Professional Documents
Culture Documents
OCAK-ŞUBAT-MART 2016 80
Tekirdağ mutfağı
Beden iktidarın oyun alanıdır
Avın antropolojisi
Baba, Oğul ve Kutsal Tohumlar: GMO, OMG
Biyokaçakçılık
EDITORIAL
Yayın Yönetmeni
İşte yine yeni bir yıl. Bugün bakınca, daha çok zor ve direnç ölçer özelliğiyle öne çıkan
2015’in ardından. Ama tüm güçlüğüne karşın iyi şeyler de oldu, çok iyi şeyler. Örneğin
gastronomi sektöründe çok iyi kitaplar yayınlandı geçtiğimiz yıl. Hatta uluslararası
ödül alanlar da oldu. Ama almayanlar da bir o kadar iyiydi, biliyoruz.
Yazarlarımızdan Burak Onaran’ın Metro Gastro’da yayımlanan yazılarını yeniden DERGİNİN MUTFAĞI
gözden geçirerek hazırladığı ve Aralık ayının ikinci yarısında yayınladığı Mutfaktarih, METRO GROSMARKET ADINA SAHİBİ
Yemeğin Politik Serüvenleri isimli kitabı da 2015’in son ama en iyi kitaplarından biri. Kubilay Özerkan
KATKIDA BULUNANLAR
Peki, Metro Gastro’da durum nedir? Biz 2015’te Yrd.Doç.Dr. Ahmet Uhri
Ayfer Yavi
başladığımız yeni konularımıza bu yıl da devam Dr. Billur Dokur
edeceğiz. Gen Kaynaklarımız, Beşinci Duyu gibi. Candan Türkkan
Deniz Gezgin
Ama çok önemli yeni konularımız da olacak. Ebru Erbaş
Gonca Tokuz
Örneğin, ülkemizde şimdiye dek hiç ele alınma- Haydar Ergülen
mış bir konuya başlıyoruz bu sayımızla birlikte: Yrd.Doç.Dr. İlkay Kanık
Doç.Dr. İsmail Gezgin
Av! İlkin avın antropolojisinden, mitolojideki ye- Dr. Kürşad Özbek
Mehmet Ali Kılıçbay
rinden söz edelim, böylece çok bilgilendirici ama Melda Üstüntaş
görece yumuşak bir başlangıç yapalım istedik. Nazlı Pişkin
Sezin Öney
Önümüzdeki sayıdan itibaren, av sözcüğünün Dr. Tülin Ural
arkeolojideki karşılığını örneklerle ele alacağız. Vedat Ozan
Prof.Dr. Yavuz Tekelioğlu
Yazarlarımız ise sürpriz. Dr. Zerrin Çelik
FOTOĞRAFLAR
Yörelerimizden bölümümüzü yine genç araştırmacı arkadaşlarımızla birlikte hazırlaya- Ali Güder
Ayfer Yavi
cağız. Bu sayıda Tekirdağ mutfağını Melda Üstüntaş’la birlikte çalıştık. Daha çok ülke- Can Dalyan
Can Ünal
mizde yerli ırk hayvancılık konusundaki çalışmalarıyla tanınan Prof.Dr. İhsan Soysal ise Mehmet Ali Sağbili
en büyük kılavuzumuz oldu. Ben, Melda ve fotoğrafçı arkadaşımız Can kendisine çok Prof.Dr. Yavuz Tekelioğlu
Volkan Erbilir
teşekkür ederiz. Tamer Keçeli
Yrd.Doç.Dr. Tarık Danışman
Anımsar mısınız, geçtiğimiz yıl bahar sayımızda dergimizin ilk 75 sayısında doğaya ABONELİK
Can Ünal
verdiğimiz karbon salınımını nötralize edeceğimizi ve sonucunu da size duyuracağımı- Tel: 0212 478 73 56 Faks: 0212 474 40 30
can.unal@metro-tr.com
zı söylemiştik. Evet, ilk 75 sayımız için doğaya borcumuzu ödedik. Ama bundan sonra
da her 10 sayıda bir yeni bir hesaplama yaparak doğaya güncel bilgilerin el verdiği BASKI VE CİLT
Apa Uniprint Basım A.Ş. (0212 798 28 40)
ölçüde borcumuzu ödemeye çalışacağız.
YÖNETİM YERİ
Metro Grosmarket, Güneşli, İSTANBUL
2016’nın ülkemize ve dünyamıza barış, kardeşlik, huzur ve mutluluk getirmesini yürek- Faks: 0212 474 40 30
E-posta: mgastro@metro-tr.com
ten diliyoruz. http://www.metro-tr.com
OCAK-ŞUBAT-MART GASTRO 1
İÇİNDEKİLER
8
YÖRELERİMİZDEN
Tekirdağ Mutfağı
Melda Üstüntaş ve Nilhan Aras
30
DİSİPLİNLERARASI
68
SİNEMA VE YEMEK
68
Yrd.Doç.Dr. İlkay Kanık
2 GASTRO OCAK-ŞUBAT-MART
İÇİNDEKİLER
74
AV!
Avcılığın Antropolojisi
Yrd.Doç.Dr. Ahmet Uhri
86 104
BEŞİNCİ DUYU: KOKU
92
KUTSAL METİNLERDE YEMEK
118
102
SANAT TARİHİ
110
GELENEKSEL GIDALAR ÜZERİNE
121
OCAK-ŞUBAT-MART GASTRO 3
İÇİNDEKİLER
116
GEN KAYNAKLARIMIZ
Biyokaçakçılık
Dr. Kürşad Özbek
128
ANTİK ÇAĞ YAZARLARINDAN
138
İKTİSAT TARİHİ
144
DÜNYA DÖNÜYOR
150
EDEBİYAT
153
4 GASTRO OCAK-ŞUBAT-MART
İÇİNDEKİLER
158
EL SANATLARINDA YEMEK İZLERİ
168
COĞRAFİ İŞARETLEME
161
178
PAZARLAR
173
180
OCAK-ŞUBAT-MART GASTRO 5
6 GASTRO OCAK-ŞUBAT-MART
YÖRELERİMİZDEN
TEKIRDAĞ MUTFAĞI
Melda Üstüntaş ve Nilhan Aras
OCAK-ŞUBAT-MART GASTRO 7
Yörelerimizden
Melda Üstüntaş ve Nilhan Aras
TEKIRDAĞ
8 GASTRO OCAK-ŞUBAT-MART
Yörelerimizden
OCAK-ŞUBAT-MART GASTRO 9
Yörelerimizden
rılmaları için yine dilimler halinde rendelenir. parçalanarak bekletilen peynirin tam da o aşamada var-
• 13’er kg’lık peynirler fındık ağacından yapılma se- ması istenen pH derecesi (4,9-5.0) de üretimin önem-
petlere doldurulur. Sepetler 69-72°C’lik sıcak suya li noktalarından biri. Çünkü, pH’ın 4,9-5.0’e düşmediği
bırakılır. 3 dakika içinde eriyip hamur kıvamına ge- durumlarda peynir sıcak suda haşlanırken yumuşamaz.
lip gelmediği kontrol edilir. Hamurlaşırsa “kaşar” Ama pH’ın düşüşünün “yavaşça” olması gerekmektedir.
kıvamını tutmuş demektir. Tüm bunlarsa ustalık işi.
• Erimiş peynirler tezgaha alınır, 260 gram kalın de-
niz tuzu 3 defada ilave edilir. Peynir yaklaşık 3-4 1963, Gümülcine doğumlu
dakika sürekli katlanarak yoğrulur. Bu arada soğu- Şenol Şenoğlu 34 yıldır kaşar
yup sertleşmesine izin verilmez. Bunun için ara ver- peyniri ustası olarak çalışıyor.
meksizin birkaç kişi yoğurur. Mesleği 1977 yılında ailesiy-
• Yoğrulan hamur bir kovaya doldurulur ve dış yüzü- le göç ettiği İpsala’da çırak
nün pürüzsüz bir biçim alması sağlanır. Bu işleme olarak çalıştığı mandıradaki
Şenol Şevkioğlu
kesme adı verilir. Ali Osman Özadalı ve Veli
• Kesme işleminde sonra peynir paslanmaz çelikten Kırmaz ustalardan öğrenmiş.
yapılma kasnak kalıplara bırakılır, kasnak ahşap bir O ustaların da daha önce ya-
tezgahın üzerine bırakılarak oda sıcaklığında 1 gün nında çalıştıkları Bulgar bir
bekletilir. Peynir, tam olarak kuruyabilmesi için ka- ustadan öğrendiklerini söy-
lıp 2 defa ters yüz edilir. lüyor. Bölgede en az 40 yıldır eski kaşar yapımının yaygın
• Sertleşip kuruyan kaşar, kalıplardan çıkarılır; teker- olduğu bilinmekte.
lekler “cereyanlı” tuzlama odasındaki ranzalara tek
sıra halinde dizilir. Coğrafi İşaret başvurusu yapılan Trakya eski kaşarının ay-
• Tuzlama odasına aktardıktan 3 gün sonra tekerler 2 rıştırıcı özelliği bölgede mayıs ve haziran aylarında çıkan
tanesi üst üste gelecek şekilde ve araları tuzlanarak mürdüm otu, bunun süt hayvanları tarafından tüketilme-
yeniden yerleştirilir. siyle sütte oluşan aroma olarak gösteriliyor. Geçmişte 15
• 1 ay boyunca 2 günde bir tekerler açıkta kalan (üst- Mart’ta başlayıp temmuz sonuna kadar süren peynir ya-
te) kısımları tuzlanıp ters yüz edilir. pımı bugün mayıs-ağustos ayları arasında gerçekleşiyor.
• Bekleme sırasında kaşar tekerlerinin kenarları küf- Ağustos sonundan itibaren koyun sütü azaldığı için kaşar
lenmeye başlar. 1 ay sonra kenarlarındaki küfler peyniri istenen lezzette olmuyor.
fırçayla temizlenerek keten çuvallara doldurulur.
Çuvallara doldurulma sırasında 5 adet teker üst Peynirin haşlanması için içine bırakıldığı fındık ağacın-
üste dizilir ve yağlı kağıt ile kaplanır. dan yapılan sepet dışarıdan içeriye su alan, ama içeriden
• Çuvallar dikilir, kendir ipiyle sıkıca bağlanır ve buz- dışarıya peynir vermeyen bir yapı olduğu için seçilmiş.
haneye sevk edilir. Oysa günümüzde bunun yerine paslanmaz çelik kullanı-
lıyor. Kaşar peynirlerinin bozulmaması için tuzlama oda-
Trakya eski kaşar peyniri, kaşar adını sıcak suda haşlanıp sının (dinlenme odası da deniyor) tamamen ahşaptan
hamur kıvamına geldiğinde alıyor. Sürecin sonraki aşa- yapılma olması ve sıcaklığının 20-25°C arasında sabitlen-
masında kullanılan tezgahın ahşap olması ise kuruma sü- mesi gerekiyor. Kurumanın hızlanması için odanın sürekli
resini kısalttığı içindir. Ustalar geleneksel peynir yapımın- hava alması sağlanıyor. Odadaki tezgahlar 1’er metre ara-
da 15 ton sütten örnek vererek 8 ton koyun, 6 ton keçi ve lıklı birkaç ranzadan oluşuyor ve peynir tekerleri tuzlama
1 ton inek sütünün ideal lezzet için altın oran olduğunu odasında en fazla 40 güne kadar bekletilebiliyor. Peynir
söylüyor. Ve her 500 litre süt için 100 gram şirden ma- en lezzetli haline buzhanede 5 ay bekledikten sonra ka-
yasının ideal sonucu vereceğini. Tabi, bugün hazır maya vuşuyor. Kaşar peynirinin buzhanede bozulmadan bek-
kullanıldığını göz ardı etmemek gerek. Cendereden alınıp leme süresi bugün en fazla 2 yıl. Ama koyun sütünden
yapılmışsa 3 yıl da bekleyebiliyor.
Kuru peynir
Sevim Helvacı
• İnek sağıldıktan sonra sütü süzülerek bir kovaya
Trakya eski kaşar
alınır.
• Gerekiyorsa, sütün sıcaklığı 30-31°C’ye varana dek
ısıtılır.
• 10 litre süte 1 yemek kaşığı peynir mayası eklenir,
10 GASTRO OCAK-ŞUBAT-MART
Yörelerimizden
Kavurma
• Toprağa gömülerek 6 ay bekletilir.
Sevim Hanım bu tarifi Bulgaristan göçmeni annesi Ayşe gerdan eti ile kuzunun döşü
Turan’dan (d.1938) öğrenmiş. alınıyor. Kuzu elbette, yöre-
nin yerli ırkı kıvırcık. Tekirdağ
Krema / Kaymak sucuğunun en lezzetli hali ise
Sevim Helvacı 10-15 gün dinlendikten son-
• İnek sütü sağılır, 1 gün bekletilir, ekşir. raki hali.
• Ertesi sabah kaymağı alınır.
• 1 tas kaymağa kaynatılmış ve soğutulmuş 1 su bar-
dağı süt eklenir.
• Donmaması için iyice karıştırılır.
• Buzdolabında veya serin bir yerde 1 gün bekletilir.
Tekirdağ sucuğu
OCAK-ŞUBAT-MART GASTRO 11
Yörelerimizden
Bulama
Fadime Karaman
Üzümden yapılan bulama
Bulama
• Köpük almaya başlayınca kazan ateşten alınır,
-meşe- kor ateşe konur.
• 2 saat boyunca tahta kaşık yardımıyla sürekli ka-
rıştırılır. köpük haline getirilerek karışıma eklenir.
• Kazan ateşten alınıp 1 saat boyunca soğutmak üze- • Köpük şekerli pekmeze aktarılır.
re karıştırmaya devam edilir. • 3 saat boyunca kor ateş üzerinde sürekli karıştırı-
• Soğuduktan sonra toprak çömlek ya da cam kava- larak pişirilir.
noza doldurulur. • Kazan ateşten alınır, beyazlaşana dek 2-3 saat bo-
yunca döverek karıştırılır.
Bu şekilde üretilen bulama 1 yıl bozulmadan kalabiir.
Hatta bu süre içinde güneşten dahi etkilenmez. Bulama Tokat’ın Zile pekmezi veya Konya’nın kağıt helva-
sına benzese de kökeni Bulgaristan’a dayanıyor. Eskiden
Pekmezden yapılan bulama yalnızca üzümden yapılırken Fatma Hanım ve bölgedeki
• Yarım çuval üzüme 1 avuç pekmez toprağı eklenir, bazı kadınlar, yılın her döneminde bulunabilir olması için
ağzı sımsıkı kapatılır. pekmezden de yapıyor. Bulama yapımı eylül ayının 15’in-
• Çuval motor arabasına bırakılır, çizmeyle ezilip üzü- den itibaren ilk üzüm hasadıyla birlikte yapılmaya baş-
mün suyunun süzülmesi sağlanır. lanıyor. Üzümün hangi çeşit olduğu bulama yapımında
• Çuval atılır, üzüm suyu 1 gece dinlenmeye bırakılır. pek fark etmiyor, ama zamanı geldiğinde ilk önce pembe
• Sabaha toprak dibe çökmüş, “üzüm suyu” çay ren- çavuşla yapılır.
gine dönmüş olur.
• Tülbentten geçirilip süzülür. Pestil
• Pekmez koyuluğuna gelene, bal rengini alana ve Fatma Çaylalı
uzayan bir kıvama ulaşana dek kaynatılır. • Kırmızı erikler haşla-
• Sarı köpükleri alınır. nır ve kevgirde süzü-
Fatma Çaylalı, Karacakılavuz Beldesi
12 GASTRO OCAK-ŞUBAT-MART
Yörelerimizden
Dondurma
raber yenen pekmez bozul-
madan cam şişede 1 yıl kadar
muhafaza edilebilir.
Karpuz pekmezi genellikle Dondurma geçmişte koyun sütü ve inek sütü ile karıştırı-
Marmara Ereğlisi’nin köy- larak yapılırken bugün daha hafif tatların yeğlenmesi ne-
lerinde ve kurak bostan deniyle yalnızca inek sütünden üretiliyor. Ama sütün yağı
karpuzunun ağustos-eylül alınmamış süt olması her zaman çok önemli. Karıştırılarak
aylarındaki hasadıyla birlikte pişirildiği süt kazanı ise helva-
yapılıyor. cı kazanı denilen kalaylı bakır
Emine Yılancı, Türkmenli köyü
kazanlar.
Safiye Hanım karpuz pekme-
Orhan Pehlivanoğlu
OCAK-ŞUBAT-MART GASTRO 13
Yörelerimizden
Tarhana
Fadime Karaman
• İnek yoğurdu tarhana yapılacak günün 1 gece ön-
cesinde mayalanır.
Kuskus
• Kırmızı etli biber, domates ve soğan küçük parça-
lara ayrılarak genişçe bir tencerede posa haline
gelene dek kaynatılır.
• Kevgirden geçirilir, soğumaya bırakılır. Kuskus
• Göz kararı un elekten geçirilir, bol miktarda yoğurt Fadime Karaman
ile birlikte posaya eklenir. 1 kg irmik
• İyice karıştırılır, yoğrulur. 2 litre süt, pişirilip ılıklaştırılmış
• Karışım 1 hafta dinlenmeye bırakılarak her gün 3’er 40 yumurta
kez yoğurulur. 1 teneke su (yak.15 litre)
• 1 hafta sonunda kabarması sona erdiğinde küçük 2 teneke un (yak.15 kg)
parçalar koparılıp geniş bir çarşafın üzerinde gü-
neşe serilir, üzeri bir başka bezle kapatılır. • İrmik akşamdan süte yatırılır.
• 1-2 saat sonra hamur kurur, önce elde ovalanır, • Sabaha dek kabaran ve irileşen irmik ahşap bir
sonra kevgirden geçirilir. teknenin içine elenir.
• Bir kez daha çarşaf altına serilir ve güneşte kuru- • 1 teneke suya 40 tane yumurta kırılır, çırpılıp koyu
tulur. bir su elde edilir.
• Sütlü irmiğe 1 avuç un serpilir, karıştırılır.
Fadime Hanım tarhana yapımını henüz bir çocukken • Üzerine çok az yumurtalı su serpilerek karıştırılır.
Kırcaali’den göçmüş Gülbeyde Karaman’dan (d.1931, • Bir kez daha yumurtalı su serpilerek karıştırılır.
Kırcaali) öğrenmiş. • 2 teneke un ve 1 teneke yumurtalı su tükenene dek
aynı işlemler (1 kez un, 2 kez yumurtalı su serpip
ovalamak) tekrarlanır.
• Tenekenin içindeki irmik istenen büyüklükte yu-
varlaklar olana dek gelene kadar kuskus yapımı
devam eder.
serpilir.
• Üzerine de un serpilir ve karıştırılır.
• Bulgur istenen büyüklükte kuskus haline gelene
dek karıştırma sürer.
• Tüm malzemeler tükenene dek işleme devam edi-
lir.
14 GASTRO OCAK-ŞUBAT-MART
Yörelerimizden
Sütlü göce
Mustafa Güney
• İnce çekilmiş bulgur
Kesme çorbası
Hikmet Bayraktar
Etsiz:
• 1 avuç un, su ve tuz yoğrulur, hiç bekletilmeden
açılır.
• Açılan hamur kesme
Sütlü göce
(erişte) büyüklüğünde
Daha eskiden pirince çok az da bulgur karıştırılan çor- Yemeğin geleneksel yapımında et kullanılmıyor, ancak
baya bazı yerlerde et ve pirinç piştikten sonra un eklen- günümüzde Allıışık köyünde tavşan eti ile yapılıyor. Köy
miyor. halkı, aynı zamanda ekşilik katmak için kuru eriği kayna-
OCAK-ŞUBAT-MART GASTRO 15
Yörelerimizden
Hamur İşleri
Cizleme
Seval Özkaragöz
4 su bardağı un
16 GASTRO OCAK-ŞUBAT-MART
Yörelerimizden
rak kapatılır (bohça şeklinde), tek tek siniye dizilir. • Tekrar peçkaya verilerek etlerin üzeri pembeleşe-
• Mantıların üzerine tereyağı sürülür, sini peçkaya ne dek pişirilir.
verilir.
• Bir tencerede kemikli kaz etleri haşlanır, kemikle- Genellikle bayramlarda ve misafir ağırlamada yapılan
rinden ayrılır. sulu ve kuru mantı bölgede yetiştirilen kaz etinden yapı-
• Mantılar kızarınca peçkadan çıkarılır, üzerine kaz lıyor. Kuru mantı daha susuz olduğu için çatalla yenirken
eti suyu dökülür. sulu mantı üzerine yoğurt eklenerek kaşıkla yeniyor. Sulu
• Yeniden peçkaya verilir, suyunu çekmesi sağlanır. mantının üzerine dizilen kaz etleri de mantının eşlikçisi
olarak tüketiliyor. Gözsüz ve Çavuşköy köylerine ait bu
Kuru mantı için şimdilerde maya ve salça kullanılıyor; iki tarif (kuru ve sulu mantılar) Tekirdağ yöresinin bazı
ama eskiden olduğu gibi, sütü az çıkan sarı ineğin tere- yerlerinde sini mantısı olarak biliniyor. Ama mantı hamu-
yağı kullanılamıyor. Çünkü sarı inek artık yok. Suyu için ru için kullanılan tereyağı her yerde sarı inek veya manda
haşlanan kaz eti ise sulu mantı için ayrılıyor. sütünden elde ediliyor.
Kodra
Azize Arap
• Un, tuz ve su karıştırılır, hamur yapılır
• Hamur 24 ufak bezeye ayrılır, çok ince açılır.
OCAK-ŞUBAT-MART GASTRO 17
Yörelerimizden
18 GASTRO OCAK-ŞUBAT-MART
Yörelerimizden
Gözsüz köyü
Yağlı ekmek • Açılan yufkalar peçkanın üzerinde kurutulur.
Firdevs Zırhlı • Tavşan kemikli ufak parçalara bölünür.
• Un, tuz, 1 yumurta, yarım çay bardağı çiçek yağı ve • 2 baş soğan küp küp doğranır, çiçek yağında kav-
su yoğrulur, kulak memesi yumuşaklığında hamur rulur.
yoğrulur. • Tavşan etleri edilir, kavurmaya devam edilir.
• Çok büyük ve kalın yufka açılır, sofraya serilir. • İçine bir miktar toz kırmızıbiber “ekilir”.
• Üzeri manda tereyağı ile yağlanır. • Malzemenin üzerine çıkacak kadar su ilave edilir,
• Yufkanın ortasına ekşimik konur, kenarlar ortaya kaynatılır.
katlanarak kapatılır. • Etler sulu olarak tamamen pişince kemiklerinden
• Üzeri yağlanır, ekşimik konur, elle yayılır. ayrılır.
• Yayılan yüzeye yeniden ekşimik konur ve kenarlar • Küçük parçalara ayrılır ya da tiftik tiftik edilir.
üzerine kapatılır. • Etin suyunun yarısı bulgura dökülür, kabarması için
• Tepsi yağlanır, börek yarım saat beklenir.
Firdevs Zırhlı, Karacakılavuz Beldesi
OCAK-ŞUBAT-MART GASTRO 19
Yörelerimizden
kabul edilir. Av kış aylarında yapıldığı için tavşan böreği Tekirdağ köftesinin reçetesi ilk günden bu yana hiç de-
de kış yemeğidir. Öncesinde, çoğunlukla kesme çorba ğişmedi. Örneğin geçmişte de bugün de bölgenin hakim
içilir. ırkı boz stepten et alınıyor, en azından yeğleniyor. Boz
Kaynatılan tavşanın suyunun bu yemekte kullanılmayan step bugün en çok Keşan ve İpsala’da yetişmekte.
diğer yarısı çorba yapmak için ayrılır. Geçmişte biber
salçası yerine kullanılan toz kırmızıbiber ise günümüzde
bazen salçayla birlikte kullanılmakta bazen de o yemeğe
hiç atılmıyor.
Bohça böreği
Fatma Saygı
• Kış ise kaz ya da ördek, yaz ise tavuğun but eti
haşlanır, isteğe göre didiklenir ya da küçük doğ-
ranır.
• 2 baş soğan küp küp doğranır, çiçek yağında kav-
rulur.
• Bir miktar domates salçası ve bir avuç pilavlık bul-
Tekirdağ köftesi
gur eklenir, yine kavrulur.
• Duru su ve daha az et suyu eklenir.
• Haşlanmış et tencereye aktarılır, karıştırılır, biraz
diri kalacak şekilde pişirilir.
• Harç ateşten alınıp ağzı kapatılır.
• Un, su ve tuz yoğrularak sert bir hamur elde edilir,
pazılara (küçük beze) ayrılır. Yine eskiden olduğu gibi et yoğun bir köfte bu. Kıyma
• Pazılar bıçak sırtı kalınlığında açılır, kare parçalara mutlaka dana etinden çekiliyor. Kullanılan kıyma çok faz-
kesilir. layken ekmek çok az.
• Her bir parçanın içine bir parça harç konur, bohça Tekirdağ köftesi “tat köftesi” ve “Hacıköylü köftesi” ad-
şeklinde kapatılır. larıyla da biliniyor. “Hayrabolu’nun Alacaoğlu Köyü’nden
• Börekler tavada çiçek yağında kızartılır. Tekirdağ’a gelen Hüseyin Ağa yapar bu köfteyi ilk kez.
• Yanında genellikle çay veya ayranla yenir. Ama bu lezzetin çevrede fark edilmesini sağlayanlar baş-
kalarıdır. Köfteciliği Hüseyin Ağa’dan öğrenen Hacıköylü
Et Yemekleri Hüseyin Bey ve oğulları. Köfteye Hacıköylü köftesi derler.
Bir dükkan açıp üretim ve satış yaparlar. Ancak torunlar
Tekirdağ köftesi / Tat köf- işi yürütmeyi beceremez. Kısa süre sonra Özcan kardeş-
tesi ler duruma el koyar ve köfteye Tekirdağ köftesi deyip onu
Mestan Özcan, Tekirdağ
20 GASTRO OCAK-ŞUBAT-MART
Yörelerimizden
ve kol etleri kullanılıyor. • Yine bir tencereye konur, suyunu çekene dek kay-
Ciğer sarma natılır.
Sevda Sonal Yeşiltaş • Soğanlar küp doğranır, ete eklenir.
• Kurban Bayramı’nın ilk • Sık aralıklarla karıştırılır, soğanlar eriyene dek orta
OCAK-ŞUBAT-MART GASTRO 21
Yörelerimizden
Sebze yemekleri Yörede aralık ayından sonra yapılan lahana sarması daha
çok Malkara’nın köylerinde bilinir. Çavuşköy’de de yine
Tunçilik kaz ya da ördek göğsü ile yapılıyor. Ama nerede yapılırsa
Sevda Sonal Yeşiltaş yapılsın yanında ayran ya da yoğurtla yeniyor. Toz kırmı-
• Çarliston biberler odun ateşinde közlenir, soğutu- zıbiberin şehirdeki kullanımı eskiye dayanmaktadır. Salça
lup kabukları soyulur. yokken yemeklere tat ve renk vermesi için kullanılan toz
• Sap ve çekirdekleri çıkarılır. kırmızıbiber biber ve hatta domates salçalarının çok yay-
• Bir kasede sarımsak ve tuz ezilir. gın bir kullanımı olan şimdilerde de vazgeçilmez baharat
• Bibere aktarılıp beraber ezilir. olarak hemen her yemeğe atılıyor.
Manca Papara
Sevda Sonal Yeşiltaş Fatma Çaylalı
• Biber ve patlıcan közlenir, kabukları soyulur. 2 domates
• Tuz ve sarımsak dövülerek ezilir. 1 baş kuru soğan
• Köz patlıcana eklenir, karıştırılır. 1 sivri biber
• Zeytinyağı kızdırılır, toz kırmızıbiber eklenir. 1 tutam toz kırmızıbiber
• Patlıcana dökülür. Birkaç dilim kuru ekmek
İstendiği kadar kuru peynir, bolca olması yeğlenir
Mancanın sözcük anlamı karışıktır. 1 su bardağı ayçiçeği yağı
1 litre su
Ekşimikli biber
Seval Özkaragöz • Soğan küp küp doğranır, çiçek yağında kavrulur.
• Yeşil sivribiberler küçük küçük doğranır, ayçiçeği • Domates ve sivri biber doğranır, soğana eklenir,
yağında kavrulur. kavurmaya devam edilir.
• Ateşin üzerindeyken pişmiş ekşimik karıştırılır. • Yemeğin renk alması için toz kırmızıbiber serpilir,
• Son aşamada bir tutam tuz atarak yenmeye hazır biraz daha kavrulur.
hale getirilir. • 1 litre su dökülür, “bir taşım kaynatılıp” sebzelerin
iyice pişmesi sağlanır.
Kesilen sütten yapılan ekşimiğe “pişmiş ekşimik” deniyor. • Kuru ekmekler parçalanıp bir tepsiye döşenir.
Süt pişerken içine tuz eklenirse yine kesilmesi sağlanmış • Üzerine ev yapımı kuru peynir ufalanır.
olur. Ekşimikli biber özellikle kahvaltılarda tüketiliyor. Bazı • Kaynamakta olan yemek peynir ekmek karışımının
yörelerde yoğurt ya da ayran kaynatarak da yapılabiliyor. üzerine dökülür.
22 GASTRO OCAK-ŞUBAT-MART
Yörelerimizden
Preşe
edilir.
Yemeğin yapımı:
• Kuru soğan ince ince doğranır, ayçiçeği yağında 2
kez çevrilir, pembeleşsin ama kızarmasın!
• Aynı miktarda pırasa da ince doğranır, soğana
katılır, birlikte kavurmaya devam edilir.
• Ekşi hamur eklenir, nane, kırmızıbiber, karbonat
Lahana aşı, Karacakılavuz Beldesi
OCAK-ŞUBAT-MART GASTRO 23
Yörelerimizden
• Kaynar suya irmik atılır, 30 dakika kaynatılır. Tekirdağ yöresinde geleneksel olarak keşkek etsiz yapı-
• Süt eklenir. lıyor, ama bugün isteyen et de eklemekte. Dövme işlemi
• Karışım iyice koyulaşana dek pişirilir. buğdayın taneciklerini ufaltmak için yapılır, buğday
• Tabaklara alınır, kaşık yardımıyla ortası yarılarak ufalanıp koyulaşana dek devam edilir, ancak buğdayın
boşluklar açılır. tamamen ezilmesi de istenmez, yine de iri tanecikler
• Bu boşlukların içine tereyağında kızdırılmış toz kalmasına dikkat edilir.
kırmızıbiber dökülür.
Çömlek fasulye
Çavuşköy ve civarı köylerde yapılan bir yemektir. Emine Sonal
Yemekte kullanılan irmik akbaşak buğdayı adı verilen ve • Önce odun ateşi yakılır, kor haline gelmesi bekle-
yörede yetiştirilen buğday çeşidinden elde edilmekte. nir.
• Çömleğe çiğ kuru fasulye, dörde bölünmüş soğan
konur.
• Keçi, sığır ya da kuzu eti yağıyla birlikte dolduru-
lur.
• Ayrıca çiçek yağı, tuz, toz kırmızıbiber, kuru kırmı-
zıbiber eklenir.
• Çömlek, yağlı ve bezden bir kapak ile kapatılır.
• Közün içine gömülür, yaklaşık 1 saat pişirilir.
Tatlılar
Dağıtma helva
Hikmet Bayraktar
1 kase nişasta, ev yapımı
4 kase su
1 kase toz şeker
1 su bardağı tereyağı
24 GASTRO OCAK-ŞUBAT-MART
Yörelerimizden
OCAK-ŞUBAT-MART GASTRO 25
Yörelerimizden
1 kg una 1 yumurta öneriyor anne tariflerini veren hanımlar. yumurta, karbonat karıştırılır, kulak memesi kıva-
mında bir hamur tutulur.
Zerde • Hamura şekil verilir, kara fırında ya da fırında pişi-
Seval Özkaragöz rilir.
1 su bardağı pirinç • Hamur piştikten sonra çıkartılıp soğutuluyor.
1 tutam zerdeçal • 6 bardak soğuk su, 4 bardak şeker ile karıştırılır.
İstendiği kadar şeker • İçine hamur bezeleri atılır ve kısık ateşte hamurlar
9 su bardağı su büyüyüp iyice şişene kadar (yaklaşık 15-20 dakika)
pişirilir.
• Pirince su eklenir. • 10 dakika daha hızlı ateşte kaynatılır, altı kapatılır.
• Pirinç pişene dek kaynatılır. • Soğuduktan sonra üzerine fındık, fıstık, tahin ko-
• Ayrı bir yerde zerdeçal kaynatılır, süzdürülür, suyu nularak tüketilir.
pirince aktarılır. Pirinçte hala bir miktar su olması-
na dikkat edilir.
• Damak tadına göre en son şeker eklenir, özdeşle-
şene dek pişirilir.
• Altı kapatılıp kaselere doldurulur, üzerine çam
fıstığı ve kuru üzüm serpiştirilir.
Hayrabolu tatlısı
Bademli kurabiye
Orhan Pehlivanoğlu
• Pudra şekeri, un, eritilmiş tereyağı ve çifte kavrul-
muş badem karıştırılır.
• Yoğrulur.
• Tek tek kurabiye şekli verilir.
• Peçkada pişirilip üzerine pudra şekeri serpilir.
Orhan Bey’in annesi Hanife Pehlivanoğlu (d.1935 Hamur bezeleri en geç 20 güne kadar tüketilecekse
Kalkandelen, Makedonya) bu kurabiyeyi Tekirdağ’da ilk hemen şerbetin içinde pişirilebilir. Eğer daha uzun süre
kez yapan isimlerden birisi. sonra tüketilecekse şerbetinde pişirmeden tekrar fırınla-
narak en fazla 8 ay bozulmayacak şekilde muhafaza edil-
Un kurabiyesi mesi sağlanır.
Safiye Yavuz
• Yoğurt, karbonat, şeker yerine karpuz balı, aldığı Sami Bey tatlı yapımını babası Salih Kaya’dan (d.1941,
kadar un ve ayçiçeği yağı harmanlanır, yoğrulur. Hayrabolu) öğrenmiş. Salih Bey ise ilkin Bursa’da Hasan
• Kurabiye şekli verilir. usta isimli bir ustadan Kemalpaşa tatlısının yapımını öğ-
• Kara fırında pişirilir. renir. Hayrabolu’ya dönünce 2 yıl kendi tarifini oluştur-
mak üzere çalışır. 1972 yılında açtığı dükkanında kendi
Hayrabolu tatlısı usulüyle Hayrabolu tatlısı üretimine başlar.
Sami Kaya
• Günlük taze inek sütü 60-70°C’de kaynatılır. Kemalpaşa tatlısının peynir oranı bu tatlıya nazaran daha
• Süt 25-35°C’ye soğu- az olduğu söyleniyor. Hayrabolu tatlısındaki peynir oranı
yunca mayası atılır,2-3 yaklaşık %80-%85 civarında. Tatlı büyük miktarda yapıl-
saat arası mayalanmaya dığında 1 ton süte 500 tane yumurta kırılıyor.
bırakılır.
Sami Kaya, Hayrabolu
26 GASTRO OCAK-ŞUBAT-MART
Yörelerimizden
• 200°C’de üstü kızarana dek pişirilir. “Sustaınable Conservatıon Of Lıvestock Breeds Dıversıty For
• Çıkartıldıktan sonra 1 gece bekletilir. The Future: Impact Of Globalısatıon Of Anımal Breedıng And
• Üzerine sıcak şerbet dökülür. The Loss Of Farm Anımal Genetıc Dıversıty - A Conflıct?” s. 104
OCAK-ŞUBAT-MART GASTRO 27
28 GASTRO OCAK-ŞUBAT-MART
DİSİPLİNLERARASI
OCAK-ŞUBAT-MART GASTRO 29
Disiplinlerarası
Doç.Dr. İsmail Gezgin
30 GASTRO OCAK-ŞUBAT-MART
Disiplinlerarası
mek isteyen birisi Yunanca9 konuşulan bir şehirde ka- temel farkı caupona’ların han olarak yatak hizmeti de
peleion ya da potisterion, Latince konuşulan bir şehirde vermeleridir. Popina’ların sıcak yemek çıkarma özellik-
popina ya da taberna10 adı verilen restoranlardan birine leri ile de caupona’lardan ayrıldıkları düşünülse de ca-
giderdi. Kaldığı hanın ya da civardakilerin dışında bir upona’larda sıcak yemek çıkmadığını anlatan bir antik
seçenek arıyorsa şehirde çok sayıda alternatif bulunur- metne rastlanmış değildir.16 Bu hanlarda da copa veya
du11: Şehir kapılarının yanında, hamamların civarında, surisca olarak isimlendirilen kadınlar görev yapmaktay-
tiyatro, gladyatör kışlaları, forum ve diğerlerinin yakın- dı. Bu hanların bahçeleri de bulunurdu ve burada za-
larında bu mekânlara rastlanırdı.12 Örneğin, Pompeii’de man geçirmek ve yemek yemek gibi olanaklar da mev-
bulunan ana cadde yirmiye yakın ve farklı hizmet sunan cuttu. Geniş bir yemek menüsü, kızlar, müzik ve süslü
restorana sahip olmakla ünlüydü. Acelesi olan, çabu- odalar caupona’ların özellikleriydi. Triclinium (sedirlere
cak bir şeyler atıştırmak istiyor ama sokak satıcılarının uzanılarak yemek yenilen yemek odası) avluda ya da
sunduklarıyla yetinmiyorsa, snack barların en basit ve yakınında yer alırken, ikinci kat misafirlere yatak odası
antik biçimi olan taberna’ların birinde yemek yiyebilir- olarak tahsis edilmişti. Bu mekânlar genellikle kentteki
di. Bunların caddeye açılan mermer yüzeyli tezgâhları genelevler, şehrin kapıları, forum ve macellum (et-ba-
vardı. Pompeii’deki dükkânlarda mermer tezgâha gö- lık pazarı) gibi yerlerine yakın oluyordu. Bir gezgin için
mülü olarak aralıklarla yerleştirilmiş ağzı açık kil şarap hem popina hem de caupone her türlü hizmeti sağlıyor-
testileri yer alırdı. Tezgâhın sonuna yakın bir yerde ise du. Bu nedenle buralar aynı zamanda genelev gibi işlev
sıcak su çaydanlığının kaynadığı küçük bir kömür fırını görüyordu.17 Pompeii’deki bir popina’nın günümüze ka-
vardı. Müşteri sokakta durur, ısmarladığı şeyler önün- dar kalan kalıntıları, işlevlerini açıkça anlatan, ereksiyon
deki tezgâhta kendisine sunulurdu: Kepçeyle testiler- halinde erkeklik organı ya da erotik sahnelerle süslü
den konan şarap, ekmek, bir parça sosis ve benzerleri. bir ya da daha fazla odanın varlığına işaret eder; bazı
Müşteri yorulup oturmak isterse ya da yiyeceğin yanı müşteriler duvarlara gururla hanın sahibiyle yattıklarını
sıra eğlence de arıyorsa popina’ya giderdi.13 Bunların yazmışlardır.18 Bu tür veriler Roma İmparatorluğu’nun
da tezgâhları ve basamaklı rafları vardı, ancak, sokak- kurucusu olan Augustus’tan başlayarak, her yeni gelen
tan görünüşü snack barlardan biraz farklıydı; yanlarda imparatorun Roma’nın geleceğini düşünerek, ülke için
en az iki küçük oda, yemek pişirmek için kömür fırını, “iyi yurttaşların” yetişmesini sağlamak amacıyla yasalar
masa ve sandalyeleri olan bir yemek odası bulunurdu. çıkarmasının nedenlerini ortaya koymaktadır.19
Daha büyük popina’larda birden fazla yemek odası, ye-
mek yemenin yanı sıra hoşça vakit geçirmek için birkaç İktidar tarafından hafif meşrep bulunan bu mekanların
özel oda ve ihtiyaç için tuvalet de vardı. Antik dönem- menülerine sıkça müdahale ediliyor ve sıkı biçimde de-
de yaşayanlar yemek yerken oturmak yerine uzanmayı netleniyordu. Örneğin Roma İmparatoru Tiberius, bu
tercih ederdi; şehirlerde yemek odalarında, masaların mekanlarda ekmek, kek ve diğer hamur işlerini yasakla-
üç tarafında kanepe yerine sandalye bulunan az sayıda mıştı. Claudius ise pişmiş et ve sıcak suyu yasaklamak-
daha kaliteli popina vardı. Oturarak yemek yemek, fa- la kalmamış, yemek servisi olmayan ve sadece şarap
kirler ya da acelesi olanlar içindi. Bu yerlerin hepsinde hizmeti veren bazı işletmeleri de kapatmıştı. Gaius da
içki en az yemek kadar önemliydi; tümü hem kafe hem benzer bir davranış sergileyerek mekanların bazıları-
de bar işlevi görüyordu. Muhtemelen dükkânlarda ucuz, nı tümden kapatmış, diğerlerinde ise et ve sıcak suyu
yerel şaraplar satılıyordu, ama en mütevazı dükkânda yasaklamıştı. Skandallarıyla ünlü Neron ise diğerlerini
bile daha kalitelisini arayan müşterileri memnun edecek yasaklayarak yalnızca sebze yemeklerine izin verirken,
şarap bulunurdu.14 Vespasianus sadece bezelye ve fasulyeye izin vermiş-
ti. 20 İmparatorlar bu mekanlar üzerine olumsuz düşün-
Duvarlara asılı olan kandiller bu barların geceleri hiz- celerinde yalnız değillerdi. Çünkü popina’ların müda-
met verdiklerinin kanıtlarıdır. Bazı popina’ların hiç ka- vimleri toplum tarafından da küçümsenir, infames (aşırı-
panmadıklarına dair düşünceler de bulunmaktadır. lığa kaçanlar, ayak takımı) olarak adlandırılırdı. Bunların
Pompeii’deki popina’larda bulunan zarlar ve zar kutu- genelev sahipleri, aktörler, gladyatörler, simsarlar, ku-
ları, bu mekânlar ile kumar arasındaki ilişkiyi de orta- marbazlar, hırsızlar ve fahişeler gibi meslek sahipleri ol-
ya koyar. Bu mekânların kumar oynattıklarına ve mü- duğu düşünülürdü. Dolayısıyla bu mekanların toplumun
davimlerinin önemli bir kısmının kumarbaz olduklarına huzuru, ahlakı, sağlığı ve güvenliği için denetlenmesi
dair çok sayıda yazılı kaynak bulunmaktadır. Bu veriler iktidar nezdinde bir zorunluluk arz ediyordu. 21
iktidarın bu mekanları tehdit olarak algılamasının en
büyük nedenleri olmalıdır.15 Popina’lar gibi caupona’lar Bu mekanlardaki menü üzerine uygulanan bu kısıtla-
da Romalılar nezdinde tekin yerler değildi. Fonksiyon ma ve yasaklamaların en ilginç noktalarından birisi de
olarak birbirlerine çok benzeyen bu iki mekânın en sıcak su yasağıydı. Yaygın biçimde bilinmektedir ki,
OCAK-ŞUBAT-MART GASTRO 31
Disiplinlerarası
Antik Yunan ve Roma kültürlerinde insanlar şarabı asla birlikte eğlence de vadeden yeme-içme ve konaklama mekanları
sek içmez daima su karıştırırlardı. Hatta susuz içenler ortaya çıkmıştı. Örneğin Antik Yunan döneminde büyük küçük
her kasabada eğlence peşindeki ziyaretçiler için kapeleia ya da
“barbar” olarak aşağılanır, görgüsüzlükle suçlanırdı. Bu
potisteria, yani içki dükkânları vardı. Bunlar yalnızca içki değil,
yüzden özellikle popina’larda tezgah üzerinde sürekli yemek de sunar, kumar oynatır ve dansçı kızlar bulundururdu.
su kaynatan kaplar bulunurdu. Müşterilerin özellikle kış Çoğu son derece mütevazıydı, ancak pek nezih bir hizmet sun-
günlerinde sıcak su katılmış şarap içmeyi tercih ettikleri mazlardı, bakınız L.Casson, Antik Çağda Seyahat, çeviren Nalan
bilinmekteydi. Yaz günü karla22 karıştırılan şarabın kış Özsoy, MB Yayınevi, 2008, s.79-80.
8. Büyük bir imparatorluk sistemine sahip olan Roma’nın kimi
aylarında sıcak suyla karıştırılması bu mekanların hiz-
kentleri metropole dönüştüğü için yeme-içme mekanlarının da
metleri arasındaydı. Bu nedenle imparatorlar sıcak suyu bir hayli geliştiği ve farklı içeriklerle hizmet vermeye başladık-
da bu mekanların bir cazibesi olarak görmüşler, kısıtla- ları bilinmektedir. Roma’da pek çok çeşitte han bulunmaktaydı:
ma yoluna gitmişlerdi. 23 Mansiones, kraliyet mensuplarını ağırlayan hanlar idi. Bu hanlar-
da mutlaka mutfak ve yemek odası bulunurdu. Tationes, yol de-
netleme noktaları ya da küçük garnizonlar gibi algılanan hanlar-
Genellikle artı ürün ve besin kaynaklarının dağıtım ve
dı. Bu hanlarda yol polisleri de bulunurdu. Mutationes, yolcuların
kontrolünü elinde bulundurmakla başlayan “iktidar” erzak, at ve değişik ihtiyaçlarını değiş-tokuş yapabilecekleri veya
mefhumu, zaman içerisinde doğrudan beden üzerinde satın alabilecekleri konaklama imkânı sunan mütevazı hanlardı.
odaklanmış, ihtiyaç duyduğu toplumsal yapıyı kendi Bunların hepsi yol üstü hanlarıydı. Kentler ve kasabalar içinde
ideolojisine uygun olarak üretmeye soyunmuştur. Ve de benzer hizmeti veren yapılar bulunmaktaydı: Stabulum, şehir
hanları. Mutlaka bir mutfağa ve yemek odalarına sahiptirler ve
bedenin yakıtı olan besin, iktidarın her zaman elindeki
sadece hanlarda kalanlara hizmet vermezlerdi. Kentin sakinleri
en güçlü politika alanı olagelmiştir. Tarihte de önemli de yemek ve eğlenmek için bu hanları tercih edebilirlerdi. Bu
örnekleri olmakla birlikte günümüzde özellikle toplumu nedenle de dışarıdan gelecek müşteriler için doğrudan sokağa
oluşturan her bireye ulaşacak iletişim araçları sayesin- açılan bir kapıları mutlaka olurdu. L. Casson, 2008, s.182-190.
de iktidar, besinler üzerinden biyopolitika yapmakta ve 9. Roma İmparatorluğu sınırları içinde Yunanistan ve Anadolu
topraklarındaki kentlerde ağırlıklı olarak Yunanca konuşulurdu.
kendi ihtiyaç duyduğu bedenlere sahip bireyler üret-
Duyurular genellikle çift dille yapılırdı. Bununla birlikte İtalya
mek istemektedir. sınırları içinde konuşulan dil Latince idi.
10. Bugünkü taverna kelimesi ve mekânının orijini olan bu işletme,
hem bir dükkân hem de bir bar olarak işlev görmekteydi. Bunlar
genellikle içinde taş tezgâh olan tek bir oda biçimindeydi. Bu
1. Bu konuda geniş bir okuma ve bilgi için bakınız, Toplum ve Bilim, işletmelerde genellikle kuru yiyecek maddeleri bulunurdu: Tahıl,
Biyopolitika-Biyoiktidar, sayı 122, 2011, Kış. meyve, fındık, baklagiller vs. Herculaneum’da yapılan kazılarda
2. Augustus, imparator olduktan kısa süre sonra, Roma’ya dışarı- çok sayıda taberna açığa çıkarılmıştır. Buralarda pancar ve nohut
dan göçlerin artmasıyla ülkenin geleceğinden endişe duyma- da ele geçirilmiştir. Tabernaların arkasında mutfak ve tuvalet gibi
ya başlamıştı. Bu nedenle de Roma yurttaşı kimliğini taşıyan servis odaları bulunurdu. Tabernalar, konum olarak genellikle
Romalıları evlenmeye ve çok çocuk yapmaya teşvik etmek cadde ve sokakların kesişme noktalarında yer alırdı. Kazılarda
amacıyla Lex Iulia (MÖ 18) ve Papia Poppaea (MÖ 9) yasalarını jambon, sosis, sebze gibi besin maddelerinin kalıntılarına rastlan-
çıkarmıştı. Buna göre, Roma’da yaşayan yurttaşların, en az üç mıştı. J.P.Alcock, Food in the Ancient World. Greenwood Press.
çocuk sahibi olmaları koşuluyla bazı ayrıcalıklara sahip olması 2006,s.126.
mümkündü. Bu koşullara sahip olan yurttaşlar devletin koruması 11. Roma’da bu işletmelerin yanı sıra deversorium, hospitium, stabu-
altına giriyorlardı. Bu yasalar hakkında daha fazla detay için lum gibi bugün otel anlamına gelecek mekânlar da bulunmak-
bakınız, Diler Tamer, Augustus Çağında Cinsel Suçlar ve Lex Iulia taydı. Bu konuda detaylı bilgi için G.Hermansen, Ostia: Aspect
de Adulteriis Coercendis. Homer Yayınları, 2007. of Roman City Life. University of Alberta, 1981, s.125.vd.
3. M.Foucault, Cinselliğin Tarihi II, çev. Hülya Tufan, Afa Yayınları 12. Pompeii’deki bu mekanların gladyatör oyunlarının oynandığı
1994, s.167. yerler, hamamlar, kent kapıları çevresinde yoğunlaştıkları kent
4. R.Jackson, Roma İmparatorluğu’nda Doktorlar ve Hastalıklar, planlarından anlaşılmaktadır. S.H.Katz (ed) Encyclopedia of
çev. Şenol Mumcu, Homer Kitabevi, 1999, s.33. Food and Culture. Vol.3: Obesity to Zoroastranism. Thomson,
5. R.I. Curtis, Ancient Food Technology, Brill, 2001,s.397. 2003, s.180.
6. Bu tip yerler hem halk sağlığı açısından hem de toplumun ahlaki 13. Pompeii kentinde yapılan çalışmalarda popina’ların temel
tasavvuru açısından sık sık denetlenirdi. Özellikle kentlerde yaşa- fonksiyonları ortaya konmuştur. Bu yapılar temelde içki ve sıcak
yan elit Romalılar bu mekânlardan büyük rahatsızlık duyarlardı. yemek sunan dükkânlardı. Popina’ların önünde dolia denilen
Kendilerinin ikamet ettikleri muhitlerde bu türden mekânların bir bar bulunmaktaydı. Üzerinde sabit testi ve amforaların
işletilmesine hoş bakmazlar onların denetlenmesi ve yasaklan- bulunduğu bu barda şarap servisi yapılmaktaydı. Bu kaplardaki
ması için sık sık şikâyet ederlerdi. Öte yandan Roma devleti de şarap boşaldıkça da içeriden yeni şaraplar getirilip bu kaplara
sıkça çıkardığı yasalarla toplumsal düzen ve ahlakın gelişti- boşaltılmaktaydı. Barın sonunda küçük bir ocak bulunuyordu.
rilmesine gayret etmekteydi. Bu mekânlar da çıkan yasaların Bir popina’da bu ocağın içinde bir pasta tabağı bulunmuştur. Bu
içeriğine uygun olarak değişimlere uğramakta ve belediyenin bu buluntu bu barların modern zamanların snack barları gibi hizmet
tür mekânları denetlemek ve yasaları uygulamakla ilgili görevli verdiklerini anlamak için yeterlidir. Ayrıca tezgâhta içinde yemek
memurları bulunmaktaydı. O.F.Robinson, Ancient Rome: City olduğu anlaşılan çok sayıda çömlek ele geçirilmiştir, L.Casson,
Planning and Administration. Routledge, 1996, s.135vd. 2008, s.191-193.
7. Deniz aşırı yolculukların ve karadan yapılan seyahatlerin baş- 14. L.Casson, 2008, s.191-193.
langıcından itibaren insanların yer değiştirmeye başlamasıyla 15. R.Laurence, 1996, s.67,71. kumar oyunları genellikle zar atma
32 GASTRO OCAK-ŞUBAT-MART
Disiplinlerarası
OCAK-ŞUBAT-MART GASTRO 33
Disiplinlerarası
Dr. Tülin Ural
KÜRESELLEŞME
ÇAĞINDA GIDA
GÜVENLIĞI VE YENI
AKTÖRLER
Tüm bu karmaşık tarihsel gelişmede, küreselleşme sü- Tüm bu süreçler ise yediklerimiz ve içtiklerimiz etrafın-
reci gıdanın üretimi, dolaşımı, denetimi ve tüketimi üze- daki kültürel, bilimsel ve politik tartışmalarda gözle gö-
rinde çok derin izler bırakmıştır. Küreselleşme süreci rülür bir canlanmaya, hem bir söylem hem de bir pole-
içinde gelişen iletişim ve ulaşım teknolojileri, ulus üstü mik patlamasına yol açmıştır5. Ulus devlet kurumlarının
şirketlerin oluşması ve yeni işletme tekniklerinin yaygın- zayıflaması ve gıda genetiğindeki bilimsel sıçramaya
laşması, ulus devlet ve kurumlarının etkinlik kaybetmesi bağlı olarak şekillenen gıda güvenliği sorunu, tüm bu
ve yeni ticaret anlaşmaları ile kendini gösteren uluslara- tartışma alanının en can alıcı, en can yakıcı ve popüler
rası dengeler gıda alanını yeniden düzenlemiştir. Sonuç konusu olarak durmaktadır. Başka bir deyişle, küresel-
olarak bu gelişmeler gıda üretim sistemlerini esnekleş- leşmenin beslenme ve gıda rejiminde yarattığı devasa
tirmiş, yeni topraklarda daha yüksek kâr arayışını kam- dönüşümün, büyük bir fırsat (hatta devrim) olarak mı
çılamış ve tarım ürünlerinin çok daha serbest şekilde algılanması gerektiği yoksa insanlığın daha önce hiç
dolaşmasını mümkün kılmıştır2. Sonuçta yerel ekono- karşılaşmadığı ölçüde derin bir krize (hatta tehdide) mi
miler küreselleşen gıda sektörünün yönelimlerine göre işaret ettiği sorusunun merkezinde ‘gıda güvenliği’ so-
şekillenmiş, yerel bitki çeşitliliği küresel talepler karşı- runu durmaktadır.
sında kaybedilmiş, yerel nüfuslar kıtlık tehlikesiyle karşı
karşıya kalmıştır3. Tarım işçilerinden market kasiyerle- Gıda güvenliği meselesi iki temel boyutta ele alınabi-
rine uzanan geniş çeşitlilik içinde -ve çoğunluğunu ka- lir: Gıdaya erişim (yani kıtlık ve açlığın önlenmesi) ve
dınların oluşturduğu- bir işgücü de giderek esnekleşen sağlıklı gıda (yani GDO etrafındaki kuşkulardan AB
34 GASTRO OCAK-ŞUBAT-MART
Disiplinlerarası
standartlarına da uzanan bir çeşitlilikte şekillenen tar- uygulanması. Bu bağlamda AB’de gıda mevzuatının uy-
tışmalar). gulanmasına ilişkin en önemli araçlardan biri Beyaz Ki-
tap olup, Avrupa Komisyonu tarafından 12 Ocak 2000
Sürdürülebilir tarım politikaları ve etkili denetim yolu ile tarihinde yayınlanmıştır. AB’de gıda denetimi alanında
gıdaya (daha doğrusu sağlıklı gıdaya) erişim giderek, çalışan belli başlı kurumlar ise şöyle sıralanabilir: Tüketi-
tarım bakanlıkları benzeri ulus devlet kurumlarının etki- cinin Korunması ve Sağlık Genel Müdürlüğü / DG SAN-
sinden çıkarak uluslararası kuruluşların, elbette piyasa CO (tüketici çıkarlarının ve insan sağlığının korunma-
ajanlarının, sivil toplum örgütlerinin ve bağımsız de- sı ve geliştirilmesi), Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi /
netim kuruluşlarının etkisi altına girmektedir. Örneğin EFSA (topluluk mevzuatı ve politikaları için bilimsel tav-
Dünya Bankası ve IMF gibi kurumların dağıttığı finansal siye ve bilimsel ve teknik destek sağlayan ve bu yönde
destek, tarımsal üretimi şekillendirmektedir; Birleşmiş kararlarını Avrupa Komisyonu Sağlık ve Tüketiciyi Ko-
Milletler Tarım ve Gıda Örgütü de II. Dünya Savaşı’nın ruma Direktörü’ne görüş sunan bağımsız bir kuruldur),
bitiminden bu yana tarımın modernleştirilmesinde Gıda ve Veterinerlik Ofisi / FVO (gıda güvenliği, hayvan
önemli rol oynamıştır. Dünya Ticaret Örgütü ve serbest sağlığı, hayvan refahı ve bitki sağlığı alanlarında Top-
ticaret antlaşmaları ise gıda mübadelesinin yönünü be- luluk mevzuatının uygulanmasını sağlar), Gıda ve Yem
lirlemektedir. Aynı zamanda, ulus aşırı şirketler dünya Hızlı Alarm Sistemi / RASFF (gıda güvenliği açısından
tarım ve gıda piyasasını yönlendirmekte ve yukarıda ortaya çıkabilecek tüm tehlikelere karşı tüketiciyi koru-
adı geçen kurumlar ve hukukî düzenlemeler üzerinde mak ve üye ülkeler arasında hızlı bilgi alışverişi sağla-
muazzam belirleyici bir rol oynamaktadırlar. makla yükümlüdür) ve Tehlike Analizi ve Kritik Kontrol
Noktaları / HACCP (özellikle halk sağlığını tehlikeye
Bu bağlamda, tarım ve gıda ile ilgili meseleler siyasal atabilecek üretimin engellenmesi hedeflenmiştir)8 .
sorumluluğa sahip aktörlerin etkisinden çıkmakta ve
teknokratik aktörlerin ya da piyasa aktörlerinin etkisi al- Görülüyor ki; AB’de temel eğilim, tarım politikalarını
tına girdikçe, hiç değilse ilk bakışta, siyaset dışı bir alana ortaklaştırmak ve gıda ürünleri için ortak bir pazar ya-
doğru itildikleri yönünde bir sanrı yaratılmaktadır. Oysa ratmak fikri üzerinde yükselmektedir. Böylelikle tarım
gerçeklik hiç de böyle değildir: Tarım alanındaki karar- ve gıda ürünlerinin uluslararası piyasalarda da rekabet
lar sonucunda halen birileri kaybetmekte, birileri kazan- edebilme kapasitesinin artırılacağı varsayılmaktadır.
maktadır. Üstelik bu kararlar halen müzakere, pazarlık Bu bağlamda yasal düzenlemenin (EC Madde 28) ana
ve mücadelelerle şekillenmekte; tüm bu süreçlerde prensibi herhangi bir AB ülkesinde satılabilen bir malın
güçlü olanın daha çok sözü geçmektedir. Örneğin, gü- diğer tüm ülkelerde satılabilmesidir. İşte bu temel pren-
nümüzde ticaret antlaşmaları, eski gümrük vergilerinin sip etrafındadır ki, tüm üye ülkelerde asgarî kalite koşul-
yerine geçmekte ve dayatılan uluslararası standartlar larının sağlanması hedeflenmiştir.
ve kotalar yerel tarımı ciddi şekilde tehdit etmektedir.
Farklı ülkeler de bu tür uluslararası kurumlardan ken- Ancak bu düzenlemeler beraberinde bir standartlaş-
di tarım politikalarını destekleyecek kararların çıkması mayı da getirmiş ve üye ülkelerin zengin çeşitliliğinin
yönünde faaliyet yürütmektedirler6. Dolayısı ile tarımsal bu durumdan olumsuz etkilenebileceği fark edilmiştir.
üretim ve gıda denetimi ile ilgili kararlar hiç de sadece Kaldı ki, kalite standartlarının küçük ölçekli üreticiler
teknik zorunluluklara ya da piyasa gereksinimlerine da- için de geçerli olması birçok bağlamda yerel üretimi
yanmamakta, halen siyasal bir içerik taşımaktadır. olumsuz etkilemiştir 9. Zirâ bu standartları karşılayacak
düzenlemelerin hayata geçirilmesi küçük üreticilerin
Bu çerçevede Avrupa Birliği, gıda denetimi mesele- sınırlı sermayesi ile bir hayli güçtür. Üstelik üye ülkeler
sinde ilginç bir örnek teşkil etmektedir. Öncelikle Av- de ekonomik güçleri açısından eşit değildir ve bu, daha
rupa’da (ve Dünya’da) özellikle gıda işletmecileri tara- yoksul ülkelerdeki küçük üreticileri, daha zengin ülkele-
fından gönüllülük esasına dayalı olarak uygulanan ve rin rekabeti karşısında korumasız bırakmaktadır.
tüketici tercihinde önemli etkisi olan, EN ISO 22000
Gıda Güvenliği Yönetim Sistemi ya da EN ISO 22005 Bu sebeple AB, serbest piyasa fikri ile çelişmesine rağ-
Yem ve Gıda Zincirinde İzlenebilirlik benzeri kalite stan- men, üye ülkelerin özel yerel üretimini ve üreticilerini
dartları gıda denetiminde önemli rol oynamaktadır. Ay- korumaya yönelik bir program başlatmıştır. Bu bağ-
rıca Avrupa Birliği bir dizi ortak yasal düzenleme ile de lamda bazı ürünler Ortak Tarım Politikası’nın istisnaları
gıda güvenliğini denetlemektedir7. Bu yasal mevzuat iki olarak tescillenmiştir10. Böylelikle ‘geleneksel’ gıda üre-
temel hedef etrafında gelişmektedir: Topluluk içinde ticileri ürünlerini, ya üretildikleri bölgeye ya da üretim
arz edilen gıdanın güvenli olması ve gıda güvenliğinin, yöntemine göre tanımlanan üç özel kategoriden biri
menşe ülkeye bakılmaksızın, tüm AB’de aynı standartta altında tescilleyebilmekte ve sahtecilik ve taklide karşı
OCAK-ŞUBAT-MART GASTRO 35
Disiplinlerarası
koruyabilmekte; özel fiyat politikaları uygulayabilmek- tirilen politikalara kolektif olarak katılmasını sağlamak,
tedirler11. bu sayede mümkün olacaktır.
İşte tam da bu ürünler, ulusal kimliğin önemli bir unsuru 1. Devlet doğrudan düzenleyici kurumları ile olduğu kadar sömür-
gecilik politikaları ya da topyekün seferberlik gibi yollarla da
olarak tanımlanmaktadır. Ayrıca AB’nin ulusal işaretle-
gıda mübadelesi üzerinde, bilinçli ya da hesaplanmamış birçok
me programı da gıdanın ulusal kimliğin önemli bir par- uzun vadeli etki bırakmıştır.
çası sayılmasında etkili olmaktadır12. Bu anlamda tescilli 2. Lynne Phillips, “Food and Globalization”, Annual Review of
ürün sayısı açısından üye ülkeler arasında, önemli fark- Anthropology, Cilt 35 (2006), s.39.
lar gözlenmektedir. İtalya, Fransa, İspanya, Portekiz, 3. W.Murray, “The second wave of globalization and agrarian chan-
ge in the Pacific Islands”, Journal of Rural Studies, Cilt 17 (2001),
Yunanistan ve Almanya diğer tüm üye ülkelerden çok
s.135-48.
daha fazla ürün tescilletmiştir. De Soucey ülkeler ara- 4. Küreselleşme sürecinin etkileri ile ilgili derli toplu bir diğer
sındaki bu farkı, AB süreci öncesinde de yerel ürünlerin değerlendirme için bk: Pamela Goyan Kittler, Kathryn P. Sucher,
tanımlanması ve korunması yönünde politikalar geliş- Marcia Nahikian Nelms, Food and Culture, s.11-12.
tirmiş olup, benzeri programları zaten hayata geçirmiş 5. Sosyolog George Ritzer tüm bir küreselleşme sürecini gıdaya
gönderme yapan bir analoji ile Mcdonaldizasyon olarak kavraya-
olmaya bağlar13. Ancak bu tescil programı aynı zaman-
bileceğimizi iddia etmiştir. Öyle ise küreselleşme ile beraber neyi,
da, erken davranamayan bazı ülkelerin de dışlanmasına nasıl yediğimiz aynı zamanda süreci tanımlayan bir sembol işlevi
ve ülkeler arasında ‘özgün ürün’ konusunda çatışma- de görmüştür, George Ritzer, The McDonaldization of Society,
ların oluşmasına yol açmaktadır. Sonuç olarak bu tür (1993), Pine Forge Press.
tescilleme programları, hem serbest piyasa içinde özel 6. Bu anlamda ulus devletler, soğuk savaş yıllarındaki kadar özerk
olamasalar da aslında halen alanın çok etkili bir aktörüdürler.
istisnaların oluşabileceğini hem de kültürel faktörlerin
7. AB’deki yasal düzenlemeler ve kurumsal altyapı için bk. İzmir
piyasa koşullarını belirlemekteki etkisini göstermesi Ticaret Odası, AB Gıda Güvenliği Politikası ve Türkiye raporu
açısından ilginçtir. Ayrıca devletin nasıl halen piyasaya, ve Türkiye Gıda Sanayi İşverenleri Sendikası Başkanı Necdet
ideolojik bir aktör olarak müdahale edebileceğini kanıt- Buzbaş tarafından, Edinburg’da, 13-14 Eylül 2010 tarihinde
lamaktadır. düzenlenen 28.Türkiye-AB Karma İstişare Komitesi Toplantısı’nda
sunulan Türkiye ve AB’de Gıda Güvenliği: Ortaklığın Sinerjisi adlı
rapor.
Esasen son yıllarda yaşanan (deli dana paniği, GDO tar- 8. 2009 RASFF bildirisinde Türkiye, 278 alarm bildirimiyle Çin’den
tışmaları, alerjik gıdalar, hayvansal ürünlerde hormon sonra en çok ikaz alan ikinci ülke olmuştur. Dolayısıyla ülkemiz
kullanımı gibi) krizler sonucu, gıda denetimi sorunu önünde, gıda denetimi alanında kat edilmesi gereken uzun bir
kamuoyunda yoğun tartışmalara ve endişelere sebep yol uzanmaktadır. Türkiye’de tarım ve gıda üretimi alanında
küçük ölçekli işletmelerin sayısının fazlalığı düşünüldüğünde
olmaktadır. Bu durum, özellikle yasal mevzuatla ilgili
bu yol çok daha çetrefil bir hal almaktadır. İspanya’nın dönem
düzenlemelere duyulan ilgiyi artırmıştır. Ayrıca giderek başkanlığının son günü olan 1 Temmuz 2010 tarihinde, Türkiye
yükselen turizm de mutfak kültürleri ile ilgili genel bilgi için, müzakerelerde 12 numaralı ve uyumlulaştırılması en zor
düzeyimizi artırmaktadır. Tüm bu yeni koşullar insanları, başlık olan “Gıda Güvenliği, Veterinerlik ve Bitki Sağlığı” faslının
Slow Food ve benzeri örgütlenmeler yolu ile gıda poli- açılması oybirliğiyle kabul edilmiştir.
9. Örneğin pastörizasyon zorunluluğu çiğ sütle üretilen peynirlerin
tikalarını etkilemek için yeni yollar aramaya itmektedir.
AB piyasalarından silinmesine yol açmıştır. Aynı şekilde sakatatla
Ancak bu tür hareketler de çoğu kez yalnızca kentli ve ya da pişmemiş etle yapılan yiyecekler de bu durumdan etkilen-
eğitimli seçkinlere ulaşmakta ve etkileri ancak, organik miştir.
gıda gibi yeni (ve pahalı) piyasaların gelişmesi ile sınırlı 10. Aslında serbest piyasaya yönelik istisnalar fikri ilk kez kültürel
kalmaktadır. Dolayısıyla bu tür girişimler, kentlerde son ürünler alanında ortaya atılmıştır. Böylece ulusal kültüre özgü
öğeleri (örneğin filmleri), piyasanın güçlü aktörleri karşısında
derece sağlıksız beslenen geniş yoksul kesimlere ulaşa-
korumanın mümkün olabileceği düşünülmüştür. Dolayısıyla bu
mamakta ya da kırlardaki köylü hareketleriyle birleşe- adımın ardında küreselleşmenin ve özelde de AB projesinin ho-
memektedirler. mojenleştirici etkileri olabileceğinin teslim edilmesi fikri yatar.
11. Tüm bu tescilleme süreci ve bunun ulusal kimliğin bir par-
Sonuçta, gıda üzerine haberlerin yaygınlaştığı ve gıda çası sayılması ile ilgili olarak bkz. Michaela DeSoucey,
“Gastronationalism: Food Traditions and Authenticity Politics in
ve mutfak ile kurduğumuz ilişkinin yaşam biçimimiz,
the European Union”, American Sociological Review (Haziran
politik görüşlerimiz, ekonomik sınıfımız ve millî kimli- 2010), Cilt 75, No. 3, s.432-455.
ğimiz üzerine işaretler taşıdığı bir dünyada yaşıyoruz 12. Bu bahiste, ülkemizde Metro Toptancı Market’in coğrafî işaretle-
artık. Öyle ise, Guptill ve Wilkins’in önerdiği gibi, belki meye katkılarını hatırlatmak ve elinizdeki derginin 79. Sayısında
de artık ‘gıda tüketicisi’ ya da ‘üreticisi’ kategorilerini Türkiye’de coğrafî işaretleme konusunun, birçok yazı ile geniş bir
çerçevede ele alındığını belirtmek yerinde olacaktır.
bir yana bırakıp ‘gıda yurttaşı’ kavramını kullanmamızın
13. DeSoucey, agm.
vakti gelmiştir14. Güvenli gıdaya erişimi sadece seçkin- 14. Guptill&Wilkins, “Buying into the food system: Trends in
lere değil, herkese yönelik temel bir hak olarak tanım- food retailing in the US and implications for local foods”,
layabilmek ve biz sıradan insanların da bu alanda geliş- Agriculture and Human Values (Mart 2002), Cilt 19/1, s.39-51
36 GASTRO OCAK-ŞUBAT-MART
OCAK-ŞUBAT-MART GASTRO 37
Disiplinlerarası
Sezin Öney
OKUL YEMEĞI
POLITIKALARI: GELECEK
NESILLERIN KALPLERI,
ZIHINLERI VE MIDELERI
IÇIN DUMANI ÜZERINDE
TÜTEN POLITIK SAVAŞ
“Her şeyin başı eğitim”; günlük hayatımızda sıklıkla ülkeleri olmak üzere dünyada birçok ülkede “olmazsa
karşımıza çıkan bu söz, dünya genelinde, öğrencilerin olmaz” varsayılan devletin sosyal hizmetleri arasına
beslenme alışkanlıkları için de geçerli bir tezi ortaya girmiş durumda. Ve artık, dünya genelindeki güncel
atıyor. İkinci Dünya Savaşı’ndan beri, devlet tarafından gelişmelere bakıldığında, sadece devletin okul yemeği
dünya genelinde “okul yemeği” hizmeti verilmesi hakkını verip vermemesi ve devletin, öğrencilerin,
giderek yaygınlaşıyor ve bu konuya yönelik hükümet sağlıklı beslenip beslenmemesini sağlamakla ilgilenmesi
politikaları, gittikçe hararetlenen bir siyasi tartışmaya kadar, onlara sağlıklı beslenmeyi nasıl öğretebileceği ve
dönüşmüş durumda. doğru yeme-içme alışkanlıklarını nasıl edindirebileceği
de tartışılıyor. Öte yandan, her ne kadar herkes
“Okul yemeği”ni, öğle yemeği zamanı, çocuklara gelecek nesillere en iyi imkânların sağlanması gerektiği
devlet tarafından, karşılıksız olarak tedarik edilen konusunda hemfikir olsa da ekonomik tartışmalar ve
yemek olarak tanımlayabiliriz. İlkokuldan liseye tüm okul yemeklerinin maaliyeti meseleleri sıklıkla gündeme
temel eğitim sınıflarında, öğrencilere öğle yemeği geliyor.
verilmesi, aslında modernleşme ve endüstrileşme ile
beraber okullaşmanın arttığı 20. yüzyıl başından beri Dünya uygulamasına bakıldığında, 1945 sonrası Batı
gündemimizde. Yüzyıllık tarihine rağmen, dediğimiz dünyasının her tarafında vazgeçilmez hale gelen,
gibi, okul yemeği, İkinci Dünya Savaşı ertesi, başta Batı bugünse Çin’den Nijerya’ya, Hindistan’a kadar dünyanın
38 GASTRO OCAK-ŞUBAT-MART
Disiplinlerarası
büyük bir kısmında okul yemeği devlet tarafından Eğitim Kanunu’nun çıkarılması ile beraber okullarda
sağlanıyor. Peki ya Türkiye? yemek verilmesi meselesi, ilk kez, yasalarla korunacak
bir hak olarak görülmeye başlandı. Çocukların yetersiz
Türkiye’de, konu yıllardır devlet gündeminde; ama beslenme nedeniyle çelimsiz, sağlıksız oldukları ve bu
kamuoyunda bu konuda, diğer ülkelerin aksine, canlı durumun toplumsal bir sorun oluşturduğu düşüncesi
bir tartışma ortamı yok. Devletin açısından 2012’den yaygınlaştı ve kamuoyu çapında genel manada kabul
itibaren aralıklı olarak, devletin öğrencilere okul yemeği görür hale geldi. Öncelikle, çalışan sınıfın çocuklarının
sağlaması gündeme geldiyse de konu hep askıda okullaşma oranının yaygın olduğu Manchester gibi
kaldı; bunun ardında yatan neden ise, bana kalırsa, kentlerde, 19. yüzyıl son çeyreğinde, devlet kaynakları
kamuoyundaki ilgisizlik. Türkiye gündeminin yoğunluğu ile sağlanmaya başlanan okul yemekleri 20. yüzyılın
içerisinde, devletin öğrencilere bedelsiz yemek temin başına gelindiğinde, hükümetlerin politikalarında
etme yükümlülüğüne sıra bir türlü gelemiyor. Bu gibi öncelikli bir konuya dönüşmüştü bile. Örneğin, 1906’da
bir hakkı garanti altına alma yükümlülüğü de devlete işbaşı yapan liberal hükümet, okul yemeklerinin
bırakılınca, harekete geçilmiyor. Geçtiğimiz yıllarda, “güçlü bir Britanya” için şart olduğunu öne sürerek bu
ekonomik olarak zaruret içindeki öğrencilere yemek konuda politikalar benimsedi ve yerel yönetimleri, okul
sağlanması konusunda bazı düzenlemeler yapıldıysa yemeklerine yatırım konusunda teşvik etti.
da ülke genelindeki tüm öğrencilere yemek verilmesi
gibi bir uygulama için Türkiye beklemede ve daha da Britanya örneğinde, 20. yüzyılın ilk yarısındaki öncelik,
öyle kalacak gibi gözüküyor. Oysa, dünya bu açıdan fakir çocukların okul yemeklerinden karşılıksız olarak
Türkiye’ye tur bindirerek, öğrencilere sabahları da yararlanmasıydı. İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna
kahvaltı verilmesi projelerine yönelmeye başladı bile. gelindiğinde, en fakir yüzde %15’lik kesimden gelen
öğrencilere bedava yemek dağıtılıyordu; geri kalan
Şimdi, bakalım küresel çapta başlıca resmi uygulamalar öğrencilere ise yemekler kar amacı güdülmeden sadece
nedir, tartışmalar nasıl biçimleniyor ve okul yemekleri maliyet bedeli alınarak yemek temin edilmekteydi. Okul
politikalarının şaşırtıcı ölçüde hareketli tartışmalara yemeğinin tüm öğrenciler için bedelsiz bir hak haline
sahne olan, hararetli dünyasında neler oluyor. Ders zili gelmesindeki en önemli dönüm noktası, 1944 Eğitim
çalıyor, haydi; özellikle dünyanın belli başlı iki önemli Yasası oldu. Yukarıda da vurguladığımız gibi bu kanun,
örneğine, Britanya ve ABD’ye odaklanarak, okul okul yemeklerinin yerel yönetimlerce sağlanmasını,
yemeklerine ilişkin farklı politikaları büyüteç altına Britanya çapında yasal olarak mecburi hale getirdi.
almaya başlayalım.
1980’ler ise Margaret Thatcher iktidarının, okul
Britanya ve ABD: Politik savaş alanı olarak yemekleri konusunda geri adım attığı ve tüm
okul yemekleri öğrencilere sağlanmaları konusunda devletin verdiği
Britanya ve ABD, dünyada okul yemeği konusuna ilk “yasal güvence ve zorunluluğu” kaldırdığı zamanlardı.
eğilen ve hala da en çok önem veren ülkelerin başını 1940’lara ait Eğitim Bakanlığı belgeleri ve açıklamaları
çekiyor. Okul yemeği konusunda en ciddi ve derin “Okul yemekleri, çocukların iyiliği ve beslenmesi için,
tartışmaların yapıldığı ülkeler hangileri derseniz; gene ulusal politikamızda hayati yer tutmaktadır.” derken,
Britanya ve ABD baş sırada. 1940’lardan beri, gerek 1980’deki Eğitim Yasası’nın vurguladığı pozisyon, “kamu
Britanya gerekse de ABD’de okul yemekleri sosyal ve kaynakları neden ihtiyacı olanlar dışındaki öğrencilere
politik yaşamın ayrılmaz bir parçası olarak görülüyor. yemek temin etmek için harcansın” oldu. Thatcher
Bir anlamda, alt, orta ve üst sınıf için okul yemeği dönemindeki yasa ile yarım yüzyıllık bir sosyal hak ve
kavramı, okula ayak basan herkesin; yani hemen tüm bir yüzyıla yakın oluşum tarihi olan bir politika, deyim
toplumun ortak paydası bir kavram. yerindeyse, çöpe atılmış oldu.
Britanya’da, okul yemeklerinin yerel yönetimler kanalıyla, Britanya tarihine bakıldığında gerçekten de 1940’lar
kamu bütçesinden karşılanması daha İkinci Dünya Savaşı sosyal hakların ve sosyal devlet kavramının çıkış
sürerken kararlaştırılmıştı. 1944’ten itibaren de tüm yaşadığı bir dönemdi; 1980’ler ise tam tersi. Diğer bir
okullarda, devletin belirlediği beslenme standartlarına deyişle, okul yemekleri de, tıpkı diğer sosyal haklar
uygun yemeklerin sunulması bir zorunluluk haline geldi. gibi dönemsel anlayışlardan ve politik yaklaşımlardan
Aslında, okul yemeği konusu ilk olarak 19. yüzyılın fazlasıyla etkilendi.
ortalarında gündeme gelmişti. O dönemde, okula
giden çocuklara yemek temin edilmesi, bir “yardım”, Britanya’da okul yemekleri konusu, günümüzde
“hayırseverlik” konusu olarak algılanıyordu. 1870’te de, politik olarak sıkça tartışılan konulardan; yani,
OCAK-ŞUBAT-MART GASTRO 39
Disiplinlerarası
Thatcherism’in yarattığı politik değişim sürecinin henüz müphem ama kesin olan şu, Britanya’nın bu
sarsıntıları, bugün bile, tam 30 yılı aşkın süredir devam soruya ilişkin tartışması daha uzun süre devam edecek
ediyor. Thatcher sonrası köklü değişikliklerden biri, gibi…
2010-15’te Liberal Demokrat Parti, Muhafazakâr Parti
ile beraber hükümet kurduğu dönemde, okul yemekleri Son 10 yıla bakıldığında, tartışmaları kızıştıran bambaşka
konusunu özellikle hükümet gündemine aldırdığında bir taraf da var: İşin obesite ve sağlık boyutuna dikkat
gerçekleşti. Belirttiğimiz gibi, 20. yüzyıl başında, çeken ünlü şef Jamie Oliver. Oliver’ın bu konuya nasıl
okul yemeklerini politik gündem haline getirenin müdahil olduğu ve etkisini anlatmadan önce, okul
kendisi Lliberal siyasi çizgi idi. Bu anlamda, Liberal yemekleri ve obesite-sağlık konularının zaman içinde
Demokrat’ların 2015’teki ağır seçim hezimetine kadar nasıl beraber anılır olduğundan bahsedelim.
lideri ve dönemin Başbakan Yardımcısı olan Nick
Clegg, okul yemekleri konusunu partisinin ana gündem Açlık ve zafiyet korkusundan şişmanlık
meselesi haline getirerek bir geleneği devam ettirmiş endişesine
oldu. Clegg’in kendisi siyaset sahnesinde geri plana Thatcher yönetiminin uygulamalarından biri de okul
düşse de onun çabaları sonucunda, 2014 itibariyle yemekleri tedarikinin “Zorunlu Rekabet İhaleleri”ne
İngiltere’deki okullardaki çocuklar öğle yemeklerinde (Compulsive Competitive Tendering) açılmasıydı. Bu
“sıcak yemek yeme” hakkına yeniden sahip oldular. dönemde okul yemekleri paralı hale geldiği gibi, bir
Devlet de, bu yemekler için öğrenci başına 2,30 de özelleştirme sonucu kalitelerinde düşüş söz konusu
Pound para ödemekle yükümlü hale geldi. Ancak, bu oldu. 1944’te belirlenen beslenme standartları, öğle
politika, tüm Britanya için geçerli değil; dahası, ilkokul yemeklerinin beslenme ihtiyacını nasıl karşılaması
çocukları dışındaki öğrenciler, yani “yaşlı çocuklar”, gerektiği üzerine hassasiyetle ölçülüp biçilmiş
ancak ailelerinin yeterli geliri yoksa okul yemeği hakkını kıstasların ortaya konabilmesi için yıllar yılı süren
kazanabiliyor. Yani, İngiltere’deki güncel uygulamaya çabalar verilmiş müthiş bir emek sonucu oluşmuştu.
göre ana sınıfı ve ilkokulun ilk iki sınıfında okul yemeği 1980’de önce, “rekabetin gereği” vurgusuyla okul
hakkı ayrımsız herkese tanınıyor. Şimdi süren tartışma yemeklerine bedelsiz olarak erişen gruplar sınırlandı,
ise diğer sınıflara da bu hakkın tanınıp tanınmayacağı… bununla paralel olarak da okul yemeklerinin tümünün
(kamu desteği olsun olmasın) kalitesini düşüren ‘özel
Bu arada, günümüzde, Galler, İskoçya ve İngiltere’de, sektörden en ucuz teklifi veren ihaleyi kapar’ anlayışı
yani Britanya’yı oluşturan üç yönetim biriminde, yerleşti. 1986’da yasalaşan “Sosyal Hizmetler Kanunu”
birçok alanda olduğu gibi, okul yemekleri konusunda ise bedava yemek hakkı olanların kapsamını iyice
da farklı uygulamalar olduğuna dikkat çekelim. daralttı. Sonuçta, kaybedilen sadece öğrencilerin yemek
Örneğin, 2015 başından beri, İskoçya’daki hükümet hakkı olmadı. Aynı zamanda, öğrencilerin topluca aynı
de ilkokul çocuklarına yemek güvencesi verilmesini menüyü paylaşarak oluşturdukları ortak yemek kültürü
benimsedi. Galler’de ise henüz bu adım atılmadı; de yok edilmiş oldu. Öncelikle, öğrencilere, beslenme
sadece ihtiyacı olan çocuklara yemek sağlanıyor. Gerçi açısından ince elenip sıkı dokunmuş kıstaslarla
“ihtiyaç sahipliği” geniş biçimde tanımlanıyor; yani oluşturulan menüler sunulduğu için öğrenciler hep
bir şekilde devlet desteği almaya hak kazanmışların birlikte yeme-içme konusunda da dolaylı bir eğitimde
(emekliler gibi) çocukları kapsam içinde sayılıyor, görmüş oluyorlardı. Sadece bedava sunulan ve/veya
ama “ihtiyaçtan” bahsedilmesi bile çocuklar arası çok kısıtlı hale gelen öğle yemeklerinin değil, okullarda
sorun yaratabiliyor. “Fakir olarak algılanma” kaygısı, verilen tüm yemek hizmetlerinin özelleştirilmesi
tüm Britanya’daki öğrencilerin öğle yemeği hakkını tüm Britanya genelindeki okullarda, sağlıksız yeme-
kullanıp kullanmama tercihlerini etkileyen bir durum. içme seçeneklerinin de öğrenciler nezdinde ön plana
Bazı öğrencilerin “dışlandıkları”, yoksun gözükmek çıkmasını beraberinde getirdi. Okullarda, yağlı, tuzlu,
istemedikleri için hakları olduğu halde okul yemeklerini şekerli yiyeceklere ağırlık veren menüler, yüksek kalorili
özellikle yemedikleri araştırmalarla da belgelenmiş. ve beslenme değeri düşük atıştırmalıklar, yiyecekler
Gene de, bugün Britanya’nın geldiği noktada, okul ve içeceklerin saltanatı başladı. Çok da trajik biçimde,
öğle yemeklerinin yanı sıra okul kahvaltılarının da 1990’larda ve 2000’lerin başında yapılan araştırmalar,
temin edilmesi konuşulur hale gelmiş durumda. Tıpkı, 1950’lerdeki okul çocuklarının çok daha sağlıklı
19. yüzyılda okul öğle yemekleri konusunda yaptıkları beslendiğini ortaya koyuyordu. Neticede, yukarıda
gibi, hayırseverlik alanında faaliyet gösteren kurumlar, da belirttiğimiz gibi, Thatcher döneminde tarumar
okullara kahvaltı sağlamak konusunda adım atıyorlar. edilen öğrencilere yönelik beslenme standartları,
Zaman içinde, hem kahvaltı hem de öğle yemekleri 1906’dan 1966’ya kadar, yarım yüzyılı aşkın bir süre
tüm öğrenciler için “hak” haline dönüşür mü; bu durum emek, araştırma ve inceleme sonucu oluşmuştu.
40 GASTRO OCAK-ŞUBAT-MART
Disiplinlerarası
Beraberce yenen yemeklerin, toplumsal birliktelik kendisi başarısız olduğunu düşünse de Britanya’da
duygusu yaratması, kültürel ortaklık oluşturması da artık, onun da büyük etkisiyle, okul yemekleri konusu
söz konusuydu; mesela, “school puddings” kavramı, politikanın başlıca gündem maddelerinden ve bu
özellikle okulda beraberce yenen tatlıları anlatan bir durum da değişeceğe benzemiyor. Sadece Britanya’da
kavram olarak Britanya’da popüler kültürün bir parçası değil, başka yerlerde de Oliver gibi ünlü kişilerin okul
oldu senelerce. yemekleri konusunu mesele etmelerinin, kamuoyunda
bilinçlenme ve değişim için örgütlenmeyi de
Okul yemekleri hakkının kaybı ile nelerin de elden beraberlerinde getirdiğini görüyoruz. Örneğin, ABD’de,
gittiğini kamuoyu genelinde bir tartışma konusu haline “First Lady” Michele Obama’nın girişimleri, okul
getirense ünlü şef Jamie Oliver oldu. Oliver, 2004’te yemeklerini ülkenin politik gündeminin başına oturttu.
başladığı “Jamie’nin Okul Yemekleri” (Jamie’s School
Dinners) programında, okulların daha sağlıklı yemekleri Beyaz Saray’ın First Lady’sinin okul yemeği
nasıl yapabileceğini konu etti. Oliver’ın dört bölümlük, kanunu
yaklaşık dört haftalık bir süreçte yayınlanan bu programı 2010’da ABD’de, oldukça tartışmalı bir yasa, Başkan
büyük yankı uyandırdı. Programda Oliver, “tipik bir Barack Obama tarafından onaylandı. Bu yasanın adı,
İngiliz okulu” olan Kidbrooke Okulu’nu ele alıyordu; “2010 yılı Sağlıklı, Açlıktan Uzak Çocuklar Kanunu”
ünlü şef, bu okulda sunulan yemeklerin beslenme (Healthy, Hunger-Free Kids Act of 2010) idi. Bu yasa
kalitesini düzeltmek için okul personeli ile beraber çaba çerçevesinde de “çocukların beslenmesi için ABD
gösteriyordu. Bu program serisi, bir nevi pembe dizi gibi genelinde kamu kaynakları ayrılması” öngörülüyordu.
hem heyecanlı, duygusal hem de eğlenceli hikâyelerin Bu kanunla beraber, yaklaşık beş milyar dolarlık bir
ortaya çıkmasına neden olan, sadece “yemekten” kaynağın beş yıllık bir süre zarfında, ülke genelindeki
ibaret olmayan, dinamik bir yapıya sahipti. Oliver’ın okullarda öğrencilere karşılıksız yemek verilebilmesi
programda, daha sağlıklı yiyecekler pişirilmesini ve sağlıklı beslenme konusunda yüksek kıstaslar
sağlamaya çalışmasının sonucu başlangıçta, daha oluşturulmasına harcanması kararlaştırıldı. Ülke
pahalı malzemeler kullanılması ve yemek pişirmenin tarihinde, okul yemekleri konusunda en köklü
daha çok zaman alması oldu; okulun mutfak ekibi ve değişiklikleri yapan bu yasanın oluşturulmasına giden
müdürlüğü de isyan bayrağını çekti. Öte yandan, okul süreçte First Lady Michelle Obama’nın da büyük
genelinde “junk food” yasağının başlaması, öğrencilerin katkısı oldu. Michelle Obama, “Haydi Hareket Edelim!”
başkaldırmasına sebep oldu. Tüm bu maceralı süreçte, (Let’s Move!) kampanyasını 2010’da başlatmıştı.
Oliver okulun yemek işlerinden sorumlu müdire Nora Bu kampanya, çocuklarda obesiteyi engellemeyi
Sands ile kavgalara tutuştu, çalışanların iş bırakma amaçlayan, çocukların sağlıklı beslenmesini ve kaslarını
tehdidiyle karşılaştı ve öğrencilerin de boykotu da geliştirecek, fazla kilolu olmalarını engelleyecek biçimde
başka bir krize yol açtı. Dünyaca ünlü şef ve ekibi, bu hareketli olmasını öngören aktivitelerden oluşuyordu.
sorunlarla yüzleşirken çözüm olarak oldukça yaratıcı
fikirler üretti; örneğin, “sağlıklı” yemek yapmanın çok Sağlıklı, Açlıktan Uzak Çocuklar Kanunu da, Haydi
uzun zaman aldığını ve yorucu olduğunu öne süren Hareket Edelim! kampanyasının yasal ayağını oluşturuyor
mutfak ekibini, Britanya Ordusu’nun mutfak ekibinin ve getirdiği düzenlemelerle, öğrencilerin meyve-sebze
yanına staja götürdü. Sonuçta, tüm isyan, kavga ve tüketiminin arttırılması, daha fazla az işlem görmüş
çekişmelere rağmen, müdire Sands’in Oliver’ın en tahıllar tüketmelerinin sağlanmasını kararlaştırıyordu.
samimi biçimde büyük destekçilerinden biri olması gibi Amacı iyi niyetli olmasına karşın, 2012-13 okul yılından
dönüm noktalarıyla işler tatlıya bağlandı. Programın itibaren yürürlüğe giren yasanın tepki çekmediğini
kamuoyu genelinde ilgi çekmesi sonucu, 2005 yılındaki söylemek de zor. “Michelle Obama yüzünden yemek
Britanya seçimlerinde de üzerine en çok tartışılan zorunda kaldığımız tatsız tutsuz şeylere bakın.” diye
konulardan biri okul yemekleri oldu. Okul yemekleri isyan eden öğrencilerden okul içindeki otomatlarda
konusunu, medyanın gücünü göstererek kamuoyunun bisküviler, gofretler yerine salata satılmasının “skandal”
öncelikli gündem maddelerinden biri haline getiren bu olduğunu öne sürenlere, medyada ve karşıt kampta
programdan beri, Britanya’da tartışmalardan haberdar yer alanlar da eklenince ABD’de de hayli çekişmeli bir
olmayan yok desek yeridir. Buna karşılık, Jamie kamuoyu manzarası oluştu.
Oliver’ın kendisi, okul yemekleri konusunda “başarısız”
olduğunu düşünüyor; buna sebep olarak da, “sağlıklı ABD, sosyal güvenlik hizmetlerinin bolluğu ve
yemenin” illa bütçeleri zorlayacak, “yüksek sınıflara ait cömertliği ile tanınan bir ülke değil; tersine, sosyal
bir lüks olduğu” önyargısının yaygınlığını, bu yaklaşımın güvenlik sistemi zaman içinde ciddi ölçüde aşınmış ve
yarattığı engelleri gösteriyor. Her ne kadar Oliver’ın başta sağlık sistemi olmak üzere oldukça tartışılmalı
OCAK-ŞUBAT-MART GASTRO 41
Disiplinlerarası
bir yapı söz konusu. Bu açıdan, “Sağlıklı, Açlıktan ABD’ye oranla çok daha sağlıklı ve keyifli yeme-içme
Uzak Çocuklar Kanunu” gerçekten de önemli bir adım. adetleri olduğunu öne sürenlerden ve konuyu sıklıkla
Programın hedefinin, çocuklara yaşam boyu sürecek gündeme getirenlerden biri, konuyu bir kariyer haline
bir eğitim hamlesi gerçekleştirmek, çocukları beslenme getiren akademisyen Karen Le Billon. British Columbia
konusunda eğitmek olması da çok önemli bir dönüm Üniversitesi’nde profesör olan, ekonomi, politika ve
noktası. Bununla beraber, okullarda sunulan ve satılan ekoloji konuları üzerine uzmanlaşan Le Billon, Fransız
yiyeceklerin sodyum ve yağ içeriğine, kalori oranına eşi dolayısıyla bir dönem Fransa’da yaşamış. Kanada’da
dikkat edilmesi, başka bir önemli adım; Britanya’da yaşarken, “bej bir diyetleri” olduğunu söylediği
olduğu gibi ABD’nin de “sağlığa zararlı yiyecekler, okul çocukları, bu rutin yeme alışkanlıklarını Fransa’daki
kapısından giremez” anlayışını geliştirmesi, gelecek okul yemeklerinin çeşitliliği sayesinde bırakmışlar. Le
nesillerin alışkanlıklarının oluşması yolunda köklü Billon ailesinin çocukları, bej diyetlerinde, yani tereyağı,
değişiklikler yaratabilecek nitelikte. ekmek, kahvaltılık gevrekler, tavuk, patates ve makarna
ağırlıklı “renksiz” yiyecekler tüketirken, Fransa’daki
Aslında, ABD’nin okul yemekleri tarihi de tıpkı yeni beslenmelerinde, sebzeler, meyveler, peynirler,
Britanya’nınki gibi İkinci Dünya Savaşı dönemine deniz mahsulleri, hatta sülün gibi av hayvanlarını
dayanıyor. ABD genelinde okul yemeklerinin bedava zevkle yemeye başlamışlar. Çocuklarındaki değişimi,
olarak verilmesini sağlayan “Ulusal Okul Yemeği Fransa’nın kendine has okul yemekleri politikasına
Programı” (National School Lunch Program) 1946’da bağlayan Le Billon, şimdi akademik hayatının yanı sıra,
Başkan Harry Truman döneminde başlamıştı. bebeklikten itibaren farklı lezzetleri sevdirmek için
Programın tek hedefi, öğrencilerin beslenmesine destek profesyonel programlar tasarlıyor. Le Billon’un, “Fransız
olmak değildi; aynı zamanda, çiftliklerin fazla üretim Çocukları Her şeyi Yiyor” 1 (French Kids Eat Everything)
stoklarının da eritilmesi hedefleniyordu. Programın kitabı da, büyük ilgi görüyor ve bu kitap, Amerika
ikiz hedefleri, yani hem öğrencilere beslenme desteği medyasının dikkatini okul yemekleriyle ilgili olarak
vermek hem de ABD’nin yerli malı tarım ürünlerinin Fransa-ABD karşılaştırmalarına çekmiş durumda.
tüketimini sağlamak, artık birbirleriyle çelişen amaçlar
olarak görülüyor. Bunun da sebebi, 31 milyondan fazla Çok da ironik şekilde, Fransa’nın kendi okul yemekleri
öğrencinin önüne gelen yemeklerin içeriğinin, güçlü gündemindeyse, “laiklik” tartışmaları var. Fransa’da
gıda lobilerinin siyasetçilerle kimi zaman çekişmesi okulların, öğrencilerine yemek servis ederken dini
kimi zaman da anlaşması sonucu belirleniyor olması. inanç farklarını dikkate alıp almaması gerektiği, ülkenin
Başkent Washington’da, farklı tarafların çekişmeleri önemli siyasi çekişme konularından. Aşırı sağ parti
sonucu hangi gıda maddesinin, okul yemeklerinde ne Ulusal Cephe (Front National) lideri Marine Le Pen’in,
kadar yer alacağı kararlaştırılırken de tam manasıyla okullarda sadece “domuz eti” yenmesi gerektiği gibi
politik bir savaş verilmiş oluyor. sert açıklamaları, ülkedeki dindarlık-laiklik eksenli
kutuplaşmaları arttırıyor. Ancak, sadece Le Pen’in temsil
Sağlıklı, Açlıktan Uzak Çocuklar Kanunu’na yönelik ettiği aşırı sağ çizgi değil, merkez sağ da bu konuda
en büyük eleştiri de lobileri ön plana çıkaran sistemi benzer söylemler benimsiyor. Örneğin, Sosyalist
değiştirmek ve öğrencilerin damak zevklerini ciddiye Parti’den François Hollande’dan önce cumhurbaşkanı
almak yerine, sadece “az yağlı, sodyumu azaltılmış” olan Nicholas Sarkozy de, “okullarda domuz etsiz
ibarelerinin olduğu malzemelerin kullandığı tariflere menü de verilmesinin milli kültüre tehdit teşkil ettiğini”
doğru bir yönelim yaratması. Beslenme uzmanları, öne sürmüştü. ABD ve Britanya’da Fransa’nın okul
“diyet yağ”, “yağı azaltılmış tereyağı” gibi malzemeler yemeklerinin zenginliği övülürken, Fransa’nın “okul
yerine işlenmemiş, doğal kaynaklardan elde edilmiş, yemeklerinin laikliği” meselesine kilitlenmesi gerçekten
geleneksel tereyağı gibi bir malzemenin kullanılmasının tuhaf ve ilginç bir durum olsa da bir yandan da ülkelerin
daha yararlı olacağını savunuyorlar. Bununla beraber, politik bakımdan zihinsel dünyalarının okul yemekleri
okul yemeklerinin ayrılmaz bir parçası haline gelen konusunda ne kadar biçimlendirici olduğunu gösteriyor.
meyvelerin de çoğu kez öğrenciler tarafından
tüketilmeden çöpü boyladığı öne sürülüyor. Diğer bir
eleştiri de, öğrencilerin evlerinde sağlıklı yemek yemeyi
Darısı Türkiye’nin başına
Her ne kadar, dünya genelindeki farklı ülkelerde, okul
öğrenmeleri teşvik edilmedikçe okulların, tek başlarına
yemekleri konusunda, ülkelerin siyasi durumlarına göre
bir “sağlıklı yemek kültürü” yaratamayacağı. Bu nedenle
farklı tartışmalar yaşansa da, en azından Türkiye’ye
de, ABD ve Fransa arasında sık sık karşılaştırmalar
göre, oldukça yüksek nüfuslu ve daha kısıtlı imkânlara
yapılıyor; diğer bir deyişle, ABD için örnek ülke
sahip sayılabilecek ülkelerde bile okul yemeği konusu
olarak Fransa gösteriliyor. Fransa’daki çocukların,
bir “hak” olarak gündemde. Örneğin, Hindistan’da “Gün
42 GASTRO OCAK-ŞUBAT-MART
Disiplinlerarası
Ortası Yemek Programı”, ülke genelindeki çocukların bahçelere bakan ve şimdi artık kullanılmadığı için
beslenme standartlarının iyileştirilmesi için 2004’ten harabeye dönen o ilkokulun teneffüs saatlerinde taze
beri uygulanıyor ve her gün 120 milyon öğrenciyi ve beyaz ekmek kokusuna koşmanın sevinci aklımızdan
doyuruyor. Türkiye’nin eğitim alanında çalışan en çıkmadı hiç. Şimdilerde dağıtılan kuru üzüm ve süt aynı
başarılı sivil toplum kuruluşlarından Eğitim Reformu etkiyi yapıyor mu bilmiyorum, ama çocuklara verilen
Girişimi, raporlarında hep, öğrencilere okulda yemek sağlıklı besinlerin onların ruhlarında ve bedenlerinde
verilmesi gerektiğini vurguluyor. Boğaziçi Üniversitesi olumlu yankılanacağını biliyoruz. Ankara Üniversitesi
Sosyal Politika Forumu’ndan Ayşen Candaş, Başak Beslenme ve Diyetetik Bölümü öğretim üyelerinden
Ekim Akkan, Sevda Günseli ve Mehmet Baki Deniz, Dr. Alev Keser, okul çağında sağlıklı beslenmenin ders
2011’de konuyla ilgili son derece kapsamlı bir çalışma başarısını arttırdığını, büyüme ve gelişmenin yaşa
yayınlamıştı. Danışmanlığını Prof.Dr. Ayşe Buğra’nın uygun olmasını sağladığını, şişmanlıktan koruduğunu
yaptığı bu çalışmanın adı, “Devlet İlköğretim Okullarında ve kronik hastalık gelişme riskini azalttığını belirtiyor.
Ücretsiz Öğle Yemeği Sağlamak Mümkün mü?” 2 idi.
Ve, dünyadan Şili ve Brezilya gibi Güney Amerika Daha önce yazdığımız gibi günümüzün önemli
örneklerinin de üzerinde duran rapor, bu soruya olumlu sorunlarından birisi olan şişmanlığın önlenmesinde
yanıt veriyordu. Raporun sonuçları şöyleydi: okul odaklı çalışmaların %80’e varan etkisi var ve bu
çalışmalar içinde çocuklara ücretsiz sağlıklı ve lezzetli
• Okul günlerinde verilen öğle yemeğiyle çocuğun öğle yemeği sağlanması önemli bir yer tutuyor(…)
toplam sıcak yemek tüketiminin yüzde 16’sının
karşılanabileceği ve bunun yoksul bir ailenin Mezralara kadar cep telefonu sokmaya çalışan cep
çocuğu için yaptığı harcamaların yüzde 10’una telefon şirketlerinin bugünlerde dönen reklamlarında
denk düştüğü hesap ediliyor. “yeni yıldız” olarak “kullanılan” köylü çocuklarının esas
• 1999-2005 arasında yapılan bir araştırma 436 ihtiyacı, yeteneklerini tam olarak geliştirebilecekleri,
bin 614 çocuğun ilköğretimini tamamlamadan belki de kendi ana dillerinde yapılması gereken iyi
okulu bıraktığını gösteriyor. TÜİK’in bir araştırması bir eğitim ve sağlıklı beslenme. Ülkemizin kaynakları
da Türkiye’de çalışan çocuklar arasında okula 11 milyon civarındaki ilköğretim okulu öğrencilerine
devam etmeyenlerin yüzde 20’si okul masraflarını ücretsiz öğle yemeği sunmak için yeterlidir. Ömrünü
karşılayamadığı için okuldan ayrılıyor. “çocukların sevinci çın çın ötsün” diye harcayan çocuk
• Dünya Sağlık Örgütü’ne göre, Türkiye 11-15 yaş hekimi şair Ceyhun Atuf Kansu’ya kulak vermenin ve
arasındaki çocukların sağlık şikayetlerinin en 23 Nisan yaklaşırken “saatlerimizi çocuklara kurmanın”
yüksek olduğu ülke. tam zamanı. Boş sözler yerine bu 23 Nisan’da ülkemiz
• TÜİK’in 2008 Sağlık Araştırması’na göre, Türkiye çocuklarına “ücretsiz ve sağlıklı öğle yemeği” müjdesi
nüfusunun yüzde 47,6’sı fazla kilolu veya obez.
verelim”4.
Aynı şekilde Dünya Sağlık Örgütü’nün verileri
de Türkiye’de 11 ile 15 arasında üç farklı yaş
grubundaki çocukların ortalama yüzde 14’ünün Ne yazık ki, Türkiye’de gündem hep çok kalabalık
fazla kilolu veya obez olduğunu gösteriyor. olduğu için bir türlü bu müjdeye sıra gelmiyor; konu,
• Çok sayıda araştırma, kronik yetersiz beslenmenin hükümetlerin dilediği zaman gerçekleştireceği bir proje
çocukların merkezi sinir sistemini ve bilişsel olarak bir köşede atıl duruyor.
gelişimini sekteye uğrattığı yönünde bulgularla
1. Karen Le Billon, "French Kids Eat Everything: How Our Family
dolu. 3 Moved to France, Cured Picky Eating, Banned Snacking, and
Discovered 10 Simple Rules for Raising Happy, Healthy Eaters”,
William Morrow, 2014.
Çocuk obesitesi üzerine çalışan Endokrinolog Şükrü
2. http://www.spf.boun.edu.tr/content_files/SPF_okulda_yemek_
Hatun, “İnsancıl bir Tıp için Yazılar” adlı bloğu ve T24 raporu.pdf
sitesinde yayınlanan bir yazısında şöyle diyordu: 3. https://bianet.org/bianet/cocuk/134916-gelecek-ogle-yemegin-
de-belirlenebilir.
4. http://sukruhatun.blogspot.com.tr/2015/04/23-nisanda-cocukla-
“İlkokulu 1960’lı yılların ortalarında köylerde/ ra-ucretsiz-ogle.html
kasabalarda okuyanlar Amerikan yardımı beyaz undan
yapılan ekmekler ve süt tozu kaynaklı sütle verilen ara
öğün saatlerinde mutlu zamanlar yaşadıklarını hatırlarlar.
Çocukluk her şeyden mutlu olma zamanıdır; ama
köyün en güzel tepesinde, iki küçük akarsu arasındaki
OCAK-ŞUBAT-MART GASTRO 43
Disiplinlerarası
Dr. Billur Dokur
…çay var içersen, ben var seversen, yol var gidersen… bakacak olursak Çin’den Sibirya üzerinden karayolu ile
Aşık Veysel Rusya’ya tonlarca çay taşındığı görülmektedir. Bu bitki-
nin Avrupa ile tanışması ise 17. yüzyılda, önce Portekiz
Günümüzde dünyanın birçok yerinde farklı çeşitleriyle ve Hollanda’nın ve ardından da İngiltere’nin özellikle
popüler olan çayın ortaya çıkışı tam olarak bilinmemek- Baharat ve İpek Yolları’ndan faydalanarak yaptıkları ti-
le beraber çay kültürünün egemen olduğu coğrafyalar- caret temelli yolculuklara dayanmaktadır. Bununla be-
da birtakım efsanelerden söz edilmektedir. Örneğin bir raber Avrupa’nın genelinde lezzet olarak kahvenin çaya
Çin efsanesine göre çayın bir içecek olarak tüketilmeye nazaran daha çok kabul gördüğünü söylemekte fayda
başlanması tamamen tesadüfi bir olaya dayanmaktadır. var. Ancak İngiltere bu konuda bir istisna olarak öne
Milattan önce 2700’li yıllarda yaşayan Çin İmparatoru çıkmaktadır. Bu istisna bir taraftan da çay ve devlet po-
Shen Nung kaynamış su içerken bardağının içerisine bir litikaları arasındaki ilişkinin en eski ve en belirgin örnek-
çay yaprağı düşer. Yaprağın düşmesiyle suyun rengi- lerinden birini oluşturmaktadır. İngiliz Krallığı’nın çay
nin değiştiğini fark eden imparator bu yaprağın suyuna ile ilişkisinde çayın lezzet olarak, özellikle İngiliz Krallığı
güzel bir tat ve bedenine de enerji verdiğini fark eder. tarafından beğeni toplamasının yanı sıra hem Hindistan
Böylelikle çay Çin’de hem bir zevk içeceği hem de bit- gibi çay üreten ülkelerdeki sömürgeci politikaları hem
kisel tedavinin parçası olarak kullanılmaya başlanır. Çay de sınırlı içme suyunu sterilize etmek için kullanılması
ile ilgili bir başka efsane ise Hindistan kökenlidir. Budist gibi birçok kültürel, ekonomik ve siyasi mesele öne çık-
rahip Bodhidharma yedi yıl süren uykusuzluğunun ar- maktadır.
dından tesadüfen bir çay yaprağını ağzına götürüp
çiğner ve tüm uykusuzluğundan arınır. Bu olay sonrası İngiliz sömürgelerinde üretilen ve ticaretten sonra elde
çayın mucizevi bir bitki olduğuna inanılır. Efsanelerdeki kalan çayın ekonomik değerini korumak ve devlete ver-
doğruluk payı tartışmaya ve hayal gücüne tamamen gi ödenmesi zorunluluğunun getirilmesi için 1773 yılın-
açık olmak ile birlikte çayın Asya’da yaklaşık 5000 yıl da hükümet tarafından çıkarılan Çay Yasası (Tea Act of
önce doğduğu ve o zamandan günümüze bahsi geçen 1773) devlet politikalarının bu bitkinin üretim, tüketim
coğrafyayı ekonomik, kültürel ve siyasi olarak etkileyen ve kullanımına ilk müdahalesi olarak kabul edilebilir.
çok önemli bir bitki olduğu bilinmektedir. Aynı yıl bu yasaya bir başkaldırı olarak çay üreticilerinin
Boston limanındaki çay yüklü İngiliz gemisini yağma-
Çayın uluslararası ticari bir değer olarak yolculuğuna lamaları olarak bilinen Boston Çay Partisi (Boston Tea
44 GASTRO OCAK-ŞUBAT-MART
Disiplinlerarası
Party) olayı ve krallığın müdahalesi ile 18. yüzyıldan iti- dönüşmeye başlamasının da rolü büyüktür. 1963 yılına
baren çayın artık sadece efsanelere konu olan lezzetli gelindiğinde de ise Türkiye’deki çay üretimi iç pazar ta-
ve şifalı bir bitki olmaktan çıktığını ve ciddi bir ekono- lebini karşılayacak niteliğe ulaşmış, çay ithalatına gerek
mik değer olarak devlet politikalarının konusu haline kalmamıştır2.
geldiğini görmekteyiz.
1971 yılında yürürlüğe giren 1497 sayılı Çay Kurumu
Bugün Türkiye’nin en çok kabul gören kültürel sim- Kanunu ile tarım, üretim ve pazarlama dahil olmak
gelerinden biri haline gelmiş olan çayın Türkiye top- üzere çay ile ilgili tüm faaliyetler Çay Kurumu Genel
raklarına gelişi her ne kadar çok daha yakın döneme Müdürlüğü’ne (Çaykur) devredilmiştir. İktisadi Devlet
ait de olsa gene devlet eliyle gerçekleşmiştir. Çayın Kuruluşu olarak nitelenen kurum 1973 yılında Rize’de
Türkiye’de üretimi, tüketimi ve dağıtımı Cumhuriyet’in faaliyete geçmiştir. 1984 yılına kadar tamamen devlet
çeşitli dönemlerinde bizzat devlet tarafından yönetil- sektöründe kalan çay üretimi 3092 sayılı kanun ile özel
miş ve vergilendirilmiştir. Osmanlı’da II. Abdülhamid sektöre açılmıştır. 1986 yılında Çernobil kazasının ger-
döneminin Ticaret Nazırı Esbak-ı İsmail Paşa tarafın- çekleşmesi ile de sektör önemli zarar görmeye başla-
dan kimi kaynaklara göre Çin’den, kimi kaynaklara göre mıştır. Son yirmi yılda Türkiye tarımının inişe geçmesi,
ise Japonya’dan getirilen çay tohumlarının ekilmesi ile devlet desteğinin azalması, üreticiden alınan yüksek
ilk çay yetiştirme girişimi gerçekleştirilmiştir. Çay ye- vergiler, değişen iklim koşullarının mahsule zarar ver-
tiştirilmesi için Bursa seçilmiş fakat ekolojik koşulla- mesi gibi birçok sebepten çay sektörü de nasibini al-
rın elverişsiz olması sebebiyle başarılı olunamamıştır. mıştır. Tüm bunlara rağmen Türkiye dünyada en çok
Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren ise Türkiye’de çay çay tüketen dördüncü ülkedir ve kişi başına yılda 1000
yetiştirilmesi üzerine devlet tarafından araştırmalar ya- bardak çay tüketilmektedir. Bu noktaya gelinmesinde
pılmış ve sonuçlar değerlendirilmiştir. Doğu Karadeniz
bölgesi çay yetiştiriciliği için en verimli alan olarak sap-
tanmış, 1930’lu yıllarda Sovyetler Birliği’nden çay tohu-
mu alımına başlanmış, dönemin başbakanı İsmet İnönü
bölgeyi inceleyerek çalışmaların hızlanmasını istemiş
ancak 1938 yılına kadar ekim yapılmamıştır1. Devlet teş-
OCAK-ŞUBAT-MART GASTRO 45
Disiplinlerarası
Burada, yazının başında verdiğim İngiltere örneğini ha- Küçükerman’ın saptaması şu şekildedir 9: “Cam bar-
tırlamakta fayda görüyorum. Çay, İngiltere’de nasıl önce dak 1850’li yıllarda Avrupa’da başlayan büyük Sanayi
elit sınıf tarafından, ardından da burjuva tarafından özel Devrimi sonrasında gelişen cam sanayi ile ortaya çıktı;
porselen bardaklarda seremoni ile içilen bir içecektiyse, ama ayağı, kulpu veya sapı vardı. Yani üretimi zor ve
Türkiye’de de benzer bir çizgide ilerlemiştir4. pahalıydı. 1900’lü yıllarda Beykoz’da kurulan cam fab-
rikasında ilk kez ayak, kulp ve sap ortadan kaldırıldı
Bu noktada çay üreticilerin çay ile tanışmalarının ancak ve bugünküne yakın bir çay bardağı ortaya çıktı. “İnce
ürettikleri bitkilerin fabrikalarda işlendikten ve piyasaya belli” adı verilen bu sentez, bir tasarımdan çok, değişik
paketli olarak sürüldükten sonra satın aldıkları bir ürün işlevlerin kendine biçimlendirdiği bir tür istatistik sonuç
olduğunu söylemekte de fayda var. Ne var ki, üretim gibiydi. İnce belli bardak, kışın soğuğunda hem eli hem
arttıkça çay fiyatındaki düşüş ile beraber çayın sınıfı de içi ısıtır. Yazın sıcağında ise sadece iki parmakla tu-
değişmeye başladı ve elitlerin içeceği olmaktan çıkarak tulur ve dudağa hafifçe değdirilir.” İnce belli, Ajda ve
işçilerin içeceği haline geldi5. Bu noktada devletler çay Lale biçimli olarak kabaca üçe ayırabileceğimiz bardak
üretimini nasıl desteklediyse (hatta Doğu Karadeniz’de çeşitleri çay tiryakilerinin aldıkları zevki belirleyici nite-
olduğu gibi neredeyse mecburi hale getirdiyse), çay likte olup çay içiminden alınan zevkte önemli rol oyna-
tüketimi konusunda da önemli propagandalar yapmış- maktadır. Porselen yerine cam tercih edilmesi kültürel
lardır6. Açılan çay bahçeleri, çay ocakları, kahvehaneler, olarak makbul olan tavşan kanı olarak tabir edilen ren-
modernize çay evleri çayın kültürel meta haline gel- gin görülebilmesi için önemlidir. Yukarıdaki açıklamalar
mesinin ticari sonuçlarıdır. Bununla beraber Türkiye’de çay ile ilgili tasarımların da aynı çayın üretimi gibi döne-
çay içmek hayati bir ihtiyaç olarak değerlendirilmiştir7. min şartlarıyla ilgili olduğunu göstermektedir.
Deniz Gürsoy bu durumu üç neden ile açıklar: 1. 1945
ve sonraki dönemde kahve tiryakilerinin ithalat zorluk- Çayın yerel üretiminin başladığı Cumhuriyet’in ilk yılla-
ları sebebiyle kahve bulamayınca çaya yönelmesi, 2. rından bugüne, devletin tarım politkaları, iklimsel fak-
Rize çayının hafif buruk tadının benimsenilmesi ve 3. törler, kültürel alışkanlıkların şekillenmesi gibi birçok
Bedenin ihtivyaç duyduğu suyun çay ile karşılanması 8 . faktörün değişim göstermesine rağmen çay üretimi
ve tüketimi dalgalanmalar gösterse de günümüzde
Türkiye’de en çok tüketilen içeceğin çay olduğu bili-
mektedir. Türkiye’deki gündelik hayatın, insan ilişki-
lerinin ve kültürel yapının ayrılmaz bir parçası olarak
kabul ettiğimiz çayın, aslında devlet politikalarının sa-
dece ekonomiye değil kültürel yapıya da yönelik yaptı-
ğı önemli bir müdehale olduğu yadsınamaz bir gerçek
olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu noktada çayın hem
dünyadaki hem de Türkiye’deki üretim, tüketim ve da-
ğıtım özelliklerinin incelenmesi ile sadece bitkiden üre-
tilen bir içecek olmadığı, tarihi birçok yapının izlerini
taşıyan ve bunlar arasındaki karmaşık sosyo-ekonomik
ilişkinin ortaya çıkarılmasını sağlayan bir araç olduğu
gözlemlenmektedir.
46 GASTRO OCAK-ŞUBAT-MART
OCAK-ŞUBAT-MART GASTRO 47
Disiplinlerarası
Ebru Erbaş
RIZE ÇAYININ
ÖYKÜSÜ
Dönemin koşullarının bir tasvirini de çaycılığın öncüle- Bu zorlu koşullar daha 1920’li yıllarda eşkıya gruplarının
rinden Asım Zihnioğlu’nun 1930’lu yıllardaki Rize hak- çoğalmasına ve yörenin asayiş sorunlarının bir yandan
kındaki izlenimlerinde buluruz. Zihnioğlu’nun 1987’de Kurtuluş Savaşı veren Birinci Meclis’in gündemine taşın-
Çaykur dergisine verdiği röportaj gastronomi açısın- masına yol açmıştı. 1921 Nisan’ında Ankara’da bakanlık
dan da ilginç ayrıntılar içerir: “Doğu Karadeniz’de halk temsilcileriyle kurulan komisyonda, Rize ve çevresinin
çok engebeli bir arazide ve çok yağışlı bir bölgede bu- huzurlu bir yaşama kavuşabilmesi için öncelikle insan-
lunulması nedeniyle tahıl ve diğer tarım ürünleri yetiştir- ların geçimini sağlayacak iş imkânına kavuşturulması
me olanaklarından yoksundu. Bazı taban yerlerde dere gerektiği görüşü benimsenmiş ve komisyona dönemin
kenarında kızılağaç yetiştirilir, bununla yakacak ihtiyacı Ziraat Genel Müdürü olarak katılan Zihni Derin´in böl-
karşılanırdı. Münferit evlerin çevresindeki arazide çalı gede inceleme yapması kararlaştırılmıştı.
çırpıdan temizlenerek mısır tarlası haline getirilen küçük
çaplı topraklarda aynı zamanda fasulye, karalahana ve Esasen yöre halkını çay bitkisiyle ilk tanıştıran, 1912’de
yemeklik kabak yetiştirilirdi. Üretilen mısır ise bazı evlerin bir halk girişimcisi, Rize Fındıklılı Seferoğlu Ahmet ol-
üç, beş aylık ihtiyaçlarına ancak yetiyor, geri kalanını satın muştu.2 Fındıklı’da dava vekilliği ile iştigal eden ve aile gele-
48 GASTRO OCAK-ŞUBAT-MART
Disiplinlerarası
neği olarak meyve fidanı yetiştirip konu komşuya dağıtmasıy- di. Artvin’den Trabzon’un Of kazasına kadar olan ve
la meşhur Seferoğlu Ahmet, Batum’a gidip gelirken gördüğü yaklaşık 10 km derinlik gösteren sahil kesiminin tarım
çay bitkisini kendi bahçesinde de yetiştirmeyi denemiş ve açısından Avrupa ve Yakın Asya´da emsali bulunmayan
ürün almıştı. Bunun üzerine Batum’dan, fındık çuvallarına dol- özel bir öneme sahip olduğunu vurguladı: Burada ilkim
durduğu çay tohum ve fidanlarını motorla ilk olarak Arhavi’ye ılıman ve istisnai ölçüde nemliydi. Yıllık yağmur mikta-
getirmiş, meyve fidanı dağıtımına çay bitkisini de eklemişti. O rı 4.000 mm’ye kadar ulaşabilmekte, sıcaklıklar da 3°C
zamana kadar çay olarak ıhlamuru bilen halka, çay tarımının ilâ 39°C arası seyrederek bitkinin anavatanı olan Çin,
önemini, elle nasıl kuru çay yapılacağını, mahsulün nasıl de- Japonya ve Seylan´daki çay bölgelerine denk özellik-
ğerlendirileceğini öğretmişti. Seferoğlu Ahmet’in bu çabası ler göstermekteydi. Üstelik bu sahillerin toprak yapısı
iktisadi bir değer kazanmasa da Doğu Karadeniz toprakları- da tıpkı Batum ve civarı gibi mümbit, kırmızı (laterit)
na düşen ilk çay tohumları olarak tarihe geçti. topraktı. Gerçekten Doğu Karadeniz toprakları, sonraki
yıllarda dünyada narenciye ile çayın bir arada yetiştiği
Kurumsal düzeyde ve iktisadi bir ürün olarak çay tarımına yö- tek bölge olarak Erten’i haklı çıkartacaktı.
nelik ilk girişimin tarihi de 1917’diydi. Rus ordusunun çekil-
mesi sonrasında yörede zirai incelemeler yapmak üze- 1921 yılına gelindiğinde, Zihni Derin başkanlığındaki
re, aralarında Halkalı Ziraat Mektebi’nden Prof. Ali Rıza TBMM komisyonunun çalışmaları da Erten’in raporunu
Erten´in de yer aldığı bir heyet gönderilmişti. Yapılan teyit etti ve bu veriler doğrultusunda 6 Şubat 1924’te,
inceleme sonucu, Batum gibi buralarda da çay ve na- “Rize ili ve Borçka Kazasında Fındık, Portakal, Mandalina,
renciye yetiştirilebileceği tespit edilmiş ve Erten bu bul- Limon ve Çay yetiştirilmesine dair 407 Sayılı Kanun”u ka-
gularını “Şimali Şarki Anadolu ve Kafkasya´da Tetkikatı bul edildi. Bu ilk çay kanununun çıkmasına büyük emek-
Ziraiye” (“Kuzeydoğu Anadolu ve Kafkasya´da Tarımsal leri geçen diğer üç önemli isim; TBMM’nin ilk 7 döne-
İnceleme”) başlıklı bir raporda toplamıştı. minde Lazistan, Kars ve Rize vekillikleri yapan Hopalı
Esat Özoğuz, Rize Vekili Ekrem Rize ve Rize Ticaret
Profesör Erten raporunda, bölgenin mandalina, limon, Odası Başkanı, avukat, sahaf, mütercim Mustafa Hulusi
portakal, bambu ve çay tarımına uygun olduğunu tes- Karadeniz’di.
pit etmekle birlikte özellikle çay üzerinde durarak bu
bitkinin ekonomik değeri, botanik özelliği, yetiştiril- Türkiye’de çay tarımı ilk olarak 1924 tarihli bu kanun ile
mesi ve işlenmesi ile ilgili ilk defa detaylı bilgiler ver- yasal güvenceye kavuşturuldu ve çay üretimine yönelik
OCAK-ŞUBAT-MART GASTRO 49
Disiplinlerarası
50 GASTRO OCAK-ŞUBAT-MART
Disiplinlerarası
sını yaptık. Bize getirilen çay yapraklarını o zamanki para koyarak Ankara’daki üst düzey bürokratlara, bakanlık
değerine göre kilosunu 60 kuruş hesabıyla satın alıyor teşkilatına ve milletvekillerine elden dağıttılar. Böylece
ve parasını da peşin ödüyorduk. O sırada 6 kuruşa 2 kilo ilk tanıtım başlamış oldu. Gerçekten de 30 kilo civarın-
mısır alınabilirdi.”3 daki bu ilk mahsul Rize çayı körpe ve taze yapraklardan
yapılmış olduğundan zengin, “altınbaş” tabir edilen en
Ancak, “bir yeşilin peşinde” koşanları bekleyen daha yüksek kalite çaydı. Tadanlar beğendi ve “Dünya’da üze-
pek çok zorluk vardı. Halen çoğu çevreler ülkemizde rine kar düşen tek çay.” bugün hala Çaykur’un kurumsal
çay yetiştirilebileceğine kuşkuyla yaklaşmaktaydı. İlk sitesinde ziyaretçileri karşılayan ana sloganlardan biri
dört, beş yıl boyunca, çay tarımına yapılan yatırımlar haline geldi.
hükümete yönelik siyasi muhalefetin hedefi oldu ve ga-
zetelerde sık sık bu gayretlerin boşa çıkacağı yolunda 1939 ilkbaharında dikilen çay fidanlardan 1940 ve
aleyhte yazılar yayımlandı. Bu iddiaların sahipleri, çayın 1941’de ilk örnek yaprak toplaması yapılırken ancak 40
sadece Seylan, Hindistan ve Endonezya gibi tropik ik- cm’ye ulaşabilmiş fidanların ucundaki filizler bile topla-
limde yetişebileceğini ileri sürmekte, Doğu Karadeniz’in tıldı; böylece komşularının az da olsa bir ürüne kavuş-
kışları kar yağışı aldığını hatırlatarak “üzerine kar düşen tuğunu görenlerin çay tarımına teşvik edilmesi amaçla-
çay mı olur” demekteydi. nıyordu. Merkez fidanlıktaki ilk çay atölyesine getirilen
çay yaprakları kilosu 60 kuruşa satın alındı ve parası
Neyse ki, Ankara Refik Saydam Enstitüsü’nün raporu, peşin ödendi. Bu, yüksek seviyede bir teşvik fiyatıydı
azimle çalışmalarını sürdüren Zihni Derin ve ekibinin ve ağırlığı 100 g kadar olan yapraklar bile teslim alınıp
imdadına yetişti. İlk ürünlerden alınan örnekleri ince- karşılığında 6 kuruş ödendi.
leyen Enstitü’nün raporunda, Rize çayının tam nitelikli
bir ürün olduğu belirtilmekteydi. Rize ekibi bu raporu 1940’ta çıkarılan 3788 sayılı Çay Kanunu ile çay tarımı-
çoğalttı. 20’şer gramlık mukavva kutular hazırladılar. İlk nın ve üreticinin desteklenmesi güvence altına alındı ve
olarak kıvırma işlemini avuçlarında ve kendir torbalar çay bahçesi kuracaklara ruhsatname alma zorunlulu-
içinde yuvarlayarak yaptıkları ve sacla kaplı odun oca- ğu getirildi. Çay tarım alanları da ekolojik ilkelere göre
ğının üzerine kurdukları kurutma dolabında kurutarak Trabzon Araklı Deresi’nden Gürcistan hududuna değin
elde ettikleri toplam 30 kilo çayı bu küçük kutulara ve sahilden 15 km içeride olacak şekilde belirlendi. Bu
paketlediler. İçine de analiz raporundan birer kopya yasal gelişmenin ardından çay alanları giderek geniş-
OCAK-ŞUBAT-MART GASTRO 51
Disiplinlerarası
52 GASTRO OCAK-ŞUBAT-MART
Disiplinlerarası
yıllardaki alım kotası bunun ancak yarısına ulaşıyor ve Kişi başına yıllık 2,5 kg’ı aşan tüketimiyle dünya birin-
günlük alım kontenjanları da giderek düşüyor. Üreticiler cisi olan Türkiye, toplam tüketimde de Hindistan, Çin
ise çay fidanlarının devamını sağlayabilmek için günü ve Rusya’nın ardından dördüncü sırada. 8 Diğer büyük
gelmiş sürgünleri toplamak ve toplanan sürgünleri de çay üreticileri, ürettikleri çayın önemli kısmını Rusya,
fazla bekletmeden fabrikalara aktarmak zorunda. Yani İngiltere, Arap ülkeleri gibi pazarlara satarlarken
üreticilere, mahsullerini zararına da olsa özel fabrikalara Türkiye’de çayın sadece tarımı değil, halka benimsetil-
vermekten başka seçenek kalmıyor. mesi projesi de başarıya ulaşmış gözüküyor.
Yeterli gelir elde edemeyen üreticiler eskiyen çaylıkla- Tüm bu bilgiler ışığında, savaşlardan çıkmış fakir ve
rı yenileyemiyor ve çaylıkların yaşlanmış olması verimi yorgun Türkiye’de tüm olumsuzluklarla rağmen çay ta-
düşürüyor. Başlangıçta çay tarımının bir çare olarak dü- rımının öncülüğünü yapan bir avuç idealist ziraatçının
şünüldüğü ekonomik zorluklar ve kente göç tekrardan çabaları şükranla anılmayı ve varılan noktada çay ta-
hız kazanıyor. Artık çoğunda kışları sadece birkaç yaş- rımımız, üzerine tekrar ciddiyetle eğilmeyi hak ediyor.
lının kaldığı Karadeniz köylerinde ya çaylıklar ‘yarıcıya’
veriliyor ya da zahmetli çay toplama işinde yerli işgücü Kaynakça
İ.Beller, C.Hann, İki Buçuk Yaprak Çay, İletişim Yayınları, 2012.
maliyeti kurtarmadığından göçmen işçiler kullanılıyor.
D.Gürsoy, Demlikten Süzülen Kültür Çay, Oğlak Yayınları, 2011.
Terk edilmiş çaylıklar ise kısa sürede tekrar ormana ka-
S.Reimertz, Çayın Kültür Tarihi, Dost Yayınları, 2003.
rışıyor. A.Zihnioğlu, Bir Yeşilin Peşinde, Tübitak Yayınları, 2008.
Çaykur Web Sitesi:www.caykur.gov.tr
Bu koşullarda, son yıllarda çaylıkların yerine giderek Çay Üreticileri Sendikası Çay Sen- Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu
kivi ve mandalina ekimi teşvik ediliyor. Ancak bölgede web sitesi: www.karasaban.net
Türkiye İstatistik Kurumu web sitesi: www.tuik.gov.trBirleşmiş
yetişen kivi ve ince kabuklu mandalina da şaşırtıcı ka-
Milletler Dünya Gıda ve Tarım Örgütü web sitesi: www.fao.org
litede olsa bile dünyanın pek çok yerinde fazlasıyla ye-
tişebilen bu ürünlerin, çay üretebilen istisnai bir bölge
olmanın avantajlarıyla yarışabilmesi pek mantıklı değil.
1. M.Öksüz, Asım Zihnioğlu ile Röportaj- Çaya Gönül Verenler,
Üstelik Birleşmiş Milletler Dünya Gıda ve Tarım Örgütü
Çaykur Dergisi, sayı:8, 1987.
FAO da dünyada çaya olan talebin üretimi aştığını, bu
2. Çaykur Web Sitesi, Türk Çaycılığının Temel Harcında Bir Halk
trendin artarak süreceğini, çayın stratejik bir ürün olma Girişimcisi, http://www.caykur.gov.tr/Caykur/2/1/10160/11860/
özelliğini giderek güçlendireceğini belirtirken.6 Ve yine turk-cayciliginin-temel-harcinda-bir-halk-girisimcisi.aspx
FAO’ya göre, Türkiye dünyanın beşinci büyük çay üreti- 3. M.Öksüz, Asım Zihnioğlu ile Röportaj-Çaya Gönül Verenler,
cisi konumunda iken.7 Üstelik diğer büyük çay üreticileri Çaykur dergisi, sayı:8, 1987.
olan Hindistan, Çin, Kenya, Sri Lanka, Vietnam gibi ülke- 4. V.D.Özden, Türkiye’de Siyah Çay Sektör Raporu, Rize Ticaret
lerde tropik iklim koşullarında 9-11 ay boyunca çay ha- Borsası- AB Avrupa İşletmeler Ağı Karadeniz Konsorsiyumu ya-
yını, 2009, web erişimi: http://www.rtb.org.tr/data/genel/rapor/
sadı yapılırken, ülkemizde ‘kampanya dönemi’ Mayıs’ta
Turkiye%20de%20Siyah%20Cay%20Sekor%20Raporu.pdf
başlayıp Ekim’e son buluyor. Yani Türkiye, yıl boyunca
5. V.D.Özden, Türkiye’de Siyah Çay Sektör Raporu, Rize Ticaret
çay toplayan ülkelerle yarışan bu üretim rakamlarını 4-5 Borsası- AB Avrupa İşletmeler Ağı Karadeniz Konsorsiyumu ya-
ayda üç, en fazla dört sürgün hasadıyla yakalıyor. yını, 2009, web erişimi: http://www.rtb.org.tr/data/genel/rapor/
Turkiye%20de%20Siyah%20Cay%20Sekor%20Raporu.pdf
‘Kampanya dönemi’ boyunca tropik iklim değerlerinin 6. FAO, Commitee on Commoditiy Problems, Intergovernmental
hüküm sürdüğü Doğu Karadeniz’de kış mevsimi soğuk Group on Tea, Current Situation and Meduim Term Outlook
for Tea, 2012, web erişimi: http://www.fao.org/fileadmin/temp-
ve yağışlı geçiyor ve dünyada bu iklim koşullarında
lates/est/COMM_MARKETS_MONITORING/Tea/Documents/
çay üreten tek ülke olmak, Rize çayına eşsiz bir avantaj
IGG_20/12-CRS7-CurrentSit_01.pdf
daha kazandırıyor: Diğer ülkelerde üretilen çayların za- 7. FAO, Commitee on Commoditiy Problems, Intergovernmental
rarlılara karşı düzenli olarak ilaçlanması gerekirken, so- Group on Tea, Current Situation and Meduim Term Outlook
ğuk kışlar Rize çayında zararlıların üremesine de engel for Tea, 2012, web erişimi: http://www.fao.org/fileadmin/temp-
oluyor ve kimyasal ilaçlamaya gerek kalmıyor. Yani yu- lates/est/COMM_MARKETS_MONITORING/Tea/Documents/
IGG_20/12-CRS7-CurrentSit_01.pdf
karıda değindiğimiz gibi, başlangıçta ateşli tartışmalara
8. FAO, Commitee on Commoditiy Problems, Intergovernmental
yol açan “dünyanın üzerine kar düşen tek çayı” olmak, Group on Tea, Current Situation and Meduim Term Outlook
Rize çayına “dünyanın hiçbir zirai ilaç kalıntısı bulunma- for Tea, 2012, web erişimi: http://www.fao.org/fileadmin/temp-
yan en tabii çayı” unvanını da kazandırıyor. lates/est/COMM_MARKETS_MONITORING/Tea/Documents/
IGG_20/12-CRS7-CurrentSit_01.pdf
OCAK-ŞUBAT-MART GASTRO 53
Disiplinlerarası
Candan Türkkan
“HAK GEÇMESIN”:
GIDA MUHTAÇLIĞININ
NEOLIBERAL SIYASI
EKONOMISI
54 GASTRO OCAK-ŞUBAT-MART
Disiplinlerarası
mimin benzeri, süpermarketlerin yaptıkları kampanya- kimseler ya da onların akrabaları, tanışları, pazarcıların
lar, promosyonlar vesaire ile olabiliyor. Ancak ikincisinin bu kimselerin yanında en az bir kere gördüğü insanlar
bir benzerini ne süpermarketlerde ne de mahalle ma- oluyorlarmış) ve ona göre tutum takınıyorlarmış. Zaten,
navlarında gözlemledim. Mahalle manavlarının pek in- kimin bu gruba ait olduğunu anlamak pek de zor de-
dirim yapmadıklarına ve müşterinin parası çıkışmama- ğilmiş; ezik büzük çürük çarık demeden pazarcıların
sı durumunda mesela, “Nakit yoksa kart da alıyoruz.” ellerinde ne varsa alıyor ve pek de şikâyet etmiyorlar-
dediklerine tanık oldum. Her üç alışveriş alanında da mış. Araştırmacı olduğumu söylemeden yaptığım bu
elektronik tartı kullanılmasına rağmen manavların ve/ ucu açık laflamalardan birinde, Çayırbaşı pazarındaki
veya süpermarketlerin, müşterilerine ödediklerinden (Çayırbaşı-Büyükdere-Bahçeköy ahalisi gelir genelde)
fazla malı verdikleri etkileşimlere de hiç denk gelme- pazarcılardan biri durumu net bir şekilde özetlemişti:
dim. “Cebinde az bile parası olan biri aldığı malın kalitesine
konuşuyor, abla. Bunların hiç sesi çıkmıyor. Biz de hak
Bu etkileşimleri vurgulamaktaki niyetim, süpermarket, geçmesin diye biraz bolcana veriveriyoruz.”
pazar ve manav arasındaki yapısal farklılıklara dem vur-
mak değil. Müşterilerin neden bir alanı tercih ettiği, bu Bu kurgulama birçok toplumsal ve ekonomik rolü, ana
tercihlerin ne gibi sosyo-ekonomik (ya da fonksiyonel) akım [neoliberal] söylemlerden farklı tanımladığı için
faktörler doğrultusunda farklılaştığıyla da ilgilenmiyo- oldukça değerli. Pazarcıların gözünden müşteriler, sa-
rum. Bence bu etkileşimlerde dikkat edilmesi gereken, dece parasının karşılığını talep eden aktörler değil, aynı
müşterilerin, satılan ürünlerin ve alanların/satıcıların bu zamanda ihtiyaçlarını gideren (gidermesi gereken)
etkileşimler üzerinden nasıl kurgulandıkları ve bu kur- insanlar. Müşterilerin gözünden pazarcılar, piyasada
gulamaların siyasi-ekonomik sonuçları. Açıklayayım. özgür ve eşit şartlarda karşılaşılan ekonomik aktörler
değil, sıkışık durumda kendilerine az da olsa yardımcı
Pazarcılara, pazar sonunda artan kalabalıkları ve düşen olan3 sosyal ağlara dâhil olmuş ekonomik eklentiler. Son
fiyatları sorduğumda bana son birkaç saat içerisinde olarak, hem müşterilerin hem de pazarcıların gözünden
zengin fakir demeden herkesin daha ucuza almak için alınanlar da, sadece parayla takas edilen metalar değil,
pazara geldiğini, ama en sona kalanların zor durumda- hayati ihtiyaçların karşılanması için elzem nesneler.
kiler olduklarını söylemişlerdi. Pazarcılar bu ‘gerçekten
sıkıntıda olan’ grubu tanıyor (her hafta gelenler aynı Dahası, pazarcılar ve müşteriler arasındaki bu etkileşim-
OCAK-ŞUBAT-MART GASTRO 55
Disiplinlerarası
den şikâyetçi olan da yok gibi: Pazarcılar olabildiğince Teorik olarak, toplumun bu kendini yeniden tanımlama
çok malı gün sonunda elden çıkarabiliyorlar ve çürük sürecinde dinin belirgin bir rol oynaması gibi bir zorun-
çarıktan bile biraz kazanım sağlayabiliyorlar; ekonomik luluk söz konusu değil. Din yerine ya da dine ek ola-
sıkıntı çekenler de kısıtlı bile olsa taze sebze meyveye rak farklı mekanizmalar da bu sürecin bağlayıcı dokusu
ulaşabiliyorlar. Yani, piyasa ve toplum, herkesin kendi olabilir. Geçen yazıda tartıştığım küreselleşme buna
için belli faydalar sağlayabileceği bir düzen tutturmuş bir örnek: Kutu süt nesli için küreselleşmenin yereli yı-
ve devletin müdahalesi olmaksızın genel toplumsal fay- kıp kendi parametreleri etrafında hunharca tekrar inşa
dayı4 arttırıyor. Hatta modern çağda [Batı siyasi felse- eden bir mekanizma olduğundan ve bu yıkıma karşı,
fesinin] devletin varlığından ayrı düşünülemeyen [kur- kutu sütün standardizasyonuna sığınıldığından bahset-
gulayamadığı] adalet ve hak meselelerine bile çözüm miştim. Kutu sütün öncesindeki çiğ süt nesli içinse çiğ
bulunmuş. Adalet ve hakların kaynağı devletten alınıp sütün küreselleşme karşısında kendi yağıyla kavrulmayı
ilahiyata havale edilerek inananların davranışlarının, simgelediğini önermiştim. Kutu sütü takip eden 90’lılar
inançlarının bir yansıması olduğu kabul edilmiş. ‘Hak nesli içinse kritik olanın tüketmek olduğunu, tüketmeyi,
geçmesin’ler üzerinden, yeryüzündeki düzende birey- farklı metalar arasında tercih yapabilmeyi ve farklılaş-
lerin içlerinde bulundukları toplumsal ve ekonomik po- mış meta talep etmeyi korunması gereken bir hak ola-
zisyonlardaki davranışlar ile ilahî düzenin ceza ve ödül- rak içselleştirdiklerini savunmuştum. Tüm bu tartışma-
leri arasında sıkı bir bağ oluşturulmuş. larda, toplumun farklı katmanlarının tüketiciler olarak
yeniden tanımlandıklarını söyleyebiliriz. Bu bağlamda
İdeal olmamakla birlikte, ortadaki tablo, devletin top- da küreselleşmeye yaklaşımlarını, tüketici tanımının içi-
luma ve piyasaya müdahale etmeyi bırakması halinde ni dolduran, sosyal-siyasi saflar oluşturulmasına el ve-
işlerin yolunda gidebileceğini iddia eden neoliberal5 ren bir bağlayıcı doku olarak okuyabiliriz.
söylemin bir kanıtı gibi. Piyasa 6 zaten akılcı bir meka-
nizma; arz ve talebi, genel toplumsal faydayı arttıracak Burada önemli olan, bağlayıcı dokunun ne olduğu ka-
en verimli şekilde birbiriyle buluşturuyor. Toplum ise dar, neoliberal söylemin devlet müdahaleciliğini kurgu-
devletin aradan çekilmesiyle, kendisini, bireyi ve bireyin lama biçimi. Bu tahayyülde, devletin piyasa ve toplum-
kendisiyle ilişkisini dini alternatifler üzerinden yeniden dan çekilmesi demek, ezici, asimile edici, kimlikleri ve
kurguluyor. Böylece toplumsal düzen ve devamlılık da toplumsal rolleri dikta eden sosyo-siyasi aktörden kur-
sağlanıyor.7 tulunması demek; bireylerin, kendi çıkarları, arzuları ve
56 GASTRO OCAK-ŞUBAT-MART
Disiplinlerarası
talepleri doğrultusunda kendisine en uygun arzlara en ‘Şehnaz Hanım’ın vergi memuru damadı’, vs. olmaktan
verimli şekilde ulaşarak toplumsal refahın topluca arttı- kurtulamıyordunuz; ancak, sistemin yarattığı [siyasal
rılması demek; bireyin kendisi için en iyinin ne olduğu- ve] ekonomik güvencesizliklere karşı dayanışma ağları
nu bildiğini varsayarak, bu en iyiye ulaşması için sosyal (ya da koridorları) oluşturabiliyordunuz. Yani, muhtaç
ve ekonomik mekanizmalar aracılığıyla kendisine fırsat olmadan da dayanışma olabiliyordu. 1980 sonrası deği-
yaratmasına olanak sağlamak demek. Fakat bu nok- şen nesnel koşullarla öznel koşulların da değiştiğini ve
tada önemli bir detaya dikkat çekmeliyim: Neoliberal bu tip dayanışmacı sosyal tekrar üretim mekanizmaları-
söylemin problem olarak kurguladığı Keynesçi sosyal nın ortadan kalktığını görüyoruz. Manav, artık veresiye
refah devletinin toplum ve piyasa düzenleme mekaniz- değil, kredi kartıyla mal veriyor. Yapısal uyum reformla-
maları. Hatta daha genelleştirmek gerekirse, devletin rıyla piyasaya giren büyük sigorta şirketleri sayesinde,
bir piyasa müdahale aracı, bir toplumsal yapılandırma sosyal ağların baskılayıcı rollerine gerek kalmadan acil
aracı olarak kullanılması. Yani, devletin kendisinin bir durumlarınızda destek bulabiliyorsunuz. Tüpünüzün
bağlayıcı doku olmasına karşı çıkılıyor. 8 Oysa, tahmin bittiğinde, yemeksiz kalmanız söz konusu değil; inter-
edebileceğiniz gibi, toplumun kendini yeniden tanımla- net, binlerce restoranı elinizin her daim altında tutuyor.
ma sürecinde seçtiği bağlayıcı dokuların benzer olum-
suzluklar yaratmayacağının hiçbir garantisi yok. Zaten
böyle bir beklentide olmak ütopik olur ve süreç sırasın-
da oluşabilecek mağduriyetleri gör(e)meyeceği, kabul
ed(e)meyeceği, meşru say(a)mayacağı için de oldukça
tehlikelidir.
OCAK-ŞUBAT-MART GASTRO 57
Disiplinlerarası
tüketebilme ihtimaline sahip olduğu kadar muhtaç du- 1. Süt Dünyası bölümünde yayınlanmıştır.
ruma düşme, bağışa, yardıma ihtiyacı olma ihtimaline 2. Burada nesne ile kastettiğim, sadece taze sebze ve meyve ile
sınırlıdır. Giyim, aksesuar, züccaciye ile süt, yumurta ve süt ürün-
de sahiptir. Bu belirsizlikte, bir yandan sosyal pratikler
leri, mantar, balık, kuru gıda ve hububat buna dâhil değildir. Bu
kâr getirebilecekleri oran da piyasa mekanizmalarına ürünleri satan tezgâhları saha çalışmamın dışında tuttum.
dâhil olurken10, diğer yanda artan ve farklılaşan meta- 3. Ya da böyle bir sıkıntının oluşması durumunda, kendilerine yar-
lar, refahı tüketebilirlik üzerinden kurgulayan, tüketebi- dımcı olabilecek olan.
lirliği de özgürlükle bağdaştıran söylemlerin meşruiyet 4. Genel toplumsal fayda, toplumdaki tüm bireylerin, kendi irade-
leriyle belirledikleri çıkarları doğrultusunda kazanımlar sağlama-
kazanması için zemin hazırlarlar. Sonuçta ortaya çıkan
sıyla elde edilen toplam fayda olarak düşünülmelidir.
sosyo-ekonomik düzen, kapalı ekonominin yoklukları- 5. Ana akım neoliberal söylem ile kast edilen sosyo-kültürel pra-
nın doğurduğu eşitliğin tam aksidir. tiklerin piyasalaşmasıdır (Madra & Adaman, 2014, s.692; yazarın
çevirisi). Bu piyasalaşma, bir yandan “kendi refahını arttırmak
Peki, yani ne yapalım? Fiyatları mı düşürmeyelim? Zor için harekete geçme sorumluluğuna sahip faal, bağımsız özne
imajını neşrederken” (Karaman, Mart 2013, s.716; yazarın çevirisi),
durumdakilere yardım mı etmeyelim? Soruları bu şe-
diğer yandan da “devlet-merkezli kalkınmanın meşrulaştırdığı öl-
kilde sormak, daha doğrusu yapılabilecekleri yardım çüde piyasa mekanizmalarını siyasi mekanizmalarca takas eden
etmek/etmemek, fiyatları indirip/indirmemek ekse- politikaları tepetaklak ederek” (Lovering & Turkmen, 2011, s.75;
niyle sınırlamak, pazarda gözlemlediğim etkileşimlerin yazarın çevirisi), iki koldan ilerler.
barındırdıkları bu daha temel, daha sistemik meseleleri 6. Burada piyasa ile kapitalist serbest piyasa ekonomisini kastedi-
yorum.
görmezden gelmemize yol açacak. Mesela, neden gi-
7. Dinin ortaya koyduğu değerleri, sivil erdemler (civic virtue)
derek artan sayıda insanın en temel ve en kritik ihtiyaç- olarak okuyup, bu sivil erdemler üzerinden tahayyül edilmiş bir
larından birini giderebilmek için başka insanların ‘yar- siyasi birliktelik kurgulamak (bence Rousseau’nun cumhuriyetçi
dımlarına’ muhtaç olduklarını sorgulamıyoruz? Neden ruhuna aykırı olsa da) mümkün. Tabii, bu durumda karşımıza
beslenmek için pazarın kapanma saatinde gidip pazar- çıkan siyasi birliktelik de farklı öğeleri bünyesinde birleştirmeyi,
onlara belli ölçüler ve dengeler içerisinde söz hakkı ve fayda
cıların bir anlamda kendilerine gıda bağışı yapmaları-
sağlama hakkı taahhüt etmeyi kendine görev bilmiş bir res
na ihtiyaç duyan, hayatta kalabilmek için bu bağışlara publica (cumhuriyet) yerine, ilaha tekrar kavuşarak adaletin
muhtaç olan insanların varlığını sorunsallaştırmıyoruz? sağlanacağı zamana kadar bireylere yeryüzünde dini değerlere
Neden geçmişimizi ve geleceğimizi risk faktörlerine en uygun vaziyette zaman doldurmalarına olanak sağlayan bir
çevirerek metalaştıran neoliberalizmin bu muhtaçlığa düzen olur. Böyle bir okumada, umumi irade de (general will)
dini bir karakterdedir; ancak, aynı bir res publica’daki gibi top-
katkısını/etkisini tartışmaya açmıyoruz? Veyahut böy-
lumsal irade (will of all) ile çelişebilir. Bu bağlamda da, çelişkiyi
le güvencesizliklerle dolu bir ekonomik sistemin, nasıl aşabilecek bir lider (ya da liderler) iki model için de elzemdir.
bir iktidar yarattığını, nasıl iktidarları meşrulaştırdığı- 8. Michel Foucault, neoliberalizmin düşünce tarihinin izini sürdüğü
nı masaya yatırmıyoruz? Tabii soruları normatif olarak Birth of Biopolitics adlı derslerinde, bu devlet karşıtı yaklaşımı
sormak da mümkün. Örneğin, muhtaç durumdaki in- Nazi faşizminin dünyada yaptığı tahribata bir cevap olarak okur
(2004).
sanların en temel ihtiyaçlarından birinin karşılanmasını,
9. Ancak, bu beklentilerin neler olduğunu anlamanın, bugünün
serbest piyasa ekonomisinin kâr güdüsünün bir ödülü sosyal, siyasal ve ekonomik dertlerini çözümlemek için elzem
haline getirmek ne kadar doğru? Hatta genellersek, olduğunu düşünüyorum ve konuyla ilgili ciddi sosyolojik ve ant-
ekonomik çıkmazları bu şekilde toplumsallaştırarak, si- ropolojik çalışmalara olan ihtiyacın altını çizmek istiyorum.
yaset dışına iterek çözmek ne kadar doğru? Ve belki 10. Olamazlarsa da kaybolurlar.
11. Bu yazıda bahsettiğim muhtaçlık meselesini güvencesizlik
de en kritik olarak, neden hepimizin en temel ihtiyaçla-
(precarity) üzerinden kurgulamak da mümkün. Muhtaçlık ve
rından biri olan gıdaya gene hepimizin erişimini bağış/ güvencesizlik kesinlikle aynı değiller; ancak bu iki kavramın
yardım-kâr ikilemi dışında düşün(e)müyoruz? 11 çakıştığı noktalar -özellikle gıda ve biyoiktidar bağlamında- bize
ilginç fikirler sunabilir diye düşünüyorum. Sonraki yazılarda bu
Kaynakça ortak alanı konu edineceğim.
M.Foucault, The Birth of Biopolitics. New York: Picador Palgrave
MacMillan, 2008.
O.Karaman, Urban Renewal in Istanbul: Reconfigured Spaces,
Robotic Lives. International Journal of Urban and Regional
Research, 37(2), March 2013, p.715-733.
J.Lovering, H.Turkmen, “Bulldozer Neoliberalism in Istanbul: The
State-led Construction of Property Markets and the Displacement
of the Urban Poor”, International Planning Studies, 16(1), 2011, p.73-
96.
Y.M.Madra, F.Adaman, Neoliberal Reason and Its Forms: De-
Politicisation Through Economisation. Antipode, 46(3), 2014,
p.691-716.
J.J.Rousseau, The Social Contract. New York, Penguin Books, 1972.
58 GASTRO OCAK-ŞUBAT-MART
Disiplinlerarası
OCAK-ŞUBAT-MART GASTRO 59
Disiplinlerarası
Sezin Öney
JAPON IMPARATORU
VE BUYRUĞU:
“ET MODERNLIKTIR.”
Japonya mutfağı deyince, günümüzde akla ilk gelenler- Japonya’nın Wagyu’larının toplamda dört tipi var; Japon
den biri Kobe eti ya da Japoncasıyla 神戸ビーフ; Kōbe Siyahı (黒毛和種 Kuroge Washu), Japon Kahverengisi (
bīfu. Kobe eti, Japonya’nın ortalarında yer alan Hyogo 赤毛和種 Akage Washu), Japon Boynuzsuzu (無角和種
vilayetinin merkezi Kobe’den adını alıyor. Başka bir yer- Mukaku Washu) ve Japon Kısa Boynuzlusu (日本短角和種
de, Kobe etinin elde edildiği Wagyu sığırlarının Tajima Nihon Tankaku Washu). Bu türlerin tümünün ortak nok-
türünden elde edilen ete bu adı vermek aslında yasal tası, elde edilen farklı isimlerdeki et türlerinin, yukarıda
olarak mümkün değil. “Kobe Et Pazarlama ve Dağıtımı bahsettiğimiz ve bugün Japon mutfağı deyince dünya
Promosyonu Derneği’nin” kuralları böyle. Wagyu sı- çapında popüler olan yiyeceklerin de ana malzemesini
ğırları, Japonya’ya özgü bir tür; bu türün eti, tadı, etin oluşturması.
yumuşaklığı kadar yağının özelliği de ön plana çıkıyor.
Wagyu sığırlarında, Omega 3 ve Omega 6 yağları, di- Pişirme türleri ötesinde, bazı et türlerinin kendileri çok
ğer türlerden daha yoğun olarak bulunuyor. Yani, kalp özel demiştik; Kobe eti de, bunların başını çekiyor gene
dostu sayılan, sağlıklı etler elde ediliyor bu sığırlardan. belirttiğimiz gibi. Bu et, Hyogo eyaletinde yetiştirilen
sığırlara ait; bu bölgedeki Tajima sığırları da Kobe etinin
Kobe etinin ızgara yapılmasının yanı sıra, popüler diğer de aralarında bulunduğu meşhur bazı et türlerinin kay-
pişirme yöntemleri şunlar: nağı. Tajima sığırları, siyah Wagyu’lara örnek. Tajima sı-
ğırlarının bir “babası” var; 1939 doğumlu boğa Tajiri-go.
• Shabu shabu, yani incecik et dilimlerinin kaynar Yaşamı boyu sahibi Matsuzo Tajiri tarafından üzerine
suda, fondü tipi pişirilmesi ve soslarla pişirilmesi. titrenen Tajiri-go’nun tam 1500 “bebeği” olmuş. Ve bu
• Sashimi, yani incecik et dilimlerinin çiğ olarak ye- kocaman aile bugünkü Tajima’ların da kökünün dayan-
nilmesi. dığı sığır topluluğunu oluşturmuş.
• Sukiyaki, yani çeşitli malzemelerin et ile beraber
kaynar suda bir tür sulu çorba/güveç gibi (ancak Ancak, İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde giderek
lezzetleri birbirine fazla karışmayacak shabu sha- büyüyen bir endüstri haline gelen Japonya’nın büyük-
bu’ya benzer şekilde) servis edilmesi. baş hayvancılığı deyince, akla geçmişin geleneksel yön-
• Teppanyaki, yani “ocakbaşı” usulü veya sıcak dö- temleriyle yetiştirilen sığırlar gelmesin. İlk Tajima sığır-
küm tavada pişirilmiş biçimde pişirilmesi. larının üretimi, Hyogo Eyaleti’nin kuzeyindeki Kami iline
60 GASTRO OCAK-ŞUBAT-MART
Disiplinlerarası
bağlı Ojiro’da gerçekleştiriliyordu; bugünse, sadece bu başladı. Bugün artık, Japonya’nın Wagyu sığırlarının
eyalette değil, tüm Japonya’da ve hatta dışında üretim ciddi bir kısmı ülke dışından geliyor; yerel üretim et ku-
yapılıyor. Etin maddi değeri kadar, Japonya’nın ileri dü- ralları esnetiliyor-nasıl mı? Bir kısım Wagyular, Japonya
zeyde modern bir ülke olması da, bugünkü et üretiminin dışında besleniyor büyütülüyor; sonra da, kesim zamanı
şansa bırakılmamasına neden oluyor. 1960’lardan beri, yaklaşınca, Japonya’ya yollanıyor. Ve, Japonya’da kesi-
Japonya’nın sığırları; özellikle de Kobe eti üretiminde lip tüketiliyorlar; buyrun işte, “yerli ve milli” Wagyular.
kullanılan Tajiri’ler gibi değerli cinsler suni döllenme Görüldüğü gibi hangi et gerçekten Kobe sayılabilir; etin
yöntemiyle çoğaltılıyor. Yani, inekler kesilirken yumur- kaynağı sığır, Japonya’da mı yetişmiş, suni döllenme ile
talıkları alınıyor. Bu esnada da, bu yumurtalıklardaki üretilmiş, tabağınıza gelen et ile ilgili birçok soru işareti
yumurta, suni biçimde Tajiri-go’nun “torunlarından” biri de beraber servis ediliyor.
veya arzu edilen boğa türünün spermleriyle dölleniyor.
Döllenmiş yumurta da Holstein tipi süt ineklerine nakle- İmparatorluk fermanıyla yasaklı yiyecek: Et
diliyor. Yani bu süt inekleri, “taşıyıcı anne” görevi görü- İşin sürpriz kısmı şu: Bu kadar “ultra-modern”, karma-
yor. Holstein’ler, doğurdukları danalara sonra bakıyor- şık, küresel ve sofistike pişirme usullerine sahip olan
lar da; bir yandan da süt verdiklerinden üretimden yan Japon et kültürü, geleneklerine ve asırların derinlikle-
fayda da sağlanıyor. Doğan danalar yaklaşık 9 ay sonra, rine uzanan tarihine çok düşkün bu ülkede aslında son
özel bakım çiftliklerine yollanıyor. Genetik olarak Tajiri derece “yeni”. Neden mi? Çünkü, Japon halkı aslında
cinsi olan bu danalar, şişman ve yağlı, erişkin hallerine deniz ürünleri dışında et ürünleri tüketmeyen bir kül-
gelince de kesiliyorlar. türe sahipti. Daha doğrusu, ilk çağlarda et ve sakatat
yeniyordu; bu konuda bir yasak veya tabu söz konusu
Tajirilerden elde edilen Kobe eti, son derece pahalı bir değildi. Ancak, 6. yüzyılın ortalarında Budizm’in etkisi-
et. Bir porsiyonu, başkent Tokyo’nın şık lokantalarında nin Japonya’da yayılmasıyla beraber, bu alışkanlık de-
30.000 Japon Yeni (700 lira) civarına alıcı bulabiliyor. ğişmeye başladı. Yaşamın kutsallığı, yemek için canlıla-
Öte yandan, Japonya’da Kobe etini elde etmek paha- rın öldürülmemesi gerektiği, Budizm kültürü ile beraber
lı olduğu ve dünya genelinde Kobe talebi olduğu için, Japonya’da köklenmeye başladı. Bunun ötesinde, et
ABD veya Avustralya’da üretim gibi seçenekler de or- yenmesi dönemsel olarak yasaklandı da.
taya atılmış. 1970’lerin ortalarına kadar Kobe etinin de
kaynağı olan Wagyu sığırlarının ülke dışına çıkarılması İlk resmi yasak, 675 yılında geldi. İmparator Temmu, bir
yasaktı. Bu adet, yavaş yavaş birer ikişer çiğnenmeye ferman çıkararak et yemeyi tamamen yasakladı. Et ye-
OCAK-ŞUBAT-MART GASTRO 61
Disiplinlerarası
menin, kanun dışı faaliyet, cezalandırılacak bir yasadışı de yasak kapsamı dışında görülmüş. Bununla beraber,
eylem kabul edildiği bu dönemdeki resmi yaklaşımın evcilleştirilmiş kuşlar; yani tavuk ve horozlar kutsal ka-
sebebi konusunda farklı görüşler var. Kimi tarihçiler, bul edilmiş. Bunun da sebebi, tavuk ve horozların Şinto
İmparator Temmu’nun da yasağa gerekçe olarak vur- tanrılarının elçileri olduğu ve onlardan gelen mesajları,
guladığı gibi, dini inançlar ve adetlerin bu yaklaşıma “ölümlülere” ilettiği inancı.
sebep olduğunu öne sürüyor. Öte yandan, o dönem,
Japonya’nın kısıtlı kaynaklara sahip bir ülke olarak kıtlık Bu yaklaşım sonucu, Japonya’da 15. yüzyıla kadar kü-
ve kuraklık ile karşı karşıya olmasının, tarıma özel önem mes hayvanları kutsal kabul edilerek, ne etleri yendi, ne
verilmesine neden olduğunu iddia edenler de var. Yani, de yumurtaları tüketildi. Daha sonraları, yani 15. yüzyıl
bu Japonya’nın et yeme yasağının tamamen politik se- ertesi, kümes hayvanlarına yönelik tabular azaldı. Öyle
beplerle ortaya çıktığını. Başlangıçtaki sebep ne olursa ki, zaman içinde, ülkenin en önemli sembolik spor ge-
olsun, İmparator Temmu’nun adeti devam etti; 7 ve 8. leneğini oluşturan Sumo güreşçilerinin bazıları tarafın-
yüzyıllarda yeni bir imparator tahta çıktığında, et tü- dan, tavuk kutsal ve şans getiren yemek olarak kabul
ketimini yasaklayan bir ferman ilan ediyordu. Bu fer- edilmeye başlandı. Bunun sebebi de tavuğun iki ayak
manın dayanağı da olarak da Budist inançlarının etkisi üzerinde duran bir hayvan olmasıydı; tıpkı Sumo güreş-
gösteriliyordu. Her imparatorun kendi “et fermanını” çilerinin iki ayak üzerinde dik duruyor olması gerektiği
çıkarmasının ardında halk arasında kaçamak yapanların gibi duruyordu kümes hayvanları. Buna karşılık, büyük
varlığı yatıyordu. Gene de emir demiri kesti ve kayıtlara ve küçükbaş hayvanlarsa, dört ayak üzerindeydiler.
göre 10. yüzyıla gelindiğinde Japon halkı et yeme alış- Sizce, ayakta kalması gereken bir Sumo güreşçisi han-
kanlığını tamamen geride bıraktı. Aslında bu ilginç bir gisini tercih eder? Tabii ki, iki ayak üzerindeki kümes
durum; zira Asya genelinde, örneğin Japonya üzerinde hayvanını…
büyük tarihi etkisi olan Çin’de et yemek sadece Budist
din adamlarına yasaktı. Japonya’nın farklı yaklaşımının Tabii, kaidenin istisnaları; yasakların kulak asmayanla-
ardında, Şintoizm’in de etkisi vardı. Japonya’nın yerel rı da var. Japonya’nın vahşi kaynaklardan gelen baş-
dini Şintoizm, hayvanların etinin yenmesini, kegare, “te- ta olmak üzere et tüketimine hiçbir yasağa uymadan
miz olmayan bir adet”, bir tür “mekruh” olarak tasavvur yapan aynen devam eden bir yeri söz konusu. Ryukyu
etmişti. Krallığı, “özerk” bir tavır ortaya koyan yer; bu krallık keçi
ve domuz gibi hayvanları evcilleştirerek etlerini tüket-
Et yemek yasak; gene canlı bir kaynaktan gelen diğer meyi adet haline getirmişti. Ayrıca, geyik ve ayı etine
bir ürünün, yani deniz mahsullerinin Japonya için hiç bayılan, vahşi kuşların etlerini damak zevklerinin önemli
mi hiç vazgeçilmez olmasına ne demeli? Peki, et yasak- bir parçası olarak gören Ryukyu Krallığı hiçbir zaman
lanırken bile, Japonya’da deniz mahsullerine düşkünlü- Japonya’daki imparatorluk fermanlarına aldırış etmedi.
ğün sürmesinin ve onlara bir yasak gelmemesinin ar-
dında ne var? Ülkenin en güneyindeki Okinawa Adaları’nın da,
Japonya’dan bağımsız tavırları “ana adanın” et tüketi-
Elbette, birinci sebep şu; Japonya bir ada ülkesi ola- mi konusundaki kanuni yaklaşımının yaşam tarzlarını
rak deniz mahsullerinin bereketinden yararlanmaya çok değiştirmesine izin vermiyordu. Sadece Okinawa’da
müsait. Yani et yasaklarının ardında politik ve ekonomik değil, Japonya’nın ana adalarının dağlık ve ulaşılması
sebeplerin yattığı da öne sürülebilecekken, deniz ürün- güç kesimlerinde, vahşi hayvanların kürkleri için avlan-
leri bu tarz bir yasakla karşılaşacak bir durumda değil; ması, av etlerinin tüketilmesi yaşamın ayrılmaz bir par-
bollukları konusunda hiçbir sıkıntı yaşanmamış. çasıydı. Benzer biçimde, Japonya’nın en kuzeyindeki
Hokkaido’nun Ainu halkları da, vahşi hayvanların etinin
Ancak, deniz ürünleri konusunda gene dini inanışlar tüketimi kusuri-gui; yani, “tedavi amaçlı bir adet” ola-
ve geleneklerin hâkimiyetinin de hayli önemli rol oyna- rak kabul ediyordu. Zaten, belli özel durumlarda “ku-
dığını söylemek mümkün. Japon dini inanışları, gerek suri-gui”nin, bir takım sağlık şikayetlerinden dolayı et
Budizm gerekse Şintoizm yöneliminde olsun “memeli tüketilebileceğinin düşüncesi, Japonya’nın çeşitli yerle-
hayvanların” yemek için öldürülmesini yasaklıyor var- rinde hep hakim oldu.
sayılmış.
Her ne kadar istisnalar olsa da genel manzara, karşı-
Ama deniz hayvanı olduğu için, tarihi bakış açıları so- mıza dünya genelinden çok farklı bir görünüm orta-
nucu balina da memeli olmasına karşılık “et yasağı” ka- ya koyuyor; hayvanların tüketim için yetiştirilmesi, bu
tegorisi dışı kabul edilmiş. Dahası, “kuşlar” konusunda amaçla beslenmeleri, yüzyıllar boyu Japonya’da pek
da kafası karışık haller var. Yabani kuşlar, kimi bölgeler- rastlanmayan bir alışkanlık oldu. Deniz mahsulleri, mut-
62 GASTRO OCAK-ŞUBAT-MART
Disiplinlerarası
fak dünyasının başlıca ilgi alanı oldukça da yaratıcılık dış etkilerden uzak bir ülke için çok da özel bir dönüm
ve gelenekselleşen tarifler, deniz mahsullerine yoğun- noktasıydı; Batı Avrupa’dan dünyaya yayılan, endüstri-
laştı. Diğer bir deyişle, yiyecek tüketimi için avlanma, et leşme ve “modernleşme” süreçleri, aynı zamanda “ide-
ürünlerinin kullanılmadığı adetlerin gelişmesiyle de ağız al, uygar, olması gerektiği gibi” bir hayata yönelik ilham
tatları ve mutfak alışkanları da değişti. Yani, giderek et, ve hevesi de beraberinde getiriyordu. Batı Avrupa’nın
damak tadı bakımından aranmaz, tariflerde kullanılmaz endüstrileşme ile açtığı makası kapatmak için giri-
oldu. şilen “Batılılaşma” çabaları, Osmanlı İmparatorluğu,
Rusya Çarlığı, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu
16. yüzyılda kısa bir dönem için et tüketiminin Japon gibi devletleri etkisi altına alırken Japonya’da yeniden
mutfağına geri dönüşü, gene bir dini akımın etkisiyle güç kazanan imparatorluğu da dönüştürmeye başladı.
gerçekleşti. Hıristiyan misyonerler, Cizvit papazları- İmparator Meiji, 1872’de bizzat kendisi et yemeye başla-
nın; özellikle de, Papaz Francis Xavier’in etkisi bu açı- yarak bir “devrime” imzasını attı. İmparatorluk hüküm-
dan önemliydi. Yerel olarak nüfuzlu bazı kimseler, hem darlığının yeniden başlamasının beşinci yılında atılan
Hıristiyanlığı hem de “Hıristiyan adetleri” olarak benim- bu “şok edici” yaşam tarzı adımı, gerçekten de “dev-
senen kültürü benimsedi. Sadece büyükbaş hayvanların rim” niteliğindeydi. İmparator Meiji, sadece kendisi et
eti değil, domuz eti de yenmeye başlandı. Bununla be- yemekle kalmadı; halkın yemesini de teşvik etti. Ancak,
raber, şarap ve ekmek ayinlerinin benimsenmesi, Japon geleneklerine çok bağlı yapısı olan Japonya’nın insan-
kültürüne aykırı bu yiyecek ve içeceğin de kullanılmaya ları bu konuda oldukça muhafazakâr davrandılar. Et
başlanmasına neden oldu. Böylece, 6. yüzyıldan itiba- tüketimi önceleri, sadece şehirlere ve özellikle başkent
ren oluşan gelenek ve tabular bazı kesimler için değişti, Tokyo ve ertesinde de başkentin taşındığı diğer merkez
eğilip bükülmeye başlandı. Gene de et yemek gelenek- olan Kyoto’ya sınırlı eksantrik bir moda olarak algılandı.
lerin hoş görmediği ve “kirli” kabul edilen et yeme tav-
rı, kısmi bir yayılmanın olduğu dönemlerde bile hep bir Gene de, 1868-1912 arası süren Meiji Dönemi ve erte-
tabu olarak kaldı. sindeki Taisho Dönemi, modernleşme ve değişim sü-
recinin baş döndürücü hızda yaşandığı zamanlardı. Et
Edo Dönemi’nde, yani İmparatorluk Hanedanı’nın yerini tüketimi de, modernleşmenin, “çağdaşlığın” ayrılmaz
Tokugawa Hanedanı’nın aldığı darbenin gerçekleştiği bir parçası sayıldı. Et pişirme alışkanlığı olmadığı için de
1603’ten itibaren yaklaşık 250 yıllık bir dönem zarfında, yeni tarifler icat edildi; örneğin Shabu-shabu, 20. yüzyıl
Japonya dışa neredeyse tamamen kapandı. Dış dünya başında, Osaka’da Suehiro adlı bir lokantada Çin mut-
ile kısıtlı ölçüde ve sıkı biçimde kontrol edilen şekilde bir fağından esinle yaratıldı.1 Benzer şekilde bugün yılso-
ticaretin gerçekleştiği istisnalar dışında, Japon liman- nu kutlamalarının ayrılmaz parçası, son derece popüler
ları tamamen dış gemilere kapalı hale getirildi. 1687’de Sukiyaki de, Meiji Dönemi’nde ‘keşfedilen’ bir yiyecek
Tokugawa Hanedanı, et yasağının gevşememesi için oldu. Gene, Sumo güreşçilerinin, kilo almak için bolca
yeniden bir ferman çıkardı. Ayrıca bu dönemden itiba- tükettikleri sembolik bir gıda olan Chankonabe de etli
ren, et ve diğer kullanım için hayvan kesenler yani, ka- biçimde yapıldığı usulüyle halk arasında da çok sevi-
saplık veya dericilik için mezbahada veya tabaklamada len yiyeceklerden biri haline, 20. yüzyıl başında geldi.
çalışanlara özel bir sosyal statü verildi; diğer bir deyişle, Chankonabe, Kawasaki Chanko adlı bir Sumo güreş-
toplumun dışına itildiler. Burakumin veya Eta adı verilen çisinin Tokyo’da 1937’de açtığı lokantadan ünü tüm
bu sınıf, yüzyıllarca toplumsal sınıfların en dibini oluş- Japonya’ya ve ötesine yayılan bir yemek olarak kayda
turdu. Bu grup, kendileri de et yiyerek toplumdan ayrı geçiyor; et veya tavuk suyuna, parça et, tavuk, yosun,
ve yalıtılmış bir kesimi oluşturdular. Bugün de Tokyo’da pirinç veya ‘udon noodle’ eklenmesiyle yapılıyor.
1936’da kurulan mezbaha, yani Shibaura’da çalışanlar
da kökenleri Burakumin’lere dayananlar. Tabii, böyle bir Sadece Kobe eti değil, diğer tüm bu örnekler gösteri-
tabu ve ayrımcılık bugün yok. Ama, hala Burakumin’lerin yor ki, et yasaklar ve tabularla Japonya’nın mutfağına
kim olduğu, bu kökenden gelen ailelerin kimler olduğu geç girdi; ama tam bir giriş yaptı ve vazgeçilmez hale
biliniyor. geldi. Artık imparatorluk katından yeni bir yasak gelse
kulak asan olur mu; biraz zor gibi gözüküyor.
İmparatorluğun fermanı: “Etsiz olmaz”!
İmparatorluğun tekrar ağırlığını koyduğu Meiji Dönemi, 1. http://www.e-suehiro.com/history/
OCAK-ŞUBAT-MART GASTRO 63
Disiplinlerarası
Yrd.Doç.Dr. Ahmet Uhri
RESMI UYGULAMALARLA
DÖNÜŞEN MUTFAKLARA
BIR ÖRNEK: SOVYETLER
BIRLIĞI MUTFAĞI
64 GASTRO OCAK-ŞUBAT-MART
Disiplinlerarası
Kruşçev dönemine özgü yoksul semtimizde annem lümdeki anılar aile anılarından çok kendisiyle birebir iliş-
yüksek sesle Proust okuyor; bense Fransız yazarın o kili olduğundan daha taze ve gerçekçi gözükmektedir.
duyusal hayallerinden son derece sıkılmışım, fakat ger- Stalin sonrası dönemin en kötü kıtlığına denk gelen bu
çekten yenilebilir bir kurabiye fikriyle de sarhoş olmu- çocukluk yılları Moskova’da büyüyen yazar tarafından
şum. O egzotik kapitalist madlenin tadı nasıldı? Müthiş ekmek ve diğer gıdalar için girilen kuyruklarla anımsan-
bir merak içindeydim.” maktadır. “…Kuyruğun sonunda sizi kalitesiz ve rutubetli
ekmek beklerdi. Sadece rutubetli olmakla da kalmaz,
Proust’un kapitalist madlenleri devleti/sistemi çökerte- çoğu zaman yeşilimsi garip bir yapışkan sıvı da sızar-
cek zehirli fikirler gibi olmalı o dönemin gençleri için. Bir dı ekmekten; un kurutulmuş bezelyeyle mayalanırdı…
yokluk ve yoksunluk tablosu çizmekte yazar ve bunu Sosyalist gıda dağıtımının o iştah açıcı ironilerinden biri
kitabın bütün bölümlerindeki yemeklerde, mutfaklarda de bazı dükkânların Vladivostok’tan karides ve yengeç
ve restoranlarda solumak olası. Çarın devrilmesini te- getirmesiydi… Sıradan vatandaşların karidesin ne oldu-
tikleyen ekmek ayaklanmalarıyla başlayan ve onar yıllık ğuna dair fikirleri yoktu. İnsanlar dükkân tezgâhlarında
periyodlarla 1920-1990 arasının anlatıldığı kitabın bö- Giza piramidi gibi istiflenmiş 14 kopeklik mısır konser-
lüm adları bile mutfakta olan dönüşümü simgeler gibi. velerine tükürürdü. Varsa yoksa mısır, ekmek yok. O
Örneğin 1920’lerin anlatıldığı ikinci bölümün alt başlığı aptal yabancı mısırı ‘Rus tarlalarının yeni çariçesi’ ilan
“Lenin Keki”. eden Kremlin’in zevzek palyaçosuna herkes Kukuruznik
(Mısırcı) diye hakaret ediyordu.” Bu uzun alıntıdan da
Bremzen’e göre bütün bu onar yıllık dönemlerdeki de- anlaşılabileceği gibi değişen tarım politikalarının bir
ğişimin temelinde ise tarımsal üretimde 1920’li yıllarda diğer yansıması da mutfakta yaşanmıştır. II. Dünya
meydana gelen düşüş ve bunun getirdiği kıtlık ve yok- Savaşı’ndan sonra Sovyetler Birliği’nin o dönemin dün-
sunlukla, bunun karşılığında yükselen halk kantinleri yasındaki küresel iki oyuncudan biri olmasıyla geçen
eliyle üretilen yemeklerle şekillenen yeni bir mutfak kül- soğuk savaş yılları ve 1970’li yıllarla 1980 ve arkasından
türü yatmaktaydı. “Mutfak kavramının o çetin zaman- gelen Glasnost döneminin irdelendiği bölümlerle de-
larda yok olup gittiğini belirtmeye lüzum yok. Lezzetli vam eden kitabın son kısmı yemek tariflerine ayrılmıştır.
yemekten haz alma düşüncesi, bir kapitalist yozluğu “Sovyet Tariflerinde Ustalaşmak” adındaki bu bölümde
olarak yeriliyordu… Yemek, sağ kalmanın ve sosyalist Kulebyaka, Gefilte Balık, Kartoçki, Çanaki gibi yemekle-
işgücünün yakıtıydı. Yemek sınıf mücadelesinin sila- rin anılarla bezenmiş tarifleri vardır.
hıydı…” Bu saiklerle yolan çıkan yeni yönetim sırasında
Çarlık döneminden kalan restoranlar kapatılır, gele- Bu tariflerden biriyle, Çanaki tarifiyle bu yazıyı tamam-
neksel Rus mutfağı ideolojik açıdan gerici ve apaçık lamak istiyorum. Adında anlaşılacağı gibi Çince ‘zhan’ak
faydasız olarak yaftalanır ve “Sovyet kitlelerine sözde yani kâse ya da kadeh anlamına gelen sözcükten türe-
fütürist ve rasyonel yemek çeşitleri sunmak gibi ütopik yerek hem Rusçaya hem de Türkçeye geçen bu sözcük
bir amaçla halk kantinleri” ortaya çıkarılır. bir Gürcü yemeğinin de adıdır. “Sovyet döneminde,
yabancı mutfaklara erişme imkânı olmadığından Ruslar
Kitabın daha sonraki bölümleri içinde II. Dünya karmaşık, baharatlı yemekler için yüzlerini Birlik’in eg-
Savaşı öncesi Stalin döneminde yaşanan görece bol- zotik sınırlarına çevirdi. Gürcü yemekleri Moskova’nın
luk ile bunun yansıması olan ve neredeyse bütün Rus üst sınıfının mutfağıydı, kuzeyli iştahlarımızı füme,
Cumhuriyetleri’nde tüketilebilecek derecede bol üre- sarımsak ve canlı, güneşli çeşnilerle tatmin ediyordu.
tilen Rus şampanyası “Sovetskoye Şampanskoye, yani Çanaki’nin Stalin’in en sevdiği yemek olduğunu unuta-
Stalin’in talimatının köpüklü amblemi, kendi tabiriyle ‘iyi bilirseniz eğer, bu sulu yemek bir mucizedir. Kokulu bit-
yaşamın… önemli bir simgesi’ oldu.” 1940’lı yılların sa- kilerle pişirilen, bu, kitlelerin tutkusu Gürcü yemeğinin
vaş ve açlığının anlatıldığı “Kurşunlar ve Ekmekler” adlı büyüleyici bir görüntüsü vardır ve et, taze patlıcanlar,
bölümden sonra gelen ve 1950’li yılları anlatan bölüm domatesler ve patateslerle, kendi sarımsaklı otlu suyun-
aslında 1930’lar ile olan farkı bir yemek kitabının 1939 da pişer. Geleneksel olarak bu yemek ‘çanaki’ denilen
ve 1952 yılları arasında yapılan iki farklı baskısıyla açık- toprak güveçte pişirilir.” Bu tariften de anlaşılabileceği
lamakta. Gıda Tedarik Komiserliği tarafından belirlenen gibi güveçte yapılan türlünün bir çeşidi gibiymiş ye-
Sovyet mutfağı esaslarına göre hazırlanan Lezzeti ve mek. 1950’li yılların bu yemeği ve diğer yemeklerin ta-
Sağlıklı Yemekler Kitabı’nın bu iki değişik baskısı bile rifleriyle resmi uygulamaların bir mutfak kültürünü nasıl
resmi uygulamaların bir mutfak kültürünü nasıl değiş- değiştirebileceğini daha yakından incelemek isteyenler
tirebildiğinin çarpıcı bir dışavurumudur. Daha sonraki için önemli bir yapıt olan bu çalışma, aile anekdotları,
bölüm olan “Mısır, Komünizm ve Havyar” 1963 doğumlu anılar ve kurgusal olmayan tarihsel gerçeklerle örülmüş
yazarın tam da çocukluğuna denk gelmekte ve bu bö- bir anlatı gibi gözükmekte.
OCAK-ŞUBAT-MART GASTRO 65
66 GASTRO OCAK-ŞUBAT-MART
SİNEMA ve YEMEK
OCAK-ŞUBAT-MART GASTRO 67
Sinema ve Yemek
Yrd.Doç.Dr. İlkay Kanık
68 GASTRO OCAK-ŞUBAT-MART
Sinema ve Yemek
gi bir sıradan Amerikan ailesinin konuyla ilgili özdeşlik aramaya çalıştığı bu basit sorular, seyircinin de soruları
kurabileceği şekilde bir doğallıkla, belgeselin öznesi haline dönüşür.
haline getirmiştir. Konu, aslında oldukça kaygı duyulası
bir konu olmasına rağmen, ne yedikleri ve yediklerinin Başka dünyalar: Haiti, Fransa ve Norveç
bedenlerine, sağlıklarına etkileri konusunda bilgi sahibi Aslında kocaman bir ülkenin uykuda olduğu zaman-
olmayan ve dolayısıyla söz sahibi olmayan bir ulusun larda, dünyanın başka bölgelerinde GDO’lu ürün üret-
durumunu aktarmasının sorumluluğu ve genç bir baba- meyi yasaklayan ülkelerin örnekleri sayesinde, örneğin
nın küçük çocuklarının geleceğine hissettiği sorumlu- açlık ile yüz yüze olan Haiti’de, dünyanın gurme baş-
lukla harmanlanmıştır. Jeremy ne yediğini sorgulamaya kenti sayılan Fransa’da, sağlıklı besinler konusunda yeni
ve yüzleşmeye kendi evinden başlar. Jeremy, çocukla- bir trend yaratan İskandinav ülkelerinden Norveç’te,
rıyla beraber, evde yiyeceklerin paketlerinin üzerindeki GDO’lu ürünlere dair tartışmaları ve yasaklamaları ak-
bilgilendirici etiketleri tüketmeden önce tek tek okur. taran belgesel, bu sayede başka alternatiflerin varlı-
Etiketlerindeki bilgiler üzerinden bu besinleri tüketip ğını da seyirciye gösterir. Jeremy, GDO’lu ürün dışın-
tüketmemeye karar vermeye çalışırlar. Diğer taraftan da başka bir alternatifin kitleleri besleyemeyeceğini
çok da alternatifleri yoktur. Belgeselde sürekli yer veri- savunanların karşısında varlığını sürdüren bu başarılı
len Jeremy’nin ev ve aile hayatının sıradanlığı ve sami- örnekler hakkında, sadece sayısal veriler verip, başarı-
miyeti, sorduğu soruların basitliği, tepkilerinin doğallığı, larını ispatlamak yerine, onları yerinde ziyaret ederek
bu babayı izleyen Amerikalıların kendilerini kolaylıkla seyirciye aktarır. Çünkü günümüzde hüküm süren gıda
onun yerine koyabilmelerini sağlamıştır. Filmin bu anlatı sistemi taraftarının ortak sesinin başka seçenek ol-
tarzı ile karakter ve izleyici arasındaki, hem empati hem madığına dair söylevi, bu örnekler üzerinden nasıl da
de sempati ilişkisi güçlü bir şekilde kurulabilmektedir. başka seçeneklerin olabileceğinin de kanıtı olmaktadır.
Finn’in babasının Haiti’ye, Fransa’ya, Norveç’e seyahati,
Baba ve oğul dünyanın farklı bölgelerinden tohum mirasının kaybol-
Baba ve yönetmen Jeremy, GDO konusunu iki boyutu masına karşın, dünya vatandaşlarında artan endişenin
ile bağlantı kurarak belgeselde tartışır. Birincisi tohum ve koruma mücadelelerinin gözler önüne serilme yol-
mirasının geri dönülemez bir şekilde kaybedilişi, ikincisi culuğudur. Jeremy, Haiti gibi açlıkla yüzleşen bir ülke-
ise tek alternatif olarak sunulan genetiği ile oynanmış de, tohum egemenliği kurmak isteyenlerin yardım elini,
tohumun üretimden tüketime kadar etkilerinin ne oldu- kendi tohum miraslarını korumak için geri çevirmelerini
ğudur. Jeremy ve oğlu Finn’in tohum üzerinden kurulan şaşkınlıkla ve hayranlıkla izler.
ilişkisi, belgeselde en sıcak ve insani ilişkilerden bir ta-
nesi olarak aktarılıyor. Bir yandan Finn’in koleksiyonu GDO! Lezzetli bir yiyecek mi?
için büyük bir heyecanla yeni tohumlar bulma çabaları, Belgeselde sokak röportajları ile Amerika’daki insan-
bir taraftan da yüzde doksan üçten fazla tohum çeşi- ların GDO hakkında ne düşündüklerini soran baba,
dinin dünyadan kaybolduğu gerçeğinin belgeselde bir belki lezzetli bir yiyecek, belki de yeni çıkan bir ürün
arada aktarılması ile babanın oğlunun geleceğine dair olduğunu düşünenlerin cevapları ile karşılaşır. Hemen
endişesinin boyutu oldukça net bir şekilde gösterilir. takiben, dünyanın farklı bölgelerindeki GDO ve tohum
Besleyen, koruyan, gözeten babanın, beslenme endişe- hâkimiyetine dair artan tepkileri de göstererek seyirci-
sine neden olan tohum mirasının kayboluşu ve etkileri ye aslında konu ile ilgili nasıl bir sessizliğin Amerika’da
tam olarak bilinmeyen GDO’lu tohumlarla ile ilgili bazı hâkim olduğunu ayna tutarak gösterir. Sokaktaki insan,
sorular hem ABD’de hem de dünyanın farklı coğrafya- yedikleri besinlerin üretim sürecinden uzak oldukları
larında bu soruların cevabını aramak üzere bir yolcu- için geri dönülemez değişimler konusunda bir o kadar
luğa çıkartır. GDO’nun çocukları nasıl etkilediği, aynı bilgisizdir.
zamanda, gezegenimizin dengesini nasıl değiştirdiği,
bizim yediğimiz besinler konusundaki seçim hakkımı- Ayrıca, belgeselde GDO’nun sağlığa etkilerine dair ça-
zı nasıl belirlediği gibi sorular belgeseldeki bütün katı- lışmalara ulaşmak istediğinde ulaşılamadığından bah-
lımcılara sorulur. Ama en trajik soru farkına varmadan sedilir. Acaba biz büyük bir deneyin parçası mıyız da,
hayatımızın parçası olan, yediğimiz gıdanın kaynağı- haberimiz yok, diye bir soru daha, sorulara eklenir. Belki
nın değişiminin geri dönülemez olup olmadığı sorusu GDO çok faydalı olabilir, ancak seçim hakkı verilmeden,
olur. Bu soru, sürekli belgeselin içerisinde baba ile oğul tüketmeye mecbur kalmak Jeremy’nin üzerinde dur-
arasındaki tohum ile kurulan diyalog sayesinde seyir- duğu konulardandır. Özelikle üretim yapan şirketlerin,
ciye hatırlatılır. Tohumların dünyasına hayran kalan bir aklındaki soruların cevabını verebileceklerine inanarak
oğul ve tohum mirasını her geçen gün kaybettiğimizin onları ziyaret eder. Ama boşuna bir çabadır, çünkü kim-
farkında olan bir babanın çaresizlik içinde cevaplarını se Jeremy’e konuşmak istemez.
OCAK-ŞUBAT-MART GASTRO 69
Kutsal Metinlerde Yemek
Baba ve oğul bir oyun gibi şehirde GDO avına çıkarlar. yan ve bütün doğa dengesini alt üst eden bir tarım fa-
Bu oyunun sonu onlara, aslında başka bir gıda alternati- aliyetidir.
fine ulaşmanın neredeyse mümkün olmadığı bir dünya-
da yaşadıklarını onlara gösterecektir. Yemek yedikleri Mısır ve soyanın her şeyin içinde olduğu düşünülürse;
yerlerde, yiyecek malzemeleri satın aldıkları yerlerde, normal endüstriyel ürünlerden, et, tavuk, balık gibi yine
baba direkt olarak GDO’suz seçeneği almak istediğini mısır ve soya içeriği olan besinlerle beslenen hayvanla-
söylediğinde şaşkın bakışlarla ve doğru olmayan ce- ra kadar her şeyin içerisinde GDO tüketilmektedir.
vaplarla karşılaşırlar.
Belgeselde ayrıca GDO’lu tohumların GDO’suz tohum-
Amerika Birleşik Devletleri ları nasıl etkiledikleri ve onların DNA’sını değiştirdikleri
Jeremy, ABD’de de GDO’lu tohum satanlar ile bu to- konusu aktarılır. Bu konu önemli bir konu, çünkü bu bü-
humları kullanan çiftçilerle röportaj yapar. Bu röportaj- yük şirketler rahatlıkla küçük şirketleri kendi tohumları-
lara katılanlar bu değişimden aslında o kadar da mut- nı, patentli tohumlarını çalmakla suçlayabilmektedirler.
lu olmadıklarını dile getirirler. Bu yeni sistemin sağlıklı Bu konuda ABD’de birçok dava var. Bu çiftçiler için bu
olmadığını kabullenirken, bir zamanlar büyük babala- konuda tek çıkış noktası bu büyük şirketlerden bu to-
rının uyguladığı çiftçilik yöntemlerinin ne kadar sağ- humları alarak kullanmalarıdır. Doğanın patent altına
lıklı olduğunu da itiraf ederler. Diğer taraftan çiftçiler, alınması, ABD’de Supreme Court’un 1980’de, yaşayan
kendi tohumlarını saklayamadıklarını, bu yeni tohumla- organizmaların da patentlenebileceğine dair bir izin çı-
rın patentli olmasından dolayı, buna hakları olmadığını, kartması ile başlıyor. Bu tohumlar ilaçlama zorunluluğu-
mutlaka her seferinde tohumlarını satın almak zorunda nu da beraberinde getiriyor. Bu ikisinin birleşimi, insan-
kalmalarını, kaygı ve memnuniyetsizlikle vurgularlar. Bu lar için geri dönülmesi zor tehlikeli sonuçlar doğuruyor.
çiftçiler, tohum konusunda bağımlı oldukları için, kötü
giden bir üretim yılının, sonlarının gelmesine neden 1945’de 200 milyon pound (1 pound=0.453g) tarım ila-
olabileceğini korkuyla ve endişe ile yaşadıklarını anla- cı kullanılmış. 2000 yılında ise 5.1 milyar pound! Sonuç
tırlar. Yönetmen bu durumu sayısal verilerle kanıtlamak olarak 500 tür böcek tarım ilacına karşı direncini ar-
ister: “1860, her iki Amerikalıdan bir tanesi çiftçilik ile tırmış durumda; yani her seferinde daha çok kimyasal
uğraşırken, bu sayı yüzde olarak ifade edilirse %58 iken, içeren ilaçların kullanılması gerekmektedir. Hem bitkiler
bu oran şimdi %2’lere kadar düşmüştür.” hem de böcekler hemen daha güçlü olacak şekilde ken-
dilerini adapte etmiş ve bu, sonuç olarak insanlar için
Baba daha sonra tek tek sayıları çok fazla olmayan zararı her geçen gün artan bir sorun haline gelmiştir.
GDO’lu tohum üretenler ve bu tohumlar için kimyasal
ilaç üreten şirketler ile konuşmaya çalışır, ama hiçbiri Gıda aktivizmi çalışmaları günümüzde bu belgeselin
görüşmek istemez ve hatta kapılarına kadar gitmesine yapmaya çalıştığı gibi farkındalık misyonunu üstlen-
rağmen içeri alınmaz. Aslında burada en önemli vurgu miştir. Kapitalist sistem içerisinde üretimden dağıtıma,
babanın geri çevrildiği büyük şirketler ve bu konuda tüketime, ticarileşmeye kadar sistemi sorgulayarak ha-
hiçbir şey bilmeyen halk arasındaki ilişkinin temsili ola- rekete geçen gıda aktivistleri gıda sisteminin daha adil,
rak anlatılmasıdır. İnsanların bu büyük şirketler izin ver- demokratik, sürdürülebilir, sağlıklı, etik ve kaliteli olması
mediği için konunun ciddiyeti ve tehlikesinden habersiz konusunda çalışmalarını bütün dünyada sürdürmekte-
bırakıldıklarına belgeselde özellikle vurgu yapılır. Böcek dirler. 3 Bu belgeselde, “Dünya bize atalarımızdan miras
ilacının yenilen yemeklerin içerisinde olmasının nasıl kalmadı, çocuklarımızdan ödünç aldık.” sözünü gıda ko-
mümkün olduğunu tartışan baba, bunu çocuklarının nusunda düşündüğümüzde özellikle tohum konusunda
yediğini düşünmesinin çaresizliğini dile getirir. Bunun ödünç aldığımız dünyadan geriye bir şey de bırakmadı-
insanlara yapılan bir kötülük olduğunu ve kimsenin de ğımızı görürüz. Bu filmin bize düşündürdüğü gibi, bel-
bunun farkında olmadığını söyler. ki de çocuklarımızdan geleceklerini çalacak kadar ileri
gittik.
Belgeselde aktarılan gerçekler
ABD 165 milyon acre (1 acre=4047 m2) GDO’lu üretim 1. Paul Nicholson, Food Sovereignty: Alliances and
Transformation, Food Movements Unite!, Edit. Eric Holt-gımenez,
alanına sahip. ABD’de üretilen mısırların %85’si, soya-
Food First Books, CA, 2011, p.9-10.
nın yüzde %91, şeker pancarının %90, kanolanın %90’nı 2. GDO OMG, Yönetmen: Jeremy Seifert, 2013, USA.
GDO’lu olarak üretilmektedir. 3. Carole Counihan and Valeria Siniscalchi, Bloomsbury,
Ethnography of Food Activism, Food Activism, 2014, p.6.
GDO’lu tohumla yapılan tarım ilk baştan önemli bir ürün
artışı ivmesi gösterse de uzun vadede sürekliliği olma-
70 GASTRO OCAK-ŞUBAT-MART
Kutsal Metinlerde Yemek
OCAK-ŞUBAT-MART GASTRO 71
72 GASTRO OCAK-ŞUBAT-MART
AV!
AVCILIĞIN ANTROPOLOJISI
Yrd.Doç.Dr. Ahmet Uhri
OCAK-ŞUBAT-MART GASTRO 73
Av!
Yrd.Doç.Dr. Ahmet Uhri
AVCILIĞIN
ANTROPOLOJİSİ
geçmesiyle başlayan ve yaklaşık olarak son 12-13.000 Avcılık nedir ve ne zaman başlamıştır? Örneğin su ke-
yıllık süreyi kapsayan bir olgudur. Oysa insanın dünyada narlarındaki kayalıklardan midye toplamak avcılık mı-
ilk insansılardan itibaren yaklaşık 3.500.000 yıldır var dır? Bitkiler doğada sabit halde bulundukları ve gö-
olduğu da yine bilimsel bir gerçektir. Dolayısıyla arada rece hareketsiz varlıklar olduğundan toplandığına ve
kalan yine yaklaşık 3.487.000 yıl nasıl yaşadığı ve üre- toplayıcılık sistemine girdiğine göre hayvanların besin
timciliğe geçtiği görece çok kısa süreye dek nasıl bes- maddesi olarak kullanılması için yapılan her türlü eylem
lendiği genellikle göz ardı edilir. Aslında oldukça uzun avcılık mıdır? Kısacası avcılık nedir, toplayıcılık nedir
bir süre olan bu dönem Paleolitik Çağ olarak adlandırılır sorularıyla başlamak yerinde olacaktır. Toplayıcılık adı
ve bu dönemin geçim ekonomisini tanımlamak için de üstünde doğada varolan bitkilerin kök, gövde, yaprak
avcılık ve toplayıcılık kavramları kullanılır. Bu geçim tar- ya da meyve gibi yenilebilen kısımlarının toplanmasıdır.
zının esasını, doğada hazır bulunan besin kaynaklarının Kapsayıcı ancak yeterli olmayan bu tanıma esas olarak
tüketilmesi oluşturur. Alt Paleolitik Çağ’da başlayan ve bazı hayvanların da avlanmayıp toplanabileceğini de
köklü bir geçmişi bulunan bu türden bir geçim ekono- eklemek gereklidir. Yukarıda verilen midye örneği bu-
misi sanayileşme öncesine kadar dünyanın birçok böl- nun en iyi kanıtını oluşturur ve Homo erectus’a kadar
gesinde büyük bir coğrafi alana yayılmış ve özgül çev- geriye götürülebilir. Son arkeolojik veriler günümüzden
resel koşullara uyarlanarak günümüze kadar gelmiştir. yaklaşık 540.000 ile 430.000 yıl öncesine tarihlenen bir
aralıkta Java Adası’nda Trinil’de yaşayan Homo erectus
Bu yazıyla başlayacak olan av, avcılık ve av hayvanları topluluğunun midye yetiştirdiğini kanıtlamakta. Leiden
ile ilgili dosyada avın insan için ne olduğu ve yerleşik Üniversitesi tarafından yapılan bu çalışma, esasında
yaşama geçse de avcılığı hiçbir zaman bırakmamasının 1891’de Eugene Dubois tarafından Endonezya’nın Java
kanıtları tartışılacak, kendi besinini ürettiği halde avcı- adasındaki Trinil kazısında elde edilen ve Homo erec-
lığın neden devam ettiği irdelenecektir. Bu dosyanın tus’lar tarafından üzerlerinin işlendiği saptanan deniz
içinde yer alacak yazılar da arkeozoolojik verilerle iliş- kabuklarının yeni arkeometrik analizlerle incelenmesine
kilendirilecektir. Arkeologların kazı yaptıkları alanlarda dayanmaktadır. Yapılan analizlere göre burada yaşayan
buldukları hayvan kemiklerini inceleyen arkeozooloji, Homo erectus’ların bu deniz kabukluları ile beslendikle-
kazılardan elde edilen bu veriler ışığında hem kazı ala- ri, onlardan alet yaptıkları, boş kabukların üzerine bazı
nının geçmiş dönemlerdeki faunasını yani hayvan var- desenler çizdikleri ve bu deniz kabuklarını da doğadan
lığını hem de kazı alanındaki yerleşimde yaşayanların, toplamayıp kendilerinin bir yerde ürettikten sonra besin
tarihin belli bir kesitinden gelen verilerle nasıl beslen- maddesi olarak kullandıkları anlaşılmaktadır.1 Bu bilgiler
diklerini, protein gereksinimlerini nereden karşıladıkla- ışığında görülüyor ki, kendi gıdasını üreten bir canlı var
rını araştıran bir bilim dalıdır. karşımızda ve onları ürettiği yerden aynen bitkisel ürün
toplar gibi hasat edebilmekte ya da toplayabilmekte.
Arkeozoolojik verilerden yola çıkarak ve antropoloji, Elbette bu üretimin bir geçmişi de olmalı ve bu geçmiş
sosyoloji ve etnoarkeolojinin verilerini de göz önüne toplayıcılıkla başlayan bir süreçle ilişkili. Dolayısıyla av-
alarak avcılık konusunu anlamaya ve anlatmaya çalışa- cılığı tanımlarken insanın kendinden daha hızlı hareket
74 GASTRO OCAK-ŞUBAT-MART
Av!
eden canlıları yakalaması üzerinden bir tanım yapmak ları da vermektedir. İnsanın doğal tarih zekâsı sayesinde
daha yerinde olur. Yarı sucul bir yaşam biçiminde belki doğadan derlediği her türlü enformasyon sonuç olarak
önce ellerle yakalanan bir balık veya atılan bir taşla vu- yine insanda bilgiye dönüşmekte ve diğer kuşaklara ak-
rulan bir kuş ya da ahşaptan yapılmış bir mızrak veya tarılmaktadır. Avcılık yapan Paleolitik topluluğun erkek
sopayla yaralanan bir ceylan bu türden bir avcılığın bireylerinin de yaptığı budur. Avlanacak hayvanların
başlangıcı sayılabilir. yaşam biçimini, göç yollarını ve doğa karşısında takın-
dığı hayatta kalmayla ilgili tavırlarını öğrenmek ve bun-
İklim ve coğrafyanın bir sonucu olarak görülebilecek lardan yola çıkarak av stratejileri geliştirmek. Gözlem
değişik bölgelere ait çevresel koşullara uyma pratiği yoluyla elde edilen bu bilgiler depolanmış enformas-
sonucu avcı-toplayıcılar bulundukları bölgenin bu öz- yonlardır. Bunlar her bir bireyde bilgiye dönüştürülür
gül koşullarına uyarak değişik avlanma biçimleri de ge- ve topluluğun yine erkek bireylerine kuşaklar boyunca
liştirmişlerdir. Kimi avcı-toplayıcı gruplar büyük hayvan aktarılarak bir örgütlenme işi olan avcılıkta kullanılır.
sürülerinin avcılığı üzerine uzmanlaşmışken, diğerleri
geniş bir çeşitlilik gösteren fauna ve floranın içinden Peki, avcılıkta kullanılan bu bilgilenimler bir diğer bireye
seçimli olarak avlanmayı ve bitki toplamayı tercih etmiş nasıl aktarılır? Bu sorunun tek yanıtı iletişim ve dolayı-
olabilirler. sıyla iletişmenin en önemli aracı olan dildir. Dolayısıyla
dil, Paleolitik toplulukların erkek bireylerinin örgütlü ya
Bütün bu anlatılanlar ışığında şimdi başka bir sorunun da organize bir şekilde verimli olarak avlanabilmeleri
yanıtını aramanın sırası. Avcı-toplayıcı gruplarda var için gereken ilk koşuldur. Birbiriyle anlaşabilmek, avın
olduğu tahmin edilen cinsiyete dayalı işbölümü konu hangi anında hangi bireyin nerede olması gerektiği,
avlanmak olduğunda kimler tarafından yapılmakta ve hangi anda kimin ava ilk atışı yapacağının belirlenmesi
başka gelişmelere de neden olmuş olabilir mi? Bu soru- yolundaki bütün iletişim dille kurulmak zorundadır. Üs-
nun yanıtı esas olarak bugün insanlar arası temel ileti- telik bu dil, toplayıcılık yapan kadının bireysel dilinden
şim aracı olan dilde gizli olabilir. Sosyal bilimlerin özel- daha da karmaşıktır. Bu karmaşık dilin oluşturulmasıysa
likle insanın geçmiş deneyimleri üzerine çalışan kesimi- düzenli ve örgütlü, dolayısıyla daha düşük entropili bir
nin yani arkeolog, tarihçi ve antropologların üzerinde ortam gerektirmekte ve bu ortam içinde simgesel bir
neredeyse uzlaştığı bir nokta dilin erkek cins tarafından düzen olarak tanımlanabilecek olan dil neredeyse ken-
icat ya da keşfedildiğidir. 2 Bu temel varsayımı destek- diliğinden oluşmakta ve gelişmektedir.
leyen en önemli kanıt ise avcı-toplayıcı Paleolitik toplu-
luklardaki cinsiyete dayalı işbölümünde erkeğe düşen Bülent Somay’ın ezginlerin ya da kendi deyişiyle ma-
görevin avcılık olmasında yatıyor olabilir. dunların toplumsal cinsiyet içindeki yerini irdelediği
çalışmasında da belirttiği gibi, erkeğin icadı/keşfi olan
Olasılıkla Afrika kıtasını tedrici olarak terk etmeye baş- ve kadının sonradan edindiği, sınırları erkekler tarafın-
layan insan topluluklarından yani Homo erectus’tan dan önceden çizilen bir araç olduğu iddia edebilecek
beri üretilen avcılıkla ilgili aletleri yapanın topluluğun dil, kültürün de yaratıcısı olarak erkeğin dünyasına ait-
erkek bireyleri olabileceği önerilir. Bunun nedeni de tir. 5 Bu konuda Judith Butler da kadınlık ve erkekliğin
toplayıcılığa göre fizik olarak daha fazla güç gerektiren biyolojik ölçütlerle değil, bu ölçütleri esas olarak kabul
avcılığın yine fizik olarak aynı topluluğun kadın bireyle- eden, ancak bunların üzerine dilsel/kültürel bir yapı ola-
rine göre daha güçlü olan erkekler tarafından yapılıyor rak yükselen çalışmalarla oluştuğunu belirtir.6
olması mantığıdır. Dolayısıyla çok bilinen bir örnek ola-
rak Camille Paglia’nın yaptığı kültür/erkek ve doğa/ka- Bu nedenle erkeğe ait bir dünya olan dil/kültür dünyası
dın ayrımı bu noktada haklı gibi gözükmektedir. Kültürü çağlar boyunca kadın tarafından sonradan edinilmek-
ve dolayısıyla dili yaratan erkektir. Zira avcılık bizatihi tedir. Bülent Somay’ın deyişiyle ‘Kadın’, erkeğin ‘sen ka-
organizasyonu ve örgütlü hareket etmeyi gerektirmek- dınsın’ dediği şeydir, zaten ‘erkek’ de bu cümleyi kurma,
te ve bu organizasyonun sine qua non koşulu dil ola- bu ifadeyi dile getirme sürecinde ortaya çıkar. Dolayısıy-
rak karşımıza çıkmaktadır. Bunu termodinamiğin ikinci la, erillik ve dişilik biyolojik parametrelerdir, ama kadın
prensibi ile açıklamak konuyu daha anlaşılır kılacaktır. ve erkek ancak dil ile, üretim ile ‘insan’ dediğimiz türün
Termodinamik yasalara göre, depolanmış enformasyon oluşma sürecinde ortaya çıkar.7 Bu öneriye gelecek iti-
yani bilgilenim, entropiyle ters oranlı olarak çeşitlilik razları şimdiden duyar gibiyim. İtiraz edenler kendi açı-
gösterdiği için, daha düşük bir entropi3, enformasyon larından sonuna kadar haklıdırlar. Ancak itiraz edenler
depolamak yolunda daha büyük bir sığa anlamına ge- içindeki kadın bireyler ya da onları temsilen feministler
lir.4 Kısaca, “bilgilenim; düzensizliği, örgütsüzlüğü sev- bir konuda yanılmaktalar. Bu yanıldıkları konu itiraz için
mez” olarak açıklanabilecek yukarıdaki tanım bazı ipuç- kullanacakları dilin de yine aynı temel varsayım içinde
OCAK-ŞUBAT-MART GASTRO 75
Av!
erkeğe ait olduğu gerçeğidir. Simgesel bir düzen olan yol açan enerji dengesizliklerinin azalması yönündeki enerji
dilin dışında anne-çocuk arasında geliştiği düşünülebi- alışverişi olarak açıklanabilecek entropi; doğadaki düzensizliğe
kayma ilkesinin yani entalpinin artması yönündeki baskıya karşı
lecek, empatik/imgesel iletişim ise elbette kadına aittir;
oluşan ve düzenliliği sağlamak için yapılan bütün çalışmaları da
ancak bu durumda da yine Bülent Somay’ın belirttiği kapsar.
gibi, kadın, üretim ve dil kullanımı temelinde oluşan 4. A.Uhri, Ateşin Kültür Tarihi, Dost Ktbv. Yay., Ankara, 2004, s.58.
toplumsal hiyerarşide alt/ast konumunda kalmakta ve 5. B.Somay, Çokbilmiş Özne, Metis Yay., İstanbul, 2008, s.157-161.
erkekler tarafından adlandırılmaktadır. 8 6. J.Butler, Cinsiyet Belası, çev.B.Ertür, Metis Yay., İstanbul, 2008,
s.50-53.
7. Somay, 2008, s.158-159.
Kısacası dili avcı erkekten öğrendiği ya da avcı erkeğe 8. Age., s.159.
ait dili sonradan öğrendiği saptamasını yapabileceği-
miz kadın, öğrendiği avcı erkeğe/kültüre ait dilin ger-
çek sahibi değildir. Bu nedenle de aynen ana dili dışında
bir dili sonradan öğrenen ve bu nedenle dilin incelikle-
rine çoğu zaman vakıf olmayıp yaşamının sonuna kadar
o ikinci dili öğrenmekle meşgul olan birine benzemek-
tedir.
76 GASTRO OCAK-ŞUBAT-MART
Av!
OCAK-ŞUBAT-MART GASTRO 77
Av!
Deniz Gezgin
KÜLTÜREL BIR
MIRAS MI,
GENETIK YAZGIMIZ MI?
M itosların geçtiği zamanda, insanın diğer tüm canlılarla
eş değerde bir yaşam sürdüğü, onlarla iletişim
kurabildiği, aynı dili konuştuğu ve onlardan ayrılmadığı
kadar. Uzun zaman Enkidu yüzünden avdan eli boş
dönen avcı, mağduriyetini Gılgamış’a anlatır ve ondan
aldığı öğüt doğrultusunda Shamhat adlı fahişeyi yanına
bir hayat tasavvuru yapılır. Claude Levi Strauss “ilkel alarak avlağa döner. Shamhat, Enkidu’nun tuzağıdır,
uyum” dediği bu zamanın cennetten kovulmayla son ona korkusuzca yaklaşır ve yabanıl doğasını kuşatarak,
bulduğunu düşünür.1 Aden bahçesinde meyve ve onunla birleşir. Enkidu daha sonra ceylanların, birlikte su
tohumlarla beslenen Adem ve Havva ancak Nuh’tan içtiği hayvanların yanına döndüğünde her şeyin hepten
sonra et yemeye başlamıştır. Hayvan yiyen insan artık değiştiğini fark edecektir. Üzerindeki insan kokusuyla
onun dilini konuşamaz, Babil Kulesi’nin inşasına soyunur, o, artık yabana yabancıdır. Yasak meyveyi yiyen Adem
dili yitirir, bunun sonucunda insanla hayvan ebediyen ve Havva gibi o da çıplaklığını bilecek ve bundan
birbirinden ayrılır, daha doğrusu insan hayvandan ayrılır. utanacaktır. Enkidu, cennetten kovulunca hayvanların
Elbette mitlerde zaman mekan tutarlılığı aramak onların dilini konuşamaz ve yapayalnız kalır. Shamhat ona süslü
sembolik dilini hiçe saymak anlamına gelir. Buna karşın giysiler giyen insanların kenti Uruk’tan ve o kentin güçlü
kabul görmüş mitsel örgünün, uygarlık tarihinde işaret kralı Gılgamış’tan bahseder, onu uygarlığa davet eder.
ettiği yerlere ancak mitosları takip ederek ulaşılabilir. Yabanda bir başına olacağına, bir arkadaş, yoldaş bulma
Öyleyse dönüm noktalarını, kopuşları, yol açanları umuduyla yola çıkan Enkidu’nun Gılgamış’la buluşması
ve sonuçları, “insanlık” tarihini -ki insan kendinden böylece gerçekleşir. Hikayenin bundan sonrası kültüre
başka canlıların tarihini uygarlığa dahil etmez- mitlerin aittir, avcının diliyle yazılıp söylenegelen bir kahramanlık
aynasından okumak mümkündür. destanı. Öyle ki, bir zamanlar tuzakları bozan Enkidu,
süslü kıyafetleri kuşanıp da insandan yana geçince yeni
İnsanın kültürlenme sürecinin en çarpıcı anlatımı Gılgamış arkadaşı Gılgamış’la destan yazar; iki kahramanın ilk
mitosunda, Enkidu’nun hikâyesi, Strauss’un da üzerinde icraatlarının sedir ormanlarını koruyan Humbaba adlı
durduğu o ayrılık anını, muazzam aktarır; insanın hayvan devi öldürmek ve ağaçları kesmek olmasıysa manidardır.
oluştan ayrılışını. Enkidu tanrıça Aruru’nun kopardığı bir Enkidu, Gılgamış’ın ikiz kardeşi gibidir: “Ne kadar
parça çamuru fırlatıp attığı vahşi kırlarda yaratılmıştı. Gılgamış’a benziyor / Aynı boy, duvarların üzerindeki
Çünkü Uruk halkı kralları Gılgamış’ın huzurlarını kuleler gibi göğüs” (II.Tablet). 3 Sanki iki ayrı bedende
kaçırmasından şikayetçi olmuş ve tanrıçaya şöyle bir adamın hikâyesidir anlatılan hatta bir türün, insanın
yalvarmıştı: Sen insanı yarattın / Şimdi onun rakibini içindeki avcının.
yarat (I.Tablet). 2 Enkidu insan gibi çamurdan yaratılmakla
birlikte yabanıl bir ruh taşıyordu. Mit, Enkidu’yu Etobur beslenmenin bir çeşit yamyamlık olduğunu
ceylanlarla birlikte otlanan, hayvanlarla itişip kakışarak su ortaya atan düşünceye göre evrendeki tüm canlılar bir
içen, kürklü bir “yaban” olarak betimler. Güçlü olmasına denge içerisinde yaşarlar. Bu dengeyi bozacak bir canlı,
çok güçlüdür, ancak gücünü yalnızca avcının tuzaklarını örneğin bu bir avcı olsun, bunu kendisine biçtiği ömürden
bozmak için kullanır, hayvanların av olmasını önler, ağları ödemek zorunda kalacaktır. Özetle bu sava göre bir
yırtar, çukurları doldurur, avcıyı korkutup kaçırır. İnsanla başkasını yediğimizi zannederek aslında kendimizi
av arasında bir duraktır Enkidu, ta ki ‘tuzağa’ düşünceye yemekteyizdir.4 Öte yandan avcı ile avı arasında ilişkinin
78 GASTRO OCAK-ŞUBAT-MART
Av!
bir tür akrabalık, hatta daha da ileri giderek eş ilişkisi hayvanı insandan gelen olarak kabul ettiğini hatırlatır ve
olarak görülebileceği de ortaya atılmıştır. Bütün dünya Kuzey Amerika Thompson ırmağı halkının yabani keçi
dillerinde “yemek” ve “çiftleşmek” fiillerinin argoda avı kökeniyle ilgili bir anekdot aktarır, buna göre “avcılık,
eş anlamlı kullanılagelmesi, avcılığın bir anlamda iç- kültürel olarak şekillenmiş, türler ötesi bir sosyolojidir:
yamyamlık olarak kabul edilebileceğini düşündürtür ve Keçileri öldürdüğünde bedenlerine saygılı davran, çünkü
akrabalığı hatırlatır. (Tuhaftır ki, eti endüstriyel alana onlar insandır. Dişi keçileri öldürme, çünkü onlar senin
taşıyıp mezbahaları icat eden uygarlık, avı bir hobi karılarındır ve senin çocuklarını doğuracaklardır. Keçi
olarak tanımladığından beri, “yamyam”lığı hep “ilkel” yavrularını da öldürme, çünkü senin evladın olabilirler.
olana ithaf etmiş ve bunu ırkçılığa kılıf biçmiştir.) Adem Sadece kayınbiraderlerini, erkek keçileri vur. Onları
ve Havva’nın ölümlülüğüne sebep olan yanlış meyvenin öldürdüğüne üzülme, çünkü onlar ölmüyor, yuvaya
aslında et olduğunu söyleyenlerle5, bu meyvenin cinsellik dönüyorlar. Eti ve postu (keçi olan kısmı) sen kullanırsın,
sembolü olduğunu savunan genel görüş çok da farklı ama onların gerçek benlikleri (insan olan kısmı) aynen
değil öyleyse. daha önce, keçi eti ve postuyla kaplı olduğu zamanki gibi
yaşamayı sürdürür. 8
“Avcılık insan türünün en temel davranış biçimidir” diyen
Laughin insanın avcılığının onun evrimine güçlü bir etkide Avcılık insana genetik bir miras mıydı yoksa kültürel bir
bulunduğunu, çevikliği, el becerisi, kas gücü gibi pek çok miras mı? İnsan hayatta kalmak için mi avlandı, kahraman
özelliği bu sayede edindiğini öne sürer. Laughin ve onun olmak için mi? Bu soruları yanıtlarken bu destanı yazan,
gibi düşünenler insanın, hayvanlara göre daha donanımlı yazdıran ya da hiç değilse avlananın kimliğine bakılması
hale gelişini avcılığına borçlu olduğuna inanırlar. İnsanın gerekmez mi?9 “Bu olayın faili erkekti, hem de tekil bir
fizyolojik evrimi onu başka niteliklerle de donatmıştır; avcı olarak değil, kolektifin bir alt kümesi olarak: Bir avcı
yüksek kapasiteli hafıza, üstün öğrenme yetisi, dil ve grubu veya topluluğu… hedef yiyecek ve hayvan derisi
alet kullanabilme... insanın tür olarak başarısının tarifi elde etmekten ziyade artık diğer insanların üretken iş
diye böyle de süslenerek savunulur.6 Oysa büyük bir gücüne el koymak, başka bir canlının hayatını almaktan
beynin sanıldığı gibi doğada daha şanslı olmak anlamına ziyade insanın kendi türünün hayat verici, inşa edici
gelmediği aşikârdır. Büyük beyin beden için büyük bir gücünü almaktı.” 10 İlk iş bölümüyle erkeklerin hayat
yük ve daha fazla enerji ihtiyacı demektir. Gıda ararken alıcılar, kadınların hayat vericiler olarak avcı ve toplayıcı
daha çok vakit harcamak zorunda kalan evrilmiş insanın emek ayrımına gidilmesi başlangıcında olmasa da
kasları zayıflamış, dili gelişmiştir. Bu dil yetisinin dünyayla devamında tahakkümü ve mülkiyeti getirmiştir.11 Av, asla
ilgili bilgi paylaşımı dolayısıyla geliştiği öne sürülür. yalnızca karın doyurmak, beslenmek, protein depolamak
Bu teoriyi ortaya atanlara göre sosyal bir hayvan olan ya da hayatta kalmak için değildi. Öyle olsaydı bu hikâye
Homo Sapiens için hayatta kalma ve üreme için iş birliği tüm doğa koşullarına rağmen bu raddeye varmaz,
şarttır. Dil, bu sosyal dayanışmanın aracıdır, fakat Robin uygarlık takvimi bu “oburluk çağını” 12 göstermezdi.
Dunbar’ın deyişiyle Modern Sapiens’in 70 bin yıl önce
1. Claude Levi Strauss, Hepimiz Yamyamız, çev. Haldun Bayrı, Metis
edindiği yeni dil becerisi av hayvanlarının yerini bilmek,
Yayınları, 2014, s.139, 140.
bildirmek için değil dedikodu yapmak içindir. Kime
2. İsmail Gezgin, Gılgamış, Alfa Yayınları, 2009, s.9.
güvenebileceğine dair bilgi, küçük grupların daha büyük 3. A.g.e, s.19.
gruplara dönüşmesine, dolayısıyla da Sapiens’in daha 4. Claude Levi Strauss 2014, s.140.
sıkı ve karmaşık iş birliği yöntemleri geliştirmesine yol 5. “John Frank Newton’ın The Return to Nature; or, Defence of
açtı.7 Sahlins, tüm bu tartışmaları Batının İnsan Doğası Vegetable Regimen kitabında savunduğu, Cennet bahçesindeki
iki ağacın “Adem ve Havva’nın Cennet’te önlerinde buldukları iki
Yanılsaması başlığı altında irdeler. Afrika’daki erken
yemek çeşidi”ni (bitkileri ve hayvanları) temsil ettiğiydi.” Carol
dönem atalarımızın, büyük maymunların meyvelerden J. Adams, Etin Cinsel Politikası, çev. G. Tezcan, M.E. Boyacıoğlu,
oluşan beslenme düzeninden çıkarak avlanmaya Ayrıntı Yayınları, 2013, s.218.
başlamasının türümüzün ahlaksızlığına yol açtığını ve 6. Alan Beardsworth, Teresa Keil, Yemek Sosyolojisi, çev. Abdulbaki
bunun bir yazgıya dönüştüğünü söyleyenler ilk günahı, Dede, Phoenix Yayınevi, 2011, s.35,36.
et yemekle eşleştirirler. Bu görüşü bilimsel olarak ele 7. Yuval Noah Harari, Hayvanlardan Tanrılara Sapiens, çev. Ertuğrul
Genç, Kolektif Kitap, 2015, s.36.
alan ilk kişi Raymond Dart, Eski Mısır’dan II. Dünya
8. Marshall Sahlins, Batının İnsan Doğası Yanılsaması, çev.Emine
Savaşı’na türümüzün yol açtığı her türlü musibet ve Ayhan, Zeynep Demirsü, bgst Yayınları, 2012, s.112, 113, 115.
şiddetin Afrikalı atalarımızın avcılık kararından kaynaklı 9. Bu konuda kapsamlı bir okuma için bk. Fredy Perlman, Er-Tarihe
olduğunu söyler. Fakat daha en başından anlaşılacaktır Karşı, Leviathan’a Karşı, çev. İnan Mayıs Aru, 2006.
ki, ne Dart’ın öne sürdüğü gibi Australopithekus’un 10. Joel Kovel, Doğanın Düşmanı, çev. Gürol Koca, Metis Yayınları,
2005, s.158.
beslenmesinde etin rolü bunca çoktu ne de büyük
11. Age, s.158.
maymunlar sadece meyveyle karın doyuruyordu. Öte 12. Yıldız Silier’in Oburluk Çağı adlı deneme kitabının adından mül-
yandan Sahlins Batılı zihnin insanı hayvandan değil hem. (Yordam Kitap, 2010)
OCAK-ŞUBAT-MART GASTRO 79
Av!
Mehmet Ali Kılıçbay
MAĞARA
DUVARLARINDAKI AV
SAHNELERI
80 GASTRO OCAK-ŞUBAT-MART
Av!
Neolitik, MÖ 10 binli yıllarda dünyanın bazı yerlerinde daha da belirginleştirmek için “Paleolitik duvar sanatı”
görülmeye başlayan yerleşik tarım devrimiyle birlikte demek daha uygun olacaktır. Prehistoryacı (tarihöncesi
ortaya çıkan yeni dönemin adı olacak ve modern insa- uzmanı) Emmanuel Anati’ye göre, bugün yeryüzünde
nın üreticilik faaliyetini esas geçim kaynağı haline ge- 160 ülkedeki 170.000 sit alanında 45 milyon kaya resmi
tirerek insanlaşma sürecinin sonuna gelindiğini işaret bulunmaktadır.
edecektir. Modern insan, Neolitik Devrim ile artık do-
ğadan tamamen koparak, onu dönüştürme yoluna gi- Bunların hepsi av sahnelerini resmetmemektedir. Fakat
recektir. birçoğunda av canlandırmaları ve av hayvanları yer
almaktadır. Bunların resmedilme nedenleri üzerinde
Atalarımızın avcılık-toplayıcılıkla varlıklarını sürdürdük- çok tartışılmıştır. Varılan sonuçlar, çoğu zaman üze-
leri Paleolitik, hem toplumsal işbölümünün ortaya çık- rinde tam anlaşma sağlanamasa da, büyü bağlamında
masının aşamalarını yaşayacak hem de insanın doğayla yoğunlaşmaktadırlar. Ayrıca avcı atalarımızın devasa
mücadelesinde doğaüstünü “imal ve inşa” etmesine hayvanları avlayabilmekten, bunun yanı sıra ailelerini
tanıklık edecektir. İnsanın yavrusunun eksik doğması ve kabilelerini doyurabilmekten duydukları gurur da bu
(kafatası bile tamamlanmamış olarak doğar, yürüye- resimlerde ifadesini bulmaktadır. Küçük bir olasılık ola-
mez, hareket edemez, kendi kendine beslenemez, tek rak, bu resimlerin avcı adaylarına av hayvanlarının özel-
başına kalır ve bakılmazsa ölür), annenin kamp yerinde liklerini öğreten “ders malzemesi” olarak kullanıldıkları
sabit kalmasına yol açmıştır. Böylece kadınlar, bitkile- da ileri sürülmüştür.
ri ve diğer yenilebilecek şeyleri toplarken erkekler ava
çıkmakta, kadınlar böylece bitkilerin üreme özelliklerini Duvar resimleri, sert bir taş aracılığıyla mağara duva-
keşfederek tarıma giden yolu döşemektedirler. rına darbeler indirerek konturların ortaya çıkartılması
biçiminde yapılmaktadır. Sonra doğal unsurlardan öğü-
Erkeklerin organize avları, avlanan hayvanın (genelde terek elde edilen boyalar, bir kamış veya dal aracılığıyla
hep aynı hayvan türü avlanır, zaten ilk dinsel pratikler üflenerek resimler boyanmakta, bazı yerlere ise boya
de bu olgudan kaynaklanacaktır) peşinden yarı-göçebe parmakla sürülmektedir.
bir hayat gerektirmektedir. Tarımın yerleşikliği zorunlu
kılmasına daha çok vardır ve avcı-toplayıcı toplumlar, Paleolitik av sahnelerinin ve atalarımızın avladığı çeşitli
geçici kamp yerlerinde yaşama durumunda kalmakta- hayvanların resimlerinin yer aldığı mağaraların dökü-
dırlar. Bu geçici barınma yerlerinden biri de mağaralar- münü vermek, yazımızın dar mekânı içinde olanaksız-
dır. Paleolitik Dönem’de avcı-toplayıcı grupların önem- dır. Dünyanın hemen her yerinde bulunan bu mağara
lice bir kısmı yaşamlarını doğanın sağladığı bu barınak- duvarı resimleri, birbirlerinden hiç haberi olmayan top-
larda sürdürmüşlerdir. luluklarca yaratılmış olmalarına rağmen aralarında bü-
yük benzerlikler göstermektedirler. Büyük Sahra’dan
Paleolilitik Dönem avcılığı çok tehlikelidir. Kullanılan taş Çin’e, Amerika’dan Avustralya’ya kadar uzanan devasa
silahlar çok yeterli değildir. Avlanılan hayvan büyük ol- uzaklıklardaki resimlerin tematik ve sanatsal benzerlik-
duğu için avcılar en küçük bir dikkatsizlik veya aksilikte leri şaşırtıcıdır. Ancak temeldeki bu benzerliklere kar-
ya ağır yaralanmakta ya da hayatlarını kaybetmekte- şılık, her mağara kendine özgü bir sanat galerisi olarak
dirler. Bu nedenle insanın sapiens (bilge) doğası avı bir ortaya çıkmaktadır. Bugün yeryüzündeki sayısız resimli
strateji oyunu halinde akılla düzenlerken, demens (deli, mağara içinde en ünlü iki tanesi İspanya’daki Altamira
akıldışı) doğası da bir batıl itikat (boş inanç) alanı olarak ile Fransa’daki Lascaux mağaralarıdır. Bunların ünleri
inşa edecektir. Bunun birçok sonucundan biri de mağa- erken bulunmalarından, Avrupa’da yer aldıkları için iyi
ra resimleri olacaktır. incelenebilmelerinden ve itiraf etmek gerekir ki, ma-
ğara sanatının gerçek şaheserlerini barındırmalarından
Batı dillerinde “art rupestre” (Latince rupes = kaya’dan) kaynaklanmaktadır.
veya “rock art” denilen, dönem ve mekân ayırmayan
bir sanat türünü biraz daha ayrıntılı olarak ele almak İspanya’nın kuzeyindeki Cantabria bölgesinde,
gerekir. Kaya sanatı dünyanın her yerinde, birbirinden Santillana del Mar’da bulunan Altamira mağarası,
çok farklı zamanlarda yapılmış resim, alçak veya yük- 1868’den beri bilinmektedir, ama resimlerin keşfedilmesi
sek kabartma1 gibi bütün çalışmaları kapsayan genel 1879’u bekleyecektir. 270 metre uzunluğundaki mağa-
bir addır. Bunun yerine “art parietal” (Latince parieta- ra, üç ana bölümden meydana gelmektedir. Bunların bi-
lis = duvar’dan) veya “cave painting” terimi tercih edil- rincisi geniş bir hol olup gün ışığı alır ve Yukarı Paleolitik
mektedir. Ama terimin İngilizcesi kabartmaları kapsa- avcıları için iyi bir barınak sağlar. Bunun ardından, çok
mamakta, yalnızca resimleri işaret etmektedir. Olguyu çok ünlü duvar resimlerinin yer aldığı ikinci “salon” gel-
OCAK-ŞUBAT-MART GASTRO 81
Av!
mektedir. Ve nihayet dipte üçüncü kesim bulunmakta- na gelmektedir. Resimler hiçbir manzara ve bitki ögesi
dır. Burada daha az önemli resimler yer almaktadır. içermez. Diğer mağara resimlerinde de benzerleriyle
karşılaşılan bu durum, Paleolitik avcılarının bütün dik-
Av hayvanlarının resmedildiği orta “salon” 18x9 m bo- katlerinin av hayvanlarına yönelik olduğunu, kadınların
yutlarındadır, yüksekliği 1,1m ilâ 1,9 m arasında değiş- alanı olan bitkilerle hiç ilgilenmediklerini göstermekte-
mektedir. Burası “Bizon Salonu” olarak da bilinmekte- dir. Bu bağlamda, ressamların avcı (erkek) olduğu so-
dir. Çünkü buradaki resimler arasındaki sayısal birincili- nucuna da kolaylıkla varılabilir.
ği, 16 örnekle bizonlar almaktadır. Bunların dışında atlar,
geyikler ve iki de yabandomuzu resmi bulunmaktadır. Sonuncu örnek ise, İspanya’nın Akdeniz kıyısında-
Bizonların en büyüğü 2,25 m uzunluğundadır. Bu dev ki Valencia bölgesinde yer alan Cova del Cavalls ma-
bizonunki de dahil, bütün resimler büyük birer sanat- ğarasındaki resimlerden gelmektedir. Altamira ve
sal ve teknik ustalığa tanıklık etmektedirler. Bu duvar Lascaux’dan çok daha geç tarihli bir insan yerleşimine
resimlerinde ortaya çıkan sanatsal ve teknik beceri, sahne olan bu mağara, bundan 7 bin yıl önce iskân edil-
burayı ziyaret eden sıradan turistleri olduğu kadar sa- miştir. Bu tarih, Eski Dünya’nın çok yerinde tarım devri-
nat uzmanlarını da çok şaşırtmaktadır. Birçok uzmana minin yaşandığı bir dönemi işaret etmektedir. Valencia
göre, bu resimlerdeki sanatsal yetkinlik, tarihin uzunlu- bölgesi de bu tarihlerde yerleşik tarıma doğru yol al-
ğu boyunca ancak çok az eserde ortaya çıkabilecektir. maktadır, ama avcılık hâlâ esas faaliyet olmayı sürdür-
mektedir. Bu mağaranın duvarlarındaki av sahneleri,
C14 (Karbon 14) yapılan tarihlendirme çalışmalarının sanatsal değerlerinden çok av stratejisini göstermeleri
sonucunda, resimlerin MÖ. 15.500-13.500 yılları arasın- açısından önem taşımaktadırlar.
da dağıldığı anlaşılmıştır. Zamanımızdan yaklaşık 18-16
bin yıl önce üretilen bu resimlerin inanılması son derece Atalarımızın insanlaşma sürecinde çok büyük bir yeri
güç modernlikleri ve ressamların hemen hiçbir olanağa olan av, aynı zamanda üreticiliğe, dolayısıyla uygarlığa
sahip olmadan gösterdikleri ustalık bizi şaşırtmaya hiç geçişin ön aşamasını oluşturması bakımından heyecan
son vermeyecektir. Ve bunların yapılma nedenleri üze- verici bir süreç olmaktadır. Avcı atalarımızın yaptıkları
rindeki tartışmalar da, öyle gözüküyor ki, anlaşmayla işten duydukları gurur ve bunu duvarlara boyalarla ak-
sonuçlanmayacaktır. tarmadaki becerileri onların uzak torunlarına hâlâ ina-
nılmaz gelmektedir.
Mağara resim sanatının “Sixtine Şapeli” (Vatikan
Papalık Sarayı’nın en büyük şapeli. 1477-1483 arasında
papa IV. Sixtus tarafından yaptırıldığı için bu adı taşır.
Sanat tarihindeki yerini ve ününü, Michel-Angelo’nun 4
yılda tamamladığı kubbe tavanı freskolarına borçludur.
Ayrıca salonun dip duvarında, tavan freskosundan 25
yıl sonra yapılan ve yapımı 6 yıl süren hummalı bir çalış-
mayla tamamlanan devasa bir “Mahşer Günü” freskosu
yer almaktadır. Gene Michel-Angelo’nun eseri olan bu
fresko, 1 Kasım 1541’de açılmıştır) olarak anılan Lascaux
mağarasına, “Tarihöncesi Versailles’ı” veya “Fransız
Altamira’sı” da denilmektedir.
82 GASTRO OCAK-ŞUBAT-MART
OCAK-ŞUBAT-MART GASTRO 83
84 GASTRO OCAK-ŞUBAT-MART
BEŞİNCİ DUYU: KOKU
OCAK-ŞUBAT-MART GASTRO 85
Beşinci Duyu: Koku
Vedat Ozan
86 GASTRO OCAK-ŞUBAT-MART
Beşinci Duyu: Koku
rimizle buluşuyor. Bu hava akımında kesinti olursa, yani ye? Hayır, yetmiyor. Yediğimiz veya içtiğimizin dokusu,
nezle olursak veya ciddi bir deviasyon yaşıyorsak veya ısısı, hatta görselliği bile önemli bizim için. Görsellik der-
burun kanalımızda haşmetli bir polip varsa, ne ortonasal ken estetik bir görselliği kastetmediğim malumunuzdur.
ne de retronasal koku algımız çalışıyor. Yani genişçe bir beyaz tabağın ortasına yerleştirilmiş
küçük bir dilim bonfilenin üzerine akıtılarak çevreye
Peki bu ”nevzuhur” retronasal koku algısı ne işe yarıyor? yayılması sağlanmış yakutumsu renkte şarap sosu ve
Doğru bildiniz, ağzımızın içine dahil ettiğimiz yiyecek tabağın kenarlarını çevreleyen taze aromatik bitki kırın-
veya içeceğin kokusunu almamıza yarıyor. “Zaten bur- tılarıyla oluşturulmuş food-porn imgesinden bahsetmi-
numuzla alıyoruz ya kokusunu, ne gerek var ekstradan yorum. Derdimiz instagram’da paylaşım değil, çünkü.
yorulmaya?” diye düşünmeyin lütfen, çünkü ağzımız Görsellikten derdimiz, mesela, mavi bir tavuğu yeme-
rahat durmuyor, yiyeceği eviriyor, çeviriyor, dişliyor. mek. Neden? Çünkü mavi bir tavuk bize artık o tavuğun
Dişlerimizle parçaladığımız, yani ağız içinde fiziksel işle- yenilemeyecek kadar bozulduğunun sinyallerini veriyor
me tabi tuttuğumuz yiyeceğin kokusu da çoğu kez aynı (Moleküler gastronomi düşkünleri bu mavi tavuk tanım-
yiyeceğin burnumuzla aldığımız kokusundan oldukça lamasına farklı yaklaşabilirler. Biliyorum, kabulümdür).
farklı. Neden? Çünkü bazı besin maddelerinin kokusu
fiziksel parçalanmayla açığa çıkıyor. Bizler ne yazık ki, bütün bu kendi başına anlam taşıyan
duyusal uyarıları kendi mecralarından koparıp “tat” ta-
Biraz daha anlaşılabilir olması ve sizi şu fizik-kimya gibi nımının altına yerleştiriyor, böyle yaparak da hem yok
kelimelerden uzaklaştırmak için gündelik yaşamımızdan saydığımız duyulara hem de istiap haddinden fazla an-
örnek vereyim: En güçlü kokuya sahip gıda maddele- lam yüklediğimiz tat duyusuna haksızlık etmiş oluyoruz.
rinden soğan ve sarımsağı düşünün lütfen. Pazardan “Ağzımın tadı yok” diyoruz mesela veya daha genel ve
aldınız ve getirip mutfak masanızın üzerine koydunuz. olumlu örnekle devam edersek “tadı çok güzel” diyoruz.
Belirgin bir koku var mı? Hayır. Parçalanmamış çiğ so- Oysa biliyoruz ki, tat duyumuz bugünkü bilgilerimiz da-
ğan veya sarımsak masanın üzerinde öylece durup du- hilinde sadece beş kulvarla sınırlı: Tatlı, tuzlu, acı, ekşi ve
ruyor ve bizim bildiğimiz referanslarda bir koku yaymı- umami. Aynı tatlılık derecesinde, misal hepsi %25 ora-
yor ortalığa. Ne zaman ki, biz bıçakla hamle edip kesiyo- nında şeker içeren benzer tatlıları düşünelim. Kazandibi,
ruz (fiziksel parçalama), ancak o zaman yükseliyor koku muhallebi, sütlaç, keşkül vs. Biliyoruz ki, hepsi aynı tat-
ortama. İşte aynen bunun benzerini yapıyoruz aslında lılıkta/şekerlilikte olmalarına rağmen aslında birbirlerin-
biz ağzımızın içinde. Damak üzerinden yükselen o “iç- den farklı şeyler saydıklarım. O zaman bizim bu farklı-
sel” koku da haz dediğimiz kavrama varan bir yolculuk lıkları özdeş olan üzerinden tanımlamaya çalışmamız da
başlatıyor yardımcılarının katkısıyla. gerçekte anlamsız bir çaba. Sadece tat duyusu ne ayrım
yaratmaya yetiyor ne de tanımlama yapmamıza olanak
Yardımcıları? Evet, yardımcıları... Geçen ayki yazımızda sağlıyor. Başka bir şeyler daha lazım ki, bunları da yu-
söylemiştik, her deneyim çoklu duyu uyaranından kay- karıda sıraladık. O saydıklarımız da tek başlarına yeterli
naklanır ve koordineli olarak çalışarak bize tanım yap- değiller ve elele vermeleri gerekiyor ki, toplam bir algı
ma imkanı verirler, diye. Ağız içindeki haz yolculuğunun yaratabilsinler. O zaman tanımın ismini değiştirip “top-
ilk durağı olan “tanımlama” aşamasında da “başrol”de lam lezzet algısı” veya “toplam besin algısı” diyelim ve
koku, “en iyi yardımcı yardımcı rolünde” de tat duyusu şu zavallı tat duyumuzu bu yorgunluktan azade edelim
devreye giriyor. müsaadeniz olursa.
Sadece bu ikisi olsa iyi, bir de yüzümüzü enine üçe ayı- Tat duyumuza “zavallı” dememizdeki sebep üzerine
ran trigeminal sinirimiz var farklı uyarılara açık olan. yüklenen gereksiz anlam ağırlığından dolayı. Yoksa bi-
Daha kolay olması için ağız dışından ve içinden örnek- liyoruz ki, tat duyumuz kendi kısıtlı sayıda kulvarı içinde
ler vereyim trigeminal uyarı hakkında: Mesela karabiber net tanımlar vererek harikalar yaratır. Hatta o harikalar
öğüttüğünüzde hapşırmanız, soğan soyarken gözlerini- bazen bizim algımızda küçük oyunlar oynamaya muk-
zin yaşarması veya çok acı kırmızıbiber yediğinizde ağ- tedirdirler ve o küçük yanılgılarla hoş sürprizler yaşarız.
zınızın sulanması. Her yiyecek maddesi için geçerli değil, Yok, “miracle fruit” (Synsepalum dulcificum) olayından
ancak örneklerdeki gibi bazıları trigeminal sinirimizi de değil, çok daha tanıdık benzerlerinden söz edeceğim.
uyarıyor ve o uyarıldığında da biz hemen savunmamızı Mesela buharda pişmiş taze enginarın yaprak diplerini
sağlayacak tepkileri üretiyoruz. çekelim hele bir önümüze. Hemen Fransızlar gibi ma-
yoneze banıp kemirmeye başlamayalım ama lütfen ve
Koku, tat, trigeminal sinir. Acaba bunların üçü yetiyor sade halinde bir değerlendirmesini yapalım. Buharla
mu bizim yaşamsal olan tanımlama aşamasını geçme- pişme süreci (ısıl işlem) sonucu önümüze gelen bu yeşil
OCAK-ŞUBAT-MART GASTRO 87
Beşinci Duyu: Koku
yaprakçıklarda cynarin ve cholorogenic acid isimli mole- sebep olarak -enginarın aksine- bu kez tatlı tat alıcıla-
küller mevcut. Bu moleküller suyla çözülmüyorlar (hyd- rımıza ulaşarak onları bloke ederler. Bu nedenle de diş
rophobic), yani dilimizin üzerinde uzun süre kalıyorlar fırçaladıktan sonra meyve yediğimizde, özellikle de tat-
ve kaldıkları süre içinde de tat reseptörlerimizin “tatlı” lılığı çıkınca geriye sadece ekşiliği kalan portakal gibi bir
olmayan uyarıları almaya görevli kısmını bloke ediyorlar. meyve tükettiğimizde, normalden daha mayhoş bir algı
Bundan sebep biz bu yaprakçıkları kemirdikten sonra su oluşur ve yüzümüzü buruştururuz. Sabah kahvaltısına
içtiğimizde 100 ml suya iki tatlı kaşığı şeker atılmış gibi dişlerini fırçaladıktan sonra oturup taze sıkılmış portakal
tatlı geliyor bize içtiğimiz su. “Lüzumsuz bilgi. Kim uğra- suyu içenler ne demek istediğimi daha iyi anlayacaklar-
şır bunlarla?” demeyin hemen lütfen. Uğraşan çok, zira dır, eminim.
gıda endüstrisi destekli laboratuvarlarda biliminsanları
koltuklarının altında enginarlarla kapılarını kapatıp bu iki Laf lafı açıyor ve sohbet güzel, ama konuyu da fazla
molekülü bütünden izole etmeye ve yapay tatlandırıcı- dağıtmadan ana konumuza dönerek toparlayalım ve
lara adapte etmeye çalışıyorlar. özetleyelim: Tat, bütün bu mucizelerine ve algı oyun-
larına rağmen sadece tattır. Görev tanımı gereği beş
Tatlandırıcı kullanmıyor olabilirsiniz elbette, ama bu da kulvar içinde hareket eder. Bizim genel kullanımdaki
sizi tat duyumuzun enginarla karşımıza çıkardığı bu hoş tat kelimesiyle kastettiğimiz ise şemsiye bir kavramdır.
sürprizden gene de kurtaramayabilir. Diyelim ki, bir res- Bu şemsiye, tat duyusunun dışında da pek çok uyaran
torana gittiniz ve bahsettiğim enginarla beraber şarap barındırır. Diğer duyular o şemsiyenin sapı, iskeleti ve
söylediniz. O şarap size olduğundan tatlı gelerek alışkın mekanizması olurken koku duyusu esas işlevi yerine ge-
olduğunuz referansların bozulmasına sebep olabiliyor. tiren, güneşi/yağmuru engelleyen özel elyaftan kuma-
Bu nedenle de enginarlı yemekler sommelier’lerin ba- şıdır. Çıkardığınızda yokluğu en çok hissedilendir, yani
şını ağrıtan yemeklerden sayılıyor. Tabii ki duruma he- lezzet algısı içinde yokluğu tanımlamayı esas imkansız
men adapte olabilen bir sommelier’seniz, azıcık daha kılandır. Eğer bu yazıyı okurken önünüzde kahve veya
tatlansa daha lezzetli olabileceğine kanaat getirdiğiniz çay gibi bir içecek varsa lütfen bir elinizle burnunuzu
sek bir şarabı önerebiliyorsunuz yemek olarak enginar iyice tıkayarak yudumlayın, ne demek istediğimi anla-
servis edilmiş müşterinize. Korkmayın, konserve halde yacaksınız.
satılanlarda ve o pek teveccüh gösterdiğimiz “enginar
kalbi”nde bu durumu yaşamıyoruz. İşin ilginci enginar Kokuyu dışarı çıkardığınızda yediğiniz 40 farklı çeşit
aslında binlerce yıllık bir besin maddesi, ancak bizim dondurma, tatlı ve kıvamlı sıvılar olmalarının dışında
onun bu özelliğine vakıf olmamız o kadar eskilere da- bir anlam ifade etmezler. Kokuyu dışarı çıkardığınızda
yanmıyor: 1972. aynı alkol derecesindeki ama farklı kulvar ve fiyatlardaki
alkollü içecekler fiyatlarından koparak aynı iticilikte acı
“Enginar falan uzun iş, daha basit örnek yok mu?” diye sular haline gelirler, hatta kokusuz viskiyle kokusuz vo-
merak edenlere, endüstriyel sistemin algı yönetim üslu- tkanın farkı yoktur. Kokuyu dışarı çıkardığınızda kolalı
bunu da eleştirmeme vesile olacak bir örnek vereyim. içecekle meyveli gazoz birbirinin aynıdır. Daha da iddialı
Biliyorsunuz, hepimiz temizlik ve sağlık kaygısıyla diş- söyleyeyim, kendisini görmeden yemeniz halinde burnu
lerimizi fırçalarız. Diş fırçalamak temel olarak fiziksel tıkalı tüketilen bir dilim yeşil elmayla bir dilim patatesi
bir aşındırma işlemidir. Bu aşındırma sırasında da doğal birbirinden ayıramazsınız. Son darbeyi de şöyle vura-
haliyle köpük oluşmaz, ancak kültürel olarak kalıtılmış yım: Nezleyken de ağzınızın tadı vardır, yediğiniz tatlı
veya yönlendirilmiş algımız köpükle temizliği beraber mı, tuzlu mu, acı mı olduğunu anlarsınız. Eksik olan hava
telakki ettiğinden diş macunumuz köpürmezse işlevsel kanallarının tıkalı olmasından sebep hedefine ulaşama-
olamayacağını düşünürüz. Bu nedenle de diş macunu yan kokudur. Yani nezleyken ağzınızın tadı değil, aslında
üreticileri belirgin bir işlevsel bir katkısı olmamasına kokusu yoktur.
rağmen macunların içine köpürtücü ajanlar dahil eder-
ler. Başka kişisel temizlik ürünlerinden, misal şampuan Besin kaynağının güvenilirliğini anlayabilmek ve açlık
veya duş jellerinden de aşina olabileceğiniz bu ajanlar gidermek uğruna telef olmamak için mevcut bazı gü-
genelde sodium lauryl sulfate veya sodium lauryl ether venlik çemberlerinden bahsetmiş ve şimdilik kaydıyla
sulfate olurlar. Aniyonik sürfaktan olarak tanımlanan bir kenara koyarak tat duyusuna dalmıştık hatırlarsanız.
bu maddeler suyun yüzey gerilimini azaltarak köpür- Sıra geldi bunlara, ancak bunu da ayrıntılı olarak aktar-
mesini sağlar; oluşturdukları köpük de ağzımızın içine mamıza yerimiz müsaade etmez. O zaman gelin, bu gü-
bolca yayılarak bize “dolu dolu” bir temizlik hissi verir. venlik çemberleri ve ilişkin konuları da gelecek sayıya
Bu köpürtücü ajanlar yeni mekanlarında, yani ağzımızın bırakalım, görelim bakalım ne hikmeti varmış bu koku
içinde tat duyumuzun küçük sürprizlerinden birine daha duyusunun ki, bizlere kol kanat geriyormuş.
88 GASTRO OCAK-ŞUBAT-MART
Beşinci Duyu: Koku
OCAK-ŞUBAT-MART GASTRO 89
90 GASTRO OCAK-ŞUBAT-MART
KUTSAL METİNLERDE YEMEK
OCAK-ŞUBAT-MART GASTRO 91
Kutsal Metinlerde Yemek
Doç.Dr. İsmail Gezgin
92 GASTRO OCAK-ŞUBAT-MART
Kutsal Metinlerde Yemek
tirmişti. Muhammed orada diğer peygamberlerle kar- “sikâye” denilen ve fakirlere hayır yapan bir kurumun
şılaşıp onlara imamlık yaptı ve iki rekat namaz kıldırdı. kurucusu olduğundan söz edilmektedir. Rivayete göre,
Sonra Cebrail, içinde bal, süt ve şarap bulunan üç kase “sikâye” hurma, bal ve kuru üzüm şırasından yapılmış
sunarak birisini seçmesini istedi. Peygamber’in seçtiği bir içecek idi ve “rifâde” denilen bir yemekle birlikte
kase ümmetinin de kaderini belirleyecekti. Peygamber, hacca gelmiş hacı adaylarına dağıtılmaktaydı.13
kendisine sunulan bu kaselerin ümmetinin de kaderini
belirleyeceğini bildiği için sütü tercih etmişti. Bunun Pek gerçekçi görünmemesine rağmen rivayetler “bal
üzerine Cebrail, Peygamber’e sütü tercih ettiği için üm- tefsiri” olarak anılan bir olaydan söz ederler. Bir gün Ebu
metini de hidayete ulaştırdığını ve fıtratı (saflığı) seçti- Bekir, Osman ve Ömer savaştan yeni dönmüş olan Ali’yi
ğini müjdelemişti.7 ziyarete gelmişti. Peygamberin kızı Fatıma, bu önemli
misafirleri ağırlamak için evdeki en değerli besinlerden
Peygamber’in balla münasebetini anlatan en ilginç olan balı çıkarıp ikram etmişti. Ancak kaderin garip bir
anekdot ise eşleriyle olan ilişkisinde ortaya çıkmıştır. cilvesi ki Ebu Bekir, Osman ve Ömer kendilerine kalaylı
Buna göre, Peygamber’in bala duyduğu düşkünlük bakır tasla ikram edilen balın içinde kıl görünce, kendi-
eşleri arasında rekabete neden olmuştu. “Âdeti oldu- lerinin sınandığını düşünerek her biri bu olaya bir yorum
ğu üzere bir gün eşlerini ziyaret ettiği sırada Hz. Hazfa getirmişti. Misafirlerin her biri ve Ali, kalaylı tasa, bala ve
veya Zeynep bint Cahş ona bal şerbeti ikram etmiş- kıla sırasıyla ve kendi kişiliklerine uygun bir yorum ge-
ti. Bu yüzden ziyaretin biraz uzamış olması Hz. Aişe’yi tirmişlerdi; namaz, misafire ikram, ilim ve savaş. Bunun
kıskandırmış ve diğer zevcelerinden bir kısmı ile birlikte üzerine Fatıma’dan da bir yorum yapması istenince,
Hz. Peygamber’e ağzının koktuğunu, içtiği bal şerbe- onun yorumu erkeğini memnun etmek isteyen bir ka-
tindeki megafir denilen fena kokulu bir ağaç zamkının dın üzerine yoğunlaşmıştı. Bütün yorumlar birbirinden
buna meydan verebileceğini söylemişler, o da bir daha farklı olunca hep beraber Peygamber’den bir yorum al-
bal şerbeti içmemeye yemin etmişti”.8 Bu olay üzerine mak istemiş ve onu davet etmişlerdi. Peygamber gelip
aşağıdaki ayet-i kerime nazil olmuş, Allah’ın helal kıldı- olayı dinleyince üzerinde herkesin uzlaştığı şu yorumu
ğı hiçbir şeyi kendisine haram kılmaması gerektiği ha- getirmişti: “Ümmetin kalbi nurludur bu tastan, Kevser
tırlatılmıştı. “Ey Peygamber! Eşlerin[den herhangi biri] şarabı tatlıdır bu baldan, şeriatın yolu incedir bu kıldan.”
ni memnun etmek için neden Allah’ın sana helal kıldığı Bu anekdot kısa sürede yayılmış, bu tefsiri okuyup din-
bazı şeyleri [kendine] haram kılıyorsun?”.9 Bu ayet ba- leyenin 200 Peygamber sevabıyla ödüllendirileceği
lın Müslümanlar arasında yenmesini sağlamış bir emri kulaktan kulağa dolaşmıştı. Ancak bugün bu rivayetin
içermektedir. Aksi takdirde Peygamber’in yemediği bir sahihliği şüpheli bulunmaktadır.14
besin inanırlar tarafından da yenilmeyecekti.
İslam inancında ve Peygamber’in yaşamında balla ilgili
M.Y. Kandemir’in “Bal” makalesinde Peygamber’e atfe- pek çok anekdot bulunmaktadır. Bu anekdotların büyük
dilen anekdotlar arasında balın dikkat çekici bir şekilde bölümünde balın şifalı olması ve sağlık bulmak isteyen-
sağlıklı olmaya işaret ettiğini belirten ifadeler zikredil- ler için bal tüketmeleri tavsiye edilmektedir. Tüm bun-
miştir. Bunlar arasında öne çıkanlar şunlardır: ların nedeni yukarıda da belirttiğim gibi Nahl suresi 68-
“Şifa veren iki şeye dikkat ediniz: bala ve Kuran’a”.10 69. ayetlerdir. Balın Kuran-ı Kerim’de zikredilmesi onun
şifalı olmasındaki kerametin asıl nedeni kabul edilmiş,
“Hz. Peygamber şifanın üç şeyde olduğunu söyleyerek birçok hastalığın şifası için tüketilmesi önerilmiştir.
bunların hacamat yaptırmak, bal şerbeti içmek ve hasta-
lığın cinsine göre ateşle dağlamak olduğunu, fakat dağ-
lama işini sevmediğini belirtmiştir.”11 1. Michael Pollan, Arzunun Botaniği, çev. Sevin Okyay, Domingo
Kitap, 2011, s.91.
2. Bu konuda çok sayıda örnek için bakınız, E.Crane, The World
“Bir sahabi Hz. Peygamber’e gelerek kardeşinin sindirim History of Beekeeping and Honey Hunting, Routledge, 1999.
bozukluğundan rahatsız olduğunu söyler. O da hastaya E.Crane, The Rock Art of Honey Hunters, International Bee
bal şerbeti içirmelerini tavsiye eder. Sahabi iki defa daha Research Association, 2001.
gelerek rahatsızlığın geçmediğini haber verir. Bunun üze- 3. J.Mellaart, Çatalhöyük, Anadolu’da Bir Neolitik Kent, Yapı Kredi
Yayınları, 2003, s.65.
rine Hz. Peygamber, ‘Allah sözünde doğrudur; fakat kar-
4. İsmail Gezgin, “Tanrı’nın Gözyaşı: Bal”, Ballı Yazılar, Metro Gastro
deşinin midesi yalancıdır’ diyerek tedaviye devam etme- 56, Ek, s.215-227.
lerini ister. Nihayet hasta iyileşir.”12 5. “Burada “vahyetti” (ehvâ) ifadesi, Allah’ın bu küçük kanatlı
varlığa verdiği, mükemmel bir geometrik plan içinde şaşmaz
Peygamberin şeceresi anlatılırken zikredilen isimlerden oranlara dayalı altıgen, prizmatik balmumu hücrelerinden müte-
şekkil bal peteğini -o hem mekan hem de malzeme bakımından
birisi olan Kusay bin Kilâb adlı kişinin, o dönemlerde
son derece ekonomik, dolayısıyla son derece rasyonel mimarlık
OCAK-ŞUBAT-MART GASTRO 93
Kutsal Metinlerde Yemek
94 GASTRO OCAK-ŞUBAT-MART
Kutsal Metinlerde Yemek
OCAK-ŞUBAT-MART GASTRO 95
Kutsal Metinlerde Yemek
Sezin Öney
KUR’AN’DAKI CENNET
PARÇASI: HURMA
96 GASTRO OCAK-ŞUBAT-MART
Kutsal Metinlerde Yemek
ceklerle ilgili en önemli bilgilerden biri; yani, doğanın Ramazan’da orucun hurma ile bozulmasını salık ver-
sunduklarının eşsiz eserler olduğu burada geçmektedir. miş. Hadislere göre, Hazreti Peygamber, “Eğer hurma-
nız varsa, orucunuzu onunla bozun; eğer yoksa, orucu
Gerçekten de, en doğal tarım yöntemleriyle, özenle ye- su ile açın, zira su arındırır.” demiştir. Bir başka hadise
tiştirilmiş bir sebze veya meyvenin rengi, kokusu, lezze- göre de, Hazreti Muhammed, Medine yöresinin Ayvah
ti; tüm o eşsiz rayihasında evrenin özünü bulmak müm- hurmalarının “cennet meyvesi” olduğunu söylemiştir.
kün değil mi? Biz de, şimdi Kur’an’ın bahsettiği şekliyle, Peygamberin, hurmayla ilgili diğer söyledikleri arasında
İslamiyet’in kitabında geçen gıda maddelerinden en şu da yer alır; “İyilikte bir Müslüman’a benzeyen bir ağaç
çok vurgulanan hurmanın dünyasında, “kutsal bakışla” varsa, o da hurmadır.”. Böylesi, büyük bir övgü dışında,
nasıl göründüğünü incelediğimiz bir gezintiye çıkalım. Hazreti Muhammed’in, “Hurmasız bir evdeki insanlar,
açlık içindedir.” dediği de rivayet olunmaktadır.
Kur’an’daki başlıca yiyecekler
Kur’an’da adı en çok geçen meyve, 22 kez telaffuz edi- Öte yandan, Kur’an’da, İsa peygamberin annesi
len hurma. Hurma, yani Phoenix Dactylifera, palmiye- Meryem’in doğum yapmadan önce, hamileliğinin son
gillerden bir ağaç; bu tür ağaçlar, Arecaceae familya- günlerinde, acı ve sıkıntı içindeyken de imdadına ye-
sından. Hurma, diğer palmiyegiller gibi, tropikal veya tişmesi için hurma çare olarak gösterilmiştir. Meryem
çöl ikliminde, sıcak ve kuru yerlerde yetişen bir ağaç. Suresi’nde şöyle denmektedir:
Günümüz Irak coğrafyası ve yakın çevresinden yayıldı-
ğı düşünülüyor. İslamiyet’in doğduğu coğrafyanın hur- “Doğum sancısı onu bir hurma ağacına yöneltti. ‘Keşke
manın da anavatanı olduğu düşünüldüğünde, bu ağaç bundan önce ölseydim de unutulup gitmiş olsaydım!’
ve meyvesine Kur’an’da neden bu kadar büyük önem dedi. Bunun üzerine (Cebrail) ağacın altından ona şöyle
atfedildiğine şaşmamak gerek. Tarih öncesi dönemler- seslendi: ‘Üzülme, Rabbin senin alt tarafında bir dere
den itibaren izine rastladığımız hurma, Mezopotamya akıttı. Hurma ağacını kendine doğru silkele ki sana taze
ve çevresinde yaşayan birçok insan grubu için, temel hurma dökülsün. Ye, iç, gözün aydın olsun. İnsanlardan
beslenme maddelerinden biri rolünü oynamıştı. Ticaret birini görecek olursan, Şüphesiz ben Rahmân’a susmayı
yollarıyla, Afrika, İspanya, Asya’ya ve son olarak 18. adadım. Bugün hiçbir insan ile konuşmayacağım, de.’”4
yüzyılda Amerika’lara yayılmadan önce, hurma, Orta
Doğu’dan Mısır’a ve doğuda da İndüs Vadisi yani gü- Meryem’i doğum eziyetinden kurtaran hurma, aynı za-
nümüz Pakistan’ına doğru yayılan topraklara özgüydü. manda, cennette olacağı da vurgulanan “nimetlerden”.
Dahası, Mezopotamya ve Orta Doğu’nun hurma ağacı- Rahman Suresi’nde, şöyle denmektedir: “İki cennet de
nın tohumu, gerçekten de zamana meydana okuyan bir (ağaçlar, meyveler, rengârenk bitkiler gibi) çeşit çeşit
ölümsüzlüğe sahip. Dünyanın en yaşlı bilinen tohumları güzelliklerle bezenmiştir. İçlerinde her türlü meyve, hur-
arasında yer alan hurma tohumları 2 bin yıllık geçmişten ma ve nar vardır.” 5
sonra bile ekildiğinde serpilip gelişebiliyor. İsrailli bilim
adamları, gerçekten de, 2 asır öncesinden kalmış to- Cennette hurma vaat edilmesinin yanı sıra, yeryüzün-
humu yetiştirmeyi başardı. Kibbutz Ketura’da bulunan de de, cennetin yansıması olarak, hurma ağaçların-
Arava Çevre Çalışmaları Enstitüsü’nde (Arava Institute dan bahsedilmektedir. Kur’an’ın 80. suresi olan Abese
for Environmental Studies), “Methuselah” adını verdik- Suresi’nde hurma şöyle geçer:
leri hurma ağacını filizlendirdi. Methuselah, Tevrat’ta
adı geçen, evrende en çok yaşamış insan; tamı tamına “Böylece sizin ve hayvanlarınızın yararlanması için ora-
969 sene yaşadığına inanılıyor. Bu arada, bir parantez da taneler, üzümler, yoncalar, zeytinler, hurmalıklar, sık
açarsak, Rusya’da Sibiryalı bilim adamları, 32 bin yıllık ağaçlı bahçeler, meyveler ve otlaklar ortaya çıkardık.”.6
tohumları yeşertmeyi başarmıştı. Buz Devri’nde yaşa- “Yüzü memnuniyetsizlikle buruşturmak” anlamına ge-
mış bir sincabın midesinde bulunan Silene Stenophylla len Abese Suresi’nde insanların “nankörlüğü” ve değer
tohumları, Sibirya’ya özgü bu çiçeğin, on binlerce yıl bilmezliği konu ediliyor. Ve sure, şöyle devam ediyor:
önceki tohumlarının yeşermesini sağladı.
“Kahrolası (inkârcı) insan! Ne nankördür o! Allah onu
Hurmanın kendisinin de tarihi çok eski, demiştik; fosil- hangi şeyden yarattı? Az bir sudan. Onu yarattı ve ona
lerin verdiği ipuçlarına göre, 50 milyon yıllık bir geç- ölçülü bir şekil verdi. Sonra ona yolu kolaylaştırdı. Sonra
mişten bahsediyoruz. Bu köklü geçmiş kadar, hurma onu öldürdü ve kabre koydu. Sonra, dilediği vakit onu
meyvesinin özelliği, Kur’an’da en çok bahsedilen meyve diriltir. Hayır hayır o, Allah’ın kendisine emrettiğini ye-
olması ve Hazreti Muhammed peygamberin de yaşamı rine getirmedi (iman etmedi). Her şeyden önce insan,
boyunca, hurmaya çok önem vermesi. Hz. Muhammed, yediği yemeğine bir baksın! Gerçekten biz, yağmuru
OCAK-ŞUBAT-MART GASTRO 97
Kutsal Metinlerde Yemek
bol bol yağdırdık. Sonra toprağı, iyiden iyiye yardık! yin. Çünkü O, israf edenleri sevmez”.11
Böylece sizin ve hayvanlarınızın yararlanması için ora-
da taneler, üzümler, yoncalar, zeytinler, hurmalıklar, sık Hurma ağaçları olan bir bahçe de, yeryüzünde sahip olu-
ağaçlı bahçeler, meyveler ve otlaklar ortaya çıkardık”.7 nabilecek, en üst seviyedeki, en büyük varlıklardan sa-
yılmaktadır. Kur’an ikinci suresi olan Bakara Suresi’nde,
Görüldüğü gibi, burada ve Kur’an’ın çeşitli diğer sure- şöyle denir: “Herhangi biriniz ister mi ki, içerisinde her
lerinde, Allah’ın insana bahşettiği ve kıymeti bilinmesi, türlü meyveye sahip bulunduğu, içinden ırmaklar akan,
şükredilmesi gereken en büyük nimetlerden biri olarak hurma ve üzüm ağaçlarından oluşan bir bahçesi olsun;
hurma gösterilmektedir. Kur’an’ın 50. suresi olan ve adı- himayeye muhtaç çocukları var iken ihtiyarlık gelip ken-
nı ilk ayetinin başındaki Kaf harfinden aldığı söylenen disine çatsın; derken bağı ateşli (yıldırımlı) bir kasırga
(öte yandan efsanevi ‘Kaf Dağı’na atıfta bulunulduğunu vursun da orası yanıversin? Allah düşünesiniz diye size
iddia edenler vardır) Kaf Suresi de, hurmanın “yeşerti- âyetlerini böyle açıklıyor”.12
ci”, “canlandırıcı” olduğu fikrini vurgular:
Benzer şekilde, Kur’an’ın 17. suresi, İsra Suresi’nde de,
“Gökten de bereketli bir su indirip onunla kullar için rızık hurma bahçelerinden bahsedilir: “Dediler ki: ‘Yerden
olarak bahçeler ve biçilecek taneler (ekinler), birbirine bize bir pınar fışkırtmadıkça yahut senin hurmalardan,
girmiş kat kat tomurcukları olan yüksek hurma ağaçları üzümlerden oluşan bir bahçen olup aralarından şarıl şa-
bitirdik ve böylece onunla ölü bir beldeye hayat verdik. rıl ırmaklar akıtmadıkça yahut iddia ettiğin gibi gökyü-
İşte (dirilip kabirlerden) çıkış da böyledir”. 8 zünü üzerimize parça parça düşürmedikçe yahut Allah’ı
ve melekleri karşımıza getirmedikçe yahut altından
Şükran ve hurma kavramları ayrıca, Mü’minun ve Yasin bir evin olmadıkça ya da göğe çıkmadıkça sana asla
Surelerinde de geçmektedir. Kur’an’ın 23. suresi olan inanmayacağız. Bize gökten okuyacağımız bir kitap in-
Mü’minun’da, inananların davranışları konu edilmek- dirmedikçe göğe çıktığına da inanacak değiliz.’ De ki:
tedir. Tıpkı Abese Suresi’nde olduğu gibi, burada da, ‘Rabbimi tenzih ederim. Ben ancak resul olarak gönde-
Allah’ın insanoğlu için dünyaya bahşettiği nimetlerin rilen bir beşerim.”’ 13
arasında, hurma ile beraber, su, üzüm ve zeytinden
bahsedilmektedir. Ancak, İsra Suresi’nde “hurmalı bahçe” konusu, inancı
inkâr edenlerin, mucize olarak görmek istedikleri, kendi-
“Biz gökten belli bir ölçüde su indirdik de (faydalanma- lerine vaat edilmesini istedikleri cennetten parçalardır.
nız için) onu yeryüzünde tuttuk. Bizim onu tamamen Günlük hayat kullanım açısından bakıldığında, Hazreti
gidermeye de muhakkak gücümüz yeter. Onunla sizin Muhammed’in hurmaya koruyucu görev atfettiği görü-
için hurma bahçeleri ve üzüm bağları meydana getirdik. lür. Peygamberin, günde yedi tane Medine hurması ye-
Bu bağ ve bahçelerde sizin için pek çok meyveler vardır nilmesinin, yiyeni, o gün için, kara büyü, zehir ve kötü-
ve siz onlardan yiyorsunuz. Yine o su ile Sîna Dağı’nda lüklerin dokunuşundan koruyacağını, söylediği de iddia
biten bir ağaç (zeytin ağacı) yarattık ki hem yağ, hem edilmektedir. Benzer şekilde, Hazreti Muhammed’in,
de yiyenlere katık verir.” 9 “Müminlerin, cehennem ateşinden kendilerini, bir parça
hurma ile bile koruyabileceğini” de ifade ettiği yazılır.
Yasin Suresi, Kur’an’ın 36. suresi’dir; bu sureye, Hazreti Bazı tarihçiler, Peygamberin zamanında Medine’deki
Muhammed, “Kur’an’ın kalbi” demiştir. Bu surede de, camisinin çatısının, hurma ağacı dallarıyla kaplı oldu-
gene insanın nankörlüğüne isyan vardır. ğunu kaydetmektedir. Hazreti Peygamber’in kendisinin
hurmayı, salatalık veya kavun ya da karpuzla yeme-
“Meyvelerinden yesinler diye biz orada hurmalıklar, yi tercih ettiği; yeni doğan bebeklerin ağzına, bal ve
üzüm bağları var ettik ve içlerinde pınarlar fışkırttık. hurma karışımını çiğneyip, bir parçasını koyduğu, zira
Bunları onların elleri yapmış değildir. Hâlâ şükretmeye- Peygamber’in hurmanın bebekler için koruyucu oldu-
cekler mi?” 10 ğuna inandığı da öne sürülür.
En’am Suresi ise, şükretme ile beraber kıymetini bilme, Yazının girişinde, Kur’an’ın beslenme ile ilgili genel
israf etmeme ve kıymetini bilmenin önemi vurgular. yaklaşımının “aklı kullanmaya” bağlandığını yazmıştık.
“O, çardaklı, çardaksız olarak bahçeleri, ürünleri çeşit Tabii, aklı kullanma ile beraber, önem atfedilen şey-
çeşit hurmalıkları ve ekinleri, zeytini ve narı (her biri) lerden biri de nimetlerin karşılığında şükran duyma.
birbirine benzer ve (her biri) birbirinden farklı biçimde Bahsettiğimiz “aklı kullanma” vurgusu, hurma ile ilgili
yaratandır. Bunlar meyve verince meyvelerinden yiyin. olarak da Kur’an’da geçiriliyor; Kur’an’ın 16. suresi olan
Hasat günü de hakkını (öşürünü) verin, fakat israf etme- Nahl Suresi, adını “bal arısı” anlamına gelen sözcükten
98 GASTRO OCAK-ŞUBAT-MART
Kutsal Metinlerde Yemek
alır. Sure, evrende, Allah’ın varlığını, tekliğini gösteren 1. A’raf Suresi, 160. ayet.
kanıtlardan ve ölümden sonra dirilişten bahseder. Nahl 2. Ra’d Suresi, 14. ayet.
3. En’am Suresi, 99. ayet.
Suresi’nden “aklı kullanarak tüketme” fikri ile hurma
4. Meryem Suresi, 23-26. ayetler.
meyvesini birleştiren, şu iki örneği verebiliriz: 5. Rahman Suresi, 48 ve 68. ayetler.
6. Abese Suresi, 32. ayet.
“Allah o su ile size; ekin, zeytin, hurma ağaçları, üzümler 7. Abese Suresi, 17-28. ayetler.
ve her türlü meyvelerden bitirir. Elbette bunda düşünen 8. Kaf Suresi, 9-11. ayetler.
9. Mü’minun Suresi, 18-20. ayetler.
bir kavim için bir ibret vardır.”
10. Yasin Suresi, 34-35. ayetler.
“Hurma ağaçlarının meyvelerinden (…) hem de güzel bir 11. En’am Suresi, 141. ayet.
rızık edinirsiniz. Elbette bunda aklını kullanan bir top- 12. Bakara Suresi, 266. ayet.
lum için bir ibret vardır.” 14 13. İsra Suresi, 90-93. ayetler.
14. Nahl Suresi, 11 ve 67. ayetler.
15. O. El Kuran, L. El Mehaisen, H. Bedevi, S. Beitawi ve Z. Amarin,
Gökten düşmüş üç hurma “The effect of late pregnancy consumption of date fruit on
Kur’an’da bahsi geçen çeşitli yiyecekler arasında, kuş- labour and delivery”, See comment in PubMed Commons below
kusuz başköşe hurmaya ait. Kur’an’da hurmadan son- J Obstet Gynaecol. 2011;31(1):29-31.
ra en çok bahsi geçen diğer meyve üzümden 11 kez
söz ediliyor; ki, bu da, hurmanın yarısı kadar. Öte yan-
dan, zeytin ve tahıllar da, üçüncü ve dördüncü sırada.
Kur’an’ın hurmaya olan ilgisi, İslam ülkelerinde, konuyla
ilgili birçok araştırmanın da yapılmasına neden olmuş.
Kur’an’ın söylemleriyle bilimsel söylemi birleştirmeye
ve Kur’an’ın “mucizelerini” bilimsel olarak kanıtlamaya
çalışan çeşitli yayınlar, makaleler ve kitaplara sıklıkla
rastlamak mümkün. Bahsettiğimiz bu çalışmaların ki-
minin teolojik yönü ağır basıyor, kimiyse Kur’an’dan il-
ham alarak bilimsel yönü ağır basan çalışmalar olarak
karşımıza çıkıyor. Örneğin, 2011’de Journal of Obstetrics
and Gynaecology dergisinde yayınlanan bir makaleyi
ele alalım. Bu makale, 69 hamile kadın üzerine yapı-
lan ve hurma yemenin doğuma yardımcı olup olmadı-
ğını tartışan bir araştırmanın bulgularını dile getiriyor.
Ürdün Bilim ve Teknoloji Enstitüsü’nden O. El Kuran, L.
El Mehaisen, H. Bedevi, S. Beitawi ve Z. Amarin’in bu
makalesinin15 öne sürdüğü tez, Kur’an’dan alınan bir il-
hamdan kaynaklansa da çalışmanın kendisinde, teolojik
çıkarımlara hiç girilmiyor. Ancak, konu Kur’an ve yiye-
cek veya özellikle hurma oldu mu bu gibi içerikte “se-
küler” çalışmalardan çok, dini ve teolojik söylemi ağır
basan çalışmaların kaleme alındığı görülüyor.
OCAK-ŞUBAT-MART GASTRO 99
100 GASTRO OCAK-ŞUBAT-MART
SANAT TARIHI
JOACHIM
BEUCKELAER’IN
TABLOLARINDAN
KUZEY SOFRALARININ
ZENGINLEŞME SÜRECINI
OKUMAK - I
Orta Çağ’da, Batı Avrupa feodalitenin hükmü altınday- Bu yeni oyunda Baltık ve Kuzey Deniz kıyılarında yer
ken, Kuzey Avrupa’nın fakir ülkeleri bu sistemin kapsa- alan birçok liman kenti hızla gelişecek, sonra bunlar
mı içine girememişler ve azgelişmişlikleri içinde ayrı bir aralarında Hansa Birliği’ni kurarak, adeta bir devlet
tarih koridorunda yol almışlardır. Fakat Batı Avrupa’nın gibi davranacaklardır. Ancak bu kuzey denizlerinin her
feodaliteden çıkma süreci İtalya’nın kapitalizmi oluş- noktası aynı talih çizgisinin üzerinde yer almamaktadır.
turması ve yaymasıyla birleşince, Kuzey Avrupa’nın Baltık ülkeleri tahıl, kürk, amber gibi hacimli malların
unutulmuş toprakları kıymete binecektir. Rusya’nın ticaretinde yoğunlaşırken, bugün Belçika adını taşıyan
Batı’ya açılan kapısı Narva’dan (sonradan buralara ünlü toprakların deniz kıyısındaki kentlerinden Bruges, bü-
St. Petersburg kurulacaktır) başlayan, İskandinavya tün bu ticaretin merkezi haline gelecektir. Ancak, hiç
umulmadık bir tabiat olayı sonucu limanının ağzı kumla Beuckelaer’in bu resimleri gerçekten tam birer bilgi
dolunca, büyük tonajlı gemiler başka bir liman aramış- hazinesi meydana getirmektedirler. Orta Çağ’da, feo-
lar ve böylece artık Anvers’in saadeti başlamıştır. dalitenin hükmünü sürdüğü bölgelerde yiyecek üreti-
mi adeta tamamen yerelleştiği için, soylu sofraları bile
Anvers, yalnızca Baltık-Kuzey Denizi ticaretinin de- yavan ve fakir kalmıştır. Alt sınıfların sofraları ise yılda
ğil, aynı zamanda İtalya-Kuzey Avrupa ticaretinin bir veya iki kere pişirilen ve ancak baltayla parçalanan
de merkezi haline gelecektir (daha sonra bu rolünü ekmek ile çeşitli tahıl lâpalarından ibaret bir menüyle
Amsterdam’a kaptıracaktır, ama henüz orada değiliz). donanmaktadır. Zaten av eti olmasa, soylu sofraları da
Ancak Alçak Ülkeler denilen bu topraklar tarıma pek benzer bir manzara sunacaklardır. Klasik feodalitenin
uygun değildirler. Bu durumda ticaretin finansmanı için krize girmesiyle ortaya çıkan üçlü rotasyon ve demir
Anvers ve bütün Alçak Ülkeler endüstrileşmek zorun- pulluk, hem üretim artışına hem ürün çeşitlenmesine
da kalmışlardır. İthal edilen hammadde, dönüştürülerek yol açacak, sofralar zenginleşecek, ama ürünler gene
mamul haline getirilmekte ve böylece ticaretin finans- yerel kalacaktır. Ürün yerelliği ancak antrepo-kentlerde,
manı sağlanmaktadır. Ama ithalat yalnızca hammadde- yani dönemin uluslararası ticaretinin merkezi olabilen
ye değil, yiyecek maddelerine de yöneliktir. Bu bölge, limanlarda aşılabilecektir. Beuckelaer’in tabloları, 16.
dünyada ilk kez büyük bir yiyecek çeşitliliğine tanık ola- yüzyılın Batı Avrupa ekonomi-dünyasının merkezi olan
caktır. Bunun yanı sıra, kuzeyin tahıl tarımına pek uygun Anvers’deki yiyecek çeşitliliğini göstermesi açısından
olmayan toprakları, pazar için üretim yapmak üzere ör- büyük tarihsel öneme sahiptirler. Büyük Fransız tarihçi
gütlenecek, bu da yiyecek çeşitliliğini “neredeyse son- Fernand Braudel’e ait olan ekonomi-dünya terimi, bir
suza” kadar artıracaktır. bölgenin aynı ekonomik sistem içinde bütünleşmesini
ifade etmektedir. Feodalitenin iyice aşıldığı 16. yüzyılda,
Talihi geç parlayan bu kuzey ülkelerinden Flandre adını batı Avrupa ekonomisi Kuzey-Güney ticareti ekseninde
taşıyan bölgede, tam da Anvers kentinde 1533 yılında bütünleşmekte ve bunun merkezini de Anvers meyda-
bir çocuk doğmuştur. Joachim Beuckelaer adını taşıyan na getirmektedir. Bunun sonucu olarak, Flandre’ın bu
bu çocuk, ünlü bir ressamla Pieter Aertsen’le akrabadır. liman şehri, merkezini meydana getirdiği ekonomi-dün-
Joachim’in teyzesiyle evli olan, yani küçük Flaman’ın yanın bütün ürünlerini menüsü içine alabilmektedir.
eniştesi olan Pieter Aertsen, Flaman resminin en büyük
ustalarındandır ve özellikle çarşı resimleriyle tanınmak- Bu yazıda Flaman üstadın “Dört Unsur” adını taşıyan
tadır. Eniştesinden derinlemesine etkilenen Joachim de dört tablosunu ele alacağız. Daha sonra diğer tablola-
çarşı pazar resimlerine yönelecek ve bu alanda nere- rına bakmayı ümit edebiliriz. Bu tablolardan “Toprak “
deyse bir ekol oluşturacaktır, ama kıymeti (çoğu zaman adını taşıyanı, 157x214 cm ebadında büyük bir yağlıbo-
olduğu gibi) sağlığında anlaşılmayacaktır. Beuckelaer, ya eserdir. 1569 tarihli olan bu tablonun esas teması, sol
zamanımıza yaklaşıldıkça kıymete binecektir. Bugün yukarı köşede (resmin perspektifine göre dip tarafta)
dünyanın en çok para eden resimleri arasında onunkiler yer alan, Kutsal Aile’nin (İsa’nın ailesi) köprüden perişan
ön sıralarda yer almaktadırlar. bir şekilde geçişidir. Tablonun ön tarafında ise, toprakta
yetişen çok sayıda meyva ve sebze sergilenmektedir.
Beuckelaer’in çarşı-pazar resimleri, 16. yüzyıl Bunların hapsinin birden aynı coğrafyada ve aynı mev-
Anvers’inin zenginliğine, yiyecek çeşitliliğine adeta bi- simde yetişmesi mümkün değildir. Bu da 16. yüzyılda
limsel belgeymişçesine tanıklık etmektedirler. Flaman Batı ekonomi-dünyasının merkezi olan Anvers’in ne
ressamın esas amacı dinsel motifleri öne çıkartmaktır, denli büyük bir ithal kapasitesi olduğunu göstermek-
yiyecek figürlerinin varlığı onun açısından ikincildir. Bu tedir.
nedenle resmettiklerinin gerçeği yansıttığına daha faz-
la güven duyulmaktadır. Bu tabloda ve üstadın diğer tablolarında dikkat edilme-
si gerekli bir husus da, satıcıların kadın olmasıdır. Bu da
Flaman üstadın çok sayıdaki resmi arasında yer alan bir kadının kapitalizmin gelişmesiyle birlikte artık ekono-
dörtlü, “Dört Unsur” adını taşımaktadır. (Dört eleman mik faaliyetlerin içinde çok daha etkin roller oynama-
veya Osmanlıcasıyla Anasır-ı Erbaa. Antik felsefede ve ya başladığının işaretidir. “Dört Unsur” grubunun ikinci
Hıristiyanlık ile İslamiyet’te bütün cisimlerin aslını mey- tablosu, gene 1569 tarihini taşımaktadır. “Su” adını taşı-
dana getirdiğine inanılan dört ana unsur). 2001 Yılında yan bu ahşap pano üzerine yağlıboya resim, 155x215 cm
Londra National Gallery tarafından satın alınan bu dört ebadında olup, tıpkı dizinin bütün tabloları gibi devasa
büyük boyutlu tablo, dinsel motifleri alegorik bir şekilde boyuttadır. Resmin arka planında yer alan kemerin ar-
işlerken, 16. yüzyıl Anvers ve dolayısıyla Flaman yiyecek dında İsa’nın çarmıha gerilmesinden sonra havarilerine
pattern’i hakkında çok değerli bilgiler aktarmaktadır. üçüncü kez gözükmesi resmedilmiştir. Tablonun esas
GELENEKSEL GIDALAR,
ZIRAAT SANATLARI,
GIDA ANTROPOLOJISI
VE KÜLTÜRÜ
melidir. Organik maddeler de doğaları gereği hem canlı yanlış olmaz. Bu durumda da yukarıda değinilen kültür
hem de ölümlüdür. Bir diğer deyişle karnını doyurmaya tanımını anımsayacak olursak insanın yaptığı şey, yani
çalışan her canlı türü yediği her besin maddesiyle bir doğayı kontrol altına almaya çalışması ilk ve en önemli
diğer canlıyı öldürmüş olur ki, buna besin zinciri adını kültürel adımlardan biridir, denilebilir.
vermekteyiz. Akıllı bir varlık olarak besin zincirinin en
üstünde yer alan insan için de bu durum çok farklı de- Bu adımların içinde belki de en kolay ve rahat gözle-
ğildir. Dolayısıyla ölen her canlı da zaman içinde mikro- nebileni ve dolayısıyla rahatlıkla uygulanabileni iklimsel
organizmalar tarafından bozunuma uğratılmakta, yapı- koşullarda göz önünde bulundurulduğunda kurutma
sında bulunan protein ve şeker türü maddeler çürüme ya da gıdanın içindeki su oranını azaltma olmuş olmalı-
ya da mayalanma yoluyla parçalanmaktadır. Bu durum dır. Arkeologların elinde kurutulmuş gıdalarla ilgili eski
insanın çok uzun süre boyunca yaptığını varsayabilece- çağlardan gelen kanıtlar olmasa da tarihöncesi insanın
ğimiz gözlemleri sayesinde bir bilgi olarak öğrendiği ve değişik meyveleri kurutarak yediğini ya da sakladığı-
kendinden sonra gelenlere aktardığı bir olgudur. nı etnoarkeolojik verilere dayanarak belirtmek olası-
dır. Kurutma, tütsüleme, tuzlama vb. bütün yöntemler
Doğayı gözlem gücü sayesinde geliştirdiği doğal tarih esas olarak her türlü gıda maddesi için birer koruma
zekâsını teknik zekâsıyla bütünleyebilen insan sosyal ve saklama yöntemi olarak yapıldığından birçok mey-
zekâya sahip bir varlık olarak toplu halde hareketle do- venin de Yakın Doğu’da kurutularak tüketildiğini belirt-
ğadan daha fazla besin devşirebileceğini de fark etmiş- mek olasıdır. Zaten kuru olarak hasat edilebilen tahıllar
tir. Bu sayede Paleolitik Çağ’da günde sadece üç veya ve kuru baklagiller ise sadece nemden korunarak de-
beş saat çalışıp günlük hayatta kalmak için gereken polanabildiğinden bu besin maddelerinin daha sorun-
besini sağlayabilen insanın elbette herhangi bir şekil- suz olduğu ve bu nedenle de üretimde en başta bun-
de geleceğe yönelik bir projeksiyonda bulunup, ileride ların tercih edilmiş olabileceği de düşünülebilir. Yakın
aç kalabilirim bu nedenle gıda stoklamalıyım, düşün- Doğu’da Bereketli Hilal denilen ve denizden yüksekliği
cesi içinde olmadığı tahmin edilmektedir. 3 Bu türden 600-800m arasında olan coğrafyanın güney yamaçla-
bir düşünce, yani gıda stoklama düşüncesi olasılıkla rında başlayan ilk tarımsal uygulamalar da zaten tahıl
Epipaleolitik Çağ’da yani günümüzden yaklaşık 14- ve baklagil tarımıdır. Elde edilen ürünler de su aktivi-
12.000 yıl önce yerleşik yaşama geçmeye başlamış son teleri düşük olduğundan ve saklanırken kuru ve nem-
avcı toplayıcılarla ilk tarımcılar veya çiftçiler arasında siz ortamlar da kolaylıkla sağlanabildiğinden artı ürün
gelişmiş olmalıdır. Tarıma başlamakla birlikte neredeyse için ideal olarak görülmüşler ve içlerindeki nişasta ve
tam gün de çalışmaya başlayan bu ilk çiftçiler elde et- diğer bileşenlerin doyuruculuğu da bunların üretiminde
tikleri verimlilik düzeyiyle tüketebileceklerinden fazlası- sinerjik bir etki yaratmış olabilir.
nı da üretmeyi başarmışlar ve bu durum da stoklamayı
yani elde edilen ürünün bozulmadan saklanmasını ge- Tarla ziraatı olarak tanımlanabilecek bu çiftçilik yönte-
rektirmiştir. İşte burada devreye bugün ziraat sanatları mini bağ bahçe tarımının izlediğini ve dolayısıyla yük-
denilen uygulamalar girmiştir. sek kültüre doğru bir sıçramanın veya kültürel dönü-
şümün bu türden bir tarımla gerçekleştiğini söylemek
Tarla ve bahçelerden elde edilen ürünler ve buna ek olasıdır. Victor Hehn’in dilimize Zeytin, Üzüm ve İncir/
olarak üretilen hayvansal gıdaların tamamı yukarıda da Kültür Tarihi Eskizleri adıyla çevrilen 19. yüzyıl sonu 20.
değinildiği gibi ziraat sanatları içine girmektedir. Bu du- yüzyıl başında yazılmış çok eski bir yayınında Akdeniz
rumda sorulacak ilk soru, bu çalışmaların nasıl başladı- coğrafyasını betimlerken dedikleri bu konuda yol gös-
ğıdır. Yani aslında hepsi birer gıda saklama yöntemi ola- terici olabilir. “Hiçbir şey zeytinliklerin görüntüsü kadar,
rak tanımlanabilecek bu işlemleri insan nasıl bir doğayı kültür, huzur dolu düzen ve bu düzenin sürekliliği duy-
gözlem gücüyle edindi? Bu sorunun olası yanıtlarından gusunu uyandıramaz içimizde.” diyerek kendi beşeri
biri tarihöncesi insanın elindeki gıdanın doğal ortamda kültür anlayışının özünü açıklarken, kültürel gelişimin
bazen bozulmadan ama dönüşerek kalabildiği olgusu- aslında tahıl tarımıyla değil meyve veren ağaçlar yetiş-
nu fark etmesidir. Örneğin sütün ekşiyerek ama tüketi- tirmek ile olası olduğunu iddia eder.4 Dolayısıyla meyve
lebilir başka bir biçim alması ya da toplanan veya üre- tarımı yani bir bakıma bahçe ziraatı ve buradan elde
tilen bir meyvenin güneş altında kuruyup bozulmadan edilen ürünlerin fazlasının saklanması için gösterilecek
başka bir halde tüketilebilir olması insanı bu ortamları olan çaba esas olarak ilk ziraat sanatı olarak kabul edil-
kendi lehine kullanabilmeye sevk etmiş olabilir. Bir diğer melidir. Bu saklama çabasıysa kurutma yönetmeleriyle
deyişle doğanın yaptıklarını kendi lehine dönüştürmek başlayan ve buradan kaynatarak elde edilen pestil, pek-
için yapılanları kendi kontrolü altında tutmaya çalışması mez, orjik vb. aklınıza gelebilecek diğer ürünlere kadar
bu konudaki ilk adımların atılmasını sağlamıştır, demek genişletilebilecek bir repertuvarın başlangıcıdır.
BIYOKAÇAKÇILIK
Dr. Kürşad Özbek
FASULYE TOHUMUNDAKI
UMUT
Birçok ülkede tarımsal üretimde verimliliği artırmak, Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) özel sektör tohumluk
sertifikalı ve ticari tohumların kullanımını yaygınlaştır- firmalarına sermaye aktarımı yönünde karar almış, bu
mak amacıyla söz konusu tohumlarla üretim yapan çift- sayede özel tohumculuk şirketlerinin kurulması teşvik
çilere ve üreten firmalara çeşitli şekillerde destekleme edilmiştir. 5 1983 yılında tohumluk fiyatlarının, 1984 yı-
ödemeleri yapılmaktadır. Sertifikalı ve ticari tohumlarla lında da tohumluk ithalatının serbest bırakılmasıyla özel
üretimi destekleme programları çeşitli şekillerde uygu- sektörün etkin hale gelmesinin kapıları sonuna kadar
lanmakta olup bu uygulamalar genellikle; çiftçilere ucuz açılmıştır. 2004 yılında 5042 sayılı Yeni Bitki Çeşitlerine
tohum dağıtılması, doğrudan ödeme yapılması, makine Ait Islahçı Haklarının Korunması Yasası, 2006 yılında
yardımları veya diğer desteklemelerden yararlanabil- da 5553 sayılı Tohumculuk Kanunu yürürlüğe girmiştir.
menin ön şartı olarak gerçekleşmektedir. Ancak yapılan 2008 yılından itibaren Türkiye Tohumculuk Birliği ve
bazı araştırmaların gösterdiği gibi bu desteklemelerin Alt birlikler kurularak özel sektörün yeniden yapılandı-
bazı sakıncaları olmuştur ve olmaya devam etmekte- rılması ve örgütlenmesi sağlanmıştır. Ayrıca 2005 yılın-
dir. Birçok ülkede destekleme kaynakları çiftçilerden zi- dan itibaren sertifikalı tohumluk kullanımı ve üretimine
yade tohum firmalarına aktarılarak tohum şirketlerinin yönelik destekleme programları hayata geçirilmiştir.4
güçlenmesini sağlamıştır. Daha da önemlisi destekleme
ödemelerinden faydalanan üreticiler kendi tohumlarını, Tüm bu uygulamalar, bir taraftan tohumculuk endüstri-
yerel çeşitleri kullanmaktan ve korumaktan vazgeçerek sinin güçlenmesini sağlarken, diğer taraftan da tarımsal
tohumlarını kaybetmişlerdir. biyoçeşitliliğin yok olmasını hızlandıran, çiftçi haklarını
kısıtlayan, tohumun çiftçi şartlarında korunması, kulla-
Türk tohumculuğunda yaşanan değişim 1963 yılında çı- nımı ve yaygınlaşmasını azaltan bir durum yaratmak-
karılan 308 sayılı Tohumlukların Tescil ve Sertifikasyonu tadır.
Hakkındaki Kanun ile çeşit tescili, sertifikasyonu, kali-
te kontrolü ve denetimleri başlamıştır. Bu görevlerin On bin yıllardır en güzel, sağlıklı, uygun tohumu alarak,
yerine getirilmesi Tarım Bakanlığı tarafından gerçek- koruyarak, birbiriyle takas ederek bugünlere ulaştıran
leştirilmiştir. Kamu eliyle yürütülen bu süreç, 1980’li ve bugünkü çeşitliliği oluşturmuş üreticiler tohumun
yılların başından itibaren çıkarılan bir dizi teşvik yasa- kendisindeki genetik bilginin mülkiyetine sahip olmayı
sı ile önemli yapısal değişime uğramıştır.4 1982 yılında hiçbir zaman düşünmemişlerdir. Tohumları özelleştiren
BIYOKAÇAKÇILIK
sine biyokaçakçlık denilmektedir. Genetik kaynaklardan sahip olduğu kaynaklardan azami faydanın sağlanması
sağlayacakları faydaları kaynak ülke ile paylaşmak iste- için biyokaçakçılık konusunda bilgi ve bilinç düzeyinin
meyen ve genellikle bilim ve teknolojide daha ileri git- artırılmasına, yasal ve kurumsal düzenlemelerdeki ek-
miş, kalkınma düzeyi yüksek ülkelerin vatandaşları veya sikliklerin giderilmesine ve kurumlar arası eşgüdüm ile
şirketleri yasal olmayan yollardan bu kaynaklara erişme, kurumsal kapasitenin güçlendirilmesine ihtiyaç duyul-
yani kaçak olarak genetik kaynağı elde etme yoluna git- maktadır.
mektedir. Biyokaçakçılık veya biyokorsanlık olarak ad-
landırılan bu yol, ülkelerin baş etmek zorunda kaldığı Biyokaçakçılığın boyutu
yeni bir kaçakçılık türü olarak giderek daha büyük bir Son yıllarda biyokaçakçılık teriminin duyulması ve aka-
sorun haline gelmiştir. 2 binde yapılan farkındalık çalışmaları neticesinde her yıl
onlarca yabancı veya Türk araştırmacı yurt dışına izin-
Neden Türkiye? siz materyal çıkartırken yakalanmaktadır. Boyutu yeni
Türkiye bitkisel genetik çeşitlilik bakımından tüm yeni anlaşılmaya başlanan biyokaçakçılık Avrupa Polis
Avrupa anakarasıyla yarışır düzeydedir. Ülkemizde Teşkilatı (Europol) ve Nesli Tehlike Altında Olan Yabani
3.649 tanesi endemik olmak üzere 11.707 bitki taksonu Hayvan ve Bitki Türlerinin Uluslararası Ticaretine İlişkin
Sözleşme (CITES) kayıtlarına göre dünyada, ekonomik
açıdan, uyuşturucu ve silah kaçakçılığından sonra 3. sı-
rada yer almaktadır. (32 Milyar $/yıl-Europol, 25 Milyar
vardır. Türkiye’deki bitki türlerinin üçte biri endemiktir, $/yıl-CITES)
yani dünyada sadece Türkiye’de vardır. Ülkemizin sahip
olduğu bu çeşitlilik yüzyıllardır biyokaçakcçlığa maruz Yurt dışına kaçırılan türler özellikle; ilaç, gıda, süs bitki-
kalmaktadır. Tür düzeyinde tanımlamaya yönelik, mor- si, kozmetik hammaddesi olarak kullanılmak üzere doğ-
folojik ve moleküler markörlerle yapılan akademik ve rudan ticaret amacıyla götürülmektedir. Özellikle aynı
kamu düzeyinde birçok çalışma olsa da bu çalışmalar türden çok miktarda söküm yapılarak bazen doğada
bireysel düzeyde olup hem kapsamları hem de amaçları geri dönüşü imkansız hasarlar verilmektedir.
yönüyle uluslararası düzeyde yarar paylaşımı rejiminde
kullanılabilme olanakları yoktur. Bunun neticesinde ge- Yöre halkına veya başka aracılara toplatma yoluyla,
netik kaynaklarımızın kullanılarak uluslararası düzeyde yeni tarım çeşitleri, ilaç veya başka bir sanayi ürünü
elde edilen yararlardan hak elde edememe gerçeği ile geliştirmek amacıyla araştırma materyali veya genetik
yüz yüze kalınmaktadır. kaynak olarak kullanım amacıyla biyokaçakçılık yapıl-
maktadır. Söz konusu türler yabancı araştırmacıların
Biyolojik çeşitlilik dünyadaki her ülke için canlı doğal kendileri veya Türk akademisyenler veya öğrenciler
kaynak zenginliği olduğundan ekonomik kalkınma açı- aracılığı ile yurt dışına götürülmektedir. Bakıldığında,
sından büyük önem taşımaktadır. Çünkü ülke ekonomi- biyokaçakçılık nedeniyle yakalanan kişilerin en çok
si kaçınılmaz olarak doğal kaynaklara dayanmaktadır. Rusya, Çek Cumhuriyeti, Fransa, Almanya, Avusturya,
İnsanlığın geleceği büyük ölçüde biyolojik çeşitliliğin İsveç, Hollanda, İspanya, Danimarka, Belçika, Romanya,
korunmasına ve değerlendirilmesine bağlıdır. Biyolojik İsviçre, Macaristan, Japonya, İsrail ve Suriye asıllı oldu-
çeşitliliğin ekonomik önemi, bu konuda yapılan bilimsel ğu görülmekte.4
araştırmaları özendirmiş, bu araştırmaların insanların
geleceğinin güvence altına alınmasında büyük bir paya
sahip olacağı ileri sürülmeye başlanmıştır. 3 Nasıl yapılıyor?
Ülkemiz diğer ülkelere genetik kaynak sağlayan bir ülke Ülkemize, doğadan izinsiz, bitki ve hayvan örnekleri
konumundadır. Ancak, yasal düzenlemelerdeki eksiklik- toplamak üzere gelen yabancılar kültür-turizm, iş ya
ler, cezai yaptırım yetersizliği, bilgi ve bilinç düzeyinin da bilimsel amaçlı toplantılara katılım gibi başka faa-
düşük olması, kurumsal kapasite eksiklikleri ülkemize liyetlerle asıl amaçlarını gizlemekte ve elde ettikleri
ait genetik kaynakların (yabani bitki ve hayvan örnek- örnekleri çeşitli şekillerde yurt dışına kaçırmaktadırlar.
lerinin veya bunlara ait kısımların) kaçak yollardan yurt Bu şahıslar özellikle kardelen, lale, salep, safran ve or-
dışına çıkartılması ile sonuçlanmaktadır. Dolayısıyla ül- kide gibi bitkilerin soğanlarını kutular içerisinde, çeşitli
kemiz, biyolojik kaynaklarından elde edilen ekonomik, bitkilere ait kök ve tohum örneklerini poşet ve zarflar
sosyal, bilimsel, teknolojik ve kültürel faydalardan ye- içerisinde ya da presleyerek; hayvanlardan ise, özellikle
terince yararlanamamaktadır. Ülkemizin sahip olduğu kelebek, böcek, salyangoz, yılan, kurbağa, kertenkele
biyolojik kaynakların ülkemizin kontrolü dışında çeşitli gibi canlıları tüp veya şişe içinde veya bez torbalarda
amaçlarla kullanılmasının önüne geçilmesi ve ülkemizin kaçırabilmektedirler. Ayrıca, canlı ve canlı gruplarına
ait doku ve doku parçalarından, boynuz, diş, tırnak, tüy, da kullanılmaktadırlar. Kelebekler genel olarak kolek-
kıl, yumurta, dışkı, meyve, tohum, kök, yaprak, çiçek de siyonculara satılmak üzere ticari amaçla kaçırılmakta;
aynı şekilde kaçırılabilmekte ve buna ilaveten sıvı ma- sürüngenler (yılan, kertenkele, keler, vb) tıp, kozmetik,
teryaller (kan, zehir, DNA izolatı gibi) tüp içine konarak tekstil gibi pek çok sanayi dalında kullanılmaktadır. Bu
yurt dışına çıkarılabilmektedir. Bu canlı örneklerin yurt türler zehirleri, derileri ve yumurtaları için kaçırılmakta-
dışına çıkarılmasında doğrudan yolcu valizleri kullanıla- dır. Çiftyaşamlılar (kurbağa, semender vb.) ve yumu-
bildiği gibi, yolcu üzerinde cepler, asılı torbalar şeklinde şakçalar (salyangoz, vb) gıda, süs eşyası, kozmetik, ilaç
düzenekler veya oyuncak ya da kitap içlerine saklamak amaçlı ve pet (ev hayvanı) olarak ticari kullanımı olan
gibi çok daha farklı alternatif yöntemlere başvurulduğu canlılardır. Kuşlarla özellikle gündüz yırtıcıları ise kolek-
tespit edilmiştir. 5 siyon, bilimsel çalışmalar ve ticaret kapsamında kaçırıl-
maktadır.
Ülkemizden en çok kaçırılan canlılar:
• Böcekler Basından biyokaçakçılık
• Kelebekler Yapılan farkındalık çalışmaları sonucunda her geçen
• Bitkiler gün yeni bir biyokaçakçılık vakası ile karşı karşıya kal-
• Kuşlar maktayız. Çoğu basında geniş yer bulan bu olaylar in-
• Sürüngenler (yılan, kaplumbağa, kertenkele, vb.) celendiğinde doğaya verilen zararın ne kadar büyük
• Çift yaşamlılar (kurbağa, vb.) olduğu daha iyi anlaşılıyor.
• Yumuşakçalar (salyangoz, vb.)
Yasal düzenleme
Biyokaçakçılığın yurt dışı çıkış kapılarında tespiti olduk- Günümüzde malesef uygulanan hiçbir mevzuatta “bi-
ça önemlidir. Kaçırılan materyal ya bizzat şahıs tara- yokaçakçılık” terimi yer almamaktadır. Biyokaçakçılığın
fından sınırdan geçirilmekte ya da kargo ile yurt dışına tanımlanması ve bu fiil için gerekli cezaların uygulanma-
gönderilmektedir. Özellikle kargo gönderileri üzerinde sı için bir dizi yasal düzenlemeye ihtiyaç vardır. Özellikle
bu amaca yönelik herhangi bir denetim yapılmamak- yabancı uyruklu şahıslar için uygulanacak olan cezai
tadır. Aynı şekilde, yine turizm açısından yoğun yat li- yaptırımlar konusunda büyük sıkıntılar yaşanmaktadır.
manları da bu konuda büyük risk taşımaktadır. Kaçırılan Bu kişilere para cezası kesilse bile şahıs ilgili cezayı öde-
türler yurt dışına deniz yolu ile de rahatlıkla götürülebil- meden rahatlıkla yurt dışına çıkmakta, bu da cezaların
mekte, bunu engellemek amaçlı yat limanlarında da ya- caydırıcılığını engellemektedir. Biyokaçakçılık vakasının
bancı ziyaretçileri bilgilendirecek farkındalık çalışmaları özelliğine göre tespit ve tutanak işlemleri yapıldıktan
yapılması gerekmektedir. sonra adli ve/veya idari yaptırımlar uygulanarak, bi-
yokaçakçılığa karşı tedbirlerin alınması sağlanmalıdır.
Geçmişten beri bazı canlıların kendileri, parçaları (boy- Biyokaçakçılıkla ilgili suçun içeriğine göre; 5607 sayılı
nuz, tüy, tırnak, diş, yumru vb.) veya türevleri (deri, Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu, 2873 sayılı Milli Parklar
zehir, uçucu yağlar vb.) endüstriyel kullanım, pet (ev Kanunu, 4915 sayılı Kara Avcılığı Kanunu, 4458 sayılı
hayvanı) veya koleksiyon gibi amaçlarla doğrudan tica- Gümrük Kanunu, 6831 sayılı Orman Kanunu, 1380 sayılı
rete konu olmuştur. Günümüzde ise gelişen moleküler Su Ürünleri Kanunu ve her durumda ve her yerde 2872
biyoloji teknikleri, canlıların kendilerinden ya da parça- sayılı Çevre Kanununun 20. maddesinin (k) bendi gere-
larından ürün veya hizmet elde edilmesine imkan tanı- ğince farklı cezalar uygulanmaktadır.
mıştır. Böylece yabani canlılar ve onların sahip olduğu
genetik kaynaklar tıp, endüstri, madencilik, çevre, ba- Yapılması gerekenler
lıkçılık, ormancılık, hayvancılık, tarım gibi çeşitli sektör- Son yıllarda biyokaçakçılığın ortaya çıkmasının en
ler için hammadde haline gelmiştir. Bitkilerin ilaç, gıda, önemli sebebi toplumda bu konuda bir bilinç oluşması
kozmetik sanayiinde ve süs bitkisi olarak kullanılmak ve ihbar mekanizmasının çok iyi çalışmasıdır. Bu amaçla
üzere doğrudan ticareti yapıldığı gibi yeni tarım çeşit- şimdiye kadar yapılan çalışmaların devamı niteliğinde
leri, ilaç veya başka bir sanayi ürünü geliştirmek ama- farkındalık yaratmak amacı ile hazırlanacak farklı içe-
cıyla araştırma materyali veya genetik kaynak olarak riklerde dokümanın dağıtılmasının yaygınlaştırılması,
da yine bitkiler kullanılmaktadır. Böcekler sıcak, soğuk, eğitim ve sunumların yapılması ile ilkokullardan üniver-
radyasyon gibi ekstrem koşullara direnç, antibiyotik di- sitelere kadar tüm eğitim kurumlarında ilgili derslerde
renci (yeni nesil antibiyotiklerin geliştirilmesinde) gibi öğrencilere ve hatta akademisyenlere biyokaçakçılık
bazı özellikleri ile birçok farklı sektör için kullanılırken hakkında bilgi verilmesi gerekmektedir. Bunun yanı sıra
sahip oldukları karmin maddesinden dolayı renklen- özellikle doğa ile iç içe olan STK’lar (doğada yürüyüş,
dirici olarak kozmetik, ilaç, gıda, sanayi ve boyacılıkta off-road, dağcılık, avcılık, yatçılık kulüpleri, doğa kamp-
1. A.Baytop, 2010.
2. Biyokaçakçılıkla Mücadele Rehberi.
3. Keleş ve diğ.,2009
4. Biyokaçakçılıkla Mücadele Rehberi.
5. Biyokaçakçılıkla Mücadele Rehberi.
Fotoğraf: Yrd.Doç.Dr. Tarık Danışman,
Biyokaçakçılıkla Mücadele Rehberi.
ROMA’NIN
YERGI OZANI MARCUS
VALERIUS MARTIALIS’IN
SOFRASI - II
“Takma diş, takma saç kullanıyorsun –utanmadan-. “Şaşıyor musun arkadaşlık olmadığına
Göz ne olacak peki Laelia? Satın alınmaz ki.”1 Pylades, Orestes örneğince, bu çağda?
İçtikleri birdi Pylades’le Orestes’in,5
Antik Roma’nın ünlü “yergi ozanı” Martialis’in Marcus, daha iyisi verilmezdi ki
Epigrammata adlı eserindeki yemek kültürüne dair, 79. Ekmeğin de ardıçkuşunun da Orestes’e,
sayıda takip etmeye başladığımız izleri sürmeye devam Kardeş payı yapardı aynı yemeği ikisi.
ediyoruz. Çünkü Roma’nın ele avuca sığmayan bu şa- Lucrinus istiridyelerini tıkınırsın sen,
iri yemek kültürü ve özellikle de şarap konusunda bir Sulu deniz kabuklusuyla beslenirim ben de,
hayli zengin bir külliyat sunmaktadır. 2 İşsiz olduğu için Senden daha az bilmem ağzımın tadını, Marcus, ben.
yaşamını başkalarının verdiği yemeklere mahkum eden Cadmus güvezi giyersin sen,
Martialis, bu nedenledir ki, davetlisi olduğu sofralar ka- Kaba Galia yünündendir üstüm başım benim...”6
dar davet edilmediği sofraları da dizelerinde sözcükler-
le kurmuştu.Sivri dilli ozan elbette, davet sahiplerinin Eski dostlukların kalmadığından şikayet eden Martailis,
cimriliğinden, kibrinden ve özel yaşamlarından bazı de- zengin sofralarda yiyip içen ve güzel elbiseler giyerken
taylardan söz etmeyi de ihmal etmemiş, canını sıkanlar- kendisini hiç düşünmeyen Marcus’a böyle sitem ediyor.
dan sözünü esirgememişti.
Martialis, kimi pasajlarında besin maddelerinin kültürel
“İulius yasası3 çıkarıldı çıkarılalı, olarak nasıl kullanıldığı veya sembolik anlamları hakkın-
ar kavramı gireli beri evlere bununla, da bilgi de vermektedir. Bunlardan birisi hiç sevmediği
onuncu kocasına vardı Telesilla, Thais adlı bir dilberin foyasını meydana çıkarmak için
aradan otuz gün geçti geçmedi daha. yazdığı şu dizelerdir.
Boyuna evleniyor, evlenmek değil ya:
Aşna fişne olmak yasa çerçevesinde. “Ne açgözlü çırpıcının yol ortasında
Bu denli kızmam adıyla sanıyla yosmaya”.4 yeni kırıldığı zaman eski testisi,
ne de az önce sevişmiş teke, ne aslanın ağzı
Kendisine yeterince zengin bir sofra hazırlanmadığında ne Tiber ırmağının karşı yakasındaki
da Martialis’in diline düşmek bir hayli kötü bir durum köpeğin ağzından zorla alınmış deri
olmalıydı: ne civciv çıkmamış kokmuş yumurta
“Santra’dan daha zavallısı, daha oburu yoktur. “Bahçemden neler neler getirdi kahya kadın;
Günler, geceler boyu dört gözle beklediği bağırsakları yumuşatan ebegümeci,
Kuş sütü eksik yemeğe çağrılıp da sapsız marul mu istersin, kesilmiş pırasa mı
Koşa koşa gittiği zamanlar, istersin, hepsi var, ne geyirtici nanesi eksik kalır
Üç kez domuz bezesi, dört kez külbastı, ne cinsel istek arttırıcı otu geriye;
İki tavşan budu iki de kol ister, ince ince kesilmiş yumurtalar dizilecek
Ardıçkuşu yemediğine ant içer utanmadan sedefotu çeşnili uskumruların çevresine,
Yalan yere, rengi kaçmış etlerini kapar istiridyenin. tuzlu ton balığı suyuna yatırılmış domuz memesi
Peçeteyi10 kirletir pasta parçalarıyla; olacak bir de. Bunlar yemek öncesindekiler:
Toprak kaptan çıkma üzüm mü, bir kaç nar tanesi mi, Bir küçük kap yemek konacak soframa,
Domuzun dişi organının sıyrılmış çirkin derisi mi, Canavar kurdun ağzından alınmış oğlak,
Dibi yarık incir mi, pörsümüş gitmiş mantar mı Sofracıbaşı kölenin bıçağı altına
İstersin, hepsini kor oraya. Girmeyi gerektirmeyecek lokmalar,
Ancak peçete patlayacak gibi olunca İşçilere göre bakla, turfanda lahanalat
Binbir aşırma öteberiyle sonunda, Bir piliç bunların yanı sıra, bir jambon
Koynuna sokar ılık ılık yumuşakça artıklarını, Üç günden beri her sofraya konup kalkan.
Başını yuttuğu kumrunun gövdesini....”11 Tatlı yemişler vereceğim karınlar doyunca
Tortusundan süzülmüş Numentum şarabı,
Bu sözler, obur Santra’yı yermenin yanı sıra hatiple- Frontinus’un ikinci konsüllüğünde
rin ve ozanların davet edildiği bir sofranın içeriğini ve Üç yıllık olanından bir şişe...”15
yeme kültürü üzerine de bilgiler vermektedir. Menüde
yer alan yemeklerin yanı sıra Santra tarafından ihlal edi- Martialis, bir şiirinde Jüpiter için sunulan yemekten de
len sofra adabı, konuklara sunulan pasta ve peçetenin söz etmiştir:
varlığı gibi bilgileri de içermektedir. Yine de Martialis,
dizelerinin en ilginçlerini Philaenis için sarf etmiştir. “Tanrı yemeği ile karnını doyurur İuppiter,
tanrı içkisiyle yaşar;16 biz ise İuppiter’e
“Oğlanların ırzına geçer sevici Philianis, hayvanların iç organlarını veririz çiğ çiğ,
on bir kızın haşatını çıkarır bir günde, katıksız şarabın yanı sıra...”17
erkek azgınlığı hiç kalır onun yanında, top da oynar yuka-
rı sıvayıp giysisini, Tanrıların insanların verdiği yemeklere ihtiyacı olmadı-
sararır atletlerin tozuna bulanıp ğını, onların çok daha iyi olan tanrısal yemeklerden ye-
oynaş oğlanlar için ağır halterler çevirir diklerini ima eden Martialis, böylece, dini yemeklere bir
çevik koluyla... eleştiri getirmektedir.
...
Yemek yemez ya da sofraya uzanmaz, Dostluk ve sevgili ilişkisinde bile bir menfaat bulundu-
İçtiği yedi ölçü katıksız şarabı12 kusmadan; ğunu ve bu ilişkinin dinamiğinin de yeme içmeden geç-
tiğini ifade eden dizeler ilginçtir: 4. Martialis, Epigramlar, çeviren Güngör Varınlıoğlu, YKY, 2005,
VI.7, s.202.
5. Pylades’le Orestes iki mitolojik kahraman olup kuzen olduk-
“Bunca gün neden düşmüyor diye ateşin
larını ileri süren kaynaklar da bulunmaktadır. Ünlü komutan
soruyorsun, sızlanıyorsun, Laetinus, durmadan. Agamemnon Troia Savaşı’na katıldığında ondan intikam almak
Seninle gezer tozar binip tahtırevanına isteyen karısı Klytaimnestra aşığı Aigistos’la birlikte sarayda
Yunağa gidip yıkanır seninle birlikte, yaşamaya başlamıştı. Agamemnon ve Klytaimnestra’nın oğulları
Yer güzelim mantarları, istiridyeleri, olan Orestes’i, olan bitene tanıklık etmesin diye Agamemnon’un
dostu Strophios alarak oğlu Pylades’le birlikte büyütmüştü. Bu
Domuz memelerini, yaban domuzlarını.
süre içinde Strophios, Orestes yabancılık çekmesin diye adaletli
Kafayı çeker sık sık Saetia şarabıyla, davranmış, kendi oğlu Pylades’e ne veriyorsa Orestes’e de aynını
Sık sık Falernum’la, öldürsen içmez sunmuştu P. Grimal, “Yunan ve Roma”, Mitoloji Sözlüğü, çeviren
Karlı sudan geçirmeden Caecubum şarabını; Sevgi Tamgüç, Sosyal Yayınları, 1997, s.702.
Uzanır, güllerle süslü, kakule kokulu 6. Martialis, Epigramlar, çeviren Güngör Varınlıoğlu, YKY, 2005,
VI.11, s.204.
Kara kara uyur kuştüyünden güvez yatakta.
7. Antik Çağ’ın hemen her döneminde sadece kadınlar değil aynı
Kalkıp Dama’nın evine mi gitsin istersin ateşin zamanda erkekler de bedenlerini kıllı görmek istemedikleri için,
Güzel güzel uzanıp yatmak dururken, tüylerin ağdayla alınması veya dökülmesi için çaba sarf ediyor-
Gel keyfim gel yaşam sürerken senin yanında.”18 lardı. Bu konuda Romalı ünlü hatip Seneca’nın yazdığı bir mek-
tupta hamamlarda ağdacıların bulunduğu ve bedenlerdeki kılları
yok ettikleri ifade edilmektedir. Detaylı bilgi için bakınız Ralph
Martialis, mesleği ve hayata bakışı nedeniyle ömrünü
Jackson, Roma İmparatorluğu’nda Doktorlar ve Hastalıklar, çevi-
davet edildiği sofralarda geçirmiş, her zaman daha iyi ren Şenol Mumcu, Homer Kitabevi, 1999, s.43. Bedendeki kıllar-
sofralara davet edilmeyi beklemiştir. Bu yaşamın üç dan kurtulmanın yolları arasında en kolay ve acısız olanı bedeni
ayaklı bir sistem üzerinde durduğu görülebilmektedir. tıraş etmekti. Öte yandan özellikle kadınlar yakma ve tütsüleme
Birincisi davet edilmeyi bekleyenler, ikincisi sofra ve ye- gibi yöntemler de kullanmaktaydı ki bu riskli bir yöntemdi, bu
konuda ayrıca bakınız Hilary J.Deighton Eski Atina Yaşantısında
mek ve son olarak da davet eden. Davet edenin, davet
Bir Gün, çev. Hande Kökten Ersoy, Homer Kitabevi, 2005, s.68.
ve sofra üzerinden davet edilen üzerine kurduğu bir ik- 8. Antik Çağ insanlarının bedenlerinin güzel kokmasını sağlamak
tidarın bu ilişkinin asıl amacı olduğunu söylemek müm- amacıyla parfüm olarak kullandıkları bazı solüsyonlar ve kremler
kün. Adından söz ettirmeyi amaçlayan, yüksek sınıflar- bulunmaktaydı. Erkekler daha ziyade bedenlerini zeytinyağı
da yer almak için büyük davetlerle prestij ve güç kazan- ile temizlemeyi tercih ediyor dolayısıyla da zeytinyağı koku-
yorlardı. Zaten parfüm eski toplumlarda daha çok kadınlara
mak isteyen birisi için sofra bir iktidar alanı oluşturuyor-
yakıştırılan bir davranış olup erkek için tasvip edilmiyordu. Hilary
du. Sofranın zenginliği, içeriği ve kalitesi kadar davetli J.Deighton Eski Atina Yaşantısında Bir Gün, çev. Hande Kökten
olanların kalitesi ve gücü de davet edenin kazanmak is- Ersoy, Homer Kitabevi, 2005, s.68.
tediği statü için büyük önem taşıyordu. Güçseverlerin 9. Martialis, Epigramlar, çeviren Güngör Varınlıoğlu, YKY, 2005,
bu özelliğinden yararlanmak için ise Martialis gibilerin VI.93, s.231.
10. Peçete özellikle Roma’da masada mutlak bulunan nesneler ara-
sıraya girdiğinden hiç şüphe yok. Yemeğin iktidarı ve
sındaydı. Mappa ismiyle anılan peçeteler, genellikle ketenden do-
iktidarın yemeği, Martialis gibi iktidar sofrası düşkün- kunuyorlardı. Elleri ve ağzı silmenin yanı sıra peçetenin en önemli
lerini cezbediyor, davet sahibine güç kazandırıyordu. işlevi konuğun beğendiği besinleri içine sararak eve götürmek
Dünyadaki kültürel yaşamın ne denli hızla değiştiğini için kullanmasıydı ki Martialis’in sözünü ettiği tam da böyle bir
gözlemlemek mümkün, ancak yemeğin iktidarının ta- şeydir. Bakınız, İnci Delemen, Antik Dönemde Beslenme, Türk
Eskiçağ Bilimleri Enstitüsü Yayınları, 2003, s.49.
rih boyunca hiç değişmediğini rahatlıkla görebiliyoruz.
11. Martialis, Epigramlar, çeviren Güngör Varınlıoğlu, YKY, 2005,
Yeter ki, ortada bu sofrada oturmak isteyen iktidar dal- VII.20, s.238-9.
kavukları olsun. 12. Katıksız şarap içmek hem Yunan hem de Roma toplumunda
Barbarlara atfedilen bir davranıştı ve görgüsüzlük içeriyordu.
1. Martialis, Epigramlar, çeviren Güngör Varınlıoğlu, YKY, 2005, 13. Martialis, Epigramlar, çeviren Güngör Varınlıoğlu, YKY, 2005,
XII.23, s.434. VII.67, s.256.
2. Martialis, Epigramlar, çeviren Güngör Varınlıoğlu, YKY, 2005. 14. Martialis, Epigramlar, çeviren Güngör Varınlıoğlu, YKY, 2005, VII.78, s.260.
3. MÖ 17 yılında İmparator Augustus tarafından ilan edilen Lex Iulia 15. Martialis, Epigramlar, çeviren Güngör Varınlıoğlu, YKY, 2005,
de Adulteriis Coercendis adıyla anılan ahlaksal yasa düzenle- X.48, s.363-4.
mesi. Bu yasa, bozulmuş olan Roma toplumsal ahlakını yeniden 16. Tanrıların yemeği ambrosia ve içkisi nektardır.
kazanmayı hedefliyordu. Özellikle evlilik dışı cinsel ilişkileri 17. Martialis, Epigramlar, çeviren Güngör Varınlıoğlu, YKY, 2005,
yasaklayan ve evlenmeyi zorunlu kılan bu yasa, boşanmanın XI.57, s.408.
yaygın olduğu Roma’da, toplumsal ahlakı tehdit eden bekar 18. Martialis, Epigramlar, çeviren Güngör Varınlıoğlu, YKY, 2005,
kadınları yeniden aile düzenine dahil etmeyi öngörüyordu. XII.17, s.432.
Burada Martialis bir ironi yapıyor, evlenme zorunluluğunu farklı
insanlarla seks yapmak için kullanan ve sürekli evlenen kadın-
lara atıfta bulunuyor. Yas hakkında detaylı bilgi için bkz. Diler
Tamer, Augustus Çağında Cinsel Suçlar ve Lex Iulia de Adulteriis
Coercendis, Homer Kitabevi, 2007.
ANTIK YUNAN VE
ROMA METINLERINDEN
BALIKLAR: PALAMUT VE
ORKINOSA DAIR
lı büyüklükteki palamutlar için hem de orkinoslar için dilim bölünürler, boyun ve bel kısımları hatta taze olma-
genel olarak pelamys sözcüğünü kullanıyorlardı. Ama sı kaydıyla boğaz kısmı çok lezzetlidir, boğaz kısmı taze
bazı Yunan yazarlar, bu balıkları ayırd etmek istedikle- olsa bile gaz yapar; thynni balığının diğer kısımlarının
rinde palamut için (Sarda sarda), esasen pelamys; ton/ hepsinin eti tuzda saklanır, meşe odunu parçasına ben-
orkinos (Thunnus thynnus) içinse esasen thynnos veya zer. En ucuz kısmı, kuyruğa yakın olan kısımlardır; çün-
orkynos adlarını; akorkinos/uzunkuyruk (Thunnus ala- kü yağsızdır; en beğenilen kısımlarıysa balığın boğazı-
longa) içinse thynnis ya da alopias adlarını kullanıyorlar- na yakın kısımlardır; ama başka balıkların en çok ter-
dı. Palamudun büyüğü olan toriğe ise amia deniyordu. 5 cih edilen kısımları kuyruğa yakın kısımlarıdır. Pelamys
Ancak, bu tespitler her yazar için her zaman geçerli ol- aşamasındayken dilimlenir ve ufak küp küp doğranır.” 11
mayabiliyor. Kısaca, antik Yunan ve Roma metinlerinde Aynı yazar, aynı eserin başka bir yerinde “orynus- hic
balık adlarına dair bir karışıklık söz konusudur.6 Bu ne- est pelamydum generis maximus” ifadesiyle iri palamu-
denle bu iki balık türüne dair farklı Antik Çağ yazarların da orcynus dendiğini belirtir ve bu büyük balığın tek-
metinlerini incelerken karşılaşılan balık adlarını Batı dil- rar Maeotis Gölüne (Azak Denizi’ne) dönmediğini ilave
lerine ve Türkçe’ye çevirirken dikkat etmek gerekmek- eder. Plinius ayrıca “Okyanustan gelen, gövdesi daha
tedir. Metinde bahsedilen bölgenin özellikleri, yazarın uzun palamutlara ise sarda” dendiği bilgisini verir.12
başka metinlerinde kullandığı balık adlarının karşılaştı-
rılması, aynı dönemde aynı bilgiyi anlatan başka bir ya- Plinius, Haliç’e Altın Boynuz denmesinin nedeni-
zarın metinlerinin incelenmesi önemli bilgi sağlayabilir. nin de palamutlarla ilişkili olduğunu anlatır. “Thynni
[Karadeniz’e] sağ taraftan girip soldan çıkar; bunun
Örneğin Archestratus, metinlerinde “ana şehri nedeninin balığın sağ gözüyle daha iyi görmesi oldu-
Byzantium”dur dediği ve kuyruk kısmını tavsiye ettiği ğuna inanılır, yaradılıştan iki gözü de az görür. Marmara
orkinosu thynnis adıyla belirtirken7 Aristotales ve başka Denizi’ni Karadeniz’e bağlayan Trakya Boğazı kanalın-
yazarlar thynnis adını özellikle bir yaşını doldurmuş or- da [Boğaziçi], Avrupa ile Asya’yı ayıran kanalının en
kinosu belirtmek için ayırd edici bir ad olarak kullanırlar. dar yerinde, Asya yakasındaki Kalkhedon yakınlarında,
Galenos ve Aristotales ise hangi yaşta olursa olsun orki- dipten yüzeye doğru suyun içinde parıldayan muhte-
nos için thynnos sözcüğünü kullanırlar. 8 Bölgesel olarak şem beyazlıkta bir kaya vardır. Bu kayayı aniden kar-
değerlendirildiğinde, klasik Yunanca metinlerde pala- şılarında gören balıklar ürkerler ve sürü halinde dos-
mut kastedilirken daha sonraki dönemlere ait metinler- doğru karşı taraftaki Byzantion burnuna [Haliç’e] yö-
de Batı Akdeniz ve Atlantik’in orkinoslarından, Cadiz’de nelirler. Bu burna Altın Boynuz denmesinin nedeni de
yapılan tuzda orkinosun İtalya’ya ve Yunanistan’a ihraç budur. Sonuç olarak hepsi Byzantion’da avlanırlar; bu,
edildiğinden bahsedilir. Sicilya ve Tarentum da hem yaklaşık 914 metre mesafe uzaklıktaki Kalkhedon için
tuzlanmış palamut hem de tuzlanmış orkinos yapımın- büyük bir kayıptır.” Strabon da akıntının balıkları sü-
da ustalaşılmış yerler olarak belirtilmektedir.9 rüklediği yerde avlanmanın çok kolay olduğunu belir-
tir: “Byzantionlular’ın şehir suruna yakın olan Boynuz
Palamudun göçmenliği, eskiden balık çeşitleriyle meş- [Haliç], batıya doğru 60 stadion uzanan bir koydur; çok
hur İstanbul boğazınının bereketini arttıran bir nite- sayıda girintili çıkıntılı kolları bulunduğundan bir geyi-
liğiydi. Palamut balığı, Byzantion’da önemli bir gelir ğin boynuzunu andırır. Kuvvetli akıntı nedeniyle pala-
kaynağı idi. MS. 1. yüzyılda yaşamış Romalı doğabilim- mutlar sürü halinde bu dar koylara savrulurlar ve kolay-
ci Plinus, palamuta dair verdiği bilgide hem bu balığın ca yakalanırlar; öyle ki alanine darlığı nedeniyle elle bile
Boğaziçi’nden göçünü hem de farklı büyüklüklerine yakalanırlar.” 13 Her iki yazarın verdiği bilgilerden Antik
göre aldığı adları belirtir. Plinius’un verdiği bilgi, Antik Çağ’ın bereket sembolü olan içi yiyecek dolu boynuzun,
Çağ yazarlarında palamudun çeşitli büyüklüklerde al- cornucopiae, Byzantion’da içi thynnis, Plinius’ta belirti-
dığı adlarla başka yazarların orkinos için kullandıkları len bir yaşını doldurmuş palamut dolu bir bereket boy-
adının nasıl değişmeceli şekilde kullanıldığının örnek- nuzu sembolüne dönüşmüştür. Haliç’in Altın Boynuz
lerinden biridir; zira Plinius bir yaşını geçmiş palamu- olarak anılması, balığın bolluğundan dolayı söz konusu
da “thynni” dendiğini belirtir. “Erkek thynni balıklarının su kanalının, altın değerinde olması, kıyısında yaşayan
karınlarının alt tarafında yüzgeçleri yoktur. İlkbaharda balıkçılara altın kazandırmasıdır.14
Akdeniz’den Karadeniz’e sürüler halinde girerler, başka
yerde üremezler. Üredikten sonra sonbaharda döner- Plinius , thynnis dediği ve bir yaşını aşmış palamut olark
lerken yumurtadan yeni çıkmış yavru balıklar da yan- belirttiği balıkla ilgili bilgiler vermeye şöyle devam eder:
larındadır ve bu balıklara cordyla denir; ilkbahar geldi- “Karadeniz’den çıkmak için kuzey rüzgârının esmesini,
ğindeyse balıklara çamurbalığı ya da pelamydes denir,10 akıntıyı beklerler; Byzantion limanına girerken yaka-
bir yaşını geçtiklerindeyse thynni denir. Bu balıklar dilim lanırlar. Kışın gezinmezler, kışa nerede yakalanırlarsa
orada kalıp gündönümüne kadar kışuyukusu uyurlar. 1. Strabo, Geography, XII.3.11, English Translation by H. L. Jones,
Yelkenli gemilerin dümenlerinden bakıldığında sık sık Harvard University Press, Loeb Classical Library, 1917.
2. Athenaios, Deipnosphistai, VII.303e ve III.116c.
görülürler; çünkü saatlerce ve millerce yelkenli gemilere
3. Strabo, Geography, VII. 6.2.
çok güzel bir şekilde eşlik ederler, kendilerine ard arda 4. Palamut, tıpkı lüfer gibi büyüklüğüne göre adı değişen bir
zıpkın atılsa bile korkmazlar. Bazıları thynnis’e dümenci balıktır. Kış mevsiminde çiftinin ağırlığı en çok 750 g. olanlar
balık da der. Pek çoğu yazı Marmara Denizi’nde geçirir, kestanepalamudu, en çok 1 kg. olanlar çingenepalamudu, en çok
Karadeniz’e girmez, dil balığı için de aynı şey söz konu- 2 kg. olanlar palamut, en çok 4,5. kg. olanlar küçük torik, en çok
7 kg. olanlar torik, en çok 10 kg. olanlar sivri, en çok 12 kg. olanlar
sudur; ama kalkan Karadeniz’e gider…Thynnis av mev-
altıparmak, en az 12,5 kg. olanlar ise pişota olarak adlandırılır.
simi, Ülker yıldızının yükselişinden15 Arcturus yıldızının Başka bir adlandırma ise balıkların boylarına göre yapılmıştır.
batışına16 kadardır; kışın geri kalanında hafif bir büyü- Buna göre boyları 12-16 cm.’ye kadar olanlara palamutvonozu,
nün cezbine tutulmadıkça ya da dolunay olmadıkça su- 16-22 cm.’ye kadar olanlara kestanepalamudu, 22-28 cm.’ye
yun dibinde kalırlar. Thynnis’in ömrü en fazla iki yıldır.” 17 kadar olanlara çingenepalamudu, 28-35 cm.’ye kadar olanlara
palamut, 35-40 cm.’ye kadar olanlara zındandelen, 40-45 cm.’ye
kadar olanlara torik, 45-55. cm.’ye kadar olanlara sivri, 55-65
Balık, taze tüketildiği gibi çeşitli şekillerde işlenerek cm.’ye kadar olanlara altıparmak, 65. cm.’den büyük olanlara
de tüketilen bir yiyecektir. Antik Çağ’da tuzlama çok piçuta olarak adlandırılmaktadır. Karekin Deveciyan, Türkiye’de
kullanılan bir saklama, işleme yöntemiydi. Dilimlenmiş Balık ve Balıkçılık, Haz. Erol Üyepazarcı, Aras Yayıncılık, İstanbul,
toriğin temizlenip tuzlanmasıyla yapılan lakerda nefis 2006, s.52.
5. Andrew Dalby, Food in The Ancient World From A to Z,
bir balık ürünüdür. Antik Yunan’da, 1 yaşını doldurmuş
Routledge, London and New York, 2003, s.334.
palamudun dilimlenip tuzlanması yoluyla yapılan ta- 6. Age., s.334.
rikhos horation adlı yiyecek lakerdanın atası sayılabilir. 7. Archestratus, Paradorum, Epicorum Graecorum, 37, Paul Brandt
Sözcük anlamı, en olgun vaktinde tuzlanmış balık olan (Ed.) B.G. Teubner, 1888.
tarikhos horation, klasik dönem Yunan akşam yemekle- 8. Galen, De Alimentorum Facultatibus, 6.769; Aristotle, Historia
Animalium, 571a10-18.
rinde çok kıymet verilen bir yiyecekti. Daha sonraları,
9. Dalby, 2003, s. 335.
Bizans devrinde ise palamudun tuzlanmasıyla yapılan, 10. Pelamyds, Yunanca çamur anlamındaki pelós sözcüğünden
omotarikhos ve ekşimsi bir tadı olan kybion gibi baş- dolayı.
ka yiyecekler de mevcuttu.18 Antik Yunan döneminde 11. Pliny, Natural History, IX.XVIII. 47-49, English Translation by H.
Cadiz’in meşhur tuzlanmış orkinosu, Aristotales’in eser- Rackham, V.3, Harvard University Press, Loeb Classical Library,
Reprinted 1997, s.195.
lerinde de kendine yer bulmuştur. Aristotales, tuzlan-
12. Pliny, Natural History, XXXII. 149-151, English Translation by W.H.
mış orkinos yapımı işinin erbabının Fenikeliler oldu- S. Jones, V.8, Harvard University Press, Loeb Classical Library,
ğunu ve fıçılar dolusu tuzlanmış orkinosun Kartaca’ya Reprinted 2000, s.557-558.
ihraç edildiğini belirtir.19 Galenos ise İber yarımadasında 13. Strabon, Geography, VII.6.2.
yapılan tuzlanmış orkinosun, Byzantion’da yapılanlarla 14. Oğuz Tekin, “The Pelamydes of Byzantium and The Golden
Horn,” Anadolu Araştırmaları, İstanbul Üniversitesi Edebiyat
kıyaslandığında ikinci kalite olduğunu belirtir. 20
Fakültesi Basımevi, İstanbul, XIV, 1996, s.469-478.
15. Yaz mevsiminin başlangıcı, kuzey yarımkürede bahar ekinoksu
Tadımlık olan 21 Mart tarihinden 48 gün sonra. Plinus’un belirttiği bu
Bu balıklardan bu kadar bahsetmişken tarif vermeden hesaba göre, Plinus’un yaşadığı dönem olan MS. 1. yüzyılda
olmaz. Romalı yazar Martialis’in eserlerinde yemekle il- söz konusu balık günümüzdekinden çok daha erken bir vakitte
avlanıyordu.
gili bilgilere sıkça rastlanır. Martialis, orkinosla yapılan
16. Kasım ayı başı.
yemekler arasında orkinosla tavuk yumurtası eşleşme- 17. Pliny, Natural History, IX.XX. 50-54, English Translation by H.
sine dikkat çeker. Bu tariflerden biri, orkinos dilimlerinin Rackham, V. 3, Harvard University Press, Loeb Classical Library,
yumurta ve sedefotu ile hazırlanan bir harçla kaplana- Reprinted 1997, s.198-199.
rak pişirilmesidir. 21 Sedefotu, Roma mutfağında güzel 18. Dalby, 2003, s.336.
19. Aristotle, On Marvellous Things Heard, 844a24-34.
kokusu nedeniyle yemeklerde sıkça kullanılırdı.
20. Galen, De Alimentorum Facultatibus, 6.728.
21. Emily Gowers, The Loaded Table Representations of Food in
Antik Yunan yazar Archestratus’un ise Athenaeus sa- Roman Literature, Clarendon Press, Oxford, 2003, s.250, 265
yesinde günümüze ulaşmış bir amia (torik) tarifi var, 22. Athenaeus, Deipnosphistai, 276f-278e, Archesratus’tan alıntı.
şöyle:
KÖLECILIKTEN
FEODALITEYE DOĞRU VEYA
ORTA ÇAĞ’A GEÇIŞ - XIV
(yönetimin ikinci adamı) ırsi olarak elinde tutan ve hem mesinden kaynaklanıyordu. Bu gelişimin sonucunda,
de en büyük toprakların sahibi olan Karolenj ailesi tahta özgürlük artık yalnızca soylulara has bir hak haline dö-
çıkmıştır. nüşünce, bir süre sonra bu ikisi (özgürlük ve soyluluk)
birbirinin tamamlayıcısı haline gelecektir.
Merovenj hanedanının hizmetindeki sonuncu saray na-
zırı olan Charles Martel’in Frizyalılar ve Araplara karşı Böylece, Karolenj hanedanının tahta geçişi, toplumun
sağladığı zaferlerin prestijinden yararlanan oğlu Kısa gerçek bir alt üst oluşuyla aynı döneme rast gelmiş-
Pepin 741’de kral olmuştur. Charlemagne ise 768’de tir. Bu dönemde Roma İmparatorluğu artık gerçekten
Frank kralı olmuştur. Büyük Karl’ın (Carolus Magnus, ölmektedir. Roma sistemini yaşatan ticaret, kentler ve
yani Charlemagne) tahta çıktığı tarihte, Batı ile Bizans yerel yönetimlerin yok olmaları, Roma imparatorluk
arasında ne ticari ne dinsel ne de politik bir ilişki kal- düzenini ve idealini gerçekten yok etmekte ve Bizans’ı
mıştır. Karolenj hanedanının iktidara gelmesi, Roma Batı’dan her açıdan uzaklaştırarak, Papa’yı Batı’nın
egemenlik anlayışından kopuşu da simgelemektedir. tek evrensel otoritesi haline getirmektedir. Artık ta-
Roma’da iktidar, vatandaşların egemenlik hakkı adına mamen bir kara devleti haline gelen Karolenj krallığı,
kullanılıyordu. Oysa Karolenjlerde iktidar, toprak sahip- büyük Germen İmparatorluğu’nu kurma ülküsünün
liğinden kaynaklanmaktadır. En çok toprağı olan kral- peşinde fetih savaşlarına girmiştir. İtalya, Saksonya ve
dır. Buna bağlı olarak, her bölgenin en büyük toprak Bavyera’nın krallık topraklarına eklenmesi, altı çatırda-
sahibi, o bölgenin yöneticisi olmuş ve yöneticilik bu yan devlete yeniden nefes alma olanağı sağlamıştır. Bu
toprak bağlantısından ötürü ırsi hale gelmiştir. Böylece ülkelerin fethedilmesi, Karolenjleri Batı Avrupa’nın tü-
Merovenjlerde krallığın valileriyle yönetilen eski idari bi- münün efendileri haline getirmiştir. Fetihlerin ardından,
rimler, Karolenjlerde ırsi prenslikler haline gelmişlerdir. ele geçen ülkelerin halklarının Hıristiyanlaştırılması söz
konusu olacaktır. Bu uygun konjonktürde tahta çıkan
Kral da bu prensler arasında sadece “primum inter Charlemagne, 800 yılında kendini imparator ilân etmiş-
pares” (eşitler arasında birinci) haline dönüşmektedir. tir.
Devlet hiyerarşisi yerini toprak mülkiyetlerinin arasın-
daki büyüklük hiyerarşisine veya başka bir ifadeyle, Bu yeni durumu kabul etmek zorunda kalan ve ken-
ekonomik güç hiyerarşisine terk etmektedir. di doğusunda sıkıntılar içinde olan Bizans imparatoru
Mikail, Charlemagne’ı kardeşi olarak tanıdığını bildire-
Özel hukuk da kamu hukuku gibi gerileme halindedir. rek, Batı’daki bu yeni imparatorluğu gayriresmi de olsa
İç savaşların yarattığı genel güvensizlik ortamı, küçük onaylamıştır. Arap ticaretini Batı’ya yaymak isteyen
mülk sahiplerini, topraklarını büyük mülk sahiplerine Abbasi halifesi Harun er-Reşid, Kudüs’teki kutsal yer-
terk ederek, onlara “hommage” (biat, adamı olma) yap- lerin koruyuculuğunu yeni Batı imparatoruna vermiştir.
maya itmektedir. Küçükler büyüklerin korumasından Bu armağan, Batı’nın ileride yayılmaya başlamasının
yararlanabilmek için topraklarını onlara terk etmek- ilk deneylerini İslam Dünyası üzerinde yapabilmesinin
te, ama bu mülkiyet devrinden sonra aynı toprakları bahanesini oluşturacaktır. Batı’yı denizaşırı seferler ko-
işlemek üzere geri almaktaydılar. “Tenure” adı altında nusunda eğiten ve sömürgecilik konusunda engin bir
eski sahiplerine geri dönen bu topraklar, artık onların deney birikimine yol açan ve İslam Dünyası’nın da yüz-
mülkiyetinde olmamanın ötesinde, bu gibi kimseler öz- yıllarca çalkalanmasına yol açan Haçlı Seferleri bu koru-
gürlüklerini de kaybetmiş oluyorlardı. Bu süreç içinde yuculuğa dayanarak yapılmıştır.
ancak önemli büyüklükte “alleu”sü (ilk sahibinin kendi
olduğu toprak) olanlar özgürlüklerini koruyabiliyor ve Bu bağlamda yeni bir uluslararası denge ortaya çık-
büyük toprak sahiplerinin hiyerarşi içinde yer kapma mıştır. Artık Batı Avrupa’nın tek sahibi Karolenjlerdir.
kavgalarının dışında kalabiliyorlardı. Bunların ve büyük Abbasi halifeliği Doğu’nun büyük bölümünü elinde tut-
toprak sahiplerinin dışındaki birey ve toplum katman- makta ve Bizans, ölmemek için mutlaka gerekli gördü-
ları için özgürlük konumu yok olmaktaydı. Özgür kiracı, ğü Doğu’yla ticaretini sürdürebilmek için Batı’yı kendi
serf, “colonus”, azatlı köle ve köle arasındaki statü fark- haline terk etmektedir. Charlemagne, aslında saltanat
ları hızla kapanmaktaydı. Özgürlük denilen zümrüdü döneminde tüm Batı Avrupa’yı perişan etmiş olan iç
anka kuşu sadece birkaç büyük toprak sahibinin elinde savaşlara son vermiştir. Bunun sonucunda ortaya çı-
kalmakta ve böylece artık bir ayrıcalık haline dönüşen kan geçici birlik dönemi, ekonomik, siyasal ve düşün-
bu konum sadece onlara has hale geldiğinden bir soy- sel alanlarda geçici canlanmaların yaşanması olmuştur.
luluk göstergesi sayılmaktaydı. Bu oluşum, bu farklılaş- Charlemagne, tabanı kazınmakta olan devleti gerçek
ma, soyluların daha geniş yeni haklar elde etmelerinden bir imparatorluk haline getirmek için epeyi kapsamlı
değil, toplumun ezici çoğunluğunun haklarını kaybet- bir yasalaştırma faaliyetine girişmiştir. Frizyalı, Sakson,
Chamave ve Thuringe gibi Barbar halkların yasalarını, Louis birliği sağlamakta ve sürdürmekte büyük güçlük-
bunlar imparatorluk uyruğu olduktan sonra kodifiye lerle karşılaşmıştır. Onun de 840’ta ölmesinden sonra
ederek bunları kendi sisteminin içine entegre etmeye imparatorluk, üç oğlu arasında Verdun’da paylaşılmıştır.
uğraşmıştır. Diğer yandan birçok yeni yasa çıkartarak,
tüm Batı Avrupa’yı Karolenj hukuk sistemi içinde bü- Charlemagne’ın kurduğu bu rejimin esası monarşik kav-
tünleştirmeye çabalamıştır. Fakat Roma sisteminin içine rayışa dayanmaktadır. İktidar, tam anlamıyla kişiseldir.
erkenden girmiş olan Galya, İspanya ve Roma sistemi- Daha başka bir ifadeyle “patronal”dir. Bu sistemin “pat-
nin merkezi İtalya ile Hıristiyanlığa yeni ve zorla giren ronal” olarak nitelenmesinin nedenleri şöyle sıralanabi-
Kuzey Barbarlarını aynı yasa sistemi içinde kaynaştır- lir:
mak mümkün olamamıştır.
1. Kralın kişisel çıkarı için yönetim. Devlet, Merovenj
Charlemagne, Doğu ticaretini canlandırmak için hanedanı süresince, düşünce düzleminde dahi yok
Barselona, Balear adaları ve Korsika’yı fethetmiş, bun- olmuştur. Devletin onu oluşturan ve ona hizmet
larla yetinmeyerek bir ticaret, bir de savaş filosu yapı- edenlerden bağımsız ve onların üstünde soyut bir
mına girişmiştir. Ancak bu deniz politikası, imparatorlu- kuruluş olduğu düşüncesi ortadan kalkmıştır. Her
ğun Doğu’ya satacak bir şeyinin olmaması, daha doğ- şeyi şahsında toplayan sadece kraldır. Krallık, kralın
rusu Karolenj ekonomisinin kendine yeterli karakteri kişisel “tarla”sından başka bir şey değildir. Böylece
yüzünden iflasla sonuçlanmıştır. kralın uyruklarına karşı hiçbir sorumluluğu yoktur,
ama onların üzerinde mutlak bir yetkeye sahiptir.
Charlemagne’ın yasama faaliyetleri merkezi güçlen- Ülke, bir vatan değil, kralın gelirini sağlayan alandır.
dirmeye yönelik olmalarına karşılık, daha çok merkez- 2. Kral otoritesinin patrimoniyal karakteri. Kral, esas
kaç güçlerin gelişmesine yol açmıştır. Büyük Karl’ın en itibariyle krallığın sahibi olarak düşünülmektedir.
önemli yasalarının birincisi olan “capitulare de villis”, Regnum (Krallık) topraklarının fetihle ele geçiril-
büyük senyör topraklarını örgütlemeyi amaçlamışken, miş olması bu kanıyı güçlendirmektedir. Bunun
onların konumlarını sabitleştirmelerine ve ulaştıkları sonucu olarak kral, “regnum” topraklarını istediği
bu noktayı ilerideki muhtemel kazanımları için sıçrama gibi tasarruf edebilmektedir. Krallık topraklarından
tahtası haline getirmelerine neden olmuştur. Bunun ar- istediği kişilere, istediği kadar temlik yapabilmekte-
dından 779 tarihli “capitulare” de Kilise toprakları üze- dir. Bunun yanında vergi bağışıklığı gibi ayrıcalıklar
rinde çalışan doğrudan üreticilerden, ürünleri üzerin- tanımakta, bazı kişilerin bazı kişileri yargılamasına
den 1/10’luk pay (dime) alma hakkı tanıyarak Kilise’nin rıza gösterebilmektedir. Tabii kral öldüğünde, krallık
de feodalleşme yoluna girmesini sağlamıştır. ülkesi özel mülkiyet sayıldığından çocukları arasında
paylaşılabilmektedir.
Charlemagne, imparatorluğuna yeni kattığı barbarları 3. Kral ve uyrukları arasındaki bağ kişiseldir. Devlet
yönetebilmek için merkezden atanmış memurlar olan ve yasa gücü kavramları kaybolduktan sonra. Kral
“comes” ve “ducs” yollamakta ve merkezin nakit sıkın- halkını artık kamu gücünün vekili olarak yönet-
tısı içinde olması nedeniyle bunlara maaş yerine toprak memekte, kralın egemenliği efendi-uşak ilişkisine
temliki yoluyla ödeme yapmaktaydı. Bunun yanında, benzeyen hiyerarşik bir bağdan kaynaklanmaktadır.
Kilise, yeni fethedilen topraklarda Hıristiyanlığı yaymak Soyut kavramlara yer olmayan bu toplumda her
amacıyla köy papazı ve piskopos gibi görevliler yolla- şey somut ilişkiler içinde ifade edilmektedir. Bir
yarak, bunların toprak mülkiyeti ile bağlantı kurmalarını yanda krala sadakat ve itaat yemini, diğer yanda
sağlamakta ve oluşmakta olan feodal hiyerarşi içinde kralın yemin edene karşı yükümlü olduğu koruma ve
bunların yerlerini almaları için çaba sarfetmektedir. kişisel hizmetlerinin ödüllendirilmesi, ilişkiler ağının
tabanını oluşturmakta; krala itaat ve sadakat onun
Yeni Hıristiyan olan Germen kabilelerinin şefleri ve sa- devlet başkanı olmasından değil, ona yapılan kişisel
vaş önderleri, oluşmakta olan senyöriyal (doğrudan hizmetin maddi olarak ödüllendirilmesinden ötürü
üreticilerin toprak sahibine kişisel olarak bağımlı oldu- devam etmektedir.
ğu iktisadi-sosyal yapılanma) sisteme uyum sağlayarak
birer toprak soylusu haline dönüşüyorlardı. Yargı yetki- Karolenj döneminde devletin ve kralın niteliği ile hakları
si, köy ve kabile topluluklarının elinden alınarak, toprak ve yetkileri konusundaki bu kökten değişimlerin feodal-
sahiplerinin “come”lerin başkanlığında oluşturduğu ku- leşme sürecini nasıl etkilediklerini ve zihniyetlerin de bu
rulların eline geçiyordu. değişimlerden nasıl etkilendiklerini görmeye gelecek
sayıda devam edebiliriz.
Charlemagne’ın 814’te ölmesinden sonra oğlu Dindar
EVVEL ZAMANDAN
KALBUR ZAMANA
KIŞ ŞIFASI
KUTSAL LEZZETLER
ALFABESI - III
Ağacın kutsallığına ilişkin söylencelerden birinde de İncirin ailesinde bir olağanüstü lezzet daha var, dut.
Buda, aydınlanmaya erişebilmek için kutsal incir ağa-
Birlikte dutgiller ailesini oluşturuyorlar. Anavatanı da ricisi olarak kabul edilir. Yunan mitolojisinin inciri ‘daha
aslında kutsal topraklar olarak anılan yerler, Suriye, soylu ve uygar bir yaşamın başlangıcı’ olarak gördüğü-
Filistin, Anadolu. Üç dinin, üç peygamberin ve dört ki- nü de söyleyerek, efsaneye göre diyelim ve şöyle sür-
tabın çıktığı yer. Demek ki; kutsal ağacı diye bir ağaç dürelim: “Tanrıça Demeter, kendisini yüce bir gönülle
var, belki de hayat ağacının kılığına büründüğü ağaç- konuk eden Phytalos’a, hemen o anda, oracıkta yarat-
lardan birdir, o ağacın meyveleri de hep kutsal. Galiba tığı bir incir ağacını armağan eder. Gezgin Pausanias,
kutsalla evcil olmanın da bir ilişkisi var. Kutsallık, insanı Phytalos’un mezar taşında şunları okuyacaktır son-
ve tabiatı ve hayvanı evcil olmaya mı çağırıyor ne, incir ra: ‘Burası, bir zamanlar kahraman Phytalos’un yüce
de evcilleştirilen ilk beş meyve arasında sayılıyor. Demeter’i büyük bir konukseverlikle ağırladığı yerdir
ve Tanrıça ilk burada, insanoğlunun kutsal meyve de-
Eski Ahit’teki imgeler ve benzetmelerden bazılarına bir diği inciri yaratmıştır.’ İncir, o gün bugündür Phytalos
göz atalım. “İncir ağacının gölgesinde oturup dinleni- soyunun asla tükenmeyen onurunu süsler.” Bu arada
yorsan ve onun meyvelerinden tadıyorsan, bu, dingin, Demeter’in kim olduğunu sorarsanız, o, Yunan inanışına
sakin bir yaşamı da tattığın anlamına gelir.” Çoktanrılı göre ürünlere bereket veren tanrıçadır.
Roma döneminde ilk incir hasadının tanrılara adanması Yunan mitolojisine göre incir ağacı, Tanrı Zeus’un yıldı-
ve insanın ilk kurutup sakladığı meyvelerden biri olması,
güç veren, kudret getiren bu meyvenin Antik Çağ’daki
ilk olimpiyatlarda sporculara kuvvet versin diye yedi-
rilmesi, onların başlarına incir yaprağından örülme tac
olarak geçirilmesi... Kutsallıkla insan arasındaki bağlan-
tının yalnızca manevi alanda kalmadığını, bir o kadar da
gündelik yaşamla, dünyayla, sağlıkla, iyilikle, güzellikle
ilişkili olduğunu gösteren kadim örneklerdir.
karşılığı olan Bacchus törenlerinde Bacchus’a incir su- dikenlerinden incir toplarlar mı? (Matta 7)
nulmasıdır.
İncir kutsal, nar kutsal, üzüm, zeytin kutsal, öyleyse
Bakın şu incirin işine, deyip burada durmak olmaz, zira onları öven, lezzetlerine lezzet katan yazılar, şiirler de
incirin lezzeti gibi, öyküsü de uzundur, söylencesi de kutsaldır. Hele o yazı Bilge Karasu’nun şiir güzelliğin-
çoktur. Roma’nın efsanevi kurucusu iki kardeş, Romus de, incir tazeliğinde ve nar ateşindeki Narla İncire Gazel
ile Romulus da ‘meyveleri yerlere kadar sarkan incir (Metis Yayınları, 1993) kitabı ise, ve daha girişinde yazı-
ağacı altında dişi kurt tarafından emzirilmişler’dir. nın ve doğanın lezzetine davet ediyorsa bizi: “Nar ken-
tinde bir incir buldum. Narı da, inciri de övmek isterim.
Musevilerin ‘Fısıh bayramı’ (Yahudi Paskalyası) kutla- Anam her kışın en karanlık noktasında, eve girerken bir
malarının geleneksel yiyeceği de incirdir. Göçebe ola- nar atardı yere, bütün gücüyle; parçalanıp iyice dağıl-
rak yaşayan İbrani kavimler Filistin’e yerleştikten sonra sın diye. Evin beti bereketi niyetine. Ardından hızla si-
şarap yapmaya, yemiş, zeytin yetiştirmeye ve balıkçılı- lip süpürürdü ortalığı. Bir iki gün sonra, narın patladığı
ğa başlarlar. Bu incir ve zeytin yetiştirme işi, göçebelik- yerden çok uzakta incecik bir çıtırtı duyduğum olurdu
ten yerleşik yaşama geçişi anlatır. Tevrat’ta buna dair ayağımın altında. Ne kadar dağılmışsa nar taneleri o
bir bölüm vardır. Mısır’dan çıkan Yahudi cemaatı, Musa kadar iyiydi. Topladıktan sonra söylerdim anneme, se-
Peygamber ve kardeşi Harun’a şöyle seslenir: “Ve biz vinsin diye.”
ve hayvanlarımız burada ölelim diye Rabbin cemaatini
bu çöle niçin getirdiniz? Ve bu kötü yere getirmek üze- Bu bahiste incirden çok narı övmüş Bilge Karasu ama
re niçin bizi Mısır’dan getirdiniz? Ekini incir ve nar yeri olsun, kardeşlik de, kardeşlerden biri övülürken sevinç-
değil; içecek su da yok.” Başka bir bölümde de adeta ten mahcup olmak değil mi? Kardeşlik kutsalsa, incir de
mutluluğun tarifi yapılır: “Allah’ın Rab seni iyi diyara, narın övülmesinden payını almıştır nasılsa.
akar vadiler, derelerde ve tepelerde çıkan pınarlar ve
kaynaklar diyarına; buğday ve arpa ve asma, ve incir,
ve nar diyarına, zeytinyağı ve bal diyarına götürüyor.”
OSMANLI DÖNEMI
BAKIRCILIĞINDA
YEMEK KÜLTÜRÜMÜZDEN
YANSIMALAR
Gaziantep’te üç nesilden beri bakırcılık işiyle uğraşan sözlü kültürümüze de yansıdığını da göstermektedir.
ailenin günümüzdeki temsilcisi Yaşar Kervancıoğlu Örneğin dilimizde bakırcıların/kalaycıların kendilerine
kendisi çocuk iken dükkanlarında 48 çeşit örsün bu- has dil yarattıkları görülmektedir. 27 Palleci denilen bu
lunduğunu, bunların diğer esnafa ödünç verildiğini, or- argo dil, bazı yörelerde örneğin Muğla/Kavaklıdere ba-
taklaşa kullanıldığını ifade ederek mesleklerinde örsün kırcıları arasında yaygın olup palleci sözcüğü bakır kap
önemini vurgulamaktadır.6 Örsler, işlevlerine ve yörele- anlamındaki palle sözcüğünden gelmektedir. 28 Esnaf,
re göre farklı şekillerde adlandırılırlar. Şanlıurfa ilinden usta ve çıraklar arasında yaygın olan ve daha çok özel
örnek verilmek istenirse, örslerin adları şöyle sıralana- konuşmak istendiği zaman veya müşteri geldiğinde du-
bilir. Kenar örsü,7 sinden, 8 lulluk örsü9, mıh kalıbı örsü10, yulması istenmeyen konuşmalarda kullanılmaktadır. 29
tas mıhı örsü11, kümmük örsü12, çirtik örsü13 vb. Çekiç, Türkülerimizde bakır bazen doğrudan maden, bazen
bir şeyi dövmek veya çakmak içi kullanılan ucu demir, kalaylı mutfak eşyası olarak karşımıza çıkabilir. Harput/
sapı ahşap bir alet olup, bakırcılıkta kendi aralarında Elazığ, Sivas yörelerinden derlenen “..Çarşıdan aldım
çeşitlere ayrılırlar. Örneğin miyene14, neri/narı15, katar bakır/Yosmamım gözleri çakır” veya Kilis yöresinden
çekici, tel sarma çekici, ablasım16 ve tokmak17 gibi duru- derlenen “Kalaylı tas yoğurdu/Seni kimler doğurdu” tür-
ma göre bu çekiçlerden bir ya da birkaçı aynı zamanda külerde görüldüğü gibi. 30
kullanılabilir.18 Kalemler; genelde süsleme işinde kullanı-
lırlar. Kalem ya da “nakış kalemi” de denir.19 Uzunlukları Türk maden sanatında dövme ve döküm tekniği iki ana
5-8 cm arasında değişen, uç kısımları düz olup kazma yapım tekniği olarak kullanılmıştır. 31 Döküm ve dövme
tekniği ile süsleme yapan çelik çubuklardır. Ayrıca uç tekniklerinin yanında oyma çeşitleri de metal işlerinde
kısımlarında kabartma motifleri bulunan ve üzerine çe- uygulanmıştır. Anadolu’da en güzel örneklerine rastla-
kiç ile vurulmak suretiyle bu motifleri bakır eşya üzerine dığımız eşyalar arasında kazanlar/tencereler, leğenler,
basan kalemler de vardır. Kalemler, düz keski, eğri kes- ibrikler, lenger ve sahanlar, tavalar, siniler, taslar, satıllar,
ki, balık, kuş, çiçek, yarım ay, çirtikli ay, oluklu kuş gözü, bardaklar, kaşık, çatallar vb. hepsi yöre özelliklerine ve
selvili, dal ve kırma gibi adlarla anılabilirler. Bakırcılıkta sanatkarların ustalıklarına göre çeşitlenmiştir. Örneğin
kullanılan diğer araç/gereçler ve makineler arasında Diyarbakır’da daha çok sipariş üzerine üretimin yapıl-
mingil, kıskaç, gaziç20, eğe, demir pergel, çızağı21, düz dığı atölyelerde kapı tokmakları, üsküreler, ibrikler, şer-
nay, acem nayı, nay eşeği, endirek, kesme makinesi, bet tasları, siniler, kildanlar, badiyeler, kapaklı sahanlar
bükme makinesi, kıvırma makinesi, parlatma makinesi, ve “nikra” adı verilen büyük kavurma kazanları yapıl-
işleme takımları, vida ve somunlar, metre, eğe, makas, maktadır. Yapılan bu ürünlerin çoğu dövme tekniği ile
el testeresi, keski, matkap, zımba ve kumpas sayılabilir. şekillendirilmekte, yüzeyleri kazma, çalma, kabartma,
Yörelere göre farklı adlarla anılan bu araç ve gereçlerin stampa teknikleri kullanılarak değişik geometrik, bit-
işlevleri genelde aynıdır. Keski sözcüğü Gaziantep’te er- kisel motifler ve yazılarla süslenmektedir. 32 Kabartma,
cene olarak bilinir. 22 Literatürde endirek olarak adı ge- çalma, kazıma, oyma, kakma, sıvama, altın yaldız kap-
çen şiş23 Gaziantepli bakırcıların ağzında edirek’e dönü- lama, mine, zincir işi, telkari gibi metal işi tekniklerinin
şür. Bakır üzerindeki çapakları düzeltmeye yarayan ve zengin çeşitlemeleri ve farklı uygulama biçimleri vardır.
yaygın olarak eğe olarak bilinen alet 24 Şanlıurfa’da yege Bugün müzelerde bulunan parçalar zengin bir geçmişi
olarak kullanılır. işaret etmektedir. 33 Selçuklu Dönemi eserlerdeki süsle-
melerde bitkisel, geometrik, figürlü ve yazılı bezemeler
Kültürümüzde bakır kullanılmıştır. Osmanlı dönemi süslemelerinde; bitkisel
Bu topraklarda bakırın geçmişi çok eski çağlara kadar motifler genelde değerli taşlar kullanılarak oluşturul-
uzanmaktadır. Diyarbakır-Çayönü yerleşiminde yapılan muştur. Bu dönemde maden sanatında Selçuklulardan
kazılarda bulunan İÖ. 8200-7500 yıllarına ait, tavlama farklı olarak figürlü bezemelere nadiren rastlanmakta-
işlemine tabi tutulan ve dövme tekniğinin de başarılı bir dır. 17. yüzyıl eserlerinde örgüler, altı kollu yıldız, balık
şekilde uygulandığı bakır bir boncuktan25 ve Ruha’da figürlerine de rastlanmış ve sonrasında natüralist mo-
(Şanlıurfa) Akkoyunlular zamanında basılan bakır sik- tifler görülmeye başlamıştır. Daha sonraki yüzyıllarda
kelerden26 günümüze kadar sayısız örnek verilebilir. batılılaşmanın etkisi ile barok34 ve rokoko35 desenler
Selçuklu Devri’nden başlayarak Osmanlı İmparatorluğu maden sanatında süslemelerde yer alan öğelerdir. 36
döneminde imparatorluğun büyük bir bölümünde ka-
bul gören yemek çeşitleri ve sofra adetleri ile bakır Bakır eşyalar ve özellikle mutfaklarda kullanılan kap-ka-
kap-kacak kullanımı zirveye taşınmıştır. cak form ve işlevleri açısından ele alındığında sadece
tencere ve kazanlardaki çeşitlilik bile bizleri hayretler
Farklı kültürlerin mirasıyla şekillenen günümüze ka- içerisinde bırakabilir. Örneğin yaygın olarak kullanılan
dar ulaşmış örnekler maddi kültürün yanı sıra dilimize, kazanlar tist/tis37, kuşgana38 , şire ve pekmez kazanla-
koleksiyonu
toplam 1.722 işletme faaliyet göstermektedir. Bu işlet- Bilindiği gibi Cİ’li ürünlerin temel özelliklerinden birisi
melerin 1290’ı çiftlik üretimi (producteur férmier) 432’si de benzerlerine göre daha yüksek fiyattan alıcı bulma-
de fabrika üretimi yapmaktadır. larıdır. INAO verilerine göre 2014 yılında Fransa’da Cİ’li
peynirlerin ortalama satış fiyatı 14,31 kg/Avro iken di-
Aynı yıl, Fransa’da toplanan inek sütünün %9,6’sı, keçi ğer peynirlerin ortalama satış fiyatı 8,68 kg/Avro’dur.
sütünün %12,3’ü ve koyun sütünün %38’9’u Coğrafi Görüldüğü gibi, Fransız tüketiciler Cİ’li (AOP) peynirle-
İşaretli peynirlerin üretiminde kullanılmıştır. Pazara su- re %65 daha yüksek fiyat ödemektedir. Peynir tüketimi
nulan menşe işaretli (PDO) peynir miktarı 193.388 ton her ne kadar Fransız halkının bir alışkanlığı olup nüfusun
olup bu miktarın %74,8’i çiğ sütten yapılmıştır. Sektörün bir kesimine özgü olmasa da menşe işaretli peynirlerin
2014 yılı cirosu 1,6 milyar Avro’ya ulaşmakta ve Fransa tüketiminde daha çok epiküryenlerin egemen olduğu
toplam peynir cirosunun %25’ini oluşturmaktadır. belirgin bir tüketici profili söz konusudur.
Ürün
Üretim şartnamesinde belirtildiği üzere Epoisses tam
yağlı çiğ ya da pastörize inek sütünden yapılan, yu-
muşak ve yüzeyi (kabuğu) yıkanmış bir peynirdir. Tam
kurutmadan sonra 100 gramında en az 50 gram yağ
bulunur. Epoisses’ın kabuğu perdahlı ya da hafif kırışık
ve parlak, rengi ise turuncu, tuğla kırmızısıdır. Bu renk
tamamen yüzey bakterilerinden (bakterilerin mayalan-
masından) kaynaklanmakta olup renklendirici kullanımı
kesinlikle yasaktır.
Epoisses
Epoisses Bourgogne bölgesine ait bir Fransız peyniri İçi açık bej renginde olan Epoisses, keskin bir kokuya
olup köken adı 14 Mayıs 1991 tarihinden beri koruma al- sahip olup rayihalı ve dengeli bir tadı bulunmaktadır.
tındadır. 1996 yılından bu yana AB’nin PDO uygulama- Ağızda eriyen yoğun kıvamlı yapısı, etkili kokusu ve son
sından yararlanan Epoisses, adını Bourgogne’un batı- derecede lezzetli baharatlı aromasıyla damakta ola-
sında yer alan yaklaşık 800 nüfuslu Epoisses köyünden ğan üstü bir haz yaratmaktadır. Bu eşsiz tat, Marc de
almaktadır. Köken adı bölgesi, Côte-d’Or’un kuzeybatı Bourgogne ile gerçekleştirilmiş takdire şayan olgunlaş-
yarısı, Haute-Marne ve Yonne’un bazı kantonlarını kap- tırma ve tipik aromaların sonucu olup Epoisesses’taki
samaktadır büyük zenginliğin işaretleridir. Yalınlık ve tipiklik bu
peyniri sıradışı kılmaktadır.
Epoises’ın yönetişimi 18 Temmuz 2007 tarihinden beri
INAO tarafından “Koruma ve Yönetim Kurumu” olarak Epoisses’ın pazarlaması ulaşım ve stoklamayı kolaylaş-
onaylanmış “Epoisses’ı Koruma Sendikası” (Syndicat de tıran 250-350 gram ağırlığında, 9,5-11,5 cm çap ve 3-4
Défense de l’Epoisses) tarafından gerçekleştirilmekte- cm kalınlığındaki tahta kutular içinde yapılmakta ancak
dir. kesilerek te satılmaktadır.
Tarihçe
arşivinden alınmıştır.
keşişler vadinin köylüleri için arkalarında değerli bir
miras bırakmışlardır. Bu Epoisses’ın tarifidir. Yapım sır-
rı böylece yörenin köylülerine aktarılan Epoisses daha
sonra Auxois’in küçük çiftliklerinde tarihini ve gelişimi-
ni sürdürmüş, çiftçiler üretimlerinde kalite ve tipikliği
devamlı arttırmışlardır. Böylece ünlenen peynir XVI.
Louis’nin sarayında tüketilmeye başlamıştır. Brillat-
Savarin tarafından “peynirlerin kralı” olarak isimlendiri-
len Epoisses’ın 1820’den itibaren ticareti çok gelişmiştir. Epoisses üretim zinciri (2014)
Çok sayıda idari doküman XIX. asrın başında Epoisses Köken adı: Epoisses
vadisinde gelişmiş bir peynircilik faaliyetine işaret et- Peynir türü: Yüzeyi yıkanmış yumuşak peynir
mektedir. Peynirin iyi değerlendirilmesi bu faaliyetin Süt tipi: İnek sütü
gelişmesini hızlandırmış, 1900’e doğru Epoisses üreten Üretim koşulu: Menşe adı yöresi çiğ inek sütü, ot te-
çiftliklerin sayısı 300’e ulaşmıştır. melli besleme, serin ve nemli mahzenlerde en az 28 gün
olgunlaştırma, Marc de Bourgogne ile zenginleştirilmiş
Erkek işgücünün önemli bir kesimini üretimden uzak-
suda haftada iki kez elle yıkama.
laştıran 1914-1918 savaşı, çiftlik işlerinde kadınları yalnız
Peynir üretimi
Süt üretimi ile peynir yapımı ve olgunlaştırmasının tes-
cil belgesinde belirtilen coğrafi sınırlar içinde yapılması
koşuldur. Halen biri çiftlik üretimi (producteur férmier)
3’ü de fabrika üretimi yapan 4 işletme Epoisses üret-
mektedir. Üreticiler üretim şartnamesine (cahier des
charges) kesinlikle uymak ve geleneksel üretim pren-
siplerini izlemek zorundadır:
• Kesinlikle tam yağlı süt kullanımı.
• En az 16 saat süren yavaş laktik pıhtılaşma.
• Doğal, kendiliğinden suyunu alma (süzme-baskı-
sız).
• Kuru tuzla tuzlama.
Köken adı coğrafi sınırları: Batı Cote-d’Or’un büyük ke-
• Yavaş kurutma.
simi, Haute Marne’ın iki kantonu, Yonne ilinin 3 kantonu.
• Serin ve nemli mahzenlerde en az 28 gün olgun-
Köken adı alış (tescil) tarihi: 14 Mayıs 1991.
laştırma.
Toplam süt üretimi: 20,3 milyon litre.
• Olgunlaştırma süresince haftada 1-3 defa Marc de
Üretilen peynir miktarı (ton): 1.396.
Bourgogne ilave edilmiş suda elle yıkama.
Süt üreticileri sayısı: 45.
Peynir üreticileri sayısı: 4.
Marc de Bourgogne şarap için sıkılan üzümlerin posa-
Temel markalar: Fromogerie Berthaut, Fromogerie
larının damıtılması yoluyla elde edilen bir alkoldür. 2-5
Germain.
yıl, hatta daha uzun süre ile meşe fıçılarında eskitilen
Pazarlama ağı: %70 büyük ve orta marketler, %25 top-
bu alkol zaman içinde bir seri güzel koku edinmekte,
tancı ve perakendeci, %5 doğrudan satış.
istenen yaşlanma elde edilince şişelere konmakta ve
İhracat: 405 ton (AB, Amerika, Kanada).
onlarca sene muhafaza edilebilmektedir.
Ciro: 18 milyon €.
Köken adını koruma ve yönetim kurumu: Epoisses’ı
Koruma Sendikası.
Kaynak: Syndicat de Défense de l’Epoisses, Filière AOP Epoisses Données
économiques et techniques.
Süt üretimi
Epoises üretimine yönelik 45 süt işletmesi faaliyette
bulunmakta olup 2014 yılı üretimleri toplamı 20.359
tondur. Bu işletmeler INAO denetimindeki CERTIPAQ
tarafından Epoisses için süt üretme yetkinlikleri tanın-
mış işletmelerdir. Süt üreticileri son derece katı olan
üretim kurallarına uymak zorundadırlar.
• Süt üretiminde Brune, Montbéliarde, Fransız
Simmental’ı gibi yerel inek ırkları kullanılmaktadır.
• İlkbahar otlatması zorunludur. (İnek başına 2 dekar
ve rasyoda %50 ot). Yemin %85’inin köken adı yö-
resi kaynaklı olması şarttır. Kuru veya fermente kış
yemleri kullanımı kurallara bağlanmıştır (rasyonun
%30’u). Beslemede GDO’lu ürünler kullanımı yok-
tur.
Denetim
Bilindiği gibi Coğrafi İşaretler’de denetim, sistemin en
can alıcı noktasını oluşturmaktadır. Ürünün tescil bel-
gesindeki kurallara göre üretilmesini sağlamak ancak
etkin bir denetimle mümkündür.
ESKIDEN YENIYE:
SAGALASSOS AGORASINDAN AĞLASUN PAZARINA
Ayfer Yavi
ESKIDEN YENIYE:
SAGALASSOS
AGORASINDAN
AĞLASUN PAZARINA
İskender tarafından ele geçirilir. Roma‘nın ilk impara- meydanın güneyinde kapalı alanda kurulan ve civarına
toru Augustus zamanında kent yükselişe geçer. Birinci yayılan pazar epey hareketlendiriyor ilçeyi. Zaten bun-
yüzyılda Sagalassos altın çağını yaşar. Altın çağ ve bü- dan birkaç yıl öncesine kadar pazar yeri de bu çınarın
yük mimari projeler 3. yüzyıla dek sürer. MS. 5. yüzyıl- altındaymış. Pazarın tarihini kimse tam bilemiyor, ben-
dan sonra Hristiyanlaşma sürecine giren Sagalassos, ce eskiden yeniye sayacak olursak, Sagalassos’dan bu-
veba salgını, ardarda gelen depremlerle zayıflar. Bunun güne binlerce yıldır canlı bu bölge. Antik kentteki ago-
yerine Selçuklu Türklerinin ovadaki yerleşimi Ağlasun ra ve macellum bunun hala tanığı. “Yaklaşık 50-60 kişi
gelişir. 1706 yılına kadar bilinmeyen kent, Fransız bir köylerden ürün indiriyor, kapalı alanda da 100 civarı
diplomat tarafından keşfedilir. 1990 yılında Belçikalı tezgah var. Yeşilbaş, Kibrit, Mamak, Yazır, Dereköy’den
arkeolog Marc Waelkens kazı yapma izni alır, günümü- ve civardaki ilçe ve illerden ürün geliyor Ağlasun cuma
ze kadar devam eden kazılarda onlarca yapı ayağa kal- pazarına. Hasatın meysimine göre sebze-meyve gelir,
dırır.1 Sütunlu cadde, Agora, Kent Konağı, Macellum, kışın köylü azalır.” diyor bilgi aldığım Belediye Zabıtası
Antoninler Çeşmesi, Bouleuterion, Dor Tapınağı, Ali Bey.
Heroon, Neon Kütüphanesi, Roma Hamamı kentin en
göze çarpan mimari yapıları. Antoninler Çeşmesi 365 Yerel ürünler dizi dizi pazarda: Ağlasun cevizi, yerel
gün akan pınar suyu, şarap tanrısı Dionysos ve kültü- biberi, yıldız domatesi bulursanız kaçırmayın. “Kuru
nü simgeleyen çeşmede heykellerin replikaları ile çok fasulye, kiraz, ceviz, elma üretimi oldukça yoğun.
etkileyici. Kentten çıkan birçok eser Burdur Müzesi sa- Yeşilbaş köyü sebze ve meyve üretir. Keçi ağırlıklı hay-
lonlarında sergileniyor. vancılık, süt sığırcılığı yapılmakta. Yerlisi Yörük bura-
ların, hayvancılık olmazsa olmazlardan.” diyor Başkan
13. yüzyılda Sagalassos eteklerindeki bu verimli ovada Aydın Bey2. Pazar yaklaşık bir dönüm arazide kurul-
kurulan Ağlasun’un merkezindeki ulu çınar 1000 ya- muş, etrafında kimi yer bezi üzerinde, kimi tahta masa-
şında olarak tescillenmiş. Tüm ilçenin buluşma yeri işte larda şemsiyesini kurmuş, Bucak, Sülemiş, Kocaaliler,
bu çınarın gölgesindeki kahve. Özellikle cuma günü Yazır, Dereköy’den gelmiş, yetiştirdiği ürünleri satmak-
ta. İlçeye bağlı köylerden gelenlerden Belediye yer pa- Burdur’da 1000 metrede Kaman ekti yüzlerce ceviz
rası almıyor, onlara destek veriyor. ağacı, o da her sene sincaplara yem yapıyor cevizle-
rini. Çiftçilik kolay zanaat değil, elin üzerinde olmazsa
72 yaşındaki Ümmü Altındağ Ağlasun çeperinde ya- olmuyor! Teyzem kızılcıkları torbalamış dalından alıp,
şıyor. Lahana indirmiş, dalından armut toplamış, “Hiç kilo 5 lira. Kızılcığın Ağlasun’daki ismi “ergen”. Pazarda
ilaç vermeyiz senelerdir ağaç ne verirse odur bizim şimdilerde moda tabiri ile “gezen tavuk”tan aldığı yu-
geçimimiz.” diyor. Kilosu 2 lira. Biraz ilerde Sümeyra murtaları tek bir kadın satıyor. Arkadaşım oteli ve mi-
Tanus keçi tereyağını yapmış 30 lira kilosu, ineklerin- safirleri için tüm kovayı alıyor, ertesi sabah tadıyoruz,
den yaptığı ise 20 lira. “Keçi peyniri 15, tulum 12 lira; mis gibi, gerçek gıda bu işte!
20-25 ineğim, 30 tane keçim var.” diye ekliyor. Üzüm
çekirdeksiz, Aydın’dan gelme, 10 lira 3 kilosu; Isparta Halil Akış kovanları getirmiş, çiçek balı ister petekli
Dimlit üzümünü Fadime Aykoç aynı fiyata satıyor. ister süzme Akdağlar’ın el değmemiş bitkileriyle bes-
Pazarda yerde sarı bir çuval içinde taze fasulyeyi lenmiş arıların üretimi. Kovanları kışın Manavgat’a taşı-
Akdağlar’dan getirmiş Süleyman Öğüt, her hafta ne yormuş, ılıman iklime, arıları besilemeye. Petek balı 80
çıkarsa o kadar geldiğinden Ağlasunlu kadınlar sırada. lira, ama değer. Bucak Seydiköy’den Mümine Çakır’ın
“Etle pişiriceksin bu süt gibidir.” diyorlar. Elime alıp kırı- 12 dönüm arazisinin 4 dönümünde kırmızıbiber yetiş-
yorum, pişmeden bile içindeki sulu hali tazeliğinin gös- tiriyor, bunlar kendi tohumu ve çıktığı kadar satıyor.
tergesi. Osman Gül İnsuyu’ndaki 40 dönüm arazisinde Ah yakın olsan İstanbul! Sepetimi doldursam, fırında
yetiştirdiği kuru fasulyeleri dökmüş tezgahına; küçük közlesem, sonra kışa hazırlasam seni can alıcı kırmız-
boy 5, büyük boy 6 lira. Nohut da kendi ürünü, “Yazın lar! Bucak, Beynarı bir çocuk kafası büyüklüğünde.
arazide sebzeye dönüyorum.” diyor. Ağlasun cevizi sa- Kocaalilerden incir kurusu 15, Kargı köyü bamya 4 lira.
nıp Münire Altınok’dan ceviz alıyorum. Aslında Kaman Bucak Çamlı incirini yapışmaması adına unluyorlar,
(Kırşehir) cevizini 13 yıl önce dikerek burada yetiştir- kilo 20 lira. Güvenlik köyü, İlyas köyünden iğdeler çık-
mişler, ince kabuklu ve tanesi tam kurumamış. Eve ge- mış, parlıyor tezgahta, 10 lira kilosu. Ve hünnap ve alıç
lince fırında biraz nemini çektiriyorum, yine de gönlü- sonbaharın habercisi değil mi? Nar ile renkleniyor, şen-
me yatan bir ceviz değil, taneler zayıf. Belki bu arazi- leniyor Pazar; kışa çağrı bu meyveler. Nar ve boynuz
ye Kaman tam uyum sağlayamadı kim bilir! Yeğenim (keçiboynuzu) pekmezi kaynamış odun ateşinde, Ali
Yıldırım’ın bahçesinde. Ağlasunlu Hasan Gülyurt yerli Mayıs ayı güllerle, haziran ayı kirazlarla renklenen ilçe-
tohum yıldız domates ekiyor, “Zor olsa da ilaçsız yetiş- de tabii su kaynakları değerlendirilerek alabalık çiftlik-
tirme devam edeceğim.” diyor. Eh işte bu da pazarın leri kurulmuş. Kirazlı Mevkii, Sagalassos yolu üzerinde-
gözdesi, o emeğe bu saltanat olmalı. ki çiftlik bunlardan en büyüğü. Son molayı orada verip
günbatımında kavak ağaçlarının ışıltısı içinde yol alan
Zeytin mevsimi sonbaharda Antalya yöresinin ünlü minübüste veda ediyorum Sagalassos’tan Ağlasun’a,
zeytini tavşan yüreği salamura yapılmayı bekliyor, eskiden yeniye tüm yaşayan insanlara, canlılara ve bin-
kilosu 5 liradan. İlerde bir yer tezgahı var ki, uzakta lerce yıldır kenti koruyanlara.
güleryüzlü köylü kadınlarımızındır o tezgah. Ağlasun
Harmancı Mahallesi’nden Emine Tokat, kayınvalidesi
Arzu Tokat, eltiler, hepsi de candan, ikramı bol, yü- 1. Bilgiler için Ağlasun Belediye Başkanı Aydın Kaplan’a teşekkür
ederim. Konuşma tarihi: 16.10.2015.
rekli kadınlar. Ağlasun cevizini sonunda buluyorum;
2. Aydın Kaplan, Ağlasun Belediye Başkanı.
Kaman’a göre daha küçük, kalın kabuklu ve rengi koyu.
Kabuklu olarak kilosu 10 lira. Isparta’dan rezakî (razakı)
üzümü, taneleri çocuk parmağı büyüklüğünde, kilo 4
lira. Meydana sırtını vermiş balık tezgahında pınarların,
derelerin ve yetiştirme havuzlarının lezzetli suyuyla
beslenmiş alabalık, sazan kasalarda. Pazar alanı dışına
kurulmuş 2-3 tezgahta giyecek ve züccaciye satılıyor.
Malum aşur ayı, aşure kazanları boy boy, 80-120-140-
180 lira.
GastronoMetro Lounge
Sponsorlarımıza özel bu alan toplantıların yanı sıra
sponsorların tercihlerine bağlı olarak farklı etkinlikler
için kullanılabiliyor.
Mahzen
Ülkemizin ve dünyanın farklı bölgelerinden getirilen
yüzlerce seçkin şaraptan oluşan mahzenimizde ulu-
Uluslararası
sal ve uluslararası şarap uzmanlarıyla özel tadım ak-
tiviteleri ve eğitimler düzenleniyor.
İşbirliklerimiz
Sektör profesyonellerini uluslararası HORECA dün-
yasıyla buluşturacak olan GastronoMetro’da alanın-
da öncü, uluslararası okullarla işbirliği yapılıyor. Bu
Ad ve Soyadı :............................................................................................................................................
Dergi teslim adresi0:............................................................................................................................................
.............................................................................................................................................
Tel (adrese ait) :............................................................................................................................................
Faks :............................................................................................................................................
GSM :............................................................................................................................................
e-mail :............................................................................................................................................
Posta kodu :............................................................................................................................................
✃
ÖDEME ŞEKLİ
Metro Gastro dergisinin 4 say› için abonelik bedeli olan 48.-TL’n›* banka havalesi ile gönderiyorum.
q YAPI VE KREDİ BANKASI A.Ş. Esentepe Şb., Şb. Kodu: 606, Hesap No: 71462028, İban No: TR92 0006 7010 0000 0071 4620 28
q HSBC BANK A.Ş. Küresel Bankacılık Merkezi Şb., Şb. Kodu: 123, Hesap No: 0033008 282 00, İban No: TR17 0012 3007 2300 3300 8282 00
q GARANTİ BANKASI A.Ş. Bakırköy Kurumsal Şb., Şb. Kodu: 382, Hesap No: 6298552, İban No: TR82 0006 2000 3820 0006 2985 52
q TÜRKİYE İŞ BANKASI A.Ş. Güneşli Kurumsal/İstanbul Şb., Şb. Kodu: 1255, Hesap No: 0010706, İban No: TR05 0006 4000 0011 2550 0107 06
q AKBANK Rumeli Kurumsal Şb., Şb. Kodu: 1232, Hesap No: 0093146, İban No: TR33 0004 6012 3288 8000 0931 46
q FORTISBANK A.Ş. Yeditepe Kurumsal Şb., Şb. Kodu: 067, Hesap No: 30421 5551TRL, İban No: TR81 0007 1000 6730 4215 551TRL
q FİNANSBANK A.Ş. Boğaziçi Şb., Şb. Kodu: 01024, Hesap No: 17315738, İban No: TR78 0011 1000 0000 0017 3157 38
Bu formu doldurarak, ödemenizi Metro Cash & Carry mağazalar›nda da yapabilirsiniz. Kasa Şeflikleri size yard›mc› olacakt›r.
ABONELİK
Tel: 0212 478 73 56 Faks: 0212 478 79 48 can.unal@metro-tr.com
METRO GASTRO
Metro Grosmarket, Koçman Cad. Güneşli Kavşağ›, No: 1 Güneşli-‹stanbul
http://www.metro-tr.com e-posta: mgastro@metro-tr.com
Ad ve Soyadı :..................................................................................................................................................................
Metro Kültür Yayınları teslim adresi :..............................................................................................................................
........................................................................................................................................................................................
........................................................................................................................................................................................
.....................................................................................................................................................................................
✃
ÖDEME ŞEKLİ
Yukarıda işaretlediğim yayının bedelini aşağıda işaretlediğim banka havalesi ile gönderiyorum.
q YAPI VE KREDİ BANKASI A.Ş. Esentepe Şb., Şb. Kodu: 606, Hesap No: 71462028, İban No: TR92 0006 7010 0000 0071 4620 28
q HSBC BANK A.Ş. Küresel Bankacılık Merkezi Şb., Şb. Kodu: 123, Hesap No: 0033008 282 00, İban No: TR17 0012 3007 2300 3300 8282 00
q GARANTİ BANKASI A.Ş. Bakırköy Kurumsal Şb., Şb. Kodu: 382, Hesap No: 6298552, İban No: TR82 0006 2000 3820 0006 2985 52
q TÜRKİYE İŞ BANKASI A.Ş. Güneşli Kurumsal/İstanbul Şb., Şb. Kodu: 1255, Hesap No: 0010706, İban No: TR05 0006 4000 0011 2550 0107 06
q AKBANK Rumeli Kurumsal Şb., Şb. Kodu: 1232, Hesap No: 0093146, İban No: TR33 0004 6012 3288 8000 0931 46
q FORTISBANK A.Ş. Yeditepe Kurumsal Şb., Şb. Kodu: 067, Hesap No: 30421 5551TRL, İban No: TR81 0007 1000 6730 4215 551TRL
q FİNANSBANK A.Ş. Boğaziçi Şb., Şb. Kodu: 01024, Hesap No: 17315738, İban No: TR78 0011 1000 0000 0017 3157 38
Kitaplar “teslim sırasında ödemeli” olarak belirtilen adrese kargo ile gönderilecektir.
BİLGİ İÇİN
Tel: 0212 478 73 56 Faks: 0212 478 79 48 e-mail: can.unal@metro-tr.com
✃