You are on page 1of 173

5237 SAYILI

TÜRK CEZA KANUNUNUN KABUL ETTİĞİ

SUÇ TEORİSİ

Suçun Yapısına Genel Bir Bakış

• Suç teşkil eden fiiller, her şeyden önce emir ve yasaklardan


oluşan davranış normlarının öngördüğü yükümlülüklere
aykırılık teşkil eden ve dolayısıyla haksızlık oluşturan insan
davranışlarıdır.
• Dolayısıyla suç bir haksızlıktır (m. 30/4), ancak her haksızlık
suç değildir.
• Suçu, karşılığında ceza hukuku yaptırımı öngörülen haksızlar
olarak tanımlamak mümkündür.
Suç Oluşturan Haksızlıkların Belirlenmesi

• İnsanın her davranışı değil, bir insan olarak, yani iradi olarak
gerçekleştirdiği fiiller haksızlık teşkil eder.
• Fiil, kasten veya taksirle işlenen, icrai veya ihmali tüm
haksızlıkların esasını oluşturur.
• Cezai sorumluluğun bağlanma noktasını belli bir fiil (kanuni
tarifte gösterilen) teşkil eder. Dolayısıyla bir kişinin kötü yaşam
tarzına bakılarak cezalandırılması mümkün değildir.

• Ceza hukukunda yaşına ve ruhsal durumuna bakılmaksızın her


gerçek kişinin davranış yeteneğine sahip olduğu kabul edilir.
• Suç teorisinde söz konusu olan fiil, bir suçun kanuni tarifinde yer
alan fiildir. Haksızlık teşkil eden fiillerden hangilerinin suç teşkil
ettiğinin önceden kanunla belirlenmiş olması gerekir.
• Ceza hukuku bakımından değerlendirmeye konu olan bir fiilin varlığı
tespit edildikten sonra, bunun ceza kanununda düzenlenen suç
tiplerinden hangisinin tanımına uygun olduğu (tipe uygunluk)
araştırılacaktır.
• Tipe uygunluk, sadece fiil bakımından değil,bu fiilin suç
sayılması için gerekli olan tüm koşullar bakımından yapılır.
• Tipe uygunluk, fiilin objektif (maddi) ve sübjektif (manevi)
özellikleri bakımdan değerlendirilmesini gerektirir. Suçun
kanuni tanımında yer verilen maddi ve manevi unsurların
gerçekleşmesi halinde (fiilin objektif ve sübjektif isnadiyeti),
fiilin tipe (kanuni tanıma) uygunluğundan bahsedilebilir.
• Suçun kanuni tanımında yer alan maddi ve manevi unsurların
gerçekleşmesiyle birlikte, kural olarak tipik haksızlık da
gerçekleşir.

• Fiilin kanundaki tanıma uygunluğu (tipikliği) onun hukuka


aykırı olduğuna karine oluşturur ise de, tipik fiilin işlenmesine
izin veren bir hukuk kuralının bulunup bulunmadığının ayrıca
araştırılması gerekir.
• Tipik fiilin işlenmesine müsaade eden bir hukuk kuralının
(hukuka uygunluk sebepleri) bulunmadığı tespit edildiğinde, o
fiilin hukuka aykırı olduğu sonucuna varılır.
• Haksızlık değerlendirmesine konu teşkil eden bir fiilin
varlığı tespit edildikten,(fiilin insana ait vasıflar
bakımından değerlendirilmesi), bu fiilin tipe uygun olup
olmadığı belirlendikten (fiilin sırf ceza hukuku bakımından
değerlendirilmesi) ve nihayet bu fiilin hukuka aykırı olup
olmadığı değerlendirilip (fiilin tüm hukuk düzeni
bakımından değerlendirilmesi) hukuka aykırı olduğu tespit
edildikten sonra, fail hakkında kusur yargısına geçilir.

• Fail hakkında ancak işlediği bir haksızlık nedeniyle kusur


yargısında bulunulabilir.
• Ceza hukukunda haksızlık olmaksızın kusur olmaz ilkesi
geçerlidir. Ancak kusursuz haksızlık olabilir
• Kusurluluk, işlediği haksızlık nedeniyle fail hakkında
kınama yargısında bulunulabilmesini ifade eder (kişisel
isnadiyet).
•Bu açıklamalar çerçevesinde suçun yapısı
aşağıdaki şekildedir.
Haksızlığın Esası Olarak Fiil

• Bir suçun varlığından söz edilebilmesi için öncelikle ortada bir fiilin bulunması
gerekmektedir. Fiil icrai ve ihmali hareketi kapsayan üst bir kavramdır.
• Genel bir hareket kavramı ceza hukuku bakımından önemli bütün hareketleri
kapsamaktadır. (Hareketin tasnif edici fonksiyonu)
• Hareket kavramı tipiklik hukuka aykırılık ve kusurluluğun kendisine bağlanabileceği
nitelikte maddi bir içeriğe sahip olmalıdır. (Hareketin tanımlayıcı fonksiyonu)
• Hareket kavramı ceza hukukunu ilgilendirmeyen hareketleri, hareket tanımının dışında
bırakacak şekilde olmalıdır. ( Hareketin sınırlandırıcı fonksiyonu)
Suç Teşkil Eden Haksızlığın Esası Olarak Fiil

• 1- Ontolojik Suç Teorileri


• a- Doğal (nedensel) Hareket Teorisi (Klasik Suç Teorisi)
• b- Gai (Final-Amaççı) Hareket Teorisi (Finalist Suç Teorisi)
• c- Sosyal Hareket Teorisi
• 2- Normativist Hareket Teorisi

Doğal Hareket Teorisi

• Bu teoriye göre hareket, bedenin davranışı, ve netice ile her ikisini nedensellik
bağıyla birbirine bağlayan doğal bir olgudur.
• Hareketin özellikleri şunlardır:
• İnsan davranışı olmalıdır.
• Sadece bedensel davranış harekettir.
• İradi olmalıdır.

Doğal hareket teorisi hareketin tüm şekillerini özellikle de ihmali hareketi


kapsamına almaması nedeniyle eleştirilmiştir.
GAİ (Final- Amaççı) HAREKET TEORİSİ

• Bu teoriye göre insan hareketi, amaca yönelik faaliyetin icrasıdır. Buna göre kasti suçlarda
nedensellik ilişkisinden başka failin iradesinin suç tipini ihlal amacına yönelik olması
gerekmektedir.
• Bu görüş savunucularına göre kast kusurluluk alanından çıkartılmalı ve hem tipe uygun
hareket hem de hukuka aykırılık unsurlarının sübjektif unsurunu oluşturmalıdır.
• Teori ihmali ve taksirli suçları açıklamakta yetersiz olduğu gerekçesiyle eleştirilmiştir.

Sosyal Hareket Teorisi

• Bu teoriye göre ceza hukuku bakımından önem taşıyan hareket sosyal yönden önemli olan,
toplum açısından bir değeri bulunan harekettir. Bu icrai bir hareket olabileceği gibi ihmali
bir hareket de olabilir.
• Sosyal yönden önemli davranış ceza hukuku bakımından önemli yani tipik hareket
anlamına gelmektedir.
• Teori hareket kavramını aşırı derecede genişletmesi nedeniyle eleştirilmiştir.
Normativist Hareket Teorisi

• Bu teoriye göre hareket kavramının normlardan ortaya çıkarılması gerekmektedir. Bu


anlamda davranış hukuka aykırılık yani normun ihlal edilmesidir.
• Teorinin hareketin varlığı konusunda normu esas almasının, hareketi maddi içerikten
yoksun, tamamen biçimsel bir şekle soktuğu, ayrıca bu teorinin bütün ceza hukuku
kurumları tarafından geçerli genel bir hareket kavramı yaratamadığı belirtilmiştir.

Değerlendirme ve Görüşümüz
• Hareket kavramının açıklanmasında gai hareket teorisinin esas
alınmasına taraftarız.
• Buna göre hareket, “yönlendirici irade tarafından hakim olunan
veya hakim olunabilir, belli bir gayeyi gerçekleştirmeye yönelik ve
dış dünyada gerçekleşen insan davranışlarıdır”.
• Bu insan davranışı suçun tüm görünüm şekillerinin ortak esası
veya en azında müşterek yapısal unsurudur.
• Ancak yine de kasti, taksirli , icrai ve ihmali hareketler arasında
önemli mahiyet farklılıklarının bulunduğunu göz önünde
bulundurulmalıdır.
Hareketin Sınırlama Fonksiyonu

• Sosyal bakımdan önemli belli bir davranışın fiil olarak değerlendirilip


değerlendirilemeyeceği, bu davranışın irade tarafından yönlendirilip yönlendirilmediğine
bağlıdır.
• Bu nedenle insan iradesini mutlak surette devre dışı bırakan, karşı konulamaz, tabii ve tabii
olmayan bir kuvvetin etkisinde gerçekleştirilen insan davranışları fiil vasfına haiz değildir.
• Mutlak bir kuvvete maruz bırakılmış kişinin iradesi hareket olarak kabul edilemeyecekken,
yalnızca zorlayıcı nitelikteki cebre maruz kalmış kişinin hareketleri fiil vasfını
koruyacaktır.

Refleks hareketleri uyku halinde veya hipnotik telkin altında


gerçekleştirilen davranışlar da ceza hukuku anlamında fiil
özelliği göstermez.
Hukuki değerlendirmenin konusunu ancak bir insan davranışı
oluşturabilir.
Kişinin cezalandırılmasında fiil esas alınmalıdır. Kişinin kötü
yaşam tarzı cezalandırmada dikkate alınamaz.
İnsan hareketinin cezai bir önemi haiz olabilmesi için bunun dış
dünyada herhangi bir değişiklik meydana getirmesi
gerekmektedir.
Tipiklik Kavramı
• Tipiklik kendi için geniş ve dar anlamda olmak üzere ikiye
ayrılmaktadır.
•Geniş Anlamda Tipiklik:
• Cezalandırılabilirliğin tüm koşulları geniş anlamda tipikliği
oluşturmaktadır. Bunun kapsamına, haksızlık tipinin unsurları,
hukuka aykırılık, kusur ve objektif cezalandırılabilme koşulları ve
şahsi cezasızlık sebepleri girmektedir.

• Geniş anlamda tipiklik, cezalandırılabilirliğin kanuni olarak


belirlenmiş tüm koşullarını kapsadığı için, ceza kanununun
güvence fonksiyonu (suçta ve cezada kanunilik ilkesi)
bakımından öneme sahiptir.
• Ceza hukuku bakımından önemli olan hareketleri önemli
olmayanlardan ayırmaya yarayan, yani hangi hareketlerin suç
teşkil ettiğini hangilerinin suç teşkil etmediği belirlemeye
yönelik bir ayıklama fonksiyonu icra etmektedir.
•Dar Anlamda Tipiklik;
• Suçun unsuru oluşturan tipikliktir.
• Her bir suça kendi özelliğini veren ve onun haksızlık içeriğini
karakterize eden tanımdaki unsurlar dar anlamda tipikliği
oluşturur.
• Haksızlık tipinin (dar anlamda tipikliğin) fonksiyonu,
yasaklanmış davranışın tipik haksızlık içeriğini belirleyen, özel
suç tiplerine şekil ve biçim veren unsurları göstermektir.
Kanundaki her bir suç tanımı, cezayı gerektiren haksızlığın özel
bir biçimini, yani “haksızlık tipini” oluşturur.

• Dar anlamda tipiklik, haksızlığın unsurlarını ihtiva eden kalıptır.


Ceza kanununun özel kısmında tanımlanan tüm suçların
taşıdıkları özellikleri bu suçlardan soyutlayarak gösteren, yani
her suça uyabilen soyut, çerçeve bir model olmaktadır.
• Dar anlamda tipikliğin kapsamına giren unsurlar, TCK’nın 21.
madde gerekçesi ve 30/1. maddesine göre maddi ve manevi
unsurlar olmak üzere ikiye ayrılmaktadır.
• Buna göre, insanın iradi davranışı suç tipinde belirtilen maddi
ve manevi unsurları gerçekleştirdiği zaman tipiklik de meydana
gelmiş olacaktır.
• Tipe uygun bir fiilin gerçekleştirilmesiyle suç olarak
tanımladığımız haksızlık oluşur. Bir davranışın tipe
uygunluğu aynı zaman işlenen bu fiilin hukuka aykırılığına
da karine teşkil eder.
• Ancak tipiklik gerçekleştiği halde fiilin hukuka aykırı
olmaması da mümkündür. Hukuka aykırılığı kaldıran
nedenlerden birinin varlığı halinde, tipik fiil hukuka aykırı
olmadığından failin cezalandırılması mümkün değildir.

• Buna göre, tipikliğin gerçekleştiğini belirledikten sonra, ilk


olarak bu davranışın hukuka uygunluk sebeplerinin bulunması
nedeniyle hukuka uygun olup olmadığının araştırılması gerekir.
• Dolayısıyla hukuka uygunluk sebeplerinin varlığı fiilin
tipikliğini ortadan kaldırmaz. Buna karşılık, tipik olmayan bir
fiil hukuka aykırı da olsa ceza hukukunun konusunu
oluşturmaz.
• Suç teşkil eden bir haksızlıktan bahsedilebilmesi için fiilin hem
tipik hem de hukuka aykırı olması gerekir.
• TİPİKLİĞİN DESKRİPTİF VE NORMATİF
UNSULARI
• Desktiptif unsurlar, tanımlanabilir unsurlar olarak
nitelendirilmektedir. Suçun kanuni tarifinde yer alıp hem halk
dilinde hem de hukuk dilinde aynı şeyi ifade eden, aynı
anlamda kullanılan unsurlar deskriptiftirdir.
• Örneğin, “insan”, “mal” ve “kadın” gibi.
• Normatif unsurlar ise, ancak bir normun varlığıyla tasavvur
edilebilen ve hakim tarafından ancak tamamlayıcı bir değer
yargısı yoluyla belirlenebilen unsurlardır.
• Örneğin “insan onuruyla bağdaşmayan”, “özel hayat”,
“kişisel veriler” gibi.

Tipikliğin Maddi ve Manevi Unsurları


• Tipikliğin maddi (objektif) unsurları fiilin dış dünyadaki görünüş
biçimini nitelendirirler. Bir başka deyişle, fiilin harici görünüm şekli
objektif tipiklik unsurları tarafından tanımlanır.
• Suçun kanuni tanımında yer alan objektif unsurları; fail, mağdur, suçun
konusu, hareket, hareketin tür ve şekilleri, gerektiği takdirde netice
olarak belirlemek mümkündür.
• Tipikliğin yazılı olanlar yanında, neticeli suçlardaki nedensellik bağı
gibi, yazılı olmayan unsurları da vardır.
• Tipikliğin maddi unsurları kastın kapsamına giren unsurlardır. Başka
bir anlatımla, somut olayda failin bu unsurları bilerek gerçekleştirmesi
halinde kastının varlığından bahsedilecektir.
• Hukuka aykırılık, tipikliğin bir unsuru değil, suçun genel bir
unsurudur.
• Ancak bazı suçların kanuni tanımında “hukuka aykırı”,
“hukuka aykırı olarak” ya da “haksız” veya “haksız olarak”
şeklinde ifadelere yer verilmektedir.
• Bu kavramın suç tipinde münferit bir unsurun sıfatı olarak yer
aldığı hallerde haksızlık tipinin unsuru olduğunu ve kastın
kapsamına girdiğini kabul etmek gerekmektedir.

• Tipikliğin manevi (sübjektif) unsurları denilince, bundan,


failin psişik-manevi alanına ve tasavvur dünyasına ait olan
unsurlar anlaşılmalıdır.
• Bu unsurlar, hem kast (ve taksir) hem de fiilin hareket
bakımından ifade ettiği değersizlikle ilgili olan diğer
manevi unsurlardır.
Tipikliğin Maddi Unsurları

Fail Mağdur Netice Suçun Nedensellik bağı Nitelikli


Konusu Unsurlar

TİPİKLİĞİN MADDİ UNSURLARI


1) FAİL
• Her suçun mutlaka bir faili, yani o suçu oluşturan fiili işleyen bir
kişisi vardır.
• İradi hareket edebilme yeteneği sadece insana ait bir özellik
olduğundan, ceza hukukunda hareket yeteneğine yalnızca insanlar
sahiptirler. Bu nedenle, ceza hukukunun konusunu oluşturan bir fiil
ancak bir insan tarafından gerçekleştirilebilir.
• Ceza hukukunda tüzel kişilerin suç faili olması
mümkün değildir. Çünkü tüzel kişiler hareket
yeteneğine sahip değildirler. Bu yüzden onların kusur
yeteneğinin varlığından da bahsedilemez.
• Fail, TCK’nın 37. maddesinde suçun kanuni
tarifindeki fiili gerçekleştiren kişi olarak
tanımlanmıştır. Suçun kanuni tarifinde yer alan fiil
üzerinde hâkimiyet kuran, kanuni tanıma uygun
haksızlığı gerçekleştiren kişi faildir. Bu kişi ancak
gerçek bir kişi olabilir.
• Suçlar, failin kanuni tarifte aranan niteliğinden
hareketle;
• -Genel suçlar,
• -Özgü suçlar (gerçek ve görünüşte özgü suçlar)
*Suç tanımında, fail olan kişide insan olmanın dışında başka özel nitelikler de aranabilir.
*Özel faillik vasfı:
- Kamu görevlisi
- Sağlık mesleği mensubu
• Özel faillik vasfı;

a) Suçun temel şekli bakımından bir unsur, (gerçek)


b) Suçun nitelikli şekli bakımından bir unsur,(görünüşte)
olabilir.
• Özel faillik vasfı, suça iştirakte sorumluluk statülerinin belirlenmesinde büyük bir önem taşımaktadır
(Bağlılık kuralı, m. 40).
2) Mağdur
• Mağdur, teknik ceza hukuku kavramı olarak, suçun konusunun ait olduğu kişiyi veya kişileri ifade eder.
• Her suçun bir faili olduğu gibi, mutlaka bir de mağduru vardır. Mağduru bulunmayan bir suç olamaz.
• Suçun mağduru da ancak suçun işlendiği sırada hayatta olan gerçek kişi olabilir. İnsan dışında, aile, devlet,
tüzel kişi, kişi toplulukları, devletler topluluğu gibi kurum ve organlar, “suçtan zarar gören” olabilirse de,
suçun mağduru olamazlar. Her suçun mutlaka bir mağduru vardır; mağdursuz suç olmaz.
• Ancak gerçek kişiler suçun mağduru olabilir.
• Tüzel kişiler, bir suçtan ancak zarar gören olabilir.
• Mağdur ile suçtan zarar gören kavramları, aynı şeyler değildir.
• Bu bakımdan, örneğin devlet, bir suçtan zarar gören olabilir; ancak, mağdur olamaz.
• Mağdur ile suçun konusu da, aynı şeyler değildir

Mağdur

• Mağdur, kendisine karşı suç işlenmiş kişi


veya işlenmiş fiil nedeniyle haksızlığa
uğramış kişi anlamına gelmektedir. Ceza
hukukunda mağdur, suçun konusunun ait
olduğu kişi veya kişileri ifade etmektedir.
• Suçun mağdurunun belirli bir kişi
olmadığı durumlarda mağdur toplumu
oluşturan herkestir. Suçun mağdurunun
ancak gerçek kişiler olabilmesi nedeniyle
tüzel kişiler suç mağduru olamaz ancak
suçtan zarar gören olabilir.
• Aynı kişi hem suç faili hem de mağduru
olamaz.
• Bir kişinin aynı suçun hem faili hem de mağduru olması mümkün değildir.
Faillik ve mağdurluk sıfatı aynı kişide birleşemez. Özellikle taksirle
öldürme veya yaralama gibi suçlarda, neticenin meydana gelmesine
mağdurun taksirli davranışının da etkili olması, onun suçun mağduru
olmadığını göstermez.
• Suç tanımında, mağdur olan kişide insan olmanın dışında başka özel nitelikler de
aranabilir.
• Suçun mağduru; - kamu görevlisi, - çocuk, - kadın,
- yargı görevini yapan,
- faille belli bir akrabalık ilişkisi içinde bulunan kimse,
olabilir.

• Bazı suçlarda mağdur, belli bir kişi veya kişilerdir.


• Ancak, bazı suçlarda mağdur, belli bir kişi değil, toplumu oluşturan
herkestir.
• Örneğin;
- rüşvet suçunda,
- çevre suçlarında,
- genel tehlike suçlarında,
mağdur, toplumu oluşturan herkestir
Suçtan zarar gören

• işlenmiş suç dolayıyla açılan ceza davasına katılma hakkı olan kişiyi ifade etmekte olup bir
ceza muhakemesi kavramıdır. Suçun mağduru ile suçtan zarar gören kavramları bir
birinden farklı olup, her zaman aynı kişiler değildirler. Nitekim KİÖ suçunda suçun
mağduru, hayatını kaybeden kişi olmasına karşılık suçtan zarar gören, ölen kişinin eşi,
çocukları gibi yakınlarıdır. Buna karşılık, mala zarar verme suçunda, malın sahibi suçun
mağduru ve suçtan zarar görenidir. Suçun maddi unsurları başlığı altında suçtan zarar gören
kavramının açıklanmasına gerek bulunmamaktadır.

3) Konu (Hareketin Konusu)

• Suç teşkil eden her fiilin mutlaka bir konusu vardır. Konusu olmayan
suç yoktur.
• Hareketin (veya suçun) konusu tipik hareketin üzerinde icra edildiği
kişi veya şeyi ifade eder.
• Örneğin;
- Kasten öldürme suçunun konusunu hayatına son verilen,
- Kasten yaralama suçunun konusunu vücuduna acı verilen veya
sağlığı bozulan,
- Hakaret suçunun konusunu şeref ve onuru saldırıya uğrayan,
insandır.
mala zarar verme suçunda “taşınır veya taşınmaz mal”,
- güveni kötüye kullanma ve zimmet suçunda “mal”
• Bazı suçlarda, konu ile mağdur, iç içe olmakla birlikte, aynı şeyler
değildir.
• Örnek:
- Kasten yaralama suçunda, mağdur, yaralanan kişidir; konu ise, bu
kişinin vücududur.
- Hakaret suçunda, mağdur, hakaret edilen kişidir; konu ise, bu
kişinin şerefidir.

• Suçun konusu ile suç ile korunan hukuki değeri birbirine


karıştırmamak gerekir.
• Hukuki değer, toplumun ceza hukuku tarafından korunan yaşamsal
değerlerini ifade etmektedir.
• Çağdaş ceza hukukunda, hukuki bir değerle ilişkili olmayan ceza
hükmünün olamayacağı kabul edilmektedir. Yani her suç mutlaka
bir hukuki değeri korumak üzere ihdas edilir.
• Hukuki değerler, dış dünyanın elle tutulur, gözle görülebilir maddi
varlıkları olarak değil, toplumdaki güvenliğe, sükûna ve var
olmanın onuruna dayanan toplumsal düzenin manevi değerleri
olarak anlaşılmalıdır. Oysa suçun konusu, üzerinde tipe uygun
hareketin icra edildiği gerçek konudur.
• Hukuki değerler, sosyal düzenin hukuken korunan soyut,
ideal değerleri olarak, esasen suçun konusunun şahsında
failin saldırısına maruz kalabilirler ve fakat gerçek manada
“ihlal” edilemezler.
• Örneğin, hırsızlık suçunda (TCK m. 141) korunan
hukuki değer mülkiyet ve zilyetlik, suçun konusu ise
(ç)alınan eşyadır.
• Çevreyi kirletme suçlarının konusu, çevreyi oluşturan toprak, su ve havadır.
Buna karşılık, bu suçlarla korunan hukuki değer, kişilerin sağlıklı, ekolojik
dengesi bozulmamış bir çevrede yaşama hakkıdır

Zarar Suçları-Tehlike Suçları


• Suçun konusunun hareketten etkilenme derecesine göre suçları
zarar suçları ve tehlike suçları şeklinde ikiye ayrılmaktadır.
• Tipe uygun hareketle, hareketin konusunun zarara uğratıldığı suçlara
zarar suçları denilmektedir.
• Bu tür suçlarda hareketin konusu gerçek bir değer kaybına maruz
kalmaktadır. Burada zararla kast edilen, parasal bir ölçüme tabi
tutulan kayıp değil, genel anlamda işlenen fiilin yol açtığı çıkar
kaybı, olumsuz, kötü sonuç ve ziyandır. Örneğin, kasten öldürme,
mala zarar verme zarar suçudur.
• Haksızlık teşkil eden hareketin sonucu olarak suç tipindeki konu
üzerinde bir zararın meydana gelme tehlikesinin söz konusu
olduğu bu suçlara tehlike suçları denir.
• Kanun koyucu bazı hukuki değerleri daha etkin bir şekilde
koruyabilmek bakımından, bunları ihlâl eden davranış
dolayısıyla failin cezalandırılabilmesi için, suçun konusu
üzerinde herhangi bir zararın gerçekleşmesine gerek görmemiş,
zarar tehlikesini yeterli saymıştır.
• Tehlike suçları kendi içinde, soyut tehlike ve somut tehlike
suçları şeklinde ikiye ayrılmaktadır.

• Soyut tehlike suçları, suçun kanuni tanımında yer alan hareketin


işlenmesinin o suçun oluşması bakımından yeterli görüldüğü suç
tiplerini ifade eder.
• Bu suçların tipikliği, tipe uygun hareketin yapılmasıyla
gerçekleşir. Bu suçlar, belli davranış tarzlarının suçun konusu
bakımından genel olarak tehlikeli olduğu yönünde kanuni bir
uyarı teşkil ederler.
Örneğin, suç işlemeye tahrik (m. 214/1), suçu ve suçluyu övme
(m. 215) suçları. - Terk (m. 97),
- Yardım veya bildirim yükümlülüğünün yerine
getirilmemesi (m. 98),
• Suçun kanuni tanımında gösterilen fiilin işlenmesinin yanı sıra, bu
fiilin suçun konusu bakımından gerçekten bir tehlikeye sebebiyet
verip vermediğinin araştırılmasını gerektiren suçlara somut tehlike
suçları denilmektedir. Norma aykırı bir davranışın korunan konu
bakımından tehlikeli olabileceği mülahazasına dayanan ve müşahhas
olayda tehlikenin somut olarak ortaya çıkması halinde böyle bir
davranış cezaya layık olarak görülür.
• Somut tehlike suçlarında failin cezalandırılabilmesi için tehlikenin
gerçekleştiğinin objektif olarak belirlenmesi yeterlidir. Örneğin,
genel güvenliğin tehlikeye sokulması (TCK m. 170), akıl hastası
üzerindeki bakım ve gözetim yükümlülüğünün ihlali (TCK m. 175).
• - Somut tehlike suçlarında failin cezalandırılabilmesi için, suçun
kanuni tanımındaki fiilin yanı sıra, somut tehlikenin gerçekleşmesi
gerekir.

Hareket ve Hareketin Tipte Düzenleniş Şekline


Göre Suçlar

• Tipe uygun haksızlığın gerçekleşebilmesi için, suçun kanuni tanımında


belirtildiği şekil ve tarzda hareket ya da hareketlerin yapılması şarttır.
• Dış dünyada gerçekleştirilen davranış, kanuni tanıma uygun olmadığı
sürece ceza hukuku bakımından önemli bir hareketten söz edilemez.
• Hareketin tipte tanımlanışına göre suçları çeşitli ayrımlara tabi tutmak
mümkündür.
• Buna göre suçları;
• - tek hareketli suçlar,
• - çok hareketli suçlar,
• - serbest hareketli suçlar,
• - bağlı hareketli suçlar,
• - seçimlik hareketli suçlar,
• - mütemadi (kesintisiz) suçlar ve
• - ihmali suçlar şeklinde bir ayrıma tabi tutmak mümkündü

• Tek hareketli suçlar: Kanuni tanımına göre, suçun meydana


gelmesi için tek hareket yeterliyse tek hareketli suçtan bahsedilir.
Örneğin, kasten öldürme (TCK m. 81), hırsızlık (TCK m. 141), suç
işlemeye tahrik (TCK m. 214) suçları. Ancak burada hareketin
tekliği veya çokluğu, doğal anlamda değil, hukuki anlamda
anlaşılmalıdır.
• Çok hareketli suçlar: Suçun oluşumunun kanuni tanımında
gösterilen birden çok hareketin işlenmesine bağlı olduğu hallerde
çok hareketli suçtan bahsedilir. Örneğin, yağma (TCK m. 148),
dolandırıcılık (TCK m. 157) ve özel belgede sahtecilik (TCK m.
207) suçları. Fail, bu suçlarda ilk hareketi ikinci hareketi
gerçekleştirmek kastıyla yaptığı takdirde ikinci hareketi
gerçekleştiremese de teşebbüsten sorumlu tutulur.
• Serbest Hareketli Suçlar: Bir suçun kanuni tanımında o suçu
oluşturan hareketin şekli hususunda bir özelleştirme yapılmamışsa
serbest hareketli suçtan bahsedilir. Örneğin TCK’nın 81. maddesinde
düzenlenen kasten öldürme suçunda, öldürme neticesini meydana
getirecek hareketin ne olduğu belirtilmemiştir.
• Bağlı Hareketli Suçlar: Bir suçun kanuni tanımında hangi tür
hareketlerle işleneceği belirtilmişse bağlı hareketli suçlardan
bahsedilir. Bağlı hareketli suçlar ancak kanunda gösterilen
hareketlerle işlenebilir. Örneğin yağma suçu bağlı hareketli bir
suçtur. Çünkü yağma suçunun kanuni tarifinde cebir veya tehditle bir
malın alınmasından bahsedilmektedir.

• Seçimlik Hareketli Suçlar: Suçun kanuni tanımda birbirinin alternatifi olarak


gösterilen birden fazla hareketle işlenebilen suçlara seçimlik hareketli suçlar
denir. Kanuni tanımda gösterilen seçimlik hareketlerden herhangi birisinin
gerçekleştirilmesiyle suç oluşur. Örneğin, kasten yaralama (TCK m. 86), hakaret
(TCK m. 85), mala zarar verme suçu (TCK m. 151) seçimlik hareketli suçlardır.
• Kesintisiz (Mütemadi) Suçlar: Bir suçun kanuni tanımda gösterilen hareketin
icrasının devam ettiği suçlara kesintisiz suç denir. Örneğin, kişiyi hürriyetinden
yoksun kılma (m. 109), suç işlemek için örgüt kurma (m. 220) suçları. Mütemadi
suçlarda suçun tamamlanması ve bitmesi farklı zamanlarda gerçekleşebilmektedir.
Bir suçun ani mi mütemadi mi olduğunu tespit etmenin ceza ve ceza muhakemesi
hukuku bakımından önemli sonuçları vardır. (teşebbüs, iştirak, meşru savunma,
zaman bakımından uygulama, kusur yeteneği, yetkili mahkemenin tayini gibi)
Netice
• Suçun kanuni tanımında yer alan maddi unsurlardan bir diğeri de neticedir.
• Netice, hareketin dış dünyada meydana getirdiği değişikliktir. Ancak gerçekleştirilen
fiilin dış dünyada meydana getirdiği her değişiklik değil, sadece suçun kanuni
tarifinde unsur olarak yer alan değişiklik neticeyi ifade etmektedir
• Çağdaş ceza hukukunda neticesiz suç olmaz anlayışı geçerli değildir. Bu nedenle,
netice suçun kanuni tarifinde ayrıca gösterildiği hallerde suçun unsurunu
oluşturur.
• Suçun kanuni tarifinde neticeye unsur olarak yer verilen hallerde, suçun
tamamlanabilmesi için bu neticenin gerçekleşmesi gerekir.
• Kanuni tarifinde neticeye unsur olara yer verilip verilmemesine göre suçlar, sırf
hareket suçları ve neticeli suçlar şeklinde ikiye ayrılmaktadır.

Netice

• Netice hareketin dış dünyada suçun kanuni tarifinde yer alan değişikliği meydana
getirmesidir.
• Suçun kanuni tarifinde neticenin bulunup bulunmamasına göre suçlar neticeli suçlar ve sırf
hareket suçları şeklinde ikiye ayrılmaktadır.

NETİCELİ SIRF HAREKET


SUÇLAR SUÇLARI
• Sırf hareket suçları: Tamamlanması için neticenin aranmadığı suçlara
sırf hareket suçları denilmektedir. Örneğin konut dokunulmazlığını ihlal
(TCK m. 116), yalan tanıklık (TCK m. 272) ve hakaret (TCK m. 125)
suçları.
• Neticeli Suçlar: Kanuni tanımında hareketten ayrı olarak, hareketin
konusu üzerinde, ondan yer ve zamansal olarak ayrılabilir bir etkiyi
gerektiren, yani kanuni tanımında, dış dünyada hareketten ayrılabilen
bir neticenin meydana gelmesinin arandığı suçlara neticeli suçlar denir.
Örneğin kasten öldürme (TCK m. 81), kasten yaralama (TCK m. 85).
• Neticeli suçların özel bir grubunu da netice sebebiyle ağırlaşan suçlar
oluşturmaktadır.

Nedensellik Bağı

• Hiç kimse kendi hareketinin neden olmadığı bir neticeden sorumlu


olmaz. Sorumluluk için öncelikle nedensellik bağı gerekir.
• Hareket ile netice arasındaki neden sonuç ilişkine nedensellik bağı
denir.
• Nedensellik bağı, neticeye yapısında unsur olarak yer veren suçlarda
mümkündür. Sırf hareket suçlarında, maddi unsurlar arasında netice ve
nedensellik bağı yer almamaktadır.
• Nedensellik bağı kanunda düzenlenmemiştir, doğal bir olgudur.
• Nedensellik bağının varlığı sorumluluk için şart ama yeterli koşul
değildir. Neticenin faile, onun bir eseri olarak yüklenebildiği hallerde
nedensellik bağının varlığından bahsedilir (objektif isnadiyet teorisi).
Nedensellik Bağı Ve Objektif İsnadiyet

• Neticeli suçlarda failin bir neticeden dolayı sorumlu tutulabilmesi için öncelikle failin
hareketi ile netice arasında nedensellik bağının bulunması gereklidir. Bu durum yeterli
olmayıp neticenin faile isnat edilebilmesi gerekmektedir.
• Bir neticenin bir kişinin davranışına isnadiyeti normatif ölçütlerle belirlenir. Hareket ile
netice arasındaki bağın tespitinde şu teoriler bulunmaktadır:

Uygun Objektif
Şart Teorisi Sebep İsnadiyet
Teorisi Teorisi

Şart Teorisi

• Bu teoriye göre bir netice birden çok şartın bir araya gelmesiyle
gerçekleşirse bu şartlardan her biri neticenin oluşması bakımından
zorunludur.
• Neticeyi meydana getiren tün şartlar eşit değerde olup önemli,
önemsiz ayrımı yapılamaz. Neticenin meydana gelmesi için olmazsa
olmaz olan her şart ceza hukuku bakımından sebeptir. Conditio sine
qua non (olmasaydı olmazdı)
• Hareket yapılmasaydı dahi netice meydana gelecek idiyse o hareket netice bakımından nedensel
değildir.
• İcra hareketlerinin başlamasından sonra başka bir kişinin hareketiyle neticenin meydana gelmesi
durumda öne geçen nedensellik söz konusu olur. A, B’nin ilacına öldürücü zehir katar. B C’nin
kendisini silahla vurmasıyla ölür.
• Birbirinden bağımsız birden çok şartına aynı anda bulunması ve her birinin neticeyi meydana getirmeye
elverişli olması durumunda alternatif nedensellik söz konusu olur. A ve B birbirinden bağımsız C’ye
öldürücü ilaç verir ve C ölür.
• Hareketlerden her biri neticeyi meydana getirmeye elverişli değilken bir araya gelmesiyle netice ortaya
çıkıyorsa kümülatif nedensellik söz konusu olur. A ve B C’nin çayına tek balına öldürücü olmayan
zehir katar. C bu iki zehrin birleşimiyle ölür.
• Failin fiiliyle bağlantılı ancak başka bir hareketten neticenin meydana gelmesi durumunda atipik
nedensellik söz konusu olur. A, B’ye öldürücü şekilde ateşe eder. B ambulansla giderken kaza sonucu
ölür.

• Şart teorisi sorumluluk alanını çok genişletmektedir. (ölüm-silah-icat)


• Olmazsa olmaz koşulu bakımından alternatif nedensellik sorununu çözümleyememektedir.
Bu olayda A “benim zehir koyma hareketim olmasaydı netice meydana gelecekti çünkü
B’nin koyduğu zehirle ölecekti” dediğinde ve A da aynı hususu B için ileri sürdüğünde, her
ikisinin hareketinin netice bakımından nedensellik değeri taşımadığı gibi hatalı bir sonuca
varılacaktır.

• Kümülatif nedensellikte de olmazsa olmaz koşulu gereği herkesi fail kabul etmektedir. Bu
da ceza hukuku bakımından sorunludur fail kendi eseri olmayan bir sonuçtan dolayı
cezalandırılmaktadır.
• Atipik nedensellikte de sorumluluğu son derece genişletmektedir.
Uygun Sebep Teorisi

• Uygun sebep teorisi nedensellik bağını hukuki bir fenomen olarak kabul
etmektedir. Buna göre bir neticenin meydana gelmesine sebebiyet veren
hareketlerden yalnızca neticeyi meydana getirmeye elverişli olan hareket veya
hareketler nedensellik değeri taşır.
• Elverişlilik değerlendirmesi üçüncü kişinin ortak tecrübe kurallarına ve hayatın
olağan akışına göre değerlendirmesiyle tespit edilecektir. Öncelikle üçüncü kişi
tarafından objektif bir değerlendirme yapılır. Daha failin bu durumu öngörüp
öngöremeyeceği değerlendirilir. Eğer failin kusuru varsa cezalandırılır. Aksi
halde cezalandırılmaz. Esasen sorunu kusur çerçevesinde değerlendirmekte ve
bu sebeple eleştirilmektedir. Her olaya uygulancak kesin ölçüler vermekten
uzaktır.

Objektif isnadiyet Teorisi

• Nedensellik bağının tespit edilmesinden sonra gerçekleşen tipik neticeden failin sorumlu
olması için ikinci aşamada neticenin kişiye objektif olarak isnad edilebilirliği
araştırılmalıdır. Nedensellik bağının varlığına rağmen neticenin faile objektif olarak isnad
edilememesi halinde, failin söz konusu tipik neticeden sorumlu tutulmayacağı sonucuna
ulaşılacaktır. Bir hareketin suçun konusu bakımından izin verilen riski aşan bir tehlike
doğurması ve bu tehlikenin tipe uygun netice olarak gerçekleşmesi halinde netice, faile
objektif olarak isnad edilebilecektir.
Çeşitli haller objektif isnadiyetin kalkmasına yol açar. Bunlar;
*riski azaltıcı haller,
*tehlikenin hukuken önem taşımayacak ölçüde artırıldığı haller,
*izin verilen risk halleri,
*tehlikenin netice olarak gerçekleşmediği haller,
*normun koruma alanına girmeyen haller,
*hukuka uygun alternatif davranışlardır.

Tehlikenin hukuken önem taşımayacak ölçüde


artırıldığı haller:
• Failin fiili hukuki değerin ihlali açısından hukuken önem taşımayacak ölçüde bir tehlike
doğruyorsa bu hallerde de objektif isnadiyet yoktur. Hayatın olağan faaliyetlerine neden
olunması belli bir risk veya tehlike doğursa bile bunlar hukuken önem taşımayan
tehlikelerdir. Örneğin, kişinin bir başkasına ormanda yürüyüş yapmaya ikna etmesi ve
kişinin ormanda yaptığı yürüyüş esnasında yıldırım çarpması sonucu ölmesi ya da bir
kişinin arkadaşına belirli bir yerde tatil yapma önerisinde bulunması ve öneri üzerine tatile
gitmekte olan kişinin uçağının düşmesi sonucu yaşamını yitirmesi durumunda yürüyüş
yapmaya ikna eden ya da tatil önerisinde bulunan kişilerin fiilleri ile meydana gelen ölüm
neticeleri arasında nedensellik bağı bulunmasına rağmen bu neticeler, ikna eden ya da
öneride bulunan kişilere objektif olarak isnat edilemeyecektir.
Riski azaltıcı haller:

• Bu hallerde fail, neticenin gerçekleşmesini zamansal olarak ertelediği ya da daha hafif bir
neticenin meydana gelmesine neden olduğu için meydana gelen bu netice faile objektif
olarak isnad edilemez. Örneğin, arabaya çarpacak olan kişiyi, kurtarmak için kaldırıma itip
yaralanmasına neden olan kişiye yaralama suçu isnad edilemez

İzin verilen risk halleri:

• Failin hukuken önem taşıyan bir risk doğurması halinde bu riskin, “izin verilen risk”
kapsamında olması durumunda ortaya çıkan netice faile objektif olarak isnad edilmez. Söz
gelimi, trafik kurallarına uygun davranılsa dahi karayolu trafiği hayat, sağlık ve ya
malvarlığı bakımından tehlikeli bir faaliyettir. Aynı şekilde endüstri faaliyetleri, spor
faaliyetleri gibi tüm faaliyetler açısından bu durum geçerlidir. Ancak kamusal yarar
açısından bu faaliyetlere hukuken izin verildiği için önemli bir risk doğursalar da bu riskler
sonucu meydana gelen neticeler kişiye objektif olarak isnat edilmez. Örneğin; A kurala
uygun araç sürmesine rağmen başka bir araçla çarpışıp B‟nin ölümüne yol açması
durumunda A B‟nin ölümüne neden olmuştur, fakat bu netice A‟ya isnat edilmez. Yine
tehlike taşıyan sportif karşılaşmalarda kurala uygun davranılmasına rağmen kişiler
yaralanıp, ölebilmektedir. Örneğin; bir boks maçında meydana gelen ölüm gibi.
Tehlikenin netice olarak gerçekleşmediği
haller:
• Tipik netice, failin sebebiyet verdiği tehlikenin gerçekleşmesi olarak ortaya çıkmamışsa bu
durumda netice faile objektif olarak isnad edilmez. Örneğin, silahla yaralanan kişinin,
kaldırıldığı hastanede çıkan yangın sonucu ölmesi olayında fail silahla ateş ederek hukuken
izin verilmeyen bir tehlike yaratmıştır ancak ölüm bu tehlikenin gerçekleşmesi şeklinde
değil yangından dolayı meydana gelmiştir. Hastanede bulunmak kişinin bir yangında
ölmesi bakımından hukuken önem taşıyan tehlikeli bir durum olarak nitelendirilmez. Buna
karşılık hukuken önem taşıyan bir tehlike doğmuşsa nedensellik bağındaki önemsiz
sapmalar, meydana gelen neticenin faile objektif olarak isnad edilmesini engellemez.
Örneğin; yüzme bilmeyen B „yi köprüden ırmağa atan A, B boğularak değil köprüden
atılırken kafasını bir taşa çarparak ölse dahi burada ölüm köprüden atma hareketinin
doğurduğu tehlikenin gerçekleşmesi şeklinde ortay

Normun koruma alanına girmeyen haller:

• Meydana gelen tipik netice, davranış normunun koruma alanına girmez ise faile objektif
olarak isnad edilmez. Örneğin; kişinin kasten kendisini tehlikeye attığı bir duruma katkıda
bulunulması halinde objektif isnadiyet bulunmamaktadır. Örneğin, eroini olan fakat
şırıngası olmayan A‟ya şırınga temin eden B, elindeki eroinin çok saf ve tehlikeli olduğu
hususunda A‟yı uyarır. Buna rağmen eroini alan A, ölür. A kendine bilinçli olarak zarar
verdiğinden, bu ölüm B‟ye isnad edilemez
Hukuka uygun alternatif davranışlar:

• Hukuka uygun davranılsaydı dahi aynı netice kesin olarak ortaya çıkacaktı denilebiliyorsa
objektif isnadiyet yoktur. Örneğin, İşçilere dezenfekte etmeden deri temizletilmesi
olayında, bir bakteri işçilerin hastalanmasına neden olur. Ancak daha sonra, bu bakteriye
karşı hiçbir dezenfekte maddesinin etki göstermeyeceği anlaşılır. (dezenfektan edilmemiş
edilse de ölünecekti)

• Objektif isnadiyet Teorisi


hareket ile netice arasındaki bağın varlığı tespitte şart teorisinin ilkelerinin
benimsenmesini, fakat neticeye sebebiyet veren her hareket eşit değerde
olmadığından doğal anlamda nedenselliğin hukuki bir değerlendirmeyle
tamamlanmasını esas alır.
• Ceza hukuku bakımından sadece sebep-sonuç ilişkisi yeterli değildir. Bundan
başka bir neticenin faile insan olma özelliğinden kaynaklanan kabiliyet
durumuna göre kendi eseri olarak yüklenip yüklenemeyeceği de önemlidir.
• Şart teorisi anlamında bir insan hareketinin sebebiyet verdiği netice faile, ancak,
hareketinin suçun konusu üzerinde hukuken tasvip edilmeyen önemli bir tehlike
(veya risk) yaratması ve kendini tipik olarak neticede gerçekleştirmiş olması
halinde objektif olarak yüklenebilir.
Objektif İsnadiyet Teorisi

• Bu teoride şart teorisini esas alarak bir değerlendirme yapar. Ancak hareketle
netice arasında doğal bir olgu olan nedensellik bağını hukuki bir
değerlendirmeye tabi tutar.
• Netice faile ancak, hareketin suçun konusu üzerinde hukuken tasvip edilmeyen
önemli bir tehlike (veya risk) yaratması ve kendini tipik olarak neticede
gerçekleştirmiş olması olması halinde objektif olarak yüklenebilir.
• Neticenin faile yüklenebilmesi için, hareket ile netice arasında nedensellik bağı
bulunmalı, atipik bir gelişme olmamalı(meteor), fail olayın gelişimine egemen
olmalı, netice gerçekleşmiş olmalı, netice normun koruma alanının dışında
olmamalıdır.

Suçun Nitelikli Unsurları


• Kanun koyucu temel suç tipine eklediği bazı unsurlarla o suçun daha
ağır veya daha hafif cezalandırılmasını isteyebilir. Nitekim kanunda
çoğu suçların temel şekli yanında cezayı ağırlaştıran veya hafifleten
hallerine de yer verilmiştir. İşte suçun temel şekline ilave edilen bu
unsurlara suçun nitelikli unsurları denir.
• Suçun nitelikli halinde, suçun temel şeklinin bütün unsurları vardır
ve ayrıca temel suç tipinin cezasını ağırlaştıran veya hafifleten bir
sebep de bulunmaktadır. Örneğin kasten yaralamanın silahla
işlenmesi (m. 86/3).
• Nitelikli haller;
- Failin veya mağdurun sıfatından kaynaklanan sebeplere (fail veya
mağdurun kamu görevlisi olması),
- Fail ve mağdur arasındaki ilişkiden kaynaklanan sebeplere
(akrabalık),
- Suçun konusuna ait bir özelliğe (örneğin kamunun kullanımına
sunulmuş malın çalınması (m. 142/1).)
- Fiilin işlendiği yer ve zamana (hırsızlık suçunun gece vakti işlenmesi
gibi (m. 143).
- Fiilin işleniş şekline (örneğin suçun silahla işlenmesi),
- Fiilin işlenişiyle güdülen amaç veya saike (örneğin kan gütme
saikiyle öldürme), dayanabilir.

TİPİKLİĞİN SÜBJEKTİF UNSURU


• Tipikliğin manevi unsuru denilince, bundan kişi ile işlediği fiil
arasındaki manevi bağ anlaşılır.
• Kişi ile gerçekleştirdiği davranış arasında manevi bir bağ yoksa bu
davranış fiil niteliği taşımaz ve dolayısıyla bir suçun varlığından söz
edilemez.
• Tipikliğin manevi unsurlarının varlığı halinde, ancak o fiil sübjektif
olarak da failine isnat edilebilir. Bu nedenle failin, tipik haksızlık
unsurlarının tümü bakımından kasten veya taksirle hareket ettiğinin
de belirlenmiş olması gerekir.
• Sübjektif tipiklik çerçevesinde iki farklı husus göz önünde
bulundurulmalıdır:
1) Sübjektif tipikliğin gerçekleştiğinin kabul edilebilmesi, failin her bir tipiklik
unsuru bakımından kasten hareket ettiği tespitine bağlıdır. TCK’nın 21.
maddesinde “suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır” denilmek suretiyle bu
husus ifade edilmiştir. Bu kural kanunlardaki her bir suç tanımıyla birlikte
okunması gereken kuraldır. Kanunda aksi belirtilmedikçe (yani taksirle
işlenebileceği açıkça öngörülmedikçe) suçun oluşumu failin kasten hareket
etmesine bağlıdır.
• Özetle, ceza hukuku sübjektif tipiklik bakımından kural olarak kastı aramaktadır,
cezalandırılan taksirli hareketler ise istisnadır. Bu nedenle, ancak kasten işlenen
hareketler cezalandırılabilir, kanunda açıkça cezalandırılabileceği belirtilmedikçe
taksirli hareketler cezalandırılmaz (TCK m. 21/1 c. 1, m. 22/1).
• Dolayısıyla kural olarak kast, istisnai olarak da taksir manevi unsurun temel iki
şeklini oluşturmaktadır. Neticesi sebebiyle ağırlaşan suçlarda ise kast ve taksir
kombinasyonu bulunmaktadır.

2) Bazı suç tiplerinde, yapısal unsur olarak, kastın dışında başka sübjektif tipiklik
unsurları da aranmaktadır. Bunlar ilgili suç tipinde açıkça düzenlenirler ve kural olarak
da özel bir maksattan, özel bir bilmeden veya failin özel bir saikinden ibarettirler.
• Kasta tipikliğin genel sübjektif unsuru, bu unsurlara ise tipikliğin özel sübjektif
unsurları denilmekte ve bunlar çoğunlukla (maksat ve bilme de) kastın kuvvetli
tezahürlerini oluşturmaktadırlar. Buna karşılık failin saikinin özel olarak arandığı
hallerde, kastın ayrı bir görünüm şekli söz konusudur.
• Özel bir maksat örneğin şantaj suçunda (TCK m. 107/2) ve hırsızlık suçunda (TCK m.
141) “kendisine veya başkasına yarar sağlamak maksadıyla” şeklinde ifade edilmiştir.
Bilmenin özel olarak arandığı suçlara ise iftira suçu (TCK m. 267) örnek olarak
gösterilebilir. Bu suçun sübjektif tipinin gerçekleşmesi bakımından failin “işlemediğini
bildiği halde” bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat etmesi gerekir. Saik bakımından
ise kasten öldürmenin nitelikli hallerinden, kan gütme veya töre saikini (TCK m. 82/ f.
1, bent j ve k) örnek olarak zikredebiliriz.
KAST VE TAKSİR
• Kanunumuzun 21/1. ve 22/1. maddelerindeki düzenlemelerden de açıkça
anlaşılacağı üzere, kast ve taksir, kural ve istisna ilişkisi içinde
bulunmaktadır.
• Kural olarak kast, her suçun zorunlu bir unsurudur. Fiilin asıl işleniş
şeklini kast oluşturur. Kanunumuzda, çok az sayıda suçun taksirle
işlenebileceği kabul edilmiştir.
• Kast ve taksir, zorunlu olarak, bir kişiye karşı işlenen fiilde birlikte
bulunamaz. Yani aynı hareketle, aynı suç tipi bakımından ve aynı konu
veya mağdurla ilgili olarak, aynı anda kasten ve taksirle hareket edilemez.
• Örneğin fail, mağdurun kafasına demir çubukla sert bir şekilde vurarak
onu öldürse, ya kasten (olası) ya da taksirle (bilinçli) öldürme suçunu
işlemiş olur. Dolayısıyla bu olayda failin hem kasten hem taksirle bu suçu

Tipikliğin (Suçun) Manevi Unsurları

KAST TAKSİR

DOĞRUDAN BİLİNÇLİ
OLASI KAST TAKSİR
KAST TAKSİR
Kast
• TCK, kastı, haksızlığın bir unsuru olarak kabul etmiştir (Bkz. TCK m.
21/1, 30/1 ve 4 ve 40/1). Çünkü 21/1. maddede, suçun oluşmasının
kastın varlığına bağlı olduğu belirtildikten sonra, kast, “suçun kanuni
tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi” şeklinde
tanımlanmıştır. Suçun kanuni tanımındaki (yani haksızlık tipindeki)
tüm unsurlar fail tarafından bilinmedikçe kasten işlenen bir suçtan
bahsedilemeyecektir.
• Kast, kusurun bir unsuru veya türü değildir.
• Kast suçun kanuni tanımında (tipte) belirtilen unsurları gerçekleştirme
iradesini, fiilin ifade ettiği haksızlığın bir unsurunu teşkil etmektedir.

• Kusur, işlediği hukuka aykırı fiil nedeniyle kişi hakkında kınama


yargısında bulunulmasını ifade eder.
• Kusur suçun unsurunu oluşturmamakla birlikte, fail hakkındaki ancak
kasten veya taksirle işlemiş olduğu fiil yüzünden kınama (kusur)
yargısında bulunulabilir.
• “Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek
gerçekleştirilmesidir” (m. 21/1). Buna göre kastın, bilme ve isteme
olmak üzere iki unsuru bulunmaktadır.
• Kastın varlığı için, failin hem suçun kanuni tanımında yer alan
unsurlar bakımından bilgiye sahip olması (bilme), hem de bu
unsurların gerçekleştirilmesi hususunda kesin, kat’i bir iradeye
sahip olunması (istenme) gerekmektedir.
• Bilme kapsamındaki unsurları; fiil, netice suçun kanuni tanımda unsur olarak öngörülmüş
ise bu netice, neticeli suçlarda nedensellik bağı, suçun konusu, failin veya mağdurun
niteliği, nitelikli unsurlar ve hukuka uygunluk sebeplerinin maddi koşulları, olarak
belirtebiliriz. Failin kasten davranabilmesi için neticeli suçlarda nedensellik bağı da esas
hatlarıyla bilinmelidir. Nedensellik bağında yanılmayla ilgili tartışmalı bir husus, failin
birinci hareketini icra ettikten sonra neticenin meydana geldiğini zannedip, ikinci hareket
yapması ve neticenin, failin ikinci hareketinden sonra gerçekleşmesidir. Örneğin, A, B‟nin
boğazını ip ile sıktıktan sonra, gerçekte baygın olan mağduru öldü zannederek göle atar ve
ölüm neticesi de mağdurun gölde boğulmasıyla gerçekleşir. Failin kastının nedensellik
gelişimini bütün ayrıntılarıyla içermesi zorunlu olmadığından ve netice de faili objektif
isnad edilebildiğinden bu gibi durumlarda kasten işlenerek tamamlanmış tek suç vardır.

• İsteme unsuru; Kastın bilme unsuru bilişsel, entelektüel alana dahil olmasına karşılık,
isteme unsuru suçun maddi unsurlarının gerçekleştirilmesine yönelik iradeyi ifade
etmektedir. Neticeli suçlarda, failin asıl kastettiği neticenin yanı sıra, başka neticelerin de
ortaya çıkması muhakkaka yakın ise, failin bu neticeler. Örneğin; bir araca belli bir kişiyi
öldürmek için güçlü bir bomba yerleştiren fail, suçun maddi unsurlarını mümkün
olabildiğince bilmektedir. Ancak bombanın patlamasıyla sadece hedef aldığı kişiyi değil
onun yanında bulunan kişileri de kesine yakın bir ölçüde öldüreceğini bilmesinden dolayı
sadece hedef aldığı kişinin değil diğer kişilerinde ölmesini istediği kabul edilir. Örneğin, bir
uçağa B‟yi öldürmek üzere bomba yerleştirilmesi olayında, bombanın patlaması sonucunda
uçaktaki diğer kişilerin öleceğini muhakkaka yakın bir şekilde tasavvur edilmekte
olduğundan, doğrudan kast vardırri de istediği kabul edilir
• Kastın Kapsamı: Kastın kapsamına suçun kanuni tanımındaki unsurlar
girmektedir. Bunlar fiilin haksızlık tipini (dar anlamda tipiklik) oluşturan
tüm unsurlardır. Bu unsurların belirlenmesinde Kanunun 30.
maddesindeki hataya ilişkin düzenlemelerden yararlanılabilir. Buna
göre, haksızlığın maddi unsurları, nitelikli unsurları ve hukuka
uygunluk sebeplerinin maddi şartları kastın kapsamına girmektedir.
• Haksızlığın yazılı olan ve olmayan unsurları kastın kapsamına
girmektedir.
• Suçun kanuni tarifinde açıkça yer alsa bile (geniş anlamda tipiklik),
haksızlık tipinin unsurunu oluşturmayan hususlar, (objektif cezalandırma
şartları, şahsi cezasızlık sebepleri veya cezada indirim yapılmasını
gerektiren şahsi sebepler), kastın kapsamına dahil değildir.
• Fiilin, haksızlık teşkil ettiğine ilişkin bilinç (fiilin hukuka aykırılığı
bilinci) kastın değil, kusurluluğun kapsamındadır.

Kastın Aranacağı Zaman


• Kastın “suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek
gerçekleştirilmesi” şeklindeki tarifinden, failin fiili icra ettiği sırada kasta
sahip olması gerektiği sonucu çıkarılmaktadır.
• Buna göre, suçun icra hareketlerinin gerçekleştirildiği sırada kastın
bulunması gerekir. Failin kastı, tipikliği gerçekleştiren hareketle birlikte
bulunmalıdır. Örneğin öldürme kastı fail tarafından seçilen öldürme
hareketi (ateş etme, zehirleme) ile birlikte (eş zamanlı) mevcut olmalıdır.
• Şu halde, tipikliği icra eden hareketten önce veya daha sonra mevcut olan
bir kastın önemi yoktur.
• Sonradan eklenen kasıt mümkündür.
• Kast, fail tarafından netice için gerekli olarak görülen fiili bitirinceye
kadar mevcut olmalıdır. Çok hareketli suçlarda ise kast, ilk hareketin
yapılması sırasında ikinci hareketin yapılmasına da yönelmelidir.
Kastın Türleri
• Kastın bilme unsuru derecelendirilebilir ve sadece mutlak bilmeyi
değil, bunun yanında tipikliğin gerçekleştirilmesi bakımından sırf
olabilirlik tasavvuruna kadarki ihtimal yargısını da kapsar.
• Bu itibarla failin işlediği suçun maddi unsurları hakkındaki
bilgisinin derecesine göre kastı, doğrudan kast ve olası
(muhtemel, gayri muayyen) kast şeklinde ikiye ayırmak
mümkündür.
• Kanunumuzun 21. maddesinde bu ayrıma uygun olarak, 1. fıkrada
doğrudan kast, 2. fıkrada ise olası kast tarif edilmiştir.

Doğrudan Kast
• Doğrudan kastta, failin, suçun bütün maddi unsurları hakkındaki bilgisi
tamdır, kesindir.
• Bir suçun işlenmesini kararlaştıran failin bu suçun kanuni tanımındaki
maddi unsurların mevcut olduğunu veya fiilin icrası sırasında
gerçekleşeceğini ve özellikle suç tipinde aranan neticenin meydana
geleceğini kesin olarak öngörmesi halinde doğrudan kast söz konusudur..
• Belli bir neticenin gerçekleşmesine yönelik olarak icra edilen fiilin diğer
bazı neticeleri de meydana getireceği günlük hayat tecrübelerimize göre
muhakkak ise, fail bu neticeler bakımından da doğrudan kastla hareket
etmiştir.
• Örneğin sigorta tazminatını alabilmek için bir gemiye bomba koyan
kimse, ya da mirasına konmak için annesinin bindiği uçağa bomba
yerleştiren kişi, gemideki ya da uçaktaki yolcularından bir kaçının
öleceğini kesin olarak öngörmüştür. Failin kastı, gerçekleştirmek
istediği neticeye bağlı ve ondan ayrılması mümkün olmayan bu zorunlu
neticeler bakımından da doğrudan kasttır.
• Ayrıca belirtelim ki, bir suçun kanuni tanımında “bilerek”, “bildiği
halde”, “bilmesine rağmen” gibi ifadelere yer verilmişse (m. 154/2, m.
197/2, 199/2-3), bu suç ancak doğrudan kastla işlenebilir, olası kastla
işlenemez. Çünkü suç tipinde bu ifadelerin kullanılmasıyla, failin tipe
ait unsurları kesin olarak bilmesi aranmış olmaktadır.

Olası Kast
• Olası kast 21. maddenin 2. fıkrasında, “kişinin, suçun kanuni tanımındaki
unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi”
şeklinde tanımlanmıştır.
• Olası kasta ilişkin kanunun bu tanımı, olası kastta bilme unsuru
anlamında öngörmenin yeterli olduğunu; “istemenin” ise gerekli
olmadığını açıkça belirtmiş olmaktadır. Bunu dikkate alarak olası kastı
aşağıdaki şekilde tanımlamak mümkündür.
- Olası Kast: Failin suçun kanuni tanımındaki objektif unsurların
gerçekleşebileceğini ciddi bir şekilde mümkün görmesine rağmen, fiili
işlemek suretiyle tipikliğin gerçekleşmesini kabullenmesidir. Bilinçli
taksirde istememe var buradaki kabullenmeyi isteme olarak öngörmek
lazım.
• Olası kastta da, doğrudan kastta olduğu gibi, bir suçun kanuni
tanımındaki maddi unsurların gerçekleşebileceği fail tarafından
öngörülmektedir. Ancak olası kastta, doğrudan kasttan farklı olarak,
bu unsurların gerçekleşmesi muhakkak değil, muhtemel
addedilmektedir.
• Failin muhtemel addettiği unsur, haksızlığın neticesi olabileceği gibi,
suçun diğer maddi unsurları da olabilir.
• Olası kastta öngörülmesine rağmen fiilin işlenmesi suretiyle
kabullenilen tipiklik unsuru genellikle netice olarak karşımıza
çıkmaktadır. Bu netice failin esasen maksadını oluşturabileceği gibi,
maksadın dışında kalan neticeler de olabilir.

• Örneğin öldürmek istediği A’ya ateş eden B, A’nın yanındaki C’ye de


kurşunun isabet edebileceğini mümkün ve muhtemel olarak tasavvur
etmesine rağmen, ateş etmeye devam ederek C’nin yaralanmasına veya
ölmesine sebep olursa, bu neticeden olası kastı dolayısıyla sorumlu
tutulacaktır.
• Olası kastta ne bilme ne de isteme unsuru tam olarak tezahür etmektedir.
Fakat en azından failin tipikliğin gerçekleşmesini muhtemel görmesi ve
neticeyi de tasvip edici bir şekilde kabullenmesi halinde, olası kasttan
bahsedilir. Olası kastın bilme ve isteme unsuru tam olarak tezahür
etmediği için haksızlık içeriği azdır. Bu nedenle, kanunda olası kast için
indirimli ceza öngörülmüştür.
Olası Kastın Unsurları

• Olası kast, kastın bir türü olduğuna göre, bu kast şeklinde de, tam
olmasa da, bilme ve isteme unsurları aranmaktadır;
• Tipikliğin gerçekleşmesinin muhtemel olarak öngörülmesi
olası kastın bilme unsurunu;
• bu ihtimal öngörmesinin yanı sıra failin fiilinin sebebiyet
verebileceği neticenin gerçekleşmesini kabullenmesi veya
kayıtsız kalması ya da katlanması ise isteme unsurunu
oluşturmaktadır.

• Buna göre olası kastın varlığı için şu üç koşulun bulunması


gerekmektedir:
• 1- Fail, tehlikenin varlığını bilecek (yani tipikliğin gerçekleşmesi
tehlikesini mümkün görecek). Fail tehlike halini bilmiyorsa, olası
kastın kabulü söz konusu değildir. Bu durumda yalnızca taksirli bir
suçun oluşup oluşmayacağı düşünülmelidir.
• 2- Böyle bir tehlikenin gerçekleşebileceğini ciddiye alacak. Fail,
mevcut koşullara göre tipikliğin gerçekleşmesini mümkün veya
muhtemel görüyorsa, bu takdirde tehlike halini ciddiye almış olur.
Fail, tehlikenin ciddi olarak bilincinde olmasına rağmen, bu tehlike
karşısında hareketini ihmal etmek yerine onu yaptığında olası kast
gerçekleşmiş demektir.
• 3- Tehlikenin gerçekleşmesini kabullenecek (tipikliğin
gerçekleşmesini göze alacak)
Olası Kastın Sonuçları
• Olası kastla işlenen suçlarda cezada indirim
öngörülmüştür.
• Olası kastla işlenen suçlarda teşebbüsün mümkün olup
olmadığı tartışmalıdır.

➢ Olası kastın haksızlık içeriği doğrudan kasta göre daha


azdır.
➢ Olası kasta teşebbüsün mümkün olduğuna ilişkin
görüşler de bulunmakta birlikte, failin fiilinin muhtemelen
sebebiyet vereceği neticelerden cezalandırılması halinde
sorumluluk alanının aşırı genişleyecek olması nedeniyle,
olası kasta teşebbüs mümkün değildir.
Olası Kast

➢ Kişinin suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşeceğini öngörmesine rağmen fiili


işlemesi durumunda olası kast söz konusudur.

ÖNGÖRME KABULLENME

➢ Olası kastı doğrudan kasttan ayıran husus olası kastta neticenin muhakkak değil muhtemel
kabul edilmesidir.

➢ Olası kast ile bilinçli taksirin birbirine yakınlığı


nedeniyle bu ikisi arasındaki ayrımını izahı gerekmektedir.
➢ Bu konuda frank formülüne göre fail öyle ya da böyle her
türlü hareketi gerçekleştirirdim diyorsa olası kast, buna
karşılık neticenin gerçekleşeceğini bilseydim hareketi
gerçekleştirmezdim diyorsa bilinçli taksir söz konusudur.
➢ Olası kastta gerçekleşecek netice göze alınırken, bilinçli
taksirde neticenin gerçekleşmeyeceği konusunda fail
kendisine güven duymaktadır.
• Olası kastın özellikle bilinçli taksirden ayrılması bakımından ihtimal teorisi, rıza teorisi,
kabullenme teorisi gibi çeşitli görüşler ortaya atılmıştır. Türk Ceza Kanunu‟nun
uygulanması bakımından kast düzenlemeleri ile bilinçli taksir düzenlemesi sistematik bir
şekilde ele alınıp olası kast düzenlemesi gerekçesiyle birlikte yorumlandığında kabullenme
ölçütü dikkate alınmalıdır. Nitekim gerekçede de “Olası kast durumunda suçun kanuni
tanımında yer alan unsurlardan birinin somut olayda gerçekleşebileceği öngörülmesine
rağmen, kişi fiili işlemektedir. Diğer bir deyişle, fail unsurların meydana gelmesini
kabullenmektedir.” şeklinde ifadelere yer verilmiştir. Bu nedenlerle olası kast, suçun
kanuni tanımında yer alan unsurlardan birinin somut olayda gerçekleşebileceği
öngörülmesine rağmen bu unsurların meydana gelmesinin kabullenilmesi şeklinde
tanımlanmalıdır.

• T.C.
• YARGITAY
• 1. CEZA DAİRESİ
• E. 2012/4268
• K. 2012/7745
• T. 18.10.2012

• • DÜĞÜNDE HAVAYA ATEŞ AÇMA ( Maktülün Mermi


Nedeniyle İç Organ Yaralanmasına Bağlı İç ve Dış Kanama
Sonucu Öldüğü/Sanık Öldürme Suçunun Yasal Tanımındaki
Unsurların Gerçekleşmesini Öngörerek Eylemi
Gerçekleştirdiğinden Olası Kastla Öldürme Suçundan
Cezalandırılacağı - Bilinçli Taksirden Hüküm Kurulamayacağı
)
• • OLASI KASTLA ÖLDÜRME ( Sanığın Düğün Merasimi
Taksir
• Objektif olarak öngörülen özen yükümlülüğünün ihlal edilmesi suretiyle işlenen
suçlara taksirli suçlar denilmektedir.
• Taksirin esasını (haksızlık unsurunu) objektif özen yükümlülüğünün ihlali
oluşturmaktadır. Faile taksirli bir davranışı ancak herhangi bir (yazılı-yazılı
olmayan) özen yükümlülüğünü ihlal ettiği zaman isnat edilebilecektir.
• Taksirin cezalandırılmasının nedeni, toplumun fertlere yüklediği dikkat ve
özen yükümlülüğünün ihlalidir. Bu itibarla ister yetkili merciler tarafından
konulmuş olan normlardan doğsun (hukuk kuralları), ister müşterek tecrübeden
kaynaklansın taksir şekillerinin hepsinde fertlere yüklenilmiş olan dikkat ve özen
yükümlülüğünün ihlali söz konusu olmaktadır. Objektif özen yükümlülüğünün
kaynağını, toplumsal hayatın düzen içinde ve güvenli bir şekilde sürdürülmesiyle
ilgili olarak kanunla veya diğer pozitif düzenlemelerle getirilen kurallar
oluşturabileceği gibi bir başkasının sağlığı, hayatı veya malvarlığı ile ilgili
toplumsal hayatın gerekli kıldığı genel tecrübe kuralları da oluşturabilir. En
nihayetinde model ajan teorisine göre çözümlenmektedir.
• Objektif dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık, 765 sayılı eski TCK’nın 455 ve
459. maddelerinde geçen “tedbirsizlik veya dikkatsizlik veya meslek ve sanatta
acemilik veya nizamat ve emir ve talimata riayetsizlik” ibarelerini karşılayan bir
düzenlemeyi oluşturmaktadır.

• Kanun koyucular taksiri tanımlama konusunda teorik tartışmalar


nedeniyle çekingen davranmakta iseler de, Türk Kanun koyucusu kastı
olduğu gibi taksiri de tanımlamıştır.
• TCK’nın 22. maddesinde taksir, bilinçsiz ve bilinçli taksir şeklinde
ikiye ayrılmış ve her bir taksir şekli tanımlanmıştır.
• Bilinçsiz taksir, “dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir
davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek
gerçekleştirilmesidir” şeklinde tanımlanmıştır (m. 22/2).
• Bilinçli taksir ise “kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın,
neticenin meydana gelmesi hali” şeklinde tanımlanmış ve bilinçli
taksirle işlenen suç için cezada artırım öngörülmüştür (m. 22/f. 3).
• Kanunda taksirin yalnızca kanuni tanımda belirtilen netice ile
ilişkilendirilmiş olması, taksirin tanımı bakımından bir eksiklik teşkil
etmektedir. Örneğin taksirle öldürme suçunda fail meydana gelen ölüm
neticesi açısından taksirle hareket edebileceği gibi, öldürdüğü canlının bir
insan olduğu hususunda da taksirle hareket etmiş olabilir.
• Dolayısıyla neticenin yanı sıra suçun kanuni tarifinde yer alan diğer maddi
unsurları da taksirle (öngörme ile) ilişkilendirmek gerekirdi. Bu çerçevede
kanuni tarifte yer alan bütün maddi unsurları zikretmek yerine; modern
anlayışa uygun olarak “kanuni tanımdaki unsurların gerçekleşmesini” veya
“kanunda tarif edilen fiil modeline uygun bir hadisenin gerçekleşmesini”
taksirin bağlantı noktası olarak belirlemesi yerinde olurdu.
• Nitekim 22. maddenin gerekçesinde, “kanuni tanımda yer alan unsurlardan
birinin öngörülmemiş” olmasından bahsedilmektedir. Kanaatimizce, taksiri
bu şekilde anlamak gerekmektedir.

• Kanunumuza göre, suçun kanuni tarifinde yer alan unsurları bilerek ve


isteyerek gerçekleştiren kişi kasten hareket etmiştir.
• Buna karşılık, ceza kanununda tanımlanan bir fiili istemeyerek özen
yükümlülüğünün ihlali suretiyle gerçekleştiren ve bunu
yükümlülüklerine aykırı bir şekilde müşahede etmeyen (bilinçsiz taksir)
veya böyle bir fiilin gerçekleşmesini muhtemel görmekle beraber
neticenin meydana gelmeyeceğine yükümlülüklerine aykırı olarak
güven duyan (bilinçli taksir) bir kimse taksirle hareket etmiştir.
• Bilinçsiz taksirde fail özen yükümünün ihlali dolayısıyla kanuni tanıma
uygun bir fiilin gerçekleşebileceği ihtimalini düşünmemektedir. İcrai
veya ihmali bir hareketi yapan failin, kanuni tanıma uygun bir fiilin
gerçekleşebileceğini öngörmesi gerekirken, kendisinden beklenen özeni
göstermeyerek böyle bir neticenin meydana gelmesine sebebiyet vermiş
olması halinde bilinçsiz taksir vardır
• Bilinçli taksirde ise fail, suçun konusu bakımından somut bir tehlikenin
varlığını müşahede etmesine rağmen, ya bu tehlikenin derecesini
azımsaması veya kendi yeteneğini abartması ya da şansına güvenmek
suretiyle kanuni tanıma uygun bir fiilin gerçekleşmeyeceğine güven
beslemektedir.
• Bilinçli taksirde fail tehlikenin meydana geleceğini muhtemel
addetmesine rağmen, gerçekleşmeyeceğine güven duymaktadır.

• Örneğin sollama yasağının olduğu bir yerde önündeki aracı geçmek


isteyen bir sürücü, karşıdan bir aracın her an çıkabileceğini ve
dolayısıyla bir kazaya sebebiyet verebileceğini öngörmesine rağmen,
trafik kurallarının gerektirdiği yükümlülüklere aykırı olarak, ya
karşıdan bir aracın gelmeyeceğine yönelik talihine veya kendi
tecrübesine veya aracının donanımına güvenerek “bir şey olmaz”
düşüncesiyle sollamaya girişmekten kendisini alıkoymaz.
• Bu örnekte, fiilinin sebebiyet verebileceği neticeleri somut olarak
öngörmesine rağmen, sırf talih, şans, maharet, güven gibi ceza hukuku
bakımından teorik bir temele dayandıramayacağımız kavramlardan
hareketle, yaptığı fiil nedeniyle birçok kişinin ölümüne sebebiyet veren
kişiyi bilinçli taksirden sorumlu tutmak gerekecektir. Dolayısıyla
bilinçli taksiri, taksirin bir türü olarak değil, olası kast kavramı
içerisinde nitelendirmek teorik esaslara daha uygundur.
Taksirli Suçlarda Haksızlığın Unsurları
• Tipikliğin Maddi Unsurları;
• Özen yükümlülüğüne aykırı davranış,
• Neticeye sebebiyet verme,
• Neticenin objektif isnat edilebilirliği
• Tipikliğin Manevi Unsuru;
• Yalnızca bilinçli taksirde tipikliğin gerçekleşeceği öngörülmesine rağmen
gerçekleşmeyeceğine güven besleyerek hareket etmek
• Hukuka Aykırılık

• Taksirli suçlarda tipikliğin yalnızca objektif unsurlardan ibaret


olduğu, tipikliğin sübjektif unsurlarının bulunmadığı genel
olarak kabul edilmektedir.
• Bu durumda, bir taksirli suçun aşağıda ele alacağımız tipiklik
unsurunun ve dolayısıyla hukuka aykırılık unsurunun
gerçekleştiği belirlendikten sonra, failin davranışının hukuka
aykırılığını (özen yükümlülüğüne aykırı bir davranışta
bulunduğunu) müşahede edip etmediği veya müşahede
edebilecek durumda olup olmadığı, kusur çerçevesinde ele
alınacaktır.
Objektif Özen Yükümlülüğünün İhlali
• Taksirin esasını objektif dikkat ve özen yükümlülüğünün ihlali oluşturmaktadır.
• Özen yükümlülüğü taksirli suçlarda tipikliğin yazılı olmayan unsurunu
oluşturmaktadır.
• Hâkim, somut olayda, fail bakımından objektif olarak gerekli olan özen
yükümlülüğünün ne olduğunu araştırmalı ve failin gerçek hareketiyle emredilen
özenli davranışı karşılaştırmak suretiyle, bunun özen yükümlülüğüne uygun olup
olmadığını belirlemelidir.
• Özen kavramı hem objektif, hem normatif bir kavramdır. Özen yükümlülüğünün
belirlenmesinde objektif esastan hareket edilmelidir. Objektif özen kavramıyla,
failin kişisel özellikleri dikkate alınmaksızın ve failin somut olayda hangi özeni
gösterdiğine bakılmaksızın, genel olarak gerekli olan özen ifade edilmektedir.
• Failin durumundaki makul ve tedbirli bir insanın tercih edeceği davranış, özenli
davranıştır.

• Objektif dikkat ve özen yükümlülüğüne ilişkin davranış normlarıyla


herkesin uymak zorunda olduğu genel bir emir öngörülmektedir.
Ancak bu, sınırsız geçerliliği olan bir emir değildir.
• Objektif dikkat ve özen yükümlülüğü “izin verilen risk” ve “güven
prensibi” olarak adlandırılan ilkelerle sınırlandırılmaktadır.
• Objektif dikkat ve özen yükümlülüğünün kaynağını, hukuk normları
ve müşterek tecrübe olarak ikiye ayırmak mümkündür.
• Hukuk normlarını koyan organın bir önemi olmadığı gibi, bunların
hangi hukuk dalından kaynaklandığının da bir önemi yoktur.
• Hukuk normlarının yanı sıra, toplumun müşterek tecrübeye dayanarak
her ferde veya belirli meslek veya sanatları yapan kimselere yüklediği
dikkat ve özen görevi de vardır.
Tehlike Durumunun Müşahede Edilebilirliği
(Gözlemlenebilirliği)
• Bilinçli taksirde tehlike durumu öngörülür, fakat neticenin meydana
gelmeyeceğine güven duyulur.
• Bilinçsiz taksirde ise, suçun kanuni tanımından belirtilen neticenin
gerçekleşme tehlikesi hiç öngörülmemiştir.
• Şayet gerekli dikkat ve özen gösterilmiş olsaydı, suçun kanuni tanımında
yer alan bir unsurun gerçekleşeceği öngörülecekti denilebiliyorsa, bu fiil
taksirle işlenmiş demektir.
• Öngörülmesi gereken neticenin suçun kanuni tanımında belirtilen netice
olması gerekir.
• Bir davranışın yalnız normal neticeleri değil, fakat mümkün neticeleri de
öngörülebilir nitelikte kabul edilmelidir.

Neticeye Sebebiyet Verme


• Taksirli suçların esasını objektif özen yükümüne aykırı davranmak
oluşturduğuna göre, bu yükümlülüğe aykırı davranmakla taksirle işlenen
haksızlık gerçekleşmiş olur. Ancak taksirli suçlar bugün genellikle zarar suçu
olarak düzenlendiği için, suçun tipikliğinin gerçekleştirilmesi bakımından,
özene aykırı hareketin bir neticeyi gerçekleştirmesi de aranmaktadır.
• Burada neticenin ifade ettiği değersizlik, hareketin ifade ettiği değersizliğe
aittir. Bununla, hareketin ifade ettiği değersizliğin içinde bulunması zorunlu
olmayan, ilave yeni bir tipiklik unsuru getirilmiş olmaktadır.
• Taksirli suçlarda neticenin meydana gelmesi, dikkat ve özen yükümlülüğünün
ihlalinin bir sonucu olmalıdır. Bir başka deyişle, somut olayda gerçekleşen
netice ile failin özen yükümlülüğünün ihlali arasında illiyet bağı bulunmalıdır.
Olası Kast-Bilinçli Taksir Ayrımı

• Bilinçli taksir, kast alanından taksir alanına dâhil edilen uydurma


bir kavramdır.
• Kanunda;
• Bilinçli taksir “kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın,
neticenin meydana gelmesi”
• Olası kast “kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların
gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi”

• Gerek olası kastta, gerekse bilinçli taksirde neticenin fail tarafından


öngörülmesi şarttır.
• Ancak bilinçli taksirde fail tarafından öngörülen ve gerçekleşen netice
istenen bir netice olmadığı halde, olası kastta öngörülen neticenin istenip
istenmemesinden bahsedilmemektedir.
• Olası kastta “öngörülmesine rağmen, fiilin işlenmesi” şeklindeki
ifadeden, failin neticenin gerçekleşip gerçekleşmemesini umursamadığı
sonucuna varılabilecektir.
• Dolayısıyla genel bir ayrımla somut olayda neticenin fail tarafından
istenmediği hallerde, bilinçli taksirin varlığı kabul edilecektir.
Taksirli Suçlarda Kusur
• Kasti suçlarda olduğu gibi taksirli suçlarda da, işlediği haksızlıktan dolayı
kınanabilmesi halinde cezalandırılacaktır.
• Taksirli suçlarda da kusur yargısının oluşması bakımından aranan ilk
unsur, failin yaşı ve aklî sağlığına bağlı olan kusur yeteneğidir.
• Kasten işlenen suçlarda aranan kusurdan farklı olarak, taksirle işlenen
suçlarda kusur ayrıca şu yönlerden değerlendirilmelidir: Kişisel olarak
yapabilirlik kabiliyeti ve özene uygun davranışın failden beklenebilirliği.
• Taksirli suçlarda kusur isnadı, failin kişisel kabiliyetine göre, objektif
olarak mevcut olan özen yükümlülüğünü müşahede edebilecek ve yerine
getirebilecek durumda olmasına bağlıdır (kusurun unsuru olarak kişisel
yapabilirlik).

• Her yükümlülük gibi, dikkat ve özen yükümlülüğünün de yerine


getirilme imkânının bulunması gerekir (kusurun unsuru olarak
özene uygun hareketin beklenebilirliği). Böyle bir imkân yoksa o
yükümlülüğün yerine getirilmesi de istenemez. Böyle bir imkânın
bulunup bulunmadığının belirlenmesinde failin şahsi niteliklerinin
göz önünde tutulması gerekir.
• Taksirli suçlarda kusur, ayrıca, kasten işlenen suçlarda olduğu gibi,
hukuka aykırılık bilincini ve yasak hatasından kaçınılabilirliği de
gerektirir.
Taksirli Suçlarda Kusur Tayini Hakime Aittir
• TCK’nın 22. maddesinin 4. fıkrasında, “Taksirle işlenen suçtan dolayı
verilecek olan ceza failin kusuruna göre belirlenir” denilmektedir.
• Maddenin gerekçesinde de kusurluluğun normatif bir değerlendirmeyle
ancak hâkim tarafından belirleneceği, bu konuda bilirkişi incelemesi
yaptırılamayacağı yerinde olarak ifade edilmiştir. Bu değerlendirmeler
neticesinde failin kusurlu bulunması halinde, kusurunun ağırlığı ve
diğer sebepler de göz önünde bulundurularak suçun kanunda belirtilen
cezasının alt ve üst sınırı arasında bir cezaya hükmedilecektir.

Taksirli Hareketlerin Birleşmesi


• TCK’nın,22/5. maddesinde göre; “Birden fazla kişinin taksirle işlediği
suçlarda, herkes kendi kusurundan dolayı sorumlu olur. Her failin
cezası kusuruna göre ayrı ayrı belirlenir”.
• Birden çok kişinin karşılıklı olarak suçun kanunda tanımlanan neticesine
taksirle sebebiyet vermeleri halinde, her bir kişinin sorumluluğu kendi
kusuru göz önünde bulundurulmak suretiyle fiilin tamamı bakımından
belirlenecek ve bu belirleme yapılırken diğer kişilerin kusurlu olup
olmadığı hususu dikkate alınmayacaktır. Bu konuda şu üç ihtimal söz
konusu olabilir.
• İlk olarak bir kimsenin gerçekleştirdiği taksirli davranış bir
başkasının kasten işlediği suça katkı oluşturabilir.
• Örneğin; bir katilin, suç işlemede kullanacağı zehri elde etmek için
eczacının özensizliğinden yararlanması halinde, eczacının taksiri
ile mağdurun ölümü arasında nedensellik bağının varlığı
konusunda şüphe yoktur ve kasten işlenen fiilin nedensellik bağını
kesmesi de söz konusu değildir. Burada kasten işlenen fiilin
objektif isnadiyetinde de sorun yoktur ve dolayısıyla mesele
taksirle hareket eden failin özen yükümlülüğünün belirlenmesiyle
çözülebilecektir.

• İkinci ihtimal, failin gerçekleştirdiği taksirli davranışa bir


başkasının taksirli davranışının eklenmesidir.
• Örneğin anayol üzerinde bulunan bir binanın yıktırılması işini
üzerine alan müteahhit, yıkma işine başlarken, yoldan geçenlerin
zarara uğramaları ihtimaline karşı binanın yol üzerindeki
cephesine tahta perde kurması gerekirken bunu yapmamıştır.
Ayrıca yıkım işinde çalışan iki işçi de yolda kimsenin bulunup
bulunmadığına dikkat etmeksizin binadan sökülen büyük bir
kalası sokağa atmışlardır. Sonuçta yoldan geçen bir kişi ölmüş
veya yaralanmıştır.
• Son bir ihtimal olarak, failin gerçekleştirdiği taksirli harekete
mağdurun taksirli hareketinin eklenmiş olmasıdır. Burada asıl
ihtimal hem failin, hem de mağdurun taksirli hareketlerinin
neticenin gerçekleşmesine sebebiyet vermiş olmasıdır.
• Bu durumda failin taksirden dolayı sorumluluğu ortadan kalkmaz,
yani taksirler arasında takas yapılamaz.
• Örneğin, fail otomobiliyle azami hız sınırının üzerinde
seyretmektedir. Fakat bu sırada gerekli dikkat ve özeni
göstermeden karşı kaldırıma geçmek isteyen yayaya çarparak
ölümüne veya yaralanmasına neden olmuştur.

Taksirle İşlenen Suçlarda Şahsi Cezasızlık Sebebi ve Cezada


İndirim Yapılmasını Gerektiren Şahsi Sebep
• TCK’nın 22/son maddesine göre, taksirli hareket sonucu neden olunan
netice, münhasıran failin kişisel ve ailevi durumu bakımından, artık bir
cezanın hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olmasına yol
açmışsa ceza verilmeyecektir. Bilinçli taksirle neticeye neden olunmuşsa,
verilecek ceza yarıdan altıda bire kadar indirilebilecektir.
• Bu fıkranın uygulanabilmesi için aranan en önemli koşul, taksirli fiilden
dolayı münhasıran failin kişisel ve ailevi durumu itibariyle zararlı bir
neticenin meydana gelmiş bulunmasıdır. Bu neticenin ayrıca fail hakkında
artık cezanın hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olmasına
yol açmış olması da gerekir.
Neticesi Sebebiyle Ağırlaşmış Suçlar
• 765 sayılı TCK fiilin kastedilenden daha ağır veya başka bir neticeye sebebiyet
vermesi hali bakımından objektif sorumluluk esasını benimsemiş, failin kusurlu
olmasını aramamıştı (TCK m. 451, 452).
• Yeni TCK ise, kasten veya taksirle işlenen bir fiilin sebebiyet verdiği daha ağır veya
başkaca bir neticeden dolayı failin sorumluluğu bakımından en azından taksirin
varlığını arayarak, objektif sorumluluğu kabul etmemiştir.
• Neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçlar, temel suç tipi ve bunun sebebiyet verdiği ağır
neticenin kombinasyonundan meydana gelmektedir.
• Kast-kast kombinasyonu,
• Kast-taksir kombinasyonu,
• Taksir-taksir kombinasyonu

• Örnek:
122
- A, B’yi yaralamak kastıyla hareket eder; ancak,
işlenen fiil neticesinde B ölür.
- Oğlu tarafından kendi haline terk edilen yaşlı ve
hasta baba, bakımsızlıktan dolayı ölür.
- Annesi tarafından cami avlusuna bırakılan bebek,
havanın soğuk olması nedeniyle, akciğerlerini üşütür
ve kalıcı bir hastalığa yakalanır.
• Meydana gelen ağır veya başka netice açısından fail
çoğu zaman olası kastla hareket eder.
• Bu durumda, failin olası kastla gerçekleştirdiği ağır
neticeden dolayı sorumlu tutulması gerekir.
- Üzerinde deney yapılan kişinin ölmesi (m. 90, f. 5),
- İşkence yapılan kişinin ölmesi (m. 95, f. 4),
- Kasten yaralama fiilinin mağdurun vücudunda ağır
etkiler bırakması (m. 87, f. 1 – 3).
123
Netice sebebiyle ağırlaşmış suçlar
• Temel suç, kasten işlenir. Ancak, kastedilenden
daha ağır veya başka bir netice gerçekleşir.
• Kişinin, meydana gelen neticeden dolayı sorumlu
tutulabilmesi için, bu netice açısından en azından
taksire dayalı kusurunun varlığı gereklidir (m.
23).
• Bu sistemde,
- nedensellik bağı temelli sorumluluk izahından,
- objektif sorumluluktan,
vazgeçilmiştir.

• Neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç: Bir fiilin kastedilenden daha ağır veya başka bir
neticenin oluşumuna sebebiyet vermesi halinde, kişinin bu ağır veya başka neticeden
sorumlu tutulabilmesi için en azından taksirle hareket etmiş olması gerekir (TCK md. 23).
İşte kişinin işlemeyi kast ettiği suçtan daha ağır veya başka bir neticenin ortaya çıkması
durumunda neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçlardan bahsedilecektir. Neticesi sebebiyle
ağırlaşmış suçlar, kanunda özel olarak düzenlenmiştir. Örneğin TCK md. 87‟de neticesi
sebebiyle ağırlaşmış yaralama suçu düzenlenmiştir. Keza TCK md. 103/6‟da çocukların
cinsel istismarı suçunun neticesi sebebiyle ağırlaşmış hali düzenlenmiştir. Dolayısıyla
işlenen bir fiillin kast edilenden daha ağır veya başka bir neticenin oluşumuna neden olması
durumunda neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçtan bahsedilebilmesi için tipik olması, yani
kanunda düzenlenmiş olması gerekir. O halde örneğin sopayla dövülerek yaralamak istenen
bir kimsenin kolunun kırılması durumunda, TCK md. 87/3 hükmünde kasten yaralamanın
vücutta kemik kırılmasına veya çıkığına neden olması halinde cezanın artırılacağı hükmüne
yer verildiğinden bu defa TCK md. 23 gereğince bir irdelemenin yapılması gerekir. Keza
bir kimseyi yaralamak amacıyla ateş eden kişinin yaraladığı kimsenin ölmesi durumunda
da TCK md. 87/4 hükmünde kasten yaralama sonucunda ölüm meydana gelmesi hali
düzenlenmiş olduğundan TCK md. 23 gereğince inceleme yapılmalıdır. O halde öncelikle
işlenen fiilin sebebiyet verdiği neticenin neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç olup olmadığının
belirlenmesi gerekir. Olayda neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç hallerinden birinin bulunması
durumunda ilk olarak maddi unsur içerisinde bu durumun irdelenmesi ve tespitin yapılması
gerekir. Ardından neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçun bulunduğunun tespit edilmesi
durumunda manevi unsur başlığı altında TCK md. 23 bağlamında bir irdeleme yapılmalıdır.
Manevi unsur kapsamında kast edilen fiille meydana gelen ağır veya başka neticeye
yönelik olarak kişinin manevi unsurunun belirlenmesi gerekir. Bu belirleme, manevi unsur
kapsamında yer alan kast ve taksire ilişkin bilgiler kapsamında yapılacaktır.
Gerçek Neticesi Sebebiyle Ağırlaşmış Suç
• Neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçlardan bir kısmı failin ağır netice
bakımından mutlaka taksirle hareket etmesini gerektirir.
• Örneğin kasten yaralamanın neticesi sebebiyle ağırlaşmış şeklini
oluşturan ölüm neticesi bakımından failin taksirinin varlığı şarttır
(m. 87/4). Failin ağır netice bakımından kasten hareket ettiğinin
tespiti halinde esasen doğrudan kasten öldürmeye ilişkin hüküm
uygulanır.TCK 81

Görünüşte Neticesi Sebebiyle Ağırlaşmış Suçlar

• Neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçlardan bir kısmında gerçekleşen


ağır neticeler bakımından failin sorumluluğu için en azından
taksirli hareket etmesi aranır. Ancak bu neticeler fail tarafından
kasten de gerçekleştirilebilir.
• Örneğin kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçu bakımından,
“suçun mağdurun ekonomik bakımdan önemli bir kaybına neden
olması” hali (m. 109/4).
127 Amaç veya saik

• Bazı suç tanımlarında, suçun unsurlarına ilişkin kastın


yanı sıra, failin belli bir amaç doğrultusunda veya belli
bir saikle hareket etmesi, bir manevî unsur olarak
aranmaktadır.
• Amaç veya saik, kastla özdeş veya kastın bir türü
değildir.
• Bu sistemde, “genel kast” – “özel kast” ayırımı
terkedilmiştir.

Suç Teorisi

• Amaç veya saik, bazı tanımlarda, suçun temel şekli


128
açısından aranan bir manevî unsurdur.

• Örneğin,
- “Kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla
örgüt” kurmak veya yönetmek (m. 220, f. 1; ayrıca
bkz. m. 78, f. 1; m. 314, f. 1),
- İnsanlığa karşı suçlar açısından, belli fiillerin
“siyasal, felsefî, ırkî veya dinî saiklerle” (m. 77, f. 1)
işlenmesi,
- Göçmen kaçakçılığı suçu açısından, “maddî
menfaat elde etmek maksadı” (m. 79, f. 1),
- Hırsızlık suçu açısından “yarar sağlamak maksadı”
(m. 141, f. 1),
- Tefecilik suçu açısından, “kazanç elde etmek
amacıyla başkasına ödünç para” verilmesi (m. 241),
- Rüşvet suçu açısından, “bir kamu görevlisinin,
129
görevinin gereklerine aykırı olarak bir işi yapması
veya yapmaması için … bir yarar sağlaması” (m. 252,
f. 3),
- Görevi yaptırmamak için direnme suçu açısından,
“kamu görevlisine karşı görevini yapmasını
engellemek amacıyla cebir veya tehdit” kullanılması
(m. 265, f. 1),
- Suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme
suçu açısından “gerçeğin meydana çıkmasını
engellemek amacı” (m. 281, f. 1),
- Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama
suçu açısından, bu değerlerin “gayrimeşru kaynağını
gizlemek ve meşru bir yolla elde edildiği konusunda
kanaat uyandırmak maksadıyla” hareket edilmesi (m.
282, f. 1).
S

• Amaç veya saik, bazı suçlarda, suçun nitelikli şekli


130
açısından aranan bir manevî unsurdur.
• Örnek:
- Kasten öldürme suçunun “bir suçu gizlemek,
delillerini ortadan kaldırmak veya işlenmesini
kolaylaştırmak amacıyla” veya “kan gütme saikiyle”
ya da “töre saikiyle” (m. 82, bent h, i, j),
- Hırsızlık, yağma ve dolandırıcılık suçlarının “bir
hukukî ilişkiye dayanan alacağı tahsil amacıyla” (m.
144, bent b; m. 150, f. 1; m. 159),
- Mala zarar verme suçunun “sona ermiş olsa bile,
görevinden ötürü öç almak amacıyla bir kamu
görevlisinin zararına olarak” (m. 152, f. 1, bent g),
- Belgede sahtecilik suçunun “bir hukukî ilişkiye
dayanan alacağın ispatı veya gerçek bir durumun
belgelenmesi amacıyla” (m. 211),
işlenmesi.
Suç Teorisi )
Hatanın Görünüm Biçimleri

KUSURLULUĞU
KASTI KALDIRAN ETKİLEYEN
HATA HATA HALLERİ

- Maddi Uns. Hata


- Nit. Uns. Hata YASAK HATASI Kusurluluğu
- Doğrudan yasak
- Huk. Uyg. Ned. Mad.
hatası
etkileyen hallerin
Şart. Hata maddi şartlarında
- -Dolaylı yasak
- Hukuka Uyg. Ned.
Sınırında Hata
hatası hata

KASTI KALDIRAN HATA


1. Suçun Maddi Unsurlarında Hata (Unsur Yanılgısı-Fiili Hata)
TCK’nın 30/1. fıkrasında suçun kanuni tanımındaki maddi unsurlara ilişkin
bilgisizliğin kastı ortadan kaldıracağı belirtilmiştir (tipiklik yanılgısı). Hata kastın
bilme unsuru ile ilgili olduğu için, suçun kanuni tanımındaki maddi unsurların
bilinmemesi halinde kasten işlenen bir haksızlıktan bahsedilemez.
• Unsur yanılgısı kastın kapsamında kalan konular hakkında olabilir. Zira kast,
suçun kanuni tanımındaki unsurların bilinmesini gerektirmektedir (m. 21/ f. 1).
• Suçun maddi unsurları içerisine, suçun konusu, fail ve mağdurun özellikleri, fiil,
netice ve nedensellik bağı girmektedir. Kastın kapsamına dâhil olan bu unsurlar
belli bir suçun özel haksızlık içeriğini karakterize etmektedir. Bu hususlardan
herhangi birine ilişkin bilgisizlik veya yanlış tasavvur halinde failin kastı ortadan
kalkar.
• Unsur yanılgısının failin kastını kaldırabilmesi için, failin
tasavvuru, zihninden geçirdikleri gerçeğe uygun olsaydı
işlediği fiil suç teşkil etmeyecekti diyebileceğimiz bir durum
bulunmalıdır.
• Fail suçun konusunun aidiyeti (veya belli bir özelliği)
üzerinde de hataya düşebilir. Kısacası konuyu karıştırabilir.
Failin bu yanılgısı da unsur yanılgısını oluştur.
• Suçun konusu bakımından hata, şahıs hakkında olabileceği
gibi, eşya üzerinde de olabilir. Mağdurun sıfatından
kaynaklanan bir ağırlaştırıcı sebep yoksa ceza sorumluluğu
hususunda bir önemi bulunmamaktadır.

• Suçun maddi unsurundaki hata kastı kaldırır ise de, failin


taksirli sorumluluğu saklıdır.

Suçun maddî unsurlarında hata, somut bir olayda suçun


maddî unsurlarına ilişkin bilgisizliği, eksik veya yanlış bilgiyi
ifade eder.
Bu hata, suça ilişkin kastı ortadan kaldırır (m. 30, f. 1, birinci
cümle).
Gerekli dikkat ve özen gösterilmiş olsaydı böyle bir netice ile
karşılaşılmazdı şeklinde bir yargıya ulaşılabiliyorsa; taksirle
işlenmiş bir haksızlık söz konusu olur. Bu haksızlık kanunda
suç olarak tanımlanmışsa, fail bu nedenle cezalandırılır (m. 30,
f. 1, ikinci cümle).
• Hedefte sapma halinde hata söz konusu değildir.
• Zira hedefte sapma halinde fiil, neticesini, ya seçilen araçların
yetersizliği veya yetenekli şekilde kullanılmaması yüzünden ya
da başka bir sebepten dolayı, istenen konu üzerinde değil, sapma
sonucu başka bir konu üzerinde gerçekleştirmektedir (aberratio
ictus). Hedefte sapma, suçların fikri içtimaı kapsamında
değerlendirilmesi gereken bir durumu oluşturmaktadır.
• Tersine unsur yanılgısı durumunda, örneğin kişinin başkasının zannederek kendi
paltosunu alması durumunda haksızlık gerçekleşmediği için haksızlık da
bulunmamakta, işlenemez suç söz konusu olmaktadır.

• 2. Suçun Nitelikli Hallerinde Hata


• Bir suçun daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli
hallerinin gerçekleştiği hususunda hataya düşen kişi de, bu
unsurlar bakımından kasten hareket etmiş olmayacağından bu
hatasından yararlanacaktır (m. 30/2). Bu hata halinde, nitelikli
unsur açısından kastın varlığından söz edilemez (m. 30, f. 2).

• Nitelikli hallerde hata durumunda fail, suçun temel şekline ilişkin


unsurlarda bir yanılgıya düşmüş değildir. Bu itibarla suçun temel
şekli tüm unsurlarıyla gerçekleşmektedir. Fail sadece suçun daha
ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli hallerinin
gerçekleştiği konusunda hataya düşmektedir.
• Nitelikli Hallerde Hatanın Görünüm Şekilleri
• 1- İşlediği suçta cezayı ağırlaştıran nitelikli hal bulunmasına rağmen failin
bunları bilmemesi hali. Bu ihtimalde fail işlediği suçta bulunan ve fakat
kendisince bilinmeyen bu nitelikli hallerden etkilenmez, yani cezası artırılmaz.
Örneğin, öldürmeyi kastettiği kişi yerine babasını öldürmesi gibi (m. 82).
Örneğin TCK m. 82/1 - (f) hükmüne göre kasten öldürme suçunun gebe olduğu
bilinen kadına karşı işlenmesi cezayı arttıran nitelikli haldir. Fail, öldürdüğü
kadının gebe olduğunu bilmiyorsa, bu durumda sadece kasten öldürme suçunun
temel şeklinden dolayı (TCK m. 81) cezalandırılacaktır
• 2- İşlediği suçta cezanın artırılmasını gerektiren nitelikli hal bulunmamasına
rağmen, failin bulunduğunu zannettiği hal. Örneğin babasını öldürmek isterken,
başkasının öldürülmesi gibi (m. 82).

• 3- Failin işlediği suçta cezayı azaltan nitelikli hal bulunmamasına rağmen,


fail bunların bulunduğunu zannederek fiili işlemektedir. Örneğin, m. 144.
Müşterek malik olduğu zannıyla başkasının kolyesini çalmasıyanlışlıkla
mülkiyeti tamamen başkasına ait bir eşyayı alması halinde fail hakkında
144. maddeye göre cezada indirime gidilebilecektir.
• 4- Failin işlediği suçta cezayı azaltan nitelikli hal bulunmasına karşın,
failin bu durumu bilmemesidir. Örneğin, m. 145. Altın kolye çalmak
isterken bakır kolye çalınması
• Örneğin değerli bir kolyeyi çalmak isterken taklidini çalan fail, 145.
maddede yer alan “Hırsızlık suçunun konusunu oluşturan malın değerinin
azlığı nedeniyle, verilecek cezada indirim yapılabileceği gibi, suçun işleniş
şekli ve özellikleri de göz önünde bulundurularak, ceza vermekten de
vazgeçilebilir.” şeklindeki hüküm gereğince indirimden yararlanır.
• 3. Hukuka Uygunluk Sebeplerinin Maddi Şartlarında Hata (m. 30/1)
• Burada fail, bir hukuka uygunluk sebebinin maddi şartlarının
gerçekleştiği hususunda hataya düşmektedir.
• Hukuka uygunluk sebeplerinin maddi şartlarında hatayı, bir hukuka
uygunluk nedeninin varlığı veya yokluğu hususundaki yanılgı ile
karıştırmamak gerekir.
• Hukuka uygunluk sebebinin maddi şartlarında hata somut bir olayla
bağlantılı olarak belli bir hukuka uygunluk sebebinin maddi şartlarının
oluştuğu hususunda yanılmaktadır.
• Örneğin, yolda gerçekte şakalaşmakta olan iki arkadaştan önde koşanını
kapkaççı sanıp yakalayan kolluk görevlisi, görevin ifası hukuka
uygunluk nedeninin (m. 24/1) maddi şartlarında hataya düşmüştür. Bu
hususta hataya düşen kişi de hatasından yararlanacak, kasten hareket
etmiş sayılmayacaktır. Ancak taksirli sorumluluğu saklıdır (m. 30/1).

• Hukuka uygunluk nedenlerinin maddi koşullarında hata hallerinde fail, işlediği fiilin bir
haksızlık teşkil ettiği bilincine sahiptir ve fakat ortada hukuka uygunluk sebeplerinden
birinin maddi şartlarının mevcut olduğunu zannederek fiili işlemektedir. Örneğin karanlıkta
yolda yürüyen bir kişi, arkasından hızla kendisine doğru gelmekte olan şahsın kendisine
saldıracağını sanarak savunmada bulunmaktadır. Böyle bir durumda fail olayda meşru
savunmanın şartlarından haksız bir saldırının varlığında hataya düşmektedir. Failin
tasavvuru gerçekleşmiş olsaydı, fiil hukuka uygun olacaktı. Hukuka uygunluk sebebinin
maddi şartları hakkındaki bilgi kasta dahildir. Bu nedenle hukuka uygunluk nedenlerinin
maddi şartlarında hata, “Fiilin icrası sırasında suçun kanuni tanımındaki maddi unsurları
bilmeyen bir kimse, kasten hareket etmiş olmaz. Bu hata dolayısıyla taksirli sorumluluk
hali saklıdır.” şeklindeki TCK md. 30/1‟e göre ele alınmalıdır. Bu bağlamda failin fiili
bakımından taksir değerlendirmesinin yapılması gerekir.
4- Hukuka Uygunluk Sebeplerinin Sınırında Hata (m. 27/1)
• Kastı kaldıran hatanın bu türünde, kişi kastı olmaksızın bir hukuka
uygunluk nedeninin sınırını aşmaktadır. Esasen sınır kasten aşılmış ise,
kişi kasten gerçekleştirdiği fiilinden sorumlu tutulacaktır.
• Buna karşılık, sınırı kast olmaksızın aşmış olabilir, kast olmaksızın
somut olayda belli bir hukuka uygunluk nedeninin sınırı aşılmış ise
(sınırın ölçü yönünden aşılması), işlenen fiil (aşkın kısmın oluşturduğu
haksızlık) taksirle işlendiğinde de cezalandırılabiliyorsa, fail bu taksirli
fiilinden dolayı sorumlu tutulacaktır (m. 27/1).
• Sadece konutta arama izni verilmiş olmasına rağmen, görevlinin ilgilinin
konutu olduğu düşüncesiyle konutun altındaki iş yerini de araması gibi.

HUKUKA AYKIRILIK UNSURU


• Hukuka aykırılık, tipe uygunluktan sonra (tipikliğin maddi ve manevi
unsurlarının gerçekleştiğinin tespitinden sonra), suçun yapısında ikinci
aşamayı oluşturmaktadır.
• Bir davranışın tipe uygun olduğunun belirlenmesiyle, suç teşkil eden
haksızlık da gerçekleşmiş olur. Bir başka deyişle fiilin kanuni tanıma
uygun olması, o fiilin hukuka aykırılığı bakımından bir karine teşkil
eder. Fakat, kanunun hükmünü yerine getirme (TCK m. 24/1), meşru
savunma (TCK m. 25/1), hakkın kullanımı veya ilgilinin rızası (TCK m.
26/1–2) hukuka uygunluk sebeplerine ilişkin düzenlemelerden, tipe
uygun fiilin hukuka aykırılığının bu sebeplerle ortadan kalkabileceği
anlaşılmaktadır.
• Buna göre, bir hukuka uygunluk sebebi hukuka aykırılığı ortadan
kaldırmıyorsa, tipe uygun bir davranış aynı zamanda hukuka aykırı da
olacaktır.
• Bir fiilin hukuka aykırı olup olmadığı bütün hukuk düzeni dikkate alınarak
belirlenir. Buna göre, bir hukuk dalının cevaz verdiği bir fiil diğer hukuk
alanında hukuka aykırı sayılamaz. Aksi kabul “hukuk düzeninin tekliği ilkesi”ne
aykırılık oluşturacaktır. Bu nedenle, hukuka uygunluk sebepleri hukuk
düzeninin tamamından çıkarılmalıdır.
• Bir fiil ya hukuka aykırıdır ya da değildir. Dolayısıyla, hukuka aykırılığın
derecesi olmaz. Ancak haksızlığın derecelendirilmesi mümkündür. Nitekim
kanun koyucu haksızlıkların hangi yaptırımlarla karşılanacağına ve bu
yaptırımın ağırlığının ne olacağına haksızlığın içeriğine (ağırlığına) bakarak
karar vermektedir.
• Tipik hareketin hukuka uygunluğu için, bir hukuka uygunluk sebebinin objektif
olarak varlığı yeterli değildir. Fail, fiilini hukuka uygun hale getiren durumun
varlığını bilmeli ve kendisine bu suretle verilen yetkinin icrası veya yüklenen
yükümlülüğün gerçekleştirilmesi amacıyla hareket etmelidir (hukuka uygunluk
sebeplerinin sübjektif unsuru).

HUKUKA UYGUNLUK NEDENLERİ

İLGİLİNİN
MEŞRU
RIZASI
SAVUNMA

HAKKIN
GÖREVİN İFASI KULLANILMASI
Hukuka Uygunluk Nedenlerinin Ortak
Özellikleri
➢ Bir hukuka uygunluk nedeninin varlığı halinde fiil kanuni tarife
uygun olmasına rağmen hukuka aykırı değildir.
➢ Hukuka aykırılık ve uygunluk değerlendirilmesi fiil esas alınarak
ex-ante yapılmalıdır.
➢ Her hukuka uygunluk nedeni, kendi sınırları içerisinde kalmak
şartıyla kişiye başkasının hukuki alanına müdahale hakkı verir.
➢ Hukuka uygunluk nedenlerinin kesin bir sayısı yoktur.
➢ Hukuka uygunluk nedenleri aynı olayla ilgili olarak birbirinden
bağımsız veya birbirinin yanında uygulanacak şekilde birleşebilir.

• Yeni TCK’ndaki bazı suç tanımlarında örneğin,


- “hukuka aykırı olarak”,
- “hukuka aykırı başka bir davranışla”,
- “hukuka aykırı diğer davranışlarla”,
- “hukuka aykırı yolla”,
- “hukuka aykırı yollarla”
gibi ifadelere yer verilmiştir.
• Bu suçlarda failin, işlediği fiilin hukuka aykırı olduğunu bilmesi, yani işlediği fiilin hukuka
aykırı olduğu hususunda ancak doğrudan kastla hareket etmesi gerekmektedir.
Hukuka Uygunluk Sebepleri
• Kanunun hükmün yerine getirme m. 24/1 (görevin ifası).
1) Görevin İfası: Türk Ceza Kanunu’nun 24.
maddesinin 1. fıkrasına göre “kanunun hükmünü
yerine getiren kimseye ceza verilmez”. Kanunun
hükmünü yerine getiren kimseye ceza verilmemesinin
nedeni, kişinin böyle bir davranışta bulunmak
bakımından kanun tarafından yetkilendirilmiş
olmasıdır. Hukuk düzeninin tekliği ilkesi gereği, bir
kimsenin bir taraftan belli bir davranışta bulunmak
bakımından kanun tarafından yetkili kılınması, diğer
taraftan ise böyle bir davranışta bulunmasından

Görevin İfası

➢ TCK 24/(1) «Kanunun hükmünü yerine getiren


kimseye ceza verilmez.»
➢ Kanunun hükmünü yerine getiren kişiye ceza
verilmemesinin nedeni, kişinin böyle bir davranışta
bulunmak konusunda kanun tarafından yetkilendirilmiş
olmasıdır.
➢ Kanun hükmünü yerine getirme genellikle kamu
görevlilerine ait olmakla birlikte özel kişilerin kamu
göreviyle yetkili kılındığı haller de söz konusu
olabilmektedir.
➢ Kanun ifadesinin kapsamına her türlü yazılı hukuk
kuralı girmektedir.
Kanun hükmünün yerine getirilmesinde, belli konularda kişiye
kanun tarafından verilen yetki, aynı zamanda o kişinin görevini
oluşturmaktadır. Bu itibarla söz konusu hukuka uygunluk
nedenini görevin ifası olarak anlamak gerekir.
Görevin ifası hukuka uygunluk sebebi kapsamında haciz
işlemini gerçekleştirmek üzere İcra ve İflas Kanununun verdiği
yetkiye uygun olarak borçlunun evine giren icra memuru konut
dokunulmazlığının ihlali suçunu işlemiş olmaz. Burada her ne
kadar tipik bir eylem bulunsa da davranış hukuka uygun olduğu
için suç teşkil etmez.

Aynı şekilde bir kimseyi yakalayan ve belli bir süre


özgürlüğünden mahrum bırakan kolluğun davranışı da kişiyi
hürriyetinden yoksun kılma suçu bakımından tipiktir (maddi ve
manevi unsurları bünyesinde barındırmaktadır). Ancak Ceza
Muhakemesi Kanunu’nun verdiği yetkiye göre hareket eden
kolluğun bu davranışı hukuka aykırı olmadığı için suç teşkil
etmez.
Polis Vazife ve Salahiyet Kanununun 16. maddesinde polisin
görevini yerine getirirken direnişle karşılaşması halinde, bu
direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya
yetkili olduğu belirtilmiştir. Polis, zor kullanma yetkisi
kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve
direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde, kademeli olarak artan
nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları
gerçekleştiğinde silah da kullanabilir.
• Polisin hangi şartların varlığı halinde silah kullanabileceği PVSK’da
hüküm altına alınmıştır. Buna göre polis,
- bedenî kuvvet ve maddî güç kullanarak etkisiz hale getiremediği direniş
karşısında, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde,
- hakkında tutuklama, gözaltına alma, zorla getirme kararı veya yakalama
emri verilmiş olan kişilerin ya da suçüstü halinde şüphelinin
yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde
silah kullanmaya yetkilidir.

• Polisin yakalamak amacıyla silah kullanma yetkisini kullanabilmesi için şu şartların


gerçekleşmesi gerekmektedir:
• silah kullanmadan önce kişiye duyabileceği şekilde "dur" çağrısında bulunur.
• Kişinin bu çağrıya uymayarak kaçmaya devam etmesi halinde, önce uyarı
amacıyla silahla (havaya) ateş etmesi gerekmektedir.
• Buna rağmen kişinin kaçmakta ısrar etmesi dolayısıyla ele geçirilmesinin
mümkün olmaması hâlinde ise kişiye yakalanmasını sağlamak amacıyla ve
sağlayacak ölçüde silahla ateş edilebilir.
• (2) Yetkili bir merciden verilip, yerine getirilmesi görev gereği zorunlu olan bir emri
uygulayan sorumlu olmaz.
• (3) Konusu suç teşkil eden emir hiçbir surette yerine getirilemez. Aksi takdirde yerine
getiren ile emri veren sorumlu olur.

Meşru savunma

• Kişinin kendisini veya başkasını hedef alan bir saldırı karşısında, savunma amacına yönelik
olarak ve bu saldırıyı defedecek ölçüde kuvvet kullanmasını ifade eder. Türk Ceza
Kanunu’nun 25. maddesinin 1. fıkrasında bir hukuka uygunluk sebebi olarak öngörülen
meşru savunmanın şartlarını saldırıya ilişkin şartlar ve savunmaya ilişkin şartlar başlığı
altında ele almak gerekmektedir.
• TCK m. 25/1’ göre; “Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş,
gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hal ve
koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı
faile ceza verilmez.”
SALDIRIYA İLİŞKİN SAVUNMAYA İLİŞKİN
ŞARTLAR ŞARTLAR

- Saldırının varlığı - Savunmada zorunluluk


- Saldırının haksız olması bulunmalı
- Saldırı mevcut olmalı - Savunma saldırıyı
veya gerçekleşmesi ya uzaklaştırmak amacıyla ve
saldırıyı gerçekleştiren
da tekrarı kesin kişiye karşı yapılmalı
olmalıdır - Saldırı ile savunma
- Saldırı kişilere ait arasında orantı
herhangi bir hakka bulunmalıdır.
yönelik olmalıdır.

• Meşru Savunmanın Saldırıya İlişkin Koşulları


• Saldırının Varlığı: Saldırı kişinin hukuken korunan değerlerine zarar verme
tehlikesi taşıyan veya zarar veren haksız nitelikteki insan davranışlarıdır.
Saldırıya vücut veren haksız davranış icrai olabileceği gibi ihmali nitelikte de
olabilir. Ayrıca saldırı teşkil eden fiil kasten veya taksirle gerçekleştirilebilir.
Ortada saldırı teşkil eden bir davranış yoksa meşru savunmadan da söz
edilemez. Saldırının hukuka aykırı olması yeterli olup, ayrıca suç teşkil etmesi
zorunlu değildir. Suç teşkil etmese de saldırı niteliğini taşıyan bir davranışa
karşı meşru savunmada bulunulabilir
saldırıda bulunan kişinin kusur yeteneğine sahip olması önemli
değildir. Bu itibarla akıl hastası veya yaşı küçük olması nedeniyle
kusur yeteneğine sahip olmayan kişilerin saldırılarına karşı da meşru
savunma mümkündür
• - Saldırı mevcut olmalı veya gerçekleşmesi ya da tekrarı kesin olmalıdır: Meşru
savunmadan yararlanılabilmesi için savunmanın aktüel nitelikteki bir saldırıyı
sonlandırmaya yönelik olması gerekmektedir. Henüz başlamamış veya bitmiş bir saldırıya
karşı meşru savunma olmaz. Ancak gerçekleşmemiş olmakla birlikte gerçekleşmesi veya
bitmiş olmakla birlikte tekrarı muhakkak olan bir saldırıya karşı da meşru savunma kabul
edilmiştir. Bu itibarla, saldırıya son verip kaçan bir kimsenin arkasından giderek ateş
etmek, meşru savunma olarak değerlendirilemez. Henüz başlamamış, gelecekteki
muhtemel bir saldırıya karşı da meşru savunmanın varlığı kabul edilemez. Çünkü bu
durumda, muhtemel saldırının, Devletin yetkili makamlarına bildirilmesi suretiyle
engellenmesi mümkündür.

• - Saldırı kişilere ait herhangi bir hakka yönelik olmalıdır: Bir kişi
gerek kendisinin gerekse başkasının herhangi bir hakkına yönelik
olarak gerçekleştirilen saldırılara karşı meşru savunmada
bulunabilir. Meşru savunma kişilere ait bütün haklar bakımından söz
konusu olabilir.
• Savunma saldırıyı def etmek, sonlandırmak
Savunmaya İlişkin Şartlar: -
amacıyla ve saldırıyı gerçekleştiren kişiye karşı yapılmalıdır.
• Savunma hareketinin, maruz kalınan saldırıyı defedecek ölçüde
olmasını gerektirir. Ölçüsüzlük halinde savunmada sınır aşılmış
olur. Bir kimsenin hayatına yönelen bir saldırıyı defetmek için
saldırganı öldürmesi halinde meşru savunma ölçülü addedilir.
Ancak malvarlığı hakkına yönelik bir saldırı söz konusu
olduğunda, bu saldırı aynı zamanda bir kişinin hayatını tehlikeye
sokan bir saldırı özelliği taşımadığı sürece, saldırganın
öldürülmesi meşru savunma olarak değerlendirilemez. Bu son
durumda savunma saldırı ile orantılı değildir.

Meşru savunma bir hukuka uygunluk nedeni olduğu için, meşru


savunmada bulunan kişi, saldıranın şahsına veya mallarına verdiği
zarardan sorumlu tutulamaz.
*Oran kullanılan silahlar ve ihlal edilen değerler bakımından
dikkate alınır.
Hakkın kullanılması

• 3. Hakkın Kullanılması: Türk Ceza Kanunu’nun 26. maddesinin 1.


fıkrasına göre; “Hakkını kullanan kimseye ceza verilmez”.
• Hukuk düzeni kişilere herhangi bir konuda belirli bir hak tanımış ve bu hakkın sınırları
içerisinde bir fiil gerçekleştirilmişse, artık hakkın kullanılmasını teşkil eden fiiller hakkında
hukuka aykırılık değerlendirilmesinde bulunulamaz.
• Bir meslek ve sanatın icrası, sportif faaliyetler, basın özgürlüğünün sağladığı eleştiri ve
haber verme hakkı, hakaret suçuyla bağlantılı olarak isnadın ispatı, iddia ve savunma
dokunulmazlığı bu hukuka uygunluk nedeninin kapsamındadır.
Hakkın kullanılması hukuka uygunluk nedeninin varlığı için:

- Kişi tarafından doğrudan doğruya kullanılabilen sübjektif bir hakkın bulunması gerekir.
Şayet bir hakkın kullanılması, başka bir merciden alınacak bir karar veya izinle mümkünse, bu
hukuka uygunluk nedeni söz konusu olmaz. Örneğin, bir alacaklının borcunu ödemeyen
kişiden alacağını tahsil etme hakkı vardır. Ancak bu hak icra dairesi aracılığıyla

- Kişinin hakkını tanınma sebebinin sınırları içinde kullanması gerekir. Hakkın sınırlarının
aşılması veya kötüye kullanılması halinde artık bir hukuka uygunluk nedeninin varlığından söz
edilemez. Çünkü bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.
- Hakkın kullanılması ile işlenen ve tipe uygun olan fiil arasında nedensellik bağının
bulunması: Kişiye hukuk düzeni tarafından tanınan hakkın kullanılması ile tipe uygun fiil
arasında bir ilişkinin varlığı gerekir. Fail kendisine tanınan hakkın amacına uygun olarak
hareket etmişse bu bağ vardır.
İgilinin rızası

• 4. İlgilinin Rızası: İlgilinin rızası Türk Ceza Kanunu’nun 26.


maddesinin 2. fıkrasında bir hukuka uygunluk sebebi olarak
düzenlenmiştir. Hükme göre; “Kişinin üzerinde mutlak surette
tasarruf edebileceği bir hakkına ilişkin olmak üzere, açıkladığı
rızası çerçevesinde işlenen fiilden dolayı kimseye ceza verilmez.”
Bir hukuki yararın sahibinin rıza gösterme yetkisi kaynağını kişinin
anayasa tarafından garanti altına alınan genel hareket hürriyetinde
bulmaktadır (AY m. 12, 17). Buna göre, bir hukuk düzeninde
kişilere kendileriyle ilgili belli haklar üzerinde serbestçe tasarrufta
bulunabilme yetkisinin verildiği hallerde, hak sahibinin bu
haklarının başkaları tarafından ihlaline rıza göstermesine de izin
verdiği kabul edilmekedir.

• İlgilinin rızasının işlenen fiili hukuka uygun hale getirebilmesi için


bazı şartların gerçekleşmesi gerekmektedir.
• İlgilinin rızası, kişinin üzerinde mutlak surette tasarrufta bulunulabileceği
bir hak bakımından hukuka uygunluk nedeni oluşturur. Rıza açıklamasının
bir hukuka uygunluk nedeni oluşturabilmesi için öncelikle, kişinin üzerinde
serbestçe tasarrufta bulunabileceği bir konunun bulunması gerekir. Hangi
konular üzerinde kişinin mutlak bir tasarruf yetkisinin bulunduğu, bütün
hukuk düzeni göz önünde bulundurularak belirlenecektir. Örnek olarak kişinin
malvarlığı değerleri üzerinde serbestçe tasarrufta bulunmasına hukuken izin
verildiği için, toplum bakımından bir tehlike yaratmadığı müddetçe, bir
başkasından malını yakarak veya kırarak ona zarar vermesinin istendiği
hallerde mala zarar verme suçu oluşmaz.
Kişinin vücudu üzerinde tasarrufta bulunma yetkisi bulunmakla birlikte, beden bütünlüğüne
ağır zarar verecek nitelikteki fiillere rızası geçerli değildir. Kişi ancak sağlık açısından ağır
sayılmayan sonuçlar doğuran vücut müdahalelerine rıza gösterebilir. Örneğin sağlığı bozulan
bir kişinin bedeni üzerinde tıbbi müdahaleye rıza göstermesi, bu müdahaleyi hukuka uygun
hale getirir.
- Rıza beyanında bulunan kişinin, rıza göstermeye ehil olması gerekir: Kural olarak, her
mümeyyiz kişi rıza beyanına ehliyetlidir. Rızaya ehliyet açısından Medeni Kanunun fiil
ehliyetine ilişkin kuralları geçerli değildir. İlgilinin, söz konusu haktan vazgeçmesinin
anlamını, kapsamını ve önemini algılayabilecek durumda olmasıdır. Rıza gösteren kişi hangi
menfaatlerden ne oranda vazgeçtiğini ve hangi rizikoların bu vazgeçmeye bağlı olduğunu
anlıyorsa, anlama kabiliyeti ve dolayısıyla rıza ehliyeti vardır.

• Kanun koyucu rızanın geçerli olabilmesi için belirli bir yaş sınırı öngörmüş olabilir. Bu
durumda rıza gösteren kişi, kanunun öngördüğü yaş sınırının altındaysa rızası geçerli
olmaz. Örneğin 18 yaşından küçüklerin cinsel ilişkiye girmek hususundaki rızaları Türk
Ceza Kanununda geçerli sayılmamıştır. Bu itibarla 17 yaşındaki bir kişinin rızasına
istinaden onunla cinsel ilişkiye girilmesi suç teşkil eder (TCK m. 104).
- İlgili kişi rıza beyanında bulunmuş olmalıdır. Rıza beyanı açık veya örtülü, yazılı veya sözlü
olabilir. Ancak hukuk düzeni tarafından rıza bir şekle bağlı kılınmışsa rızanın geçerli
olabilmesi için bu şekil şartına uygun olarak açıklanması gerekir. Örneğin, büyük cerrahi
ameliyatlarda rızanın geçerli olabilmesi için hastanın aydınlatılmış onamı ve yazılı muvafakati
bulunmak zorundadır.
- Rıza açıklaması mutlaka suçtan önce veya en geç davranışın icra hareketlerinin yapılması
sırasında olmalıdır. Rıza fiilin işlenmesi süreci boyunca mevcut bulunmalı; fiil işlenirken geri
alınmamış olmalıdır.
- Rıza özgür iradeye dayanmalıdır. Yanılma, korkutma, hile dolayısıyla açıklanan bir rıza
beyanı geçerli değildir.

Varsayılan Rıza

➢ Varsayılan rıza ilgilinin rızasının zamanında alınamadığı, ancak


ilgiliye sorulsaydı rıza göstereceğinin kabul edileceği durumlarda söz
konusudur.
➢ Varsayılan rızanın hukuka uygunluk nedeni olabilmesi için üçüncü
kişinin menfaati söz konusu olmalı, rızasının alınması imkansız
olmalı, müdahalede bulunulan hak üzerinde ilgilinin üzerinde tasarruf
edebileceği bir hak olmalıdır.
Var sayılan rıza

Hastanın veya kanuni temsilcilerin rıza verme imkânı olmayan haller: Hasta rıza
açıklayamayacak durumdaysa ve adına rıza verecek kişinin bulunmadığı acil
hallerde rıza olmaksızın tıbbi müdahale yapılabilir. Bu durumda “varsayılan rıza”
dan söz edilir. Varsayılan rıza, özellikle hastanın kendinde olmadığı ve herhangi bir
rıza açıklaması yapamayacak durumda olduğu hallerde karşımıza çıkar. Örneğin
trafik kazası geçirmiş ve bilincini kaybetmiş bir kimsenin rızasının alınabilmesi
mümkün değildir. İşte bu gibi hallerde “varsayılan rıza” kurumundan
faydalanılabileceği kabul edilir. Ancak diğer bu görüş tedavi amacına yönelik böyle
hallerde hekimin izin verilen risk kapsamında davrandığını ve bu nedenle tıbbi
müdahalenin uygun olduğunu savunmaktadır. Annebabanın denetim ve gözetimi
altında olan çocuğa tıbben tıbbi müdahale gerekli ise ve bu çocuğun sağlığı
bakımından, yaşamı bakımından önemli ise bu müdahale anne-babanın izni olmasa
da yapılmalıdır. Ebeveynlerin çocuk için yapılması gereken bir tıbbi müdahaleye
izin vermemesi halinde TCK‟deki bakım ve gözetim yükümlülüğünün ihmali suçu
gündeme gelebilecektir. Çocuk için bu tıbbi müdahale zorunlu ise anne-baba rıza
göstermese de doktor çocuğa tıbbi müdahalede bulunabilir

Genel sağlığın söz konusu olduğu haller: Genel sağlığı koruma


amacı gözetilerek çeşitli mevzuatta kişilerin rızası aranmaksızın
tıbbi müdahale yapılabileceği düzenlenmiştir. Bunlara örnek
olarak salgın veya bulaşıcı hastalıkların yayılmasının
engellenmesi, 0-2 yaş grubu bebeklerin menenjit, çocuk felci
gibi bazı tehlikeli hastalıklardan korunabilmesinin
sağlanması amacıyla zorunlu aşılama, yapılmaktadır.
Mesela Salgın hastalık nedeniyle aşı yapılması gerekiyorsa
bunun için de rıza aranmaz. Yine Umumî Hıfzıssıhha
Kanunu‟nun 57. Maddesinde belirtilen Kolera, veba, lekeli
humma, kara humma gibi bulaşıcı ve salgın hastalıklarda rıza
aranmamaktadır
Hukuka Uygunluk Sebeplerinin Maddi
Şartlarında Hata
➢ Hukuka uygunluk sebeplerinin maddi şartları hakkında bilgi kasta
dahildir. Bu nedenle işlediği fiil bakımından bir hukuka uygunluk
nedeninin şartları esasen gerçekleşmediği halde, bu şartların
gerçekleştiği zannıyla hareket eden kişinin, işlediği suç bakımından
kastından bahsedilemez. Ancak hataya düşmek konusunda taksiri
varsa ve işlenen suçun taksirli şekli de kanunda cezalandırılıyorsa,
fail bu suçtan dolayı cezalandırılabilecektir.
➢ Hukuka uygunluk nedeni çerçevesinde hareket edildiği sırada
şahısta hata veya sapma nedeniyle bir başkasını etkileyen fiilin
kişinin kül halinde hukuka uygunluk sebeplerinden yararlanacakları
kabul edilmektedir. Ancak kanaatimizce bu görüş doğru değildir. Bu
durumda şahısta hata halinde hukuka uygunluk nedeninin maddi

HUKUKA UYGUNLUK NEDENLERİNDE


SINIRIN AŞILMASI
• TCK M. 27 «(1) Ceza sorumluluğunu kaldıran nedenlerde sınırın kast olmaksızın aşılması
halinde, fiil taksirle işlendiğinde de cezalandırılıyorsa, taksirli suç için kanunda yazılı
cezanın altıda birinden üçte birine kadarı indirilerek hükmolunur. (2) Meşru savunmada
sınırın aşılması mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise faile
ceza verilmez.»
➢ TCK m. 27/1’den anlaşılması gereken sınırın ölçü yönünden aşılmasıdır. Sınırın ölçü
yönünden aşılması ile kastedilen, hukuka uygunluk nedenlerinin maddi şartlarından birini
oluşturan ölçülülükte sınırın aşılmasıdır.
➢ Kanaatimizce kast olmaksızın bir hukuka uygunluk nedeninin şartlarında sınırın aşılması,
hukuka uygunluk nedenlerinin maddi şartlarındaki hatanın bir görünüm şeklini
oluşturmaktadır.
Olay 1: A, B’nin kendisini öldürmek için plan yaptığını öğrenir. Bunun üzerine A, B’nin
çalıştığı yere giderek ona ateş eder ve B olay yerinde ölür. A’nın meşru savunmadan
yararlanması mümkün müdür? Açıklayınız.
Olay 2: Polis memuru P, gece vakti rutin trafik kontrolü sırasında A’nın aracını durdurmasını
ister. A, P’yi görmesine rağmen durmaz ve hızını yükselterek olay yerinden kaçmaya çalışır.
Bunun üzerine A , P’nin aracının arkasından ateş eder ve kurşunlardan biri A’nın arabasını arka
camını delerek ensesine isabet eder. A ölür. P’nin görevin ifası hukuka uygunluk sebebinden
yararlanabilmesi mümkün müdür? Açıklayınız.

Kusurluluk
• Ceza Kanunu haksızlığı ve kusuru birbirinden kesin bir şekilde ayırmıştır (m. 30,
40/1).
• Kusur suçun yapısında, tipikliğin maddi ve manevi unsurları ile hukuka aykırılık
unsurunun varlığının tespitinden (haksızlık) sonraki üçüncü safhada
incelenmektedir.
• Kusurun konusunu gerçekleştirmiş olduğu haksızlıktan dolayı failin kınanıp
kınanamayacağı oluşturmaktadır. Buna göre, cezai sorumluluk için failin
tipikliğin maddi ve manevi unsuru ile hukuka aykırılık unsurunu gerçekleştirmesi
yeterli değildir. Ayrıca işlemiş olduğu bu fiilden dolayı kınanabilmesi de
gerekmektedir.
• Kusur söz konusu olduğunda, işlemiş olduğu haksızlığın faile hangi şartlarda
bireysel olarak isnat edilebileceğinin araştırılması yapılmaktadır. Faile, suçun
kanuni tarifindeki unsurları gerçekleştirmesiyle birlikte objektif isnadiyette,
tipikliği gerçekleştirdiğini bilmesi ve istemesiyle sübjektif isnadiyette ve nihayet
gerçekleştirmiş olduğu haksızlıktan dolayı kişisel olarak sorumluluğunun,
kınanabilirliğinin belirlenmesiyle de bireysel isnadiyette bulunulmaktadır.
• Ceza sorumluluğu için, failin kusurlu sayılabilmesi şarttır. Kusursuz ceza olmaz
ilkesi, ceza hukukunun temel ilkelerindedir (AY m. 38). Cezanın aksine, güvenlik
tedbiri niteliğindeki diğer ceza hukuku yaptırımlarının uygulanabilirliği kusura
bağlı değildir. Failin toplum bakımından arz ettiği tehlike göz önünde
bulundurularak uygulanacak olan güvenlik tedbirleri, faile işlemiş olduğu fiil
bakımından bireysel isnadiyette bulunulamasa dahi uygulanabilecektir.
• Ceza hukukunun güvence fonksiyonu (suçta ve cezada kanunilik ilkesi) güvenlik
tedbirleri bakımından da geçerlidir. Buna göre, eğer kusurluluk suçun unsuru
olarak kabul edilirse, somut olayda failin kusurluluğu kaldıran sebeplerden dolayı
kusurunun olmadığı belirlendiğinde teşekkül etmiş bir haksızlıktan
bahsedilemeyeceğinden bunlar hakkında güvenlik tedbirinin uygulanmasının
zemini kalmamış olacaktır. Oysa kusurluluğu haksızlığın unsurları dışına çıkarıp,
fail hakkında işlemiş olduğu fiilden dolayı kınama yargısında bulunulması
şeklinde anlaşılacak olursa, ortada haksızlık teşkil eden fiil bulunduğu için
güvenlik tedbirini uygulamasının önü açılmış olacaktır.

• Kusuru yargısıyla faile hukuka aykırı fiilinin temelinde olan ve hukukun


icaplarıyla bağdaşmayan kusurlu iradesi yüklenmektedir. Kusur
muahezesinin konusunu, hukuka aykırı fiille ortaya konulan hukuk
düzeninin öngördüğü davranış normları karşısındaki kusurlu zihniyet,
anlayış oluşturmaktadır. Başka türlü davranma imkânının varlığına
rağmen, kötü olanı seçerek gösterdiği bu zihniyet ve karakter fail
hakkındaki kusur yargısının temelini oluşturmaktadır.
• Ceza hukukunda cezalandırılabilirliğin esasını oluşturan kusur,
sürdürülen yaşantı itibariyle söz konusu olan kusur değil somut bir fiille
bağlantılı olan kusurdur. Yürürlükteki ceza hukuku fail değil, fiil ceza
hukukudur. Bundan failin kim olduğuna göre değil, işlediği fiil dikkate
alınarak cezalandırılacağı sonucu çıkmaktadır.
Kusurun Unsurları
• Failin, hukuka uygun davranma imkânı varken başka türlü
davrandığı için kınanabilmesi, fiilinin haksızlık oluşturduğunu
idrak etme (algılama) ve buna uygun olarak davranışlarını
yönlendirebilme yeteneğine sahip olmasını gerektirir. Algılama
yeteneği ve irade yeteneği kusurun iki unsurunu
oluşturmaktadır.
• Kusur yeteneği de, fiilin haksızlık teşkil ettiğini algılayabilme
ve hareketlerini buna göre yönlendirebilme yeteneğini ifade
etmektedir.

Algılama Yeteneği (Haksızlık Bilinci)


• Algılama yeteneği, insanın kendi varlığının bilincinde olarak çevresindeki
olguları gözlemleyebilme kabiliyetini ifade eder.
• İnsan çevresindeki olaylara ilişkin gözlemlerinden sonuç çıkarırken,
yükümlülüklerinin ve bunlara aykırı davranması halinde sorumlu tutulacağının
bilinciyle hareket etmelidir (haksızlık bilinci).
• Kişi, tercihini, haksızlık teşkil ettiğini bildiği, hukukun icaplarına aykırı olan
fiili işlemekten yana kullandığı hallerde haksızlık bilincine sahiptir.
• Haksızlık bilinci, kişinin işlemiş olduğu fiilin cezaya layık bir haksızlık
olduğunu, yani suç olduğunu bilmesini değil, fiilinin hukuken tasvip
edilmeyen bir davranış olduğunu bilmesini ifade eder.
• Failin somut olarak hangi hükmü ihlâl ettiğini bilmesi gerekli değildir. Hukuk
düzeninin korumasına mazhar olmuş bir değeri ihlâl ettiği öngörüsü yeterlidir.
• Haksızlık bilinci hususundaki değerlendirme ruhen sağlıklı ortalama bir kişi
dikkate alınarak yapılacaktır.
• Kişinin işlemiş olduğu fiilden dolayı cezalandırılabilmesi için, fiilinin
haksızlık oluşturduğunu bilmesi gerekmektedir. Dolayısıyla işlemiş
olduğu fiilin haksızlık oluşturduğu hususunda kaçınılmaz bir yanılgının
söz konusu olduğu hallerde, yani haksızlık yanılgısının varlığı halinde
(m. 30/4) kusurundan söz etmek mümkün olmayacağından faili
cezalandırmak da mümkün değildir.
• Haksızlık bilincinin somut olayda ilgili suç tipiyle bağlantılı olarak
değerlendirilmesi gerekmektedir. Buna göre birden fazla suç tipinin
gerçekleştirildiği hallerde failin, bu suç tiplerinden biri bakımından
haksızlık bilincinin varlığını kabul etmek, diğeri bakımından haksızlık
bilincinin bulunmadığını söylemek mümkündür. Buna haksızlık
bilincinin bölünebilirliği denilmektedir

İrade Yeteneği
• Failin işlemiş olduğu suçtan dolayı cezalandırılabilmesi için algılama
yeteneğine sahip olması tek başına yeterli değildir, ayrıca irade yeteneğine de
sahip olması gerekmektedir.
• Kişinin kusurlu sayılabilmesi için, fiili işlediği sırada davranış normunun
gerektirdiği şekilde karar verebilme yeteneğine sahip olması gerekmektedir.
Ruhen sağlıklı yetişkin her insan, normal şartlar altında bu yeteneğe sahiptir.
Bu durumda olan kişilerin irade yeteneğine sahip olup olmadığını araştırmaya
gerek yoktur. Ancak belli hallerde kişinin hukukun icaplarına göre davranması
mümkün olmayabilmektedir.
• Dolayısıyla hukukun icaplarına göre davranışlarını yönlendirme yeteneğine
sahip olmayan kişi, kusurlu addedilemeyeceğinden sorumlu tutulmayacaktır.
• Buna göre irade yeteneği, hukukun icaplarına göre davranışlarını
yönlendirebilme yeteneğini ifade etmektedir.
Kusurluluğu Etkileyen Haller
• Hukuka aykırı ve fakat bağlayıcı emrin yerine getirilmesi (m. 24/2–4),
• Zorunluluk hali (m. 25/2),
• Hukuka uygunluk sebeplerinden meşru savunmanın sınırının mazur
görülebilecek telaş, korku ve heyecandan aşılması (m. 27/2),
• Cebir ve tehdit (m. 28),
• Haksız tahrik (m. 29),
• Kaçınılmaz haksızlık yanılgısı (m. 30/4) ve kusurluluğu etkileyen nedenlerin
maddi şartlarında hata (m. 30/3),
• Yaş küçüklüğü (m. 31),
• Akıl hastalığı (m. 32/1)
• Sağır ve dilsizlik (m. 33) ve
• Geçici nedenler, alkol veya uyuşturucu madde etkisinde olma (m. 34)
Kusurluluğu etkileyen halleri oluşturmaktadır.

• Kusurluluğu etkileyen hallerden bir kısmı algılama, diğer bir


kısmı ise irade yeteneği üzerinde etkilidir.
• Kusurluluk üzerinde etkili olan hallerden bir kısmı kusuru
tamamen bertaraf ederken, diğer bir kısmı ise kusurluluğu
tamamen kaldırmamakta, sadece azaltmaktadır. Dolayısıyla
kusurun tamamıyla kalkmayıp azaldığı hallerde, kusurla
orantılı ceza prensibi gereğince faile daha az verilmesi
gerekmektedir.
KUSURLULUĞU ETKİLEYEN
(KALDIRAN VEYA AZALTAN) HALLER
Hukuka Aykırı ve Fakat Bağlayıcı Bir Emrin Yerine Getirilmesi

TCK’nın 24. maddesinin 2. ila 4. fıkralarında, kusurluluğu ortadan kaldıran bir neden olarak hukuka
aykırı ve fakat bağlayıcı emrin yerine getirilmesi düzenlenmiştir.
Devletin üstlendiği kamusal hizmetlerin yürütülmesi, kamu görevlileri arasında belli bir hiyerarşik
yapılanmayı gerektirmektedir. Emir verme temeline dayanan hiyerarşik yapı içinde yer alan
şahıslardan bazıları amir (emreden), bazıları da memur (emredilen) konumundadır. Hiyerarşi gereği
ast, üstün emrine itaate mecburdur ve üstün emirleri değiştirilmeden ve geciktirilmeden ast tarafından
yerine getirilmelidir.
Hiyerarşik yapı içinde, amirin memura verdiği emir ya hukuka uygundur ya da aykırıdır. Şayet
amirin memura verdiği emir hukuka uygun ise böyle bir emrin yerine getirilmesi de hukuka uygun
olacağından, bu durumda emri yerine getiren bakımından 24. maddenin 1. fıkrasında düzenlenen
görevin ifası hukuka uygunluk nedeni söz konusu olur. Hukuka uygun emrin yerine getirilmesi ile
kanun hükmünün yerine getirilmesi arasında bir fark yoktur. Zira her ikisinin dayanağını da esasen
kanunla verilen bir görevin ifası oluşturmaktadır.
Buna karşılık, hukuka aykırı ve fakat bağlayıcı bir emir söz konusu ise böyle bir emrin
yerine getirilmesi, emri yerine getiren bakımından hukuka uygunluk nedeni oluşturmaz.
Böyle bir emri veren sorumlu kalmaya devam ettiğine göre; fiil, hukuka aykırı olma vasfını
korumaktadır. Emir hukuka aykırı ise bunun yerine getirilmesi halinde yerine getirenin
sorumlu tutulamaması bir hukuka uygunluk nedeninin bulunmasından dolayı değil, emri
yerine getirenin içinde bulunduğu hiyerarşik ilişki nedeniyle kusurluluğunun
etkilenmesinden kaynaklanmaktadır. Zira bir hukuk devletinde “kanunsuz emrin” bir
hukuka uygunluk nedeni sayılması mümkün olamaz.
Nitekim Anayasaya göre kamu hizmetlerinde herhangi bir sıfat ve suretle çalışmakta olan
kamu görevlileri, üstünden aldığı emri; yönetmelik, tüzük, kanun veya Anayasa
hükümlerine aykırı görürse, bu emri yerine getirmez ve bu aykırılığı o emri verene bildirir.
Ancak, buna rağmen, amir emrinde ısrar eder ve bu emrini yazı ile yenilerse, emir yerine
getirilir; bu halde emri yerine getiren sorumlu olmaz (Anayasa m. 137/1). Anayasanın bu
hükmü, benzer şekilde PVSK’nın 2. maddesinin 2. fıkrasında ve 657 sayılı Devlet
Memurları Kanununun 11. maddesinde de tekrarlanmıştır. Nitekim TCK’nın 24. maddesinin
2. fıkrasında da “Yetkili bir merciden verilip, yerine getirilmesi görev gereği zorunlu olan
bir emri uygulayan sorumlu olmaz” denilmek suretiyle Anayasaya paralel bir düzenleme
yapılmıştır.

İşte bu gibi hallerde, yani amirin verdiği emir hukuka aykırı olmasına rağmen
devlete ait faaliyetlerin aksamadan ve disiplin içinde yürütülebilmesi için memuru
bu emrin gereğini yerine getirme mecburiyetinde bırakan ve hatta kimi durumlarda
emir hukuka aykırı olmasına rağmen bunun yazılı olarak verilmesini dahi
engelleyen hallerde (m. 24/4, PVSK m. 2) “bağlayıcı gayri meşru emirden”
bahsedilmektedir. Böyle bir emrin yerine getirilmesi halinde, bunu yerine getiren
bakımından bir hukuka uygunluk nedeni söz konusu değildir. Anayasanın 137.
maddesinin 1. fıkrasına ve Ceza Kanununun 24. maddesinin 2. fıkrasına göre;
Devlet idaresindeki hiyerarşi gereği üstün hukuka aykırı ve fakat bağlayıcı olan ve
dolayısıyla görev gereği yerine getirilmesi zorunlu olan emrini yerine getiren ast, bu
emrin yerine getirilmesi nedeniyle sorumlu olmaz. Buna karşılık hukuka aykırı
böyle bir emri veren üstün sorumluluğu devam etmektedir. Örneğin bu kişi,
hukuka aykırı emri nedeniyle bir tazminat davasına veya idari bir yaptırıma muhatap
olabilir.
Ast, kendisine verilen emrin hukuka uygun olup olmadığını kontrol etmek
yükümlülüğü altındadır. Şayet ast, kendisine verilen emrin hukuka uygun olup
olmadığını denetlemeksizin üstün hukuka aykırı olan emrini yerine getirirse,
kendisi de sorumluluktan kurtulamaz.
Bununla birlikte ast, kendisine verilen emrin hukuka aykırılığını üste
bildirmesine rağmen, üst emrinde ısrar eder ve emrini yazılı olarak yenilerse;
artık ast bakımından, Ceza Kanununun ifadesiyle, “yetkili bir merciden verilip,
yerine getirilmesi görev gereği zorunlu olan bir emir” durumu ortaya çıkar.
Artık memur, amirin hukuka aykırı ve fakat Anayasa gereği bağlayıcı ve yerine
getirilmesi görevi gereği zorunlu olan böyle bir emri yerine getirmek
mecburiyetindedir. Hiyerarşinin doğurduğu bu mecburiyet, emri yerine getiren
bakımından bir mazeret sebebi teşkil etmektedir. Ancak amirin sorumluluğu
sürmektedir.

Bazı hallerde astın, kendisine verilen emrin içerik olarak hukuka uygun
olup olmadığını denetleme yükümlülüğü kanun tarafından engellenmiş
olabilir. Bu gibi durumlarda astın, kendisine verilen emrin hukuka aykırı
olup olmadığını denetleme yükümlülüğü bulunmamaktadır. Dolayısıyla emrin
hukuka aykırı olduğunu fark etse bile yerine getirmek zorundadır.
Nitekim Anayasanın 137. maddesinin 3. fıkrasında “Askeri hizmetlerin
görülmesi ve acele hallerde kamu düzeni ve kamu güvenliğinin korunması
için kanunla gösterilen istisnaların saklı” olduğu belirtilmiştir. Yine Ceza
Kanununun 24. maddesinin 4. fıkrasında, Anayasanın düzenlemesi
doğrultusunda “emrin hukuka uygunluğunun denetlenmesinin kanun
tarafından engellendiği hallerde, yerine getirilmesinden emri veren sorumlu
olur” denilmektedir.
KUSURLULUĞU ETKİLEYEN
(KALDIRAN VEYA AZALTAN) HALLER
Zorunluluk Hali

TCK’nın 25. maddesinin 2. fıkrasında düzenlenen zorunluluk hali, kusurluluğu


ortadan kaldıran bir nedendir.
Kusurluluğu ortadan kaldıran sebeplerin varlığı halinde işlenen fiil, hukuk düzeni
tarafından onaylanmamakta; sadece “mazur” görülmektedir.
Zorunluluk halinde kalan kişinin işlediği fiil de hukuken meşru görülemez; belli
koşulların varlığı halinde ancak mazur görülebilir. Çünkü zorunluluk halinde kalan
kişi; ağır ve muhakkak bir tehlike karşısında hukukun icap ettiği şekilde davranması,
hukukun istediği şekilde irade oluşturması kendisinden beklenemeyen bir kişidir. Bu
kişinin içinde bulunduğu durum; onun haksızlığı tercih etmesi, yani üçüncü bir
kişinin hakkını ihlal etmesi dolayısıyla kınanabilirliğini ortadan kaldırmaktadır.

ZORUNLULUK HALİNİN ŞARTLARI


Tehlikeye İlişkin Şartlar
o Zorunluluk halinden söz edilebilmesi için öncelikle bir tehlike mevcut
olmalıdır.

Tehlike; bir kimsenin veya şeyin varlığını, güvenliğini tehdit eden ve bir zarar
olasılığı ortaya koyan durumdur. Tehlikenin bir adım sonrası zarardır. Esasen
zorunluluk halinde, tehlikenin doğurabileceği zararı önleme düşüncesinin
kişinin irade yeteneğini etkileyebileceği varsayılarak işlenen fiil mazur
görülmektedir. Bu itibarla; tehlikenin zarar aşamasına geçmemiş olması, yani
zararın gerçekleşmeye henüz başlamamış veya başlamış olmakla birlikte
tamamlanmamış olması gerekir. Tehlike artık zarara dönüşmüşse zorunluluk
halinden bahsedilemez.
o Tehlikenin zorunluluk haline yol açabilmesi için ağır ve
muhakkak olması gerekir.

Tehlikenin ağır olmasından maksat, tehlikenin kişiye ilişkin hak


bakımından ağır bir zarar meydana getirmeye elverişli olmasıdır.
Meydana getireceği zarar ağır olmayan tehlikeler, zorunluluk
haline yol açmaz. Bu nedenle açlıktan ölmemek için ekmek
çalmak veya soğuktan donmamak için başkasının konutuna
girmek zorunluluk haline girebilirse de keyif verici bir madde
(örneğin sigara) çalmak zorunluluk haline girmez. Tehlikenin ağır
olup olmadığı somut olayın şartlarına göre hâkim tarafından
belirlenmelidir.

Tehlikenin sadece ağır olması yeterli değildir, aynı zamanda muhakkak da


olmalıdır. Tehlikenin muhakkak olmasından maksat; hemen var olan, gerçek olan
tehlike demektir. Ancak tehlikenin muhakkak olması kavramını sadece o anda var
olan tehlikeyle sınırlandırmamak gerekir. Bu itibarla, o anda mevcut olmamakla
birlikte, çok yakın bir gelecekte gerçekleşmesi kuvvetle muhtemel olan tehlikeleri
de “muhakkak” saymak gerekir.

Ağır ve muhakkak tehlike, değişik nedenlerden kaynaklanabilir. Örneğin; tehlike


doğal olaylardan (sel baskını, deprem, yangın, fırtına, dondurucu soğuk, salgın
hastalıklar gibi), insan psikolojisi veya biyolojisinin gereksinimlerinden (açlık,
susuzluk, hastalık gibi), hayvan hareketlerinden (köpek veya kızgın bir boğanın
saldırısı gibi) veya insan hareketlerinden (bir futbol maçında tribünde meydana
gelen izdihamdan kurtulmak için başkasını ezmek gibi) doğabilir.
o Tehlikenin, kişinin gerek kendisine gerek başkasına ait bir hakka yönelik
olması gerekir.

Kanunda, tehlikenin yönelebileceği kişiye ait değerler arasında bir sınırlandırma


yapılmamıştır. Bu itibarla kişinin; hayatına, vücut bütünlüğüne, özgürlüğüne,
cinsel dokunulmazlığına, şerefine, malvarlığına, özel hayatının gizliğine vs.
yönelik tehlikelere karşı zorunluluk hali mümkün olabilecektir.
Tehlikenin mutlaka kişinin kendisine ait değerlere yönelmesi gerekmez; başkasına
ait değerlere yönelik tehlikeden bu kişileri kurtarmak zorunluluğu ile suç işleyen
kişi de zorunluluk halinden yararlanır. Ayrıca üçüncü kişinin tehlikeye maruz kalan
hakkının korunması için bu kişinin rızasının bulunması da gerekmez. Bu itibarla;
gebelik ananın hayatı için tehlikeli bir nitelik gösterdiği takdirde, anne çocuğun
doğmasını ve kendi hayatının feda edilmesini istese dahi bunu yapmayıp çocuğu
düşürten ve anayı kurtaran doktor, zorunluluk halinde bulunmuş sayılır.

o Tehlikeye ilişkin bir diğer koşul da tehlikeye bilerek sebebiyet verilmemiş


olmasıdır.

Kanunda bu durum, “bilerek neden olmadığı” tehlike şeklinde ifade edilmiştir.


Dolayısıyla zorunluluk halinin söz konusu olabilmesi için tehlikeden korunmak isteyen
kişinin bu tehlikeye bilerek neden olmaması gerekir.
Bilerek neden olmaktan maksat, kişinin yaptığı davranıştan böyle bir tehlikenin
meydana gelebileceğini öngörmesi demektir. Bu itibarla; tehlikeye doğrudan kastla,
olası kastla veya bilinçli taksirle neden olan kimse zorunluluk halinden
yararlanamaz. Buna karşılık tehlikeye bilinçsiz taksirle sebebiyet verilmesi halinde
zorunluluk hali söz konusu olabilecektir. Örneğin; bir kimsenin evini kasten ateşe veren
ve daha sonra alevlerden kurtulmak isterken bir başkasını ezen kimse, zorunluluk
halinde bulunduğunu ileri süremez. Buna karşılık; misafir gittiği evde elinde sigarası
olduğu halde uyuya kalan ve bu suretle yangına neden olan kimse, yangından kurtulmak
için evin kapısını kırarsa, zorunluluk halinden yararlanabilecektir. Keza tehlikeye
bilmeden sebebiyet veren kişiyi bu tehlikeden kurtarmak için suç teşkil eden bir fiili
işleyen kişinin de zorunluluk halinden yararlanması gerekir.
ZORUNLULUK HALİNİN ŞARTLARI
Korunmaya İlişkin Şartlar
o Zorunluluk halinin korunmaya ilişkin koşullarından ilki, kişinin
kendisinin veya başkasının hakkına yönelik ağır ve muhakkak bir
tehlikeden başka suretle korunmak olanağının bulunmamasıdır.

Başka türlü korunmak imkânının bulunmaması demek, suç işlemek


zorunda kalmaksızın tehlikeden kurtulmanın mümkün olmaması
demektir. Şayet tehlikeden başkasının hakkına zarar vermeksizin
korunmanın başka yolları var ise zorunluluk halinin varlığından söz
edilemez.

Zorunluluk halinde tehlikenin kaynağı ile hiçbir ilgisi bulunmayan


tamamen masum üçüncü kişilerin haklarına zarar verilebildiği, yani bu
kişilere karşı suç teşkil eden bir haksızlık gerçekleştirildiği için
tehlikeden başka yollarla kurtulma olanağının bulunmamasını dar
yorumlamak gerekir.
Örneğin; kaçarak veya gizlenerek tehlikeden kurtulmak mümkünse ya
da devletin yardımıyla tehlikeyi bertaraf edebilecek zaman mevcutsa
zorunluluk halinin bulunduğu söylenemeyecektir. Keza acilen ilaç
ihtiyacı bulunan kişi; eczanelerin kapalı olduğu pazar günü, nöbetçi
eczaneye gitmeyip de bir eczanenin camını kırarak ilaç alırsa zorunluluk
hali yoktur. Somut olayda tehlikeden başka türlü kurtulma imkânının
var olup olmadığını, failin o anda içinde bulunduğu ruh halini de
dikkate alarak, olayı yargılayan hâkim tayin edecektir.
o Korunmaya ilişkin bir diğer koşul da tehlike ile korunma
arasında bir oranın bulunmasıdır.

Kanunda bu koşul, “tehlikenin ağırlığı ile konu ve kullanılan vasıta


arasında orantı bulunmak” şeklinde ifade edilmiştir. Bu durumda, ağır
ve muhakkak bir tehlikeden kurtulmak veya başkasını kurtarmak
zorunluluğu ile işlenen her fiilde zorunluluk halinin varlığından
bahsedilemez. Bunun yanı sıra, tehlikenin ağırlığı ile konu ve
kullanılan vasıta arasında bir oranın bulunması da gerekir. Şayet
değerler mukayese edildiğinde korunan değer, feda edilen değerden
üstün değilse veya en azından ikisi birbirine eşit değil iseler zorunluluk
halinden söz edilemez. Buna karşılık, kişi en azından eşit olan değerden
birini veya daha üstün değeri korumak için hareket etmişse iradesinin
etkilenmiş olduğunu normatif olarak kabul etmek gerekir.

KUSURLULUĞU ETKİLEYEN
(KALDIRAN VEYA AZALTAN) HALLER
Meşru Savunmada Sınırın Heyecan, Korku ve Telaş Nedeniyle Aşılması

Hukuka uygunluk nedenlerinden meşru savunmada sınırın heyecan, korku ve telaş


nedeniyle aşılması (m. 27/2) kusurluluğu etkileyen özel bir hal olarak kabul
edilmiştir (CMK m. 223/3-c).
Burada kişi, meşru savunmada bulunması gereken saldırı ile savunma arasındaki
orantıda sınırı; heyecan, korku ve telaştan dolayı aşmaktadır. Eğer meşru savunma
sırasında, savunmanın saldırıyı defedecek ölçüde olması gerekliliği; savunmada
bulunan kişinin heyecanından, korkusundan veya telaşından dolayı ihlâl edilmiş,
yani fail sınırı bu sebeplerle aşmış ise mazur görülecek ve cezalandırılmayacaktır.
Örneğin; failin saldırıyı bir yumrukla savuşturmasının mümkün olduğu bir olayda,
olayın gerçekleştiriliş biçiminden kaynaklanan korkuyla silahına sarılması ve ateş
etmesi durumunda olduğu gibi.
Kişi; sırf maruz kaldığı saldırının etkisiyle heyecan, korku ve paniğe
kapılarak meşru müdafaanın sınırlarını aştığında bu hükümden
yararlanabilecektir. Buna karşılık, bu saldırıdan kaynaklanan öfke ve
gazabın etkisiyle sınırları aştığında ise bu hüküm değil; haksız tahrik
hükmü uygulanacaktır.
Tabii ki; her türlü telaş, korku veya heyecan değil, failin işlemiş olduğu
fiilden dolayı kınanabilirliğini kaldıracak düzeydeki haller mazur
görülecektir. Failin bu gibi hallerde, meşru savunmanın sınırını kasten
veya taksirle aşmış olması arasında herhangi bir fark yoktur. Zira somut
olayda meşru savunmanın sınırının heyecan, korku ve telaş nedeniyle
aşıldığı hallerde; failin kontrolünü kaybettiği, sağlıklı bir iradeye sahip
olmadığı bir durum ortaya çıkmış olmaktadır. Failin bu durumunun
kusurluluğunu kaldıracağı yasal olarak kabul edilmiş bulunmaktadır.

KUSURLULUĞU ETKİLEYEN
(KALDIRAN VEYA AZALTAN) HALLER
Cebir ve Tehdit Dolayısıyla Kişinin İrade Yeteneğinin Etkilenmesi

Kusur, failin başka türlü davranma imkânı varken, haksızlık teşkil


eden fiili gerçekleştirmesini ifade etmektedir.
Cebir, şiddet, korkutma veya tehdidin etkisinde kalarak suç teşkil
eden bir fiili işleyen kişinin ise irade yeteneği etkilenmiş
olduğundan, başka türlü davranma imkânının varlığından söz
edilemeyecektir. Bu gibi hallerde; cebir ve tehdidi kullanarak
başkasına suç işleten kişi, işlenen bu suç nedeniyle fail olarak
(dolaylı fail) sorumlu tutulacaktır.
o Tehdit halinde kişi; bir saldırının, kötülüğün ileride
gerçekleştirileceği beyanıyla korkutularak, belli bir davranışta
bulunmaya zorlanmaktadır. Tehditte, ileride gerçekleşeceği söylenen
kötülüğün oluşturduğu manevi bir zorlanma söz konusudur. Tehdit
altında suç işleyen kişi fiili iradi olarak ve dolayısıyla kasten
gerçekleştirmektedir. Fakat böyle bir fiili işlemek bakımından içinde
bulunduğu korku nedeniyle, kişinin davranışı mazur görülmektedir.
Örneğin; elinde değerli bir eşyayı emanet olarak bulunduran bir
kişinin, ölüm tehdidi üzerine elindeki eşyayı tehdit edene vermesinde
olduğu gibi. Burada tehdidi gerçekleştiren kişi, öldürme tehdidiyle
diğer kişiyi güveni kötüye kullanma suçunu (m. 155) işlemeye
zorlamaktadır. Tehdit edilen, tehdidin yol açtığı korkuyla istediği
yönde davranma imkânına sahip değildir. Dolayısıyla bu gibi
hallerde güveni kötüye kullanma suçunun faili, tehdit eden olacaktır.

o Cebir, vis absoluta (mutlak kuvvet) ve vis compulsiva (zorlayıcı kuvvet) olmak
üzere ikiye ayrılır. Ceza hukuku bakımından önem taşıyan cebir, esasen zorlayıcı
kuvvet şeklinde icra edilendir. Çünkü mutlak kuvvete maruz kalarak bir suç
işletilen kişinin, işlenen suç ile arasında manevi bir bağ (kast veya taksir) mevcut
değildir. Bu itibarla da böyle bir davranışın hukuki anlamda fiil olarak kabul
edilmesi söz konusu olamaz.
Ceza hukukunda bir davranışın fiil vasfını haiz olabilmesi için iradi olarak
gerçekleştirilmesi gerekir. Oysa mutlak kuvvetin etkisiyle suç işletilen kişinin
davranışı iradi bir davranış olarak nitelendirilemez. Mutlak kuvvet uygulanmak
suretiyle işlenen suçun doğrudan faili, mutlak kuvveti uygulayan şahıstır. Örneğin;
bir kimsenin elinin silahın tetiğine konularak üzerine bastırılması suretiyle bir
başkasının öldürtülmesi, mağazanın vitrinin önünden geçmekte olan yolcunun
aniden ve hızlı bir şekilde vitrine itilmesi suretiyle camların kırdırılması hallerinde
kişinin belli bir amaca yönelik olarak iradesiyle hâkim olduğu bir davranıştan
bahsetmek mümkün değildir. Bu nedenle, kişinin iradesini büsbütün ortadan
kaldıran vis absoluta (mutlak kuvvet) şeklindeki cebir, 28. madde kapsamında
değerlendirilmemelidir.
Cebir kavramının ne anlama geldiği, cebir kullanma suçunu düzenleyen 108.
maddenin gerekçesinde açıklanmıştır. Buna göre, “cebir, kişiye karşı fiziki
güç kullanmak suretiyle, onun veya bir üçüncü kişinin iradesi ve
davranışları üzerinde zecri bir etki meydana getirilmesidir. Cebre maruz
kalan kişi, bu fiziki gücün meydana getirdiği acının etkisiyle belli bir
davranışta bulunmaya zorlanmaktadır”.
Gerekçeden de anlaşılacağı üzere cebir kavramı, kişinin iradesi üzerinde
zorlayıcı bir etki meydana getiren fiziki güç kullanmayı ifade etmektedir.
Burada fiziki gücü; kişinin bedeni üzerinde hissedebileceği, halen icra
edilmekte olan herhangi bir kötülük olarak anlamak gerekir. Bu güç
karşısında kişinin iradesi; kendisinden istenilen hususları yapmaya
zorlanmakta, kişi halen icra edilmekte olan saldırıdan kurtulmak için suç
işlemektedir. Dolayısıyla cebir halinde suç işleyen kişinin iradi karar verme
ve hareket etme özgürlüğünden bahsedilemez.

Cebre maruz kalan kişinin iradesi, istemediği bir davranışta bulunmaya


zorlanmıştır. Bununla birlikte; cebir altında bulunan kişinin gerçekleştirdiği
davranış, hukuki anlamda fiil niteliğine sahiptir ve cebre maruz kalan kişi,
işlediği fiil açısından kasten hareket etmektedir.
Cebre maruz kalan kişinin gerçekleştirdiği haksızlıktan dolayı
cezalandırılmamasının nedeni, uygulanan cebir nedeniyle haksızlığı tercih etmek
mecburiyetinde kalmış olmasıdır. Örneğin; bir kimsenin kolunun arkaya
kıvrılarak, bundan kurtulması için eline verilen taşı mağazanın vitrinine atmak
zorunda bırakılması, keza bir kadının saçlarından sürüklenerek başkasına hakaret
etmeye zorlanması gibi hallerde kişi, cebrin etkisinde kalarak suç işlemiş
olmaktadır. Mağazanın vitrinine elindeki taşı fırlatan kişi, işlediği fiilin
bilincindedir ve dolayısıyla mala zarar verme suçunu kasten işlemiştir. Ancak bu
kişi, kendisine halen uygulanmakta olan cebirden kurtulmak için böyle bir fiili
işlemek mecburiyetinde bırakıldığı için hakkında kınama yargısında bulunmak
mümkün değildir.
Öneminden dolayı tekrar ifade etmek gerekir ki; cebir altında bulunan kişinin
gerçekleştirdiği davranış, hukuki anlamda fiil niteliğine sahiptir ve cebre
maruz kalan kişi, işlediği fiil açısından kasten hareket etmektedir. Cebre
maruz kalan kişinin gerçekleştirdiği haksızlıktan dolayı cezalandırılmamasının
nedeni, uygulanan cebir nedeniyle haksızlığı tercih etmek mecburiyetinde kalmış
olmasıdır.
Cebir veya tehdidin etkisi altında işlediği suçtan dolayı kişinin kusursuz
sayılabilmesi için maruz kaldığı bu cebir veya tehdidin belli bir ağırlığa
ulaşması gerekir. Dolayısıyla her türlü cebir veya tehdidin kusurluluğu
kaldıracağını söylemek mümkün değildir. Nitekim Kanunumuzda; cebir ve
şiddetin ağırlığını ifade etmek bakımından, bunun karşı konulamayacak veya
kurtulunamayacak boyutta olması aranmıştır. Tehdidin ise muhakkak ve ağır
olması gerekir. Ortada karşı konulamayacak veya kurtulunamayacak bir cebir
veya muhakkak ve ağır bir tehdit yoksa suç teşkil eden fiili işleyen kişinin
kusurluluğunun kalktığından söz etmek mümkün değildir.

Cebir halinde uygulanan kuvvetin, tehdit halinde ise oluşturulan


korkunun; buna maruz kalan kişiyi kendisinden gerçekleştirilmesi
istenilen haksızlığı işlemeye mecbur edecek boyutta olup olmadığı şu
şekilde değerlendirilecektir:
Cebir veya tehdide maruz kalan kişinin, daha önemli hukuki değerini
korumak için bundan daha önemsiz veya en azından eşit derecedeki
hukuki değeri feda etmesi söz konusu olmuşsa, cebir veya tehdidin
irade özgürlüğünü bertaraf edecek boyuta ulaştığını kabul etmek
gerekir. Örneğin; öldürüleceği tehdidiyle kasadaki paraları
soyguncuya veren banka veznedarı, tercihini malvarlığı hukuki
değerini korumak yerine yaşama hakkını korumak yönünde
kullanmışsa; veznedarın böyle bir tercihi yapmak mecburiyetinde
kaldığı kabul edilir.
207 Cebir

ALT BİLGİ EKLE GG.AA. 20XX

KUSURLULUĞU ETKİLEYEN
(KALDIRAN VEYA AZALTAN) HALLER
Haksız Tahrik
TCK m. 29’da düzenlenen haksız tahrik, kişinin haksız bir fiilin kendisinde meydana getirdiği
hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında kalarak bir suç işlemesidir.
Haksız tahrikin etkisi altında suç işleyen kişinin kusur yeteneği azalmış, normal bir kişiye göre
davranışlarını hukukun icaplarına göre yönlendirme yeteneği etkilenmiştir. Gerçekten böyle
bir etki altında bulunmaksızın suç işleyen kişinin irade yeteneği ile haksız tahrik altında suç
işleyen kişinin iradesini yönlendirme yeteneği aynı değildir. Haksız fiile maruz kalan kişinin
içine düştüğü hiddet veya şiddetli elem şeklindeki psikolojik durum; kişinin iradesinde bir
zayıflama meydana getirerek, onu kolaylıkla suç işlemeye götürebilmektedir. Bu itibarla haksız
tahrik, kusurun irade unsuru üzerinde etkili bir neden olduğu için failin cezasında indirime
gidilmektedir. Haksız tahrik kusurluluğu etkileyen bir neden olduğundan, haksız tahrikin
etkisiyle işlenen fiilin haksızlık içeriğinde herhangi bir azalma söz konusu değildir. Ancak haksız
tahrikin kusur üzerindeki etkisi de sınırlıdır. Yani kusuru tamamıyla ortadan kaldırmamakta,
sadece azaltmaktadır.
HAKSIZ TAHRİKİN ŞARTLARI
o Haksız tahrikten söz edilebilmesi için her şeyden önce, haksız bir fiilin
varlığı gerekir.

Ortada haksız bir fiil bulunmuyorsa, haksız tahrikten bahsedilemez. Tahriki oluşturan
fiil haksız olmalıdır. Haksız tahrik, ancak haksız fiili gerçekleştiren kişiye karşı
işlenen suç bakımından etkili bir faktördür. Hiddet veya şiddetli elemin, haksız bir fiil
sonucu ortaya çıkması gerekir.
Fiil haklı, yani hukuka uygun ise failin böyle bir fiilden dolayı hiddet veya şiddetli
eleme kapılması ve böyle bir fiile karşı tepkide bulunması mazur görülemez.
Örneğin; şikâyet veya ihbarda bulunma hakkını kullanan kişiye karşı gösterilen
tepkinin suç teşkil etmesi halinde, failin haksız tahrikten yararlanması söz konusu
olamaz.

Haksız fiil terimi, bir davranışın hukuk düzenince tasvip edilmediği anlamına
gelmektedir. Fiilin haksız olup olmadığı, toplumsal düzende hâkim olan değer
yargılarına göre hâkim tarafından takdir edilir. Bu nedenle fiilin haksız olup
olmadığı değerlendirilirken sadece yazılı hukuk kuralları değil, hukuk düzeninin
bütünü göz önünde tutulmalıdır. Fiilin haksız sayılması için suç teşkil etmesi
veya borçlar hukuku anlamında bir haksız fiil oluşturması şart değildir. Haksız
tahriki oluşturan fiilin, aynı zamanda suç teşkil ettiği hallerde; bunun kasten veya
taksirle işlenebilen bir haksızlık olması arasında herhangi bir fark yoktur.
Tahriki oluşturan haksız fiilin, ancak bir insan tarafından gerçekleştirilmesi
gerekir ise de bu insanın kusur yeteneğine sahip olması şart değildir. Bu nedenle;
yaş küçüklüğü, akıl hastalığı gibi sebeplerle kusur yeteneği bulunmayan kişilerin
gerçekleştirdikleri fiiller de haksızlık niteliğine sahip olduğu için bu fiillere karşı
da haksız tahrik hükmü uygulanabilecektir. Aynı şekilde tahrik edenin şahsi
cezasızlık sebebinden yararlanması da maddenin uygulanmasına engel değildir.
Fail; haksız hareketiyle olaya bizzat neden olmuşsa, haksız tahrikten
yararlanamaz. Bu itibarla bir kimse; önce kendi haksız fiili ile bir
kimseyi tahrik ettikten sonra, tahrik edilen kişinin tepkisi karşısında
kendisinin tahrik edildiğini de ileri süremez.
Haksız tahrik hükümlerinden yararlanabilmek için mutlaka haksız
fiilin mağduru olmak gerekli değildir. Haksız fiile maruz kalan kişi
ile buna tepki olarak suç işleyen kişi farklı kişiler olabilir. Bu itibarla
haksız fiil, tepkide bulunanın kendisine yönelik olabileceği gibi; sevdiği
bir kişiye, hatta hiç tanımadığı bir yabancıya, eşyasına, hayvanlarına da
yönelik olabilir. Örneğin; sokakta yürürken, küçük bir çocuğun sebepsiz
yere dövüldüğünü görüp de hiddete kapılarak çocuğu döven kişiye karşı
hakaret suçunu işleyen kişi bakımından da haksız tahrikin varlığını
kabul etmek gerekir.

o Haksız fiil, failde hiddet veya şiddetli elem meydana


getirmiş olmalıdır.

Haksız tahrikin kusurluluğu etkileyen bir hal olarak kabul


edilmesinin sebebi, failin “hiddet veya şiddetli elemin etkisi
altında” suçu işlemesidir. O halde tahriki oluşturan haksız fiil,
hem failde böyle bir psikolojik hal meydana getirecek hem de
suç bu halin etkisi altında işlenmiş olacaktır. Buna göre, failin
içinde bulunduğu hiddet veya şiddetli elem hali, tahriki
oluşturan haksız fiilin sonucu olmalıdır. Bir başka deyişle,
tahriki oluşturan haksız fiil ile failin psikolojik durumu arasında
nedensellik bağı bulunmalıdır.
o Suç, hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında işlenmiş olmalıdır.

Haksız tahrikin varlığı için bulunması gereken diğer bir koşul da failin işlediği
suçun, kendisine karşı gerçekleştirilen haksız fiilin meydana getirdiği hiddet
veya şiddetli elemin etkisi altında işlenmesidir. Bir başka deyişle, haksız fiilin
meydana getirdiği elem ve öfke ile işlenen suç arasında nedensellik bağı
bulunmalıdır. Failin işlediği suç, haksız fiile bir tepki olarak ortaya çıkmalıdır.

o Suç, tahrik teşkil eden haksız fiili gerçekleştiren kişiye karşı işlenmiş
olmalıdır.

Şayet tahrik eden kişi ile suçun mağduru farklı kişiler ise haksız tahrik hükmü
uygulanamaz. Örneğin; babanın haksız fiiline öfkelenen kişinin, baba yerine
oğlunu dövmesi halinde, fail haksız tahrikten yararlanamaz.

Önemine binaen tekrarlamak gerekir ki, haksız


tahrik hükümlerinden yararlanabilmek için
mutlaka haksız fiilin doğrudan mağduru olmak
gerekli olmamakla birlikte; haksız tahrik etkisi
altında işlenen suç, tahrik teşkil eden haksız
fiili gerçekleştiren kişiye karşı işlenmiş
olmalıdır.
Haksız tahrikte, suçun haksız fiilin meydana getirdiği öfkenin etkisi altında
işlenmiş olması gerektiğinden; suçun işlendiği anda bu etkinin devam edip
etmediğinin de belirlenmesi gerekir.
Suç, haksız fiile tepki olarak hemen işlenebileceği gibi; kısa veya uzunca bir
zaman sonra da işlenebilir. Önemli olan, suçun işlendiği anda haksız fiilin
oluşturduğu hiddet veya şiddetli elemin etkisinin azalmış da olsa devam
edip etmediğidir. Bu nedenle; haksız fiil ile işlenen suç arasında belli bir
sürenin geçmiş olması, etkinin sürüp sürmemesi bakımından kesin bir ölçüt
değildir. Hâkim; etkinin devam edip etmediğini, yapılan haksız fiilin niteliğine
bakıp bunun normal bir kimse üzerinde ne kadar bir süre ile hiddet veya üzüntü
meydana getireceğini hesaplayarak belirlemelidir.
Haksız tahriki oluşturan fiilin aynı zamanda bir suç teşkil etmesi ve işlediği bu
suçtan dolayı failin cezalandırılması halinde, bu suçun failine karşı cezası infaz
edildikten sonra; işlenen suç bakımından da haksız tahrik hükmünün
uygulanması mümkündür.

HAKSIZ TAHRİKTE ÖZEL DURUMLAR


o Haksız tahrik ile meşru savunma, aynı fiilde bir arada bulunamaz.

Her iki müessesenin hukuki niteliği ve şartları farklı olduğu için bir olayda birisinin
bulunması diğerini ortadan kaldırır. Meşru savunma bir hukuka uygunluk nedenidir ve
şartları gerçekleştiğinde meşru savunma halinde işlenen fiilden dolayı kişiye ceza
verilemeyeceği gibi, başka bir hukuk dalının yaptırımı da uygulanamaz. Buna karşılık
haksız tahrik altında işlenen fiil hukuka aykırı olmaya devam etmekte; failin kusurunun
azalması nedeniyle bu durum sadece cezanın indirilmesine yol açmaktadır. Ayrıca
meşru savunma halinde halen bir saldırı bulunduğu için bu saldırının ortadan kaldırılması
zorunluluğu vardır. Oysa haksız tahrikte, haksız fiil sona ermiştir ve bunun meydana
getirdiği öfke ile karşılıkta bulunulmaktadır. Meşru savunmada sınırın aşılması halinde
de haksız tahrik hükmü uygulanamaz.
o Tasarlama ile haksız tahrik hali bir arada
bulunabilir.
Tasarlamanın, failin karar vermesi ile harekete
geçmesi arasında bir sürenin geçmesi ve bu süre
içinde failin ana hatlarıyla yapacağı hareketi
planlaması şeklinde anlaşılması gerekir ve tasarlama
ile haksız tahrik hali bir arada bulunabilir.

o Kan gütme ve töre saikleri ile işlenen ve kasten öldürmenin


nitelikli hallerini oluşturan öldürme suçlarında (m. 82/1-j ve k),
haksız tahrik hükmünün uygulanıp uygulanmayacağına da
değinmek gerekir.

Kasten öldürmenin nitelikli hallerini düzenleyen 82. maddenin


gerekçesinde belirtildiği üzere, “kan gütme saikiyle öldürme
halinde ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmedilmesi, fiilin
sadece kan gütme saikine bağlı olarak işlenmiş olması halinde söz
konusu olabilecektir. Ancak, belirtilmelidir ki, haksız tahrikin
koşullarının bulunduğu hallerde, bu bent hükmü uygulanamaz”.
Gerekçeden de açıkça anlaşılacağı gibi; haksız tahrikin şartlarının
gerçekleştiği hallerde, kan gütme saikiyle öldürmenin varlığı kabul
edilemeyecek ve ceza artırılamayacaktır.
Aynı şekilde kasten öldürmenin töre saikiyle işlenmesi halinde de
“ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmedilecektir. Ancak, bu
hükmün uygulanabilmesi için somut olayda haksız tahrikin
koşullarının bulunmaması gerekir”. TCK’nın 29. maddesinin
gerekçesinde de hiddet veya şiddetli elemin haksız bir fiil sonucu ortaya
çıkması gerektiği belirtildikten sonra “maddeye bu ibarenin (haksız fiil
ibaresi) eklenmesinin amacı(nın) ülkemizde özellikle “töre veya
namus cinayeti” olarak adlandırılan akraba içi öldürme suçlarında
haksız tahrik indiriminin yanlış biçimde uygulanmasının önüne
geçmek” olduğu ifade edilmiştir. Bu durumda bir suçun mağduruna
karşı işlenen suçlar dolayısıyla fail, haksız tahrik indiriminden
yararlanamayacaktır. Ancak, töre veya kan gütme saikiyle öldürme
dolayısıyla cezanın ağırlaştırılabilmesi için somut olayda haksız tahrikin
koşullarının bulunmaması gerekir.

o İştirak halinde işlenen suçlarda haksız tahrik; fail


veya şeriklerin her biri ayrı ayrı tahrik edilmediği
sürece, sadece tahrik edilen kişi bakımından
uygulanabilir.

Örneğin; haksız tahrik altında bir başkasını suça


azmettiren şerik hakkında haksız tahrik hükmü
uygulanabilecekken, suçu işleyen fail hakkında
uygulanamaz.
HAKSIZ TAHRİKİN SONUÇLARI

Haksız fiilin meydana getirdiği hiddet veya üzüntünün etkisi altında suç
işleyen kişinin cezası indirilecektir.
İndirim miktar ve oranları 29. maddede belirtilmiştir. İndirim oranının
belirlenmesinde; failin durumu, yaşadığı sosyal çevre, olayın oluş şekli,
haksız fiilin niteliği, failde meydana getirdiği ruhsal durum ve tahrik
eden ile failin davranışları göz önüne alınmalıdır.
Kanunumuz hafif tahrik-ağır tahrik ayrımını kabul etmemiştir. Tahrikin
hafifliğini veya ağırlığını yukarıda belirtilen şartlar çerçevesinde hâkim
takdir edecektir.

222 Kusurluluğu etkileyen hata

• Kusurluluğu etkileyen hata,


1) kusurluluğu ortadan kaldıran veya azaltan bir
nedenin maddî şartlarında hata (m. 30, f. 3),
2) işlenen fiilin esasında bir haksızlık oluşturduğu
hususunda hata (m. 30, f. 4),
olmak üzere, ikiye ayrılır.
Kusurluluğu Etkileyen Hata Halleri

Kusurluluğu Etkileyen
Haksızlık Hatası Nedenlerin Maddi
Şartlarında Hata

Doğrudan Dolaylı
Haksızlık Haksızlık
Yanılgısı Yanılgısı

224 • Somut olayda, kusurluluğu ortadan


kaldıran veya azaltan bir nedenin maddî
şartlarında hataya düşmesi halinde, kişi bu
hatasından yararlanır. Bu hata, kusurluluk
bağlamında mütalaa edilmelidir (m. 30, f. 3).
• Kişinin örneğin,
- zorunluluk halinin koşullarında,
- tehdidin varlığı hususunda,
- haksız tahrikin koşullarında,
- hukuka aykırı ve fakat bağlayıcı bir emrin
varlığı hususunda,
yanılgıya düşmesi.
Kusurluluğu Kaldıran ve Azaltan Nedenlerin
Maddi Şartlarında Hata
• Bu ihtimalde kişi kusurluluğu kaldıran veya azaltan
nedenlerin şartlardan birinin gerçekleşmediği halde
gerçekleştiği hususunda yanılgıya düşmektedir.
Şayet bu yanılgı kaçınılmaz ise fail bu hatasından
yararlanacaktır. Örn. Sokaktan tır geçerken deprem
zannıyla pencereden atlayarak başsasının
yaralanmasına sebebiyet

226
• Bu yanılgının kaçınılabilir olması halinde,
kişi cezalandırılacaktır; fakat, cezasında,
ancak alt sınıra kadar indirim
yapılabilecektir.

Suç Teorisi (Özgenç)


Yasakta hata

• Giriş örneği
• Bir turistin Pazar yerinden kapı tokmağı alması

Haksızlık Yanılgısı (Yasak Hatası)

• TCK m. 30/4 «İşlediği fiilin haksızlık oluşturduğu


hususunda kaçınılmaz hataya düşen kişi,
cezalandırılmaz.»
• Haksızlık yanılgısı, kişinin işlediği fiilin hukuk düzenince
yasaklandığını bilmemesidir.
• Failin haksızlık yanılgısının kaçınılmaz olması durumunda
failin kusurluğu ortadan kalkarken, kaçınılabilir ise
cezasında indirime gidilecektir.
• Hatanın kaçınılamaz olup olmadığının belirlenmesinde,
kişinin bilgi düzeyi, gördüğü eğitim, içinde bulunduğu
sosyal ve kültürel çevre koşulları göz önünde
bulundurulacaktır.

230 • Soyut olarak haksızlık yanılgısından söz


edilemez. Ancak belli bir fiilin haksızlık teşkil
edip etmediği hususunda bir yanılgının
varlığından söz edilebilir. Kişi ancak işlediği
somut fiilin hukuka aykırı olduğunun, bir
haksızlık teşkil ettiğinin bilincinde olmayabilir.
• Bu yanılgının kaçınılabilir olması halinde, kişi
cezalandırılacaktır; fakat, cezasında, ancak alt
sınıra kadar indirim yapılabilecektir.
• (CGK, 31.10.2017 tarihli ve 259-449 sayılı) -4-
ÖZET: Sanığın Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı
olup 18 yaşına kadar Türkiye’de yaşamış
olması, yüksek öğrenim görmesi, suça konu
Dolaylı haksızlık yanılgısı

• Failin gerçekte olmamasına rağmen işlemiş olduğu fiili hukuka uygun hale getiren bir
sebebin bulunduğunu düşünerek hareket etmesi hali ise dolaylı haksızlık yanılgısı
oluşturmaktır.

Dolaylı haksızlık yanılgısı

• Eşinin sosyal medya hesaplarına girerek delil elde etme


• Ohal ilanı dolayısıyla polisin gözaltı yetkisi olduğuna inanması ve gözaltı yapması
Cezalandırılabilirliğin Diğer Şartları
• İşlenen fiilin tipikliğinin ve hukuka aykırılığının tespitiyle birlikte cezaya
layık bir haksızlıktan bahsedilir. Gerçekleştirdiği bu haksızlık dolayısıyla
failin kusurlu bulunması halinde ise, cezaya hükmolunur.
• Kural olarak, bir kişinin cezalandırılabilmesi için bunlar dışında herhangi
bir unsurun varlığı gerekli değildir.
• Pratik ve ceza siyaseti ile ilgili gerekler cezalandırma için, başkaca
şartların gerçekleşmesini veya özel bazı sebepler dolayısıyla
cezalandırılabilirliğin kalkmamasını gerektirebilir. Cezalandırma için
varlığı aranan veya bulunmaması gereken bu unsurlara, suçun yapısında
haksızlık ve kusur isnadının dışında kalan cezaya muhtaçlık unsurları
denilmektedir.

• Bu unsurlar pozitif şekilde (cezalandırabilirlik için varlığı


aranacak olan anlamında) cezalandırılabilirlik şartlarından,
negatif biçimde (cezalandırılabilirlik için bulunmaması gereken
anlamında) cezayı kaldıran veya etkileyen sebeplerden ibarettir.
• Cezalandırılabilme için varlığı gerekli olan unsurlara “objektif
cezalandırılabilme şartları”,
• Cezalandırılabilme için bulunmaması gereken unsurlara ise,
“şahsi cezasızlık sebepleri” veya “cezayı etkileyen veya kaldıran
şahsi sebepleri”, denilmektedir.
Objektif Cezalandırılabilme Şartları
• Objektif cezalandırılabilme şartları mahiyetleri gereği, kastın kapsamında yer
almazlar. Bu nedenle, objektif cezalandırılabilme şartları suçun işlenmesi
sırasında veya daha sonra gerçekleşmeleri durumunda, fail bu şartları
bilmiyor olsa veya bunların gerçekleşmeleri daha önceden öngörülemiyor
olsa bile fail cezalandırılabilecektir. Buna karşılık failin bunların varlığına
veya gerçekleştiğine inandığı durumlarda, bu şartlar gerçekleşmedikçe, fail
teşebbüsten dahi cezalandırılamayacaktır.
• Yine objektif cezalandırılabilme şartları kastın kapsamında yer
almadıklarından bu husustaki yanılgının failin cezalandırılabilirliği üzerinde
herhangi bir etkisi yoktur.
• Örneğin, TCK m. 240, m. 257 gibi. Somut tehlike suçlarında, failin
cezalandırılabilmesi için somut tehlikenin gerçekleşmiş olması da objektif
cezalandırılabilme şartını oluşturmaktadır.

örnekler

• Failin mal veya hizmet satımından kaçınma suçundan dolayı cezalandırılabilmesi için,
belli bir mal veya hizmeti satmaktan kaçınmak suretiyle kamu için acil bir ihtiyacın ortaya
çıkması gerekir (m. 240).
• Failin hileli iflâs veya taksirli iflâs suçlarından dolayı cezalandırılabilmesi için, somut
olayda iflasa karar verilmelidir (m. 161, 162).
Şahsi Cezasızlık Sebepleri
• Şahsi cezasızlık sebepleri suçun işlenmesi anında var olan ve failin
cezalandırılmasına engel olan şahsa bağlı sebeplerdir. Somut olayda
bir şahsî cezasızlık sebebinin varlığının bilinmesine gerek yoktur (m.
21 gerekçesi).

• Örneğin TCK m. 165’te düzenlenen suç eşyasının satın alınması veya


kabul edilmesi suçunda, eşyayı satan kişinin bunun elde edildiği suçu
işlemiş veya bu suçun işlenişine iştirak etmiş olması, bu suç açısından
şahsi cezasızlık sebebi oluşturmaktadır. Dolayısıyla eşyanın elde
edildiği suçu işleyen kişi, ayrıca 165. maddeden dolayı
cezalandırılmayacaktır. Bu eşyanın elde edildiği suçu işleyen kişi,
ayrıca ödünç olarak verme bağışlama ya da satma fiili dolayısıyla
cezalandırılmayacaktır.

• Keza TCK’nın 167. maddesinde de malvarlığına karşı suçların belli


akrabalar arasında işlenmesi bakımından da, bu sebeplere yer
verilmiştir.

- Yalan tanıklık suçunda, kişinin örneğin “kendisinin, üstsoy, altsoy, eş veya kardeşinin
soruşturma ve kovuşturmaya uğramasına neden olabilecek bir hususla ilgili olarak yalan
tanıklıkta bulunması” bir şahsî cezasızlık sebebi veya cezada indirim yapılmasını
gerektiren şahsî sebep olarak kabul edilmiştir (m. 273, f. 1).
- Kişi, kendi işlediği veya işlenişine iştirak ettiği suçla ilgili olarak, suç delillerini yok etme,
gizleme veya değiştirme suçundan dolayı cezalandırılmaz (şahsî cezasızlık sebebi: m.
281, f. 1).
Suçluyu kayırma suçunun, üstsoy, altsoy, eş, kardeş veya diğer suç ortağı tarafından işlenmesi
hâlinde, cezaya hükmolunmaz (şahsî cezasızlık sebebi: m. 283, f. 3).
- Tutuklu veya hükümlüyü ya da suç delillerini bildirmeme suçlarının, üstsoy, altsoy, eş
veya kardeş tarafından işlenmesi hâlinde, cezaya hükmolunmaz (şahsî cezasızlık sebebi:
m. 284, f. 4).
Cezayı Kaldıran Şahsi Sebepler
• Cezayı kaldıran şahsi sebepler ise, suçun işlenmesi anında bulunmayan,
ancak suç işlendikten sonra ortaya çıkan, kişiye hiç ceza verilmemesini
veya kişinin daha az ceza almasını sağlayan şahsi sebeplerdir.
• Örneğin TCK m. 221’de suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçu nedeniyle
soruşturmaya başlanmadan ve örgütün amacı doğrultusunda suç
işlenmeden örgütü dağıtan veya verdiği bilgilerle örgütün dağılmasını
sağlayan kurucu ve yöneticiler hakkında cezaya hükmedilmeyeceği
belirtilmiştir. İşte buradaki etkin pişmanlık hali cezayı kaldıran bir şahsi
sebeptir. Etkin pişmanlığa ilişkin kanundaki düzenlemeler.
• Şahsi cezasızlık sebepleri ve cezayı kaldıran şahsi sebepler şahsa bağlı
olduklarından, sadece ilgili oldukları kişi bakımından kendilerine
bağlanan sonucu doğururlar. Dolayısıyla iştirak halinde işlenen suçlarda
bu sebeplerden diğer suç ortaklarının yararlanması mümkün değildir (m.
40/1).

İhmali Suçlar
• İhmal icrai hareket yanında hareketin diğer bir şeklini oluşturmaktadır.
• İhmal, failin iktidarında olmasına rağmen, mevcut bir vakanın gidişatına
müdahale etmemesi olarak tanımlanabilir.
• Hukuk kuralları (davranış normları), ya yasaklayıcı ya da emredici
normlar şeklinde ortaya çıkarlar.
• Yasaklayıcı normun ihlali ancak icrai bir hareketle gerçekleştirilebilir.
• Emredici norm ise belli bir hareketin yapılmasını emretmektedir.
Yapılması gerekenin ihmal edilmesi halinde bir hak ihlal edilecektir. Bu
nedenle tüm ihmali suçlar cezayı gerektiren emredici normlara karşı
gelmek suretiyle işlenebilir.
• Örneğin, öldürmeyi yasaklayan norm bir kimsenin öldürülmesiyle, çalmayı
yasaklayan norm başkasının eşyasının alınmasıyla ihlal edilir (icrai
davranış).
• Örneğin, kamu görevlisinin yükümlü olduğu görevinin gereklerini
yapmakta ihmal veya gecikme göstermesi (TCK m. 257/2), kendini idare
edemeyecek durumda olan kimselere karşı yardım etme yükümlülüğünün
yerine getirilmemesi (TCK m. 98) halinde emredici normun öngördüğü
şekilde davranmamak suretiyle, yani ihmali hareketle suç işlenmiş olur.
• Fail aktif bir davranışla cezayı gerektiren bir yasağı ihlal ettiği hallerde
icrai suç vardır (tokat atmak, tekmelemek, silahla ateş etmek gibi).
• Failin emredileni yapmamak suretiyle (sırf ihmalle) tipikliği
gerçekleştirdiği hallerde ihmali suç vardır. İhmali davranış, hukuk
normlarıyla (emredici davranış normları) kişiye belli bir icrai davranışta
bulunma yükümlülüğünün yüklendiği hallerde, kişinin bu yükümlülüğü
yerine getirmemesi şeklinde ortaya çıkmaktadır.

• Örnekler:
Kişinin,
- yaşı, hastalığı veya yaralanması dolayısıyla ya da başka herhangi bir nedenle kendini idare
edemeyecek durumda olan kimseye yardım etmemesi ya da durumu derhâl ilgili
makamlara bildirmemesi (m. 98, f. 1),
- kaybedilmiş olması nedeniyle malikinin zilyedliğinden çıkmış olan ya da hata sonucu ele
geçirdiği eşyayı iade etmemesi veya yetkili mercileri durumdan haberdar etmemesi (m.
160),
bir hukukî ilişkiye dayalı olarak elde ettiği eşyanın, esasında suç işlemek suretiyle veya suç
işlemek dolayısıyla elde edildiğini öğrenmesine rağmen, suçu takibe yetkili makamlara
vakit geçirmeksizin bildirimde bulunmaması (m. 166),
- akıl hastası üzerindeki bakım ve gözetim yükümlülüğünü ihmal etmesi (m. 175)
- inşaat veya yıkım faaliyeti sırasında gerekli olan tedbirleri almaması (m. 176),
- gözetimi altında bulunan hayvanı kontrol altına almada ihmal göstermesi (m. 177)
• Keza, kamu görevlisinin,
- denetim görevini ihmal ederek, zimmet veya irtikâp suçunun işlenmesine imkan sağlaması
(m. 251, f. 2),
- kamu adına soruşturma ve kovuşturmayı gerektiren bir suçun işlendiğini göreviyle
bağlantılı olarak öğrenip de, yetkili makamlara bildirimde bulunmayı ihmal etmesi veya bu
hususta gecikme göstermesi (m. 279, f. 1),
- sulh zamanında seferberlikle ilgili görevlerini ihmal etmesi veya geciktirmesi (m. 324).

• Serbest hareketli suç, icraî davranışla işlenebileceği gibi, ihmalî davranışla da işlenebilir.
• Örneğin,
- kasten veya taksirle öldürme (m. 81, 85),
- kasten veya taksirle yaralama (m. 86, 89),
- terk (m. 97, f. 1),
- kişiyi hürriyetinden yoksun kılma (m. 109, f. 1),
- konut dokunulmazlığının ihlâli (m. 116, f. 1),
- zimmet (m. 247).
• Çok hareketli suç niteliği taşıyan dolandırıcılıkta, suçu oluşturan icra hareketlerinden hile,
icraî davranışla gerçekleştirilebileceği gibi, ihmali davranışla da gerçekleştirilebilir (m.
157).
• İcrai ve ihmali hareket arasındaki ayrım, normatif olarak
(değerlendirmeyle) belirlenecektir. Bir davranışın ağırlık noktasında
icrai hareketin mi veya ihmali hareketin mi olduğu, o davranışın
sosyal anlam içeriğine göre değerlendirilmelidir.
• İhmali Suçların Çeşitleri

Gerçek İhmali Suçlar Görünüşte İhmali Suçlar

Gerçek İhmali Suçlar


• İhmali hareketin bizzat suç tipinde gösterildiği suçlara gerçek ihmali
suçlar denir.
• Kanunda tarif edilen belli bir emredici normun kasten yerine
getirilmemesiyle gerçek ihmali suçun tipikliği gerçekleşir.
• Gerçek ihmali suçlar sırf hareket suçları olup, failin kanun tarafından
yapılması istenilen hareketi yapmamasıyla oluşurlar.
• İhmali davranışlarla ayrıca bir neticenin meydana gelmesi bu tür suçlar
bakımından zorunlu değildir.
Gerçek ihmali suçlarda sırf emredilen bir hareketin icra edilmemesi
haksızlığın oluşumu bakımından yeterli olduğundan, suçun kanuni
tanımında ihmali hareketin cezaladırılabilmesi için başkaca koşullar
arandığı hallerde, bunlar haksızlık tipinin dışında kalan objektif
cezalandırma şartlarını oluştururlar.

• Bu suçlarda icrai harekette bulunma hukuki yükümlülüğü doğrudan o


• Gerçek ihmali suçların tipikliği de objektif ve sübjektif unsurlardan oluşmaktadır.
Gerçek ihmali suçların objektif (maddi) unsurlarını;
• 1- tipe uygun durumun olması (icrai hareket emrinin koşulu, örneğin 98. madde bakımından
kendini idare edemeyecek durumda olma),
• 2- emredilen hareketin yapılmaması (örneğin 98. madde bakımından yardım etmemek veya
durumu yetkili makamlara bildirmemek),
• 3- fiziksel olarak-gerçekten kurtarma-koruma imkânının bulunması (örneğin 98. madde
bakımından hal ve koşulların elverdiği ölçüde yardım) oluşturmaktadır.
• Gerçek ihmali suçlar sübjektif unsur bakımından ise, icrai hareketle işlenen suçlardan
herhangi bir farklılık göstermemektedir. Doğrudan kastla işlenebileceği gibi olası kastla
da işlenebilir

Görünüşte İhmali Suçlar


• Ceza kanununda düzenlenmiş bulunan ve kural olarak icrai hareketle işlenebilen bir
suçun ihmali hareketle de işlenmesine gerçek olmayan ihmali suç denir.
• Gerçek olmayan ihmali suçlar, tipe uygun bir neticenin engellenmemesi suretiyle
gerçekleştirilen suçlardır. Ancak bunun için failin özel bir hukuki yükümlülük
(garanti yükümlülüğü-garantörlük) altında bulunması gerekir.
• Gerçek olmayan ihmali suçlar neticeli suçlardır (ki bu netice suçun objektif tipine
aittir) ve bu suçlarda, mutlaka, neticeyi önleme hukuki yükümlülüğünün (garantörlük
durumunun) bulunması gereklidir.
• Bu itibarla icrai hareketle işlenen suçların hangi koşullarda ihmali hareketle de
işlenebileceğinin, yani ihmalin icraya eşdeğerlilik koşulunun kanunun genel
hükümler kısmında yapılacak bir düzenleme ile tüm suçlar bakımından belirlenmesi
gerekirdi. Ancak kanunda sadece belli suçlarla bağlantılı olarak böyle bir
düzenlemenin yapıldığı görülmektedir (m. 83, 88 ve 94/5). Bu nedenle, kanunda
açıkça belirtilenler dışındaki suçların ihmali hareketle işlenebilirliği tartışmalı hale
gelmiştir.
Görünüşte İhmali Suçlarda Tipikliğin Maddi Unsurları

1- Neticenin meydana gelmesi. Görünüşte ihmali suçlarda, bu suçun icrai


hareketle işlenmesine göre tarif edilmiş tipinde belli bir neticenin meydana
gelmesine yer verilmesi gerekmektedir. Sırf hareket suçları görünüşte ihmali
suç şeklinde işlenemezler.
2- Emredilen hareketin yapılmaması. Gerçek olmayan ihmali suçlarda neticeye
emredilen ve gerekli olan hareketin isnat edilebilir tarzda yapılmaması
suretiyle neden olunmalıdır. Burada ihmal edilen belli bir hareketi
yapmamaktan ibarettir. Yapılması gereken hareket objektif olarak
belirlenmekte ve somut olayın şartlarına bağlı olmaktadır.Objektif olarak
yapılması mümkün bir şeyi kişiden yapması beklenebilir. Örneğin, ağır bir
yaralıya bizzat yardım edemeyen kişinin ambulans çağırması gibi.

3- İhmalin nedenselliği ve Objektif isnadiyeti. Gerçek olmayan ihmali suçların


tamamlanması için tipe uygun neticenin meydana gelmesi gerekir. Ancak
burada da netice ihmalde bulunan faile objektif olarak isnat edilebilir olmalıdır.
Objektif isnadiyet çerçevesinde, özel yükümlülüğe aykırılık ilişkisi bakımından,
bu neticenin ihmal edenin yükümlülüğe aykırı davranmasından kaynaklanıp
kaynaklanmadığı araştırılmalıdır. Objektif isnadiyetin varlığı ancak somut
tehlike durumunda emredilen hareketin yapılmasının, kesinliğe yakın bir
ihtimalle tehlikeye düşürülen hukuki değerin korunmasına yol açacak idiyse
kabul edilmektedir. Bir başka deyişle, netice faile ancak ihmal ettiği hareketi
yapmış olsa idi, kesinliğe yakın bir olasılıkla hukuki değeri koruyacak idiyse
isnat edilebilir.
4- Neticenin önlenmesi yükümlülüğünün (garantörlüğün) bulunması.
• Gerçek olmayan ihmali suçlarda, ihmali hareketin icrai harekete eşdeğerde olması
sorumluluk bakımından şarttır. TCK m. 83’te bundan ne anlaşılması gerektiği
belirtilmiştir.
• Buna göre, ihmal yoluyla neticeye sebebiyet vermenin aktif bir hareketle neticeye
sebebiyet vermeye eşdeğer kabul edilebilmesi için şu iki koşulun gerçekleşmesi
gerekmektedir:
• a. İhmali harekette bulunan failin neticenin önlenmesi bakımından hukuki bir
yükümlülüğünün bulunması (garantörlük durumu),
• b. İhmal yoluyla neticenin gerçekleştirilmesinin pozitif bir hareketle
gerçekleştirilmesine eşdeğer olması (eşdeğerlilik koşulu).
• Garantörlük Durumları:TCK’nın 83. maddesinde ihmali ve icrai davranışın eşdeğer kabul
edilebilmesi için, kişinin; belli bir icrai davranışta bulunmak hususunda kanuni
düzenlemelerden veya sözleşmeden kaynaklanan bir yükümlülüğünün bulunması ya da
önceden gerçekleştirdiği bir davranışın başkasının hayatı ile ilgili olarak tehlikeli bir
durum oluşturması (öngelen tehlike) gerektiği belirtilmiştir.
• Örneğin eşler ve ebeveyn- çocuklar arasındaki bağlılık gibi (kanundan kaynaklanan
garantörlük). Yüzme kursundaki öğretmenin çocuklar üzerindeki gözetim yükümlülüğü
(sözleşmeden kaynaklanan garantörlük) ve trafik kazasında bir diğerinin yaralanmasına
neden olan kişi ona yardım etme yükümlülüğü altındadır (öngelen tehlikeden
kaynaklanan garantörlük).

Görünüşte İhmali Suçlarda Tipikliğin Manevi Unsuru


• İhmali suçlar kasten işlenebileceği gibi taksirle de işlenebilir.
• İhmali suçlarda kast, genel olarak, tipikliğin tüm objektif unsurlarını bilerek
hareketsiz kalmaya karar verme olarak tarif edilmektedir. İhmali suçlarda
kast, genel olarak, tipikliğin tüm objektif unsurlarını bilerek hareketsiz kalmaya karar
verme olarak tarif edilebilir. Gerçek olmayan ihmali suçlarda garantörlük
yükümlülüğü kasta dahil değildir.

• Gerçek olmayan ihmali suçlarda, emredilen hareketin yapılmaması, tipik


netice ve onun kesinliğe yakın bir ihtimalle önlenebilirliği objektif tipe
dâhildir. Garantörlük durumunun kastın kapsamına dahil olduğu kabul
edilirken, bundan kaynaklanan garantörlük yükümlülüğünün ise hukuka
aykırılığın bir unsuru olduğu kabul edilmektedir.
• Görünüşte ihmali suçlarda tipikliğin hukuka aykırılığı bakımından özellikle
değinilmesi gereken bir husus bulunmamaktadır.
• Yine kusurluluk bakımından da icrai suçlardaki prensipler geçerlidir.
• İhmali suçlarda kusur bakımından genel hükümlerden farklı olarak
norma uygun davranışın beklenebilirliği önem taşımaktadır.
Neticeye engel olacak davranış garantörden talep edilebilir, yani
beklenebilir olmalıdır.
• Yüzme bilmeyen babadan kurtarma yükümlülüğü beklenmez.

TEŞEBBÜS
• Suçlar, kanuni tarifinde yer alan hareketin icrasıyla veya neticenin
gerçekleşmesiyle tamamlanırlar.
• İcrasına başlanan ancak elde olmayan sebeplerle tamamlanamayan
suçlara, teşebbüs halinde kalmış suçlar denilmektedir.
• TCK’nın konuya ilişkin 35. maddesinde teşebbüs, “kişinin, işlemeyi
kastettiği bir suçu elverişli hareketlerle doğrudan doğruya icraya
başlayıp da elinde olmayan nedenlerle tamamlayamaması” şeklinde
tanımlanmıştır.
• Suç, bir süreç içinde işlenmekte olup, buna suç yolu (iter criminis)
denmektedir.
• Bu süreçte önce hazırlık hareketleri, daha sonra icra hareketleri
gerçekleştirilmektedir.
• Suç tanımında ayrıca bir unsur olarak neticeye yer verilmişse, fiil
icra edildikten sonra bu netice de gerçekleşmiş olmalıdır ki, söz
konusu süreç tamamlanmış olsun.

• Bir suçun işlenmesine yönelik hazırlık hareketleri, ayrı bir suç


oluşturmadığı takdirde, cezalandırılabilir hareketler değildir.
• Suç tanımında belirlenmiş olan fiilin icrasına başlanmış olmakla
birlikte, bu fiile ilişkin icra hareketleri tamamlanamamış olabilir.
• Keza, fiil icra edilmiş olmakla birlikte; suç tanımında ayrıca bir
unsur olarak belirlenmiş olan netice gerçekleşememiş olabilir.
• Bu durumlarda suç teşebbüs aşamasında kalmıştır.
• Belli bir neticeye yönelik teşebbüs niteliğindeki hareketler de kanunda suç olarak
tanımlanmış olabilir. Bu tür suçlara, teşebbüs suçu denmektedir.
• Örneğin, anayasal düzeni zorla değiştirmeye teşebbüs suçu (m. 309).
• Bazı suçlarda, icra hareketlerinin belli bir aşamaya varması, suç tamamlanmış
olmasa bile, tamamlanmış suç gibi cezalandırılmayı gerektirmektedir.
• Örnek:
- Cumhurbaşkanına suikaste teşebbüs edilmesi (m. 310, f. 1).
- Rüşvet suçu açısından, rüşvet konusunda anlaşmaya varılması (m. 252, f. 3).
- Uyuşturucu veya uyarıcı maddelerin satışa arzı (m. 188, f. 3).

• Bazı suçlarda suçun hazırlık hareketleri dahi tamamlanmış suç gibi


cezalandırılmayı gerektirmektedir.
• Örnek:
- Çocuklara yönelik fuhuş suçu (m. 227, f. 1).
- “Devletin güvenliğine –” veya “Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı
suçlar”dan herhangi birini işlemek üzere anlaşma suçu (m. 316).
• Mütemadi suçlara teşebbüs mümkündür.
• Mütemadi suçlarda, suçun tamamlanması ve bitmesi ayırımı.
• İhmali suçlara teşebbüs mümkün değildir.
• Teşebbüste sübjektif unsurları yönünden tamam olan bir suçun objektif
unsurları itibariyle eksik kalması söz konusudur.
• Teşebbüs aşamasında kalmış suçlarda kanuni tanımına göre eksik kalan
husus; sırf hareket suçlarında icra hareketlerinin tamamlanamamış
olmasıdır. Suçun kanuni tarifinde ayrıca neticeye yer veren suçlar
bakımından ise, icra hareketlerinin tamamlanamaması veya icra
hareketleri tamamlanmış olmasına rağmen neticenin
gerçekleştirilememesidir.
• Suça teşebbüse ilişkin hükümler ceza sorumluluğunun alanını
genişletmektedir.

Teşebbüsün Şartları

Kasten İcra Hareketlerinin Elverişli


işlenebilen bir Gerçekleştirilmesi Hareketler
suç

Elinde Olmayan Nedenlerle


Usçun Tamamlanamaması
Teşebbüsün Şartları
• Kasten işlenen bir suçun varlığı: Sadece kasten işlenen suçlar teşebbüse
elverişlidir, taksirli suçlara teşebbüs olmaz.
• Suç tipinde sübjektif unsurlar arasında kastın dışında başkaca manevi
unsurlara yer verilmişse, kastın yanı sıra bu unsurların varlığı da
gereklidir.
• İcra hareketlerine başlanmış olması: Failin kastettiği suçun doğrudan
doğruya icrasına başlamış olması gerekir.
• Düşence itibariyle cezalandırma mümkün olmadığı gibi, hazırlık
hareketleri de cezalandırılamaz.
• Kanun koyucunun hazırlık hareketlerinin cezalandırılabilirliğini kabul
ettiği haller bu kuralın istisnasını oluşturur (TCK m. 220; m. 316)

İcra Hareketi-Hazırlık Hareketi Ayrımı


• Madde gerekçesinde doğrudan doğruya icraya başlamanın, “işlenmek
istenen suç tipiyle belirli bir yakınlık ve bağlantı içindeki hareketlerin
yapılması”nı ifade ettiği belirtilmiş.
• Buna göre, suçun kanuni tarifinde unsur veya nitelikli hal olarak
belirtilmiş hareketlerin gerçekleştirilmesi halinde icra hareketlerinin
başladığını kabul etmek gerekir.
• Elverişli hareketlerin gerçekleştirilmesi:
• Elverişlilik, bir fiilin doğrudan doğruya icraya başlama sayılabilmesi
için taşıması gereken niteliği oluşturmaktadır.
• Elverişlilik sadece kullanılan araç bakımından değil, suçun konusu da
dâhil olmak üzere bütün fiil yönünden bulunmalıdır.
• Suçun icrasında kullanılan araç fiilin elverişliliği veya elverişsizliği
bakımından belirleyici olabilir.
• Elverişlilik işlenmek istenen suça göre fiilin gerçekleştirildiği şartlar
göz önünde bulundurularak, yani olay anındaki şartlara göre (ex ante)
yapılacak bir değerlendirmeyle belirlenmelidir.
• Bazı olaylarda failin sahip olduğu özel bilgi de elverişliliğin
belirlenmesinde dikkate alınmalıdır. Şeker ile öldürme-şeker hastası

• İşlenen fiilin suç tipi bakımdan elverişli olmasıyla, suçun konusunun yokluğu
durumunu birbirinden ayırmak gerekir.
• Suçun konusunun yokluğunun teşebbüsle bir ilgisi yoktur. Bu halde “işlenemez
suç” söz konusu olur.
• Elverişlilik, teşebbüse vücut verecek nitelikte icra hareketlerinin bulunup
bulunmadığının tespitiyle ilgili iken, konunun yokluğunda icra hareketinin
elverişliliği bakımından şüphe bulunmamaktadır. Gerçekleştirilen hareketler suçun
konusuna zarar vermeye veya onu tehlikeye uğratmaya elverişlidir. Ancak suçun
konusu bulunmadığı için kastedilen suç gerçekleştirilememektedir. ölüye ateş
• İşlenemez suç halinde, fail konunun yokluğu nedeniyle (maddi unsurlardan birinin
yokluğunun bir sonucu olarak) işlemeyi kastettiği suçtan değil, o ana kadar
gerçekleştirdiği hareketlerin oluşturduğu başkaca suçlardan sorumlu tutulur.
• Örneğin, mektup zarfı içindeki parayı almak için açılır, fakat zarfta para yoktur. Bu
durumda hırsızlık değil, haberleşmenin gizliliğini ihlalden dolayı faili
cezalandırmak gerekir.
• Mutlak yokluk/nisbi yokluk
• Yankesici eli cebe sokar para yok Yargıtay ve doktrin teşebbüsten cezalandırılır.

Hayali-Mefruz Suç

• Hayali suç: failin kanundaki suç tanımına uygun bir fiil


işlediğini sanmasına karşın, ortada kanunun tanımladığı
anlamda bir hareketin yapılmamış olması; mefruz suç
cezalandırılmaz: Zina- Taksirle mala zarar verme
• Elde Olmayan Sebeplerle İcra Hareketlerinin Tamamlanamaması
veya İcra Hareketleri Tamamlanmasına Rağmen Neticenin
Gerçekleşmemesi
• Teşebbüsün bu şartı bakımından suçun sırf hareket suçu mu, yoksa
neticeli bir suç mu olduğunu belirlemek önem arz etmektedir.

• Teşebbüste Cezanın Belirlenmesi


• TCK’da teşebbüs halinde cezanın meydana gelen zararın veya
tehlikenin ağırlığı dikkate alınarak belirlenmesi esası kabul
edilmiştir.
• Örnek, kasten öldürmeye teşebbüs.
Gönüllü Vazgeçme

• Gönüllü vazgeçme, failin kendi isteğiyle icra hareketlerine devam


etmemesi veya bu hareketleri tamamladıktan sonra iradi etkin
davranışlarıyla tipik neticenin meydana gelmesini önlemesidir.
• Gönüllü vazgeçme hukuki mahiyeti itibariyle, cezayı kaldıran
şahsi bir sebeptir.
• Bu nedenle, suçun yapısında kusur yargısından sonra incelemeye
tabi tutulur.

Gönüllü Vazgeçme

• TCK m. 36- «(1) Fail, suçun icra hareketlerinden gönüllü vazgeçer veya kendi çabalarıyla
suçun tamamlanmasını veya neticenin gerçekleşmesini önlerse, teşebbüsten dolayı
cezalandırılmaz; fakat tamam olan kısım esasen bir suç oluşturduğu takdirde, sadece o
suça ait ceza ile cezalandırılır.»
• Gönüllü vazgeçme, kısaca failin kendi isteğiyle icra hareketlerine devam etmemesi veya bu
hareketleri tamamladıktan sonra iradi etkin davranışlarıyla tipik neticenin meydana
gelmesini önlemesi olarak tanımlanabilir.
• Gönüllü vazgeçme, hukuki mahiyeti itibariyle cezayı kaldıran şahsi sebeptir.
Gönüllü Vazgeçmenin Unsurları

Suç Vazgeçme İradi


Tamamlanmamalıdır Olmalıdır

Vazgeçme
Gönüllü Olmalıdır

• Vazgeçmenin Şartları
• Suç tamamlanmamış olmalıdır.
• Sırf hareket suçlarında icra hareketlerinin tamamlanmadan,
• Neticeli suçlarda ise, icra hareketlerinin tamamlanmadan veya
icra hareketleri tamamlanmış olması halinde ise netice ortaya
çıkmadan,
mümkündür.
• Vazgeçme İradi Olmalıdır
• Vazgeçmenin faili cezai sorumluluktan kurtarabilmesi iradi
olmasına bağlıdır.
• Bilinçli ve iradi vazgeçmeler cezai sorumluluk üzerinde etkilidir.
Dolayısıyla istemeden veya yanlışlıkla ortaya çıkan neticenin
engellenmesi hali cezai sorumluluğu kaldırmaz.
• Vazgeçme Gönüllü Olmalıdır
• Vazgeçmenin gönüllü olması demek, failin icrasına başladığı suçu
“ihtiyari” olarak tamamlamaması demektir. Vazgeçme gönüllü
olmalıdır. Gönüllülük, isteğe bağlı olarak tamamlamaması
anlamına gelmektedir.
• Gönüllü vazgeçmenin varlığı için failin ayrıca ahlaki bir

• Psikolojik Teori: Failin psikolojik dünyasındaki değişimler esas alınır. Burada gönüllülük,
failin kararına hâkim olarak kalması ve suç plânının icrasını hala mümkün kabul etmesine
göre belirlenmektedir. Psikolojik yaklaşıma göre, “etik niteliğin değerlendirme dışı 40
bırakılması gerektiği kabul edilerek, vazgeçme sakinin başka bir seçenek bırakmayacak
şekilde faili etkileyip etkilemediğinin” açıklığa kavuşturulması gerekir. Buna göre,
psikolojik baskının gücü failin özgürce seçimini yapmasını devre dışı bırakıyorsa
vazgeçme gönülsüz, buna karşılık fail ne dış bir zorlama nedeniyle engellenmemiş ne de
manevî bir baskı nedeniyle fiili tamamlayamayacak hale gelmemişse vazgeçme gönüllüdür
• Normatif Teori: Vazgeçmenin gönüllülüğü saf bir değerlendirme problemidir. Burada
belirleyici olan “failin iç düşüncelerinin değerlendirilmesi” olacaktır. Böylece değişik
varyasyonlarıyla temsil edilen normatif teoriye göre sadece psişik bulgu önemli değildir,
ayrıca vazgeçme saikinin değerlendirilmesi de önemlidir. Bu bakımdan farklı
değerlendirme kriterleri ortaya atılmıştır. Normatif teorinin en çok benimsenen yaklaşımı
şu şekilde ifade edilmiştir: Vazgeçme hukuka sadık düşüncenin bir ifadesi olmalıdır. Fail,
“hukukun yörüngesine/sınırlarına döndüğünde” gönüllü vazgeçmiş sayılır. Bir diğer
tanımla vazgeçme, bir “geriye dönme” ve failin değişen düşüncesinin bir ifadesi olarak ve
bu bakımdan “yasal zemine geri dönüş” olarak ortaya çıktığında gönüllüdür. i

Gönüllü vazgeçme ancak teşebbüsün mümkün olduğu


safhalarda gerçekleşebilir.
Fail icra hareketlerinin devamı aşamasında, icra hareketlerini
sonuna kadar götürme imkan ve iktidarı olmasına rağmen icraya
devam etmemiş olmalıdır.
Gönüllü vazgeçme icra hareketlerinin tamamlanmasından sonra
neticenin önlenmesi suretiyle de gerçekleştirilebilir. Ancak bu
durumda failin kendi çabalarıyla neticenin gerçekleşmesini
engellemelidir.
İştirak Halinde İşlenen Suçlarda Gönüllü Vazgeçme
• Kural: Sadece gönüllü vazgeçen suç ortağı, gönüllü vazgeçme
hükümlerinden yararlanır.
• Gönüllü vazgeçme nedeniyle suçun işlenememesi halinde bir sorun
yoktur. Bu durumda, diğer ortaklar teşebbüs hükümlerine göre sorumlu
tutulur.
• Hatta,
- Suç, gönüllü vazgeçenin gösterdiği gayreti dışında başka bir sebeple
işlenememiş olabilir.
- Gönüllü vazgeçmeye ve suçun işlenmemesi için bütün gayretine
rağmen, suç diğer ortaklar tarafından işlenmiş olabilir.
• Bu durumlarda da gönüllü vazgeçen suç ortağı bundan yararlanabilir.

ETKİN PİŞMANLIK
• Suçun tamamlanmasından sonra failin gönüllü olarak neticeyi telafi
etmeye yönelik gerçekleştirdiği davranışlara etkin pişmanlık denir.
• Kanun koyucu sadece tamamlanmamış suçlar için gönüllü vazgeçmeye
ceza sorumluluğunu kaldıran bir sonuç bağlamıştır. Etkin pişmanlık
cezayı kaldıran veya cezanın azaltılmasını gerektiren şahsi sebep
oluşturmaktadır.
• Etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanması mağdurun rızasına bağlı
değildir.

• Etkin pişmanlık genel hükümler arasında ceza sorumluluğunu etkileyen


bir hal olarak düzenlenmiş değildir.
• Sadece belli suçlar açısından etkin pişmanlık hali kabul edilmiştir.
Örneğin m. 93, 110, 168, 184/5.
• Tck 93(1) Organ veya dokularını satan kişi, resmi makamlar tarafından haber alınmadan
önce durumu merciine haber vererek suçluların yakalanmalarını kolaylaştırırsa, hakkında
cezaya hükmolunmaz
• Hırsızlık
• Güveni kötüye kullanma
• Yağma
• Mala zarar verme
• Hileli ve taksirli iflas
• Dolandırıcılık
• Uyuşturucu ve uyarıcı madde ticareti
• Zimmet gibi suçlar söz konusu olduğunda kişinin etkin pişmanlıktan faydalanması
mümkün hale gelir ve kanundaki diğer şartların mevcut olması halinde ceza indirimi söz
konusu olabilir.

İŞTİRAK

• Bir suçun birden fazla kişinin değişik şekillerdeki katılımıyla


işlenmesine iştirak denilmektedir.
• Çok failli suçlar – suça iştirak ayırımı.
• Bazı suçlar, zorunlu olarak ancak birden fazla kişinin fail olarak
katılımıyla gerçekleşebilir (çok failli suç).
• Çok failli suçlar,
1) yakınsama (tekarüb) suçları,
2) karşılaşma (telâki) suçları,
olmak üzere, iki gruba ayrılmaktadırlar.
Yakınsama suçlarında, zorunlu olarak suçun işlenişine
katılımda bulunan kişiler, aynı yönden hareket etmektedirler ve
aynı gayenin gerçekleşmesini hedeflemektedirler.

• Örnekler:
- Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçu açısından, fail sayısının en az üç kişi (m. 220, f. 1),
- Kamu görevinin terki veya yapılmaması suçu açısından, kamu görevlisi sayısının en az
dört kişi (m. 260, f. 1),
- Hükümlü veya tutukluların ayaklanması suçu açısından, fail sayısının en az dört kişi (m.
296, f. 1),
- “Devletin güvenliğine –” veya “Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar”dan
herhangi birini işlemek üzere anlaşma suçu açısından, fail sayısının en az iki kişi (m. 316),
olması gerekir.
• Karşılaşma suçlarında ise, zorunlu olarak suçun işlenişine katılanlar, yine aynı gayenin
gerçekleşmesini hedeflemektedirler; fakat, farklı yönlerden hareket etmektedirler ve
suçun işlenişine bulundukları katkılar da birbirlerinden farklı mahiyet arz etmektedir.
• Örnekler:
- Uyuşturucu veya uyarıcı madde ticareti suçunda (m. 188, f. 3), birisi satan, diğeri satın alan
olmak üzere,
- Suç eşyasının satın alınması veya kabul edilmesi suçunda (m. 165), birisi satan veya
bağışlayan, diğeri satın alan veya kabul eden olmak üzere,

Rüşvet suçunda (m. 252), biri rüşvet veren, diğeri rüşvet alan olmak üzere,
- Yetkili olmadığı bir iş için yarar sağlama suçunda (m. 255), biri işinin gördürülmesini
isteyen ve bu amaçla kamu görevlisine menfaat temin eden kişi, diğeri ise menfaat
sağlayan kamu görevlisi olmak üzere,
- Rızaya dayalı kürtaj suçunda (m. 100, f. 2), biri çocuğu düşürten kişi, diğeri çocuğunun
düşürtülmesine rıza gösteren gebe kadın olmak üzere,
en az iki kişinin varlığı gereklidir.
• Kanunda suça iştirake ilişkin hükümlere yer verilmesinin esası “fail”
kavramına verilen anlam ile açıklanmaya çalışılmıştır. Bu hususta iki
görüş ileri sürülmüştür: Geniş fail anlayış-Dar fail anlayışı.
• Geniş fail anlayışı, suçun işlenişine bulunulan katkıların eşitliği
prensibini esas almaktadır.
• Buna göre, ceza hukukunun koruması altındaki bir hukuki yararın ihlaline
hukuka aykırı ve kusurlu şekilde katılan herkes, bu katkının mahiyeti ne
olursa olsun faildir (fail birliği prensibi).
• Kanunun azmettirme ve yardımda bulunma olarak belirlediği iştirak
şekilleri de, bu geniş anlamda fail kavramının kapsamına girmektedir.
Fiili işlemeyip kasten hareket edene yardım edenler bakımından kanunda
daha hafif ceza öngörülmesinin nedeni, bu kimselerin hareketinin fiili
gerçekleştirene oranla korunan hukuki yararı daha hafif bir şekilde ihlal
etmiş olmasıdır. Buna göre iştirake ilişkin hükümler “cezayı
sınırlandıran neden”i oluşturmaktadır.

• Dar fail anlayışı: Kanunlarda tanımlanan suç tiplerindeki unsurları


gerçekleştirenlerin fail olabileceği esasına dayanır. Buna göre, suçun
işlenişine katılmakla birlikte, suçun kanuni tanımındaki icra
hareketlerini gerçekleştirmeyen suç ortaklarını fail olarak
cezalandırmak mümkün değildir.
• Suçun işlenişine yaptığı katkı suç tipindeki icra hareketlerini
oluşturmayan diğer suç ortakları şerik olarak nitelendirilmekte ve
kanundaki suça iştirake ilişkin hükümler çerçevesinde
cezalandırılmaları sağlanmaktadır. Dolayısıyla ceza kanunlarındaki
suça iştirake ilişkin hükümler, “cezalandırılabilirlik (sorumluluk)
alanını” bir işlev görürler.
• Dar fail anlayışı, failliğin tespiti bakımından kabul ettiği kıstas
nedeniyle suça katılımda çoğulcu sistemi gerektirmektedir.
Hukukumuzda “dar fail anlayışı”ndan hareketle suça iştirak
düzenlenmiştir (m. 37 vd.).
TCK’nın Kabul Ettiği Sistem
• TCK’da kasten işlenen suçlar bakımından 37–39. maddeler arasında
faillik ve şeriklik ayrımı yapılarak, ikilik sistemi benimsenmiştir.
Kanundaki iştirake ilişkin hükümlerin uygulanabilmesi için, kasten
işlenebilen bir suçun varlığı gerekmektedir (m. 40).

Faillik Şeriklik Ayrımı


• İştirak halinde işlenen suçlarda fail(ler) ile şerikler arasında
cezalandırma bakımından ayrım yapılmış, ayrıca dar fail anlayışından
hareketle suç tipindeki fiili gerçekleştiren kimseler fail olarak
nitelendirilmiştir.
• Dolayısıyla kanuni tanımdaki fiili gerçekleştirmenin mahiyeti faillik
ve şerikliğin ayrımı bakımından önemli hale gelmiştir.
• Faillik Şerikliğe göre öncedir.
• Faillik ve şeriklik ayrımını genel bir takım ilkelere bağlamaya çalışan
görüşleri sübjektif, şekli objektif, maddi objektif ve fiil hâkimiyeti
teorisi olmak üzere dört gruba ayırmak mümkündür
Fiil Hakimiyeti Teorisi
• Fiil hâkimiyeti teorisi faillik ve şeriklik ayrımında suç tipindeki fiil üzerinde
hâkimiyet kurulmasını esas almaktadır.
• Fiil hâkimiyeti, neticenin gerçekleşmesine kadar kasti olarak tipe uygun
oluşum sürecini elinde tutmak (vakıaların seyrine hükmedebilmek) şeklinde
anlaşılmalıdır.
• Buna göre, fiile hâkim olan, suçun oluşum sürecini elinde bulunduran kişi
faildir.
• Fiil, olaya yön veren iradenin bir eseri olarak görülmekle birlikte, faillik için
sadece bu yönlendirici irade yeterli görülmemekte, bilakis suçun işlenişine
olan katkının nesnel ağırlığı da belirleyici olmaktadır.
• Bu nedenle sadece suça olan objektif katkısının önemine göre de suçun oluşum
sürecine hâkim olanlar faildirler. Suçun icrasının şekillendiricisi veya anahtar
rol oynayanı olarak, planlı bir şekilde yöneterek veya yön vererek kim fiile
hâkim ise o faildir. Buna karşılık, fiile hâkim olmadan yardımcı aktör olarak
suçun işlenmesine yol açan veya teşvik eden kişi ise şeriktir.

Fiil Hakimiyetinin Görünüm Şekilleri


• Fiil hâkimiyeti teorisinin,
• “harekete hâkimiyet”,
• “iradeye hâkimiyet” ve
• “fonksiyonel hâkimiyet”
olmak üzere üç görünüm şekli bulunmaktadır.
• Harekete hâkimiyet, fiili bizzat gerçekleştiren, harekete hâkim olarak suçu
icra eden kişide mevcuttur (doğrudan fail).
• İradeye hâkimiyet, suç teşkil eden fiili başkası aracılığıyla işleyen, doğrudan
hareket edeni üstün irade ile yönlendiren arkadaki kişide bulunur (dolaylı
fail).
• Fonksiyonel hâkimiyet, suç teşkil eden fiili biriyle veya başkalarıyla
müştereken gerçekleştirende bulunur (müşterek faillik).
• Suçun işlenişine katkısı olan kişi, suç üzerinde gerçekleştirdiği hareketiyle bu
üç türden birine uygun düşen bir hâkimiyet kurmuşsa fail, aksi halde şeriktir.
• Ceza Kanununun 37. maddesinde fail(ler)in suçun kanuni
tanımında yer alan fiili gerçekleştirenlerin olacağı belirtilmiş
ve böylelikle açıkça faillik için bağlantı noktası olarak
kanuni suç tipini ve bunun bizzat veya birlikte
gerçekleştirilmesini arayan fiil hâkimiyeti teorisi
benimsenmiştir.
• Esasen bu husus 37. maddenin gerekçesinde “Yeni yapılan
düzenlemeyle, iştirak şekilleri, fiilin işlenişi üzerinde kurulan
hâkimiyet ölçü alınarak belirlenecektir” şeklinde ayrıca
ifade edilmiştir.

Faillik
• Doğrudan Fail: Suçun objektif ve sübjektif tüm unsurlarını tek başına gerçekleştiren
kişidir.
• Müşterek Fail: Birden fazla kişinin birlikte suç işleme kararına bağlı olarak suçun icra
hareketlerini gerçekleştirip suçun kanuni tanımında yer alan fiil üzerinde müşterek
hakimiyet kurmaları halinde söz konusu olan iştirak şeklidir.,
• Belirli bir suç işleme kararı belli bir fiilin icrasına ve neticenin gerçekleştirilmesine yönelik
olmalıdır. Birlikte suç işleme kararı suçun icrası sırasında ortaya çıkabilir. Ancak bunun
için kararın diğer ortakların bilgisine ulaşması ve onların açık veya örtülü onayı önemlidir.

• Suça katılanların birbirini tanıması veya planı birlikte hazırlamamış olmalarının önemi
yoktur.
• Ağırlaşmış neticelerden her bir fail taksirli hareket etmek kaydıyla sorumludur.
• Müşterek failliğin bir diğer şartını da fiilin birlikte icra edilmesi oluşturmaktadır. Her failin
suç işleme kararı almış ve suçun işlenmesinde önemli bir rol almış olması ve fiili halimiyet
kurması gerekmektedir.
• Müşterek hakimiyetin kurulup kurulmadığının belirlenmesinde, suç ortaklarının suçun
icrasında üstlendikleri roller, suçun icrasına bulunan katkının arz ettiği önem ve zaruret göz
önünde bulundurulmaktadır.
• Müşterek hakimiyet her bir failin ayrı ayrı hakimiyet kurması şeklinde ortaya çıkabileceği
gibi, ortak suç işleme kararına bağlı işbölümüne dayalı olarak kurulabilir.
• Bazı durumlarda suçun işlenişine katkı haricen sadece yardım etme gibi görünmekle
birlikte, eğer somut olayda suçun icrasına bulunulan katkı suçun başarısı için zorunluluk
arz ediyorsa müşterek faillik olarak değerlendirilecektir. Bu değerlendirme ola anına göre
yapılacaktır.
• Suçun icrasına başlandıktan sonra eklenen birlikte suç işleme kararına bağlı olarak suç tipi
bakımından illi bir katkıda bulunan kişi de müşterek fail olacaktır.

• Dolaylı Faillik: Bir suçun, bizzat değil başkasını araç olarak kullanmak suretiyle işlendiği
hallerde dolaylı faillik söz konusudur. Dolaylı faillikte arka plandaki kişi araç durumundaki
kişinin iradesi üzerinde kurduğu hakimiyet yoluyla davranışlarını yönlendirmekte suçun
işleniş sürecini hükmetmektedir.
• Dolaylı fail, araç durumundaki kişi üzerindeki hakimiyetini, bu kişideki bildiği veya
sebebiyet verdiği bir noksandan faydalanarak kurmaktadır.
• Arka plandaki kişi fiilin icrası safhasında üstün konumdaysa yani vakıaları başından sonuna
kadar kontrolünde bulundurmaktaysa dolaylı faildir. Azmettirmede ise serbest iradesiyle
hareket eden bir şahsın çözülmesi söz konusudur.
• Dolaylı faillik ilk olarak arka plandaki kişinin hatasından veya yanılgısından yararlanmak
suretiyle araç konumundaki kişiye fiili işletmesiyle olabilir.
• İkinci olarak arka plandaki şahsın cebir veya tehdit kullanarak kişiyi araç konumuna
indirmesiyle ortaya çıkabilir.
• Son olarak ise arka plandaki kişinin, davranışlarının hukuki anlam ve sonuçlarını algılama
veya davranışlarını hukukun icaplarına göre yönlendirme yeteneği bulunmadığını bildiği
bir kişiyi yönlendirmek suretiyle belirli bir suçu işletmesidir.
• Zorlama suretiyle iradeye hakimiyette kişinin mutlak kuvvet kullanılarak araç konumuna
indirilmemesi gerekir. Çünkü bu durumda mutlak kuvvet uygulayan kişi doğrudan fail
olacaktır.

• Yan Yana Faillik: Birden fazla kişinin bir suç tipini aralarında dolaylı faillik, müşterek
faillik ve şeriklik ilişkilerinden biri söz konusu olmaksızın gerçekleştirdiği hallerde yan
yana faillik söz konusudur.
Şeriklik

• Bir suçun işlenişine katılan, fakat gerçekleştirmiş olduğu katkıyla suçun


kanuni tanımında yer alan fiil üzerinde hakimiyet kuramayanlara şerik
denilmektedir.
• TCK bakımından suça iştirakin esası bağlılık prensibi oluşturmaktadır.
Buna göre kişinin şeriklikten doğan sorumluluğu faille doğrudan ilişki
içerisinde olması ve bu şekilde haksızlığa katkı sağlamasına
dayanmaktadır.
• Bir suçun kanuni tarifindeki fiili gerçekleştirenler fail olarak bizzat, buna
karşılık bu fiile azmettiren veya yardım eden olarak katılanlar ise asıl fail
olarak adlandırılan ve başkası tarafından gerçekleştirilen suça bağlı olarak
cezalandırılmaktadır.

• Şeriklik

Azmettirme Yardım Etme


• Azmettirme, belli bir suçu işleme hususunda henüz bir fikri olmayan bir kişinin bir başkası
tarafından bu suçu işlemeye karar verdirilmesidir.
• Ancak kasten işlenen bir suça azmettirme mümkündür.
• Belli bir kişi suç işlemeye azmettirilmelidir.
• Azmettirme konusu suçun tamamlanmış veya en azından teşebbüs aşamasında kalmış
olması gerekir.
• Kanunda, azmettirenin, işlenen suçun cezasıyla cezalandırılması öngörülmüştür (m. 38, f.
1).
• Ancak,
- üstsoy ve altsoy ilişkisinden doğan nüfuz kullanılmak suretiyle suça azmettirme,
- çocukların suça azmettirilmesi,
hallerinde, azmettirenin cezasında artırım yapılması gerekmektedir (m. 38, f. 2).

• “Kiralık katil” veya “tetikçi” kullanılan durumlarda, çoğu zaman azmettirenin kimliğinin
belirlenmesinde güçlükle karşılaşılmaktadır. Kanunda, azmettirenin ortaya çıkarılmasına
yönelik olarak, cezada indirim yapılmasını gerektiren bir şahsî sebep düzenlemesine yer
verilmiştir (m. 38, f. 3).
Yardım etme

• Yardım etme, bir başkasının kasten işlemekte olduğu bir suçun icrasının kasten
desteklenmesini ifade etmektedir.
• Failin suç teşkil eden fiili işlerken bir başkası tarafından desteklendiğinin, kendisine yardım
edildiğinin bilincinde olmasına gerek yoktur.
• Yardım etme, maddî ve manevî olmak üzere ikiye ayrılır (m. 39, f. 2).

• Manevî yardım:
a) suç işlemeye teşvik etmek,
b) suç işleme kararını kuvvetlendirmek,
c) suçun işlenmesinden sonra yardımda bulunmayı vaad etmek,
d) suçun nasıl işleneceği konusunda yol göstermek.
• Maddî yardım:
a) suçun işlenmesinde kullanılan araçları temin etmek,
b) suçun işlenmesinden önce veya işlenmesi sırasında maddî yardımda bulunarak icrasını
kolaylaştırmak.
Bağlılık Kuralı
• Şeriklerin işlenişine katıldıkları suçtan dolayı hangi şartlarla sorumlu
tutulabileceği bağlılık kuralıyla belirlenmektedir.
• TCK. M. 40/1 niteliksel bağlılık kuralı. Şeriklerin işlenişine katıldıkları
suçtan dolayı sorumluluklarının doğabilmesi bakımından asıl failin
suçun yapısında kat etmesi gereken aşamayı tayin eder.
• TCK. M. 40/son niceliksel bağlılık kuralı. Şeriklerin işlenişine
katıldıkları suçtan dolayı sorumluluklarının hangi anda doğduğunu
belirler.
• Özgü suçlarda suça iştirakin esasları bağlılık kuralı kapsamında
gösterilmiştir (m. 40/2).
• Nitelikli hallerin şeriklere geçişinde (sirayetinde), şerikin kastı
belirleyicidir (katı bağlılık kuralı).

306 SUÇLARIN İÇTİMAI

• Kural: “Kaç tane fiil varsa o kadar suç, kaç tane suç varsa o kadar ceza vardır.”
Buna göre suçların içtimaı kapsamına giren istisnalar dışında, işlenen her bir suçtan dolayı
ayrı ayrı cezaya hükmedilecek ve verilen her bir ceza bağımsızlığını koruyacaktır.
• Amaç suç-araç suç ilişkisinin bulunduğu hallerde, amaçlanan suç işlenmişse, bu suçtan
dolayı da fail ayrıca cezalandırılacak, yani gerçek içtima kuralı uygulanacaktır.

• İstisnalar: (TCK m.42-44)


- Bileşik suç (m. 42),
- Zincirleme suç (m. 43, f. 1, 3),
- Aynı nev’iden fikri içtima (m. 43, f. 2, 3),
- Farklı nev’iden fikri içtima (m. 44)
• Birden çok suç işlenmiş olmasına rağmen faile tek suçtan dolayı ceza verilen hallerde suçların
içtimaından bahsedilir.
• Fikri içtimada birden çok suç tek fiille işlenirken, zincirleme suçlarda aynı suçun birden fazla
işlenmesi ancak birden çok fiille mümkündür.

BİLEŞİK SUÇ ZİNCİRLEME FİKRİ


SUÇ İÇTİMA

Fiil Tekliği-Fiil Çokluğu

• Türk doktrininde baskın görüş, fiilin tekliği ve çokluğunun


belirlenmesinde neticenin esas alınması gerektiği şeklindedir.
• Bununla birlikte ceza kanunumuz bu fiilin tekliğinin tespitinde
hareketi esas almaktadır. Bu ayrım doğal anlamda hareket
tekliği ve hukuki anlamda hareket tekliği olarak incelenmesi
gerekmektedir.
• Doğal anlamda hareket, ceza hukukunun önem atfettiği şekilde
kişiliğin dışa vurumudur. Doğal anlamda hareket tekliği
görüşü, verilen iradi kararın sonucu olarak gerçekleştirilen
bedeni davranışların sayısını esas alarak hareketin tekliğini
belirlemektedir.
• Hukuki anlamda hareket tekliğinde ise doğal anlamda birden fazla hareketin, hukuki
nedenlerden dolayı değerlendirmede birlik oluşturduğu hallerde, tek hareketin varlığını
kabul etmek gerekmektedir. Üç halde doğal anlamda birden çok hareket bulunmasına
rağmen hukuki anlamda tek hareketin bulunduğu kabul edilmektedir.
• Tipik hareket tekliğine göre tipik fiil eğer kavramsal olarak veya fiilen ya da tip itibariyle
birbirinden farklı hareketleri gerektiriyorsa tektir. Çok hareketli suçlar, mütemadi suçlar ve
seçimlik hareketli suçlar buna örnek olarak gösterilebilir.

• Tipik hareket tekliğinin ikinci grubunu, suç tipinin


gerçekleştirilmesi bakımından tek hareket yeterli olmasına
rağmen, somut olayda bunun için çok sayıda aynı
hareketin yapıldığı, yani tekrarlayan hareketlerin
gerçekleştirildiği haller oluşturmaktadır. Örneğin kasten
öldürmenin çok sayıda bıçak darbesiyle gerçekleştirilmesi
gibi.
• Doğal hareket tekliğinde bir olaya dışarıdan bakıldığında ayrılabilir parçaların çokluğuna rağmen,
şayet çeşitli hareketler tek iradi karara dayanıyorsa, zaman ve yer bakımından tarafsız bir
gözlemcinin gözüyle bu hareketler tek olarak nitelendirilebilecek kadar birbiriyle dar bir bağlantı
içinde bulunuyorsa, bunlar tek hareketi oluştururlar.
• Zincirleme hareket ise zincirleme suçlarda çeşitli doğal hareketlerin hukuki nedenlerle tek hareket
kabul edilmesi ve hukuki birlik içindeki bu hareketlerin aynı kanun hükmünü ihlal ettiğine göre
tek suçun bulunduğu sonucuna varılmasıdır.
Bileşik suç

• Bir ceza normunun diğer bazı normların koruduğu hukuki değerleri ortak bir şekilde
korumak ve dolayısıyla bu değerlere zarar veren fiillere tek ceza öngörmek suretiyle diğer
normları adeta tükettiği hallerde tüketen-tüketilen norm ilişkisinden söz edilir. Bileşik suç
bunun görünüm şekillerinden birisidir.
• Bileşik suç, her biri bağımsız suçları oluşturan fiillerin unsur olarak bir araya getirilerek tek
fiil oluşturması ve yeni bir suçu meydana getirmesi veya bağımsız suçları oluşturan
fiillerden birinin bir diğer suçun cezanın arttırılmasını gerektiren nitelikli şeklini
oluşturması halinde bileşik suç vardır.

314 Bileşik suç

• Bir suç, diğer bir suçun


• a) temel şekline,
• b) nitelikli şekline
• ilişkin unsuru oluşturuyorsa, bileşik suç söz konusudur
(m. 42).
• Örnekler:
- Yağma suçunda, kasten yaralama veya tehdit suçunun
yanı sıra, hırsızlık suçu söz konusudur (bileşik suç olarak,
yağma: m. 148).
Suç Teorisi ()
- Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunda, fail
315
tarafından fiili işlemek için veya işlediği sırada cebir,
tehdit kullanılması (bileşik suç olarak, kişiyi
hürriyetinden yoksun kılma suçunun nitelikli
şekli: m. 109, f. 2).
- Yağma suçunun konut veya işyerinde işlenmesi
halinde, aynı zamanda konut dokunulmazlığının
ihlâli suçu da işlenebilmektedir (bileşik suç olarak,
yağma suçunun nitelikli şekli: m. 149, f. 1, bent d).
• Bu gibi durumlarda fail, sadece bileşik suçtan
dolayı cezalandırılmaktadır; bileşik suçun unsurunu
oluşturan suçtan dolayı ayrıca
cezalandırılmamaktadır.
Suç Teorisi ()

ZİNCİRLEME SUÇ

• TCK Madde 43- «(1) Bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda bir
kişiye karşı aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda, bir cezaya hükmedilir. Ancak bu
ceza, dörtte birinden dörtte üçüne kadar artırılır. Bir suçun temel şekli ile daha ağır veya
daha az cezayı gerektiren nitelikli şekilleri, aynı suç sayılır. (Ek cümle: 29/6/2005 – 5377/6
md.) Mağduru belli bir kişi olmayan suçlarda da bu fıkra hükmü uygulanır. (2) Aynı suçun
birden fazla kişiye karşı tek bir fiille işlenmesi durumunda da, birinci fıkra hükmü
uygulanır. (3) Kasten öldürme, kasten yaralama, işkence ve yağma suçlarında bu madde
hükümleri uygulanmaz»
Zincirleme suç
317

• Zincirleme suç halinde, aynı suçun birden fazla


işlenmiş olması söz konusudur.
• Ancak, bu suçlar, bir suç işleme kararının icrası
kapsamında işlenmektedirler, yani, bu suçlar
arasında sübjektif bir bağ bulunmaktadır.
• Bir suçun temel şekli ile daha ağır veya daha az
cezayı gerektiren nitelikli şekilleri, aynı suç sayılır.

ZİNCİRLEME SUÇUN ŞARTLARI

Birden çok fiilin Fiillerin her birinin


bulunması aynı suçu oluşturması

Aynı suçun birden Birden çok suçun bir


çok defa aynı kişiye suç işleme kararının
karşı işlenmesi icrası kapsamında
işlenmesi
319
• Zincirleme suç halinde, ortada bir suç değil,
birden fazla suç mevcuttur.
• Zincirleme suçtan söz edebilmek için, aynı suçun
müteaddit defa aynı kişiye karşı işlenmesi
gerekir. İşlenen suçların mağdurunun aynı kişi
olması gerekir.
• Suçun mağdurunun farklı kişiler olması halinde,
zincirleme suç hükümleri uygulanamaz.
Zincirleme suçlarda zamanaşımı son suçun
işlendiği tarihten itibaren hesap edilecektir.
• Zincirleme hareketlerden bir kısmının icrai bir
Suç Teorisi ()

kısmının ihmali olması halinde de zincirleme suç,

• Birden fazla suçlardan hepsinin teşebbüs aşamasında kalması veya bazılarının


tamamlanmasına karşılık diğer bazılarının tamamlanmasına karşılık diğer bazılarının
teşebbüs aşamasında kalması halinde de zincirleme suç gerçekleşebilir.
• Fiillerin her birinin aynı suçu oluşturması zincirleme suç için bir diğer şarttır. Bir suçun
temel şekli ile daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli halleri aynı suç sayılır.
• Aynı suçtan maksat, ilk suç ile ikinci suç arasında korunan hukuki değer, tipikliğin maddi
ve manevi unsurları bakımından genel hatlarıyla ayniyetin varlığıdır.
321 • Toplumu oluşturan herkesin mağdur olduğu
suçlarda, muayyen bir kişi mağdur olmadığına
göre, zincirleme suç hükümlerini öncelikle
uygulamak gerekir.
• Zincirleme suç için aynı suçun birden çok defa
aynı kişiye işlenmesi gerekmektedir. Yani
mağdurun aynı olması gerekir.
• Suçun mağdurunun belli bir kişi değil, toplumu
oluşturan herkesin olduğu hallerde de
zincirleme suç hükümleri uygulanacaktır.
Ancak bunun için somut olayda işlenen
fiillerden biri ile doğrudan doğruya bir kişinin
Suç Teorisi ()

veya belli kişilerin mağduriyetine yol

• Zincirleme suç için bulunması gereken son şart ise birden çok suçun tek suç işleme kararı icrası
kapsamında gerçekleştirilmesidir. Bu koşulun failin hareketleri arasında bulunması gereken
sübjektif bir bağ şeklinde anlaşılması gerekmektedir.
• Aynı suç işleme kararının varlığı, her olayda suçun işlenmesindeki özellikler, suçun işleniş biçimi,
eylemlerin işlendikleri yer ve işlenme zamanı, eylemler arasında geçen süre, mağdurların farklı
olup olmadıkları, ihlal edilen değer ve yarar ile korunan hukuki değer ve yarar ile korunan değer
ve yarar, olayların oluşumu ve gelişimi ile tüm özellikleri olaysal olarak değerlendirilerek
belirlenecektir.
• Zincirleme suçun varlığı durumunda, işlenen suçlardan dolayı faile sadece bir uçun cezası
verilerek, bu ceza dörtte birden dörtte üçe kadar arttırılacaktır.
323 • Zincirleme suç halinde, kişiye bu suçların
her birinden dolayı ayrı ayrı değil, bir ceza
verilmekte ve fakat ceza artırılmaktadır.
• Ancak, aynı kişiye karşı işlenen kasten
yaralama, işkence ve yağma suçlarında,
zincirleme suç hükümleri uygulanamaz. Bu
suçlarda, fail işlediği suç sayısınca gerçek
içtima hükümlerine göre cezalandırılacaktır
(m. 43, f. 3).

Suç Teorisi ()

Fikri İçtima

• Fikri içtima, aynı fiille farklı suçları veya aynı suçu birden
fazla işlemesidir.
• Fikri içtimanın unsurlarını fiilin tek olması ve birden çok
suçun işlenmesi oluşturmaktadır. Suçların farklı olması
halinde farklı neviden fikri içtima, aynı olması durumunda
ise aynı neviden fikri içtima vardır.
• Fikri içtima durumunda birden fazla suç olmakla birlikte
fail bunlardan en ağırı ile cezalandırılmaktadır.
Fikri İçtimanın Şartları

TEK FİİLİN BİRDEN FAZLA


FİİLİN TEK OLMASI SUÇUN OLUŞUMUNA
SEBEİBİYET VERMESİ
327
Aynı nev’iden fikri içtima

• Bir fiille aynı suçun birden fazla kişiye karşı


işlenmesi halinde, aynı nev’iden fikri içtima söz
konusudur (m. 43, f. 2). Aynı neviden fikri
içtimanın uygulanabilmesi için tek fiille farklı
konular üzerinde aynı suçun işlenmesi
gerekmektedir. Tek fiille farklı kişilere ait konular
üzerinde aynı suçun işlendiği hallerde aynı
neviden fikri içtima hükümleri uygulanabilir.

Suç Teorisi ()

• Tek fiil

328
• Örnekler:
- bir fiille birden fazla kişiye karşı hakaret edilmesi
(m. 125),
- bir şikâyet dilekçesi ile, birden fazla kişiye karşı
iftirada bulunulması (m. 267),
- Bir fiille birden fazla kişiye karşı cinsel tacizde
bulunulması (m. 105),
- Bir fiille birden fazla kişinin tehdit edilmesi (m.
106),
- Bir fiille birden fazla kişiyi hürriyetinden yoksun
kılma (m. 109).
Suç Teorisi ()
• Aynı nev’iden fikri içtima halinde, fiil tektir ve
329

fail hakkında bir cezaya hükmolunur. Fakat, bu


ceza artırılır (m. 43, f. 1, 2). Farklı neviden fikri
içtimada fail en ağır cezayı gerektiren suçtan
cezalandırılacakken, aynı neviden fikri içtimada
tek bir suçtan ceza verilerek, bu ceza dörtte birden
dörtte üçe kadar arttırılacaktır.

• Ancak, bir fiille birden fazla kişiye karşı işlenmiş


olan kasten öldürme veya kasten yaralama
suçlarında, fail ölen veya yaralanan kişi sayısınca
Suç Teorisi ()

ayrı ayrı cezalandırılacaktır (m. 43, f. 3).

330 Farklı nev’iden fikri içtima

• Farklı nev’iden fikrî içtima halinde, bir fiil ile


kanunda tanımlanan birden fazla suç işlenmektedir.
Bu suçların her birinden ayrı ayrı cezalandırılabilme
imkânı varken; Kanun koyucu faile bu suçlardan en
ağırının cezasının verilmesi ilkesini benimsemiştir.
• Buna göre; farklı nev’iden fikrî içtimadan söz
edebilmek için,
a) fiilin tek olması,
b) bu fiil ile kanunda tanımlanan birden fazla farklı
suçun işlenmesi,
gerekir.
Suç Teorisi ()
331

• Örnekler:
- Evi yakılarak kişinin öldürülmesi halinde, hem genel
güvenliğin kasten tehlikeye sokulması suçu (m. 170),
hem de kasten öldürme suçunun nitelikli hali (m. 82, f.
1, bent c) işlenmektedir.
- Gözlüklü bir kişinin gözüne yumruk vurularak kasten
yaralama suçu (m. 86 veya 87) işlenirken, aynı zamanda
mala zarar verme suçu da (m. 151) işlenmektedir.

Suç Teorisi ()

Görünüşte İçtima

• Görünüşte içtima halinde suçların çokluğu sadece görünüşte olup, gerçekte ortada fiile
uygulanacak tek norm bulunmaktadır.
• Görünüşte içtimanın ilkeleri özel normun önceliği, bir normun diğeri tarafından tüketilmesi
ve yardımcı normun önceliği ilkeleridir.
• Özel normun önceliği ilkesine göre bir fiile uygulanacak hem genel norm hem özel ceza
hükmü bulunmakla birlikte, esasen özel normun önceliği ilkesi gereğince genel norm geri
çekilecek ve fiile uygulanacak gerçekte tek norm bulunmaktadır.
333 • genel norm – özel norm ilişkisi:
- Güveni kötüye kullanma suçu (m. 155)
karşısında, zimmet suçu (m. 247).
- TCK’daki zimmet suçuna nazaran, 19.10.2005
t. ve 5411 s. Bankacılık Kanunundaki zimmet
suçu (m. 160).

Suç Teorisi ()

- Görevi kötüye kullanma suçu (m. 257, f. 1,


334

3) karşısında, zimmet (m. 247), irtikâp (m.


250) veya rüşvet (m. 252) suçları.
- Görevi kötüye kullanma suçu (m. 257, f. 2)
karşısında, kamu görevlisinin suçu
bildirmemesi suçu (m. 279).

Suç Teorisi ()
Gerçek içtima
335

• Amaç suç – araç suç ilişkisi


- “Kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla”
örgüt kurmak veya yönetmek, Kanunda bağımsız bir
suç olarak tanımlanmaktadır (m. 220, f. 1; ayrıca bkz.
m. 78, f. 1; m. 314, f. 1).
- Bu örgütün faaliyeti çerçevesinde suç işlenmesi
halinde, kişi ayrıca bu suçtan dolayı cezalandırılır (m.
220, f. 4).

Suç Teorisi ()

336 - Kamu görevlisi, görevinin gereklerine aykırı


olarak bir işi yapması veya yapmaması için
rüşvet aldıktan sonra, ayrıca örneğin görevinin
gereklerine aykırı olarak bir satın alma işini
birisine ihale etmişse; hem rüşvet suçundan (m.
252) dolayı, hem de ihaleye fesat karıştırma
suçundan (m. 235) dolayı cezalandırılacaktır
(m. 235, f. 4).
- Bir suçun “işlenmesini kolaylaştırmak
amacıyla” kasten öldürme suçu işlendikten
sonra, ayrıca bu suç (örneğin hırsızlık) da
işlenmiş olabilir. Bu durumda hem kasten
Suç Teorisi ()

öldürme suçunun nitelikli halinden (m. 82,


• Yeni TCK’daki diğer gerçek içtima hükümleri:
- Soykırım suçu veya insanlığa karşı suçlar
kapsamında işlenen kasten öldürme ve kasten
yaralama suçları açısından, belirlenen mağdur
sayısınca cezaya hükmolunur (m. 76, f. 2; m. 77,
f. 2).
- İşkence suçunun işlenmesi sırasında mağdura
karşı cinsel saldırı suçunun işlenmesi halinde,
her iki suçtan dolayı ayrı ayrı cezaya
hükmolunur (m. 94, f. 3 gerekçesi).

Suç Teorisi ()

337

338 - Cinsel saldırı suçunun işlenmesi sırasında


mağdurun direncinin kırılmasını sağlayacak
ölçünün ötesinde cebir kullanılması halinde,
ayrıca kasten yaralama suçundan dolayı da
cezaya hükmolunur (m. 102, f. 4).
- Çocukların cinsel istismarı suçunun
işlenmesi için başvurulan cebir ve şiddetin
kasten yaralama suçunun ağır neticelerine
neden olması halinde, ayrıca kasten yaralama
suçundan dolayı da cezaya hükmolunur (m.
103, f. 5).
Suç Teorisi ()
- Tehdit amacıyla, kasten öldürme, kasten
339
yaralama veya malvarlığına zarar verme suçunun
işlenmesi halinde, tehdit suçunun yanı sıra bu
suçlardan dolayı da cezaya hükmolunur (m. 106,
f. 3).
- Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunun
işlenmesi amacıyla veya sırasında kasten
yaralama suçunun neticesi sebebiyle ağırlaşmış
hâllerinin gerçekleşmesi durumunda, ayrıca
kasten yaralama suçundan dolayı cezaya
hükmolunur (m. 109, f. 6).
Suç Teorisi ()

340 • - Eğitim ve öğretimin engellenmesi, kamu kurumu


veya kamu kurumu niteliğindeki meslek
kuruluşlarının faaliyetlerinin engellenmesi, siyasî
hakların kullanılmasının engellenmesi, inanç,
düşünce ve kanaat hürriyetinin kullanılmasını
engelleme, konut dokunulmazlığının ihlâli ile iş ve
çalışma hürriyetinin ihlâli suçlarının işlenmesi
sırasında kasten yaralama suçunun neticesi sebebiyle
ağırlaşmış hâllerinin gerçekleşmesi durumunda,
ayrıca kasten yaralama suçundan dolayı cezaya
hükmolunur (m. 119, f. 2).

Suç Teorisi ()
341
- Yağma suçunun işlenmesi sırasında kasten
yaralama suçunun neticesi sebebiyle ağırlaşmış
hâllerinin gerçekleşmesi durumunda, ayrıca
kasten yaralama suçundan dolayı cezaya
hükmolunur (m. 149, f. 2).
- Sahte resmi veya özel belgenin bir başka suçun
işlenmesi sırasında kullanılması halinde, hem
sahtecilik hem de ilgili suçtan dolayı ayrı ayrı
cezaya hükmolunur (m. 212).

Suç Teorisi ()

- Suç işlemek amacıyla kurulmuş örgütün


342
yöneticileri, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen
bütün suçlardan dolayı ayrıca fail olarak
cezalandırılır (m. 220, f. 5).
- Ulaşım araçlarının kaçırılması veya alıkonulması
suçunun işlenmesi sırasında kişilerin hürriyetinin
tahdit edilmesi veya kasten yaralama suçunun
neticesi sebebiyle ağırlaşmış hâllerinin gerçekleşmesi
durumunda, ayrıca bu suçlar nedeniyle cezaya
hükmolunur (m. 223, f. 4, 5; ayrıca bkz. m. 224, f. 2,
3).

Suç Teorisi)
- İhaleye fesat karıştırma dolayısıyla menfaat
343
temin eden görevli kişiler, ayrıca bu nedenle ilgili
suç hükmüne göre cezalandırılır (m. 235, f. 4;
ayrıca bkz. m. 236, f. 3).
- Görevi yaptırmamak için direnme suçunun
işlenmesi sırasında kasten yaralama suçunun
neticesi sebebiyle ağırlaşmış hâllerinin
gerçekleşmesi durumunda, ayrıca kasten
yaralama suçundan dolayı cezaya hükmolunur
(m. 265, f. 5).

Suç Teorisi ()

344 - İftira suçunda; yüklenen fiili işlemediğinden dolayı


hakkında beraat kararı veya kovuşturmaya yer
olmadığına dair karar verilmiş olan mağdurun bu fiil
nedeniyle gözaltına alınması veya tutuklanması
hâlinde; iftira eden, ayrıca kişiyi hürriyetinden yoksun
kılma suçuna ilişkin hükümlere göre dolaylı fail
olarak sorumlu tutulur (m. 267, f. 4; ayrıca bkz. m.
272, f. 5).
- Hükümlü veya tutuklunun kaçması suçunun
işlenmesi sırasında kasten yaralama suçunun neticesi
sebebiyle ağırlaşmış hâllerinin veya kasten öldürme
suçunun gerçekleşmesi ya da eşyaya zarar verilmesi
durumunda, ayrıca bu suçlara ilişkin hükümlere göre
cezaya hükmolunur (m. 292, f. 4; ayrıca bkz. m. 294,
f. 7).
Suç Teorisi ()
- Hükümlü veya tutukluların ayaklanması sırasında
345 başka suçların islenmesi hâlinde, ayrıca bu suçlara
ilişkin hükümlere göre cezaya hükmolunur (m. 296, f.
2).
- Hükümlü ve tutukluların beslenmesinin
engellenmesi nedeniyle kasten yaralama suçunun
neticesi sebebiyle ağırlaşmış hâllerinden biri veya
ölüm meydana gelmiş ise, ayrıca kasten yaralama veya
kasten öldürme suçlarına ilişkin hükümlere göre
cezaya hükmolunur (m. 298, f. 3).
- Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak,
düşmanla işbirliği yapmak ve Anayasayı ihlâl
suçlarının işlenmesi sırasında başka suçların işlenmesi
hâlinde, ayrıca bu suçlardan dolayı ilgili hükümlere
göre cezaya hükmolunur (m. 302, f. 2; m. 303, f. 3; m.
309, f. 2; ayrıca bkz. m. 311, f. 2; m. 312, f. 2; m. 313,
f. 4).
Suç Teorisi ()

You might also like