Professional Documents
Culture Documents
MANEVİ UNSUR
Birçok hukuk düzeninde de olduğu gibi, bizim hukuk düzenimiz bakımından da cezai
sorumluluğun esası kast sorumluluğudur. Nitekim bu husus TCK mad. 21/1 C. 1 ve 22/1’de
açık bir biçimde ifade edilmiştir:
“Kast
Taksir
Madde 22- (1) Taksirle işlenen fiiller, kanunun açıkça belirttiği hallerde cezalandırılır...”
Doğaldır ki, kasta dair yapılacak incelemede, bilme unsuru önceliğe sahiptir; çünkü bir
insan ancak bilebildiği bir şeyi, isteyebilir. Hareketi gerçekleştiren failinin belirli bir suç
unsurunu gerçekleştirmesini neticeleyen, somut hususların farkında olup, olmadığı burada ele
alınacak husustur. Bu bağlamda bilme unsuru, çeşitli derecelendirmelere ayrılabilir: Kesinliğe
varan bilme halinden, unsuru sadece “olası kabul etmeye” dayanan bir derecelendirmeden bu
çerçevede bahsetmek mümkün olur ki, bunların kısmen farklı hukuki sonuçları beraberlerinde
getirmeleri söz konusudur (Kast-Olası Kast).
Aynı şekilde suçun daha ağır cezalandırmayı gerektiren nitelikli hallerinin de, fail
tarafından bilinmesi şarttır. Örneğin kasten insan öldürme suçunu bir çocuğa karşı işleyen
kişinin, hareketinin mağdurunun çocuk olduğunu bilmemesi halinde TCK mad. 82’deki
konuya dair nitelikli halden sorumlu olmayacaktır. Ancak elbette bu durumda failin,
kavramların ceza hukukunda nasıl değerlendirildiğini bilmesi gerekmeyecektir. Bu nedenle
örneğin verilen örnekteki çocuk kavramının TCK mad. 6’da tanımlandığının ve içeriğinin fail
tarafından bilinmesi gerekmeyecektir. Suçun daha az cezalandırmayı gerektiren nitelikli
hallerinin ise fail tarafından bilinmesine gerek bulunmamaktadır. Bu çerçevede fail, bu türden
bir durumun varlığını bilmese bile, ceza indiriminden yararlandırılacaktır.
Aynı şekilde fail nedensel süreçleri de genel olarak bilmelidir. Buna karşın nedensel
süreçler hususundaki önemsiz sapmalar, failin kastının varlığına engel olmaz (bkz. Weber
Kastı).
Failin hareketinin hukuka aykırı olduğunu da bildiğinin somut olayda aranıp,
aranmaması, inceleme konusu düzenlemeye göre belirlenir. Genel olarak bu türden bir
bilmeye gerek yokken; düzenlemede açık bir biçimde “hukuka aykırı olarak” (TCK mad.
91/2, 109/1 vd.), “hukuka aykırı bir davranışla” (TCK mad. 112 vd.), “hukuka aykırı yollarla”
(TCK mad. 91/5 vd.) ifadelerinin olduğu hallerde, “hukuka özel aykırılık”tan bahsedilir ve bu
da yani hareketinin hukuka aykırı olduğunun bilinmesi de, failin kastının kapsamına dahil
olur. Bunun bir diğer sonucu, bu suçlarda failin doğrudan kastla hareket etmesinin
gerekmesidir.
Kast fail tarafından belirli bir suçun gerçekleştirilmesi sonucunu beraberinde getiren,
her bir hususu (başka bir ifadeyle her bir suç unsuruna) kapsamalıdır. Bu perspektiften olaya
yaklaşılırsa, kanunda yer alan suça dahil olan hususlar, kastın bağlantı noktasını meydana
getirir. Başka bir ifadeyle failin suç tipindeki tüm hususları bilmesi beklenir. Burada
meydana gelecek bir bilmeme hali, “hata” olarak nitelendirilir ve TCK mad. 30/1
düzenlemesinin uygulanmasını zorunlu kılar.
İşin doğası gereği, kastın bilme unsurundan, isteme unsuru da çıkarılır. Zira yaptığı
bir hareketle, belirli bir suç unsurunun gerçekleştireceğini bilen bir kişinin, buna rağmen ilgili
hareketi icra etmekten vazgeçmemesi halinde, kural olarak bu unsuru istediği kabul edilebilir.
Zira ilgili failin, bahse konu suç unsurunu gerçekleştirmeyi istememiş olması halinde, hareketi
ihmal edebilmesi söz konusu olmaktadır. Ancak öğretimizde halen bir unsurun ve özellikle de
neticenin bilinmesine (daha doğru ifadeyle muhtemel addedilmesine) rağmen, harekete devam
edilme halinde de kastın olmayabileceği ve bilinçli taksirin bulunduğu görüşü hakimdir.
Yargıtay’ın kararları da bu yöndedir. Bu yaklaşıma göre bilme ve isteme unsurlarının
muhakkak birbirlerine paralel olarak bulunmalarının gerekli olmadığı, olay kurguları
kesinlikle mevcuttur. Bu durum özellikle ihmali suçlar alanında kendini göstermekteyse de;
suç failinin davranışının tehlikeliliğini bildiği, ancak “neticenin olumlu olacağına yani
yasaklanan neticenin meydana gelmeyeceğine” yönelik güven duyduğu hallerde, icrai
suçlarda da ortaya çıkar (bilinçli taksir). Özellikle de suç tipinin gerçekleştirilmesine yönelik
sadece mutlak bir olasılığın (öngörmenin) var olduğu, yani mutlak dereceli bir tehlikenin
meydana getirildiği hallerde, isteme unsuru fazla belirgin değildir ve fakat burada yapılacak
değerlendirme, birbirinden farklı suç tiplerinin uygulanması sonucunu beraberinde getirir. Bu
çerçevede isteme unsurundan kaynaklı olarak doğrudan kast-olası kast ayrımından
bahsedilmek durumundadır.
Doğrudan kast, failin suç tipinde yer alan ve hedeflediği neticenin gerçekleşeceğinin
istenmesin halinde karşımıza çıkar. Failin iradesi burada düşünülen ve öngörülen yani bilinen
bir sonucu gerçekleştirmeye yöneliktir. Bu çerçevede, fail neticeyi aslında hoşnutsuzlukla
karşılasa bile, kasten hareket etmiş sayılır. Failin hedeflediği netice bakımından, birlikte
gerçekleşmesi zorunlu neticeler bakımından da isteme unsurunun varlığı kabul edilir.
Buna karşın olası kast ise, kastın unsurlarından ne bilme ve ne de isteme unsurlarının
yoğun bir biçimde bulunmadıkları; ancak en azından failin ilgili suçun gerçekleşeceğini olası
kabul ettiği ve buradan kaynaklanacak neticeyi de kabullendiği biçimiyle bilme ve isteme
unsurlarının mevcudiyetinden bahsedilebileceği hallerde karşımıza çıkar. Başka bir ifadeyle,
olası kastla hareket eden fail, hareketinin belirli bir neticeyi meydana getirebileceğini
görmesine rağmen, ilgi hareketi yapmaktan kaçınmamakta ve “olursa olsun” şeklinde bir
kabulle, muhtemel neticeye kayıtsız kalarak asıl hedefine yönelik hareketinden
vazgeçmemektedir. Kanunumuzun 21/2’nci maddesinde olası kast buradan olmak üzere,
“Kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili
işlemesi halinde olası kast vardır.” şeklinde tanımlanmıştır. Kanunda aksine açık bir
düzenleme olmadıkça (örneğin “bilerek”, “bilmesine rağmen” vb. ifadeler içeren normlar),
kasten işlenen bütün suçlar olası kastla da işlenebilir.
Yukarıda kendisine yer verilen sorunsal, aşağıda incelenecek bir husus olan olası kast
ile bilinçli taksir arasında doğru bir ayrıma ulaşmak mefhumunda kendisini göstermektedir.
Bu ayrım sadece somut olaya uygulanacak suç tipine dair mesele açısından (TCK mad. 81
uyarınna kasten insan öldürme veya TCK mad. 85 uyarınca taksirle insan öldürme suçu)
değil; özellikle de suç tipinde yer alan neticenin ortaya çıkmadığı hallerde de belirleyici
olacaktır. Zira fail bakımından örneğin (öldürme) kastın kabul edildiği hallerde, fail
bakımından suça teşebbüsten dolayı cezalandırma gündeme gelecekken; failin taksirli
hareketinin kabul edildiği hallerde, artık herhangi bir cezalandırma söz konusu olamayacaktır.
Çünkü taksirle işlenen suçlara teşebbüs olmaz. Kastın bilme ve isteme unsurlarından kaynaklı
olarak kast türleri incelemesi yapılması mümkündür:
2. Kast Türleri: Çalışmanın hemen üstte yer alan kısmında açıklanan kastın bilme ve
isteme unsurunun yoğunluk derecesine bağlı olarak, kast değişik türlere ayrılabilir.
b) Genel Kast/Özel Kast: Genel kast, yukarıda açıklanan temel unsurları içeren kast
türü olmaktayken; özel kastta ise failin unsurları bilmesinin yanında ayrıca belli bir saikle
motifle hareket etmesi kanun koyucu tarafından aranır. Bu hallerde saik de denilen özel kast
türü ile karşı karşıya kalınır. Bu çerçevede örneğin TCK mad. 82’de yer alan töre saiki
nitelikli hali bakımından, faili bildiği ve istediği mağduru öldürmeye yönelik tipik hareketini
törelere dayalı bir ruh hali içerisinde işlemesi aranır. Burada failin kastı bakımından, isteme
unsurunun ağırlıklı olduğundan bahsedilebilir. Bir hedefe yönelik isteme vasfındaki bu saik
(maksat) unsuru kastın yalın halinden fazlasına tekabül eder. Bu nedenle fail bakımından
saikin arandığı suçlara ilişkin olaylarda, fail bakımından “normal” kastın varlığı, yeterli
olmayacaktır.
II. TAKSİR
Taksirin suç genel teorisindeki yeri öğretimizde tartışmalıdır. Buna göre aşağıda iki
görüşe yer verilecektir:
Tipiklik: Fail/Mağdur
Objektif İsnadiyet
Hukuka Aykırılık
Taksir kavramı TCK mad. 22/2’de yapılan tanıma göre “taksir, dikkat ve özen
yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi
öngörülmeyerek gerçekleştirilmesi” dir. Bu durumda taksirin unsurları özen yükümlülüğüne
aykırı iradi bir davranışın bulunması, bu davranışın neden olduğu neticeye sebebiyet
verilmesine rağmen, öngörülebilir bu neticenin istenmemesi ve öngörülememesi olarak ifade
edilebilir. Ancak taksirli bir biçimde gerçekleştirilen haksızlıktan sorumluluk bakımından,
failin işlediği bu fiil nedeniyle kusurlu da bulunması gereklidir. Nitekim bu husus Yargıtay
içtihatlarında da genel kabul görmektedir. Buradan olmak üzere Yargıtay Ceza Genel
Kurulu’nun 8.7.2008 tarihli bir kararında (E. 2008/1-99, K. 2008/185) taksirli suçların
unsurları:
Taksirin Unsurları:
ii. Öngörülebilirlik: Taksir bakımından gerekli bir başka husus, ortaya çıkmış
neticenin öngörülebilir (tahmin edilebilir) bir netice olmasıdır. Taksirle işlenen suçlar
bakımından öngörülmesi gereken netice, özene aykırı davranışın normal ve mümkün olan tüm
neticeleridir. Yani taksirli davranışın fiilen meydana getirdiği neticenin genel olarak
öngörülebilir olması halinde, bu netice faile isnat edilir. Eğer neticenin meydana gelmesi
öngörülebilir değilse, gerçekleşen neticenin özene aykırı bir davranışın sonucu olduğu kabul
edilemez. Fail gerekli dikkat ve özeni göstermiş olsaydı dahi, neticenin meydana gelmesinin
kaçınılmaz olması halinde, artık taksirden bahsedilemez. Zira bu durumda ancak kaza ve
tesadüf var olabilir.
Yukarıda açıklanan nevi’den bir durum olarak, taksirli neticeye birden fazla failin
kusurlu hareketlerinin neden olması halinde, sorunun nasıl çözümleneceği TCK mad. 22/5’te
düzenlenmiştir. Düzenlemeye göre “Birden faza kişinin taksirle işlediği suçlarda, herkes
kendi kusurundan dolayı sorumlu olur. Her failin cezası kusuruna göre ayrı ayrı belirlenir”.
Ölüm neticesine birden çok kişinin kusurlu davranışının birleşerek neden olduğu hallerde
(müterafik kusur), neticenin meydana gelmesinde taksirle davranan kişilerden birinin
kusurunun daha fazla olması, diğerinin taksirli sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. Hatta
yukarıda da ifade edildiği gibi, ölüm neticesinde mağdurun taksirinin bulunması halinde dahi
bu durum değişmez. Nedensellik bağlantısında bir sıkıntı olmadığı ve bu nedenle ortaya çıkan
neticenin öngörülebilir olduğu hallerde, fail/faillerin taksirli cezai sorumluluğu devam
edecektir.
“Taksirli hareket sonucu neden olunan netice, münhasıran failin kişisel ve ailevi durumu
bakımından, artık bir cezanın hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olmasına yol açmışsa
ceza verilmez; bilinçli taksir halinde verilecek ceza yarıdan altıda bire kadar indirilebilir.”
i. Taksirli hareket sonucu meydana gelen netice, cezanın tatbikini gereksiz kılacak
derecede mağduriyete neden olmalı: Bu koşuldan ortaya çıkan husus, ilgili suç nedeniyle
ortaya çıkacak uygulamanın doğuracağı zararlı neticenin sadece fail nezdinde değil ailesi
nezdinde de büyük bir mağduriyet doğuracak olmasıdır. Mağduriyet maddi olabileceği gibi,
manevi de olabilir.
ii. Münhasıran failin kişisel ve ailevi durumu dışına taşmama: Burada fail ile taksirli
suça muhatap olan kişiler arasındaki yakınlık derecesinin önemine vurgu yapılmaktadır.
Mağdur durumunda bulunan başkaca kişi veya ailelerin bulunması durumunda bu şahsi
cezasızlık nedeni doğal olarak uygulanamaz.
5. Bilinçli Taksir: Bu konuda olası kast-bilinçli taksir ayrımına dair yukarıda yapılan
açıklamalara bakılmalıdır.