You are on page 1of 190

¿ ¿ a k e tu ja za d a

fe '
CERBE SAVASI
Zekeriyyazade
FERAH
«Cerbe Savaşı»

Bu eser,
Tercüman
G a ze te s i’ nin
b ir kültür h iz m e tid ir .
Tercüman 1001 TEMEL ESER
______________ 1 4 2 _______________

Zekeriyyazade

FERAH
«Cerbe Savaşı»
Orhan Şaik GÖKYAY
tarafından açıklamalarla
yayına hazırlanmıştır.

İSTANBUL
1980
T e rc ü m a n
GAZETESİ'nin
bir kültür hizm eti olarak
yayınladığı
«1O O 1 TEMEL ESER»
serisinin 142. Kitabı
Zekeriyyazade'nin
FERAH
« C e rb e S avaşı»
Formül m a tb a a sı'n d a
dizilmiş,
KERVAN KİTAPÇILIK
BASIN SANAYİİ VE TİCARET A.Ş.
O fset Tesisleri'nde
basılmıştır.
1001 Temel Eser i
iftiharla sunuyoruz
Tarihim ize m ânâ, millî benliğim ize güç katan
kütüphaneler dolusu birbirinden seçm e eserlere sa­
hip bulunuyoruz. Edebiyat, tarih, sosyoloji, felsefe,
folklor gibi millî ruhu geliştiren, ona yön veren ko­
nularda “ Gerçek eserler” elim izin altındadır. Ne var
ki, elim izin altındaki bu eserlerden çoğunlukla istifa­
de edem eyiz. Çünkü devirler değişm elere yol açmış,
dil değişm iş, yazı değişm iştir.
Gözden ve gönülden uzak kalmış unutulm aya yüz
tutm uş -Ama değerinden hiçbir şey kaybetmemiş,
çoğunluğu daha da önem kazanmış- binlerce cilt eser,
b ir süre daha el atılm azsa, tarihin derinliklerinde
kaybolup gideceklerdir. Çünkü onları derleyip-topar-
layacak ve günüm üzün Türkçesi ile baskıya hazırla­
yacak değerdeki kalem ler, gün geçtikçe azalmaktadır.
Bin yıllık tarihim izin içinden süzülüp gelen ve
bizi biz yapan, kültürüm üzde “ Köşetaşı” vazifesi
gören bu eserleri, tozlu raflardan kurtarıp, nesillere
ulaştırm ayı plânladık.
Sevinçle karşılayıp, üm itle alkışladığımız “ 1000
Temel Eser” serisi, Millî Etiğim Bakanlığınca dur­
durulunca, bugüne kadar yayınlanan 66 esere yüzler­
ce ek yapmayı düşündük ve “Tercüman 1001 Temel
Eser” dizisini yayınlamaya karar verdik. “ 1000 Te­
mel Eser” serisini hazırlayan çok değerli bilginler
heyetini, yeni üyelerle genişlettik. Ayrıca 200 ilim
adamım ızdan yardım vaadi aldık. T ercüm an’ın yayın
hayatındaki geniş imkânlarını 1001 Temel Eser için
daha da güçlendirdik. Artık karşınıza gururla, cesa­
retle çıkmamız, eserlerim izi gözlere ve gönüllere
sergilem em iz zam anı gelm iş bulunuyor. Millî değer
ve mânâca her kitap ve her yazar bu serim izde yerini
bulacak, hiç bir art düşünce ile değerli değersiz,
değersiz de değerli gibi ortaya konmayacaktır. Çün­
kü esas gaye bin yıllık tarihim izin tem elini, mayasını
gözler önüne serm ek, onları lâyık oldukları yere
oturtm aktır.
Bu bakımdan 1001 Temel E ser’den m addî hiç bir
kâr beklemiyoruz. Kârımız sadece gurur, iftihar, hiz­
m et zevki olacaktır.

KEMAL ILICAK

Gazetesi Sahibi
I

ÖNSÖZ

O kuyucuya su n d u ğ u m u z bu kita p , T ü rk deniz­


cilik tarihinde, h e m karada, hem denizde bir ara­
da yapılm ış olan ü n lü ve güçlü bir savaşın hikâye­
sidir. Yazarın ın adını bile bilm iyoruz. O, Zekeriy-
ya zade deye anılan bir tersane kâtibidir. D onan­
m a halkının aylıklarını verm ek göreviyle o da ka-
pudan ıderya Piyale Paşa ku m a ndasında A kd en iz’e
sefere çıkan donanm aya katılm ıştır. K endisi h a k­
kında başka bir bilgim iz yo ktu r, F e ra h adını ver­
diği kitabı, içinde bulunduğu Cerbe Savaşının bü­
tü n ayrıntıların ı bize verm ektedir. Yazar, İsta n ­
bul’dan ç ık tık ta n sonra savaş k a z a n ı lıp ta İsta n ­
bul’a dönünceye değin gördüklerini, duyduklarını,
olup bitenleri, aşırı bir a n la tım özelliğine kapılm a­
dan, olduğu gibi verm ek yo lu n u tu tm u ştu r. B u ba­
kım dan, tarihlerim izin çok kısa kestikleri savaş
tasvirleri içinde ayrı bir yer tu tm a k ta d ır.
Üsküdar’da Selim ağa K itaplığında 768 n um a­
rada ka yıtlı ve te k nüshası bulunan bu kita b a d ik ­
k a tim i ilkin arkadaşım H ayrullah ö r s çekti, ken-

3
disine te şek kü r ederim. B u yazm adan, önce B ur­
salı M ehm et Tahir, O sm anlı M üellifleri’nde (III,
63), sonra da ondan alarak Franz Babinger,
G eschichtschreiber der O sm anen (s. 65) de söz e t­
m iştir.
K itabı o ku d u kta n sonra, bunu okuyucuya ta­
n ıtm a k ta tü rlü yönlerden yarar gördüm. O yü zyı­
lın, okur-yazarlarında aşağı yu ka rı o rta k olan n i­
telikler bir yana bırakılacak olursa, yazarın dilin­
de kendine özgü ya n la r da vardır. K ullandığı seci’-
lerde bile bir anlatım yapm acığından çok, gecesin­
de, g ündüzünde yaşadığı savaşın sıcaklığı yü zü ­
m üze vurm aktadır. B u n u , yazarım ıza bakınca, çok
daha bilgin biri olan N idaî’nin, yine bu Cerbe
Savaşın ı anlatan m a n zu m fetih n a m esiyle karşılaş­
tırdığım ızda daha açık görüyoruz. B u İkincisinde
yer alan basm akalıp benzetm elerin yerine Zeke-
riyyazade’nin a n la tım ı çok daha yapm acıksız, da­
ha düz, daha canlı, dili de daha ya tkın d ır. Savaşa
katılm am ış olan Nidaî’nin, 1560 nisanından o y ı­
lın tem m u z sonuna değin inip çıkan, bir o yana,
bir bu yana dönen, a kta n karaya, karadan aka ge­
çerek süren bu çetin savaş üzerinde söyledikleri k ı­
sa, özsüz birtakım dizelerden öte geçm em ektedir.
Ferah’ta ise, onu b ü tü n ü yle yaşam ış bir gem icinin
sıcağı sıcağına anlattığ ı anıların tazeliği vardır.
B ritish M uzeum ’da 23.984 num arada bulunan
'Fetihnam e-i Cerbe’ kü çü k boy 53 yaprak olup 967
(1560) de tam am lanm ış ve 969 yılı şevvali ortala­
rında (1562 haziran ortaları) kopya edilm iştir. Ze-
kerriyazade’n in k i ise 1560 da ta m a m la n m ış olup
ondan öncedir.

4
F e ra h ’ın bu basm asının yazm ası ile karşılaş-
tırılm asını kolaylaştırm ak üzere yaprak sayıları
kita b ın içinde ita lik p u n to ile verilm iştir. Y azm a-
da 52. yaprağın sayıları tekrarlanm ıştır; ben buna
bakm ayarak yaprak num aralarını sürdürdüm . B u ­
n u okuyucuya h a tırla tm a k isterim .
K itabın dilinde, bu g ü n ü n oku yu cu su n a kolay­
lık olsun ve o n u n anlam asına yardım etsin diye k i­
m i değişiklikler yapılm ıştır. B unların başında, k i­
tabın dilinde n o kta koym a d a n u za yıp giden zincir
parçalanm ış, u zu n cüm leler kesilerek kısaltılm ış,
a nlam ak için yorulm aya yol açan engel ortadan
kaldırılm ıştır. B u soydan olup ta o ku yu c u n u n ya­
dırgayacağı, dilden d ü şm ü ş eski sözcüklerin yerine
Türkçe karşılıklar ko n m u ştu r. A ncak, dile yeniden
kazanılm asını istediğ im sözcükler ve deyim ler bı­
rakılm ıştır. Yazar içinde yer aldığı olayın odu da­
ha küllenm eden on u bize anlattığı, yazıya geçirdi-
ği ve bir a n la tım özelliği gütm ediği için o olaydan
dört yü zyıl uzağa d ü şm ü ş olan o ku yu cu n u n birbi­
rine bağlayam ayacağını sandığım y e r le rd e kalm ış­
tır. B en bunları ya m e tin içinde açıklığa ka vu ştu r­
m aya çalıştım ; ya da bunu kita b ın sonunda verdi­
ğ im açıklam alarda ya p tım .
K arşılanm asını gerekli bulduğum sözcükler
için de ayrıca bir sözlük dizini verdim . B undan baş­
ka, kita p ta geçen kişi adlarıyla h er adları için ayrı
d izinler düzenledim . N e ya zık k i kita p ta geçen k i­
m i y e r adlarının nerelerde olduğunu, k a y n a k ye­
tersizliğinden, gösterem edim . Böylelikle, elden gel­
diğince onu dört yü z yaşında bir m e tin olm aktan

5
ku rta rıp g ü n ü m ü zü n bir ya p ıtı gibi su n m a k iste­
dim .
Savaşın odağı olan Cerbe Adasın ı da m etn e
geçm eden önce, ü n lü denizcim iz P îrî Reis’in Ki-
tab-ı Bahriyyesind en alarak verdim.
Cerbe Savaşı üzerinde, yukarıda adı geçen iki
yazm adan başka, K âtip Çelebi’n in ‘T u h fe tü ’l-Kibar
fî E sfâri’l-Bihar (K ü ltü r M üsteşarlığı, 1000 Tem el
Eser Yayınları, açıklam alarla yayım a hazırlayan
Orhan Ş a ik G ökyay, İsta n b u l 1973, s. 108-114)ında
ve Erkân-ı Harbiye B ahriye kaym akam larından
S a fvet B ey’in ‘İkin ci Cerbe Harbi Üzerine Vesika­
lar, (Tarih-i Osm anî E ncüm eni M ecmuası, 1 nisan,
1326, cüz 1, s. 20 v.dd. ve 1 haziran, 1326, cüz 2,
s. 85 v.dd.) yazısının ikinci bölüm ünde, Cerbe Sa­
vaşından önce, savaşa hazırlık için verilm iş olan
buyru kların m etinleri vardır. B u buyruklar, Ceza­
yir ve M ağrıptarabulusu beylerbeyilerine, Piyale
Paşa’ya, Sancak beylerine, G önüllü reislerine, T u ­
nus H âkim ine, Fransız k ıralına, A kd en iz yalıla rın-
da olan beylere ve kadılara gönderilm iştir.
Böyle bir kita b ı o ku yu cu ya sunarken söylene­
cek olanları söylediğim i sanıyorum ; bundan sonra
söz okuyucunundur.
Orhan Şaik GÖKYAY

6
II

CERBE ADASI

(Pîrî Reis, K itab-ı Bahriyye, T ü rk T a rih K urum u


yayım ı, s. 663-669)

Adı geçen Cerbe b ir alçak adadır. O adanın,


denizden varırken önce h u rm a ağaçları görünür,
çünkü çok h u rm alı yerdir. Çevresi yetm iş iki m il­
dir. Ama o denlü şenlik ad ad ır ki bağsız ve bahçe­
siz yeri yoktur. Z eytin yağı ve k u ru üzüm pek çok­
tu r.
Bu ad an ın on iki bin askeri to p lan ır. B ir - ik i
kez İspanya k âfiri o ad ay ı alm ak isteyerek üzerine
gem iler gönderip ü ştü k te h e r birinde kâfiri kırdı­
lar, kaçırdılar. Ve b ir defasında k âfire bağlandılar.
S onra k âfirin cevrini çekm ediler, sü rd ü ler o k âfiri
çıkardılar. Ç ünkü önce ad a T unus S u lta n ına bağ­
lı idi. S onra asi oldular da k âfire tâ b i oldular. Son­
r a k âfiri sü rü p çık arın ca içlerinden Ş e y h Y ahya
d erler bir şeyh o adayı ele geçirdi. B ugün adı geçen
şeyhin oğlunun elindedir.

7
Bu ad an ın T unu s S u lta n ın a k arşı ay ak lan m a­
sının nedeni şudur: M evlây M uham m ed ta h ta ge­
çip çok haksızlıklar yaptı. H alkın zorla altın ın ı
alırdı, kad ın lara yidirirdi. B u yolda gece-gündüz
şarapsız durm azdı. D u rm ad an h alk ın rızkını boşa
h ârcayıp içip eğlenm ede idi. B u n d an dolayı adı ge­
çen Cerbe halkı dayanam ayıp ayaklanm ıştı. O n­
d a n önce Mevlây O sm an zam anında, b u Mevlây
O sm an Cerbe Adası’n a b atı yak asın d an dokuz mil
b ir köprü yaptırm ıştı. S ığlar üzerine d ö k ü n tü ta ş ­
la r döküldüğünden bugün o d ö k ü n tü d u ru r. Ama
sonra söylediğimiz Şeyh Y ahya o k ö p rü n ü n biraz
yerini kazdırıp kayık-geçer yer eyledi, k arad a n
adaya asker geçm esin diye. F a k a t bu dokuz mil
arasın d a dök ü n tü ta şlard an köprü olm ası bu a ra ­
n ın hep sığlar olup köprü yapm aya elverişli olma-
sın dandı. O ada ile M ağrıp kıyısının arası iki mil
k adardır, am a derindir, köprü yapm aya elverişli
değildir.
Ö nceleri b u ad ad a iki şeyh vardı. B u n ların bi­
rin e Şeyh Yahya, ötekine de Şeyh K ân u n derler­
di. Bu Şeyh K ân u n ’u, Şeyh Y ahya sürdü, o ad a­
d an çıkardı. Ç ünkü iki ay rı kabile idiler. Şeyh
Y ahya kabilesine Vehebî derlerdi; Şeyh K ân u n ka­
bilesine de M estenû derler, m ezheplerine Zeydî
derler. O Şeyh Y ahya kabilesi, hiç bir zam an farz
nam azları im am a uyup k ılm azlar ve C um a n am a­
zını da im am la kılm azlar. Su içerken ağızlarına
b ard ak değdirm ezler, eğer değerse o bardağı kı­
rarlar. Ve b ü tü n evlerinin kapısı üzerinde birer
k âfir haçı vardır. O nlardan, o k ap ıların ın üzerle­
rindeki kâfir haçların ın ne olduğunu sordum . ‘O

8
k âfir h açın d an şeytan k a ç a r’ diye karşılık verdi­
ler. D illeri başka dildir, A raplar o dilden anlam az­
lar, Çingeneler gibi söylerler.
Bu dediğimiz ad an ın kıyıya y ak ın çevresi sığ­
lıktır, bilm eyen gem iler varam az. B u n d an dolayı
d ü şm an d an pek çekinm ezler. Bir özelliği de bir
gün, bir gecede d ö rt kez o sığlar kaçar, yine gelir.
Altı s a a t gider, k u ru y er olur, gem iler hep o tu ru r;
ve a ltı s a a t gelir, gem ileri deniz yüzünde yüzer. O
sığların a ra la rın a kam ışlar çatıp balık d aly an ları
kurm uşlardır, oranlanam ayacak denlü balıklı yer­
dir.
Ama denizden varırken (Cerbe’n in alâm eti bu-
d u r ki h u rm a ağaçları görünür. O h u rm a ağaçla­
rın ın iki y an ları k ü tü k olup kesilir, başka yer gö­
rünm ez. Hem en ad an ın bu alâm eti göründükte is­
kandil etseler yirm i kulaç su bu lu n u r. O ndan son­
ra d u rm ad an iskandil ile ölçe ölçe kaleye k arşı bar-
çalar beş mil k ad ar varırlar, denizde dem ir a tarlar,
y atarlar. Söylediğimiz yer iyi y a tak tır. Kıyıya d a­
h a yakın v arırlarsa su kaçıp gem i o tu ru r. Ç ünkü
bu Cerbe’n in sığlarında su lar ay b aşın d a —Arabî
ay— üç g ü n k ad ar kaçıp gelmez. Üç günden son-
r aki dokuz günde ise az az a rta rsa da az varır, az
gelir. D okuzdan on d ö rt gün ta m am oluncaya de­
ğin çoğalır; sonra a rtık bir k a ra r üzere olup varır,
gelir, tâ on dokuz g ü n tam am oluncaya değin çok
v arır, çok gelir. Y ani suyun k a ra r bulduğu bu on
dokuz g ündür. O ndan sonra yavaş yavaş eksilme­
ye başlar; am a su gücüne göre, y an i çok olsun, az
olsun, a ltı s a a t gider, altı s a a t gelir, sığlar b ir k a ­
ra rd a durm az.

9
S onra Cerbe Adası’n ın lodos y an ın d a b ir lim a­
n ı vardır, o lim an a C im derler. B urası güzel y a ta k
ise de pek y a ra r kılavuz g erek tir ki yolunu başar­
sın. Ç ünkü sığlardır, o sığ ların b ü tü n ü y le elverişli
yolunu bilmek gerektir. M eselâ adı geçen lim anın
karşısında Tağlisye denen bir alçak adacık var, o
ad acık görünür-görünm ez lodos ta ra fın a iki m il de­
nize yürüm ek g erek tir ve iskandili hiç elden b ırak­
m am ak gerektir. Adacığı ıra k ta n dolaşıp b atı kı­
y ısına yakın v aralar, ondan sonra d erin yer belli
olur. O d erin yerden buçuk mil k a d a r b a tı kıyısın -
ca gündoğusu üzerine y ürüyünce söylediğimiz li­
m a n ın ağzı bilinir. O ndan sonra istenen yere yü­
rü y ü p dem ir ata rla r.
Bu söylediğimiz yerde b ir ta rih te T u n u s Sul­
ta n ı Mevlây M uham m ed’i Cerbe’ye geçirm ek iste­
m iştik, istediğim iz vergiyi vermedi, b u n d an dolayı
b a tta l kaldı. Dediğimiz yerde, M ağrıp kıyısından
k üçük adaya geçmeye gem i gerektir. Ve küçük
ad ad a n Cerbe Adası’n a ad am y ü rü r geçer. O geçit­
te n gündoğusu ta ra fın a K antara derler, b ir köprü
vardır. Bu köprü, dökülm üş taşlard ır. O ta şla rın
arasın d a n biraz yer kazm ışlardır, şim di o kazılan
yerden küçük kayıklar öteye, beriye geçerler. O
k ö p rü n ü n gündoğusu ta ra fın d a sığlar içinde k a­
y ık ların y atm asın a elverişli y er çoktur, am a değ­
m e kılavuz o y atağ a v arıp giremez. O y atağ a v ar­
m aya alâm et b u d u r ki Cim y ak ınında iki m escit
görünür. O m escitlerden başka lodos ta ra fın d a ay­
rıca m escit yoktur. Söylediğimiz bu iki m escit bir
g öründü m ü, kıbleye olsun, yıldıza olsun yürüye-
ler. O m escitler ta m bir yere gelip ikisi b ir görün­

10
düğü vakit hem en ta m boğazın o rtasın d a olurlar.
K a n ta ra kulesine doğru y ürüyüp sığlar içine gi­
rince boğazın derin yerleri tam am bilinir, t â K an ­
ta r a yakınına varırlar, y a tarlar. Güzel y a tak tır,
am a çekdirir gem ilerin girm esine elverişli yerler­
dir.
S onra bu Cerbe Adasî’n d a n R e’s-i M ahm uz sek­
sen m ildir, güneydoğu üzerine.. Bu adı geçen R e’s-i
M ahm uz sığlardır. O sığların h e r neresinde olursa
yatılır. B arçalar iskandil ile varırlar, dem ir a ta r ­
lar. F ırsa t buldukça yollarına devam ederler. O
sığlardan içerde bir deniz kulağı vardır, adı geçen
sığlara kayıklar girer. Ama dediğimiz Re ’s-i M ah­
m uz sığlarının denizden n işan ı bir tekke görünür.
O tekkenin seçildiği y er ta m yirm i k u laçtır. O ndan
bilinir ki Re’s-i M ahm uz sığlarıdır. S onra o sığlar­
d an E ski-T arabulus altm ış m ildir. G ündoğusu-gü-
neydoğu üzerine bu Eski-T arabulus’a A raplar Zi-
vâga derler, bir sığlık lim andır, çevresi d ö k ü n tü ­
dür. O nun g ünbatısı ta ra fın d a ise k a ra d a hu rm alı
A rap köyleri vardır, b u n la ra Zivâre derler. Bu
Eski-T arabulus’ta n asıl T arab u lu s elli m ildir, g ü n ­
doğusu tarafın a.. Şöy le bilinsin ve’s-selâm.

11
III

FERAH

( 1a) sonsuz ham d ve sayısız senâ; evreni y a ra ­


tan , insanı ve cinni y oktan var eden p ad işah 1 yö­
n ü n e olsun ki o, âdem oğullarını yoktan v ar eden­
dir. Ve b ü tü n evrendeki varlıkları yaradandır. Hele
insan kullarını ‘ü stü n b ir ululuğa ve şerefe erd ir­
dik’2 hilatiyle şereflendirm iş, böylece onları b ü tü n
varlıklardan h a ttâ m elekler bölüğünden bile yeğ
tu ttu k , dem iştir.

Göz açup k âf n û n d an ayn-ı âlem


Zebansuz n u tk a geldi mîm-i Âdem3
Nesîm-i feyz-ı H ak îsâ-dem oldu
D em inden k a ra to p rak Âdem oldu4
Bulunm az hâk-i Âdem değm e k ân d a
A nunçün y o k tu ru r âdem cih an d a5

Ve arı-d u ru salav at arm ağ an ları, dua ve senâ


hediyyelerinin en güzelleri, felekler b u rcu n u n yü­
cesindeki dolun-ay ve ‘felekleri yaratm azd ım ’6 kub­
besinin güneşi, m illet (2a) ve din öncüsü, dünyala-

12
rın sahibi olan T an rı H azretinin sevgilisi M uham -
mıed M ustafa —üzerine selâm olsun—n ın tertem iz
ru h u n a olsun ki o b ü tü n varlık ların v ar olm asın ın
sebebidir ve b ü tü n y aratılm ışlar o n u n sayesinde
ra h m e t b u lu rlar7.

Çü ra h m e tte n y a ra ttın enbiyâyı


G üzin ettin b u lard an M u stafayı8
N übüvvet ta h tın ın sahip-külâhı
Vilâyet çarh ın ın m ihriyle m âh ı9
İm am et gencinin şâh-ı em îni
E m anet b ah rin in dürr-i y etim i10
Tozu Âdem gözünün tû ty â sı
Debâbı İrem g ü lü n ü n kîm yâsı11
İm âm u pîşvâsı enbiyânın
H üm âm u m uktedâsı asfiy ân ın 12
H akikat h alk a bu him m et hem îndir
Ki H aktan rah m eten li’l-âlem în’d ir13

Ve binlerce selâm çiçeklerinin dem eti onun so­


y u n a sopuna ve yine onun u lu ark ad a şların a ol­
sun, sonsuzdan sonsuza tâ sağış gü n ü n e değin.

H usûsâ çâr y â r u çâr gevher


E bûekr (ü) Ömer, O sm an ve H aydar14

B undan sonra konuya gelince:15 Ben güçsüz


k u lu n ve kuvvetsiz kişin in 16 gönlünden geçirdiği ve
düşündüğü, bulunduğu savaşlarda işi gücü şu ol­
m u ştu r: İşi gücü k ötü lü k ve içi dışı yoldan azgın­
lık olan kâfirlerle (2b) yapılan d in savaşlarının
n asıl olup bittiğini ve A llah’ı bir bilen cılasın ların

13
söylediklerini kısaca, ya d a u zu n uzun yazarak a n ­
la tm ak ve b unları ark ad a şlara ve gerçek dostlara
gönderm ek. İşte, kendisine m u tlu lu ğ u n arkadaşlık
ettiği ve ululuğun kendisiyle birlikte b u lunduğu
P aşa H azretleri17 de bu küçük, güçsüz k u lu n t u t ­
tu ğ u bu yolu bildiği için b an a :
— Büyük fetihlerin ta rih in i olduğu gibi yaz
ki b u n lar zam ana yadigârdır; ve p adişahın ülkele­
rinde az rastlan ır, ele geçmez garip hikâyelerdir.
Bu konuda yazılmış o lan ların kopyalarından ve
T u r Dağı gibi yükselen to m arların d an çıkarıp to p ­
la; h e r birinde bir risale gibi A llah'ın birliği ve
M ustafa —üzerine selâm olsun—n ın sonsuz övgü­
leri dile getirilsin. B u n ların hepsi, b ü tü n eksikliği­
ne ve güçsüzlüğüne b ak m ay arak yazılsın. O ndan
sonra zam anım ız p ad işah ın ın övgüsü ve cihan h ü ­
k ü m d arın ın özellikleri, dem ek istiyorum ki Süley­
m an H an —T an rı dünya d urdukça onun yardım cı­
ların ı yüceltsin— H azretlerinin u lu adıyla başla
ki F etihnam ende a n la ttık la rın ı kalb gözü açık olup
ta ileriyi görenler görsün ve zam an ın doğru ve gü­
zel y azan ların ın m akbulü olsun. T â ki çevredeki
ülkelerde güzel yazı y azan ların hepsine arm ağ an
yerine geçsin, diye b u y ru k ları (3) ve güzel iltifa t­
la rı oldu. Bu a n yürekli kulları da bu yüce b u y ru ­
ğa uydum , ferm an ların yazıldığı ince deri gibi k â ­
ğıdı18 ve kalem i elime aldım. Elim den geldiğince
ve gücüm yettiğince ü s tü n ibareler ve yakışır is­
tiarelerle cihanın sığın ağı olan p ad işah ın n itelik ­
lerini yazdım. Değeri büyük ve yeri ü s t köşe olan19
Piyale Paşa H azretlerinin eylediği fetih leri ve kıl­
dığı gazâları, olabildiği denlü, söyleyip yazdım. Ke-

14
lim eleri n p arlak incilerini m a rife t denizlerinden ve
b elagat ırm ak ların d an dalıp bulup çıkardım . Ve
eşsiz inci salkım ından h e r birini a n latım elm asının
nüktesiyle20 deldim, doğru ve güzel yazının ipliğine
çizdim. Bu sevinci a rtıra n , iç aça n hissenin kıssa­
sını21 ve kaygıları alıp götüren sergüzeştini u zu n ­
lu - kısalı beş m akale22 olarak seçtim ve yüce adını
F erah koydum.
Birinci m akale.— C ihan p ad işahının, m u tlu
vezirlerin ve başka devlet ad am ların ın övgüsünü
ve savaşın sebebin i an latm ak tad ır.
İk in c i m akale.— Sefer-i h ü m ây u n a yönelip
yerle b ir olası k âfir gem ileriyle p ad işah d o n an m a­
sının karşılaşm asını (3b), vuruşup savaşarak bu­
n u n fetihle sonuçlandığını an latm a k tad ır.
Ü çüncü m akale.— Cerbe K alesi’n in ta b y aları­
n ın gücünü Ve sarplığını, d ü rü şü len döğüşün ay­
rın tıla rın ı ve alâm etleri m u tlu lu k olan gazilerin
fü tu h a tın ı ve nice gazilerin şeh it olduğunu bildir­
m ektedir.
D ördüncü m akale.— G önüllü gem ileri23, levend
leisleri24 ve Cezayir gem ileriyle25 F ren g istan Ü lke-
si’ne geçildiği, k âfirlerin m alların ın kaygısını çek­
m ediklerinden26 ve lim an ların d a çekdirir gem ileri
bulunm adığından, ü lk e lerin i yağ m ad an k u rta ra ­
m ad ık tan an latılm ak tad ır.
Beşinci m akale. - - F etih te n sonra, sevinçler kı­
vançlarla, iç ferahlıklarıyla T u rg u t Paşa h azretle­
rin in istem esi üzerine T arab u lu s şeh rin e gelinm e­
si, âdı geçen p aşan ın ziyafetler vermesi, Piyale Pa-
şa 'n ın g ö tü rü gem ilerini engine salıp an a v a ta n a
yönelm esi, esenlikle denizi geçip iyi h av alarla G e­

15
libolu’ya gelmesi ve orada padişahın İsta n b u l’a gel­
m esine izin verip vermeyeceğini bildiren ferm anı­
n ın beklenilm esi anlatılm ak tad ır.

***

BİRİNCİ MAKALE
 lem in sığınağı olan padişah hazretlerinin öv­
g üsünü bildirm ektedir.

Mesnevi27
Sipihr-i dîn ü devlet âftâbı
R isalet şahın ın nâyib-m enâbı28
Şehenşâh-ı cih an u zıll-ı R ah m an
E m îrü ’l-M üm inin S u ltan Süleym an29
(4a) R evadır h ükm ü cümle b ah r ü berre
K ılıcın arşa astı nice kerre30
D olar rûz-ı m esâfı h e r gâh30a
Sadâ-yı ayet-i ‘n a sru n m in ’Allah31
İlâ h î haşre dek m anend-i h âtem
Eli a ltın d a ola cüm le âlem 32

(N esir)33 Sonsuz d u a la r ve bitm ez tükenm ez


sen âlar o şanı yüce kişiye, olanları ve olacakları
ya ra ta n T an rın ın gölgesi34 üzerine olsun ki onun
Cömertlik dolu varlığı evrenin sebebi ve düzenidir35
ve Âdemoğ u lların ı buyruğu altın d a tu tm a k ta d ır:
Hele devlete,dua etm ek h alk a ve aynı din d e olanla­
rın hepsine farz olm u ştu r ve arşın m inberinde ‘biz
seni yeryüzünde halife kıldık’36 hutbesi on u n yüce
adına o k u n m u ştu r37.

16
M esnevi

N e su lta n , âftâb-ı h e ft kişver


H üm âyun-tal'a t u ferh u n d e-ah ter38

( N esir) O ad aletin sığınağı olan h ü k ü m d arın


b ü tü n söyledikleri ve y ap tık ları ak lın ve n ak lin be­
ğendiği39 h ay rı ve iyilikleri b u y urm aktı, sakınılm a­
sı gereken çirkinliklerden uzak tu tm a k ve vazgeçir­
m ekti. S ahip olduğu hâzineleri ve göm üleri, Pey­
gam berin ulu şeriatin i yüceltm ek için d u rm ad an
bol bol verip harcam ak tı. Ve ö m rü n ü n güzel günle­
rin i Mu ham m ed M ustafa d in in in ü n alıp yayılm ası
için savaş yolunda d ü rü şü p tü k etm ek ti. H a ttâ o
ululuk b u rcu n u n yücesindeki güneş40 (4 b) O sm anlı
Soyu kuşağında onuncu m u tlu lu k b u rcu n u n p a r­
lak yıldızı olduklarını41, u ğ u rlu özengilerinin on kez
gazâ eylediklerini42 gösterir ki h e r u ğ u rlu seferle­
rinde büyük şehirler ve u lu m em leketler ele geçir­
miş, savaş m eydanlarında, dam gası k ö tü lü k ye
uğursuzluk olan nice b in bin k âfirleri, gazilerin
k an dam layan kılıçlarının lokm ası etm iş, o n ların
uğursuzluğun çöküp yerleştiği şehirlerinde bulu­
n a n p u tla r dolu ta p ın ak la rın ı ve içinde cehenne­
m in y er tu ttu ğ u kiliselerin —n e k ö tü yerlerdir on­
la r— d in d a r kim selerin m escitlerine ve evlerine çe­
virm iş, ve onları, n e güzel o tu ru p yerleşilecek yer­
ler denecek h ale koym uşlardı.

Mesnevi
Şeh-i asâkir-i islâm olan Süleym an H an
Geçer gazâ ile ash âb gibi ezm ânı43

17
Ve o A llah’ın gölgesi olan p ad işah hazretleri­
ne, ulu ve yüce olan T anrı, aklı b ü tü n , tedbirli, uza­
ğı gören vezirler, işlerin nereye v aracağını bilen ya­
ra r beyler ve başbuğlar verdi. O nların h e r biri
m em leketin dört yan ın ı k o ru m ak ta becerikli olduk­
ları gibi işi gücü k ö tü lü k ve halleri darm adağınık
olan d üşm anla karşılaşm ak ta h e r yönden ü stü n ­
düler. Hele b ü tü n b u devlet ad am ların ın ve padişa­
h ın ileri gelenlerinin uluları, Süleym an Peygam ­
ber’in veziri Asaf gibi Lokm an44, d ü n y an ın aydını
ve bilgin kişilerinin, (5b) güzel söyleyenlerinin ve
güzel yazanlarının m akbul şâhı, Âdem oğulların ın
doğru ve güzel konuşup y azan ların ın kıskandığı
R üstem P aşa adındaki him m et sahibi sad rıâzam-
dı. İçin in güneş gibi a y d ın lata n p arla k ay n asın d a
uçsuz bucaksız ülkelerin işleri olduğu gibi açık-se-
çik görünürdü; aydın y aratılışlı ta b ia tla rın ın dü­
şüncelerinde padişahlık yolyordam ım n en önem li
işlerinin bü tü n ü , T an rın ın yardım ıyla y an sım ak ta
ve bilinm ekte idi.

Mesnevi
Ol idi Asaf-ı Süleym an-ı âdil
Vezir-i n ü k te d ân u rin d ü âk ıl45
C an atu p aşk ın a şâh-ı cih an ın
Y anar oda girer yolunda a nın 46
T u ta r em rini cüm le ins ile can
E lindedir a n ın m ühr-i Süleym an47
İşte o T an rın ın lû tfu m u ştu su n u alm ış ve p a­
d işahın iyiliklerinin adı-belli veziri hazretleri za­
m an ların ı boşuna geçirm ezlerdi. B u n u n için de,

18
ram azan d an başka zam anlarda, g ü n lerin in ilk ya­
rısını, p ad işah ların ın m u tlu eşiklerinde geçirirler­
di ve yıldızlar sayısınca olan ask erlerin in önem li
işlerini, güçlülerin de, güçsüzlerin de davalarını,
dem ek istiyorum ki m üslüm an ve h ıristiy an uy­
ru k lu ların u ğ rad ık ları haksızlıkları gözetirler, Di­
van E hlinin48 yazıcıları ile devletin öteki ileri ge­
lenlerinin m uhasebecilerinin, ülk en in gelirlerinden
elde edilen hâzinelerden49 devlet h âzinesinin payı­
n ı toplam aları işine bakm ayı âd et edinm işlerdi.
G ünlerinin ikinci y arısını da, kim i ib ad et etm eyi
(5 b) ve kim i n afile nam azları k ılm ayı50 ve sevap
işlemeyi, ve doğruluğu apaçık olan şeriatin y ü rü ­
mesi için to p la n tıla r yapm ayı gelenek h alin e koy­
m uşlardı.

Mesnevi

Ol idi ah d in in feylesofu
Bu devrin ol idi sahip-vukufu51
K açankim eylese ted b ir k â n
M uvafık gelse o lu r ta k d ir yârî 52

O eşsiz vezirin sol y an ın d a53, ü st köşede o tu ra n ­


la rd a n O sm anlı devlet ad am ların ın seçm elerinin
seçkini ve su lta n ın c ılasın ların ın savaş arslan ı, cö­
m ertlik ve yiğitlik m eydanının başbuğu, dem ek is­
tiyorum ki, vezaretin dolunayı, ikinci vezir Ali P aşa
kulları ki yüce ad ları kendilerine uy g u n düşm üş54,
güzel tedbirleriyle nice yerlerde H azret-i Ali’n in
yaptıkları gibi h ü n erleri görülm üştür.

19
M esnevi R u b âî55

İsm ü resm ü sehâ vü cûdiyle


Selefin v arın a o d u r sân i56
Padişah-ı cih an ki lûtf-i İlâ h
G önderir düşm ene n ire olursa an ı57

Ve başkaca devletin ü st köşede o tu ra n ve te m ­


kinli ileri gelenleri, dem ek istiyorum ki, b u n lard an
aşağıda olup ta ululu k m ertebesine erm iş vezirler,
buyruğu a ltın d a oldukları padişahın söylediklerini
söylemek (6a) ve y ap tık ların ı yapm ak yolunda dü-
rü ştü k leri sürece h alk r a h a tta ve asker bollukta ve
ferah tad ır. Yalnız b u n la r değil, büyükler, k ü çü k ­
ler, bilginler, dem ek istiyorum ki, bilginlerin en
bilgili olanlarının en büyükleri ve yüreği yanık
olan şeyhler, h ak ettik lerin e göre b asam aklarında
sevinç ve kıvanç içinde idi. Ama bu yıldızlar sayı­
sınca kulları olan padişahın, iki p arlak inci gibi te ­
miz, iç-açıcı ve ışık-saçıcı dünyayı gören iki gözü­
n ü n n u ru , dem ek istiyorum ki iki genç şehzadeleri
vardı ki58 dünyayı onlarla görürlerdi59. H erbiri bir
diyarın beyi kılınıp kendilerine yüce san cak lar ve­
rilm iş60 ve sayılam ayacak arm ağ an lar, iyilikler ve
iltifa tla r buyurulm uştu. D ünyanın sığın ağı olan
padişah bu denlü ululam akla kom ayıp günden gü­
ne onların parlak gençliklerinde, s a lta n a tın gör­
kem inin çoğalm asını ve devletlerindeki h aşm et
yüksekliğinin a rtm asın ı istediklerinden, bugünkü
san cak ların ın değiştirilm esini b u y urm uşlardı61.
Ama b u n la rın o ta ra fla r o denlü m akbulleri değil­
di. Lâkin, padişahın b ü tü n d ü n y an ın dinlediği buy-

20
ru ğ u n a uym ak gerekti, ister-istem ez verildikleri
yerlere gitm işlerdi. O devletin gözü n u ru (6 b) şeh­
zadelerden b irin in 62 içi aydınlık, güzel gönülleri,
devletlü, saadetlü aziz k ard aşların a k arşı biraz gü­
cenm iş, bu değiştirm e işine o n u n yol açtığ ın ı a n ­
lam ışlardı. Hem de ara la rın d a verildikleri yerlerin
yollarının uzak, ya da yakın olm ası bakım ından
ta rtışm a la rın ı ve kaç kez bu kon u d a m ek tu p laştık ­
la rın ı, k arşı ta ra fta n döğüşm e an lam ı çıkan dav­
ranışlarını, âlem in sığın ağı olan devletlü, saad etlü
p adişah hazretleri duym uşlardı.

M ısrâ63
K atı oldukça to p rak senge döner64

deye buyurdu. O nların bu k av g aları v ardıkça se rt­


leşti. B unun üzerine padişah, d ü n y an ın düzeni bo­
zulur, olaki devletin tem ellerini sarsacak b ir k a r­
gaşalık çıkar deye, derhal, yenilm ek bilm eyen or­
d usunu topladı. Akdeniz’le K aradeniz’in birleştiği
yerde kurulm uş, d ü n y an ın en ü n lü şehri, sam an-
yolundan kem eri olan gökyüzü gibi65 yüksek ke­
m erlerle yapılm ış olan Ü sküdar İskelesi’nden geç­
miş, A nadolu yakasında, yine padişahın, içinde
m u tlu lu k yerleşm iş olan saray ın a k arşı yeni yap­
tırd ığ ı B ahçesaray y ak ınında (7a) konm uş, işlerin
sonu nereye varır, deye, çevre k ırlard a ve dağ te ­
pelerinde, yıldızlar denlü yüce ve k u m lar sayısınca
çok askerleriyle birlikte konaklam ışlardı, ve, g ü n ­
lerin anası ne olay doğurur, deye gözleyip d u rm u ş­
lardı.

21
M esnevi

D evran ki h âd isat ile h e r gice yüklüdür.


G ün doğm adan neler doğa kim bilir n âg eh an 66

O D ârâ heybetli ve İskender ay arın d a olan p a­


d işahın başbuğları arasın d a o tarih lerd e, deniz k ı­
yıları ülkelerinin ve A dalar Denizi m em leketleri­
n in sayılı beylerbeyi Piyale P aşa H azretleri adında,
y ü rüyüşü arslan, av ı ejderha, d ü şm an ı ölüm ve
h ü n eri A nter olan, h e r bakım dan y a ra r ve iş-bilir,
iyi huylu b ir kulları vardı. P ad işah k e n d isin e :
— D enizin M ısır Ülkesine y ak ın o lan kıyıla­
rını korum ak ve gözlemek üzere dolaşasın , ve yüce
s a lta n a tın şerefiyle ilgili olarak o iki gözüm -nurun-
d an yaram az bir iş çıkarsa b u n u sav m ak ta ve ön­
lem ekte olasın. Ben san a n e yolda irad em in dizgi­
n in i verdim , bu korunm uş ülkelerim in önem li iş­
lerini ısm arlayıp inan d ım sa sen de ona göre doğ­
ru lu k yolunda (7b) gözünü açıp doğruluk yolunu
gösteren uğ u rlu yıldızın doğm asın ı gözetesin. Be­
n im istem ediğim kim seleri m em leketim e ay ak bas-
tırm ayasın ve eğri gözle baktırm ayasın, deye bu­
yurdu. H azırlanan altm ış beş p arça donanm â-yı
H üm âyun gem ileriyle gönderildi. Piyale Paşa, fer­
m a n olunan yolları eksiksiz gözetip H azret-i Hızır
gibi b ü tü n bu işlerde hazır ve nâzır ve gözetip a ra ş­
tırm ak yolunda bir döner daire oldu67. Geçmiş za­
m anlarda, seyrek de olsa, ra stla n a n ve o laylara yol
açan k â fir donanm asının b u rala ra uğram adığı,
bu n ların doğu ülkesine68 çekildikleri gerçekten a n ­
laşıldı. G üçlükleri yenen p aşa hazretleri de o t a ­

22
rafla rı koyup F re n g ista n serh atlerin e yöneldi. Av-
lunya, Polya, Sobut Kalesi ve Nova yörelerine in ­
m eye niyetlendikleri zam an M oton ve K oron en­
ginleri yakınında, adı k ö tü olan k âfirlerin büyük
bir p arçasına rastgelindi. F re n g ista n ’da olup biten
üzücü işlerden ve o n la rın söz ettik leri kötülükler­
d en h ab erler soruldu. B arçan ın reisi, g ö tü rü öğren­
diği haberleri b ir b ir söyledi. Hiç bilm ediklerini uy­
d u ru p söylemedi. (8a) Dedi k i :
— İ şbu dokuz yüz altm ış a ltı (1558/1559) yı-
lında M ağrıp D iyarı ta ra fın d a M alta Adası k âfirle­
rin in elinde olan ü n lü ve herkesin bildiği T arabu-
lus Ş ehri’n in ellerinden g ittiğ in d en ö tü rü , kâfirle­
rin içleri k an ağlıyor. B undan dolaya, bu yıllarda
g ö tü rü kefere u lu la rın a yalvar-ya k a r m ektupları
gönderdi, Sencuvan hizm etlerine69 gücüm üz k alm a­
dı; gayretiniz k an d e g itti70. Hele ben sad ak a h âzi­
nesinden71, Sencuvan Kilisesi’n d en gem ilerinizin
h arcın ı veririm , te k hem en gelip İsa dinine yardım ­
cı olun ve bana T a ra b u lu s g a rp Ş eh rini alıverin, ya­
h u t b u n u d a 72 T ürklere veririm , deye tü rlü tü rlü
riy a z la r ve sitem ler etti, işin so n u n d a sözlerinin
etkisi oldu. B ir de adı geçen vilâyete beylerbeyi d i­
kilen T u rg u t P aşa ku lları h azretlerin in b ir Cebeli-
k ebir gelirinden ö tü rü A’râ b ile ara la rın d a an laş­
m azlık çıkm ıştı. Eskiden T u n u s beyinin —T an rı
ra h m e t etsin ve g ü n ah ların ı bağışlasın— Gazi Hay­
re ttin P aşa’d an aldığı öç gibi73 b u n la r d a yardım ı
doğru buldular. (8 b) H aberler gönderip an d laşarak
k âfirler tay fasın ı getirm eyi y ararlı gördüler. H a ttâ
İspanya beyine sığ ın arak d o n an m a istediler. T â
Cezayir serhaddine varınca, belki d ah a aşağ ılara

23
ininceye değin Arap Y akası’n d a olan g ö tü rü şeh ir­
leri ve m em leketleri alıverm eyi üzerlerine aldıkla­
rını b ü tü n kefere u lu ları duydular. Hem de b ir a ra ­
ya gelip bu E şraf’ın y ardım larıyla74 o yöreleri, de­
m ek istiyorum ki, A’râb m em leketlerini kesin ola­
rak ele geçireceklerini düşündüler. K üçükleri de,
büyükleri de bu düşünceyi akla uygun ve m akbul
gördüler. İspanya P ad işah ı’nı her yönden u luladı­
lar, bir büyük donanm a peyda ettirdiler. Elli-altm ış
p arça kadırga ve b aştard a gem ileri ve yine bu sa­
yıda ve belki d ah a a rtu k barça ve karavela denen
gem ileri ile, yakıp yıkm ak niyyetiyle Arap Yaka-
sı’n a geçip gitseler gerek75 ve şimdiye dek belki g it­
tiler bile76 deyince, içi gibi aydınlık P aşa H azretleri
de kısaca ve ayrıntılarıy le bu d u ru m ları âlem in sı­
ğınağı ve T an rın ın lü tfü olan padişah hazretleri­
nin m u tlu eşiği ta ra fın a 77 arzetti. K endileri de, o
adı geçen serh atlere y ürüyüp geldi. G önüllü reis­
lerinden kim i kim seleri (9a) dil alm ak ve gerçeği
öğrenm ek için K âfir Y akası’n a gönderdiler, onla­
rın getireceği haberi bekleyerek te tik te oldular.
Şim di de bu y an d a78 o arzlar79 gelip okundu.
T an rın ın yardım ı dem ek olan padişah hazretleri bu
haberleri alınca başlıbaşın a bir ferm an y o lla n d ı:
— Bu işin tedbirini alm ayı san a verdim . İster
zahire durum ları olsun ve başka gerekli nesneler
olsun; isterse y a t ve y arak ların m ü h im m atları ol­
sun, gereği gibi görüp üzerine düşesin; ve k âfir as­
kerleri dediğin gibi, o ta ra fla ra geçip m em lekete
üşerse hem en sen de d u rm ad an geçip ü stlerine dü­
şesin. E ğer gemilerimiz, askerim iz azdır, deye kay­
gılanırsan şim di on p arça gemi dah a donatılıp çı­

24
karıldı. B u gem iler Kocaili sancak beyi80 Ali P ertek
Bey ile gönderildi. Ve boylu-poslu b ah ad ır askerler­
le, dem ek istiyorum ki, güç işlerin üstesinden ge-
len c ılasın la rla dolduruldu. Bu ko n u lard a oralard a
işi gevşek tutm ayasın , sen de ona göre dav ran ıp er
gibi olasın, deye buyuruldu. O gem ilerle o şanlı fer­
m a n eriştiğinde adı geçen p aşa hazretleri de Av-
lunya L im anı’n d a (9 b) azıkları için o d iy arlard a
pekm iset hasadı olm adığından81 te d arik olunm ak
gerekti. H em en.

K endüm e kendüm gerekse bula kendüm kendüm ü82

0 diyarlarda an b arlard a k ilit altın d a olan buğday­


ları, h a ttâ kendilerinin hassa-i h ü m ây u n ların d an
o lan83 ürü n lerin i yetecek denlü alıp gem ilere yük­
letti. Sözün kısası b ü tü n eksikler tam am lan d ı. Adı
geçen kale, dem ek istiyorum ki T arabulus Şehri
üzerine varm ak, doğrudan Arap Y akası’n a geçm ek
h u su su n d a pek ih tiy atlı davrandı. İki ta r a f da b ir­
birlerini casuslayıp o tu ru rlard ı. İşin sonunda din­
siz k âfirler seferlerini geriye bırak tılar. Deniz mev­
sim ini geçmiş saydılar84. Vakitsiz dağılacakm ış gi-
bi görü n ü p geldiler, Mesine Adası kalelerinden Sa-
rak u za adındaki kalenin lim an ın a girdiler; bir nice
zam an y attılar.
İm di, bu haberleri, açık, aydın yürekli paşa
hazretleri de öğrendi. Bu diy arlard a başıboş (10a)
d olaşm aktansa padişahım ızın eşiğine varm ak, onun
yüce tedbirleriyle başka işlere başlam ak bin kez
yeğrektir, dedi. Kış m evsim inin ilk günlerinde, de­
mek istiyorum ki K asım G ününden sonra85, deniz-

25
lerd e fırtın a mevsim in in başlangıcında dön ü p İs­
tan b u l'a; geldi, erişti. T an rın ın lû tfu p ad işah haz­
retleri, de Ü sküdar Y u rd u ’n d an 86 ta h tla rın ın b u lu n ­
d u ğ u saray a87 henüz geçm işlerdi. M übarek ayakla­
rın ın tozuna adı geçen p aşa k u lları yüzlerini sü r­
düklerinde, öğrendiği haberleri ve işi gücü kötülük
olan k âfirlerin ne: dü şündüklerini olduğu gibi, yüz
yüze; a rz e tti ve serh atlerd e y a ra r gönüllü reislerin­
den haberciler konulduğunu söyledi; ve ‘h ab erler
alın m ak tan geri d u rm azlar ola, İn şaallah u T aâlâ88,
deye ekledi. Ve hem , saadetlü p ad işah h azretlerin in
zam anında kâfirler ne tedbir ederlerse m eydana çı­
kıp duyulur, dedi. B unun üzerine p ad işah h azret­
leri de ‘m âdem ki onlar belli lim an ların a girdiler,
sen de iyi ettin , geldin ki d üşm anın işlerine göre
tedbir edelim ’ diye buyurdular.

D em inde re’y-i âlim bir çeri sır


Hem en birkaç k ıra r şem şir ile tîr89

( 10b) Ama öte y an d an m elu n lar tayfası, nam lı


don anm a-yı h üm âyun gem ilerinin gittiğ in i duydu­
lar. H em en vakit yitirm eden kalkıp b atı y an ın d an
Arap Yakası’n a geçtiler. K ışlam ağa elverişli yer­
lerde, dem ek istiyorum ki R e’s-i M elih (Re’s-i Mi-
lani) sığlarında yer belirttiler. D em ek istiyorum ki
o ralard a kışlanm aların a k a ra r verdiler. Ş u kendi­
lerine yardım cı olacak yerli dinsizlere, yani A’râb
süvarilerine haberler gönderdiler. O nların da bek­
lem ekte oldukları halk ın arasın d a duyulup bilinin-
ce A’r âb ta y fa sın ın iyilerinin ve ak ıncılarının, bu
E şrâf’ın kim i iyi kişilerinin, bu çirkin işi işledik-

26
leriden dolayı içlerine son derece korku düştü. K â­
firlere y ardım dan vazgeçtiler. Hep bu korkup vaz­
geçenler, buradan, M ısır D iyarı’n a ve başka İslâm
ülkelerine uzun uzun m ek tu p lar gönderdiler ve an d
içtiler ki90 m ek tu p ların ulaştığı yerlerde onları eğ­
lendirip d u rd u rm ay alar91. M üslüm anların padişahı
ve d in d arların yardım cısı Süleym an H an H azretle­
rin in kişiye m u rad ın ı veren eşiğine dek eriştireler
ki bu diyarın m ü slü m an ların a derm an yetiştireler.
T u rg u t P aşa k u lları da onun gibi b ir parça
y ü rü k gemi ile y ak ın ların d an Reis İ lyas ad ın d a bir
y a ra r kim seyi ( 11a) A llaha tevekkül ederek, T an rı
k u lların ın d u ru m ların ı bildirm ek üzere yola çık ar­
dı. D urm adan, bin yedi yüz mil, fırtın a lı engin için­
den geçmek um udu ile salıp m ufassal arzlar gön­
derdi. ‘Benim sandığım ve sakındığım padişah sal­
ta n a tın ın n am u su d u r’92 deye d u ru m ları olduğu gi­
bi bildirdi. Yoksa y ard ım için asker gönderm ek,
saad etlü padişahın sonsuz lû tu flarıd ır, ve ne d ü ­
şünüyorlar, ne buyurular, deye beklem ekte ve elin­
den geldiğince tedbir ve h azırlık ta idi.

Y arağ u y a t u a t u aletin i
M üheyya kıldı cüm le şevketini93
Gözedirdi ne ola em r-i su lta n
Ve y a h u t n e kıla ta k d ir S üb h an 94

V aktâki bu haberler, gerek A’râb iyilerinin, ge­


rekse adı geçen p aşan ın M ağrıp-zem in arzlarından,
saad etlü padişah h azretlerin in k u lağına yetişti,
içindekiler öğrenildi. B u n lar Cezayir beylerbeyi Pi-
yale P aşa H azretlerinin haberlerine tıp a tıp uygun

27
düştü. O sıralard a hem en b a h a r m evsim inin baş-
lan g ıcında95 deniz kıyıları ülkelerine sefer için yüz
yirm i p arça gemi, savaşçı denizcilerle, onarılıp ha-
zırlan m ak ta idi. O heybetli gem ilerin içinden dok­
san parça, yelkenleri h id ay et k an atlı gemi96 ( 11b)
h azırlansın ve m u tlu lu k dem irleriyle güçlendiril­
sin, deye ferm an olundu. B unun üzerine Cezayir
beylerbeyi, yüce değerli p aşa hazretleri de o an d a
hem encecik, cihanı yapıp onarm ış ü n lü u s ta m a­
rangozlar ve güneşin ışını ipliğinin teli gibi delik -
deşik o n aran kalafatçılar üşürdü. O gem ileri gü­
n ü n d e eksiksiz yetiştirm eye koyuldular ve o him ­
m etlerine göre başardılar.

M iyân dâm en-keşan olsa o m ih ter


Ö nünde tilk ü len ir şir-i nerler97
K açankim başlasa b ir kâr-ı düşvar
O lur ahsen vücuhiyle o düşvar98
Eli erdiğine olmaz demezdi
Be-lâbüdd olm ayınca uyım azdı99
M uhakkak bendesiydi padişahın
M usaddak cidd ü sa ’yi fi’li a n ın 100

Ancak A llahın gölgesi olan padişah hazretleri


ulu vezirleriyle danışık buyurdu. Din düşm anı ile
sözleri birbirini tu tm a y a n ve tu tu m la rı b ir günden
bir güne uym ayan fesatçı m eşâyih ve m u râb ıtlara
ve öteki yoldan azıp karşı ta ra fa geçenlere ve in a t­
çılara (12a) öğüt veren iyi kişilere ve b ü tü n b u n ­
lard an önce de y a ra r em irlerine b uyruklar yazılsın;
n a sih a t yollu ve anlam ı açıkça anlaşılır ayetler ve
sırasını getirerek Peygam berin yüce hadisleri de

28
konm ak üzere h ü k ü m ler verilsin. Peygam ber —üze­
rin e selâm olsun— şeriatin in hikm et dolu b u y ru ­
ğ u n u bırakıp niçin A llahın d ü şm an ı o lan lara y a r­
dım cı olursunuz? Ve neden taciz oldunuz ki çak
böyle kıldınız?101 denilsin. Güç kuvvet sahibi, h aş­
m etli İslâm padişahı olan su lta n la ra gerek olan ve
yakışan budur ki ilkin A llahın buyruğu ile ve yüce
şeriatlerinin hüküm leriyle, ondan sonra m eşâyih
u lu ların ın sözleriyle102 ve bilginlerin en bilgili ve
erdem li olanlarının deyişleriyle öğütler vereler ve
kendileri ta ra fın d a n dikilen hâkim lerden haksızlık
ve zulüm görülür de hab er alırlarsa engel olup b u n ­
ları önleyeler.

Deme zulm ide zalim erm eye helek


D u ru r k ü fr ile durm az zulm ile m elek103

Siz büyük fetih ler yapm ış kim selersiniz —Allah on­


lard an razı olsun— ve eskiden beri bilginlerinizin
ve iyilerinizin d u aları kabul olan insanlarsınız. Kö­
tü le rin bozgunculuklarını düzeltegelmişsiniz. Hem
de islâm ların ülkesinde (12b) yeryüzünün bölün­
m esinde104 bir çöp sam an a k a n a a t eden, şükreden
ve razı olan E büdderdâ’n ın taşıdığı niteliği taşıyan,
k ırlard a ve sık ağaçlıklarda h asırlard a o tu ra n ga­
zilersiniz. O zam andan beri Peygam berlerin söyle­
diklerine ve işlediklerine inanırsınız. O ta ra fla rd a
din ve dünyayı k o ru m ak ta yardım cılarım ve dost­
larım olanlardan sordum . Özellikle Cerbe ehalisi
hiç bir zam an bizimle savaşm am ıştı. Hep savaş di­
liyle gönül alıcı yazılar105 ve bîatn am eler106 varıp
gelm ekte idi.

29
İmdi, ey T an rı H azretlerinin y aratık ları, o u lu
kişiler sizin din düşm anlarıyla birleştiğinizi bildi­
rince askerim in size sataşm aları varsa, ne olduğu­
n u bildirirseniz h ak ınd an gelmez m iydim ? Hele
ben âh ıre tte T an rın ın tap u su n d a, b an a soru sorul­
duğu vakit pek korkarım ve hem A llaha öyle de­
rim ki:

— H ilatlar verdim , n asih atler kıldım, am a on­


lar b u n la ra uyup ban a güvenm ediler. Hem T an rı
H azretlerinin gayreti107 ve H udâ d in in in ululuğu
nereye gitti? deye tü rlü gönül alıcı ve iç açıcı söz­
ler söylendi. Sonra bu yolda elçilik etm eye elve­
rişli (13a), söyledikleri ve y ap tık ları m akbul, h atırı
sayılır b ir kimse bulunsun, hem onların hallerini
bilir ve dillerini anlar, iki yüzlü olm ayıp bu ta ra fı
tu ta n ve koruyan; em eğini esirgemeyen, çalışır, bu
işin sonuçlanm asını a ra ş tırır bir kimse gönderil­
sin, deye ferm an olundu. Vezirlerin en ulusu olan
paşa h azretleri108 Cezayir Beylerbeyi Piyale Paşa
ile danışık kıldı. P adişahın ve şah larşah ın ın buy­
ru ğ u üzerine ‘kim lere d u ru m u soralım ve kim leri
gönderelim ki bu işe y a ra r ve bize bağlı olsun’ de­
diklerinde nice kim selerin adı ortaya sü rü lü p araş­
tırıldı. İşbu hassa reislerinden109 büyük kalyon kap­
ta n lığ ı110 hizm etini gören S ait k u lların ın o diyarın
ad am ların d an ve o renkleri ve ru h la rı d urm adan
değişen K ıbtîlerin hem şehrisi olduğu bildirilince
onun gönderilm esine k a ra r verdiler. Adı geçen reisi
getirip kendisine tü rlü iyilikler yapılacağına söz
verildi. Yirmi beş y a ra r em irler için b uyruklar y a­
zılıp h ilatler teslim olundu.

30
M übarek dem de ve k u tlu kadem de111

T u rg u t P aşa’d an gelen o u ğ u rlu gem inin içine


koyulup taşıyabileceği k ad ar y a ra r savaşçılar yük­
letilerek kudretlü p ad işah ın h ay ır du alarıy la sa-
lındılardı. Eyyam gözleyerek ve fırsa t özleyerek
g ittiler. A llahın verdiği b aşarı yardım cı olup hayırlı
esen yeller de uygun gelerek T arabulus Şehri kıyı­
sına yakın Tecû re adlı kasaba y alıların a yapıştı­
lar. Güzel bir yolda geçilip k aray a çıkıldı. Ne olup
b ittiğini sorduklarında d ü şm an donanm ası gem i­
lerinin R e’sü’l M elîh sığlarında olduğu bilindi. Ama
T u rg u t P aşa H azretleri o sırad a Cerbe Adası’n d a
bulunuyordu. K âfir askerleri denizden ve coşkun
islâm ordularıyla adı geçen paşa da k a ra d a n o şeh-
r e, dem ek istiyorum ki T arabulus K arası üzerine
gelmeye dürüşüldü. A’râb askerinin çokluğundan
ve kalabalığından duy u lan kaygılarla adı geçen p a ­
şa h azretleri pek çok üzülüp te şaşkınlık denizine
dalm ışken

G elirdi ih tiy a tta n canı h alka


M udârâ eyler idi gerçi h alk a112

G erçi o ada iskelesinde, y an i Cin Boğazı de­


dikleri yeri geçip (14a) Büyük K ıyı’d a o tu ru n ca
nedip neyleyeceğini bilmedi. H ayretle donup

D üştüm m uhit-i gussaya sandım ben an ı sığ


K ap tı beni niheng-i bela n ag eh an d rîğ 113

deye d u ru m u n u d ü şü n ü rk en ansızın b u n la rın gelip

31
erdiklerini, saad etlü padişah h azretleri ta ra fın d a n
o em irlere h ila tle r ve herbirlerine iltifatn am eler ye
yüce buyruklar getirdiklerini işitti. D evletlü p ad i­
şah ın dileklerinin ilkin A’râ b ’ın yüzlerine gülm e­
n in yeğrek idüğünü anladı. Gerçi

M üdârâ eylediğin edemez leşker114

dedi. K endi de hâzinesinden bin yüz sikke flori a l­


tın ın ı, padişahın gösterdiği h ilate layık olm ayan­
la ra değerlerine göre bölüştürdü. O nları çevrelerin­
de küçük d ü şürm ekten kaçınılsın ve b iatlerin i ye­
nileyip115 bolayki top luluklarını dağıtasın, ben de
varabileydim , deye hab erler gönderm işler imiş.

A rap a ç tır değil kasdı em aret


M uradı sîm ü zerdir, nehb ü g a re t116

H aberi getirenler, getirdikleri haberlerle,


A’râ b ’ın ileri gelenlerini yüzlerine gülerek tü rlü
yollardan toplam aya çalıştı. O nları çağ ırtıp h ila t­
ler giydirdi, arm a ğ an lar verdi, böylece bozguncu­
lukları önledi. Devletlü, saad etlü p ad işah ın öğüt­
leri ve yüce dilekleri ve ne istediği ileri gelenlerce
bilindi. B unun üzerine gün-görm ü ş yaşlılar ve k i­
m i y a ra r em irler ağlaştılar.
‘G erçi Gazi Bey S u ltan Süleym an H azretleri
—T an rı onun yardım cılarını yüceltsin— de güzel
buyurm uşlar, ölmezi ölüm lüye ve dünyayı âhırete,
dem ek istiyorum ki, dini dünyaya değişm ek olmaz,
gelin bu kötü işten geçelim’ dediler. H erbiri ‘tevbe
ettim ve döndüm ' dediler.

32
K am usu özr ü istiğ fara d u rd u 117

O sırad a b u lu n an m u râ b ıtla r ve m eşâyihler,


bu h aller için pek inleyip ağ laştılar. ‘M adem ki yer­
y üzünün halifesi ve zam an ın padişahı, bu güçsüz,
kuvvetsiz d u acılarınd an , an lam ı açık ayetler ala­
rak, Peygam berin şeriatin e d ay an a n hadislerini
öne sürerek dostluk istem işler. B u n d an sonra p ad i­
şah ın bu kulları can la başla onun h er buy ru ğ u n u
kabul eyler; ona dostuz ve o n u n hav asın d a kulla­
rıyız. Bu zam ana gelinceye değin (15 a) saad etlü
p adişah h azretlerin in bu d iy arın yoksullarının du­
ru m ların ı sorup bildiklerini bilmezdik. Şimdi bu
yüce buy ru k ların k av ram ların ı ve d u ru m la rın ı öğ­
rendik.

H ükm üne râm olmazız biz değm e sultan -o ğ lu n u n


K uluyuz, kurbanıyız âlem de O sm an-oğlunun118

dediler ve b u n d an böyle T u rg u t P aşa H azretlerinin


de dostlarıyız, b u y ru ğ u n d an yüz döndürm eyiz ve
değm e haksızlıklarından da yüz döndürm eyiz’ de­
diler. K âfir askeri ta ra fın a da hab erler gönderdi­
le r:
— B undan son r a bizden yardım um m ayın, İs­
lâm lığım ıza o işler düşmez. Ö nceden de, birkaç ta ­
ne benzeri görülm eyen bilgisiz soysuzlar, kendile­
rini kötülüğe kılavuzlayan nefislerine uyup birbir-
lerini yoldan azdırm ışlar ve on lara bu suçları ve
yazıkları işletm işlerdi, dediler. İçleri ferahlayıp h e­
m encecik dağıldılar.
İm di, devletlü p ad işah ın k u tlu günlerinde ve

33
p arlak b ah tların d a, bu yüce ted b ir İslâm ordusu
için pek y ararlı oldu. A’râ b tayfası vuruşup kırış­
m ayı bırakıp döndüler. B unun üzerine doğru yol­
d an sapm ış olan kâfirlere çok u ta n ç düştü, yüz su­
ları döküldü119. O kış T arabulus Ş ehri’ne geldikle­
rinden ve tedbirlerinin bu biçime döndüğünden çok
canları sıkıldı. İster-istem ez gem ilerini Re’sü ’l-Me-
lîh sığlarından (15b) göçürüp Cerbe Adası önüne
g ittiklerini bildirm ek üzere S ait Reis kulları ve T a­
rabulus Ş ehri’n in kadısı ve adı geçen kalenin ko­
ru yucusu, b ü tü n ay rın tılarıy la a n la ta n m ek tu p lar
yazdılar ve bunları p ad işah a gönderm ek üzere
Uluç Ali adlı, o diyar reislerinden bir y a ra r reise
verdiler. Uluç Ali bu haberleri ilettiği gemi ile ilk­
yaza yakın zam anda ve um ulm adık b ir sırada o
fırtın alı engine salındı. Uygun rü zg ârın verdiği fır­
satla çıkıp geldi, bu sevinç veren haberleri getirdi.
A llahın bir lû tf u olan padişah h azretleri pek çok
kıvanç duydular ve ‘reis ağ ırlan sın ’ deye b uyurdu­
lar. Uluç Reis günde yüz akça ay lık bağlanarak,
zam anın p arm ak la göstereceği bir basam ağa çıka-
r ıldı.

E tti kendin çün feda d in yoluna


Geldi ettiği an ın da yoluna120
Füls-i ahm er değmez iken zâtını
Cevher-i m u h ad d ar e tti n am ın ı121
Buldu izzetler cenâb-ı şah tan
Ummaz idi olduğun d e rg â h ta n 122

T u rg u t P aşa H azretleri de T arabulus Şehri’ne

34
geldi. Olup bitenleri so ru ştu rd u ve ne söylenip ne
konuşulduğunu araştırd ı. K endisini beklem eden
gidenlere, dem ek istiyorum ki, Uluç Ali’n in o fo­
dulca gittiğine pek canı sıkıldı. (16a) H em en ken­
dileri ta ra fın d a n d a iki p arça y ü rü k gemi donan­
dı. A yrıntılı arzlarla te k ra r y a ra r haberciler salın­
dı. B unlar da gelip yetişip arzlar okunup ta d u ru m
bilinince, âlem in sığınağı olan p ad işah hazretleri:
— İyi durd u n u z ve iyi işler gördünüz; hazır­
lanm ak ise ancak bu k ad ar olur; hem en göçülsün,
deye uyulm ası gerek olan bir ferm an çıkardılar.

İKİNCİ MAKALE

Uğurlu ve m ü b a rek sefer-i h ü m â yu n a çıkıldı­


ğ ın ın uzun u zu n anlatılm ası.

İşbu uğ u rlu altm ış yedi recep ay ın ın sekizinci


perşem be gününde (4 n isan 1560)123 yetm iş dört
p arça ay-yenisine benzeyen gemi ile Cezayir Bey­
lerbeyi Piyale Paşa kulları, başbuğ buyurularak,
sefere çıktı. B ü tü n devletin u lu ları ve ileri gelen­
leri saadetlü padişah ın verdiği, an lam ı zafer olan
sancaklarını tü rlü u lu lu k lar ve depdebe ile gönde­
rip çıkardılar. Bu depdebeli alay ile götürdü, o y ü ­
rü k gem ilerine b ü tü n b u n ları tayfasıyla bindirdi.
O din gazilerinin ve gerçeğe in a n a n cılasın ların
pirlerinin piri, dem ek istiyorum ki Gazi H ay rettin
P aşa H azretleri —n u r içinde y atsın — n in m ezarı­
n ın olduğu B eşiktaş K asabası önünde iki gün k a­
lındı. Sefere çık an ların (16b) eksikleri orada ta-

35
m am lanıp gem ilere yüklenirken sipahi oğulların­
d an Sâra-yı Âmire Hocası Zekirey y izade deye bili­
n en işbu güçsüz k u lları d a dokuz yüz altm ış dör­
düncü b u rcu n d a124 E dirne’de idim. Âsaf’ı an d ıran
R üstem P aşa H azretlerinin eşiğine devam şerefi
ile ak ran ım arasın d a T ershane K itab eti125 verilerek
yüceltilm iştim . O ocakta, bir b u cak ta hizm ette iken
yine, o şanı-yüce varlığın güzel iltifa tla rı sonucu,
işbu yılda, donanm a-yı h ü m ây u n d a126 bu lu n an
kim selerin, T an rın ın lû tf u p ad işah hazretleri ta ra ­
fın d an bağlanan aylıklarını yerinde d ağ ıtm ak üze­
re, birlikte gitm ekliğim ferm an olundu. B unun
üzerine ‘A llaha tevekkül ettim ve T an rın ın elçisi
M uham m ed’in yolunu tu ttu m ’ deyip a y-yenisini
andıran, m u tlu lu k ta n k a n a t açm ış127 bir gemi içi­
ne girdim. Cezayir beylerbeyi Piyale P aşa ile —Al­
lah onun ne m u rad ı varsa versin— u ğ u rlu sefere
çıkıldığı gün ben de birlikte sefere çıktım . O Piyale
Paşa, dağ tepesi gibi bir yüce arslan d ır ve savaş de­
nizinin tim sahıdır. ‘H am dolsun Allaha, bizi h id a­
yetle buna k av u ştu rd u , eğer Allah hidayet etm e­
seydi kendiliğim izden b u n u n yolunu bulm uş ol­
m azdık’ ayetindeki128 k av ram ın koruyucusudur.
Ve ‘in n â feta h n â..’ sû resin in 129 taşıdığı anlam ları
yerine getirm eye dürüşendir. Ben işte bu Piyale
Pa ş a ’nın h er gün gölge gibi yan ların d a, h er gece
düşe ( 17a) kalka a rk aların d a birlikte bulundum .
Ama ne, ne k ad ar yol alındığından, ne de, nerelere
varıldığından haberim yoktu. Bu işlerin sonu ne-
reye varır düşüncesiyle göz y u m m u ştu m 130. Ve bu
konusu deniz olan ib ret dolu deniz yolculuğunun
sonu n e olacak, deye d erin d erin dalm ıştım . Birden,

36
yüce T an rı arm ağ an ın ın m u ştu cu su ve ululuk fer­
m a n ın ın uyarıcısı, dem ek istiyorum ki ‘ben işimi
A llaha bırakıyorum , çü n k ü Allah ku lların ı en iyi
görendir’ ay etin in 131 taşıdığı an lam lar gönlüm e
d ü ştü ; kaygıları bir y an a koydum ; kendim i kadere
b ıraktım . G özüm ü açıp kendim i bir özge âlem de
buldum . Savaş ara y a n b ah ad ırların geçidi ve tim ­
sahça cılasınların durağı olan Gelibolu önünde
idim. Böyle böyle orad an da göçüldü. H erbiri yer­
y üzünün birer h arik ası olan Kilîd-i B ahrisefît ad ın ­
daki Boğazkesen h isarların ın , R um eli yönünde bu­
lu n a n uğurlu h isarın dışına geldik. Bu kaleler, İs­
lâm padişahının ülkelerini k o ru m ak ta olduğu gibi
A llaha o rtak koşanlar tak ım ı için de içyarasıdır.
Bu h isarın dışında bir H arem bahçe önüne vardığı­
m ızda büyücü güzellerin gönül u ğrusu zülüflerini
ve düzenbaz güzellerin kaşı kem erlerini an d ıra n
dem irleri attık , P usuda âsude y atark en ve ra h a t
âlem inde içimiz kaygısız d u ru rk en (17b)

Seyr kıl bahr-i felekte fülk-i m âh-ı ah teri


Key saadet bâdbânı, key n u h u set lengeri132

ansızın, akşam nam azı sıraların d a b ir aykırı rü z­


gâr, b ir kasırga çıktı. Felekler gibi otu rak lı h er ge­
miyi birer kelek gibi oynattı. Az kaldı ki k â in a t ki­
lisesinin heykellerinde olduğu gibi birer k ay an ın
ü stü n e koya; ya d a h ay ret denizinin kıyısında her-
birini olaylar ta ş ına çalıp varlıklarını yok eyleye.
T an rı H azretlerinin yardım ı y ar oldu, iş-bilir tec­
rübeli gem iciler ve cihanı dolaşm ış seyyahlar, he­
m en ayak üzere geldiler133, el ü şü rd ü ler134. Her yan-

37
d an çekip doğrultup gem ileri tehlike yerinden
uzaklaştırdılar. Bin dürüşm e ve didişm e ile k u rtu ­
luş kıyısına düşürdüler. G ün-görm üş u s lu la r bu
sert rü zg âra boyun eğmeyi akıllıca bu ld u lar ve rüz­
g â r altın a girip y attılar, yani Rum eli ta ra fın d a n
göçüp Anadolu y an ın a geçtiler. Ve h e r büyük ge­
mi, örüm cek ağı gibi, dört y an ın d an bağlandı ve
o şahin gagası çengellerle b ağ lan arak geceden tâ
ta n atıncaya değin, belki de bir iki gündüz ve gece
donanm a-yı h ü m â y u n a135 verilen, yıldızlar sayısın­
ca askerleri beklemek için (18a) o yerde o tu rak et-
meye k a ra r verdiler. Bu sırada, o u lu to p lu lu k ta n 136
azından, çoğundan h e r kim geldiyse gem ilere dağı-
t ılıp yükletildi. Aykırı rü zg âr azacık uygun esme­
ğe başladığından o gece göçüldü. Biraz yürüyüp
Bozcaada önüne gelindi. O rada bizi aykırı rüzgâr
karşılayınca adı geçen ad ay a sığındık. O gece, rü z­
gârı biraz u y u ttu k sanıp göçüldü. T ayfalar kimi
yelkene ve kimi yelkenle birlikte küreklere yapış­
tılar, gemileriyle biribiriyle koşup g ittiler. Tan va-
k ıtların d a karşıdan aykırı rüzgâr, uyanm ış gibi,
erişti. Gemiciler bu kez biraz karşılaşıp elleştiler137.
Y ani Midilli Adası’nda Sığrı denen lim an yakın ol­
d uğu n d an rüzgâra karşı çektirdiler138, adı geçen
lim anın kuy tu su n d a sinip y attılar. Bu karşı gelme­
den139 rüzgâr da huzursuz ve kararsız oldu. Bir nice
gece ve gündüz durm ayıp esip savurdu, kalktı, kop­
tu 140. Zühre yıldızı gibi kendi çaldı, kendi oynadı141.
İşin sonunda n eh rin ak ın tısın a karşı koyar kimse
bulm ayınca142 nice b ir yap yap aşağı koyduğu sıra­
d a 143, fırsat gözleyen zam ane gibi, gem iler de gece
yarısında, yârı ay ışığıyla (18b) lim anın b ir köşe-

38
sinden o yulganarak çıktılar. Çöp çald ırtm ay ıp 144
R u meli vilâyeti ta ra fın d a n K ızılhisar denen konak
yerinin k o ltu k ların a sığınm ağa can atıp giderken
deniz ortasında, kasırga yüzünden denizin birbiri­
ne çarp an ve ü st üste gelen d alg aları gem ilerimizi
güm letm eye başladı.

Bu devrin kim acep âyîni vardır


Bu m iskin ile benzer k ini v ard ır145

deyip lahavle çektim 146. Istiaze d u aları ve zikirleri


okudum 147. Gemiler, ay k ırı rü zg ârı kollayarak bir
sü re gittiler. Bir bakım a, rüzgâr, bu k ad ar kişiye
sözünü dinletip kendisine u ydurduğu için zevkler
etti. İşbu zevklere uydukları için o da kılavuzluk
edip gem ileri Sakız Şehri karşısında K oyun Adaları
deye bilinen ad a la ra ergürdü. B uralar, köşe köşe
lim an lar ve ta ra f ta ra f sığın ak yerlerdir ki, şu ge­
niş dü n y a m eydanı gibi, kaç bucak olduğu bilin­
mez ve göğün dolunayı h angi köşesinde dolunur,
hangisinde batıp kaybolur, bulunm az.
V aktâki alâm eti ulu lu k ve u n v an ı yüce olan
p aşa hazretleri o sayısız lim an ları (19a) gördü. Al­
la h ın iradesi gereği bu imiş, dedi. H em en ‘gem iler
yağlansın, durm asın, istedikleri yerlerde varıp yağ­
la sın lar’148 deyince suspus y a ta n ad am lar karınca
ve çekirge gibi karcaştı, ayağ üzre geldi149 El üşü­
r üp ilkyaz bahçesinin ağaçları gibi süslü gem ileri
çarçabuk güz yelinin sillesini yemiş ağaç gibi soy­
dular, çırılçıplak ettiler. Bir iki gece ve gündüz,
d ağ tepeleri ve gök kubbesi gibi olan h e r gemiyi

39
devirdiler. Nasıl m u tlu lu k b u lu tu n u n pam uğu Zü­
h al yıldızının bulunduğu göğün ta v a n ın d a n peyda
oluyorsa150 ve nasıl zam ane dediğimiz gelinin yü­
zü n ü n düzgünü zaçla ü stü b eçten 151 yapılıyorsa, bu
gem ilere de yüzü ak yağla düzgün v u ru ld u 152. Bü­
tü n k alafat işleri153 yerine getirildi. Demek istiyo­
ru m ki b ü tü n araç ve gereçleriyle gem iler eskisi gi­
bi donatılıp tam am landı. A skerler koyulup Sakız
Şehri lim anında toplanıldı. Alâm eti m u tlu lu k olan
p aşa hazretleri, gizli ve açık b ü tü n b u y ru k ları ye­
rin e getirildikten sonra göç buyurdu. Hemen, felek
gibi ağ ır dem irler koparıldı154. Sağnak sağ n ak esen
rü zg ârın çekişmesiyle çekişip155 y an i rü zg âra karşı
çektirerek156 o gün Sakız’ın Isuz B u rn u deye bili­
n en lim anına gelindi. Gece yarısı geçinceye değin
dinlenildi. Sekizinci (19b) sa a tte göçülüp K ızılhisar
ve K ara A dalar denilen yere varılm ak istenirken
rü zg âr bu kez de elvermedi. G em ileri aşağı düşü­
rü p kaldırm ayınca157 A ndre adındaki ü n lü b ir ad a­
ya d a varıldı. Öğleyin dem irler salındı158. M uhalif
rü zg ârın sığınağı olan köşelerinin159 bu yanında
yatıldı. S abaha yakın zam anda göçüldü. K ızılhisar
ve K ara A dalar ta ra fın a u ğ ram ak olam adı. Biber-
cik Lim anı dem ekle bilinen b ir lim ana gelindi. T an
ışıkları görününceye değin yatıldı. Ama kuşluk za­
m an ın d a göçülüp giderken T u rg u t P aşad an bir
tu ğ lu fu rk a ta geldi160. O g ü n yetişip bizimle buluş-
tu. Töresi yoldan azm a olan kâfirlerin donanm ası­
n ın Cerbe Adası yak ınında olduğu h aberini verdi.
Dinsiz düşm anın M ağrıp Eyaleti ehalisini k u şa t­
m adığı haberinin alın m asın d an da çok kıvanç du­
yuldu. Adı geçen paşan ın arzların ın içindeki h a ­

40
berler zaten yazılıp an la tıla ra k do stlara gönderil­
m işti.
İm di, ağır ve otu rak lı ve k a fta n la rı h aşm et
olan p aşa hazretleri K ilidü’l-bahr o lan161 Boğazke­
sen H isarları önünde N akkare B u rn u ’n d a o tu ru r­
ken (20a) m eğer T ershane-i Âmire K eth ü d ası162
Süheyl H idayet Sagir k u lları yirm i d ö rt p arça ay-
yenisini an d ıra n gem i ile Kolos ve Orios adlı iske­
lelerde peksim et alıp yükletm ek için gönderilm iş­
ti. Q nun işi asker yüklem ek değil, peksim et yükle­
m ekti.
İm di, o y araşır işlerin ted b irin i ala n ve ü stü n
düşüncelerin ne olduğunu gören adı geçen k e th ü ­
da, kendileriyle olan gem ilerini Işkâdoz denilen
adada yağladılar. Yetecekleyin peksim etlerden ve
başka y a t ve y arağ d a n adı geçen iskelelerden ve
Ağrıboz Şehri’nden alıp gelmek üzere idi. O sırad a
m u rad ın a erm iş paşa h azretleri K oyun Adaları’n a
gelindikte te k ra r N asuh Ağa adında, işgüzarlığıyla
ad kazanm ış, ita a tli bir kulu da a ltı p arça ay-ye-
nisini an d ıra n gemi ile Ağrıboz S ancak Beyini163
ve onun yıldızlar gibi görkem li askerlerini ve baş­
ka zafer-heybetli san cak ların 164 k u m lar sayısınca
olan askerlerinden hazır o lanlarını yükletm ek için
gönderildi. Gerçi bu, sözünde d u rm ay an rü zg âr da
onlara o denlü uygunluk gösterm edi. Hele ne çek-
tilerse çektiler, am a o güzel yere, Ağrıboz’a yetiş­
tiler. P aşa Adası deye bilinen (20a) bir ad ad a b u n ­
la r d a yağlam a işini yerine gereğince getirdiler. Bu
altı yönlü kubbede165 gecenin üçteb irin e dek o altı
p a rç a gem iyi de devirip yağladılar. İv ed i ile dona­
tılıp yükletilerek k eth ü d a beyle166 gönderilen ge­

41
m ilerle buluştular. M u radına erm iş paşa h azretle­
rin in hizm etine niyyetlenip yürüdüler.
Bu ta ra fta n da dağ gibi o tu rak lı paşa h azret­
leri hiç bir gece ve gündüz durm ayıp Benefşe adın­
d aki gökler gibi sarp bir h isarın y ak ın ına geldi, de­
m irler atıldı ve adı geçen gem ileri beklemek için
orada kalm aya niyyet etti. Uluç Ali adında ün lü
bir reis ki eskiden korsandı, ona ayaktaş, dengi ve
eşsiz ak ran ı K aya Çelebi’yi, ve iki p arça keşkül
biçimli gemiyi birlikte koştu. Venedik Ülkesi’ne
bağlı Çuka Adası denilen yerin altın ı ü stü n ü a ra ş­
tıra ra k , donanm â-yı h ü m ây u n a167 h ab er vermesi
için F rengistan D iyarı’n a ve k âfir m em leketlerine
gönderdi. F u rk a ta salarlarsa168 gözleyesin, deye
buyurdu. B unlar d a gün ortasında, herkesin gözü
önünde o hizm ete yönelip gittiler. P aşa hazretleri
(21a) kendileri de m u tlu lu k la o g ü n güneş b a ta r­
ken göçüp çin sabah a dek169 çektirdiler.170 O gün
vak ıtlard a n koca k u şlu k ta171 giderken ark a la rın ­
d an gök gürler gibi top sesleri duydular. Kömür-
dülerle denizin yüzü doldu ve herkes kaygıya dü­
şüp bu halin nidügü bilinm eden gidilm ek akla uy­
gu n değil, dediler. B ir zam an p aşa h azretleri çek-
tirm eyip172 leverim ile d u ru rk en 173 Kocaili sancak­
beyi174 Ali P ertek kulları çektirip geldi.175 P aşa h az­
retlerin e yanaşıp176 ‘elbette bu köm ürdü bilinm ek
için çevre yoklanm ak g erek tir’ deyince o g ü rü ltü ­
n ü n ne olduğunun anlaşılm ası için Ali P ertek Bey
ve M ahm ut Çavuş ad ın d a bir fenerli reis ve iki
yü rü k gemi de katıld ı, o köm ürdüyü görmeye gön­
derildiler.
Güzel h u y la rı olan paşa, hazretleri, gerçi lim an

42
bile değilse de M anya B u rn u deye bilinen, dağ te ­
peleri eteğinde, ‘ben an ca k Y arad an a tevekkül et­
tim ’ deye, gönderilen d ö rt p arça gemiyi beklemek
için bir köşede dem irler salıp y a ttıla r.177 Ama o
gem iler gece yarısına dek gezip dönüp gelip açık­
ta, ‘o köm ürdüden iz b u lam ad ık ve bilm edik’ deyip
y attılar. K açanki sab ah ışıkları o rtalığ ı aydınla­
tıp âlem i ışıttı, göçtüler; K eth ü d a Beyle178 gönde­
rilen gem iler de gelip b u rad a bulu ştu lar. H aber
verdiler ki Çuka Adası çevresini a raştırm ak için
gönderilen gem ilerden Uluç Ali adındaki ü n lü reis,
adı-kötü kâfirlerin bir büyük b arçasın a rastlam ış.
O na h av ad a r ve k afad a r koşulan gem iler o sırada
y anında olm ayıp adı geçen reis yalnız bulunuyor­
muş. D irek başına kendisi çıkıp kılık değiştirerek
çevreyi gözetleyip d u ru rk en adı-kötü düşm anın
gemisi Uluç Ali Reis’i göz yerinde gözleyip179 he­
m en ejderha soluklu ateş yağdıran b ir gülle gön­
dermiş. Gülle, bu, paşaya içten bağlı k u lların a öy­
le yakın geçmiş ki yelinden, tehlikeden k u rtu la n
o h ü n erli reisi bayıltıp aklını aldığı gibi başından
külahını da almış. Sersem lediğinden can korku­
su yla direği kucaklayıp düşe kalka inm iş. K endine
gelince düşm an, İkincisi yeğrek deyip yıldırım gi­
bi bir gülle d ah a gönderm iş, (22a), gem inin direk­
lerinden bir parçayı ayırıp uçurm uş. D üm encinin
yanından, reislik yerinden geçip kendisine zarar
ergürm eyince A llaha çok çok, sayısız şü k ü rler e t­
miş. Uluç Ali de, deniz tim sah ın ı a n d ıra n kad ırg a­
sını çevirip döndürm üş. K ürek çeken k âfirleri de180
soyup çıplak etm iş, hem de kem er yerine kılıçlarım
ve kürdelerini çekip çıkarm ışlar. Toplarını atıp bar-

43
ça kâfirlerine b a şta n k ıçtan bir nice top koyup181
k arşılıklı otuzdan a rtu k g ülleler atışm ışlar. Böy-
lece sarp bir savaş yapılırken bu y an d an da o üç
p arça gem iler de, bunu, adı geçen ad an ın kalesi
önünde y atark en h ab er alm ışlar. B u n ların gemile­
rin i çektirip182 üzerlerine vardıklarını barça k âfir­
leri görünce hem en an b ara dökülüp m ayna alm ış­
lar. Bu halde ard la rın d an N asuh Ağa’n ın birkaç
p arça gem ileri de yetişip barçayı b atırm a k ta n ko­
ru y u p yedeğe alm ışlar.
Bu savaşta elli beş nefer k âfir ve k ırk üç parça
ateş-yağdıran ve yıldırım lar indiren top alındı.
B unlardan üç tan esin in tu n ç olduğu görüldü. G ü­
zel huylu paşa M anya B u rn u y ak ın ın d an giderken
bu sevinçli haber yetişti, derhal leverim edip183
(22b) durdu. İşbu feth i u ğ u r saydı. Yüzbinlerce şü­
k ü rle r kılındı. O adı geçen reis te gelip p aşan ın
elini öpmek şerefine erdi ve kıvanç duydu. Barçayı
İsta n b u l’a —Allah bu şehri b ü tü n b elâlard an ko­
ru su n — götürm ek için h er gem iden birer ikişer
kişi ayırıp gönderdiler.
İm di, bu T an rın ın y ardım ından d uyulan kı­
vanç ve T an rın ın d ah a başta kılavuzluk etm esin­
den doğan sevinç ile y ü rü n ü p iç-açan M oton kalesi
önüne varılm aya k a ra r verildi. İşbu m avi ve bû-
kalem un renkli göğün a ltın d a 184 ve K oron Kalesi
Körfezi yakınında, İslâm ordu su n u n kılavuzuna
yol gösteren ve Allahı bir bilenlerin cılasın ların a
yardım cı olan; kâfirleri ve T an rıy a o rta k koşan-
la rı öldüren, dem ek istiyorum ki, M idilli Sancak­
beyi185 Sipah M uslihüddin, üç p arça ay-yenisini a n ­
d ıran gemi ile gelip buluştu. İki y an d an selâm ve

44
h ab er topları atıldı. R enk ren k san cak lar dikildi,
M uham m ed töresi186n in nevbeti döğülüp187 gülban-
ki çekildi.188 T ürlü tü rlü sevinçler ve şadlıklarla
gelinip M oton K alesi önünde dem irler atıldı. İki
gün o tu ru lu p bu dün y a o rm anında K urt-zade deye
bilinen Rodos Sancakbeyi189 Seyyid A hm et Bey de
üç p arça ay-yenisi gem i ile (23a) geldi. B uluşm a
sırasında A llahu E kber190 ve L â İlahe İllallah 191
sesleri, yıldırım etkisinde olan to p ların yankısının
a rd ın d a n işbu arslan a benzeyen gazileri coşturdu.

Mesnevi
Zevk u şevki h aletin d en bu dem in
Sığm ayup can ı ten in e âd em in 192

ü st ü ste gülbankler çekildi.193 H er y ü rü k gemide


nice yerlerde ren k ren k san cak lar dikildi ve p ad i­
şah ın şevket nevbeti194 ve şah larşah ın ın h aşm et
köslerinin depdebesi y er yer döğüldü.

Beyt
Çalındı her y an ad an kûs-i h usrevânîler
B elinledi y atağ ın d an sip ih rin arslan ı195

İm di bu Husrevce k errü ferin inleyip y ankılan­


m asının verdiği coşk u n lu k tan o kaleler ve yerler
ehalisinin ve o diyar reâyâsın ın ve halk ın ın içleri
dışları zevk ve şevk doldu. D ünyayı görüp ta n ı­
y an p ad işah ın m utluluğu duası edilirken m u rad a
erm iş olan p aşa hazretleri K u rtzad e’yi y ak ın ların ­
d a o la n A navarin L im anı’n a dek gönderdi. Bekle­
mesi gereken yerde kondurdu. M urada erm iş ve

45
dileklerinin hepsi yerin e gelmiş olan p aşa hazretle­
ri de donanm â-yı h ü m ây u n gem ilerine196 girm ele­
ri buyurulm uş olan savaşçı ve düşm an avcısı olan
cılasınların ın ün a lm ış o lanlarını ve o gökler denlü
sarp h isar yakınında bu zam ane dek toplanm ış
bulu n an , Ü lker yıldızını an d ıra n askerlerin bü­
yüklerini ve küçüklerini, dem ek istiyorum ki, bey­
lerden ve sipahilerden o sırad a yetişenleri aldı.
B u n lar gem ilere dağıtıldı ve yükletildi. M übarek
şaban ayının beşinci g ü n ü perşem be gecesi (1 m a­
yıs 1560) engine, kinli düşm an niyyetine

M atlâ197
Saldım engine gönül zevrakınm ı şah on ara
D ostlar nolsa gerek edelim, Allah o n ara198

salıp gittiler. O diyarlard a k alan b ü tü n küçük, bü­


yük, adsız, ya da adı-belli herkes Ulu T an rı yönüne
el kaldırıp199

M atlâ
Rûz ü şeb H ıdr Nebi kafilesâlârın ola
G ayb E renler bile, y an ın ca nigehdârın ola200
Y arıcın avn -i H udâ, fe h t ü zafer y ârın ola
Y ü rü h ân ım y ü rü ısm arladık A llaha seni201

deyip döndüler.
Ama gem iler kıyıdan çekilip deniz ü stü n d e yü­
zerek güle oynaya giderken bir-iki günden sonra
kıyısı olm ayan enginin verdiği sık ın tıların acısı ve
a çıkdeniz dalg aların ın birbirine çarp arak kurduğu

46
tuzaklar, bir-iki gün, gece-gündüz d u rm ad an epice
acı çektirdi. Deniz sarp sa lın tılar etti, d urdu.202
D eniz-tutm adık (24a) az ad am kaldı ki akılları baş­
ların d a ola.203 Ulu T an rın ın yardım ı olduğundan
b ir gece kıyılar seçildi. Eski âd etleri ve gelenekleri
üzere K apudan P aşa H azretleri alçak ta n fener gös­
te rip 204 suya işaret etti.205 B ü tü n gün-görm üş reis­
ler ve cihanı dolaşm ış yoldaşlar bu iym adan bildi­
ler ki kıyı göründü. Adı geçenler de h a rtıla rın a
bakıp M alta Adası’n a gelindiği bilindi. Y elkenler
aşağı konulup206 gem ileri yığdılar.207 Geceyle kıyı­
ya inm ekten sakınılarak 208 sabahı beklediler. Ka-
çanki sabahın ışıkları göründü. K üçük M alta’n ın
bir y an ın a rüzgâr k u y tu su n a varılıp bir-iki sa a t
y atm ak akla uygun görüldü. O an d a din gazileri ve
savaşçı askerler hem en-dışarı çıkıp adı geçen a d a ­
rım koyunlarını ve kuzularını ve ağ ılların d a bu lu ­
n a n ağ ın la n n ı ve yem yiyen öküzlerini ve sığart-
m açlarını, kalelerinden ve köylerinden dışarıda b u ­
lu n a n değirm enlerini ve çiftçilerini ve m an d rala-
rın d a buldukları kelle kelle peynirlerini ve çoban­
larını (24b) hep yağm a ve ta la n ettiler. Ve o sü rü ­
n ü n başları dedikleri hınzır h an la rın ı k ap atıp ve
g ö tü rü terekelerini h arm a n ların d a bulup y ak arak
uğursuz kâfirleri yoksul ve yokluk içinde b ırak tı­
lar. Ve atla rı gem ilere koyuldu. L ânetlem e ve kö­
tü lü k te n ayrılm ayan ta y fa d a b u n a yanıp yakıl­
dılar. Bu düşm an avcısı yer-götürm ez asker an sı­
zın bu illeri yakıp yıktı, yağm aladı. K âfirler ‘h ay
diyavolu tu rk o k ’209 diyerek döğündüler d urdular.
Alâm eti zafer olan bu yağm ada y a ra r diller alındı.
O nlardan ‘töresi yoldan azm a olan k âfirlerin u ğ u r­

47
suz donanm ası da T arab u lu s Kalesi’n i kuşatm ayıp
şu an d a Cerbe Adası önünde, sığlarda k ırk dokuz
p arça kadırgaları ve otuz altı p arça b arça ve ka-
ravela adlı gem ileri ile yatm ak tad ır. Bu yıl do n an ­
m a kaygısı değildir,210 T ürklerin donanm ası yok­
tu r ki âlem in sığınağı olan ve fesatçıların —Allah
on la rı sağış gününe değin yerden yere çalsın—
ağızlarında ‘G ran T ü rk ’211 deye an ılan saad etlü p a­
d işah hazretleri, b ah tları genç şehzadeleriyle kav­
g adadırlar; o ib ret alınacak hikâyeyi bitirm ekle
u ğraşm aktadırlar, deye söylenir. T ü rk ler h e r yön­
den b üsbütün gafillerdir’ dedikleri h ab er alındı.
Huyu-güzel ve m utlu lu ğ a kavuşm uş p aşa h azre t­
leri (25a) beylerle danışık etti. ‘T u rg u t P aşad an ge­
len fu rk ata y ı geri kendilerine gönderelim , savaş
yeri Cerbe’ye gelsinler’ deye buyuruldu. F erm am
yerine getirecek beyler de bu buyruğu ak la uygun
gördüler. Bu düşünce hepsince kabul edilerek ge­
m ilerine dağıldılar. G erçekten de T u rg u t P aşa
H azretlerini bu yolda u y ard ılar. K endileri de adı
geçen K üçük M alta Adası’na, nasıl se rt rü zg ârla­
rın fırtın ala rı içinde gelindiyse, bir gü n , b ir gece­
de öyle yürüdüler. Bodiçe ad ın d a ü n lü b ir ziyaret
yeri olan yıkık b ir adaya gelinerek ikindiden son-
ra konuldu. Çin sab ah a değin lim anın k u y tu su n ­
da yatılıp biraz eğlenildi. S abahın ışıkları g ö rü n ü n ­
ce rüzgâr hafiflediği için göçüldü. İkindi oluncaya
değin gidildi. Ansızın k asırg a gibi büyük b ir rü z­
g âr çıktı. R üzgâr sağ n ak ları kasırgalar gibi oldu,
yelkenleri direkler o rtasın d an d ah a aşağ ıd an k u l­
landırdı;212 Bin güçlükle ak şam n am azı üstleri
K arg an a Sığları deye bilinen kıyıya gelinip dem ir­

48
ler kondu. G ün ağarıncaya (25b) değin y atılıp te k ­
ra r haberler alındı. Adı-kötü k âfirlerin donanm ası
buradadır, epice gafillerdir, denilip o g ü n ta m k o ­
ca kuşluk vaktinde göçüldü. A laylar ısm arlan ıp 213
beylere sağ ve sol bildirildi.214 İki k an ad ı gözleyip
y ü rü d ü ler ve tü rlü tü rlü savaş y a t ve yarağı, araç
ve gereçi ile, zaferle b ir an lam a gelen askerler do­
n atılıp düzüldü. B ü tü n herkes, adı-belli kişiler de,
h alk ta, bu alay ların düzenleneceği yeri, beklen­
m edik bir bayram ve değeri ölçülem eyen b ir K a­
d ir Gecesi215 bildiler. K üçükler de, büyükler de ke­
sin bildiler ki bu günlerde b ir savaş olacaktır. Va-
siyyetnam eler, am el defterleri gibi eksiksiz yazıl­
dı.216 D in ad am ların ın gülbanki217 Allahı bir bilen
İslâm askerlerini öylesine co şturdu ki coşkun de­
niz su stu da b a şta n ayağa k u lak kesildi.

Gûş-ı hûş-ı câna erdi bu n id a218


B ahr-i vahd ette çü oldun âşna
Hidm et-i m erd-i H udâyı pîşe kıl
Y ah u t eyle fi sebili’l-lâh gazâ219

İşte bu yolda o g ü n y atsu n am azın a dek y ü rü ­


yüp h a rtı hesabın ca220 Cerbe Adası’n a on iki mil
denlü k ala (26a) yerlerde dem irler atıldı. Bu y an ­
dan, alâm etleri ululuk olan, ağır, o tu rak lı paşa
hazretleri de, padişahlık yolyordam ının d ü şü n d ü r­
d ü ğ ü n ü yerine getirm ek ve p ad işah lar padişahın ın
s a lta n a tın ın ırzını korum ak221 tedbirini alm ak ge­
reğini duydu. Y oldan azmış, yere-batası kâfirlerin
uğursuzluk saçan donanm asını so ru ştu rm ak ve işi
a raştırm ak için gizlice b ir fu rk a ta saldı.222 M elun-

49
la r tak ım ın ın ve kâfirlik te direnenler bölüğünün
bozgun gem ileri gerçekten buradadır, deye hab er­
ler alındı. B unun üzerine A llaha in a n a n askerler
ve Allahı bir bilen cılasınlar uyarıldı.223 P aşa haz­
retleri, padişah ta ra fın d a n tü rlü tü rlü lû tu fla r ve
vaidler ve yüce, Ulu H ak T aâlâ H azretleri ta ra fın ­
d a n çeşit çeşit hiday etler olunduğunu a rze tti224 ve
askere öğütler verdi. T esadüf o geceye de B erat
Gecesi225 rastladı. A lâm etleri m u tlu lu k olan gem i­
lerde o geceyi çin sab ah a dek ihya ettiler.226 Bize
verdiği nim etler için A llaha H am dolsun, Peygam be­
rin in üzerine salât ve selâm olsun ki227 am el d efter­
lerim izin228 başın da ibadetlerin en yücesi olan d u ­
a la r ve işlediklerim izin to m arı da h ay ır ve h ase­
n a tın en ü s tü n ü oldu, deye te sbih, tehlil ve zikir­
lerle meşgul olup229 d u ru rk en m eğer M alta Ada-
sı’n d a n adı-belli m elun k âfirlerin (26b) d o n an m a­
sına o gün ikindi vakti b ir fu rk a ta gelip h ab er ve­
rir :
— T ürklerin gem ileri gelip erdi, kaleyi bıra­
kın, yoksa bu işe y aram ay an kafalarınızı keserler,
y a h u t hepinizi hor ve h ak ir tu tsa k ederler, deyin­
ce bu dinsizler tak ım ı da hem en b arçaların ı ve ka-
ravela dedikleri gem ilerini kaldırırlar. K ıyıdan
epice mesafede, denize kaçıp kalkm ağa elverişli ye­
re dek, dem ek istiyorum ki rüzgârın çektiği230 yere
değin denize çıkarlar. K ad ırg aların ı da kaldırıp
yedi-sekiz mil k a d a r denize açılıp y atarlar. Sabah
oldukta m em leketin çevresini gözlemek için cun-
da la rın ucuna, dem ek istiyorum ki serenlerinin
ince y a n ına ad am lar sarıp d ah a yukarı k ald ırır­
la r;231 insafsızların terazi kefesi gibi o adam ı h a ­

50
vaya ağdırıp o çubuk doğruluncaya değin çeker­
ler, ve etra fı gözletirler. Böylece donanm â-yı h ü ­
m âyun gem ilerinden h ab er alırlarsa ve iz b u lu rlar­
sa hazırlıklı olalar deye. K açanki ta n atar, e tra f
ağarır, donanm â-yı h ü m ây u n gem ilerinin doğru
yolu gösteren direkleri orm an gibi m eydana çıktı.
A llaha ortak koşanlar takım ı —Allah onları sağış
gününe değin yere çalsın— (27a) şaştılar; ayakları
titrey ip kötü işlerini nice zam an fiile getirem eyip
düştüler. Bin zorla yarı-can232 sürçe düşe güçle yel­
kenlerini açıp kaçtılar. Donanm â-yı h ü m ây u n as­
keri de bu şey tan lar ordusunu fery at edip kaçar
görünce, herbiri bir kağan arslan ve yırtıcı aslan
gibi du rd u k ları yerde köm ürdendiler. A llahın k u d ­
retin e bak ki sabah nam azı üzerinde te h iy y atta
iken233 her İslâm gem isinden te n te le r fora oldu,234
dem ek istiyorum ki örtüleri açıldı, h er ta ra f m ey­
d an a çıktı. A llaha o rtak koşanlar donanm asının
kaçtığı apaçık görüldüyse de selâm vererek235
h am d ü şükür işini yerine getirdiler.236 M uham m ed
dini nevbetinin gülbanki237 ve Ahmed ibad etin in 238
m u ştu davulları döğüldü. Ve çekilip çabucak bir
n ice gem ilerimiz dem irlerini alm aya bile vak it bul­
m adan koparıp b ırak tılar. M elâikelerin k an atları
gibi yelkenleri açıp ark aların a düştüler. S aat saat
yol alarak yetiştiler. M elunlar tak ım ı da o halleri
görüp gem ileri ikiye bölündü. B ir bölüğü deniz ta ­
ra fın a k açtı ve bir bölüğü kale ta ra fın a dönmeyi,
pis canlarını k u rta rm a k için yeğ gördüler. (27b)
G elirken yine donanm â-yı h ü m ây u n gem ileri de
bölündü. A rslanları düşüren ve ejderleri avlayan
p aşa hazretleri denize k aça n ların ard la rın a düşüp

51
kovaladı. K ara M ustafa Bey ve Ali P ertek Bey, ka­
le ta ra fın a dönenlerin önlerini aldı. B irer birer,
dam gaları u ta n ç olan k âfirlerin gem ilerini avladı
ve niceleri kaçarken sığlarda o tu ru p kaldı. Çaresiz
düşenleri, yağm alayıp nim etlenip doyum lardan
y ararlan ırk en bu fakirlerin in kaderinde de A nton
D orya gem ilerinden Alekdo diye bilinen y ü rü k ge­
miye yetişip çatıp alm ak varm ış. T an rın ın yüce
arm a ğ an ın a H am dolsun. Bu gemiyi de kolayca ele
geçirdiğim i Âsaf’a benzeyen p aşa hazretleri duy­
dukları zam an hoşuna gidip beğenmiş.
Ve bu hengâm ede feleğe kelek dem eyen239 ge­
m ileri ele geçirildi. H alkının niceleri, töreleri fetih
olan gaziler lokm ası oldular. Nicleri de ib ret dolu
denizde boğuldular. Ama çoğu hor ve h ak ir tu t­
saklık zincirine bağlandılar. Ve bir niceleri de ağır­
lıklarını denize döküp h a ttâ varillerini (28a) ve
küreklerini bile denize döktüler. Sürçe düşe güçle
kendilerini kalenin to p u altın a iletip240 sığınabildi-
lerdi. Deniz ta ra fın d a, n işan ı m u tlu lu k ve k afta n ı
ulu lu k olan paşa hazretleri, kendileri de kâfirler
tak ım ın ın bir y a ra r k ad ırg asın a yetip çatarak ,
düşm an avcısı, k a n saçan kılıcı ile o bozguna u ğ ra­
mış gem ilerini ü st ü ste yığdı. Cılasın lık kılıcının
a rtığ ı olan kâfirlerin i tu tsa k eyledi, zincire vurdu.
S ancak beylerinden241 K arasi Sancak beyi G azan­
fer Bey, Süheyl Bey, G alata Azepleri242 k ethüdası
ve k ap u d an kâtibi, p aşan ın N asuh Ağa’sı ve öteki
hünerli reislerin geri k alan ları birer birer düşm an
k ad ırg aların a yetip çatıp aldılar ve b arça lar ile iki
g ün iki gece toplaşıp acayip ve garayip savaşlar
oldu.

52
Mesnevi

Nice top, ejderhâ-yı deh re benzer


D uhân ı âteş-engîz ebre benzer243

Y ardım cı T an rın ın kılavuzluğuyle sah ip -k ran 244


cihan padişahının sa lta n a tı zam anında bu açık fe­
tih kolayca oldu. (28b). İstem eden veren Ulu T an ­
rın ın yardım ıyla, islâm ların eli a ltın d a olan kırk
yedi p arça ay-yenisi gem isini an d ıra n gem ileri v ar­
d ı. B unlardan iki tanesi üç fenerli idi.245 Biri la n e t­
leme Andri D ori’n in kendi bindiği olup şim di oğlu
binm ektedir. B üyük k ap ta n la rı odur. Ve Cicilye
K apudanı d a onunla kaleden y an a dönüp birer fur-
k a ta içine düşerek kaleye girm eğe can a tu p pis
can ların ı k u rtarm ışlar. Ö teki don atım ları ve as­
kerlerinin y ararlarıy la gem ileri ele geçirildi. Ve bir
üç fenerli246 de Anabolu K ap u d an ı olup iki y arar
oğluyla kendisi deniz y an ın d a tu tu ld u ve beş b ar-
çası da birer fenerli247 olup so ltat b aşları ve kapu-
danlarıyla alındı. Ve on iki p arça k ad ırg a ve baş-
ta rd a idi ve yirm i a ltı barça ve karavela denilen
kaçak büyük zahire gem ileri yakalandı. Ama bir
niceleri ateş-yağdıran to p ta n d u rarak 248 sulanıp
b attı. Ve bir niceleri de bozulup savaş sırasında ek­
sik olan kadırga gem ilerinin d o n atım ın a h arcandı.
Ve b ir niceleri de sığlarda ve kıyılarda o tu ru p
(29a) sulandı. F ren g istan Ülkesi’ne yas nişanı ol­
sun deye249 kaldırm ağa bakılm adı.250 Sinorelerine
sın ırların ı bildirm ek için n işan alıkonulup251 Ham-
dederek, Şükrederek büyük fe th in tarih in d e ‘Alla­
h a çok çok H am dolsun’ ayeti252 okundu. Allahın

53
ta p u su n d a tü rlü tü rlü sevinçler, k ıvançlar içinde
Ş ükür secdesine varıldı.253

ÜÇÜNCÜ MAKALE

Kale savaşının ahvali ve yer yer yapılan sa-


vaşların hikâyesi ve bu n u n nice m eclis olduğunun
ayrıntılarıyla anlatılm ası.
Birinci Meclis.—254 D am gaları uğursuzluk ve
kolukanadı kırılm ış gem ileri yüzünden d arm ad a­
ğınık olan kâfirlerin alındığını bildirm ekte ve Cer-
be Kalesi Adası içinde korunm ak için kalan, bu,
işleri güçleri kötülük olan düşm anla yapılan vu-
r uş-kırış d u ru m ların ı an latm ak tad ır.
O, zam anın yadigârı olan255 h isar önüne götü­
rü donanm â-yı h ü m ây u n gemileriyle gelindi. Dört-
beş m il k adar uzaklıkta olan yerlerde sığlarda ge­
m iler oturup kaldı. B undan sonra gem ileri kaldı­
rıp256 bir arşın d ah a ileri iletm eye m ecal yoktu. Ne
hizm et eyledilerse257 to rlak ların keşkülü gibi258 ve
abdalım sarı kaşık m akulesi259 san d allarla ilerile-
diler. O na göre kıyas olunsun ki bu gaziler (29b)
ne him m etler, ne gay retler eylem işlerdir. Ulu ve
yüce H ak T aâlâ H azretleri, âlem in sığın ağı olan
padişah hazretlerinin yüce him m etleri ve h ay ır
d u aları berekâtiyle islâm askerine bir nice yönden
sonsuz him m et inayet e t t i . K üçükler ve büyükler
H am dederek, Şükrederek, b u n a rıza gösterip sec­
deye vardılar.260 Bu yolla dileklerinin yerine gel­
m esi için yalvarıp yakardılar. Bu doğru yolların,
sa lt T anrının elçisi h azretlerin in —üzerine selâm

54
o lsun— dinine yardım olduğunu anlayıp y ürek gü­
cü buldular. N etekim kâfirlerin vaktiyle hazırla­
dıkları sur, ancak, kalede korum ak için kalacak
o lanlara yetecek denlü idi. Oysa şimdi, işbu gem i­
ler sıngınından çıkıp gelen askerlerle dolup ta ş ­
m ıştı. Ö lülerini ve leşlerini dökecek ve koyacak yer­
ler bulam ayıp birbirlerinden bezmişler, üste çıkan
a ltta k alan ı döğüp kovmuş, ara la rın d a iyisi, kö tü ­
sü kavgası çıkm ıştı. Çoğu zam an bu yolda kavga
ederlerm iş. Gecede ve gündüzde içeriden kaçıp ge­
len kâfirlerden h ab er a lın m ak tan geri kalınm ayıp
aldıkları uygunsuz tedbirleri de h er a n duyulm ak­
ta idi. H isarın ise iki sarnıç ta tlı suyu (30a) vardı.
O ndan başka kaleyi korum ak için k alacak askerine
yetecek denlü kim i kü p ler ve fıçılar doldurup h a ­
zırlatm ışlardı. B u n lard an başka birkaç ku y u lar
kazdırm ışlardı. Su tuzlu ve acı idi. Ama n e de olsa
sıkışık durum da y ararlan ılır deye hazırlanm ıştı.
Ancak barçalar ve k adırgalarla, geri vilâyetlerine
gidecek askerlerinden ansızın d o n a m â - y ı h ü m â­
yun geldi, yetişti, deye haberler geldikte çabucak
göçüldü ise de, gem ilerine girem eyip k alan lar oldu
ve b u n lar islâm ların kılıcı ko rk u su n d an kendileri­
ni deniz sığlarına bırak tılar. Kimi yüzüp çıkarak
dirilenler bu tabya içine k ondu. İçi ve dışı bu m a­
kule askerle doldu. Öyle sıkışık d u ru m lara yol açtı
ki sözle anlatılm az ve söze gelmez dem ek yerinde
idi. O su rlarla çevrilm iş tab y ad a olan vuruş-kırışın
ay rın tılarıy la anlatılm ası bir nice meclis olduğu261
yazılmış, yerleriyle birer birer söylenip uzun uzun
anlatılm ıştır. Ama b u n lar hep h er zam an olan iş­
lerdir. B undan dolayı belki m üm k ü n oldukça kısa

55
kesildiği de olm uştur. Âlemin sığın ağı olan p ad i­
şa h u ğ ru n a ne can lar ve ne b aşlar oynanm ıştır.262
B una göre (30b) kıyas b u yurulsun ki m eydana ge­
len bu iş ve düş bu d enlü az asker cünbüşü değildi.
Ve gazilerim iz öyle çalış ve vuruş ile h ü n e r g ö tü r­
m üşlerdi ki263 çağlar boyunca, yüce ve ulu T anrı
H azretleri islâm askerine yardım cı ve ark a olduğu
apaçıktır. Ancak bu sav aşta gösterdiği lü tu f için,
islâm dininin ilk ortay a çıktığı günlerde yapılan
H endek Savaşı’ndaki264 T an rı yardım ına benzer bir
yardım dır, denilm ek olur. A llaha çok çok Hamdol-
sun. H im m etleri yüksek ve san cak ları yüce olan
pad işah ın s a lta n a tla rın d a kolayca ele girdi ki aşa­
ğıda an latılıp yazılm ıştır.
İm di, o lânetlem eler takım ı, bu yaşlı ve za-
m anlar-görm üş hisarı öylesine berkitm işlerdi ki
zam anın çilesini çekm iş h isarların seçmesi olan
Rodos K alesi’nden beri görülm üş değildi.265 Meselâ
her y an ın a ta b y a la r etm işler, pek uzun ve yüksek
h u rm a ağaçlarını kestirip sağlı-sollu ç a ttıra ra k
ara la rın ı toprak doldurm uşlar, eni ve uzu n u bir,266
k a t ü stü n e k a t bir nice tab ak a du v arlar etmişler.
D uşm an-kıran gülleler dokundukça h a m u rk â rın
h a m u r yuğurm ası gibi to p rak la ta ş a ra sın a girsin
ve göm ülüp k alarak z a ra r ergürm esin, üstelik bu
ta şla rla (31a) bu d u v arlar da berk olup dayansın
deye düşünm üşler. Ayrıca bu d u v arlara benzer,
enli ve derin hendekler kestirm işler, içeride olan
askerlerine yetecek denlü b ir nice açıklık boş yer­
leri doldurm uşlardı. Ve o n u n cehennem i an d ıran
avlusunu ve çevresini, şey tan ları taşlay an a k a r -
yıldızlara267 top ve tüfekle ve üç yelekli u çar oklar

56
ve zenbereklerle donattırm ışlardı. Y ıldızlar sayı­
sınca ejd erh alar gibi p ra n k a la r ve darbzenlerle bü­
tü n k ap ıların ı ve d u v arların ı donatm ışlardı. Bit-
m ez-tükenm ez yiyecek, içecek konm asını buyurup
b u n ları yığm ışlardı. Bir-iki yıl yetecek denlü oku
ve ta şı ve başkaca y a t ve y arak ların ın k u ru su ve
yaşı268 hazırlanm ıştı. Ama korum ak için F rengis­
ta n Ü lkelerinin, yeryüzünün b ittiğ i yere dek olan
İspanya P adişahı şehirlerinin269 ne denlü k anlıları
ve azgınları, b ü tü n işlerinde ve güçlerinde kö tü ve
u ğursuz kim leri varsa hepsi orad a idi. B u n ların hiç
b irin in oğulda ve kızda evi-barkı yoktu.270 Bozgun­
luk kaynağı ve in a t ocağı so ltat leventleri idiler.271
B u n lar öm ürlerinde h açların a ve çaçın a, dinleri­
n in ulusu p ap asla rının saçın a, o n ların önünde eğil­
dikleri zam an bu p ap asların m eçleriyle b aşların a
d o k u n arak kendilerini tak d is etm elerine saygı gös­
terirler.272 T uğlarına, sav aşta giydikleri zırhın va­
r ın a yoğuna (31b) an d içerlerdi.273 Hiç acım aları,
esirgem eleri yoktu. Isırg an köpekler gibi birbirle­
rin i dalayıp öldürücü, kan-dökücü ve kan-içici idi­
ler. H erbiri on beş T ü rk ’e yazılır274 iki bin beş yüz
y a ra r nefer, yirm i bin asker içinden ayrılm ış, k af­
ta n la rı uğursuzluk ve kötülük olan k âfirler koy­
m uşlardı. Kaleyi koruyacak o lanlar bunlardı. B un­
la rd a n başka on bir p arça gem iler ki şah in ler av­
layan islâm gazilerinin pençesinden k u rtu lu p hi­
sa r a ltın a girm işlerdi. Allahı b ir bilen cılasınların
ta b an casın ın sıkısına275 tu tsa k olan gem ilerin dö­
külüp k açan kâfirleri, deniz sığ olduğundan boğul­
m a k ta n yüzerek k u rtu lu p çık an ları da derilm işti.
Ama bir nice günlere dek Peygam ber kılıcının ve

57
Ahmed -âyininin korku ve heybetinden276 güçle
akılları başlarına to p arlan ıp yürüyüp kaleye gir­
mişlerdi. O lânetlem eler tak ım ı ve şey tan lar sü rü ­
sünden, bozguncuların başı olan Don Abor adın­
daki m elun ve inatçı, ‘bu sıkışık asker kalabalığı,
sonunda, bizim askerlerim ize sık ın tı v erir’ demiş,
on-on beş gün k a d a r geceli-gündüzlü çalışıp baş­
ta n başa bir-iki k a t ta b y alar dah a k u rd u rm u ştu .277
Bu kez deniz y anın a da (32a) tabya yaptırm ıştı.
S ıngından çıkıp kale dibine sığınan on b ir p arça
gem inin bir nicesini bozup278 sığ yerlerde yürüm e­
ğe elverişli âlâ, parlak ay-yenisi279 büyük fu rk ata -
lar yaptırm ış, d ard a k alınca baş k u rta rm a ğ a ya­
ra r ve F ren g istan D iyarı’n a geçmeğe yol verir, de-
ye hazırlatm ıştı. K alan beş-altı p arça gem inin baş­
larını kara yanına çevirip an b arların ı toprakla
doldurm uş, kadinelerini kaldırm ıştı. Sözün kısası,
her y an ına to p lar k urdurm uş, a rk u ru d a n m etris­
lerimizde ve geçitlerim izde varıp gelen askerleri­
mize, atıp vurup epice sık ın tılar verm işti. Böylesi-
ne hazırlanıp öyle berk ve sarp bir hale koym uş­
lardı ki bu kule, bû kalem un gibi ren k te n renge gi­
rerek devrin u ’cûbesi olan Rodos K alesi’nden kimi
yönlerde üstü n d ü r, denilse yeridir.

Nazım280
H erbiri gerdun-m isal âli h isar
Burç u b ârû encüm -âyin p ü r-şerar281

Sözün kısası, böyle bir yerde, yedi-sekiz bin


k ad ar doğru yoldan sapm ışlar tak ım ı kuşatıldı.
T u rg u t P aşa H azretlerini beklerken o da işbu ge­

58
m iler (32b) fü tû h a tın ın 282 dördüncü günü, Tarabu-
lus Ş ehri’nden geldi, D onanm â-yı hü m ây u n d a olan
beyler, sipahiler, yeniçeriler ve b ü tü n azepler ve
reisler ayrılıp k ırk ar kişi y a ra r kürekçilerle Cerbe
A dası’n a çıktılar. Ç adırlar ve o tak lar kurulm ası
buyuruldu. Birkaç günde sam anyoluna benzer ve
göklere yükselen ta m eksiksiz bir ordu ku ru ld u .283
B unu an latm ağ a vassâfların gücü yetmez, belki de
dilleri dönmez.

T u rg u t P aşa H azretleri de kendilerinin b u y ru ­


ğ u n d a olan, gün-görm üş, yaşlı ve dünyayı dolaş­
m ış piyade ve süvarilerine haberler gönderdi. Beş-
on g ün içinde, K afsa, Isfakz Kalesi, Sus, T ârabulus
askerlerini Mehdiye, M an astır ve H am am at bölge­
si cem aatlarını, ve Tecûre ve Z an n û ra ve öteki çöl
ve K ırvan Şehri ülkesi cılasınlarını, olduğu gibi
topladı. D onanm â-yı h ü m ây u n gem ilerinden on-on
beş p arça to p lar çıkardı. M übarek ram azan ın
üçüncü günü, çarşam ba g ü n ü (28 nisan, 1560)
topları çekip İzdin Kalesi’ne yöneldi. B ağları ve
bahçeleri y ak ın ın a varıldı. E rtesi perşem be (33a)
g ün d ah a ileri varılıp m etrisler ve hendekler k a ­
zıldı.284 T oprak kum lu olduğundan kazınm ası ko­
lay oldu. Dilenildiği gibi sığınak olacak büyük ve
küçük m etrisler düzülüp b ü tü n İslâm askeri kol
kol olup dizildi.

Mesnevi
K üned hem -cins ba hem -cins pervaz
H üm ayiyle hüm âyun, bâz u şehbaz285

59
dediklerince asker ve em irler bir yan a ve E bü’l-F eth
Gazileri286 denen, dem ek istiyorum ki, yeniçeriler
ta b u ru bir yana ve öteki azepler ve reisler hepsi,
kürekçilerle birlikte bir y an a ve T u rg u t P aşa haz-
r etleri de kendileri n e bağlı, zafere ark ad aş Mağ-
rıp-zem in askeri ile bir y an a oldu. O, çevresinde
feleğin döndüğü hisarı, a y-ağılı gibi k u şatıp d u r­
du. Cum a günü koca-kuşluk vaktinde287 ve salâ za­
m an ın d a288, yere-batası k âfir askerleri, ansızın m et­
ris basm ak için ta b y alard an dışarı çıktılar, göz
aç tırm ayıp yürüdüler. D üşm an; ‘b irb irin in halini
bilmez ve ansızın gelene ilkin karşı d u ru lm ak güç
olur ve değme kez d u ru lm az’ dediklerine u y arak
d in gazileri ve Allahı bir bilen cılasın la r d a azacık
zam an kendilerini terazilediler.289 Ş ahbazların av­
larını büyüledikleri gibi biraz gözlediler.290 (33b)
Sonra birbirini uyarıp hem en ‘gazâya sa lâ ’291 deye
çağırıp yürüdüler. O zam an ânide yeniçeri ağası­
n ın alay bayrağı b ü tü n yoldaşlarla y ürüdü. Ö teki
savaşçı asker ta y fa ları da derh al atılıp yetişti. Al­
lah Allah seslerinin verdiği zevkten kim sede can
korkusu kaygısı kalm adı. Herkes kendini u n u ttu
ve k arınca gibi en güçsüzleri bile denizler gibi co­
şup ta şa ra k dinsiz düşm anın ve kinci y ağ ın ın üzer­
lerine saldırdılar. Elleşip birbirlerine girdiler, kar-
caşıp iki saati geçkin döğüştüler. O denlü cılasın-
lıklar ve bahadırlıklar o lm u ştu r ve tü rlü tü rlü dü-
rüşerek en çelimsiz ve güçsüz kim selerden öyle
k ah ram an lık lar ve yiğitlikler görü lm ü ştü r ki eski
pehlevanların bize hisseler veren k ıssaların a y alan
dem emeğe söz verilm iştir.292

60
Mesnevi
Dilîr ü pehlevânısın cih an ın
Şecaatle o k u n u r d âstâ n ın 293
Kılıç bağı gibi gay ret kuşağın
Beline iki yerden bağla bağın294
Çü cevşen gibi ola arkam ız düz
Zırıh gibi bin o k tan yum m azız göz295

(34a) (N esir). O, töreleri doğru yoldan sapkın­


lık olan kâfirlerin herbiri b aştan ayağa gök-demir-
li olduğundan vuruş-kınş, kılıç, ok pis gövdelerine
o k a d a r işlemiyordu. Ancak harb e ve nacak ile işe
y aram ayan başlarına şark şark dokunup çak öl­
dürm eyince296 bırakılm ıyordu.
İmdi, bu yolda beş-altı yüz kişi k ad ar kâfir as­
keri kan-içen kılıcın yemi olarak öldürüldü. O sı­
rad a tab y aların ın bir k atın ı bırakıp h ay atı u zatan
ve k u rtu lu şa yol açan darbzenlerle koru d u k ları su­
ları da ele geçirildi. M etris doldurm ağa çıkardığı
kazm a ve kürekleri de alıkonuldu. H er yönden büs­
b ü tü n hor ve-hakir bozuldular, kim isi tu tsa k oldu,
kimisi de ta b y aların a k açtılar ve k u şatıldılar. An­
cak kâfirlerden balık-ağzı gibi y a ra la rla 297 tu tu la n
bir nice cilasın gelip beyleri dediklerinin önüne va­
rıp durdular, ‘T ürklerin bize y ad ig ârların ı görün’298
deye ağlaştılar. U ğursuzlukla ay ak taş ve töreleri
de düşüncesizlik ve yeğnilik olan k âfirlerin başları
b u lu n a n lânetlem eler ve dinsizler de, m üslüm an
o rdularından bu yiğitlikleri görüp birbirlerine ba­
k ıştılar. Bu p a ra la n a n y araların k a n ların ın akışını
görüp ‘dinine kalo’299 (34b) deyerek baş sallaştılar.
Ama yine dönüp kendi ad am ların ın gönlünü ala-

61
ra k onları yüreklendirecek sözler söylediler, kâfir
nam azı gibi karm akarışık ve darm ad ağ ın ık 300 öğ ü t­
ler verdiler. Ve ah m ak ların ayağına köstek olan
b ağ larla:301
— G ayret eylen ki ak ran ların ız so lta tla r a ra ­
sında ve İspanya P adişahı’n a varıp ne cevap verir­
siniz? Bugün, olm azsa yarın, bir gün olur, karşı-
sın a çıkarsınız; tü rlü tü rlü ağırlanırsınız, deye ko­
ruyucu sözler söylediler. Hem de bu n u n gibi aslı
faslı yok yalan vaitlerle kıvandırdılar.
İkinci günde, p azar günü, yine çıkıp Allaha
o rta k koşanlar takım ı ile ona in a n an askerler a ra ­
sında sarp vuruş-kırış oldu. Yıldız saati ile302 üç
sa a t k adar savaşıldı; toplar ve tü fek ler atıldı; kı­
lıçlar çalıştı;303 oklar elleşti, yine böyle harbe vu­
ru şların a ve çakaçak n acak lara iş düşüp k âfir sü­
rü sünden çok kim seler geberdi.
T u rg u t P aşa askerlerinin de b ah ad ırları seçi­
lip atlıları yetişti. Döne döne tü rlü tü rlü k a h ra ­
m anlıklar ettiler. Ellerinde olan m ızrak ve cıdalar
ve bu n lard an çok uzun ve yüksek aşır denilen gön­
derlerle304 k âfirler sancılıp k an lar (35b) saçıldı.
K ırkar-ellişer dirhem fındıklar atar, tü fek ler a tıl­
dı. A tlar seğrişip b ah ad ırlar y ü ğ rü ş ü p . cılasınlar
öğürleşti. İki y andan başlar kesilip leşler serildi.
A’râb tay fasın ın d in d arları da "Allahım m üslüm an
ordularına yardım e t! ’ diye ağlaştılar. H oruldayan
borular ırlaştılar.305 İşbu gö tü rü sancak beylerinin
kösleri ve davulları çalındı. Ve gazilerin başı Piya-
le P aşa ve T u rg u t Paşa h azretlerin in nevbetleri dö-
ğüldü.306 Sözün kısası h er y an d an cengiharbîler
çalındı, gem ilerden tekbirler çekildi.307 Yerin taşı

62
ve toprağı, oynayan k ad ın ların ve d ertlilerin âh ı
gibi b u lu t olup göklere ağ d ı, âlem i toza d u m an a
k attı.
İm di, bu vuruş-kırış h ây u h û y u ve yıldırım gi­
bi işleyen tüfek sesleri ve onların y an k ıları arasın ­
da Cerbe Adası’n d a o zam an bir nefer bir boru çal­
dı. Allahı bir bilenlerin h erb iri bir kükrem iş ars-
lan oldu. Sivrisinek gibi küçük kâfirleri kova kova
getirip tabyaları dedikleri hınzır h a n la rın a koydu.
Bu vuruş-kırışta da beş-altı yüz kâfirleri kırıldı.
Bu dürüşm elerinde de bozguna uğrayınca artık
dışarı çıkm ağa yürekleri olmadı. D u rm ad an pas-
tiy an ve tab y aların d an toplarını ve tüfeklerini
atıp h isar savaşları ederek308 döğüşm ekte oldular.
Ama bu dinsiz tak ım ın ın topları içhisarda h er ne­
reden atılırsa bizim gazilerimiz de to p ların ı ona
k arşı ku ru p döğdüler. B ir nice to p ların ı kuleleriy­
le beraber aşağı döktüler. O so n rad an yaptıkları
ta b y alar üzerine, b u n ların yerine k u rd u k ları to p ­
rakla dolu fıçılar ve çit sepetlerini şıpşıp vurup
devirdiler. O nların ard ın d a k u rd u k ları to p ların ve
darbzenlerinin ağızlarını ve k u n d ak ların ı kırıp ço­
ğu toplarını b a tta l ederlerdi.
İmdi, bu yolla savaş edip d u ru rk en h er gece
fırsat bulduklarınca kimi k âfirler kaçıp gelirlerdi.
T edbirlerinden sorulunca herbiri tü rlü tü rlü h a ­
berler verirlerdi. Ama vire eylemek ihtim ali yok­
tu r ve o bin beş yüz kişi y a ra r lânetlem e ve dinsiz­
likte direnen bozguncular bölüğü içhisarda, baş­
larıyla, hep olduğu gibi yem e içme bâbında, şarap ­
ta ve kebapta, ra h a tta la r. (36a) Ancak şu İslam la­
rın kılıç artığ ı olan şey tan lar sürüsü, yeme-içme

63
bâbında gerçi ekm ekleri eksik değil; an cak içecek­
leri, m ezhepleri gibi yok309 ve pis; olanı da öldü­
rü cü zehir gibi ağulu. B undan öt ü rü o kullanılm ış
suyu içip durd u k ların d an , birkaç g ü n sonra her-
biri ölmeğe ve toprağ a serilmeğe başladılar, şimdi
o kâfir nam azı gibi k arm ak arışık 310 ve darm adığı-
nık olan akılları gereğince şöyle çare bulm uşlar :
Köpekler, tu zlu ve acı su ları k ay n atıp bu n u n
gülsuyu gibi dam ıtığ ın ı alm ışlar; bir bakım a ta tlı
suya çalar; geceli-gündüzlü yirm i-otuz varil çıka­
rıp azıkları olan sarn ıçları su ların d an birer m ik­
ta r ta tlı su k atm ışlar.311 K ay n atılan su ile bunu
yarı yarıya etm işler. Bu yarı yarıya k a ttık la rı su­
la rd a n birer bardak su vererek o h ın zırları böylece
suvarm ışlar. Birkaçı, bunu, yaşam ayı sağ lar ve
k u rtu lu şa yol açar sanıp bu hal ile geçinirler. Bu
su, tem iz su gibi kandırm az; zam an geçerek o su­
yu k u llan an lar güçten kuvvetten düşerler: onun
için her gün fırsat buldukça kaçar, islâm askerle­
rin in m etrislerine can a ta rla r; gelip tu tsa k olm ayı
kendilerine (36b) k u rtu lu ş bilirler; böylece geceli-
gündüzlü az-çok kaçıp gelm ekten geri kalm azlar­
dı.
İkinci M eclis.— İm di, bu tu tsa k la rd a n herdâ-
yim, düşm an d u ru m u n u öğrenm ek için haberler
soruldukta herbiri tü rlü tü rlü haberler verirler. Lâ­
kin kimileri
— Deniz y an ları ve gem ileri alın ırsa çok güç­
süz düşerler. B unlar h er gece fırsat bulduklarınca
kim i fu rk a ta la rla k açm ak tan 312 ve kim i varillerle
su getirm ekten geri durm azlar, deye bildirdiler.
G üçlükleri o rtad a n k ald ıran p aşala rın buy ru ­

64
ğ u n d a olan beylere, gem ileri ele geçirm eleri, n a ft
vurup yakm aya313 ted b ir alm aları buyuruldu. Bir-
iki dünyayı-tanım ış ve iş-bilir yiğitlere tü rlü tü rlü
lû tu fla r ve ik ram la r göreceklerine söz verilm iş iken
A’râb tay fasın d an ve direnenlerden bir nice iki­
yüzlü olanlar içerde, kalede olan lara bu tedbirleri
duyurm uşlar. K aledeki şey tan ların ölü tak ım ı314
d a çıkıp o gece bir-iki bozgun gem iyi oda u ru p öd
ağacı gibi yaktılar. K âfirler, geri k alan beş-altı
p arça m ükem m el gem ilerini o n at k orudular. Çev­
resine serenler çatıp, y an ların a d a büyük dem ir­
le r bıraktılar. Sığ yerler olduğundan birer-ikişer
çankal kıynakları su d a n y u k arı d u ru p fu rk a ta la r
y an ların a varm ayalar315 deye düşündüler. Bu yol­
la berkitip (37a) h azırlık lar gördüler. Ama, sava­
şın başında, gem iler bozgununda, tu tsa k lık ta n
k u rtu la n 316 yiğitlerin yedi-sekiz yüz k ad arı k âfir­
lerin gem ilerini alm ağ a yürüyüş için icazet diledi­
ler. K endilerine icazet verildi. Y ürüdüler; k âfirler
de h isa rd a n ve gem ilerden toplar ve tü fek ler a ttı­
lar; bir-iki s a a t k a d a r sa rp vuruş-kırış oldu. İki
y an d an da çok kim seler düşüp y a ralan arak y a ra ­
la r içinde kalm ışlar ve p arça p arça olm uşlardı.
Ama T u rg u t P aşa H azretlerinin ask erlerin in atlı­
la rı317 yetişip kâfirleri tü sk ü rd ü ler. B ir nice kez
d üşm an alay ları a ra sın a a tla r salıp tü rlü tü rlü cı-
lasın lıklar ve b ah ad ırlık lar ettiler. Şu kıyak şah ­
bazların avları üzerine süzüldüğü gibi o cılasınlar
da garbî ve arabî a tla rla erişip kim ini k u ru d a k ır­
d ılar ve kim ini g ö tü rü p denize döktüler. M ızrak
y alm anı ve süngü d ü rtü şü y le ciğergâhlarından
sançtılar. D enizin yüzü düşm an kanıyla zam an ge­

65
lininin allığı gibi, onun güzel yan ağ ın ın bûkale-
m un rengini an d ıra n gülgûnesine, ya da göğün
k an dolu tası gibi şafak rengine boyandı. K âfirler
ise, bu im an ehli cılasın ların kılıcının korkusun­
d an titreyip feryat ederek cıva renkli deniz için­
de318 boğulacakları yere varıncaya değin k açtılar
ve (37b) ölecekleri sırad a ister-istem ez dönüp yine
k u rtu lu ş kıyısına can atıp sığındılar. Bu kez te k ­
r a r bu bahadırlar a tla rı salıp kâfirleri tü sk ü rd ü -
ler ve bir nice kâfirleri bölüp alay ların d an ayırdı­
lar, bir nicelerini de rüzgâr-ayaklı a tla rın a çiğ n et­
tiler. Ve bir nicelerini de kan-saçan p arlak kılıçla­
rın a lokm a ettiler.
O nlar böyle yaparken kale ehalisi de o hali,
dem ek istiyorum ki bu k ah ram an ca ve başbuğca
savaşları görüp, in san ların içini kuşkuya veren şey­
ta n askerleri ve vesvese kiliselerinin sürüleri gibi
sonsuz ve sayısız kâfirleri burçlar ve bedenler üze­
rine çıkardılar. P arıldayan tü fek ler ve ateş-yağdı-
ra n d a r bzenler ü şürü p o k ad ar a ttıla r ki bu baş-
binicileri kıvılcım lara boğdular. İşbu m eydanda o
yana, bu yana dolaşıp dönen y ü rü k a tla rın b ir n i­
cesini vurup öldürdüler, yerlere serdiler. Ve b ah a­
dırlarım ızdan bir nice gazilerim izden kim ini şehit
ettiklerinde bu cılasınlar da döne döne oradan ora­
ya koştular, tü rlü dürüşm elerle savaşlar eylediler.
Ancak, Allah öyle yazmış, zafer ele girm edi. D önü­
lüp m etrislere koyuldukta bizim toplarım ızın k â­
fir gem ilerine karşı kurulm uş olanlarını bir nice
kez (3 8 a) uğraşıp doldurup a ttılar. O gem ileri dö-
ğüp durduklu durdu k ları yerde delik delik ettiler,
başından ve kıçından ta h ta la rını kırıp deryaya
döktüler. K endilerini batırd ılar; o gem ilerden a tı­
lan toplarını b a tta l ettiler. Allaha o rta k koşanla-
rın sürüleri biraz usanıp bezerek şaşkın düştüler.
İmdi, bu yolla yedi-sekiz günde veya h afta d a
bu dinsizler tayfası zam an zam an tab y aların d an
dışarı çıkıp tü rlü tü rlü savaşlar oldu.

Mesnevi
N e göz gördü an ın gibi k ıtali
Ne kulaklar işitti ol cidali319

Ve T ürklere sığınan o tu tsa k la rın kim ileri de


k âfirlerin suları içeride â z kalm ıştır; işbu su ları­
n ın da ne k ad ar acı olsa da alınm ası g erek tir ki o
suları alınm ayınca düşm an güçten düşm ez ve ye­
nilm elerine fırsat bulunm az; yiyecekleri ise son­
suzdur. H a ttâ bu zam an a gelinceye dek yidikleri
te r ü taze ekm ektir. Ve iki-üç aya dek peksim etle­
rinde tükenm ek ihtim ali yoktur.
Y ahut ta büyük to p rak yığ ın ların ı yüce dağ­
la r gibi sürm elidir.320 Böylece onların zebun düşe­
rek darm adağınık olan halleri (38b) başka bir renk
alır, yoksa öteki tedbirlerinizden çekinm ezler, iç­
leri ra h a ttır. Hem de vire eylemekleri de m u h al­
dir. Baki ferm an su ltan ım ın d ır’ deyip d ururlardı.
Böyle olunca, içi aydınlık olan P aşa H azretle­
ri, bir nice köşeyi tu ta n eşsiz bir kule321 yapm ayı
düşündüler. Eni ve boyu onar arşın, b ir nice yüz
h u rm a ağacı kestirdiler. T optan ve tü fek ten sekip
d u rup y at ve y arağ a ta c a k sekiz köşeli göğüslü bir
kule y ap tırd ılar.322 K âfirlerin gedikleri doldurm ak

67
üzere toprak sürdükleri sırad a oralard a olan as­
kerlerini k u ru tsu n la r323 ve gediklerdekini suva­
rıp 324 k ırın tıları vurup öldürerek yere serm ek üze­
re bu akla uygun işin ve m akbul düşüncenin ta ­
m am lanm ası için paşa hazretleri kendileri bir n i­
ce gün d u rm ad an dü rü şerek hazır bulundu. Ve
adı-belli m elunlar tak ım ın ın tab y aları yakınında
bulu n an suları, ne k a d a r tuzlu ve acı ise de alın ­
m ak herhalde gerekli görüldü ve b u n u n yapılm ası
istendi. B ü tü n küçükler ve büyükler, adsız ve adı-
belli olanlar işbu (39a) güzel ted b irin sonuçları İn ­
şallah ‘sizin sevineceğiniz başka (âcil bir nim et)
d ah a (var ki o da) A llahtan n u sret ve yakın fe­
tih ( tir ) ’ ayeti ile325 ikiz düşer deye pek akla uygun
ve m akbul gördüler..
M übarek Şeker B ayram ı g ü n ü 326 ile K adir ge­
cesi327 arasında üç-dört g ü n içinde hendekler k a­
zındı. M etrisler d u rm ad an ileri varıp düzüldü. M ü­
barek şevval ayının ilk gecesi (4 h aziran 1560)
alınm ak istenen su üzerine varıldı. Bekçi ve gözcü
olan kâfirleriyle çin sab ah a dek328 vuruş-kırış oldu.
Kılıç gücüyle alınıp İslâm askerleri ve T anrıyı bir
bilenlerin cılasınları, ayağılın ın çenberi gibi o
kuyuyu çepçevre çevirdiler. G aziler to p lu lu ğ u n u n
m u m u, içleri kıvanç ve sevinç dolu öyle dururken,
yarındası günde ve üçü n cü saatte, töreleri yoldan
azgınlık olan k âfirler kum ve yel gibi ansızın sal­
dırdılar.329 Din koruyucuları ve Allahı bir bilenle­
rin cılasınları ile iki s a a tte n geçkin savaşlar oldu.
H er zam an olduğu gibi M uham m ed d ininin nev-
beti döğüldü,330 ve A hm ed’in yüce şeriatin in gül-
banki çekildi.331 D urm ad an to p lar ve tüfekler a tıl­

68
dı. H er iki y an d an askerler birbirine girişip döğüş-
tü , vuruştu. C anlar, b aşlar verişip kim i kez alt-ü st
birbirini sürdüler. S onunda h id ay et kasırgası,
im an ehli olan askerler ta ra fın d a n esti.332 Dinsiz
düşm an bozulup (39b) kaçtı. B ir an d a B en âtü ’n-
Nesr gibi333 darm adağınık oldular. O sığındıkları
h ınzır h a n la rın a girdiler.334 Gök-demir cılasın lar
ve ejderha gibi sald ıran dem irdonlu b ah ad ırlar da
savaş m eydanını kan -saçan kılıçlarıyla dokuz do­
laştılar, bulduklarını p arıl parıl kılıcın lokm ası e t­
tiler. G ördüklerini ateş-saçan, yaldır yaldır tü fek ­
leriyle avladılar. O kuyuyu keler, yuvasını doldu­
ru r gibi335 doldurup yok ettiler. Kocaili beylerbeyi
Ali P ertek Bey üzerinde çad ırların ı kurdu. Bu az­
g ınlara b u ndan böyle o k u y u d an iz gösterm ediler.
Ama bu dünya h arm a n ın d a danesini derip
öm ür kadehlerini dolduran ‘herkes ölüm ü tatacak -
t ı r ’ hükm üyle336 ‘dön R abbına. Sen ondan, o sen­
den razı olarak’337 nidasını işitip niceleri o kuyu­
n u n zem zem inden ecel kasesini içtiler.338 ‘Haydi gir
kullarım ın içine, gir cennetim e.’339 buyruğu ile o
güzel m akam a ve va’dedilen m u tlu lu k evine340 can
attıla r. Birçok kim seler şehitler kafilesine yoldaş
oldular. H a ttâ yeniçeri su b aşıların d an bir gazi h e­
m en Seyyid G azi’nin ve geçm işteki b ah ad ırların
şehbazı gibi cılasınlıklar ve yiğitlikler edip öyle ça-
lış-vuruş eylem iştir ( 40a) ki341 b u n u n nasıl olduğu­
n u söyleyip yazm ak im k ân dışıdır. K âfirler ta k ı­
mı, dinsizler bölüğü o saldırıyı y ap tık ların d a o yi­
ğ it orada hazır bu lu nup savaşa te k ra r başlayınca
yeniçeri ağası ve Ali Bey, sonra öteki gaziler yetiş­
tiler.

69
Sözün kısası, o kuyuyu bırakm ayıp üzerinden
ayrılm am ıştır, gazilerin de ayrılm am asına onun
orada bulunm ası sebep olm uştur. Meselâ iki elleri
dirseklere dek ve iki ayakları dizlere dek p arçala­
nıp kırılıp öldükten sonra teneşir üzerinde ölü-yı-
kacılar yirm i yedi yerde y arasını saym ışlar, deye
h alk ın arasında ü n salmış, herkesin tanıyıp a n la t­
tığı bir yiğitti, kalb gözleri açık o lan lard an bir as­
kerdi, T anrı kendisine bol bol rah m et eylesin.

Mesnevi

D aralm ıştı kuşu bu d ar yuvadan


Fezâ-yı arşa azm etti hevâdan342
B unda subaşı idi ve H ak an d a
Ş ühedâ askerine baş etsü n 343
O kunan fâ tih a sevâbın an ın
Ruh-i pâkine arm ağ an etsü n 344
F âtih a.

Üçüncü M eclis.— M elunlar tak ım ın ın o kuyu­


d an başka bir kuyuları vardı. H a ttâ ona lağım edip,
T ürkler duym asın, varıp (40b) gelip su aldığım ı­
zı görm esinler deye ted arik edip um utlanm ışlardı.
Uluç Ali adındaki ün lü reis o k u y u n u n da habe­
rini alm ıştı. Y ukarıda a n latılan k ah ram an lık sa­
vaşının benzerleri savaşlarla o kuyuyu da zor k u l­
la n arak aldılar. T oprakla doldurup kör ettiler. O
hali-kötü tayfa da o yerlerde olan ku y u ların ın el­
lerinden gittiğine çok üzülüp sıkılm ışlardı. Bölük
bölük herbiri bir karışıklığı h ab er veren dedikodu­
la r ederek, ‘sağ olan in san a sürekli yim ek ve d ai­

70
m a içm ek için yetecek k ad ar yiyecek, ekm ek ve su
gereklidir, belki ölm eyecekleyin h erh ald e lâzım dır.
İm di bizim halim iz nice olsa g erek tir’ deye söyleş­
tiklerini, o başları olan Don Abor adlı lânetlem e
duym uş. D insizler tak ım ın ın küçüklerini, büyük­
lerini bir aray a toplayıp.
— İsa dini töresinin ululuğu için, Efrenç Ş ah­
ların ın nam usu ve gayreti için ham iyyet edip padi­
şah ın ın yönetim inden ib ret alın, m üm k ü n olduk­
ça dayanıp durun! Nice yerlerde b u n u n benzer­
leri yedi parça h isara kapanıp (41a) b u n d an çok
sarp ve güç sık ın tılar ve d arlık lar çekilm iştir. Yer
oldu ki yedişer ta n e bakla verip nice gün soltatla-
rım ızı o nunla saklardım ve teselli eylerdim 345. Siz
d ah a ne gördünüz? Ne geçirdiniz? K endi ününe
ü rü r köpekler gibi ne havlayıp g ü rü ltü ediyorsu­
nuz? Beylerimiz devletinde346 neniz eksik?: Yiyip
içmek. Yiyecek, içecek zaten çok. Tuz, ekm ek h ak ­
kı347 böyle mi gözlenir? Noldunuz? Eğer ekm eği­
niz348 tükenirse önce atlarım ızı ve itlerim izi ve ke­
dilerim izi ve m astılarım ızı, ondan sonra kendi a t ­
larım ızı ve m asturetlerim izi, y an i tazece düşüp
ölenlerim izi yiyin. H azret-i İsa — üzerine selâm
o ls u n — kulları arasın d a u ta n çla ellerim izi dişle­
yecek349 yerde yiğitlikle dirilip350 kendi gövdelerimi­
zi şişleyelim. İşbu yak ın lard a M ora V ilâyeti’nde ve
A nabolu K alesi’nde — T an rı rah m e t etsin ve gü­
n ah ların ı b ağ ışlasın — K asım P aşa H azretleri k u ­
şattığ ı sırada, oradaki h alk ın köpeklerini ve kedi­
lerini yidiklerini işitm ediniz mi? Bre gidiler! deyip
d a h a b u n u n benzerleri boşuna öğütlerle o ta y fan ın
gönüllerini aldı. İşli işine (41b) dağılır ve bu gü-

71
ven lerle herbirini bu rçların d a cünbüşlerine başla­
tır,351 kıvandırıp gönderir. L ânetlem eler tak ım ı ney­
lesin, ister-istem ez dönüp gelirler, gönüllü gediğine
çıkıp352 hazır d u ru rlar. B u n ların karşısında İslâm
askerleri de dinsizler tak ım ın ın bu öğütlerini ve na-
s ih atların ı işitirler, bu in a tla rla savaş edeceklerini
bilirler. Hemen o h azırlan an ve kılavuzu zafer olan
kuleyi berkitip tab y ay a karşı savaş eylemeğe elve­
rişli bir yere kurdular. İçini dışını to p rak la doldur­
dular.
B ozguncular askeri de ta b y aların a k arşı kule­
n in göğüs gerdiğini gördüler. Solukları ateş-saçan
ve ejderha avcısı to p lar üşürdüler, işe y aram ad ığ ın ­
d an tedirgin oldular.
İçeriden çıkıp gelen k âfirlerden hab erler alın ­
dı. H allerinin perişan olduğu bilindi. Pişm anlıkları,
m üm inlerin yüreklerine bir bakım a sevinç verdi ve
tasayı önledi. B undan dolayı A llaha sonsuz Hamde-
dildi, ve sayısız Ş ükürler kılındı.
Bu arad a tu tsa k la rd a n y a ra r levent reislerin­
den Şaban Reis adlı bir ü n lü reis kadinelerin çen-
berlerini bozup gem ilerden yüzüp geldi, ‘Bu m elun­
la r tay fasın ın ne yapıp y ap ıp gem ileri ve deniz y an ­
la rı alınıp353 ele geçirilm esi (42a) gereklidir. Deniz
y an ları alınm ayınca b u n la r aslâ zebun olm azlar’
dediklerinde o kaçıp gelen k âfirler de b u n u doğrula­
yıp ‘öyle g erek tir’ derlerdi.
'G üneş h er kalkıp kızdıkça susuzluk bastırıp
h erb ir k âfir domuz, köm üş gibi deniz ta ra fla rın a k a ­
çar,354 alay alay "boğazlarına dek su lara batıp y a ta r­
lar. Geceye dek bu yoldan h a y a t kazanıp k o ru n u r­
la r' deye bildirdi. B unun üzerine, güçlükleri yenen

72
paşa hazretleri ve iyi düşünen beyler de tü rlü te d ­
birler aldılar. Eski tedbirleri de elden bırakm ayıp
biraz yürüyüş ettiler. Çevrelerine gerilip zincirler­
le sarılan serenler, gazilerim izi v arm ağ a komadı.
B unları ayırm ağa uğ raşırk en yu k arı h isard an ve
gem ilerden k âfir askerleri y a t ve yarak, top ve tü ­
fekler atıp nice kim selerim ize ziyanlar vererek on­
ları döndürm üştü.
İm di, bu kez o n at ted arik edip yürüm ek ve o
serenleri kesip yerinden ırm ağa ve gem ilerden ayır­
m ağa derm an gerek. Ç ünkü k ad ırg a lara varm ağa
yol yok. B ari alarga san d alların a b irer darbzenler
koyup kıçlarına m etrisler çatılsın ;355 (42b) darbzen-
leri doldurup a tın caya değin d u rm ağ a sığın ak edin­
sinler; a tıla n y a t ve y arağ a biraz engel olsunlar.
B unlard an başka ne k ad ar fu rk a ta la r varsa herbiri-
ne tüfekçiler, okçular ve başka y a t ve y arağ a ta r
savaşçılar gün doğduğu sırada bir u ğ u rd an y ü rü ­
yüp kim ileri o serenleri kessinler ve kim ileri sava­
şıp seren kesenleri koru su n lar.’
Bu düşünce akla uygun ve m akbul görüldü;
h erbir reise bir h ü n e r ısm arlan d ı.356 Bu yolla te d a­
rikler görüldü. M übarek şevval ay ın ın ikinci günü,
p azartesi gününde (26 haziran, 1560), ta n vakti, sa­
bah ezanının tekbirinden so n ra357 ü st üste gülbank-
la r çekilip358 yürüdüler. Lânetlem e k âfirlerin gem i­
leriyle vuruşup döğüştüler.
H isarda b u lu n a n lar o hali görüp gedikli gedi­
ğini b ırak tı359; seğirdişip Ye’cuc kavm ı gibi burçla­
ra ve bedenlere üştüler. K âfirler şol k ad ar top v e
tü fek ve darbzenler ü şü rd ü ki İslâm orduları ve fur-
k ataları sem ender gibi ateş denizi içinde kalıp gez­

73
diler. Bir nice sandallarım ız ve fu rk a ta la rımız da
bu halde varıp serenlere erip çattılar. İki yan d an
öyle toplar ve tüfekler atılıp te k ra r kâfir askerleri
k u m ve yel gibi (43a) ansızdan360 kalkıp saldırdılar.
H isardan ve gem ilerden m üm inlerin üzerine y ağ ­
m u r gibi saçm a to p lar tü fek ler yağdırdılar. Bu dü-
rüşm e ile savaşan gazilerim izin kim ini yaralayıp ki­
m ini şehit ettiler. S av aştan vazgeçirip döndürdüler
ve san d allar ve fu rk a ta la r gem ilerine geldi. Kim le­
rin vurulup kim lerin vurulm adığı bilindi. B u n lar­
d a n Hamzabeyzade adlı bir genç delikanlı reis vu­
rulup şehit oldu.
K ıt’a 361
Gül-i bâğ-ı cevânî soldu derler
Meh-i burc-ı şeref tu tu ld u derler362
Vücudın çâk edip bâğ-ı sem enler
Benefşe saçlarını yoldu derler363
G ereklü genç idi ol serv-i sîm în
Anın çü n top rağ a tu ş oldu derler364
M ustafa, Hudâverdi, B irader-i Alemdar, M eh­
m et Tekkeli adlı kim seler y aralan ıp kendilerine ga­
ziler hilati m uştusu verildi; g ü n ah kirinden akpak
gazi oldular. B unlard an başka A raplar tay fasın d an
ve kürekçiler ve kalan (43b) savaşçı tay fasın d an
ve uğraşçılardan, bayram günlerinde ve kıvanç do­
lu düğünlerde oynayan k ad ın lar gibi döne döne can­
la r ve başlar oynayıp365 niceleri şehit oldu ve niceleri
yaralandı. Bu yürüyüşte de gem ileri alınm ayıp dö­
nüldü, h alk 366 yine m etrislere kondu. Geceli - g ü n ­
düzlü hendekler kazılıp d u rm ad an m etrisler ileri
sürüldü367, çak tab y aların k ıyılarına varıldı. Uluç

74
Ali ve Ali Portek Bey gibi ün lü gazilerin m etrisleri
deniz k ıran ın a yetişti. K âfir gem ilerini h isara ve
h isard a olan kâfirleri denize varıp gelm ekten kes­
tiler, gelirlerse de k arg a ve kuzgun gibi sinerek ve
topal köpek gibi topallayıp sekerek gelip gider ol-
dulardı.
D ördüncü M eclis.— Ama bu ne olduğu belirsiz
kâfirlerin h âlâ tabyaları y akınında birkaç kuyuları
d ah a vardı. Bir-iki yerden gizliden ve açık tan yollar
ettile r ve bir yüksek dehliz kazdırıp368 bir nice yer­
den b acalar açtırd ılar369. İçerisi geniş yer altı evleri
gibi kazınıp yer yer d ö rt köşe sofalar gibi köşeler­
de oturacak yerler y aptırdılar. Aydınlık ve ışıklı
dört-beş yerden su lar kaynayıp370 (44a) arı-duru
akardı. İşbu yolunu şaşırm ış tay fa dışarıda savaş
edip susuzluk bastırdıkça gelip b uraya düşüp ra h a t
olurlar. Z am anın acısını ve sıcağını böylece üstle­
rinden atarlard ı. Y arar so lta tla r ve d a h a başka ba­
h ad ır itler bu an la tıla n sofalarda sıra sıra yatıp sa­
fala r ederlerdi. O kaynayıp çıkan p ın arb aşların d an
içip k an arlard ı ‘K anı T ü rk ?’371 deyip onunla d irilir­
ken372 içeriden kaçıp gelen kâfirlerden haberler alın ­
dı. Bir kuyularını yine Uluç Ali adındaki reis bizim
azebistan gazileriyle aldı. İşbu değerli k u y u ları üze­
rine, yeniçeri b ah ad ırları ansızdan yürüdüler. K â­
firleri dehlizde keyfederken buldular. P arıl p arıl tü ­
fek saldırılarıyla fınd ık lar yağdırdılar. Hay deyin­
ceye değin b ir nice yüz kâfire h û dediler373. Yani o
gizli yerde u y u r buldukları m elunları ânide basıp
çiğnediler. D in gazileri ve savaşçıları, kükrem iş ars-
lan gibi küm reyip ellerini, ay ak ların ı k ın a yakm ış
güveyi gibi374 dinsizler tak ım ın ın k an ların a boyadı­

75
lar. H erbir yeniçeri bahadırı, ilkyaz lâlesi gibi b aştan
ay ak ların a dek kızıl k an la al olup hayli yoldaşlıklar
e ttile r375. Y ahşi kılıçlar ve oklar çalındı. (44b). K â­
firlerin bir-iki bölüğünü kırdılar. Ancak elden ele
geçirip eskiden alın an k u y u lar gibi to p rak doldura­
m adıklarına lâle-i n u ’m ani gibi yüreklerinde biraz
ta sa d a n dağ kaldı376. B ir bakım a ib ret ve u ta n ç ba­
sıp377 birbirlerine danışıp dayanıştılar, yani el-bir
edip azıklaştılar378.
— Biz bu börkü artık giym eyelim379, bu bire-
gülükte işbu börkü bu k âfirlerin elinde korsak, de­
diler. K u rsak ların a gönül rah atlığ ı ile ekm ek ve su
kom adılar. Bir nice gece ve gündüz çalışıp m etris­
lerini hendek kıyısına getirdiler380. Tam am düzüp
m übarek şevval ayının son cum a gecesi (19 tem m uz
1560) yatsı nam azını kılıp y atası zam anda yürüyüp
hendekler içine girildi.. Allah u lu lar ulusudur, k a­
ran lık gece içinde to p lar şimşek gibi öyle parlaştılar.
B unların m ehabetinden cin büyücüleri görse büyü­
sü n ü u n u tu rd u . İm di bu yüzleri-aklar, o dinleri-
k aralarla acayip savaşlar ve garayip ahenkler eyle­
diler ki381 güm güm lerle b ü tü n o çevreler doldu.

Mesnevi
Dem urdukça o rû y în ejdehâler
H isar üzre yağardı gökten erez382
(45a) T üfenk âvâzı ve to p u n ta râ k ı
C ihana salm ışıdı tu m tu râ k ı383
H isar ehline eyleyip m ah âb â
T üfenk fındık su n ard ı ve top elm a384

O gece ta n a t ın caya ve ta n v ak tinden öğleye

76
erinceye dek bu yolla vuruş-kırış oldu. D arbzenler
ve p ra n k a la r çevresine serpildi.
İm di, bu hepsinin d u m an ın d an gökyüzü, k a ­
ran lık b u lu tu n u n perdesine döndü; ve bir-iki saat
ayın ve güneşin ışığı yitti. İşbu m avi renkli gökyüzü,
penceresiz ev gibi camsız, bu lu tlan m ış göründü.
D önüp bir nece zam an öyle durdu. B ü tü n halkı h ay ­
re t ve ibret aldı. G em ilerde ve başka yerlerde ve
çevrede b u lu n a n m üm inler bölüğü yalvarıp y ak ard ı­
la r :
— Allahım, İslâm askerine yardım cı olup gazi­
lerim izi din düşm anları arasın d a ve mezhepsiz A’_
râ b ’ın ikiyüzlüler tak ım ı içinde u ta n d ırm a 385, fe­
tih le r ve zaferler ver, deyip başların ı açıp386 inledi­
ler. Yüzlerini yerlere sü rü p ü st ü ste gülbankler çe­
kildi387.. Y uvarlak çarh, tek b ir sesleriyle388 inledi.
K üçükler ve büyükler o k u y u n u n şırıltısın d an b ü ­
zülm üş389, düşünceye dalm ış, şaşkın ve b itk in d u ­
ru rk e n (45b) Allaha o rtak ko şan lar tay fası da o ba­
calard an aşağı-yukarı sayısız y a t ve y arak attıla r.
T üfekler ve k u m b aralarla çok gazilerim ize zara r er-
gürdüler. Sözün kısası, O sm anlı o rd u su n u n yüzü-
suyu ve gö tü rü yeniçeri cılasın la rı ve bizim azep-
lerin 390 b ah ad ırları ile o şey tan lar o rd u su n u n sü rü ­
leri çok vuruş-kırış ettiler. S onunda elli kişi k ad ar
yeniçeri şehbazları can ların d an ve b aşların d an geç­
tile r391 ‘Ben Y arad an a tevekkül e ttim ’ deye kendi­
lerini b acalard an aşağı fırlattılar. A teşler yağdı­
ra n tüfekler içinde düştüler. Demek istiyorum ki
yerde pusuda ve o sofalarda yer tu tm u ş olan y a ra r
din halkının, kinci so lta tla r a ra la rın a inip d u ru n ca
lânetlem eler tayfası d a ayılar gibi h a rlaşıp ellerin­

77
de harbelerini ve m eçlerini p arla ştıla r392. Seçme ga­
ziler üzerine üşüp karcaştılar. Bir-iki s a a t kadar
savaş ettiler. Âlemin sığınağı, yeryüzünün sahip-
k râ n ı393 olan padişahın s a lta n a tın d a ve çok du alar
berek âtın d a394 seçme cılasınlar ü stü n geldi. Din düş­
m anları h or, h ak ir oldu. Çoğu öldürüldü ve um du­
ğ unda aldandı. Hele on bir k âfir tu tsa ğ ın ı üzgün
ve acılı yukarı çıkarıp (46a) ay ak ta d u rd u ru n ca
şehbazlar tayfası da kılıç üşürdüler.
Hay biz y a ra r kâfirleriz, size gerek oluruz,
kıym ayın, deyince ânide çalışıp kıym alar kılındılar.
Ve yer altın d a olan kuy u ların ı aldılar: kâfirlerini
kırıp kovdular. Bu kez kuyuya b u n lar bekçi oldular.
H alleri kötü olan tay fa bu su ların ın da alındığına
çok üzüldüler. Üst üste d ürüşüp saldırdılar. ‘Susuz
k ırılm ak tan sa kılıcım ızla ölelim ’ deyip h er dürüş-
m elerinde o bozguncular çok fesatlar eylediler. Ama
bu şehbazlar da döne döne pervazlar u ru p 395 işi-gücü
kötülük ve uğursuzluk olan k âfirlerin kollarını, k a­
n a tla rın ı ve y ararların ın çoğunu kırdılar. ‘Şevk ve
zevkle alm ak tır m u rad ın ı’ dediklerince can lar ve
b aşlar oynayıp396 o sırada nice b ah ad ırlar y aralan a­
rak m u tlu oldular; Ve bir nice cılasınlar da birer vu­
ru şla şehit olup gölgede d u ran can k u şların a bu
an d a arş yuva oldu397.

Mesnevi
Eylen an lara dua kim cüm le eylerler dua
Zâyir-i eknâf-ı K a’be, sâkin-i sahn-ı H arem 398

K alan din gazileri, seçme b ahadırlar, dinsiz k â­


firleri it k ıra r gibi döğe döğe kırdılar. Kılıç çalarak

78
o değerli ku y u n u n altın ı ü stü n ü (46b) bin belâ ile
aldılar. İçini, dışını ele geçirdiler. O arı-d u ru sudan
ellerini kâfir k an ın d an yuyup a rıttık la rı gibi gönül­
lerini de ta sad a n k u rtard ılar. M uştu sevincinin yol
gösterm esiyle p aşa hazretlerin in ayağı tozuna yüz­
lerini sürdüler399. İn san ın içine k u şku salan şeytan
tay fasın ın bundan böyle k u y u lard an y ararlan acak
su ları kalm adı. Câh ve m an sıp ları gibi b ü tü n çah ­
ları birer m unsapla ellerinden alınıp400 tu tu ld u . İçe­
ride olan sarn ıçlard an birer m ik tar işe yaram az,
düzm e ve süzm e suları kaldı401. S u ltan ım ın uğurlu
günlerinde, bugün-yarın öm ürleri gibi o da son b u ­
lur. H ernekadar baş kaldırsalar, esirgeyici T an rın ın
dileğiyle, yakın zam anda su ltan ım ın u ğ u rlu kılıç­
la rın a baş eğerler’ dediklerinde yüce ahlâklı — onun
gibisinin bir benzeri y aratılm ad ı402 — p aşa h azret­
leri de gülüm sediler. A nlatım ı hoş, kendi dilleriyle
tü rlü alkışlarda bulundular. Sonsuz lû tu fla r için
söz vererek cılasın ların içlerini açtılar.

Mesnevi
C ihanda ol y araşu r izzü câha
Kim öğe kulların ı p ad işah a403
(47a) deyip

— Şim dengeri, adı-kötü d üşm anın ezilmesi için


yiğitler m etrislerinizi o n at bekleyin, d u rm ad an ok
yağdırın. A teş-açan top ve tü fek a tm a k ta n geri d u r­
m ayın, buyurdular. Ali P ertek Beyin düzdüğü m et­
rislerine iki ta n e de top g etirttiler. Bir a n ve bir
saat durm ayıp o to p lar ve başka y a t ve yarak a tıl­

79
m a k ta n geri durulm adı. Adı geçen Ali Bey'inkine
yeniçeri şehbazlarn ıın m etrisleri kom şu idi. Dirlik-
düzenlik içinde ve iyilikle o yeniçerileri kendine bağ­
ladı. A lkışlar vererek404, ‘İn s a n ’ sözünün iç ve öz
an lam ı gereğince405 birbirleriyle çok an laştılar; bir­
birlerine yaklaştılar. Ebü’l-F eth tay fasıyla406 ata-
oğul olup gece-gündüz birbirlerine yardım cı ve ar-
k a oldular. O ta ra fın vuruş-kırışı lanetlem e kâfire
bir bakım a çokça sık ın tı verdi. ‘Y ürüyüş gününde
ve çalış zam anında407 o y an d an artu c a k çekinir’408
d eye kaçıp gelen kâfirlerden haber alınırdı.
Beşinci M eclis.— B ir g ü n yine içeriden, k ad i­
feler geyinm iş409 bir-iki y a ra r kâfir kaçıp geldi. So-
ru ştu ru ld u ğ u n d a :
— Bize bağlanm ış olan önceki sularım ızı ver­
m ediklerinden ö tü rü geldik. Ölmek te n dirilik yeğ
deyip beyliği yoksulluğa değiştik. İçeride olanla­
rın halleri harap. U ğursuz su ra tla rı to p rak gibi sa­
ra rıp solm uştur. K üçüklerinin de, büyüklerinin de
işleri olm uştur410. H em en b ir alay k av u r411 yok ye­
re k u ru in a t eyleyip giderler ve can ların ı dişlerine
alıp412 gayretle d u ru rlar. Ancak bu halde nasıl d u ­
rulabilir? Bir gün olaki b ü tü n düşkünlükleri ve güç­
süzlükleri ortaya çıkar, dediklerinde im an ehli ka­
filelerinin orduları, bu sevinç veren hab eri duydular.
Bol bol nim etler veren Y arad an a şü k ü rler kıldılar.
H er işlerinde ve b ü tü n d av ran ışların d a öncekinden
bin k a t a r tuk, gece-gündüz açık gözle413 d ü şü rü p
çalıştılar. Gözlerini açtılar. K üçükler ve büyükler
d u rm ad an çalışıp m etrisleri ileri ilettiler414. Alay
bayrakları, h a ttâ tab y aların d u v arları diplerine di­
kildi. G ülbankler çekildikçe415 halleri kötüleşm iş

80
olan kâfirler d ah a çok üzüldüler. B aşlarını salıp416
dişlerini kısıp417 silkinip titreşirlerd i. Ve ‘neye böy­
le çağrışırsınız, T ü rk ler?’ deye söğerler ve tü k ü rü r­
lerdi. Öyle olsa, din gazileri de (48a) ‘herze yimeyi-
n iz’ deyip dinsiz kâfirlerle gecede ve gündüzde söy­
leşip :
— F ikriniz nedir? Ve ne u m u t edersiniz? Niçin
kaleyi verm eyip ileri gelecek işte418 in a t edersiniz.
H ayatın tem eli olan sularınızı zaten hep aldık. İm-
dengeri ister-istem ez, hepiniz, beyleriniz dediğiniz,
k a ra köpeklerinizle birlikte gelirsiniz, y a h u t ta bu-
g ün-yarın susuz, haliniz h arap olup hep kırılırsınız,
deyince kötü-yaratılışlı ta y fa şaşıp biraz g ü lü ştü ­
ler. D önüp :
— Suya ve başkaca meyve ve yiyeceğe hiç gö­
rü m lü değiliz. Belki h â lâ taze Âbî üzüm üm üz eksik
olm adığı gibi o da bu lu n u r, b ir nesneye aç ve m u h ­
taç değiliz. Ancak b u n u kesin bilin ki vire eyle­
m ek419 m uhaldir. E ğer yürüyüş edip alırsanız alır­
sınız, bu olur. Yoksa hep kırılıncaya değin savaşırız,
bilesiz. Ve onm adık b aşların ın yazılarını görseler
gerek420, anlayasız. Eğer vire eylemeli olsam 421, şim ­
diye. dek durm azdım , verirdim . Ve yanım da vire ile
h isar verm ek422 caiz olsa ben girm ezdim , başka bek­
çi kordum . Ben ‘n o ’ dedikten so n ra dönm ezim 423.
Ç ünkü h asların hası424 Efrenci soyundan bir Efren-
ciyim. Siz m iyim ki köküm den h a tâ edip te inadım ­
d an döneyim ?425 Ü stelik b u n u yap arsam H azret-i
İsa — üzerine selâm o ls u n — ku lları arasın d a yiğ-
renci olam 426 deye d aim a öğüt verir beylerim iz’ der,
dönüp (48b) giderlerdi. M üm in askerleri de m elun

81
k âfirlerin bu in a tla rın ı bildiler, hem en o yapılıp
o rtay a çıkan, felek gibi yerinden kım ıldayan kule­
n in b ü tü n y a t ve y arağ ın ı gördüler. M übarek şevval
ayının yirm i birinci p azarertesi g ü n ü (13 tem m uz
1560) üzerine bir nice şehbaz, arslan avcısı ve k in ­
ci bah ad ır tüfek-endaz yiğitler çıkardılar. Yere - ba­
tası kâfirlerin yoldan azm ışlarını ve baş-oynayan427
yiğitlerini, sonra d a y arar savaşçılarını dışarı çı-
k artm ay ıp işi hiç gevşetm ediler. Ç ıkanlarını da vu­
ru p tilki ve keler gibi delikten deliğe soktular. M et­
rislerde olan m üm inler tak ım ı da onun gibi oklar
ve yaylarla şakıyan akar-yıldızlar gibi yürüdüler.
Kimi bakıp d u ran şey tan lar ordusunu ta şla ra tu ­
tu p sam yeli gibi vu rduklarını baş-aşağı d üşürdü­
ler. Bu, elinden nesne gelmeyen ta y fa n ın da, b u lu t­
larda yuva kurm uş kulenin savaşçılarının avluda
gezenlerini ve ay ak ta d u ran la rın ı vurup y aralad ık ­
la rın a pek üzüldüler. B ahtsız ve yoldan azm ış ve
k ap k ara töreleri gibi k a ra keçeden, o gece y u k a­
rıda, aşağıda perdeler gerdiler. Şeytan o rdularının
sürüleri de o perdeler ard ın a girip sığındılardı. Din
gazileri ve şeriatin gerçeğine in a n a n savaşçıları da
ta n vakti perdeyi gördüler, (49’) A llahın yardım ı­
n a sığınıp sıvandılar428, serm endiler. O k ad ar tü ­
fekler ve p ra n k a la r ü şü rd ü ler ki perdeler nice bin
yerde kalbur gibi delik delik oldu. K âfir de bu me­
habeti ve yiğitliği görüp:
— H a bizim sandığım ızda ve sakındığım ızda
y a ra r nesne yok429, bu da ne p ran k ad ır? deyerek se­
kerek ve sinerek te k ra r d u v arlar ard ın a güçle k açtı­
lar. Seğdirip durduklu d u rd u k ları yerde kaldılar,
değm e dışarı çıkam az oldular430.

82
Beyt431

G ererler perde, gerdun-vâr


G irerler ard ın a k ü ffâr432
K ırar b u n ları dahi h er b âr
Dağıldı kalm adı deyyâr433

Ama bundan önce, din gazilerinin başlarının


başbuğu ve m üslüm an askerlerinin buyurucusu, de­
m ek istiyorum ki, kadri-yüce, ü st köşenin büyüğü
p aşa hazretleri ne zam an ki düşm an donanm ası ge­
m ileri alınıp ta toplulukları dağıtıldı, o zam an ken­
dilerinin yakın ad am ların d an N asuh Ağa adında
b ir him m etli kullarını, hem en, yalnız kendisinin
bindiği gemiyi y a t ve y arak la donatm ış, vaktine h a ­
zır434, içini, dışını y a ra r yiğitler ve güç işler gören
şehbazlarla doldurm uş, sonunda sevinç veren (49b)
fü tu h a t için, cih an ın sığın ağı olan p adişahın eşi-
ğine gönderm işlerdi. Adı geçen ağa da engine salı­
n ıp435 gittikçe, k arga ve kuzgun pençesine ilinmiş,
dem ek istiyorum , ki, işi-gücü kötülük olan kâfir
korsanlarının alıp M alta’ya gönderdikleri m al do­
lu bir M ısır Şehri barçasın a rastlam ışlar, yirm i nefer
gözcü koym uşlar, gemiyi savaşçı kâfirleriyle alıp
M oton Kalesi L im anı’n a g ötürüp koyup gitm işlerdi.
A llahın yardım ıyla-kâfirlerin bir fu rk a ta sın a daha
ra s t gelinmiş, b u n u n yirm i kişiden çok kâfirlerini
de alıp geçirerek bu içe ferahlık veren sevinçle ra ­
m azan ayının yirm inci günü (14 h aziran 1560) sal­
ta n a t merkezi olan İsta n b u l’a gelip erm işlerdi. M uş­
tu bayrakları çekilince436 T an rın ın lü tfü olan p ad i­
şah ta çok sevinmiş, ulu T an rıy a yüzbinlerce şü k ü r­

83
ler eyleyip ‘Allahım, em eklerini hiç esirgem eden bu
hizm etleri edenleri sen b erhordar eyle’, deye du alar
buyurm uş. Hele yüce k ap ın ın 437 yetiştirdiği cöm ert
varlık ve şah larşah ın ın eşiğinin pençeyi an d ıra n
eliyle beslenmiş, dem ek istiyorum ki, Cezayir Beyler­
beyi (50a) Piyale P aşa H azretleri k u lların ın ak ran ı
ve ileri gelenleri arasın d a tü rlü tü rlü ih san lar ve al­
kışlarla hayır d u alar ve yakışır öğütlerle din ve d ü n ­
yasında berhordar o lm alarına d u alar etm işler. Düş­
m an ların yüreğinin zayıflam ası için o k u llarına can
koruyan bir tılsım olan438 altın işlemeli bir kılıç ve
şan ham ayılı439 ihsan buyurm uşlar. Bu kılıcı beline
ta k tık la rı ve k u d ret y u m ru ğ u olan pençelerine gir­
diği zam an v ü cu tların ın esenliğine yol açsın ve kö-
tü-dillerin hançerlerin in d ü rtü şü n d en gelecek belâ­
ları savm alarına yarasın deye kendilerine u la ştır­
m ak ta ivedi buyurm uşlar.
— H erhalde ve ne olursa olsun, sonu çabuklaş­
mış k âfir askerlerin in sığına k edindikleri uğursuz
ve belâlara yaklaşm ış h isarın ne denlü berk ve sarp
olursa olsun, vardığın gibi alınm asını cihan padişa­
hının ve zam an sah ip -k ran ın ın 440 m u rad ı idüğünü
açıklayıp bildir, deye ısm arlam ışlar. Üç p arça gem i­
yi de y an ın a koşup gönderm işler.
B ir uğurlu günde, rü zg ârın elverişli olm asıyla
salınıp birkaç gün geceli-gündüzlü hoşça geçtikten
sonra R uka denilen kıyıda Cerbe Adası’n d a adı-bel-
li bir yere yapışm ışlar. P aşa hazretleriyle danışık
edip haberleştikte (50b) k u d retlü p ad işah ın buy­
ru k ların ı ululam ak, m u rad ın ı y ü rü ten şahlarşahı-
n ın kılıcının gelişini ağırlam ak üzere ve yere-batası
kâfirlerin gönüllerinin kırılıp k ararm ası için donan-

84
mâ-yı hüm âyun gem ilerinden yirm i p arça yürü k
gemi y at ve y arağ ın ı değiştirm iş, geceleyin varıp
d u rd u k ları yerde onlarla buluşup karışm ışlar. Paşa
hazretleri
— :
Yarındası günde birkaç gemi d ah a karışıp
çıksınlar, gûya yirm i d ört p arça gem i şim di o radan
gelip geçti sansınlar, deye buyurdu.
G erçekten bu tedbirleri alındı ve gem iler bir
a ray a toplandılar. U ğursuz k âfirlerin rağm ine sonu-
gelmez şenlikler ettiler. Sayısız san cak lar ve ren k
ren k b ay rak lar dikildi; ü st üste gülbankler çekil­
di441; du rm ad an to p lar ve tü fek ler atıldı; ufu k ları
d u m an bürüdü ve gök kubbesinin boşluğu o sesler
ve yankılarla sevince boğuldu. G em iler hep birden
gelip bir yerde y attılar. Üç, p arça b u n la ra k atılan
gem ilerin sınıf sınıf askerleri rengâ-renk alay bay­
ra k la rı ile eskiden olduğu gibi san d allar d o n attılar,
kâfirlere karşı dışarı çık arak 442 m etrislere koyulduk­
ların d a m elunlar tay fası gerçi önce düzen sandı­
lar. Ancak taze asker geldiğini duyunca bir bakım a
h a y atların d an u m u t kesip can ların d an usandılar,
deye haberleri (51a) alınırdı. N asuh Ağa da dışarı
çıkıp443 m etrislere vardı, P aşa hazretlerin i bu kum ­
la ra batm ış to p rak lar arasın d a buldu. A llahın göl­
gesi olan padişah h azretlerin in h ilatlerin i levent
boylarına giydirdi; him m et kılıçlarını444, onun ince­
likleri gören ta b ia tla rı gibi ince bellerine k u şattı.
Bu M ağrıp D iyarı’nda, dışa b ak an do stlar445 ve din­
siz d ü şm an lar arasın d a, dem ek istiyorum ki, bu
kalabalık topluluk içinde b a h t ve m u tlu lu k sancak­
ları g ün gibi parladı; dünyayı tu ta n yüce şan ları ve
değerleri, köşe-bucağı tu ta n gökle beraber oldu.

85
Mesnevi
Elâ ey server-i devrân-ı âlem
Esîr-i devletindir halkı âlem 446
Yücelsin devletiyle izzü b ah tın
Y etişsin şar-k-u garba vasf-ı zâtın 447

K açanki, âlem in sığınağı olan padişah h azre t­


lerinin yüce buyrukları okundu, onun p arlak d ü ­
şüncelerinden çıkmış, m übarek ağızlarının ne h a ­
berleri varsa, anber kokusunu an d ıra n güzel h a tır­
la rın d an ortaya dökülm üş ne öğütleri gönderildiy­
se söylendi, devletlü p adişahın ku lları448 b u n ları öğ­
renince

Mesnevi
(51b) M eyân ın a kuşandı zer kem er-vâr
G azaptan iki dilli âteşin m âr449

gece-gündüz çalıştılar; cihan padişah ın ın ve Âdem-


oğullarına ferm anı yürüyen su lta n ın yüce dilekle­
rin in yerine gelmesi için gem ilerin çevresinde dü-
rüştüler. Demek istiyorum ki her sabah m etrisler­
de ta ş ve toprak yasdanıp döşendiler. M übarek kol­
larını ve ayaklarını sığayıp işe sarıldılar. Allahım
büyüklerden büyüksün!

Mesnevi
Kalb-i a ’dâya giriştim doğrulup m ânend-i tîr450
Tîğler gibi çalıştım kolum u ü ry an edip
dediler.

86
Öyle olsa, imdi, y an ların d a bey ile paşa, Allah-
verdi ile İ lyas P aşa gibi hep bir o ldular451. K üçük­
lere ve büyüklere, köleye ve âzâd edilmişe güler
yüzle ve yum uşaklıkla, sözün kısası b ü tü n h alk a
‘b ü tü n m üm inler k a rd a ştır’ had îsin in dediğince
yoldaşlık ve karındaşlık yönünden dirlik-düzenlik-
ler ettiler ve herb irin in gönlünü alacak yolda dav­
randılar.

Mesnevi
İki gözünü nerkis gibi öptü
Sanavber gibi ark asın ı y ap tı452

O ndan sonra g ö tü rü reislere ve azeplere to rb a­


larla to p rak lar ve sipahiler tay fasın a (52a) ve em ir­
lerin yaşlılarına d allarla y ap rak lar ve geri kalan ki­
şilere, karışık orducu lara ve A’ra b azgınlarına453
kısa ve yoğun to m ru k lar getirm e işi verildi. Ama
‘başınız için yaş olsun, k u ru m akbul değildir’ deye
ısm arlandı. Bir-iki gece ve gündüz içinde eksiksiz
hazırlanm ası için, o p ad işah d iv an ın ın işlerini d ü ­
zenleyen ve padişah ferm anını tenbihleyen kişinin
dem ek istiyorum ki, dergâh-ı âlî çavuşları bölüğün­
den454 Cezayir Beylerbeyi çavuşları455 dem ekle bili­
nen kim seler, özellikle hizm etlerindeki k eth ü d ala­
r ı 456 M ehm et Çelebi, ellerindeki şeşperle bozdoğan­
ları, o heybetli ve kocam an yasavul çom aklarıyla
halkı böldüler. Bucak bucak, aşağı-yukarı sürüp
çak kucak kucak, herhalde az olsun, çok olsun, ye­
tecek kadarını taşım ay ın ca sizleri ra h a t kom ak
yoktur; deye m u ratların ca çalıları g etirttiler. Her-
birisi arkalarıyla getirip tab y aların hendeklerini

87
doldurm ağa çalışırlardı; h em de bu işi gerçekten
yapıp başardılar ve çok yerlerini doldurdular.
Altıncı Meclis.— İşbu göklere beraber olan es­
ki kule gibi felek-oturaklı bir kuleyi de p aşa haz­
retleri kendileri iki-üç gün (52b) içinde ta byalar
h endeğinin yakınında m eydana koydu; içini, dışı­
n ı zeytin ağacı d allarıyla ve kum lu to p rak la berkitti.
İn san ın içine kuşku veren şey tan tay fası arasın a
sonsuz kuşku düştü ; günden güne şaşkınlıkları
a rtm a k ta idi.

Mesnevi
S anasın her k en ar olm uş k a n a ra
Asılmış gövdeler m ism âr-ı h â ra 457

A llah öyle yazmış. Meğer yeniçeri ağası, hiz­


m etlerinde paşa ile bunca savaşlarda ve nice yer­
lerde tü rlü tü rlü yoldaşlıklar etm işti.. O sırad a şim ­
di yapılan ve töresi fü tû h olan458 kuleyi görmeye
ve seyretm eye gelip durdu. P aşa H azretleri ‘nişan
yerinde durursuz, ağa o tu ru n .’ deye yer gösterdi.
Ağa da ‘duralım , sultanım , kayırm az459. H erkes al­
n ın d a yazılan sergügeçti görür460, olacak elbette
o lu r’ deye söylerken ansızın, m erm i y ağ dıran bir
tü fek gelip ağanın sözlerini doğruladı, başına do­
k u n u p yaraladığında (53a) eğilip kendinden geçe­
rek düşm esi üzerine gö tü rü p gittilerdi.
Ama din şehbazları ve gerçeği bilen gaziler ge-
ce-gündüz çalışıp ta b y aların d u v arların ı kazıdılar.
Bir-iki yerde köşebend olan çatı kerestesi gibi di­
reklerini çekip to p rak lar içinden m eydana çıkarm ış­
lar. H ergün böyle eylemeğe başlayıp hem en dö rt

88
koldan ta b y an ın d u v arların ı kazıdılar. Taşını ve
to prağını hendeğe döktüler, bu dediğimiz direklere
erdiklerince461 ipler tak ıp çekerler; bir-iki bin adam ,
kim i olur, b ir uğ u rd an yapışıp çekip k âfirlerin a t­
tık ları y a t ve y arak ların a bakm azlar; Allah Allah
nidasının yankısı zevkinden kendilerini u n u tu rla r;
‘h a canım , kom a can ım !’ deyerek h erb ir gazi aziz
canlarını peşkeş vermeğe iverek çekerler ve kopa­
rırlardı. Bu halle birkaç gün çalışıp tab y aların ı boz­
d u lar462. D ört yerden yüksek gedikler açıp yürüyüş
hazırlığı yaptılar. M übarek zilkadenin ilk çarşam ­
basında (24 tem m uz 1560) yürüm eye niyyet olun­
du. H er gedikte birer kule yapılıp463 üzerine toplar
ve tüfekçi şehbazlar çıkarıp h azırlandılar.
K âfirler içeride gediklerin (53b) yolları üze­
rinde hendekler kazıyıp to p -atacak Otla doldurur­
lar, ü stü n ü çalı-çırpı ile belirsiz ederlerdi. Topları­
nı saçm alarla doldurup to p rak lara göm erlerdi; a n ­
cak ağızları dururdu.
G azileri k arşılam ak üzere, öç alm ak için, dü­
şüp ay ak ların a batsın deye uzun ve yüksek ta h ta ­
la ra ucu sivri ve keskin bıçaklar gibi çiviler sanç-
m ışlardı. Başka y at ve yarak, harbe ve kısa m ızrak,
tü rlü tü rlü kılıçlar, m eçler ve kürdeler, h er köşede
ve her yerde hazırlam ışlardı.
Söz kesilen gün, ve o güzel bayram ı beklerken,
o pazar gecesi yedi-sekiz yüz kişi k ad ar y a ra r sa­
vaşçı kâfirlerle başları olan lânetlem e sab ah a yakın
zam anlarda, tem cit zam an ın d a464, o iblisler kılık
değiştirm işler, başların a kim i ak sarık sarın ıp ki­
m i gecelik külah giymiş; ancak çoğu beyaz göm ­

89
lekler giymiş olarak, o sevinç getirecek olan su rla­
rın d an dışarı çıktılar. Biraz savaş ettiler. İslâm
askeri de gafil bulunm ayıp h e r y an d an çıkıp akıp
geldiler. K ırvan asker kolunda465 kâfirleri bölüp k a r­
şılaşıp elleştiler. Bir-iki sa a t sarp vuruş-kırış oldu.
İki ta ra fta n çok kim seler y aralan d ı ve d ü ştü . Ya­
ralıların çoğu (54a) m üslüm an askerlerindendi.
Ö lülerin hepsi de bozguncular ordusundandı. Öyle
olsa, bu yolda savaşırken m elu n lar tak ım ın ı it kı­
ra r gibi döğe döğe denize döktüler. Birazını boğ­
d u lar ve nicelerini savaş aletleriyle öldürdüler; göv-
deler ini yere serdiler; çoğu savaşçı k â fi r leri iki böl­
düler. Bir bölüğü kale ta ra fın a can atıp yine k u r­
tuldular. Bir bölüğü de deniz yanın a düşüp gemi­
lerine dek can atıp gazilerin elinden yüzerek güç­
le k u rtu ld u lar, gem ilerine girdiler. H a ttâ Don Abor
da kale ta ra fın a gidemeyip gem ilere girerek ken­
disini kaybettirm işti. Bu vuruş-kırış da nice k â fir­
ler helâk oldu.
B undan sonra İslâm askerinin verdiği sıkıntıya
ve kaygıya dayanam ayıp vire eylemek466 um uduy­
la ağızlarına kılıç, boyunlarına kefen alarak 467
güçsüzlerin diliyle, y an an m um un dili gibi dil uzat-
tıla r468. İslâm ların yolunca an d içerek ‘am an, el­
am a n !’ deye feryat edip n â ra la r a ttılar. T abyala­
rının yakını üzerine derildiler.
Bu yandan, islâm askeri de yarındası gün, ta n
a ta rk e n yürüyüş eylemeğe h azırlanırken gördüler-
ki beş kişi y a ra r k âfirler vire san cak ların ı469 alıp ge­
lip (54b) çıktılar. S aadetlü p aşa h azretleri de :
— İm dengeri vire olmaz470. Zira önce sizlere
n a sih a t olm uştu, kabul eylemediniz, işin sonunu

90
düşünm ediniz, deye tü rlü tü rlü çıkışm alar çıkıştı.
B unları salıverip kovdu.
— V arın hisarınızda vaktinize hazır olun471. Bu­
gün zaten yürüyüş savaşı olsa gerek. Neye geldi­
niz? İşte ben ve askerim hazır, hem en siz de kalkın
yerinize varın, dürüşelim , deye buyurdular.
K âfirler d u rd u k ları yerde pek ted irg in ve k a­
rarsız olup herbiri söğüt yaprağı gibi titred i; elleri
ve ayakları kım ıldam ak tan ve dilleri söylem ekten
kaldı. Şaşkın, bitkin, cansız su ret472 ve büyülenm iş,
şaşıp kalm ış gibi bir nice zam an susup d urdular.
Sonra yine kendilerine gelip ağlayıp sızlayarak ve
şefaat aray arak paşa h azretlerin in yüce ayak ların ın
tozuna düştüler :
— Kimi öldürürseniz ö ldürün ve kimi k ıra r­
sanız kırın, bundan sonra biz a rtık b u rad an g itm e­
yiz; virem izden de kalm ayız473. T u tsağ ın olm ak bi­
ze devlettir, tek canım ız k u rtu lsu n , ölmeyelim, de­
diklerinde ahlâkı yüce paşa hazretleri de :
— M âdemki bu yolla k u rtu lm ak um arsınız, va­
rın b ü tü n (55a) kâfirleri beraberce, beyleriyle ve
k ap tan larıy la içhisara koyup gelin, m aslahatınızı
göreyim 474 deye buyurdular. Bir-ikisi kalkıp vardı,
o buyruğu m üm kün olduğu k ad ar yerine getirip
te k ra r geldiler; h ab er getirdiler. ‘Em rinizle ta şın ­
m ağa koyuldular’ deye haberleşip söyleşirken ge­
m iler haberi geldi :
— S ultanım , gem ileri alm ışlar ve Don Abor’u
d a gem ilerde bulunup tu tm u şlar. T u tsak ve düşkün
geliyor, deyip d u ru n ca m eğer m üslüm a n askerleri
ve din o rdularının kafileleri kale ehalisini bu h al­
de görüp bin H am dettiler ve Ş ükürler kaldılar. He­

91
m en gem iler ta ra fın a yönelip eriştiler. Ânide gem i­
lerdeki kâfirlere girişip yağm a ve ta la n ettiler.
H a ttâ Don Abor, o yağm ada bulunup kendisini de­
nize salm ış ki boğulsun, y a h u t tu tsa k olursa ken­
disini bildirm esin, o tu zak la ölüm den k u rtu lu p
hem bu ara lık ta kaybolsun, görünm esin, istem iş.
Ancak tu tsa k lık ta n çıkan yiğitlerden475 b ir niceleri
o m elunu bilip ‘in a t kaynağı ve fesat ocağı boz­
guncuların başı b u d u r’ deyince İslâm orduları da
ü stü n e üşm üşler, her parçasını, kulağın ca, belki
de d ah a ufak eylemek için bir nice yüz yerden kı­
lıçlar çekilip yürüm ü şler iken (55b) k ap u d an paşa
h azretlerin in reisi D urm uş o sırada orada imiş;
gelmiş ve bir nice reisler de yetişip yardım cı olup
üşm üşler. Bin güzel dürüşm e ile kılıç lokm ası ol­
m a k tan ku rtarm ışlar. Belâ yağm uru selinde yu­
varlanm ış yahudi ördeği gibi b aştan ay ağ a sırsık­
lam , şanı-ulu paşa h azretlerin in önüne, o virenin
konuşulduğu yere ergürm üşler. D urm uş, bir tu ts a ­
ğa, bir paşaya bakm ış. T u tsak cansız su ret gibi476
sessiz sadasız, hali perişan, zihni karm akarışık, bi­
raz zam an k arşıların d a durm uş. Benzeri olm ayan
paşa, te rcüm an aracılığı ile ‘o tu rsu n ’ dediklerinde
şaşm alar şaşarak oturm uş. P aşa H azretlerinin iki
yan ın d a o tu ra n beylere ve ay ak ta d u ra n büyükle­
rine bakıp hem de başını salarm ış.477 Biraz kendine
gelip aklını toplayınca devlet tacın ı çıkarıp478 ce­
m iyetleri gibi saçlarını dağıtm ış. G ücü tükenm iş
ve yavaşça yüzünü yere koyup yine ayağa kalkın­
ca, zam anın yegânesi olan p aşa hazretleri ‘neyle-
meğe geldin? D aha d u rsay d m be k âfir.’ deye bu-

92
yurm uş. K avram ası az lânetlem e de kendisine söy­
lenen acı sözleri tercü m an aracılığı ile anlayıp yi­
ne o dil ile karşılık verm iş:.
— Nice gelmeyim ki (56a) ku len in başında k u ­
ru la n to p lar bir günde iki-üç yüz n efer kâfir, onat-
ça hesaplanırsa belki d a h a çok helâk eyledi ola.479
Hem doğrusu bize neler eylediyse o kuleler eyledi,
dediğinde iyi-huylu ve ululuğa ulaşm ış olan paşa,
o dağları an d ıra n kuleler, kendi düşüncelerinin
eseri olduğundan gayet hoşuna gitm işti. G ülüm se­
yerek bu büyük fü tû h a tı böylece ih san ve arm ağ an
eyleyen ve nim etlerini bol bol veren A llah’a çok
çok Ş ük ürler ve sonsuz H am dler edildi. Ö teki tu t ­
saklarla kâfirlerin başı olan tu tsa k la rın arasın d a
biraz ayrıcalık gözetildi; yimesi, içmesi bâbında ve
giyeceğinde de, b u n u n benzerleri olan işlerde ek­
siksiz ağırlandı ve geniş davranıldı. Ancak zincire
v u ru lm ak kesindir ki ‘tu tsa k la r onsuz yaraşm az ve
onsuz tu tsa k la r da d u rm az’ atasözüdür.
Ama bu yanda ‘gem ilerde yağm a ilk su n an a
değm ez’ dedikleri oldu.480 Doyum m alları ve tu tsa k ­
la r ele geçirm ekte halk o denlü tesellisini bulm a­
dı.481 T ek rar h isar üzerine gelinip vire olm ak482
u m uduyla d u v arla r üzerine dizilip d u ra n kâfirler
tayfasıyla söyleşip d u ru rk en yeniçeri b ah ad ırları
‘h ay b u n la r bize neler etm işlerdir? Nice vire (56b)
yeridir?’483 deye yürüdüler. Öteki asker tak ım ları
da484 b ahane arayıp d u ru rlard ı. Ansızın b ir u ğ u r­
dan ayaklanıp yürüdüler, derhal gediklerden içeri
koyuldular. H alleri p erişan olan k âfirler de hınzır
sü rü sü gibi ü rktüler. Eşek, sivri nuduldan, sıçrar

93
gibi sıçraşıp içhisard an çıkm ağa can a ttıla r . İlkin
atılıp yetişenlerden bir-iki yüz y a ra r k âfir g etir­
m iş olacaklardır. Ancak kalanı, g ü n ah ı söyleyenin
boynuna, tü rlü hakaretlerle kırıldılar. Ve şu m ü ­
m inlerin artığ ı olan m elu n lar tay fasın ı çok korku
aldı. Y arın dası m übarek çarşam ba g ü n ü h isard an
boşaltılırken benizleri bozuldu; elleri, ayakları tu ­
tu ld u ; tatsız dilleri saçm a bile söylem ekten kaldı.
D em ek istiyorum ki, susup şaşırm ış ve büyülenm iş
gibi bakışıp söz söylemeden d urdular. Elleri ve bo­
y unları bağlandıkça ita a t edip b aşlarını su n a rla r­
dı,485 sevinirlerdi. Böylece o g addar tay fay a gem i­
leri gösterildi.486 Ayakça d u rd u k ların d a ve o tu r­
d uklarında destek olsun deye ay ak ların a kadine-
ler vuruldu.487 Biraz titrem eleri geçip te o tu ru ştu -
lardı, am a o vire eylemeğe488 sebep olan y ararca
( 57a) kâfirlerden üç-dört n efer kim se âzâd olun­
du. K alan ların ın küçükleri ve b ü y ü k le ri, âlem in
sığınağı olan pad işah h azretlerin in k u tlu zam an­
ların d a ve m u tlu günlerinde hor ve h a k ir tu tsa k lık
zincirine vuruldular.
Ama savaşlarda A llahın h ü k m ü n e set çekil­
m ediği gibi, T an rın ın iradesine n a sih a tla da karşı
konmaz. Bu hükm e ve bu iradeye taş, to p rak ta b ­
y alardaki çalı değil, bûkalem un nakışlı felek kub­
besi bile engel olamaz. N etekim işbu fetih lerin ol­
m asından önce ilkin adı geçen kale için yapılan
savaşlarda, dem ek istiyorum ki gem iler ve kuyu­
la r yürüyüşlerinde, m etrisler kazılıp yapılırken göz
gören yerlerde ve geçitlerde ölenler olduğu gibi o
m etrislerde to p lar kullandırıp T ürk ler önde, a rk a ­

94
da geçip yürüdüklerinde de ve bozguncu m elu n la­
rın da b ir nice kez m etris basm ağa çık tık ların d a
da şehitler verilm iştir. ‘Ecelleri gelince bir s a a t ne
geri bırakabilirler, ne öne alabilirler’489 deyen ulu
ayetin yüce kavram ları hü k m ü n ce bir nice m ertler
o sırad a vurulup dilleri söylemeden bu k o n ak tan
geçtiler.490 F ü tû h dolu ru h la rı491 uçup gidenlerden,
reisler tak ım ı S inan Dîvâne, İb rah im Reis, Tâbi
M ehm et U sta ve başka savaşçılardan ve okçular­
dan b u n u n gibi olan m u tlu la rın ve şeh itlerin tek
tek söylenmesi im kân dışında ( 57b) olduğundan
b u n lara göre kıyas edilerek kısa kesildi. Ve bir nice
b ahadır da yaralan ıp p aray a benzer birkaç g ü n lü k
öm ürlerinin492 geri k alan ın ı bu ölüm pazarında, za­
m an sarrafı önünde h a rc a sürdüler,493 ve itik a tla ­
rın ın halis a ltın ın ı h ay ret ateşiyle gönül pu tasın -
da kal ettiler.494 Tevbe ve istiğ far m ihakkiyle de-
neyinceye değin d u ru p ay arın ı ta m am ettiler.495
Böyle edip ak arın ı koyup gidenlerden, adı geçen
tayfadan, dem ek istiyorum ki, reislerden K apudan
C afer D îvâna, M ehm et Reis D üm enî, Deve Hoca,
M ehm et Tekkeli, Abdi Sipah Reis, Evet Memi, Rus
H aydar Reis, H usrev Reis, M u rat Reis, Tâbi M eh­
m et Çavuş ad ların d ak iler yarar, s a n a tla rın ın de­
ğeri bakım ından ele girm eyecek gem icilerdi. Hele
C afer Bey, işbu d ü n y a sahilinde eşsiz zam an pehle-
vanı idi. Ama o derin denizde hali ne oldu ola? Hi­
dayet fenerini uyaram azsa?496 Ey ve a h deyip her-
biri zam an denizinin gemicisi ile şeh ad et denizine
dalgıç oldular.

95
M atla
D üştüm m u h it-i h ay rete sandım ben a n ı sığ497
B aşım dan aştı mevc-i belâ n ag eh a n drîğ498

(Nesir) deyip dalıp gittiler, varlıklarını yok ettiler.

M ısrâ
Ne n am ın d an n işan kaldı, ne kendüden eser
peyda499

Geri kalan düşm an avcısı, yer-götürm ez asker­


den ve p ad işah tan aylık alan tay fad an , dem ek is­
tiyorum ki yeniçerilerden ve sipah bölüklerinden,
ulu kişilerin yardım cıların d an ve beylerin ku lla­
rından,500 h a ttâ büyük paşalardan, netekim K apu-
dan Paşa h azretlerin in kap u cu larıbaşısı501 M ehm et
K ethüdası ve K aayid İlyas adında hem şirezadesi,
öteki y arar kaayidleri ve b u n lard an başka ellişer -
altm ışar dirhem tü fek ler a ta r 502 y a ra r b ah ad ır yi­
ğitleri ve öteki, töreleri fü tû h olan503 M ağrıp-zem in
askerleri504 ve gönüllü gem ileri505 gazilerinden y ara
alm ış olanların çoğu sıh h a t ve afiy etten uzak düş­
tüler. Hele o reislerin ark aların a düşüp gidenleri506
hisaplansa sayıca binden artu k tu .
İmdi, seçme yiğitlerin ve gerçeğe in a n a n la rın
baş oynayanları507 bölüğünden bu k ad ar gaziler
(58b) bu dün y ad an geçip göçünceye değin ta b ia t­
sız kâfirlerin ve hep k ö tü lü k düşünen dinsizlerin
gemileri, yığın yığın hisarbeçelerin hendeklerinde
ve deniz yalılarında h ın zır alayı gibi birbirine ça­
tılıp y atarlard ı. H er savaş olup vuruşm ağa d u rd u k ­

96
ların ca508 bir gazi için on kâfir, A llahın yardım ıyla
belki d ah a çoğu kılıç ve ok lokm ası olup çiğnenir-
lerdi. Gerçi bu şehbazlar kim sede güçlerini kor ab­
d allar olm adıkları sizce bilinm ektedir. Bilinm iyor­
sa bilinsin.
Bu sonu sevinç olan d an d ah a şaşılacak ve bu
in san ın içine ferahlık veren m enkabelerden d ah a
ferahlık verici bir rivayet ve gönülden p ası silen
bir hikâyet, denizlerde gezen râvilerin509 ve ad alar­
daki şehirleri dolaşan k a ra askerlerinin dillerine
d estan olm am ıştır. K olu k an ad ı kırılm ış ve halleri
p erişan kâfirler gem ilerinin bu sav aşta k u rtu la n ­
ları M alta Adası’n a varıp geçtiler. Bu yasları dola­
yısıyla ten telerin i ve sancaklarını, dinleri gibi k a­
ra la ra boyadılar. M eşine Adası’n a geçip geldikle­
rinde, o ad an ın küçükleri ve büyükleri, erkekleri
ve k ad ın ları y alılara inip saçlarını b aşlarını yoldu­
lar. Y akalarını yırtıp fery at ederek ve n â ra v u ra­
ra k tırn ak larıy la yüzlerini (59a) y ırttılar. G em iler­
deki k âfirler ise b u n la rd a n dah a ileri g ittiler.510 İki
y an d an Cehennem deresindekilerin511 seslerinin
y ankısın ı an d ırır a h d u m an ları göklere erişti. İşbu
yasın ağlayıp inlem eleri kiliselerinde çalın a n org­
la rın sesleri gibi ciğerlerini deldi. H erbiri sa r’alı ve
m ecnun gibi to p rak lara b ulanıp öylesine acılar
çekm işler, bir zam an sessiz sadss ız ölüm ün tad ın ı
ta tm ış gibi yatıp kalm ışlar.

M esnevi
B ugün iş h ad d en ü su b aştan aştı
D elirdi sanki hep k ü h sâra d ü ştü 512

97
Ş eytan o rd u ların ın sel gibi coşan sürülerine
baş olan Mesine Adası Beyi, dem ek istiyorum ki o
büyük köpek, ad a n ın veziri513 dedikleri lanetlem e
ve gem iler kapudan ı514 Andreye D ori’n in oğlu
Cuvan Anderye Dori ile birlikte kaçıp geldiklerin­
de bu yaslar olup bitm işti. Gelm eyip orada k alan ­
la rın buradaki yak ın ları, gelenleri ağırlay arak
karşılayanlara, kendilerini u lu lay arak alkış tu ta n ­
lara, o ahm akça öğütlerde b u lu n a n lara k arşı ken­
dilerini tu tam am ışlar, yoksulu, zengini hepsi kendi
acılarını ortay a dökm üşler. İstem eksizin küçüğü,
büyüğü n a ra la r a ta ra k söğüp saym ışlar :
— O nlar îs a d ininin yolunda idiler ki (59b)
oralarda kaldılar. Ama siz n e geldiniz? Ve bu iş ne
idi k i siz h a y a tta kaldınız? H ani bizim şehbazları-
mız kande kaldı? Bre hay! deyerek yüzlerine k a r­
şı açık açık bağırm ışlar. Bu asık s u ra tla rla ve yüz-
binlerc e u tan m azlık larla h ın zırhanelerine dek515
götürm üşler, işbu m erhem le y araların ı bir derece
sarm ışlar.
Ama vezirinin b ir oğlu ki kılıkta, kıfayette,
bülûğ çağında,516 tah m in le on iki yaşında olmalı,
başka gemide olup tu tsa k olduğunu b u n d a n önce
kaçıp gelenlerin ağzından an ası h ab er alm ıştı, ka-
çanki o sırada veziri517 gelip erdi. O ğlunun an ası
kendisini yerlere atıp ü st ü ste öldü, öldü, dirildi.
O ndan sonra dönüp vezirine d er ki:
— Ey zalim, oğlancığım ı neyledin ki seninle
gelmedi? Ya sen onsuz niçin geldin? Hiç o n u n gibi
oğlandan a ta la r ay rılır mı? Ey acım ası yok! Senin
gibi şefkatsiz a ta la rı san tilerd en dilerim ki denize

98
a ta la r, başkalarına ib ret olasın. Bre gayretsiz! O
m a ’sum dan neylemeğe ayrıldın ki o gelip sen k a­
lacak iken o kaldı, sen geldin. İm den geri seni da­
h i neylerler ki ne zevk eylersin518 ve n e oğlan ey­
lersin!519 H er gece-gündüz san tilere (60a) yani ev­
liyalara yüz u ru p yalvarayım , seni d ah i komayıp
alalar. Hiç m ülküm e basm a ve evime girm e. Ey
ham iyyetsiz, zam an köhnesi! Oğlum T ü rk ler elin­
de ağlayıp inler olsun d a sen b u rad a benim k a r­
şım da kadeh gezdiresin. Ne revadır ki o h ay rette520
sen bunda devlette. İm di k alk git, gözüm görm esin
seni hey diyavolo! deyip tü rlü tü rlü h a k are tler ve
h ayretlerle konuşm aları ve savaş yönünden ta rtış ­
m aları oldu. K üçük, büyük herkes o halde, o sıra­
da, orada b u lu n an k âfirler tay fası b u n la ra ve öte­
ki yakınları tu tsa k o lan lara acıyıp ağ laştılar. Başı
kesik ta v u k gibi kendilerini yerden yere vuru p h al­
kın arasın d a yerlere yuvarlandılar. Sonsuz fery at­
la r ve bitm ez tükenm ez ağlayıp sıklam alarla İs a ’­
n ın k u lu olan ta y fa h ây uhuy ettiler.521
— Eğerçi T ürkler bizimle dayim a savaşır, ge­
lip ülkem izi vurur, çoğu zam an y akar, yıkar. An­
cak şim di eyledikleri canım ıza işledi; b ü tü n beyle­
rim izi avlayıp tu ttu . Ah yazık! V ah yazık! Nide-
lim, neyleyelim? deyerek ağlayıp yurm u rd u lar.
H erkes h ın zırhanelerine girip o tu ru şm uşlardı. An­
cak o yolu cehennem e çıkan seferlerine k atılm a­
y an uluları bu üzücü hikâye (60b) ve hallerin i pe­
rişan kılan bu iş neden böyle oldu, deye iç yüzünü
so ru ştu rd u k ların d a veziriyle bu dinsizler tayfası­
n ın büyükleri arasın d a hayli ta rtış m a la r çıktı:

99
— Senden oldu, yoksa ben gem ilerim i alıp
gelirdim . Bir h afta cık du ralım deyip durdukça, ha
bir h a fta d a h a deyerek beylerim izin ısm arladığı
va’dcden522 bir aydan fazla zam an geçirdik. Hay
m edet, dediğimce kulağm a koym adın, deyip dönüp
oradaki beylere ve u lu papaslara:
— Sizler de va’de verdikleri zam an523 bilirsi­
niz, ne k ad ar zam an geçm iştir? Ben de divane de­
ğildim. Engel olan olm asa niçin bu k ad ar durup
kazaya uğrayaydım ? B ana düşen hizm etim i yerine
getirip cüm le azıklarını y at ve yarak ların ı, ve öte­
ki araç ve gereçlerini, askerlerini ad a kıyısına dök­
m üştüm . Öyle ise ay ru k ne d u ru rd u m ? Hep fesat
bunundur, deye yaslar edince küçük, büyük b ü tü n
k âfir beyleri ona uydular. ‘K ap tan gerçek söyle-
yor, suç senindir’ deye vezirinin524 zıvırzıvır etleri­
ni yediler. İspanya P ad işah ın a d u ru m ların ı bildir­
diler.
K açanki İ spanya’nın, o beyleri dedikleri kö­
pekleri bu halleri öğrendiler, elleriyle dizlerini
(61a) döğdüler. B üyüğüne, küçüğüne söğdüler. O
vezirin525 pis canına lân et ettiler. O ndan başkası­
n a siyasetler buyurdular.526 K adırga reislerinden
ve y a ra r k ap u d an larınd an kaçıp gelenlerin ele gi­
renlerini d ar ağacına çeksinler, dediler. Değil do­
n an m a adını, gemi sözünü an m ay ı bile yasak e t­
tiler. A nanların ve ‘gem ilerim izi T ürkler almış, ya­
h u t şöyle yapm ış, böyle etm iş’ deye a n la ta n la rın
tü rlü tü rlü siyasetlerle asılıp basılacağını bildirdi­
ler.
L event reislerinden D îvâne Ali adında bir ya­

100
r a r reis Cezayir gem ileriyle k â fir y ak asın a ve
F ren g istan Ü lkelerine ak ın eylemeğe geçip bu pe­
rişan hallerini görüp öğrenm iş. Adı-belli lim an ları
gezip seyrederek k âfirlerin çek tirir gem ilerini bü­
tü n bozulm uş görm üş. H er k âfir şaşkınlık köşesin­
de, büyükleri, küçükleri pek yas içinde imişler.
H a ttâ bir-iki p arça k aly atalarla bir reisi g ö tü rü
F re n g ista n ’ı dolaşırsa önlerine çıkıp ‘ne ister şu n ­
la r? ’ der, bir kimse bulunm azm ış. Cezayir gem ile­
rini, büyük donanm â-yı h ü m ây u n sanıp h e r nere­
ye vardılarsa ü rk ü p kaçm ışlar. O ğullarını, kızları­
nı, belki an aların ı da fidye verip bırakıp giderler­
miş. Ve o gem iler halk ı da herkim i buld u larsa al­
m ışlar. G em ilerini (61b) güzel ve değerli giyecek­
ler ve p arlak giysiler, y a ra r k adın ve erkek tu tsa k ­
la rla doldurm uşlar.
Bu m uştu, İslâm din in m ehabeti şerefini böy-
lece h ab er verdikte, güzel ve iyi h u ylu p aşa haz­
retleri ve gö tü rü İslâm askeri çok m u tlu olup haz­
la r ettiler. Kimseye görüm lü olm ayan G ani, ulu
T an rın ın kapısına yalvarıp y a k a ra ra k Ş ü k ü r sec­
deleri kılındı.527 H er v a k ıtta o azgın kavım , niçe
b u n u n benzerleri belâ ve sık ın tıd an boş bırakıl­
m asın.

BEŞİNCİ MAKALE

Bu, bir y an d an m u tlu lu k la birlik b ir y an d an


da belâlara yakın olan sefer-i hüm ây u n d ak i it k ı­
ra n ı528 değm e seferlerde olm ayıp belki bu zam ane
dek hiç bir yerde görülm em iştir. Y erlere girip gö­

101
m ülm eyen g ö tü rü ölüleri, gerek küçükleri, gerek
uluları, sözün kısası ölü ve diri k âfirlerin bu sefer­
de telef olanlarının d efterleri529 Don Abor dedikleri
b aşlarının cebinde bulunup otuz bin k ad ar oldu­
ğ unda şek ve şüphe yoktur. Bu, yalan-dolan laf de­
ğil, karga, kuzgun sesi gibi saçm asapan söz değil­
dir.
Öyle olsa, im di A llahın ih san ı olan bu sevinç
ve T an rın ın verdiği fü tû h a tın g u ru ru , bu dü n y a­
n ın d ö rt tem el u n su ru olan toprak, su, ateş ve h a ­
vanın nitelikleri sü rü p g ittiğ i m üddetçe say ılan
pek çok olan gazileri sevindirip k ıv an d ırm ak ta de­
vam etsin.
*
**

Gaziler, hem en m ühlet verm eden bir-iki gece-


gündüz içinde topları ve askerleri gem ilere yükle­
diler. O kalede ele geçen to p lard an yirm i altı ta n e
y a ra r toplar alındı. On altı tan esi d ah a yine o k a ­
lede bırakıldı. M übarek zilkadenin on ikinci salı
g ünü (5 ağustos 1560) göçüldü.
T urgut P aşa H azretleri önden gidip T arabulus
Şehri ta ra fın a yöneldiler. İki gün bir gece y ü rü ­
yüp m übarek perşem be g ü n ü ikindi vaktinde Ta-
rab u lu s’a yakın gelinip orada yatıldı. T an atm a za­
m anları, tü rlü sevinç ve kıvançlarla şehre gelinip
rengârenk san cak lar dikildi. Toplar atılıp b ü tü n
m em leket çevresi top gürlem eleriyle doldu; göğün
ta sı çınladı. Bu sevinç y ankılarından, büyük, k ü ­
çük herkes, donanm an ın geldiğini h ab er aldı. Aşa­
ğısı, yukarısı,530 o ra h a tlık veren h isarın kapıları

102
ve d uvarları Âdemoğlu y aratık larıy la süslenm işti.
Belki göğün ta v an ın d an b ü tü n u lu m elekler bölü­
ğü virdlerini ve zikirlerini u n u tu p tem aşay a d u r­
m uşlardı.531
Öyle olsa, P aşa depdebe ve görkemle, sözün
kısası b ü tü n gem ilerle T arabulus Şehri lim anına
girdi, kondu. D em irler atılıp üç gün orada kalındı.
T u rg u t P aşa H azretleri bu günlerde ( 62b) bir
büyük ziyafet düzenledi. Sam anyolu gibi532 tü rlü
nim etlerle donatılm ış bir sonsuz sofra çekti, G ü­
neş yuvarlağı gibi çörekler, dolunay gibi börekler,
göklere uzan an kadehler gibi gülîçe ve gülaçlar
y er yer kondu. B ü tü n açlar, sofra gözlerine ilişin­
ce, o na doğ ru koştular. Elleri yettiğince533 kapıp
yediler. Herkes ileri geçip tam am doydular. Ancak
T ürk zariflerinin m em leketlerinde görülen, zevkle
kurulm uş o güzel çad ırları seyrettiler. Adı geçen
p aşan ın alâm etleri zafer olan b a h tla rın ın gittikçe
a rta ra k sürüp gitm esi için d u alar edip döndüler.
B undan başka yerliler de, kırlarda, b ağlarda
ve bahçelerde, ululuğa ark ad aş olan P aşa H azret­
lerine ve onun beylerine534 ve ondan başka askerle­
rin kimi ileri gelenlerine bucak bucak nice ziyafet­
ler ettiler. Hem de tü rlü tü rlü ululayıp ağırlaya­
ra k onları cebeli, zarîfî, arab î ve garbî, rü zg âr ayak­
lı â tla r a bindirdiler, şehrin ve d eh rin h er yanını535
seyirler ettirdiler. Bu u lu kişilerin herbirini, özel­
likle P aşa H azretlerini sonsuz lû tu flarla, demek is­
tiyorum ki, güçlerinin yettiği arm ağ an larla, gem i­
lerine gönderdiler. A yrılırken kendilerinden özür
dilediler. Bir şey yapam adıklarını söyleyerek aya­

103
ğının to prağına yüz sürdüler. K endileri b ah tlı
y u rtların d a (63a) kalıp hay ırlı yolculuklar diledi­
ler.
*
**

Ama gazilerin başbuğu, b ah tı buyru ğ u n d a tu ­


ta n paşa hazretleri,536 küçük, büyük, herkim varsa
gem ilerine koydular. M übarek zilkadenin on seki­
zinci g ü n ü (11 ağustos 1560) dem irlerini k ald ırd ı­
lar. Göç kösünü çaldırıp537 T arabulus Ş ehri’nde k a­
la n dertlilere y âh u deyip538 aşk ettiler.539 Şevkle yâ-
h û deyip540 a n a yu rd a doğru geçmeye niyyet e tti­
ler. M u ratları olan coşkun engin içine salınıp541 İs­
ta n b u l’a yöneldiler. D enizin rü zg ârı uygun olm a­
dığından kâfirlerin Mesine Adası ve K alavri Ya­
kası denilen lim an ların a düştüler. K âfirlerin nice
şenlik yerleri ü st üste yakılıp yıkıldı. Kimi varoş­
la r yakınında bulu n an köyleri yağm alandı ve bir
nice zam an aykırı esen rü zg âr gereğince a ş a ğ ı-
yukarı dolandılar. S onunda A llahın yardım ıyla on
dördüncü gün enginden k u rtu ld u lar. Rum eli Ülke­
si ta ra fın d a Körfez kıyısı y akınında B ahşılar ad ın ­
daki adaya yapıştılar.542 Yüzbinlerce H am d ve Şü­
k ü r duaları serpilip o to p rağ a yüzleri sü rü ld ü k ten
sonra göçüldü. Preveze adındaki h is a r lim an ları­
n a girildi. G em iler ikinci kez g ö tü rü o ad alard a
yağlandı (63b). M übarek K u rb an B ayram ı nam azı
b ir güzel günde (1 eylül 1560) o yerlerdeki nam az-
g â h ta kılındı. S a lta n a t m erkezi olan İstan b u l t a ­
ra fın a yönelindi. B ayram ın ikinci p azarertesi gü­
n ü (2 eylül 1560) ikindiden so n ra göçülüp yola çı­

104
kıldı. S ert rüzgâr uyg u n düştü. Bir-iki gün geceli -
gündüzlü, sıkıntı çekm eden Venedik beylerine bağ­
lı Zaklisa adındaki adaya da, gecenin üçtebiri geç­
tik te n sonra gelinip dem irler atıldı. Adadakiler, ta n
ağ arırk en donanm ây-ı h ü m ây u n gem ilerini birden
lim anda gördüler, hem en peşkeş için hazırlık lar ve
şenlikler için y arak lar gördüler.543 T ü rlü h ay ret ve
ibretlerle544 küçük, büyük, herkes ad an ın kalesin­
de ne k ad ar toplar varsa hepsini kaza ve kad er gi­
bi545 atıp köm ürdü ile gökleri dopdolu doldurdular.
Ve ateş-saçan du m an ın direk direk olup göklere
dikildiği h eryanda ve b ü tü n ülkelerde b u lu n a n gö­
tü rü ad alard a ve öteki kıyılarda bilindi.

Beyt
Düd-ı âhım urm asa h e r gün ona yer yer direk546
Y ıkılırdı t ôp-ı âh ım d an bu tâk -ı âsm an

(64a) Öyle olsa, im di bu yolda sonsuz şenlik­


ler ettiler, Y alandan coşkunluklar gösterip çok îe-
rah lık lar arzettiler.547 Ancak bu y an d an içi aydın­
lık olan paşa hazretleri de rü zg ârların ı uygun gö­
rü p ta m am m u ratların ca buldu. K endisine niçin
ve neden sorulm ayan Y aradana, Ş ükür secdeleri
kıldı.548 M üm inlerin gönüllerine ferah lık tır, deye
kalkm ak üzere davrandı. Göç bildirm ek ve toplu­
luğa m u ştu verm ek için borularını çaldırıp dem ir­
lerini kaldırdı. K ale beylerine tesellilerini verip
herbirini güler yüzle yerlerine döndürdü. Kendisi
de saadetle göçtü. U ygun rü zg âr yine, o gece ve
gündüz öyle uygun esti ki herbir gemi, güçlü olan

105
da, güçsüz olan da, yaydan fırlam ış ok gibi bir dü-
züye seğirdip g ittiler.549 Yine o u ğ u rlu günde, gü­
neş batarken, in san a ferahlık veren M oton Lima-
n ı’n a gelinip dem irler kondu. Bir-iki gün kalınıp,
adı geçen kalenin bekçileri ve korucuları da re n ­
gârenk sancaklarını kaldırdılar, gelip y alılara in ­
diler. Alaylar bağlayıp550 paşa hazretlerin i gem ile­
rinde selâm ladılar. Tekbirler çekilip551 ü st üste tü ­
fekler atıldı. Herkes, kendisini, gücü y ettiği denlü
(64b) savaş aletleriyle donatm ıştı. B undan sonra o
sancakları, h isa r bedenleri ve kuleleri üzerine dik­
tiler, zorlu k âfirlerin rağ m ın a ziyade şenlikler ey­
lediler. S aadetlü paşa hazretleri de bu te rtip leri
beğendiler. Devletle kendileri de İslâm askerine ve
m üm inler ord u su n u n kafilelerine büyük ziyafetler
yerdiler; onları tü rlü tü rlü ağırladılar. K üçük, b ü ­
yük, herkes o Samanyolu yıldızını an d ıra n sonsuz
sofradan,552 bitip tükenm ez, görülm edik, işitilm e­
dik n im etten ta m am doydular. Hem o diy arlard a
b ulu n an kuş, k arın c a ve yılan, nice ay lar ve yıllar
b u ndan nevalelerini düzdüler. B u n d an sonra bu İs­
lâm askerinin ileri gelen u lu ların a gün gibi p arlak
seraser kum aşından h ilatler giydirdiler, tü rlü a r ­
m ağ an lar ve ih san larla herkesin kaygısını giderdi­
ler, ve h er yönden halka, değerlerine göre riayetler
olundu.
İm di bu sevinç ve kıvanç arasın d a göç buyu­
ruldu. Yine uygun rü zg ârlarla gidilip M anya B u r­
n u dolaşıldı. Aliyos Körfezi y ak ınında olan lim a­
n a gelinip konuldu. H erkes H am d ve Ş ükür eyler­
ken Çuka Adası yak ınında adı-kötü kâfirlerin adı-

106
belli k ap u d an ların d an C ağala deye bilinen ün lü
(65a) b ir koca m elun korsan bir kalyon ve on p a r­
ça çek tirir gemi ile geziyor, herkim i b u lu rsa ta la n
edip ağlatıyor, deye Anabolu k ap u d an ın ın kalya-
ta sı h ab er verdi. H em en kükrem iş arslancılayın
p aşa hazretleri, aydınlık güneşin p a rla k ışını gibi
atıldı. Yirmi p arça sel a k a r gibi y ü rü k gemiye, h a t­
tâ sonsuz lü tu fla rı dolayısıyla dost-dü şm an arasın ­
da vücut verip bu k u lların ın 553 bindiği gemiye bile
h ab er vermesi buyuruldu. B unlar donanm â-yı h ü ­
m âyun gem ilerinin k alan ların d an ayrıldı. Akşam
n am azı sıraların d a lim an d an dışarı çıkıp o gece
çektirdi, gitti. Bolayki o gün-görm üş lânetlem eyi
ele getirebileydim , deye epice uğ raştı. S abaha ya­
k ın sıralard a adı geçen ad a y ak ın ın a çekip aşağısı-
y ukarısı araştırılırk en kim i rençber ığ rıb arları ve
karam ürsel gem ileri bulundu. B u n lara ne olup
b ittiği soruldukta 'biz de sîzlerin işittiğiniz gibi
işittik, ancak görm edik’ deyip şü k ü rler ettiler.
Herkes p aşa h azretlerin i aram a işindeki dürüşm e-
de çevik ve K u r’an-ı K erim de sözü edilen ‘b u ta rık
su ra tlı çetin günde k a tra n ve zift içinde,’554 dem ek
istiyoru m ki, ‘o k aran lık gecelerde, gezip a ra ş tır­
m a yolunda sab ah lara dek u yanık gezdiler. Ada­
n ın yoksulu, zengini, hepsi tü rlü alkışlar tu ttu la r
ve cihanın sığın ağı o lan pad işah ın devletinin de­
vam ı için d u alar ettiler.
— R eâyânm gönlü ra h a t olsun, y ukarıdaki­
n in de, aşağıdakinin de555 esenliği için, devletlü p a­
dişahım ızın ve beylerim izin ve askerlerim izin h al­
lerini ve çektiklerini bildik. K an ad ı doğru yolu gös­

107
teren gövercin gibi yelkenlerle çevremizi dolaştık­
larını gördük, dediler. B irbirlerini ra h a t u ykula­
rın d a n uyandırıp gördüklerinde yüz kez ve bin kez
dualar, senalar ettiler. K endilerini tu tam ay ıp gül-
bankler çekilip ağlaştılar.
İmdi, bu haletlerle y ü rü n ü p sabah oldukta Çu-
ka Adası’n ın kalesi altın d a lim ana varıldı, dem ir­
ler konuldu. H aber sorulunca ü st üste büyük ye­
m inler edip
— Bu adaya ve bu aray a gelmediler, gelseler
komazdık. Ama bu sayıda gem ilerle dedikleri ya­
landır. Koca korsandır, donanm a ile yürüm ez,556
yalnızca yürür. Hem de te k başına iş görür. Şikâ­
rın ı alıp şikârını şar eyler, ve nice nice işler o rtay a
kor, gafil olm ayın ve bu denizleri boş kom ayın de­
yip bu m akule sözlerle av u ttu lar. P aşa hazretlerini
üzerlerinden döndürdüler.557 Devlet sahibi vezir de
( 66a) y a ra r yiğit k ap u d an larla danışık ettiler. O n­
lar dediler ki:
— D evletlü sultanım , şimdi bu d u ru m lard a bu
a ralard a gezm enin faydası yoktur. K endiniz saa­
detle buyurun, mevsimiyle a k ta rm a la rı Boğaz’dan
içeri koyun. Hem devlet kapısına arzeyleyin, şanı -
yüce buyruk ne tü rlü çıkarsa ona göre düşünülsün,
dediklerinde, paşa hazretleri de ‘benim düşüncem
de bu idi’ dedi, geri dönüldü.
Sözün kısası, eldeki ele girm eyip elde edilecek
olan da bulunm ayınca558 Benefşe adlı h isar yakı-.
n ınd a o ayrılan donanm â-yı h ü m ây u n gem ileriyle
ikinci günde B argucak denilen lim an d an çıkıp
K argucak deye bilinen ada önünde giderken bu lu ­

108
şuldu. K im i lim anlık, kim i uygun rü zg ârlarla b i r ­
i ki gece gündüz yürü n d ü . A llahın yardım ıyla Bo­
ğazkesen h isarları önünde yürüyünce iki y an ın a
değerli kim selerin gem ileri dizildi. D enizin yüzünü
( 66b) Rum eli to p rağ ın d an A nadolu kıyısına va­
rıncaya değin gem iler tu ttu . Boğaz’a sığm ayıp ard-
l a r ı ca bir dizi daha oldu. Bu ikinci alay ın da bir
u cu obir u c u n a yetişerek y ü rü n d ü . H erzam an ol­
duğu gibi rengârenk san cak lar ve b ay rak lar dikil­
di. M üslüm anlar ordusu ve Allahı bir bilenlerin as­
kerleri güçleri yettiğince kendilerini savaş y arak ­
lar ı ve sorguçlarla ve tü rlü tü rlü tu ğ la r ve o tağ lar­
da donattılar. Ve h erb ir sarık lard a cengi tay lasan -
la r sarılıp h erb ir gazi savaşa h azır olduğu kılıklar­
da, başlarda ve kıçlarda ve iki k an ad lard a ve m an-
k alard a d u rd u lar.559 İşbu gem ilerden ve h isarlar­
d a n ejderha soluklu ve tu n ç gövdeli, gök gibi gürle­
yen ve yıldırım lar y ağ d ıran to p lar nevbet nevbet
a tıldı. Allahu Ekber560 sesleriyle gökler doldu. O ra­
la rın tilk i ve çakalları, k u rtla rı ve san sarları ya­
ta k la rın d a n belinledi. Y ankıları o vadilerde dere ve
geçitleri geçip yüksek ve u lu dağ ların eteğine u laş­
tı.
İm di, d u m an ların tu m tu rak ı, aşıkların âh ı d u ­
m an ı gibi kalktı,561 âlem in aynası açılıp p arladı.562
O zam an bu y ü rük gem iler, hidayet perisi gibi k a­
n a t açtıla r563 ve küreklerinin dillerini dikip564 (67a)
engerek yılanının dili m a ğ ara k aran lığ ın d an yal-
m a n ır gibi dillerini uzatıp yürüyünce o h isarlar da
iki y an d an kulelerini ve b ârû ların ı u zattılar.565
T ü rlü tü rlü renklerde san cak lar ve b ay rak larla do­

109
n a ttıla r. H alk ta, hepsi, genci, yaşlısı k a ta r k ata
dizilip başlarını açtılar.566 Yüzlerini göklere tu tu p 567
ü st üste gü lbankler çekildi568 Allah Allah seslerinin
yankısının verdiği zevkten bu d u ran la ra, nasiple­
rince, coşup kendinden geçme hali geldi. H erbiri
H am d ve Ş ükür d u aların ı e tra fa serptiler. D ua el­
lerini, kendisinden ve y ap tık ların d an niçin sorusu
sorulm ayan T anrıya u zattılar. Gözleri yaşlı, dille­
ri ataşlı, yalvarıp y ak arm ak ta, yerlerinde duram a-
m akta, yaşlılar bile safasınd an ta k la la r atm a k ta
idiler. B irbirlerine seslenip:
— Ey Boğaz kesen K alelerinin gazileri! Bu
m u tlu lu k ları kim gördü? Ve ve bu devletlere kim
erdi? A llaha H am dolsun, onun n im etlerin in kıla­
vuzluğu ile bizim zam anım ızda oldu, deye ü st üste
gülbankler çekildi.569 H û ve y ah û n aralarıy la570 bü­
tü n k a ra la r ve denizler doldu. G aziler topluluğu
m u m u n u n serdarının başı paşa hazretlerin i571 ek­
siksiz olarak u lulayarak konacakları yerlere gö­
tü rd ü le r ve gem ilerde olan (67b) din gazilerine ve
m üslüm an askerlerine de bu n â ra la rd a n ve ağla­
m alard an tü rlü haller geldi. Kimi inleyerek, kimi
ağlayarak ve kim ileri de zevk halinden yakalarını
y ırta ra k ‘ah nidelim , neyleyelim, keşki h er vakit
bu hal ile olalım ' deyerek konak yerlerinde572 de­
m ir salıp oturdular. Bir-iki gece ve gündüz bu zev­
k in tadıyla ta tla n d ıla r;
O k o n ak tan da göçülüp m u tlu ve ku tlu , u lu ­
lukla ve yücelikle, gaziler o tu rağ ı ve savaşçılar u ğ ­
rağ ı Gelibolu Şehrine gelinip konuldu. Yine ehali
Boğazkesen kalelerinde o lan lar gibi dua to p u n u n

110
n ârasın ı göklere ağdırdılar. Sonsuz yalvarıp y ak ar­
m alar, ağlayıp inlem elerle alkış övgüsünün incile­
rini,
— Hoş geldiniz, ayağınız u ğ u rlu olsun ey din
gazileri ve iki d ü n y an ın savaşçıları, deye gem iler­
den şehrin kıyısına çıkan gazilerin üzerine ü ş tü ­
ler. Kimi u lu la rın ay ak ların a yüzlerini sürüp bü­
yük saygılarla herbiri ululanırdı.
Öyle olsa, bu üslûpla adı geçen şehir önünde
p adişahın sanı-yüce buyru ğ u n u bekleyip d u ru rla r­
dı. Bu haletle on beş g ü n k ad ar o tu rak olundu573.
B irkaç günden sonra, A llahın takdiriyle p adişahın
ferm anı, şah larşah ın ın buyruğu (68a) da, gökten
gelen vahy gibi bir u ğ u rlu günde indi. D in anbe-
rin in nerkisler saçan fah v asm d an 574 yirm i p arça
h ü n erli gemi ü rü n d ü eyledi, Kocaili Beylerbeyi Ali
P ertek Bey serd ar kılınıp m em leketin yöresini ko­
ru m ak için alıkonulsun, haberleri geldi. Yüce em ­
re uy arak bu işler yerli yerine yetirilip saadetle
göçtüler.
M übarek altm ış sekiz yılı m u h arrem ayının
altın cı günü, cum a gününde (27 eylül 1560) n a ­
m azdan sonra tü rlü süsler ve d o n atım lar ve sonu -
gelmez ağ ırlam alar ve ziyade şenliklerle gelindi,
b a h tın o tu rağ ı ve m u tlu lu ğ u n du rağ ı olan s a ra ­
yın önünden geçtiler. Tersane-i Âmire lim an ların ­
d a ta m yerleşildi.575

***

B ü tü n bu olan biten in an latılm ası işbu m üba­


rek altm ış sekiz senesi safer ayının üçüncü çarşam ­

111
b a gününde (6 ekim 1560) sona erdiğinde çok çok
Ş ükürler ve bitm ez-tükenm ez H am dler kıldım.
G üçsüzlüğüm ve eksikliğim le virdler ve zikirler
okuyup ululanm ası gerek olan kapıya576 Ş ükür sec­
deleri e t tim 577
A llahın yardım ı ve onun verdiği b aşarı ile ki­
ta p tam am landı.

112
AÇIKLAMALAR

1 Allah, Tanrı.
2 Esrâ sûresi, ayet 70.
3 Kâinatın Kâf ve nun’dan, Tanrının ‘kün = ol’ buy­
ruğundan açılıp Âdem Peygamberin Arap harfle­
rindeki Mîm harfinin başını andıran ağzı, dilsiz ko­
nuşmağa başladı.
4 Hakkın feyz meltemi, İsa Peygamberin, ölüleri di­
rilten nefesi oldu. Onun - Hakkın - nefhasından
kara toprak Âdem oldu (Âdem Peygamberin kara
balçıktan yaratıldığına işaret).
5 Âdem Peygamberin yaratıldığı toprak değme maden
ocağında bulunmaz; onun için cihanda adam bu­
lunmaz.
6 ‘Lev lâke lev lâk, lemâ halaktü’l-eflâk (sen olma­
saydın, sen olmasaydın, ben gökleri yaratamazdım
anlamına olan) bir hadîs-i kudsî, Peygamberimizin
Tanrının ağzından söylediği bir hadisi.
7 Enbiya sûresi, ayet 107. ‘Biz seni (habîbim) âlem­
lere (başka bir şey için değil) ancak rahmet için
gönderdik’ diyen âyete telmih.
8 Peygamberleri rahmetten yarattığın zaman Mu-
hammed Mustafa’yı bunlardan seçip ayırdın, üstün
kıldın.
9 O Muhammed Mustafa, peygamberlik tahtının ta­
cına sahiptir, seyyidü’l-mürselin (Allah tarafından

113
gönderilmiş bütün yalavaçların efendisi) dir. Allaha
dostluk, yakınlık göğünün ayı ile güneşidir.
10 Öncülük hâzinesinin güvenilir şahıdır (Peygambe­
rimizin Kureyş kabilesi arasında en güvenilir kişi
olduğuna işaret). Emanet denizinin de yetim inci­
sidir. (Sadefin içinde tek olduğu için başka inciler­
den daha büyük bir inciye ‘dürr-i yetim’ denir.) Ama
burada, Peygamberimizin babası, doğumundan bir­
kaç hafta önce öldüğü, için kendilerinin yetim ola­
rak büyüdüğü anlatılmaktadır.
11 Tozu insanların gözünün tutyasıdır (Tutya, kalayla
karışık bir kara taştır, bunu havanda dövüp sürme
yaparlar ve göze çekerler). İkinci dizenin başında­
ki kelime tam okunamıyor. Ben bunu güzel ve ko­
kulu bir ot demek olan ‘dübâb’ diye okumak İsti­
yorum. O zaman anlamı ‘onun güzel ve kokulu otu
da, Şeddâd’ın cennet bahçelerine rekabet için yap­
tırdığı İrem bağı gülünün bulunmaz iksiridir, ha-
cer-i felsefîsi, toprağı altın yapmaya yarayan mad­
desidir, demek olur.
12 Yalavaçların önde geleni ve önden gidenidir. Se­
çilmiş kişilerin ardından yürüdüğü, şan ve şerefi
yüce, cömert hükümdarıdır.
13 Gerçekten, yaratılmışların yalnız ona bu minneti
duyması yeter ki o Allah tarafından, âlemlere rah­
met olarak gönderilmiştir (bkz. açıklama, 7).
14 özellikle dört dost ve dört gevher (ilk dört halife).
Bunlar Ebubekr, Ömer, Osman ve Haydar’dır. Ali’­
ye ‘Allahın Arslanı’ denildiği için, burada, Ali yeri­
ne, arslan demek olan ve Ali’nin ikinci bir adı gibi
kullanılan ‘Haydar’ denilmiştir.
15 ‘Bundan sonra’ Arapça ‘Emmâ ba’dü’ sözünün kar­
şılığıdır. Bu, Allaha hamd ü senâdan, Peygamberi­
mize salât ü selâmdan, padişahın ve kitabın ithaf
edildiği kişinin övgüsünden sonra, asıl konuya gi­
rildiğini belirten bir sözdür.

114
16 Bu, hemen bütün yazarların, kendileri için kullan­
dıkları bir alçakgönüllülük sözüdür.
17 Sadrıâzam Rüstem Paşa.
18 Eskiden kâğıdın henüz bulunmadığı çağlarda, yazı
için ceylan derisi kullanılmıştır; burada da o yazı
yazılan deriye işaret.
19 Devlet divanını teşkil eden ve ‘Kubbe Vezirleri’ adı
verilen vezirlerden.
20 ‘Nükte’ bugün kullandığımız anlamda olduğu gibi,
tırnakla, ya da sivri bir nesneyle yapılan bir iz de­
mektir. Burada sözün gelişinden ve sert nesneleri
kesmek ve delmek için kullanılan ‘elmas’ sözcüğün­
den dolayı ikinci anlamı daha yakışmakla birlikte,
yazar, her iki anlama da yer vermiştir.
21 ‘Hisse’ bilindiği gibi ‘pay’ demekse de, burada yazar,
Cerbe Savaşı’na katıldığına, onda payı olduğuna işa­
ret etmektedir. Ayrıca okuyucuya ‘kıssadan hisse’ de­
yimini hatırlatmaktadır.
22 ‘Bahis, söz, tek bir konu üzerinde yazılan yazı’ an­
lamına gelen bu söz, burada, bu anlamları da içine
almak üzere ‘bölüm’ yerine kullanılmıştır.
23 ‘Gönüllü gemisi’ bir donanmaya gönüllü olarak ka­
tılan gemi; devletin resmî donanması içinde olma­
yıp ta kendiliğinden bir savaşa katılan korsan ge­
misi.
24 Levent reisleri, Osmanlı donanması hizmetine girmiş
olan savaşçı askere ‘levent’ denilmiştir. Donanmanın
yaya tüfekçi askeri olan leventlerin, bir kılıç veya
mızrak, yahut ta tüfek veya tabancası olması yeter­
di. Devletin aylıkçı daimî denizci gücü olan leventler
bütün çektiri ve kalyonlarda kullanılırdı. Gemilerde
karakullukçuluk eder ve koruma işinde bulunurdu.
Bunların başına ‘levent reisi’ denir. ‘Reis’ te bir ge­
minin kaptanı demektir.
25 Cezayir gemileri. Devletin donanmasından ayrı ola­
rak Cezayir beylerbeyinin buyruğunda olan gemiler.
26 Kâfirler, mallarının yağma edileceğini düşünmedikle-

115
rinden, bundan ötürü de bir korunma tedbiri alma­
dıklarından.
27 Mesnevi. Ayakları ikişer ikişer olan bir nazım şekli.
Eski nesrimizde, yazar, sözünü belirtmek için, konu­
suyla ilgili olarak, araya, üç dilden manzum parça­
lar katmaktadır. Bunlar kimi kez, ayrı bir parça ol­
mayıp sözün bir devamı gibidir. Yazar, bu manzum
parçalara, ya şeklilerine göre ‘mısra; beyt, kıt’a, rü-
bâî’ gibi bir başlık koymaktadır, ya da ‘nazım’ veya
Bundan sonra tekrar nesre döndüğünde, bunu bil­
dirmek için, çoğu satır başına ‘nesir’ deye işaret et­
mektedir. Bu kitap boyunca bunların örneklerine
rastlanacaktır.
28 Din ve devlet göğünün güneşi; (Allahın) elçilik şâhı
(olan Peygamberimizin Muhammed Mustafa)nın ye­
rini tutmuş olan vekili.
29 Cihanın şahlarşâhı ve esirgeyici Tanrının' (yeryüzün­
de) gölgesi. Müminler beyi Sultan Süleyman (Ka­
nuni).
30 Onun sözü bütün denizlere ve karalara yürür. Kılı­
cını kaç kez arşa astı. ‘Kılıcını arşa asmak’ büyük"
zaferler kazanmak anlamına bir deyimdir.
30a İkinci dizede vezin yok.
31 Onun savaştığı günler her zaman ‘yardım ve zafer
Allahtandır’ ayetinin yankılarıyla dolar. Bu ayet Saf
sûresinin 23. ayetidir, bütünü şudur: ‘(Sizin için) se­
veceğiniz başka bir (âcil bir nimet) daha (var ki o
da) Allahtan nusret ve yakın fetih’dir). (Habibim)
sen müminlere (bu nusret ve fethi) müjdele.
32 Allahım, kıyamete dek, mühür gibi, âlem onun eli
altında olsun. (Eskiden mühürler yüzük taşı üzerine
kazılır ve parmaklarda taşınırdı).
33 Bkz. açıklama, 27.
34 Bakara sûresi, ayet 30. ‘Hani Rabbın meleklere: mu­
hakkak yeryüzünde (benim emirlerimi tebliğ ve in­
faza memur) bir halife (bir insan, bir âdem) yara­

116
tacağım, demişti.’ Bu ayete dayanarak, islâm hüküm­
darları, yeryüzünde Tanrının vekili, gölgesi sayılmış­
lardır.
35 Padişahlar ‘nizam-ı âleme memur’ kişiler olarak alı­
nır; dünyayı düzene koymak ve bu düzeni sürdür­
mek onların varlığına bağlıdır.
36 Bkz. açıklama, 34.
37 Müslüman hükümdarların istiklâl ve başına-buyruk-
luk alâmetlerinden biri hutbedir. Cuma namazında,
Cuma namazının farzından önce ve başka hallerde
namazdan sonra okunur. Düşmandan alınan yerler­
de, orayı ele geçirmiş olan müslüman hükümdar için,
yeni tahta çıkmış olan padişah adına hutbe okunur
ve bunların hepsinde zamanın padişahının adı anı­
lır. Burada, Kanunî’nin padişahlık hutbesi, açıkla­
ma 34'te sözü edilen ayetle arş minberinde okun­
muştur.
38 Sultan değil, yedi iklimin güneşi. Yüzü mübarek ve
yıldızı uğurlu.
39 Dünyadaki işlerimiz iki temele dayanır. Bunlardan
biri akıl ve muhakeme yoludur. Bir nesnenin iyi mi,
kötü mü olduğunu bize akıl söyler; bir de nakil söy­
ler. Nakil, bir yerden aktarma demektir. Bir terim
olarak, Kur’an-ı Kerim ve Hadîs demektir. Burada,
padişahın her işi hem akla, hem de kitaba, demek ki
şeriate uygundur, denilmektedir.
40 Burçlar bilindiği gibi takımyıldızlardır. Burç, sek i-
zinci gökte itibar olunan on iki yıldızdan birinin bu­
lunduğu yerdir. Yazar, burada, bir benzetme yapa­
rak, Kanuni için, ayrı bir burç, bir ululuk burcu ve­
riyor ve padişahı onun güneşi sayıyor.
41 Burada da, yine açıklama 40’da olduğu gibi yazar, bir
de mutluluk burcu düşünüyor ve Kanuni’yi o burcun
parlak yıldızı olarak gösteriyor. Bilindiği gibi, yıl­
dızların insanın alınyazısı üzerinde etkisi düşünül­
mekte ve herkesin bir yıldızı olduğu kabul edilmek­
tedir. Burada ise, padişah yıldızlardan bir mutluluk

117
beklememekte, kendisi, başkalarının b a h tı üzerinde
güç sahibi olarak gösterilmektedir.
42 ‘Uğurlu özengilerinin on kez gazâ ettikleri’ sözünden,
padişahın atlanarak, ordusunun başında doğrudan
kendisinin sefere çıktığı anlatılmaktadır.
43 İslâm ordularının başı olan Süleyman Han'ın, Pey­
gamberin sahabelerinin zamanında olduğu gibi öm­
rü hep savaşla geçer.
44 Âsaf, Süleyman Peygamberin vezirinin adıdır. Son­
raki vezirler hep çok akıllı ve tedbirli bir kişi olarak
anlatılan bu Âsaf’a benzetilmiştir. Hattâ ‘Âsaf’ sö­
zü doğrudan ‘sadrıâzam’ anlamında kullanılmıştır.
Lokman Peygambere gelince, bilindiği üzere, o, bütün
dertlere çare bulan bir hekim olarak kabul edilmek­
tedir. Burada, Rüstem Paşa, memleketin bütün işle­
rine çare ve tedbir bulan bir kimse olarak ona ben­
zetilmiştir.
45 Adaletli Süleyman’ın Âsaf'ı o idi. İnceliklerden anla­
yan, rind ve akıllı bir vezirdi (Bkz. açıklama 44.) ve­
zin bozuk; doğrultmak için ‘Süleyman’ı ‘Sülman’
okumak gerekli.
46 Cihan padişahı (Kanuni) nın aşkına, onun sevgisi
uğruna can atar ve onun yolunda (semender gibi)
yanar oda (savaşlara) girer.
47 Bütün insanlar ve cinler onun buyruğunu tutar,
çünkü Süleyman’ın mührü onun elindedir. Burada
Kanuni Sultan Süleymanla onun adaşı olan ve par­
mağındaki yüzük sayesinde bütün cihana hükme­
den Peygamber Süleyman ve sadrıâzam Rüstem
Paşa karşılaştırılmaktadır. Süleyman Peygamber,
parmağında taşıdığı yüzük sayesinde nasıl bütün
insanlara ve cinlere sözünü geçirmek gücüne sahip­
se, Rüstem Paşa da Sultan Süleyman’ın kendisine
verdiği sadaret mührünü taşıdığından aynı güçlere
sahiptir.
48 Divanda olanlar, divana katılması âdet olan üyeler,
devlet adamları;

118
49 Torbalarda, yahut sandıklarında bir adamın, ya da
bir kervanın sorumluluğunda götürülen para yada
değerli nesne § para § Türklerde 36.000 kese değe­
rinde bir para.
50 Allahın buyurduğu beş vakit farz namazlardan ayrı
olarak sevap kazanmak için fazladan kılınan na­
maz.
51 Zamanın derin düşünen hâkimi o idi; bu devrin her-
şeyi bilir kişisi odur. Birinci dizede vezin kusurlu.
52 Ne zaman bir işi için tedbir düşünse de o tedbir uy­
gun düşse, Allahın takdiri ona yâr olur. İkinci dize
«gels’olur» deye okunmalıdır.
53 Burada ikinci vezir Ali Paşa’nın sadrıâzamın solun­
da oturduğu söyleniyor. Divan-ı hümayun toplantı­
larında kubbe vezirleri, kıdem sırasına göre, veziri­
azamın sağında otururlardı. Bununla birlikte bu
daima riayet edilen bir kaide değildi. Solunda da
oturabilirlerdi. Ali Paşa, Rüstem Paşa’nın ikinci sa­
daretinde ikinci vezir olarak divan-ı hümâyunda idi,
netekim ölümü üzerine onun yerine sadrıâzam ol­
muştur.
54 Hem adı Ali, hem de yiğitliği bakımından ‘Allahın
arslanı’ deye anılan hazret-i Ali gibi yürekli, cıla-
sın. Adı da cılasınlığına uygun düşmüş.
55 Benim bildiğime göre böyle bir nazım şekli yok.
Yazar, parça dört dizeli ve ikinci dizeleri ayaklı ol­
duğundan böyle bir başlık koymuş olacak.
56 Adıyla, vücuduyla, elaçıklığı ve cömertliği ile geç­
mişte bu yolda tanınmış kimselerin ikincisidir.
57 Cihanın padişahı ki Allahın bir lûtfudur, neresi
olursa olsun, düşmana karşı onu gönderir. Vezin
bozuk “olurs’anı” diye okununca düzelir.
58 Kanuni’nin Hurrem Sultan’dan doğma iki şehza­
desi vardı: Bayazıt ve Selim. Bunların analarının
ölümünden sonra, saltanat hırsıyla, birbirlerine
düşmeleri üzerine. Selim, Mağnisa’dan Konya’ya;
Bayazıt ta Kütahya’dan Amasya’ya kaldırıldı. Ara­

119
larındaki geçimsizlik savaşa dönüştü. Konya’da yap­
tıkları savaşta Bayazıt bozularak Amasya’ya kaçtı,
oradan İran’a sığındı. Fakat Şah Tahmasb, şehza­
deyi dört oğlu ile birlikte teslim etti ve hepsi boğu­
larak öldürüldüler.
59 Dünyada onun için, varsa yoksa bu iki oğlu vardı.
60 Bkz. açıklama, 58.
61 Bkz. açıklama, 58.
62 Şehzade Bayazıt.
63 Bkz. açıklama, 27.
64 Toprak katılaştıkça taşa döner.
65 Samanyolu denilen yıldızlar kümesigökyüzünde ke­
mer gibi bir uçtan bir uca uzanır.
66 Her gece türlü olaylara gebe olan zaman, gün doğ­
madan, ansızın, kim bilir, neler doğurur? İkinci di­
zede vezin bozuk; doğrusu ..... kim bile nagehan’ ol­
malıdır
67 Denizlerin dört bir yanını dolaşıp durduğu için, bir
döner daireyi andırmaktadır,
68 Burada anlaşılan, Yunan Denizi ve Adriyatik Denizi
kıyılarıdır.
69 Saint John (San Giovanni). Malta’da bir kilise.
70 Sizin şevkli' çalışmanız, adınıza ve sanınıza ket vu­
racak hallerden sakınmanız nerede kaldı?
71 Kiliselerde, cemaatin sadaka olarak verdiği paralar­
dan.
72 Malta Adasını da.
73 Gazi Hayrettin Paşa, Cezayir sularında bulunduğu
sıralarda, A’rab, kâfirlerle birleşerek kendisini epice
uğraştırmışlardır. Bunlardan birinde, Oruç Reis’in
Cezayir’e girmesi üzerine Fransız donanması deniz­
den ve A’rab ta karadan, hattâ kâfirlerden daha ön­
ce gelip Cezayir çevresine inmişlerdir. Bir defasın­
da da Hafs-oğullarından Tilimsan melikinin karda-
şı, İspanya’ya gidip onlardan yardım istemiştir.
Tunus Beyi Kadı-oğlu da başkaldırıp Hayrettin’
in üzerine Arapları kışkırtmış, onlar da gelip Ceza­

120
yir’i kuşatmışlardır. Bu kavgalarda, Kadıoğlu, hattâ
Hayrettin Bey’in adamlarından birini kandırıp ona
karşı çıkarmıştır. Şehirli ile kendisinin ve askerleri­
nin arası gittikçe açılan Hayrettin Bey oradan göç­
müştür. Daha buna benzer olaylarda, A’râb, hristiyan-
larla birleşmiş, onlardan yardım istemiş ve onlara
yardım etmiştir.
74 A'rab'ın ileri gelenlerinin kendilerine yaptığı yar­
dımlarla.
75 Afrika’nın kuzey kıyılarına geçip gitmiş olmalıdırlar.
76 Şimdiye dek belki gitmişlerdir bile.
77 İstanbul’a.
78 İstanbul’da padişahın sarayında.
79 Devlet adamları tarafından padişaha herhangi bir iş
konusunda yazılan yazı.
80 Eyalet teşkilâtıyla tımar usulünün yürürlükte bulun­
duğu çağlarda beş-on kazalık yerin mutasarrıfı-mül-
kî ve askeri en yüksek amiri ile sipahinin kumanda­
nına verilen ad. Osmanlıların ilk zamanlarında bey­
lere, ya da hükümdar çocuklarına has olarak verilen
bölgelere sancak ve bu sancakları idare edenlere de
sancak beyi denirdi.
81 Tekrar fırına konup gevretilmiş ekmek demek olan
peksimet, özellikle askerin, savaş sıralarındaki ek­
meği idi. Çok çok hazırlanıp yığılmış peksimet ol­
madığından; hazırda yetecek kadar çok peksimet bu­
lunmadığından...
82 Kendime buğday gerekse, bu buğdayı kendim bul­
malıyım.
83 Yüz bin akçadan artık gelir sağlayan Umarlara ‘has’
denirdi. Bu yüksek gelirli tımarlar, vezirlere, beyler-
beyilere ve başka yüksek mevkide devlet adamlarına
verilirdi.
84 Donanmanın denize çıkmasına elverişli olan mevsim.
Bu mevsim, İlkyazın ilk günlerinde başlar ve fırtı­
naların artmaya başladığı kasım günlerinde sona
ererdi.

121
85 Denizlerde fırtınalar başladığı için donanmanın se­
ferlerinden kışlamak üzere İstanbul’a döndüğü gün;
deniz mevsiminin sonu. Bkz. açıklama, 84.
86 Yurt, çadırların kurulduğu yer; oba çadırlarının bu­
lunduğu yer demektir. Osmanlıların doğuya sefer­
lerinde, asker ilkin Üsküdar Sahrasına geçer, orada
konaklar, hazırlıklarını tamamlar ve oradan yola
düzülürdü.
87 Topkapı Sarayına.
88 Allahtan dilerim ki düşman hakkında haberler al­
maktan geri durmazlar.
89 Bir bilgin kişinin zamanında ortaya attığı bir fikir
bîr orduyu bozar, kılıçla ok ise ancak birkaç kişiyi
öldürür.
90 Burada ‘Allah aşkına, Allahı severseniz’ Tanrı hak-
kıyçün’ demektir.
91 Mektupların vardığı yerlerde onları tutup bekletme­
sinler.
92 Benim düşündüğüm ve koruduğum padişahın salta­
natının namusudur.
93 Yatını yarağını, bütün araç ve gereçlerini düzdü; bü­
tün hazırlığını ve donatımını yaptı.
94 Sultanın buyruğu ne ola? Ya da Tanrı ne yazacak­
tır? deye bekledi.
95 Bkz. açıklama, 84 ve 85.
96 Kanad, yelkenli gemilerde küreklerin çıktığı kürek
lombozlarına denir ki bunlar geminin bordasından
davlumbaz biçiminde dışarı doğru çıkıntılıdır. Kana­
dın kıç üstünde olanına ‘kırlangıç’ denir. Yazar, bu­
nun için yürüyen bir gemiyi kanad açmış bir kuşa
benzetiyor.
97. O ulu kişi, eteğini beline dolasa, bir işe, bir savaşa
hazırlansa, önünde erkek arslanlar tilkilenir, tilkiye
döner, onun gibi ufalır ve korkak olur.
98 Ne zaman güç bir işe başlasa o güçlük, her yönden,
en güzel biçimde çözülür.

122
99 Elinin erdiğine, gücünün yettiğine olmaz demezdi.
Başladığı işi bitirip tamamlamayınca uyumazdı.
100 Padişahın gerçek bir kulu idi, onun dürüşmesi de,
çalışması da, işi de sadakatli idi, dosdoğru idi.
101 Neden taciz oldunuz da tâ bu yollara düştünüz?
Böyle düşmana yardıma kalkışacak kadar ne gibi
tacizlere uğradınız?
102 Ulu kişilerin, bir tarikatın başında bulunanların, ak­
lı - bütün kişilerin sözüyle.
103 Bir zalim zulmetsin, haksızlık etsin de onun ardın­
dan bir yıkım, bir ölüm gelmesin, deme. Bir mem­
leket küfürle durur da zulümle durmaz.
104 Yeryüzü, insanlar arasında bölüştürüldüğü zaman.
Burada Zuhrüf sûresinin 32. ayetine bir telmih var­
dır: ‘Rabbının rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar?
Dünya hayatında onların geçimlerini bile araların­
da (onlar değil) biz taksim ettik; kimini derece de­
rece diğer kiminin üsüne çıkardık, ki bir kısmı bir
kısmını iş adamı edinsin. Rabbının rahmeti onların
toplayabildiklerinden daha hayırlıdır.
105 Metinde ‘istimaletname’ olan bu kelime başkaldır-
mış kimselere, ya da düşmana karşı onu bundan vaz­
geçirmek ve kendine döndürmek için yazılmış yumu­
şak yazı demektir. Ama savaş diliyle ‘istimaletname’
tatlı-sert bir ifade demektir. Eğer kendilerine isti­
maletname yazılanlar yola gelmezlerse o zaman şid­
det ve kuvvet kullanılacağını anlatmaktadır.
106 Bîatname, bir hükümdara, bir baştakine, onun buy­
ruğu altına girmeyi, ona boyun eğmeyi kabul etmiş
olanlar tarafından, bunu bildirmek üzere yazılan kâ­
ğıt.
107 Allahın kötülüklere, ağır suçlara razı olmadığını bi­
lerek onun buyruklarını yerine getirmek için dürüş-
me, çalışma, uğraşma.
108 Sadrıâzam Rüstem Paşa.
109 Padişah donanmasına bağlı gemilerden birinin kap­
tanlarından.

123
110 Büyük kalyonlardan, savaş gemilerinden birinde sü­
vari olan.
111 Mübarek bir zamanda ve kutluluk getiren uğurlu bir
vakıtta.
112 Gerçi halkın yüzüne gülüyordu ama, dikkatli dav­
ranmaktan can boğazına gelmişti.
113 Kaygının engin denizine düştüm, oysa ben onu sığ
sanmıştım. Yazıklar olsun, belâ timsahı beni kaptı.
114 Yüze-gülmenin yaptığını ordu yapamaz.
115 Vaktiyle bir hükümdarın buyruğuna girmiş, onun
uyruğu olmayı kabul etmiş olan bir kimsenin, bir
toplumun başkaldırdıktan sonra, yeniden o hüküm­
darın buyruğuna girmeyi kabul etmesi.
116 Arap açtır, onun istediği beylik değildir; onun dile­
diği gümüştür, altındır, yağma ve talandır.
117 Hepsi özür dilemeğe ve suçlarının bağışlanmasını is­
temeğe başladılar.
118 Biz değme sultan-oğlunun buyruğuna baş eğmeyiz,
ama, dünyada, Osman-oğlu’nun kulu kölesiyiz.
119 Şerefleri kalmadı.
120 Kendini din yoluna feda ettiği için bu uğurda yap­
tıklarının karşılığını gördü.
121 Kendisi bir kızıl mangır etmezken adını bir yeşil
mücevher değerine yükseltti.
122 Padişah tarafından ululuklar buldu, onun kapısın­
dan bu olanları ummazdı.
123 Hicrî tarihleri miladî tarihe çevirme cetvellerinde
gün tutmuyor.
124 Metinde ‘burcunda' deye geçen bu sözü anlayama­
dım, yoksa ‘recebinde’ mi olacak?
125 İçinde gemilerin yapıldığı ve onarıldığı, her türlü
gemi gereçlerinin ve gemilerin bulunduğu yer olan
tersanede yazı ve hisap işleri görevi.
126 Osmanlı İmparatorluğu’nun devlete bağlı asıl donan­
ması. Bundan başka deniz sancak beylerine bağlı
gemiler ve ayrıca gönüllü gemileri vardı ki bunlar
asıl donanmadan sayılmazdı.

124
127 Gemiler, biçimleri bakımından özellikle yeni aya
benzetilirdi. ‘kanad açmak’ için bkz. açıklama, 96.
128 A’raf sûresi, ayet 70,
129 Fetih sûresi, ayet 1: ‘Biz hakikat sana aşikâr bir fe­
tih (ve zafer) yolu açtık.
130 Umudumu kesmiştim. 'Göz yummak' sözünü bu an­
lamına seyrek rastlanmakta ise de vardır. 'Tevfik
Fikret’in Millet Şarkısı’nda ‘Göz yumma güneşten,
ne kadar nuru kararsa’ dizesinde de bu anlamda
kullanılmıştır.
131 Gaafir (veya öteki adıyla Mümin) süresi, ayet 44.
132 Göğün denizinde, ay-yenisi gemiyi seyret. Onun yel­
keni ne mutluluktur; demiri ise ne uğursuzluktur.
133 Ayağa kalktılar; işe, hazırlığa kalktılar. İşe koyuldu­
lar.
134 El-birliği edip hep birden işe koyuldular, işe hep bir­
likte sarıldılar.
135 Bkz., açıklama 126.
136 Ordudan; donanmaya verilecek olan askerlerden.
137 Savaşa tutuştular; döğüştüler; savaştılar.
138 Gemileri rügâra karşı yürütmek. ‘Çektirmek’ sözü,
denizcilik söz konusu olduğu zaman hep ‘yürütmek’
anlamınadır ve yerindedir. Çünkü gemileri yürüten
güç, forsaların kürek çekmesindedir. ‘Çektirmek’ bu
bakımdan forsalara küreklere yapışma buyruğunu
vermek, demektir.
139 Gemileri rügâra karşı yürütmekten rüzgâr, sanki bu­
nu kendisine karşı bir baş kaldırma saydığından.
140 Metnin aslında ‘kaldı ve koydu’ deye yazılmışsa da,
sözün gelişinden bunun benim yazdığım gibi olması
daha uygun düşmektedir.
141 Zühre yıldızı, mitolojide, güneşin çalgıcısı olarak
gösterilir. Ama, Zühre, gök yüzünde tek bir yıldız
olduğuna göre, yazarın bunu ‘kendi çalıp kendi oy­
nayan biri’ olarak göstermesi yanlış sayılmaz.
142 Burada söz konusu olan ‘nehrin akıntısı’ değil, rüz­

125
gardır. Gemiler rüzgârın estiği yöne karşı gittikleri-
için, demek istiyor.
143 Rüzgâr, yavaş yavaş hafiflediği sırada.
144 Gemiler fırtınadan hiç bir zarar görmeden; fırtına­
dan yırtılan bir yelken, kırılan bir direk gibi bir nes­
ne olmadan.
145 Bu zamanın şaşılacak bir töresi var, bu zavallıya bir
kini var gibi.
146 İnsanın baş edemeyeceği, hakkından gelemeyeceği
bir olay, bir nesne karşısında ‘Lâ havle ve lâ kuvvet­
te illâ bi’l-lâhi’l-aliyyi’l-azîm = Ulu ve yüce Tanrı­
dan başka kimsenin gücü kuvveti yetmez’ demesine
‘lâ havle çekmek’ denir.
147 İstiâze duası, gelecek herhangi bir belâdan, bir kö­
tülükten korunmak için okunan dua ki bunların ba­
şında, Kur’an-ı Kerim’in ‘Kul eûzü...’ deye başlayan
son iki sûresi vardır.
‘Zikir’ ancak, söylemek olup burada, istiâze duası
gibi, belâlardan bizi koruyacağına inandığımız tür­
lü dualar demektir. Bunların başında da Allahı an­
mak vardır.
148 Belli bir yerde değil. Koyun Adaları’nın sayısız li­
manlarından herhangi bir yerde varıp yağlansınlar.
149 Bkz., açıklama 133.
150 Zuhal Yıldızı, yedinci kat göğe hâkim sayılır. Her
yıldızın bir tabiatı olduğu gibi Zühal’in de bir tabiatı
vardır, o da, bu yıldızın son derece soğuk olmasıdır.
Burada, kışın kar, yedi kat göğün en üstte olanın­
dan, Zühal’in bulunduğu göğün tavanından yağmak­
ta olduğu gibi... denmektedir.
151 Zaç, bir çeşit kara boyadır. Üstübeç (isfidâc) ise ka­
dınların ‘aklık’ dedikleri düzgünlerinde kullanılır.
Kesin olmamakla birlikte buradan anlaşılır ki ‘düz­
gün’ üstübeçle birlikte zaç kullanılarak yapılmakta­
dır. Ben baş vurduklarımdan doyurucu bir bilgi ala­
madım.

126
152 Gemiler ‘Don yağı’ ile yağlanırdı. Yazar, ‘yüzü ak’
demekle ‘don yağı’nı anlatmak İstiyor.
153 Gemilerin onarımı, özellikle su alan yerlerinin ka­
patılması işi. Kayık ve gemi teknelerinin aralıkları­
nı, su geçirmemek üzere doldurmak için keten, ke­
nevir, ya da bozuk halat parçalan kullanılır ki bun­
lara ‘üstüpü’ denir. Bunlarla aralıklar kapatıldıktan
sonra üzerlerinden zift geçilir. Bu işe ‘kalabatlamak’
denir.
154 Gemilerin demirleri, kimi kez, deyelim ki bir düş­
man baskınında, demir almağa vakit olmadığı za­
manlar, koparılır, kesilerek denize bırakılır, buna
'demir koparmak’ denir.
155 Rüzgârla didişmek, rüzgârla uğraşmak.
156 Bkz., açıklama 138.
157 Rüzgâr, gemileri suyun içinde yüzecek denlü yukarı
kaldırmayıp ta..
158 Demirler atıldı; gemiler suya salındı.
159 Muhalif rüzgârın etkisi altında bulunan köşelerin;
sert ve aykırı rüzgârın estiği ve denizde fırtına ya­
rattığı bulacakların...
160 On oturaktan on yedi oturağa kadar olan bir tür
savaş gemisi. Bunun her küreğini ikişer-üçer adam
çeker. Yürük gemiler olduğu için, daha çok, düşma­
nın durumunu gözlemekte, donanma ile haberleş­
mekte ve kaçmakta kullanılırdı. ‘Oturak’ gemilerde
kürekçilerin oturduğu yer demektir.
161 Denizin kilidi, Çanakkale Boğazını düşman donan­
masına karşı koruyan kale; Çanakkale Şehrinin kar­
şısında, Boğazın Rumeli kıyısında hisar.
162 Tersanenin büyük memurlarından birinin unvanı
olup bu unvanı taşıyan, birinci derecede tersanenin
inzibatıyla ilgili idi. Tersane kethüdası, kaptanpaşa-
dan sonra tersanenin birinci hâkimi olup bunun alâ-
mati olarak elinde hint kamışından, mavi renkli
bir asâsı vardı. Kayığı altı çifte idi.
163 Kapudan Paşa eyaletini oluşturan on bir sancaktan

127
herbirinin beyine verilen unvan. Bunlar, hazırladık­
ları gemilerle sefere katılırlar ve deniz işlerinde kul­
lanılırlardı. Devletin asıl donanmasından başka olan
sancak beylerinin gemileri donanmanın ikinci ve ih­
tiyat kısmını teşkil ederdi, bunlara ‘bey gemileri’ de­
nirdi. Rodos, Midilli, Sakız gibi ada beylerinin em­
rinde böyle gemiler vardı. Sancak beylerine ‘Deniz
beyleri’ de denir.
164 Bkz., açıklama 163.
165 Ön, arka, sağ, sol, üst ve alt yanları olan.
166 Bkz., açıklama 162.
167 Bkz., açıklama 126.
168 Bkz., açıklama 160.
169 ‘Çin sabah’ gerçek sabah demektir. İki türlü sabah
vardır. Birine ‘yalancı’ ötekine de ‘gerçek sabah’ de­
nir. Yalancı sabah, gecenin sonuna doğru ufukta
dörtken biçiminde görülen kızıllıktır, bu kızıllık az
sonra kaybolur. Gerçek sabah, öteki adlarıyla ‘subh-ı
sâdık’ veya ‘fecr-i sâdık’ ise, bu birinci kızıllığın ar­
kasından gelen ve gittikçe yayılarak güneşin doğma­
sıyla sona eren sabah aydınlığıdır.
170 Bkz., açıklama 138.
171 Gün-ortasına yakın vakit; güneşin zenit noktasına
yakın olduğu zaman.
172 Bkz., açıklama 138.
173 ‘Leva remi = kürek üzerinde durmak’. Kürekleri su­
dan kaldırarak çekmeyi durdurmak.
174 Bkz., açıklama 163.
175 Bkz., açıklama 138.
176 Kapudan Paşanın bindiği gemiye yanaşıp.
177 Demir atıp yattılar.
178 Bkz., açıklama 162.
179 Geminin gözleme yerinde, direk ucunda bulunan
Ali Reis'i nişan alarak.
180 Uluç Ali, gemisinde kürek çeken tutsak kâfir forsaları
soyup..
181 Top atarak, gülle atarak.

128
182 Bkz., açıklama 138.
183 Bkz., açıklama 173.
184 Bûkelamun gibi renkten renge giren; bir düzüye bir
renkte kalmayan. (Mecaz olarak) hep aynı halde bu­
lunmayan, değişen; iyiden kötüye, kötüden iyiye de­
ğişip duran.
185 Bkz., açıklama 163.
186 Peygamberimiz Hazret-i Muhammed’in töresine gö­
re; islâmların geleneklerine göre.
187 Nevbet, bir askerî bando tarafından hükümdarın,
vezirin, beyin ve benzerlerinin önünde icra edilen
türlü parçalardan meydana gelmiş olan bir musiki,
mehter musikisi § belli zamanlarda bir hükümdarın
ya da beyin önünde çalınan bir bando § belli zaman­
larda çalınan pek büyük bir kös demek olup böyle
bir musikiyi icra etmek veya böyle bir kösü çalmak
demektir.
188 Yeniçerilerin savaşa başlayacakları zaman bir ağız­
dan söyledikleri ‘Allah Allah illallah, baş üryan, si­
ne büryan, kılıç al kan, bu meydanda nice başlar ke­
silir, hiç olmaz soran. Eyvallah, eyvallah, kahrımız,
kılıncımız düşmana ziyan, kulluğumuz padişaha
ayan, üçler, yediler, kırklar, gülbank-i Muhammedi,
nûr-ı nebi, kerem-i, Ali, pirimiz, sultanımız Hacı
Bektaş-Veli, demine devranına hû deyelim, hû’ söz­
lerine ‘gülbang’, bunları söylemeye de ‘gülbank çek­
mek’ denir. Yeniçeriler savaşa başlayacakları zaman
bu gülbanki çekerler ve tüfeklerini üç defa havaya
atarlardı. Türk ordularının savaşa girdikleri zaman
söyledikleri ‘Allah, Allah’ta bir tür gülbanktir ve-
onların savaş nârasıdır. ‘Gülbank çekmek’ yerine
göre ‘ezan okumak’ anlamına da gelmektedir.
189 Bkz., açıklama, 163.
190 Tanrı uludur; Tanrı en büyük olandır.
191 Allahtan başka Tanrı yoktur.
192 Bu ânın verdiği zevkten ve coşkunluktan canı tenine
sığmayıp, öylesine coşup taşarak..

129
193 Bkz., açıklama, 188.
194 Bkz., açıklama, 187.
195 Her yanda, büyük husrevânî kösler çalındı; göğün
arslanı yatağından belinledi; köslerin sesleri gökleri
inletti ve Esed (Arslan) burcuna değin yükseldi.
196 Bkz., açıklama, 126.
197 Bkz., açıklama, 27.
198 Gönül kayığını engine saldım, şah onarsın. Dostlar,
ne gerek ise onu yapalım, Allah onarsın.
199 Ellerini Allaha yalvarmak üzere göklere açıp; dua
etmek üzere ellerini kaldırıp...
200 Gece gündüz, Hızır Peygamber senin kafilenin ba-
şında bulunsun, onun öncüsü olsun. Gayb Erenler
de senin korucun olsun.
‘Gayb Erenler' görünmeyen dünyanın erenleri de­
mek olup yetmiş ermişten oluşmuş bir heyettir. Bun­
lar görünmeyen, meydanda olmayan nesneleri bilir­
ler, nerede isterlerse orada hazır olurlar. Hepsinin
adı da Hasan’dır ve sayıları daima yetmiş tutulur.
201 Yarıcın (yardımcın), Allahın yardımı; fetih ve za­
fer de yârin olsun. Yürü hânım, yürü, seni Allaha
ısmarladık.
202 Denizde sarp sallantılar oldu; deniz gemileri salladı
durdu.
203 Deniz tutmayıp ta akılları başlarında olan az adam
kaldı.
204 Eski Osmanlı donanmasının ancak sancak gemisin­
de, kapudanın bulunduğu gemide fener vardır, öte­
kilerde yoktur. Burada, kapudanın gemisindeki fe­
neri, öteki gemilere sığ yerlere yaklaştıklarını anla­
mak üzere, olduğu yerden daha aşağı alarak işaret
vermekte olduğu söylenmektedir.
205 Sığ yerlere geldiklerini gösterdi.
206 Yelkenler indirilip..
207 Gemiler bir araya toplandı; denizde yürürken olduk­
ları gibi dağınık olmaktan çıktılar.
208 Geceleyin kıyıya yaklaşmaktan sakınılarak.

130
209 ‘Hay şeytan Türk’ burada övgü ve takdir yerindedir.
210 Bu yıl, Türk donanmasının gelip te kıyılarımızı vu­
racağı kaygısı yoktur.
211 ‘Grand Turc = Büyük Türk’, Avrupalılarca Kanuni
Sultan Süleyman için kullanılan bir unvan.
212 Yelkenler, direklerin ucuna değin çekilmeyerek rüz­
gârın sertliğine karşı, onun etkisini azaltmak için,
direklerin ortasından daha aşağılara kadar çekildi.
213 Düşman donanması karşısında Türk donanmasının
savaş düzenine girmesi için buyruklar verildi.
214 Ana donanmaya katılmış olan sancak beylerine
(bkz., açıklama, 163) gemileriyle kimin sağ kanatta,
kimin sol kanatta yer alacağı bildirildi.
215 Ramazan ayı içinde bir mübarek gecedir. Hangi ge-
ce olduğu kesin olmamakla birlikte, daha çok, ra­
mazanın 26. gününü 27. gününe bağlayan gece ola­
rak kabul edilmiştir. Bu gece türlü yönlerden kutsal
sayılmakta olup bunlardan biri de Kur’an-ı Kerim­
in bu gecede indirilmiş olmasıdır.
216 İnsanların dünyada, günah olsun, sevap olsun, bü­
tün işlediklerinin yazıldığı kabul edilen defterlere
‘amel defteri’ denir. Bu defterler, sağış gününde
suçluların sol, suçsuzların sağ ellerine verilecektir.
Burada, askerlerin savaştan önce yazdıkları vasiy-
yetnameler, bu defterlere benzetilmiştir.
217 Okudukları ezanlar.
218 Bu ses can kulağına ulaştı.
219 Mademki vahdet ( = Allahı bir bilme) denizinde yü­
züyorsun, mademki Allahı bir biliyorsun; Tanrı ada­
mına hizmet etmeyi, bir ermişe yanaşmayı, ya da
Allah yoluna savaşmayı kendine sanat edin.
220 Haritaya göre.
221 Osmanlı hükümdarlarının şerefini, onun başka hü­
kümdarlardan üstünlü ğünü korumak.
222 Bkz., açıklama, 160.
223 Savaşçılara, düşmana karşı uyanık olmaları, tetik­
te olmaları bildirildi.

131
224 Allah tarafından kendilerini esenliğe ulaştıracak
türlü türlü doğru yollar gösterildiği bildirildi.
225 Gökteki aya göre hisaplanan aylardan biri olan şa-
ban’ın 14. gününü 15. gününe bağlayan gece. Müba­
rek kandil gecelerinden biri olup sakk, İlâhî hüccet
gecesi, rahmet gecesi deye de anılır. ‘Berat’ ise gü­
nahtan kurtulmak demektir.
226 Geceyi, gerçek sabaha (Bkz., açıklama, 169) değin
dirilttiler, 'Geceyi ihya etmek’ diriltmek, bütün ge­
ceyi sabaha değin uyumadan ibadetle geçirmek de­
mektir.
227 Allahın güzel övgüsü ve ihsan ettiği esenlik onun
üzerine olsun.
228 Bkz.. açıklama, 216.
229 Allahı eşten ve çocuktan ve başkaca insanlara özgü
eksiklerden uzak tutarım, demek olan ‘Sübhanallah’
sözünü söyleyerek, Allahtan başka Tanrı yoktur, de­
yerek ve bunlardan başka Allahın türlü adlarını ana-
rak,ve ona nice nice dualar ederek...
230 Kıyıdan uzaklaşarak rüzgârın yelkenleri doldurup
gemileri kaldırıp yürütebileceği açıklara değin.
231 Türk gemilerinde düşman donanmasını gözleyecek
olan adamları, daha çok uzakları görebilmeleri için
çıkacakları direkleri bu yoldan yükselterek daha yu­
karı kaldırırlar.
232 Güçsüz, kuvvetsiz; yarı canları çıkmış olarak; bitkin,
ölümcül halde.
233 Namazlarda, ikinci rekâtla son rekâtın ikinci sec­
desinden sonra oturulduğu zaman okunan bir dua­
dır. Burada sabah namazının iki rekât olan farzının
sonunda oturulduğu zaman; sabah namazı kılınıp
ta bitmek üzere iken, demektir.
234 Bütün Türk gemileri yelkenlerini açtılar.
235 Namazlarda, son rekâtta oturulup, tahiyyat okuyup,
salâvat getirdikten sonra, kılınan, ilkin sağına, son­
ra soluna ‘es-selâmü aleyküm ve rahmetu’l-lah’ de­
ye selâm vermesidir ki bununla namaz kılınmış ve

132
tamam olmuş olur. Burada, sabah namazını kılıp se-
lâm vererek tamamlandıktan sonra, demektir.
236 Namazı tamamlayıp bitirdikten sonra, ayetü'l-kür-
sî okuyup 33 defa ‘Sübhanallah’, 33 defa •Elhamdü­
lillah’ ve 33 kez ‘Allahu Ekber’ deyerek Allaha Hamd
ve Şükür kılmak işini yerine getirdiler.
237 Bkz., açıklama, 186.
238 Ne demek istenildiği kesin olarak anlaşılmıyor. Pey­
gamberimizin bir adı Ahmed olduğuna göre burada
‘namaz’ ve ‘cihat’ anlaşılmaktadır, sanırım. Davul­
ların çalınmasından dolayı daha çok ‘savaş kösleri­
nin çalındığına işarettir.
239 Kubbe gibi oluşundan dolayı bir gemiyi andıran
gökyüzünü, nehirlerde insan ve yük taşımak için şi­
şirilmiş tulumlarla kurulan bir taşıt aracı olan ‘ke­
lek’ yerine, saymayan..
240 Kaledeki topların koruyabileceği bir yere sığınarak.
241 Bkz., açıklama, 163.
242 Azep ‘bekâr, evli olmayan erkek' ânlamına olup do­
nanmada hizmet eden belli bir asker sınıfının adı­
dır. Osmanlıların ilk devirlerinde, devletin önemli
yaya gücü bunlar olup kale korunmasında kullanılı­
yordu. Galata Azepleri, deniz azepleridir. Karadan
ayrı olarak deniz gücünü teşkil eden ve donanmaya
bağlı olan azeplerdir.
243 Ne topu? Top ta ne? Bu, zaman ejderhasına benzer
(zaman nasıl gün gelip insanları öldürüyorsa bu da
öyle insanları öldürmekte). Dumanı da ateşler yağ­
dıran bir bulut gibidir.
244 Sahip-kran . Gezegenlerden, iki uğurlu yıldız sayılan
Müşteri ile Zührenin birleştikleri, birbirine yakın ol­
dukları zamanda doğmuş olan; iki uğurlu yıldız sa­
yılan Müşteri ile Zührenin aynı merediyen üzerinde
bulunduğu sırada doğmuş olan. Sahip-kran, çok
uğurlu anlamına olarak yalnız hükümdarlar için kul­
lanılır.
245 Osmanlı donanmasında üç fener, yalnız hünkâr ge­

133
misi ile kapudan-ı derya (amiral) baştardasının kı-
çı üzerinde bulunurdu. Burada kapudan-ı derya Pi-
yale Paşa ile Turgut Paşanın bulundukları gemi an­
latılmaktadır, çünkü ancak onların gemilerinde üç
fener bulunabilir.
246 Bkz., açıklama, 245. İtalyan donanmasında da, kapu-
danın bindiği geminin üç feneri olduğu anlaşılmak­
tadır.
247 Türk ve hristiyan donanmalarında, kapudan-ı der­
yalardan aşağı rütbede olan gemi kumandanlarının,
netekim sancak beylerinin, gemilerinde bir fener
bulunmaktadır.
248 Atılan topların güllelerinden yaralanıp yürüyemez
hale gelip..
249 Gördükçe yaslanmaları için, bozgunlarını hatırlata­
cak bir nişan olsun deye.
250 Yüzdürmeye çalışılmadı.
251 Kâfir beylerine hadlerini bildirmek ve bozgunlarını
hatırlatmak için nişan olarak bırakılıp..
252 Metinde ‘el-hamdü lillâhi hamden kesîren’ ayeti de­
niyorsa da Kur’an-ı Kerim’de böyle bir ayet yoktur.
253 Şükür secdesi, sevinilecek ve kıvanılacak bir olay­
da, bir muştu alındığı zaman. Allaha şükretmek için
yapılan secde. Bu secdede ‘Allahu Ekber’ deye secde­
ye varılır, ulu Tanrıya hamd, şükür ve tesbih olun­
duktan sonra yine ‘Allahu Ekber’ deye kalkılır.
254 Türlü kitaplarda, ana bölümlerin ayrıldığı yan bö­
lümlere türlü türlü adlar verilmektedir. Burada, Ze-
keriyyazade, bunun için ‘meclis’ tabirini kullanıyor,
ben de bunu değiştirmeden aldım.
255 Çok eski zamanlardan yadigâr gibi kalmış olan; es­
ki çağların yadigârı.
256 Yüzdürüp.
257 Ne kadar çalıştılarsa, ne denlü uğraştılarsa.
258 ‘Torlak’ genç, acemi demek olup bektaşiliğe yeni
girmiş olanlar için kullanılır. Keşkül (doğrusu 'keç-
kül’) bir tür tas, ya da gemi biçiminde bir kap olup

134
dilenci dervişler kendilerine verilen sadakaları koy­
mak için taşırlar.
259 Abdalların belinde, çanağı gayet büyük bir kaşık ta
bulunurmuş. ‘Abdalım sarı kaşık’ örf-i mecazi ola­
rak bön kişilere söylene gelmişti. Tarikat erbabı
arasında büyük kaşık hakkında ‘kırk abdal doyurur’
tabiri de vardır. Burada sandalların biçimi ve bü­
yüklüğü bakımından abdalların kaşıklarına benze­
diği anlatılmaktadır.
260 Bkz., açıklama, 253.
261 Bkz., açıklama, 254.
262 ‘Can ve baş oynamak' bir ülkü uğruna, biryurt uğ­
runa canını ve başını ortaya koymak; ölümü göze
alacak bir fedakârlıkta bulunmak; bir işte çekinme­
den ölümü göze almak.
263 Hüner göstermişlerdir ki..
264 Peygamberimizin zamanında, yahudilerin müşrik
kureyşl i erle birleşerek, İslâmlığı yok etmek üzere
Medine’yi kuşatmaları. Şehrin savunması için çev­
resinde hendek kazıldığından bu savaşa ‘hendek sa­
vaşı’ denmiştir, 626 yıl ın d a olmuştur.
265 Rodos, Kanuni Sultan Süleyman zamanında 26.
aralık. 1522'de alınmıştır. 29. temmuz. 1522’de kuşa­
tılan ada ele geçirilinceye değin sarp savaşlar olmuş­
tur. Hele Arap Kulesi, askere büyük sıkıntılar çıkar­
mış ve kayıplar verdirmiştir. Bundan dolayı yazar,
Cerbe Kuşatmasını Rodos’un alınmasıyla karşılaştır­
makta ve onu Rodos için yapılan savaşlardan daha
çetin bulmaktadır.
266 Eni boyu bir, dörtken biçiminde.
267 Gökte özellikle yaz aylarında yıldız akmalarına, halk,
şeytanların taşlanması deye inanmaktadır.
268 ‘Kurusu ve yaşı’ bir deyimdir, ne var, ne yok, ayır­
madan, hepsi demektir. Arapçada bunun karşılığı
olarak ‘ratb-u yâbis’ vardır.
269 Yazar, İspanya’yı dünyanın bittiği yer sayıyor. Onun

135
ötesindeki Atlas engininden başka bir kıtaya yol ol­
duğunu bilmezden geliyor..
270 Bekârdılar, bir evleri, bir aileleri ve çoluk-çocukları
yoktu. Bir yere, bir eve, bîr ulusa bağlı değildiler.
271 Bunlar ücretli deniz askeri idiler; ücretli gemici
idiler.
272 Papasların, hristiyanların başlarına meçleriyle do­
kunarak onları takdis ettiği anlatılmaktadır.
273 ‘Tuğumun başı için, zırhımın başı için’ deye and iç­
tikleri gibi, tuğlarının ve zırhlarının değersiz bö­
lümleri üzerine de ‘tuğumun şurası, zırhımın burası
üzerine and olsun deye de söylerlerdi.
274 Herbiri on beş Türk’ün hakkından geleceğini söyler;
herbiri kendini onbeş Türk’e bedel gösterir.
275 ‘Tabanca’ yüze ya da başa vurulan güçlü bir sille
demektir, mecaz olarak ta kullanılır. Onun için bura­
da ‘cılasınlardan yidikleri kuvvetli sillenin gücün­
den tutsak olan...’ anlamınadır.
276 Bkz., açıklama, 238.
277 Top yerleri hazırlatmıştı; istihkâmlar kurdurmuştu.
278 Bir geminin kürekçilerini ve savaşçılarını çıkarmak;
donatımını almak; bir gemiyi hizmetten çıkarmak.
279 Gemiler, biçimleri dolayısıyla hilâle, yeni aya ben­
zetilmektedir ve bu benzetme çok sık kullanılmak­
tadır.
280 Bkz., açıklama, 27.
281 Herbiri gökler gibi yüksek hisarlar: burçlarına, ku­
lelerine gelince onlar da yıldızların töresince kıvıl­
cımlar yağdırmakta.
282 Bundan önce bozguna uğratılarak çoğu ele geçirilmiş
olan düşman gemileriyle ilgili fetihlerin..
283 Ordunun buradaki anlamı herkesçe bilinenden ayrı­
dır ve doğrusu ‘orda’dır. Askerin konduğu yer, ka­
rargâh, savaş karargâhı demektir ve çadırlardan
meydana gelmiştir.
284 Askerin savaşta düşman ateşinden korunması için
kazılıp yığılan toprakların, siperlerin ve istihkâm­

136
ların çevresine düşmana engel olmak üzere hendek­
ler kazıldı.
285 Soylu kendi soyuyla uçar. Netekim hümâ ile hümâ­
yun, doğanla da şahbaz uçar.
286 Ebü’l-Feth, bilindiği gibi İstanbul’u alan Fatih Sul­
tan Mehmed’in unvanıdır. ‘Ebü’l-Feth Gazileri’ de,
İstanbul fethinde bulunan yeniçerilerdir.
287 Bkz., açıklama, 171.
288 ‘Salâ’ bildirmek, çağırmak anlamınadır. Eskiden ka­
sabalarda, namaz vaktinin yaklaştığını bildirmek
için belli kişiler vardı, bunlara ‘salâcı’ denirdi. Bura­
daki ‘salâ’ Cuma namazı vaktine yakın minarede
okunan ‘salâ’dır. Bu salâ, Peygamberimiz için, ezan
gibi, makamla okunan ve özel bir metni bulunan bir
‘salât ü selâm'dır.
289 Kendilerini tartarak, kendilerine çeki-düzen vere­
rek düşmanın karşısına çıkmağa hazırlandılar.
290 Yırtıcı kuşlar ve yılanlar avlarını önce korkudan
büyüleyerek kıpırdayamaz hale koyarlar ve ondan
sonra üzerlerine saldırıp yakalarlar, bunu anlatıyor.
291 Bkz., açıklama, 281. Burada ‘savaşa çağırma, haydi
savaşa’ anlamınadır.,
292 Eski destan kahramanları hakkında anlatılan ina­
nılmaz hikâyelerde görülen insan-üstü kahraman­
lıklara, Cerbe’de çarpışanları gördükten sonra, artık
‘yalandır’ dememeğe söz verilmiştir;
293 Cihanın bahadırı ve pehlevanısın; senin destanın,
senin, yürekliliğini anlatır.
294 Gayret kuşağının bağını kılıç bağı gibi beline iki
yerden bağla.
295 Arkamız cevşen gibi düzdür ve biz zırh gibiyiz, ok­
tan göz yummayız. Burada ‘cevşen’ ve ‘zırh’ sözleri­
ne dayanılarak bir benzetme yapılmaktadır. Cevşen,
savaşlarda zırh gibi arkaya giyilir, gerçi zırh tarzın­
da olur, lâkin zırh yalnız halkadan olur, cevşen ise
halka halka olup aralarına ufak tenekeler kakılır.
Yani bu tür örme zırhın delikleri kapalıdır; oka kar­

137
şı — korkudan — yumulmuştur; biz oktan korkup
ta gözlerimizi kapamayız; onu açık gözle karşılarız,
demek istiyor.
296 Tâ öldürmeyince; tâki öldürmeden.
297 Kanlı yaralar. Balıkların taze iken ağızlarının kızıl
renkte ve açık olmasına dayanarak bu benzetme ya­
pılmıştır.
298 Türklerin bizlerde açtığı ve izleri ömür boyunca ka­
lacağı için daima onları hatırlatacak bir yadigâr­
larını andıran yaraları görün.
299 Dinine rahmet.
300 Müslümanların ibadeti, namazı gibi belli kuralları
ve düzeni olmayıp bize karışık gelen hristiyan âyini
gibi.
301 Ancak akılsızların, ahmakların inanacağı, kanıp ona
göre davranacağı sözlerle bağlanıp kösteklenerek..
302 Yıldızlara göre hisaplanan bir saat; bir yıldızın dö­
nüp aynı yere gelmesi için geçen zamana göre hisap­
lanan saat.
303 Burada ‘çalışmak' kelimesi bildiğimiz anlamda ol­
mayıp ‘karşılıklı kılıçlar çaldılar, birbirlerini kılıç­
ladılar’ demektir.
304 Kelime asıl metinde, Arapça bir söz gibi ‘ayn’ har­
fiyle yazılmışsa da bunun ‘aşırmak’tan ‘aşır’ deye
Türkçe bir söz olması daha doğrudur. Gemileri ve
kayıkları kıyılara yanaştırmayıp açıktan çekmek
için kullanılan uzun gönderlere bu ad verilmekte­
dir. Netekim, Boğaz’da Akıntı Burnu’ndan yedek çe­
kenler, bu gönderlerle gemiyi kıyıdan alarga tut­
mak için ‘aşırı’ derlerdi.
305 Kalın ve bas bir ses çıkararak boru ve kaval çalma­
ya ‘horuldatmak’ denmektedir. Burada da böyle ses­
ler çıkaran boruların çalındığı anlatılmaktadır.
306 Bkz., açıklama, 194.
307 Tekbir çekmek veya tekbir almak ‘Allah-u Ekber,
Allahu Ekber, lâ ilâhe İllallah, Vallahu Ekber, Alla-
hu Ekber ve Lillâhilhamd (Tanrı Uludur, Tanrı Ulu-

138
dur, Allahtan başka Tanrı yoktur: Tanrı Uludur,
Tanrı Uludur, Hamd Tanrıya mahsustur) sözlerini
yalnız, ya da birlikte söylemektir.
308 İki taraf karşılaşıp kılıç kılıca döğüşmek yerine, bir
hisara çekilip oradan top ve tüfekle savaş ederek.
309 Kâfir askerlerini mezhepsiz sayıyor. Ama, bugün de
dilimizde yaşayan bu ‘mezhepsiz’ kelimesi bir de ‘ne
yaptığını bilmez, belli bir töresi, âdeti, geleneği inan­
cı olmayan seciyyesiz kimse' anlamına da kullanıl­
maktadır.
310 Bkz., açıklama, 300.
311 Sarnıçlarındaki sularından bu kaynattıkları tuzlu
ve acı suya birer miktar katmışlar.
312 Bkz., açıklama, 160.
313 Gemileri neft yağı döküp yakmak için.. Neft yağı de­
niz üzerinde de sönmeyip yandığından eskiden düş­
man gemilerini yakmak için kullanılırdı.
314 Savaştan uzak kalan, savaşa katılmayan takımı.
315 Gemilerin çevresine yerleştirilen çengel pençeleri,
furkataların yanaşmaması için su yüzünden yuka­
rıda tuttular;
316 Gemilerin ilk savaşa tutuştuğu vakit düşman tara­
fından yakalanıp tutsak edilerek forsa olarak çalış­
tırılmak üzere gemilere verilen Türk tutsaklarından
kurtulanlar..
317 Donanmada, ayrıca, gerektiğinde karada savaşmak
üzere bulundurulan süvariler.
318 Denizin, durgun, fırtınasız ve limanlık zamanında,
kızgın güneş altında aldığı renk.
319 Onun benzeri bir vuruş-kırışı ne göz gördü, ne de
öyle bir çarpışmayı kulaklar işitti.
320 Kale kuşatmalarında, hisar içindeki düşmana ula­
şıp onunla çarpışabilmek için kale çevresindeki hen­
dek, toprak sürülerek doldurulur ve kale hizasına
değin toprak yığılır, yazar bunu söylüyor.
321 Kuşatma savaşlarında, kale hizasına değin ve ondan
yukarıda yükselip düşmanla yakından döğüşebilmek
için yapılan kule.

139
322 Bkz., açıklama, 321.
323 - 324 Metinde ‘kurduğu’ ve ‘suvarıp’ deye okumak
mümkün olan bu iki sözcüğün doğrusunun ne olaca­
ğını pek kestiremedim.
325 Saff sûresi, ayet 13,
326 Şevval ayının birinci günü.
327 Bkz., açıklama, 215.
328 Bkz., açıklama, 169.
329 Çöllerde çıkıp ta yolları; hattâ kervanları altına alıp
yok eden kum kasırgasını anlatıyor.
330 Bkz.. açıklama, 187.
331 Bkz.. açıklama, 188.
332 Allahın doğru yolu gösteren kasırgası — sert savaş
rüzgârı — Türk askerlerine doğru esti.
333 Metinde ‘Benâtü’n-nesr’ deye yazılmış olmakla bir­
likte bence doğrusu ‘Benâtü’n-na’ş’ olmalıdır. Bun­
lar iki küme yıldız olup Türkçede ‘Büyük Ayı’ ve
‘Küçük Ayı’ adlarını taşırlar.
334 Düşmanı aşağılamak için onların tabyalarına ‘Hın­
zır Hanı’ diyor.
335 ‘Keler’ kertenkele türünden büyük başlı bir sürün­
gendir; onun, yuvasını toprakla doldurur gibi...
336 Enbiya sûresi, ayet 35.
337 Fecr sûresi, ayet 28.
338 O kuyu yoluna şehit oldular. Düşmanın elinden alıp
onları susuz bırakmak için savaştıkları kuyunun su-
yu, aslında, yukarıda anlattığı gibi tuzlu ve acıdır,
ama yolunda şehit olanlar için o bir Zemzemdir.
339 Fecr sûresi, ayet 29-30.
340 Cennete, Uçmağa.
341 ‘Çalış’ burada ‘kılıç çalma’ demektir.
342 O nun.— ca n — kuşu bu dar yuvada —-dünyada —
daralmıştı, onun için havadan yukarılara, yedi kat
göğün yukarısına çıktı. Aşağıdaki iki beytin vezni
bu beytinkinden başkadır.
343 B u dünyada subaşı idi, o dünyada — âhirette— de
Tanrı onu, şehitler ordusuna baş etsin.

140
344 — Ruhuna— okunan Fatiha sevabını, Tanrı onun
temiz ruhuna armağan etsin.
345 Nice gün soltatlarımızı onunla korurdum, besler­
dim. geçindirirdim, avuturdum.
346 Beylerimizin, prenslerimizin buyruğu altında yaşar­
ken..
347 Birinden görülen iyiliğe karşı böyle mi davranılır?
İyiliğini gördüğümüz birine karşı duymamız gerekli
olan minnet böyle mi korunur?
348 ‘Ekmek’ burada genel olarak ‘yiyecek’ anlamınadır.
349 Birinin çok şaşıp utandığını göstermek üzere parma­
ğını ısırması.
350 Kahraman gibi yaşayıp; bahadırca davranıp..
351 Gönüllerini alarak ve güven vererek onları keyiflen­
dirir, yüreklerine güç verir.
352 Kalelerde burçların arasında olan aralıklara ‘gedik’
denir. ‘Gedikli gediği’ bir kuşatmada kaledeki gö­
nüllülerin korumayı üzerine aldıkları yer.
353 Gemilerini ve kuşatmanın dışında kalmış olduğu için
serbestçe yararlandıkları deniz taraflarını da ele ge­
çirip..
354 Her domuz kâfir, manda gibi deniz tarafına kaçar.
Mandalar, sıcakta nasıl suya girip yatarlarsa, bu do­
muzlar da, kömüş gibi deniz tarafına kaçıyor.
355 Sandalların kıçlarına kale-döğer toplar konulsun ve
içindeki askerin savaş ederken korunması için si­
perler çatılsın.
356 Her geminin kaptanına önemli bir iş verildi.
357 Ezanda, biri başta biri sondan önce olmak üzere iki
tekbir, iki ‘Allahu Ekber’ vardır. Burada, tan vakti
sabah ezanı okunup bittikten sonra, demektir.
358 Bkz., açıklama, 194.
359 Bkz., açıklama, 352. Kalede gedikleri tutmakta olan­
lar bunları bıraktılar.
360 Bkz., açıklama, 329.
361 Bkz., açıklama, 27.

141
362 Gençlik bağının gülü soldu derler, şeref burcunun
ayı tutuldu derler.
363 Onun yasından, yasemenler bağı vücüdunu param­
parça edip menekşeler saçlarını yoldu derler.
364 Dolunayın, denize vurmuş gümüş serviyi andıran o
aksi, gerekli bir genç idi, onun için toprağa rastladı,
derler (dünyaya yararı dokunanlar erken ölür inan­
cına işaret).
365 Bkz., açıklama, 262.
366 Burada'halk' asker ve savaşçı gemici, tayfa demek­
tir.
367 Askerin kendini korumak için kazdığı siperler daha
ileri götürüldü; siperler daha ilerilerde kazıldı.
368 Kuyulara giden yüksek bir aralık yol, bir kanal
kazdırıp..
369 Toprak altında kazılan lağım, kanal, dehliz gibi
yolların yer üstüne bağlantısı; buralara inip çıkmayı
sağlamak üzere yapılan, insan sığacak genişlikteki
yerlere ‘baca’ denir. Kuyulara giden dehlizlere inip
çıkmaya yarayan işte böyle büyük delikler açtırdı.
370 Sular fışkırıp, pınarlar kaynayıp..
371 Hani Türk? Türk nerede?
372 Hayat bulurken; bu suyu içip canlanırken; pınar su­
yundan dirilip can bulduğu sırada.
373 Birine ‘hu demek ‘birine selâm vermek’ demektir.
‘Yâhû’ ise ‘Allaha ısmarladık’ demektir. Bir başka
deyişle ‘daha selâm vermeden Allaha ısmarladık’ de­
diler, ‘bir-iki’ demeden canlarını aldılar!
374 Bugün de Anadolu’nun kimi yerlerinde, düğünlerde
güveyinin ellerine kına yakılmaktadır.
375 Savaştılar, döğüştüler.
376 Lâe-i Nu’man, bir türlü lâle olup şakayıku’n-nu’man
deye de anılır. Bu adın verilmesi Arabistan’da Hîre
hükümdarı Nu'man b. Münzir’in bu çiçeğe değer
vermesinden dolayıdır. Türkçede ‘gelincik’ dedikleri
çiçektir. Bilindiği üzere bunun yaprakları kırmızı,

142
ortası siyahtır. Bundan alarak, yanık yürek yarala­
rı, gelinciğin içindeki karaya benzetilir.
377 Adlarına ve sanlarına leke sürülmesinden dolayı
kendilerini utanç basıp...
378 ‘Azıklaşmak’ sözü burada gerçek anlamına değil de
mecaz olarak kullanılmış olacaktır. ‘Birbirlerine kuv­
vet oldular, kararlarında birbirlerini desteklediler,
birbirlerinin düşüncelerini perçinlediler’ gibi bir an­
lam taşımaktadır.
379 Askerliği bırakalım, bu börkü taşımak şerefinden
uzak duralım.
380 Siperleri daha ileri götürüp kaleyi çeviren hendek
kıyısına kazdılar.
381 Ve görülmedik, duyulmadık yolda yararlıklar göster­
diler.
382 O tunç ejderhalar soludukça hisarın üzerine gökten
pirinç yağardı. ‘Erez’, bildiğimiz, pilav yaptığımız pi­
rinç demektir. Burada tunç sözünün verdiği çağrı­
şımla bir tür maden olan ‘pirinç’ yerine ‘erez’ de­
nilmiş ve atılan tunç toplardan hisarın üzerine öl­
dürücü saçmalar yağdığı anlatılmak istenmiştir.
383 Tüfek sesi ve top gürlemesi, cihanı gümbürtülerle
doldurmuştu.
384 Hisarda kuşatılmış olanlara aldırmadan, pervasız­
ca tüfek fındık - kurşun top ta elma - gülle - su­
nardı.
385 Seciyyesiz, tutumu belli olmayan, kimi düşmandan
yana, kimi Türklerden yana olan dönek çöl Arapla-
rının iki-yüzlüler takımı içinde bizi utandırma.
386 Tanrıya baş-açık dua etmek makbuldür. Netekim
haçta ihrama giren kimsenin başı ve ayaklarının
üzeri açık bulundurulur, bu bir saygı nişanıdır.
387 Bkz., açıklama 188.
388 Bkz., açıklama, 307.
389 Kuyudan akıp gelen suyun şırıltısından büzülüp içi­
ne kapanmış olarak.
390 Bkz., açıklama, 242.

143
391 Canlarını ve başlarını kaybedip şehit oldular.
392 ‘Parlaştılar’ sözü harbelerini ve meçlerini sıyırıp pa­
rıl parıl meydana çıkardılar, anlamına dile yatkın
bir söz olmamakla birlikte, daha yukarıdaki ‘harlaş-
tılar’ sözüyle ‘seci’ düşürmek için, yazar ‘parlamak’-
tan ‘parlaşmak’ deye işteşlik bildiren bir sözü tü­
retmiştir.
393 Bkz., açıklama, 244.
394 Padişahın verdiği manevî güçle ve hayır dualarının
getirdiği uğurla; onun verdiği manevî gücün ve ha­
yır dualarının etkisiyle.
395 Döne döne savaşarak; ellerinde kılıçlarıyla, kanad
açmış doğanlar gibi, kollarını açıp döne döne döğü-
işerek.
396 Bkz., açıklama, 262.
397 Can kuşları göklerin yücesine yükseldi, şehit oldu­
lar ve ruhları göklere ağdı.
398 Onlara dua edin ki, bütün Kabe’nin çevresini ziya­
ret edenler, Kabe’yi tavaf edenler ve Kabe’nin av­
lusunda oturanlar, hepsi onlara dua ederler.
399 Ayaklarına kapandılar; teşekkür için paşanın ayak­
larına kapandılar.
400 Yazar burada kelimelerle oynuyor. ‘Câh’ sözcüğü
'mevki, makam, mansıp, devlet kapısı, devlet daire­
sinde bir yer, resmî makam’ demektir. ‘Çâh’ kuyu;
‘munsab’ ise ‘tutamağına iyice, sıkısıkıya tutturul­
muş hançer’ anlamınadır. Buna göre de anlamı
'mevkileri ve makamları gibi kuyuları da birer han­
çer vuruşuyla ellerinden alındı’ demek olur.
401 Yukarıda anlatıldığı üzere, düşman susuz kalınca,
tuzlu ve acı suyu kaynatıp buna sarnıçlarındaki tat-
l ı suyu katarak' içecek su elde etmeğe çalışmakta
idi. Yazar, ‘düzme ve süzme su’ ile işte bu kaynatı­
lıp damıtılarak içine biraz sarnıç suyu katılan suyu
anlatmaktadır.
402 Fecr sûresi, ayet 8.
403 Cihanda ululuğa ve yüksek makama, kullarını pa­
dişahına öğen kimse yakışır.

144
404 Överek, aferinler çekerek.
405 ’İnsan’ kelimesinin sözlük anlamı ‘bir nesneye, bir
kimseye olan alışıklık, ülfet, yabani olmayıp ehlî ol­
ma’ demektir. Burada da yeniçerilerin, insan olduk­
ları için, Ali Pertek Bey’in askerleriyle anlaştıkları,
birbirlerine yaklaştıkları belirtilmektedir.
406 Bkz., açıklama, 286.
407 Düşmana kılıçların çalındığı zamanda, düşmanla kı-
lıçlaşıldığı sırada.
408 Ali Pertek Bey'in askerleriyle yeniçerilerin saldırı­
larından düşman çokça çekinir; onların bulunduğu
cephenin saldırılarından artucak korkar.
409 Bey olduğu için giyeceği daha üstün ve değerli bir
kumaştan, kadifeden yapılmış.
410 Küçüklerinin de, büyüklerinin de işleri bitmiştir,
bitkin hale gelmişlerdir.
411 Pek kesin olmamakla birlikte ‘kavr’ imlasıyla yazı
lan sözcüğü bana kalırsa ‘kavur = gavur’ deye oku­
mak mümkündür.
412 Son derece gayret gösterip, canını dişine takarak,
işe ölesiye sarılarak.
413 Uyanık olarak, uyumayıp tetikte olarak.
414 Metrisleri, kazdıkları siperleri daha ileri, düşmana
ve kaleye daha yakın yere götürdüler; kaleye ve
düşmana daha yakın yerde siperler kazdılar.
415 Bkz., açıklama, 188.
416-417 Başlarını sallayıp, çaresizlikten, sıkıntıdan ne
yapacağını bilememek te n başlarını iki yana sallayıp,
üzüntüden dişlerini sıkarak..
418 Sonuç alınacak bir işte; bitirilecek bir işte.
419 Teslim etmek; bir kaleyi müzakere ve anlaşma yo­
luyla teslim etmek ve teslim olmak.
420 Onmadık başlarına yazılan kötü yazıları görseler ge-
rek; başlarının kötü yazısını, başlarına gelecek be­
lâyı göreceklerdir.
421 Vire ile verecek olsam (Bkz., açıklama, 419).
422 Bkz., açıklama, 419.

145
423 Ben bir kez 'hayır' dedim mi ondan sonra artık dön­
mem.
424 İleri gelenlerin en iyi olanlarından; adı-belli olanla­
rın en ünlülerinden.
425 Ben siz miyim ki soyumu sopumu hiçe sayayım da
inadımdan döneyim.
426 İsa’nın kulları arasında, herkesin nefret ettiği, iğren­
diği biri olayım.
427 Bkz., açıklama, 262.
428 Allahın yardımına sığınıp savaşa hazır oldular; kol­
larını sıvayıp vuruş-kırış beklediler.
429 Bizim düşündüğümüzde ve koruduğumuzda bir ya­
rar nesne yok. Bizim perde gererek korunacağımızı
düşünmemizin ve bu yoldan korunmamızın bir fay­
dası yok.
430 Rastgele dışarı çıkamaz oldular; olur-olmâz zaman­
da hisardan dışarı çıkamaz oldular.
431 Bkz., açıklama, 27.
432 Kâfirler, felekler gibi perde gererler de ardına girer­
ler.
433 Türk erleri de durmadan bu kâfirleri kırarlar, öyle
ki hepsi dağılmış ve ortada görünen canlı bir kişi
kalmamıştır.
434 Savaş zamanını bekleyen; sırası gelip te vuruş-kırış
yapacak olan; düşmanla savaşa girmeyi bekleyen.
435 Açıkdenize çıkıp.
436 İyi haberlerle gelindiğini anlatmak üzere gemide
muştu bayrakları çekilince.
437 Dergâh'ı âlî; saray; padişah sarayı.
438 Bir kişiyi, tehlikeden, can korkusundan, ölümden ko­
rumak için yapılıp boynuna ya da koltuğu altına ası­
lan tılsım, muska.
439 Omuzdan çapraz olarak takılan kılıç bağı; bir omuz­
dan öteki omuza çaprazlama bağlanan kılıç bağı.
440 Bkz., açıklama, 244.
441 Bkz., açıklama, 188.

146
442 Düşmanı hiçe sayıp gemilerden dışarı çıkarak; gemi­
lerden denize inerek.
443 Bkz., açıklama, 442.
444 Manevî bir güç taşıyan kılıç; bir ermişin kutsal gü­
cünü taşıyan kılıç; bir ermişin verdiği dualı kılıç.
445 Kişinin dış görünüşüne önem veren dostlar; dıştan
dost görünüp içten düşman olan kimseler.
446 Ey bu zamanın sahibi olan yüce padişah, bütün
âlem halkı senin devletinin tutsağıdır.
447 Senin bahtının ululuğu, devletle yücelsin! Senin kim
olduğunu anlatan hikâyeler doğuya da, batıya da
ulaşsın!
448 Piyale Paşa.
449 Beline, altın kemer gibi, öfkesinden iki dili ateşten
bir yılan kuşandı (Hazret-i Ali'nin kılıcı Zülfekâr gi­
bi ve yılan dili gibi iki dilli bir kılıç kuşandı).
450 Kolumu sıvayıp kılıçlar gibi çalıştım; ok gibi doğru­
lup düşmanların yüreğine girdim. Buradaki ‘çalış­
mak’ sözü için bkz., açıklama, 303.
451 Burada ‘Allahverdi’ bir özel ad olmayıp adı-belli ol­
mayan sıradan bir kimse, demektir: Netekim, bence
'İlyas Paşa’ da, bir özel ad değil, adı ve rütbesi belli
bir ulu kişi yerine kullanılmıştır. Bu belki de o za­
manlar kullanılan bir deyimdir.
452 Onların nerkis gibi iki gözünü öptü ve sanavber ağa­
cı gibi, güçlü, kuvvetli olan arkalarım sıvazladı.
453 Çöl Araplarının doğru yoldan azarak Türk devletine
başkaldırıp düşman tarafını tutanlarına..
454 Çavuş, divân-ı hümâyun mübaşiri ve icra kuvvetine
hizmet etmekle yükümlü bir sınıf mensubuna verilen
addır. Bunların görevleri divân-ı hümâyunda ve ki­
mi taşra işlerinde hizmet etmekti.
455 Burada söz konusu olan, Cezayir beylerbeyinin buy­
ruğunda olan ve yine benzeri işleri gören çavuşlar­
dır. Bkz., açıklama, 454.
456 Kethüda, büyük devlet adamlarıyla konakların iş­
lerini gören adam; devlet dairelerinin herhangi bi­

147
rinin müdürü; vaktiyle valilerin Bâb-ı Âli yanındaki
mümessili.
457 Sanki her kıyı bir kanara, bir mezbaha olmuş; göv­
deler de kesilen koyunların çengellere asıldığı gibi
dikenlerin çivisine asılmış.
458 Töresi, fetihler olan kule; töresi, kuşatılmış kalele­
rin kapılarını açmak olan kule; nice kalelerin alınıp
açılmasına yarayan kule.
459 Ayakta durayım sultanım, kaygılanacak nesne yok.
460 Herkesin alnında yazılan başına gelir.
461 Bu dediğim direklere vardıkça; duvarları kazırken bu
dediğim direkler çıktıkça.
462 Düşmanların yaptığı tabyaları bozdular; düşmanla­
rın kendilerini korumak için yaptıkları siperleri ve
top yerlerini bozdular.
463 Kuşatılan kalede açılan gediklerin herbirinin karşı­
sında ona hâkim olmak üzere bir kule yapılıp..
464 Temcîd, yatsı namazından yaklaşık olarak bir saat
sonra, recep, şaban ve ramazan aylarında, minare­
lerde, Allahı ululamak için okunan bir ilâhidir. Bu
İlâhi, bir hamd ü senayı ve Tanrının herhangi bir
sevgili kulu için duyulan hayreti dile getirir. Rama­
zanlarda sahurdan sonra, minarelerde okunan dua
ve sena. Temcid vakti, güneşin batmasından iki bu­
çuk, yahut üç saat sonraki zamandır.
465 Kavrayan (Kırvan) Tunus’un 167 km. güneyinde bir
şehirdir. Kırvan asker kulu, Kırvan’da toplanan as­
ker, demektir.
466 Bkz., açıklama, 419.
467 Teslim olma alâmeti. Kılıcı ağzına almak, onu artık
kullanmamayı kabul etmek; boynuna kefen almak
ta ölüme razı olmak demek olup her ikisi birden tes­
lim olmayı anlatır.
468 Yanan mumun alevinin ucuna ‘mumun dili’ denir ve
bunun alevi o denli güçlü ve yakıcı değildir. Bura­
da bu anlatılmak isteniyor: Yanan bir mumun ale­
vinin ucu gibi, güçsüzlerin diliyle konuştular, tes­

148
lim olduklarını söylediler. Bunu bir başka türlü ‘iç­
leri yanarak’ deye de anlamak mümkündür.
469 Kuşatılan bir kale içindekilerin teslim olacaklarını
bildirmek için çektikleri ak sancaklar ki bunlara ‘tes­
lim bayrağı’ da denir.
470 Bkz., açıklama, 419.
471 Bkz., açıklama, 434. ‘Vaktine hazır ol.' düşmana kar­
şı söylendiği zaman ‘savaşmaya hâzır ol ve başına
geleceği bekle!’ demektir.
472 Heykel, resim.
473 Viremizden geri dönmeyiz; kaleyi size teslim etmek
dileğimizden geri kalmayız; ille de kaleyi size teslim
etmek istiyoruz.
474 Hisarlardaki bütün kâfirleri, beyleriyle ve kapu-
danlarıyla birlikte içhisara koyup kapatın, gelin işi­
nizi görelim; dileğinizi yerine getirelim!
475 Bu savaşta, düşmanla ilk tutuşulduğu sırada, onun
eline düşüp te sonradan, düşmanın yenilmesi üze­
rine tutsaklıktan kurtulan Türk bahadırlarından..
476 Bkz., açıklama, 472.
477 Şaşkınlıktan, çaresizlikten, üzüntüden başını sallar­
mış.
478 Aslında bu bir taç değildir, belki biraz değerli bir
şapkadır. Yazar, şimdiye değin bir yüce mevkide ve
başı yukarıda, b a h tlı bir kişi olan bu adam şimdi o
bahtın timsali olan şapkasını çıkarıp.! demek isti­
yor.
479 İyice hesap edilirse belki de daha çok öldürmüş ol­
malı.
480 Gemilerde yağma, ilk saldırana düşmez.
481 Halk, öyle dileğince doyum malları ve tutsak ele
geçiremedi.
482 Bkz., açıklama, 419.
483 Virenin sırası mı? Vireye bakılır mı şimdi? Vire dü­
şünülecek zaman mı?
484 Yeniçerilerden başka öteki sınıflardan olan askerler,
sipahiler, azepler ve başkaları.

149
485 Boyunlarına zincirlerin vurulması için başlarını
uzatırlardı.
486 Forsa olacakları gemileri gösterildi; kendilerine kü­
reğe vuracakları, kürek çekecekleri gemiler göste­
rildi.
487 Ayaklarına köstekler, bukağılar vuruldu; kâfir tut­
sakları gemilere forsa olarak verildi ve ayaklarına
bukağılar vurularak küreklere bağlandı.
488 Bkz., açıklama 419.
489 A’raf sûresi, ayet 34.
490 Bu dünyadan geçtiler; öldüler; şehit oldular.
491 Allahın verdiği armağanlarla dolu olan ruhları; Al­
lahın verdiği ferahlıklarla dolu olan ruhları.
492 Harcanmak, tükenmek bakımından para gibi elde
durmayıp giden birgaç günlük ömürlerinin..
493 Ömürlerini zaman denilen ve para ticareti yapan
sarrafın önünde harcadılar; zaman onların ömürle­
rini harcayıp tüketti.
494 Bu mecaz yoluyla bir anlatımdır; İnançlarının ha­
lis altınını, hayret ateşiyle gönül potasında erittiler’
demek ‘halis altın gibi sağlam ve temiz bir inanç
elde etmek ve bu maddenin kir, pas gibi saflığını bo­
zan unsurlarını arıtmak için onu hayret ateşiyle gö­
nül potasında erittiler’ demektir.
495 Bu bir halis altına benzeyen inançlarını da tevbe ve
istiğfarın - Allahtan bir daha günah işlememeye
söz vererek işlediklerinin bağışlanmasını dileyerek -
mihenk taşına vurarak deneyip ayarını tamam etti­
ler. Kısacası ‘inançlarının halis altınını elde edince­
ye dek tevbe ve istiğfar ederek onun tam ayarını
buldular.'
496 Allahın gösterdiği doğru yolu bulamazsa; Allahın
doğru yolu gösteren iman fenerini yakıp gideceği
yolu göremezse.
497 Ben hayret enginine düştüm, onu sığ sandım.
498 Oysa, belâ dalgası ansızın başımdan aştı, yazık.

150
499 Ne adından bir nişan kaldı, ne de kendisinden bir iz
var; ne adı kaldı, ne kendi kaldı.
500 Deniz sancak beylerine bağlı askerlerden.. (Bkz.,
açıklama, 163).
501 Kapudan Paşanın divanını beklemekle görevli kim­
se. Toplantı günleri, bunlar, divana gireceklere yol
gösterirler; kimsenin silâhla içeri girmesine yol ver­
mezler; seferlerde paşanın otağının girişinde bulu­
nup kapıcılık ederler.
502 Tüfekleriyle, ağırlığı elli-altmış dirhem olan kurşun­
lar atarlar. Dirhem, Türklerde eskiden bir ağırlık
birimi olan okkanın dörtyüzdebiridir.
503 Töreleri zaferden zafere koşmak olan.
504 Mağrıp, ‘Küçük Afrika’ denilen ve Afrika’nın Tara-
bulus, Tunus, Cezayir ve Fas'ı içine alan bölümüne
Arap yazarlarının verdikleri addır. Mağrıp-zemin as­
kerleri, buralardan toplanan, buralardan gelen as­
kerler, demektir.
505, Gönüllü olarak donanmaya katılan gemiler; devle­
tin resmî donanması içinde olmayıp kendi başları­
na denizlerde korsanlık yapan ve bir savaş çıkınca
kendiliğinden donanmanın emrine giren gemiler.
506 Gemi kaptânlarından başka onların arkasına düşüp,
onlarla birlikte ölen erler.
507 Bkz., açıklama 262.
508 Her savaş olup ta vuruşmaya kalktıkları zaman.
509 Denizlerde korsanlık, ya da donanmada askerlik edip
te başlarından geçen kahramanlık hikâyelerini anla­
tanların.
510 Gemilerde bulunan kâfirler ise karada saçını, başı­
nı yolarak bozgunun yasını tutanlardan daha ileri
gittiler.
511 Cehennem’de bulunan türlü derelerden herhangi
birinde azap çekenlerin... Bu derelerin en bilinmişi
‘Gayya Deresi'dir.
512 İşin haddinden, suyun baştan aştığı bu günde sanki
hep delirip dağlara düştü.

151
513 Vezir, Türkler için kullanılan bir sözlük olmakla bir­
likte, yazar onu, hristiyanlarm beyi, soylusu ve prens
yerinde kullanmaktadır.
514 Donanma Kapudanı, amiral.
515 Yazar, aşağılamak için düşmanların evine ‘hınzır da­
mı diyor..
516 Bir erkek çocuğun erkekliğini duyduğu yaşta; ço­
cukluktan delikanlılığa geçtiği yaşta.
517 Bkz., açıklama, 513.
518 Ne cinsî bir münasebette bulunabilirsin?
519 Ne de oğlan doğurtabilirsin.
520 Yaraşır mı hiç? O şaşırmış, ne yapacağını bilmez
halde..
521 Naralar atıp feryat ettiler, bir gürültü, bir hengâ­
medir kopardılar.
522 Belli edilen zamandan; kararlaştırılan zamandan.
523 Kararlaştırdıkları, söz kestikleri zaman.
524 Bkz., açıklama, 513.
525 Bkz., açıklama, 513.
526 Ondan başkasına işkence yapılmasını buyurdular;
ondan başkasının işkence görmesini buyurdular.
527 Bkz., açıklama, 253.
528 Kâfirlerin mal kıran, bir veba salgınında olduğu gibi
sayısız öldürüldükleri bu savaş için, yazar, onları kö­
peklere benzeterek ‘it kıranı’ diyor.
529 Düşmandan ölenlerin künyelerinin ve sayılarının
yazılı bulunduğu defter.
530 Altı, üstü, her yanı her yönü.
531 Meleklerin göklerde hep Allaha dua ve senada ol­
dukları düşünülür. Tarabulus’ta Piyale Paşa’ya ya­
pılan karşılama töreni öyle büyük ve görkemli ol­
muştur ki göklerdeki melekler bile her saat okuyup
tekrarladıkları dualarını ve Allahı anıp ululadıkları
zikirlerini de unutup bu karşılamayı seyre dalmış­
lardı.
532 Samanyolu, gökyüzünü bir uçtan bir uca kaplayan
bir yıldızlar kümesidir. Üzerindeki bol ve çeşitli ni­

152
metlerle, Turgut Paşa'nın verdiği ziyafeti, yazar, sa-
manyoluna benzetiyor.
533 Elleri yetiştiği kadar; ne ellerine geçirebildilerse.
534 Bkz., açıklama, 163.
535 Metinde ‘etrâf (u) eknâfı şehri ve dehri seyirler et­
tirip..’ denmektedir. Burada ‘dehr’in, şehirle ayaktaş
olmaktan başka bir ilgisi görülmüyor, sanıyorum.
536 Piyale Paşa.
537 Yola çıkılacağını, engine açılacağını bildirmek için
köslerini çaldırıp.
538 Allaha ısmarladık deyip..
539 Selâmlaştılar, vedalaştılar; ‘hoşça kalın!' dediler;
güzel kokulu çiçekler sunarak uğurladılar.
540 Bkz., açıklama, 538.
541 Bkz., açıklama, 435.
542 Deniz kıyısında bir düşman kalesini karadan ku­
şatmak; karaya asker çıkarıp bir düşman kalesini
karadan sarmak, karaya çıkmak, kıyıya çıkmak.
543 Yapılacak şenlikler için donatım hazırladılar; bir
şenlik, bir donanma için gerekli olanları düzüp ha­
zırladılar.
544 Bir yandan şaşarak, bir yandan gördüklerinden tür­
lü türlü ibretler alarak.
545 Kaza ve kader. Kader, Allahın iradelerini yerine ge­
tirmeden önce onları takdir etmesidir. Başka, bir de­
yişle ezelden ebede değin yürüyen hallerde ve olay­
larda hâkim olan ilâhi hükümdür. Kader önceden
ölçüp biçip hüküm vermek, kaza ise bu hükmü ye­
rine getirmektir; ezelde verilen hükmü yokluktan iş
haline getirmektir. Burada kader, atılan topların
Allahın iradesiyle ve onun bu iradeyi yürürlüğe koy­
masıyla olduğu söylenmektedir. Toplar, gûya, Alla­
hın ezelde verdiği hükmü yerine getirmektedir.
546 Eğer âhımın dumanı ona her gün yer yer direk vur-
masa, bu göklerin kemeri âhımın topundan yıkılırdı.
547 Anlaşılıyıor ki donanmanın uğurladığı Zaklise Ada­
sı halkı, Venedik’e bağlı oldukları için Türk donan­

153
masının yaptığı şenlikler karşısında korkudan ve
yalandan coşkunluklar göstermektedirler.
548 Bkz., açıklama, 253.
549 Yürük olan gemi gibi, yürük olmayan gemi de dal­
gaların üzerinde bir düzüye koşup gittiler, süratle
yol aldılar.
550 Saf saf olmak, saf tutmak, sıraya dizilmek.
551 Bkz., açıklama, 307.
552 Bkz., açıklama, 532.
553 Yazarın kendisinin.
554 İnsan sûresi, ayet 10.
555 Herkesin yukarı tabakanın da, aşağı tabakanın da:
zenginlerin de, yoksulların da; adı belli olanların
da, sıradan olanların da.
556 Büyük korsandır, korsanlığı donanma ile yapmaz;
denizlerde tek gezer, donanma ile gezmez.
557 Paşayı, korsan Cağala’nın üzerine gitmekten vazge­
çirdiler.
558 Korsan Cağala’yı yakalamak mümkün olduğu halde,
ele girmiş sayıldığı halde bundan vazgeçildi ve elde
edilecek ele girecek olan bu korsan bulunamadı.
559 Bkz., açıklama, 550.
560 Bkz., açıklama, 190.
561 Dumanların görkemi, âşıkların âhının dumanı gibi
dağıldı.
562 Ortalık açılıp meydana çıktı.
563 Doğru yoları gösteren bir perinin kanadını andıran
beyaz yelkenler açtılar.
564 Küreklerinin dillerini havaya kaldırdılar. Kürek çek­
mek üzere, küreklerini sudan çıkarıp havaya kaldır­
dılar; kürek çekip gemileri yürütmeğe durdular.
565 Hisarların da, iki yandan kuleleri ve sûrları gök­
lere uzandı. Duman kalkınca hisarların kuleleri ve
sûrları da meydana çıktı.
566 Bkz., açıklama, 386.
567 Bkz., açıklama, 199.
568 Bkz., açıklama 188.

154
569 Bkz., açıklama, 188.
570 Allah, Yâ Allah na’ralarıyla.
571 Piyale Paşa.
572 Gemilerin konaklayacağı yerlerde gemilerin demir
alıp yatacağı yerlerde.
573 Oturuldu; yatıldı; gemiler konakladı, bekledi.
574 Din anberinin nerkisler saçan güzel kokulu bahara­
tından.. (Bu, bir benzetmedir, donanmanın içinde
seçme gemilerden, demek istiyor.)
575 Tersane-i Âmire, devlet tersanesi. İçinde gemiler ya­
pılan ve onarılan her türlü gereçlerin bulunduğu
yer. Denizcileri eğitmek ve yetiştirmekle birlikte de­
nizcilik işleri görülen yer.
576 Allah, Tanrı kapısı.
577 Bkz., açıklama, 253.

155
SÖZLÜK

A
A bdal — Derviş, kalender § gezici derviş § gezici Bektaşi
dervişi.
Abi ü zü m — Bir tür üzüm. .
A ğd ırm a k — Kaldırmak, yukarı kaldırmak, yükseltmek.
A m n — Haydut, zorba.
Ağır lık — Orduda bir birliğin cephane, yat ve yarak, yi­
yecek ve başka yükleri.
A k a r -y ıld ız — Şihap.
A kça — Osmanlı İmparatorluğunda sürürmekte olan gü­
müş para.
A k ta rm a — Düşmandan alınıp yedekte çekilen gemi.
A larga san dalları — Gemiden açılmak için kulanılan san­
dallar.
A la y b a yra ğ ı — Orduda bir birliğin özel bayrağı.
A n ber — (Kül rengi anber) Isı altında kolay eriyen, yan­
dığı zaman parlak bir alev veren ve mis gibi tatlı, gü­
zel kokar bir nesne. Doğu’da koku ve ilâç olarak mak­
buldür.
A ’râ b — Çöl Arabı ; çölde çadırlarda yaşayan Arap.
Arabi A t — Arap atı, Arapların yetiştirdiği ve soy kütü­
ğü belli olan cins at.
A rıtm a k — Temizlemek.
A rkuru dan — Yandan § aksi yönden.
 rtu k — Çok, fazla, ziyade.
A rz — Küçükten büyüğe, özellikle padişaha bir konuyu
bildirmek, açıklamak üzere yazılan resmî yazı.
A rze tm e k — Devlet dairesinde küçük rütbede olan, daha
yukarı basamakta olana bir konuyu yazılı, ya da söz-
lü olarak bildirmek § Resmi işlerle ilgili olan konuları
padişaha bildirmek.
A ya rın ı ta m a m e tm e k — Ayarı bozuk ve düşük bir altı­
nın, potada eritmek yoluyla ayarını tamamlamak; bir
altının düşük olan ayarını düzeltmek.
A y et — Kur’an-ı Kerim’in cümlelerinden her biri; Kur’-
an-ı Kerim’in içinde, önünden ve sonundan kesik olan
parça.
A y ıtm a k — Demek, söylemek.
A yin — Âdet, görenek § kanun, töre § ibadet.
A yrık — Başka § artık, b u ndan sonra, bir daha.
Azebista n — Azepler. ‘Azep’ bekâr, evli olmayan erkek an­
lamına olup donanmada hizmet eden belli bir asker
sınıfının adıdır.
Azık — Komanya, yiyecek, zahire.

B
Baca — Yer altında açılmış olan lağım, kanal, dehliz gibi
yerlerle bağlantı kurmak üzere yer üstünden bunlara
açılan baca biçiminde yol.
Varça — Bir tür korsan ve savaş gemisi. Eski zamanlarda
bir çeşit savaş gemisi veya büyük savaş sandalı. Hem
taşıt, hem savaş gemilerinden olup altları düzdü. İki
ve üç direkli olup kalyon türlerindendir.
Bârû — Hisar, kale, kale duvarı, sur.
B aş -b in ici — İyi ata binen; hünerli süvari, şehsüvar.
Baş sallaşm ak — Hep birlikte baş sallamak.
B aştarda — Amiral gemisi. Kadırga türünden olup orta
ve yarım deye iki sınıf olarak gösterilen baştarda, yir­
mi altıdan otuz oturağa kadardı ve çift kürekli idi.
Her küreğini beşten yediye kadar kürekçi çekerdi.
Boyları kırk metre kadardı.
B elâg a t — Söz söyleyenin, ya da yazı yazanın güzel söz­
leri bir araya dizmekte gücü olmak ve dili doğru kul­
lanmak suretiyle konuya uygun bir anlatımı bu gü­
zellikle uygun düşürmek.

158
B elin lem ek — İrkilmek, korku ile birden sıçramak.
B erk itm ek — Güçlendirmek, kuvvetlendirmek, sağlamlaş­
tırmak, tahkim etmek.
B eyler — Deniz beyleri. Kapudan Paşa eyaletine bağlı de­
niz kıyısı sancaklarının başında bulunan beyler.
B eylerb eyi — Osmanlı İmparatorluğunun idare teşkilâtın­
da büyük eyaletlerin başındaki askerî ve sivil en bü-
yük âmire verilen unvan.
Bir u ğu rdan — Bir çıkışla, hep bîrden.
Bir u ğurdan yü rü m ek — Hep birden saldırıya geçmek;
hep birden çıkıp saldırmak.
B olayki — Allah vere de; ola ki.
B ozdoğan Demir gürz; demir topuz (bir savaş pusatı).
Bozg un gem i — Yelkenleri, kürekleri ve savaşçıları alın­
mış gemi; savaş dışı edilmiş gemi.
B ozulm ak — Gemilerin yelkenleri ve savaşçıları alınmak;
gemi hurdaya çıkmak.
B ûkalem un — Kertenkele türünden bir sürüngen. Güneş
ışınlarını yansıttığı için derisi, bulunduğu yerin ren­
gini almaktadır. Bundan dolayı renkten renge giren,
bir boyada kalmayan dönek kimseler için kullanılır.
Burç — Burgaz, hisar-, kule, palanka, tabya.
B utar ık — Ekşi suratlı; pusarık; sevimsiz; kapanık (ha­
va); puslu, karanlık (hava).

C
C ebeli a t — Afrika’nın kuzeyinde Berberistan’a özgü bir
at soyu.
C e n g -i h arb i — Türk musikisinde kullanılan usul ve ma­
kamlardan biri § Mehterin çaldığı savaş havaları; sa-
vaş havası, savaş marşı.
C engi ta y la san — Erlerin savaşlarda, sarıklarından, baş­
lıklarından sarkıttıkları uç.
Cıda — Harbe, kargı, kısa mızrak, süngü!
C ılasın — Bahadır, batur, kahraman, yiğit.

159
C iğergâh — Bağır; karaciğerin bulunduğu yer § karın §
bağırsak.
C unda — Gemilerdeki bütün direk ve serenlerin ucu.

ç
Çaç — Şapka.
Çak — Tâ § tam, tamına § salt, sırf, sade, sâfi, halis, yal­
nız.
Çalış — Kılıç çalma, kılıçla vuruşma, kılıçla saldırma.
Ç alışm ak — İki düşman kılıçlarla döğüşmek; karşılıklı kı­
lıç çalmak.
Ç ankal k ıy n a k la rı — Gemi demirlerinin sivri uçları.
Ç a tm a k — Deniz savaşlarında, düşman gemisine yanaş­
mak; borda bordaya gelmek: çıkıp savaşmak için düş­
man gemisine yanaşmak; , atlayıp savaşmak üzere
düşman gemisine yanaşmak § çarpışmak, çarpmak.
Ç ekdiri (çek d irir) — Kürekle giden yelkenli ve yardım­
cı bir vasıta gibi kullanılan savaş gemisi.
Ç en g-i h arbî — Bkz., ‘ceng-i harbî’.
Çin sabah — Gerçek sabah, subh-ı sâdık.
Ç ubuk — Değnek, ince kesilmiş ağaç, ince dal.

D alam ak — Isırmak.
D avul — Bir kasnağın iki yanına deri gerilmesiyle yapı­
lan bir çalgı olup tokmak ve çubukla çalınır.
D ebdebe — Davul sesi ve buna benzer nesnelerin sesi §
Kütürdü, patırdı § haşmet, saltanat, gösteriş § patır­
tılı, gürültülü ululuk.
D eh liz — Kapı aralığı § sokak kapısı ile ev arasındaki yol
§ ara yol § dar ve karanlık ara yol.
D em ir-don lu — Zırh giyinmiş, zırhlı.
D eniz kulağı — Körfezlerin, koyların birbiri ardınca sıra­
landığı kıyılarda bu girintilerin önünde kıyı dilinin

160
gelişmesi yüzünden bu deniz girintilerinin kapana­
rak göl biçimini almış durumu.
D erilm ek — Bir araya gelmek, toplanmak.
D ik ilm ek — Atanmak, resmî bir göreve tayin edilmek.
D il — Düşman hakkında bilgi almak için baskınla ya­
kalanan tutsak, :
D il a lın m a k — Düşmanın durumunu söyletip öğrenmek
üzere baskınla tutsak yakalanmak.
Dil a lm a k — Düşmanın durumunu söyletip öğrenmek üze­
re baskınla tutsak yakalamak.
D irh em — Eskiden bir ağırlık birimi olan okkanın dört-
yüzdebiri değerinde bir ağırlık ölçüsü.
D iyavolo — İblis, şeytan.
D o n a n m â -yı h ü m âyu n — İmparatorluk donanması; ka-
pudan paşanın buyruğunda olan asıl devlet donan­
ması.
D oyum — Düşmandan ele geçmiş olan mal, tutsak; bir
savaşta ele geçen mal ve tutsak, çuldu, ganimet, yağ­
ma malı.
D oyu m m a lla rı — Bir savaşta ya da akında düşmandan
ganimet olarak ele geçmiş olan, geçirilmiş olan mal­
lar ve tutsaklar; ganimet.
D öşen m ek — Döşek yapmak, yatmak.
D urm ak — Dayanmak, davranmak.
D ürü şm e — Çabalama, didişme, gayret, uğraşma, didin­
me.
D ürüşm ek — Çabalamak, didinmek, didişmek, gayret et­
mek, uğraşmak.
D üşm ek — Savaşta ölmek.
D üzen — Aldatmaca, hile, tuzak.

E
E lleşm ek — Savaşa tutuşmak, döğüşmek, savaşmak.
El ü şü rm ek — Çullanmak, koyulmak.
E m ir — Bey, bir aşiretin, bir kabilenin başı § bir kabi­
lenin ileri geleni, başta geleni § bir emaretin, bir bey­
liğin başında bulunan.

161
Engine salm ak — Açıkdenize çıkmak, engine açılmak.
E rgürm ek — Eriştirmek, ulaştırmak, yetiştirmek.
Eşrâf — Bir kabilenin ileri gelenleri; bir yerin, bir kavmin
adı-belli, sayılı kişileri.
E yyam g özlem ek — Uygun bir hava beklemek; denize
açılmak için elverişli bir hava gözlemek.

F
Farz o lm ak — Şeriatçe kesin olarak gerekmek; Allahın
buyruğu kesinleşmek; ille de yerine getirilmesi ge­
rekmek.
F etih n a m e — Kazanılan zaferleri, özellikle hristiyan âle­
mine karşı kazanılan zaferleri İslâm hükümdarlarına
bildirmek üzere, çok kez elçilik heyetleriyle ve gani­
met olarak alınan armağanlar ve başka nesnelerle bir­
likte gönderilen yazılara verilen ad § Bir savaşı ay­
rıntılarıyla anlatmak üzere manzum ya da düz yazı
ile yazılan kitap.
F ındık — Kurşun, tüfek kurşunu, mermi.
F idye verm ek — Bir tutsağı, bir kimseyi kurtarmak için
karşılık olarak can ve mal vermek. Bir tutsağı kur-
tarmak için onun yerine başka tutsak, ya da tutsakla
birlikte mal ve para vermek.
Filori — XVI. yüzyıldan önce Floransa’da basılan ve üze­
rinde bir zambak çiçeği bulunan altınlara verilen ad.
Sonradan genel olarak Avrupa’da ve Osmanlı İmpa­
ratorluğunda kullanılan altın paralara bu ad veril­
miştir.
Fodulca — Haddini bilmeden; üzerine gerek olmadan bur­
nunu sokarak.
Fora e tm e k — Yelkenleri açmak, yelkenleri rüzgârla dol­
durmak.
F urkata — Bir çeşit savaş gemisi. Çekdiri türünden bir
savaş gemisine, verilen ad. On oturaktan on yedi otu­
rağa kadar kürekçisi olup her küreğini ikişer-üçer
adam çeker. Bunlar uzun ve dar kürekle ve yelkenle

162
yürür, idaresi kolay gemilerdi. Daha çok haberleşmek
için işe yararlardı.
F ü tû hat — Fetihler, zaferler; düşmana karşı kazanılan
başarılar; düşmanı yenerek ondan alınan topraklar.

G
G a d d a r — Zalim, kanlı, merhametsiz, kıyak.
G a ra yip — Görülmedik, şaşılacak nesneler.
G a rb i at — Afrika'nın kuzeyindeki Tarabulus, Tunus, Ce­
zayir ve Fas gibi ülkelerde yetiştirilen soylu at.
G a yre t — Şevkle çalışma § kişi adına ve sanına ket vura­
cak, leke getirecek hallerden ve işlerden sakınma.
G ed ik — Yarık, zorla açılan yarık, çatlak, gedik § Bir ka­
leyi kuşatanlar tarafından kale bedenlerinde açılan
yarık; kale duvarlarında top ateşiyle açılan yarık.
G öçm ek — Bir yerden kalkmak, bir yerden başka bir ye­
re gitmek § Donanma olduğu yerden denize açılmak §
dünyadan âhırete gitmek, ölmek.
G öçü lm ek — Bir yerden kalkılmak, yola çıkılmak § Do­
nanma denize açılmak.
G ö k -d e m irli — Zırh giyinmiş, zırhlı.
G önüllü reisleri — Gönüllü olarak, savaş için donanmaya
katılmış gemilerin kaptanları.
G önül uğrusu — Gönül hırsızı, birinin gönlünü çalan, bi­
rini aşka düşüren güzel.
G örkem — Debdebe, haşmet, tantana, ululuk, yücelik.
G ötürü — Bütün, hep, tüm.
G öz yu m m a k — Umudunu kesmek § Görmezden gelmek.
G ülâç — Bir türlü tatlı; pek ince pişirilmiş gevrek nişasta
ile yapılır, içine kaynatılmış sütten alınan kaymak ko­
nur ve gül suyu ile çeşni verilir bir tatlı.
G ü lb a n k — Bkz., açıklama, 188.
G ülgûne — Kızıllık, kadınların yüzlerine renk verdikleri
kızıl boya.
G üliçe — Un ve tereyağı ile yapılmış çörek, küçük yağlı
çörek.
G ülle — Top mermisi.

163
H
H adîs — Peygamberimizin sözü. Bir soru üzerine Peygam­
berimizin ne düşündüğünü, nasıl hareket edilmesi ge­
rektiğini bildiren sözü.
Hâ k im — Kadı, yargıç, hükmeden § Bir yeri hükmü al­
tında bulunduran kimse, bey.
Halife — Peygamberimizin halefi ve kendisinden sonra
o nun yerine geçmesi bakımından İslâm topluluğunun
en yüksek başının unvanı § birinden sonra onun ye­
rine gelen ve onun yerini alan kimse.
H alk — Bir geminin bütün görevlileri; bir geminin bütün
tayfası.
Ham iy y e t etm ek — Kişi, dininin, yurdunun, çoluğunun
çocuğunun ve yakınlarının şerefini ve namusunu ko­
rumak için çalışmak, uğraşmak.
H am urkâr — Fırınlarda ekmek hamurunu yoğurma işini
gören, hamur yoğuran.
Harbe — Kısa mızrak.
H orlaşm ak — Homurdanmak; köpekler gibi birbirine har-
har etmek.
Ha rtı — Harita. Gemicilerin kullandığı harita. Denizlerde
kayalıkların yerlerini, kumlukları, sığlıkları, dar bo­
ğazları, demir yerlerini ve benzerlerini gösteren deniz
haritası.
Ha şm e t — Maiyyet kalabalığı, bir kimsenin yakınları ve
ona bağlı adamları.
H avadar — Birinin tarafını tutan, birinin ardından giden,
birine uyan.
H avasında olm ak — Birinin yanlısı olmak, birinin tarafı­
nı tutmak.
Ha va ya ağd ırm a k — Havaya yükseltmek, yükseltmek, yu­
karı kaldırmak.
Hâ y ’h u y — Bağırıp çağırma, gürültü, şamata, yaygara.
Hay'h u y etm ek — Bağırıp çağırmak, gürültü etmek, şa­
mata etmek.
H a y ır ve h a sen a t — İyilikler, ihsanlar, keremler. Dünya-

164
da başkalarının yararına yapılan güzel işler, okullar,
köprüler, hastaneler, çeşmeler ve benzerleri.
H azine — Bir değerli nesne, özellikle para ve kıymetli taş­
lar saklanan yer § Torbalarda, ya da sandıklarda bir
adamın, yahut kervanın sorumluluğunda götürülen
para veya değerli nesne § genel olarak para ve ser­
vet.
H endek — Bir hisarın, bir kalenin, bir tabyanın çevresi­
ne kazılmış çukur ki çoğu düşmana kaleyi vermemek
için su ile doldurulur.
H engâm e — Savaş § gürültü, kargaşalık.
H ın zırhan e — Domuz damı.
H isarbeçe — Hisar yavrusu, küçük kale, küçük hisar, pa­
lanka.
H ik m et — En iyi bilim yolu ile en iyinin bilinmesi § ya­
ratılışın nedenlerini, gerçeğini, insan gücünün erişe­
bileceği kadar, aslında oldukları gibi aramak bilimi,
felsefe § Neden, sebep.
Hil’a t — Hükümdarların, gönlünü hoş etmek, mükâfat­
landırmak istediği bir kimseye verdiği değerli giyecek.
H il’a t l er verm ek — Hil'atlemek, hükümdar bir kimseyi
mükâfatlandırmak, ya da o kimseyi kazanmak üzere
hil’at vermek.
H üküm — İ’lâm; şeriatçe, mahkemece alınmış kesin ka­
rar § buyruk, emir, ferman, yasa.

I
Iğ rıb a r — Bir tip gemi. Küçük, yahut orta boy bir gemi.
Bir savaş gemisi olmaktan çok bir taşıt gemisi.
Irla m a k — Şarkı söylemek, türkü söylemek.
Irm ak — Ayırmak, uzaklaştırmak.
Ism a rla m a k — Buyurmak, emretmek, tenbihlemek; biri­
ne yapması için bir iş buyurmak.
Ism a rla n m ak — Buyurulmak, emredilmek, tenbihlemek;
birine yapması için bir iş buyurulmak.

165
İ
İbare — Cümle, tümce; cümlenin bir bölüğü; paragraf;
bir sözün veya yazının metni.
İca zet —Destur, izin, ruhsat.
İc a zet d ilem ek — Destur dilemek, izin istemek, müsaade
almak.
İçh isar — İç-kale, bir şehre hâkim olan kale; onu koru­
maya yarar surla çevrilmiş şehir ve kasabaların or­
tasında ve en yüksek yerinde yapılan küçük kale, erk.
İlin m e k — Takılmak, yakalanmak § batırılmak, dürtül­
mek, saplanmak.
İltifa tn a m e — Birinin gönlünü almak, birini bir işe he­
veslendirmek, birinin yüzüne gülmek için yazılan ya­
zı, mektup.
İm a e tm e k — İşaretle anlatmak; açıkça söylemeden ka­
palı biçimde anlatmak.
İm d en geri — Bundan böyle, bundan sonra, şimdiden son­
ra.
İstia re — Benzerlik kurarak, kelimenin asıl anlamını akla
getirmeyecek şekilde kulla nılması sanatı.
İstiğ fa r — Bir kimse Allahtan, işlediği suçların bağışlan­
masını dileme, tevbe etme.
İved i — Acele, çabukluk, çabuk davranma.
İved i bu yu rm ak — Acele etmeyi emretmek, ‘Çabuk olun!'
demek.
İv m ek — Acele etmek, çabuk davranmak.

K
K a ça n ki — Ne vakit ki, ne zaman ki, vaktâki.
K a çm a k — Deniz çekilmek.
K adı — Hâkim, yargıç, halk arasında çıkan anlaşmazlık­
ları ve davaları kesip atmak için atanmış kimse.
K a dırga — İki bodoslaması arasındaki uzunluğu elli beş
arşın olan bir savaş gemisi. Bu gemi savaş gemilerinin
büyüklerinden olup kaptandan başka alatçıları, yel­
kencisi, kömileri, kürek yapıcısı, kalafatçısı, maran­

166
gozu bulunur. Yirmi beş oturaktır ve kırk dokuz kü­
rektir, dörder kattan yüz doksan altı kürekçisi, yüz
savaşçısı vardır. Bütün tayfası üç yüz kişidir.
K a d in e -— Forsaların bağlandığı zincir.
K a d in e çen berlerin i b o zm a k — Forsaların ayaklarına vu­
rulan zincirlerin bağlandığı çenberleri kırmak, aç­
mak.
K a fa d a r — Uygun arkadaş, taraftar, birinin yolunda gi­
den.
K â fir — Allaha inanmayan; İslâmlıktan başka dinde olan;
Allaha ortak koşan; genel olarak başka dinde, özel­
likle hristiyan olan düşman; hristiyan, gavur.
K a ğ a n arslan — Kendi başına gezen ve yakalanıp kapa­
tılması mümkün olmayan aslan.
K a la fa tç ıla r — Gemi su almamak için kaplama ve gü­
verte tahtalarının aralarına üstüpü sürülüp sıkıştırıl­
dıktan sonra üzerine zift ya da reçine doldurma işine
kalafat, bu işi yapanlara da kalafatçı denir.
K a ly a ta — Kalyon biçiminde taşıt gemisi; on dokuzdan
yirmidört oturağa kadar kürekçisi olan savaş gemisi.
Bu gemiler özellikle düşmanı kovalama işinde kullanı­
lır.
K a lyo n — Eskiden iki yahut üç anbarlı savaş gemisinin
adı olup yelken ve kürekle yürür; türlü çeşitleri var­
dır.
K a n a t — Yelkenli gemilerde, küreklerin çıktığı kürek lom­
barlarına denir ki bunlar geminin bordasından dav­
lumbaz biçiminde dışarı doğru çıkıntılıdır. Kanatların
kıç üstünde olanına ‘kırlangıç’ denir.
K a n d e — Hani? Nerede?
K a p u d a n — Âmir, baş, reis, gemi reisi, gemi süvarisi §
derya beyi, kaptan § deniz kuvvetleri kumandanı,
amiral
K a ra m ü rsel g em ileri — Adını, Karamürsel Bey’in, Kara­
mürsel kasabasının Kavak Koyu — Armutçuk Lima-
nı’nda yaptırıdığı rivayet edilen ilk geminin (?) adın
dan alan bir çeşit yelkenli gemi; Osmanlı donanma-

167
sında yer alan gemilerden çekdirilenlerin en kü ç üğüne
verilen ad.
K a ra vela — Bir tip yelkenli küçük savaş gemisi.
K a rca şm ak — Birbirine girmek, karışmak, karmakarışık
olmak.
K a v u r — Metinde ‘kavr’ imlâsıyla yazılan bu sözcük, ben­
ce ‘kâfir = gavur' demek olacaktır.
K a y id — Çekici, yedici, çavuş § Reis, kaptan, gemi ku­
mandanı, gemi süvarisi.
K a zım a k — Kazmak § bir nesnenin üst tabakasını kazı­
yıp çıkarmak.
K a zın m a k — Kazılmak.
K e fe re — Kâfirler, Allaha ortak koşanlar § Hristiyanlar.
K e le k — Şişirilmiş tulumlar üzerine yerleştirilmiş ve bir­
birine bağlı ağaçlardan yapılmış sal olup insan ve eş­
ya taşımak için El-Cezire nehirlerinde, özellikle Dic­
le’de kullanılır.
K elle p ey n iri — 'Kelle parçaları gibi yuvarlak ve büyük
peynir, büyük yuvarlaklar biçiminde peynir, büyük
top peynir.
K errü fe r — Çıkıp yine dönerek savaş, çarka savaşı.
K eşk ü l — Hindistancevizinin içi oyularak, yahut bakır­
dan, gümüşten yapılan, tas, yada gemi biçiminde bir
nesne olup batınî inançlarını benimseyen Kalenderi,
Abdal, Câmî gibi taifeler tarafından, dilendiklerini
koymak için kullanılır.
K ılıç a rtığ ı — Bir savaşta öldürülmekten kurtulmuş olan
düşman.
K ıra n — Kenar, kıyı § uç, sınır § etraf § dağ eteği § kıraç,
boş arazi § sazlık.
K ısa m ızrak — Cıda, harbe.
K ıy a k — Kıyıcı, yırtıcı, zalim, gaddar, kan içici, kanlı,
hunhar.
K orsan — Deniz eşkiyası, derya haydudu, deniz hırsızı.
K o ru m a k — Kıyıları ve donanmayı düşman gemilerinin
baskınından korumak; bir kaleyi düşman baskınına
ve saldırısına karşı korumak.

168
K o şm a k — Yanına katmak, yanına vermek, arkadaşlığa
vermek.
K o y u lm a k — Konmak, içine sokulmak § çullanmak, sal­
dırmak, bir düşmanın üzerine saldırmak.
K ö m ü ld ü — Gümbürtü, gürleme.
K ö m ü rd en m ek — Gümbürdemek, gümbür gümbür etmek.
K ö m ü rd ü — Gümbürtü, gürleme.
K ö s — Büyük davul; fillerin, develerin ve atların üzerin­
de taşınabilecek denlü büyük davul.
K ö ş e b e n t — Yapılarda köşeleri birbirine tutturmak için
kullanılan köşeli demir.
K u le — Kuşatmalarda, kuşatanların üzerine çıkıp bir ka­
lenin bedeni hizasında yapılan gezici kule.
K u m b a ra — Demirden, yuvarlak, içi boş olarak yapılan
ve barutla demir ve kurşun parçaları doldurulup ha­
van topu ile veya elle atılan bir savaş gereci.
K u n d a k — Tekerleksiz topun ağaç binişi.
K u ru — Kara, toprak (deniz karşılığı).
K ü m re m ek — Kükremek.
K ü rd e — Kürtlerin kullandığı hançer, kürtlerin kullandı­
ğı savaş bıçağı.
K ü rek çiler — Gemilerde kürek çekme işini gören tayfa,
forsa.

L
L ağım e tm e k — Düşman kalesini atmak için yer altın­
dan yol kazmak. Bir kaleye veya düşman siperlerine
yer altından yol kazmak, tünel delmek, lağım açmak.
L even t — Eskiden deniz cilikte kullanılan askerlerin bir
sınıfına verilen ad. XV. yüzyıl sonuyla XVI. yüzyıl­
da Türk korsan gemilerinde çalışan ve Akdeniz’de fa­
aliyette bulunan güçlü-kuvvetli denizcilere verilen ad.
Bunlardan Osmanlı donanması hizmetine girmiş olan
savaşçı askere ‘levent’ denmiştir.
L ev en t reisi — Levent gemileri kaptanı § Türk korsan ge­
misi kaptanı.
L im an lık — Dalgasız, durgun, fırtınasız, sakin (deniz).

169
M
M akale — Bahis, söz § Tek bir konu üzerinde yazılan ya­
zı § Bir kitabın ana bölümlerinden her biri için kul­
lanılan yan-başlık.
M anka — Forsaların oturduğu yer; kürekçilerin oturdu­
ğu sıra, halka; gemicilerin sofra çevresine toplanır
gibi karavana başına öbek öbek halka olmaları.
M a rifet — Bilme, tanıma § Allahı ve evreni kavrama, kâ­
inatın gerçeğini tanıma, gerçeğin ne olduğunu bilme,
gerçeğe erme § hüner, beceri.
M astı — Kedi (?).
M a stu ret — Bu kelime metnin aslında belki de yanlış ya­
zılmış olacaktır. Kitapta verilen anlama göre, belki
de bu ‘martyr=savaşta ölmüş hristiyan’ demek ola­
caktır.
M ecal — Güç, kuvvet, takat, dayanma gücü.
M eç — Düz kılıç, küçük düz kılıç § İnce uzun kılıç.
M eh abet — Heybet, korkunçluk, ululuk, yücelik.
M enkabe — Bir ermişin hayat hikâyesi; bir ermişin ke­
rametlerine, olağan-üstü gücüne, ermişliğine dair h i­
kâye § Destan, bir kahramanın yaptıklarını anlatan
hikâye.
M eşâyih Şeyhler, tarikat pirleri, tarikat reisleri.
M eşayih uluları — Şeyhlerin, tarikat pirlerinin uluları;
ulu, ermiş şeyhler.
M etris — Askerin savaşta korunması için kazılan toprak
siper; savaş yerinde askerin korunması için yığılan
toprak, istihkâm, siper.
M etris basm ak — Metrislerin üzerine baskın yapmak; as­
kerlerin gizlenip korunduğu yerlere ansızın saldırmak.
M etris bozm ak — Askerin savaşta korunması için kazılan
toprak siperleri bozmak; yapılan siperleri kaldırmak.
M ızrak — Eski savaş aletlerinden biri; uzun kargı; kısa
süngü ve gönder § Ucunda temreni olan uzun sırık.
M ızrak yalm an ı — Mızrağın ucundaki sivri demir uç; mız­
rak temreni.

170
Mil — Romalıların bir uzunluk ölçüsü olup bin adımdır.
Buradan alınarak İngiliz ve Amerikalıların da kullandığı
bir uzunluk ölçüsü. Türlü zamanlarda ve yerlerde de­
ğişik olmakla birlikte bugün 1760 yardalık bir ölçü­
dür. Denizcilikte kullanılan mil ise 1852 metredir.
M illet — Bir Peygamberin ümmeti olan toplum; aynı din­
de olan kimselerden oluşan toplum.
M ufassal a rz — Konuyu ayrıntılı olarak bildiren arz (bkz.,
‘arz’.)
M u râbıt — Bir çeşit asker, hayvanını hududa bağlayıp
orada gözcülük eden asker § açıkgöz, ihtiyatlı, sebata
lı § kendini dini bir inzivaya vakfetmiş olan kimse.
M uştu — İyi haber, sevindirici haber, müjde.
M uştucu — Güzel haber veren; sevindirici haber veren;
müjde götüren.
M ü h im m at — Savaş aracı, bir savaş için gerekli ve önem­
li olan nesneler, yat ve yarak.

N
N acak — Tokmaklı büyük balta; bir yüzü, bir de tokma­
ğı olan büyük balta.
N am azgâh — Namaz kılacak yer § Özellikle açık havada
namaz kılmak için ayrılmış yer. Bu yerler çemenlik
olup camilerde olduğu gibi bir mihrâbı bir de Cuma
ve Bayram namazlarında hutbe okunması için min­
beri vardır.
N evale — Yiyecek.
N ev b et — Bir sultanın veya vezirin önünde çalınan as­
kerî bando, mehter. Bu askeri mızıka takımı zurna,
nakkare, boru, zil, davul ve kösten oluşurdu.
N ev b et n e v b e t — Ara ara, zaman zaman.
No — Hayır, olmaz.
N udul — Eşekleri yürütmek için kullanılan ve ucuna sivri
bir demir takılmış kısa bir övendire.

171
o
O n a t — Doğru, iyi, mükemmel, uygun, tamam.
O n at ça — İyice, sıkıca, uygunca.
O rducular — Yeniçeriler sefere giderken İstanbul, Bur­
sa ve Edirne’deki muhtelif esnaftan sefere katılmak
üzere mahkemeler tarafından ayrılan sanatkârlar.
O tak — Çadır; oda yerinde ağaçtan veya keçeden yapılmış
ev, oba; büyüklere özgü çadır.
O tu ra k e tm e k — Yatmak, beklemek, durup beklemek.
O yu lgu lanm ak — Yılan gibi dalgalanarak hareket etmek,
yılan gibi kıvıl kıvıl etmek.

O
Ö d ağacı — Kokulu bir ağaç; yandığı zaman güzel bir ko­
ku veren bir ağaç.
Ö ğürleşm ek — Bağrışmak, böğrüşmek, yüksek sesle bağ­
rışmak; hüngür hüngür ağlaşmak.

P
P a stiy a n — Küçük kale, bastillon.
P ek sim et — Dilim halinde kesilmiş ve tekrar fırına ko­
nup gevretilmiş ekmek.
P eşkeş — Armağan, hediye, sunu.
P eşkeş verm ek — Armağan vermek, hediye vermek, su­
nu sunmak.
P iya d e — Yaya. Osmanlı beyliğinin kuruluşunda Türkler
tarafından meydana getirilen aylıklı ordu.
P ran ka — Bir suçlunun, bir tutsağın ayağına vurulan zin­
cir ve tomruk; köstek, bukağı, zindan tomruğu, zin­
dan kütüğü.
P ranka ü şürm ek — Tomruklar atmak, tomruklar yağdır­
mak.

172
R
R a h m e t — Esirgeme, merhamet etme, şefkat gösterme,
yarlıgama.
R eâyâ — Bir hükümdarın buyruğunda olup vergi veren
halk; ata ve kılıca sahip olmayanlar; asker olmayıp
vergi veren halk, tebea, uyruk.
R eis — Baş, kaptan, gemi kaptanı, bir geminin en yük­
sek görevlisi.
R eislik — Kaptanlık, gemi kaptanlığı.
R en çb er gem ileri — Hizmete ayrılmış işçi gemileri; kıyı­
larda hizmete ayrılmış işçileri taşıyan gemiler § Mar­
mara kıyılarının birinden ötekine hizmete ayrılmış
işçileri götürüp getiren gemiler.

S
S açm a to p — İçine, demirden, yuvarlak, içi boş olarak
yapılan ve barutla kurşun parçaları doldurulan kum­
baraların atıldığı top; büyük saçmalar atan top.
Sadrıâza m — Osmanlı İmparatorluğunda başbakan.
S ağış günü — Hisap günü, dünyadaki yaptıklarımızın h i-
sabının sorulacağı gün, kıyamet günü, âhıret.
S a k ın m a k — Korunmak, dikkatli davranmak, dikkate al­
mak, düşünmek.
S aklam ak — Bakmak, beslemek.
S a lâ va t — Allahın güzel övgüsü ve ihsan ettiği esenlik de­
mek olup Peygamberimiz için yapılan özel bir dua­
nın adıdır.
S a lın m ak — Denize açılmak, engine çıkmak.
S am anyolu — Kehkeşan; gökte bir uçtan bir uca uzanan
yıldızlar kümesi.
S a m ye li — Zehirli rüzgâr; sıcak ve bunaltıcı zehirli çöl
yeli.
S a n ca k beyi — Kapudan Paşa eyaletine bağlı sancaklar­
dan birinin beyi, deniz beyi.
S a n çm a k — Batırmak, dürtmek, sokmak, saplamak.

173
Sandal — Doğuda kullanılan kayık çeşidinden ayrı ola­
rak Avrupa örneğine göre yapılmış, kürekle çekilir bir
tür deniz taşıtı § geminin taşıdığı yedi çiftten on İki
çifte kadar olan en büyük kayık.
S a n ti — Aziz, ermiş, evliya, veli, hristiyan evliyası, saint.
S a râ -yı A m ire Hocası — Padişahın sarayında şehzadele­
re ve başkalarına ders veren hoca, saray öğretmeni.
Sarık — Börk, kavuk, külah, fes gibi baş giyecekleri üze­
rine sarılan tülbent. Türlü meslekten olanlara göre
biçimi değişmekte idi.
Sarnıç — Yer altında kuyu yerine, yağmur sularını top­
layıp kullanmak üzere yapılmış su deposu, su mahze­
ni.
S avaşçı ta y fa sı — Donanmada, savaşçı olarak bulunan as­
ker; gemilerde, gerektiği zaman düşmanla çarpışmak
üzere bulunan asker.
S avaş ya ra k la rı — Savaş pusatları, savaş silâhları, savaş­
mak için gerekli ve yararlı olan nesneler.
S efer-i h ü m âyu n — Osmanlı ordusunun karada ve deniz­
de düşmana karşı açtığı sefer.
S eğ ird eşm ek — Hep birlikte koşmak, hep birden koşmak;
koşuşmak.
S em en d er — Fare büyüklüğünde, ateşte yaşadığına ve ateş­
ten çıkınca öldüğüne inanılan bir hayvan.
Sena — Öğme, birini öğme § Tanrıya yalvarıp yakarma
ve onu öğme.
S e p e t — Sepet gibi örme nesnelerden yapılmış tabya; met­
ris. Silindir biçiminde bir hasır sepet olup genel ola­
rak iki ağzı, toprakla doldurulmak için açık bırakıl­
mıştır. Tahkimatta olduğu gîbi inşaatta da kullanılır.
S eraser — İşlemeli kumaş; baştan başa pullu, baştan ba­
şa telli işlemeli kumaş.
S erdar k ılın m a k — Kumandan yapılmak, bir ordunun ya
da donanmanın başına geçirilmek.
Seren — Direkler üzerinde yelken açmak ve işaret kal-
dırmak üzere yatay olarak bağlanmış olan gönder­
lerden her birine verilen ad. Bir geminin özel bir yel-

174
keninin eteğini yaymak için dışarı uzanan uzun dire­
ği, ya da direğin ortasından yahut önünden atılmış
bir dörtken yelkeni yaymaya yarayan direk; bir yel­
keni tutmak için geminin direği ortasından açılıp iki
başlara uzanan ve gemiye muvazi olan direkler.
S erm en m ek — Çemrenmek, bir işe girişmek üzere kollan
sıvamak, sıvanmak.
S ım a k — Bozmak, kırmak, yenmek.
S ıngın — Bozulmuş, sınmış, yenilmiş § bozgun, yenliğe.
Sınore — Bey; zenginlikçe ya da makamca ileri gelen kim­
se, sinyor.
S ikke — Belli ağırlıkta ve değerde geçerli resmî bir alâ­
met taşıyan bir maden parçası; altın, gümüş, bakır
veya herhangi bir madenî para.
S ip a h i — Osmanlı Devletinin askerlik teşkilâtında ‘tımar’
adıyla, ürünün ondabirini ve vergisini aldıkları top­
raklara karşılık, savaş zamanlarında kendi atları ve
kanuna göre götürmekle yükümlü oldukları cebeliler­
le birlikte sefere katılan bir sınıf süvari askerine ve­
rilen ad.
S iya set e tm e k — Asmak; İşkence etmek § Cezalandırmak
§ Ölüm cezası vermek.
Sofa — Üzerinde oturup dinlenmeye yarayan sedirleri bu­
lunan bir sundurma; büyük salon § Bir büyük sa­
londa bir köşe ya da salondan geçilen bir oda olup
iki yanında sedirler bulunmaktadır.
S o lta t — Asker, er; hristiyan askeri; müslüman ve Türk
olmayan asker; özel ve ücretli hristiyan asker.
Sorguç — Bir baş giyeceği üzerine süs olarak takılan de­
met halinde tüyler § Hükümdarların ve gelinlerin baş­
larına taktıkları tüy 5 tuğ, çığa § bir savaşta yarar­
lıklar göstererek gazi olanların başlarına taktıkları,
yırtıcı kuş tüylerinden süs.
S ö yleşm ek — Karşılıklı konuşmak, birbirine laf atmak,
söz atmak.
S ubaşı — Zâbıta, polis. Daha ziyade belediye görevlileri­

175
nin gördükleri işi gören ve ilçe sayılan kasabaların
idaresi başında bulunan görevlinin unvanı.
Suf f a — Bkz., ‘Sofa.’
S u la n m ak — Gemi su almak; gemiye yarıklarından ve
gediklerinden su dolmak.
S u r — Kale duvarı, kale bedeni; şehri düşmandan koru­
mak için çevrilmiş duvar.
S u ret — Heykel; resim.
S u va rm ak — Sulamak, su vermek, su içirmek, bir toprağı,
bir tarlayı sulamak.
S üvari — Binici, atlı asker.

ş
Ş a k ım a k — Şimşek ve yıldırım gibi çakmak, parlamak.
Şar ey le m ek — Alçaltmak, ayarını bozmak, itibarını dü­
şürmek; adileştirmek.
Ş efaat — Bir suçlu veya görümlü hakkında Tanrı katın­
da dilekte bulanmak; bir kimse için bir başka kimse
katında bir dilekte bulunmak.
Ş eh b a z — Beyaz ve iri doğan § lâçin § cılasın, gözünü bu­
daktan sakınmayan yiğit, serdengeçti § asil, soylu.
Şen lik y e r — Ma'mur yer; kalabalık yer, bakımlı yer (ha­
rap ve ıssız karşıtı).
Ş eria t — Ulu Tanrının kullarına koyduğu ve belli ettiği
din ve âyin § din kanunu § doğru, açık yol.
Ş eşp er — Altı dilimli gürz: altı dilimli demir topuz, boz­
doğan (bir savaş pusatı).
Ş evk e t — Debdebe, haşmet, kudret, tantana, ululuk, ve-
kar.
Ş eyh — Yaşlı ve kutsal kimse § bir tarikatın piri, müs-
lüman dervişlerin başı; müritlerini doğru yola kıla-
vuzlayan olgun kişi § (Araplarda) bir kabilenin başı,
ileri gelen ve sözü dinlenen yaşlısı.

T
Tabaka — Kat.
T abya — Tek olan ya da bir istihkâmın siperlerinden dı-

176
şarı doğru taşan top yeri; hazır metris türünden tek
istihkâm; top yeri § palanka, kale.
T a y la sa n — Başın çevresine bir sarık gibi, ya da bir sargı
gibi sarılan bez, yahut şal; bu sargının, yahut şalın
aşağı sarkan bölüğü. C engi ta y la şa n — Askerlerin sa-
vaşlarda başlarına sardıkları özel bir taylasan.
Tehlil — ‘Lâ ilâhe illallah = Allahtan başka Tanrı yoktur’
sözünü söylemek.
T en eşir — Üzerinde ölü yıkanan özel masa.
T en te — Çadır, güneşlik, gölgelik. Gemilerde güneşe ve
yağmura karşı gerilen örtü.
T ereke — Tarla ürünü, tahıl, zahire.
Tes bih — Hak Taâlâyı eşten, çocuktan ve başka ekjikler-
den uzak tutmak, 'sübhanallah’ demek § Allahı tan­
rılık şanına aykırı olan bütün ilgilerden uzak tutmak,
buna inanıp böylece söylemek.
T evbe — Günahtan dönme ve pişman olma; bir kimse­
nin bir günahı, bir suçu işlememeye söz vermesi.
T om ar — Toplu ve uzun nesne § üzerlerine ruzname, vak-
fiyye ve benzeri yazılar yazılan ve dürülüp bükülen
uzun deri, ya da kâğıt; kâğıt tomarı.
T o p la şm a k — Karşılıklı top atışmak, iki düşman birbiri­
ne karşılıklı top ateşi açmak, karşılıklı top savaşı et­
mek.
Tuğ — At ya da yak kuyruğundan yapılmış püskül, hotaz
§ sancak § bir gönderin ucuna tukas veya at kuyru­
ğundan takılan püskül § bayrağın ucuna ya da tol­
ganın tepesine takılan püskül.
T üfen k en d a z — Tüfek atan, gemilerde, düşmana karşı tü­
fekle ateş eden asker, tüfekle savaş eden asker; ge­
milerde savaşçı asker.
T üskürm ek — Geri döndürmek, püskürtmek.

0
Üç ye le k li uçar ok — Arka ucuna üç kuş tüyü takılmış
bir ok.

177
Ü lker — Pervin, Süreyya; gökte yedi tanesi gözle görü­
len bir yıldız kümesi.
Üründü ey le m ek — Ayırmak, seçmek.
Ü şm ek — Çevresine toplanmak, yığılmak § çullanmak, ko­
yulmak, saldırmak, bir düşmanın üzerine hep birden
atılmak.
Ü şürm ek — Her yandan çullanmak § savlvo etmek, yay­
lım ateşine tutmak, yaylım ateşi açmak.

V a h y — İlham § Allah tarafından peygamberlerin gönlü­


ne verilen ilham: bir düşünce veya duygunun Tanrı
tarafından peygamberlerin gönlüne duyurulması.
V aril — Küçük fıçı; orta boyda fıçı; gemide su ve sirke
için bulundurulan fıçı.
Va roş — Bir kalenin dışında kalan mahalle; bir şehrin
dışında olan evler; kenar mahalle.
Va si y e tn a m e — Bir kimsenin malı ve mülkü üzerinde
ölümünden sonra yerine getirilmesini istediği iradesi­
nin yazılı bulunduğu kâğıt.
Va ssâf — Güzel anlatan; tasvir gücü bakımından ün al­
mış. olan § bir olayı, bir savaşı hikâye eden § hikâye
anlatmak işini meslek edinmiş olan.
V e’s-selâ m — 'Ve’s-selâm alâ men ittebaa el-hüdâ = esen­
lik doğru yolu tutanların üzerine olsun 'ayetinin (Tâ-
hâ sûresi, 47) bir parçası, kısaltılmış şekli olup ‘işte
bu kadar, söz bitti’ anlamına sözü kısa kesmek için
kullanılmaktadır.
V ird — Kur’an-ı Kerimden hergün okunmak üzere ayrı­
lan bölüm.
V irdler oku m ak — Kur’an-ı Kerim’den hergün bir bölüm
okumak § Türlü dualar okumak.
V ire eylem ek — Bir kaleyi savaşmadan, anlaşma yoluyla
teslim etmek.
Y
Y ağı — Düşman.

178
Y a h şi — Güzel, hoş, İyi..
Y âhû d em ek — ‘Allaha ısmarladık’ demek, ‘esen kalın ;
demek.
Y a lm a n — Bir silâhın, bir pusatın ucu, keskin yanı; kılı­
cın, hançerin, bıçağın, mızrağın ağzı veya ucu.
Y a lm a n m a k — Yalanmak, yalanıp yiyecek nesne aramak
§ bir şey istemek.
Y a p ışm a k — Deniz kıyısında bir düşman kalesini kara­
dan kuşatmak § karaya asker çıkarıp deniz kıyısında
bir düşman kalesini kuşatmak § karaya asker çıkar­
mak.
Y a ra r — Becerikli, işe yarar, kabiliyetli.
Y asavu l çom ağı — Sultanların ve vezirlerin önlerinde
‘ırak durun! savulun! yol açın!’ deye halkı dağıtıp
alarga eden çavuşların elindeki çomak.
Y a sd a n m a k — Dayanmak, yaslanmak.
Y a t ve ya ra k — Savaş için gerekli olan nesneler, savaş
gereçleri, savaş pusatları, mühimmat.
Y a zık — Günah § suç.
Y ecuc k a vm ı — Kur’an-ı Kerim’de ‘Ye’cuc ve Me’cuc’
deye anılan iki kavımdan biri. Bunlar hakkında tür­
lü rivayetler vardır. İşleri, güçleri insanları kötülüğe
yöneltmek ve onlara kötülük etmektir. Büyük İsken­
der’in, bunların, başka insanların yaşadıkları ülkele­
re yayılarak onlara kötülük etmelerini önlemek için
‘Çin Seddi’ni yaptığı söylenir.
Y egân e — Bir, eşsiz, tek.
Y eğ n ilik — (Her iki anlamda) hafiflik.
Y eğ rek — Daha iyi, daha üstün.
Y en içeri — Osmanlıların muntazam ve muvazzaf askerine
verilen ad. Padişahın buyruğu altında ve kendisine
bağlı olduğu için ‘kapı kulu’ deye de adlandırılan as­
ker.
Y en içeri ağası — Yeniçeri ocağının başı. Ocağın bütün
işlerinden ve 'Acemi ocakları’nın eğitiminden sorum­
lu olan kimse.

179
Yergötürmez —- Çok, sayılamayacak denlü çok; yeryü­
zünün taşıyamayacağı denlü büyük.
Yiğrenci — Kendisinden iğrenilen kimse, nefret edilen
adam; istenmeyen kişi.
Yitirilmek — Kaybedilmek, yok edilmek.
Yitm ek — Kaybolmak.
Yumak — Yıkamak.
Yumurmak — Hıçkıra hıçkıra ağlamak, hüngür hüngür
ağlamak.
Yüğrüşmek — Bir arada saldırmak, hep birden saldır­
mak, hep birden saldırıya geçmek.
Yürük gemi — Süratli, hızlı giden gemi, yollu gemi.
Yürümek — Saldırmak, saldırıya geçmek, § yol almak,
gitmek, (gemi) yol almak.
Yürünmek — Saldırmak, saldırıya geçilmek, düşman üze­
rine atılmak.
Yürüyüş — Düşman üzerine atılma, hücum, saldırı.
Yürüyüş eylemek — Düşman üzerine atılmak, saldırıya
geçmek, saldırmak.
Yüz döndürmek — Dinlememek, yerine getirmemek; bir
buyruğu, bir işi yapmaktan geri durmak.
Yüz suyu — Namus, şeref.

Z
Zahire — Gerektiği zaman kullanılmak üzere edinilip
saklanan nesne; zamanında alınıp bir yana konmuş
olan gereçler; hububat ve yiyecekler; vakti gelince
harcanmak üzere konup saklanan yiyecek.
Zarifi a t — (?)
Zebun düşmek — Güçten düşmek, gücü kalmamak.
Zemzem — Ka'be’deki kuyu; kuyunun kutsal sayılan su­
yu.
Zenberek — İtici bir güçle kullanılan çelik veya pirinçten
yapılan ok. Başparmak kalınlığında ve dirsek uzunlu­
ğunda olan bu okun dört yüzü vardı. Vurduğu yeri

180
delerdi. Arka arkaya duran iki adamı deldiği de ol­
muştur § Hayvan sırtında taşınan küçük top.
Z ikir — Anma, Allahı anma. Türlü tarikatlara bağlı der­
vişlerin belli günlerde yapılan âyinlerinde Allahı an­
maları. Onun adlarından birini söyleyerek, belli ayet
ve sûreleri okuyarak, içlerinden, ya da açık olarak, tek
tek, yahut toplu halde ibadet etmeleri.
Z ik irler oku m ak — Allahı türlü türlü anmak; Allaha tür­
lü türlü dualar etmek.

181
KİŞİ ADLARI

A
A bdi Sipah R eis — 95.
 d em (Peygamber) — 12, 13.
A h m ed (Peygamberimizin öteki adı) — 51, 57, 68.
Ali (halife) — 19.
Ali B ey — 69.
Ali Paşa — 19. Bkz., açıklama, 53.
A li P ertek B ey — 25, 42, 52, 69, 75, 79, 111.
A lla h verdi — 87.
A nabolu K a p u d a n ı — 53, 107.
A n d rei D ori (Andreye Dori) — 53, 98. Ceneviz’in ünlü ami­
rali (1446 - 1560) Kanuni Sultan Süleyman’la karada
başa çıkamayan V. Şarl, Anderya Dorya vasıtasıyla
Türk donanmasını yok etmeye karar yermiştir. Cene­
viz amirali, Türk derya kapudanı Gazi Hayrettin Paşa
ile Preveze’de karşılaşmış ve büyük bir deniz savaşı
sonunda yenilerek kaçmak zorunda kalmıştır. Cerbe
Savaşında Türklerden büyük bir sille yedikten sonra
çok yaşamadı.
A n te r — 22. Eski çağlara ait konuları anlatan bir halk h i­
kâyesinin ‘Sîret-i Anter’in kahramanı. Burada örnek
bir çöl Arabının başından geçenler, onun zenci cariye
Zübeybe’den dünyaya gelmesi, yaptığı savaşlar sonu­
cunda babasının soyuna katılması, Able’ye olan aşkı
ve sonunda bir hıyanete uğrayarak öldürülmesi anla­
tılmaktadır.
A n ton D orya — 52. Bkz., Anderi Dori.
A'râ b — 23, 26, 27, 31, 32, 77, 87.

183
A ’râ b T ayfası — 26, 34, 62, 65.
A ra p la r — 9, 11, 74.
A sa f — 18, 36, 52. Bkz., açıklama, 44.

S
B ira d er-i A lem dar — 74.

C
C afer B ey — 95.
C afer D îvân e (kapudan) — 95'.
C ağala (kapudan) — 107.
C icilye K a p u d a n ı — 53. Sicilya Krallığı Kapudanı.
C uvan A n derya D ori — 98.

Ç
Ç ingeneler — 9.

D
D ârâ — 22. Ünlü ıran hükümdarı. Büyük İskender kendi ­
sini yenmiş ve onun kızıyla evlenmiştir.
D eve Hoca — 95.
D îvân e Ali — 100.
D on A bor — 58, 71, 90, 91, 92, 102.
Don Abori — Bkz., ‘Don Abor’.
D urm uş — 92.

E
Ebûbekr (halife) — 13.
E bü dderdâ — 29. Kendisi ve eşi sahabelerden ve tanınmış
zahitlerdendir. Şam’ın fethinde ilkin Ebüdderdâ oraya
kadı olmuştur. Mezarının bugün İstanbul’da, Üskü­
dar’da Karacaahmet Mezarlığında bulunduğuna dair

184
olan rivayet ya asılsızdır, ya da bu künyede başka biri
daha vardır.
E bü’l-fe th gazileri — 60, 80.
E frenci — 81. Frank, Fransız § Haçlılar § Avrupalılar.
E frenç Ş ah ları — 71. Fransız kralları § Avrupa hükümdar­
ları; hristiyan hükümdarlar.
E v et M em i — 95.

F
F ra n z B abinger — 3.
F ra n sız k ıralı — 6.

G
G a za n fer B ey — 52.
G a zi H a y re ttin P aşa — 23, 35. (1473-1546) Türklerin en
ünlü deniz kumandanlanndandır. Türbesi İstanbul’da
Kabataş’tadır.

H
H a m za b eyzade — 74.
H a yd a r (halife Ali) — 13.
H ayrullah Ö rs — 3.
H idr (Peygamber) — 46.
H ızır (Peygamber) — 22.
H udâve rd i — 74.
H usrev — 45.
H usrev R eis — 95.

1
İb ra h im R e i s — 95.
İly a s (reis) 27, 96.
İly a s Paşa — 87.
İsâ (peygamber) — 23, 71, 81, 98, 99.
İsk e n d e r — 22. '
İsp a n ya B eyi — 23.
İsp a n ya P adişah ı — 24, 57, 62, 100.

185
K
K a ra M u stafa B ey — 52.
K a sım Paşa — 71.
K â tip Ç elebi — 6.
K a ya Ç elebi — 42.
K ıb tî — 30.
K u rt-za d e — 45.

L
L okm an (peygamber) — 18.

M
M ah m u t Çavuş — 42.
M eh m et Çavuş (tâ b ’) — 95.
M eh m et Ç elebi — 87.
M eh m et K e th ü d a — 96.
M eh m et R eis D üm eni — 95,:
M eh m et T ahir (Bursalı) — 3.
M eh m et T ekkeli — 74, 95.
M esine A dası B eyi — 98.
M evlây M u ham m ed — 7, 10.
M evlây O sm an — 8.
M u ham m ed (Peygamberimiz) — 36, 45, 51, 68.
M u rat R eis — 95.
M u stafa (Peygamberimiz) — 13, 14.
M u stafa — 74.

N
N asuh Ağa — 41, 51, 83, 85.
N idai — 4.

O
O sm an (hali fe) — 13.
O sm anlı — 19, 77.
O sm anlI Soyu — 17. Osmanlılar.
O sm an -oğlu — 33. Osmanlılar.

186
ö
Ö m er (halife) — 13.
t •
P
Piri R eis — 6.
P iyale P aşa — 3, 6, 14, 15, 22, 27, 30, 35, 36, 62, 84. (?—1578)
Kapudan-ı Derya ve vezir. Kazandığı deniz savaşla­
rıyla ün yapmıştır. Türk tarihinde ünlü bir yeri olan
Cerbe fethinin kahramanıdır. Sakız Adası’nı almış,
Kıbrıs’ın fethinde Lala Mustafa Paşa ile birlikte bu­
lunmuştur. Kasımpaşa’daki caminin yanında bulunan
türbesinde gömülüdür.

R
R us H aydar R eis — 95.
R ü ste m Paşa — 18, 36. (1500?1561) Osmanlı sadrıâzamı
ve tarihçisi.

S
S a it — 30.
S ait R eis — 34.
S eyy id A h m ed B ey — 45.
S eyy id G azi — 69. Emevîlerin VIII. yüzyılda Bizans
(Rum)’a karşı açtıkları seferlerde ün almış Arap ku­
mandanı. Arapların ve Türklerin halk romanlarının
kahramanı. Türkler arasında Gazi, Seyyid Battal ve
Seyyid Battal Gazi adlarıyla tanınmıştır.
S inan D îvân e — 95.,
Sipah M uslihü'ddin — 44.
Süh eyl B ey — 52.
S ü h eyl H id a yet Sagir — 41.
S ü leym a n (peygamber) — 18.
Süleym an (Bey, Gazi, Han, Kanuni, Sultan) — 14, 16, 17,
27, 32.

187
Ş
Şaban R eis — 72.
Şeyh K â n u n — 8.
Ş eyh Y ah ya — 7, 8.

T
T â b i’ M eh m et Ç avuş — 95.
T â b i’ M eh m et U sta — 95.
Tunus H âkim i — 6.
Tunus B eyi — 23.
Tunus S u ltan ı —7, 10.
T u rgu t P aşa — 15, 33, 27, 31, 33, 34, 40, 48, 58, 59, 60, 62,
65, 102. Ünlü Türk kapudan-ı deryası. Gazi Hayrettin
Paşa’nın yanında yetişmiş ve denizcilikte ün almıştır.
Tarabulusgarp ve Cezayir Beylerbeyi olmuş, 1565’te,
Malta savaşında top danesiyle yaralanıp şehit oldu.
Ölüsü Tarabulus’a götürülerek oraya gömüldü. Tara-
bulus’ta camii, hamamı ve başka vakıfları vardır.
T ürk — 57, 75.
T ürkler — 23, 50, 61, 67, 81, 94, 99, 100.

U
Uluç Ali (reis) — 34, 35, 42, 43, 70, 75. (1500-1578) XVI.
yüzyılın ünlü Türk korsanı ve amirali. Bir balıkçının
oğludur. Türklerin eline düştükten sonra uzun zaman
forsada çalışmış, sonradan müslüman olarak Ali adı­
nı almıştır. Cerbe savaşında Turgut Reis’le birlikte
bulunmuştur. 1565’te Malta Kuşatmasına katılmış,
Turgut Reis’in şehit olması üzerine kendisine Cezayir
Beylerbeyliği verilmiştir. Lepant sıngınından sonra
bu yenilgiyi II. Sultan Selim’e bildirmiştir. Padişah ta
‘Uluç’ lakabını ‘Kılıç’a çevirerek kendisini kapudan-ı
deryalığa getirmiştir. İstanbul’da adını taşıyan iki ca­
mii vardır.

188

You might also like