlara bağladılar ve
mızraklarına hedef yaptılar. Galatların Anadolu’ya girişlerinden hemen önce
meydana gelen bu olay, bundan sonra gelişecek olayların habercisi gibidir.

Galatların uyguladıkları savaş tekniği, düşmana karşı iki çeşit üstünlük


kazanmalarına neden oluyordu. Bunlardan birincisi psikolojikti. Devasa vücutları
yani fiziksel üstünlükleri, cesaretleri ve merhametsizce savaşmalarının düşman
üzerinde yarattığı korkuya bir de pırıl pırıl parlayan uzun saçları, etkileyici savaş
şarkıları, naraları, acayip silahları ve garip görünüşleri de eklenince karşılarındaki
düşmanı şaşırtıyor ve paniğe uğratıyorlardı. Savaş başladığı anda ise, Galat
piyadeleri yavaş yavaş ilerlerken her iki kanatta yer alan süvariler naralar atıp,
kılıçlarını kalkanlarına vurarak, korkunç gürültüler çıkarmaktaydı. Böylece
düşmanın heyecanını kamçılıyor ve çarpışmada karşı tarafı şaşkına çeviren, ani ve
şiddetli bir şekilde saldırı düzenliyorlardı. İkinci avantajları ise Hellen ve
Romalıların alışık olmadığı bir biçimde, hiçbir kurala uymadan gerilla taktiği ile
savaşmalarından ileri geliyordu. Hellenistik krallıkların phalanksları ve Romalıların
legionları daha çok ovalık ya da düz alanlarda yapılan savaşlarda başarı
gösterebiliyordu. Buna karşılık, dağlık alanlarda ve derin vadilerde kendi savaş
taktiklerini uygulamada zorluk çekiyorlardı.Yine de Roma lejyonları birçok
savaşta Galatları yenilgiye uğratmıştır. Çünkü Galatların, savaş tekniği olacak uy-
guladıkları gerilla taktiği, Romalıların düzenli ve disiplinli lejyonlarının karşısında
yeteri kadar başarılı olamamıştır. Diğer bir önemli husus ise Galatların, genellikle
savaş esnasında eşlerini, çocuklarını ve yaşlıları güvenli bir yere ulaştırmak
zorunda olmalarıdır. Bu onların hem zaman kaybetmesine neden oluyordu, hem de
ailelerine eşlik eden askerlerin gücünden mahrum bırakıyordu. Nitekim, Ankara
yakınındaki Magaba Dağı (Elmadağ) savaşından önce, Galatlar eşlerini ve
çocuklarını güvenli bir yere ulaştırmak için zamana ihtiyaç duymuştu. Bu nedenle
G. Manlius Vulso’ya elçiler göndererek, barış görüşmelerine hazır olduklarını
bildirmişlerdir. Romalı komutan ertesi gün 500 atlı muhafızıyla birlikte
kararlaştırılan yere geldiğinde Galatlardan kimsenin olmadığı görür ve ordugâhına
geri döner. Galatlar daha sonra bir kez daha elçiler göndererek yeni bir toplantı
ayarlarlar. Ancak bu sefer G. M. Vulso görüşmeye gitmeyerek, kendisinin yerine
Pergamonlu Attalos’u göndermiştir. Yapılan görüşmeler sonucunda bir karar
alınamamıştır. Galatlar konuyu bir kez de Romalı konsül ile görüşmek istediklerini
söyleyerek, toplantıdan ayrılmışlardır. Bu diplomasi trafiğinin iki nedeni vardır.
Birincisi, görüşmelerle zaman kazanarak eşlerini ve çocuklarını güvenli bir yere
taşımak; ikincisi ise G. M. Vulso’ya tuzak kurarak, kendisini öldürmek. İlk düşün-
celeri başarı ile sonuçlanmıştır. Eşlerini, çocuklarını ve birçok değerli eşyayı
Halys’in (=Kızılırmak) doğu kıyısına ulaştırdılar. Ancak yanında 400 atlı muhafızı
ile birlikte görüşme yerine gelen Romalı komutanı öldürememişlerdir. 1000 atlıdan
oluşan Galat birliğinin saldırısı karşısında zor anlar yaşayan Romalılar, ancak hay-
van yemleyicilerin ve ileri karakol görevi yapan 600 atlı askerin kendilerine
destek çıkmasıyla, durumu kendi lehlerine döndürmüş ve savaştan galip gelmeyi
başarmışlardır.

Yenilginin nedeni ise Galat savaşçılarının, savaş sırasında genellikle, düşman


üzerinde korku uyandıran dış görünüşlerine ve vahşice olan ilk saldırılarına çok
fazla güvenmelerinden kaynaklanıyordu. Fakat ilk saldırıları başarısız olup da
savaş şevkleri kırılınca ve fazlaca kayıp vermeye başladıklarında moralleri bozu-
luyor, dikkatleri dağılıyor, bunun sonucunda ise direnişleri kolayca kırılıyordu.

Kaynaklardan edinilen bilgilere göre, Galat savaşçıları atlı ve yaya olmak üzere iki
kısma ayrılıyordu. Bunlardan atlı olanlar Galat ordusunun vurucu gücünü
oluşturuyordu ve büyük bir bölümü Galat aristokratlarına bağlıydı. Her Galat
aristokratı soyluluk ve zenginliklerine göre, çevresinde hem atlı hem de
yayalardan oluşan savaşçılar bulunduruyordu. Bu nedenle Galatlar, genel olarak
MÖ 2. yüzyılda talan ve yağma için düzenledikleri seferleri, Hellenistik
krallıklarda yaptıkları paralı askerlikleri ve MÖ 1. yüzyılda Romalılara yaptıkları
yardımları, süvari birliklerine katılarak gerçekleştirmiştirler. Galat soyluları, sa-
vaşı ya at üzerinde ya da genelde iki atın çektiği savaş arabaları üzerinde sürdü-
rürlerdi.

Galatların tüm geleneklerinde aşırılık göze çarpmaktadır. Gerek yemek gelenekle-


rinde ve gerekse savaşta alışılagelmiş belli bir tarzları yoktu. Bunlardan
savaşseverlik, Galatların en iyi bilinen özelliklerindendir. Livius’a göre, Galatlar
silah bakımından kendilerini Balkanlar’daki tüm ırklardan daha üstün görüyorlardı.
Savaşma istekleri ise, onların “savaş delisi” olarak nitelendirilmelerine yol
açmıştır. MÖ 189 yılında Romalı konsül ve komutan G. Manlius Vulso’nun Galatlara
karşı giriştiği “temizleme harekâtından” önce askerlerini Galatlara karşı
cesaretlendirmek ve onlara moral vermek için yapmış olduğu konuşmasında,
Galatların korkulacak yiğit savaşçılar değil, yalnızca “deli” olduklarını
vurgulamıştır. Bu konuşmanın üzerine moral kazanan askerleri, Galatların üzerine
tüm güçleriyle saldırmışlardır. Ordusunu ilk önce Olympos Dağı’na mevzilenmiş
olan Galatların Tolisto bog kabilesinin üzerine sevk eden G. Manlius Vulso,
düşmanlarına mancınık, ok ve mızrak ile saldırarak üstünlüğü ele geçirdi. Mancınık
atışlarından paniğe kapılan Galatların bir kısmı hemen orada, kaçabilenler ise
atlar ile takip edilerek öldürüldü. Kaynaklarda, bu savaşta ölenlerin sayısı 40.000
olarak verilmektedir. Aynı zamanda bu savaşın sonunda birçok kadın ve çocuk esir
alınmış ve köle olarak satılmıştır.Tolistoboglarla yaptığı savaşı kazanan G. M.
Vulso, üç günlük yürüyüşün sonunda Ankyra’ya vardı. Burada, Olympos Dağı’nda
yapılan savaş sonunda kaçmayı başaran Tolistobogların reisi olan Ortiagon’un eşi
Khiomara da esirlerin arasında bulunuyordu. Romalı komutan Centurio,
Khiomara’ya tecavüz ederek, onu aşağıladı. Galatlardan da Khiomara’yı serbest
bırakma karşılığı olarak yüklü bir miktar fidye istedi. Centurio’nun bu isteği
Galatlar tarafından kabul edilmiştir. Centurio esirini alıp, değiş tokuşun yapılacağı
yere gelir. Khiomara burada kendi adamlarına, Romalı komutanı öldürmeleri için
bir işaret verir. Emri, anında yerine getirilir. Centurio daha ne olduğunu anlama-
dan, kafası bedeninden ayrılmıştır. Khiomara, elbisesinin altına sakladığı
Centurio’nun başı ile eşinin yanma gelir ve onu gayet rahat bir ifadeyle ayaklarının
dibine atar. Olay karşısında şaşkınlığını gizleyemeyen Ortiagon eşine seslenerek,
“Ey kadın! Sadakat güzel şeydir” der. Bunun üzerine Khiomara’nın eşine verdiği
yanıt ise Galatların namus ve sadakat anlayışının adeta bir aynası gibidir: “Evet
sadakat güzeldir, ancak bu dünyada bana sahip olmuş yalnızca bir adamın ışığı
görmesi (yaşaması) gerekir, bu daha güzeldir. “ Galatların bu anlayışının ?
yansımalarını, Bergama sunağının Museo Nationale delle Terme’de bulunan parça-
sında da görmek mümkündür. Düşmanın eline geçmemesi için önce karısını ve
sonra da kendisini geniş kenarlı kılıcıyla öldüren Galat savaşçısı adeta bu erdemi
yansıtır.

G. Iulius Caesar, Gallialılarla yaptığı savaşı anlatan eserinde, çarpışma yöntemleri


ve savaş taktikleri hakkında önemli bilgiler aktarmaktadır. Buna göre Galatlar,
atlarını en dik bayırlardan dörtnala indirebiliyorlar, arabanın falakası üzerinde
koşabiliyor, dörtnala giderken aniden durup atlarının yönlerini geriye çevirebili-
yor, boyunduruk üzerinde durabiliyorlar ve bir yıldırım hızıyla atlarına
binebiliyorlardı. Barış zamanında ise Galat soyluları, azatlıları, köleleri ve
toplumun alt tabakasından olan hizmetçilerini savaşa beraberinde götürüp, onlara
savaş arabalarını kullandırıyorlar, kalkanlarını ve diğer silahlarını
taşıtıyorlardı.Savaş arabalarıyla savaşan Galatlar düşmana ok ve mızrak atabili-
yor, gerektiğinde ise arabalarından inip düşmanla göğüs göğüse savaşabiliyorlardı.
Savaş sırasında eğer düşmanları kendilerinden üstün duruma gelirse, aniden yeni
bir savaş pozisyonuna girerek düşmanlarını gafil avlıyorlardı. Çarpışma sırasında
araba tekerleklerinin çıkardığı korkunç gürültü, düşmanların savaş saflarının
bozulmasına neden oluyordu. Galatların uyguladığı diğer bir savaş taktiği ise,
savaş alanından kaçıyor-muş gibi kasten geri çekilmeleriydi. Böylece düşman süva-
rilerinin arkalarından gelerek, esas gruptan ayrılmalarını sağlıyorlar ve aniden
geri dönerek tuzağa düşmüş olan askerleri kolaylıkla katlediyorlardı.Anadolu’daki
Galatların iki tekerlekli arabalarla savaştıklarına ilişkin ilk bilgi MÖ 268
yıllarındaki “Filler Savaşadır. Bu savaşta Galatların ordusu sağ ve sol kanatlarda
süvariler ile çevrilmiş zırhlı piyadelerden oluşuyordu. I. Antiokhos’un güçleri ise
hem hafif hem de ağır silahlı piyadelerden ve savaş için özel eğitilmiş 16 filden
oluşuyordu. İnsan gücü bakımından Galatlardan daha az askere sahip olan I.
Antiokhos, ancak Rodoslu komutan Theodotas’ın savaş fillerini devreye
sokmasıyla üstünlüğe ulaşabildi. Filler kaçmakta olan Galat savaşçılarını ezmeye
başlayınca, canını kurtarabilenler dağlara doğru kaçmaya başladı. Kaynakların
verdiği bilgilere göre, bu savaşta Galatların 240 savaş arabası vardı ve bunların
80 tanesi tırpanlıydı. Tırpanlı arabalar, önüne gelen her canlıyı kan revan içinde
bırakıyordu. ikinci bilgi ise I. Attalos’un Galatlara karşı savaşını yansıtan
Pergamon Sunağı’ndaki kabartmaya dayanmaktadır. Burada Galatlardan ganimet
olarak alınmış iki ya da dört tekerlekli savaş arabalarının tasviri görülmektedir.

Galatlar Roma ordularına karşı yaptıkları savaşlarda yaya ve vücutlarının üst


bölgeleri çıplak olarak savaştılar. Savaş dışında hiçbir zaman soyunmadıklarından
tenleri bembeyaz idi.Galatların bu çıplak savaşma gelenekleri Pergamon’daki ünlü
Zeus Sunağı’na da dönemin sanatçıları tarafından yansıtılmıştır. Çıplak savaşma
gelenekleri Galatlara sarp ve dik arazilerde, ağır zırh giyinmiş Romalı askerler
karşısında avantaj sağlıyor gibi gözükse de, Roma askerlerinin savaş eğitimi ve
disiplini karşısında galip gelmeleri için yeterli olmuyordu.

Galatlar savaşın başlangıcından itibaren, düşmanlarını korkutmaya ve


psikolojilerini bozmaya yönelik her türlü davranışı sergiliyorlardı. Savaş ge-
leneklerinin özelliğinden dolayı Galatlar, çarpışmaya başlamadan önce atalarının ve
kendilerinin başarılarını öven şarkılar söylüyorlardı. Aynı zamanda bağırıp
çağırmaya, oldukları yerde hoplayıp zıplamaya, düşmanlarının dikkatlerini
dağıtmak için silahlarını kalkanlarına vurmaya ve küfür etmeye başlıyorlardı. Daha
sonra ise rakiplerinin en yiğitlerini teke tek dövüşe çağırarak onlara meydan
okuyorlardı. Düşmanlarına ettikleri hakaret dolu sözler yalnızca birtakım
küfürlerden oluşmuyor, aynı zamanda sihirli sözcükleri de içeriyordu. Bu sihirli
sözcüklerin, rakiplerinin gücünü ve cesaretini azalttığına, kendilerinkini ise
artırdığına inanıyorlardı.Cesaretli olmanın ve teke tek dövüşte başarı kazanmanın
Galatlar arasında önemli bir yere sahip olduğunu, Polybios’un şu dizelerinden
anlamak mümkündür:

Asia’da oturan Galatların kralı olan Ortiagon, tüm Galatlar üzerine hükmetmeyi
tasarlıyordu ve bunun için doğuştan ve yetiştirilme tarzından dolayı birçok
yeteneğe sahipti. Serbestti, alçakgönüllüydü, kişisel ilişkilerinde kazanan ve aynı
zamanda zeki birisiydi En önemlisi -Galatlar arasında bu çok önemlidir- cesurdu
ve adam adama dövüşte herkese üstündü.

Teke tek dövüşte yendikleri düşmanlarının kafalarını kesip evlerinin dış kapısının
yanma, yani herkesin görebileceği bir yere asmaları, Galatların en iyi bilinen
törenlerindendir. Öldürdükleri düşman ünlü biriyse, başını sedir ağacı yağıyla
mumyalar ve bir sandıkta özenle muhafaza ederlerdi. Aynı zamanda bu kafaları
önemli misafirlerine göstermekten büyük gurur duyarlardı. Çünkü mumyalanmış bu
kesik kafalar atalarının ve kendilerinin yiğitliklerinin kanıtı sayılırdı. Aynı
gelenekleri Anadolu Galatlarında da görmek mümkündür. Yukarıda bahsettiğimiz
gibi, Olympos Dağı savaşında Romalılara esir düşen Galat beyi Ortiagon’un eşi
Rhiomara, kendine tecavüz eden Romalı yüzbaşıdan öcünü, onu öldürüp başını kes-
mekle almıştır. Romalı komutanın kesik başını eteğinin altına saklayarak kocasına
götürmüş ve ayaklarının önüne atmıştır. Böylelikle Rhiomara, eşine sadakatini,
Romalılara ise bir Galat kadınının, en az bir Galat savaşçısı kadar cesaret dolu
olabileceğini ispatlamış oluyordu.

Galatların tüm bu savaş gelenekleri büyük bir olasılıkla, dini gelenekleri ile ilişkili
görünmektedir. Her ne kadar Anadolu’daki Galatların dini inançları ve gelenekleri
hakkında çok fazla bilgiye sahip olmasak da, akrabaları olan Gallialıların dini
gelenekleri bize önemli bilgiler vermektedir. Kaynaklardan edinilen bilgilere göre
yeryüzünün ve gökyüzünün, savaşın ve kehanetin tanrıları, Gallialıların dini
inançlarında önemli bir yere sahipti. Aynı zamanda, tanrılar için düzenlenen
kurban törenleri de bu geleneğin vazgeçilmez bir halkasını oluşturuyordu.
Gallialılar, savaşta elde ettikleri ganimetleri savaş tanrılarına adarlar ve eğer
savaştan galip olarak ayrılırlarsa esir ettikleri tüm canlı yaratıkları yine bu
tanrıya kurban ederlerdi. Buna göre, her ne kadar içeriği çok fazla bilinmese de
Druidlerin Gallialıların inançlarında önemli bir yere sahip olduğu kesindir.
Druizmin içeriğinin bilinmemesi ise bu öğretinin hiçbir zaman yazıya geçirilmeme
sinden kaynaklanmaktadır. Bu öğretiye göre ruh ölümsüzdü. Yani ruh, kişinin
ölümünden sonra bir başkasının bedenine girerek yaşamaya devam ediyordu
(metempsykhosis). Galatların da savaşta sırasında korkmadan ve umarsızca
düşmanlarının üzerine atılmaları, bu “ölümsüz ruh” ile ilgili olsa gerekir.

Druizmde törenlere bağlılık ve bu törenlerin geleneklerine boyun eğmek çok


önemlidir. Bu törenlerin en dikkat çekici yönü ise tanrılara sunulan kurbanlardır.
Bu kurbanlar hayvan olabileceği gibi insanlardan da oluşabiliyordu. Özellikle savaş
sırasında bir tehlikeyle karşı karşıya kalındığında veya ağır bir hastalık baş
gösterdiğinde insanlar kolaylıkla kurban edilebiliyordu. Tanrılara kurban olarak
sunulan insanlar öncelikle hırsızlar, haydutlar, katiller ya da savaşta esir almanlar
arasından seçiliyordu. Ancak bazen, yalnızca bu ritüeli yerine getirmek için
masum insanların dahi kurban edildiği olmuştur. Bu durumda kurbanlar köleler ya
da alt tabakaya ait olan insanlar arasından seçiliyordu.

Savaş esnasında zor duruma düşen Galatların, hiç çekinmeden kendi eşlerini ve
çocuklarını da kurban ettiklerini ise Iustinus’un ürpertici şu dizelerinden
öğrenmekteyiz:
Ve Gallograecialıların ordusu, yeni bir düşman olarak Antigonos’a karşı yürüyünce,
o, kamp yerini küçük bir kısım askere ve geridekilere bırakarak bütün savaş
güçleriyle Gallialılara karşı yola çıktı. Gallialılar bundan haberdar olunca, aynı
şekilde karşılaşma için hazırlandılar; savaşın işareti olarak, kurbanlık hayvanları
boğazladılar; bar saklar yüzünden büyük bir kan gölü oluştu ve onlara, önceden
hepsinin yok olacağı bildirildiği için, korkuya değil öfkeye kapıldılar ve tanrıların
tehdidinin kendi kan gölleri olacağı umuduyla, karılarını kestiler ve çocuklarını öl-
dürdüler; ve böylece bu çılgın katliamla savaşa endişeli bir başlangıç yaptılar. O
kadar büyük bir öfkeye düşmüşlerdi ki vahşi ruhsuzlar, düşmanların bile
merhamet edeceği bir yaşlıya bile merhamet etmemişlerdi; ve imha savaşı
yürüttüler aslında uğurlarına savaşlar yapılacak çocuklar ve çocuklarının analarına
karşı. Ve sanki dehşet olaylarıyla yaşam ve zafer elde etmişçesine, biraz önce
gerçekleştirdikleri cinayetlerinden oluşan kan lekeleriyle öyle bir savaşa girdiler
ki, başarıları önceden alamet edilenden daha iyi değildi; çünkü savaşanların
etrafını öç tanrıları çevirmişti ve öldürülenlerin gölgeleri gözlerinin önündeyken,
düşmanlardan ziyade onların kan borcu vardı ve hepsi tamamı ile imha edildi. O
kadar büyüktü ki yenilgileri, sanki tanrılar, insanlarla birlikte kan borcu olanlara
karşı, yok etme yemini etmişlerdi.

Kullandıkları kurban etme yöntemleri ise farklılık göstermektedir. Bunlar


arasında kılıçla kesme, mızrak ile deşme, hançeri arkadan karın boşluğuna
saplama, bir kazığa bağlayarak sazlardan ya da tahtadan yapılan büyük bir hayvan
heykeli içerisine vahşi hayvanlar ve çeşitli meyveler ile birlikte kurbanı da koyup
yakma gibi değişik eylemler bulunmaktadır. Bu gelenekler Anadolu’daki Galatlara
da yabancı değildi. Nitekim, MÖ 166 yılında Pergamon Kralı II. Eumenes’e karşı
kazanmış oldukları zaferin sonunda ele geçirdikleri esirlerin arasından en yakışık-
lısını seçip başını vücudundan ayırarak tanrılara kurban etmişlerdir. Her ne kadar
Galatlar, böyle geleneklerine sıkıca bağlı olsalar da, zamanla Hellen-Roma kültürü
içerisinde asimile olmuşlardır. Claudias’ın eserindeki dizeler buna iyi bir örnek
oluşturmaktadır:

…Daha kısa zaman önce Gallialıların çok büyük bir ordusu, en sonunda bu civara
yerleşmek için geldi; bunlar mızraklarından oldular ve Yunanlıların uygar
elbiselerini giydiler ve Rhenus’un değil fakat Halys’ün suyundan içtiler artık.

Görüldüğü gibi Galatlar, siyasi ve kültürel tarihleri boyunca savaşçılıkları,


kahramanlıkları, öfkeleri, şiddetleri ve kendilerine özgü gururları ile haklı bir ün
kazanmışlardır. Iunius Istinus’un, eserinde belirttiği gibi “Hellenistik krallar
Galat adının yarattığı korku ve yenilmez Galat savaşçılarının amansız silahları
olmadan hiçbir şeyin ne krallıklarını garanti altına alabileceğini ne de kaybedilen
bir şeyin tekrar kazanabileceğine inanıyorlardı…
Bu savaşçı kavmin topraklarımızda bıraktıkları kültürel miraslar, tarihin yaşayan
tanıkları olarak gelecekteki ar tırmalara yol göstermeye devam edecektir.

You might also like