Professional Documents
Culture Documents
2-Suç Teorisi2022 1
2-Suç Teorisi2022 1
SUÇ TEORİSİ
• İnsanın her davranışı değil, bir insan olarak, yani iradi olarak
gerçekleştirdiği fiiller haksızlık teşkil eder.
• Fiil, kasten veya taksirle işlenen, icrai veya ihmali tüm
haksızlıkların esasını oluşturur.
• Cezai sorumluluğun bağlanma noktasını belli bir fiil (kanuni
tarifte gösterilen) teşkil eder. Dolayısıyla bir kişinin kötü yaşam
tarzına bakılarak cezalandırılması mümkün değildir.
• Bir suçun varlığından söz edilebilmesi için öncelikle ortada bir fiilin bulunması
gerekmektedir. Fiil icrai ve ihmali hareketi kapsayan üst bir kavramdır.
• Genel bir hareket kavramı ceza hukuku bakımından önemli bütün hareketleri
kapsamaktadır. (Hareketin tasnif edici fonksiyonu)
• Hareket kavramı tipiklik hukuka aykırılık ve kusurluluğun kendisine bağlanabileceği
nitelikte maddi bir içeriğe sahip olmalıdır. (Hareketin tanımlayıcı fonksiyonu)
• Hareket kavramı ceza hukukunu ilgilendirmeyen hareketleri, hareket tanımının dışında
bırakacak şekilde olmalıdır. ( Hareketin sınırlandırıcı fonksiyonu)
Suç Teşkil Eden Haksızlığın Esası Olarak Fiil
• Bu teoriye göre hareket, bedenin davranışı, ve netice ile her ikisini nedensellik
bağıyla birbirine bağlayan doğal bir olgudur.
• Hareketin özellikleri şunlardır:
• İnsan davranışı olmalıdır.
• Sadece bedensel davranış harekettir.
• İradi olmalıdır.
• Bu teoriye göre insan hareketi, amaca yönelik faaliyetin icrasıdır. Buna göre kasti suçlarda
nedensellik ilişkisinden başka failin iradesinin suç tipini ihlal amacına yönelik olması
gerekmektedir.
• Bu görüş savunucularına göre kast kusurluluk alanından çıkartılmalı ve hem tipe uygun
hareket hem de hukuka aykırılık unsurlarının sübjektif unsurunu oluşturmalıdır.
• Teori ihmali ve taksirli suçları açıklamakta yetersiz olduğu gerekçesiyle eleştirilmiştir.
• Bu teoriye göre ceza hukuku bakımından önem taşıyan hareket sosyal yönden önemli olan,
toplum açısından bir değeri bulunan harekettir. Bu icrai bir hareket olabileceği gibi ihmali
bir hareket de olabilir.
• Sosyal yönden önemli davranış ceza hukuku bakımından önemli yani tipik hareket
anlamına gelmektedir.
• Teori hareket kavramını aşırı derecede genişletmesi nedeniyle eleştirilmiştir.
Normativist Hareket Teorisi
Değerlendirme ve Görüşümüz
• Hareket kavramının açıklanmasında gai hareket teorisinin esas
alınmasına taraftarız.
• Buna göre hareket, “yönlendirici irade tarafından hakim olunan
veya hakim olunabilir, belli bir gayeyi gerçekleştirmeye yönelik ve
dış dünyada gerçekleşen insan davranışlarıdır”.
• Bu insan davranışı suçun tüm görünüm şekillerinin ortak esası
veya en azında müşterek yapısal unsurudur.
• Ancak yine de kasti, taksirli , icrai ve ihmali hareketler arasında
önemli mahiyet farklılıklarının bulunduğunu göz önünde
bulundurulmalıdır.
Hareketin Sınırlama Fonksiyonu
Mağdur
• işlenmiş suç dolayıyla açılan ceza davasına katılma hakkı olan kişiyi ifade etmekte olup bir
ceza muhakemesi kavramıdır. Suçun mağduru ile suçtan zarar gören kavramları bir
birinden farklı olup, her zaman aynı kişiler değildirler. Nitekim KİÖ suçunda suçun
mağduru, hayatını kaybeden kişi olmasına karşılık suçtan zarar gören, ölen kişinin eşi,
çocukları gibi yakınlarıdır. Buna karşılık, mala zarar verme suçunda, malın sahibi suçun
mağduru ve suçtan zarar görenidir. Suçun maddi unsurları başlığı altında suçtan zarar gören
kavramının açıklanmasına gerek bulunmamaktadır.
• Suç teşkil eden her fiilin mutlaka bir konusu vardır. Konusu olmayan
suç yoktur.
• Hareketin (veya suçun) konusu tipik hareketin üzerinde icra edildiği
kişi veya şeyi ifade eder.
• Örneğin;
- Kasten öldürme suçunun konusunu hayatına son verilen,
- Kasten yaralama suçunun konusunu vücuduna acı verilen veya
sağlığı bozulan,
- Hakaret suçunun konusunu şeref ve onuru saldırıya uğrayan,
insandır.
mala zarar verme suçunda “taşınır veya taşınmaz mal”,
- güveni kötüye kullanma ve zimmet suçunda “mal”
• Bazı suçlarda, konu ile mağdur, iç içe olmakla birlikte, aynı şeyler
değildir.
• Örnek:
- Kasten yaralama suçunda, mağdur, yaralanan kişidir; konu ise, bu
kişinin vücududur.
- Hakaret suçunda, mağdur, hakaret edilen kişidir; konu ise, bu
kişinin şerefidir.
Netice
• Netice hareketin dış dünyada suçun kanuni tarifinde yer alan değişikliği meydana
getirmesidir.
• Suçun kanuni tarifinde neticenin bulunup bulunmamasına göre suçlar neticeli suçlar ve sırf
hareket suçları şeklinde ikiye ayrılmaktadır.
Nedensellik Bağı
• Neticeli suçlarda failin bir neticeden dolayı sorumlu tutulabilmesi için öncelikle failin
hareketi ile netice arasında nedensellik bağının bulunması gereklidir. Bu durum yeterli
olmayıp neticenin faile isnat edilebilmesi gerekmektedir.
• Bir neticenin bir kişinin davranışına isnadiyeti normatif ölçütlerle belirlenir. Hareket ile
netice arasındaki bağın tespitinde şu teoriler bulunmaktadır:
Uygun Objektif
Şart Teorisi Sebep İsnadiyet
Teorisi Teorisi
Şart Teorisi
• Bu teoriye göre bir netice birden çok şartın bir araya gelmesiyle
gerçekleşirse bu şartlardan her biri neticenin oluşması bakımından
zorunludur.
• Neticeyi meydana getiren tün şartlar eşit değerde olup önemli,
önemsiz ayrımı yapılamaz. Neticenin meydana gelmesi için olmazsa
olmaz olan her şart ceza hukuku bakımından sebeptir. Conditio sine
qua non (olmasaydı olmazdı)
• Hareket yapılmasaydı dahi netice meydana gelecek idiyse o hareket netice bakımından nedensel
değildir.
• İcra hareketlerinin başlamasından sonra başka bir kişinin hareketiyle neticenin meydana gelmesi
durumda öne geçen nedensellik söz konusu olur. A, B’nin ilacına öldürücü zehir katar. B C’nin
kendisini silahla vurmasıyla ölür.
• Birbirinden bağımsız birden çok şartına aynı anda bulunması ve her birinin neticeyi meydana getirmeye
elverişli olması durumunda alternatif nedensellik söz konusu olur. A ve B birbirinden bağımsız C’ye
öldürücü ilaç verir ve C ölür.
• Hareketlerden her biri neticeyi meydana getirmeye elverişli değilken bir araya gelmesiyle netice ortaya
çıkıyorsa kümülatif nedensellik söz konusu olur. A ve B C’nin çayına tek balına öldürücü olmayan
zehir katar. C bu iki zehrin birleşimiyle ölür.
• Failin fiiliyle bağlantılı ancak başka bir hareketten neticenin meydana gelmesi durumunda atipik
nedensellik söz konusu olur. A, B’ye öldürücü şekilde ateşe eder. B ambulansla giderken kaza sonucu
ölür.
• Kümülatif nedensellikte de olmazsa olmaz koşulu gereği herkesi fail kabul etmektedir. Bu
da ceza hukuku bakımından sorunludur fail kendi eseri olmayan bir sonuçtan dolayı
cezalandırılmaktadır.
• Atipik nedensellikte de sorumluluğu son derece genişletmektedir.
Uygun Sebep Teorisi
• Uygun sebep teorisi nedensellik bağını hukuki bir fenomen olarak kabul
etmektedir. Buna göre bir neticenin meydana gelmesine sebebiyet veren
hareketlerden yalnızca neticeyi meydana getirmeye elverişli olan hareket veya
hareketler nedensellik değeri taşır.
• Elverişlilik değerlendirmesi üçüncü kişinin ortak tecrübe kurallarına ve hayatın
olağan akışına göre değerlendirmesiyle tespit edilecektir. Öncelikle üçüncü kişi
tarafından objektif bir değerlendirme yapılır. Daha failin bu durumu öngörüp
öngöremeyeceği değerlendirilir. Eğer failin kusuru varsa cezalandırılır. Aksi
halde cezalandırılmaz. Esasen sorunu kusur çerçevesinde değerlendirmekte ve
bu sebeple eleştirilmektedir. Her olaya uygulancak kesin ölçüler vermekten
uzaktır.
• Nedensellik bağının tespit edilmesinden sonra gerçekleşen tipik neticeden failin sorumlu
olması için ikinci aşamada neticenin kişiye objektif olarak isnad edilebilirliği
araştırılmalıdır. Nedensellik bağının varlığına rağmen neticenin faile objektif olarak isnad
edilememesi halinde, failin söz konusu tipik neticeden sorumlu tutulmayacağı sonucuna
ulaşılacaktır. Bir hareketin suçun konusu bakımından izin verilen riski aşan bir tehlike
doğurması ve bu tehlikenin tipe uygun netice olarak gerçekleşmesi halinde netice, faile
objektif olarak isnad edilebilecektir.
Çeşitli haller objektif isnadiyetin kalkmasına yol açar. Bunlar;
*riski azaltıcı haller,
*tehlikenin hukuken önem taşımayacak ölçüde artırıldığı haller,
*izin verilen risk halleri,
*tehlikenin netice olarak gerçekleşmediği haller,
*normun koruma alanına girmeyen haller,
*hukuka uygun alternatif davranışlardır.
• Bu hallerde fail, neticenin gerçekleşmesini zamansal olarak ertelediği ya da daha hafif bir
neticenin meydana gelmesine neden olduğu için meydana gelen bu netice faile objektif
olarak isnad edilemez. Örneğin, arabaya çarpacak olan kişiyi, kurtarmak için kaldırıma itip
yaralanmasına neden olan kişiye yaralama suçu isnad edilemez
• Failin hukuken önem taşıyan bir risk doğurması halinde bu riskin, “izin verilen risk”
kapsamında olması durumunda ortaya çıkan netice faile objektif olarak isnad edilmez. Söz
gelimi, trafik kurallarına uygun davranılsa dahi karayolu trafiği hayat, sağlık ve ya
malvarlığı bakımından tehlikeli bir faaliyettir. Aynı şekilde endüstri faaliyetleri, spor
faaliyetleri gibi tüm faaliyetler açısından bu durum geçerlidir. Ancak kamusal yarar
açısından bu faaliyetlere hukuken izin verildiği için önemli bir risk doğursalar da bu riskler
sonucu meydana gelen neticeler kişiye objektif olarak isnat edilmez. Örneğin; A kurala
uygun araç sürmesine rağmen başka bir araçla çarpışıp B‟nin ölümüne yol açması
durumunda A B‟nin ölümüne neden olmuştur, fakat bu netice A‟ya isnat edilmez. Yine
tehlike taşıyan sportif karşılaşmalarda kurala uygun davranılmasına rağmen kişiler
yaralanıp, ölebilmektedir. Örneğin; bir boks maçında meydana gelen ölüm gibi.
Tehlikenin netice olarak gerçekleşmediği
haller:
• Tipik netice, failin sebebiyet verdiği tehlikenin gerçekleşmesi olarak ortaya çıkmamışsa bu
durumda netice faile objektif olarak isnad edilmez. Örneğin, silahla yaralanan kişinin,
kaldırıldığı hastanede çıkan yangın sonucu ölmesi olayında fail silahla ateş ederek hukuken
izin verilmeyen bir tehlike yaratmıştır ancak ölüm bu tehlikenin gerçekleşmesi şeklinde
değil yangından dolayı meydana gelmiştir. Hastanede bulunmak kişinin bir yangında
ölmesi bakımından hukuken önem taşıyan tehlikeli bir durum olarak nitelendirilmez. Buna
karşılık hukuken önem taşıyan bir tehlike doğmuşsa nedensellik bağındaki önemsiz
sapmalar, meydana gelen neticenin faile objektif olarak isnad edilmesini engellemez.
Örneğin; yüzme bilmeyen B „yi köprüden ırmağa atan A, B boğularak değil köprüden
atılırken kafasını bir taşa çarparak ölse dahi burada ölüm köprüden atma hareketinin
doğurduğu tehlikenin gerçekleşmesi şeklinde ortay
• Meydana gelen tipik netice, davranış normunun koruma alanına girmez ise faile objektif
olarak isnad edilmez. Örneğin; kişinin kasten kendisini tehlikeye attığı bir duruma katkıda
bulunulması halinde objektif isnadiyet bulunmamaktadır. Örneğin, eroini olan fakat
şırıngası olmayan A‟ya şırınga temin eden B, elindeki eroinin çok saf ve tehlikeli olduğu
hususunda A‟yı uyarır. Buna rağmen eroini alan A, ölür. A kendine bilinçli olarak zarar
verdiğinden, bu ölüm B‟ye isnad edilemez
Hukuka uygun alternatif davranışlar:
• Hukuka uygun davranılsaydı dahi aynı netice kesin olarak ortaya çıkacaktı denilebiliyorsa
objektif isnadiyet yoktur. Örneğin, İşçilere dezenfekte etmeden deri temizletilmesi
olayında, bir bakteri işçilerin hastalanmasına neden olur. Ancak daha sonra, bu bakteriye
karşı hiçbir dezenfekte maddesinin etki göstermeyeceği anlaşılır. (dezenfektan edilmemiş
edilse de ölünecekti)
• Bu teoride şart teorisini esas alarak bir değerlendirme yapar. Ancak hareketle
netice arasında doğal bir olgu olan nedensellik bağını hukuki bir
değerlendirmeye tabi tutar.
• Netice faile ancak, hareketin suçun konusu üzerinde hukuken tasvip edilmeyen
önemli bir tehlike (veya risk) yaratması ve kendini tipik olarak neticede
gerçekleştirmiş olması olması halinde objektif olarak yüklenebilir.
• Neticenin faile yüklenebilmesi için, hareket ile netice arasında nedensellik bağı
bulunmalı, atipik bir gelişme olmamalı(meteor), fail olayın gelişimine egemen
olmalı, netice gerçekleşmiş olmalı, netice normun koruma alanının dışında
olmamalıdır.
2) Bazı suç tiplerinde, yapısal unsur olarak, kastın dışında başka sübjektif tipiklik
unsurları da aranmaktadır. Bunlar ilgili suç tipinde açıkça düzenlenirler ve kural olarak
da özel bir maksattan, özel bir bilmeden veya failin özel bir saikinden ibarettirler.
• Kasta tipikliğin genel sübjektif unsuru, bu unsurlara ise tipikliğin özel sübjektif
unsurları denilmekte ve bunlar çoğunlukla (maksat ve bilme de) kastın kuvvetli
tezahürlerini oluşturmaktadırlar. Buna karşılık failin saikinin özel olarak arandığı
hallerde, kastın ayrı bir görünüm şekli söz konusudur.
• Özel bir maksat örneğin şantaj suçunda (TCK m. 107/2) ve hırsızlık suçunda (TCK m.
141) “kendisine veya başkasına yarar sağlamak maksadıyla” şeklinde ifade edilmiştir.
Bilmenin özel olarak arandığı suçlara ise iftira suçu (TCK m. 267) örnek olarak
gösterilebilir. Bu suçun sübjektif tipinin gerçekleşmesi bakımından failin “işlemediğini
bildiği halde” bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat etmesi gerekir. Saik bakımından
ise kasten öldürmenin nitelikli hallerinden, kan gütme veya töre saikini (TCK m. 82/ f.
1, bent j ve k) örnek olarak zikredebiliriz.
KAST VE TAKSİR
• Kanunumuzun 21/1. ve 22/1. maddelerindeki düzenlemelerden de açıkça
anlaşılacağı üzere, kast ve taksir, kural ve istisna ilişkisi içinde
bulunmaktadır.
• Kural olarak kast, her suçun zorunlu bir unsurudur. Fiilin asıl işleniş
şeklini kast oluşturur. Kanunumuzda, çok az sayıda suçun taksirle
işlenebileceği kabul edilmiştir.
• Kast ve taksir, zorunlu olarak, bir kişiye karşı işlenen fiilde birlikte
bulunamaz. Yani aynı hareketle, aynı suç tipi bakımından ve aynı konu
veya mağdurla ilgili olarak, aynı anda kasten ve taksirle hareket edilemez.
• Örneğin fail, mağdurun kafasına demir çubukla sert bir şekilde vurarak
onu öldürse, ya kasten (olası) ya da taksirle (bilinçli) öldürme suçunu
işlemiş olur. Dolayısıyla bu olayda failin hem kasten hem taksirle bu suçu
KAST TAKSİR
DOĞRUDAN BİLİNÇLİ
OLASI KAST TAKSİR
KAST TAKSİR
Kast
• TCK, kastı, haksızlığın bir unsuru olarak kabul etmiştir (Bkz. TCK m.
21/1, 30/1 ve 4 ve 40/1). Çünkü 21/1. maddede, suçun oluşmasının
kastın varlığına bağlı olduğu belirtildikten sonra, kast, “suçun kanuni
tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi” şeklinde
tanımlanmıştır. Suçun kanuni tanımındaki (yani haksızlık tipindeki)
tüm unsurlar fail tarafından bilinmedikçe kasten işlenen bir suçtan
bahsedilemeyecektir.
• Kast, kusurun bir unsuru veya türü değildir.
• Kast suçun kanuni tanımında (tipte) belirtilen unsurları gerçekleştirme
iradesini, fiilin ifade ettiği haksızlığın bir unsurunu teşkil etmektedir.
• İsteme unsuru; Kastın bilme unsuru bilişsel, entelektüel alana dahil olmasına karşılık,
isteme unsuru suçun maddi unsurlarının gerçekleştirilmesine yönelik iradeyi ifade
etmektedir. Neticeli suçlarda, failin asıl kastettiği neticenin yanı sıra, başka neticelerin de
ortaya çıkması muhakkaka yakın ise, failin bu neticeler. Örneğin; bir araca belli bir kişiyi
öldürmek için güçlü bir bomba yerleştiren fail, suçun maddi unsurlarını mümkün
olabildiğince bilmektedir. Ancak bombanın patlamasıyla sadece hedef aldığı kişiyi değil
onun yanında bulunan kişileri de kesine yakın bir ölçüde öldüreceğini bilmesinden dolayı
sadece hedef aldığı kişinin değil diğer kişilerinde ölmesini istediği kabul edilir. Örneğin, bir
uçağa B‟yi öldürmek üzere bomba yerleştirilmesi olayında, bombanın patlaması sonucunda
uçaktaki diğer kişilerin öleceğini muhakkaka yakın bir şekilde tasavvur edilmekte
olduğundan, doğrudan kast vardırri de istediği kabul edilir
• Kastın Kapsamı: Kastın kapsamına suçun kanuni tanımındaki unsurlar
girmektedir. Bunlar fiilin haksızlık tipini (dar anlamda tipiklik) oluşturan
tüm unsurlardır. Bu unsurların belirlenmesinde Kanunun 30.
maddesindeki hataya ilişkin düzenlemelerden yararlanılabilir. Buna
göre, haksızlığın maddi unsurları, nitelikli unsurları ve hukuka
uygunluk sebeplerinin maddi şartları kastın kapsamına girmektedir.
• Haksızlığın yazılı olan ve olmayan unsurları kastın kapsamına
girmektedir.
• Suçun kanuni tarifinde açıkça yer alsa bile (geniş anlamda tipiklik),
haksızlık tipinin unsurunu oluşturmayan hususlar, (objektif cezalandırma
şartları, şahsi cezasızlık sebepleri veya cezada indirim yapılmasını
gerektiren şahsi sebepler), kastın kapsamına dahil değildir.
• Fiilin, haksızlık teşkil ettiğine ilişkin bilinç (fiilin hukuka aykırılığı
bilinci) kastın değil, kusurluluğun kapsamındadır.
Doğrudan Kast
• Doğrudan kastta, failin, suçun bütün maddi unsurları hakkındaki bilgisi
tamdır, kesindir.
• Bir suçun işlenmesini kararlaştıran failin bu suçun kanuni tanımındaki
maddi unsurların mevcut olduğunu veya fiilin icrası sırasında
gerçekleşeceğini ve özellikle suç tipinde aranan neticenin meydana
geleceğini kesin olarak öngörmesi halinde doğrudan kast söz konusudur..
• Belli bir neticenin gerçekleşmesine yönelik olarak icra edilen fiilin diğer
bazı neticeleri de meydana getireceği günlük hayat tecrübelerimize göre
muhakkak ise, fail bu neticeler bakımından da doğrudan kastla hareket
etmiştir.
• Örneğin sigorta tazminatını alabilmek için bir gemiye bomba koyan
kimse, ya da mirasına konmak için annesinin bindiği uçağa bomba
yerleştiren kişi, gemideki ya da uçaktaki yolcularından bir kaçının
öleceğini kesin olarak öngörmüştür. Failin kastı, gerçekleştirmek
istediği neticeye bağlı ve ondan ayrılması mümkün olmayan bu zorunlu
neticeler bakımından da doğrudan kasttır.
• Ayrıca belirtelim ki, bir suçun kanuni tanımında “bilerek”, “bildiği
halde”, “bilmesine rağmen” gibi ifadelere yer verilmişse (m. 154/2, m.
197/2, 199/2-3), bu suç ancak doğrudan kastla işlenebilir, olası kastla
işlenemez. Çünkü suç tipinde bu ifadelerin kullanılmasıyla, failin tipe
ait unsurları kesin olarak bilmesi aranmış olmaktadır.
Olası Kast
• Olası kast 21. maddenin 2. fıkrasında, “kişinin, suçun kanuni tanımındaki
unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi”
şeklinde tanımlanmıştır.
• Olası kasta ilişkin kanunun bu tanımı, olası kastta bilme unsuru
anlamında öngörmenin yeterli olduğunu; “istemenin” ise gerekli
olmadığını açıkça belirtmiş olmaktadır. Bunu dikkate alarak olası kastı
aşağıdaki şekilde tanımlamak mümkündür.
- Olası Kast: Failin suçun kanuni tanımındaki objektif unsurların
gerçekleşebileceğini ciddi bir şekilde mümkün görmesine rağmen, fiili
işlemek suretiyle tipikliğin gerçekleşmesini kabullenmesidir. Bilinçli
taksirde istememe var buradaki kabullenmeyi isteme olarak öngörmek
lazım.
• Olası kastta da, doğrudan kastta olduğu gibi, bir suçun kanuni
tanımındaki maddi unsurların gerçekleşebileceği fail tarafından
öngörülmektedir. Ancak olası kastta, doğrudan kasttan farklı olarak,
bu unsurların gerçekleşmesi muhakkak değil, muhtemel
addedilmektedir.
• Failin muhtemel addettiği unsur, haksızlığın neticesi olabileceği gibi,
suçun diğer maddi unsurları da olabilir.
• Olası kastta öngörülmesine rağmen fiilin işlenmesi suretiyle
kabullenilen tipiklik unsuru genellikle netice olarak karşımıza
çıkmaktadır. Bu netice failin esasen maksadını oluşturabileceği gibi,
maksadın dışında kalan neticeler de olabilir.
• Olası kast, kastın bir türü olduğuna göre, bu kast şeklinde de, tam
olmasa da, bilme ve isteme unsurları aranmaktadır;
• Tipikliğin gerçekleşmesinin muhtemel olarak öngörülmesi
olası kastın bilme unsurunu;
• bu ihtimal öngörmesinin yanı sıra failin fiilinin sebebiyet
verebileceği neticenin gerçekleşmesini kabullenmesi veya
kayıtsız kalması ya da katlanması ise isteme unsurunu
oluşturmaktadır.
ÖNGÖRME KABULLENME
➢ Olası kastı doğrudan kasttan ayıran husus olası kastta neticenin muhakkak değil muhtemel
kabul edilmesidir.
• T.C.
• YARGITAY
• 1. CEZA DAİRESİ
• E. 2012/4268
• K. 2012/7745
• T. 18.10.2012
• Örnek:
122
- A, B’yi yaralamak kastıyla hareket eder; ancak,
işlenen fiil neticesinde B ölür.
- Oğlu tarafından kendi haline terk edilen yaşlı ve
hasta baba, bakımsızlıktan dolayı ölür.
- Annesi tarafından cami avlusuna bırakılan bebek,
havanın soğuk olması nedeniyle, akciğerlerini üşütür
ve kalıcı bir hastalığa yakalanır.
• Meydana gelen ağır veya başka netice açısından fail
çoğu zaman olası kastla hareket eder.
• Bu durumda, failin olası kastla gerçekleştirdiği ağır
neticeden dolayı sorumlu tutulması gerekir.
- Üzerinde deney yapılan kişinin ölmesi (m. 90, f. 5),
- İşkence yapılan kişinin ölmesi (m. 95, f. 4),
- Kasten yaralama fiilinin mağdurun vücudunda ağır
etkiler bırakması (m. 87, f. 1 – 3).
123
Netice sebebiyle ağırlaşmış suçlar
• Temel suç, kasten işlenir. Ancak, kastedilenden
daha ağır veya başka bir netice gerçekleşir.
• Kişinin, meydana gelen neticeden dolayı sorumlu
tutulabilmesi için, bu netice açısından en azından
taksire dayalı kusurunun varlığı gereklidir (m.
23).
• Bu sistemde,
- nedensellik bağı temelli sorumluluk izahından,
- objektif sorumluluktan,
vazgeçilmiştir.
• Neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç: Bir fiilin kastedilenden daha ağır veya başka bir
neticenin oluşumuna sebebiyet vermesi halinde, kişinin bu ağır veya başka neticeden
sorumlu tutulabilmesi için en azından taksirle hareket etmiş olması gerekir (TCK md. 23).
İşte kişinin işlemeyi kast ettiği suçtan daha ağır veya başka bir neticenin ortaya çıkması
durumunda neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçlardan bahsedilecektir. Neticesi sebebiyle
ağırlaşmış suçlar, kanunda özel olarak düzenlenmiştir. Örneğin TCK md. 87‟de neticesi
sebebiyle ağırlaşmış yaralama suçu düzenlenmiştir. Keza TCK md. 103/6‟da çocukların
cinsel istismarı suçunun neticesi sebebiyle ağırlaşmış hali düzenlenmiştir. Dolayısıyla
işlenen bir fiillin kast edilenden daha ağır veya başka bir neticenin oluşumuna neden olması
durumunda neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçtan bahsedilebilmesi için tipik olması, yani
kanunda düzenlenmiş olması gerekir. O halde örneğin sopayla dövülerek yaralamak istenen
bir kimsenin kolunun kırılması durumunda, TCK md. 87/3 hükmünde kasten yaralamanın
vücutta kemik kırılmasına veya çıkığına neden olması halinde cezanın artırılacağı hükmüne
yer verildiğinden bu defa TCK md. 23 gereğince bir irdelemenin yapılması gerekir. Keza
bir kimseyi yaralamak amacıyla ateş eden kişinin yaraladığı kimsenin ölmesi durumunda
da TCK md. 87/4 hükmünde kasten yaralama sonucunda ölüm meydana gelmesi hali
düzenlenmiş olduğundan TCK md. 23 gereğince inceleme yapılmalıdır. O halde öncelikle
işlenen fiilin sebebiyet verdiği neticenin neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç olup olmadığının
belirlenmesi gerekir. Olayda neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç hallerinden birinin bulunması
durumunda ilk olarak maddi unsur içerisinde bu durumun irdelenmesi ve tespitin yapılması
gerekir. Ardından neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçun bulunduğunun tespit edilmesi
durumunda manevi unsur başlığı altında TCK md. 23 bağlamında bir irdeleme yapılmalıdır.
Manevi unsur kapsamında kast edilen fiille meydana gelen ağır veya başka neticeye
yönelik olarak kişinin manevi unsurunun belirlenmesi gerekir. Bu belirleme, manevi unsur
kapsamında yer alan kast ve taksire ilişkin bilgiler kapsamında yapılacaktır.
Gerçek Neticesi Sebebiyle Ağırlaşmış Suç
• Neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçlardan bir kısmı failin ağır netice
bakımından mutlaka taksirle hareket etmesini gerektirir.
• Örneğin kasten yaralamanın neticesi sebebiyle ağırlaşmış şeklini
oluşturan ölüm neticesi bakımından failin taksirinin varlığı şarttır
(m. 87/4). Failin ağır netice bakımından kasten hareket ettiğinin
tespiti halinde esasen doğrudan kasten öldürmeye ilişkin hüküm
uygulanır.TCK 81
Suç Teorisi
• Örneğin,
- “Kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla
örgüt” kurmak veya yönetmek (m. 220, f. 1; ayrıca
bkz. m. 78, f. 1; m. 314, f. 1),
- İnsanlığa karşı suçlar açısından, belli fiillerin
“siyasal, felsefî, ırkî veya dinî saiklerle” (m. 77, f. 1)
işlenmesi,
- Göçmen kaçakçılığı suçu açısından, “maddî
menfaat elde etmek maksadı” (m. 79, f. 1),
- Hırsızlık suçu açısından “yarar sağlamak maksadı”
(m. 141, f. 1),
- Tefecilik suçu açısından, “kazanç elde etmek
amacıyla başkasına ödünç para” verilmesi (m. 241),
- Rüşvet suçu açısından, “bir kamu görevlisinin,
129
görevinin gereklerine aykırı olarak bir işi yapması
veya yapmaması için … bir yarar sağlaması” (m. 252,
f. 3),
- Görevi yaptırmamak için direnme suçu açısından,
“kamu görevlisine karşı görevini yapmasını
engellemek amacıyla cebir veya tehdit” kullanılması
(m. 265, f. 1),
- Suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme
suçu açısından “gerçeğin meydana çıkmasını
engellemek amacı” (m. 281, f. 1),
- Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama
suçu açısından, bu değerlerin “gayrimeşru kaynağını
gizlemek ve meşru bir yolla elde edildiği konusunda
kanaat uyandırmak maksadıyla” hareket edilmesi (m.
282, f. 1).
S
KUSURLULUĞU
KASTI KALDIRAN ETKİLEYEN
HATA HATA HALLERİ
• Hukuka uygunluk nedenlerinin maddi koşullarında hata hallerinde fail, işlediği fiilin bir
haksızlık teşkil ettiği bilincine sahiptir ve fakat ortada hukuka uygunluk sebeplerinden
birinin maddi şartlarının mevcut olduğunu zannederek fiili işlemektedir. Örneğin karanlıkta
yolda yürüyen bir kişi, arkasından hızla kendisine doğru gelmekte olan şahsın kendisine
saldıracağını sanarak savunmada bulunmaktadır. Böyle bir durumda fail olayda meşru
savunmanın şartlarından haksız bir saldırının varlığında hataya düşmektedir. Failin
tasavvuru gerçekleşmiş olsaydı, fiil hukuka uygun olacaktı. Hukuka uygunluk sebebinin
maddi şartları hakkındaki bilgi kasta dahildir. Bu nedenle hukuka uygunluk nedenlerinin
maddi şartlarında hata, “Fiilin icrası sırasında suçun kanuni tanımındaki maddi unsurları
bilmeyen bir kimse, kasten hareket etmiş olmaz. Bu hata dolayısıyla taksirli sorumluluk
hali saklıdır.” şeklindeki TCK md. 30/1‟e göre ele alınmalıdır. Bu bağlamda failin fiili
bakımından taksir değerlendirmesinin yapılması gerekir.
4- Hukuka Uygunluk Sebeplerinin Sınırında Hata (m. 27/1)
• Kastı kaldıran hatanın bu türünde, kişi kastı olmaksızın bir hukuka
uygunluk nedeninin sınırını aşmaktadır. Esasen sınır kasten aşılmış ise,
kişi kasten gerçekleştirdiği fiilinden sorumlu tutulacaktır.
• Buna karşılık, sınırı kast olmaksızın aşmış olabilir, kast olmaksızın
somut olayda belli bir hukuka uygunluk nedeninin sınırı aşılmış ise
(sınırın ölçü yönünden aşılması), işlenen fiil (aşkın kısmın oluşturduğu
haksızlık) taksirle işlendiğinde de cezalandırılabiliyorsa, fail bu taksirli
fiilinden dolayı sorumlu tutulacaktır (m. 27/1).
• Sadece konutta arama izni verilmiş olmasına rağmen, görevlinin ilgilinin
konutu olduğu düşüncesiyle konutun altındaki iş yerini de araması gibi.
İLGİLİNİN
MEŞRU
RIZASI
SAVUNMA
HAKKIN
GÖREVİN İFASI KULLANILMASI
Hukuka Uygunluk Nedenlerinin Ortak
Özellikleri
➢ Bir hukuka uygunluk nedeninin varlığı halinde fiil kanuni tarife
uygun olmasına rağmen hukuka aykırı değildir.
➢ Hukuka aykırılık ve uygunluk değerlendirilmesi fiil esas alınarak
ex-ante yapılmalıdır.
➢ Her hukuka uygunluk nedeni, kendi sınırları içerisinde kalmak
şartıyla kişiye başkasının hukuki alanına müdahale hakkı verir.
➢ Hukuka uygunluk nedenlerinin kesin bir sayısı yoktur.
➢ Hukuka uygunluk nedenleri aynı olayla ilgili olarak birbirinden
bağımsız veya birbirinin yanında uygulanacak şekilde birleşebilir.
Görevin İfası
Meşru savunma
• Kişinin kendisini veya başkasını hedef alan bir saldırı karşısında, savunma amacına yönelik
olarak ve bu saldırıyı defedecek ölçüde kuvvet kullanmasını ifade eder. Türk Ceza
Kanunu’nun 25. maddesinin 1. fıkrasında bir hukuka uygunluk sebebi olarak öngörülen
meşru savunmanın şartlarını saldırıya ilişkin şartlar ve savunmaya ilişkin şartlar başlığı
altında ele almak gerekmektedir.
• TCK m. 25/1’ göre; “Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş,
gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hal ve
koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı
faile ceza verilmez.”
SALDIRIYA İLİŞKİN SAVUNMAYA İLİŞKİN
ŞARTLAR ŞARTLAR
• - Saldırı kişilere ait herhangi bir hakka yönelik olmalıdır: Bir kişi
gerek kendisinin gerekse başkasının herhangi bir hakkına yönelik
olarak gerçekleştirilen saldırılara karşı meşru savunmada
bulunabilir. Meşru savunma kişilere ait bütün haklar bakımından söz
konusu olabilir.
• Savunma saldırıyı def etmek, sonlandırmak
Savunmaya İlişkin Şartlar: -
amacıyla ve saldırıyı gerçekleştiren kişiye karşı yapılmalıdır.
• Savunma hareketinin, maruz kalınan saldırıyı defedecek ölçüde
olmasını gerektirir. Ölçüsüzlük halinde savunmada sınır aşılmış
olur. Bir kimsenin hayatına yönelen bir saldırıyı defetmek için
saldırganı öldürmesi halinde meşru savunma ölçülü addedilir.
Ancak malvarlığı hakkına yönelik bir saldırı söz konusu
olduğunda, bu saldırı aynı zamanda bir kişinin hayatını tehlikeye
sokan bir saldırı özelliği taşımadığı sürece, saldırganın
öldürülmesi meşru savunma olarak değerlendirilemez. Bu son
durumda savunma saldırı ile orantılı değildir.
- Kişi tarafından doğrudan doğruya kullanılabilen sübjektif bir hakkın bulunması gerekir.
Şayet bir hakkın kullanılması, başka bir merciden alınacak bir karar veya izinle mümkünse, bu
hukuka uygunluk nedeni söz konusu olmaz. Örneğin, bir alacaklının borcunu ödemeyen
kişiden alacağını tahsil etme hakkı vardır. Ancak bu hak icra dairesi aracılığıyla
- Kişinin hakkını tanınma sebebinin sınırları içinde kullanması gerekir. Hakkın sınırlarının
aşılması veya kötüye kullanılması halinde artık bir hukuka uygunluk nedeninin varlığından söz
edilemez. Çünkü bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.
- Hakkın kullanılması ile işlenen ve tipe uygun olan fiil arasında nedensellik bağının
bulunması: Kişiye hukuk düzeni tarafından tanınan hakkın kullanılması ile tipe uygun fiil
arasında bir ilişkinin varlığı gerekir. Fail kendisine tanınan hakkın amacına uygun olarak
hareket etmişse bu bağ vardır.
İgilinin rızası
• Kanun koyucu rızanın geçerli olabilmesi için belirli bir yaş sınırı öngörmüş olabilir. Bu
durumda rıza gösteren kişi, kanunun öngördüğü yaş sınırının altındaysa rızası geçerli
olmaz. Örneğin 18 yaşından küçüklerin cinsel ilişkiye girmek hususundaki rızaları Türk
Ceza Kanununda geçerli sayılmamıştır. Bu itibarla 17 yaşındaki bir kişinin rızasına
istinaden onunla cinsel ilişkiye girilmesi suç teşkil eder (TCK m. 104).
- İlgili kişi rıza beyanında bulunmuş olmalıdır. Rıza beyanı açık veya örtülü, yazılı veya sözlü
olabilir. Ancak hukuk düzeni tarafından rıza bir şekle bağlı kılınmışsa rızanın geçerli
olabilmesi için bu şekil şartına uygun olarak açıklanması gerekir. Örneğin, büyük cerrahi
ameliyatlarda rızanın geçerli olabilmesi için hastanın aydınlatılmış onamı ve yazılı muvafakati
bulunmak zorundadır.
- Rıza açıklaması mutlaka suçtan önce veya en geç davranışın icra hareketlerinin yapılması
sırasında olmalıdır. Rıza fiilin işlenmesi süreci boyunca mevcut bulunmalı; fiil işlenirken geri
alınmamış olmalıdır.
- Rıza özgür iradeye dayanmalıdır. Yanılma, korkutma, hile dolayısıyla açıklanan bir rıza
beyanı geçerli değildir.
Varsayılan Rıza
Hastanın veya kanuni temsilcilerin rıza verme imkânı olmayan haller: Hasta rıza
açıklayamayacak durumdaysa ve adına rıza verecek kişinin bulunmadığı acil
hallerde rıza olmaksızın tıbbi müdahale yapılabilir. Bu durumda “varsayılan rıza”
dan söz edilir. Varsayılan rıza, özellikle hastanın kendinde olmadığı ve herhangi bir
rıza açıklaması yapamayacak durumda olduğu hallerde karşımıza çıkar. Örneğin
trafik kazası geçirmiş ve bilincini kaybetmiş bir kimsenin rızasının alınabilmesi
mümkün değildir. İşte bu gibi hallerde “varsayılan rıza” kurumundan
faydalanılabileceği kabul edilir. Ancak diğer bu görüş tedavi amacına yönelik böyle
hallerde hekimin izin verilen risk kapsamında davrandığını ve bu nedenle tıbbi
müdahalenin uygun olduğunu savunmaktadır. Annebabanın denetim ve gözetimi
altında olan çocuğa tıbben tıbbi müdahale gerekli ise ve bu çocuğun sağlığı
bakımından, yaşamı bakımından önemli ise bu müdahale anne-babanın izni olmasa
da yapılmalıdır. Ebeveynlerin çocuk için yapılması gereken bir tıbbi müdahaleye
izin vermemesi halinde TCK‟deki bakım ve gözetim yükümlülüğünün ihmali suçu
gündeme gelebilecektir. Çocuk için bu tıbbi müdahale zorunlu ise anne-baba rıza
göstermese de doktor çocuğa tıbbi müdahalede bulunabilir
Kusurluluk
• Ceza Kanunu haksızlığı ve kusuru birbirinden kesin bir şekilde ayırmıştır (m. 30,
40/1).
• Kusur suçun yapısında, tipikliğin maddi ve manevi unsurları ile hukuka aykırılık
unsurunun varlığının tespitinden (haksızlık) sonraki üçüncü safhada
incelenmektedir.
• Kusurun konusunu gerçekleştirmiş olduğu haksızlıktan dolayı failin kınanıp
kınanamayacağı oluşturmaktadır. Buna göre, cezai sorumluluk için failin
tipikliğin maddi ve manevi unsuru ile hukuka aykırılık unsurunu gerçekleştirmesi
yeterli değildir. Ayrıca işlemiş olduğu bu fiilden dolayı kınanabilmesi de
gerekmektedir.
• Kusur söz konusu olduğunda, işlemiş olduğu haksızlığın faile hangi şartlarda
bireysel olarak isnat edilebileceğinin araştırılması yapılmaktadır. Faile, suçun
kanuni tarifindeki unsurları gerçekleştirmesiyle birlikte objektif isnadiyette,
tipikliği gerçekleştirdiğini bilmesi ve istemesiyle sübjektif isnadiyette ve nihayet
gerçekleştirmiş olduğu haksızlıktan dolayı kişisel olarak sorumluluğunun,
kınanabilirliğinin belirlenmesiyle de bireysel isnadiyette bulunulmaktadır.
• Ceza sorumluluğu için, failin kusurlu sayılabilmesi şarttır. Kusursuz ceza olmaz
ilkesi, ceza hukukunun temel ilkelerindedir (AY m. 38). Cezanın aksine, güvenlik
tedbiri niteliğindeki diğer ceza hukuku yaptırımlarının uygulanabilirliği kusura
bağlı değildir. Failin toplum bakımından arz ettiği tehlike göz önünde
bulundurularak uygulanacak olan güvenlik tedbirleri, faile işlemiş olduğu fiil
bakımından bireysel isnadiyette bulunulamasa dahi uygulanabilecektir.
• Ceza hukukunun güvence fonksiyonu (suçta ve cezada kanunilik ilkesi) güvenlik
tedbirleri bakımından da geçerlidir. Buna göre, eğer kusurluluk suçun unsuru
olarak kabul edilirse, somut olayda failin kusurluluğu kaldıran sebeplerden dolayı
kusurunun olmadığı belirlendiğinde teşekkül etmiş bir haksızlıktan
bahsedilemeyeceğinden bunlar hakkında güvenlik tedbirinin uygulanmasının
zemini kalmamış olacaktır. Oysa kusurluluğu haksızlığın unsurları dışına çıkarıp,
fail hakkında işlemiş olduğu fiilden dolayı kınama yargısında bulunulması
şeklinde anlaşılacak olursa, ortada haksızlık teşkil eden fiil bulunduğu için
güvenlik tedbirini uygulamasının önü açılmış olacaktır.
İrade Yeteneği
• Failin işlemiş olduğu suçtan dolayı cezalandırılabilmesi için algılama
yeteneğine sahip olması tek başına yeterli değildir, ayrıca irade yeteneğine de
sahip olması gerekmektedir.
• Kişinin kusurlu sayılabilmesi için, fiili işlediği sırada davranış normunun
gerektirdiği şekilde karar verebilme yeteneğine sahip olması gerekmektedir.
Ruhen sağlıklı yetişkin her insan, normal şartlar altında bu yeteneğe sahiptir.
Bu durumda olan kişilerin irade yeteneğine sahip olup olmadığını araştırmaya
gerek yoktur. Ancak belli hallerde kişinin hukukun icaplarına göre davranması
mümkün olmayabilmektedir.
• Dolayısıyla hukukun icaplarına göre davranışlarını yönlendirme yeteneğine
sahip olmayan kişi, kusurlu addedilemeyeceğinden sorumlu tutulmayacaktır.
• Buna göre irade yeteneği, hukukun icaplarına göre davranışlarını
yönlendirebilme yeteneğini ifade etmektedir.
Kusurluluğu Etkileyen Haller
• Hukuka aykırı ve fakat bağlayıcı emrin yerine getirilmesi (m. 24/2–4),
• Zorunluluk hali (m. 25/2),
• Hukuka uygunluk sebeplerinden meşru savunmanın sınırının mazur
görülebilecek telaş, korku ve heyecandan aşılması (m. 27/2),
• Cebir ve tehdit (m. 28),
• Haksız tahrik (m. 29),
• Kaçınılmaz haksızlık yanılgısı (m. 30/4) ve kusurluluğu etkileyen nedenlerin
maddi şartlarında hata (m. 30/3),
• Yaş küçüklüğü (m. 31),
• Akıl hastalığı (m. 32/1)
• Sağır ve dilsizlik (m. 33) ve
• Geçici nedenler, alkol veya uyuşturucu madde etkisinde olma (m. 34)
Kusurluluğu etkileyen halleri oluşturmaktadır.
TCK’nın 24. maddesinin 2. ila 4. fıkralarında, kusurluluğu ortadan kaldıran bir neden olarak hukuka
aykırı ve fakat bağlayıcı emrin yerine getirilmesi düzenlenmiştir.
Devletin üstlendiği kamusal hizmetlerin yürütülmesi, kamu görevlileri arasında belli bir hiyerarşik
yapılanmayı gerektirmektedir. Emir verme temeline dayanan hiyerarşik yapı içinde yer alan
şahıslardan bazıları amir (emreden), bazıları da memur (emredilen) konumundadır. Hiyerarşi gereği
ast, üstün emrine itaate mecburdur ve üstün emirleri değiştirilmeden ve geciktirilmeden ast tarafından
yerine getirilmelidir.
Hiyerarşik yapı içinde, amirin memura verdiği emir ya hukuka uygundur ya da aykırıdır. Şayet
amirin memura verdiği emir hukuka uygun ise böyle bir emrin yerine getirilmesi de hukuka uygun
olacağından, bu durumda emri yerine getiren bakımından 24. maddenin 1. fıkrasında düzenlenen
görevin ifası hukuka uygunluk nedeni söz konusu olur. Hukuka uygun emrin yerine getirilmesi ile
kanun hükmünün yerine getirilmesi arasında bir fark yoktur. Zira her ikisinin dayanağını da esasen
kanunla verilen bir görevin ifası oluşturmaktadır.
Buna karşılık, hukuka aykırı ve fakat bağlayıcı bir emir söz konusu ise böyle bir emrin
yerine getirilmesi, emri yerine getiren bakımından hukuka uygunluk nedeni oluşturmaz.
Böyle bir emri veren sorumlu kalmaya devam ettiğine göre; fiil, hukuka aykırı olma vasfını
korumaktadır. Emir hukuka aykırı ise bunun yerine getirilmesi halinde yerine getirenin
sorumlu tutulamaması bir hukuka uygunluk nedeninin bulunmasından dolayı değil, emri
yerine getirenin içinde bulunduğu hiyerarşik ilişki nedeniyle kusurluluğunun
etkilenmesinden kaynaklanmaktadır. Zira bir hukuk devletinde “kanunsuz emrin” bir
hukuka uygunluk nedeni sayılması mümkün olamaz.
Nitekim Anayasaya göre kamu hizmetlerinde herhangi bir sıfat ve suretle çalışmakta olan
kamu görevlileri, üstünden aldığı emri; yönetmelik, tüzük, kanun veya Anayasa
hükümlerine aykırı görürse, bu emri yerine getirmez ve bu aykırılığı o emri verene bildirir.
Ancak, buna rağmen, amir emrinde ısrar eder ve bu emrini yazı ile yenilerse, emir yerine
getirilir; bu halde emri yerine getiren sorumlu olmaz (Anayasa m. 137/1). Anayasanın bu
hükmü, benzer şekilde PVSK’nın 2. maddesinin 2. fıkrasında ve 657 sayılı Devlet
Memurları Kanununun 11. maddesinde de tekrarlanmıştır. Nitekim TCK’nın 24. maddesinin
2. fıkrasında da “Yetkili bir merciden verilip, yerine getirilmesi görev gereği zorunlu olan
bir emri uygulayan sorumlu olmaz” denilmek suretiyle Anayasaya paralel bir düzenleme
yapılmıştır.
İşte bu gibi hallerde, yani amirin verdiği emir hukuka aykırı olmasına rağmen
devlete ait faaliyetlerin aksamadan ve disiplin içinde yürütülebilmesi için memuru
bu emrin gereğini yerine getirme mecburiyetinde bırakan ve hatta kimi durumlarda
emir hukuka aykırı olmasına rağmen bunun yazılı olarak verilmesini dahi
engelleyen hallerde (m. 24/4, PVSK m. 2) “bağlayıcı gayri meşru emirden”
bahsedilmektedir. Böyle bir emrin yerine getirilmesi halinde, bunu yerine getiren
bakımından bir hukuka uygunluk nedeni söz konusu değildir. Anayasanın 137.
maddesinin 1. fıkrasına ve Ceza Kanununun 24. maddesinin 2. fıkrasına göre;
Devlet idaresindeki hiyerarşi gereği üstün hukuka aykırı ve fakat bağlayıcı olan ve
dolayısıyla görev gereği yerine getirilmesi zorunlu olan emrini yerine getiren ast, bu
emrin yerine getirilmesi nedeniyle sorumlu olmaz. Buna karşılık hukuka aykırı
böyle bir emri veren üstün sorumluluğu devam etmektedir. Örneğin bu kişi,
hukuka aykırı emri nedeniyle bir tazminat davasına veya idari bir yaptırıma muhatap
olabilir.
Ast, kendisine verilen emrin hukuka uygun olup olmadığını kontrol etmek
yükümlülüğü altındadır. Şayet ast, kendisine verilen emrin hukuka uygun olup
olmadığını denetlemeksizin üstün hukuka aykırı olan emrini yerine getirirse,
kendisi de sorumluluktan kurtulamaz.
Bununla birlikte ast, kendisine verilen emrin hukuka aykırılığını üste
bildirmesine rağmen, üst emrinde ısrar eder ve emrini yazılı olarak yenilerse;
artık ast bakımından, Ceza Kanununun ifadesiyle, “yetkili bir merciden verilip,
yerine getirilmesi görev gereği zorunlu olan bir emir” durumu ortaya çıkar.
Artık memur, amirin hukuka aykırı ve fakat Anayasa gereği bağlayıcı ve yerine
getirilmesi görevi gereği zorunlu olan böyle bir emri yerine getirmek
mecburiyetindedir. Hiyerarşinin doğurduğu bu mecburiyet, emri yerine getiren
bakımından bir mazeret sebebi teşkil etmektedir. Ancak amirin sorumluluğu
sürmektedir.
Bazı hallerde astın, kendisine verilen emrin içerik olarak hukuka uygun
olup olmadığını denetleme yükümlülüğü kanun tarafından engellenmiş
olabilir. Bu gibi durumlarda astın, kendisine verilen emrin hukuka aykırı
olup olmadığını denetleme yükümlülüğü bulunmamaktadır. Dolayısıyla emrin
hukuka aykırı olduğunu fark etse bile yerine getirmek zorundadır.
Nitekim Anayasanın 137. maddesinin 3. fıkrasında “Askeri hizmetlerin
görülmesi ve acele hallerde kamu düzeni ve kamu güvenliğinin korunması
için kanunla gösterilen istisnaların saklı” olduğu belirtilmiştir. Yine Ceza
Kanununun 24. maddesinin 4. fıkrasında, Anayasanın düzenlemesi
doğrultusunda “emrin hukuka uygunluğunun denetlenmesinin kanun
tarafından engellendiği hallerde, yerine getirilmesinden emri veren sorumlu
olur” denilmektedir.
KUSURLULUĞU ETKİLEYEN
(KALDIRAN VEYA AZALTAN) HALLER
Zorunluluk Hali
Tehlike; bir kimsenin veya şeyin varlığını, güvenliğini tehdit eden ve bir zarar
olasılığı ortaya koyan durumdur. Tehlikenin bir adım sonrası zarardır. Esasen
zorunluluk halinde, tehlikenin doğurabileceği zararı önleme düşüncesinin
kişinin irade yeteneğini etkileyebileceği varsayılarak işlenen fiil mazur
görülmektedir. Bu itibarla; tehlikenin zarar aşamasına geçmemiş olması, yani
zararın gerçekleşmeye henüz başlamamış veya başlamış olmakla birlikte
tamamlanmamış olması gerekir. Tehlike artık zarara dönüşmüşse zorunluluk
halinden bahsedilemez.
o Tehlikenin zorunluluk haline yol açabilmesi için ağır ve
muhakkak olması gerekir.
KUSURLULUĞU ETKİLEYEN
(KALDIRAN VEYA AZALTAN) HALLER
Meşru Savunmada Sınırın Heyecan, Korku ve Telaş Nedeniyle Aşılması
KUSURLULUĞU ETKİLEYEN
(KALDIRAN VEYA AZALTAN) HALLER
Cebir ve Tehdit Dolayısıyla Kişinin İrade Yeteneğinin Etkilenmesi
o Cebir, vis absoluta (mutlak kuvvet) ve vis compulsiva (zorlayıcı kuvvet) olmak
üzere ikiye ayrılır. Ceza hukuku bakımından önem taşıyan cebir, esasen zorlayıcı
kuvvet şeklinde icra edilendir. Çünkü mutlak kuvvete maruz kalarak bir suç
işletilen kişinin, işlenen suç ile arasında manevi bir bağ (kast veya taksir) mevcut
değildir. Bu itibarla da böyle bir davranışın hukuki anlamda fiil olarak kabul
edilmesi söz konusu olamaz.
Ceza hukukunda bir davranışın fiil vasfını haiz olabilmesi için iradi olarak
gerçekleştirilmesi gerekir. Oysa mutlak kuvvetin etkisiyle suç işletilen kişinin
davranışı iradi bir davranış olarak nitelendirilemez. Mutlak kuvvet uygulanmak
suretiyle işlenen suçun doğrudan faili, mutlak kuvveti uygulayan şahıstır. Örneğin;
bir kimsenin elinin silahın tetiğine konularak üzerine bastırılması suretiyle bir
başkasının öldürtülmesi, mağazanın vitrinin önünden geçmekte olan yolcunun
aniden ve hızlı bir şekilde vitrine itilmesi suretiyle camların kırdırılması hallerinde
kişinin belli bir amaca yönelik olarak iradesiyle hâkim olduğu bir davranıştan
bahsetmek mümkün değildir. Bu nedenle, kişinin iradesini büsbütün ortadan
kaldıran vis absoluta (mutlak kuvvet) şeklindeki cebir, 28. madde kapsamında
değerlendirilmemelidir.
Cebir kavramının ne anlama geldiği, cebir kullanma suçunu düzenleyen 108.
maddenin gerekçesinde açıklanmıştır. Buna göre, “cebir, kişiye karşı fiziki
güç kullanmak suretiyle, onun veya bir üçüncü kişinin iradesi ve
davranışları üzerinde zecri bir etki meydana getirilmesidir. Cebre maruz
kalan kişi, bu fiziki gücün meydana getirdiği acının etkisiyle belli bir
davranışta bulunmaya zorlanmaktadır”.
Gerekçeden de anlaşılacağı üzere cebir kavramı, kişinin iradesi üzerinde
zorlayıcı bir etki meydana getiren fiziki güç kullanmayı ifade etmektedir.
Burada fiziki gücü; kişinin bedeni üzerinde hissedebileceği, halen icra
edilmekte olan herhangi bir kötülük olarak anlamak gerekir. Bu güç
karşısında kişinin iradesi; kendisinden istenilen hususları yapmaya
zorlanmakta, kişi halen icra edilmekte olan saldırıdan kurtulmak için suç
işlemektedir. Dolayısıyla cebir halinde suç işleyen kişinin iradi karar verme
ve hareket etme özgürlüğünden bahsedilemez.
KUSURLULUĞU ETKİLEYEN
(KALDIRAN VEYA AZALTAN) HALLER
Haksız Tahrik
TCK m. 29’da düzenlenen haksız tahrik, kişinin haksız bir fiilin kendisinde meydana getirdiği
hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında kalarak bir suç işlemesidir.
Haksız tahrikin etkisi altında suç işleyen kişinin kusur yeteneği azalmış, normal bir kişiye göre
davranışlarını hukukun icaplarına göre yönlendirme yeteneği etkilenmiştir. Gerçekten böyle
bir etki altında bulunmaksızın suç işleyen kişinin irade yeteneği ile haksız tahrik altında suç
işleyen kişinin iradesini yönlendirme yeteneği aynı değildir. Haksız fiile maruz kalan kişinin
içine düştüğü hiddet veya şiddetli elem şeklindeki psikolojik durum; kişinin iradesinde bir
zayıflama meydana getirerek, onu kolaylıkla suç işlemeye götürebilmektedir. Bu itibarla haksız
tahrik, kusurun irade unsuru üzerinde etkili bir neden olduğu için failin cezasında indirime
gidilmektedir. Haksız tahrik kusurluluğu etkileyen bir neden olduğundan, haksız tahrikin
etkisiyle işlenen fiilin haksızlık içeriğinde herhangi bir azalma söz konusu değildir. Ancak haksız
tahrikin kusur üzerindeki etkisi de sınırlıdır. Yani kusuru tamamıyla ortadan kaldırmamakta,
sadece azaltmaktadır.
HAKSIZ TAHRİKİN ŞARTLARI
o Haksız tahrikten söz edilebilmesi için her şeyden önce, haksız bir fiilin
varlığı gerekir.
Ortada haksız bir fiil bulunmuyorsa, haksız tahrikten bahsedilemez. Tahriki oluşturan
fiil haksız olmalıdır. Haksız tahrik, ancak haksız fiili gerçekleştiren kişiye karşı
işlenen suç bakımından etkili bir faktördür. Hiddet veya şiddetli elemin, haksız bir fiil
sonucu ortaya çıkması gerekir.
Fiil haklı, yani hukuka uygun ise failin böyle bir fiilden dolayı hiddet veya şiddetli
eleme kapılması ve böyle bir fiile karşı tepkide bulunması mazur görülemez.
Örneğin; şikâyet veya ihbarda bulunma hakkını kullanan kişiye karşı gösterilen
tepkinin suç teşkil etmesi halinde, failin haksız tahrikten yararlanması söz konusu
olamaz.
Haksız fiil terimi, bir davranışın hukuk düzenince tasvip edilmediği anlamına
gelmektedir. Fiilin haksız olup olmadığı, toplumsal düzende hâkim olan değer
yargılarına göre hâkim tarafından takdir edilir. Bu nedenle fiilin haksız olup
olmadığı değerlendirilirken sadece yazılı hukuk kuralları değil, hukuk düzeninin
bütünü göz önünde tutulmalıdır. Fiilin haksız sayılması için suç teşkil etmesi
veya borçlar hukuku anlamında bir haksız fiil oluşturması şart değildir. Haksız
tahriki oluşturan fiilin, aynı zamanda suç teşkil ettiği hallerde; bunun kasten veya
taksirle işlenebilen bir haksızlık olması arasında herhangi bir fark yoktur.
Tahriki oluşturan haksız fiilin, ancak bir insan tarafından gerçekleştirilmesi
gerekir ise de bu insanın kusur yeteneğine sahip olması şart değildir. Bu nedenle;
yaş küçüklüğü, akıl hastalığı gibi sebeplerle kusur yeteneği bulunmayan kişilerin
gerçekleştirdikleri fiiller de haksızlık niteliğine sahip olduğu için bu fiillere karşı
da haksız tahrik hükmü uygulanabilecektir. Aynı şekilde tahrik edenin şahsi
cezasızlık sebebinden yararlanması da maddenin uygulanmasına engel değildir.
Fail; haksız hareketiyle olaya bizzat neden olmuşsa, haksız tahrikten
yararlanamaz. Bu itibarla bir kimse; önce kendi haksız fiili ile bir
kimseyi tahrik ettikten sonra, tahrik edilen kişinin tepkisi karşısında
kendisinin tahrik edildiğini de ileri süremez.
Haksız tahrik hükümlerinden yararlanabilmek için mutlaka haksız
fiilin mağduru olmak gerekli değildir. Haksız fiile maruz kalan kişi
ile buna tepki olarak suç işleyen kişi farklı kişiler olabilir. Bu itibarla
haksız fiil, tepkide bulunanın kendisine yönelik olabileceği gibi; sevdiği
bir kişiye, hatta hiç tanımadığı bir yabancıya, eşyasına, hayvanlarına da
yönelik olabilir. Örneğin; sokakta yürürken, küçük bir çocuğun sebepsiz
yere dövüldüğünü görüp de hiddete kapılarak çocuğu döven kişiye karşı
hakaret suçunu işleyen kişi bakımından da haksız tahrikin varlığını
kabul etmek gerekir.
Haksız tahrikin varlığı için bulunması gereken diğer bir koşul da failin işlediği
suçun, kendisine karşı gerçekleştirilen haksız fiilin meydana getirdiği hiddet
veya şiddetli elemin etkisi altında işlenmesidir. Bir başka deyişle, haksız fiilin
meydana getirdiği elem ve öfke ile işlenen suç arasında nedensellik bağı
bulunmalıdır. Failin işlediği suç, haksız fiile bir tepki olarak ortaya çıkmalıdır.
o Suç, tahrik teşkil eden haksız fiili gerçekleştiren kişiye karşı işlenmiş
olmalıdır.
Şayet tahrik eden kişi ile suçun mağduru farklı kişiler ise haksız tahrik hükmü
uygulanamaz. Örneğin; babanın haksız fiiline öfkelenen kişinin, baba yerine
oğlunu dövmesi halinde, fail haksız tahrikten yararlanamaz.
Her iki müessesenin hukuki niteliği ve şartları farklı olduğu için bir olayda birisinin
bulunması diğerini ortadan kaldırır. Meşru savunma bir hukuka uygunluk nedenidir ve
şartları gerçekleştiğinde meşru savunma halinde işlenen fiilden dolayı kişiye ceza
verilemeyeceği gibi, başka bir hukuk dalının yaptırımı da uygulanamaz. Buna karşılık
haksız tahrik altında işlenen fiil hukuka aykırı olmaya devam etmekte; failin kusurunun
azalması nedeniyle bu durum sadece cezanın indirilmesine yol açmaktadır. Ayrıca
meşru savunma halinde halen bir saldırı bulunduğu için bu saldırının ortadan kaldırılması
zorunluluğu vardır. Oysa haksız tahrikte, haksız fiil sona ermiştir ve bunun meydana
getirdiği öfke ile karşılıkta bulunulmaktadır. Meşru savunmada sınırın aşılması halinde
de haksız tahrik hükmü uygulanamaz.
o Tasarlama ile haksız tahrik hali bir arada
bulunabilir.
Tasarlamanın, failin karar vermesi ile harekete
geçmesi arasında bir sürenin geçmesi ve bu süre
içinde failin ana hatlarıyla yapacağı hareketi
planlaması şeklinde anlaşılması gerekir ve tasarlama
ile haksız tahrik hali bir arada bulunabilir.
Haksız fiilin meydana getirdiği hiddet veya üzüntünün etkisi altında suç
işleyen kişinin cezası indirilecektir.
İndirim miktar ve oranları 29. maddede belirtilmiştir. İndirim oranının
belirlenmesinde; failin durumu, yaşadığı sosyal çevre, olayın oluş şekli,
haksız fiilin niteliği, failde meydana getirdiği ruhsal durum ve tahrik
eden ile failin davranışları göz önüne alınmalıdır.
Kanunumuz hafif tahrik-ağır tahrik ayrımını kabul etmemiştir. Tahrikin
hafifliğini veya ağırlığını yukarıda belirtilen şartlar çerçevesinde hâkim
takdir edecektir.
Kusurluluğu Etkileyen
Haksızlık Hatası Nedenlerin Maddi
Şartlarında Hata
Doğrudan Dolaylı
Haksızlık Haksızlık
Yanılgısı Yanılgısı
226
• Bu yanılgının kaçınılabilir olması halinde,
kişi cezalandırılacaktır; fakat, cezasında,
ancak alt sınıra kadar indirim
yapılabilecektir.
• Giriş örneği
• Bir turistin Pazar yerinden kapı tokmağı alması
• Failin gerçekte olmamasına rağmen işlemiş olduğu fiili hukuka uygun hale getiren bir
sebebin bulunduğunu düşünerek hareket etmesi hali ise dolaylı haksızlık yanılgısı
oluşturmaktır.
örnekler
• Failin mal veya hizmet satımından kaçınma suçundan dolayı cezalandırılabilmesi için,
belli bir mal veya hizmeti satmaktan kaçınmak suretiyle kamu için acil bir ihtiyacın ortaya
çıkması gerekir (m. 240).
• Failin hileli iflâs veya taksirli iflâs suçlarından dolayı cezalandırılabilmesi için, somut
olayda iflasa karar verilmelidir (m. 161, 162).
Şahsi Cezasızlık Sebepleri
• Şahsi cezasızlık sebepleri suçun işlenmesi anında var olan ve failin
cezalandırılmasına engel olan şahsa bağlı sebeplerdir. Somut olayda
bir şahsî cezasızlık sebebinin varlığının bilinmesine gerek yoktur (m.
21 gerekçesi).
- Yalan tanıklık suçunda, kişinin örneğin “kendisinin, üstsoy, altsoy, eş veya kardeşinin
soruşturma ve kovuşturmaya uğramasına neden olabilecek bir hususla ilgili olarak yalan
tanıklıkta bulunması” bir şahsî cezasızlık sebebi veya cezada indirim yapılmasını
gerektiren şahsî sebep olarak kabul edilmiştir (m. 273, f. 1).
- Kişi, kendi işlediği veya işlenişine iştirak ettiği suçla ilgili olarak, suç delillerini yok etme,
gizleme veya değiştirme suçundan dolayı cezalandırılmaz (şahsî cezasızlık sebebi: m.
281, f. 1).
Suçluyu kayırma suçunun, üstsoy, altsoy, eş, kardeş veya diğer suç ortağı tarafından işlenmesi
hâlinde, cezaya hükmolunmaz (şahsî cezasızlık sebebi: m. 283, f. 3).
- Tutuklu veya hükümlüyü ya da suç delillerini bildirmeme suçlarının, üstsoy, altsoy, eş
veya kardeş tarafından işlenmesi hâlinde, cezaya hükmolunmaz (şahsî cezasızlık sebebi:
m. 284, f. 4).
Cezayı Kaldıran Şahsi Sebepler
• Cezayı kaldıran şahsi sebepler ise, suçun işlenmesi anında bulunmayan,
ancak suç işlendikten sonra ortaya çıkan, kişiye hiç ceza verilmemesini
veya kişinin daha az ceza almasını sağlayan şahsi sebeplerdir.
• Örneğin TCK m. 221’de suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçu nedeniyle
soruşturmaya başlanmadan ve örgütün amacı doğrultusunda suç
işlenmeden örgütü dağıtan veya verdiği bilgilerle örgütün dağılmasını
sağlayan kurucu ve yöneticiler hakkında cezaya hükmedilmeyeceği
belirtilmiştir. İşte buradaki etkin pişmanlık hali cezayı kaldıran bir şahsi
sebeptir. Etkin pişmanlığa ilişkin kanundaki düzenlemeler.
• Şahsi cezasızlık sebepleri ve cezayı kaldıran şahsi sebepler şahsa bağlı
olduklarından, sadece ilgili oldukları kişi bakımından kendilerine
bağlanan sonucu doğururlar. Dolayısıyla iştirak halinde işlenen suçlarda
bu sebeplerden diğer suç ortaklarının yararlanması mümkün değildir (m.
40/1).
İhmali Suçlar
• İhmal icrai hareket yanında hareketin diğer bir şeklini oluşturmaktadır.
• İhmal, failin iktidarında olmasına rağmen, mevcut bir vakanın gidişatına
müdahale etmemesi olarak tanımlanabilir.
• Hukuk kuralları (davranış normları), ya yasaklayıcı ya da emredici
normlar şeklinde ortaya çıkarlar.
• Yasaklayıcı normun ihlali ancak icrai bir hareketle gerçekleştirilebilir.
• Emredici norm ise belli bir hareketin yapılmasını emretmektedir.
Yapılması gerekenin ihmal edilmesi halinde bir hak ihlal edilecektir. Bu
nedenle tüm ihmali suçlar cezayı gerektiren emredici normlara karşı
gelmek suretiyle işlenebilir.
• Örneğin, öldürmeyi yasaklayan norm bir kimsenin öldürülmesiyle, çalmayı
yasaklayan norm başkasının eşyasının alınmasıyla ihlal edilir (icrai
davranış).
• Örneğin, kamu görevlisinin yükümlü olduğu görevinin gereklerini
yapmakta ihmal veya gecikme göstermesi (TCK m. 257/2), kendini idare
edemeyecek durumda olan kimselere karşı yardım etme yükümlülüğünün
yerine getirilmemesi (TCK m. 98) halinde emredici normun öngördüğü
şekilde davranmamak suretiyle, yani ihmali hareketle suç işlenmiş olur.
• Fail aktif bir davranışla cezayı gerektiren bir yasağı ihlal ettiği hallerde
icrai suç vardır (tokat atmak, tekmelemek, silahla ateş etmek gibi).
• Failin emredileni yapmamak suretiyle (sırf ihmalle) tipikliği
gerçekleştirdiği hallerde ihmali suç vardır. İhmali davranış, hukuk
normlarıyla (emredici davranış normları) kişiye belli bir icrai davranışta
bulunma yükümlülüğünün yüklendiği hallerde, kişinin bu yükümlülüğü
yerine getirmemesi şeklinde ortaya çıkmaktadır.
• Örnekler:
Kişinin,
- yaşı, hastalığı veya yaralanması dolayısıyla ya da başka herhangi bir nedenle kendini idare
edemeyecek durumda olan kimseye yardım etmemesi ya da durumu derhâl ilgili
makamlara bildirmemesi (m. 98, f. 1),
- kaybedilmiş olması nedeniyle malikinin zilyedliğinden çıkmış olan ya da hata sonucu ele
geçirdiği eşyayı iade etmemesi veya yetkili mercileri durumdan haberdar etmemesi (m.
160),
bir hukukî ilişkiye dayalı olarak elde ettiği eşyanın, esasında suç işlemek suretiyle veya suç
işlemek dolayısıyla elde edildiğini öğrenmesine rağmen, suçu takibe yetkili makamlara
vakit geçirmeksizin bildirimde bulunmaması (m. 166),
- akıl hastası üzerindeki bakım ve gözetim yükümlülüğünü ihmal etmesi (m. 175)
- inşaat veya yıkım faaliyeti sırasında gerekli olan tedbirleri almaması (m. 176),
- gözetimi altında bulunan hayvanı kontrol altına almada ihmal göstermesi (m. 177)
• Keza, kamu görevlisinin,
- denetim görevini ihmal ederek, zimmet veya irtikâp suçunun işlenmesine imkan sağlaması
(m. 251, f. 2),
- kamu adına soruşturma ve kovuşturmayı gerektiren bir suçun işlendiğini göreviyle
bağlantılı olarak öğrenip de, yetkili makamlara bildirimde bulunmayı ihmal etmesi veya bu
hususta gecikme göstermesi (m. 279, f. 1),
- sulh zamanında seferberlikle ilgili görevlerini ihmal etmesi veya geciktirmesi (m. 324).
• Serbest hareketli suç, icraî davranışla işlenebileceği gibi, ihmalî davranışla da işlenebilir.
• Örneğin,
- kasten veya taksirle öldürme (m. 81, 85),
- kasten veya taksirle yaralama (m. 86, 89),
- terk (m. 97, f. 1),
- kişiyi hürriyetinden yoksun kılma (m. 109, f. 1),
- konut dokunulmazlığının ihlâli (m. 116, f. 1),
- zimmet (m. 247).
• Çok hareketli suç niteliği taşıyan dolandırıcılıkta, suçu oluşturan icra hareketlerinden hile,
icraî davranışla gerçekleştirilebileceği gibi, ihmali davranışla da gerçekleştirilebilir (m.
157).
• İcrai ve ihmali hareket arasındaki ayrım, normatif olarak
(değerlendirmeyle) belirlenecektir. Bir davranışın ağırlık noktasında
icrai hareketin mi veya ihmali hareketin mi olduğu, o davranışın
sosyal anlam içeriğine göre değerlendirilmelidir.
• İhmali Suçların Çeşitleri
TEŞEBBÜS
• Suçlar, kanuni tarifinde yer alan hareketin icrasıyla veya neticenin
gerçekleşmesiyle tamamlanırlar.
• İcrasına başlanan ancak elde olmayan sebeplerle tamamlanamayan
suçlara, teşebbüs halinde kalmış suçlar denilmektedir.
• TCK’nın konuya ilişkin 35. maddesinde teşebbüs, “kişinin, işlemeyi
kastettiği bir suçu elverişli hareketlerle doğrudan doğruya icraya
başlayıp da elinde olmayan nedenlerle tamamlayamaması” şeklinde
tanımlanmıştır.
• Suç, bir süreç içinde işlenmekte olup, buna suç yolu (iter criminis)
denmektedir.
• Bu süreçte önce hazırlık hareketleri, daha sonra icra hareketleri
gerçekleştirilmektedir.
• Suç tanımında ayrıca bir unsur olarak neticeye yer verilmişse, fiil
icra edildikten sonra bu netice de gerçekleşmiş olmalıdır ki, söz
konusu süreç tamamlanmış olsun.
Teşebbüsün Şartları
• İşlenen fiilin suç tipi bakımdan elverişli olmasıyla, suçun konusunun yokluğu
durumunu birbirinden ayırmak gerekir.
• Suçun konusunun yokluğunun teşebbüsle bir ilgisi yoktur. Bu halde “işlenemez
suç” söz konusu olur.
• Elverişlilik, teşebbüse vücut verecek nitelikte icra hareketlerinin bulunup
bulunmadığının tespitiyle ilgili iken, konunun yokluğunda icra hareketinin
elverişliliği bakımından şüphe bulunmamaktadır. Gerçekleştirilen hareketler suçun
konusuna zarar vermeye veya onu tehlikeye uğratmaya elverişlidir. Ancak suçun
konusu bulunmadığı için kastedilen suç gerçekleştirilememektedir. ölüye ateş
• İşlenemez suç halinde, fail konunun yokluğu nedeniyle (maddi unsurlardan birinin
yokluğunun bir sonucu olarak) işlemeyi kastettiği suçtan değil, o ana kadar
gerçekleştirdiği hareketlerin oluşturduğu başkaca suçlardan sorumlu tutulur.
• Örneğin, mektup zarfı içindeki parayı almak için açılır, fakat zarfta para yoktur. Bu
durumda hırsızlık değil, haberleşmenin gizliliğini ihlalden dolayı faili
cezalandırmak gerekir.
• Mutlak yokluk/nisbi yokluk
• Yankesici eli cebe sokar para yok Yargıtay ve doktrin teşebbüsten cezalandırılır.
Hayali-Mefruz Suç
Gönüllü Vazgeçme
• TCK m. 36- «(1) Fail, suçun icra hareketlerinden gönüllü vazgeçer veya kendi çabalarıyla
suçun tamamlanmasını veya neticenin gerçekleşmesini önlerse, teşebbüsten dolayı
cezalandırılmaz; fakat tamam olan kısım esasen bir suç oluşturduğu takdirde, sadece o
suça ait ceza ile cezalandırılır.»
• Gönüllü vazgeçme, kısaca failin kendi isteğiyle icra hareketlerine devam etmemesi veya bu
hareketleri tamamladıktan sonra iradi etkin davranışlarıyla tipik neticenin meydana
gelmesini önlemesi olarak tanımlanabilir.
• Gönüllü vazgeçme, hukuki mahiyeti itibariyle cezayı kaldıran şahsi sebeptir.
Gönüllü Vazgeçmenin Unsurları
Vazgeçme
Gönüllü Olmalıdır
• Vazgeçmenin Şartları
• Suç tamamlanmamış olmalıdır.
• Sırf hareket suçlarında icra hareketlerinin tamamlanmadan,
• Neticeli suçlarda ise, icra hareketlerinin tamamlanmadan veya
icra hareketleri tamamlanmış olması halinde ise netice ortaya
çıkmadan,
mümkündür.
• Vazgeçme İradi Olmalıdır
• Vazgeçmenin faili cezai sorumluluktan kurtarabilmesi iradi
olmasına bağlıdır.
• Bilinçli ve iradi vazgeçmeler cezai sorumluluk üzerinde etkilidir.
Dolayısıyla istemeden veya yanlışlıkla ortaya çıkan neticenin
engellenmesi hali cezai sorumluluğu kaldırmaz.
• Vazgeçme Gönüllü Olmalıdır
• Vazgeçmenin gönüllü olması demek, failin icrasına başladığı suçu
“ihtiyari” olarak tamamlamaması demektir. Vazgeçme gönüllü
olmalıdır. Gönüllülük, isteğe bağlı olarak tamamlamaması
anlamına gelmektedir.
• Gönüllü vazgeçmenin varlığı için failin ayrıca ahlaki bir
• Psikolojik Teori: Failin psikolojik dünyasındaki değişimler esas alınır. Burada gönüllülük,
failin kararına hâkim olarak kalması ve suç plânının icrasını hala mümkün kabul etmesine
göre belirlenmektedir. Psikolojik yaklaşıma göre, “etik niteliğin değerlendirme dışı 40
bırakılması gerektiği kabul edilerek, vazgeçme sakinin başka bir seçenek bırakmayacak
şekilde faili etkileyip etkilemediğinin” açıklığa kavuşturulması gerekir. Buna göre,
psikolojik baskının gücü failin özgürce seçimini yapmasını devre dışı bırakıyorsa
vazgeçme gönülsüz, buna karşılık fail ne dış bir zorlama nedeniyle engellenmemiş ne de
manevî bir baskı nedeniyle fiili tamamlayamayacak hale gelmemişse vazgeçme gönüllüdür
• Normatif Teori: Vazgeçmenin gönüllülüğü saf bir değerlendirme problemidir. Burada
belirleyici olan “failin iç düşüncelerinin değerlendirilmesi” olacaktır. Böylece değişik
varyasyonlarıyla temsil edilen normatif teoriye göre sadece psişik bulgu önemli değildir,
ayrıca vazgeçme saikinin değerlendirilmesi de önemlidir. Bu bakımdan farklı
değerlendirme kriterleri ortaya atılmıştır. Normatif teorinin en çok benimsenen yaklaşımı
şu şekilde ifade edilmiştir: Vazgeçme hukuka sadık düşüncenin bir ifadesi olmalıdır. Fail,
“hukukun yörüngesine/sınırlarına döndüğünde” gönüllü vazgeçmiş sayılır. Bir diğer
tanımla vazgeçme, bir “geriye dönme” ve failin değişen düşüncesinin bir ifadesi olarak ve
bu bakımdan “yasal zemine geri dönüş” olarak ortaya çıktığında gönüllüdür. i
ETKİN PİŞMANLIK
• Suçun tamamlanmasından sonra failin gönüllü olarak neticeyi telafi
etmeye yönelik gerçekleştirdiği davranışlara etkin pişmanlık denir.
• Kanun koyucu sadece tamamlanmamış suçlar için gönüllü vazgeçmeye
ceza sorumluluğunu kaldıran bir sonuç bağlamıştır. Etkin pişmanlık
cezayı kaldıran veya cezanın azaltılmasını gerektiren şahsi sebep
oluşturmaktadır.
• Etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanması mağdurun rızasına bağlı
değildir.
İŞTİRAK
• Örnekler:
- Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçu açısından, fail sayısının en az üç kişi (m. 220, f. 1),
- Kamu görevinin terki veya yapılmaması suçu açısından, kamu görevlisi sayısının en az
dört kişi (m. 260, f. 1),
- Hükümlü veya tutukluların ayaklanması suçu açısından, fail sayısının en az dört kişi (m.
296, f. 1),
- “Devletin güvenliğine –” veya “Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar”dan
herhangi birini işlemek üzere anlaşma suçu açısından, fail sayısının en az iki kişi (m. 316),
olması gerekir.
• Karşılaşma suçlarında ise, zorunlu olarak suçun işlenişine katılanlar, yine aynı gayenin
gerçekleşmesini hedeflemektedirler; fakat, farklı yönlerden hareket etmektedirler ve
suçun işlenişine bulundukları katkılar da birbirlerinden farklı mahiyet arz etmektedir.
• Örnekler:
- Uyuşturucu veya uyarıcı madde ticareti suçunda (m. 188, f. 3), birisi satan, diğeri satın alan
olmak üzere,
- Suç eşyasının satın alınması veya kabul edilmesi suçunda (m. 165), birisi satan veya
bağışlayan, diğeri satın alan veya kabul eden olmak üzere,
Rüşvet suçunda (m. 252), biri rüşvet veren, diğeri rüşvet alan olmak üzere,
- Yetkili olmadığı bir iş için yarar sağlama suçunda (m. 255), biri işinin gördürülmesini
isteyen ve bu amaçla kamu görevlisine menfaat temin eden kişi, diğeri ise menfaat
sağlayan kamu görevlisi olmak üzere,
- Rızaya dayalı kürtaj suçunda (m. 100, f. 2), biri çocuğu düşürten kişi, diğeri çocuğunun
düşürtülmesine rıza gösteren gebe kadın olmak üzere,
en az iki kişinin varlığı gereklidir.
• Kanunda suça iştirake ilişkin hükümlere yer verilmesinin esası “fail”
kavramına verilen anlam ile açıklanmaya çalışılmıştır. Bu hususta iki
görüş ileri sürülmüştür: Geniş fail anlayış-Dar fail anlayışı.
• Geniş fail anlayışı, suçun işlenişine bulunulan katkıların eşitliği
prensibini esas almaktadır.
• Buna göre, ceza hukukunun koruması altındaki bir hukuki yararın ihlaline
hukuka aykırı ve kusurlu şekilde katılan herkes, bu katkının mahiyeti ne
olursa olsun faildir (fail birliği prensibi).
• Kanunun azmettirme ve yardımda bulunma olarak belirlediği iştirak
şekilleri de, bu geniş anlamda fail kavramının kapsamına girmektedir.
Fiili işlemeyip kasten hareket edene yardım edenler bakımından kanunda
daha hafif ceza öngörülmesinin nedeni, bu kimselerin hareketinin fiili
gerçekleştirene oranla korunan hukuki yararı daha hafif bir şekilde ihlal
etmiş olmasıdır. Buna göre iştirake ilişkin hükümler “cezayı
sınırlandıran neden”i oluşturmaktadır.
Faillik
• Doğrudan Fail: Suçun objektif ve sübjektif tüm unsurlarını tek başına gerçekleştiren
kişidir.
• Müşterek Fail: Birden fazla kişinin birlikte suç işleme kararına bağlı olarak suçun icra
hareketlerini gerçekleştirip suçun kanuni tanımında yer alan fiil üzerinde müşterek
hakimiyet kurmaları halinde söz konusu olan iştirak şeklidir.,
• Belirli bir suç işleme kararı belli bir fiilin icrasına ve neticenin gerçekleştirilmesine yönelik
olmalıdır. Birlikte suç işleme kararı suçun icrası sırasında ortaya çıkabilir. Ancak bunun
için kararın diğer ortakların bilgisine ulaşması ve onların açık veya örtülü onayı önemlidir.
• Suça katılanların birbirini tanıması veya planı birlikte hazırlamamış olmalarının önemi
yoktur.
• Ağırlaşmış neticelerden her bir fail taksirli hareket etmek kaydıyla sorumludur.
• Müşterek failliğin bir diğer şartını da fiilin birlikte icra edilmesi oluşturmaktadır. Her failin
suç işleme kararı almış ve suçun işlenmesinde önemli bir rol almış olması ve fiili halimiyet
kurması gerekmektedir.
• Müşterek hakimiyetin kurulup kurulmadığının belirlenmesinde, suç ortaklarının suçun
icrasında üstlendikleri roller, suçun icrasına bulunan katkının arz ettiği önem ve zaruret göz
önünde bulundurulmaktadır.
• Müşterek hakimiyet her bir failin ayrı ayrı hakimiyet kurması şeklinde ortaya çıkabileceği
gibi, ortak suç işleme kararına bağlı işbölümüne dayalı olarak kurulabilir.
• Bazı durumlarda suçun işlenişine katkı haricen sadece yardım etme gibi görünmekle
birlikte, eğer somut olayda suçun icrasına bulunulan katkı suçun başarısı için zorunluluk
arz ediyorsa müşterek faillik olarak değerlendirilecektir. Bu değerlendirme ola anına göre
yapılacaktır.
• Suçun icrasına başlandıktan sonra eklenen birlikte suç işleme kararına bağlı olarak suç tipi
bakımından illi bir katkıda bulunan kişi de müşterek fail olacaktır.
• Dolaylı Faillik: Bir suçun, bizzat değil başkasını araç olarak kullanmak suretiyle işlendiği
hallerde dolaylı faillik söz konusudur. Dolaylı faillikte arka plandaki kişi araç durumundaki
kişinin iradesi üzerinde kurduğu hakimiyet yoluyla davranışlarını yönlendirmekte suçun
işleniş sürecini hükmetmektedir.
• Dolaylı fail, araç durumundaki kişi üzerindeki hakimiyetini, bu kişideki bildiği veya
sebebiyet verdiği bir noksandan faydalanarak kurmaktadır.
• Arka plandaki kişi fiilin icrası safhasında üstün konumdaysa yani vakıaları başından sonuna
kadar kontrolünde bulundurmaktaysa dolaylı faildir. Azmettirmede ise serbest iradesiyle
hareket eden bir şahsın çözülmesi söz konusudur.
• Dolaylı faillik ilk olarak arka plandaki kişinin hatasından veya yanılgısından yararlanmak
suretiyle araç konumundaki kişiye fiili işletmesiyle olabilir.
• İkinci olarak arka plandaki şahsın cebir veya tehdit kullanarak kişiyi araç konumuna
indirmesiyle ortaya çıkabilir.
• Son olarak ise arka plandaki kişinin, davranışlarının hukuki anlam ve sonuçlarını algılama
veya davranışlarını hukukun icaplarına göre yönlendirme yeteneği bulunmadığını bildiği
bir kişiyi yönlendirmek suretiyle belirli bir suçu işletmesidir.
• Zorlama suretiyle iradeye hakimiyette kişinin mutlak kuvvet kullanılarak araç konumuna
indirilmemesi gerekir. Çünkü bu durumda mutlak kuvvet uygulayan kişi doğrudan fail
olacaktır.
• Yan Yana Faillik: Birden fazla kişinin bir suç tipini aralarında dolaylı faillik, müşterek
faillik ve şeriklik ilişkilerinden biri söz konusu olmaksızın gerçekleştirdiği hallerde yan
yana faillik söz konusudur.
Şeriklik
• Şeriklik
• “Kiralık katil” veya “tetikçi” kullanılan durumlarda, çoğu zaman azmettirenin kimliğinin
belirlenmesinde güçlükle karşılaşılmaktadır. Kanunda, azmettirenin ortaya çıkarılmasına
yönelik olarak, cezada indirim yapılmasını gerektiren bir şahsî sebep düzenlemesine yer
verilmiştir (m. 38, f. 3).
Yardım etme
• Yardım etme, bir başkasının kasten işlemekte olduğu bir suçun icrasının kasten
desteklenmesini ifade etmektedir.
• Failin suç teşkil eden fiili işlerken bir başkası tarafından desteklendiğinin, kendisine yardım
edildiğinin bilincinde olmasına gerek yoktur.
• Yardım etme, maddî ve manevî olmak üzere ikiye ayrılır (m. 39, f. 2).
• Manevî yardım:
a) suç işlemeye teşvik etmek,
b) suç işleme kararını kuvvetlendirmek,
c) suçun işlenmesinden sonra yardımda bulunmayı vaad etmek,
d) suçun nasıl işleneceği konusunda yol göstermek.
• Maddî yardım:
a) suçun işlenmesinde kullanılan araçları temin etmek,
b) suçun işlenmesinden önce veya işlenmesi sırasında maddî yardımda bulunarak icrasını
kolaylaştırmak.
Bağlılık Kuralı
• Şeriklerin işlenişine katıldıkları suçtan dolayı hangi şartlarla sorumlu
tutulabileceği bağlılık kuralıyla belirlenmektedir.
• TCK. M. 40/1 niteliksel bağlılık kuralı. Şeriklerin işlenişine katıldıkları
suçtan dolayı sorumluluklarının doğabilmesi bakımından asıl failin
suçun yapısında kat etmesi gereken aşamayı tayin eder.
• TCK. M. 40/son niceliksel bağlılık kuralı. Şeriklerin işlenişine
katıldıkları suçtan dolayı sorumluluklarının hangi anda doğduğunu
belirler.
• Özgü suçlarda suça iştirakin esasları bağlılık kuralı kapsamında
gösterilmiştir (m. 40/2).
• Nitelikli hallerin şeriklere geçişinde (sirayetinde), şerikin kastı
belirleyicidir (katı bağlılık kuralı).
• Kural: “Kaç tane fiil varsa o kadar suç, kaç tane suç varsa o kadar ceza vardır.”
Buna göre suçların içtimaı kapsamına giren istisnalar dışında, işlenen her bir suçtan dolayı
ayrı ayrı cezaya hükmedilecek ve verilen her bir ceza bağımsızlığını koruyacaktır.
• Amaç suç-araç suç ilişkisinin bulunduğu hallerde, amaçlanan suç işlenmişse, bu suçtan
dolayı da fail ayrıca cezalandırılacak, yani gerçek içtima kuralı uygulanacaktır.
• Bir ceza normunun diğer bazı normların koruduğu hukuki değerleri ortak bir şekilde
korumak ve dolayısıyla bu değerlere zarar veren fiillere tek ceza öngörmek suretiyle diğer
normları adeta tükettiği hallerde tüketen-tüketilen norm ilişkisinden söz edilir. Bileşik suç
bunun görünüm şekillerinden birisidir.
• Bileşik suç, her biri bağımsız suçları oluşturan fiillerin unsur olarak bir araya getirilerek tek
fiil oluşturması ve yeni bir suçu meydana getirmesi veya bağımsız suçları oluşturan
fiillerden birinin bir diğer suçun cezanın arttırılmasını gerektiren nitelikli şeklini
oluşturması halinde bileşik suç vardır.
ZİNCİRLEME SUÇ
• TCK Madde 43- «(1) Bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda bir
kişiye karşı aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda, bir cezaya hükmedilir. Ancak bu
ceza, dörtte birinden dörtte üçüne kadar artırılır. Bir suçun temel şekli ile daha ağır veya
daha az cezayı gerektiren nitelikli şekilleri, aynı suç sayılır. (Ek cümle: 29/6/2005 – 5377/6
md.) Mağduru belli bir kişi olmayan suçlarda da bu fıkra hükmü uygulanır. (2) Aynı suçun
birden fazla kişiye karşı tek bir fiille işlenmesi durumunda da, birinci fıkra hükmü
uygulanır. (3) Kasten öldürme, kasten yaralama, işkence ve yağma suçlarında bu madde
hükümleri uygulanmaz»
Zincirleme suç
317
• Zincirleme suç için bulunması gereken son şart ise birden çok suçun tek suç işleme kararı icrası
kapsamında gerçekleştirilmesidir. Bu koşulun failin hareketleri arasında bulunması gereken
sübjektif bir bağ şeklinde anlaşılması gerekmektedir.
• Aynı suç işleme kararının varlığı, her olayda suçun işlenmesindeki özellikler, suçun işleniş biçimi,
eylemlerin işlendikleri yer ve işlenme zamanı, eylemler arasında geçen süre, mağdurların farklı
olup olmadıkları, ihlal edilen değer ve yarar ile korunan hukuki değer ve yarar ile korunan değer
ve yarar, olayların oluşumu ve gelişimi ile tüm özellikleri olaysal olarak değerlendirilerek
belirlenecektir.
• Zincirleme suçun varlığı durumunda, işlenen suçlardan dolayı faile sadece bir uçun cezası
verilerek, bu ceza dörtte birden dörtte üçe kadar arttırılacaktır.
323 • Zincirleme suç halinde, kişiye bu suçların
her birinden dolayı ayrı ayrı değil, bir ceza
verilmekte ve fakat ceza artırılmaktadır.
• Ancak, aynı kişiye karşı işlenen kasten
yaralama, işkence ve yağma suçlarında,
zincirleme suç hükümleri uygulanamaz. Bu
suçlarda, fail işlediği suç sayısınca gerçek
içtima hükümlerine göre cezalandırılacaktır
(m. 43, f. 3).
Suç Teorisi ()
Fikri İçtima
• Fikri içtima, aynı fiille farklı suçları veya aynı suçu birden
fazla işlemesidir.
• Fikri içtimanın unsurlarını fiilin tek olması ve birden çok
suçun işlenmesi oluşturmaktadır. Suçların farklı olması
halinde farklı neviden fikri içtima, aynı olması durumunda
ise aynı neviden fikri içtima vardır.
• Fikri içtima durumunda birden fazla suç olmakla birlikte
fail bunlardan en ağırı ile cezalandırılmaktadır.
Fikri İçtimanın Şartları
Suç Teorisi ()
• Tek fiil
328
• Örnekler:
- bir fiille birden fazla kişiye karşı hakaret edilmesi
(m. 125),
- bir şikâyet dilekçesi ile, birden fazla kişiye karşı
iftirada bulunulması (m. 267),
- Bir fiille birden fazla kişiye karşı cinsel tacizde
bulunulması (m. 105),
- Bir fiille birden fazla kişinin tehdit edilmesi (m.
106),
- Bir fiille birden fazla kişiyi hürriyetinden yoksun
kılma (m. 109).
Suç Teorisi ()
• Aynı nev’iden fikri içtima halinde, fiil tektir ve
329
• Örnekler:
- Evi yakılarak kişinin öldürülmesi halinde, hem genel
güvenliğin kasten tehlikeye sokulması suçu (m. 170),
hem de kasten öldürme suçunun nitelikli hali (m. 82, f.
1, bent c) işlenmektedir.
- Gözlüklü bir kişinin gözüne yumruk vurularak kasten
yaralama suçu (m. 86 veya 87) işlenirken, aynı zamanda
mala zarar verme suçu da (m. 151) işlenmektedir.
Suç Teorisi ()
Görünüşte İçtima
• Görünüşte içtima halinde suçların çokluğu sadece görünüşte olup, gerçekte ortada fiile
uygulanacak tek norm bulunmaktadır.
• Görünüşte içtimanın ilkeleri özel normun önceliği, bir normun diğeri tarafından tüketilmesi
ve yardımcı normun önceliği ilkeleridir.
• Özel normun önceliği ilkesine göre bir fiile uygulanacak hem genel norm hem özel ceza
hükmü bulunmakla birlikte, esasen özel normun önceliği ilkesi gereğince genel norm geri
çekilecek ve fiile uygulanacak gerçekte tek norm bulunmaktadır.
333 • genel norm – özel norm ilişkisi:
- Güveni kötüye kullanma suçu (m. 155)
karşısında, zimmet suçu (m. 247).
- TCK’daki zimmet suçuna nazaran, 19.10.2005
t. ve 5411 s. Bankacılık Kanunundaki zimmet
suçu (m. 160).
Suç Teorisi ()
Suç Teorisi ()
Gerçek içtima
335
Suç Teorisi ()
Suç Teorisi ()
337
Suç Teorisi ()
341
- Yağma suçunun işlenmesi sırasında kasten
yaralama suçunun neticesi sebebiyle ağırlaşmış
hâllerinin gerçekleşmesi durumunda, ayrıca
kasten yaralama suçundan dolayı cezaya
hükmolunur (m. 149, f. 2).
- Sahte resmi veya özel belgenin bir başka suçun
işlenmesi sırasında kullanılması halinde, hem
sahtecilik hem de ilgili suçtan dolayı ayrı ayrı
cezaya hükmolunur (m. 212).
Suç Teorisi ()
Suç Teorisi)
- İhaleye fesat karıştırma dolayısıyla menfaat
343
temin eden görevli kişiler, ayrıca bu nedenle ilgili
suç hükmüne göre cezalandırılır (m. 235, f. 4;
ayrıca bkz. m. 236, f. 3).
- Görevi yaptırmamak için direnme suçunun
işlenmesi sırasında kasten yaralama suçunun
neticesi sebebiyle ağırlaşmış hâllerinin
gerçekleşmesi durumunda, ayrıca kasten
yaralama suçundan dolayı cezaya hükmolunur
(m. 265, f. 5).
Suç Teorisi ()