Professional Documents
Culture Documents
Metro Gastro Sayi 81
Metro Gastro Sayi 81
NİSAN-MAYIS-HAZİRAN 2016 81
Her yeni yılla birlikte ve her bahar gelişinde biz de yenileneceğiz, hiç olmazsa bazı
yenilikler yapacağız, demiştik. Bilen bilir, şimdiye dek sözümüzü hep tuttuk. Bugün de
öyle. Geçtiğimiz sayıda iki yeni bölüme başlamıştık. Şimdi bunlara en az onlar kadar
önemli içerikte bir yenisi daha ekleniyor: Ekoloji ve Gıda. Yazarı Bülent Şık, bölümün
kurgusu üzerine konuşup fikir alışverişi yaparken burada yazmadan geçemeyeceğim
şeyler söyledi. Hemen not düşmek istiyorum: DERGİNİN MUTFAĞI
METRO GROSMARKET ADINA SAHİBİ
Kubilay Özerkan
“Bu dergide Ekoloji ve Gıda konu başlığı altında gıda üretim-tüketim süreçlerimizin yol
YAYIN YÖNETMENİ
açtığı sorunları iklim krizi, biyoçeşitlilik kaybı, toksik kirlenme vb. gibi günümüzde gün- Ayşe Nilhan Aras
den güne önemi artan konular çerçevesinde ve
SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ
birikimim yettiği ölçüde ele almaya çalışacağım. Aylin Mutlu
YAYIN KURULU
“İklim krizi bu yüzyıl içinde yol açacağı felaket- Aylin Mutlu
Ayşin Işıkgece
lerle çok ciddi bir tehdit olarak önümüzde du- Bilge Ceylan
Funda Karaçil
ruyor; hatta içinde olduğumuz bile söylenebilir.
Ama kötücül etkilerini henüz hissetmiyoruz. Oysa YAZI İŞLERİ
Metro Grosmarket
toksik kirlenme bir şekilde hepimizi etkiliyor ve
GÖRSEL YÖNETİM VE UYGULAMA
bu mesele gıda üretim-tüketim pratiklerimizle, Metro Grosmarket
yemek kültürleri veya tercihlerimiz ile de yakın- GÖRSEL KOORDİNATÖR
dan ilintili. Bir başka açıdan, konu sadece insan Sema İlhan
FOTOĞRAFLAR
Daha önce, yazarlarımızdan Burak Onaran’ın Ali Atalar
Ali Güder
kitabını duyurmuştuk, büyük bir mutlulukla. Ayfer Yavi
Şimdiyse, bir başka yazarımızın yeni kitabının haberini vermek isterim. Ahmet Uhri’nin Can Ünal
Mehmet Ali Sağbili
Anadolu Mutfak Kültürü’nün Kökenleri isimli kitabı siz bu satırları okurken, çoktan ki- Prof.Dr. Yavuz Tekelioğlu
tapçılardaki yerini almış olacak. Kendisini kutluyoruz. ABONELİK
Can Ünal
Tel: 0212 478 73 56 Faks: 0212 474 40 30
81. sayımızı da beğenerek okumanızı ve çok güzel bir bahar geçirmenizi dileriz… can.unal@metro-tr.com
BASKI VE CİLT
APA UNIPRINT Basım San. ve Tic. A.Ş.
(0212 798 28 40)
YÖNETİM YERİ
Metro Grosmarket, Güneşli, İSTANBUL
Faks: 0212 474 40 30
E-posta: mgastro@metro-tr.com
http://www.metro-tr.com
NİSAN-MAYIS-HAZİRAN GASTRO 1
8
GELENEKSEL GIDALAR ÜZERİNE
14
DİSİPLİNLERARASI
9 Gıdaya Bakmak
Candan Türkkan
48
EKOLOJİ VE GIDA
49
2 GASTRO NİSAN-MAYIS-HAZİRAN
54
AV!
61
68
BEŞİNCİ DUYU: KOKU
74
EDEBİYAT VE YEMEK
84
SİNEMA VE YEMEK
90
SANAT TARİHİ
92
Joachim Beuckelear’in Tablolarından Kuzey
Sofralarının Zenginleşme Sürecini Okumak - II
Mehmet Ali Kılıçbay
NİSAN-MAYIS-HAZİRAN GASTRO 3
100
KUTSAL METİNLERDE YEMEK
112
DÜNYA DÖNÜYOR
118
ANTİK ÇAĞ YAZARLARINDAN
130
123 İKTİSAT TARİHİ
136
EL SANATLARINDA YEMEK
139
4 GASTRO NİSAN-MAYIS-HAZİRAN
144
GEN KAYNAKLARIMIZ
150
COĞRAFİ İŞARETLEME
158
NİSAN-MAYIS-HAZİRAN GASTRO 5
NİSAN-MAYIS-HAZİRAN GASTRO 7
KURU GIDALAR VE
BİR BESİN SAKLAMA
YÖNTEMİ OLARAK
KURUTMANIN
ARKEOLOJİSİNE GİRİŞ
8 GASTRO NİSAN-MAYIS-HAZİRAN
dığı gıda maddesinin içindeki su oranının azaltılmasıy- üretim ve de tüketim biçimiyle de ziraat sanatlarının
la olasıdır. İşte bu, gıda teknolojisinde su aktivitesinin başlangıcı sayılabilirler. Aslında bulgur üretimine giden
düşürülmesi olarak tanımlanmaktadır. Daha teknik bir yolda bir süreç olarak düşünülebilecek yarma, buğda-
tanımlamayla su aktivitesi, aynı sıcaklıktaki saf suyun yın bir saklanma yönteminden başka bir şey olmamakla
buhar basıncının ürün içerisindeki suyun buhar basıncı- birlikte bulgurla beraber düşünülmesi gereken bir ürün-
na oranı olarak tanımlanır ve besin maddesindeki nem dür. Buğdayın ezgi taşlarında öğütülerek un haline ge-
değerinin havanın bağıl nemi ile dengeye geldiği nok- tirilmesi yerine taş dibeklerde kırılarak elde edilen bir
tadır ki, bu noktada ürün ile hava arasında herhangi bir ürün olan yarma etnoarkeolojik olarak incelendiğinden
nem alış verişi gerçekleşmemektedir. 2 en kadim ürünlerden biri olarak gözükmektedir. Üreti-
mi buğday ununa göre daha kolay ve zahmetsiz olan
Bir besin maddesinin su aktivitesi teorik olarak 0 ile 1 yarma diğer tahıl kökenli gıdalara göre oldukça eskiye
arasında bir değerle gösterilir ve değer sıfıra yaklaş- tarihlenmelidir. Çanak Çömleksiz Neolitik Çağ’dan baş-
tıkça gıda maddesinin içinde üreyebilecek mikroor- layarak Güneydoğu Anadolu’nun birçok kazı yerinde
ganizmaların yaşayabileceği ortamın azaldığı anlaşılır. ortaya çıkarılan dibekler olasılıkla yarma üretiminde de
Örneğin, et ürünleri: 0,99-0,91; ekmek: 0,95; reçeller: kullanılmaktaydı.
0,68-0,79; kuru üzüm: 0,60; buğday: 0,52; bakliyat:
0,51-0,54; tarhana: 0,56; bulgur: 0,61 su aktivitesine sa- Anadolu’nun etnoarkeolojisi üzerine en kapsamlı çalış-
hiptir. 3 Örneklerden de anlaşılabileceği gibi doğada ol- malardan birini yapan Jak Yakar’ın derlediği ve günü-
gunlaşıp kuruduktan sonra hasat edilen tahıl ve bakla- müzde yarma ya da döğme adıyla Anadolu’da bilinen
giller diğerlerine göre daha düşük su aktivitesine sahip
besin maddeleridir. Bu durumda hasattan sonra sadece
nem oranı düşük bir yerde saklanmaları yani depolan-
maları bile ileride kullanmak için yeterlidir. Dolayısıyla
günümüzden 12.000 yıl önce yerleşik yaşama geçip
ilk tarımsal faaliyetlere başlayan Epipaleolitik insanın
kendinden önce gelenlerden devraldığı ve doğal tarih
zekâsı sayesinde yeni bilgilerle bezediği doğayı tanıma
ve anlama çabası sonucu kuru gıdaların depolanması
konusunda deneyimli olduğunu belirtmek olasıdır. An-
cak bu depolama işlemi ziraat sanatı anlamına gelmez.
Zira daha önce de belirtildiği gibi ziraat sanatları tarım-
sal ürünün işlenmesini gerektirmektedir. Bu anlamda
öğüterek un haline getirildikten sonra suyla karıştırılan
ve açık ocakta lavaş, yufka ya da tandır ekmeği gibi de-
ğişik isimlerle adlandırılan bir ürün haline gelen buğday
ziraat sanatları içinde sayılan bir işlemden geçmiş olur.
Bu durumda ilk işleme tekniği olarak buğdayın öğütül-
mesini saymak yanlış olmaz. Sonrasındaysa buğdayın
tane halinden kırılarak dönüştürülmesi ve kaynatılarak
nişastasının moleküler yapısının değiştirilip kurutulması
ile ortaya çıkan bir ürünü anmamız gerekir ki, buna ge-
leneksel bir ürün olan bulgur adı verilir.
NİSAN-MAYIS-HAZİRAN GASTRO 9
ürünün yapım aşaması Yakar’ın çalışmasında aşağıdaki Bunlardan hemen önce açık ocaklarda öğütülmüş buğ-
gibi tanımlanır. “…Bunun yapımında buğday bulgur gibi dayın suyla karıştırılarak açık ekmek, pide, lavaş, yufka
kaynatılmaz ve ahşap ya da taştan yapılma büyük dibek- vb. bir ürüne benzer şekilde üretiminden sonra sırada
lerde tahta tokmakla dövülen buğdayın kabukları topla- biraz daha sofistike ve saklanması daha uzun süreler
nır. Özel bir ahşap kabuk tepsisinde işlemden geçtikten alan yarma ve bulgur gibi iki ürün gelmektedir. Zira bu
sonra, kabuklar un haline gelinceye kadar dövülür ve tahıl iki ürünün su aktiviteleri yukarıda da belirtildiği gibi ta-
taneleri döğme pilavı yapımında kullanılır…”4 Dövülerek hıllardan açık ocaklarda yapılmış ekmek benzeri ürün-
işlemden geçirilmiş ve kırılmış buğday olarak da tanım- lere göre daha düşüktür ve saklanması bu nedenle çok
lanabilecek yarma ya da diğer adıyla döğme olasılıkla daha uzun süreler alabilmekte dolayısıyla depolama
ilk ziraat sanatlarından biri olarak tanımlanmalıdır. Bunu sırasında bozulmaları da çok geç olmakta, hatta hiç ol-
izleyen görece gelişkin işleme tekniği ise buğdayın suy- mamaktadır. Bulgur için bunun en temel nedeni nişas-
la birlikte ısıl işlem gördükten sonra kurutulup dövüle- tasındaki moleküler değişimdir. Yine Jak Yakar’a başvu-
rek kırılmasıyla yapılan bulgur olmalıdır. Göbeklitepe rup Anadolu’dan derlediği bulgur yapımına göz atacak
taş teknelerinden elde edilen verilerin arkeometrik ana- ve yukarıdaki saptamanın biyokimyasal çözümlemesini
lizi okzalik asit tuzu oksalatın miktarının ölçümüyle ger- de tanımın ardından ekleyecek olursak konu daha iyi
çekleşmiş ve bu kaplar içinde suyla etkileşime girmiş anlaşılacaktır. “Buğday yıkanır ve 100 kg kapasitesi olan
ve bulamaç haline getirilmiş tahıl bulunduğu sonucu kazanlarda yumuşayıncaya kadar pişirilmeden kaynatılır.
ortaya çıkmıştır. 5 Bu işleme tekniği sırasında ısıl işlem Sonradan düz çatılara yayılan ve hila adı verilen örtüler
uygulanıp uygulanmadığı bilinmemektedir. Uygulan- üzerinde kurutulur. Kuruduktan sonra tepir adı verilen bir
mış olsa bile taş teknelerde ateş izlerinin bulunmuyor tahta alet yardımıyla içindeki taşlar ayıklanır. Sonradan
oluşu yine etnoarkeolojik verilerden bildiğimiz ısıtılmış bir eşek, at ya da katırın çevirdiği dink ya da seten adı
taşların suya konularak ısı transferinin sağlanması ve verilen ağır değirmen taşıyla buğday kepeğinden ayrılır.
bu yolla suyun ısıtılması yöntemiyle bu işlemin yapılmış Öğütme işlemi sırasında buğdaya karışan taş parçaları ya
olabileceğini akla getirmektedir.6 da yenilmez otlar tekrar temizlenir. Bu işlemin ardından
buğday elle kullanılan taş değirmen yardımıyla öğütülür
Dolayısıyla kadim ürünler olabileceğini rahatlıkla belir- ve elenir. Geleneksel ‘sakka kalburu’ yuvarlak bir tahta
tebileceğimiz işlenerek saklanmış en temel gıda mad- kasnak ve üzerine delikler açılmış hayvan derisi ya da atın
deleri yarma ve bulgur olarak karşımıza çıkmaktadır. kuyruk kıllarından yapılan süzgeç olmak üzere iki kısım-
10 GASTRO NİSAN-MAYIS-HAZİRAN
dan oluşur. Bulgur, deliklerinin büyüklüklerine göre dü- 1. R.I.Curtis, Ancient Food Technology (Technology and Change in
zenlenmiş farklı kalburlar kullanılarak elenir. Doğu’da en History/Vol.5), Netherland, 2001, s.89.
2. A.J.Fontana, “Water activity’s role in food safety and qua-
iri delikli kalbura sarat denir ve bunu deliklerinin giderek
lity”, Second NSF International Conference on Food Safety,
küçüldüğü taşgözü, sakka kalburu, başbulgur kalburu, Savannah-GA/USA, 2000.
düğürcek kalburu, pitpitik kalburu izler. Her bulgur türü 3. G.Özay-M.Pala-B.Saygı, “Bazı Gıdaların Su Aktivitesi Yönünden
belli bir yemekte kullanılır…”7 İncelenmesi”, Gıda Dergisi/18(6), İstanbul-1993, s.377-383.
4. J.Yakar, Anadolu’nun Etnoarkeolojisi, Çev.S.H.Riegel, Homer
Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2007, s.165.
Yukarıdaki etnoarkeolojik gözlem bugün gıda teknolo-
5. O.Dietrich-M.Heun-J.Notroff-K.Schmidt-M.Zarnkow, “The role
jisi açısından incelendiğinde görülen ilk olgu bulgurun of cult and feasting in the emergence of Neolithic communi-
kaynatılmadan pişirildiğidir. Bu konuda çalışma yapan ties. New evidence from Göbekli Tepe, Southeastern Turkey”,
teknologlar da laboratuvar ortamında yaptıkları de- Antiquity-86, Antiquity Publications Ltd. UK-2012, 674–695. Bu
neylerde sıcaklığın 95°C üzerine çıkmaması gerektiğini arkeometrik analiz Münih Teknik Üniversitesi, Norveç Yaşam
Bilimleri Üniversitesi ve Berlin Alman Arkeoloji Enstitüsü’nün
belirtirken bunun nedeninin buğdaydaki nişastanın bu
katkılarıyla gerçekleştirilmiştir.
sıcaklıklarda jelatinize olmasıyla açıklamaktalar, son- 6. A.Uhri, Ateşin Kültür Tarihi, Dost Kitabevi. Yayınları, Ankara,
rasında da 50-55°C sıcaklıkta kurutulması gerektiğini 2003, s.43.
belirtmekteler. 8 Nişastanın biyokimyasal niteliklerinden 7. Yakar, 2007, 165.
biri 63°C civarı sıcaklıktan başlayarak su ile karıştırıldı- 8. A.Elgün-Z.Ertugay-M.Certel, “Corn Bulgur: Effectes of Corn
Maturation Stage and Cooking Form on Bulgur-Making
ğında şişerek jel halini almasıdır ki, buna jelatinizasyon
Parameters and Physical and Chemical Properties of Bulgur
denir. Neolitik insanın gözlem ve deneye dayalı olarak Products”, American Association of Cereal Chemist/Vol.67-No:1,
buğdaya uyguladığı bu yöntem sonucu moleküler yapı- USA, 1990, s.1-6.
sı değişmiş bir nişasta içeren buğday bundan sonrasın- 9. J.N.Postgate, “Processing of Cereals in the Cuneiform Record”,
da güneşte kurutulduğunda artık içindeki su oranı iyice Bulletin on Sumerian Agriculture/1, Cambridge, 1984, s.103-113;
G.C.Hillman, “Traditional Husbandry and Processing of Archaic
azaldığından bir daha eski haline dönmez ve dönüşerek
Cereals in Modern Times: Part-1, the Glume Wheats” Bulletin on
yeni bir ürün olur. İşte size yeni bir ziraat sanatı ve yeni Sumerian Agriculture/1, Cambridge, 1984, s.114-152.
bir saklama yöntemi.
NİSAN-MAYIS-HAZİRAN GASTRO 11
NİSAN-MAYIS-HAZİRAN GASTRO 13
DEVLET, TOPLUM
VE GIDA:
SIYASET TEORISIYLE
GIDAYA BAKMAK
14 GASTRO NİSAN-MAYIS-HAZİRAN
ları gereği, inek eti tüketmiyorlar. Oysa Müslüman nüfus menlik, artık sadece Creon’un yaptığı gibi yasaklamak,
için böyle bir sınırlama söz konusu değil. Ancak ben- cezalandırmak, öldürmek üzerinden kurgulanmıyor.11
zer bir sınırlama domuz eti için var. Hristiyanlarsa hem Bu öldürücü kudretin yanı sıra ama ondan farklı olarak,
ineği hem domuzu tüketebiliyorlar. Peki, bu durumda, bireyleri yaşatmayı ve yaşayanları en iyi şekilde yönet-
hükumet, domuz ve/veya inek eti üretimi ve tüketimine meyi amaç edinen daha yapıcı ve yaratıcı bir iktidar
sınır getirebilir mi? Sonuçta inekler Hindular için kutsal biçimi kurgulanıyor.12 Böylece, bireylerin ve grupların
sayılıyor; hükumet, kutsal sayılan bir varlığın üretim ve davranışları, tercihleri, arzuları direk veya dolaylı müda-
tüketimiyle ilgili olarak yasal düzenleme yapma yetkisi- halelerle yapılandırılarak bireylerin belli normlar dışına
ne sahip midir?3 Böyle bir düzenleme yapmak devletin çıkmaları en başından engelleniyor.13 Bireylerin kendi
egemenliği dâhilinde kabul edilebilir mi? Yoksa toplum- kendilerini disipline etmesi, cezalandırması, ödüllendir-
sal alana müdahale olarak mı görülmelidir? Benzer so- mesi -kısacası, yönetmesi- sağlanarak iktidar, kralın çift
rular bağımlılık yapan ve keyif verici maddeler olarak bedeninden toplumdaki tüm bedenlere yayılmış oluyor.
tanımlanan ancak gıda olarak da tüketilebilinen haşhaş,
kakao, tütün, çay ve kahve, işlenmişler arasından da al- Bedenlerden bahsederken gıdadan bahsetmemenin
kol ve şeker için de sorulabilir: Bunların üretim ve tüke- pek mümkün olmadığını düşünüyorum.14 Özellikle mo-
timini ‘düzenlemek’ devletin işi midir? Yoksa bu ‘düzen- dern dönemde, egemenliğin yönetim anlayışındaki ik-
leme’ devletin topluma müdahalesi midir?4 tidar üzerinden kurgulanması ve öldür(ebil)mek kadar
yaşat(abil)menin de egemenliğin kapsamına girmesi,
Antigone’a dönecek olursak, oyunun krallıkla -hatta gıdayı iktidarın ve egemenliğin odağına taşıyor. Tabii
daha da genellersek, iktidarla- ilgili aslında çok daha bu, gıda üzerindeki söylemlerin de belli şekillerde de-
yapısal bir probleme işaret ettiğini söyleyebiliriz. Dev- ğişmesine, belli normlar etrafında toplanmasına, yeni
letin toplumdan üstün olması ya da toplumla hemhal ikilemler etrafında kırılmasına neden oluyor. Bu söylem-
olması, aslında egemenliğin kaynağıyla (ve buna bağlı lerin, normların, ikilemlerin oluşmasında bilim ve tekno-
olarak meşruiyetiyle) alakalıdır. Diğer bir deyişle, kralın lojinin rolü büyük. Bilim ve teknoloji bir yandan içinde
egemenliğinin tam olarak neyi kapsadığı, sosyo-kültü- bulunduğumuz dünyayı anlamaya, onu şekillendirmeye
rel kurallardan ve kodlardan (gelenekler, töreler ve ilahi ve kendi varlığımızı bu düzen içerisinde anlamlandır-
kurallar) üstün olup olmadığı, kralın egemenliğini nere- mamıza yardımcı oluyorlar. Diğer yandansa, üretilen
den aldığı, neye dayandırdığına bağlıdır. Nitekim Batı bilgiler, iktidarın birey ve gruplar üzerinde daha da etkili
siyaset felsefesi, krallığa ihtiyaç duyduğu meşruiyeti bir şekilde kurgulanmasına olanak sağlıyor.
sağlamak ve devlet-toplum ikilemini kral yararına çö-
zümleyebilmek için, kralı çift bedenli ilan etmiş, krala Gene bir örnekle kavramları biraz somutlaştırayım: Son
meşruiyetini veren ilahi bir bedenin ve kralın bu dünya- zamanlarda Amerika Birleşik Devletleri’nde sertleşerek
da düzeni sağlamasına araç olan dünyevi bir bedeninin devam eden yüksek fruktozlu mısır şurubu (YFMŞ)15
olduğunu iddia etmiştir. 5 Böylelikle, kralın ilahi kuralları tartışmalarından haberdar olduğunuzu varsayıyorum.
açıkça çiğnemesi bile bir problem yaratmayacak, dün- Toplum YFMŞ konusunda ikiye ayrılmış durumda:
yevi yasalara itaatsizlik için ilahi bahaneler uydurulama- YFMŞ’nin üretimini ve tüketimini destekleyenler ile tü-
yacaktır.6 Ama tabii, iyi bir kral (ve hatta iyi bir tiran), ketim ve üretimin sınırlanmasını, YFMŞli ürünlerin işa-
neye, ne zaman ve nasıl müdahale edeceğini zaten bilir, retlenmesi gerektiğini savunanlar.16
toplumsal öfkeyle karşı karşıya kalmaktan zaten çeki-
nirdi.7 Alternatif olarak, kralın ve devletin egemenliğinin Tartışmalar birkaç koldan devam ediyor. Birincisi me-
kaynağı olarak toplumun kendisini ve bireyleri gören selenin ekonomik yanı: Mısır, ABD ekonomisinin me-
daha laik analizler de tabii ki bulunuyor. Fakat bu ana- dar-ı iftiharı. Tarım ilacı ve gübre üreten petrokimya ve
lizlerde de kralın, bu çift vücutlu yapısının bir anlamda ilaç sanayilerinin zirai araştırma-geliştirme şirketleriyle
korunduğu söylenebilir. 8 Egemenliğin kaynağının ilahi- bir araya gelerek yarattıkları süper tohumlar sayesin-
yattan topluma ve bireye geçmesi ise toplum ve devleti de ülkede oldukça verimli bir mısır üretimi var. Dahası
hemhal yapıyor, hatta toplumu ve bireyi devletin üstün- sübvansiyonlar ve devletlerarası ticaret anlaşmaları-
de tutuyor.9 Aynı zamanda da kralın egemenliğinin kay- na konan şerhlerle mısır yetiştiren ABD’li çiftçiler hem
nağı olan vücudunu çok daha fazla -daha da açık olmak özendiriliyor hem de korunuyor. Üretilen mısırın bir kıs-
gerekirse, toplumu oluşturan ne kadar asli unsur varsa mı biyoenerji üretiminde kullanılıyor. Diğer bir kısmı,
o kadar- parçaya bölüyor. Bu da egemenliğin somut- hayvan yemi olarak kullanılmak üzere et, kanatlılar ve
laştığı vücudun ortadan kalkması, iktidar alanının biraz balık sektörlerince satın alınıyor. Diğer bir kısmı da mısır
muğlaklaşması anlamına geliyor.10 Ama daha da önem- ve mısır bazlı yan ürünler (yağ, kahvaltılık gevrek, nişas-
lisi, modern dönemde iktidar odak değiştiriyor. Ege- ta, un, tortilla, vs.) olarak iç piyasada tüketiliyor. YFMŞ
NİSAN-MAYIS-HAZİRAN GASTRO 15
işte bu son grup dâhilinde üretiliyor, satılıyor ve tüketili- veli yoğurda kadar çok geniş bir yelpazeden bahsedi-
yor. Bireysel tüketicisi neredeyse yok; yani nihai tüketici yorum- YFMŞ veya şekerin hiç ya da az kullanılmasıysa
marketten gidip YFMŞ almıyor.17 Ancak, birçok işlenmiş genel olarak işlenmiş gıdaların tüketiminin artışını ya-
gıdanın içerisinde tatlandırıcı olarak YFMŞ kullanılıyor. vaşlatacak, hatta belki de azaltacaktır. Bu da orta ve
Bunun nedeni, YFMŞ’nin hem ucuz, hem de kuvvetli bir uzun vadede kârı düşüreceğinden diğer seçenekler gibi
tatlandırıcı olması ve aynı zamanda ABD’nin ithal et- ekonomi için çok iyi sonuçlar doğurmayacaktır.18
mek zorunda olduğu şekerin aksine yerli olarak üreti-
lebilmesi. YFMŞ destekçileri, işte tüm bunlara parmak Ya işin medikal yanı? Burada mesele biraz dallanıp bu-
basarak YFMŞ’nin ekonomi için oldukça iyi olduğunu daklanıyor: Eğer yapılan araştırmalar doğruysa (YFMŞ
savunuyorlar: Petrokimyadan ilaç sanayine, çiftçilerden tüketimi obezite, şişmanlık ve bunlara bağlı diyabet,
zirai ARGE firmalarına, yağ üreticilerinden biyoenerji kalp, tiroit, tansiyon gibi hastalıklara neden oluyorsa),
üreticilerine, et sektörüne kadar herkes ama herkesin o zaman YFMŞ’nin sağladığı ucuzluktan yararlanan dü-
fazla mısır üretiminden ve bunun sağladığı düşük fiyat şük gelirli grup, aynı zamanda ciddi sağlık problemle-
ve bolluktan yararlandığına, nihai tüketicininse birçok riyle karşı karşıya demektir. Zaten gelirin düşük olduğu
temel ve işlenmiş gıdaya mısır ve mısır bazlı yan ürünler göz önünde bulundurulur, sağlık giderlerine kaynak ayı-
sayesinde çok daha ucuza ulaşarak en çok faydayı sağ- rımının kısıtlı olacağı da denkleme eklenirse, bu grup-
ladığına işaret ediyorlar. ların yaşamlarına devam etmelerinin ve/veya yaşam
kalitelerini korumalarının/arttırmalarının oldukça zor
Meselenin tabii bir de medikal yanı var: YFMŞ’nin insan olacağı sonucu çıkar. Alternatif olarak, eğer bu grubun
sağlını nasıl etkilediği tam bilinmiyor. Fruktoz, glukoz, sağlık giderleri, sosyal devlet üzerinden toplumun kala-
laktoz gibi diğer şeker tipleriyle benzer şekilde hazme- nıyla paylaşılacaksa, bu da dolaylı olarak YFMŞ üretici
dilip edilmediğine dair ortak bir medikal kanı yok. Araş- ve tüketicilerinin toplum cebinden desteklenmesi anla-
tırmalar, şişmanlık ve obezite gibi toplumda sık bulunan mına gelecektir. Ancak, ABD’de sosyal refah devletinin
hastalıklarla YFMŞ arasında sıkı bir ilişki kuruyorlar. An- 1970’lerden beri çözüldüğü, bu nedenle de devlete da-
cak aynı zamanda bu gibi hastalıkların meydana çıkma- yalı koruyucu mekanizmaların pek olmadığı düşünülür-
sında irsî ve/veya hayat tarzıyla alakalı başka faktörlerin se, YFMŞ’li gıda tüketen (veya tüketmek zorunda kalan,
de etkili olabileceğini belirtiyorlar. YFMŞ karşıtları da bu hatta tüketmek zorunda bırakılan) düşük gelirli birey-
medikal kararsızlığa dayanarak daha kesin bilimsel so- lerin bir anlamda hastalanmaya ve ölmeye bırakıldığı
nuçlar elde edilene kadar YFMŞ üretim ve tüketiminin söylenebilir.
sınırlandırılması gerektiğini savunuyorlar. Ayrıca, YFMŞ
üreticilerinin zaten ABD’nin (ve dünyanın) devleri oldu- Madem ABD’den bahsediyoruz, düşük gelirli demog-
ğu ve işlenmiş gıda sektöründe de ciddi pay (ve kâr) rafisini biraz daha açayım ve meselenin ırk tarafına
sahibi olduklarını işaret ederek YFMŞ destekçilerinin da biraz değineyim. ABD’deki düşük gelirlilerin çoğu
aslında piyasanın büyük aktörlerinin lehine olan koşul- nüfus içerisinde azınlık olarak tanımlanabilecek siyahi
ları savunduklarını vurguluyorlar. (Afrika kökenli Amerikalı siyahlar), Amerikan yerlileri ve
hispaniklerden (Orta ve Güney Amerikalılar) oluşuyor.
Bu iki kol üzerinden tartışılanlar birbiriyle alakasız gözü- ABD’nin orta eyaletlerinde düşük gelirli ciddi bir beyaz
kebilirler. Ama aslında oldukça girift bir şekilde birbirle- grup bulunsa da toplam nüfus içerisinde ve toplam dü-
rine bağlılar. Kilit, YFMŞ’li ürünleri kimin tükettiği nok- şük gelirli nüfus içerisinde bu beyazların oranı çok fazla
tasında duruyor. Destekçilerin savunduğu gibi, ucuz ve değil. Asya kökenli ABD’lilerinse düşük gelirliler içinde-
yerli YFMŞ, birçok işlenmiş gıdanın fiyatını düşürüyor, ki oranı (genel nüfusa oranlarını takip ederek) oldukça
mısır üretimini ve mısır bazlı yan sanayileri destekliyor düşük. Demografik dağılım böyle olunca, yukarıda bah-
ve böylece, düşük gelirli birçok ABD’linin bu ürünlere settiğim tartışmaların ırk boyutları daha da öne çıkıyor.
erişimini kolaylaştırıyor. YFMŞ yerine şeker kullanılma- Söz konusu olan sadece düşük gelirlilerin gıdaya ulaşıp
sı, bu ürünlerin fiyatını arttıracağı gibi ABD’nin şeker ulaşmaması ve sağlık sorunlarına mahkûm bırakılıp bı-
üreten orta ve güney Amerika ülkelerine bağımlılığını rakılmaması değil. Söz konusu olan, daha ziyade, hali
ve onların lehine ülkeden döviz çıkışını da arttıracak. vakti yerinde olan orta ve üst gelirli nüfusun (ki bunlar
Ayrıca mısır fazlasının nasıl değerlendirileceği sorusu- çok büyük oranda beyaz ABD’liler) tercih ettiği lider-
nu gündeme getirecek ve çiftçi desteklerini tartışmaya ler ve sosyal refah politikaları aracılığıyla ağırlıklı olarak
açacak. İşlenmiş gıdalarda -ki burada kahvaltılık gev- beyaz olmayan düşük gelirli grubu içinde bulundukları
rekten kurabiye ve ekmeğe, reçel, marmelat ve ezmeye, ekonomik ve sosyal sıkıntılara terk etmesi.
süt tozundan çay ve kahve bazlı hazır içeceklere, gazlı
içecek ve meyve sularına, hazır kek karışımların mey- Meselenin ırk ekseni bir yana, YFMŞ ile ilgili yapılan
16 GASTRO NİSAN-MAYIS-HAZİRAN
araştırmalar, çıkan medikal sonuçlar ne olursa olsun, kendini eğitmenin bireysel olmasıyla alakalı. Bununla
toplumdaki her kesim, hatta her birey, bu tartışmaya iktidarın, bireye odaklanmasını ve belli normları bireyin
bir taraf olmak zorunda (ya da olmuş durumda). YFMŞ içselleştirmesini sağlamasını kast ediyorum.19 Bunu en
ile ilgili medikal gündemi takip etmeleri, kendilerini kolay tespit edebileceğimiz kurum okullar. Bireyler okul-
YFMŞ ile ilgili olarak bilgilendirmeleri ve gelişmelere da bulundukları süre boyunca ve aldıkları eğitim dolayı-
göre YFMŞ katkılı ürünleri yiyip yememeye karar ver- sıyla bazı davranışların, fikirlerin, eylemlerin, zevklerin,
meleri gerekiyor. Bu da devletin toplumu (ve bireyi) ko- vs. tercih edilebilir, hatta tercih edilmeli olduğunu, bun-
ruyucu rolünün bireylere aktarılması anlamına geliyor. ların dışında kalanlarınsa en iyi ihtimalle kabul edilebilir
Yani, artık neyin tehlike arz ettiğine, hangi davranışla- ancak tercih edilmemeli, en kötü ihtimalle de sapkın,
rın, alışkanlıkların, tercihlerin risk teşkil ettiğine (veya hatta insanlık dışı olduğunu öğreniyorlar. Bu öğrenme,
edebileceğine) birey karar veriyor -ve tabii, verdiği ka- birey odaklı dikkatli bir cezalandırma-ödüllendirme
rarlardan sorumlu oluyor. Eğer bireyler medikal kanının sistemi üzerinden oluyor ve yıllar içerisinde yerleşiyor.
aksine hareket eder de yememeleri gerekenleri yerler- Okul bitip ödüllendirme ortadan kalksa bile (cezalan-
se, sonuçlarına kendi kendilerine katlanmaya zımni rıza dırma genelde şekil değiştirerek devam ediyor) birey
göstermiş oluyorlar. Aksine eğer medikal kanıyı dikka- aynı davranışları, fikirleri, vs.yi tercih etmeyi sürdürüyor.
te alarak karar verir ve buna rağmen yardıma muhtaç Az sayıda birey, aldığı eğitimi kırıp, risk, tehlike ve/veya
duruma düşerlerse, ancak o zaman toplumun desteğini sapkınlıkla ilişkilendirdiği davranışlar, zevkler, eylemler,
hak ediyorlar. vs. ile yüz yüze gelmeyi, bunları keşfetmeyi ve olur da
bunları, öğrendiğinin aksine hoş bulursa, günlük haya-
Bugün ABD’de duyabileceğiniz tartışmaların birçoğu tının, benliğinin bir parçası haline getirmeyi seçebiliyor.
benzer yaklaşımlar içeriyor: Alkolikleri rehabilite etmek
için devlet para ayırmalı mı? Şişman, obez, yüksek tan- Vurgulamak istediğim ikinci doğrultu, bu kendini eğit-
siyonlu, yüksek kolesterollü bireyler daha fazla sosyal me sürecinin, yukarıda değindiğim iktidarın odak de-
güvenlik katkı payı ödemeliler mi? Özellikle kanser has- ğiştirerek cezalandırıcı olmaktan yönetici olmaya baş-
talarının doğal bir ağrı kesici olarak tercih ettiği Hint lamasıyla ilişkisi. İktidar cezalandırıcı olmaktan ziyade
Keneviri (Cannabis sativa) reçeteli olarak satılabilmeli yönetici olmaya başlayınca cezalandırıcı özelliğini yitir-
mi? Alkol ve sigaraya ek vergi uygulanmalı mı? Alkol ve miyor. Aksine, iki iktidar biçimi -cezalandırıcı ve yöne-
sigara üreticilerinin gençleri hedef alan reklam aktivi- tici- bir arada ve iç içe geçerek çalışıyor. Cezalandırıcı
teleri engellenmeli mi? Düzenli egzersiz ve doğru bes- iktidar bireye odaklanırken, yönetici iktidar gruplara,
lenme ile kontrol altında tutulabilecek hastalıklara sahip topluluklara, nüfusa odaklanıyor. Bu da bireysel düzey-
olanlar, hayat tarzlarını düzeltmek yerine ilaç kullanma- de içselleştirilmiş davranışlar, eylemler, fikirler, zevkler,
yı tercih ediyorlarsa, bu ilaçlara devlet desteği verilmeli vs. ile gruplar ve/veya nüfus düzeyinde kabul görmüş
mi? Bunlar toplumdaki birçok birey için çok ciddi so- davranışlar, eylemler, vs. arasında sıkı bir bağ olması-
nuçlar doğurabilecek tartışmalar. Aynı zamanda, gene na neden oluyor. İşte, toplumsal farklılaşma da tam bu
aynı bireyler için, oldukça temel bazı varsayımlarda noktada meydana çıkıyor. Benzer gelir düzeyindeki bi-
bulunuyorlar. Bu varsayımlardan en önemlisi, bireyin reyler, benzer mahallelerde yaşıyor, benzer okullara gi-
her zaman kendini eğitebileceği ve bu eğitimi kullana- diyor, benzer kariyerleri seçiyor, benzer aileler kuruyor,
rak kendini (potansiyel) tehlikelerden koruyabileceği. hafta sonları benzer aktiviteleri kendilerine benzeyen
Böylece hem bireysel hem toplumsal faydanın artaca- komşuları, akrabaları ve/ya da arkadaşlarıyla beraber
ğı ima ediliyor. Buna ek olarak, kendini eğiten, eğitimli yapıyorlar. Yemek tercihleri, restoran tercihleri, iyi va-
bireyin, tespit ettiği (potansiyel) tehlikelerle ilgili doğ- kit geçirme anlayışları, temizlik alışkanlıkları, evlerinin
ru karar vereceği varsayılıyor. Burada ‘doğru karar’ ile bahçe estetikleri birbiriyle örtüşüyor. Kendilerini ait
kast edilen, bireyin riskten kaçınan bir tutum izleyeceği, hissettikleri gruplar içerisinde riskli, yararlı, eğlenceli,
tehlikeli olarak tasnif ettiği davranışlardan, alışkanlıklar- sapkın, heyecan verici, vs. olarak kabul edilen davranış-
dan, tercihlerden uzak duracağı. Uzun vadede bu kendi lar, zevkler, fikirler, vs. sadece bireylerin kendi tercih-
kendini eğitmenin disipline edici etkileri daha net gö- leri olmuyor böylece de; daha ziyade, benzer okullara
rülecek ve birey risk yaratabilecek davranışları baştan gitmenin, benzer meslekler seçmenin, benzer yerlerde
‘sevmeyerek’ (haz verici, ilginç, eğlenceli, yararlı, vs.), yaşamanın -kısacası, benzer hayat tarzının bir sonucu
bu davranışlardan kendi isteğiyle zaten kaçınacaktır. (ve nedeni) oluyor. Tabii bu, grupça kabul edilen ve/
veya tercih edilen davranışların dışındaki davranışların,
Bu noktada bir parantez açarak bahsettiğim kendini zevklerin, fikirlerin, eylemlerin ve bunlara bağlı hayat
eğitmenin ne kadar önemli olduğunu belirtmek istiyo- tarzlarının kabul görmemesi, ötekileştirilmesi anlamı-
rum. Vurgulamak istediğim iki doğrultu var. Birincisi, na da geliyor. Bireyler ve gruplar, bu kabul görmeyen,
NİSAN-MAYIS-HAZİRAN GASTRO 17
ötekileştirilen hayat tarzlarının desteklenmesi, hayatta valtılıklar, ekmekler yerine katkısızları tercih edebilirler.
kalmaya devam edebilmeleri için kaynak ayrılmasına da Hatta çiftçilerle anlaşıp temel gıdaların bir kısmını direk
karşı çıkıyorlar haliyle. temin edebilirler. Kısacası, tüm gıda tedarik zincirlerini
değiştirmeleri mümkün; bunun için hem fırsatları hem
Daha önce değindiğim işin ırkla ilgili kısmını buradan de kaynakları var.
okumak lazım. Beyaz ABD’liler, ülkede yaşayan ‘diğer-
leri’ne inat, ya da ‘diğerlerine rağmen’ ya da ‘diğerleri’n- Orta gelirliler içinse durum bence en muğlak. Verdikle-
den nefret ettikleri için seçtikleri liderler ve destekledik- ri kararların sonuçlarına katlanmak için gelirleri ancak
leri politikalarla çok renkli bir demografiye sahip düşük belli bir noktaya kadar yeterli. O noktayı aştıklarında,
gelirli nüfusu sosyal ve ekonomik sıkıntıya terk etmiyor- düşük gelirli grubuna geçmeleri ve kendilerini eğitmiş
lar. Bu demografiyi, bu demografinin hayatta kalma de- bile olsalar, konuyla ilgili seçim yapma şanslarını kay-
neyimini, tercihlerini, zevklerini, vs.sini anlayamadıkları, betmeleri söz konusu. Güvencesizlik olarak adlandıra-
bu deneyimlerle empati kuramadıkları, bu grubu kendi bileceğimiz bu durum, orta gelirliler için hep daim. Her
gruplarıyla özdeşleştiremedikleri için onları yaşadıkları kararın potansiyel olarak kendilerini o eşiğe getirebile-
koşullara terk ediyorlar. Ötekileşmiş deneyimleri, ter- ceğinin bilincinde, yani hep güvencesizliğin gölgesin-
cihleri, vs.yi hâkim kültürün ve siyasetin içine çekme ça- deler. Güvencesizlikten tek çıkış yolları gelirlerini art-
balarıysa sık sık görünmez (fırsat eşitsizliği) ve görünür tırmak suretiyle hayat kalitelerini yükseltmek. Ancak, iş
(zenginlik) duvarlara çarpıyor. Bu duvarlar, hâkim kül- hayatına binlerce ABD Doları üniversite borcuyla başla-
tür ve siyasetin tek renkliliğini pekiştirirken, toplumsal yan birçok genç ABD’li için bu oldukça zor.
bütünleşme için gereken dili ve zemini de giderek bu
tek rengin tercihlerine endeksliyor. 20 Sonuçta ortaya, Sonuç yerine…
herkesin kendi kültürel, ekonomik ve sosyal adasında Yazıyı daha iyimser bir tonda kapatmak isterdim. Ancak
yaşadığı bölünmüş ve farklılaşmış bir toplum çıkıyor. 21 böyle bir iyimserliği destekleyecek gözlemler ve veri
maalesef elimde yok. Aksine, güvencesizliğin özellikle
Yukarıda bahsettiğim düşük gelirli grupların, bol mısır orta gelirliler için giderek kabul edilen bir hayat tarzı
üretimi ve düşük YFMŞ fiyatları sayesinde daha çok gı- haline geldiğini görüyorum. Fırsatları ve seçme şansla-
daya erişimi olabileceğini öngören analizle bu son ana- rı çok daha sınırlı olan düşük gelirliler içinse tablo çok
lizi yan yana koyalım şimdi. Ortaya enteresan bir tablo daha karanlık. İçinde bulundukları durumun, hayatta
çıkıyor. Bir yandan düşük gelirli gruplar inen fiyatlar ve kalma kapasitelerini açıkça tehdit eden yokluklara dö-
artan ürün çeşitliliği ile daha çok gıdaya erişebilir hale nüşmesi çok daha muhtemel -hatta günlük, olağan bir
geliyorlar. Ancak bu gıdalar, YFMŞ’li gıdalar ve medi- durum. İşte iktidar da tam bu noktada kendini belli edi-
kal kanı ne yönde olursa olsun, bu gıdalarla ilgili seçim yor zaten. Devlet, artık toplumu dış ve iç düşmanlara
şansları oldukça sınırlı. Eğer olur da hastalanırlarsa ve karşı koruma görevinin yanı sıra, kendini mesul saydı-
hastalıkları hayat tarzlarıyla alakalandırılırsa, bu, bu ğı nüfus içerisinde doğru kararları verenlerin (verebi-
grupların, seçim şansları olmayan bir durumda yaptık- lenlerin, verebilme şartlarına sahip olanların) hayatta
ları seçimlerden dolayı cezalandırılmaları anlamına ge- kalmasını, yanlış kararları verenlerin (vermek zorunda
lecek. Dahası, içinde yaşadıkları toplum gerek yaptıkları olanların, vermeyi tercih edenlerin) ölmesini sağlamaya
seçimleri gerek bu seçimleri yapma nedenlerini anla- çalışarak egemenliğini var ediyor. Üstelik bu yeni ikti-
maktan uzak. Hastalığın getirdiği sosyal ve ekonomik dar, öncekilerinin aksine kolay saptanabilir, hızlı değişti-
darlıklarda onları desteklemekten ziyade yalnız bırak- rilebilir de değil. Oldukça yavaş ve netameli kendini var
mayı, bir anlamda onları kaderlerine terk etmeyi uygun ediyor; ve bireyi, toplumu kendisiyle en samimi olduğu
buluyor. yerinden, kimliklerinden, kendine bağlıyor.
Diğer yandan, yüksek gelirli gruplar için bunun tam aksi Ancak ‘umut’ hiç yok da değil. Hatırlarsanız ABD Baş-
bir durum söz konusu. Gelirleri sayesinde, hem YFMŞ kanı Obama, seçim kampanyasında umudu vurgulamış-
hakkında kendilerini eğitmeleri için fırsatları olacak hem tı. Bu umut, toplumsal farklılaşmanın azalmasını, top-
de konuyla ilgili verecekleri kararların getireceklerini ra- lumsal bütünleşmenin artmasını dillendiren, ABD’li be-
hatça göğüsleyebilecekler. Aslında yüksek gelirliler için yazların da Afrika kökenli siyahi bir ABD’liyi başkanları
gıda seçenekleri sadece YFMŞ ekseninde de kırılmıyor. olarak görebileceklerini savunan, siyahilerin toplumsal,
YFMŞ’nin üretildiği GDO mısırla beslenen et, kanatlılar ekonomik, kültürel önemlerini ABD’li beyazların da ka-
ve balıkla da beslenmek zorunda değiller. Bunlar yerine bul etmelerini dileyen bir umuttu. Obama’nın başkanlık
çok daha pahalı olan organik et, kanatlılar ve avlanmış dönemi Türkiye’de nasıl gözüküyor bilmiyorum; ancak
balıkla beslenebilirler. Benzer şekilde, YFMŞ katkılı kah- ABD’de toplumsal bütünleşmeye yeni bir boyut kazan-
18 GASTRO NİSAN-MAYIS-HAZİRAN
dırdığı bence kesin. Bu, ABD’nin her yerinde aynı istik- Global Forum of Producers of Prohibited Plants, «The Heemskerk
rarda olmadı tabii; gene de şimdiye kadar ötekileştiril- Declaration.» 25 Ocak 2016. Transnational Institute. 2 Şubat 2016.
<https://www.tni.org/en/article/the-heemskerk-declaration>.
miş birçok toplumsal unsur için önemli bir adımdı.
Kantorowicz, Ernst H., The King’s Two Bodies . Princeton, NJ:
Princeton University Press, 1997.
Güvencesizliğe ve güvencesizlik üzerinden sağlanan Lefort, Claude, Democracy and Political Theory. Minneapolis:
iktidara karşı daha kökten bir değişim içinse sanırım University of Minnesota Press, 1989.
tepeden değil aşağıdan işe başlanmalı. Bireyleri, kendi- Lefort, Claude, The Political Forms of Modern Society: Bureaucracy,
Democracy, Totalitarianism. Boston: MIT Press, 1986.
lerinden farklı olanı -daha doğrusu, kendilerinden fark-
Machiavelli, Niccolo, The Prince. New York: Penguin, 2003.
lı gördükleriyle- bir araya getirmeye, kaynaştırmaya, McKay, Tom, «What Happens to Your Brain on Sugar, Explained
farklı yaşam tarzlarına, farklı seçimlere ve bu seçimlerin by Science.» 21 April 2014. Mic. WebPage. 1 Mart 2016. <http://mic.
arkasında yatan nedenleri anlamaya ve bunlara saygı com/articles/88015/what-happens-to-your-brain-on-sugar-explai-
göstermeye özendirmeye gerek olduğunu düşünüyo- ned-by-science#.flpU9ZtXy>.
Saturday Night Live. «The Day Beyoncé Turned Black.» 14 February
rum. Bunların olabilmesi içinse özellikle eğitimin, ama
2016. YouTube. Video. 1 Mart 2016. <https://www.youtube.com/wat-
aynı zamanda şehir planlamasının, ulaşımın, medyanın ch?v=ociMBfkDG1w>.
fırsat eşitliğini öne çıkaran bir yaklaşımla yeniden ya- Schmidt, Eleina, «This is your brain on sugar: UCLA study shows
pılandırılması gerekiyor. Yani, ‘istenmeyenlerin’ gözden high-fructose diet sabotages learning, memory.» 15 May 2012. UCLA
ırak ‘ghettolara’ tıkıldığı bir düzenden hâkim medyada Newsroom. WebPage. 1 Mart 2016. <http://newsroom.ucla.edu/
releases/this-is-your-brain-on-sugar-ucla-233992>.
kendilerini, kendi hikâyelerini temsil edebildikleri bir dü-
Schmitt, Carl, Political Theology. Chicago: University of Chicago
zene geçilmesi gerekiyor. Gelir eşitsizliklerini ortadan Press, 2016.
kaldırmak daha meşakkatli ve radikal girişimler gerek- Shaikh, Zeeshan, «Maharashtra bans beef, 5 years jail, Rs 10,000
tirebilir; ancak, fırsat eşitsizliklerini ele almak ihtimaller fine for possession or sale.» 4 March 2015. The Indian Express.
dâhilinde. Hatta belki de toplumsal bütünlüğü sağla- Webpage. 1 Mart 2016. <http://indianexpress.com/article/india/
india-others/beef-banned-in-maharashtra-5-yrs-jail-rs10000-fine-
mak için tek çözüm. Zaten ABD’nin de bu konuyla ilgili
for-possession-or-sale/>.
uzun ve başarılı sayılabilecek bir deneyim birikimi var. Sophocles, The Three Theban Plays: Antigone; Oedipus the King;
Oedipus at Colonus. Çev. Robert Fagles. New York: Penguin, 1984.
Bu noktada gene günlük siyasete geliyoruz. ABD’lilerin The Corn Refiners Association, «About High Fructose Corn Syrup.»
bu deneyim birikimini kullanıp kullanmayacakları, fırsat tarih yok. The Corn Refiners Association. WebPage. 1 Mart 2016.
<http://corn.org/products/sweeteners/high-fructose-corn-syrup/>.
eşitsizliklerine karşı nasıl bir tavır alacakları günlük si-
Wikipedia, «Cattle slaughter in India.» 4 February 2016, Webpage.
yasetin konusu. Yaklaşan seçimlerden çıkacak sonuç, 1 Mart 2016. <https://en.wikipedia.org/wiki/Cattle_slaughter_in_
uzun vadede ABD’nin fazla mısır üretiminden çiftçilere India>.
verilen desteklere, YFMŞli ürünlerin etiketlenmesinden, Wikipedia Commons, «High Fructose Corn Syrup.» 20 February
araştırma-geliştirmeye daha fazla kaynak ayrılmasına 2016. Wikipedia, WebPage. 1 Mart 2016. <https://en.wikipedia.org/
wiki/High_fructose_corn_syrup#United_States>.
kadar birçok önemli meselenin (şimdilik) karara bağ-
lanmasına neden olabilir. En azından, ne yedikleri konu-
sunda çok da seçme şansı olmayanların cezalandırılma- 1. Egemenlik derken üstünlükten, bir ilişkinin şartlarını belirliye-
masını sağlayabilir. Umutlu olmak ruhun gıdası... bilmekten, bir diğerine hükmedebilirlikten (diğer bir deyişle,
diğerine karşı hakem (arabulucu), hakim (adalet bulucu/
verici), hekim (iyileştirici, dengeleyici, bütünleyici) olabilmek-
Peki ya Türkiye? Bir sonraki pasta yiyişinizde bu mese-
ten) bahsediyorum. Bu tanım aslında oldukça ucu açık bir
leleri bir de Türkiye üzerinden düşünün. Şimdiden afi- tanım ve siyaset bilimcilerin sık sık referans verdiği Westphalia
yet olsun. Anlaşması çıkışlı egemenlik tanımıyla ilişkili olmasına rağmen
farklı.
Kaynakça 2. Sophocles, The Three Theban Plays: Antigone; Oedipus the
BBC, «India’s Maharashtra state bans beef.» 3 March 2015. BBC King; Oedipus at Colonus. Çev. Robert Fagles. New York:
News. Webpage. 1 March 2016. <http://www.bbc.com/news/wor- Penguin, 1984. Özetlemek gerekirse, Antigone’un kardeşlerin-
ld-asia-india-31712369>. den ikisi Thebes iç savaşı sırasında karşı saflarda yer alırlar ve
Foucault, Michel, Discipline and Punish: Birth of the Prison. New birbirlerini öldürürler. Savaş sonrası yeni kral olan Creon, kar-
York: Vintage Books, 1995. deşlerden taraftarı olanın gömülmesini, isyankâr hatta hain ad-
Foucault, Michel, History of Sexuality Volume I: An Introduction. dettiği diğerininse gömülmemesini, cesedinin kurda kuşa yem
New York: Vintage Books, 1978. olacak şekilde teşhir edilmesini emreder. Antigone, kralın yasa-
Foucault, Michel, Security, Territory, Population. Dü. Michel sındansa ilahi kurallara ve/yahut toplumsal geleneklere uymayı
Senellart, ve diğerleri. Çev. Graham Burchell. New York: Palgrave seçer ve kardeşini gömer. Sonunda da Creon tarafından diri
Macmillian, 2007. diri bir mağaraya kapatılmak suretiyle ölümle cezalandırılır.
Foucault, Michel, Society Must Be Defended. New York: Picador, Oysa işler Creon’un tahmin ettiği biçimde gitmez. Antigone,
2003. kapatıldığı mağarada intihar eder. Creon Tanrılardan af dileye-
Foucault, Michel, The Birth of Biopolitics. New York: Picador rek isyankâr kardeşi gömse de oyunun sonunda Creon’un hem
Palgrave MacMillan, 2008. oğlu Haemon hem de eşi Eurydice ölmüştür. Krallığı devam
NİSAN-MAYIS-HAZİRAN GASTRO 19
20 GASTRO NİSAN-MAYIS-HAZİRAN
NİSAN-MAYIS-HAZİRAN GASTRO 21
ABD’NIN ALKOL
YASAKLARI VE
KÜKREYEN 20’LER,
DEPRESIF 30’LAR
22 GASTRO NİSAN-MAYIS-HAZİRAN
Bu yıllar, aynı zamanda, ABD tarihine damgasını vuran ne gibi cezalar verileceğinin de hukuken düzenlenmesi
bir resmi uygulamanın da hayata geçirildiği senelerdi. gerekiyordu. Özetle, söz konusu anayasa değişikliği, sa-
ABD’de 1920-1933’te uygulamada olan “alkol yasakları”, dece federal hükümet ve eyaletlere, alkol yasağını uy-
20. yüzyıl tarihinin fazla anımsanmayan, Türkiye’de de gulamak için gerekli diğer hukuki düzenlemeleri yapma
pek bilinmeyen bir yüzü. imkanını tanıyordu.
“Prohibition” yani “Yasak” adıyla bilinen bu dönemin 1917’de Kongre ve Temsilciler Meclisi’nin onayını alan
kapısını, ABD Anayasası’na eklenen 18. Değişiklik Mad- Anayasa değişikliğini resmen yürürlüğe sokan, 1919’da
desi açtı. “Dry Crusaders” yani tam çevirisiyle “Kuru kanunlaşan ve Volstead Yasası olarak anılan düzenle-
Haçlılar” olarak bilinen bir grup taşralı, muhafazakar ak- me oldu. Ve sonunda, 16 Ocak 1920’den itibaren, ABD
tivist, gerek Cumhuriyetçi gerekse de Demokratlar ara- genelinde içki yasağı resmen başladı. Aslında, “içki ya-
sında kendilerine ciddi bir taban buldu. Ve söz konusu sağı” derken, bahsettiğimiz hukuki düzenlemelerin be-
değişiklik için siyaseti etkilemeyi başardılar. Anayasaya raberinde getirdiğinin, “sarhoş edici ve keyif verici” ola-
yapılan değişiklikle beraber, ABD genelinde alkollü içe- rak tanımlanan içeceklere erişimi zorlaştırmak olduğu-
ceklerin üretimi, satışı, ithalatı, dağıtımı ve ulaşım yoluy- na dikkat çekelim. Sonuçta, uygulamada, hiçbir zaman
la taşınması tamamen yasaklandı. Anayasa değişikliği tam manasıyla, içki tüketimini ülke genelinde imkan-
ile beraber çıkartılan“Volstead Act”, yani “Volstead Ka- sızlaştırmak mümkün olmadı. Gene de, yazı boyunca,
nunu” olarak bilinen kanuni düzenleme de alkol yasak- “alkol yasağı” terimini kullanmayı tercih ediyorum; zira,
larının kapsamını son derece detaylı biçimde tanımladı. hukuken ve siyaseten hedeflenen tam da, keyif verici
ve sarhoş edici bir madde olarak alkol kullanımını ülke
Bu yasa çerçevesinde içki bulundurmak, federal çapta, genelinde yok etmekti.
yani ABD genelinde “suç” değildi. Buna karşılık, bir çok
eyaletteki federal düzenlemeler, herhangi bir biçimde Volstead Kanunu’nun kendisi de şu üç temel düzenle-
içki bulundurulmasını da tamamen yasaklıyordu. Bu ya- meyle, ABD genelinde alkole erişime kısıtlamalar geti-
zıda, bireysel özgürlüklere büyük vurgu yapan bir yasal riyordu:
ve siyasi sisteme sahip olan ABD’nin nasıl olup da içki
yasağı getirdiğini ve bu yasak süresinde yeme-içme • “Alkollü içki” statüsüne giriyor olarak sınıflan-
alışkanlıklarının nasıl değiştiğini inceleyeceğiz. dırılan içecekleri hukuken “yasaklı madde” kıl-
mak.
Anayasa’nın 18. Değişiklik Maddesi ve Volstead • “Alkollü içeceklerin” pazarlanmasını engelle-
Kanunu: Vetoya rağmen Yasak mek.
ABD Anayasası’nında değişiklik yapan 18. Madde • Tıbbi, endüstriyel ve dini amaçlarla (örneğin
(Amendment XVIII) 1 Ağustos 1917’de Senato’nun gün- kilisedeki şarap ayinleri) kullanılacak alkolün
demine geldi. Senato’da, 65 onay oyuna karşılık, 20 red üretim, satış ve naklini sıkı bir denetim meka-
ile geçen Anayasa değişikliğine Demokratlar da Cum- nizmasına bağlamak.
huriyetçiler de ağırlıklı olarak destek verdi. Demokrat-
lar’dan 36 senatör, içki yasağına onay verirken, 12 sena- Dönemin ABD Başkanı Woodrow Wilson, Volstead Ka-
tör de red oyu verdi. Buna karşılık, Cumhuriyetçi sena- nunu’nu veto etti. Wilson’un 27 Ekim 1919’daki veto ka-
törlerden 29’u anayasa değişikliğini onaylarken, 8’i red rarının daha günü dolmadan, Temsilciler Meclisi, veto
oyu verdi. Ve böylelikle, Anayasa değişikliği yapan 18. kararını reddetti. Senato ise vetoyu red konusundaki
Madde, Temsilciler Meclisi’nin önüne gönderildi. Aralık kararını bir gün sonra, 28 Ekim’de verdi. Görüldüğü
1917’de de, Temsilciler Meclisi’nde 282 destek oyuna üzere, 13 yıl boyunca yürürlükte kalacak olan alkol ya-
karşı 128 red oyu ile alkol yasağının yürürlüğe girme sü- sağı konusundaki hukuki düzenlemeler, oldukça geniş
recinde büyük bir adım daha atılmış oldu. tabanlı bir siyasi konsensüs ile hayata geçirildi.
Anayasa değişikliğinin nasıl uygulanacağının da hukuki ABD, 1920-1933 arasında neden alkolü yasak-
düzenlemelerle açıkça belirlenmesi gerekiyordu. Zira, lama yoluna gitti?
Anayasa’da değişiklik yapan 18. Madde “keyif verici ve Pek de kolay değiştirilmeyen, hatta değiştirilmesine
sarhoş edici içkilerin” üretimini, satışını, naklini, ABD “tabu” gözüyle bakılan ABD Anayasası’nda değişik-
genelinde tamamen yasaklıyordu. Ancak, değişiklik lik yapan 18. Madde ve Volstead Yasası’ndan önce, 18
maddesinde bahsi geçen “keyif verici ve sarhoş edici Kasım 1918’de, ABD Kongresi, alkolü yasaklayan bir
içkilerin” neler olduğunu açıkça detaylandırmıyordu. kanunu zaten onaylamıştı. “Savaş Zamanı Yasak Kanu-
Ayrıca, bu gibi içecekleri üreten, satan, nakledenlere nu”, yüzde 2,75’ten yüksek alkol içeriği olan içeceklerin
NİSAN-MAYIS-HAZİRAN GASTRO 23
satışını zaten yasaklamıştı. Fakat, Savaş Zamanı Yasak olarak güvenlik güçlerinin radarının altında kalmak iste-
Kanunu, 30 Haziran 1919’da yürürlüğe girdi ve 1 Tem- diklerinden, yerlerinin fazla bilinmemesi gerektiğinden
muz 1919’da yürürlükten kalktı. Son derece kısa ömürlü bunlara “Speakeasy” adı takılmıştı. Ancak, 19. yüzyıl-
bu yasaya, “Susamış Bir” adı takıldı; bu takma isim, bir daki “Speakeasy”ler yaygınlaşmadan, bir alt kültür ör-
günlüğüne yaşanan mahrumiyetle dalgasını geçiyordu. neği olarak kenarda köşede kaldı gitti. Ne zamanki içki
Yasanın kısa ömürlü olmasının nedeni, amacının tama- yasakları başladı, işte o zaman da, Speakeasy’ler ABD
men ve sadece tahıl gibi gıda kaynaklarının Birinci Dün- geneline yayıldılar. Hatta, yasak döneminde, Speake-
ya Savaşı boyunca yiyecek olarak kullanılmasını sağla- asy’lerin, Amerikan kültürünü etkileyen başlıca sosyal-
mak olmasıydı. Diğer bir deyişle, savaş nedeniyle gıda leşme mekanlarından birine dönüştüğünü öne sürmek
kaynaklarının dikkatli kullanılması, herhangi biçimde dahi mümkün. Siyahlarla Beyazların “karışık” olarak git-
“israf” yapılmaması hedefleniyordu. Tahıl, meyve, şeker tiği ilk sosyal mekanlardan biri “Speakeasy”ler idi. Tabii,
veya her türlü temel gıda maddesinin, alkol yapımında “sadece Beyaz” veya “sadece Siyahların” gittiği Spea-
kullanılması da, bir tür “israf” olarak görülmüştü. Birinci keasy’ler de vardı. “Siyah-Beyaz karışık” olan Speake-
Dünya Savaşı, 18 Kasım 1918’de imzalanan ateşkes ile asy’lere ise esprili biçimde, “Black and Tan”, “Siyah ve
resmen bitince, alkol yasağının gecikerek devreye gir- Güneş Yanığı” adı veriliyordu.
mesi de saçma ve tuhaf bir durum yaratıyordu. O ne-
denle, bu ilk alkol yasağı, 24 saatlik bir ömre sahip ol- Amerikan kültüründe, alkol yasağının ortaya çıkmasının
muştu. neden olduğu, “Siyah ve Güneş Yanığı Speakeasy”lerin
bıraktığı önemli izlerden biri, “Harlem Rönesansı” (Har-
Buna karşılık, alkol yasağını hayata geçirmek isteyen lem Renaissance) oldu. New York’un, Siyahların ağırlıklı
bir siyasi taban oluşmuştu bile. Taşradaki muhafaza- olarak yaşadığı Harlem semtinde yaşanan, kültürel ve
kar Protestanlar, modernleşme ve şehirleşme süreçle- sosyal alanlarda yaratıcılığın müthiş bir canlılık içinde
rinden rahatsızlık duyuyor; 1920’lere giden yıllardaki olduğu bir dönem yaşandı. 1918’de başladığı kabul edi-
başdöndürücü sosyoekonomik değişim sürecini tehdit len Harlem Rönesansı 1930’ların ortalarına kadar sürdü.
olarak algılıyorlardı. Ancak, Harlem’in, içki yasağı döneminde renkli mekan-
larıyla, New York’un ortasında gece hayatı bakımından
Alkol yasağı fikri, 19. yüzyılda ortaya çıkan “İlericilerin” bir “vaha” gibi kaldığı kabul ediliyordu. Ve Harlem’deki,
ortaya attığı bir yaklaşımdı. Progressives, yani İlericiler, Speakeasy’ler her sınıf ve kökenden New Yorklular ara-
sosyal ve toplumsal sorunları çözmeyi kendilerine amaç sında özellikle popülerleşti.
biçmişlerdi. Kumar, uyuşturucu ve alkol kullanımı gibi
konuları, topluma büyük tehdit addeden İlericiler, “top- Öte yandan, Kanada’ya komşu Michigan Eyaleti’nin en
lumsal ahlakı” tesis edebilmek için aktivistler olarak sivil büyük kenti Detroit de alkol yasağı sırasında bir sınır
toplumda, siyasette faaliyet gösteriyorlardı. Protestan- şehri olmanın “avantajı”nı yaşadı. Erie Gölü’nün bir kör-
lar ve Katolikler, taşralılar ve kentliler gibi toplumsal fay fez halinde Detroit Nehri’ne doğru sokulduğu, Kanada
hatları oluşturan bu tarz “ahlaki aktivizm”, alkol yasağı ve ABD’nin birbirine çok yakınlaştığı suyla çizilmiş sınır,
konusunda bir kutuplaşma yaratmıştı. 20. yüzyılın ba- tam bir kaçakçılık merkezine dönüştü. Özellikle kışın,
şından itibaren ABD genelinde ciddi bir tartışma konu- Detroit Nehri donduğunda, bu nokta adeta bir “kaçak
su haline gelen “alkol tüketmek veya tüketmemek” me- içki otobanına” dönüşüyordu. 1930’da da, nehrin altın-
selesinde, yasağı destekleyenlere “Kurular” (Dries) ve dan geçen ve Detroit ile Kanada’nın Windsor kentlerini
yasağa karşı olanlara “Yaşlar” (Wets) adları takılmıştı. bağlayan tünel açıldığında kaçakçılar mevsim de tanı-
maz oldu.
Yaşanan toplumsal kutuplaşma dışında, bu hukuki dü-
zenlemeler ne gibi toplumsal sonuçlar doğurdu; içki tü- Yasak, dünya tarihinde her zaman ve her yerde olduğu
ketimi ABD genelinde, bu yasaklama sonucu nasıl etki- gibi, insan zekasının kurnazlığa, yasakların engellerini
lendi, şimdi de bu konulara bakalım. aşmaya doğru işlemesine de neden oluyordu. Tam da
bu nedenle, klasik bar veya lokanta formatında olanlar
“Speakeasy”lerin doğuşu ve gangsterlerin kadar oldukça tuhaf düzene sahip Speakeasy örnekle-
yükselişi ri de vardı; müşterilerin, herhangi bir “atraksiyon” için
19. yüzyıl sonunda, Pennsylvania eyaletinde, içki satış li- gidilen mekanlarda, mesela, bir hayvanın sergilendiği
sansı olmayan, ucuz alkolün satıldığı, “Kısık Sesle” veya bir sahne çevresine sıralanan masalara oturup, garsona
“Fısılda” olarak çevirebileceğimiz bir adı olan mekan- fısıldayarak içki istedikleri örnekler gibi. Veya, garson
lar türemişti; yani “Speakeasy”ler. Bu tür yasadışı içki ya da mekan sahibinin hiç gözükmediği, ahşap panel-
ticareti, yani servisi ve satışı yapan mekanlar, doğal lerle müşteri kısmı ile servis kısmının ayrıldığı ve içki
24 GASTRO NİSAN-MAYIS-HAZİRAN
servisinin arada açılıveren küçük pencerelerden ya- Kulağa kaçan kar suyu: Yasaktan, ölçülüğe
pıldığı “anonim” mekanlar da söz konusu olabiliyordu. geçiş
Speakeasy’lerin, kadınlara çalışma alanı açtığına ilişkin 22 Mart 1933’te, Başkan Franklin Roosevelt seçilir se-
yorumlar da yapılıyor. Sadece erkeklerin olduğu me- çilmez ilk yaptığı işlerden bir tanesi, bira ve alkol içeriği
kanlardansa, kadınların da çalıştığı Speakeasy’ler tercih yüzde 3,2’ye kadar olan içeceklerin üzerindeki yasakları
ediliyordu. kaldırmak oldu. Bira ve hafif alkollü şarapların, ABD’de,
yeniden üretilebilmesi, pazarlanabilmesi ve naklini ser-
Peki, Al Capone, Lucky Luciano, Dutch Schultz gibi best bırakan bu kanun, “Cullen-Harrison Yasası” adıyla
isimler size tanıdık geliyor mu? Bu adlar, tarihin en ünlü anılıyor. Bu karardan dokuz ay sonra ise belirttiğimiz
gangsterlerinden bazılarınınkiler... Bu karakterler, alkol gibi, 5 Aralık 1933’te, içki yasağını başlatan, Anayasa’da
yasaklarıyla beraber, 1920-30’larda namları, servetleri değişiklik yapan 18. Madde’nin kaldırılması adımı atıldı.
ve nüfuzları büyümüş kimseler. Çok da ironik biçimde, Değişiklik yapan 18. Madde’nin yerini alan 21. Madde li-
İlericiler, alkol yasaklarını savunarak ve hayata geçme- sansı olmayanların içki satışı yapmasını ve üretmesini
lerini sağlayarak, gansterlerin önünü açtıkları bir döne- yasakladı; ancak, diğer lisans sahibi olanlara izin vere-
min yaşanmasına neden oldular. rek yaklaşık 13 yıllık yasağı kaldırdı. Günümüz ABD’sin-
de hala damıtılmış içkilerin, lisans sahibi olmayanlarca
Al Capone’u ele alırsak, içki yasakları, bu meşhur gan- üretilmesine izin yoktur.
gsteri, daha 20’li yaşlarında, Amerika’nın bir numara-
lı organize suç liderlerinden biri haline getirdi. New 1920’lerde, içki yasağı süresince ve hatta ertesinde
York’ta, Brooklyn’de doğan Al Capone, “kariyerine”, ko- 1940’larda ABD genelinde alkol kullanımı düştü. Ancak,
ruma olarak başladı. Kaderini değiştirip, dünya tarihinin aynı dönemde, sadece ABD değil, dünya genelinde,
en namlı mafya babalarından birine dönüşmesine iki alkol tüketiminde ipin ucunun kaçırılmaması gerektiği
dönüm noktası yol açtı: Bir tanesi, yasadışı içki üreten genel olarak tanınan bir norm haline zaten, konuyla il-
mafya patronu Johnny Torrio’nun koruması ve sağ kolu gili tıbbi bilgilerin yaygınlaşması sonucu, dönüşmektey-
olması. İkincisi ise, içki yasağının getirilmesi. Şikago’ya di. Yani, ABD’deki içki yasağının halk genelinde, fazla
yerleşen Capone, burada şiddeti araç olarak kullana- alkolün zararları konusunda bir bilinçlenme yarattığını
rak servetine servet kattı. Bir yandan, kaçak içki üre- öne sürebiliriz. Diğer bir deyişle, ABD halkının kulağına,
timi ve satışı konusunda “uzmanlaştı” -öte yandan da, içki yasakları nedeniyle, içki içmek konusunda kar suyu
yardım örgütlerine bağışlar ve sosyal etkinliklerde boy kaçtı.
göstermek yoluyla kendini, zenginlerden alıp yoksulla-
ra veren bir “modern çağ Robin Hood”u gibi lanse etti. İçki yasağının en büyük etkisi ise, kültürel bakımından
Şikago’nun Belediye Başkanı, Cumhuriyetçi Parti’nin oldu. Siyahlar ve beyazlar arasındaki mekansal ayrım-
politikacısı William Hale Thompso ile sıkı ilişkiler kur- ların aşıldığı eğlence yerleri oluştu. Çok da ironik bi-
ması, yani onu rüşvet çarkına dahil etmesi Capone’na çimde, kadınlar gece hayatında daha fazla yer alır oldu.
“yasal dokunulmazlık” sağlıyordu. Ancak, Capone’nun Zira, sözünü ettiğimiz gibi, sadece erkeklerin çalıştığı
hayatında başka bir dönüm noktası, 14 Şubat 1929’da veya müşterisi olduğu “Speakeasy”lere rağbet azdı.
gerçekleşen “Sevgililer Günü Katliamı” oldu. Bu olayda,
rakip çetelerin çatışması sonucu, Şikago’da yedi kişi öl- 2000’lerin sonuna doğru “Speakeasy” havalı, retro
dürüldü. Bu kanlı olay, tüm ABD’de şok yarattı ve içki gece kulüpleri yeniden moda oldu. Tabii, 1920-30’larda-
yasağının yaygın olarak sorgulanmaya başlamasına kilerin aksine, bu Speakeasy’lerin lisansları var ve yap-
neden oldu. Capone da gittiği yerlerde alkışlarla kar- tıkları herşey yasal! Bu Speakeasy’ler, “Kükreyen 20’ler”
şılanırken, birden gazete manşetlerinden, “Halkın Bir döneminin esintilerini taşıyan dekorları ve menüleri ile,
Numaralı Düşmanı” ilan edildi. Sadece Capone değil, geçmiş nostaljisi yapıyor. Yasaklara, yasakların türettiği
tüm mafya patronları, ABD için büyük tehdit olarak gö- gangsterlere rağmen, o dönemin de bir havası olduğu-
rülmeye başlandı. Medya, mafya liderlerinin kaçak içki nu ve en başta da bahsettiğimiz gibi o dönemlerde mi-
bağlantıları üzerine haberler yayınlamaya başladı. Alkol mariden müziğe, ışıltılı, ihtişamlı bir dönem yaşandığını
yasaklarının kaldırılması gerektiğini savunanlar, alkollü da inkar edemeyiz.
içeceklere yüksek vergi getirilmesinin daha mantıklı bir
resmi uygulama olacağını savunmaya başladı. Ve so-
nunda, 5 Aralık 1933’te, bir yasak daha söz konusu oldu;
alkol yasağının kendisi yasaklandı. ABD Anayasası’nı
değiştiren 21. Değişiklik Maddesi yasalaştı ve böylelikle
18. Değişiklik Maddesi yürürlükten kaldırıldı.
NİSAN-MAYIS-HAZİRAN GASTRO 25
KAHVENİN İKTİDARLA
SINAVI
“Kahvenin olmuşu değirmene girmez.” bu nokta önemlidir, zira içki içme davranışını derinden
Kâtip Çelebi etkilemiş ve hatta değiştirmiş olduğu söylenebilir.
26 GASTRO NİSAN-MAYIS-HAZİRAN
verdiğini öğrenince, bununla mücadele etmenin inan- liyor ve bunun için özel eğlenceler tertip edebiliyordu.
cın gereği olduğu düşüncesiyle kahveyi yasaklatmıştı. 5 Programda yer alan bir meddah oldukça sık rastlanan
Bu yasak bundan böyle kahve üzerine hiç bitmeyecek bir eğlence türü idi. Ya da bir Karagöz oyunu seçenek-
tartışmaların da başlangıcını oluşturmuştu. Öyle ki, tıb- ler arasında yer alabilmekteydi. 9
bi uygulamalarda bile kahvenin kullanımının caiz olup
olmadığı üzerine bir uzlaşma sağlanamamıştı.6 Kahvenin İslam dünyasına girmesiyle hemen her köşe-
de ortaya çıkan kahvehaneler insanların yaşam biçimle-
Osmanlı coğrafyasına kahvenin gelmesi ise 1543 yılında rini ciddi olarak değiştirmişti. Her şeyden önce insanlar
Kanuni döneminde gerçekleşmişti. Gemilerle İstanbul’a arasındaki haberleşme ve temas oranı artmış, bilgi pay-
gelen kahve kısa süre sonra buradan Avrupa’ya da geç- laşımı hızlanmış, memleket meseleleri daha fazla kafa
mişti. Kahvenin İstanbul’a gelişiyle yaygın hale gelmesi yorulan konular arasına yükselmişti. Onun ötesinde
ve kahvehane adlı mekanların açılması arasındaki zaman zaten günlük yaşam tümüyle etkilenmişti. Bir kahvenin
çok azdır. Gelişme o denli hızlıdır ki, ilk kahvehanelerin kırk yıllık hatırı bu sayede inşa olunmuş toplumsal bir
1555 yılında açıldığı bilinmektedir ve hızla çoğalmışlar- vefa duygusu idi. Özellikle dışarıda yeme davranışı ol-
dır. Evliya Çelebi 1630 yılında İstanbul’da 55 kahvehane mayan bir kültürde bu tür mekanlar insanları dışarıya
ve buralarda çalışan 100 ocakçı ve çırak olduğu bilgisi- teşvik etmiş olmalı. Kahve ve kahvehaneler, yeni mes-
ni verir. Ona göre bu meslek erbabının piri Şeyh Şâzeli lekler ve ticaret yollarını açtığı gibi, mimari olarak da
Hazretleridir. Kendisi Veysel Karanî’ye hizmet etmiş bir kent yaşamına renk getirmişti.
pirdir. II. Selim ve III. Murat dönemlerinde de kahvehane
sayısının 600’den fazla olduğu bilinmektedir.7 Kahvehanelerin Osmanlı coğrafyasındaki bu hızlı yayı-
lımları, beraberinde büyük tepkileri de getirmişti. Kah-
Kısa sürede İstanbul’un popüler mekanları haline gelen vehanelerin kötü mekanlar olduğuna dair muhafazakar
kahvehanelerin nasıl bir işlev üstlendikleri, müdavimle- kesimden yükselen sesler yönetimde de karşılık bulma-
rine neler vadettikleri hakkında bir genelleme yapmak ya başlamıştı. “Bunların kopardığı patırtı o kadar yaygın-
mümkün olmasa da buna dair çok şey söylenebilir, zira laşır ki Şeyhülislâm Ebussuut Efendi bile -Kur’an’da kah-
farklı görüşler de bulunmaktadır. Kimi yazarlar kahve- veyle ilgili tek sözcük olmadığı halde- kömürleşme de-
hanelere gidenler arasında beyler-paşalar olduğunu recesinde kavrulan her şeyin yasak olduğu üzerine fetva
ileri sürmekteyken, başkaları kahvehaneleri ayaktakımı verir ve kahve çuvallarını deldirip denize attırır. Ama Şey-
mekanları olarak damgalarlar. Örneğin Venedik balyosu hülislamın fetvasını padişah evetlememiştir. Bu yüzden
Gianfrancesco Morosini 1585’te kahvehane müşterileri- halk üzerinde çokça etkili olmaz. Halk yine kahvelere gizli
ni şöyle tanımlamıştır: gizli gider. Ne var ki, başta Hasanbeyzade olmak üzere
birçokları yine kahveleri fesat yatağı saymayı sürdürürler.
“Bütün bu insanlar pespaye giysiler içinde, işi gücü pek Sonunda III. Murat zamanında kahveler kapatılır, dahası
olmayan, bayağı kişiler; öyle ki genellikle bütün vakitlerini kahve içmek de yasaklanır.”10
boş geçiriyorlar. Sürekli olarak burada oturuyorlar ve eğ-
lence için dükkanlarda ve sokaklarda, herkesin önünde Kahve içmenin dinen caiz olmasıyla ilişkili tartışmalar
caveé dedikleri bir tohumdan elde edilen, dayanabilecek- yasaklara rağmen devam etmişti. Sonunda özellikle
leri kadar kaynar kara bir sıvıyı içme gibi bir alışkanlıkları Şeyhülislam Bostanzade Mehmet Efendi’nin (1539-
var (...) ve [bu sıvının] insanı uyanık tutma özelliği olduğu 1605) kahvenin kömürleşmeden kavrulduğu üzerine
söyleniyor.”8 fetvasıyla III. Murat da yasağı kaldırmıştı. 1592 tarihin-
den sonra artık her köşe başında bir kahve bulunmak-
Kahvehanelerin yaygınlaşmasıyla evde misafir ağırla- taydı İstanbul’da. Ancak kahvehanelerin ve kahvenin
maya bir alternatif de ortaya çıkmış oldu. Önceleri eve Osmanlı iktidarıyla sorunları bitmek bilmemiştir. Devlet
davet ettikleri misafirleri için düzenleyecekleri sofralara her zaman muhalefetin toplantı alanları olarak gördüğü
çok para harcayan insanlar, kahvehanede daha küçük ve hiçbir zaman sempatiyle bakmadığı bu mekanlarla
bir meblağ ile eğlenebiliyor, hasret gideriyorlardı. Kah- uğraşmaya devam etmişti. Kısa sürede sonuç da alın-
vehaneler aynı zamanda sosyalleşme ve dünyadan ha- maya başlanmış, beklenen gerçekleşmişti; bu kez IV.
ber alma mekanları olarak da işlev görüyorlardı. Bunun- Murat 1633 yılında sadece İstanbul değil, bütün Osman-
la birlikte bilim, sanat ve edebiyat tartışmalarına da ev lı şehirlerinde kahvehaneleri ve kahveyi yasaklamıştı.11
sahipliği yapabiliyordu. Ya da herkesin ilgisini çekecek Bunda aynı yıl çıkan İstanbul yangınının da büyük rol
bir oyun da görülebilmekteydi. Satranç, mangala ve ba- oynadığı düşünülmektedir. IV. Murat bu yasağa uyma-
his oyunları bunlar arasında sayılabilirdi. Çoğalan kah- yanları ölümle cezalandırıyordu. Nitekim Edirne’de ya-
vehaneler, müşteri toplayabilmek için rekabete girişebi- sağa uymayan kahvehanecilerin idam edildiği bilinmek-
NİSAN-MAYIS-HAZİRAN GASTRO 27
28 GASTRO NİSAN-MAYIS-HAZİRAN
NİSAN-MAYIS-HAZİRAN GASTRO 29
KAHVE ÇEKIRDEĞINE
GENEL BAKIŞ:
DEVLET POLITIKALARI,
ÜRETICILER,
TÜKETICILER VE
TRENDLER
30 GASTRO NİSAN-MAYIS-HAZİRAN
leri’nin komünizmin Güney Amerika’yı saracağı korkusu yüzyılın başında olduğu gibi sadece bir ürün olarak de-
bölgedeki hükümetleri bir kez daha üretimi ve fiyatları ğil bitkinin büyütülmesinden hasat edilmesine, hasa-
kontrol etmeye yönlendirmiştir. Böylelikle dünyanın en dından işlenmesine, işlenmesinden kavrulmasına, kav-
çok kahve üreten ülkelerine üretim ve ihracat kotaları rulmasından demlenmesine ve son olarak tüketilmesine
koyan Uluslararası Kahve Antlaşması (ICA) 1962 yılın- kadar her anının, aynı şarap gibi, önem taşıdığı artizan
da hayata geçmiştir. 1975-1977 yılları arasında yaşanan bir ürün olarak ele alınmaktadır.
hava şartları kahve fiyatlarının aniden yükselmesine ve
kota sisteminden vazgeçilmesine sebep olmuştur. 1989 Bu noktada, kahve, geçirdiği ekonomik ve kültürel yol
yılında ise ICA’in geçerliliği kalmamıştır. 5 Uluslararası haritası açısından ele alındığında, en önemli hususlar-
Kahve Organizasyonu (ICO) tarafından 1994, 2001 ve dan biri, makro devlet politikalarının yanı sıra doğrudan
2007 yıllarında yeniden gözden geçirilen antlaşma ha- ticaretin (direct trade) hayata geçmiş olmasıdır. Doğ-
len aktif olup kotacı zihniyetten uzaklaşmıştır. Organi- rudan ticaret, ticaretin birçok alanında bir malın üreti-
zasyon bugün kahvenin hem ekonomik hem de kültürel ciden taban fiyatın altına satın alınmaması prensibi ile
bir değer olarak ele alınarak desteklenmesi gerektiği işleyen fair-trade sisteminden ilham alınarak, ancak ona
temeline göre hareket ettiğini açıklamaktadır.6 bir alternatif olarak doğmuştur. Fair-trade sisteminin iş-
leyişi üreticinin kooperatif üyesi olması, belli bir oranın
Yaklaşık dört yıl önce Türkiye’de de adını duyurmaya üzerinde üretim yapması, sertifikasyon sahibi olması
başlayan ve özellikle İstanbul, Ankara ve İzmir gibi bü- gibi birçok şarta bağlı olarak sürdürülmektedir. Dola-
yük şehirlerde günden güne varlıklarını arttırmaya de- yısıyla doğrudan ticaret tam bu noktada kahve kavu-
vam eden kahve dükkanlarından duymaya alışık oldu- rucularının küçük üreticiyi de kapsayabilme presibiyle
ğumuz üçüncü dalga kahve hareketi 2000’lerin başın- ‘özellikli kahve’ üreticilerine has bir ticaret biçimi olarak
da Amerika’da ortaya çıkan bir fenomen olmak ile bera- ortaya çıkmıştır. Doğrudan ticaretin doğuşunda birçok
ber temellerini 1970’lerin başında ortaya çıkan Özellikli etken olmak ile beraber en önemli nokta kahve çekirde-
Kahve (specialty coffee) olarak tanımlanan hareketten ği ticaretinin şeffaf olmaması, yani çekirdeğin nereden
almaktadır. 1982 yılında kurulan ve günümüzde dünya- geldiğinin izinin sürülemiyor olmasıydı. Kahve çekirde-
nın en büyük kahve ticareti derneği haline gelmiş olan ğinin üreticisi tarafından hasat edildikten sonra kahve
Specialty Coffee Association of America (SCAA) puan- kavurucusuna (roaster) ulaşana kadar yaklaşık altı kere
landırma sistemini7 getirerek ‘kaliteli’ kahve üreticisine el değiştiriyor olması hem kavurucunun hangi çekirdeği
ve üretimine destek olmaktadır. Bu anlamda kahve 19. kavurduğunu bilmemesi hem de üreticinin çekirdeğinin
NİSAN-MAYIS-HAZİRAN GASTRO 31
32 GASTRO NİSAN-MAYIS-HAZİRAN
YERLI MALI
YURDUN MALI!
D ünyanın hızlı bir globalleşme girdabına girmesiyle tükenmişlik durumunda içe dönmekten başka bir çıkar
artık arkaik bir kavrama dönüşse de “otarşi” kav- yol görünmüyordu. Buna göre ancak yerli kaynaklardan
ramı, uzun dönemler dünyanın iktisadi gündeminde ol- sağlanan hammadde üzerine kurulan bir imalat sistemi
dukça geniş yer buldu. Özellikle Birinci ve İkinci Dünya geliştirilecek, bu yapılırken de küçük el üreticiliğinden
Savaşları sonrası yaşanan buhranlar ve ardından dün- tez vakitte sanayileşmeye doğru hamleler yapılacaktı.
yanın politik kutupları arasında yaşanan çekişmeyle Devlet, bu yeni kurulan ülkede ekonominin hamiliğine
gündeme gelen ekonomik ambargolar otarşinin popü- soyunarak teşebbüsler yaratacak, özel teşebbüsler için
laritesini uzun yıllar sürdürmesine zemin yarattı. Ge- de gerekli kredi ve kolaylığı sağlayan bankalar kurula-
nellikle, bir ülkenin ekonomik politikasını yalnızca ken- caktı. Sarf ettiğini kendi yetiştiren, maden ve ormanları
di kendine yetme ve başka ülkelerle kaynak veya araç millileştirilmiş, servetini yabancı “inhisarlara” yedirme-
alışverişi yapmama yönünde geliştirmesinin adı olarak yen bir ekonomi, bu yeni dönemin ruhu olacaktı. 2
bilinen otarşi, özellikle bu savaş sonrası siyasi ve iktisadi
travma dönemlerinde yeni filizlenmekte olan kapitalist Öyle de oldu. Birkaç ay sonra ilan edilen Cumhuriyet’in
ve sosyalist ekonomilerin de kendilerini korumak adına ardından kurulan tüm hükümetler ekonomide kendi
sıklıkla başvurduğu kimi kampanyalarla adını duyurma- kendine yetme ilkesini gözeten hamleler yaptı. Devlet
yı başardı. bankaları kuruldu, bizzat devletin müteşebbis olduğu
işletmeler yaratıldı, yerli sermayenin iç kaynakları iş-
Cumhuriyet’in ilanından birkaç ay önce İzmir’de bini aş- leyebilmesi için yapılan yatırımlara teşvikler sunuldu.
kın delegeyle toplanan büyük İktisat Kongresi’nde de Devlet, tarımdan madene, mensucattan inşaata hemen
Ankara merkezli hükümetin ekonomi-politik perspekti- her sektörün içinde bizatihi bulunarak kaynakların dö-
fi, Osmanlı’nın iç ve dış borçlarından tamamen kurtul- nüştürülmesi süreçlerine yerinde müdahil oldu. 1929 yı-
mak ve milli sermayeyi yaratabilmek niyetiyle otarşiye lında Başbakan İnönü, Meclis’te bir konuşma yaparak,
yakın bir savaş-sonrası anlayışını öngörüyordu. Tüm tutumlu olmanın, bu tutumluluğu yatırımlarla taçlandır-
düyun yükünden kurtulunacak, yerli yatırım teşvik edi- manın ve elbette yerli malları kullanmanın önemini vur-
lecek ve ekonomik anlamda bir kendi kendine yetme guladı. 3 Bu, hem vekiller aracılığıyla bu konudaki milli
projesi yürürlüğe sokulacaktı. İşin açığı, henüz meşru- hassasiyetin öneminin vurgulanması hem de bunun bir
iyeti bile uluslararası düzeyde muğlak olan bu yeni hü- devlet politikası olduğunun en yetkin ağızlardan biri ta-
kümetin başka çaresi de yoktu. Cihan Harbi’nin galibi rafından bir kez daha dile getirilmesiydi. Dilde, fikirde,
olan emperyalistler halihazırda İstanbul’da soluğu ke- üretim ve tüketimde millileşmenin halen hararetli olan
silmekte olan Osmanlı hükümetini muhatap alıyorlardı. Kurtuluş dönemi ruhuyla sürat kazandığı bu dönem,
Ankara hükümetinin kendine dış kaynaklı bir ekonomik İkinci Dünya Savaşı’nın tedirgin ve buhranlı yıllarına ka-
muhatap bulması mümkün değildi. Ülke savaştan, daha dar sürdü. Otarşik motifli “milli ekonomi” ve “kendi ken-
da doğrusu savaşlardan çıkmış ve perişan bir haldeydi. dine yeten ülke olma” ideali, İkinci Harp’le derinleşen
Kurtuluş hareketinin başlamasından bu yana Anado- ekonomik darboğaz yüzünden başka bir biçim kaza-
lu’nun sınırlı kaynak ve sanayi gücü, isyancılara malzeme narak yeniden gündeme geldi. Böylelikle “yerli malları
ve mühimmat sağlamak uğrunda iyiden iyiye kuruma- kullanma ve tutumlu olma” bilincinin yeni nesillere daha
34 GASTRO NİSAN-MAYIS-HAZİRAN
da coşkuyla taşınması hedeflenerek 1946’da “Yerli Malı Fakat bu teşebbüs 40’lı yıllarda başlayan ve daha geniş
Haftası” bir bayram olarak kutlanmaya başladı. kesimlerce idrak edilen Yerli Malı Haftası kadar kamu-
oyunda yankı bulmadı. Çünkü yerli malların tüketimini
Yerli malı ve tutumluluk vurgusu… teşvik etmek ve tutumluluk vurgusu yapmak için milli
Bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi Kütüphanesi ve Milli eğitim programına “Yerli Malı Haftası” koyduran aske-
Kütüphane gibi kimi arşivlerde örneklerine çokça rast- ri idare aynı zamanda ülkede o zamana kadar dolaşımı
layacağımız tarım yıllıkları ve elbette gazete ve mecmu- yasak olan dövizi de serbest bırakmış ve bir anlamda
alar 1946’dan sonra kutlanmaya başlanan Yerli Malı Haf- yerli malı politikasının söylemiyle ters düşerek bu haf-
tası’nın 1980 sonrası dönemde kutlanandan biraz farklı tanın yalnızca bir okul bayramı olarak sönümlenip git-
olduğunu gösteriyor. Yine aynı dönemin, aynı ruhun mesine sebep olmuştur.
benzer bir uygulaması olarak başlayan Kabotaj Bayra-
mı kutlamalarında olduğu gibi, milliliğin ve kendi ken- Nasıl kutlanırdı…
dine yetebilmenin vurgulandığı, her yaştan geniş halk Çocukluğu 80’lere denk gelenlerin ya da bu yıllarda
kitlelerinin izlediği ve kurumların resmen temsil edildiği okula çocuk göndermiş ailelerin belleğinde Yerli Malı
şölen ve kutlamalar yapılıyordu. “Deniz/Kabotaj Güze- Haftası kendine has bir yer işgal eder. Çünkü, bir ilköğ-
li”, “Üzüm Ecesi”, “İncir Güzeli” müsabakaları, şenlikler, retim bayramına dönüşen bu haftada yapılan kutlama-
donanmalar, konuya ilişkin yazılmış şiir ve şarkıların icra lar en yakın ifadeyle bir “okul (hatta sınıf) içi pikniği”
edildiği törenler ve türlü eğlenceler. Bu dönemde, tarihi olduğundan evde bir hazırlık gerektirirdi. Öğrenciler,
biraz daha eskilere giden Milli İktisat ve Tasarruf Cemi- hafta içerisinde öğretmenlerinin belirlediği bir gün sı-
yetlerinin de önemi artmış, bu cemiyetlerin basıp yay- nıfça ya da tüm okul, genişçe bir beslenme etkinliğine
dığı “Yerli Malı Ye! Yerli Malı Giy! Para Biriktir!” benzeri girişiyorlardı. Temel anlamı ve elbette ki motivasyonu
kitapçıklar4 da elden ele dolaşır olmuşlardı. yerli malı ürünlerin ya da bu ürünlerle hazırlanmış yiye-
cek ve içeceklerin tüketilmesi ve yerli malı tüketimiyle
Yerli malların tüketilmesi ve bu yolla ekonomik anlam- daimi hale geleceği vaat edilen bu bolluk ve bereketin
da özgürleşerek dışa bağımlılığın önünün kesilmesi ko- yüceltilmesi olan bu bayram kutlaması için türlü mey-
nusu, Demokrat Parti’nin “Hür Teşebbüs” ve yabancı veler, evde hazırlanmış hamur işleri ve şekerlemelerden
sermaye söylemleriyle iktidar sahibi olmasına kadar bir oluşan birer paket hazırlanır ve bu paket sınıfta açılarak
devlet politikası olarak, ‘80’lere kadar ise arada bir dile tüketilirdi. Yerli malı tüketimine yapılan vurgunun yanı
getirilen bir ruh, bir tasarruf tedbiri olarak sürdü gitti. 12 sıra bu bayram süresince öğrencilerin kendi yanların-
Eylül askeri darbesine uzanan süreçte, Kıbrıs Barış Ha- da getirdikleri yiyecekleri, birbirleriyle takas etmeleriyle
rekâtı sonrasında ülkeye uygulanan ekonomik ambargo bir paylaşım atmosferi de oluşuyor, bu durum öğret-
nedeniyle bu ruh yeniden canlandı elbette. Ancak bir menlere paylaşım, dayanışma ve arkadaşlığın öneminin
devlet politikası olarak bir kez daha resmi programa altını çizebilme fırsatı da tanıyordu.
alınması askeri yönetimle oldu.
Bu hafta kutlamalarında yalnızca yenilip içilmiyor, yerli
Halefi ve selefi olan hemen tüm iktidarlar gibi 12 Eylül malının ve tutumluluğun önemini dile getiren, -çoğun-
darbesinin ardından idareyi ele alan askeri yönetim de lukla anaokulu veya ilkokul birinci sınıf öğrencilerinin
kendini Atatürk ilke ve inkılaplarının uygulayıcısı olduğu katıldığı- çocukların yerli malı meyveler olup onların
kadar tamamlayıcısı olarak da görüyordu. Kendilerine ağzından konuştuğu kimi küçük piyesler oynanıyor,
biçtikleri bu misyon çerçevesinde genç Cumhuriyet’in Hakkı Sunat, İsmail Hakkı Talas ve Behçet Kemal Çağlar
başlayıp sona erdiremediği ne varsa onu ele almayı iş gibi şairlerin yerli malı konulu şiirleri okunuyordu. Resim
edindiler ve fakat bunların çoğunluğu göstermelik tö- derslerinde dahi bu haftalarda, yerli mahsul mercimek-
renler düzeyinde kaldı. Bu dönemin uygulamalarından ler, fasulyeler ve makarnaları kağıda yapıştırarak ha-
biri de Yerli Malı olgusunun altının yeniden ve daha zırlanan manzara kolajları yaptırmak adetten olmuştu.
kalın bir çizgiyle çizilmesiydi. Askeri yönetim sokakta Fakat 80’lerin ikinci yarısında elini güçlendiren serbest
yaşanan her türlü politik anlaşmazlığı ortadan kaldır- piyasa ekonomisi ve yabancı sermayenin ülkeye girişi-
mayı hedeflediği gibi Kıbrıs Barış Harekâtı’nı müteakip nin hız kazanmasının etkisiyle bu şenliklere çoğunlukla
ortaya çıkan ekonomik çaresizliğe de merhem olabilir- içecek olarak Coca-Cola, Pepsi, Schweppes eşlik etme-
di. Halkın margarin, gazyağı, şeker ve tüpgaz kuyrukla- ye başladı. Zamanla, yabancı sermayenin ülke sathında-
rında helak olduğu bu dönem, “Yerli Malı” vurgusu için ki nüfuzunu artırmasıyla Yerli Malı Haftalarını okullarda
biçilmiş kaftandı ve 12-18 Aralık tarihleri “Tutum, Yatırım bir kapalı mekân pikniği havasında kutlamak âdeti et-
ve Türk Malları Haftası” olarak müfredata kondu. kisini günden güne kaybetti. Böylece, israfa yol açtığı
da savunularak, Yerli Malı Haftası uygulaması yalnızca
NİSAN-MAYIS-HAZİRAN GASTRO 35
36 GASTRO NİSAN-MAYIS-HAZİRAN
RUSYA MUTFAKLARININ
AMBARGO ILE IMTIHANI
Yakın zamanda, beklenmeyen oldu ve Rusya ile Türki- “Rus Ye”: Kremlin destekli milliyetçi gıda ha-
ye’nin arasına kara kedi girdi. Kasım 2015’te Türkiye-Su- reketi
riye sınırında bir Rus Su-24 savaş uçağının, Türk Silahlı Rusya devleti, uyguladığı gıda ambargosunun kağıt
Kuvvetleri tarafından düşürülmesi üzerine, iki ülke hala üzerinde kalmasını istemiyor; bu ambargoyu, halkın
süren bir gerginlik yaşamaya başladı. Hemen ardından yeme-içe alışkanlıklarını değiştirmekte ve ideolojik
da, Türkiye’ye yönelik Rus ambargoları gündeme gel- açıdan bir “milliyetçilik” dalgası yaratmak için kullanı-
di. Halihazırda Rusya, Türkiye’den gelen meyve-sebze, yor. Bunun örneklerinden biri, Kremlin’e yakın grupla-
kümes hayvanları ve tuz ithalatını yasaklamış durumda. rın başlattığı, “Rus Malı Ye” hareketi. Bu girişim Mos-
kova başta olmak üzere, Rusya’daki lüks şarküterileri,
Öte yandan, Rusya’nın Batı ülkelerine uyguladığı bir süpermarket zincirlerini, lokantaları basarak ambargo-
ambargo da söz konusu. Rusya, 2014’te, Ukrayna po- lu ülkelerden gelen yiyecek ve içecek olup olmadığını
litikası nedeniyle kendisine yaptırım uygulayan Avrupa kontrol ediyor. Evet, Batı kaynaklı yiyecek ve içecek-
Birliği, Amerika Birleşik Devletleri ve Batılı ülkelerden ler, Rusya piyasasında kısıtlı da olsa bulunabiliyor, zira
gıda ithalatını yasaklayacağını açıklamıştı. O zamandan ambargolu malların ithalatı yasak ama satışları yasak
beri kapsamı genişleyerek süren gıda ithalatı ambar- değil. Yani, ambargolu da olsa, bir gıda maddesi, Rus-
gosuna, Avustralya, Kanada ve Norveç de dahil. 2015 ya sınırlarından içeri girebiliyorsa, ticareti de yapıla-
yazında, gıda ithalatının yasaklandığı ülkeler arasına, biliyor.
Arnavutluk, Karadağ, İzlanda, Lihtenştayn da eklendi.
“Rus Malı Ye”, yani Ешь российское (tam çevirisi “Rus
Ambargo uygulamasını son derece ciddiye alan Rus- Ye”) olan bu hareket, doğrudan Rusya hükümetinden
ya’da resmi yetkililer, ithal ürünler olan tonlarca mey- yani Kremlin’den maddi destek alıyor. Hareketin kuru-
ve, sebze ve eti de dalgalar halinde imha etmişti. İmha cusu Yevgenya Smorçkova, “Halkı bilgilendirme kam-
edilen mallar, Rusya’ya karşı ambargoyu destekleyen
ülkelerden gelen, yani Rusya’nın karşı ambargo uygu-
ladığı ülkelerden ithal edilmiş ürünler; yetkililer, imha-
yapıştırdığı etiketler. Fotoğraflar yazarın
38 GASTRO NİSAN-MAYIS-HAZİRAN
Rusya genelinde hakim olan ruh hali ise “önce ithal gı-
dalardan” çok “önce milliyetçilik” gibi gözüküyor. Rus-
Başbakan Medvedev Rus gıdalarının
NİSAN-MAYIS-HAZİRAN GASTRO 39
süpermarket basarken
mümkün. Örneğin, yüzlerce kilo Parmesan peyniri ile
ülke sınırından içeri girmeye çalışan lokanta sahipleri-
nin hikayelerine. Fakat, “Rusya Lokantacılar ve Otelciler
Federasyonu” Başkanı Igor Buharov’a göre, sektörün
genelinde korku hakim. Buharov, hizmet sektöründe
çalışanların, iş yerlerinin kapatılmasından ürktükleri
için, ambargoya büyük ölçüde riayet ettiklerini söylü-
yor. Ambargoyu delenler ise “yasaklı yiyeceklerin” en az
önemli bir kısmı “organik tarım” üzerineydi. Putin, Rus-
yüzde 90-100 daha pahalı olarak “karaborsada” bulun-
ya’nın “dünyanın en büyük ekolojik olarak temiz ve yük-
duğunu dile getiriyorlar.
sek kaliteli organik gıda üreticisi ve ihracatçısı” haline
dönüşeceğini söyledi. Sözlerine, ülkesinin 2020’ye ka-
Görüldüğü üzere, ambargo karşısında lokanta sahipleri
dar tüm gıda ihtiyacını yerel üretimden karşılayacağını
ve şeflerin, Rusya’nın kendi “öz malzemelerini” kullan-
da ekledi. Putin, Aralık 2015’te Rusya Parlamentosu Du-
maktan başka çaresi yok. Ve bazı uluslararası ürünle-
ma’ya hitaben yaptığı konuşmada da “Kendi kara ve su
ri, Rusya’nın kendi içinde üretmesi yoluna da gidiliyor.
kaynaklarımızı gözönüne alınca, sadece kendimizi bes-
Örneğin, Rusya yapımı Camambert ve Parmesan pey-
leyecek kapasitemiz yok; bunun ötesinde, Rusya’nın,
nirleri gibi “yerli malları”, lokantaların hayli rağbet ettiği
dünyanın en sağlıklı, ekolojik olarak en temiz ve kaliteli
ürünlere dönüşmüş durumda. Rus trüf mantarı, Japon-
gıdalarını dünyaya temin etme kapasitesi de var. Bu gibi
ların Kobe etine taş çıkarttığı iddia edilen özel Rus et-
yüksek standartta gıda sağlama yetisi, Batılı üreticilerin
leri, Sibirya’nın soğuk sularından balıklar ve diğer deniz
çoktan kaybettiği bir beceri. Oysa, dünyada bu tür gı-
mahsülleri gibi yiyecekler de giderek popülerleşiyor.
dalara olan talep sürekli yükseliyor. 10 yıl önce, yedikle-
rimizin yarısını ülke dışından ithal ediyorduk. Bugünse
Ambargoya kolay uyum sağlayan, hatta ambargonun
Rusya, gıda ihracatçıları arasında. Geçen yıl [2014’te],
işlerine katkı sağladığı üreticiler ve lokantacılar da var.
Rusya’nın tarım ihracatı, 20 milyar dolara denk geliyor-
“Dünyanın en iyi 50 lokantası” listesinde, 23. sırada
du. Bu da silah satışından elde ettiğimiz gelirin dört-
olan Beyaz Tavşan (White Rabbit- www.whiterabbit-
te bir daha fazlası ve gaz ihracatından elde ettiğimizin
moscow.ru), Kırım şaraplarının süslediği ve tamamen
üçte birine ulaşmış vaziyette” 2.
Rusya’da yetişmiş ürünlerden yapılmış yemeklerden
oluşan menüsü ile Moskova’nın en popüler lokantaların-
Putin’in siyasi konuşmalarının ötesinde, Kremlin, “kendi
kendine yeten gıda politikası” üzerine bilfiil odaklanmış
durumda. Örneğin, Rusya devlet televizyon kanalları,
yerel tarım ürünlerinin ne kadar üstün kaliteli oldukla-
rı ve neden tercih edilmeleri gerektiği üzerine haber
yapıyorlar. Bu kanallarda yer alan haberlerde, Batı ül-
kelerine uygulanan gıda ambargosunun aslında Rusya
ekonomisi için son derece yararlı olduğu; bu sayede,
Rusya’da yüzlerce insanın yeni iş bulabileceği öne sürü-
lüyor. Kremlin, ayrıca, Batı kaynaklı ürünlerin, Genetiği
Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) ile dolu olduklarını
öne sürüyor. Ve katkı maddelerinden, GDO’lu malzeme-
lerden, koruyuculardan uzak malzemelerden yapılmış,
Şef Vladimir Mukhin
40 GASTRO NİSAN-MAYIS-HAZİRAN
od/
3. “Leftist MP asks govt to send banned food to Donbass as aid”,
(Sol milletvekili yasaklı yiyeceklerin Donbass’a yardım olarak
gönderilmesini istedi), Russia Today, 3 Ağustos 2015,
https://www.rt.com/politics/311422-leftist-mp-asks-govt-to/
4. Girogi Lomsadze, “The Kremlin Diet: Are Food Bans an Effe-
ctive Foreign Policy Too” (Kremlin Diyeti: Gıda yasakları etkili
bir dış politika aracı), Eurasia Net, 15 Aralık 2015.
edilirken
NİSAN-MAYIS-HAZİRAN GASTRO 41
42 GASTRO NİSAN-MAYIS-HAZİRAN
günde üç öğün yeşil mercimek yendiği yoksa nerede Peki, yeşil mercimeğin günahı neydi? Türkiye bugün
görülmüş! yeşil mercimek üretiminin yüzde on yedisini karşılıyor
dünyada. 90’lı yılların başındaysa, tahmin edilebileceği
Devlet ne kadar ileri gidebilir?! gibi neredeyse yüzde yüzünü karşılıyordu. Sadece ye-
Beslenme, insan için hayati olduğu kadar ekonomik, şil mercimek değil, buğday üretiminde, başta nohut ve
dolayısıyla da devletler ve şirketler aracılığıyla yönlen- mercimek olmak üzere baklagil üretiminde de başı çe-
dirilen politik bir edim. İnsanlığın tarıma geçişiyle birlik- kiyordu. 90’lı yılların rakamları hızla boşalan bir havuz
te şekillenen siyasal yapı, modern çağlara gelince yer gibi dibe vurdu 2000’li yıllara geldikçe. 2015 yılında ise
değiştirmiş, beslenme siyaseti değil, siyaset beslenme nihayetinde yeşil mercimek üretimimiz ülke ihtiyacının
şekillerini etkiler olmuştu ama git gide. 80’li yılların dışa üç aylık bölümünü karşıladı, kalan ayları dış ülkelerden
kapalı, tek kanallı, tarımsal Türkiye’sinde yaşanan ye- ithal etmek durumunda kaldık.
şil mercimek vakası ise şüphesiz devlet politikalarının
beslenme şekillerini etkilemesinin hem çok büyük çaplı Yeşil mercimek, hiç olmadığı kadar derin bir uykuya bı-
hem de bir anlamda çok kaba bir örneğiydi. Artık bu rakıldı çok kısa bir süre önce bu topraklarda. Oysa ana-
anlamda bu tür müdahalelerin daha üstü kapalı, daha vatanı Yakın Doğu. Hatta güneybatı Asya demek daha
ince düşünülmüş şekillerini yaşıyor ve sofralarımıza ko- doğru. Çünkü eski çağlardan beri kültüre alınmış olan
yuyoruz. Bugün pek çoğumuzun gülümseyerek hatırla- mercimeğin iri tanelilerin kökeninin Akdeniz Bölgesi;
dığı bu “vaka”, çocukluğu o yıllara denk gelenlerin ağ- orta büyüklükteki tanelilerin kökeninin ise Türkiye’nin iç
zına o gün bugündür yeşil mercimek sürmemesine yol kısımlarındaki dağlık yörelerde olduğunu biliyoruz. Kü-
açmıştı. Yeşil mercimekli baklavayı düşünün bir! Devlet çük tanelilerin kökeni de Afganistan’ın yüksek yöreleri,
ne kadar ileri gidebilir ve gündelik yaşamlarımıza ne ka- Himalaya ve Hindikuş dağları. Yapılan arkeolojik kazılar-
dar müdahale edebilir sorusunun da dönemsel bir ce- da, M.Ö. 8000-8500 yılları arasında özellikle Orta Do-
vabını almıştık şüphesiz. ğu’da mercimek tarımının bezelye ve buğday tarımına
paralel olarak yapıldığı saptanmış, ülkemizde yapılan
NİSAN-MAYIS-HAZİRAN GASTRO 43
44 GASTRO NİSAN-MAYIS-HAZİRAN
NİSAN-MAYIS-HAZİRAN GASTRO 47
48 GASTRO NİSAN-MAYIS-HAZİRAN
Fotoğraflar: Nasa
çok az. Belki böyle bir örgü de yok; konuyu anlaşılır ve tur. Bu canlı türlerinin %99 gibi büyük bir çoğunluğu ise
aktarılabilir kılabilmek için bir ad veriyoruz nihayetinde; değişen doğa koşullarına uyum sağlayamadıkları için
kim bilebilir... yok olmuştur. Yani bir şekilde hayat sahnesine çıkan
her canlı türü önünde sonunda sahneyi terk etmiştir.
Ama iyi bildiğimiz bir şey var artık: Bu örgü büyük bir Hayatın önümüzde uzanıp gittiğini, hep böyle sürece-
hızla dağılıyor, yok oluyor. Bilim camiasında altıncı kit- ğini, pek değişmeyeceğini ve bizi makul ve yaşanır bir
lesel yok oluş ya da yıkım çağına girdiğimiz tartışılıyor. geleceğin beklediğine inanırız. Ama bu derin bir ya-
Bu yıkımın en önemli nedenlerinden biri yiyecek üret- nılgıdır. Örneğin, Mart 1989’da dünya ile ay arasındaki
me-tüketme süreçlerimizde kullandığımız yöntemler. mesafenin iki katı kadar bir mesafeden ‘1989FC’ adı ve-
Bu yöntemleri değiştirmez, alternatifler oluşturamaz- rilen yaklaşık 300 metre çapında bir göktaşı geçip gitti.
sak bu yıkımdan en çok yiyecek üretme kapasitemiz Dünyamıza çarpsaydı ve sonrasında hayatta kalabilmiş
etkilenecek. olsaydık, emin olun şu an bambaşka sorunlar üzerinde
kafa patlatıyor olurduk. 5
Altıncı kitlesel yok oluş çağının şafağında
D.M.Raup Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi tarafından Ama dünyaya bir göktaşı çarpması çok ender gerçekle-
basılan Yok Oluş isimli kitabında, bir nesil nasıl tükenir, şecek olaylardan biri. İşin aslına bakarsanız, yeryüzün-
sorusuna yanıt aradığı bölümde, “Karmaşık canlı türle- deki hayatın bir göktaşı çarpması ile değil de insan eliy-
rinden hiçbiri, yaşamın tarihinin küçük bir parçasından le, insani faaliyetlerimizin yol açtığı sorunlar nedeniyle
daha uzun bir müddet boyunca var olmamıştır” der. yok olması ihtimali çok daha büyük.
Hayatın her canlı türü için er veya geç sona ereceğini
vurgular.4 Antroposen Çağı’na hoş geldiniz
Yaşadığımız çağ 1950’li yıllardan bu yana Antroposen,
Gezegenimizdeki hayatın 3.5 milyar yıllık tarihi boyunca yani İnsan Çağı olarak adlandırılıyor. İnsan, bakır ala-
tahminen 3 milyar civarında farklı canlı türü var olmuş- şımlarından elementel alüminyuma, plastiklerden do-
NİSAN-MAYIS-HAZİRAN GASTRO 49
ğaya saldığı azotlu ve fosforlu bileşiklere kadar üretti- yok oluş oranının normalden 1000 kat daha fazla ol-
ği pek çok ürünle jeolojik katmanlarda varlığına işaret duğu ve bunun da tek nedeninin insani faaliyetlerin yol
edecek düzeyde izini bırakıyor her yere.6 Ama bu deği- açtığı sorunlar olduğu dile getirildi.7
şim övünç duyulacak bir şey değil. Jeolojik çağlara biz
insanlar isim veriyoruz ve böyle giderse Antroposen’in Çeşitli bilimsel yayınlarda, önümüzdeki on yıllar içinde
verdiğimiz son isim olması çok muhtemel. dünyadaki bitki ve hayvan türlerinin yaklaşık %50'sinin
yok olacağı, "altıncı kitlesel yok oluşun" tam ortasında
Doğada var olan canlı türlerinin %75’inin herhangi bir olduğumuz ifade ediliyor. Popüler bilim ve bilimkurgu
felaket nedeniyle iki milyon yıldan daha kısa bir sürede sitelerinden biri olan “io9” sitesinin editörü Annalee
yok olması durumu kitlesel bir yok oluş olarak adlan- Newitz, kitlesel bir yok oluşa doğru sürüklendiğimizi
dırılıyor. Yeryüzünde, son 550 milyon yıllık dilim için- gösteren -ya da kıyamet alameti olarak ele alınabilecek-
de göktaşı çarpması, süper volkanik faaliyetler vb. gibi ve gün be gün belirginlik kazanan yedi olumsuz işaret
felaket doğuran nedenlerle canlı türlerinin soylarının bulunduğunu belirtiyor. 8 İklim değişikliği, okyanusların
tükenmesine neden olan 5 büyük yok oluş olayı gerçek- asitliğinin artması, megafauna kaybı gibi olumsuz işa-
leştiği düşünülüyor. retler eğer önlem almakta hızlı davranmazsak hızla bir
yok oluşa doğru gittiğimizi gösteriyor.
Dünya genelindeki ekosistemlerin bütününde biyolojik
tür kayıpları olmakta. Türleri olağandışı bir hızla kaybe- Bu felaketin tek sorumlusu insandır. Ama her insan eşit
diyoruz. Dünyada yaşamın tarihi 3.5 milyar yıl öncesine pay sahibi değil kuşkusuz; ya da ülkeden ülkeye ve her
kadar uzanmakta. Ancak bilebildiğimiz kadarıyla, bu bir ülkenin kendi içinde de doğal kaynak ve enerji tüke-
zaman dilimi içerisinde ortaya çıkan hiçbir canlı türü timi ile açığa çıkarılan atıklar açısından büyük farklılıklar
gezegenin kaderini insan kadar elinde tutmamıştı. Son var.
yapılan bir çalışmada gezegendeki biyolojik türlerin
50 GASTRO NİSAN-MAYIS-HAZİRAN
NİSAN-MAYIS-HAZİRAN GASTRO 51
NİSAN-MAYIS-HAZİRAN GASTRO 53
AVCILIK MI
EVCİLİK Mİ?
İnsanın iki ayak üzerine dikelmesiyle boşta kalan elleri Güneydoğu Anadolu, Mezopotamya veya Kuzey Suri-
anatomik yapısının da yardımıyla teknik zekâsının mo- ye’de yapılan değişik kazıların sonuçları ilk evcilleştiri-
dellediği yeni tür taş aletlerin üretiminde son derece len hayvanın köpek olduğunu kanıtlar. Bunu domuz, ko-
önemli bir rol oynamıştır. Kısacası eller avcılık için hatta yun ve keçi izler. O zaman akla gelen ilk soru bütün bu
esas olarak hayatta kalmak için gereken bütün araçların hayvanlar içinde neden köpeğin ilk evcilleştirilen hay-
üretiminde en gerekli organ olarak karşımıza çıkar. Bu van olduğudur. Bu sorunun gerçek yanıtını bilemesek
uzun insanlaşma sürecinin sonu insanın önce yarı yerle- bile akıl yürütmeyle bulunabilecek olası yanıt avcılıkla
şik sonrasında yerleşik yaşama geçip tarıma başlama- ilişkilidir. Bugün bile avcılıkta insanın en iyi yardımcısı
sıyla yepyeni bir yaşam türüne doğru evrilir. olan köpeğin evcilleştirilmesi belki de avcılıkta işe ya-
raması nedeniyle son avcı-toplayıcı gruplar içinde ger-
Bu yeni yaşam biçimi yani insanın toplayıcılık yerine çekleştirilmiş olabilir. Canis lupus familaris bilimsel adıy-
kendi besinini üretebilmesi bugünkü uygarlığın da te- la tanınan ve Canidae/Köpekgiller familyasının bir üyesi
melini oluşturur. Daha önce bu konuda yazdığım değişik olan köpekler yaklaşık 12.000 yıl önce son avcı-topla-
yazılarda belirtildiği gibi günümüzden yaklaşık 12.000 yıcı gruplarca evcilleştirilmiştir. 3 Değişik kazı yerlerin-
yıl önce başlayan bu süreç içinde öncelikle buğday ve den gelen veriler de bu tarihi doğrulamaktadır. Ancak
arpa gibi tahılların tarıma alınmasını baklagiller izlemiş- daha eski avcı-toplayıcı gruplarla ilgili yapılmakta olan
tir. Yakındoğu denilen coğrafyada başlayan tarımsal yeni çalışmalar bu tarihin daha da eskiye gidebileceğini
üretim çiftçi yaşam biçimine giden yolun da başlangı- akla getirmektedir. Kısacası avcılık evciliğin ya da di-
cıdır ve Neolitik Dönem olarak adlandırılır. Çiftçi yaşam ğer deyişle evcilleştirmenin yolunu açan bir olgu olarak
biçimi denilen ve Neolitik köy yaşantısıyla temsil edilen düşünülmelidir. Bir hayvanın insanla birlikte yaşaması,
bu dönem için akla gelen bir diğer soru da çiftçi yaşam yani domestik hale gelmesi oldukça önemli gelişmeleri
54 GASTRO NİSAN-MAYIS-HAZİRAN
de sağlamıştır. Burada kısa bir ara verip Türkçeye çok nı ve insanlarla aralarında bir bağ oluşmasını sağlamış
güzel bir çeviriyle evcilleştirme olarak geçirilen domes- olabilir. Bu bağ ister istemez hayvanın beslenmesini de
tication sözcüğünün etimolojisine baktığımızda konuyu etkilemiş ve insanla aralarında besin üzerinden kurulu
açıklayıcı bir anlam yakalamak olasıdır. Bu sözcük La- bir bağımlılığa da dönüşmüş olabilir. Avcıların bu kendi-
tince ev ve ev işleri anlamına gelen “domus” kökünden lerine bağımlı hale gelen hayvanların keskin koku alma
türemiştir. Varsayımsal Proto Hint-Avrupa dilinde yine ve avı saptama güdülerinden yararlanmayı düşünmele-
aynı anlama gelen “dom-o” sözcüğünden türeyen bu ri evcilleştirmeye giden yolda belki de çok küçük ama
sözcük Sanskritçe “damah”, Avesta dilinde “demana” sonuçları açısından oldukça büyük bir adım olarak ka-
ve Yunancada yine ev anlamındaki domos sözcüğünün bul edilebilir.
kökenini oluşturur ve semantik olarak da ev ve evle il-
gili, yani insanın içinde yaşadığı yerle ilgili her türlü Doğayı gözlem ve doğadan elde edilen bilgileri kendi
eylemi kapsar. Dolayısıyla insanla birlikte yaşayan can- işine yaratmada her zaman oldukça mahir olmuş insan
lıların doğadaki yaşamlarından sıyrılıp yeni bir yaşam burada yepyeni bir bilgiyi de dağarcığına eklemiş olabi-
biçimine geçmeleri ya da geçirilmeleri anlamında son lir. Bu olası bilgi yavru hayvanların istedikleri kadar yır-
derece doğru bir tanımlamadır. İşte bu nedenle yazının tıcı olsunlar başlangıçta zararsız oldukları ve insanlarla
başlığında avcılık-evcilik gibi bir sözcük oyununa baş- birlikte yetiştikleri takdirde evcilleşebildikleri bilgisidir.
vurulmuştur. Dolayısıyla bundan sonrası insan için daha kolay olmuş
olabilir. Avladığın bir hayvanın eğer yavruları varsa on-
Avcı-toplayıcı grupların avcı bireyleri avda kendilerine ları öldürme, yanına al, yaşadığın yere getir, etrafını çe-
yardım edecek bu ilk hayvanı evcilleştirirken gerçekten virdiğin bir yerde besle, büyüt ve yavaş yavaş evcilleştir.
böyle bir yardımcıya ihtiyaç duyarak mı bunu yaptılar Bu kurgu oldukça akla yakın bir kurgu olup hayvanlar
bilinemez, ama yapılan seçilim daha sonrasındaki çiftçi için de evrimsel süreç bakımından başka bir anlamı var-
topluluklar yani tarım ve hayvancılıkla geçinenler açı- dır. Zira evcil hayvanlar doğadan koptuktan ve doğa-
sından oldukça işe yaramış gözükmektedir. Avladığı daki tehlikelerden izole biçimde yaşamaya başladıkla-
yabani bir Canidae’nin yavrularını belki de kolaylıkla ya- rından sonra doğada yaşayan hemcinslerine göre daha
kalayıp yine sadece besin olarak tüketmek üzere kendi küçük bir boyuta doğru evrimleşirler. 5 Arkeozoologların
yaşadığı yere getirdiğini düşünebileceğimiz bu avcıla- kazılardan elde edilen hayvan kemikleri üzerine yaptık-
rın karşısına olasılıkla kendi çocuklarının çıktığını dü- ları bu gözlem sayesinde bir kazı yerinde çıkan hayvan
şünmek yanlış olmaz. Bir başka deyişle, evcilleştirmede kemiğinin evcil ya da yabani bir türe mi ait olduğu sap-
avcı toplulukların çocuklarının bir etkisi olabilir ki bu taması yapılabilmektedir. Dolayısıyla Neolitik çiftçilerin
etkiyi bitkilerin evcilleştirilmesinde çocukların rolü üze- yaşadığı Urfa yakınlarındaki Mezraa Teleilat ve Diyarba-
rinden bir örnekle pekiştirmek olasıdır. Antropoloji bili- kır Ergani’deki Çayönü kazılarından gelen ve günümüz-
minde kendileriyle ilgili bilginin çok az olması nedeniyle den yaklaşık 8.000 yıl öncesine tarihlenen tabakalarda
genellikle toplulukların sessiz bireyleri olarak adlandırı- bulunan hayvan kemiklerinin incelenmesi yabani hay-
lan çocuklar aynen bitkilerin evcilleştirilmesinde aldık- van popülasyonunun azalırken evcil hayvan varlığının
ları bazı roller gibi hayvanların evcilleştirilmesinde de arttığını göstermektedir.6 Söz konusu dönemler insan-
rol oynamış olabilir. Bu konuda çarpıcı bir örnek veren lığın yerleşik yaşama geçip tarıma başladığı dönemler
Jared Diamond’a bağlanıp onun Tüfek, Mikrop ve Çelik olup avcılık halen devam etmekle birlikte topluluğun
adlı eserinde bademle ilgili olarak yazdıklarına bakalım: hayvan varlığında etkisi giderek azalmakta evcil hayvan
“Yaban badem çekirdeklerinin çoğunda amygdalin deni- sayısı artmaktadır.
len son derecede acı kimyasal bir madde vardır… Bazı
badem ağaçlarının tek bir geninde kötü tat veren am- Sonuç olarak çiftçi yaşam biçiminin oluşmasında topla-
ygdalinin sentezlenmesini engelleyen bir değişim oldu. yıcıların bitkileri evcilleştirme deneyimleri işe yararken,
Bu tür ağaçlar doğada hiçbir döl bırakmadan yok olurlar avcıların hayvanlarla özellikle de yavru hayvanlarla kur-
çünkü kuşlar tohumlarını keşfedip yerler. Ama ilk çiftçi- dukları ilişki hayvanların evcilleştirilmesiyle sonuçlan-
lerin meraklı ya da karınları aç çocukları, çevrelerindeki mış gibi gözükmektedir. Yabani koyun ve keçi gibi sa-
yaban bitkilerini dişlerken bu bademlerden tatmış ve acı vunmasız olduğu için sadece gövde büyüklüğüyle var
olmadıklarını fark etmiş olabilirler…”4 Eğer Diamond’ın olabilen hayvanlar da evcilleştirme sonucu üzerlerin-
bu çıkarsaması doğruysa avcı grupların çocuklarının deki doğal tehditler azaldığı için farklı biçimde evcille-
yaşadıkları yere getirilen hayvan yavrularına dostlukla şerek küçülmüşler, buna karşın üremeleri kontrol altına
bağlanıp, onlarla oyun oynamaları veya başka türden alındığından sayıca fazlalaşmışlardır. Bütün bu sapta-
bir iletişim kurmuş olmaları da olasıdır. Bu ilişki türü so- malara dayanarak avcıların ve avcılığın insanın yerleşik
nunda hayvan yavrusunun insanlarla birlikte yaşaması- yaşama geçişi ve tarım ve hayvancılığa başlamasında
NİSAN-MAYIS-HAZİRAN GASTRO 55
56 GASTRO NİSAN-MAYIS-HAZİRAN
NİSAN-MAYIS-HAZİRAN GASTRO 57
ANTİK DÜNYADA
YUNAN VE ROMA
AV TANRIÇALARI
ARTEMİS VE DİANA
58 GASTRO NİSAN-MAYIS-HAZİRAN
dir. Bu hayvan, çok iri cüsseli ve çok saldırgandır, onun işleri köleler yaptıkları için, kol gücüyle çalışma özgür
için at sırtında ve çok sayıda köpekle avlanabilmekte, insanların bulaşmamalarının gerektiği aşağılık bir faali-
bu tehlikeli hayvanın öldürülebilmesi için pahalı silahlar yet olarak görülmekte ve bunun sonucunda da 18. yüz-
gerekmektedir (özel kargılar gibi). yılda Fransız fizyokratlarına kadar devam edecek olan,
insan emeğinin verimsizliği veya kısırlığı teorisi oluştu-
MÖ. 4. yüzyılda yaşamış filozof, tarihçi ve maceracı Xe- rulmaktadır. Bu durumda insanları doğa beslemektedir
nephon’un Kynegeticos (Avlanmaya Dair) kitabı bize ve av da insanların beslenme kaynaklarından biridir, o
Eski Yunan avcılığı hakkında bazı bilgiler vermektedir. halde Artemis de bir cins bereket tanrıçasıdır. Artemis,
Batı dillerine çoğu zaman Köpeklerle Avlanmak olarak heykel ve resimlerde onu işaret eden üç simgeyle be-
da çevrilen bu kitap, 13 bölümden meydana gelmekte- lirlenmektedir. Bunlar dişi bir geyik, altından bir yay ve
dir. Antik eserlerin hemen hemen hepsinde olduğu gibi bir sadaktır.
bu kitap da incelediği konunun mitolojik kökenleriyle
başlamaktadır. Tanrı Apollon ile tanrıça Artemis, av- İnsanları uygarlaştırma gibi bir misyonu olan ve simgesi
cılığı sevimli bir kentauros (yarı insan yarı at mitolojik güneş olan ikiz kardeşi Apollon’un tersine, Artemis ay
varlık) Khiron’a öğretmişler, o da adları tek tek sayılan tarafından simgelenmekte ve vahşi ortamların kraliçesi
21 “kahraman”a (bunların arasında Odysseus, Akhilleus, olmaktadır. Av peşinde ayak basmamış bölgelerde koş-
Asklepius gibi çok ünlüleri de vardır) öğretmiş, bura-
dan da insanlara aktarılan bir sanat haline gelmiştir.
İkinci bölümde üç cins ağ ve kalitelerinden söz eden
Xenephon, 3, 4, 6 ve 7. bölümlerde av köpeklerinin ni-
teliklerini aktarmaktadır. Beşinci bölümde maceracı fi-
lozof, tavşanın yuvası, adetleri ve yakalanma biçimle-
rinden söz etmektedir. 8, 9, 10 ve 11. bölümlerde farklı
hayvan türlerinin nasıl avlanmaları gerektiği konusunda
bilgiler verilmektedir. Tarihçi filozof, 12. bölümde av ile
savaş arasındaki paralellikleri ortaya koymakta ve avın
erdemli olmanın öğrenildiği bir faaliyet olduğunu bildir-
dikten sonra, sonuncu bölümde, siyasetçilerle avcıları
kıyaslamaktadır.
NİSAN-MAYIS-HAZİRAN GASTRO 59
olduğunu her an hissetmektedir. Bu nedenle de Arte- me için başvurdukları bir yöntem olmanın çok uzağın-
mis, Eski Yunan’da en çok tapınılan tanrıçaların başın- da, bir spor ve eğlence unsuru olarak şekillenmiştir. An-
da gelmektedir. Doğanın saflığını ve el değmemişliğini cak Roma İmparatorluğu’nun kapladığı alanın devasa
simgeleyen Artemis, bu özelliği yüzünden bakire olarak büyüklüğü ve yönetimi altında tuttuğu halkların çeşit-
kurgulanmıştır. Babası Zeus’tan hiç evlenmeme konu- liliği hesaba katılacak olursa, beslenme amaçlı avın bir-
sunda izin almıştır ve onu baştan çıkartmaya çalışan birinden habersiz alanlarda ve arızi olarak ortaya çıkan
erkeklere karşı çok sert davranmaktadır. Eski Yunan’da bir faaliyet olarak varlığını sürdürdüğünü kabul etmek
avcılık ile doğal yaşamın iç içe geçmişliği bakire tanrıça gerekmektedir.
Artemis tarafından simgelenmektedir.
Roma’da süreklilik arz eden av, askerlik tekniklerinin ge-
Roma Cumhuriyeti, ardından da Roma İmparatorluğu, liştirilmesi için yapılanıdır. Askerliğin yalnızca soylu sını-
iktisadi ve siyasi örgütlenme açılarından Eski Yunan’ın fın bir ayrıcalığı olduğu düşünülecek olursa, bu “savaşa
neredeyse 180 derece zıddında yer almaktadır. Eski hazırlık” tarzındaki avlanma uygulamasının da yalnızca
Yunan’ın küçücük “polis”ler halinde dar bir coğrafya- soylulara (patrici sınıfı) özgü bir faaliyet olduğu anlaşı-
yı siyasal olarak paylaşan devletçiklerin oluşturduğu lacaktır. Ama av, Roma’da esas olarak bir “gösteri” ha-
anarşik yapısının karşısında, Roma, tarih sahnesine çık- line dönüşmüştür. Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük
tığı andan itibaren sürekli yol alan bir fetih siyaseti so- köleci devleti olan Roma’da, bütün ekonomik faaliyetler
nucunda Akdeniz dünyasının tamamını ele geçirmiş ve köleler tarafından yerine getirilmektedir. Fakat, köleci
buradan her bir yöne yaptığı hamlelerle, Eski Dünya’nın sistemin yürüyebilmesi, kölenin yetişkin olarak ve çok
neredeyse tamamına sahip olmuştur. Britanya’dan Fırat ucuza satın alınabilir olmasına bağlıdır. Bu da Roma’nın
kıyılarına Germanya ormanlarından Sahra çöllerine ula- fetih savaşlarının sağladığı uygun ortamda mümkün-
şan bu devasa ülke (ülkeler manzumesi) tek bir siyasi dür. Roma ne zaman hegemonya paradoksunun içine
otoriteye tabi olmuştur. MS. 395 yılında imparatorluğun düşerek artık yeni toprak fethedemez hale geldiyse,
ikiye ayrılmasına kadar sürecek olan bu durum, aslın- ucuza yeni köle de elde edemez hale gelmiştir. Bu du-
da Batı parçasının ortadan kalktığı 476’ya ve Bizans’ın rumda fiyatı giderek artan köle, bir de emek verimlili-
(Doğu parçasının) yok olduğu 1453’e kadar da devam ğinin düşük olması nedeniyle, Roma’nın şaşaasını artık
edecektir yaratamaz hale gelecektir. Bu durumda köleler azad
edilmektedirler ve sistem başka bir ekonomik tarza
Roma, gene Eski Yunan’ın tersine çok geniş arazilere doğru dönüşmektedir. Bu azad edilen köleler, başta
sahiptir. Devletin Doğu parçası, tarımı çok eskiden beri Roma olmak üzere büyük kentlere doluşmakta ve hiçbir
bilen topraklardır, Batı parçası ise, çoğu yeri itibariyle işe yaramadıkları gibi, bir de korkulan anarşi tohumları
tarımı Romalı fatihler aracılığıyla tanımaktadır. Sena- taşımaktadırlar. Bunu önlemek için, Romalı yöneticiler,
törlere ait olan ve latifundium denilen geniş tarımsal hiçbir iş yapmadan kentleri kalabalıklaştıran bu unsur-
işletmelerde elde edilen ürünler, Roma halkını besleme- ları bedava doyurmaya ve herhangi bir yaramazlık yap-
ye yeterlidir. Öylesine ki, devletin başkenti Roma kenti, mamaları için de eğlendirmeye başlamışlardır. Panem
zaman içinde çeşitli nedenlerle şişerek, MS 2. yüzyılda et Circenses (ekmek ve sirk) adı verilen bu uygulama,
1 milyonu aşan bir nüfusa ulaşmasına ve bu insanların Roma’yı bataklığa sürükleyen faktörlerden biridir, ama
hemen hemen hiçbir ekonomik faaliyette bulanmama-
larına rağmen, onları besleyebilmiştir. Bu da tabii Doğu
Akdeniz ülkeleri ile Kuzey Afrika buğdayının Roma’ya
getirilebilmesi sayesinde olmaktadır. Demek ki Roma,
gene Eski Yunan’ın aksine çok gelişmiş ulaşım olanak ve
araçlarına sahiptir. Böylece imparatorluk içi düzenli bir
yiyecek akışını sağlamak ve bunun sürekliliğini korumak
mümkün olabilmektedir. Gene Eski Yunan’dan ciddi bir
sapma olarak, Roma’nın çeşitli eyaletlerinde çok geniş
çaplı bir hayvancılık faaliyeti sürdürülmekte ve buralar-
Roma'da av gösterisi
60 GASTRO NİSAN-MAYIS-HAZİRAN
NİSAN-MAYIS-HAZİRAN GASTRO 61
PREHİSTORİK
SANATTAN
İLK AVCILARIN
TAHAYYÜL DÜNYASINA
62 GASTRO NİSAN-MAYIS-HAZİRAN
NİSAN-MAYIS-HAZİRAN GASTRO 63
varlığına kanıt gösterilir. Lascaux mağarasının güçlükle Deraser (Arık) Mağara Resimleri”, Turkish Studies, International
ulaşılabilen alt galerisinde dikkat çekici bir sahne yer al- Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish
or Turkic Volume 8/6 Spring 2013, s.669.
maktadır. Yerde yatan silahlı bir adam ve ölmüş olduğu
10. Mircea Eliade, Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi 1, Taş
tahmin edilen bu adama boynuzlarını yönelten yaralı Devrinden Eleusis Mysteria’larına, çev. Ali Berktay, Kabalcı
bir bizon. Adamın sivri uçlu kargı silahı, bizonun karnına Yayınevi, 2003, s.30-32.
dayanmıştır. Bu sahne bir “av kazası” olarak yorumlan- 11. Ersoy Soydan, Ferhat Korkmaz, 2013, s.669.
makla birlikte bir çeşit şaman töreni olabileceği de öne 12. Anneliese Peschlow-Bindokat, Tarihöncesi İnsan Resimleri,
Latmos Dağları’ndaki Prehistorik Kaya Resimleri, çev. Işıl
sürülmüştür.10
Işıklıkaya, Sadeberk Hanım Müzesi, 2006, s.42, 46.
64 GASTRO NİSAN-MAYIS-HAZİRAN
NİSAN-MAYIS-HAZİRAN GASTRO 65
NİSAN-MAYIS-HAZİRAN GASTRO 67
GÜVENLI BESLENME VE
TÜKETIM MIKTARINDA
ÖNEMLI BIR DEĞIŞKEN:
KOKU
68 GASTRO NİSAN-MAYIS-HAZİRAN
bir bütün olarak düşündüğümüzde içinde bulunduğu- vi daha yerine getiriyor güvenlik kararının ilk aşaması-
muz zamansal kesit, adı üstünde, sadece bir kesit. Bin- na yardımcı olduktan sonra. O besinin yaymış olduğu
lerce yıl önceki atalarımızın hayatında böyle uygulama- koku daha biz tüketmeden organizmamızı bu tüketime
lar yok. Onlara yaşayabilmek için muhtaç oldukları gıda hazırlamaya başlıyor. Ağzımız sulanıyor, midemiz gurul-
belli merkezlerde (elbette bir değişim değeri karşılığın- duyor, yani besin ve yutak sıvılarımız harekete geçiyor.
da) sunulmuyor. Doğaya dağılmış besin maddelerinin
üzerinde de “son tüketim tarihi” veya muhtemel risklere Eh, madem hazırlıklar tamam, geçelim tüketme aşa-
karşı uyarılar yok. Dolayısıyla büyük büyük atamız be- masına. “Tüketme aşaması” diye şık bir isimle taçlan-
sin maddesini etiketine bir göz atıp sepetine koymak dırdığımız şey aslında basitçe çiğnemek veya yutmak
yerine daha ciddi bir değerlendirme sürecini yaşamak amacıyla o besini ağzımızın içine almak. Bu aşamada
durumda. Peki bu güvenlik değerlendirmesini yapabil- elbette gene koku duyumuz yalnız değil, diğer bir kim-
mek için neye ihtiyacımız var? En başta kokuya. Neden? yasal duyumuz olan tat duyumuz da “en iyi yardımcı
Çünkü her ne kadar görsellik, doku, ısı gibi ögeler bize oyuncu” ödülüne aday olarak devreye giriyor. Anladınız
bu tanımlamada yardımcı oluyorsa da denklemin ana siz onu, artık ikinci elemedeyiz.
unsuru koku. Çıkarınca anlam kayboluyor, tanım imkan-
sızlaşıyor. Tat duyumuz her ne kadar dışsal duyulardan telakki
edilse de dışarıya en fazla taştığı an, dilimizi uzatıp be-
Bahsetmiştik; biz iki şekilde koku alıyoruz. Burnumuzla sine dokunduğumuz an olabiliyor. Onun ötesinde tada
aldığımız ortonasal koku algısı ve damağın üzerinden dair tüm unsurlar, yani tatlı, tuzlu, acı, ekşi ve umami
gerçekleşen retronasal koku algısı. Bu iki farklı algı “zen- salt dilimizle değil, dilimiz dahil tüm ağız içinde mevcut
gin göstersin” diye mevcut değil bizde. Bunlar aslında tat tomurcukları vasıtasıyla değerlendirmeye alınıyor.
bizim güvenlik aşamalarımız. Gelin, “iki sınır hattı” veya Tadın bu kıymetli yardımları da elbette koku duyusu-
“iki güvenlik çemberi” diye de tanımlayabileceğimiz ve nu destekliyor, toplam besin algısının oluşması yolunda
bir anlamda bizim için radar vazifesi gören bu algılara gerekli yapıtaşlarını döşüyor. Ağzımızın içindeki yiyecek
kısaca bir bakalım. veya içecek aynı birinci elemedeki kıstaslar dahilinde
burada da kokusal bir değerlendirmeye tabi tutuluyor.
Ortonasal algı güvenliğimizin ilk aşaması; ancak göre- Besinin dışarıdan gelen kokusundan farklılaşan, çiğne-
vi sadece güvenlik değil, aynı zamanda besini saptama meyle beraber gerçekleşen fiziksel parçalanma netice-
görevini de üstleniyor. Burnumuzun altında yer alan iki sinde açığa çıkan yeni koku molekülleriyle desteklenen,
delik sayesinde koku kaynağı olan besinin yön ve yo- mukoza ve tükürükle seyrelen ve bir anlamda “yeniden
ğunluğu hakkında fikir sahibi oluyoruz. Karmaşık bir formüle edilen” koku profili retsonasal algımızla sıkı
ormansı coğrafyada görsel olarak neyin nerede oldu- bir güvenlik değerlendirmesinden daha geçiyor. Bu
ğu belli değilken yiyecek kokusu hangi burun deliğimi- yeni koku kalıtılmış bilgimizde herhangi bir risk sinyali
ze daha fazla geliyorsa o yöne meylediyor ve kokunun oluşturmuyor ve bu güvenlik bilgisi tat duyumuzla da
yoğunluğunu değerlendirerek ona ilişkin mesafe sapta- destekleniyorsa, ne ala, lokma veya yudumu yutuyoruz.
ması yapıyoruz. Her şey iyi ve hoş, koklaya koklaya be- Aksi halde ise yaptığımız şey basit, tükürüyor ve kendi-
sin olma ihtimali taşıyan malzemeye ulaştık diyelim. Bu mizden uzaklaştırıyoruz.
aşamada da ortonasal algımızın bir diğer işlevi devreye
giriyor. Acaba o besin maddesi geçmiş tecrübelerimiz Biz insanlar olarak şanslı canlı türlerinden biriyiz, zira
ışığında bizim için güvenli bir madde mi? Aynı veya ya- bizde kokudan bağımsız bir üçüncü ve son güvenlik
kın kokuda bir besini daha önce tüketip sorun yaşamış aşaması daha var: Kusma refleksimiz. Her iki güvenlik
mıydık? Veya yanımızda bize eşlik eden kabile üyesi çemberinden de bizi yanıltarak geçebilen zararlı besini
kardeşimiz daha biz el atamadan o besinin üzerine atla- belli bir aşamaya kadar kusarak dışarı atabilme olanağı-
yıp hapır hüpür tükettikten sonra kıvranmaya başlamış na sahibiz. Her canlı türü bizim kadar şanslı değil; fare-
mıydı? Böyle bir izlenim oluşturuyorsa hiç uğraşmayıp ler ve tavşanlar örneğin, kusma refleksine sahip değil-
başka kaynaklara yöneliyoruz. Yok, eğer bu olumsuz- ler. Bu hayvancıkların beyinlerindeki koku alma merkezi
lukları çağrıştıran bir koku profiliyle karşı karşıya değil- bloke edildiğinde iki günden fazla yaşayamıyorlar, zira
sek, hatta bir de üstüne daha önce aynı veya benzer kokusal değerlendirmeyi konu dışı bıraktığımızda gü-
kokuyu yayan maddeyi sorun yaşamadan tüketip keyif- venlik için başvurabilecekleri herhangi bir araç mecut
le karnımızı doyurmuşsak, kutlarız, muhtemel besinimiz değil.
birinci elemeyi geçmiştir.
Buraya kadar kokusal uyarılardan oluşan iki farklı gü-
Hepsi bu mu? Hayır. Ortonasal algımız bir başka göre- venlik çemberinden ve bu çemberlerde devreye giren
NİSAN-MAYIS-HAZİRAN GASTRO 69
iki farklı koku algısından bahsettik. Genelde “yemek-ko- imtina ederek) yaklaşıp onları daha küçük lokma ve
ku” ilişkisinden bahsedildiğinde maalesef ikinci aşama, yudumlar halinde, toplam olarak da daha az miktarlar-
yani retronasal koku algısı unutuluyor ve besinin dışa- da tüketiyoruz. Kısaca koku kuvveti ile tüketim miktarı
rıdan gelen kokusu kaale alınıyor. Hatta “Beslenmede arasında ters bir orantı var. Ölçeklemeye kolaylık olsun
koku çok önemlidir.” dediğimde bunu iyi niyetle “Ya diye örneklerle açıklamaya çalışayım:
evet, inan ben de yemeden hep koklarım tabağımı.”
diye cevaplayan çok kişi oldu. Ancak bu bir tarafı ağır Benim gençliğimde diyet uzmanlarının klişeleşmiş bir
basan bir terazi değil, bilakis her iki kefenin de eşit ağır- standart ölçü birimi vardı “bir kibrit kutusu büyüklü-
lığı ve önemi var. Her iki aşamada da aslında benze- ğü” diye. İşte o ölçü biriminde, yani bir kibrit kutusu
yen fakat farklılaşan kokular söz konusu. Pişmekte olan büyüklüğünde beyaz peyniri bir kerede ağzımıza atıp
kahvenin kokusuyla yudumlanan kahvenin kokusu me- tüketebiliyoruz, ama aynı büyüklükte ve daha kuvvetli
sela, benzeşiyor ama aynı değiller. Daha sert ve belirgin kokuya sahip başka bir peyniri, misal rokfor peynirini
örnekler olarak soğan, sarımsak, çemen gibi örnekleri aynı büyüklükte tüketmiyoruz. Her ikisinin de ekonomik
sayabilirim. maliyeti aynı olsa bile bunu yapmıyoruz.
Biz beslenme sürecini bu sebeplerden dolayı bir bütün Uyaranın uyarı gücüyle ilgili bu ters oran ilişkisi sadece
olarak değerlendirmek zorundayız. Üstelik bu bütünü koku için değil, diğer duyusal uyaranlar için de geçerli.
sadece sunum ve tüketmeyle sınırlı tutmayarak hayal Örneğin dokunun yumuşaklığı/sertliği gene bizim be-
gücümüzün keyifle çalıştığı malzeme temini sürecine sini tüketme miktarımızda etkili bir değişken olabiliyor.
de yayarak uzatabiliriz. Keza unutmayalım ki, malzeme Bir kaşık tereyağlı pilavı tek kerede ağzımıza atıp keyifle
temini, sunum, paylaşım gibi unsurlar sadece yaşamsal tüketebiliyoruz, ama aynısını bir avuç fındık için düşü-
biyolojik gereklerimizin karşılanmasına yönelik adımlar nebilir miyiz?
olarak kalmayıp aynı zamanda birer sosyal sürece de
dönüşüyorlar. O biyolojik gereksinmeler çekirdeğinin Dönelim gene kokuya ve bu kez kahveye gelelim, koku-
içinde yer alan ve hem hayatta kalmamızı hem de tü- su daha kuvvetli kahve formatlarıyla kokusu daha zayıf
rün devamını sağlayan iki ögeden cinselliği -eğer farklı kahve formatlarının standart sunum ölçülerine bir göz
fantezilerimiz yoksa- kapalı alanda ikili yaşıyoruz, ama atalım. Bir ölçü çizgisi üzerine kahveleri koku kuvvet-
yiyeceği açık alanda toplu tüketebiliyoruz. lerine göre sıralarsak espresso ve Türk kahvesiyle baş-
lıyor ve filtre kahve veya americano ile çizgiyi sonlan-
Sosyal antropoloji ve sosyolojinin ilgi alanına giren bu dırıyoruz. Peki, şimdi sizden ricam, bu saydığım kahve
konulara fazla dalmayıp gene kokuya dönelim ve gün- çeşitlerini standart olarak hangi büyüklüklerde tüketti-
lük hayatta çok yaptığımız ama pek farkında olmadı- ğimizi de gözünüzün önüne getirebilir misiniz? Koca bir
ğımız bir başka yiyecek-koku ilişkisinden bahsedelim. filtre kahve bardağında Türk kahvesi tüketiyor muyuz?
Ya da bir espresso fincanında filtre kahve?
Kokunun hayatımızdaki varlık sebebinin bir uyaran,
hem de kaçınılmaz bir uyaran olması olduğundan daha Zaten beslenmemizi bir piramit şeklinde tahayyül et-
önceki yazılarımızda bahsetmiştik. Uyarıları algılama- tiğimizde pilav, patates veya ekmek gibi koku kuvveti
mızı kolaylaştıran bir etmen bizim günlük hayat içinde zayıf olan besinlerin o piramidin geniş ve en çok tüke-
alışmış olduğumuz koku seviyesinin üzerinde bir güç- tilen taban katmanında yer bulduğunu, azalarak yukarı
le karşımıza çıkan kokular oluyor. Yaşam ortamımıza çıkıldığında da besinlerin kokularının giderek kuvvet-
yabancı veya alışık olmadığımız güçle karşımıza çıkan lenmeye başladığını görebiliyoruz.
kokuları olası riskleriyle beraber değerlendiriyoruz. Bu
elbette “her yabancı veya güçlü koku zararlıdır” anla- Bahsetmiş olduğumuz bu ters orantının sağlamasını
mına gelmiyor, ama en ufak bir zararlı olma şüphesinin kişiden topluma uzanarak da yapabiliyoruz. Gündelik
oluşması bile beynimizin bu yönde fazla mesai yapma- hayatlarının içinde daha kuvvetli kokularla beraber ya-
sına yol açıyor ve biz de beynimizi fazla çalıştırmaktan şayanlar bir anlamda o kuvvetli kokuları standart algı
hoşlanmıyoruz. (Hayatımızda kaçınılmaz olarak yer alan eşikleri haline getirip ancak bunun üzerinde aromaya
ve verileri kutuplara taşıyıp sıkıştırarak karar verme de- sahip gıdaları kuvvetli olarak nitelendirebiliyorlar. Bu,
ğişkenlerimizin sayısını çoktan iki'ye indiren dikotomiler elbette tam tersi için de geçerli. Her iki duruma örnek
de bundan sebep değil mi zaten?) olarak güçlü baharat karışımlarıyla meşhur Hint ve ça-
yın dahi en kokusuzu olan beyaz/yeşili tüketen Japon
Bu da konumuz bağlamında bizi ilginç bir noktaya ge- mutfaklarında hazırlanan yemeklerin koku kuvvetleri
tiriyor: kokusu güçlü yiyeceklere hep itinayla (hatta arasındaki farkı düşünebilirsiniz.
70 GASTRO NİSAN-MAYIS-HAZİRAN
NİSAN-MAYIS-HAZİRAN GASTRO 71
NİSAN-MAYIS-HAZİRAN GASTRO 73
KUTSAL LEZZETLER
ALFABESİ-IV: EKMEK
74 GASTRO NİSAN-MAYIS-HAZİRAN
NİSAN-MAYIS-HAZİRAN GASTRO 75
76 GASTRO NİSAN-MAYIS-HAZİRAN
lardan, hatta kavrayışımızdan, hafızamızdan, kalbimiz- benim için başka bir lezzet var. Adeta biri merak etmiş
den?” (s.132) Sonra da ekmeğe vefa diyerek, onun ko- de çocukluğunu yazsana demiş gibi bir hal içinde iştah-
kusunun çağırdığı çocukluğu, çağrıştırdığı anıları konuk la ekmek yazıyorum. Yazdıkça da iştahım açılıyor.
ediyor gönlümüze. Ekmeğin, tıpkı toprak, yağmur ko-
kusu gibi, ıtır, nane gibi, sofrayı unutulmaz ve bereketli Ekmeğin kutsallığına dair eski zamanlardan, kitaplar-
kıldığından söz ediyor. Ve en yüce, en görkemli işin ek- dan, mitolojiden tanıklar ve kanıtlar getirmeyi bir başka
mek yoğurmak olduğunu söylüyor, yoğurt mayalamak, yazıya bırakalım. Belki de buna hiç gerek yoktur. Zira
turşu kurmak, kim bilir belki sözleri çatıp şiir yazmak da ekmek ve kutsal adeta birbirlerinin ‘mütemmim cüzü’,
böyle işlerdendir. Ekmek yoğurma deneyimine ilişkin yani ayrılmaz parçası olmuş iki sevgili gibi. Buna aşk
söyledikleri arasında benim en çok ilgimi şu cümleler da dahil çocukluk da. Ekmeğin ve kitabın adına yemin-
çekti tabii, “üstelik gam alır, efkar dağıtır”. Elbette ar- ler edilir ve tıpkı Attila İlhan şiirlerinde olduğu gibi bu
tık bunu deneyeceğim, gamlıyken ekmek yiyeceğim ve yeminin ardından büyük serüvenlere gidilir. Ekmek de
efkarım büyümeden ağzıma bir lokma daha atacağım. aşk gibi, inanç gibi uğrunda bazen ölüme gidilen büyük
Gam alıp efkar dağıtan şeyin elbette ‘aşki’ bir yanı da serüvenlerden biridir. Şiir gibi kutsaldır, şiir gibi gerek-
vardır. lidir, varlığı da yokluğu da aşk gibi gelir insana... deyip
ekmeğin tabiatına geçelim. Fakat unutmayalım, ekmek
Ekmeği yazarken, okuldan açlıktan gözü dönmüş bir her şeyden öncedir, aşktan da, ülkeden de, inançtan da
halde gelen çocuklar gibi hissediyorum kendimi. Biz de ve kutsaldan da önce, bence.
olduk ve her ikisine de, ekmeğe ve çocukluğa hem do-
yamadık hem de doyduk. Birisi gönül doygunluğu olsun Buğday! İşte o büyülü sözcük. Hem büyülü hem de ya-
biri göz doymazlığı, ikincisi çocukluğa sayılsın. Anadolu kışıklı sözcük. Hem dişi hem eril bir çağrışımı var hem
Rock Çocukluğu. Bu ekmek mevzuu uzundur desem, yok. Görünüşü, yeri, çevresi, duruşu, edası, öğlesi, saba-
olmaz, derindir desem, nedeni sorulmaz, biraz daha hıyla, masaldan kaçmış doğaya sığınmış soylu eskisi, in-
desem, yazmaya doyulmaz, velhasılı kelam “meyhane san yenisi havası veriyor. Buğday, en güzel renklerden.
mukassi görünür taşradan amma/bir başka ferah başka Birinin teninden, yüzünden, renginden söz ederken
letafet var içinde” beytini, niyeyse, hatırlatacak biçimde “buğday” demenin güzelliğini bir düşünsenize. Nazım
ekmeğin içini, dışını, mayasını, kabuğunu yazmakta da Hikmet’in çocuk sevinciyle yazdığı, yazmak ne kelime,
havalara uçtuğu ve şiiri de uçurduğu “Güzel Günler Gö-
receğiz” şiirindeki, “uuuuuuuuy! Çocuklar kim bilir/ne
harikuladedir/160 kilometre giderken öpüşmesi” dizesin-
deki duygunun harikulade oluşu gibi bir güzellik. Sanki
rüzgarın ekmek olması gibi. Ekmeğimizi bize rüzgarın
getirmesi gibi bir şey. Ekmeğin içindeki rüzgar. Cahit
Külebi artık klasik sayılan “Hikaye” şiirinde buğdayın
rüzgar haline duyulan özlemi dile getirir: “Benim doğ-
duğum köylerde/ Buğday tarlaları yoktu/ Dağıt saçlarını
bebek/savur biraz!” Külebi’nin “Açık” şiirine yakışan da
odur: “Biz buğday tarlalarında buğday,/ Ağu yeşili bah-
çelerde ot,/ Trenlere düdük sesiydik./ Yıldızlara çoban-
dık, değirmenlere su,/ Bozkırlara bulut gölgesiydik.”
NİSAN-MAYIS-HAZİRAN GASTRO 77
DÜNYADA YEMEKTEN
DAHA SAHICI AŞK
YOKTUR, GERISI
EDEBIYAT!
“Talaş kebabının huzurunda birdenbire susan Besim bir kaynaklandığını biliriz tabii ki. Sözgelimi Orhan Pamuk,
tapınma sessizliği içindeydi. Et ve yufka, ağzında eriyerek İstanbul’un üst orta sınıfını sofra başında anlatmayı çok
baş döndürücü bir macun haline geldikten sonra, midesi- sever. İhsan Oktay Anar’ın özellikle kötü karakterleri tik-
ne değil kalbine gidiyormuş gibi ona büyük aşkların sar- sindirici yemek yeme tarzlarıyla yer bulur metinlerde.
hoşluğunu veriyordu. Hizmetçi onun önünde sarı benekli Refik Halit Karay, bir hayat adamıdır, gustosu vardır,
bir beyazlıktan başka bir şey kalmadığını görünce, kayık kahramanları da yerine göre oturma kalkma, yeme içme
tabağını sol omzunun hizasından uzattı. Kaşlarını çatan tarzlarıyla şekillenir. Edebiyatta yeme içme, denince ilk
Besim için günün en ciddi anlarından biriydi. Tabağını akla gelenlerden biridir kuşkusuz Selim İleri ve işi ro-
yeni baştan tepeleme doldurduktan sonra, itiraf etti: manlardan ve hikayelerden öteye taşımış, Oburcuğun El
‘Ben bu kebaba aşıkım.’ Kitabı’nı yazmıştır! Yenişehir’de bir Öğle Vakti’nin sand-
Çıplak bir kadının üstüne serilmiş atlas yorgan gibi ke- viçleri ve hazır yemekleri, Bizim Büyük Çaresizliğimiz’in
bapların üzerinde parlayan yufkanın kehribar sarısını iş- sürekli yemek yapan aşıklarının kısırları, börekleri, Ay-
tahlı gözleriyle yaladıktan sonra ilave etti: lak Adam’ın muhallebicilerinin ve Rıfat Bey Neden Ka-
‘Dünyada bundan daha sahici aşk yoktur. Üst tarafı ede- şınıyor’daki Rıfat Bey’in yediği ekmeğin yeri de ayrıdır.
biyat.’”1 Görüldüğü üzere listemiz uzamaya, kısacası yedikçe
şişmeye müsaittir!
78 GASTRO NİSAN-MAYIS-HAZİRAN
burada Simeranya adında ütopik bir ülke yaratır ve bu başka imgeler vardır: Sert ve disiplinli anneler, yokluk,
ütopya aracılığıyla ‘olması gereken’i göstermeye çalışır kazanma hırsı, Hamamönündeki patates çuvalları, şeh-
okurlarına. Bu anlamda bir tür akıl ve ahlak jimnastiği rin neredeyse bütün merdiven altlarını dolduran tostçu-
yapar. Dünyevi zevkler, aşk, şehvet, yemek, zenginlik, lar, sınıfsal farklılığın keskinliği, toplumsal dönüşümün
gösteriş ve para tutkusu üzerine düşünür roman bo- baş döndürücülüğü, mis gibi kızarma kokusu…
yunca. Ve bu yüzden edebiyatımızın en zengin, en iştah
açıcı sofralarını kurar gözümüzün önüne. İnsanı, onun Soysal sınıfsal farklılığın acıtıcılığını ve toplumsal dönü-
zaaflarını, irade ve ahlak dediğimiz şeyi tartmanın en şümün bireyi ezici gücünü aynı anda işler hikâyesinde.
uygun yollarından biridir çünkü yemek yeme alışkanlı- Bir kavağın etrafında birbirine değen hayatlar ve karak-
ğı ve insana dair en belirgin fikirleri verebilir. Samim ve terler bir sistemin çöküşünü anlatır bizlere. Dönüşümün
Besim’e geri dönelim. Besim’in talaş kebabına olan aş- merkezinde elbette sokak ve toplumsal hayat vardır,
kını itiraf ettiği yemeğin devamında ütopik Simeranya sokağı ise para ve tüketim alışkanlıkları belirler. 70’lerin
ülkesi üzerine konuşmaktadır kahramanlarımız: Ankara’sının merkezi bugün Kızılay’ın yuttuğu Yenişe-
hir’dir. Yenişehir’in merkezi ise bugün bir cafe diyebi-
“Samim kaşlarını kaldırdı: leceğimiz o meşhur Piknik’tir. Piknik’in çevresi ise her
‘Hayır’, dedi, ‘asıl tahsil orada. Talaş kebabına aşık olmak- alım gücüne hitap eden sandviççi, tostçularla dolmaya
tan kurtulurdun. Çünkü orada, ikide bir değişen öğre- başlamıştır yavaş yavaş. Şehir hazır yemeği keşfedi-
nim sisteminden ziyade pilavı ile meşhur bir mektepte yordur. “Sandviççi tıklım tıklımdı. Hardallı, sosisli, peynir-
okumazdın. Hazım usarelerini ikide bir galeyan ettiren li tost, ayran; bütün bu alışılmış, her sandviççide, hiçbir
tesirlerden uzak yaşardın ve manevi hüviyetin daha zi- yenilik, değişiklik gereği duyulmadan sunulan gıdala-
yade gelişirdi. Eski dünyamızın bütün yeni terbiyecileri, rı yemekten usanmıyordu kimse. Sandviç yemek kendi
bu samimi, bu gerçek ve yüksek kültürü bugünkü okul- başına bir değişiklik, yenilikti çoklarınca. Ucuz oluşu, çok
ların veremediğinde müttefiktirler; çünkü hepsinde öğre- ucuza tencere kaynatmaya alışık olanlar için inandırıcı sa-
tim usulü, baskı zorlama, hayvan yetiştirme ve tıka basa yılmasa da saatlerce ocaklarda kaynayan, bol soğanlı, az
doldurma usulüdür. Senin gibi zeki insanlar bile, talaş ke- kıymalı patates yemeklerinden usanmış insanlar için bir
babına duyulan aşktan daha sahici bir sevgi olmadığına yenilik, değişiklikti sandviç yine de.(...) Önce çoğunluğun
inanmışlardır. Bazıları bunun farkında bile değillerdir. Sen kuşkuyla baktığı, yeniliklere herkeslerden daha açık ko-
bildiğin ve itiraf ettiğin için sevimlisin.” 2Açıkça görülür lej çocuklarının uğrağı olan bir yeni sandviççi, evdeki mis
ki Samim’e göre, hatta bir adım ileri gidelim, Peyami gibi yemekler dururken sandviçle iştah kaçıran çocukla-
Safa’ya göre yemek, çok yemek, yemek yemeyi insani rına kızan ailelerin derdiydi. Sonra ansızın bütün kente
hazların üst sıralarında bir yere koymak pek de iyi bir yayıldı.”3
şey değildir. Ancak sistem insan ruhu ve aklı üzerinde
yarattığı boşlukları yemekle, tüketim duygusuyla dol- Büyük bir canlılıkla anlatır Soysal ve yeme alışkanlığı-
durmayı körükler, insani zaaflarımız da buna, kısacası nın değişimini gündelik hayatın düzenini, akışını nasıl
sistemin dayatmalarına yenik düşer. kırdığına odaklanır. “Bu sandviçler, tostlar ne denli kö-
tüleşirlerse kötüleşsinler alıcı buldular. Analarının soğan
Boşlukları yemekle dolduralım kokan ellerine; kış ve yaz aylarında hep aynı tatta pişen,
Evet Safa, bu anlamda sisteme olan eleştirisini yönelt- hep ucuza çıkmasına çalışılan, ev kadınlarının kocaların-
mekte bir araç olarak kullanır yemek yemeyi; onun dü- dan gizli gittikleri sinema parasının, saklı aldıkları naylon
şüncelerine katılıp katılmama durumu, düşüncesinin çorapların mutfak masrafından çıkarılması yüzünden
edebiyatını nasıl etkilediği sorusu bir başka tartışmanın tatlarını iyice yitiren yemeklere isyandı belki bu. Mevsim
konusu olsun, kalem oynattığı dönemin kültürel yapısını başlarında evlerde kurulan un, patates, soğan çuvalları
bu yolla etkileyici bir biçimde aktardığının hakkını ver- düzenini, sadece bu düzeni yıkabilmekti.”
meliyiz… Edebiyatımız içinde bu anlamda bir başka tür
eleştirel bakışı görmek için bambaşka bir yazara, bam- Aslına bakarsanız Soysal’ın anlatmaya çalıştığı şey de-
başka bir dönem romanına dönelim. Sevgi Soysal’ın ğişen bir dünya, bir ülke değil, yıkılmaya başlayan bir
Yenişehir’de Bir Öğle Vakti’ne. Yalnızız nasıl ki Peyami düzendir. Bu yıkıntının altında kalanlarla, üstüne çıkan-
Safa’nın yazarlığının doruk noktasıysa, Yenişehir’de Bir lar arasındaki acıtıcı gerilimdir. Kahramanlarının ağzına
Öğle Vakti de Sevgi Soysal’ın ustalık eserlerindendir. attığı her lokma da, tıpkı giydikleri, düşündükleri, yapıp
70’li yılların Ankara’sında geçen etkileyici bir sistem ettikleri her şey gibi bunun, bu gerilimin birer imleyici-
eleştirisidir kitap. Yenişehir’de Bir Öğle Vakti denince sine dönüşür roman boyunca.
aklımıza ister istemez devrilen bir kavak gelir. Ama bu
kavağın simgesel devrilişinde aklımızda çakıp sönen
NİSAN-MAYIS-HAZİRAN GASTRO 79
İştaha gelmek ya da gelmemek kalkmış, örtü konmuş, örtüye eş peçeteler dizilmişti. Sa-
Türkçeye armağan edilmiş yazarların başında gelir, Re- lata zeytinlerle, uçlarında yeşil yaprakları bırakılıp dörde
fik Halid Karay şüphesiz. Tarzını sevmeyen eleştirmen- yarılmış turplarla süslenmiş, ortasına da yeşil salatanın
ler bile yazarın bu dili en iyi kullanan edebiyatçıların göbeği oturtulmuştu; herkesin önünde ayrı bir bardak
başında geldiğinin hakkını verirler. Yakup Kadri Karaos- duruyordu.”4
manoğlu, Karay için “Tam bir yaşam adamıdır,” demiş,
edebiyat adamı tanımını kendine doğru kayırarak. Ama Mutfakta parçalanan hikâyeler
zaman gösteriyor ki, Karay gibi yemekten içmekten, Safa’dan, Karay’dan ve Soysal’dan sonra bir adım daha
acıdan keyiften, kadından erkekten, savaştan ve aşktan atalım zaman içinde ve 2000’li yıllara gelelim. Toplum-
anlayan bir hayat adamı olmadan edebiyat adamı da cu gerçekçilik düşüncesinin geride kaldığı, postmodern
olunmuyor. Karay yemekten anlar, kokudan, sesten… metinlerle büyülenmiş 2000’li yıllara… Bireyoluş süre-
Hayatın duyular aracılığıyla dile geçirilmesi gerektiğini cini yarım yamalak da olsa tamamlayamamış, bellek-
bilir gibidir. Şeftali Bahçeleri de işte bu bilişe dair yazıl- siz, siyasi bilinci, hayata dair özgüveni darbelerle yok
mış en etkileyici hikayelerinden biridir. edilmiş, çaresiz bir kuşağın hikayesine; Barış Bıçakçı’nın
Bizim Büyük Çaresizliğimiz’ine geçelim. Bu romanı biti-
Bir Anadolu kasabasına gelen, tumturaklı, vazifeşinas, renlerin aklında genellikle şöyle bir iz kalır; hayata dair
kuru zevkli, Avrupa görmüş tahrirat memuru Agâh derin bir çaresizlik duygusuna ve üç kişilik umutsuz
Bey’in müthiş değişimi anlatılır Şeftali Bahçeleri’nde. aşka eşlik eden, orta sınıf yemekleri ve mutfak hayatı.
Yazar bu dönüşümü muhteşem doğa tasvirleri, yeme “Bir pazar öğleden sonra kısır yapmaya girişiyorsun. Ni-
ve eğlenme keyfi üzerinden yapar. Başlangıçta ıslahat, hal de sana yardım ediyor. İkiniz günlük işlerde iyi bir ekip
teşkilat, imarat gibi ağır düşüncelerle sarmalanmış kah- oluyorsunuz. Ben oturmuş sizi seyrediyorum. Nihal’den
ramanımızın dirayeti müthiş bir sefa sofrasında kırılır, taze soğanları yıkamasını istiyorsun. Yıkıyor ve sen söy-
gel keyfim gel diye söylenen bir adama dönüşür git lemediğin halde doğramaya başlıyor. Hem de senin hiç
gide. Hikaye de burada biter, tam keyfin üstünde… sevmediğin biçimde, bir hayli kalın. Ona kızmıyorsun, hoş
şakalarla takılıyorsun. Oysa Serap’a bu yüzden kızdığını
Karay’ın buradaki eleştirisi, safahata düşüp memuriyeti, çok iyi hatırlıyorum; ağlayarak, bir kış günü toplandığımız
memlekete hizmeti boşlayanlar üzerine değildir ama. öğrenci evinin en soğuk odasına kapatmıştı kendisini. Şu
İnsanı doğadan koparan, aslında insanlık dışı bulduğu senin muhteşem patatesli sarımsaklı omletini yaptığın
çalışma sistemi ve bürokrasidir. Kim olursa olsun, ne ka- kahvaltılardan birinde, Nihal uzanıp tıraşı gelmiş çenen-
dar dürüst, ahlaklı olursa olsun, doğanın çekimine kapıl- deki ekmek parçasını alıyor. Sol gözümün hemen altında
maktan, insani arzuların peşine düşmekten kendini ala- bir seğirme... Hakim olmaya çalışıyorum.”5 Zaman değiş-
maz, demektedir. Sorumuz da budur aslında, kendimizi miştir, Yenişehir’deki alt-orta sınıftan şehirli kadınların
yemenin keyfine doğamızın içine bırakmalı mıyız, yoksa ya da Peyami Safa’nın Yalnızız’ınındaki gibi aşçıların ve
ahlaka tutunmalı ve bırakmamalı mıyız? Bir canlı ola- hizmetçilerin sofrası değildir artık önümüzdeki. Aileler
rak, yaşamak için gereksinmelerimizi kültürleşme süreci dağılmış, insan denen varlık, bir çaresiz birim olarak şe-
içinde ketlemek ya da bu gereksinimlere fazlaca önem hirde yapayalnız kalmıştır. Barış Bıçakçı, aşkı, kıskanç-
vermek, bunu yüksek bir hazza dönüştürmek mi daha lığı, yetişkinliğe vardığı halde bir aile kurmamış bireyin
sorunludur? Yani aradığımız o eşsiz denge nasıl kurulur, takıntılı bencilliğini bu kısacık paragrafta etkileyici bi-
edebiyat ise bu dengenin ya da dengesizliğin neresinde çimde anlatmıştır. Aynı genç kıza aşık olan iki geçkin
durur? Edebiyatın kısaca bize söz konusu dengesizliği erkeğin hikayesinde, insanlara, işe gidip gelmekten ve
ve çıkmazı gösterdiğini söyleyerek yolumuza devam mutfağa geçip sevdiği yemekleri yapıp yemekten baş-
edebiliriz. ka bir hayat vermeyen şehir belirir. Sanki, nasıl demeli,
şehir yok gibidir. Dolayısıyla birey denen şey de öyle…
Ama tam burada, -obur kahramanlar aracılığıyla ma- Varlığın çaresizliğinde, insan ve şehir, hep birlikte yok-
demki şehrin, şehir hayatının kırılma noktalarına sof- luğa doğru ilerlemektedirler.
ralar aracılığıyla odaklandık- Karay’ın değişen kültürü,
şehir yaşamını imleyen sofrasını görmeden gitmeyelim. “Rendelediğim domatesi fasulyenin üzerine koydum. Sen
Ve Türkçe klasiklerin baş eserlerinden biri olan Bugü- biraz karıştırıp tencerenin kapağını kapadın. Yemeği hiç
nün Saraylısı’nın sofrasına kısa bir göz gezdirelim: su katmadan pişirmenin önemi üzerine bir iki büyük söz
“‘Ayşen öyle göründüğü gibi bön değil; bilmediği yok. söyledik birbirimize.”6 Nihal’e âşık olduklarını söylememe
Aklı her şeye eriyor, eli her işe yatıyor. Kurduğu sofraya, kararı aldıklarında, Ender ve Çetin yine mutfakta, yine
yaptığı salataya git de bak!’ Ata, sofraya çıktı. Yemek ma- yemek yapmakta ve yine olmayan hayatı kaçırmaktalar.
sası lokantalardakine benzeyen bir hal almıştı. Muşamba Olmayan hayatlarını kaçırmalarının üzerine yemek ye-
80 GASTRO NİSAN-MAYIS-HAZİRAN
NİSAN-MAYIS-HAZİRAN GASTRO 81
NİSAN-MAYIS-HAZİRAN GASTRO 83
84 GASTRO NİSAN-MAYIS-HAZİRAN
dan çıkartırken görürüz. O bu işi para için yapmıyordur, verdiği mücadele sanatçının kendini bulma, kendinden
bir kefaret ödediğinden bahseder, kabuğunu kırdığı ve yetenekleri ile biricik sanat ürünleri çıkarma sancıları,
çıkardığı 9999 istiridyeden sonra, bir milyonuncu isti- benzer şekilde mutfakta uygulan sanatta da kendini
ridyesini yiyerek kefaretini ödemiştir. gösterir. Adam, kendi çabasını şu şekilde tanımlar: “Bir
şef denemekte istikrarlı olmalıdır, yemeklerinin lezze-
Adam, bir zamanlar Paris’te yaşamış ve yaptığı yemek- tinde değil,” der ve ekler “farklı ve yeni yollarla ulaşı-
lerle fark yaratmış olan önemli şeflerden bir tanesidir. lan lezzet için bir şefin çabalaması gerekir.” En küçük
Paris sanatçılarının bohem hayatlarına benzer bir hayat bir detay bile bu yemeklerde belirleyicidir. Karabiberin
yaşamıştır. Ünlü şefler ile beraber çalıştığı iki Michelin kavrulması, içine adaçayı da atılması, sosun içinde fazla
yıldızlı restoran sanki sanat performans ve gösteri okulu limon suyunun yıkıcı etkisi, tarhun otunun fazla olma-
gibidir. Bıçaklar, fırçalar gibidir. Öğreten usta baş sanat- sının tadı zorlaması gibi detaylar önemlidir. Sanatçının
çı, özel kabiliyetleri olan şef adaylarını fark eder, onlara mükemmelliği detaylara takıntılı, olması, bunun için suç
değer verir, diğer taraftan genç sanatçılar ise kontrol bile işlenmesi, filmin içinde ödüllü şeflerin tipik özellik-
edemedikleri enerjileri ile her şeyi mükemmel hale dö- leri olarak aktarılır. Detaylar mükemmelliğe ulaşmada
nüştürme ve mahvetme kapasitesine sahiptirler. Adam müdahale edilmesi gereken en önemli alanlardır. Gü-
da bu iki kapasitesini sonuna kadar yaşamıştır. Filmde nümüzde artık Londra’nın mutfak konusunda, Paris’le
mükemmel olmanın ispatı, Michelin yıldızı alıp alama- yarışma çabalarının bir göstergesi, Adam’ın mutfağını
makla ölçülmektedir. Michelin yıldız derecelendirmesi Paris yerine Londra’da açmasının hiç de tesadüf olma-
ortak kabul görmüş bir çeşit değerlendirme şeklidir. dığının göstergesidir.
Seyirci veya müşteri, yıldız ile işaretlenmiş restorandaki
yemek, tat performansını tüketmek için büyük bir şevk Mutfakta sanatı yakalamak
ve istek içindedir. Lezzetli tatların izini şehirde takip etmek, yerel üretici-
lerden gelen taze ürünleri kullanmak, teknolojiyi üreti-
Filmde Adam ve Helene ilişkisi iki yetenekli sanatçı- me dâhil etmek yemek sanatında sınırların zorlanma-
nın beraber sanat eseri üretmesi şeklinde aktarılmıştır. sında etkilidir. Ateşi doğru kullanmak, yiyeceğin ısı ile
Adam yetenek avına çıkar. Helene’nin hazırladığı en dönüşümünü sağlarken, tatların ortaya çıkmasında ısı-
basit yemeklerden bir tanesi olan, Cacio e Pepe, yani nın uygulanma derecesini kontrol etmek, mutfak sana-
biberli peynirli makarnasını yedikten sonra, yemekten tında önemli detaylar olarak filmde aktarılır. Pişirmeye
sanat üretme yeteneği olduğunu fark eder ve Helene önem verilmemesi mutfakta krizlerin ortaya çıkmasına
ile çalışmak ister. Bu o kadar kolay olmayacaktır, çünkü neden olacaktır. Ateşte bir dakika fazla bekletilen de-
ikisi de iki farklı dünya görüşüne ve özellikle teknikleri niztaraklarının tadı ulaşılmak istenen mükemmellikten
kullanma açısından farklı yemek sanatı anlayışına sa- uzaklaşmış bir tattır. Adam, pişirmede eski metotlar ye-
hiptirler. İki sanatçının, Adam ve Helene’in bir fast food rine, örneğin düşük ısıda, uzun süreli pişirme sağlayan
restoranında, yüksek mutfak ve alçak mutfak karşılaş- bütün tatları içine alan yeni metotları Helene’in ısrarı ile
tırması yapmaları ile dünya görüşleri mutfak ayırımları kullanmaya başladığı zaman, yaratıcılık sınırlarını zorla-
ile aktarılır. Bu iki mutfak, fast food hamburger resto- maya başlar. Bu iki sanatçının işlerinin, tabaklara zum-
ranı alçak mutfak ile, bir şefin özel olarak menüsünü lanan kamera sayesinde, bir sanat eseri gibi, renklerin
hazırladığı yemeklerin sunulduğu restoranlar yüksek ve dokuların uyum ve ahenk içinde güzellik ve estetik
mutfak ayırımı ile somutlaşır. İşçi sınıfının doğduğu vurgusu ile göze hitap ettiğini fark ederiz. Mükemmellik
Londra’da, işçi sınıfının yemekleri diye alçak mutfağın peşinde koşan bu iki mutfak sanatçısının işlerinin sanat
tanımlanıyor olması, oldukça manidardır. Helene, alçak olduğu konusunda seyirci adeta ikna edilmeye çalışılır.
mutfağı tüketmek istemez çünkü fast food, “aşırı yağ,
aşırı tuz ve ucuz et”in kullanıldığı mutfaktır. Adam ise Yemek sanatını eleştirmek
benzer kullanımın, Fransız klasik köylü yemeklerinden Yazılı ve görsel medyada kitlelere hitap eden yemek ya-
farkı olmadığını söyler ve ekler: “Aslında yapılan ucuz zarları, iyi yemek ve kötü yemek tanımlaması konusun-
bir parça ete lezzet ve tarz katmaktır.” Yüksek mutfak, da en çok söz sahibi olan kişilerdir. Yemek yazarları, ye-
alçak mutfak arasındaki esas fark Adam için fiyat far- mek kültürü, yaşam biçimleri ve alternatifleri konusun-
kıdır. Yüksek mutfak o eti fazla, çok daha fazla paraya da bilgi ve tecrübeleri ile analizler yaparak kitleleri yön-
satan mutfaktır. Adam için bir fast food restoranın esas lendirirler. Yedikleri yemekleri, içtikleri içkileri, aldıkları,
sorunu, üretme sürecindeki sıradanlıktır. Yani dolaylı servisi, restoranın ambiyansını, ödedikleri ücreti okurlar
olarak aslında, McDonaldlaşmanın3 yarattığı ürünlerde- için değerlendirirler. Filmdeki yemek yazarı, “Yazılarım
ki standartlaşma ve benzeşmeden bahseder ve bu du- iyi olanları değil, kötü olan restoranları kapatır.” diye
rumu “aşırı istikrar” olarak ifade eder. Kopyacılığa karşı eleştirisinin etkisini tanımlar. Yemek eleştirisi ve dere-
NİSAN-MAYIS-HAZİRAN GASTRO 85
celendirme konusunda en ünlü kaynaklardan bir diğer lik ifadesi çok sıradan bir tanımlamalardır. Restoranına
kaynak da Michelin rehberidir. Bu rehber, 1900’den iti- gelen insanların edilgen değil, etken bir konuma gel-
baren, Andre ve Edouard Michelin kardeşler tarafından, melerini ister. Adam’ın istediği restoranında tabakta
Michelin lastiklerinin tanıtılması amacıyla hazırlanan PR “culinary orgazm” sunmaktır. Restoranına gelenlerin,
faaliyetleri kapsamında lastik kullanıcıları için bir bil- acıktıkları için yemek yemelerini istemez, çünkü acıkın-
gilendirme rehberi olarak yayınlanır. Rehber, 1926’dan ca genelde yemekler güzeldir. Yemeğin kendi güzelli-
itibaren restoran ve otellere Michelin star derecelendir- ğinin arzulanıp arzulanmadığı bilinmemektedir. İstediği
mesi vererek kategorileştirmeye başlar. 1936’da başla- şey “yemek yemeyi bıraktıracak yemekler hazırlamak-
yan ve günümüzde de devam eden hiyerarşik bir sıra ile tır”. Restoranına gelenlerin, hazırladığı yemeği yemeleri
derecelendirilmiş üç yıldızlı sistem beğeninin ölçütüdür. sonucunda, doğal güdüler, haz, beden, kültürel vurgu-
1. Michelin yıldızlı restoranlar kendi kategorisi içindeki lardan etkilenerek, bireysel bir etkileşim içine girmele-
en iyi restoran, rini arzu eder. Adam bu durumu, “Yemek yapıp ilginç
2. Michelin yıldızlı restoranlar mükemmel bir mutfak kalabiliriz, ama ben insanlar masada beklerken delirme-
servis eden ve yemek pişiren, güzergâh değiştirmeye lerini istiyorum. Sıradan bir memnuniyet istemiyorum.”
değer restoran, tanımlayarak, ortaya koyduğu gastro sanat ürününe
3. Michelin yıldızlı restoranlar da istisnai bir mutfak ser- dikkat çeker.
vis eden ve özel bir seyahate değecek restoran şeklinde
sınıflandırılır. Bir yıllığına verilen bu yıldızlar, kontroller Sanatsal ürün ve faaliyetler, sanatçılar tarafından ya-
sırasında yıldız standardında bir gerileme var ise geri ratılır. Daha önce bir aurası olduğu bahsedilen sanat
de alınabilir. Bu yıldızın denetçileri asla kendilerini ifşa anlayışı artık, seyircinin dâhil olduğu ürünler haline
etmezler. Hatta aileleri bile bu denetçilerin işinden ha- dönüşmüş, bir aura kaygısından daha çok seyircideki
bersizdiler.4 yansıması önemsenmektedir. Mutfakta, yemeği yapan
kişi tarafından yaratılan ürünlerin, güzellik, estetik, tat
Gastro ürünleri değerlendiren bu iki referans noktası da uyumu, beden ile duyusal ve haz veren ilişkisi bu ye-
şefin yaratıcı ellerinde ortaya çıkan tabağın sanat eseri mek tabağını sanatsal bir forma aktarabilir. Seyirci, yani
olup olmadığını belirleyen bir eleştiri üretmez. Otorite sanatsal form oluşturma kaygısı ile oluşturulan yemeği
kabul edilen bu referanslar, sadece kitlelerin kabulünü yiyenlerle bir araya gelme, restoranlar gibi yeme içme
sağlayan ortak bir referans sistemidir. mekânlarında gerçekleşmektedir. Yeme içme mekân-
ları, ücret karşılığında ürünlerini satmaktadır. Sanatsal
Adam Jones bir performans sanatçısı mıdır? ürünün veya faaliyetlerin karşılığında telif hakları ve ser-
Türk Dil Kurumu sanatı, “Bir duygu, tasarı, güzellik vb. gilenme alanına girme şeklinde bir bedel ödenmektedir.
nin anlatımında kullanılan yöntemlerin tamamı veya Restorana gelen her müşteri, yediği yemeğin ücretini
bu anlatım sonucunda ortaya çıkan üstün yaratıcılık.”, ödemek zorundadır. Diğer taraftan, şefin performansı
“Belli bir uygarlığın veya topluluğun anlayış ve zevk öl- ve tabaktaki ürünlerin “farklı bir duruşu, alışılagelen ve
çülerine uygun olarak yaratılmış anlatım.”, “Bir şey yap- sınırların dışında, daha önce görülmeyen ve yapılmamış
mada gösterilen ustalık.” olarak ifade eder. Sanatçıyı ise olanı gerçekleştiren, iktidar ile çıkar ilişkisinde olmayan”
“Güzel sanatların herhangi bir dalında yaratıcılığı olan, bir niteliği yoktur. Öyle ki, Adam, yeterli müşteri gel-
eser veren; sinema, tiyatro, müzik vb. sanat eserlerini mediği zaman, ticari kaygıları önemseyerek televizyona
oynayan, yorumlayan, uygulayan kimse.” olarak tanım- çıkar. Yaptığı işten para kazanmayı önemsemektedir.
lar. Bu durumda Adam Jones’un peşinden koştuğu mü- Bu noktada Adam Jones, performans sanatçısı değildir.
kemmellik, üstün yaratıcılık ile de ifade edilebilir. Adam, Belki de o hayatı estetikleştiren sanatçı veya bir zanaat-
kendisini sıradanlığın karşısında bir sanatçı olarak de- kâr olmak arasında bir yerlerde değerlendirilebilir.
ğerlendirmektedir. Hatta “yemek yapmak kendini ifade
etmek şeklidir” diyerek, sanat yapıtı için vurgulanan
yaratıcılık ve özgünlük kavramına vurgu yapar. Adam 1. Aktaran; Bayram Akdoğan, Sanat, Sanatçı, Sanat Eseri ve Ah-
lak, http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/37/756/9661.pdf
için, filmdeki karakterlerin onu tanımladığı “yenilikçi ve
2. http://mixerarts.com/performans-sanati-nedir
önder, yaratıcı” ifadeleri bir sanatçıya atfedilen tipik ifa- 3. Bu terimin yaratıcısı Amerikalı sosyolog George Ritzer, Mcdo-
delerdir. Adam, sanatsal yeteneğini kullanarak hazırla- naldlaşmayı, fast-food restoran ilkelerinin, hızlı, verimli, bilimsel
dığı yemeklerin, seyirci yani müşterilerle etkileşiminin yönetimle denetlenebilir, öngörülebilir, hesaplanabilir akılcılaştı-
yoğun olmasını amaçlar. İstediği şey restoranına gelen rılmış bir süreç ile tanımlar. Bu noktada, Ritzer, McDonaldlaşma
olarak tasvir edilen tek biçimli, üretim, tüketim sistemlerinin bir-
ve yemeğini yiyenlerin memnun olmaları, yediklerini
çok alanda uygulanabilirliğinden bahseder. George Ritzer, Top-
ilginç bulmaları değildir. Kusursuz, mükemmel yemek- lumun McDonaldlaştırılması, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000.
lere ulaşmaya çalışan Adam için, memnuniyet ve ilginç- 4. http://horeca.life/2015/12/nedir-bu-michelin-yildizi-dedikleri/z
86 GASTRO NİSAN-MAYIS-HAZİRAN
NİSAN-MAYIS-HAZİRAN GASTRO 87
NİSAN-MAYIS-HAZİRAN GASTRO 89
JOACHİM
BEUCKELEAR'İN
TABLOLARINDAN
KUZEY SOFRALARININ
ZENGİNLEŞME SÜRECİNİ
OKUMAK-II
Tarihçiliğin en büyük sorunlarından biri, geniş kapsamlı Feodalitenin vatanı dar bir bölgeden ibarettir. Kuzey
oluşumları tanımların içine sokabilmektir. Burası çıkmaz Fransa, İngiltere ve Batı Almanya olarak ifade edile-
bir sokaktır, çünkü geçmişe ait bir oluşum, tanımlandı- bilecek bu alanın dışındaki Batı Avrupa bölgelerinde
ğında, köşelere sahip olur ve bunları okuyanlar bu kö- feodalleşme sürecinin çeşitli aşamalarına ulaşabilen,
şelerin gerçekten var olduğunu düşünür. Oysa örneğin ama tam bir feodal düzen kuramayan kesimlerin yanı
feodalite gibi son derece geniş bir zaman dilimine ya- sıra feodaliteyle hiç karşılaşmayan coğrafya kesitleri de
yılan ve oluşumu ile çöküşü asıl varoluşundan çok daha olmuştur. Feodaliteyi hemen hemen hiç tanımayan böl-
90 GASTRO NİSAN-MAYIS-HAZİRAN
Balık Pazarı
gelerden biri de Kuzey Denizi kıyılarındaki Flandre’dır, kapitalizmin belli odaklarından biri haline gelmesini bu
esas itibariyle Belçika ile Hollanda arasında paylaşılan duruma borçludur. Önce İtalyan endüstrilerini besle-
bu alan, coğrafi adının da ifade ettiği üzere (Alçak Ül- mek üzere bir yün hammadde üretim merkezi olarak
keler), kıyı kesimlerinde deniz düzeyinin altında kalan beliren Flandre, daha sonra kendi bir yünlü dokuma
toprakların çoğunlukta olduğu talihsiz bölgelerdir. Ama merkezi haline gelecek ve kendi kırları da onu beslemek
feodalitenin ana vatanında tasfiye sürecine girmesi, ar- üzere harıl harıl tarımsal mal üreteceklerdir. Bu arada
dından da kapitalizmin pekişerek diğer bütün tarzları büyük bir uluslararası ticaretin de merkezi haline gelen
kovması ve bütün eski ekonomik davranış kalıplarını Flandre ve onun en büyük ve merkezi kenti Anvers, bu
kendi sistematiği içinde eritmesi “Alçak Ülkeler”in talih- çaplı ticaretten ötürü müthiş bir ürün çeşitliliğiyle karşı
sizliğini talih haline çevirecektir. karşıya kalmıştır. 16. yüzyıla gelindiğinde, bu ülkede ar-
NİSAN-MAYIS-HAZİRAN GASTRO 91
Sebze Satıcısı
Pazar
92 GASTRO NİSAN-MAYIS-HAZİRAN
Tedbirsizlik allegorisi
Mutfak
NİSAN-MAYIS-HAZİRAN GASTRO 93
Sebze Satıcısı
tim yapan iş kolları haline gelmektedir. Örneğin avcı-
lık, Flandre bölgesinde artık bir işkoludur ve “ürünler”
pazarda satılmak içindir.“Alçak Ülkeler”in coğrafi yapı-
sı, bu bölgeyi eski tarihlerden itibaren denize mahkûm
hale getirmiştir. Fakat 15. yüzyıldan itibaren özellikle
cek bir gelir düzeyine ulaşmış olması sayesindedir. Ama
Hollanda denizciliğinde kaydedilen büyük çaplı tek-
aynı zamanda artık tuzlalar kapitalist bir tarzda işletil-
nolojik gelişmeler, balıkçılığın kuzey denizlerinin daha
mekte ve balıklar fıçılarda tuzlanarak uzak mesafelere
uzak bölgelerinde yapılabilmesini mümkün kılmakta,
taşınabilmektedirler. Ayrıntısına girmeden hızla söyle-
böylece Flandre balık pazarları dünyanın en zengin ba-
mek gerekirse, tuz üretimi, tuzlama, fıçıcılık, fıçıyla taşı-
lık çeşitleriyle donanmaktadırlar.
ma vb., artık hepsi kapitalist üretim tarzının içinde yer
almaktadırlar (yani bütün bu faaliyetlerin hepsi, malla-
Hollanda resminin ‘altın çağı’nı haber veren ressamlar-
rın piyasada satılması için yapılmaktadır).
dan biri belki de birincisi olan Joachim Beueckelaer, bu
zenginliği resmetmiştir. Flaman ustanın çok sayıdaki
Balıklara biraz daha yakından bakıldığında, kıyı balığın-
resminden bir tanesi “Balık Pazarı” adını taşımaktadır.
dan çok açık deniz balığı görülmektedir. Bu da avlanma
İlk bakışta sıradan bir balıkçı dükkânının tasviri gibi gö-
tekniklerindeki gelişmenin işaretidir, ama asıl dikkat çe-
züken bu tabloda, birçok ayrıntı dikkat çekicidir. Ön-
kici nokta, bazı balıkların dilimle satılmasıdır ki, esas bu
celikle satıcıların kıyafetleri çok düzgündür. Küçük bir
durum Flandre ekonomisinin giderek kapitalistleştiğini
dükkân sahibinin bile görece iyi giyimli olması, refah
açıkça ortaya koymaktadır. “Balık tezgâhları” tablosun-
düzeyinin artmasını işaret etmektedir. Ama asıl önemli
da, çarşıdaki balık zenginliği daha da iyi görülmektedir.
olan balık çeşitleridir. Tablalarda Akdeniz balıkları gö-
rülmekte (hatta Karadeniz balıkları bile vardır), Orta
Üstadın resimlerinden önemli bir noktayı daha öğreni-
Çağ için düşünülemeyecek bir durum olarak, balık gibi
yoruz. Flandre’da artık sebzeler çok çeşitlenmiştir. Bu-
kolayca bozulabilen bir ürün, binlerce kilometre uzağa
nun nedeni bu sefer ithalat değildir.Sebze, o dönemde
kadar gidebilmektedir. Bunun böyle olabilmesi, Fland-
ithalatın maliyetini ödeyemeyecek kadar ucuz bir yiye-
re’ın zenginliğinin, bu uzak mesafeden getirilen nadir
cek türü olduğu için genelde yerel ürünlerle yetinmek
ve nadide ürünlerin yüksek maliyetlerine katlanabile-
söz konusudur. Bu çeşitlenmenin nedeni tarım teknikle-
94 GASTRO NİSAN-MAYIS-HAZİRAN
Ahçı
NİSAN-MAYIS-HAZİRAN GASTRO 95
rindeki devrimci değişimlerle ilgilidir. Üçlü rotasyonun “Ahçı” tablosu ise ticari av ve kümes hayvanlarının artık
ikili rotasyonun yerine geçmesi, bu devrimci değişim- mutfaklarda ne derece önemli bir yere sahip olduklarını
lerden biridir. Toprağın kaybettiği minerallerini yeniden göstermektedir.
kazanması için bir yıl ekim bir yıl nadasa dayalı eski
sistemin yerine tarlaları üçe bölerek, üçte birini nadasa Büyük Flaman “Çarşı Ressamı” Joachim Beuckelaer’in
bırakıp, diğer iki üçte birde dönüşümlü ürün yetiştir- ışığında Flaman ekonomisinde ve sofrasındaki deği-
meye dayalı yeni sistemde sebzeler ön plana çıkmak- şimlere göz ucuyla bakmaya çalıştığımız bu iki yazılık
ta ve bunun sonucu kent pazarlarında görülmektedir. diziyi, üstadın en ünlü tablolarından biri olan “Tedbir-
Bu iki sebzeci kadından birincisi dar gelirlilere, ikincisi sizlik Allegorisi” ile bitirelim.. Üstat, aslında dinsel tema-
hali vakti yerinde olanlara hitap etmektedir. Ama her iki ları çarşı motifleri içinde resmetmektedir. Bu tablonun
durumda da insanlar artık kendi yetiştirdikleri sebzeleri adı da Kitab-ı Mukaddes’e bir atıftır. Bu adlandırmanın
değil, onlar için kırda üretilmiş ürünleri tüketmektedir- bizi yanıltmasına izin vermeden, arka planda dinsel ko-
ler. “Pazar” adındaki tabloda ise tezgâhların zenginliğini nunun işlendiğini ve bizim ön tarafla ilgili olduğumuzu
görmek mümkündür. belirtelim. Resmin ön planında 16.
yüzyılda orta sınıftan bir ailenin mutfağı resmedilmiş-
“Mutfak Manzaraları” ile “Mutfak” adlı tablolarda, nadi- tir. Gelişmekte olan kapitalizmin merkezi olan Anvers’in
de meyvaların yanı sıra av hayvanları dikkat çekmekte- zenginliğini bundan daha iyi ifade etmek mümkün ola-
dir. Orta Çağ’da bir soylu ayrıcalığı olan av hayvanları, mazdı.
artık profesyonel avcılar tarafından pazara sunulan bi-
rer mal haline gelmişlerdir. Söz konusu olan mutfak, bir İlerleyen sayılarda başka çarşı ressamlarıyla ve başka
zengine aittir, büyük malzeme çeşitliliği ile kap kacak- “iktisat tarihi”ni resmedenlerle, sofranın gelişimini bize
taki kalite bunu göstermektedir. “Donanımlı bir mut- tuallerde gösterenlerle buluşma umuduyla.
fak” tablosu da bu söylenilenleri teyid eder niteliktedir.
Mutfak Manzaraları
96 GASTRO NİSAN-MAYIS-HAZİRAN
NİSAN-MAYIS-HAZİRAN GASTRO 97
NİSAN-MAYIS-HAZİRAN GASTRO 99
aynı zamanda, yukarıda bahsettiğimiz üzere, Kur’an’ın gökten bir afet indirir de bağ kupkuru ve yalçın bir toprak
cennette ‘yeşil’ giyildiğinden bahseden kısmıdır. İlgili haline geliverir.’
ayetlerde şöyle denilmektedir: ‘Ya da suyu çekiliverir de (bırak bir daha bulmayı) artık
“İşte onlar için içlerinden ırmaklar akan Adn cennetleri onu arayamazsın bile.’
vardır. Orada tahtlar üzerine kurularak altın bileziklerle Derken bütün serveti helak edildi. (Yıkılmış) çardakları
süslenecekler, ince ve kalın ipekten yeşil giysiler giyecek- üzerine çökmüş haldeki bağına yaptığı harcamalar kar-
lerdir. O ne güzel karşılıktır! Cennet de ne güzel bir yas- şısında ellerini ovuşturuyor ve şöyle diyordu: ‘Keşke Rab-
lanacak yerdir!”.1 bime hiçbir kimseyi ortak koşmasaydım...’
Onun, Allah’tan başka kendisine yardım edebilecek kim-
Hızır’ın, İslami mitolojide “yeşille” özdeşleştirilmesinin seleri yoktu. Kendi kendini kurtaracak güçte de değildi.”.
bir sebebi de Kehf Suresi’nin kendisiyle doğrudan ilgili
olduğu düşünülen bölümlerinden önceki “kuraklık ceza- Ayetlerden görüldüğü üzere, Kur’an’ın bu suresinde Al-
sı” atıfları olabilir. Zira Kehf Suresi’nde ayrıca, kendilerini lah’ın sınırsız gücüne işaret etmekte. Surenin geri kalan
dünya zevklerine ve hırslarına kaptıranlara yönelik “ye- kısımlarında ise, Hızır’a atıflar bulunmakta. Türkiye Di-
şilden ve sudan” mahrumiyet uyarıları da yapılıyor: yanet Vakfı’nın İslam Ansiklopedisi’nde söz konusu atıf-
lar şöyle aktarılıyor:
“Sabah akşam Rablerine, O’nun rızasını dileyerek dua
edenlerle birlikte ol. Dünya hayatının zînetini arzu edip “Hz. Musa, genç adamına iki denizin birleştiği yere ulaş-
de gözlerini onlardan ayırma. Kalbini bizi anmaktan gafil maya karar verdiğini söyler, bunun üzerine beraberce
kıldığımız, boş arzularına uymuş ve işi hep aşırılık olmuş yola çıkarlar. İki denizin birleştiği yere varınca yanlarına
kimselere boyun eğme. aldıkları kurutulmuş balığı bir kenarda unuturlar, balık da
De ki: ‘Hak, Rabbinizdendir. Artık dileyen iman etsin, di- canlanarak denize atlar. Bir müddet sonra Musa genç
leyen inkar etsin.’ Biz zalimlere öyle bir ateş hazırladık ki, adamına azığı getirmesini söyler; fakat genç adam olup
onun alevden duvarları kendilerini çepeçevre kuşatmıştır. biteni hatırlayarak daha önce bunu Musa’ya bildirme-
(Susuzluktan) feryat edip yardım dilediklerinde, maden yi unuttuğu için üzüntüsünü dile getirir. Bunun üzerine
eriyiği gibi, yüzleri yakıp kavuran bir su ile kendilerine Musa, aradıkları yerin orası olduğunu söyler ve geriye
yardım edilir. O ne kötü bir içecektir! Cehennem ne kor- dönerler. Burada kendisine Allah tarafından “rahmet ve
kunç bir yaslanacak yerdir. ilim” verilmiş olan “salih bir kul” ile karşılaşırlar. Musa, sa-
Gerçek şu ki, iman edip iyi işler yapanlara gelince, elbette hip olduğu ilimden kendisine de öğretmesi için onunla
biz iyi iş yapanların ecrini zayi etmeyiz. arkadaş olmasını söyler; Kur’an’ın adını bildirmediği bu
Onlara şu iki adamı örnek ver: Onlardan birine iki üzüm kişi, iç yüzüne vakıf olamayacağı olaylar sebebiyle bu be-
bağı vermiş, bağların çevresini hurmalarla donatmış, iki- raberliğe sabredemeyeceğini belirtirse de Musa’nın ısrarı
sinin arasına da bir ekinlik koymuştuk. üzerine, meydana gelen olaylar hakkında açıklama yap-
Her iki bağ da meyvelerini vermiş ve ürünlerinden hiçbir madıkça kendisine soru sorulmaması şartıyla teklifi kabul
şeyi eksik bırakmamıştı. Bu iki bağın arasından bir de ne- eder. Musa’nın bu şarta uyacağını söylemesi üzerine yol-
hir fışkırtmıştık. culuğa başlarlar.”2
Derken onun büyük bir serveti oldu. Arkadaşıyla konu-
şurken ona dedi ki: ‘Benim malım seninkinden daha çok. Bu yolculuk sırasında, beklenmedik şeyler olur; “salih
Adamlardan yana da senden daha üstünüm.’ kişi” olarak ismi verilmeden anılan Hızır, Hz. Musa’nın
Derken kendine zulmederek bağına girdi. Şöyle dedi: sabır göstermekte güçlük gösterdiği şeyleri ard arda
‘Bunun sonsuza değin yok olacağını sanmıyorum.’ yapar. Bir gemide delik açar, bir çocuğu öldürür; bunlar
Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Rabbime döndü- hiç de müsamaha gösterilecek şeyler değildir.
rülsem bile and olsun bundan daha iyi bir sonuç bulu-
rum.’ Kehf Suresi’nin bu kısmında vurgulanmak istenen “her
Arkadaşı ona cevap vererek dedi ki: ‘Seni topraktan, son- şeyin oluşunun bir sebebi olduğu”dur. Örneğin, Hz. Musa
ra bir damla döl suyundan yaratan, sonra da seni (eksik- ve genç yardımcısı, yanlarında yemek olarak bir balık
siz) bir insan şeklinde düzenleyen Allah’ı inkâr mı ediyor- getirmişler; ardından da bu balık akıllarından çıkmıştır.
sun?’ Allah, bu balığın ikisi birden tarafından unutulmasına
‘Fakat O Allah benim Rabbimdir. Ben Rabbime hiç kim- neden olmuş ve ardından balığı canlandırıp, onların
seyi ortak koşmam.’ yanlarından uzaklaştırmıştır. Fakat, eğer o zaman balığı
‘Bağına girdiğinde Mâşaallah! Kuvvet yalnız Allah’ındır’ unutmasalar ve balık canlanıp kaçmasa, Hızır ile kar-
deseydin ya!.. Eğer benim malımı ve çocuklarımı ken- şılaşmayacaklardı. Kehf Suresi’nin Hz. Musa ilgili olan
dininkilerden daha az görüyorsan, belki Rabbim bana, kısmının sonunda, ilahi rahmet ve ilme mazhar olmuş
senin bağından daha iyisini verir. Seninkinin üzerine de “Allah’ın kulu” olarak anılan Hızır yaptıklarının neden sa-
mış ile Aşk ve Bereket Tanrıçası İştar arasında bir husu- ilintilendirilen kısmı, “doğanın uyanması” çağrışımı ya-
met başlar. Zira İştar, Gılgamış’a eşi olmasını teklif eder ratmasıdır. Ateş, “yeniden doğuş”, “güneşin dokunuşu
ve Gılgamış tarafından reddedilir. İştar da intikam için ile yeniden canlanma” metaforlarını içerir.
Gılgamış’ın peşine, onun canına kasteden bir boğa gön-
derir. Enkidu ve Gılgamış, beraberce boğayı alt ederler. Hıdrellez, kışın tamamen geride bırakıldığı bir tür yıl dö-
Fakat, Enkidu tanrılar tarafından lanetlenir. Destanda nümü yaza girildiği müjdelenen bir “yılbaşı”. Hıdrellez,
daha sonra ne olduğunu tam bilemiyoruz; zira aradaki İslamiyet’te, ölümsüzlük bahşedilen yegane iki kişilik
tabletler kayıp. Buna karşılık, eldeki tabletlerden, Enki- olduğuna inanılan Hızır ve İlyas Peygamber’in yılda bir
du’nun gerçekten de öldürüldüğünü ve Gılgamış’ın bü- kere bir araya geldikleri gündür. Fakat, gerek halk mito-
yük bir hüzne kapıldığını takip etmek mümkün. lojisi gerekse İslami kaynaklarda, ismi Hızır ile beraber
anılmasına karşın, İlyas Peygamber’e fazla ağırlık veril-
Gılgamış, Tufan’dan kurtularak sağ kaldığını öğrendiği mez. Hıdrellez kutlamalarında da başkahraman Hızır’dır
Utnapiştim’i bulmak üzere yola çıkar. Utnapiştim ölüm- -İlyas Peygamber’e verilen bir rol yoktur. Kur’an’da İlyas
süzlüğün sırrını bilen bir bilgedir. “Nehirlerin ağızlarının Peygamber’in adı iki kez geçer; “El-Enam” ve “Es-Saf-
buluştuğu yerde” bulunan ve kendisine ebedi hayat ih- fat” Surelerinde. Kur’an’da bahsedildiği kadarıyla, İlyas
san edildiğine inanılan Utnapiştim, bizim Hızır karakte- Peygamber ile ilgili fazla bilgimiz yok; yalnız mümin bir
rinden başkası değil -iddialara göre. Utnapiştim, Gılga- kişi olduğu ve bir tanrı-kral olarak kabul edilen Baal’a
mış’ı “ölümsüzlük otunu” bulmaya yollar. Utnapiştim’in tapanlarla mücadele ediyor ve sonraki nesillerce hayırla
kendisi, Gılgamış Destanı’na göre Sümer şehir devleti anılıyor. İlyas ile Hızır’ın beraberce anılması da dediğimiz
Şuruppak’ın kralıdır. Dediğimiz gibi, söylenceye göre, gibi daha çok, ikisine atfedilen “ölümsüzlükten” kaynak-
Utnapiştim, tüm canlıları yok etmeyi amaçlayan Büyük lanıyor. Halk inancında İlyas’ın, ateşten bir ata binerek
Tufan’dan sağ olarak kurtulmayı başarmıştır ve böyle- dünyayı dolaştığına da inanılır. Hazreti Muhammed’in,
ce kendisine de tanrılık bahşedilmiştir. Bu son macera, İlyas’a denizlerde, Hızır’a da karalardaki “ümmet”i ko-
Gılgamış için hayırlı olmaz; ölümsüzlük otunu yemeye ruma görevi verdiği de, halk arasındaki inanışlardandır;
fırsat bulamadan onu bir yılana kaptırır ve Uruk’a eli boş ancak, bazıları tersine de inanır -İlyas’a karalar, Hızır’a
döner. Gılgamış’ın, bu son macerasında, bencil yönleri- sulardaki koruma görevi verilmiştir.
ni bir kenara bırakıp paylaşmayı tercih eder olduğu ve
ölümsüzlük otunu halkıyla birlikte yemek istediğini öne Halk arasında kutlandığı haliyle Hıdrellez’de hem büyü-
süren kaynaklar da var. lü, mucizevi; yani soyut yönler hakimdir hem de, zen-
ginlik, bolluk-bereket gibi somut beklentiler de ön pla-
Umut ve dilek dolu gün: Hıdrellez na çıkmaktadır. Halk arasında, Hıdrellez, kışın yoksunlu-
Anadolu-Türk geleneğinde, Hızır bir peygamber olarak ğundan sonra, arzuların, heveslerin serbest bırakıldığı
kabul edilir. Hızır Aleyhisselam’ın dışında, Hızır Nebi, Hı- bir şenliktir; doğanın döngüsüyle beraber insanlar da
zır Peygamber olarak da anılır. Halk arasında Hızır, dert- dönüşür. Bahsettiğimiz gibi, Hıdrellez kutlamaları için
lilerin imdadına yetişen, kısmet ve şans getiren güzide su yakınına gitmek de, adetler arasındadır. Su temizler,
bir şahsiyettir. “Kul bunalmayınca Hızır yetişmez”, “Hızır arındırır; Hıdrellez’de temiz su kaynağından gelen suyu
gibi yetişti”, “Hızır’ın eli değmiş gibi bereketli” sözleri içmek, o suyla yıkanmak, Hıdrellez öncesi (ama günü
hep, bu efsanevi özelliklerin halk tahayyüllünde nasıl değil) evi temizlemek, o gün temiz pak yeni yıkanmış
yer ettiğinin ipuçlarını verir. Halk inanışına göre, sene- veya yeni giysiler giymek, temiz suya bakmak, yüze
de bir gün de, şans eseri “imdada geliverdiği” anlardan, temiz su çarpmak, Hıdrellez’in adetlerindendir. Hıdrel-
yani tesadüfi, mucizevi diğer zamanlardan farklı olarak, lez sabahı temiz suya bakmanın kişiyi güzelleştirdiği-
adeta “Noel Baba” gibi randevulu biçimde dünyayı zi- ne inanılır. Hızır, temiz olmayan yere uğramadığından,
yaret eden Hızır, aramızda gezer. Hıdrellez günü değil ama öncesinde temizlik yapmak
gerektiği kabul edilir. Hıdrellez günü ise hiç şekilde yer
Rûz-ı Hızır (Hızır’ın günü) olan Hıdrellez, geleneksel süpürülmez; süpürenin kısmetini de süpüreceği düşü-
olarak su kenarları, yeşillik yerlerde kutlanır; zira Hızır’ın nülür. Benzer şekilde, yeşil yapraklar koparılmaz; kuru
bu gibi yerlerde dolaştığı düşünülür. Uğradığı yerlerde çalı çırpı, canlılığını yitirmiş bitkilere de dokunulmaz.
bolluk, bereket, tazelik, uğur, şifa ve kısmet getirdiğine Hıdrellez’de yapılmayacak şeyler arasında süt kaynat-
inanılan Hızır, gözüktüğü kişilerin de “yardımına koşar mak ve hamur mayalamak vardır. Buna karşılık, Hıdrel-
ve sıkıntılarını giderir” tahayyülü yaygındır. lez’de sütü mayalanmadan yapılan yoğurdun tutması
halinde, Hızır’ın o evden geçtiğine inanılır. Hızır’ın bir
Tıpkı diğer bir “bahar bayramı” olan Nevruz gibi, Hıd- eve uğrayıp uğramadığını anlamak için çeşitli “yöntem-
rellez de, ateşlerin yakılmasıyla kutlanır. Ateşin, baharla ler” kullanılıyor; örneğin un elenip ortaya bırakılır ve
eğer bu unun üzerinde iz olursa Hızır gelmiş demektir. köstebekleri kaçırmak için olduğu da öne sürülür. Yani,
Öte yandan, bulgur pilavı pişirilip ortaya konur ve bir günümüzde, bir ‘protesto’ aracı olarak karşımıza çıkan
deste kullanılmamış tahta kaşık da yanına bırakılır. Bu ‘tencere tava çalma’; aslında Anadolu’da kötülüğü, ha-
kaşıklar, daha sonra yemek pişirilirken kullanılır ve eğer şeratı korkutup kaçırmak için yapılan ve çok eskiden
biri ateşte yanmazsa, o zaman Hızır o kaşıkla, kendisine beri var olan bir adet. Hıdrellez günü, kuzuların, oğlak-
pişirilen pilavdan yemiş demektir. ların kesilmesi de adettendir. Hıdrellez günü için sütlü
tatlılar ve hamur işleri de yapılır. İsmi “S” ile başlayan
Hıdrellez günü, iki hamur tutulması adeti de vardır; yiyecekler ve içeceklere özel önem atfedenler de vardır.
yapraklardaki sabah çiği bu hamurlara ilave edilir. Bu Köy, kasaba veya mahalle halkının beraber yiyip içme-
hamurlardan birine sadece bir çimdik maya katılır ve sine önem verilir ve yemek sonunu tatlılıkla bağlamak
hangisine katıldığı ‘unutulur’. Hamurlardan birine, “var için muhakkak sofraya tatlı bir şeyler konulur. İçine bir
hamuru”, diğerine “yok hamuru” denir. Hangisi kabarır- tane para konan Hıdrellez çöreğinin pişirilmesi de söz
sa da o yılın o kısmetle geçeceğine inanılıyor. Hamur konusudur. Yemekle beraber, ortak oynanan oyunlar,
tutup ağaca asmak da başka bir adet; yerel inançlara türküler söylenip halay çekilmesi, manilerle atışılması
göre, hamur kabarırsa dilekler oluyor. toplu eğlencenin parçalarıdır.
Su ve sütle beraber, yeşil bitkiler, ağaçlar, gül ağacı da Hıdrellez gecesinin en bilinen geleneği ise elbette dilek
Hıdrellez’in başlıca motiflerindendir. Hıdrellez günü dilemektir. O gece bir gül fidanının dibine, gelecek se-
bütün bitkilerin, dolayısıyla, tüm doğanın canlanacağı, neden beklenenler, dilekler şekillerle betimlenerek gö-
yepyeni bir hayata kavuşacağına inanıldığından yeşille mülür. Hıdrellez’in kutsallığına, uğruna inananlar, geceyi
Hıdrellez’in bağlantısı bu denli ön plandadır. Kırsal yer- gelecekle ilgili ipuçları veren rüyalarla dolu bir uykuy-
lerde kutlamalar, “Hıdırlık” adı verilen yeşillik, su kenarı, la tamamlamak için yatağa yatar. Genç kızlar özellikle
manzaralı yerlerde yapılır. Diğer “yeşil” adetler arasın- yastıklarına veya yazmalarına gül yaprakları serpeleyip
da, büyüleri kem gözlerin getireceği kötülükleri uzak uykuya yatarlar ki, gelecekteki kısmetlerini görebilsin-
tutmak için evlerin kapısına ısırgan yaprakları asılma- ler. Bazı yerlerde ise kağıda yazılı dilekler suya bırakı-
sı ve bir çömlek dolusu suya yeşil otların yapraklarının lır. Yüzen dilekler olacak diye sevinilir, batanlardan ise
konması, yeşil yaşmakla veya yeşil bitkilerden örülen umut kesilir.
kapakla ve kırmızı renkli yaşmakla ağzı kapatılan çöm-
leğin gül ağacı altına gömülmesi de vardır. Topraktaki Halk inanışlarına göre Hızır bembeyaz, yumuşacık elle-
soğanların yapraklarına ayrı renklerde iplikler bağlanır; re sahiptir. İnsanların karşısına Hıdrellez dışında, dilenci
iplerden biri iyi şans, diğeri ise kötü şanstır. Hıdrellez- veya derviş kılığında çıkar, kendisine iyi davrananların
den sonra hangi yaprak uzarsa, o sene, talihin o yüzü servetini arttırır.
hakim olacak diye düşünülür. Çocuklara da arpa tarla-
sından sabaha karşı toplanan başaklar kaynatılıp suyu Hızır: Halkın ve İslamiyetin yeşil kahramanı
içirilir; yüzleri vücutları bu suyla yıkanır. Halk inanışına göre, Hızır, senede bir gün dünyayı do-
laşarak, bitkilere, doğaya sihirli bir dokunuşla bereket
Bazı yerlerde kırk çeşit ot toplanıp, bu otların kayna- getirirken, insanların da dileklerini yerine getirir. İslami
tılması ve sularında banyo yapılması geleneği benim- düşüncede de Hızır, ölümsüzlüğe ulaşmış ve Allah’ın
senmiştir. Özellikle, Hıdrellez sabahı kekikle kaynatılmış emirlerini yere getiren, Allah ile olan ilişkisi nedeniyle
suyla, yüzün kırk gün boyunca yıkanmasının cilde du- gelecekten sezgiler taşıyan biridir. Bu nedenle, Hızır’ın
ruluk vereceğine inanılır. Su ile yeşilliği birleştiren bir gelecekten haberler getirdiği de düşünülür. Ve şüphe-
adet de yeşil bitkilerin yaprakları üzerine toplanan sa- siz ki, Hızır, İslam teolojisi ve mitolojisindeki “en yeşil”,
bah çiğinin yüze, vücuda sürülmesidir. Hıdrellez gecesi, doğaya en yakın isimlerden biri; gerçekten de ölümsüz
akan suların nurla dolduğuna inanılır; bunun için o gece bir efsanenin kahramanı olarak zihinlerimizde, niyetleri-
suya da giren olur. Hıdrellez sabahı, yeşil otlar arasında mizde, kalplerimizde dolaşıyor.
yuvarlanan da olur. O gün beyaz kelebek görmek de
uğurdur. Hızır’ın kendisinin Hıdrellez’de beyaz giysilerle Kaynakça
dünyayı dolaştığı, bu nedenle de beyaz giysiler giyilme- İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 1950.
sinin de uğur getireceğine inanılır. Türkiye Diyanet Vakfı Ansiklopedisi, İstanbul, 2000.
YEMEK, KİMLİK VE
İNANÇ
yaşayan insanların birbirlerine benzerlikleri artarken Sosyal kimlik öğeleri arasındaki etkin şeyin yemek
diğer gruplarla arasındaki farklılıklar da aynı oranda ve etrafında şekillenen geleneksel tutumlar olduğu
artmaktadır. Grup içi ve grup dışı atıfların oluşması, söylenebilir. Beardsworth ve Keil’ın dediği gibi, “Aslında
grupların sosyal karşılaştırma dinamiği üzerinde inşa biz yemek yerken sadece besin maddeleri tüketmiyor,
olunur. Başka gruplarla yapılan sosyal karşılaştırmalar, bunun yanında tat almaya yönelik birtakım deneyimler
grubun iç dinamiğini ve değerlerini de inşa eder. Belirli yaşıyor ve hakiki manada birtakım anlam ve semboller
bir sosyal sınıfa aidiyet geliştiren insanların edindikleri tüketiyoruz.”2 Bu anlamıyla sosyal kimliğin ve toplumsal
olumlu ve olumsuz atıflar, bir başka grupla yapılacak yapının, derin yasalarının oluşmasında yemenin önemli
sosyal karşılaştırma neticesinde ortaya çıkar. Bireyin bir rol oynadığı söylenebilir. Yapısalcı bir yaklaşımla şunu
aidiyet hissettiği gruba dair gurur ve memnuniyet söyleyebiliriz: Mutfak kültürünün görünen, yüzeydeki
ihtiyacı sosyal karşılaştırmanın temel motivasyonudur geleneğinin altında daha derin ve köklü yapılar vardır.
ve sosyal kimliğin korunması ve güçlendirilmesi için Lévi-Strauss’un çalışmalarında bu yaklaşımın çok
de bir zorunluluk arz eder. Bu nedenle de her bir grup sayıda örneğini bulmak mümkündür. 3
kendisini iyi hissedebileceği sosyal karşılaştırmalar
yapabilmek için bir diğerini inşa eder.1 Bir kimlik öğesi olarak yemek
Bugün dünya üzerindeki dinlerin inanırlarının hem grup
Rasyonel örgütlü bir insan grubunun temel motivasyonu içi olumlu atıflarını hem de grup dışı olumsuz atıflarını
inanç ise yani inanç olumlu bir sosyal kimlik öğesi içeren sosyal karşılaştırma nesnelerinden birisi tabu
olarak kabullenilmiş bir öğe ise, sosyal karşılaştırma yemeklerdir. Her inancın uzun listelerden oluşan tabu
bu rasyonalite üzerinden gerçekleşir. Sosyal kimlikler veya sakıncalı yemek listesi bulunmakta, inanırlarına
üzerindeki göstergeler inançla ilişkili semboller olurlar. yemek üzerinden bir kimlik ve bir yaşam biçimi dikte
Bu durumda bir inanç grubu sosyal kimliğini başka etmektedir. Müslümanların ve Musevilerin domuz eti
inanç gruplarından farklılığı üzerine kurar. Kimliksel yememeleri bu durumun en belirgin örneğidir. Öte
göstergeler ağırlıklı olarak dinsel öğelerden oluşurlar. yandan inancın gereği olarak dayatılan besinler de
Bu grup özellikle de kolektivist (toplulukçu) bir grup ise bulunmaktadır ve bunlar da kimliğin inşasında önemli
diğer gruplarla olan kimliksel farklılık da büyük oranda bir rol üstlenirler. Hıristiyanlıkla bütünleşmiş olan
yükselir. Çünkü grup üyeleri, kendi aidiyetlerini tümüyle ekmek-şarap konusu bu kimliğin ve yaşama biçiminin
inançsal semboller üzerinden yapmaya başlar ve diğer en çarpıcı örneğidir. İsa’nın son akşam yemeğinde
gruplarla sosyal karşılaştırmaların merkezine de inanç havarilerine kendi eti ve kanı olarak ekmek ve şarabı
yerleşir. Artık bu grubu diğerinden ayıran en önemli tüketmelerini tavsiye etmesi, bu inanca sahip insanların
kriter inanca dönüşür. İnanç bir sosyal kimlik öğesi bu besinlere yaklaşımını belirleyen bir unsur olmuştur.
olarak kabul görür ve yaygınlaşır. Bütün kimliksel öğeler Beden ve inanç üzerine yaptığı çalışmada Jacques
inanç etrafında şekillenmeye başlar. Gündelik yaşam, Gélis, ekmek ve şarabın Hıristiyanlık açısından sembolik
giyim kuşam, yemek gibi eylemlerde inanç öğeleri önemine vurgu yapmak için şunları söylemiştir:
“Uzun süre buğday ve ekmekle beslenmiş bir uygarlıkta geliştiğini ve bu hayvanın etinden türeyen kimi zararlı
İsa’nın Son Akşam Yemeği’nin ekmeği için ‘Bu benim canlıların bilim tarafından yok edilebildiğini dolayısıyla
etimdir’ demesinin ne gibi simgesel bir çağrışım yaptığını bu hayvanı yemenin dinen de bir sakıncası olmadığını
tahmin edebiliriz: Ortak bir yiyecekten evrensel değere bir ileri süren bu tartışma Erken Cumhuriyet döneminde
geçiş ritüelidir bu. Ayin her zaman ve her yerde ekmekle etkili olmuş, domuz üretiminin başlamasına yol açmıştı.
tek ve aynı bedene dönüşmek üzere tasarlanmıştır. Ete Uygarlıkta ileri seviyedeki ülkelerde bu hayvanın etinin
kemiğe bürünen Kelam, ruhun gıdasıdır… takdis edilmiş yasaklanmadığına da kısmen öykünen bu tartışmanın
ekmek, Hıristiyanlar için bir ihtiyaçtır. Günah çıkardıktan Cumhuriyet’in Orta Doğu kimliğinden kurtulma
sonra hataları, irili ufaklı günahları bu hayat ekmeği siler, çabasına da katkı sağlamıştır. “Müslüman kimliğinin
mümin mistik bedene onun sayesinde yeniden katılır. belirleyici bir parçası haline gelmiş olan domuz eti tabusu,
Böylece karşılıklı bir ilişki ortaya çıkar: Mesih’in bedeni erken Cumhuriyet döneminde Batılılaşma, bilimsel akla
Hıristiyan’ı doğurur, Hıristiyan da Mesih’in bedeninin bir gösterilen yüksek hürmet, dinde reform tartışmaları, II.
üyesi haline gelir…”4 Dünya Savaşı’nın yarattığı yokluk ve ekonomik kırılganlık,
iktisadi rasyonelin daha çok ön plana çıkması ve siyasi
Bu anlamda dünya inançlarını bazı besinleri tüketenler iktidarın tüm bunlarla ilişki içinde aldığı kararlar gibi
ve tüketmeyenler olarak sınıflamak çok genel geçer bir birçok etkenin katkısıyla kısmen ve kısıtlı bir çevrede
tutum haline gelmiştir. İnançlar içerisinde bir kimlik öğesi sorgulanır hale gelir.”5
olarak Müslümanlarla anılan en önemli sembolik öğe ise
kuşkusuz domuz eti yenmemesidir. Dünya nüfusunun İslam inanırlarını diğerlerinden ayıran kimliksel
büyük bir bölümünün temel et kaynaklarından birisi olan öğelerden birisi de kuşkusuz içki yasağıdır. Domuz etinin
ve antik çağlardan günümüze kadar protein deposu tabu olması gibi dini anlamda nedeni ne olursa olsun
olma özelliğini koruyan domuz iki büyük din tarafından içki yasağı Müslüman olanla Müslüman olmayanların
yenmesi istenmeyen hayvanlar arasında sıralanmıştır. arasındaki duvarlardan birini oluşturmaktadır.
Uzun zamandır devam eden ve kat’i bir anlam içeren Helal ve haram kavramlarıyla nitelenen yemek ve
bu yasak, bir süre sonra insanların bir bölümünün içecekler, inanırı inanmayandan ayıran bir göstergeye
domuz eti yemeyenler olarak kimliklendirilmelerine dönüşmüş, takipçilerinin yaşamlarına sirayet etmişti.
yol açmıştır. Hindistan’ın en büyük inançlarından birisi İslam inancında özellikle bitkisel besinler ve içki gibi
olan Hinduizm’in yasakladığı sığırla birlikte inanca bağlı kimi besin maddeleri, akıl ve beden sağlığı açısından
tabu denildiğinde akla ilk gelen İslam ve Musevilikte değerlendirilmiştir. Diğer inançlarda da benzer biçimde
etinden uzak durulması gerektiği vurgulanan domuz olduğu gibi, İslam inancının beslenme sisteminin
olmaktadır. Domuz tabusunun nedeni üzerine çok altındaki derin yapıda inancın gereği olan kimi besinlere
önemli teoriler üretilmiş olmasına karşın, bu tabunun yüklenen anlamlar yatmaktadır.
en büyük özelliği büyük bir insan grubunu diğerlerinden
ayıran bir kimlik öğesine dönüşmüş olmasıdır. Buna Yenilebilir besin konusu İslam’ın içinde de mezhepler
göre, bu grubun içerisinde kalanların domuz yememek arasında bir kimlik unsuru olagelmiştir. Dört büyük
üzerine kurdukları aidiyet, domuz yiyenlerle yapılan mezhep arasındaki görüş ayrılıkları yeme-içme
sosyal karşılaşmalar neticesinde, gurur duyulan, davranışı üzerinden bir kimlik öğesine dönüşmüş
övünülen bir kimliğe dönüşüyor ve bireyler üzerinden durumda. Çünkü, yenilebilir ve yenilemez besinler
kendini sürekli olarak yeniliyor. Bu bakış açısıyla dünya üzerinden yüklendikleri kimlik onların gündelik
inançlarını ikiye ayırmak mümkün; domuz yiyenler yaşamlarını da net biçimde ayırıyor. Örneğin kurt, aslan,
ve domuz yemeyenler. Böylece bir yiyecek nesnesi kaplan gibi yırtıcıların yenmesi dinen yasak olmasına
olarak domuz, dünya nüfusunun büyük bir bölümünü karşın Malikiler bu hayvanları mekruh saymıştır. Benzer
ikiye ayırabilecek denli güçlü bir sosyal kimlik aracına şekilde yırtıcı kuşların yenmesi diğer mezhepler
dönüşmektedir. tarafından caiz görülmezken Malikiler yarasa dışındaki
kuşların yenmesinde beis görmemişlerdir. Yine
Domuz yememeyi, kültürel ve sosyal kimlik meselesi çoğunluk tarafından evcil köpek, eşek ve katır gibi
olarak tartışmanın en çarpıcı örneği Cumhuriyet’in hayvanlar yenmezken Malikiler bu konuda da farklı bir
kuruluşundan kısa süre sonra Türkiye’de yaşanmıştır. tutum çizmişlerdir. Sırtlan, tilki ve keler Hanefiler için
Burak Onaran’ın çalışmasında aktardığı bu tartışma, yenilmesi caiz olmayan hayvanlarken, Şafiîler için her
yurt dışında okumuş ve domuz etinin sağlığa zararı üç hayvan da yenilebilir kılınmıştır. Hanbeliler için sırtlan
olmadığı konusunda ikna olmuş kimi entelektüeller ve keler yenilebilir iken tilki yenilemezdir. Mezhepler
nedeniyle başlamıştır. Musa ve Muhammed arasındaki bu farklılıklar genellikle bu konudaki
peygamberler döneminden bu yana bilimin çok kaynakların ve hadislerin yorumlarındaki farklılıktan
kaynaklanmaktadır. Deniz ürünlerinin yenmesi Yayınları, 2008, s.31. Bu konuda ayrıca bakınız, Angel F. Méndez
üzerine de genel bir uzlaşma varmış gibi görünmekle Montaya, Theology of Food: Eating and Eucharist. Willey-
Blackwell, 2009, s.113 vd.
birlikte detaylarda yine büyük mezhepsel farklılıklar
5. Burak Onaran, Mutfakta Tarih. Yemeğin Politik Serüvenleri,
bulunmaktadır. Malikiler genel olarak suda yaşayan İletişim Yayınları, 2015, s.107 vd.
hayvanların tamamının yenmesini uygun görürken, 6. Kâşif Hamdi Okur, “İslam Hukuku Açısından Helal ve Haram Olan
hem karada hem de suda yaşayan kaplumbağa, yılan Gıdalar ve Bazı Güncel Meseleler.” Usûl, 11 (2009/1), s.7-40.
gibi hayvanlar konusunda ikiye ayrılmışlardı. Hanbeliler 7. Deniz Gezgin, Hayvan Mitosları, Sel Yayıncılık, 2007, s.161.
MAYAMIZ BAHARDAN
Deniz Gezgin
MAYAMIZ BAHARDAN
“Bir zamanlar -biraz daha kesin konuşmak gerekirse, iki dı. Çiçek ve yağmur mevsimi Hameşha aynı zamanda
yüz milyon yıl önce- hiç çiçek yoktu… Bu çiçek öncesi yılın ilk ayıydı. Purilli adlı yeni yıl bayramı bu zamanda
dünya bizimkinden daha yavaş, daha basit; uykuda bir kutlanan bir bahar ayiniydi; doğanın uyanışı kutlanırdı.
dünyaydı… meyvelerin ve büyük tohumların yokluğunda, Purilli, Hitit takviminin tek bahar bayramı da değildi.4
pek çok sıcakkanlı yaratık beslenemiyordu. Sürüngenle- Hasat mevsimini de içine alan Hameşha zamanı, An-
rin hüküm sürdüğü bu dünyada, hava soğuduğu zaman tahşum adıyla bir çiçek bayramının kutlandığını, Antah-
yaşam iyice yavaşlıyordu; geceleri pek az şey oluyordu. şum’un Anadolu için baharın simgesi sayılan çiğdem
Şimdi olduğundan daha yeşil olsa da, daha sade görü- çiçeği olduğunu biliyoruz. 5 Tüm bu bahar karşılamaları
nen bir dünyaydı -çiçekler ile meyvelerin renk ve desen- ürünün bolluğu, döngünün dengesi için şükrandı.6
lerinden (kokuların sözünü etmiyoruz) yoksundu. Güzel-
lik henüz yoktu. Yani görünüşlerin arzuyla hiçbir ilişkisi Bahar yalnızca çiçek açtıran değil, suların da bollukla
yoktu.”1 Michael Pollan, Arzunun Botaniği adlı kitabında aktığı, ekinlere can verdiği mevsimdir. Bundan dolayı
çiçeksiz dünyayı böyle tanımlıyor ve “çiçekler olmasa, bahar bayramlarında çiçekler kadar sular da kutsanır.
biz olmazdık” diyor. İnsanın çiçeklere hayranlığı salt Gelenekte çokça su ritüeli vardır, bunlardan biri bugün
kokudan ve estetikten midir? Çiçekler, meyvelerin ve de pek çok yörede kutlanan kökeni eskilere dayanan
tohumların, döngünün, yaşayan bir yeryüzünün dahası Mayıs Yedisi’dir. Ordu, Giresun, Trabzon gibi Karadeniz
doyuran, besleyen, yaşatan bir gezegenin de habercisi illerinde kutlanan Mayıs Yedisi bir deniz/su bayramıdır.
değil midir? İlkbahar, çiçeklerin mevsimi bu yüzden bir
başka karşılanır, bereketle, barışla, neşeyle eş görülür.
7 Mayıs sabahı herkes uyanıp deniz kenarına ya da en çınar, sedir gibi ağaçların fidanını dikenlerin tıpkı bunlar
yakın su kaynağına gider. Burada evcil hayvanlar da- gibi uzun bir ömrü hak edeceğine inanılır. Baharın baş-
hil herkes yıkanır, denizde olanlar bir kayığa binip yedi langıcı olan bu gün yazlık kıyafetler giyilmeye başlanır,
dalga su aşarlar. O gün açık havada hep birlikte piknik ağaçların yeşillenmesi bunun işaretidir. “Dut giyinme-
yapılır, yenilip içilir. Müzikli oyunlu bu bayramda dilek- den kul soyunmaz.” sözü de buradan gelir; dutlar bu
ler tutulur, suda taş sektirilir.7 Toplanılan piknik yeri bir kutlu bayramda yeşil yapraklarla donanmış olurlar. Be-
panayır alanına dönüşür, sucular, şerbetçiler, dondur- reketi kaçmasın diye Hıdırellez’de ne yemek pişirilecek,
macılar ve helvacılar da geleneksel tatları kutlamalara sofraya ne konacaksa malzemesi, harcı evden, bahçe-
taşırlar. 8 den derlenir, kimse parayla satın alınmış malzemeden
yemek pişirmez.9 Bahar sağlık ve şifa mevsimidir, Hıdı-
Mayıs yedisi kutlandığı tarih ve içeriğiyle Hıdırellez ri- rellez kutlamaları da bu yüzden bir arınmayı temsil eder.
tüelleriyle örtüşür. Hıdırellez de 5-6 Mayıs tarihlerinde O gün bir de bahar yağmuru yağarsa bu şifadan sayılır,
kutlanan bir yer-su kültü ritüelidir. İslâm geleneğinde yağmur suyundan herkes içer. Sulara nur yağan gün
peygamberler Hızır ve İlyas’ın denizden ve karadan sayılır Hıdırellez, gecesinde su kaynaklarında yıkanmak,
gelerek buluştuğu gün olarak kabul edilen Hıdırellez’in eve, bahçeye, bebeklerin yüzüne su serpmek iyidir. Ay-
kökenleri çok daha eskiye dayanır; doğanın yeşillenme- rıca kırlardan toplanan çeşit çeşit ot kaynatılır suyu içilir,
si ve bereketle ilişkili oluşu Hıdır adının yeşil anlamına sağlıklı uzasın diye saçlar bu ot suyuyla yıkanır, kuvvet
gelmesiyle de bir bütündür. Günümüzde kırsalda hâlâ bulmak için içinde banyo yapılır. Baharın karşılandığı
eski manasıyla, kentlerdeyse dönüşen uygulamalarıyla bu kutlu günde çimlerde, yeşilde yuvarlanmak, ısırgan
Hıdırellez geleneği sürmektedir. Bu yeşillenme günün- otlarıyla birbirinin sırtını dövmek arınmak, kötülükle-
de, Hızır ve İlyas’ın buluşmasının doğayı uyandırdığına ri savuşturmak içindir. Ve hepsinden de öte Hıdırellez
duyulan inançla asla bitkilere zarar verilmez, yeşile ezi- sabahı çiçeklerin, otların yapraklarında birikmiş çiylerin
yet edilmez, katiyen ağaç kesilmez. Bu zamanda çam, değeri çok çok büyüktür. Şifalı olduğu için bu çiy yüze
ve ellere sürülür. Yılın diğer zamanlarından ayrı olarak hamur da yine kendiliğinden mayalanır ve ekmeğinin
bilhassa bu gün toplanan çiy maya için kullanılacaktır. şifalı olduğu düşünülür.15
Hızır mayası bugün halen Sarı Keçililer, Tahtacılar gibi
doğayla iç içe yaşayan topluluklar için büyük önem ta- 1. Michael Pollan, Arzunun Botaniği, çev. Sevin Okyay, Domingo,
şır.10 Şafakta Hızır çiyi toplama başlı başına bir ritüeldir, 2011, s.89, 90.
bu suyla yoğurt mayalanır, ekmek mayası yapılır ve Hı- 2. Alki Kiriakidu-Nestoros, On İki Ay, çev. Sema Sandalcı, 2007,
s.55.
zır çiyi doğurganlıklarını artırmak için evcil hayvanların
3. İsmail Gezgin, Mitoloji Ajandası 2016, Pinhan Yayıncılık, 2016,
üzerine serpilir. Bu o yılın ekmeğini, sütünü, yoğurdunu, 28 Nisan sayfası.
etini bol kılacaktır; hem kötülükleri savuşturur hem de 4. Gaye Şahinbaş Erginöz, “Hititlerin Astronomi Bilgisine Ve Hitit
bolluk bereket şifa getirir.11 Takvimine Bir Bakış”, Osmanlı Bilimi Araştırmaları IX/1-2, 2007-
2008, s.209, 210.
5. Stefano de Martino, “Hitit İmparatorluğunda Kült ve Bayram
Hıdırellez zamanı havada şifalı bir olay olduğuna ina-
Kutlamaları: Din Devlet Bağımlılığının Aleni İfadesi”, Hititler ve
nılır, o gün şafakta toplanan çiy ile damızlık adı verilen Hitit İmparatorluğu: Bin Tanrılı Halk, Bonn, Kunst-und Ausstel-
yoğurt mayalanır. Bu, bir sonraki Hıdırellez’e kadar ya- lungshalle, 445-447, 2002, 447.
pılacak yoğurtların temel mayası olacaktır, bu maya- 6. Hitit Bahar Bayramları için ayrıca bakınız; Deniz Gezgin, “Hitit-
dan kimseye verilmez ki damızlığın bereketi kaçmasın, lerde İlkbahar Kutlamaları, Metro Gastro, sayı 69, 2013.
7. Özhan Öztürk, Folklor ve Mitoloji Sözlüğü, Phoenix Yayınevi,
ama ondan yapılan yoğurt konuya komşuya bol kepçe
2009, s.682, 683.
dağıtılır. Bazı yörelerde süte Hızır çiyi ile birlikte üç taş 8. M. Akif Korkmaz, “Eski Türk Tarihi Ve Coğrafyasının Süreklili-
okuyup üflenip katılır, bunun süte tat kattığı düşünülür. ğinde Giresun Yöresi ve Bostanlı Köyü’nde Yer-Su Kutsalları”,
O sabah çiy karıştırılan süt, üç gün içerisinde muhak- Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi 34, 2005, s.383-408.
kak maya tutar ki, bu da Hızır’ın gelip geçtiğinin işareti 9. Fatma Ahsen Turan, “Anadolu’daki Hıdırellez Kutlamalarına
Dair İnanmalar, Ritüeller, Yasaklar ve Yaptırımlar”, Gazi Türkiyat
sayılır. Yoğurt çalarken de “Geç Hıdırellez geç Hıdırel-
ve Türkoloji Araştırmaları Dergisi, 2008, s.105.
lez, geç Hıdırellez geç Hıdırellez...” diye söylenir. Bazı
10. A.g.e 105.
yerlerde Hıdırellez günü sütün kendiliğinden uyuması 11. Metin Özarslan, “Erzurum’da Hıdrellez ile ilgili İnanç Ve Uy-
beklenir, çiy dahi katmadan sade süt kendi kendine yo- gulamalar” H.Ü. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölü-
ğurt olur. Bu, mayasız yoğurt yılın bu zamanına hastır mü-Türk Halkbilimi Anabilim Dalı V. Geleneksel Hıdrellez Şenliği
ve yine damızlık maya olarak yıl boyu kullanılır.12 ve Semineri, 5-6 Mayıs 1997, Ankara; Türkbilig, 2000/1, Nisan,
2000, s.4
12. Mehmet Naci Önal, Muğla’da Hıdırellez Bayramı, 38. ICANAS,
Dersim yöresinde eski bir geleneğe dayanarak ilk maya Edebiyat Bilimi, Sorunları ve Çözümleri, Atatürk, Kültür, Dil ve
için kuzukulağı otunun çıkması beklenir. İlkbaharda ni- Tarih Yüksek Kurumu Yayınları, III. Cilt, 2008, s.1202.
san-mayıs arası yeşeren kuzukulağı, sütün içine katılır, 13. Gülkızılca Yürür, “Dersim Alevileri’nin Yaratıcı Bir Deneyim
süt kaynatılır, kendiliğinden maya tutar. Buna ilk amen/ Alanı Olarak Ritüel- Zahir ile Bâtın’ın Karşılaşması ve İyileşme”,
Türk Kültürü ve Hacı Bektaşi Veli Araştırma Dergisi 76, 2015,
maya adı verilir bir sonraki yıla kadar kullanılır.13
s.121.
14. Erman Artun, Halk Kültürü Araştırmaları, Kitabevi, 2008, s.124.
Hızır mayası yalnızca süte, yoğurda özgü değildir, ha- 15. Mehmet Naci Önal, “Muğla’da Hıdırellez Bayramı”, 38. ICANAS,
mur için de kullanılır. Bazı yerlerde mayıs çiyiyle yoğ- Edebiyat Bilimi, Sorunları ve Çözümleri, Atatürk, Kültür, Dil ve
rulan hamurun mayalanması beklenir, bazı yerlerde ise Tarih Yüksek Kurumu Yayınları, III. Cilt, 2008, s.1202.
MARTIALIS VE
YEMEK-III
se konuğun kendisinin alması gereken bir yemek olarak arasında bilhassa tercih edileniymiş.
söz edilir. Besili tavuklar: Tavukların karanlıkta ve unla beslenme-
Has un: Martialis özellikleri saymakla bitirilemeyecek sinin ince damak zevki gereği olduğu Martailis tarafın-
denli çok olan bu unun ekmekçinin ve aşçının elinde bin dan özellikle vurgulanmış.
bir çeşit yemeğe dönüştüğünü ifade ediyor. İğdiş edilmiş horozlar: Horozların kilo almasını sağla-
mak için iğdiş edilmelerinden şikayetçi Martialis ve bu
Süt ürünleri horozları yemek için tercih etmediğini belirtiyor.
Ağız: Kuzular yeni doğduğunda çobanların sağdıkları Güvercin palazları: Knidos’taki Aphrodite tapınağında
ilk sütten yapılmış ağız en makbulüydü. ayine katılanların dişleriyle bu güvercin yavrularını incit-
Luna peyniri: Köleler için bin öğün yemek yerine geçen memesi gerektiğini söylüyor Martialis. Çünkü bu hay-
baskılı Etruria Luna’sı özellikle belirtilmiş. van Aphrodite’nin kutsal kuşudur.
Vestin’lerin peyniri: Etsiz kahvaltı yapmak isteyenler Yaban güvercinleri: Martialis bu konuda daha net ko-
için tavsiye edilen Vestin sürüsünün sütünden yapılmış nuşuyor: Canı sevişmek isteyen bu kuştan uzak dursun.
peynir çeşidi. Çünkü boynu halkalı yaban güvercinlerinin etini yiyenin
İsli peynir: Her ocağın dumanından yapılan isli peynir cinsel organı kütük gibi olup körelir.
yenmez, özellikle Velabrum’un isli peynirleri bu konuda Tavus kuşları: Martialis güzel kuyruklu tavus kuşlarının
ün yapmışlardı. pişirilip yenmesine itiraz ediyor. Tadını çok beğenme-
Trebula peynirleri: Tadına varmak için bu peyniri ye- diğinden olsa gerek, canlıyken daha güzel olduklarına
menin iki yolu betimlenmiş; birincisi ateşte dağlamak, vurgu yapıyor.
ikincisi ise suda bekletip yumuşatmak. Filamingolar: Özellikle ağız tadını bilenlerin bu hayva-
nın dilini tercih ettiği anlaşılıyor.
Sakatat ve pastırma Sülünler: Altın postun peşinden gidenler tarafından ilk
Dişi domuz memesi: İçine süt yürümüş, kabarmış dişi kez Phasis (Gürcistan) kentinden getirildiği ileri sürü-
domuz memesi anlaşılan sofra erbaplarını cezbediyor. lüyor.
Domuz budu pastırma: Cerraton’dan gelen domuz
budu pastırmasını bilhassa tercih ettiğini söyleyen Mar- Martialis tüm bunlar dışında daha pek çok kuş türün-
tialis, diğer domuzları zenginlere bırakmayı teklif edi- den söz ederek yenilenlerini sayıyor birer birer. Bunlar
yor. arasında beç tavukları, kazlar, turna kuşları, su çullukları,
Domuz eti pastırması: Domuz etinden yapılmış pastır- kuğular ve saz horozu sayılabilir.
manın taze tüketilmesi gerektiği, beklediğinde ise tadı-
nı yitirdiği ileri sürülüyor. Et ve balık
Dişi domuz karnı: Bazı insanların çiftleşmemiş dişi do- Martialis kanatlılardan sonra balıkların da bir listesi-
muz karnını tercih edebileceklerini ileri süren Martialis, ni verip her biri için birkaç dize dile getirmiştir: Canlı
kendi tercihinin anneliğe aday gebe bir domuz karnı ol- barbunya, müren, kalkan balıkları, istridyeler, karides,
duğunu vurguluyor. lapina, İskenderiye barbunu, denizkestaneleri, deniz
Lucania sosisleri: Picenum’un dişi domuzlarından ya- kabukluları, sazan, levrek, çipura ve mersin balığı.
pılan bu sosis türünün özellikle bulamaçların üzerinde
servis edilmesi tavsiye ediliyor. Bunlar arasında lapinaların iç etlerinin güzelliği ön plana
çıkarılırken diğer yerlerinin tatsız olduğu vurgulanmış.
Kanatlılar İskenderiye barbunu da özellikle övülenler arasında yer
Yumurtalar: Hispania uskumrusunun sosuyla tüketil- almıştır. Martialis, hiçbir yiyeceğin bu balık kadar ün-
mesi bilhassa tavsiye ediliyor. lenmediğine işaret ediyor. Kitapta deniz kabuklularının
İncirkuşları: Martialis, kendisinin de incirle beslendiğini hem kumaşlar için boya kaynağı oluşturdukları hem de
ama incirin kendisine ismini vermediğinden şikayetçi. insanların yemeleri için uygun olduklarına dikkat çekil-
Belli ki incirkuşları sofrada tercih edilen bir tür. miş. Ve sazan balıklarının Venetia’daki şölenlerde her
Ördekler: Martialis ördeklerin en lezzetli yerinin göğsü zaman açılış yemeği olarak sofraya geldiğini, bunun bir
ve başı olduğunu, diğer yerlerin yenmeden aşçıya bıra- gelenek olduğunu Martialis’in sözlerinden anlıyoruz.
kılması gerektiğini ileri sürüyor.
Kumrular: İyi beslenmiş yağlı kumrunun marul ve sal- Et, elbette Martialis’in listesinde oldukça genişçe bir yer
yangozlara değişilmeyeceği vurgulanıyor. tutmuştur. Tavşandan başlayan bu listede, yabandomu-
Kaz ciğeri: Kazın bedenine göre büyük olan ciğeri, ye- zu, sığır, serenler, geyik, yaban eşeği sıpası, karaca, ahu
mek düşkünlerini sevindiriyor. ve yaban eşeğini görmek şaşırtıcı değil. Ayrıca Martialis
Turaçlar: Özellikle İonia (Batı Anadolu) turaçları kuşlar özellikle anasının saf sütüyle beslenmiş domuzu, yaban
domuzuna tercih edeceğini söyleyerek bu konuda da- Sirke: Nil’den gelen sirkelere vurgu yapan Martialis bu
mak zevkini gözler önüne serer. mesafeden şarap bile gelse kötü olacağını söylemek-
tedir.
Şarap
Martialis’in listesinde en uzun yeri şarap çeşitleri tut- Martialis bunların dışında uskumru ezmesi, çeşni testisi
maktadır. Çok sayıda şarap türü için güzellemeler düz- (balık soslarından oluşan), Attika balı ve Sicilya petek
müş olan Martialis onları şöyle sıralamıştır: balını ikram edilmesi gereken yiyecekler arasında say-
maktadır.
Kuru üzüm şarabı: Girit adasındaki Knossos kenti sı-
nırları içinde kalan asmalardan elde edilen bu şarap ol-
dukça ünlüydü. Martialis onların yoksulların ballı şarabı 1. Marcus Valerius Martialis, Epigramlar, çeviren Güngör
Varınlıoğlu, YKY, 2005, XIII.1-127, s.462-483.
olduğunu da ifade eder.
Çamsakızlı şarap: En ünlülerinden birisi Vienna bağla-
rından getirilmiş olanlardı.
Ballı şarap: Ünlü Falernium şarabını Attika’dan gelmiş
balla karıp oluşturulan ve sek içilen bir şarap türü ki,
sıkça kullanıldığı bilinmektedir.
Alba şarabı: Yıllanmaya müsait olan bu şarap İulus dağ-
larındaki bağlardan elde edilen üzümün sıkılmasıyla ya-
pılıyordu.
Surrentum şarabı: Rengiyle ünlü olan bu şarap türü
Martialis’e göre, süslü kadehler gerektirmiyordu.
Falernium şarabı: Martialis bu ünlü şarabın yüzyıllarca
kalabileceğini vurgulamıştır.
Setia şarabı: Eğimli bir arazi olan Setia topraklarından
elde edilen üzümden yapılan ve yine yıllanmaya müsait
bir şarap türü.
Fundi şarabı: Fundi yöresinden elde edilen üzümlerden
oluşmaktadır.
Trifolium şarapları: Martialis, Trifolium dağlarındaki
asma üzümlerinden elde edilen bu şarapların en iyiler
sıralamasında yedinci sırada olduğuna dikkat çekmiştir.
Caecubum şarabı: İlginçtir, bu şarabın üzümünü veren
asma bir bataklığın içinde yeşermektedir.
Signia şarabı: İlaç niyetine kullanılan bu şarap ishal için
birebirdir. Ancak Martialis’in dediğine göre aşırıya kaçı-
lırsa tersi bir etkiyle kabızlığa neden olabilir.
Messana şarabı: Yıllanmasıyla ünlü bir şarap.
Tarraco şarabı: Campania bölgesindeki şaraplarla boy
ölçüşemese de Etrüsk bölgesi şaraplarıyla yarışacak bu
şarap Tarraco kentindeki asmalardan yapılıyordu.
Nomentum şarabı: Martialis’in beğendiği şaraplardan
birisi; ancak elbette ki, en iyisi olduğunu düşünmüyor.
Spoletium şarabı: Falernium şıralarından hallice bir şa-
rap türü.
Paeligni şarabı: Bu şarap türlerini azatlı kölelere layık
görmüş Martialis.
Marsilya şarapları: İsli şarapları ile ünlü.
Caere şarapları: Setia şarapları kadar kaliteli olan bu
şarapların tüketimi de kolay olmaktaydı.
Tarentum şarabı: Yünüyle ve kumaşlarıyla ünlü Aulon
bağlarından elde edilen, Romalılar için kaliteli sayılabi-
lecek bir şarap türüydü.
Eski Mısır’da marul, dik uzanan ve boyu yaklaşık bir Batı kültüründe 20 Mart gününe atfedilen bitki olan ma-
metreye kadar erişebilen bir bitkiydi. Mısırbilimciler, rul, soğukkanlılığın sembolüdür. Yahudilik’te ise marul,
marulun şekli veya Mısır’da sütümsü özsuya sahip tek ilkbaharın, hayatın yeniden canlanmasının ve umudun
bitki olması nedeniyle afrodizyak olduğuna inanıldığını devamını çağrıştırır. Marul, Yahudi geleneğinde özel-
ve üremeyle ilişkilendirildiğini öne sürerler.7 Eski Krallık likle Hamursuz (Fısıh, Pesah ya da Çıkış) Bayramı’nda
ve Orta Krallık dönemlerine ait tapınak duvarlarında- yenen yiyeceklerdendir.12 Bu bayramda İsrailoğulları’nın
ki rölyeflerde marul betimlemelerine rastlanmaktadır. 8 Mısır’dan çıkışları sırasında yaşadıklarını anmak amacıy-
Eski Mısır’da marul (Lactuca sativa), tanrı Min’e verilen la yiyecek tüketiminde çeşitli kurallara uyulur.13 İsrailo-
sunulardandı. Üremenin yüce sembolü ve Nil’in doğu- ğulları’nın söz konusu kaçışta ekmeklerini mayalamaya
zaman bulamamalarına istinaden Yahudi inancına göre rak görülmesinin nedenlerinden de biridir. Süt anneleri,
yedi gün süren Hamursuz bayramında evlerde maya sütlerini arttırmak için bol bol marul çorbası içerlerdi.16
veya mayalı yiyecek (hamets) bulundurulması ve tüke-
tilmesi yasaktır. Bayram boyunca mayasız ekmek (mat- Marul Yunan mitolojisinde de özel bir yere sahiptir. Mi-
sa) tüketilir. Bayramın ilk günü Pesah seder adı verilen tolojinin büyülü dünyasında Adonis Myrrha’nın oğludur
yemekte mayasız ekmek ve kuzu budu yenir, Mısır’dan ve marul Adonis ile ilişkilendirilen bitkilerdendir. Adonis
çıkışı anlatan özel metinler okunur.14 Bu sofrada sem- mitinin çeşitli versiyonları bulunmaktadır. Suriye kralı
bolik değer taşıyan yiyecek grupları da bulunur. Bu Theias ya da Kıbrıs kralı Kinyras’ın Myrrha ya da Smy-
gruplardan biri karpas adı verilen ve firavunun kölesi rna adında bir kızı vardır. Myrrha, Afrodit’in (Venüs’ün)
İsrailoğulları’nın çektiği acılar nedeniyle döktükleri göz- buyruğuna karşı gelip evlenmemektedir. Bunun üze-
yaşını temsil eden tuzlu suya batırılmış olup hayatın ye- rine Afrodit onu cezalandırır ve Myrrha babasına aşık
nilenmesini temsil eden maydanoz veya marul gibi yeşil olup onunla sevişmek ister. Dadısının kurduğu bir planla
yapraklı bir yiyecektir.15 babasını kandırarak onun yatağına girer ve oniki gece
onunla sevişir, son gece ondan hamile kalmıştır. O gece
Antik Yunan’da ise marul Mısır’dakinin aksine cinsel babası yanında yatanın kendi kızı olduğunu anlayıp gü-
gücü azaltıcı özelliğe sahip addediliyordu. Marul “sütlü” nahı temizlemek için Myrrha’yı öldürmek için kovalarken
bir bitkiydi ve bitkinin sütü bile olsa süt kadınlara ait tanrılar kıza acıyarak onu kurtarmak için mürr ağacına17
bir salgı olarak görülüyor ve bu nedenden dolayı da er- dönüştürürler. On ay kadar sonra ağacın kabuğu çatlar
keklerin cinsel gücünü arttırmadığına inanılıyordu. Bil- ve gövdesinden dünya güzeli bir erkek çocuk dünyaya
meden afrodizyak bir yiyecek yenmişse ve etkisinden gelir. Çocuğun güzelliğine vurulan Afrodit onu büyüt-
kurtulmak isteniyorsa antidot olarak marul yenirdi. Yu- sün diye yeraltı tanrıçası Persephone’ye emanet etmiş;
nan komedi yazarlarından Euboulos’un İktidarsızlar (As- ama Persephone de Adonis’e tutulmuştur, Afrodit’e geri
tutoi) adlı eserindeki bir karakter, eğer ona akşam ye- vermek istemez. Bunun üzerine iki tanrıça kavga eder,
meğinde marul yedirirse, “suçlaması gereken tek kişinin Zeus yargıçlık ederek çözümü Adonis’in yılın dört ayını
kendisi” olacağı konusunda karısını uyarır. Marul antik Persephone’nin dört ayını Afrodit’in geri kalan dört ayı-
Yunan’da steril bir bitki olarak nitelendirilirdi. Marul sü- nıysa istediği yerde geçirmesinde bulur. Adonis sekiz
tünün anne sütüyle ilişkilendirilmesi, bitkinin steril ola- ay Afrodit’in yanında yaşamayı tercih eder. Afrodit’in
Adonis’e aşkını kıskanan başka tanrıçalar (Ares ya da daha fazla özelliği olan bir bitkiydi. Pythagorasçıların
Artemis) Adonis’in üstüne bir av sırasında yaban domu- hayat tarzına dair bir eser yazmış olan Lycon’a göre Py-
zu salar ve kasığından yaralanan Adonis kan kaybetme- thagorasçılar, geniş yapraklı, belirgin bir gövdesi olma-
ye başlar.18 Afrodit, yaralı Adonis’i marul tarlasında veya yan bir marul türüne “hadım” adını vermişlerdi; çünkü
dev bir marulun içine saklar; ama ölmesini önleyemez.19 bu tür marulun “ciddi salgıların artmasına neden olup
aşkın zevklerine duyulan arzuyu azalttığı” kanaatin-
Antik Çağ’da Atina, İskenderiye ve Byblos’da Adonis deydiler. Pythagorasçıların beslenme düzeninde marul,
adına düzenlenen ve Adonia adı verilen dini bir tören kendi grupları dışındakilerin Adonia’yı kutladıkları dö-
mevcuttu. Adonia töreni yerlere göre farklılık gösteri- nem olan yazın sıcak günlerinde erotik baştan çıkarma-
yordu. İÖ. 5. yüzyılda Atina’da yapılan törende kadın- lara kapılmamak için yenen bir bitkiydi. Pythagorasçı-
lar, yaz ortasında evlerinin damlarında saksılarda bazı ların marulla ilgili kanaatleri, marulun ve baharat çeşit-
bitkilerin tohumlarını çimlendirirler; ancak kökleri kuv- lerinin Yunan düşüncesineki merkezinde kokuların yer
vetlenmemiş filizler sıcak nedeniyle çarçabuk ölürdü. 20 aldığı mitlerden ve dinî temsillerden oluşan karmaşık
Antropolog ve etnolog James Frazer, Adonis’in mev- bir yapıyla doğrudan ilişkili olduğunu göstermektedir.
simlerin ve tarıma ilişkin yapılması gereken işlerin dön- Pythagorasçılara göre marulun uygun şekilde tüketimi,
güsünü çağrıştıran bir imge, bir tür “bitki tanrısı” olduğu baharat çeşitlerinin dinî etkisini arttırmaktaydı; çünkü
kanaatindedir. Bu kanaatini de Adonia sırasında saksı- bu öğreti mensupları “soğuk ve nemli” nitelikteki bu
larda çeşitli tohumların çimlendirilmesi kanıtından çıka- bitkinin cinsel gücü azaltıcı etkisi, baharat çeşitlerinin
rır. Adonia’da kadınlar sekiz gün boyunca marul, buğ- güzel kokusunu tanrıları insana yakın kılma gücünün
day, arpa, rezene ve bazı çiçeklerin tohumlarını çimlen- garantisi olarak görüyorlardı. Burada, baharat çeşitle-
dirirler ve bu şekilde oluşan sözde bahçeye Adonis’in rinin insanın tanrılara ibadetteki yakınlaşmasına aracı
bahçeleri adı verilirdi. Sekiz gün sonra kadınlar, bitkileri olduğunu marulun ise Adonis töreninde olduğu gibi
Adonis’in ölmüş tasvirleriyle birlikte götürüp ağlayıp kısa bir hayatla ilişkilendirildiği görülmektedir. Baharat
ağıtlar yakarak denize ya da su kaynaklarına atarlardı. 21 çeşitleri konusundaki Yunan mitlerinin hepsi Adonis’in
Adonia kutlamalarının ayırd edici özelliği, aşıkların aşk- mürr ağacından doğup marul tarlasında ölmek olan ka-
larının tadını çıkarmaları, gözdelerin sarhoşluğu, ziya- deri çerçevesindedir. 24
fet sofralarının zenginliği ve Adonis’in sevgilisi Afrodit
adına tütsülerin yakılmasıydı. Adonia sırasında kadınlar Serinletici özelliği nedeniyle marul hamam yiyecekleri
aşıklarıyla serbestçe buluşurlardı; çünkü bu kutlama, arasında yer alır. Romalı şair Martialis’in yemek daveti
mitolojik düzeyde Adonis ile Afrodit arasındaki ilişkinin şiirlerinden olan 11. 52 numaralı şiirde bahsedilen dave-
ritüel çerçeveye yansıması olarak addedilirdi. Adonis’in tin mekânı olan Martialis’in evi, şehirde hamama yakın
marul tarlasında ölmüş olması Adonis mitinde önemli bir yerdir ve şair “mideni rahatlatacak marulla başlaya-
bir unsurdur. caksın” dediği ikramlarını sedefotu yapraklarına sarılı
yumurtayla süslenmiş tuzlu ton balığı, pırasa ve başka
Bu mitte marul, yazar Euboulos’un tanımıyla “bedenin yiyeceklerle devam ettireceğini belirtir. 25 Ayrıca, marul,
yiyeceğidir”. Bu açıdan iki niteliği vardır marulun; hem Roma döneminde hamamlarda satılan tipik yiyecekler
cinsel iktidarsız hem de yaşam gücünün noksanlığını arasındaydı. 26 Anadolu’da marulun kadınların hamam
simgeler. Yunanlı komedi yazarlarının eserlerinde de yiyeceği olarak evden götürdükleri yiyecekler arasın-
özellikle erkeklerin cinsel gücünü azaltıcı etkisi üzerinde da yer aldığı bilgisini hatırlayınca bunun Roma’dan beri
durulur. İkinci niteliği değerlendirmek gerekirse, Antik devam eden bir gelenek olabileceği düşüncesi akla ge-
Çağ’ın ünlü hekimi Dioskorides’in eserinde marul so- liyor. 27
ğuk ve nemli bir yiyecektir. Bu nedenle ölümün soğuk
yüzüyle ve çürümekle ilişkilendirilir. Adonis’in doğdu- Türleri
ğu bitki olan mürr ile ölüm döşeği olan bitki olan marul Marul, kendi kendine döllenebilen bir bitki olduğundan
birbiriyle zıtlık arz eden bitkilerdir. Mürr, yaşlı erkeklerin genetik açıdan farklı şekillerde, büyüklükte, dokuda
cinsel arzusunu körüklerken marul genç erkeklerin ate- ve renkte üretilmeye uygundur. Bu nedenle de çeşitli
şini söndürür. Yunan düşüncesinde mürr, sıradışı cinsel dönemlerde farklı marul çeşitleri meydana getirilmiş-
ve yaşamsal güçlerin ortaya çıkmasını kolaylaştırırken tir ve bu durum tüketici taleplerine, nakliye koşullarına
marul ölümle eş anlamlı olan iktidarsızlığın nedenidir. 22 uygunluğu sağlamak amacıyla günümüzde devam et-
mektedir.
Ferahlatıcı özelliği nedeniyle marul yaz aylarında yen-
meye en uygun yiyeceklerdendir. Ancak, Pythagorasçı- Yaklaşık İÖ. 370’te Midilli’de doğup felsefe okumuş
ların23 beslenme düzeninde marul, ferahlatıcılıktan çok daha sonra Atina’ya yerleşmiş olan Theophrastos28 , bit-
kiler konusundaki eserinde marul çeşitleri içinde en tatlı nı’nın da bulunduğu Langa idi. Bu limana dökülen Lykos
ve en narin olanın “beyaz” çeşit olduğunu, diğer üç çe- Deresi’nin (Bayrampaşa Deresi’nin) taşıdığı alüvyonları
şidin ise düz gövdeli; yuvarlak gövdeli ve son olarak da içeren verimli topraklar sebze yetiştirmeye elverişliydi.
yukarı doğru büyüyen, yanlardan sürgün vermeyen bir Osmanlılar’ın şehri fethinden sonra semtin sur içinde
çeşit olan Laconia29 marulu olduğunu belirtir. Theoph- kalan bölümü Küçüklanga Bostanı, sur dışında kalan
rastos ilaveten, düz gövdeli marul çeşitlerden bazıları- bölümüyse Büyüklanga Bostanı olarak anılmaya başla-
ların bahçe çiti işlevi gördüğünü aktarır. 30 mıştır. 34
İS. 1. yüzyılda yaşamış Romalı ünlü yazar Plinius, Doğa Yedikule marulunun İngilizcedeki karşılığı Cos lettuce
Tarihi adlı çok kapsamlı eserinin marul türleriyle ilgili kı- veya romaine lettuce’tür. Cos, Ege’deki İstanköy ada-
sımda “...tarımı yapılan marul türleri arasına Kilikya ma- sıdır. Bu tür marulun Cos adasıyla ilişkilendirilmesinin
rulu denen ve çok kıymet verilen bir tür yeni yeni gir- nedenlerinin birinin Romalılar’ın bu bitkiyi söz konusu
meye başladı. Bu tür marulun yaprağı Kapadokya ma- adada bulmaları olabileceği düşünülür. Cos lettuce tam-
rulununkine benzer, yalnız buruşuk ve daha geniştir,” lamasınn etimolojisi konusunda çeşitli başka ihtimaller
bilgisini vermesi Antik Çağ’da, en azından yazarın yaşa- üzerinde de durulmaktadır. 35
dığı dönemde Anadolu’da adı geçen bölgelerin marulu-
nun ünlü olduğunu göstermesi bakımından önemlidir. 31 Halk hekimliğinde şifası
Baş bağlayan marul türlerinin tohumlarının ne zaman Antik Romalı yazar Plinius, marulun faydalarını uzun
meydana getirildiği kesin olarak bilinmemekle birlikte uzun över. Örneğin, “keçi marulu” adı verilen yabani
bu türlerin Şarlman dönemine (İS. yaklaşık 800) kadar marul türünün sütünün koyulaştırılıp sirkeyle karıştış-
var olmadığı bilgisine sahibiz. Büyük ölçüde bitkisel bir rıldıktan sonra suya eklenmesiyle elde edilen karışımın
beslenme düzenine sahip manastır rahipleri, Roma dö- ödemin tedavisinde, bu tür marulun gövdesinin ve ya-
neminden gelen bahçecilik bilgilerini geliştirmişlerdir. paklarının ezilip üstüne tuz serpilmesiyle elde edilen
Baş bağlayan marul türlerini de rahiplerin ortaya çıkar- ezmenin tendon kesiklerinin tedavisinde kullanıldığını,
dığı düşünülmektedir. Bu tür marula (Lactuca sativa var. ayrıca bitkinin ezilip sirkeyle karıştırılması suretiyle ha-
capitata’ya) bilinen en eski referans Leonard Fuch’un32 zırlanan karışımın ayda iki kez sabahları gargara ola-
1543 tarihli Kräuterbuch adlı kitabında yer almaktadır. rak kullanıldığında diş ağrısını önlediğini bize aktarır.
Plinius, marul türlerinin hepsinin özsuyunun beyaz ve
İstanbul’da Yedikule marulu başka illerde ise önceleri özelliği bakımından haşhaşınkine benzer olduğunu be-
iceberg, sonra atom, hatta şimdilerdeyse göbek deni- lirterek marul özsuyunun bitkinin gövdesinin kesilme-
len top şeklinde, beyazımsı açık yeşil yapraklı marulun siyle elde edildiğini ve yeni bir çömlekte saklandığını,
zuhur etmesinden önce, göbek marul adı verilen marul çok çeşitli amaçlarda mükemmel sonuç verdiğini be-
türü, yayvan değil yukarı doğru uzanan yaprakları iç içe lirtir. Antik Roma’nın bu ünlü yazarının verdiği bilgiye
sarılmış, gevrek dokulu ve bol sulu bir tür için kullanı- göre marul özsuyu ya da başka bir deyişle marul sütü,
lırdı. Halk arasında Yedikule marulu olarak bilinen bu sirke ve suyla karıştırılarak içildiğinde bağırsakları te-
tür, adını İstanbul’un Fatih ilçesinin bir semtinden alır. mizler, akrep sokmalarında sade olarak merhem şeklin-
Marulun günümüz İstanbul’unda bostancılık geleneği- de zehirli örümcek sokmalarındaysa şarap ve sirkeyle
nin bir parçası olarak gündem oluşturmasına istinaden, karıştırılarak yapılan merhem şeklinde yaranın üstüne
her ne kadar Antik Çağ sonrası döneme, Orta Çağ’a ait uygulandığında yarayı tedavi eder; bal ve sirkeyle ka-
bir bilgi olmasa da, Yedikule marulunun yetiştirildiği rıştırılarak karna sürüldüğünde bağırsak sorunlarını gi-
ünlü bostanların tarihine de çok kısaca burada değin-
derir, zufaotlu şaraba karıştırılarak (içildiğinde?) öksü-
mekte fayda var. Bizans döneminde şehrin genişlemesi
rüğü tedavi eder, bol miktarda alındığında bağırsakları
sonucu şehir dışında yeni mahalleler oluşmuştur. Sur
bozmasına rağmen makul miktarda alındığında bağır-
dışında kaldığı için savunmasız olan bu yeni yerleşme
sakları katılaştırır, anne sütüyle karıştırılarak çeşitli göz
alanlarını içine alacak şekilde şehri batıya doğru geniş-
hastalıklarının tedavisinde kullanılır. Plinius, marul sütü-
letmek amacıyla 5. yüzyılın başında II. Teodosios dö-
nün tıpta daha nice kullanımından bahsederek sayılan
neminde (İS 408-450) Teodosios surlarının yapımına
yararlarının yanı sıra marulun uyku verici, cinsel arzuyu
başlanmıştır. Surların yapımıyla birlikte Yedikule ilk kez
kontrol edici, gaz giderici, sıcak vücudu soğutucu oldu-
şehir içinde tanımlı hale gelmiş olsa da seyrek olarak
ğunu belirtir. Anlaşılan o ki, marul bitkisi ve marul öz-
yerleşilen bir mahal olmuş, özellikle de surlara paralel
suyu antik Roma tıbbında çok önemli bir yere sahipti. 36
kısımlarda bostanlar, bahçeler yer almıştır. Şehrin sebze
Theophrastos da kartlaşmış yabani marulun özsuyunun
ihtiyacı büyük ölçüde bu bostanlardan karşılanmıştır. 33
buğday hasadı zamanı çıkarıldığını ve söylendiğine
Yedikule’de bostanları ile ünlü yöre Theodosius Lima-
göre ödemi giderdiğini, görme bulanıklığını ortadan
kaldırdığını, anne sütüyle karıştırılarak uygulandığında Asia, Europe and the Nile Valley, s.198.
gözdeki şişkinliği tedavi ettiğini belirtir. 37 9. Qift, eski Mısır’da Gebtu, Roma döneminde ise Justinianopolis
adıyla bilinen, Luksor’un 43 km kuzeyinde bulunan yönetim
merkezi. Gebtu, Kızıldeniz’e giden iki kervan yolunun başlangıç
Modern kimya, marul özsuyunun bilhassa yabani Lac- noktası olup ticarî ve dinî açıdan önemli bir şehirdi. Şehrin esas
tuca virosa türünün özsuyunun haşhaşınkine benzer bir erkek tanrısı Min idi. Bir gökyüzü tanısı olan Min’in sembolü
hipnotik (uyku verici) veya narkotik özelliğe sahip ol- şimşekti. Zaman içinde Min erkek üremesini temsil eden tanrı
duğunu ortaya koymuştur. Lactuca virosa türü marul, haline geldi. Min kültü Orta Krallık döneminde (İ.Ö. 2040-1781)
öne çıkmıştır.
günümüzde başta Fransa olmak üzere çeşitli yerlerde
10. George Hart, The Routledge Dictionary of Egyptian Gods and
ilaç sanayinde hammadde olarak kullanılan özsuyu için Goddesses, Routledge, London & New York, 2005, s.92-95.
yetiştirilmekte ve öksürük, bronşit, astım hastalıklarının 11. Margaret Visser, Much Depends On Dinner, Grove Press, New
tedavisine yarayan ilaçların yapımında kullanılmaktadır. York, 1986, s.194-195.
Ayrıca, taze yapraklarının baş ağrısını kesici, cinsel is- 12. Gertrude Jobes, Dictionary of Mythology Folklore and Sym-
bols, Part 2, The Scarecrow Press, Inc., s.987.
teği azaltıcı, hafif müshil ve israr arttırıcı etkisi vardır. 38
13. Yahudi geleneğinde bayram ve özel gün yemekleri konusunda
bk. Nazlı Pişkin, Metro Gastro 2013-2014, sayılar 71, 72, 73.
Tadımlık 14. Salime Leyla Gürkan, Yahudilik, İSAM Yayınları, İstanbul 2008,
Marul, antik dünya da tohumu için de yetiştirilen bir bit- s. 166.
kiydi. Mısır’daki firavun mezarlarında büyük miktarda 15. Claudia Roden, The Book of Jewish Food an Odyssey From
Samarkand To New York With More than 800 Ashkenazi and
marul tohumu bulunmuştur. Marul tohumundan elde
Sephardi Recipes, Alfred A. Knoff, New York 1999, s.36.
edilen yağ, salatada sevilen sıvıyağlar arasında yer al- 16. Margaret Visser, Much Depends On Dinner, s.196-197.
maktaydı. 39 Damağı temizleyen, ferahlatan bir tada sa- 17. Adonis mitinin bir versiyonunda Myrrha, mürr ağacına (Com-
hip olan bu gevrek bitkinin yemeğin başında mı yoksa miphora myrrha) değil de mersin ağacına (Myrtus communis)
sonunda mı yenmesinin daha uygun olacağı konusu dönüşür.
antik Yunan ve Roma’da uzun tartışmalara konu olmuş- 18. Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, 2. Baskı, Remzi Kitabevi, İstanbul
1978, s.11-12.
tur. Yunanlı gastronom Archestratos’a göre marul ye-
19. Marcel Detienne, The Gardens of Adonis Spices In Greek My-
mek yenip bittikten sonra ve sempozyum başlamadan thology, Çev. Janet Lloyd, Princeton University Press, Mythos
önce yenmelidir; böylece hıltlar teorisine göre 40 soğuk Series, Princeton, New Jersey, 1994, s.67.
olarak sınıflandırılan marul, alkolün “sıcaklığı” vücudu 20. Oxford Classical Dictionary, Ed. Simon Hornblower and an-
etkilemeden önce asal bir zemin hazırlayacaktır. Roma- tony Spawforth, “Adonis”, Oxford University Press, Third
Revised Edition, 2003, s.12
lılar, Yunanlılar’ın bu görüşünü İS. 1. yüzyılda yaşamış
21. James Frazer, Altın Dal Dinin ve Folklorun Kökleri, Çev. Meh-
İmparator Diocletian dönemine kadar benimsemişler, met H. Doğan, Payel Yayınları, İstanbul 1991, I. Cilt, s.268-284.
daha sonra ise marulu yemekten önce yemeye başla- 22. Marcel Detienne, The Gardens of Adonis Spices In Greek
mışlardır; çünkü söz konusu dönemde yemekten önce Mythology. Detienne, yapısalcılığın analitik araçlarını kullanarak
bol miktarda içki içiliyor ve marulun acıktırdığına inanı- Frazer’ın Adonis’in tarımsal döngüyü temsil ettiği görüşünü
çürütme yoluna girer. Detienne’e göre, Adonis tarımın ilahileş-
lıyordu.41
tirilmesini temsil etmekten çok uzaktır. Tohumların atıldıkları
ortamın toprak ana değil de saksılar, sepetler, tabaklar vb.
olması, töreni yapan kadınların yasal eşler değil de gözdeler,
1. Yıldırım Akman ve diğerleri, Angiospermae (Kapalı Tohumlu- aşıklar olması gibi çeşitli olgular Detienne’in Adonis’in geçicili-
lar), Palme Yayıncılık, Ankara 2007, s.630. ği ve kırılganlığı için sunduğu kanıtlardır.
2. Daniel Zohary and Maria Hopf, Domestication of Plants in the 23. Pythagorasçılar, kendi öğretilerini Pythagoras, Pisagor ya da
Old World, The Origin and Spread of Cultivated Plants in West Pitagor (d. İÖ yaklaşık 580-ö. İÖ. yaklaşık 500) olarak da bili-
Asia, Europe and the Nile Valley, Third Edition, Oxford Univer- nen antik Yunanlı filozof ve matematikçiye dayandıran okulun
sity Press, Reprinted 2004, s.198. mensupları.
3. Yaşar Çağbayır, Ötüken Türkçe Sözlük, Ötüken Neşriyat, İstan- 24. Marcel Detienne, The Gardens of Adonis Spices In Greek
bul 2007, s.3067. Mythology, s.121-127.
4. Andrew Dalby, Siren Feasts A History of Food and Gastro- 25. Martial, Epigrams, Çev. Walter C. A. Ker, Loeb Classical Library,
nomy in Greece, Routledge, London and New York, Paperback 2 Vols.; Harvard University Press, 1920.
Edition 1997, s. 182. 26. Emily Growers, The Loaded Table Representations of Food in
5. Bahaedin Ögel, Türk Kültür Tarihine Giriş, Cilt 2 Türklerde Roman Literature, Clarendon Press, Oxford.
Ziraat Kültürü Göktürklerden Osmanlılara, Kültür Bakanlığı 27. Marul, Burdur ve Afyon’da hamam yiyeceklerindendir. Bur-
Yayınları 244, Ankara 1978 s.276. dur’da hanımların hamama götürdükleri yiyecekler arasında
6. The Oxford Dictionary of English Etymology, Ed. C.T. Onions, marulun (İstanbul’da Yedikule marulu denen türün) dış yaprak-
Oxford at The Clarendon Press, First Published 1966, s.525. larını ayırıp yalnızca ortadaki “göbek” kısmının da yer alması
7. William Darby, Paul Ghalioungui, Louis Grivetti, Food: The âdettendi. Göbektaşı üstünde bu marulun üstüne yine evden
Gift of Osiris, Vol. 2, Academic Press London, New York, San getirilmiş limon bolca sıkılarak hararet atılırdı. Afyon’da gelin
Francisco 1977, 677-678. hamamı sırasında (baş bozma) hamama yemek götürülmüşse
8. Daniel Zohary and Maria Hopf, Domestication of Plants in the marulun da götürülür; ancak kahvaltılık malzeme götürülmüş-
Old World, The Origin and Spread of Cultivated Plants in West se yiyecekler arasında marul yer almaz. Marulun başka illerde
KÖLECILIKTEN
FEODALITEYE DOĞRU
VEYA ORTA ÇAĞ'A
GEÇIŞ-XV
K ral ile uyrukları arasındaki kişisel bağımlılık ilişkileri
Merovenj çağında oluşmaya başlamışsa da feodal
bir tarzda şekillenmeleri Karolenj döneminde gerçek-
ceği düşüncesi egemen olmuştur. Ayrıca itaat ve sada-
kat, yemin kime edildiyse ancak ona karşı geçerli hale
gelmiştir. Son olarak da yemin, bir sözleşme niteliği ka-
leşecektir. Çünkü Karolenj hanedanı döneminde, top- zanmıştır. Yani sadece yemin eden değil, kral da bazı
raklarını yönetecek sivil bürokrasiden yoksun kalan şeyleri yapmakla yükümlü hale gelmiştir. Böylece bütün
kral, artık kendi takipçilerine iş yaptırmak zorundadır bu gelişmelerin sonucu olarak soyut devlet ve devlet
(leudes). Böylece kralın otoritesinin niteliği ve alanı, hiz- otoritesi kavramları ortadan kalkmıştır. Bütün bunların
metlerini ödül karşılığında sunan büyük toprak sahiple- sonucu olarak vassalite (özgürler arası bağımlılık ilişki-
riyle kral arasındaki sürekli bir pazarlığa dönüşmüştür. leri, bir ödül karşılığında hizmet sunulması) ile benefici-
Bu pazarlık, kralın ve büyük toprak sahiplerinin karşılıklı um (bir üstün bir asta görev karşılığında yararlanması
yükümlülüklerinin olduğu ama bu yükümlülüklerin kra- için verdiği toprak) aynı kurumun içinde birleşince, ikti-
lın yasaları tarafından değil de güç dengeleri tarafından darın yapısı da sözleşmeye dayalı hale gelmiştir.
belirlendiğinin kabulüyle noktalanmıştır.
İktidarın sözleşmeye dayalı hale gelmesi ileride feoda-
Karolenj dönemi sadakat yemini kurumunu ihdas ede- litenin en önemli manivelalarından biri olacak olan bir
rek feodalitenin temel taşlarından birini daha yerine kurumun oluşmasına yol açmıştır. Merkezi otoritenin
koymuştur. Charlemagne, böyle bir yemin ihdas ederek sözleşmeler içinde yok olduğu bu ortamda kamu oto-
otoritesini güçlendireceğini düşünmüştü. 793 tarihli Ra- ritesi kavramının silinip yerini sözleşmenin özel tarafları
tisbonne fermanıyla, 12 yaşından büyük tüm Frankları arasındaki kişisel ve eşit ilişkilere bırakması, yükümlü-
kendine sadakat yemini etmekle zorunlu kıldı. Zaman- lüklerin de taraflar arasında eşitlenmelerine ve karşılıklı
la genel yemin kaybolarak, yerini yalnızca senyörlerin, hale gelmelerine neden olmuştur. Böylece senyörler,
yani toprak sahiplerinin krala sadakat yemini etmeleri yükümlülüklerini ancak eğer kral kendininkileri yerine
uygulamasına bıraktı. Böylece kral uyruklarından tama- getirirse yerine getirir hale geldiler. 10. yüzyılda artık
men uzaklaşmış oluyordu. Uyrukları üzerindeki otorite- feodalite kemikleştiği zaman ortalıkta merkezi güç diye
si bundan sonra ancak senyörler aracılığıyla ve onların bir şey kalmayacaktır.
izin verdiği ölçüde olacaktır.
Bu gelişmelerin karşısında Karolenj kralları merke-
Bu uygulama, soyut iktidar kavramını tamamen yok zi güçlü tutabilmek için çok direnmişlerdir. Eyaletleri
etmiştir. Sadakat ve itaatin nedeninin yemin olduğu ve denetlemek üzere merkezden yolladıkları “come” ve
ancak eğer yemin edilmişse otoriteye boyun eğilebile- “duce”lerin bağımsız senyörler haline dönüşmemeleri
için “missi dominici” adı verilen kral müfettişleri yolla- grubu) denilmekteydi. Aynı şekilde, Germenlerin Ro-
mışlardır. Missi dominici, “missatica” adı verilen görev ma’yla temasa geçmelerinden sonra kandaşlık bağları-
bölgelerinde dörder kişilik kurullar halinde teftişte bu- nın çözülmesiyle Roma “comitatus”una benzeyen, şefin
lunuyorlar ve merkezin, yani kralın çıkarlarını gözetiyor- adamları ve takipçileri arasındaki ilişkiler de oluşmuştu.
lardı. Ancak özellikle 9. yüzyılın sonlarında senyörler,
“missi”lerin kendileri tarafından, kendi aralarından ve Bu arada Roma’nın yıkılış döneminde, Barbarların top-
teftiş edilen bölgeden seçilmelerini sağladılar. Böylece rak paylaşımları sırasında “alleu” denilen özgür köylü
bu kurum da etkisiz hale getirilmiş oldu. toprakları, Roma’nın son dönemlerinde yok olan küçük
ve orta köylü mülkiyetini ikame etmek üzere yeniden
Charlemagne, merkezkaç güçlere karşı en büyük des- oluşup yaygınlaşmışlardı. Merovenj krallarının nakit sı-
teği küçük ve orta ölçekli çiftliklerin sahipleri ile senyör kıntısı çekmeye başlamalarıyla birlikte el koydukları
topraklarında henüz senyörlere doğrudan bağlanma- Roma devlet topraklarından (fisci) temlikte bulunma-
mış köylülerden göreceğini düşünmüştür. Bu amaçla ya başladıklarını görmüştük. Bu temlikler bir yandan
“missi dominici”ye verdiği talimatların başında, bu kişi- topraklarını belli ailelerin ve Kilise’nin elinde temerküz
leri senyörlere karşı özenle korumaları gelmektedir. etmesine neden olurken diğer yandan da ekonominin
içine kapanmasıyla büyük bir toplumsal ve siyasal bas-
Karolenj krallarının merkezkaç güçlerin etkilerinin art- kı gücünün kaynağını oluşturmuşlardı. Böylece “com-
masını önleme konusunda başvurdukları bir diğer tedbir mendatio”, Merovenj çağında yaygınlık kazanmıştır.
de, iktidarın kaynağının tanrısal olduğunu ilân etmeleri Maddi ve ekonomik güvensizliğin yanında, küçük çiftçi-
oldu. Charlemagne, bu ilânın görüntüsünü oluşturabil- ler geçimlerini sağlamakta giderek daha zora düşmek-
mek için imparatorluk tacını papanın elinden giymiştir. teydiler. Kamu makamlarının küçük çiftçiyi koruma gibi
Ancak merkezin dünyevi iktidarını kurtarabilmek için bir kaygıları bulunmamaktadır, çünkü kral olaya sadece
ruhani otoriteyi ele geçirerek kullanmaya kalkışması, kendi elindeki topraklar ve bunlardan elde edeceği ge-
bu kez de Kilise ile dünyevi iktidar arasında sözleşmeye lir açısından bakmaktadır. Devlet-uyruk ilişkisi oluşma-
dayalı ilişkilerin ortaya çıkmasına yol açacaktır. Bunun mıştır. Kişisel bağımlılığın gelenek olduğu bu ortamda,
yansıması olarak oluşan Kral-Kilise ilişkisinin yeni doğ- güvensizlik artıp geçim zorlaşınca, akla gelen tek çare
rultusu, tıpkı senyörlerle kral arasında olanı yönünde bir güçlüye sığınmak olmaktadır. Güçlüler de mevcut
yol alacaktır. Eğer kral Kilise’nin çıkarlarını korumazsa, hiyerarşinin içinde daha yükseklerde bir yer elde ede-
Kilise de artık krala itaat etmek zorunda kalmayacaktır. bilmek veya mevcut durumlarını koruyabilmek için
Böylece 9. yüzyıl boyunca Kilise’nin de feodalleştiğini mümkün olduğu kadar çok sayıda kişinin sadakatine ih-
ve dünyevi iktidardan koptuğunu, hatta onun üstüne tiyaç duymaktadırlar. Kilise, varlığını sürdürebilmek için
çıkarak tek örgütlü güç olarak kaldığını görüyoruz. genişlemek, genişlemek için de kendine bağımlı kim-
seler bulmak zorundadır. Kral bile, yükselen aristokrasi
Charlemagne, merkezi güçlü kılabilmek için bıkıp usan- karşısında şahsi güvenliğini sağlayabilmek için kendine
madan çalışmıştır. Bu amaçla kendini ülkenin babası ilân sadık adamlarla çevrelenmek istemektedir. Bu koşullar
etmiştir. Görevinin, halkının maddi, manevi ve düşünsel altında herkes kendinden daha güçlü birine bağlanmak
refahını sağlamak olduğunu açıklamıştır. Ancak artık zorunda kalmakta, güçlüler de mümkün olduğu kadar
her tür otorite sözleşmeye dayalı hale gelmiş olduğun- fazla kimseyi doğrudan kendilerine bağlama zorunlulu-
dan, bu ilânlar ve tavır alışlar hiçbir işe yaramamışlardır. ğunu sürekli hissetmektedirler.
Bu arada feodalitenin temellerinden biri olan özel ba- Herkesin işine gelmekte olan ve kişisel bağımlılık iliş-
ğımlılık da doğmaktadır. Daha önce gündeme getirildiği kilerini düzenleyen “commendatio”, gerçek bir yazılı
üzere, Roma toplumunda “commendatio” ve “comita- sözleşme ile yapılıyordu. Kendini bağlayan, bağlandığı
tus” biçimlerinde olmak üzere kişisel bağımlılık ilişkileri büyüğün hizmetine giriyor ve ona saygı, itaat ve sada-
kurumsallaşma yoluna girmişlerdi. 3. yüzyıldan itibaren kat borçlu oluyordu. Kendine bağlanılan ise, bağlananı
ekonomik ve toplumsal koşulların zorlamalarıyla küçük koruma ve yaşatma ile yükümlü oluyordu. 6. yüzyıldan
ve orta ölçekli özgür (bağımlı olmayan) çiftçiler, topra- itibaren “commendatio” sözleşmesi, koruyucunun ko-
ğını bir senyöre devrederek onun kiracısı olmaya başla- runana toprak da vermesiyle gerçekleşmeye başladı.
mışlardır. Bu uygulamanın nedeni, güvensizlik ortamın- Böylece kendine bağlanılan, kendini ona adayanı sa-
da, bir güçlünün korumasını sağlamaktı. Diğer yandan dakatinden ötürü ödüllendiriyor ve geçimine yetecek
imparator doğrudan şahsına bağlı bir yönetici tabakası olanakları sağlıyordu. Bu durumda “commendatio” tam
oluşturmuştu. Bu tabakanın mensuplarına “come” (ar- anlamıyla kişisel bağımlılık ilişkilerini kuruyordu ve bu
kadaş) sözcüğünden türetilme “comitatus” (arkadaşlar bağlar, hukuki düzlemde olduğu kadar ekonomik düz-
lemde de belirleniyordu. Kişisel bağımlılık ilişkilerinin kılıçla üstüne saldırırsa ve onu korumazsa. Bir vassal’in
vassalite denilen özgürlerarası olan biçiminin bu kadar senyörünü bunun dışındaki herhangi bir nedenle terk
yaygınlaşmasının esas nedeni, Karolenj yönetiminin etmesi olanaksızdır.
kendi yararına sanarak bu uygulamayı aşırı destekleme-
sidir. Karolenjlerin tahta geçmelerinden önce, bu hane- Vassalite bağı, sözleşmenin taraflarca imzalanmasın-
danın ataları olan Charles Martel ve Kısa Pepin, Mero- dan sonra, “hommage” (biat, adamı olma) denilen bir
venjlerin saray nazırlığını yaptıkları sırada, büyük top- törenle kurulmuş olur. Vassal, ellerini senyörünün el-
rak sahiplerinin önemlice bir bölümünü “commendatio” lerinin içine koyar ve ona bağlılık yemini eder. Büyük
yoluyla kendilerine bağlamışlardı. Pepin’in kral olarak feodalite tarihçisi Marc Bloch, sadakat yeminini, kişisel
tahta çıkmasıyla bunlar kral vassali (vassi dominici) ol- bağımlılığın şahikası olması ve her türlü merkez oluşu-
dular. Karolenj kralları, bu uygulamanın tahta çıkmaları- munu reddetmesi nedeniyle feodalitenin temel unsurla-
na olanak verdiğini görerek, bunun lehlerine olduğuna rından biri olarak saymaktadır.
karar verip, yaygınlaşması için ellerinden geleni yaptılar.
Sözleşmenin hükümleri taraflar hayatta oldukları sü-
Bununla birlikte özellikle Charlemagne’ın güçlü bir mer- rece geçerli olup, iki tarafa da görevler yüklemektedir.
kezi yönetim oluşturmak istemesi, vassalite kurumunun Senyör, vassal’ini yargı karşısında olduğu kadar özel
yaygınlaşmasında ikinci önemli etken olmuştur. Yerel savaşlarda da koruyacak ve ona geçimini sağlaması
yönetimlerin üzerinde çok az etkisi olduğunu gören ve atıyla senyörüne hizmette bulunabilmesi, ayrıca yü-
Charlemagne “vassi domoinici”yi bu etkiyi kurmak ve kümlü olduğu diğer tüm görevleri yerine getirebilmesi
güçlendirmek amacıyla kullanmak istemiştir. Bu po- için gerekenleri sağlayacak büyüklükte bir toprak tahsis
litikanın uzantısı olarak, Karolenjler, mümkün olduğu etmek zorundadır.
kadar fazla senyörü “vassi dominici” içine katmak iste-
mişlerdir. Bunu sağlamak için de çok kimseye toprak Bunlara karşılık vassal, senyörüne bir vassal’in örfen
dağıtmışlardır. Hatta taşra yöneticileri olan “come”ler yükümlü olduğu görevleri sağlamak zorundadır. Aşağı
bile, görev karşılığı olan “honor”lardan (görev süresin- düzeylerdeki vassal’ler senyörün bir mülkünü yönetmek
ce geçerli toprak temliki) ayrı olarak başka bölgelerde gibi görevler yaparlarken daha yüksek düzeydekiler,
toprak almışlar ve böylece bunlar da devletin birer ajanı senyörün yargısına katkıda bulunmak ve özellikle askeri
olmaktan çıkarak kralın vassal’leri arasına katılmışlardır. hizmet sağlamak gibi yükümlülükler altındadırlar.
Karolenj kralları, bu vassal’leri aracılığıyla özgür köylü-
lerin devlete karşı olan görevlerini yerine getirmelerini Karolenjler tarafından krallık otoritesini güçlendirmek
sağlamak istemişlerdir. Kral vassal’leri de kendi vassal- amacıyla teşvik edilen vassalite rejimi, istenenin tama-
leri aracılığıyla bu özgür köylülerin devlete karşı yüküm- men tersine sonuçlar vererek, kralın kral olmaktan çıka-
lülüklerini yerine getirip getirmediklerini gözetmişlerdir. rak diğer senyörler arasında bir senyör haline dönüş-
Charlemagne tarafından çıkartılan birçok ferman özgür mesine ve emirlerinin kamu hukukundan değil de kişisel
köylüleri kralın vassal’leri ile onların vassal’lerine itaat bağımlılıktan kaynaklanan nedenlerle yerine getirilir ol-
etmekle zorunlu kılmaktadır. Böylece merkezi güçlen- masına neden olmuştur.
dirme çabası, aslında özgür köylülerin toprak soyluları-
nın denetimine geçmelerine yol açmaktadır. Vassalite kurumu bu bağlamda krallık otoritesinin kay-
bolmasına ve aristokratların bireysel otoritelerinin güç-
Nihayet Karolenj hükümdarları, tüm özgür kişilerin vas- lenmesine neden olmuştur. Vassalite kurumu bunun
salite ilişkileri içine girmelerini teşvik etmişlerdir. Kral yanında, iktidarın sözleşmeye dayalı olduğu kavrayışı-
Kel Charles, 847 yılında çıkarttığı kararname ile tüm nın gelişmesine ortam hazırlamıştır. Ayrıca kralın, uy-
özgür kişilerin kendilerine birer senyör bulmalarını em- ruklarına ulaşmanın tek yolu olarak gördüğü vassalite
retmiştir. Karolenj kralı böylece tüm toplumun hiye- bu uyrukların büyük toprak sahiplerinin denetimine ve
rarşik bir yapı içinde kralın emirlerini harfiyen yerine etki alanına geçmelerine neden olmuştur. Kralın zorla-
getireceği bir sistem oluşturduğunu düşünüyor veya malarıyla bir senyörün vassal’i olanlar korumayı onda
daha doğrusu bunu düşlüyordu. Bu açıdan 847 tarihli bulmuşlar ve bu nedenle ona bağlanmışlar, böylece
Mersen Fermanı, feodalitenin oluşumu açısından çok senyörler kraldan koptuğu zaman kral da uyruklarını
önemli bir aşamadır. Aslında bu kararname 816 tarihli kaybetmiştir.
fermanın devamıdır. 816 fermanına göre, bir vassal’in
senyörünü bırakabilmesi ancak 5 halden birinin ger- Gelecek sayıdan itibaren toprak tahsis ve temliklerinin
çekleşmesi halinde mümkündür: Eğer senyörü onu köle niteliğinin feodalitenin oluşumundaki rollerini görmeye
yaparsa, hayatına kastederse, karısıyla zina yaparsa, bir başlayabiliriz. Eğer hayat devam ediyorsa!
GELENEKSEL GAZIANTEP
EVLERINDEKI KALEM
IŞI SÜSLEMELERDE
BESLENME
KÜLTÜRÜMÜZ
T ürk kalem işi sanatı, kökeni Orta Asya’ya dayanan
8-9. yüzyıl Türk Uygur sanatı ile başlayıp, Türklerin
göçleri ile Anadolu topraklarına taşınan bir sanat ko-
Osmanlı sanatında klasik dönem olarak adlandırılan
XVI. yüzyılda pek çok caminin kubbesini süsleyen bu
bezeme türü zamanla Türk süsleme sanatında kullanılan
lumuzdur. Kara Hoça ve Bezeklik duvar fresklerindeki hatayi 8 , penç9 ve rumi10 motifleriyle zenginleştirilmiştir.
süslemeler, Türk sanatının motif dağarcığının merkezi Servet Çayan tezinde ve makalesinde sanatın geçirdiği
olmuş, Türklerin İslam dinini kabulü ile stilize motif ve değişimi şöyle özetler.11 “..Bu dönem kalem işi bezeme-
kompozisyonların İslam sanatı ile olan birebir örtüşmesi lerinde klasik dönemde kullanılan motiflerin yerlerini, kıv-
bu tarz desen ve uygulamaların gelişmesini sağlamıştır.1 rımlı motifler, natüralist çiçek motifleri, natürmortlar, çe-
Yüzyıllar boyu Türk klasik sanatlarının bir kolu olmuş, si- şitli bitki yaprakları, perde tasvirleri almıştır. Batı kaynaklı
vil, dini, askeri, mimari yapıların iç ve dış mekân süsleme motiflerle beraber, bezeme anlayışı da değişmiş, bu dö-
unsuru olmuştur. nemde duvarları ve tavanları süsleyen kalem işi bezeme-
ler, barok ve rokoko kıvrımlı dallar arasına yerleştirilmiş
Geleneksel Türk evi odalarında, alt kısımlar fonksiyonel panolar ya da madalyonlar içerisinde görülen manzara
içerik taşırken üst kısımlar ve tavanlar estetik özellik- tasvirleri tercih edilen süslemeler olmuştur. Bu dönemde
leriyle öne çıkmaktadır. 2 Evlerin süslenmesinde odanın öncelikle başkent İstanbul’da Topkapı Sarayı duvarlarında
konumu -baş oda, köşk oda olması- ile ev sahibinin is- karşımıza çıkan resimler, Anadolu’da da geniş bir yayılma
teği, ustanın kültürü ve yeteneği gibi çeşitli öğeler rol alanı bularak, duvar resmi geleneğini ortaya çıkarmış ve
oynarlar. Geleneksel Türk evlerinde tavan ve duvar süs- bezemelerde kullanılan motifler birbirinin devamı niteli-
lemelerinin ayrı bir yeri vardır. Tavan süslemelerinde ğinde olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nda güç kazanan
genelde çitakâri3, kündekâri4, aplike5 ve kalem işi 6 gibi ayan ve eşrafın da bu geleneğin Anadolu’da yayılmasın-
teknikler kullanılır.7 Yaygın bir bezeme türü olarak uy- da büyük etkisi olmuştur. Evlerini ve konaklarını başkent
gulanan kalem işleri bilindiği gibi, sıva üstü kalem işleri, modasına uygun olarak tezyin ettirmek isteyen eşraf, bir
ahşap üstü kalem işleri, taş-mermer üstü kalem işleri, nevi kendi zevklerini de ortaya koymuşlardır. XIX. yüzyılın
deri-bez üstü kalem işleri ve malakari olarak çeşitlere sonlarına doğru milli akımların ortaya çıkmasıyla birlikte
ayrılmaktadır. Ancak, geleneksel Türk evlerinde -özel- kalem işi bezemeler daha gelenekçi bir üslupta ele alın-
likle ahşap tavanlarda- uygulanan süsleme yöntemleri- maya başlanmıştır.
nin elbette bunlarla sınırlı olmadığı bilinmektedir.
Çalışma konusu ve kapsam örnekleri özellikle konak tipi büyük ve zengin evlerde
Çalışma Gaziantep kent merkezinde geleneksel evler- mimari düzenlemenin bir parçası olarak, iç mekanlar-
deki kalem işlerinde -tavan ve duvar resimlerinde bes- da görülür. Özellikle baş oda, oda, eyvan, sofa gibi me-
lenme kültüründen izlere odaklanmıştır. Gaziantep’in kanların tavan ve duvarlarında sıvalı yüzeyler üzerin-
eski mahallelerinde bulunan 35 evdeki eserler incelen- de (bağdadi sıva, sıva, taş yüzey veya bez germe tavan
miştir. Elbette tavan ve duvar resimlerinin bulunduğu yüzeylerinde ve bazen de ahşap yüzeylerde) uygula-
ev sayısı çok daha fazladır. Konuyla ilgili olarak Avru- nan, birçoğu sanatsal değer taşıyan süslemeler geniş
pa Birliği desteğiyle gerçekleştirilen “Ayıntap Evlerinde yer tutarlar. 18. yüzyılın ilk yarısından başlayıp 20. yüzyıl
Saklı Sanatlar Projesi”nin çıktılarından büyük ölçüde ya- başlarına kadar geçen süre içerisinde mimari yapılarda
rarlanılmış12, odaklanılan konu ile ilgili eserlerin bulun- uygulanan kalem işlerinde tasvir edilen manzara resmi,
duğu altı adet ev örnek olarak ele alınmıştır. tek yapı, tek gemi, natürmort sayılabilecek resimler,
sembolik motifler, insan, hayvan figürleri de Gaziantep
Geleneksel Antep evleri geleneksel evlerinde sık sık görülmektedir.18
19. yüzyılın ikinci yarısında 1847’de Antep, Halep Vila-
yeti’ne bağlı sancak merkezi, 1864 Vilayet Nizamna- Çeşitli motiflerin, kompozisyonların tasvir edildiği duvar
mesi’ne göre Halep Merkez Sancağı’na bağlı bir kaza ve tavan resimleri genelde evlerin baş odasında yoğun-
merkezi olarak Halep merkez kazasından sonra en bü- laşır. Baş odaların en önemli özelliği; odanın tavanında
yük kasabadır. Yabancılara verilen imtiyazlar sayesinde süslemelerin olmasıdır. Tavanlarda, ahşap kirişlerin ol-
yabancı uyruklu kişilerin fabrika vb. açtıkları, yabancı duğu durumlarda kirişlerin üzeri boyanarak başlangıç
tüccarlar grubu oluştuğu ve hatta bunlar için konsolos- ve bitimlerde kalem işi bezemeler uygulanmıştır.19 Ta-
luklar kurulduğu bilinmektedir. 13 vanlarda uygulanan kalem işi resimler genelde orta-
daki göbeğe veya köşelerdeki madalyonların içerisine
Gaziantep ilinin gelişmesine paralel olarak yapılaşma konulur. Köşelerde ayrıca madalyonsuz çiçek vazoları,
hızlanmış ve varsıl bazı aileler şehir dışından pek çok saksıları da görülür. Göbekteki resimler ile madalyon-
sanatçı getirterek evlerine çeşitli süslemeler yaptırmış- lar içerisindeki resimler çoğunlukla birbirinin devamı ya
lardır. Gaziantepli büyük dilci Ömer Asım Aksoy, kendi da tamamlayıcısıdır. Resimle tavanların köşelerindeki
evlerini anlattığı yazısında geleneksel Antep evlerinde- madalyonlardaki resimler, peyzaj, natürmort ve çeşitli
ki resimleri şöyle özetler.14 “…Odanın içi yalnız nacarlatıl- dinsel (Kabe, cami, melek) temalardan oluşur. 20 Düz ta-
makla kalınmamıştır. O bir zevk ve sanat meşheridir. Her vanlarda bereket motifleri ile sarmaşık ve çiçek demet-
tahtanın üzerinde rengarenk yağlı boya resimler vardır. leri sık sık görülür. Yine düz tavanlar üzerinde kartuşlar
Bu resimler hep saksı içerisinde hayali çiçekler tasvir içerisine yerleştirilmiş manzara resimleri ve Osmanlı ar-
eder. (Bizim ev öyle idi. Ben ilk resim zevkimi onlardan malarına rastlanır. Resimlerin pek çoğunda deniz, göl,
aldım ve çocukluğumun en zevkli meşgalelerinden birisi ırmaklar, yel değirmenleri tasvir edilmiştir. 21
bu resimleri taklit etmekti. Mektepte resim derslerinde
arkadaşlarıma tefevvuk ettiğimin sebebi o mümareseler- Gaziantep evlerindeki duvar ve tavan resimle-
dir.” rinden örnekler
Gaziantep geleneksel evlerindeki tavan ve duvar re-
Geleneksel evlerdeki bu süslemeler kapılarda kullanılan simleri genelde kent merkezinde yoğunlaşmıştır. Şan-
ahşap ve metal malzemelerle, kapı üzerlerinde topuz lıurfa’nın Birecik ilçesine bağlı Ilgar (Mırbi) köyünde
başlı çivilerle yapılan hayat ağacı ve vazoda çiçekler Hartavizade Emin Ağa Konağı’nın tavanındaki kalem işi
ile başlayarak evin diğer bölümlerinde sofa ve odalar- süslemeler gibi örnekler Gaziantep’te tespit edilmemiş-
da da devam eder. Oda kapıları, pencereler, pencere tir. 22 Gaziantep’te il merkezinde incelenen duvar ve ta-
içi dolaplar, kübbiyeler15, cemekanlar, dolap kapakları, van resimlerinden konumuzla ilgili örneklerin bulundu-
çekmeceler ve duvar kaplamaları ahşaptan yapılmış- ğu evler Bey, Yaprak, Tışlaki, Suyabatmaz ve Şekeroğlu
tır. İçerisi ahşapla kaplı bu odalara “nacarlı oda” denir.16 mahallerindedir.
Odaların dolaplarında ve pencere kapaklarında üzerin-
de sık sık hayat ağacı, selvi ağacı, geometrik motifler, Birinci örneğimiz Bey Mahallesi’ndeki Karanazar Na-
çiçek demeti, vazo içerisinde çiçekler ve sarmaşıklara zaretyan Konağı’dır. 23 Üzerinde tez çalışmaları yapılan,
rastlanır.17 turistlerin uğrak yerlerinden biri olan bu ev duvar ve ta-
van resimlerinin yoğun bulunduğu evlerdendir. Abdül-
Yüksek duvarların ardında merkezi bir avlu çevresinde, kadir Kimya ve varislerine ait olan evin tamamı duvar
içe dönük plan tasarımı ile inşa edilen geleneksel An- resimleri ve taş işçiliğinin yanı sıra alçı, seramik ve ah-
tep evlerinin dış cepheleri genellikle sadedir. Bezeme şap süslemeler ile bezenmiştir. Sofa dahil üç odasında
da duvar, tavan resimleri bulunmaktadır. Giriş kapıları- evin büyük odasında iki ev ve iki ev arasında bir elma
nın üzerinde hicri ve miladi tarihlerin bulunduğu evin ağacı resimleri bulunmaktadır. 27 Yine aynı odada bulu-
süslemeler açısından en önemli kısmı “baş oda” veya nan bir başka resimde ön planda bir elma ağacı, ağacın
“cennet odası” denilen büyük odasıdır. Kubbe tavanın alt kısmında yeşil çimenler görülmektedir. 28
eteklerinde bitki dallarının süslediği sütunlar arasına
yerleştirilmiş on altı adet duvar resmi bulunmaktadır. Suyabatmaz Mahallesi’nde üçüncü evde29 iki odada ta-
Her biri diğerlerinden farklı olan bu resimlerde koyun van ve duvar resimleri mevcuttur. Resimlerde göl man-
sürüsü, deve kervanı, geyikler, inekler, aslanlar, hayali zarası, dağlar, yeşillikler, kayıklar, piramitler, ağaçlar,
şehirler, çeşitli binaların yanı sıra dini sembol ve simge- dereler, çocuklar ile vazolardaki çiçekler işlenmiştir. Baş
ler yer almaktadır. Bir katedral, çocuklar ve köpekleri, oda tavan göbeğinde dört adet bereket boynuzunun
çoban ve köpeği, geniş bir ırmak ve balıkçılar -ağ çeken yanı sıra nar, portakal, kayısı ve üzüm salkımları simetrik
balıkçılar ve balıkçıları bekleyen kadın- çiçek toplayan olarak yerleştirilmiştir. 30 Tavan eteklerindeki bordürün
çocuklar, dere kenarında yanlarında kuzu ile oturan ço- birleştiği köşeye, sarmaşıklardan oluşan madalyonun
cuklar, melekler, aslan ve geyik mücadelesini anlatan içine yerleştirilen resimde derede balıkçı kayıkçıları bu-
sahnelerin yanı sıra İstanbul manzaraları ve İstanbul Kız lunmaktadır. 31 (Fot.2)
Kulesi resmi de dikkat çekmektedir. Evin doğu odasın-
daki resimlerde Eros, çiçekler, çeşitli manzaralar, yel de-
ğirmeni, otlayan inekler, balıkçı ve kayığı, gün batımı, çe-
içerisinde armut, kayısı, elma, şeftali ve üzüm salkımla- lep’teki “Beyt Ghazaleh” evindeki resimden esinlendi-
rının yanı sıra yaprakları da ayrıntıyla resmedilmiştir. 33 ği, etkilendiği düşünebilir. 38 (Fot.5) Çünkü Halep ilinde
(Fot.3)
tılması sonucu elde edilen süsleme elemanlarının bir yüzeye 34. Yaprak Mahallesi, Sinler sok. Karagöz Çıkmazı, No:4.
yapıştırılarak ya da çakılarak kullanılmasıdır. Bu tekniğe ajur da 35. Ayıntap Evlerinde Saklı Sanatlar Projesi, 2009, s.113.
denilmektedir. bk. Yıldırım ve Hidayetoğlu, 2011, s.337. 36. Şekeroğlu Mahallesi, Seyisoğlu Sokak, Kocaoğlan Çıkmazı,
6. Kalemişi: Mimaride duvarlarda, kubbelerde, tavanlarda, ahşap, No:2.
taş, bez gibi malzemeler üzerine renkli boyalar ve altın varak 37. Ayıntap Evlerinde Saklı Sanatlar Projesi, 2009, s.152.
kullanılarak yapılan süslemelerdir. Bu süslemeleri yapan kişilere 38. Tarihe Tanıklık Eden Evler, 2009, s.92.
“kalemkar”, desenleri hazırlayan kişilere de “nakkaş” denilmek- 39. Tekinalp, 2013, 207.
tedir. bk. Yıldırım ve Hidayetoğlu, 2011, s.337. 40. Ersoy, 1990, s.37, 41,173-175,296-298, 307, 308, 309.
7. Günümüzde yarı geçirgen kâğıtlara (eskiz kâğıdı) kurşun ka-
lem yardımı ile çizilen kurallı ve gelenekli desenlerin, yarı geçir-
gen kâğıt üzerinde iğnelenerek delinmesi ve uygulanacağı yü-
zeye, tercihen söğüt ağaçlarından elde edilen kömür tozundan
yapılan tampon ile silkelenip (silkilip) yüzeye aktarılmasından
sonra muhtelif fırçalar yardımı ile çeşitli renklerde boyanıp yine
ince fırçalar ile kontürlenmesi (tahrirlenmesi) ile elde edilen
süsleme. bk. http://www.nakkass.com/kalemisi.html
8. Hatayi: Etimolojik olarak Çin Türkistanı’ndaki Hata şehrine ait
anlamındaki “hatai” de, Rumi gibi Türk süsleme sanatının başlı-
ca motiflerindendir. Orta Asya’da ortaya çıkmış ve genellikle çi-
çek şekilleriyle yoncaların genişçe yer aldığı Çin Sanatı’nın etki-
siyle gelişmiş bir süsleme tarzıdır. Hatai tek başına kullanılamaz,
diğer süsleme unsurlarıyla birlikte aynı kompozisyon içinde yer
alır. bk. http://www.motiftr.com/L/TR/mid/152/
9. Rumi: Türk süsleme sanatının temel unsurlarından olan “Rumi”,
başlangıcından itibaren sadece el yazmalarında değil çinilerde,
giysilerde, ağaç oymacılığında, kısacası, süsleme sanatının tüm
dallarında temel bir motif olarak kullanılagelmiştir. Bu motif,
Anadolu Selçukluları’nın ellerinde gelişmiş olup Rumi ismini de
onlara borçludur. Günümüze kadar ulaşan Rumi’nin en eski ör-
neklerine, Uygur Türkleri tarafından IX. ve X. yüzyıllarda yapılan
fresklerde resmedilen deniz canavarının kanadında rastlıyoruz.
bk. http://www.motiftr.com/L/TR/mid/152/
10. Penç: Gül, gül goncası, papatya ve benzer çiçeklerinin kuş bakı-
şı görünüşünden stilize edilerek çizilmiş şeklidir. (Kaynak: http://
www.hatdergisi.com/HAT%20DERG%C4%B0S%C4%B0/tez-
hip_susleme_sanati.html)
11. Çayan, 2013, s.1-352.
12. Ayıntap Evlerinde Saklı Sanatlar Projesi, 2009, s.1-262.
13. Tekinalp, 2013, s.193.
14. Aksoy, 1938, s.3-6.
15. Kubbiye: Kapaklı dolapların üst kısımlarındaki küçük açık do-
laplar
16. Nacar: Odayı çevreleyen dolabı süsleyen kaplamadır. Tam na-
car; oda yüzeyinin tamamında ve kapılar dışında kalan boşluk-
ları ahşap malzeme ile kaplanması, yarım nacar; oda yüzeyinin
tamamında olmayıp, odayı kısmi olarak kaplayan ahşap olarak
özetlenebilir. bk. Erbaş, 2012, s.46,47.
17. Tarihe Tanıklık Eden Evler, 2009, s.34 ve Uğurluer, 1999, s.13-15.
18. http://www.turkmmo.com
19. Erbaş, 2012, s.46.
20. Atalar, 2004; s.94-97.
21. Tarihe Tanıklık Eden Evler, 2009, s.86-90.
22. Kürkçüoğlu, 2011, s.182,183.
23. Bey Mahallesi, Noter Sokak, No:10.
24. Ayıntap Evlerinde Saklı Sanatlar Projesi, 2009, s.1-36.
25. Age., s.35.
26. Tışlaki Mahallesi, Eski Telgraf Sokak, No 9.
27. Ayıntap Evlerinde Saklı Sanatlar Projesi, 2009, s.39.
28. Age., s.42.
29. Suyabatmaz Mahallesi, Müftüoğlu Sokak, No:5.
30. Ayıntap Evlerinde Saklı Sanatlar Projesi, 2009, s.54.
31. A.g.e.s.54,55.
32. Suyabatmaz Mahallesi, Müftüoğlu Sokak, No:23-25.
33. Ayıntap Evlerinde Saklı Sanatlar Projesi, 2009, s.73.
EROZYON SADECE
TOPRAKTA MI OLUR?
Genetik erozyonun olduğu endüstriyel üretim sistem- Gen bankalarında korunan bitki örneklerinin yarısına
lerinde, monokültür dediğimiz tektip ve ticari ürünle- yakınını tahıllar oluşturmaktadır ve ekonomik öneme
rin yetiştiriciliği yapılmaktadır. Bunun yanında Küba ve sahip olan buğday, pirinç, mısır ve arpanın önceliği bu-
Tayland gibi bazı ülkelerde genetik erozyonu engel- lunmaktadır. Yemeklik baklagiller korunan ikinci en ge-
lemeye yönelik büyük oranda çeşitliliği artırıcı üretim niş gruptur. Bunları sırasıyla sebzeler, meyveler ve yem
sistemlerinin ve programlarının da başarılı bir şekilde bitkileri izlemektedir. 5
uygulandığı ortaya konmuştur. 3
Ülkemizde ex situ koruma faaliyetleri, 1930’lu yıllarda
İnsanoğlu, genetik kaynakların erozyonunu “ortak en- başlamış olup 1964’de faaliyete geçen ancak 1974 yılın-
dişe” konusu olarak belirlemiştir. Muhafazası, sürdürü- da gerçek anlamda tohum gen bankası niteliği kazanan
Ulusal Gen Bankası’nın kurulmasıyla devam etmiştir. çüde yapay yollarla oluşturulabilse de doğal çeşitliliğin
Günümüzde, Ulusal Gen Bankası’nda 2.700’e yakın türe korunması ve bir yandan da evrimleşme sürecinin de-
ait yaklaşık 55.000 materyal bulunmaktadır.3 Ayrıca vam etmesi, sürdürülebilirliğin temel konusudur. In situ
2010 yılında 250.000 örnek kapasiteli dünyanın sayılı koruma araştırma ve denemeleri; yerel çeşitlerin mu-
gen bankalarından birisi olan Türkiye Tohum Gen Ban- hafazası, kullanımı ve yerel genetik çeşitliliğin geliştiril-
kası hizmete girmiştir.6 mesi ile mümkündür. Hiç şüphesiz ki ev bahçeleri, geniş
biyoçeşitlilik havuzunu sağlayarak genellikle “informal
Genetik materyalin yapay koşullarda uzun süreli mu- deneysel istasyonlar” olarak ifade edilmektedir.9
hafaza edilmesinde, ex situ koruma yaygın uygulama
alanı bulmuştur. Bunun da en önemli nedeninin bu On farm koruma stratejisi
yöntemin daha ucuz ve daha kolay olması gösterilmek- Genetik kaynakların çiftçi şartlarında (on farm) yöneti-
tedir. Ancak tohumların değişen sürelerde canlılığını mi etkili bir stratejidir. Bu sistemde ürün çeşitleri çiftlik-
koruma özelliği bulunmaktadır. 5 ile 50 yıla kadar de- te veya ev bahçelerinde korunmaktadır. Gerçekte çiftçi
ğişen sürelerde canlılığını koruyabilen tohumların sü- şartlarında koruma tarım keşfedildiğinden bu yana in-
resi gelince yenilenmesi, yani ekilerek tekrar muhafaza sanların sürekli gerçekleştirdikleri en eski tarımsal bi-
edilmek üzere yeni tohumların alınması gerekmektedir. yoçeşitliliği koruma metotlarındandır ve çiftçiler, ken-
Bu, aslında hiç de kolay ve ucuz olmayan bir uygula- dilerinin ve ailelerinin ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla
madır. Gerek maddi gerekse işçilik anlamında büyük çeşitliliğin farkında olmadan geleneksel ürünleri koru-
sıkıntılar yaratabilecek bir durumdur. Örneğin dünyanın muşlardır. 8 Çiftçi şartlarında korumaya yönelik uluslara-
önde gelen gen bankaları arasında yer alan Türkiye To- rası projeler ilk olarak 1996 yılında başlamıştır.9
hum Gen Merkezi’nde şimdilik muhafaza altına alınan
materyal sayısı yaklaşık 30.000’dir. Kuruluş kapasitesi Çiftçi şartlarında koruma;
olan 250 bin tohuma ulaşıldığında; tohum yenileme uy- • Çiftçilerin tercih ettiği ve ihtiyaç duyduğu en iyi ma-
gulaması için örneğin tüm örneklerin en az muhafaza teryalin devamlılığının sağlanması,
süresi olan 5 yıl olduğunu düşündüğümüzde yılda 50 • Geleneksel bilginin korunması, yerel kurumların güç-
bin örneğin ekilmesi ve yeni tohumların korumaya alın- lenmesi ve ulusal biyoçeşitlilik programlarına çiftçilerin
ması gerekmektedir. En uzun muhafaza süresi olan 50 katılımının sağlanması,
yıl üzerinden düşündüğümüz de ise ortalama 5 bin ör- • Ürünlerin değişim ve uyum işlevlerinin kendi çevrele-
neğin tekrar ekilip tohumlarının koruma altına alınma- rinde devam ettirilmesinin sağlanması,
sı gerekmektedir. Bu sistemin teknik, maddi ve işçilik • Gen bankaları için ihtiyaç duyulan yedeklerin tutulma-
yönünden sürdürülebilmesi kaygı vericidir. Ayrıca bu sı,
koruma sisteminde diğer önemli sorun da yeri dışında • Tarımsal araştırmalar için doğal laboratuvar olması
yapılan koruma çalışmaları sırasında bitki popülasyon- gibi nedenlerle oldukça önemlidir ve desteklenmesi ge-
larında devam eden evrimleşme sürecinin durmasıdır.7 rekmektedir.10
In situ koruma stratejisi On farm korumanın gerek çiftçi ve aileleri gerekse top-
Yerinde (in situ) koruma, doğal kaynakların kendi doğal lum açısından son derece önemli faydaları bulunmak-
yaşam alanlarında korunmaları anlamına gelmektedir. tadır. Tablo 1. de de belirtilen bu faydalar ekonomik
Ex situ korumayı, tamamlayan koruma olarak 20. yüz- ve sosyokültürel, ekolojik ve genetik faydalar olarak
yıl ortalarında ortaya çıkan ve 1980’ler boyunca artış sınıflandırılabilir. Ancak endüstriyel tarım sistemlerin-
gösteren in situ koruma sisteminde, popülasyonlar do- de ürün çeşitliliğinin çoğu, çiftlik şartlarında (on farm)
ğal yaşam alanlarında çeşitliliklerini ve evrimlerini sür- bulunmak yerine ex situ olarak gen bankalarında veya
dürebilmekte, böylelikle yeni özellikler taşıyan bitkiler ıslah materyali olarak tohum üreticilerinde bulunmak-
ortaya çıkmaktadır. Genetik çeşitliliğin doğal yabani tadır.11
formlarının tanımlanmış ve düzenlenmiş alan içinde
yönetimi, gözlenmesi ve uzun süreli aktif olarak korun- Son söz yerine
ması olarak gerçekleştirilen genetik koruma ve çiftçiler Yaşanan iklimsel ve çevresel olumsuzluklar ile tohum-
tarafından geleneksel yöntemlerle yetiştirilen ürün çe- culuk sektöründeki gelişmeler nedeniyle bitki genetik
şitleri ve bunların yabani formlarının yetiştirilmesi ola- kaynaklarına ve yerel çeşitlere bir an önce sahip çıkmak
rak gerçekleştirilen çiftçi şartlarında (on farm) yönetimi için gereken zaman hızla yok olmaktadır. Dünyanın bir-
in situ korumanın uygulama yöntemleridir. 8 çok bölgesinde olduğu gibi ülkemizde de endüstriyel
Tür zenginliği ve tür içi çeşitlilik tarımsal sürdürülebilir- tarım derinleşmesini sürdürmekte, hızlı bir şekilde köy-
liğin sigortası durumundadır. Genetik çeşitlilik, bir öl- den kente göç yaşanmaktadır. Köylerin büyük kısmında
Ekonomik ve
Ekolojik faydalar Genetik faydalar
sosyokültürel faydalar
yaşlı nüfus çoğunluğu oluşturmaktadır. Ayrıca doğal 4. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Tarımsal Araştırmalar
yaşam alanlarının hızla yok olması, pazar ve değişen ve Politikalar Genel Müdürlüğü (GTHB-TAGEM), 2014, http://
teknoloji de yerel tohumların kullanılmasını azaltan et- www.arastirma.tarim.gov.tr/tarlabitkileri/ (Erişim tarihi: 06 Mart
2016).
menler olarak karşımıza çıkmaktadır. Tüm bu faktörler
5. Karagöz, A., Zencirci, N., Tan, A., Taşkın, T., Köksel, H., Sürek,
genetik erozyonu, yani yerel çeşitlerin değer ve saygın- M, Toker, C. ve Özbek, K., 2010, “Bitki Genetik Kaynaklarının
lığını kaybetmesini hızlandırmakta, şiddetini artırmak- Korunması ve Kullanımı”, 155-177 Türkiye Ziraat Mühendisliği VII.
tadır. Tohum ve bitkilerin varlığını güvence altına alma- Teknik Kongresi Bildiri Kitabı, Ankara.
nın en iyi yolu ise onları üreterek, korumaktır. 6. Vetelainen, M., Maxted N., Negri, V., 2009, “European Landra-
ces: On Farm Conservation Management and Use”, Biodiversity
Yerel tohumların gen bankalarında yeri dışında korun- Technical Bulletin, No:15, www.bioversityinternational.org
ması çok önemlidir. Ancak bu tür korumanın, etkin bir 7. Trujillo, M., 2000, “Rural Farming Systems, Plant Genetic Re-
şekilde uygulanmasının zorluğu kaygı vericidir. Çiftçile- sources and Disasters”, 26-28, Forced Migration Review, http://
www.fmreview.org, (Erişim tarihi: 2 Şubat 2010).
rin bu bankalardaki tohumlara ulaşması ve kullanması
8. Mekbib, F., Bjornstad, A., Sperling, L. and Synnevag, G., 2009,
oldukça zordur. Yerel tohumların kullanımı ile gerçek-
“Factors Shaping On Farm Genetic Resources of sorghum
leştirilen geleneksel köylü üretim modeli ve özellikle (Sorghum bicolor (L.) Moench) in the Centre of Diversity, Et-
son yıllarda uygulanan katılımcı araştırma yaklaşımları hiopia”, International Journal of Biodiversity and Conservation.
ile yerel tohumların geliştirilmiş çeşitlerinin, endüstriyel 9. Jarvis, D.I., Padoch, C. and Cooper, H.D., 2007, Managing Bio-
metotlardan daha verimli, çevre ve insan sağlığı açısın- diversity in Agricultural Ecosystems, Columbia University Press.
dan sürdürülebilir olduğunu gösteren sayısız örnek bu- New York, US and Bioversity International, Rome, Italy.
10. Bioversity International, 2010, http://www.biodiversityinternati-
lunmaktadır. Genetik erozyonun önüne geçilmesi, gele-
onal.org, (Erişim tarihi: 27 Eylül 2010).
cek nesillerin gıda ihtiyacının garanti altına alınabilmesi 11. CIP-UPWARD, 2003, Conservation and Sustainable Use of
için çiftçi şartlarında korumanın mutlaka gerçekleştiril- Agricultural Biodiversity: A Sourcebook, International Potato
mesi ve çiftçilerin tohumlarla ilgili bilgisinin aktarılması- Center Users’ Perspectives with Agricultural Research and De-
nın sağlanması gerekmektedir. velopment, Los Banos, Laguna, Philippines, 3 Volumes, http://
www.eseap.cipotato.org/ UPWARD/Publications/Agrobiodi-
versity, (Erişim tarihi: 28 Mayıs 2011).
1. T.C. Başbakanlık Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu
12. Jarvis, D.I, Myer, L., Klemick, H., Guarino, L., Smale, M., Brown,
Türk Dil Kurumu (TDK), 2016, Büyük Türkçe Sözlük, http://
A.H.D., Sadiki, M., Sthapit, B. and Hodgkin, T., 2000, A Training
www.tdk.org.tr/, (Erişim tarihi: 06 Mart 2016)
Guide for In situ Conservation On Farm, Volume 1, IPGRI, Rome,
2. FAO, 2010, The Second Report on the State of the World’s Italy, http://www.bioversityinternational.org.
Plant Genetic Resources for Food and Agriculture, Food and
Agriculture Organization of the United Nations, Rome.
3. Tan, A., 2010, “Türkiye Gıda ve Tarım Bitki Genetik Kaynakları-
nın Durumu, Gıda ve Tarım için Bitki Kaynaklarının Muhafazası
ve Sürdürülebilir Kullanımına İlişkin Türkiye İkinci Ülke Raporu”,
İzmir, www.pgrfa.org/gpa/tur/docs/turkey2_tur.pdf (Erişim ta-
rihi: 23 Ocak 2011).
BRESSE KÜMES
HAYVANI: TÜRÜNDE
DÜNYANIN TEK COĞRAFI
IŞARETI
Fransa’da et
Bresse Kümes hayvanı logosu
ması ve sektördeki inovasyonun önemli yeri bulunmak- Avrupa Birliği (AB) Komisyonu DOOR veri tabanına
tadır. INSEE kaynaklarına göre 2014 yılında tüketilen göre 28 üyeli Birlik’te halen tescilli 1334 Coğrafi İşaret
yaklaşık 577 bin ton kümes hayvanı etinin 141 bin tonu bulunmaktadır. Bunların 605’i “Köken Adı Koruma-
kızartılmış tavuk, tavuk pane, tavuk sosis, hindi jambon sı” (PDO-Menşe), 675’i “Coğrafi İşaret Koruması” (PGİ
ile aromatik ve baharatlı parça etler gibi çeşitlendirilmiş Mahreç) ve 54’ü de “Geleneksel Spesiyalite Garantisi”
ve işlenmiş ürünlerden oluşmaktadır. (TSG) altında bulunmaktadır. AB’de et ve türevleri ile
ilgili koruma “Taze Et ve Sakatat” (Sınıf 1.1) ile “Et Bazlı
Kümes hayvanları et üretimi Fransa gıda endüstrisinde Ürünler” (Sınıf 1.2) başlıkları altında gerçekleştirilmek-
önemli yere sahiptir. 2013 yılında 1.870 bin tonluk bir tedir. Dönüştürülmüş et ve sakatattan oluşan ve ikinci
üretimin yapıldığı sektörde 186 firma ve 20.000 ye- sınıfta yer alan ürünler daha çok şarküteri ürünleri olup
tiştirici çalışmakta, gerçekleştirilen ciro 7 milyar €'ya pişmiş, kurutulmuş, tuzlu ya da füme ürünlerden oluş-
ulaşmaktadır. Her yıl ortalama 600 bin tonu ihraç edi- maktadır. AB’de bu sınıfta Cİ koruması altında olan 163
len üretimin kompozisyonunda tavuk eti başı çekmekte ürün bulunmakta, Fransa sahip olduğu 17 Cİ ile sırala-
İŞARET TÜRÜ
ET TÜRLERİ TOPLAM
Menşe (PDO) Mahreç (PGI)
BÜYÜKBAŞ 12 4 8
Sığır 8 3 5
Düve 1 - 1
Dana 2 - 2
Boğa 1 1 -
KÜÇÜKBAŞ 20 3 17
Koyun 1 1 -
Kuzu 11 2 9
Süt Kuzusu 1 - 1
Domuz 7 - 7
KÜMES HAYVANI 36 2 34
TOPLAM 68 9 59
oluşan yem
saltanat arabasının dingili kırılan Kral IV. Henri, Bres-
se’te konaklamış ve kendisine sunulan tavuğun lezzeti-
ne öylesine hayran olmuş ki Fransa halkının “her pazar
tenceresine tavuk koyabilmesi” için dilekte bulunmuş-
tur. Ünlü gastronom Brillant Savarin 1825 yılında kaleme
mada İtalya (41) ve Portekiz’den (41) sonra yer almak- aldığı Lezzetin Psikolojisi adlı kitabında, “Bresse Kümes
tadır. Hayvanı”na birinci sırada yer vermekte, onu “Kümes
hayvanlarının kraliçesi, kralların kümes hayvanı” olarak
Birinci sınıfta yer alan “Taze Et ve Sakatat” grubunda adlandırarak Paris’te az bulunmasından duyduğu üzün-
ise AB korumasından yararlanan 147 Cİ bulunmaktadır. tüyü belirtmektedir.
Fransa sahip olduğu 68 tescille bu grupta AB’nin bir nu-
maralı üreticisi olup onu uzaktan Portekiz (31), İspanya 23 Aralık 1862 tarihinde Kont De Hon, Bourg’da kümes
(17), İtalya (5) ve Almanya (5) izlemektedir. Fransa’da hayvanı yarışmasını başlatmıştır. Bu faaliyet o tarihe
et sektöründe tescilli 68 Cİ’in, %52,9’u kümes hayvanla- kadar kendi sınırları içinde kalan bu sıra dışı ürünün
rına ait olup bu grubu sırasıyla küçükbaş (29,5) ve bü- özellikle Paris’te ve Avrupa’nın büyük kentlerinde tanın-
yükbaş hayvanlar (17,6) izlemektedir. (bk. tablo) masını sağlamıştır. Bu dönemde demiryolu ulaştırmacı-
lığının başlaması ve soğuk zincir uygulamasının yaşama
Et tüketimindeki paylarını giderek arttıran kümes hay- geçirilmesi “Bresse Kümes Hayvanı” şöhretinin doruğa
vanlarının %11’i Cİ tescillidir. INSEE verilerine göre bun- ulaşmasında büyük rol oynamıştır. Bourge-en-Bresse
ların 2014 yılı üretim miktarı 137 bin ton, ciroları ise 598 mahkemesi 22 Aralık 1936 tarihli kararı ile “Bresse Kü-
milyon €’dur. Toplam 36 tescile sahip kümes hayvan- mes Hayvanı” üretim alanının coğrafi sınırlarını ve yetiş-
larından sadece ikisi menşe (PDO) işaretlidir. Aynı yö- tirme ve besleme kurallarını belirlemiştir.
reye ait olan bu iki üründen “Bresse Kümes Hayvanı”
ünü Fransa sınırlarını aşmış bir Cİ olup dünyada köken Fransa Ulusal Meclisi’nce oylanan 1 Ağustos 1957 tarihli
adı korunan tek kümes hayvanıdır. Bu makalenin amacı yasa ile “Bresse Kümes Hayvanı”, “Köken Adı Koruma-
da tarihi 1591 yılına kadar inen ve Bourg-en-Bresse’te sı” (PDO) kapsamına alınmış ve tüm üretim zinciri pro-
değişik zamanlarda araştırma olanağını bulduğumuz fesyonellerini bir araya getiren “Bresse Kümes Hayvanı
bu sıra dışı ürünü Cİ kuralları çerçevesinde okuyucuya Mesleklerarası Komitesi” (CIVB) kurulmuştur. Yasanın
tanıtmaktır. ilk maddesine göre “Köken Adı Koruması”ndan (PDO)
sadece Bresse bölgesinin sınırları belirtilmiş alanında
Bresse kümes hayvanı üretilen beyaz Bresse ırkı kümes hayvanı yararlanabilir.
Tarihçe
“Bresse Kümes Hayvanı” kendine özgü bir ırk, bir yöre
ve atalardan kalma bir bilgi ve maharetin tanıtılması için
verilen uzun bir savaşın meyvesidir. Kümes hayvanı ye-
tiştiriciliği Bresse’te çok eskilere dayanmaktadır. Orta
Çağ’dan itibaren senyörlere kira ve vergi olarak ödenen
Bresse kümes hayvanlarının adına üretim şartnamesin-
de de belirtildiği gibi ilk kez 12 Kasım 1591 tarihli Bourg-
en-Bresse kenti belediye kayıtlarında rastlanmaktadır.
Bresse horozu
Coğrafi alanı
“Bresse Kümes Hayvanı” üretim alanı coğrafi sınırları
Bourge-en-Bresse Mahkemesi’nin 22 Aralık 1936 tarihli
kararı ile belirlenmiştir. Güneyde Ain, kuzeyde la Saône
et Loire, doğuda da Jura’nın bir parçasını içine alan
bu yüzey (100 km x 40 km) 3.536 km2 ’den oluşan ko-
ruluk bir alandır. Üretimin yoğunluk kazandığı kentler
Bourg-en-Bresse, Louhans, Pont-de-Vaux ve Montre-
vel-en-Bresse’dir.
zenlenen “Bresse Kümes Hayvanı Yarışması”, yetiştiri- civciv sayısının 24’ü aşmaması istenmektedir.
cilerin ürünlerinden ne kadar gurur duyduklarını ve bu
prestijli faaliyete olan derin bağlılıklarını göstermekte- Semirtme: Parkurda geçen ve etin oluştuğu özgür
dir. dönemden sonra semirtme (yağlandırma) dönemi baş-
lamaktadır. Semirtme kökenlerini yörenin derinliklerin-
Üretim süreci ve koşulları den alan geleneksel bir işçiliğin meyvesidir. Sakin, loş
CIVB 2015 yılı verilerine göre, Bresse Kümes Hayvanı ve havadar bir yere yerleştirilmiş tahta kafeslere alınan
üretim zinciri 1 seleksiyon merkezi, 1 kuluçkahane, 156 her hayvanın bacağına yetiştiricinin kimliğini taşıyan
yetiştirici, 6 kesimhane ve pazarlayıcıdan oluşmakta- kurşun bir halka takılmakta ve muhtemel yaralanmalara
dır. Seleksiyon merkezi beyaz Gal Bresse ırkının uyumlu karşı tırnak uçları kesilmektedir.
büyüme, iskelet inceliği, yaşayabilirlik, dayanıklılık, mavi
bacaklar, beyaz tüy gibi özelliklerinin seleksiyonunu Kafeste geçen süre piliçler için 10 gün, semiz piliçler
sağlamakta, homojen ve sağlıklı damızlık üretimini ger- için 3 hafta ve horozlar için bir aydır. Kafeslerde m2’ye
çekleştirmektedir. en fazla 17 piliç, 14 semiz piliç ve 9 horoz konulabilir.
Hayvanlar kafeslerde bulundukları yağlandırma süreci
2015 yılında üretilen civciv sayısı 919.650, yetiştirici ba- içinde buğday, mısır ve süt karışımından oluşan bir bu-
şına düşen ortalama civcic sayısı ise 5.895’tir. Üretimin lamaçla beslenmektedir. Bu aşama süresince yetiştirici-
%95’i piliç, %4’ü semiz piliç ve %1’i horozdan oluşmak- lerin tüm bilgi ve becerileri hayvanın açık havada elde
tadır. Üretimin %56,8’ini 70 yetiştirici ile Saône et Loire ettiği özelliklerini pekiştiren bir yağlandırma sağlamaya
bölgesi sağlarken, bu veriler Ain bölgesi için %40 ve odaklanmıştır.
79’dur. Jura bölgesi ise 7 yetiştirici ile üretimin sadece
%3,2’sini karşılamaktadır. Üretim süreci birbirini izleyen Sadece Noel bayramı için yetiştirilen horozlar, ilkba-
dört aşamadan oluşmaktadır. harda en güzel erkek piliçler arasından seçilmekte ve
31 ağustosa kadar kısırlaştırma gerçekleştirilmektedir.
Başlangıç: Yetiştiricilerin gereksinimini karşılamak Uzun bir öğrenme dönemi ve üstün bir yetenek ge-
üzere yılda 1.000.000 civarında Bresse beyaz Gal ırkı rektiren bu işlem sonucu hayvan dinginleşmekte, kilo
civciv üretilmektedir. Bir günlükken yetiştiricilere teslim almakta ve ibiğini kaybetmekte, kasım ayı sonunda da
edilen civcivler 35 gün boyunca kümeslerde kompozit kafese alınmaktadır.
yemle beslenmektedir.
Kesim: Kesime ulaşan hayvanların yaşam süresi piliç-
Gelişme: 35 günlük olan piliçler, gelişmeleri ve iske- ler için 4 ay, semiz piliçler için 5 ay ve horozlar için 8 ay-
letlerinin oluşması için açık alanla buluşturulmakta ve dan az olamaz. Fransa’da bu süre endüstriyel üretimde
en az 9 hafta parkurda kalmaktadır. Hayvanlar bu süre Türkiye’de de olduğu gibi sadece 35 gündür.
içinde günde iki kez işletmede üretilmiş organik mısır
(%65), buğday (%25) ve süt tozu (%10) karışımından Kesim 6 endüstriyel mezbahada gerçekleştirilmektedir.
oluşan yemle beslenmektedir. GDO’lu yemlerin kullanıl- Yetiştiricilerden 20’si kendi özel kesimhanelerine sahip-
ması yasaktır. Hayvanların sabah ve akşam erken saat- tir. “Bresse Kümes Hayvanı” çok hassas bir deriye sahip
lerde yemlenmesi ve yetiştiricilerin bununla ilgili saatle- olduğu için kesimin ihtimamla yapılması gerekmektedir.
re kesinlikle uyması gerekmektedir. Kesim öncesi hayvanlar elektrik şokla uyutulmakta, ke-
sime müteakip kanları akıtılmakta ve tüyleri ıslatılma-
Bresse Kümes Hayvanı yetiştiriciliğinin temel özelliği dan yolunmaktadır. Hayvanın başı ayrılmamakta, boy-
hayvanların sürekli açık havada, özgür ortamda bulun- nun üçte birini oluşturan üst kesimi tüylü bırakılmakta,
masıdır. Hayvan başına en az 10 m2 açık alan gereklidir. mavi bacakları ise bükülmüş bir şekilde kanatların altı-
Bu, horozlarda 20 m2 ‘dir. Bir hektara düşen hayvan sa- na sıkıştırılmaktadır. Bütün bu işlemlerin elle yapılma-
yısı ise 1500’ü aşamaz. Bu ekstansif yetiştiricilik tipinin sı gerekir. Daha iyi muhafaza edilebilmeleri için, kesil-
hastalık yayılma riskini de azaltma gibi bir üstünlüğü meden içleri özenle boşaltılan hayvanlara organoleptik
bulunmaktadır. Böylece etin su tutmasını yükselterek kalitelerini arttırmak için masaj yapılmaktadır. Vücutları
kalitesini bozan antibiyotik kullanımından uzak kalın- sıkıştırılarak inceltilen semiz piliç ve horozlar keten ya
maktadır. da pamuk beze sarılı ve dikilmiş bir korse içinde pazar-
lanmaktadır. Hayvanların kesim sonrası sahip olması
Kümesler 60 m2 genişliğinde olup bir defada en çok gereken en az ağırlık miktarı piliçler için 1,3 kg, semiz
700 hayvan konulabilir. Bir yılda kümes başına maksi- piliçler için 1,8 kg ve horozlar için 3 kg’dır.
mum iki grup (1400) civciv alınabilmekte, m2’ye düşen
ziyareti
Etiketleme: Tüketiciye sunulan bir “Bresse Kümes “çiftlikten satım” ağının parçasını oluşturmaktadır. Üre-
Hayvanı” üzerinde, kalite ve kökenini garanti eden üç timin %5’i ihraç edilmekte, %30’u Paris’te, geri kalanı da
temel işarete sahiptir. Bunlardan ilki yetiştirici halkası- (%65) Fransa’nın diğer bölgelerinde tüketilmektedir.
dır. Hayvanın sol bacağına takılan ve çapı horozlarda
2 diğerlerinde ise 1,8 cm olan bu halka, yetiştiricinin Yönetişim
ad, soyadı ve adresini taşımaktadır. İkinci tanıtıcı işa- “Bresse Kümes Hayvanı” üretim organizasyonu, köken
ret boynun sırt kısmına yerleştirilmiş ve “Bresse Kümes adını koruyan, geliştiren, yetiştiricilere yardım eden ve
Hayvanı Mesleklerarası Komitesi” (CIVB) adını taşıyan ürünlerinin pazarlanmasına katkı sağlayan uzmanlaş-
üç renkli (Fransa bayrağı) mühürdür. Bu iki işareti mü- mış yapılarla donatılmıştır. Zincirin başında yukarda
hüre iliştirilmiş Cİ logosu (AOP) izlemektedir. sözü edilen “Bresse Kümes Hayvanı Seleksiyon Merke-
zi” yer almaktadır.
Pazarlama: “Bresse Kümes Hayvanı” ünlü Fransa lo-
kantalarının prestijli bir yemeğini oluşturmaktadır. Ola- “Bresse Kümes Hayvanı Üreticileri Birliği” bir diğer
ğanüstü bir tada sahip olup bu nefis tat yukarıda sözü önemli aktördür. Bu birlik 2008 yılında St-Trivier-de
edilen özgün yöre, kaliteli ırk, profesyonel yetiştiricilik Courtes ve Montrevel-en-Bresse birliklerinin birleşme-
ve farklı besleme teknikleri gibi faktörlerin tümüne bağ- sinden doğmuş olup yatırım yardımlarının takip edilme-
lıdır. Kalitesi, yüksek et verimi, körpeliği ve hoş tadı ile si, toplu siparişler ve fiyat müzakerelerinden sorumlu-
kendini gösterir. Ağızda eriyen yumuşak bir eti vardır. dur.
Kas lifleri fark edilemeyecek kadar incedir. Eti hemen
kemiklerinden ayrılır. Kemik oranı son derecede düşük Üretim zincirinin temel aktörü, “Bresse Kümes Hayvanı”
olup tamamen et ve yağdan oluşur. köken adını tesis eden 1 Ağustos 1957 tarihli yasa ile ku-
rulmuş ve tüm üretim zinciri profesyonellerini bir araya
“Bresse Kümes Hayvanı” sahip olduğu bu üstün nite- getiren “Bresse Kümes Hayvanı Mesleklerarası Komi-
likleri nedeniyle lüks ve üst düzey bir ürün olup fiyatı tesi (CIVB)”dir. “Bresse Kümes Hayvanı” üretim zinciri
endüstriyel üretime göre çok yüksektir. Fransa’da sıra- yönetişimi bu komite tarafından gerçekleştirilmektedir.
dan piliç fiyatları halen 3-4 €/kg civarında olduğu hal- Başta kuluçhane, yetiştiriciler, kesimhane ve pazarla-
de, köken adı korunan “Bresse Kümes Hayvanı” fiyatları yıcı temsilcilerinden olmak üzere üretim zincirinin tüm
15-20 €/kg arasında değişmekte ve düz piliçlere göre aktörlerinden oluşan komite Fransa’nın 3 Michelin yıl-
5-6 katı daha yüksek fiyattan müşteri bulmaktadır. Bu dızlı ünlü şeflerinden Georges Blanc tarafından yöne-
nedenle sınırlı sayıda bir tüketici kitlesine yöneliktir. tilmektedir.
Büyük ölçüde perakende kanallarla pazarlanmakta olan Köken adının korunması, “Bresse Kümes Hayvanı”-
“Bresse Kümes Hayvanı”nın toptancı ve süpermarket nın tanıtım ve reklamlarının yapılması, iç denetimlerin
satışları gelişme aşamasındadır. Pazarlama kanallarının gerçekleştirilmesi gibi temel fonksiyonlarının yanı sıra
yaklaşık 3/4’ünü sırasıyla kasaplar (%30), toptancılar, Komite ziraat odaları gibi diğer kurumlarla ortak olarak
(%24) ve restoranlar (%18) oluşturmakta, onları süper- kümeslerin teknik gözetimine de katılmaktadır.
marketler (%12) ve uzmanlaşmış mağazalar (%12) ile
küçük marketler izlemektedir. Özel kesimhaneleri olan Komite, Louhans yakınında Branges’da yerleşik olup
ve satışlarını doğrudan kendileri yapan yetiştiriciler “Bresse Kümes Hayvanı Evi” adını taşıyan görkemli ve
tipik bir bina içinde faaliyetlerini sürdürmektedir. Ziya-
Yarışma Jürisi
Bresse’li üreticiler arasında müthiş bir rekabetin ege-
men olduğu bu yarışmada amaç “Bresse Kümes Hayva-
nı”nın kalitesini ve klasını ortaya koymaktır. Bu Fransız
gastronomisinin bir bayramı olup yetiştiriciler ürünleri-
retçiler de burada kabul edilmekte ve onlara yakında nin en güzel örneklerini sunmakta ve Fransa Cumhur-
bulunan bir işletmede üretimin özeliklerini öğrenme başkanı tarafından verilecek olan “Büyük Onur Ödülü”-
olanağı sağlanmaktadır. CIVB, Bocuse d’or gibi ulusal, nü ya da en azından bir mansiyon almaya çalışmaktadır.
tarım fuarları gibi uluslararası etkinliklere de katılmak- Yarışma jürisi son derecede ciddi olup yetkin kişilerden
tadır. oluşmakta, verdiği kararlar mükemmel olmayı amaçla-
yan yetiştiricileri büyük ölçüde onurlandırmaktadır.
Denetim Benzer uygulamaların bir gün ülkemizde de yaşama ge-
“Bresse Kümes Hayvanı” üretim zinciri kontrolünden çirilmesi umudunu taşıdığımız “Bresse Kümes Hayvanı”
sorumlu kuruluş “Qual’ouest” adında özel bir denetim üzerindeki incelemelerimiz değerli meslektaşım Prof.
kuruluşudur. “Fransa Köken ve Kalite Ulusal Enstitüsü” Dr. Laurence Berard sayesinde gerçekleşti. Profesör
(INAO) tarafından onaylanmış olan Qual’ouest, Cİ’in dış Berard, Bourg-en-Bresse Gıda Teknopolü, “Eko-antro-
denetimini gerçekleştirmektedir. Bu denetimler üretici- poloji ve Etnobiyoloji Karma Araştırma Birimi”nde araş-
ler tarafından yapılan iç denetimler ve CIVB’nin üretim tırmacı, aynı zamanda “Yöre Kaynakları: Kültürler, Ge-
zinciri ile üreticiler üzerindeki faaliyetlerini de kapsa- lenekler ve Toplumlar” konulu araştırma ağının ve do-
makta olup Qual’ouest’in kendisi de INAO tarafından kümantasyon merkezinin yöneticisi. Yöresel ürünler ve
denetlenmektedir. Coğrafi İşaretler konusunda Fransa’nın en yetkin isim-
lerinden olan Sevgili Laurence’a ve CIVB yetkilisi Bayan
…Ve “Bresse’in Gururları” yarışması: Marie-Paule’e üzerinde çok şey öğrendiğimiz dünyanın
“Les Glorieuses de Bresse” türünde tek Coğrafi İşareti olan “Bresse Kümes Hay-
Kont De Hon, tarafından ilk kez 23 Aralık 1862 tarihin- vanı” konusundaki bu araştırmanın organizasyonu ve
de Bourg’da başlatılan bu yarışma, İkinci Dünya Savaşı sıcak ev sahiplikleri için kendim ve YÜciTA adına teşek-
sırasında verilen aranın dışında her yıl düzenlenmiştir. kür ediyorum.
Seneler boyunca bir büyük festival ve bir büyük şöle-
ne dönüşen yarışma Noel bayramı sırasında 16 aralıkta
İZMIR'IN YAŞAYAN
TARIHI: KEMERALTI
ÇARŞISI
Yıllardır bir ayağım İzmir’dedir. Şehrin hem merkezinde Frenk tüccarlarının dükkanları ve limanın iç kısmında da
hem de civarındaki çarşılar, alışveriş durakları, lokantalar, kervansaraylar vardı. İpek Yolu’nu takip eden kervan-
semt pazarları en önemli uğrak yerlerimdir. lar malları bu hanlara indirir, mallar limandan gemilere
yüklenerek ihraç edilirdi. İşte bu bölgede kurulu, birçok
sar Camii’nin bulunduğu bölgeye kadar gelirdi.1 Lima- Tarihte bir iç liman olan Kemeraltı bölgesine, kaleyi al-
nın ağzında 12. yüzyılda Bizanslılar tarafından kurulan mak için Yıldırım Beyazıt döneminde Osmanlılar saldırı-
İzmir Liman Kalesi bulunmaktaydı. Liman kıyısında ise lar düzenlemiş, ama başarılı olamamışlardı. Ancak 1402
yılında, Timur’un askerleri, Kadifekale sırtlarından getir-
dikleri taşlarla limanı doldurmuşlar, böylece sonradan
Kemeraltı denilen yerleşim bölgesi oluşmuştur. 2 1600’lü
yılların Osmanlı’sında ticari kimliği ile hızla ön plana çı-
kan İzmir’in gayrimüslimler tarafından tercih edilmesi,
İzmir’de “Levanten” denilen yeni bir zümrenin oluşması-
nı sağlamıştı. Üstelik Levantenler için önemli bir cazibe
merkezi olan Osmanlı döneminin İzmir’ine Avrupalılar,
“Petit Paris” yani “(Osmanlı’nın) Küçük Paris’i” diyorlar-
dı. 3 Ürün ve gelir farklılıkları İzmir çevresinde impara-
torluğun başka yerlerine göre daha fazlaydı. Yalnız tahıl
ve meyve değil, pamuk, yün, balık, baklagiller ve başka
ürünler de İzmir kazasındaki bolluğa ve pazar esnek-
liğine işaret ediyordu. Bol tahıl ve meyvesi olmayan
köylüler bile yerel pazarlarda başka ticari ürünleri satıp
zorunlu ihtiyaç maddelerini alabiliyordu. Osmanlı dev-
letinin Batı Anadolu’yu, İstanbul’un iaşesini karşılayan
bir bölge olarak tutma çabasına rağmen bölgenin im-
paratorluktaki toplumsal, ekonomik ve ticari konumu 17.
yüzyıl başlarında çarpıcı biçimde değişti. Ticari hayatın
17. yüzyılın ikinci yarısında büyük bir yoğunluk kazan-
Fotoğraflar: Ayfer Yavi
Kestane Pazarı
Kestane Pazarı Camii Kemeraltı’nın en güzel dar sokak-
larından birinde, etrafında oluşan dükkanlar satıcılar ise
onun kadar renkli. Balıkçılar, sakatatçılar, meşhur Keme-
raltı Turşucusu’nun bulunduğu yer. Turşu almadan ge-
çebileceğiniz bir nokta değil bu dükkan. Meyve ve seb-
ze turşuları bir arada kavanozlarda rengarenk görülme-
ye değer, nasıl da iştah açıcı. Biberler allı, yeşilli, sivrisi,
tombulu, acısı, tatlısı ile kavanozlarda. Dolma turşuları
çeşitli; patlıcan, lahana, kırmızı biber. Salatalık, acur, ka-
rışık, mısır, havuç, sarımsak, meyvelerden; ayva, armut,
erik, çilek, kayısı… Domates ve biber salçaları kıpkırmızı.
Yan dükkanda “Meşhur Kemeraltı Peynircisi”nde Berga-
barındıran mahalleleri ile capcanlı bir açık hava müzesi ma eski deri tulumundan, Balıkesir kelle peynirine, İz-
gibidir. Bölgedeki agora 2.500 yıllık olduğuna göre Ke- mir tulumdan Mihaliç peynirine kadar bir dolu çeşit var.
meraltı da 2500 yıldır alışveriş yapılan bir merkez ola- Köşede iki sakatatçı sırt sırta. Kelle, paça, işkembe, uy-
rak yaşamını devam ettirmektedir diyebiliriz. Zamana kuluk ve tabii kokoreçler dizi dizi. Alıp kömür ateşinde
meydan okumaya çalışan yorgun, ama canlı bir bölge kırmızıbiber ve kekikle yemek istemez mi canınız? Dar
burası. Kaybolmaya yüz tutan onlarca zanaat ve mesle- sokak yine küçük bir meydana açılıyor, oradaki şadırva-
ğin yaşam savaşı verdiği bir merkez. Tarihinde kesintisiz nın önünde salata malzemesi ve bolca yeşillik satıcıları-
olarak ticari faaliyetlerin olduğu İzmir Tarihi Kemeraltı nı görebilirsiniz. Meyve suyu satıcısındaki narlara karşı
Çarşısı günümüzde; 270 hektarlık bölgede, 230’u aşkın
farklı işkolunda, 800.000’i aşkın değişik ürün çeşidi ile
10.000’i aşkın işyerini ve esnafı içinde barındırmakta-
dır. 8 Dünyanın en büyük açık hava çarşısı Kemeraltı’nın
tarihi mekanları ise uzun uzun yazılmaya, kayıt tutulma-
ya, gezilip görülmeye değer.
Havra Sokağı
“Yahudi Mahallesi” olarak bilinen bu bölge, Yahudilerin
koymayıp bir bardak içmenizi tavsiye ederim. Kemeral- 1492-1494 yılları arasında İspanya ve Portekiz’den sürül-
tı’nın Kestane Pazarı bölgesinde 13 yıldır hizmet veren dükten sonra, Osmanlılar tarafından kabul edilip geldik-
Billur Lokantası, her gün misafirlerine sunduğu 30 çeşi- leri İzmir’deki ilk yerleşim alanıdır. Havra Sokağı, dokuz
diyle Ege’nin zengin mutfağını sergiler. Camiinin hemen adet sinagog, Roma devrine tarihlenen agora ve çeşitli
kuzeyinde şifon ve ipekten oryantal tarzda çeyiz, giysi camileri ile tam bir inanç turizminin de gözdesi olabile-
ve perdelik kumaşlar satan esnaflar sıralanır. Camii’nin cek tarihsel bir bölge niteliğinde. En eskisi Talmut Tora
hemen altında batı yönünde tonozlu mekanlar içinde olan Musevi tapınaklarının bulunduğu sokak, doğal ola-
geleneksel tarzda bakliyat ve baharatçılar camiyle öz- rak, Havra Sokağı diye adlandırılmış. Sokakta havralara
deşleşen eski geleneği yansıtırlar. Hemen yanında evcil ait 54 dükkân ve 6 pasaj bulunmaktadır. Bir dönemler
hayvanların satıldığı dükkanlar yer alır.
Hisarönü
Kemeraltı bölgesinin turistlerce en popüler yeri Hisar
Camii meydanındaki dükkanlar, satıcılar, kahveler, tatlı-
cılar, ev yemeği, döner, kebap lokantaları hiç şüphesiz.
Konak tarafından veya Fevzipaşa Bulvarı’ndan girilebi-
len Hisarönü bölgesinde camii yanındaki dar sokaktan
çıkıp, iki yanı dini kitap, tesbih ve yarı değerli taşlar sa-
tan tezgahlardan sıyrılınca, meydanda sizi Osmanlı giy-
sileri içinde mesir macunu satıcısı karşılıyor. Kahvelerin
arasından geçerken baharı içinize soluyacağınız ortan-
ca, begonya, sardunya ve menekşeler saksılarda alıcı-
sını bekliyor. Çiçekçilerden sola dönün, 1975’den beri
çarşıda olan İzmir’in ünlü kelle söğüşcüsü “Mustafa’nın
Yeri” karşınıza çıkacak. Dil, beyin, yanak, göz arkası et-
leri haşlanmış, camlı dolapta. Sade veya ekmek arası yi-
yebilirsiniz. Hisarönü Şambali Tatlıcısı’nın izini mutlaka
sürün.1942’de Bulgaristan göçmeni Adem usta seyyar
bir arabayla başlamış şambali macerasına. İzmir insa-
nına sevdirmiş ve tanıtmış bu tatlıyı. Dükkanın başında
üçüncü kuşak var bugün. Öğlen 12.00-13.30 arası mini-
cik 3-4 m2 dükkan önünde uzun kuyruklar oluşuyor. İr-
mik, yoğurt, Çeşme sakızı, şeker ile yapılan tatlının diğer
Ad ve Soyadı :............................................................................................................................................
Dergi teslim adresi0:............................................................................................................................................
.............................................................................................................................................
Tel (adrese ait) :............................................................................................................................................
Faks :............................................................................................................................................
GSM :............................................................................................................................................
e-mail :............................................................................................................................................
Posta kodu :............................................................................................................................................
✃
ÖDEME ŞEKLİ
Metro Gastro dergisinin 4 say› için abonelik bedeli olan 48.-TL’n›* banka havalesi ile gönderiyorum.
q YAPI VE KREDİ BANKASI A.Ş. Esentepe Şb., Şb. Kodu: 606, Hesap No: 71462028, İban No: TR92 0006 7010 0000 0071 4620 28
q HSBC BANK A.Ş. Küresel Bankacılık Merkezi Şb., Şb. Kodu: 123, Hesap No: 0033008 282 00, İban No: TR17 0012 3007 2300 3300 8282 00
q GARANTİ BANKASI A.Ş. Bakırköy Kurumsal Şb., Şb. Kodu: 382, Hesap No: 6298552, İban No: TR82 0006 2000 3820 0006 2985 52
q TÜRKİYE İŞ BANKASI A.Ş. Güneşli Kurumsal/İstanbul Şb., Şb. Kodu: 1255, Hesap No: 0010706, İban No: TR05 0006 4000 0011 2550 0107 06
q AKBANK Rumeli Kurumsal Şb., Şb. Kodu: 1232, Hesap No: 0093146, İban No: TR33 0004 6012 3288 8000 0931 46
q FORTISBANK A.Ş. Yeditepe Kurumsal Şb., Şb. Kodu: 067, Hesap No: 30421 5551TRL, İban No: TR81 0007 1000 6730 4215 551TRL
q FİNANSBANK A.Ş. Boğaziçi Şb., Şb. Kodu: 01024, Hesap No: 17315738, İban No: TR78 0011 1000 0000 0017 3157 38
Bu formu doldurarak, ödemenizi Metro Cash & Carry mağazalar›nda da yapabilirsiniz. Kasa Şeflikleri size yard›mc› olacakt›r.
ABONELİK
Tel: 0212 478 73 56 Faks: 0212 478 79 48 can.unal@metro-tr.com
METRO GASTRO
Metro Grosmarket, Koçman Cad. Güneşli Kavşağ›, No: 1 Güneşli-‹stanbul
http://www.metro-tr.com e-posta: mgastro@metro-tr.com
Ad ve Soyadı :..................................................................................................................................................................
Metro Kültür Yayınları teslim adresi :..............................................................................................................................
........................................................................................................................................................................................
........................................................................................................................................................................................
.....................................................................................................................................................................................
✃
ÖDEME ŞEKLİ
Yukarıda işaretlediğim yayının bedelini aşağıda işaretlediğim banka havalesi ile gönderiyorum.
q YAPI VE KREDİ BANKASI A.Ş. Esentepe Şb., Şb. Kodu: 606, Hesap No: 71462028, İban No: TR92 0006 7010 0000 0071 4620 28
q HSBC BANK A.Ş. Küresel Bankacılık Merkezi Şb., Şb. Kodu: 123, Hesap No: 0033008 282 00, İban No: TR17 0012 3007 2300 3300 8282 00
q GARANTİ BANKASI A.Ş. Bakırköy Kurumsal Şb., Şb. Kodu: 382, Hesap No: 6298552, İban No: TR82 0006 2000 3820 0006 2985 52
q TÜRKİYE İŞ BANKASI A.Ş. Güneşli Kurumsal/İstanbul Şb., Şb. Kodu: 1255, Hesap No: 0010706, İban No: TR05 0006 4000 0011 2550 0107 06
q AKBANK Rumeli Kurumsal Şb., Şb. Kodu: 1232, Hesap No: 0093146, İban No: TR33 0004 6012 3288 8000 0931 46
q FORTISBANK A.Ş. Yeditepe Kurumsal Şb., Şb. Kodu: 067, Hesap No: 30421 5551TRL, İban No: TR81 0007 1000 6730 4215 551TRL
q FİNANSBANK A.Ş. Boğaziçi Şb., Şb. Kodu: 01024, Hesap No: 17315738, İban No: TR78 0011 1000 0000 0017 3157 38
Kitaplar “teslim sırasında ödemeli” olarak belirtilen adrese kargo ile gönderilecektir.
BİLGİ İÇİN
Tel: 0212 478 73 56 Faks: 0212 478 79 48 e-mail: can.unal@metro-tr.com
✃