You are on page 1of 91

TÜRK GÖÇ TARİHİ DERSİ

DOÇ. DR. ABİDİN TEMİZER


DERSİN AMACI
• Göçlerin çeşitleri, nedenleri, Rumeli'den Göçler, Kafkaslar'dan göçler,
Kırım'dan göçler, göçlerin sosyal, ekonomik, siyasî ve kültürel etkileri,
göç yolları, göç araçları, göçmenlerin iskânlarını incelemek
DERSİN KONUSU
• Tanımlar
• Göçlerin çeşitleri, nedenleri,
• Orta Asya’dan göçler
• Kafkaslar'dan göçler,
• Kırım'dan göçler,
• Rumeli'den Göçler,
• Türk-Yunan mübadelesi
• Göçlerin Demografik, Sosyal ve Ekonomik Sonuçları
Dersin Kaynakları
• Nedim İpek; Ahmet Şimşirgil; Ersin Gülsoy; Mehmet Taştemir, Osmanlı’da Göç ve İskan,
Anadolu Üniv. Yay. 2013.
• İpek ,N., İmparatorluktan Ulus Devlete Göçler, Trabzon 2006.
• Türkiye'nin Göç Tarihi 14. Yüzyıldan 21. Yüzyıla Türkiye'ye Göçler, İstanbul Bilgi Üniversitesi
Yayınları
• H. Yıldırım Ağanoğlu - Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Balkanlar'ın Makûs Talihi Göç , Kum Saati
Yayınları
• Ahmet Halaçoğlu, Balkan Harbi sırasında Rumeli'den Türk Göçleri (1912-1913), TTK, Ankara
• Fuat Dündar, İttihat ve Terakki'nin Müslümanları İskân Politikası (1913-1918), İletişim Yayınları
• Abdullah Saydam, Kırım ve Kafkas Göçleri (1856-1876), TTK
• Göç Terimleri Sözlüğü, Editörler: Richard Perruchoud ile Jillyanne Redpath – Cross, Uluslararası
Göç Örgütü Yayınları
GÖÇ TANIMI VE İLGİLİ TANIMLAR
• Bir kişinin veya bir grup insanın uluslararası bir sınırı geçerek veya bir
Devlet içinde yer değiştirmesi. Süresi, yapısı ve nedeni ne olursa olsun
insanların yer değiştirdiği nüfus hareketleridir. Buna, mültecilerin,
yerinden edilmiş kişilerin, ekonomik göçmenlerin, aile birleşimi gibi
farklı amaçlarla hareket eden kişilerin göçü de dâhildir.
GÖÇ ÇEŞİTLERİ 1
• Sosyologlar göçleri meydana geliş gerekçesi, güzergâhı, yönü ve katılan insan sayısını
dikkate alarak tasnif etmişlerdir. Göçler güzergâh, yön açısından devletin sınırları esas
alınarak iç göç ve dış göç diye ikiye ayrılmıştır.
• İç göçler, bir ülke sınırları dahilinde meydana gelen yer değiştirme hareketleridir. Kırdan
kıra, kırdan şehre, şehirden şehre veya şehirden kıra yönelik olarak gerçekleşir. Kişilerin
göç sebepleri birbirinden bağımsız ve farklıdır. Doğal afet, savaş veya devletin güvenlik
veya başka bir gerekçeyle aldığı önlemler sonucu gerçekleşen nüfus hareketleri iç göç
kapsamına girmektedir.
• Dış göç farklı sebeplerle bir ülke sınırlarını her iki yönde aşarak yapılan nüfus
hareketleridir. Bu göçler gerçekleştiği yöne göre içten dışa göç veya dıştan içe göç
şeklinde tanımlanmaktadır. Aynı olay bulunulan açıya göre farklı kavramlarla
tanımlanabilmektedir. Örneğin dış göç nüfus kaybına uğrayan devlet açısından dışa göç,
göçmenin yerleştiği ülke açısından içe göç olarak ifade edilmektedir.
GÖÇ ÇEŞİTLERİ 2
• Göçler iştirak edenlerin sayısına göre de kitle göçü, grup göçü ve bireysel göç şeklinde tasnif edilmektedir.
Bireysel göç bireyin kendi iradesiyle gerçekleştirdiği yer değiştirme hareketidir. Büyük bir topluluğun kısa bir
sürede yaptığı göç ise kitle göçü olarak adlandırılır. Bu tür göçler sürekli değildir. Seyrek zamanlarda ve
kendine has şartlar ortaya çıktığında meydana gelir. Sebepleri ve sonuçları itibarıyla birer tarih olayı olacak
derecede önemlidirler. Bununla birlikte çok uzun bir zaman dilimi içerisinde aynı sebeplere dayanan ve
benzer sonuçlar doğuran münferit göçlerin de kitle göçü şekline dönüştüğünü unutmamak gerekir. Ancak
kitle göçleri genellikle, savaş, ihtilal, isyan ve doğal afetler sonucu ortaya çıkar. Zorunlu göçleri de kendi
içinde gruplandırmak mümkündür. Bu tür göçlerin bir kısmında göç kararını doğrudan merkezi otorite verir.
Burada birey edilgen bir durumdadır. Mübadele, sürgün, nefy, tagrib, tebid, tenkil, tehcir uygulamasına tabi
tutulanlar bu gruba girerler. Aslında burada da mübadeleye tabi tutulanı diğerlerinden ayırmak
gerekmektedir. Zira sürgün, nefy, tagrib, tebid, tenkil ve tehcir uygulamasına tabi tutulanlar merkezi otorite
tarafından herhangi bir şeyle suçlanmaktadır. Mübadil böyle bir suçlamanın da muhatabı değildir. Sadece
kimliğinden dolayı bulunduğu mekânı terk etmesi kendisine dikte ettirilmiştir. Muhaceret, mültecilik,
sığınmacılık ve doğal afetlere bağlı göçler de zorunlu göç kapsamına dahil edilmektedir. Burada zorunluluğa
karar veren göç edenin kendisidir. Yani göçmen, mülteci, sığınmacı, depremzede ve harikzede meskûn
olduğu bölgede yaşamak için gerekli asgarî şartların kalktığına hükmederek mekânı değiştirmektedir.
GÖÇ ÇEŞİTLERİ 3
• Göçe karar verene göre göçler serbest göçler ve zorunlu göçler olmak üzere ikiye
ayrılmaktadır.
• Gönüllü göçler olarak da tanımlanabilen serbest göçlerde göçmen gideceği yeri,
zamanı ve şartları kendisi tayin etmektedir. Göç etmediğinde canına ve malına
herhangi bir saldırı söz konusu değildir. Göçmen yaşam standartlarını arttırmak
düşüncesiyle göç etmeyi tercih eder.
• Kişiler bulundukları bölgede insanca yaşaması için asgari şartların ortadan kalkması
halinde çözümü göç etmekte bulabilir. Bu şartlarda gerçekleşen göçler zorunlu göç
kavramına girer. Bu tür göçler daha ziyade kamu yöneticilerinin iradesiyle gerçekleşir.
Sınır dışı etme ve iki devletin karşılıklı nüfus değiştirmesi bu tür göçlere girer. Kitle
boşaltması olarak tanımlanan deprem, sel ve savaş gibi felaketler sırasında nüfusun
güvenliğini sağlamak amacıyla tüm nüfusun belli bir yerden diğer bir yere taşınması
zorunlu göç kapsamı içerisindedir.
GÖÇ ÇEŞİTLERİ 4
• Göçler yer değiştirme sürelerine göre de daimi göçler, geçici göçler ve
mevsimlik göçler şeklinde üçe ayrılmaktadır. Mevsimlik göçler yılın
belli dönemlerinde meydana gelen göçlerdir. Bu göçler genellikle
tarım ve tarım dışı alanlardaki geçici işlerle ilgili göçlerdir. Bu tür
göçlerde kişiler bireysel veya grup halinde belli mevsimlerde bir yere
göç eder ve mevsim sonunda ocağına geri döner.

• Bazı ülkelerin, göç politikalarının ve göçmen kabulü ile ilgili yasalarının


sonucu olarak yabancı ülkelerden gelen göçmenleri belli özellikleri
dikkate alarak kabul etmelerine ise seçimli göç adı verilmektedir.
GÖÇ TARİMLERİ 1
• GÖBEYİN GÖÇÜ: Eğitimli ve yetenekli kişilerin hedef ülkeye göçü.
“Tersine beyin göçü” olarak da adlandırılır.
• BİREYSEL GÖÇ: Kişilerin bireysel olarak veya aileleriyle birlikte göç
ettiği durumlar. Kitlesel programların aksine, bu gibi hareketler
genelde kişinin kendisi tarafından finanse edilir veya bireyler, örgütler
veya Devletlerin desteğiyle gerçekleşir.
• AKIN: Vatandaş olmayan çok sayıda kişinin bir ülkeye aniden
ulaşmaları
GÖÇ TARİMLERİ 2
• GÖÇMEN: Uluslararası ölçekte, evrensel olarak kabul edilmiş bir ‘göçmen’ tanımı
bulunmamaktadır. Göçmen terimi genellikle, bireyin göç etme kararını, zorlayıcı dış
faktörlerin müdahalesi olmaksızın kendi özgür iradesiyle ve ‘kişisel uygunluk’ sebepleriyle
aldığı tüm durumları kapsar şekilde anlaşılmıştır. Dolayısıyla bu ifade, maddi ve sosyal
koşullarını iyileştirmek ve kendileri ve ailelerine ilişkin beklentilerini geliştirmek amacıyla
başka bir ülkeye veya bölgeye hareket eden kişiler ve aile fertleri için geçerli kabul edilmiştir.
Birleşmiş Milletler göçmeni, sebepleri, gönüllü olup olmaması, göç yolları, düzenli veya
düzensiz olması fark etmeksizin yabancı bir ülkede bir yıldan fazla ikamet eden bir birey
olarak tanımlar. Bu tanım kapsamında, turist veya işadamı statüsüyle daha kısa sürelerde
seyahat eden kişiler göçmen olarak değerlendirilmemektedir. Ancak yaygın kullanım, tarım
ürünlerinin ekimi veya hasadı için kısa sürelerde seyahat eden mevsimsel tarım işçileri gibi
kısa dönemli göçmenlerin bazı türlerini de kapsar.
• GÖÇEBE: Sabit bir yeri veya ikameti olmayan ve genelde su, gıda veya otlak aramak amacıyla
bir yerden başka bir yere göç eden birey
GÖÇ TARİMLERİ 3
• MÜLTECİ: “Irkı, dini, tabiiyeti, belirli bir sosyal gruba mensubiyeti ve siyasi görüşleri
yüzünden haklı bir zulüm korkusu nedeniyle vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan
ve söz konusu korku yüzünden, ilgili ülkenin korumasından yararlanmak istemeyen kişi”
• SIĞINMACI: Uluslararası koruma arayan, başvuruda bulunduğu ülkede yetkili
makamlarca başvurusu henüz sonuçlandırılmamış, yani henüz resmi olarak mülteci
statüsü verilmemiş kişileri ifade eder. Her sığınmacı mülteci olarak tanınmaz, ancak her
mülteci iltica sürecinin başında sığınmacıdır.
• AZINLIK: Devletler hukukunda azınlıkla ilgili olarak genel kabul gören bir tanım
bulunmamakla beraber, azınlıklar, bir Devletteki genel nüfusa göre sayıca daha az olan,
hâkim konumda bulunmayan, genel nüfustan farklı etnik, dinsel veya dilsel özellikler
taşıyan ve zımnen, kendi kültür, gelenek, din veya dilini muhafaza etmek için
dayanışma içindeki gruplar olarak nitelenebilir.
GÖÇ TARİMLERİ 3
• MUHACİR: Osmanlı İmparatorluğu dönemi sonlarından itibaren
Balkanlar’dan mecburi göç yaşayıp Anadolu’ya gelenlerin genel adıdır.
Türkçeye "Mekke'den Medine'ye göç eden" anlamındaki Arapça
sözcükten geçmiştir
• MÜBADİL: Tarim olarak. Başkasının yerine getirilmiş, mübadele
edilmiş kişilerdir. Lozan Antlaşması'na göre, İstanbul dışında oturan
Rumlarla değiştirilmek üzere Batı Trakya dışındaki Yunanistan'dan
getirilen Türkler.
GÖÇ TERİMLERİ 4
• DİASPORA: Genel anlamda diaspora, menşe ülkesinden ayrılmış olan ancak anavatanıyla bağları süren
birey ve üyeleri veya ağ, dernek ve toplulukları ifade eder. Bu kavram, daha ziyade geçici yurtdışında
yerleşik toplulukları, geçici süreyle yurtdışında yerleşik göçmen işçileri, ev sahibi ülkenin vatandaşlığına
sahip yabancı çalışanları, çift vatandaşlığı bulunan kişilier ve ikinci/üçüncü nesil göçmenleri kapsar.
• DÜZENLİ GÖÇ/MEN: Menşe ülkeden çıkışı ve ev sahibi ülkeye seyahati, transit geçişi ve girişi
düzenleyen kanun ve yönetmeliklere uygun olarak insanların olağan ikamet yerinden yeni bir ikamet
yerine gitmeleri.
• DÜZENSİZ GÖÇ/MEN: Gönderen, transit ve kabul eden ülkelerin düzenleyici normlarının dışında
gerçekleşen hareketlilikler. Düzensiz göç konusunda açık veya genel kabul gören bir tanım yoktur.
Hedef ülkeler açısından, göç düzenlemeleri uyarınca gerekli olan izin veya belgelere sahip olmadan bir
ülkeye giriş yapmak veya bir ülkede kalmak veya çalışmak anlamına gelmektedir. Gönderen ülke
açısından ise örneğin, bir kişinin geçerli bir pasaportu veya seyahat belgesi olmadan uluslararası bir
sınırı geçmesi veya ülkeden ayrılmak için idari koşulları yerine getirmemesi gibi durumlarda düzensizlik
söz konusudur. Ancak, “yasadışı göç” terimini göçmen kaçakçılığı ve insan ticaretiyle kısıtlamak gibi bir
eğilim söz konusudur.
GÖÇ TERİMLERİ 4
• EKONOMİK GÖÇMEN: Yaşam kalitesini iyileştirmek amacıyla kendi
menşe ülkesinin dışına yerleşmek üzere mutat ikamet yerini terk eden
kişi. Bu terim, genelde göçmenleri zulümden kaçan mültecilerden
ayırt etmek için kullanılırken, aynı zamanda, bir ülkeye yasal izni
olmadan ve/ veya bona fide (iyi niyetli) bir gerekçesi bulunmadan
sığınma usullerini kullanarak girmeye teşebbüs eden kişilere atıfta
bulunmak için kullanılır. Ayrıca, istihdam amacıyla menşe ülkesinden
ayrılan kişileri için de kullanılabilir.
ORTA ASYA’DAN GÖÇLER
ORTA ASYA’DAN Göçlerin ekonomik ve sosyal nedenleri

• Geçimini daha çok hayvancılık ile sağlayan Türkler; salgın hastalıklar ve


kuraklık gibi nedenler ile göç etmek zorunda kalmışlardır. Nüfus artışı
ve bu artışa karşın otlakların yetersizliği Türkleri iklim ve coğrafya
açısından daha uygun bölgelere yönlendirmiştir. M.S. IV. yüzyılda
gerçekleşen Hun göçleri kuraklık nedeniyle gerçekleşmiştir.
• Orta Asya’daki toprakların artan nüfusu besleyememesi, hayvanlar için
yeterli otlak alanının kalmaması ve ekonomik düzenin sarsılmasının
yanında, cihan hakimiyeti kurma idealleri de Türklerin göç
etmelerinde oldukça etkili bir neden olmuştur.
ORTA ASYA’DAN Göçlerin Siyasi nedenleri
1
• Orta Asya’da yaşadıkları dönemde sık sık yabancı kavimlerin baskısı ile
karşılaşan Türkler, yeni coğrafya arayışına girişmiştir. Siyasi baskılar;
kendilerine göre kuvvetli olan bazı büyük devletlerin zor ve baskılan,
onları hakimiyetleri altına almak istemeleri sonucu bazı Türk
toplulukları yerlerinde kalırken, diğerleri bağımsız olma isteğiyle çok
uzak mesafelere giderek yeniden toplanmaya ve bağımsız bir devlet
olma yönüne çaba sarf etmişlerdir.
ORTA ASYA’DAN Göçlerin Siyasi nedenleri
2
• Türklerin Orta Asya’dan göçlerinde dış baskıların yanı sıra kavimlerin
kendi aralarındaki mücadelesi de önemli bir etken olmuştur. Örneğin;
XI. Yüzyıldaki Kitanların hücumu nedeniyle Türklerin batıya
göçü yaşanmıştır. Yine Orhun Yenisey’de yer alan Uygur Devleti’nin
840 yılında yine bir Türk kavmi olan Kırgızlarca ortadan kaldırılması,
Ötüken’in elden çıkmasına neden olmuş ve Uygurların; Turfan, Kansu
ve Tarım gibi daha güneyde yer alan bölgelere göç etmelerine neden
olmuştur. Türklerin meşhur “Göç Destanı” bu olayın etkisiyle ortaya
çıkmıştır.
GÖÇ ŞEKİLLERİ 1
• 1. Fetih yolu ile; bunda hareket noktası yeni bir vatan elde etmek
olmuş. Yani belirli gayelerden yoksun sırf macera olsun diye yapılan
göçler olmamıştır. Bu göçlere hükümdar ve ailelerinin de katılmaları,
onlara sıkı bir disiplin içinde hareket kolaylığı sağlamıştır. Ayrıca kutsal
sayılan hanedan üyelerinin başta bulunmaları ve onlara duyulan saygı
ve sevgi dolayısıyla hareket birliğini sağlamış, çeşitli coğrafi bölgelerde
taşıdıkları misyon ve özellikleri rahatlıkla sergilemek imkanı bulmasını
sağlamıştır.
GÖÇ ŞEKİLLERİ 2
• 2. Sızma yolu ile; yukarıda açıklandığı gibi ekonomik sıkıntılar içinde
kalan Türk toplumları kendileri için yeni iş imkanları aramak üzere
çeşitli coğrafi mekanlara gitmeye başlamışlardır. Sağlam yapılı olan bu
insanlar gittikleri yerlerde genelde paralı asker olmuş ve kendilerini
sevdirip kabul ettirince daha sonra yenileri gelmeye ve zamanla büyük
sayılara ulaşmayı sağlamışlardır. Anlaşılacağı gibi gizli göç olarak
adlandırdığımız bu durum Türk toplumlarının bu bölgelere daha büyük
göç imkanlarını ortaya koyarken bazen orada üstün kabiliyet gösteren
Türkler askeri ve siyasi hayata hakim olmayı da başarmışlar ve devlet
kurmaya yönelmişler, az bir sayı ile o toplumları yönetmeyi
başarmışlardır.
ORTA ASYADAN GÖÇ DALGALARI 1
• M.Ö. 1300-1000 yılları arasında bir kısım Türklerin Türkistan sahasında
oldukları, bu bölgenin daha sonra Hint-Avrupai grubun eline geçtiğine dair
görüş kuvvet kazanmıştır. Ancak M.Ö. 1000-700 yılları arasında ise bu Türklerin
Altaylar bölgesine ve Çin'in kuzeybatısındaki Kansu-Ordos bozkırlarına doğru
kaydıkları görülmüştür. Yine M. Ö. birinci binde İndus Pencap bölgesine ilk
Türk hareketleri başlamıştır.
• M.Ö. 700 yıllarında Sibirya, Baykal, Moğolistan ve Yedisu bölgelerinde etnik
yönden Mongoloid ırkın üstünlük kazandığı, aynı dönemlerde Türkistan ve
Harizm bölgelerine İran'dan bazı toplulukların geldiği görülmüştür. Bu
yüzyıllarda Anayurdu boşaltan Türk kütleleri doğuda Ordos'a, batıda Volga'ya
kadar yayılmışlar ancak bunlardan Çuvaşlar batıya yönelirken Yakutlar şimdiki
bölgelerine çekilmişlerdir
ORTA ASYADAN GÖÇ DALGALARI 2
• M.Ö. 500-300 yılları arasında Hazar-Volga arasında İran asıllı kavimler
ile birlikte yaşadıkları Asya Hun devleti dahil iç Asya'nın kuzeybatı
bölgelerine, daha sonra da Sibirya‘ya geçmişlerdir
• 1 ve 2. asırlar arasında Hunlar Orhun bölgesinden güney Kazakistan
bozkırlarına, Türkistan'a geldikleri, bölgeyi yurt edindikleri
bilinmektedir.
• M. S 350 yıllarından itibaren çin baskısı sonucu bazı Hun kütleleri
Akhunlar (Eftalitler) adı altında Afganistan ve kuzey Hindistan
bölgelerini kendilerine yurt seçmek zorunda kalmışlardır.
ORTA ASYADAN GÖÇ DALGALARI 3
• M. S.375 yıllan bilindiği gibi büyük bir göç dalgasının olduğu ve
meşhur kavimler kapısı denilen Hazar Denizi'nin kuzeyinden büyük bir
kütlenin geçerek Avrupa'ya göçtükleri ve bölgedeki yerli kavimlerden;
Ostrogotlar, Vizigotlar, Vandalların daha batıya hatta Afrika'ya kadar
yer değiştirmelerine sebep oldukları ve Batı Hunları olarak Türk
tarihinde yer aldıkları görülmektedir
• M. S 461-465 yılları arasında Ogurların güneybatı Sibirya'dan güney
Rusya'ya göçtükleri anlaşılmıştır.
ORTA ASYADAN GÖÇ DALGALARI 4
• M. S 475 yıllarından itibaren Sabarların Aral bölgesinden Kafkaslara
yayıldıkları, 550 yıllarında Avarların batı Türkistan'dan orta Avrupa'ya
geçtikleri, bunu 668 yıllarından itibaren Bulgarların Karadeniz'in
kuzeyinden Balkanlar'a ve Volga kıyılarına yayıldıkları bilinmektedir.
• M. S 830 yıllarında Macarlarla birlikte diğer bazı Türk boyları
Kafkasların kuzeyinden orta Avrupa'ya yayıldıkları, 840 yıllarında
Uygurların Orhun bölgesinden iç Asya'ya göçtükleri, yine aynı yüzyılda
Peçenekler, Kuman (Kıpçak) ve Uzlar (Oğuzlar) Hazar Denizinin
kuzeyinden doğu Avrupa ve Balkanlara geçtikleri anlaşılmıştır
ORTA ASYADAN GÖÇ DALGALARI 5
• Orta Asya’dan yapılna göçlerin en önemlisi 10 ve 11. asırlardaki Oğuz
göçleri olmuştur. Orhun bölgesinden Maveraünnehir (Seyhun ve
Ceyhun), İran ve Anadolu'ya taşan göçler sonunda Türklerin İslamiyeti
seçmeleri ile isimleri Türkmen, kurdukları devletler Anadolu Selçuklu,
Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti devleti olarak varlığını
sürdürmüştür
ORTA ASYA’DAN Göçlerin Sonuçları
• 1. Göç ederek farklı kültürlerle ilişki kuran Türkler farklı
kültürlerin kaynaşmasını ve yeni uygarlıkların ortaya çıkmasını sağlamışlardır.
• 2. Türkler ilişki kurdukları uygarlıkları hem etkilemişler hem de onlardan
etkilenmişlerdir. Örneğin Avrupa’ya atı evcilleştirmeyi, tekerleği yapmayı, demiri
işlemeyi öğreterek Avrupa’ya ileri bir uygarlık götürmüşlerdir.
• 3. Türkler göçler sonunda bağımsızlıklarına düşkün olmaları, teşkilatçı yapılarının
etkisiyle bir­çok devlet kurmuşlardır.
• 4. Göçler sonrasında Türkler tarafından kurulan devletlerin ömrü uzun süreli
olmamıştır. Çünkü göç eden Türklerin birçoğunun bozkır yaşamından
uzaklaşarak yerleşik hayata geçmeleri, yeni nüfusla beslenemediklerinden dolayı
gittikleri yerlerde azınlıkta kalmaları, Hristiyanlık gibi dinleri benimsemeleri
Türklerin milli kimliklerini kaybederek asimile olmalarına neden olmuştur.
KIRIM VE KAFKAS GÖÇLERİ (1856-1876) 1
.
Kaynak: Abdullah Saydam, Kırım ve Kafkas Göçleri (1856-1876), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2010

• Tarih boyunca hâkimiyet mücadelesinin hiçbir zaman bitmediği Kırım ve Kafkasya coğrafyaları, gerek
Avrasya’yı Akdeniz memleketlerine bağlayan önemli bir köprü konumunda olmaları, gerekse de zengin
ekonomik kaynaklarının çeşitliliği sebebiyle her dönemde dikkat çeken bölgeler olmuşlardır.
Kırım’ın güneyinde ve batısında Karadeniz Kırım’ın güneyinde ve batısında Karadeniz, doğusunda ve
kuzeyinde Azak Denizi bulunmaktadır. Komşusu olan Kafkasya ise Taman Yarımadası’ndan başlayıp
Bakü’nün doğusunda yer alan Apşeron Burnu’na kadar uzanır.
Bu bölgeler tarihin ilk dönemlerinden beri etnik ve kültürel çeşitliliğe sahne olmuş, mültecilerin sığınak
yeri konumunda onlara kucak açmıştır. Milattan önceki çağlarda Kırım ve Kafkasya’nın ticari açıdan ayrı
bir önemi vardı. Tarihi İpek Yolunun halkalarından biri Kırım’dan geçiyordu ve ticari açıdan medeni
âlemin uğrak yeriydi. Kafkasya ise tarım ve hayvan ürünlerini dışarıya satmaktaydı. Jeopolitik olarak
çok önemli olan Kırım ve Kafkasya bölgeleri, güneyin verimli “hilal” ine ulaşabilmek için bir geçit
niteliğindelerdi.
İlkçağlarda Romalılar-Persler ve İskitlerin hâkimiyet mücadelelerinin yerini Ortaçağ’da Bizans-Sasani ve
Hazarlar almışlardı. Sasanilerin yerine geçen Müslüman kumandanlar, başka coğrafyalarda
kaydettikleri başarıyı burada kaydedememişlerdi. Hazarların güçlü muhalefeti sebebiyle de bölge İslam
dairesi içerisine alınamamıştı. Sadece Güney Kafkasya’da İslam nüfuzu tesis edilebilmişti.
KIRIM VE KAFKAS GÖÇLERİ (1856-
1876) 2
• Cengiz Han’ın büyük oğlu Cuci Han’ın soyundan gelenlerin yönettikleri Altınordu
Devleti’nin ise Rusların güneye inmesini engellemesi sayesinde ayrı bir önemi
olmuştur. Ne zaman ki Timur, Altınordu Han’ı Toktamış’ı mağlup edip bölgede siyasi
bir istikrarsızlık dönemine sebebiyet vermiştir ki, Ruslar durumdan istifade edip
genişlemek için bu fırsatı kaçırmamışlardır. Altınordu Devleti’nin yıkılışından sonra
da Kırım, Kazan, Sibir, Nogay, Astarhan hanlıkları kurulmuş ve bu bölünme
Rusya’nın işine yaramıştır.
1500’lü yıllardan itibaren Rusya, bu hanlıklarla mücadele etmiş, kendi emellerini
gerçekleştirebilmek amacıyla hanlıklar arasında birine karşı diğerini kışkırtmış ya da
desteklemiştir. 1552 yılında Kazan’ın düşmesi ise çok mühim bir hadise olmakla
beraber, 1556 yılında da Astarhan işgal edilmiştir. Böylece Rusya’nın
genişleyebilmek adına önündeki en önemli engeller kaldırılmış olmaktadır. İdil
havzası ve İpek Yolu’nun bir bölümü Rusların eline geçmiştir.
KIRIM VE KAFKAS GÖÇLERİ (1856-
1876) 3
• XVII. ve özellikle XVIII. yüzyıllarda Kırım ve Kafkasya, Osmanlı-İran-Rusya
mücadelesine sahne olmuştur. Küçük Kaynarca Anlaşması ile Kırım’ın, dini
bakımdan halifeye bağlı olmakla beraber tamamen müstakil olması, yine
Rusya’nın işine yarayacaktır.
II. Katerina zamanında Ruslar, Kafkasya’da ilerlemeyi milli bir politika haline
getirdiler. Kırım’ın bir bakıma Osmanlı Devleti’nden koparılmasından sonra
sıra Kafkasya’ya gelmişti. Kafkasya ise dağlık alanlarıyla ve etnik çeşitliliği ile
daha zor bir bölgeydi. Ruslara göre bu bölgedeki halk asla bir araya
gelmemeliydi. 1792 tarihindeki Yaş Anlaşması ile Rusya Kırım ve Taman’ın
Rusya’ya ait olduğunu Osmanlı Devleti’ne bir kez daha onaylatmıştı. 1829
yılındaki Edirne Anlaşması ile de Osmanlı Devleti Kafkasya’daki bütün
haklarından vazgeçmişti.
KIRIM VE KAFKAS GÖÇLERİ (1856-
1876) 4
• II. Katerina zamanında Ruslar, Kafkasya’da ilerlemeyi milli bir politika haline getirdiler. Kırım’ın
bir bakıma Osmanlı Devleti’nden koparılmasından sonra sıra Kafkasya’ya gelmişti. Kafkasya ise
dağlık alanlarıyla ve etnik çeşitliliği ile daha zor bir bölgeydi. Ruslara göre bu bölgedeki halk
asla bir araya gelmemeliydi. 1792 tarihindeki Yaş Anlaşması ile Rusya Kırım ve Taman’ın
Rusya’ya ait olduğunu Osmanlı Devleti’ne bir kez daha onaylatmıştı. 1829 yılındaki Edirne
Anlaşması ile de Osmanlı Devleti Kafkasya’daki bütün haklarından vazgeçmişti.
Bu sıralarda çeşitli tarihler arasında olmak üzere Kırım ve Kafkasya halkı Osmanlı ülkesine göç
etmek zorunda kalmışlardı ya da Rusya tarafından zorla göç ettirilmişlerdi. Yüzyıllardır bölgede
devam eden savaşlar halkı zor durumda bırakıyordu. Rus komutanların yapmış olduğu
eziyetler de onları göçe zorlamanın ve yok etmenin tek yoluydu. Ruslara göre bu güzel ve
elverişli topraklar medeni olmayan bölge halkına bırakılmamalıydı. 1800 yılına kadar Kırım’dan
500 bin kişi göç etmek zorunda kalmıştı. 1812 yılında da yeni bir göç dalgası meydana gelmiş,
1828’de de 200 bin kişi Osmanlı Devleti’ne iltica etmişti. Osmanlı Devleti de bu insanlara her
dönemde kucak açmış, onları sadece insani maksatlarla kendi ülkesine kabul etmişti.
KIRIM VE KAFKAS GÖÇLERİ (1856-
1876) 5
• 1856-1857, 1860-1862 ve 1864-1865 tarihleri arasında Kırım ve Kafkasyalılar memleketlerini
terk ederek Osmanlı Devleti’ne gelmişlerdir. Diğer tarihlerde de var olan bu göç hareketi
inişli-çıkışlı olarak devam etmiştir. 1860 tarihinde gerekli yazışmaların yapılması, masrafların
karşılanması, muhacirlerin iskân edilmesi gibi meselelerin çözümü ve daha kolay
işleyebilmesi için “Muhacirin Komisyonu” tesis edilmiş ve memurlar görevlendirilmiştir.
1856-1876 tarihleri arasında Osmanlı Devleti’ne göç eden Kırım ve Kafkas muhacirleri
Anadolu ve Rumeli’nin çeşitli vilayetlerine devlet tarafından iskân olunmuşlardır.
Göç eden insanların savaştan kaçmaları sebebiyle bütün mülklerini bırakıp gelmiş olmaları,
Osmanlı Devleti’ni her açıdan mali anlamda zorlamıştır. Bunun dışında gelenlerin Osmanlı
toplum düzenine ayak uydurabilmeleri de başlı başına bir sorun teşkil etmiştir. İskân işlerinin
de istenilen düzende ve hızda olmaması birçok soruna yol açıyordu. Bazı bölgelerde
aksamalar oluyor, zor durumda kalan göçmenler şikâyette bulunuyorlar hatta ümitsizliğe
kapılıp vatanlarına dönme istekleri dahi beliriyordu. Bazı bölgelerdeki aşiretlerin, göç
edenlere kötü davranması da şikâyet konusu olan başka bir husustu.
KIRIM VE KAFKAS GÖÇLERİ (1856-
1876) 6
• Büyük kitleler halinde Osmanlı Devleti’ne göç edenlerin düzenli bir şekilde yerleştirilmesi,
kimsesiz olanların okula gönderilmesi, yetişkin kızların evlendirilmesi, manevi evlatlık
verilmesi gibi hususlar, kurulan komisyon ve görevlendirilen memurlar aracılığı ile
yürütülmeye çalışılıyordu. Bu insanları bir an önce iskân edip üretici durumuna getirmek
de çok önemli bir mesele idi. Dolayısıyla gelen göçmenler on sene boyunca vergilerden ve
askerlikten muaf tutulmuşlardı. Bunların masraflarının karşılanması için Osmanlı Devleti
tarafından belirli bir bütçe de ayrılmıştı. Bölgeden bölgeye sevkleri esnasında da yiyecek
teminleri ve yardımları yapılmış, dağıtılan yiyeceklerin kayıtları tutulmuştu.
Bazı bölgelere çok sayıda muhacir aile gönderilmesi de sıkıntılara yol açmakta, çok yığılma
olan yerlerde salgın hastalıklar baş göstermekte idi. 8 Mart 1860 tarihli kayda göre
İstanbul’da toplananların sayısı on dört bini geçmişti ve aralarında tifüs yayılmaya
başlamıştı. Hazinenin sınırlı imkânlarından dolayı hükümet daha fazla yardım yapmaya
bazen fırsat bulamamış, yetersiz yiyecek yardımlarından ve sağlık içinde yaşamalarına
ortam hazırlanamamasından ötürü %30’lara varan ölümler meydana gelmişti.
KIRIM VE KAFKAS GÖÇLERİ (1856-
1876) 7
• Bunun dışında göçmenler Varna, Vidin, Dobruca, Kıbrıs, Trablusgarp, Suriye
bölgelerine de gönderilmişler, buralardaki boş arazilere yerleştirilmişler ya da yeni
bölgeler oluşturulmuştur. Göçmenlerin mümkün olduğunca sulak, verimli ve
ormanlı yerlere iskân olunmaları sağlanmaya çalışılmıştır. İlk başta hanlar ya da
büyük konaklar kiralanarak göçmenlerin evleri inşa oluncaya kadar buralarda ya da
çadırlarda kalmaları uygun görülmüştür. Bunun dışında halkın da misafirperverliği
sayesinde bir süre de olsa sıkıntıdan kurtulmaktaydılar.
Üstelik kış gelmeden iskân işlemlerinin büyük çoğunlukla halledilmesi gereklidir ki,
göçmenlerin zor durumda kalmamaları, daha fazla sefalet yaşamamaları açısından
Osmanlı Devleti gücünün yettiği nispette her şeyi düşünmüştür. 1861 baharındaki
kayıtlara göre, göçlerin artmasına rağmen yoğun çalışmalar sayesinde onların büyük
bir çoğunluğunun iskân edildiği ifade edilmektedir. 1864 tarihinde Trabzon’da hiç
muhacir kalmadığı Ceride-i Havadis’te yer almaktadır.
KIRIM VE KAFKAS GÖÇLERİ (1856-
1876) 8
• Sırf yevmiye almak için iskâna yanaşmayan göçmenler de mevcuttur. On bin
nüfuslu Nogay muhacirleri bu konuda huzursuzluk çıkarmışlardır. Alınan
karara göre Nogay muhacirleri kuvvet kullanılarak köylere dağıtılacaklar ya
da uygun fiyatla birer ev ve bir miktar tohum verilecek, vaat edilen
yardımların unutturulması sağlanacaktır.
Ayrıca Osmanlı halkından da yardım edenler çoğunluktadır. Osmanlı Devleti
tarafından yardım özendirilmiş, hayırlı bir durum olduğuna vurgu yapılmış ve
ahali bu konuda teşvik edilmiştir. Muhacirlerden yetişmiş çocukları olup da
ziraat ile uğraşmak isterlerse gerekli kolaylıklar gösterilmiştir. Giyecek
hususunda yapılan yardımlar konusunda da çok net bilgiler
bulunmamaktadır. Bununla birlikte imkânlar dâhilinde yardımda
bulunulduğu şüphesizdir.
KIRIM VE KAFKAS GÖÇLERİ (1856-
1876) 9
• Göçmenlerin en büyük istekleri halifenin koruyuculuğu altında huzur ve
refah içerisinde yaşamaktı. Bu konuda Müslüman olmayan göçmenler de tek
sığınak olarak Osmanlı Devleti’ni görmekteydiler. Osmanlı Devleti de bütün
iyi niyeti ve gayretiyle zor şartlar altında kalan göçmenlere ayrım yapmadan
kapılarını açmıştı. Yaşanan zorluklar, devletin de elinin yetmediği ya da zor
durumda kaldığı bazı sebeplerden dolayı ileri gelmişti. İskân memurlarının
ilgisizliği, teşkilat konusundaki eksikler, organize sıkıntısı gibi problemler
birçok düzensizliğe yol açtı. Bu gibi durumlar da sorunları çözmekte yetersiz
kaldı. Ayrıca yerli halk tarafından bazı durumlar da istismar edilmekteydi.
Muhacirler geçinebilmek için az bir ücretle çalışmaya mecburlardı. Bu durum
da aynı işi yapan yerli halk tarafından engellenmekteydi.
KIRIM VE KAFKAS GÖÇLERİ (1856-
1876) 10
• Bazı aşiretler tarafından göçmenlere iyi davranılmadığı da bilinmektedir. Sivas-Uzun yayla’daki
göçmenlere aşiretler tarafından sık sık saldırılar olmaktaydı. Afşar aşiretinin saldırılarından
dolayı devlet askeri tedbir almak durumunda kalmıştı. Ayrıca muhacirlerden kaynaklanan
sorunlar da vardı. İskân sırasında devlet otoritesine karşı çıkmaları, asayişi bozmaları ve
hırsızlık olaylarının meydana gelmesi gibi durumlar da yaşanıyordu. Hükümet Kafkas halkları
içerisindeki muteber ve hatırı sayılır beylerden, hırsızlık yapanların bir daha yapmayacaklarına
dair söz alıyordu. Bu durum askeri yollara başvurmadan çözme isteği ile alakalıydı. Buna
rağmen hırsızlık olayları devam ederse sürgün ya da hapis cezası veriliyordu. Osmanlı Devleti
bu tür olayların önlenmesinde kabile reislerine çok güveniyordu.
Esir ticareti de Kafkas kabileleri arasında sürdürülmeye çalışılmış ve Osmanlı Devleti bu
durumu engellemeye çalışmıştı. Gazeteler aracılığı ile kendi kızını veya kardeşini satanların
varlığı görülmekte idi. Muhacirler ve ahali arasında bu konuda da bazen sorun olabilmekteydi.
İzmir’de bir göçmen kendi kızını rızasıyla satmış, ücreti aldıktan sonra da teslim etmemişti. Bu
durum büyük bir çatışmaya yol açacak iken valinin araya girmesi ile ortalık sakinleşmişti.
KIRIM VE KAFKAS GÖÇLERİ (1856-
1876) 11
• Osmanlı Devleti’nin, muhacirlerin her türlü ihtiyaçlarını karşılayabilmek
adına yaptığı harcamaların boyutları tespit edilememektedir. Yurtlarını terk
ederek kaçmak zorunda kalan ve perişanlık içinde bulunan insanların bu
ihtiyaçlarını uzun vadede karşılayabilmek elbette ki Osmanlı Devleti
açısından büyük bir yüktü. Ancak bu göç hareketinin Osmanlı ekonomisine
getirmiş olduğu katkılar da mevcuttu. Öncelikle boş, harap durumda olan ve
verimsiz arazilerin işletilmesi ve şenlendirilmesi tesis edilebilmişti.
Göçmenlerin gelişiyle birlikte Osmanlı nüfusunda belirli bir artış olmuştu.
Dolayısıyla göç edenler demografik yapıyı da değiştirmişlerdi. Bilhassa savaş
dönemleri dışında gelenlerden bazıları varlıklarının bir bölümünü de getirmiş
olduklarından ötürü ticaret ve sanayi alanlarında devletin ekonomisine
katkıları olabilmişti.
KIRIM VE KAFKAS GÖÇLERİ (1856-
1876) 12
• Göç edenler açısından ise yaşanan zorluklar elbette ki daha büyüktü. Göçler
sırasında açlık, kıtlık, salgın hastalıklar ile mücadele eden göçmenler,
nüfuslarının üçte birini zaten kaybetmek durumunda kalmışlardı. Dillerini
bilmedikleri bir coğrafyada da topluma ayak uydurmak çok zor bir hadise idi ve
büyük güçlüklerle karşılaşmışlardı. Memurların ve yerli halkın da kendilerine iyi
davranmadığı bölgelerde daha da büyük sorunlar yaşamaktaydılar. Ayrıca
büyük çoğunluğu Rumeli vilayetlerine yerleştirilen Kafkas muhacirleri, 1877-
1878 Türk-Rus savaşı sonucunda buralardan da göç etmek zorunda kalmışlar ve
yeni bir göç dalgası meydana gelmişti. Refaha ve huzura kavuşup, buralar için
yeni yeni faydalı olmaya başlayan muhacirler, yeniden perişanlık ve sefalet
içerisine düşmüşlerdi. Osmanlı Devleti’nin yenilmiş olması bu kez göçmenleri
bir öncekinden de daha kötü duruma düşürmüştü.
KIRIM VE KAFKAS GÖÇLERİ (1856-
1876) 13
• Rusya ise Kafkasya’yı işgal ettikten sonra buradaki ayaklanmaya hazır
ve Osmanlı Devleti ile bağlantısı olan Müslüman unsuru göçe
zorlamakla isyanları engellemiş; işgal ettikleri bölgelere Rus veya
Ruslara taraftar olan halkı yerleştirmek suretiyle bölgenin demografik
yapısını değiştirme yoluna gitmiştir. Burada en önemli husus, bölge
halkı ile Anadolu Türklüğünün bağını kesmektir. Bunun için de Rusya
tarafında sınır güvenliği bu şekilde tesis edilmiştir. 1864’lerden
1918’lere gelinceye kadar da Kafkasya’da Şeyh Şamil gibi bir önderin
çıkmamış olması da Rusya’nın işini kolaylaştırmıştır.
1856-76 GÖÇMENLERİNİN NÜFUSU
• Buna göre; Saydam’ın 1856-1876 arasındaki dönem için tahmini 1.000.000-1.200.000
kişidir. Aynı dönem için İpek, 600.000 ile 2.000.000 kişi arasında bir tahmin yapmaktadır.
Her iki araştırmada da bunlardan ne kadarının Kafkasyalı, ne kadarının Kırımlı olduğu
belirtilmemiştir. Yine Fisher de net sayılara ulaşamamakla birlikte, yalnızca 1855-1866
yılları arasında 500.000-900.000 kadar Müslüman’ın Rusya’dan göç etmiş olabileceğini
belirtmiştir. Karpat ise 1859-1879 yılları arasında -çoğu Çerkes olmak üzere- 2.000.000
Kafkasyalının topraklarını terk ederek Osmanlı Devleti’ne sığındığı ve bunlardan 1.500.000
kişinin iskân edilebildiği yönünde bir varsayım öne sürmektedir. Habiçoğlu, 1858-1865
yılları arasında 493.000 Kuzey Kafkasyalının Osmanlı topraklarına göç ettiğini iddia
etmektedir. Ancak bu araştırmalardan hiç birinde -haklı olarak- Anadolu’da ne kadar
Kafkas kökenli muhacirin iskân edilebildiği yönünde bir ifade bulunmamaktadır. Bu
vurguyu yapan, tespit edebildiğimiz tek yazar olan Barlas’a göre ise, Kırım Savaşı’ndan
sonraki dönemde Anadolu’nun dört bir yanına yerleşen Kafkasyalı muhacirler 565.000
kişidir
1877 S0NRASI KAFKASYA GÖÇLERİ 1
• 1877–1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nın Türklerin göç tarihinde çok önemli
bir yeri vardır. Zira bu savaş, ortaya çıkan trajik tabloların yanı sıra,
özellikle Balkan coğrafyasında meydana getirdiği siyasi değişikliklerle,
büyük demografik hareketlerin başlangıcı olmuştur. Savaş yıllarında
Rusların işgal ettiği bölgelerde, bilhassa Bulgar ve Kazak çetelerinin
Müslüman halk üzerinde kurduğu baskı, daha o tarihlerde büyük
katliamlara ve göçlere sebebiyet vermiştir. Doksanüç Harbi sonrası
imzalanan Berlin Anlaşması, yalnızca Osmanlı’nın Avrupa’da geniş
topraklar kaybetmesine yol açmamış; burada yaşayan Müslümanları
da yeni kurulan Balkan devletlerinin egemenliği altına sokmuştur.
1877 S0NRASI KAFKASYA GÖÇLERİ 2
• Berlin Anlaşması ile yeni kurulan devletlerdeki Müslümanların hakları,
çeşitli maddelerle hukuken koruma altına alınmıştır. Ancak ulus-devlet
olma yolunda ilerleyen başta Bulgaristan olmak üzere yeni Balkan
idareleri bu hukuku tanımayan bir siyaset takip etmişlerdir. Bu sebeple
savaş sırasında göç edenlerin bir kısmı sonradan geri dönmüş olsalar
da baskılar göçün yıllarca devam etmesine yol açmıştır
• Bunun yanı sıra Kafkasya Müslümanlarının da harp esnasında Osmanlı
güçlerini desteklemeleri veya Ruslara karşı ayaklanmalar çıkarmaları
yüzünden, savaş Rus galibiyetiyle sonuçlanınca bu topluluklara göç
etmekten başka çare kalmamıştır.
93 Harbi Sonrası Gelen Muhacirler ve
Kafkas Kökenlilerin Nüfusu 1
93 Harbi Sonrası Gelen Muhacirler ve
Kafkas Kökenlilerin Nüfusu 2
93 Harbi Sonrası Gelen Muhacirler ve
Kafkas Kökenlilerin Nüfusu 3
KAFKAS MUHACİRLERİNİN İSKANI 1
• 1850’lerden sonra kitlelerle ifade edilen göç hareketlerinin Osmanlı
Devleti’ne muhacir iskânı hususunda tecrübe kazandırdığı bir
gerçektir. Lakin ön görülemeyecek kadar büyük kalabalıkların kısa bir
süre içinde sınırlardan içeri girmesiyle, daha savaşın yıkımı tamir
edilemeden yeni masrafların çıkması ve vasıflı kadro ihtiyacı göz
önüne alınacak olursa, bu iskân sürecinin de çok zorlu geçtiğini tahmin
etmek zor olmasa gerektir. Doksanüç Harbi’nin hemen akabinde
devlet, muhacirlerin nasıl iskân edileceklerine dair “İskân-ı Muhacirin
Talimatnamesi”ni yayımlamıştır.89 Talimatnamenin hükümleri ana
hatları ile şöyledir:
KAFKAS MUHACİRLERİNİN İSKANI 2
• - Muhacirlerin iskân edildikleri yerleri terk etmeleri katiyen yasaktır.
• - Gönderildikleri yerlerde, muhacirler hakkındaki bilgiler defterlere kaydedilecek ve bu defterler, Muhacirin-
i İdare Komisyonu’na gönderilecektir.
• - İskâna kadar iaşe olarak, 10 yaşından küçüklere 100 dirhem, büyüklere yarım kıyye ekmek verilecek,
zengin olanlara ise verilmeyecektir.
• - Köy ve kasabalara 10 haneye bir hane düşecek şekilde muhacir misafir edilecektir. Buralardaki boş miri ya
da vakıf arazilerine yerli halkın yardımıyla 2–3 göz odalı evler yapılacaktır.
• - Ayrıca halk, muhacirler alışana kadar tarlaların sürülmesine de yardım edecektir.
• - Tapular aileye mahsus olarak verilecekti. Anne- baba yoksa büyük kardeş küçüklerin reşitliğine kadar
vesayet edecektir.
• - Muhacirlerin tarıma başlayabilmeleri için öküz, tohumluk, alet ve edevat verilecektir.
• - İskân edilecekleri bölgeler illaki köy olmayabilecek, şehir ve kasabaların da kenarlarında mahalleler teşkil
edilebilecektir.
• - Şehre iskân edilecekler mümkün mertebe, meslek ehli veya hocalık rüştüne sahip olmalıdır.
KAFKAS MUHACİRLERİNİN İSKANI 3
• - Belirtilen yerlerde iskânı kabul etmeyenler, kendilerine yetebildikleri takdirde, misafir
oldukları kaza ve çevresinde çiftlik ve saire alabilecekti.
• Bununla birlikte muhacirlerin yoğunlaştığı bazı vilayetlere yönelik “talimat-ı mahsusa”(özel
talimat)lar gönderilmiştir.
• Yukarıda görüldüğü üzere devlet, iskân sürecinin sorunsuz yürümesi ve göçmenlerin mağdur
edilmemesi gayesiyle, gereken tedbirleri almakta ve bunu mevzuat haline getirmekteydi.
Ancak bunların uygulamaya geçirilmesi kolay olmamıştır. Önceki göçlerde boş arazilerin
şenlendirileceği düşüncesi, bu dönemde yerini müsait yerleşim alanı bulma sıkıntısına
bırakmıştı. Zira sınırların daralması ve nüfusun artması sonucunda, azalan boş topraklar yeni
problemleri de beraberinde getirmişti. Bu kadar kalabalık grupların iskânı için arazi tahsisi
yetkilileri düşündürmekteydi. Daha önceki tecrübeyle sabitti ki, özellikle Kafkasyalılar üçer
beşer hane olarak farklı bölgelere gönderilmeye razı olmuyorlardı. Bu defa Kafkasya
cihetinden gelenlerin yanı sıra 1850’lerden sonra Rumeli’de iskân edilen Çerkes vb. gruplar,
muhacirlerin önemli bir kısmını oluşturmaktaydı.
KAFKAS MUHACİRLERİNİN İSKANI 4
• Ancak 1860’tan sonra boş arazilerin bir kısmına toplu halde muhacirler
iskân edilmiş ve peyderpey gelenler de bunlara eklenmişti. Bu durumda yeni
iskân mahalleri ihdas edilmesi gerekiyordu. Mirî çiftlikler bu iş için uygundu,
lakin nasıl değerlendirileceği konusunda sıkıntılar vardı. Önce bunların
satılarak elde edilecek gelirin muhacirlerin masrafları için kullanılması fikri,
gelirin gideri karşılamayacağı sebebiyle benimsenmedi. Buna karşılık eğer
muhacirler buralara iskân edilebilirse hem yer problemi halledilecek, hem
de ileride elde edilecek vergi gelirleri hazineye büyük katkı sağlayacaktı. Bu
sebeple muhacirlerin miri çiftliklere iskânı yönünde kara verilmiştir. Bunun
için gereken masraf menafi sandıklarından karşılanacaktır. Birkaç gün sonra
da bunların denetlenmesi amacıyla müfettiş görevlendirilmiştir.
KAFKAS MUHACİRLERİNİN İSKANI 5
• Muhacirler, 1877’ye kadar genellikle köylerde veya kırsal arazide iskân edilirken,
Doksanüç Harbi’nden sonra ise, daha kalabalık kitlelerin iskânı lazım geldiğinden, şehir
ve kasabalardaki boş arazilere de yerleştirilmişlerdir.
• Doksanüç Harbi’nden önce gelen göçmenlerin varlığının, yeni gelenler üzerinde
kısmen de olsa bir etkiye sahip olduğu öne sürülebilir. Şöyle ki, kimi Çerkes toplulukları,
kendilerine yerleşmeleri için gayet müsait yerler gösterilmesine rağmen, buralardan
pek de farklı bir özelliği olmayan başka yerlere iskân edilmekte ısrarcı davranmışlardır.
Bazı belgeler dikkatle incelendiğinde bu ısrarın gerekçesi tahmin edilebilmektedir.
Örneğin, savaşın hemen ardından Saruhan sancağına gelen 150 hanelik bir Çerkes
grubu, ısrarla Süleyman Paşa Çiftliği’nde iskân edilmeyi talep etmiştir. Önceki
örneklerde, 1860’lı yıllarda burada Kafkas göçmenlerinin iskân edildiği belirtilmişti. O
halde, muhacirlerin bazılarının –bir şekilde- yakınları ile irtibatı kesmedikleri ve aynı
mahalde iskân edilmek için uğraştıkları varsayımı da göz ardı edilmemelidir
KAFKAS MUHACİRLERİNİN İSKANI 6
• Doksanüç Harbi sonrası gelen muhacirlerin iskânında önemli bir husus da
yeni köylerin kuruluş şeklidir. Bu köylerin bir kısmı, eski yerleşim birimlerine
muhacir iskânı ile yeni bir “karye ittihaz”(köy haline getirme) edilmesi
şeklinde ortaya çıkmıştır. Bir kısmı ise yerleşimin olmadığı belli bir mevkide
muhacirlerin iskâna karar vermesinin ardından oluşan yerleşimin, köy
statüsünde tescil edilmesiyle oluşmuştur. Burada köylerin kuruluşundaki
bürokrasi dikkat çekicidir. Ele aldığımız belgelerde, göçmen toplulukları
arazileri satın alarak buralarda hane inşa etmişlerdir. Müteakiben merkez-
taşra muhaberesi süratle gerçekleştirilmiş; hemen ardından imam ve muhtar
tayini ile bunların mühürleri hazırlanıp gönderilmiştir. Bütün bunlardan farklı
olarak devletin, üzerinde yerleşim olup ta ev inşa edilemeyen ünitelerin de
köy statüsü kazanmasına müsaade ettiği anlaşılmaktadır.
KAFKAS MUHACİRLERİNİN İSKANI 7
• İskân sürecinde yaşanan aksamalarda devlet otoritesine itaat edilmemesi önemli
etkenlerden biridir. Sert mizaçları ve savaşa yatkınlıkları sebebiyle, Çerkeslerden bir
yandan askeri alanda faydalanmaya çalışılırken, diğer yandan bazılarının iç
güvenliğe zarar verdiklerine dair pek çok örnek mevcuttur. Çerkeslerin saldırgan
tutumları, değişik meselelerde bazen tepki bazen de kanunsuzluk şeklinde ortaya
çıkmıştır. Mesela, hali vakti yerinde olanlara dahi tayinat verilmesi, resmi
makamlarca engellenmek istenmiş, bunun üzerine Salihli ve Alaşehir
kasabalarındaki Çerkesler, tepkilerini göstermek için tren istasyonları etrafında bazı
saldırılarda bulunmuşlardır. Bunların silahlarından arındırılmaları için kolluk
kuvvetlerinin devreye girmesi düşünüldüyse de daha büyük sakıncalara yol
açabileceği için bu yola başvurmaktan vazgeçilmiştir. Bunun yanında, kimi
muhacirlerin ikamet ettikleri bölgelerin dışında da eşkıyalık yaptığına dair örnekler
mevcuttu
KAFKAS MUHACİRLERİNİN İSKANI 8
• Ekseriyetle, Çerkeslerin saldırgan tavırları gündeme gelse de bazı bölgelerde,
çevreden gelen saldırılarla mağdur edilen Çerkesler de olmuştur. Mesela, 1891
yılında Manisa kazası dahilinde, daha sonradan köy haline dönüşecek olan ve bir
grup Çerkesin ekili hale getirdiği araziye, komşu Karaağaçlı köyünden kimseler
tarafından mütecaviz hareketlerde bulunulmuş ve bu, şikâyet konusu olarak
gündeme gelmiştir. Devlet, gerek asayişi sağlamak, gerekse iskân sürecini
tamamlayabilmek açısından muhacirlerin yerlerinden ayrılmalarını tasvip
etmemekteydi. Zaten ülke içi dolaşımda devlet kontrolü hakimdi ve aynı kontrol
muhacirler üzerinde de sıkı sıkıya tatbik edilmekteydi. Örneğin, 1879 Nisan’ında
Suriye ve Arabistan taraflarından ellerinde herhangi bir izin belgesi olmaksızın
vilayetler arası hareket eden bazı Çerkes muhacirlere yetkililerce müdahale
edilmiştir. Niyetlerinin iskân olmadığını beyan etmelerine rağmen bunların başka bir
yere hareket etmeden, geldikleri yere iadelerine karar verilmiştir.
RUMELİ’YE GÖÇLER 1
• Osmanlı’nın Rumeli ile tanışması, Türkmenlerin 1352 yılında Trakya’ya gelerek Gelibolu’daki
Cinbi Kalesi’ni fethetmeleri ile başladı. Bu fetihler sırasında teslim olan şehirlerde yerli halkın
güvenliği sağlanırken, direnen şehirler yağma edildi.
• Balkanlar’daki askeri harekâtın ilk komutanlarından olan Karesi kökenli Hacı İlbey; Meriç
kenarında fethettiği Burgos’a yerleşerek, Dimetoka’ya baskı uyguladı. Gazi Evrenos Bey ise
yine Meriç Vadisi’nde yer alan Keşan Hisarı üzerinden İpsala’yı tehdit etmekteydi. Edirne’nin
fethi (1361) sonrasında Lala Şahin ise büyük kuvvetlerle hareket ederek Rodop-Balkan dağ
silsileleri arasındaki tarihi Kapulu-Derbend’e dayandı ve İhtiman Ovası’ndaki halkı Osmanlı
himayesi altına aldı. Aynı dönemde Arnavut beyleri de Bursa’ya gelerek Sultan Bayezid’e
bağlılıklarını bildirmişti.
• Osmanlı’nın Trakya’yı fethinden hemen sonra bu topraklara ilk yerleşenler, Karesi ile Kaz
Dağları arasından Çanakkale Boğazı’nı geçen bir Türkmen grubu oldu. Böylelikle başta Bolayır
ve Malkara olmak üzere bölgede, Bulgurlu, Esendük, Şeyh Halil, Kara Ahi gibi Türkçe isimler
taşıyan çok sayıda köy ve yerleşim yeri kuruldu.
RUMELİ’YE GÖÇLER 2
• Osmanlı yönetimi, Anadolu’nun nüfusuna göre yetersiz ve verimsiz kalan topraklarına karşı buralarda
bulunan halkını Balkanlar’a göç ettirdi. Böylece yeni fethedilen harap memleketler şenlendirilerek,
mamur kılındı. Bu süreçte Tasavvuf erbabından baba, derviş, fakihler için Anadolu’dakilere benzer
zaviyeler açmak, mescit ve tekkeler tesis etmek de bulunuyordu. Osmanlı’nın Dimetoka’da kurduğu ilk
sosyal ve dini kurum, bir Bektaşi tekkesi olan Abdal Cüneyd Zaviyesi oldu. Türkmen babası olan Kızıl
Delü Sultan da Dimetoka’ya yerleşti. Yıldırım Bayezid tarafından kendisine 3 köyün mülknamesi verildi
ve zamanla burası evlatlık vakfı haline geldi.
• Balkanlara sadece Türkmenler yerleştirilmedi. Pamuk, yün, ipek, deri ve maden gibi ham maddelere
dayalı üretim yapan sanayi kesimi için de ayrı loncalar oluşturuldu. Dellal, cambaz, simsar gibi ticaret
erbapları; mimar, yapucu, neccar gibi yapı ustaları ve mekkari, deveci gibi nakliyeciler esnaf teşkilatları
içinde yerlerini aldı. Şehirlerde bedesten, han ve esnaf çarşıları oluştu. Böylece bu topraklardaki
Osmanlı düzeninde modern şehirlerin ilk örnekleri ortaya çıktı. Örneğin küçük bir yerleşim bölgesi olan
Vrhbosna’da Sancakbeyi İsa Bey’in inşa ettirdiği köprü, suyolu, hamam, kervansaray, imaret, çarşı ve
değirmenler ile Sarayevo’nın temelleri atıldı. Filibe, Sofya, Belgrad, Üsküp, Manastır, Köstence ve
Rusçuk gibi ufak yerleşim birimleri de gelişerek büyük kentler haline geldi.
RUMELİ’YE GÖÇLER 3
• Vardar Yenicesi, Sol Kol’da (Via Egnatia) Teselya ile Güney Yunanistan’a ayrılan noktada
kuruldu. “Evrenos Yaylası”ndan çıkan suyun yer altı kanalları ile şehrin imaret ve
çeşmelerine taşınmasını sağlayan Hacı Evrenos Gazi; ayrıca şehre 3 hamam inşa
ettirdi. Osmanlı ordusunun Yunanistan, Arnavutluk ve Sırbistan seferlerinde toplanma
noktası olarak kullandığı bu yöreye; 1385’te Sultan I. Murat ve 1393’te Sultan Bayezid,
Anadolu’nun Saruhan (Manisa çevresi) bölgesinden gelen yörükleri yerleştirdi.
• Selanik ve çevresinde; deri, tiftik ve diğer yünlü ürünlerin işlenme faaliyetlerinin
gerçekleştirilmesi ve vakıf, han, bedesten, dükkân, hamam gibi şehircilik alt yapısı
elemanlarının varlığı, yepyeni bir sosyo-ekonomik oluşumun işaretçisi kabul edildi.
• Hezargrad (Razgrad) kısa sürede kentsel yapılarla donatıldı ve Türkçe isim taşıyan beş
mahalle oluşturuldu. Dükkân, ev, hamam, boyahane ve buzhane gibi yapılar inşa
edildi.
BALKANLAR’DAN ANADOLUYA GÖÇLERİN
NEDENLERİ 1
• Terk edilen coğrafyada karşılaşılan itici sebeplerle gidilen yerdeki çekici sebepler insanların
bireysel, grup veya kitlesel boyutta göç etmelerine sebebiyet verebilmektedir. Yakın dönem
Balkan tarihi incelendiğinde yoğun bir göç hareketi tespit edilir. Söz konusu göçlerin sebepleri
araştırıldığında iki temel gelişim ve özellikle karşılaşılır. 1820 ve 1860’lı yıllarda Balkanlardan
Kırım ve Kaaslara yönelik Rum ve Bulgar göçlerinde gidilen yerlerin çekiciliği etken olmuştur.
Keza çekicilik faktörü Balkan topluluklarının Amerika’ya yönelik göçlerini de tetiklemiştir. Kaaslar
ve Balkanlardan Anadolu’ya yönelik göçlerde ise ana etken göçlerin gerçekleştiği dönemlerde
Kaas ve Balkan coğrafyasının göç edenler için itici hale gelmesidir. Türk toplulukları gerek
İslamiyet öncesi ve gerekse İslamî dönemde gelenek ve göreneklerini yaşatabildikleri coğrafyayı
vatan bilmişlerdir. Öz değerlerini yaşatma konusunda sıkıntıya düşünce mücadele bayrağı
açmışlar, ancak başarılı olamadıkları zaman göç etmeyi göze almışlardır. Belki de konar - göçer
kökenden gelmesi, mekân değiştirme ve yeni mekâna uyum sağlama becerisi ve özelliğine sahip
olması da göç kararının alınmasını kolaylaştırmaktaydı. Aslında göç edilen yerler Türk gelenek
göreneklerinin yaşatıldığı veya yaşanmasına elverişli yerlerdir.
BALKANLAR’DAN ANADOLUYA GÖÇLERİN
NEDENLERİ 2
• Balkanlardan Anadolu’ya yönelik göçlerin sebeplerini bu bölgede ulus devlet kurma
projelerinin geliştirilmesi ve tatbik edilmesi oluşturmaktadır. Ulus devlet sınırları
belirli toprak parçasında yasal güç kullanma hakkına sahip, halkı türdeşleştirecek
ortak kültür, simge ve değerler oluşturmayı amaçlayan devlet tarzıdır. Ulus
devletler oluşum şekli, içerik ve işleyiş açısından birbirinden farklıdır. Birincisi
burjuva sınıfının liderliğinde kurulan sanayileşmiş liberal veya emperyalist ulus
devletlerdir. Bu devletlerin geleneksel devletlere karşı takip ettikleri politikalar
sonucu iki değişik ulus devlet tipi daha ortaya çıkmıştır: Birincisi bu devletlerin
imparatorluk sahasında kurmayı başardıkları ulus devletler; ikincisi ise elit
tabakanın liderliğinde emperyal politikalara karşı direnerek imparatorluğun
dönüşümü ile ortaya çıkan millî devletlerdir. Balkanlardan Anadolu’ya yönelik
göçlerin sebebini Batılı güçler tarafından kurulan ulus devletlerin izledikleri nüfus
politikaları oluşturur.
BALKANLAR’DAN ANADOLUYA GÖÇLERİN
NEDENLERİ 3
• Batı’da ortaya çıkan ve gelişen ulus devletler dış politika adına mevcut askerî imparatorlukları parçalayıp yerine
ulus devletlerin kurulmasını plânlamışlardı. Bu plânların gerçekleşmesi adına geliştirdikleri projelerden belki de
en önemlisi şark politikasıdır. Şark meselesi olarak tanımlanan bu politikanın temel ilgi alanı Osmanlı
coğrafyasıdır. Projenin gerçekleşmesi halinde Balkan Hıristiyan toplulukları ayrı devletler şeklinde ortaya
çıkarlarsa, bölgede Osmanlı siyasî otoritesi sona erer, Batı’nın siyasî ve ekonomik desteğine muhtaç yeni pazarlar
oluşur, belki de Katolik ve Protestan dünyası karşısında Ortodoks kilisesi milliyet esasında parçalanmış olurdu. Bu
politikalar 1828 - 1829 ve 1877 - 1878 Osmanlı - Rus Savaşları ile uygulamaya kondu. Neticede söz konusu
savaşların sonunda imza edilen Edirne ve Berlin antlaşmaları ile Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Sırbistan ve
Karadağ devletleri kuruldu. Müstakil devletlerin kurulması ile neticelenen bu süreç imparatorlukların
parçalanması anlamına gelen balkanlaşma teriminin ortaya çıkmasına vesile oldu. Bu süreçte Balkanlar’da
Hıristiyan etnik unsurların müstakil devlet kurmaları desteklenirken, Müslümanlara aynı destek verilmemiş, hatta
Bosna örneğinde olduğu gibi siyasî millî bir teşekkül olarak ortaya çıkmalarına belki de engel olmak düşüncesiyle
işgal edilmiştir.
• Yukarıdaki açıklamalardan anlaşıldığı üzere şark politikası sonucu Hıristiyan nüfusun yoğun olarak yaşadığı
Osmanlı topraklarında ulus devletler kurdurulmuştur. Söz konusu devletlerin kuruluşu aşamasındaki savaş, işgalci
devletin ve onun himayesinde çok milletli ve çok kültürlü coğrafyada oluşturulan ve ulus devlet olarak
tanımlanan otoritenin izledikleri etnik arındırma politikaları işgal sahasında kitlesel göçlere sebebiyet vermiştir.
BALKANLAR’DAN ANADOLUYA GÖÇLERİN NEDENLERİ 4

• Balkan devletlerinin sınırları Batılı hami devletler tarafından uluslararası güç dengesi gözetilerek
çizilmiştir. Sınırların çiziminde toprak üzerinde yaşayan topluluğun etnik veya kültürel yapısı,
bundan daha önemlisi iradesi dikkate alınmamıştır. Ayastefanos ve Berlin Antlaşmaları
incelendiğinde Rusya ve Batılı devletlerin Balkanların siyasî haritasını ulus devlet bazında çizme
yöntemini izlediği anlaşılmaktadır. Sınırlar çizilirken gayrimüslim unsurlar farklı ulus olarak
algılanmış ve bu çerçevede Romanya, Bulgaristan, Sırbistan ve Karadağ müstakil veya bağlı prenslik
statüsüne getirilmiştir. Ancak aynı coğrafyada yoğun olarak yaşayan Boşnak veya Arnavut nüfusa
istinaden bir ulus devlet oluşturmak düşünülmemiştir. Aksine Müslümanlar Hıristiyanlığa davet
edilir.
• İkinci aşamada sınırları belirlenen topraklar üzerinde yaşayan toplulukları ulusa dönüştürme
harekâtı başlatılır. Sınırları çizilen bölgede yaşayan imparatorluk tebaasını ulusa dönüştürmek için
her şeyden önce devlete adını verecek etnik çekirdek seçilir. Sonraki aşamada hedef toplum diğer
unsurlardan uzaklaştırılmaya çalışılır. Bunun için de ötekileştirme yöntemine başvurulur. Öteki
kavramına dayanılarak oluşturulan akımların başında ırkçılık, soykırım, etnik merkezcilik, tek
kültürcülük ve ecnebi düşmanlığı gelir.
BALKANLAR’DAN ANADOLUYA GÖÇLERİN
NEDENLERİ 5
• 19. yüzyılda Osmanlı coğrafyasında ulus devletler kurulurken ötekileştirme adına farklı yöntemler
kullanılmıştır. Rusya ve Avrupa devletleri parçalamaya karar verdikleri ülkede her şeyden önce
işbirliği yapabilecekleri bir gruba ihtiyaç duymuştur. Öncelik dinî, etnik ve kültürel açıdan kendine
yakın hissettiği ve gördüğü topluluklardır. Bu nedenle yukarıda açıklanan projeleri gerçekleştirmek
adına
• Balkanlar’da yaşayan Müslüman olmayan unsurlar kullanılmıştır. Plânın başarıya ulaşabilmesi için
Müslüman ile gayrimüslim arasındaki dengenin bozulması kaçınılmaz görülecektir. Dengeyi bozmak
için ilk etapta kilise ve eğitim kuruluşları kullanılmış, ikinci aşamada tedhiş (terör) örgütleri devreye
sokulmuştur. Son aşamada ise yabancı ordunun askerî harekâtı ve işgali devreye girmiştir.
• Balkanlar ve Anadolu’da toplulukların ötekileşme veya ötekileştirilmesinde kilisenin önemli bir
konumu vardır. Fener Patrikhanesi 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren kiliseler ve Ortodoks
toplum üzerindeki idarî, kültürel ve dinî otoritesini arttırıcı politikalar izlemeye başladı. Aslında bu
politika Osmanlı Devleti’nin merkezî otoriteyi arttırma çabaları ile eş zamanlıdır. Bu politika Sırp,
Bulgar ve Rumenlerin Fener Patrikhanesi’ni ötekileştirmesine sebebiyet verdi.
BALKANLAR’DAN ANADOLUYA GÖÇLERİN
NEDENLERİ 6
• Ötekileştirmeye genellikle etno-dinî küçük topluluklardan başlanmaktaydı. Entelektüel din adamlarının
niyeti ve hedefi topluluğun geçmişindeki sözde altın çağlarından ve tarihinden örneklemeler yapmak
suretiyle hedef coğrafyadaki toplumu ulusa dönüştürmekti. Tanzimat dönemindeki yetki kaybı Hıristiyan
din adamlarının bu tür faaliyet içerisine girişini kolaylaştıran bir etmendi. Kilise ve Hıristiyan din
adamının klâsik dönemde Osmanlı toplumsal yapısında önemli bir konumu vardı. Din adamı
Hıristiyanların eğitiminden, muhakeme işlerinden, vergilerin tahsilinden ve köylerin idaresinden
sorumluydu. Osmanlı idaresi İkinci Mahmut ile birlikte merkezileştirme projesini uygulamaya koyunca
Hıristiyan din adamları tedrici bir şekilde yetkilerini kaybetmeye başladılar. Deyim yerindeyse
Hıristiyanların padişahlığından din adamlığı mevkiine indiler. Bu uygulama din adamlarının yetki, otorite
ve liderlik vasfını kaybetmeleri ve yerlerini sivil Hıristiyanların alması sonucunu doğurdu. Söz konusu din
adamlarından liderlik pozisyonunu kaybetmek istemeyenler moda akım milliyetçilik silâhına sarıldılar.
Keşiş, papaz ve metropolit gibi din adamları bir şekilde milliyetçilik duygusunu yayma faaliyetine
katıldılar. Bu da Bulgar, Sırp ve Ermeni gibi topluluklardaki milliyetçi kimlik duygusunun ön plâna
çıkmasına yol açtı. Bu hareketlerin ilk hedefi millî kiliselerini kurmak olur. Neticede 1833’de Yunan
Kilisesi, 1865’de Rumen Kilisesi, 1870’de Bulgar Eksarhlığı ve 1879’da Sırp Kilisesi kurulur. Böylece Rum
milleti adı verilen Osmanlı Ortodoks toplumu Yunan, Sırp, Bulgar ve Rumen uluslarına dönüştürülür.
BALKANLAR’DAN ANADOLUYA GÖÇLERİN
NEDENLERİ 7
• Rum isyanı öncesi Yunanlılık duygusu oluşturulmuş, biçimlendirilmiş ve kâğıda geçirilmiştir. Bu dönemde
ulusun ismi belirmiş, atalar saptanmış ve bin yıllara uzanan tarihî miras sözde keşfedilmiştir. Rum isyanının
ideolojisini ve şeklini plânlayanlar Fransız örneğinden hareketle Osmanlı’yı, Fener Patrikhanesi’ni ve Bizans’ı
ötekileştirerek düşman ve kötü ilân ettiler. Bu ortamda isyan başladı. Osmanlı Devleti şiddetli çatışmalardan
sonra Mısır kuvvetlerinin yardımıyla da olsa askerî açıdan isyanı bastırdı. Bu aşamada hedefe ulaşılması için
Batı’nın diplomatik hatta askerî müdahalesi kaçınılmaz görülür. Batı ve Rus kamuoyu dinî duygularla asilerin
yanındaydı. Ancak, ancien régime sahip devletlerin idarecileri aynı duyguları taşımıyorlardı. Zaten Metternich
doktrini bu haleti ruhiye içerisinde kabul edilmişti. Bu ortamda Rum isyanını tertip edenler çözümü Avrupa’da
ancien régime sahip devletlerin siyasî ve hatta askerî desteklerini alabilmek adına hedef değişikliğine giderek
patriği millî kahraman düzeyine çıkarmakta bulurlar. Böylece bir taraan Ortodoksluk çatısı altında farklı siyasî
düşüncelere sahip Rumlar bir araya getirilebilir, diğer taraan Avrupa’nın mutlak monarklarına Rum isyanının
sınıfsal değil, dinsel bir karakter taşıdığı imajı verilebilirdi. Aynı zamanda hem imparatorlukların ve hem de
ulus devletlerin desteği alınabilirdi. Bu nedenle cumhuriyetçiler söylemlerinde değişikliğe giderek
düşmanlarının tanımını değiştirdiler. Neticede asi Rumlar için tek düşman kalmıştır: Osmanlı. Bu ortamda Batı
dünyası Londra Antlaşması (6 Temmuz 1827), Navarin olayı (20 Kasım 1827) ve Edirne Antlaşması (14 Eylül
1829) ile olaya somut olarak müdahale etti. Neticede Osmanlı idaresi Yunanistan’ı 1830’da tanımak zorunda
kaldı.
BALKANLAR’DAN ANADOLUYA GÖÇLERİN
NEDENLERİ 8
• Ötekileştirme Tuna coğrafyasında daha farklı yöntemlerle tatbik edildi. Ötekileştirmede
Bulgar din adamları etkin bir görev üstlenebilmişlerdir. 1767’de Bulgar Ohrida
Başpiskoposluğu Patrikhane tarafından lağvedildi. Böylece Bulgarca dinî tören ve dua
etmek yasaklandı. Bulgar din adamları toplumsal yetkilerinin ellerinden gitmesine tepki
göstererek milliyetçilik silâhına sarıldılar. Belki de bir tesadüf, Bulgar Başpiskoposluğunun
lağvedildiği tarihlerde Bulgar keşişi Paisiy, Bulgar tarihi ile ilgili kitabını telif etti. Bulgar
papazı Sofroniy, Bulgarlara milli benlik kıvılcımını ateşleyecek olan kitaptaki fikirlerin
geniş bir çevreye yayılmasını temin etti. Petir Beron, 1824’de Avusturya’da Bulgar
alfabesini ilk kez bastırıp dağıttı. Bu faaliyetler sonucu Tuna coğrafyasında Bulgarlık
duygusu oluştu. Bulgar milliyetçiliği Panslavizm ile gelişti ve genişledi. Rus Panslavist
öncülerden Venelin, 1828-1829 savaşında tanıdığı Bulgarlarla ilgili kitabını telif etti. Bu
esere göre, Bulgarlar Türk değil, Volga Slavlarından idi. Söz konusu eserlerde işlenen
Bulgar milliyetçiliği ve Panslavizm ideolojileri modern Bulgar okulları vasıtasıyla geniş
kitlelere benimsetildi.
BALKANLAR’DAN ANADOLUYA GÖÇLERİN
NEDENLERİ 9
• Bu çalışmalar Tuna topraklarında Türk ve Bulgarlar arasında bir ötekileşme fikri
uyandırmış ama düşmanlık yaratamamıştı. Oysa millî vasıı bir Bulgar devleti kurmayı
arzu eden Panslavistler Tuna coğrafyasında yaşayan sivil halkın milliyet bazında birbirine
düşman olmasını, özellikle Türklerle Bulgarların çatışmasını zorunluluk olarak
görmekteydiler. Sivil halkın çatışması bu noktadan itibaren üç aşamada gerçekleştirilir.
Birinci aşamada (1862-1868) Sırbistan ve EakBuğdan’da oluşturulan çeteler Tuna vilâyeti
topraklarına saldırır. 1870’li yılların başında ikinci aşamaya geçilir ve Tuna vilâyeti
topraklarında illegal örgütlenmeye gidilir. Üçüncü aşama isyan dönemidir. Başarısız 1875
isyanı sonrası sahnelenen 1876 isyanında Osmanlı merkezî idaresinin yanlış tutumu
sonucu sivil Türklerle Bulgarlar birbirine saldırır. Panslavistler artık amacına ulaşmıştır.
Ruslara göre, bu olaylar Türklerin Bulgarlarla yan yana yaşayamayacağının göstergesidir.
Eğer Türk idaresi ve Türk halkı bölgeden uzaklaştırılırsa sorun çözümlenirdi. Ancak bu
hedefe ayrılıkçı çetelerle ulaşmanın mümkün olmadığı görülmüştü.
BALKANLAR’DAN ANADOLUYA GÖÇLERİN
NEDENLERİ 10
• Büyük Bulgaristan’ın kurulmak istendiği sahada yaşayan halkın %42’si Bulgar, %40’ı Müslümandı. Hicri
1285 Tarihli Tuna Vilayeti Salnamesi’ne göre Niş sancağı hariç vilayet topraklarında 711.814 Müslüman
ve 1.020.934’i gayrimüslim olmak üzere toplam 1.732.748 kişi yaşamaktaydı. Bu nüfusun % 41.09’u
müslim, % 58.91’i gayrimüslimdi. Rus yazar Teplow’a göre ise 1.026.595 Bulgar (%49.41) ve 1.049.954’ü
gayri Bulgar (% 50.56) olmak üzere toplam 2.076.549 idi. Bu aşamada devreye yabancıların diplomatik
ve askerî müdahalesi girer. Tersane Konferansı ile sorun Batılı görüşe uygun olarak çözülmeyince
Rusya’nın askerî müdahalesi geçikmez ve 93 Harbi başlar. 1878 Berlin Andlaşması ile Balkanların siyasi
haritası yeniden çizilir. Karadağ, Sırbistan, Romanya ve Bulgaristan bağlı prenslik veya bağımsız devlet
olarak siyasi haritada yerlerini alırlar.
• Berlin sonrası Balkanlardaki Türk hâkimiyetindeki topraklar İşkodra, Kosova, Selanik, Manastır, Edirne ve
Yanya olmak üzere altı vilayete ayrıldı. Bu topraklarda yaşayan nüfusun toplamı Osmanlı’nın 1906/1907
tarihli nüfus sayımı sonuçlarına göre 4.158.182’dir. Bunun % 49.37’si Müslüman nüfustur. Balkan
nüfusunun 1907 ile 1911 arasında dört yıllık bir süreçte bir hayli hareketli olduğu anlaşılmaktadır. Bu
hareketlilik sonucu Müslüman nüfusun genel nüfus içerisindeki payı %49.37’den %51’e yükseldi. Keza
Bulgar nüfus da %1 oranında artış kaydetmiştir. Buna karşılık Rum nüfus yaklaşık % 4 oranında azalmıştır.
BALKANLAR’DAN ANADOLUYA GÖÇLERİN
NEDENLERİ 11
• Balkan devletleri bu coğrafyada Osmanlı aleyhine büyüme stratejisi takip ettiler. 1879- 1912 arası Balkanlarda
yeni bir proje üretilip sahneye kondu. Proje Selanik, Kosova ve Manastır vilayetlerinin büyük bir kısmını
kapsıyordu. Projenin ismi Makedonya idi. Bu isim harita uzmanları tarafından ilkçağların derinliklerinden
keşfedilip ondokuzuncu yüzyılda çizilen haritalara yazılmaya başlandı. Babıâli belki de bu ismi tasdik edercesine
bu coğrafyada Vilayat-ı Selase Umumî Müfettişliği ismiyle hususî bir idare kurdu. Makedonya olarak tanımlanan
coğrafyanın nüfusu resmî sayım sonuçlarına göre toplam 2.911.721’dir. Buna göre Makedonya nüfusunun
%51.8’i Müslümandır. Oysa aynı dönemdeki Batılı kaynaklarda bölgenin toplam nüfusu 2.258.024 olarak
verilirken, genel nüfus içerisinde Müslümanların payı % 36.64’e kadar geriletilmektedir.
• Projenin gerçekleştirilmesi adına Balkan devletlerinden her biri kendi vatandaşlarından veya vilayet-i selasede
mukim Osmanlı vatandaşı gayrimüslimlerden çeteler kurdu ve hedef sahada tedhiş yöntemine başvurdu. Amaç,
genel asayişi bozmak suretiyle büyük devletlerin müdahalesini sağlamaktı. Çeteler belirli bir hazırlık evresi
sonrası 1895’de kendilerini göstermeye başladılar. Neticede 1901 yılında Serez isyanı çıktı. Müslümanlar dağlara
sığınırken, Bulgarlar ise sınırı aşarak Bulgaristan’a firar ettiler. Bulgar politikacıları için bu hal büyük bir fırsattı.
Firariler Avrupalılara gösterildi. Bu manzara bir zalim ve mazlum edebiyatının alıp yürümesine yol açtı. Selanik’te
tedhiş hadiseleri yaygınlaştırıldı. Daha sonra isyan Edirne, Manastır ve Üsküp’e sıçradı. Çoluk çocuk Bulgar
köylüleri çete reislerinin emriyle dağlara çekildikten sonra 300/400 kişilik Bulgar çeteleri Türk çiliklerini ateşe
verdi. Söz konusu karışıklıklar, hatta küçük ve büyük ölçekteki isyanlar 1908’e kadar sürdü.
BALKANLAR’DAN ANADOLUYA GÖÇLERİN
NEDENLERİ 12
• 1895- 1908 yılları arası Makedonya Abdülhamid’e muhalif olanların birleştiği ve buluştuğu bir alandır. Jön Türkler
Abdülhamid rejimini devirmeye kilitlenmiş iken ecnebi diplomatlar ve gayrimüslimler bu toprakları Osmanlı’dan ayırma
planları yapmaktaydılar. Planlamada kullanılan yöntem aşağı yukarı 93 öncesi ile aynıydı. Örneğin, Rus diplomatlarının
himayesindeki subaylar ve siyaset adamları bölgeyi adım adım dolaşarak halkı sözde Türk boyunduruğundan kurtulmaya
davet ediyorlardı. Bu faaliyetler sonucu oluşturulan çetelerin elebaşları “Makedonya Makedonyalılarındır.” parolası ile yola
çıkıyorlardı. Neticede Makedonya’da 1897-1912 yılları arası çete faaliyetleri görüldü. Çetelerin temel amacı kamu güvenliğini
ve halkın psikolojisini bozmak suretiyle Batılı devletlerin müdahalesine ortam hazırlamaktı.
• Rusya bu ortamda ıslahat talebiyle Babıâli’nin kapısını çalacaktır. Rus baskısından kurtulmak isteyen II. Abdülhamid 1902’de
bölgeye umumî müfettiş tayin etmişti. Bunu yeterli görmeyen Rusya ve Avusturya Berlin Kongresi’ne iştirak eden devletlerin
de onayını aldıktan sonra hazırladıkları Mürzsteg Programı isimli ayrıntılı projeyi Babıâli’ye verdiler. Avrupa büyük devletleri
ve Balkanlı müttefikleri Eylül ve Ekim 1912 tarihlerinde Babıâli’ye verdikleri ayrı ayrı notalarda Balkanlardaki Osmanlı
vilayetlerine ulusallık fikri çerçevesinde idarî muhtariyet verilmesini, Belçikalı veya İsviçreli valilerin tayini, milis askerleri
ihdası gibi hemen hemen her vilayeti ulus devlete dönüştürecek olan isteklerde bulundular. Ayrıca Balkan devletleri 13 Ekim
1912’de Babıâli’ye ortak bir nota vererek Osmanlı vatandaşı Hıristiyan subaylar yetişinceye kadar gayrimüslim mükelleerin
silâhaltına alınmamasını istediler. Balkan Savaşı esnasında Balkanlı pek çok gayrimüslim mükellef firar etti. Bunların bir kısmı
Bulgar, Yunan, Sırp ordularına iltihak etti. Müslümanlar silâh altına alındığından Müslüman köyler muhafazasız kalmıştı.
Bununla birlikte bölgede Balkan Savaşı esnasında Osmanlı ordusunda Rum, Ermeni, Musevi ve Bulgar asıllı askerler
bulunmaktaydı. Savaş esnasında savunmasız Türk toplumu gördüğü tazyik, zulüm ve katliam üzerine selameti göç etmekte
buldu.
1828-1829 Göçleri 1
• 1828-1829 Savaşı esnasında Rumeli, Kaasya ve Anadolu’da cephe ve cephe gerisindeki topluluklar
yerlerinden oynadı. Balkanlarda Rum ve Bulgar nüfus, Doğu Anadolu’da ise Ermeni tebaa Rus ordularını
takiben Kırım ve Kaasya’ya göçürüldüler. Müslüman ahalinin bir kısmı da daha güvenli olduklarını
düşündükleri yerlere çekildiler.
• Ocakları işgal edilen veya işgal tehlikesiyle karşı karşıya kalan Müslüman ahalinin bir kısmı en yakın dağlık
veya ormanlık alana sığındı. Bazıları da işgal tehlikesi taşımadığını düşündükleri şehir ve kasabalara
yöneldiler. Samakocuk Müslümanla rı Zağra, Çırpan, Gümilcine, Filibe taraarına; Dobruca ve çevresi
Müslümanları ise Şumnu istikametine göç etti. Ahyolu ve Misivri bölgesi Müslümanları Zağra, İzladi ve
Şumnu’ya; Yanbolu Müslümanları ise Edirne’ye kadar çekildiler. Hatta daha güneye inenler bile oldu.
Varna’dan hareket edenler kayıklarla nehirden Ahyolu taraarına göçtüler. 848 kişilik bir kafile ise tüccar
gemileri ile Varna’dan İstanbul’a geldi. Bunlar merkezî idare tarafından Galata, Kasımpaşa ve Eyüp’e
yerleştirildiler. İstanbul’a İğneada, Lüleburgaz, Çorlu ve Silivri taraflarından da sığınanlar oldu.
• Yakın yerlerden gelenler savaş sonrası geri dönmeleri planlandığından Yenibahçe, Baruthane ve Sütlüce’ye
yerleştirildi. Buralara yerleştirilemeyenler veya bir daha geri dönmek istemeyenler Anadolu’ya nakledildiler.
Bir diğer tedbir de göçmen kafilelerini Rumeli topraklarında elverişli iskân birimlerine yerleşmelerini
sağlamaktı.
1828-1829 Göçleri 2
• 1828- 1829 Savaşı esnasında Doğu ve Kuzey Anadolu halkı işgal veya işgal tehlikesi üzerine göç yollarına
düşebilmiştir. Örneğin, Erzurum, Kars, Gümüşhane ve Bayburt civarından çok sayı da Müslüman ahali çiini
çubuğunu terk edip İç Anadolu’ya doğru çekilmiştir. Uzak bölgelere gitmeyi göze alamayanlar ise yakındaki dağ
köylerine, ormanlara, mağaralara sığındılar. Reaya ise rüşvet, cebir ve zor kullanarak terk edilmiş mahsul ve
gayrimenkullere el koyabilmekteydi. Bu nedenle Babıâli söz konusu göçleri benimsemiyordu. Bu arada vergi
yükünden kurtulmak maksadıyla yerini yurdunu terk edenler de az değildi. Osmanlı askerî makamlarına göre göç
bölgenin daha kolay bir şekilde işgal edilmesine sebebiyet verebilirdi. Osmanlı diplomatlarına göre de yerleşim
alanlarının boşalması halinde diplomatların barış görüşmelerinde eli zayıflayabilirdi.
• 1827 de Erivan’dan gelen 71 hane halkı Şarkîkarahisar, Erzurum ve Erzincan’a bağlı köy ve kasabalara yerleştirildi.
Ahıska tarafından çok sayıda Müslüman ahali çift ve çubuğunu geride bırakmak suretiyle Amasya, Tokat, Zile,
Yenihisar gibi kazalara gelmişlerdir. Devlet bunların iadesini kararlaştırdı.
• Anapa Muhafızı Hasan Paşa’nın ifadesinden anlaşıldığı kadarıyla Rus korkusundan Kırım’ı terk eden çok sayıda
Müslüman Anapa, Gelincik, Soçi gibi Karadeniz sahilinde bulunan yerlere gitmiştir. Buraları da güvenli bulmayanlar
daha güneye inmişlerdir. Kaas Müslümanlarından bir kısmı da Trabzon Valisine müracaatla Anadolu’ya göç etmek
istemişlerdir. Göç taleplerini değerlendirmek üzere kurulan komisyon, ev ve barklarını kaybeden ve bulundukları
bölgelerde can ve mal güvenliği kalmayanları aileleriyle birlikte gelmeleri şartıyla Osmanlı topraklarına kabul
edilmesini kararlaştırdı. Kaasya’dan iltica edenler Sivas, Tokat ve Amasya civarına yerleştirildiler.
93 GÖÇÜ 1
• Doksanüç Savaşı başlayınca Türk askeri makamları daha iyi savunma yapabilmek adına Tuna’ya kadar
çekildiler ve sivil halka da Tuna’nın güneyine çekilmeyi tavsiye ettiler. Bu tavsiyeye Müslümanlar riayet
ederken Bulgarlar uymadı. Osmanlı kuvvetlerinin başarılı olamaması sonucu 27 Haziran 1877’de
Tuna’yı geçen Ruslar kısa sürede Balkanlara ulaştı. Ruslar işgal ettikleri sahada Bulgar idaresini kurmak
ve Bulgar toplumunu teşkilatlandırmak amacıyla Prens Cerkasky’yi görevlendirdi.
• Bulgaristan ismiyle kurulması planlanan sahada yaşayan Bulgar nüfus azınlıktaydı. Çerkasky’nin görevi
bu azınlık unsura istinaden bir devlet kurmaktı. Çerkasky Türk nüfusu yok etme yöntemini uygulamaya
karar verdi. Bu siyaset, daha savaşın başında uygulamaya kondu. Türk halkı silâhsızlandırıldı. Bulgarlar
silâhlandırıldı. Bulgar, Rus ve Kozaklar müştereken kitle imha harekâtı başlattılar. Bu politikaların
sonucunda Müslümanların yüz binlercesi yok olurken hayatta kalabilenlerin de çoğu göçmen
konumuna düştü. Türkler göç yollarında da Rus askerlerinin, Bulgar çetelerinin ve Kozak süvarilerinin
planlı veya plansız saldırılarına maruz kaldılar. Bu saldırıların en meşhuru Ocak 1878’de Skobelef ’in
emrindeki Rus ve Kozak birliklerinin Harmanlı’da 20 bin arabalık bir göçmen kafilesine çocuk, kadın
ayrımı yapmaksızın saldırması olayıdır. Saldırıdan kurtulmayı başaranlar soğuk ve açlıktan telef olur.
Netice itibarıyla sadece bu olayda on binlerce Müslüman yaşamını kaybetti.
93 GÖÇÜ 2
• Savaş döneminde Türk nüfus Şumnu, Ruscuk, Silistre ve Rodoplar’da varlığını korudu. Zira bu sahaya Rus askeri
girememişti. Bunun dışında Rus askerinin işgal ettiği sahadaki Türk unsur hemen tamamen yok oldu. Savaş
esnasında Tuna ve Edirne vilayetleri dahilinde meskun Türklerin 500 bini katliam, açlık veya soğuktan kırılmıştı.
Hastalık veya katliamdan kurtulmayı başarabilen bir milyonu aşkın Türk can havliyle yollara düşerek Şumnu,
Makedonya, Batı Trakya, Rodoplar ve İstanbul’a yığılmıştı. Mülteciler savaş sonrası ocaklarına geri dönmeyi
düşünmekteydiler. Savaş sonrası ocaklarına dönmesi beklenilen göçmenler mümkün mertebe Rumeli
topraklarında yerleştirilmeye çalışıldı. Buralarda yerleştirilemeyenler zorunlu olarak Anadolu’daki vilayetlere
sevk edildiler.
• Balkan topraklarının %70’inin Rusların kontrolüne geçmesi devletlerarası dengeyi altüst etmişti. Bu nedenle
Batılı devletler Ayastefanos’un oluşturduğu statükoyu kabul etmediler. Devletlerarası dengeyi gözetecek bir
harita çizmek ve mevcut Balkan sorununu müzakere etmek üzere Berlin Kongresi toplandı. Savaş esnasında
göçmen konumuna düşenler Bismark’a gönderdikleri dilekçelerde savaşla yıkılan bölgelerde huzuru sağlamanın
kongreye iştirak eden devletlerin insanlık ve adalet vazifesi olduğu hatırlatılarak bu isteğin medeni Avrupa
temsilcilerinin vicdanında akis bulup bulmayacağı soruluyordu. Berlin müzakerelerinde mülteci sorunu
gündeme dahi alınmadı. Berlin Antlaşması ile Tuna vilâyeti topraklarında Osmanlı’ya sözde bağlı Bulgaristan
Emareti’nin kurulması kararlaştırıldı. Emaret idaresi 29 Nisan 1879’da Alman Prensi Aleksander Battenberg’in
Bulgar Prensi seçilmesi ile hayata geçti.
93 GÖÇÜ 3
• Berlin Antlaşması ile sözde Osmanlı Devleti’ne bağlı Bulgaristan Emareti kuruldu ve Türklere azınlık statüsü verildi. Bulgar
anayasası ile Türklere siyasî ve medenî haklar tanındı. Savaş esnasında gerçekleştirilen katliamlara ve göçlere rağmen yeni
idarenin hâkimiyeti altında büyük bir Türk nüfusu bulunmaktaydı. Bu nüfusu yok etmek için dünya kamuoyuna rağmen
açıktan kitle imha siyasetini sürdüremeyen Bulgaristan, Türk toplumunu Türkiye’ye göçürmek suretiyle yok etmeyi plânladı.
• Bulgar idaresinin Bulgarları çoğunluk hale getirmek için izlediği bir diğer yol, komşu ülkelerin vatandaşı olan Bulgarları
Bulgaristan’a göç etmeye teşvik etmekti. Ancak sınırlarını genişletmeyi plânladığı sahada yaşayan ve kendileriyle işbirliği
yapmayı düşündüğü Bulgar nüfus söz konusu teşvik kapsamı dışındaydı. Bulgaristan’ın göçürme politikası neticesinde Türk
nüfusunun payı %40’lardan % 9,1’e kadar geriledi. Belirtmek gerekirse tamamen yok edilemedi. Bulgar istatistiklerine göre
1885’te Bulgaristan Emareti ve Şarki Rumeli’deki Müslüman nüfusun toplamı 802.597’dir. Bu da toplam nüfusun %26.91’ini
oluşturmaktadır. 1910’da bu nisbet %13.18’e kadar geriledi. İleriki yıllarda %10’un altına inecektir.
• Savaş esnasında Balkanlarda katliam, açlık ve hastalıktan 500 bin Türk öldü. Bu durumdan kurtulmayı başarabilen kılıç artığı
1.200.000’i aşkın Türk can korkusuyla göç etmek mecburiyetinde kaldı. Göçmenler geçici olarak söz konusu şehirlerdeki
cami, tekke, zaviye, medrese ve mektep gibi kamuya ait binalara ve yalı, köşk, konak ve bağ evleri gibi hususi binalara
yerleştirilmeye çalışıldı. Bu tedbirlerle konut açığı kapatılamayınca baraka inşasına geçildi. Göçmenlerin uzun süre geçici
statüde barındırılmaya çalışılmaları şehirlerde salgın hastalıkların ortaya çıkmasına ve asayişin bozulmasına sebebiyet
veriyordu. Kamu sağlığını korumak ve hazineyi büyük masraardan kurtarmak amacıyla Babıâli bu göçmenlerin büyük bir
kısmını daimi olarak yerleştirmeye karar verdi.
93 GÖÇÜ 4
• Daimî olarak yerleştirilmek üzere Anadolu’ya sevk edilen göçmenler iki yol takip ettiler. Birinci grup İstanbul
üzerinden Anadolu’ya geçerken diğer grup Varna, Ahyolu Bergosu, Tekirdağ, Dedeağaç ve Selanik gibi Rumeli
sahilindeki liman ve iskelelerden Anadolu’ya hareket etti. Türk göçmenlerin terk ettiği çok uluslu ve kültürlü
topraklarda kültürel ve etnik açıdan hetorejen bir yapıya sahip olan Karadağ, Sırbistan ve Bulgaristan
devletleri kuruldu.
• Doksanüç Harbi’nin bir diğer cephesi de Kaaslar ve Doğu Anadolu topraklarıdır. Berlin Antlaşması’yla Erzurum
ve Trabzon vilâyetlerinde 700 bin kişinin meskûn olduğu 36.000 km2 genişliğindeki araziyi de Ruslara terk
etti. İşgal sonrası Kars sancağına katılan Oltu ve Ardahan’la birlikte bölgenin savaş öncesi yaklaşık 78 bin olan
nüfusu Rus iskân siyaseti sonucu 1897’de 292 bine çıktı. Bu nüfus artışına rağmen Türk nüfusu azaldı. Bu göç
hareketi sonucu Rusların eline geçen bölgenin nüfus yapısı büyük oranda değişti.
• Rusların eline geçen Sohum ve Batum ile çevresinden Anadolu’ya yaklaşık olarak 120 bin göçmen geldi. Savaş
sonrası Kuban havzasından 1890’lı yıllarda göç etmeye hazır 24 bin haneden 10 bini Anadolu’ya geldi. Bu
göçler sonucu bölgedeki Müslüman nüfus azalırken Rus iskân siyaseti sonucu Kuban havzasındaki Rus
göçmeni sayısı 1894’de 1.500.000’e çıktı. Öte yandan, 1890- 1891 yılında Kırım’dan yaklaşık 18-20 bin
göçmen geldi. Bu sonuncular, gayrimenkullerini çok ucuz fiyatla tasfiye ettiler. Türklerin terk ettiği bu gibi
topraklar Rus zadegânı ve devlet ricali arasında paylaştırıldı.
93 GÖÇÜ 5
• Resmî istatistiklere göre 1877-1891 tarihleri arasında Sohum
göçmenleri hariç 700 binden fazla göçmen Rumeli’den Anadolu’ya
sevk edilirken Kuban, Kırım, Kafkasya, Batum, Sohum ve Kars
civarından Anadolu’ya en az 300 bin göçmen geldi. Bir başka söyleyişle
Türk vilâyetlerinde bir milyondan fazla göçmen iskân edildi.
Balkan Savaşları ve Göç 1
• Avrupa devletlerinin diplomatik desteğine sahip olan Balkan devletleri Trablusgarp Savaşı’ndan da faydalanarak 30 Eylül 1912’de
seferberlik ilan ettiler. Bir haa sonra da Karadağ Osmanlı Devleti’ne savaş açtı. Yunanistan, Sırbistan ve Bulgaristan Karadağ’ın
müttefiki olarak 17-18 Ekim 1912’de savaşa dahil oldular.
• Çağdaş Avrupa gazetelerinden takip edilebileceği gibi Sırp, Bulgar, Yunan ve Karadağlı komitalar ve askerî birlikler savaş esnasında
Müslüman sivil halkı yok etme politikasını gerçekleştirmeye yönelik faaliyetlere giriştiler. Kırsal alandaki Müslümanlar çözümü
şehirlere sığınmakta buldu. Bazı şehirlerin Müslüman ileri gelenleri ise tedhiş ve katliamdan kurtulmanın çaresini direnmeden
teslim olmakta bulacaktır.
• Savaş esnasında Üsküp şehrinin Müslüman halkı çareyi teslim olmakta bulmuştu. Teslim tarihinde Üsküp 60 bin nüfuslu bir şehirdi.
Müslüman nüfusun bir kısmı kaçmış ise de çoğunluğu henüz şehirde ikamet etmekteydi. Komitacılar geceleri bunlara karşı
misillemede bulunuyordu. Sırplar Üsküp’ten sonra Manastır’ı işgal ettiler. Sırp ve Bulgar komiteleri tarafından Manastır Vilayeti
dahilindeki hemen bütün Müslüman köyleri yakılmış, köylülerin bir kısmı katledilmişti. Katliamdan kurtulan yaklaşık 15 bin kişi
Manastır’a sığınmıştı. İşgal sonrası göçmenler başta Selanik olmak üzere en yakın liman ve iskelelere ulaşmaya çalışıyorlardı.
• İşgal sahasındaki ahalinin sığındığı kentlerden birisi de Selanik’ti. Özellikle Yunan askerlerince işgal edilen yerleşmelerdeki
Müslüman ahali soluğu şehirde alıyordu. Savaşın daha ilk haasında Üsküp ve Serez havalisinden Selanik’e birçok insan iltica etmişti.
9 Kasım 1912’de Selanik Tahsin Paşa tarafından Yunan kuvvetlerine teslim edildiği vakit şehirdeki göçmen sayısı 50 bini bulmuştu.
Bunun yarısı 13 Ocak 1913 tarihine kadar İzmir’e nakledildi. Bir kısmı da Tekirdağ ve Mersin limanlarına gönderildi. Söz konusu
sevkıyata dahil olmayanlar ocaklarına dönmeye çalıştılar. İkinci Balkan Savaşı esnasında Selanik kentine 135 bin Müslüman göçmen
geldi. Bunların bir kısmı zamanla yurtlarına dönmeye çalıştı. Bir kısmı da Anadolu’ya sevk edildi. Söz konusu sevkıyata rağmen
kuzeyden ve batıdan gelenler sebebiyle şehirdeki göçmen sayısı düşürülemiyordu.
Balkan Savaşları ve Göç 2
• Müslüman halkın kitlesel olarak sığınmaya çalıştığı şehirlerden birisi de Edirne’ydi. Kuşatma anında şehirdeki
mülteci sayısı yaklaşık 20 bin civarındaydı. Bu arada kendini güvende hissetmeyen Edirne’nin Müslüman
sakinlerinden bir kısmı şehri terk etmeye başlamıştı. Edirne’ye sığınan göçmenler Uzunköprü, Malkara ve Keşan’a
nakledildi. Bu şekilde ilk haa içerisinde yaklaşık 20 bin kişi şehri terk etti. Edirne’de kalanlar ise ailelerine erzak
bulmak ve hayatlarını korumak derdine düştüler.
• Edirne 26 Mart 1913’de düştü. Kent Bulgarlarca üç gün talan edildi. Bulgar askerlerinin ve Hıristiyan ahalinin
yürüttüğü talanda öncelikli hedef Türk ev ve dükkânlarıydı. İşgal edildiğinde şehrin nüfusu 80 bini yerli, 60 bini Türk
askeri, 50 bini Müslüman mülteci ve 40 bini de Bulgar işgal kuvveti olmak üzere toplam 210 bine çıkmıştı. İşgal
döneminde Bulgarlar gerek Türk askerlerine ve gerekse sivil Müslüman kesime baskıda bulundular. Baskıdan yılan
Müslüman ahali evlerine çekilmiş, olacakları beklemeye başlamıştı. Edirne’nin gayrimüslim sakinleri ise bir taraFTan
Bulgar işgal kuvvetlerini tebrik ediyor, diğer taraan Müslümanların evlerini basıp, mallarını gasp ediyorlardı.
• Edirne, Kavala, Serez, Dedeağaç ve sair işgal edilmiş şehirlerde uygulanan yöntem hep aynıydı: Osmanlı ordusu
çekilip gidince, kentliler çarpışmadan komitacılara teslim oluyordu. Komitacılar mallarını talan ettikleri Müslümanları
katlediyorlardı. Komitacıları salgın hastalık takip ediyordu. 1912 tarihli İngiliz konsolosluk raporunda bu durum şu
şekilde ifade edilmekteydi: “...Kavala ve Drama yörelerinde Bulgar komitacılarının ve yerel Hristiyan halkın elinden
çile çekmemiş tek bir Türk köyü bile yok gibidir. Çoğunda, düzinelerle erkek kıyımdan geçirilmiştir. Diğerlerinde ırza
geçmeler ve talan etmeler olmuştur”.
Balkan Savaşları ve Göç 3
• Savaş sonrası yurtlarını ve ocaklarını terk etmeyen Müslüman aileler çeşitli yöntemlerle taciz edildi. Yeni bir
savaş döneminde toplu katliama maruz kalacakları söylentisi yayılarak psikolojik baskı altına alındılar. Söz
konusu baskı ve uygulamalar üzerine savaş sonrası göçler devam etti. Yunanistan, Sırbistan ve Bulgaristan
idareleri ocaklarını terk eden Müslümanların yerlerine Hıristiyan göçmenleri yerleştirdi. Babıâli ilgili devletlerin
göçürme politikasını önlemeye çalıştı ise de başarılı olamadı.
• Netice itibarıyla Birinci Balkan Savaşı 6 haa, ikinci Balkan Savaşı 4 haa sürdü. Savaş esnasında katledilen Türk
nüfus kaynaklara göre 200 bini aşmaktaydı. Ayrıca on binlerce insan salgın hastalıklardan can verdi. Birinci
Balkan Savaşı esnasında Bulgarlar Edirne- Çatalca hattına kadar gelince, yöre halkı İstanbul ve Anadolu’ya
çekildi. Bir kısmı da Gelibolu’ya gitti. Bu arada Marmara sahillerinden ve özellikle Tekirdağ’dan karayolu ile
İstanbul’a çok sayıda göçmen gelmişti. Sadece Lüleburgaz- Çatalca, Tekirdağ, Ahtapolu ve Midye’den İstanbul’a
gelen göçmen sayısı 100 bini bulmaktaydı. Ayrıca 20 bin göçmen de yola çıkmıştı. Göç kervanına en nihayet
Küçük Çekmece ahalisi de katılır. Türklerle birlikte birçok Rum aile de Gelibolu ve Çanakkale’ye göç eder.
• Osmanlı, 2.300.000’i aşkın nüfusu barındıran sahayı savaşta kaybetti. Savaş sonrası söz konusu nüfusun %38’i
ocaklarında yaşamayı sürdürürken %62’si ya katledildi veya göç etmek zorunda kaldı. İşgal sahasının yanı sıra
Balkan devletleri coğrafyasında ikamet eden ve o devletlerin vatandaşı olan Müslümanlar da göç kervanına
katılır. Balkan mültecilerinin toplam sayısı içişleri bakanlığı istatistiklerine göre 413.922’dir.
TÜRK-YUNAN MÜBADELESİ 1
• Türkiye ile Yunanistan arasında gerçekleştirilen nüfus mübadelesi,
Kurtuluş Savaşı ve Mudanya Anlaşması sonrasında, İsviçre’nin Lozan
şehrinde toplanan Lozan Barış Konferansı’nda alınan kararlardan
biridir. Bu karar, 30 Ocak 1923’te imzalanan “Yunan ve Türk Halklarının
Mübadelesine İlişkin Sözleşme ve Protokol” ile kesinlik kazanmıştır.
Mübadeleye tabii tutulacak olan halklar ve mübadele kapsamına
girmeyen kişiler ile mübadelenin zorunlu karakteri, sözleşmenin ilk iki
maddesinde belirtilmiştir.
TÜRK-YUNAN MÜBADELESİ 2
• Madde 1. Türk topraklarında yerleşmiş Rum Ortodoks dininden Türk
uyrukları ile Yunan topraklarında yerleşmiş Müslüman dininden Yunan
uyruklarının, 1 Mayıs 1923 tarihinden başlayarak, zorunlu
mübadelesine girişilecektir. Bu kimselerden hiç biri, Türk Hükümetinin
izni olmadıkça Türkiye’ye ya da Yunan Hükümetinin izni olmadıkça
Yunanistan’a dönerek orada yerleşemeyecektir.
• Madde 2. Birinci Maddede öngörülen mübadele: a) İstanbul’da oturan
Rumları (İstanbul’un Rum ahalisini); b) Batı Trakya’da oturan
Müslümanları (Batı Trakya’nın Müslüman ahalisini) kapsamayacaktır.
TÜRK-YUNAN MÜBADELESİ 3
• Sözleşmenin birinci maddesinden anlaşıldığı gibi, mübadele edilecek olan halkların sadece dini
kimliği esas alınmış, dilsel, etnik ve kültürel farklılıklar önemsenmemiştir. Yine aynı maddenin
belirttiği mübadelenin zorunlu bir göç olması hususu, gerek göçün kısa sürede tamamlanmasını
sağlama amacıyla, gerekse demografik değişiklikler nedeniyle her iki ülkenin de yaşayacağı
ekonomik sorunların bir ölçüde azaltılması düşüncesiyle öngörülmüştür. Mübadele kararı,
toplumların dini bakımdan homojen duruma getirilmesi açısından gerek Türkiye’nin, gerekse
Yunanistan’ın arzusu doğrultusunda alınmış bir karardır. Mübadele ile her iki ülkede de dinsel
kimlik bütünlüğü kesin çözüm bulmuştur. Ancak ekonomik açıdan baktığımızda, mübadele kararı
Yunanistan için daha önemlidir çünkü 1923 yılına kadar Anadolu ve Doğu Trakya’dan
1.200.000’e yakın Rum Ortodoks Yunanistan’a göç etmiştir. Rum muhacirlerin yerleştirilmesi ve
en kısa sürede üretici duruma getirilmeleri için, Yunanistan topraklarında yaşayan
Müslümanların Türkiye’ye göç etmesi ve onların evleri ve arazilerine muhacirlerin yerleşmesi
gerekliliği ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda mübadelenin, ulus-devlet kurmak ve güçlendirmek
çerçevesinde hem dini hem de ekonomik temeli olduğunu ileri sürmek yanlış olmayacaktır.
TÜRK-YUNAN MÜBADELESİ 4
• Mübadele sözleşmesinin imzalanmasından itibaren Türkiye ve
Yunanistan’da mübadillerin taşınması, yerleştirilmesi ve üretici
durumuna getirilmesi için çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmaların en
önemlisi, mübadillerin geldikleri yerlere ve sosyo-ekonomik
statülerine göre yeni yerleşim birimlerinin belirlenmesidir. Ancak bu
belirleme, en başta yerleşim yerlerinin müsait olup olmadığına
bağlıdır. İşte bu nedenle iskan faaliyetleri her iki ülke için de birinci
derecede önem taşımıştır
TÜRK-YUNAN MÜBADELESİ 5
• Mübadele sözleşmesinin sonucu olarak İstanbul, Gökçeada ve Bozcaada’da ikamet eden
Ortodoks Rumların dışında tüm Anadolu’da ve Doğu Trakya’da ikamet eden Ortodoks Rumlar
Yunanistan’a, Batı Trakya dışında Yunanistan topraklarında yaşayan tüm Müslümanlar
Türkiye’ye gönderilmiştir.
• Devlet İstatistik Enstitüsü’nün verilerine göre, mübadele kararının sonucu olarak 1923 ile 1927
yılları arasında Yunanistan’dan Türkiye’ye 456.720 Müslüman gelmiş ve çoğunluğu Ekim
1923’te kurulan Mübadele İskan ve İmar Vekaleti tarafından önceden belirlenmiş olan köy ve
şehirlere yerleştirilmiştir.
• İskan faaliyetlerinin sonuçlarına baktığımızda, Türkiye’de mübadil iskanının en yoğun olduğu
yerlerin genel olarak eski Rum yerleşimleri olduğunu görmekteyiz. Köy iskanı açısından ele
aldığımızda, mübadiller çoğunlukla mübadele öncesi ya da mübadeleyle Rumların terk ettiği
boş köylere iskan edilmişlerdir. Bu nedenle en çok mübadil iskanı Batı Anadolu ve Trakya’ya
olmuştur. Diğer mübadiller ise yerli halkın yaşadığı köylere ya da kendilerinden önce iskan
edilmiş olan muhacirlerin köylerine iskan edilmişlerdir.
1923 ile 1927 yılları arasında illere göre iskan edilmiş mübadil sayıları
Göçlerin Demografik, Sosyal ve Ekonomik Sonuçları 1
• Demografik Etki: Salgın hastalık, kıtlık, savaş ve toprak kaybı Osmanlı toplumunun nüfus artış hızını
sürekli düşürmekteydi. Özellikle askerlik hizmetiyle fiilen yükümlü olan Müslüman toplumda nüfus
artış hızı bir hayli düşmüştü. Bu ortamda gerçekleşen göçler nüfus azalmasını önledi. Göçler
neticesinde Balkanlarda kurulan ulus devletlerin sınırları içerisindeki Türk ve Müslüman nüfus bir
hayli azalmıştır. Buna karşılık Anadolu’da çoğunlukta olan Türk nüfus sayısal açıdan ezici bir üstünlük
elde etmiştir. Birinci Dünya Savaşı arifesinde Osmanlı Devleti’nin yüzölçümü 1.710.000 km2, nüfusu
ise 18.520.016’dır. Bunun 15.044.846’sı Müslüman, 1.729.738’i Rum, 1.161.169’u Ermeni,
187.073’ü Yahudi, 62.468’i Katolik Ermeni, 65.844’ü Protestan, 24.845’i Latin, 54.750’si Süryani’dir.
• Göçler nüfusun köy- kent dağılımını da etkiledi. 19. yüzyıl öncesi kır nüfusunun az olması büyük
çiliklerin kurulmasını zorunlu kılmaktaydı. Ancak özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren
göçmenlerin kitlesel boyutta kırsal alana yerleştirilmesi Anadolu kırsalına köy yerleşmelerinin hâkim
olması sonucunu doğurmuştu. Köyün inşa edileceği mevkilerin belirlenmesinde devletin iskân
politikası ve göçmenlerin kültürel özellikleri etkili olmuştu. Kırım, Balkan ve Kaas köy yerleşme tipleri
Anadolu’da ortaya çıkmıştır. Bu arada kasaba ve şehirlerin nüfuslarında da artışlar söz konusu
olmuştur.
Göçlerin Demografik, Sosyal ve Ekonomik Sonuçları 2
• Mali ve İktisadi Etki: Göçmen iskânına açılan miri çilikler en verimli toprakları ve bol kaynakları içine
almaktaydı. Bu alanların emek gücü açığı dolayısıyla mera olarak değerlendirilmesi hayvancılığın gelişmesini
sağlarken tarla kültürü sahasının giderek daralması sonucunu doğurmaktaydı. Öte yandan çorak, kıraç,
bataklık sahaya yerleştirilenler zamanla söz konusu alanları bayındır bir hale getirmişlerdi. Bu ise tarım
üretiminin artmasına vesile olmuştur. Netice itibarıyla Anadolu’nun ekonomik özelliği hayvancılıktan ziraate
dönüşmüştür. Göçmenler yeni kültür bitkilerini ve yeni metodları tecrübe ederek Anadolu’nun ürün çeşidini
ve miktarını arttırdılar. Her şeyden önce Balkanlardan gelen göçmenler yeni teknolojinin kullanılmasına daha
yatkın bir durumdaydılar.
• Kırım göçmenlerinin bir kısmı sermayeleri ile birlikte gelmeyi başarmışlardı. Bunlar Anadolu’nun müteşebbis
grubu içerisinde yer aldılar. Çiftçi olan Kırımlı göçmenler Orta Anadolu’nun kırsal alanında mekân tutarak tahıl
ziraati yapmaya başladılar. Neticede Orta Anadolu ülkenin tahıl ambarı oldu. Kafkas göçmenleri ise
Anadolu’da yerleştikleri yerlerde hayvan yetiştiticiliği ve hayvan ürünlerine katkıda bulundular. Balkanlardan
göç edenlerden varını yoğunu terk edip gelenler kamu veya özel alanlarda işçi olarak istihdam edildi. Mal
varlığını tasfiye edip gelmeyi başaranlar bir süre sonra işlerini kurabilmişlerdir. Kırsal alanda verimli sahalara
yerleşenler kısa bir süre sonra ekonomik durumlarını düzeltirken doğu ve orta Anadolu’da kurak sahalara
yerleşenler hastalık ve yetersiz beslenme sebebiyle fakir bir konuma düşebilmişlerdir.
Göçlerin Demografik, Sosyal ve Ekonomik Sonuçları 3
• Kasaba ve şehirlerde yerleşenler ise doğrama atölyeleri açmışlar, esnaflıkla meşgul olmuşlar, kereste ticareti gibi işlerle
uğraşmışlardır. Bazıları da küçük arabalarla ticarî taşımacılık yapmışlardır. Ancak ülke sanayisinin gelişmemiş olması
nedeniyle şehir ve kasabalara yığılanlar iş bulamamışlardır. Netice itibarıyla göçmenler ülkenin tarım ve ticaretinin
gelişmesine büyük katkıda bulunmuşlardır.
• Birinci Dünya Savaşı esnasında çalışan nüfusun silâhaltına alınması, askere gidenlerin pek azının geri dönebilmesi, ulaşım
ağının azlığı, işlenemeyen toprakların geniş bir alanı kapsaması üretimin azlığına delâlet eder. Genel savaş mevcut üretimi
de sekteye uğrattı. Faal nüfusun seferberlik sebebiyle silâhaltına alınması, istilâya maruz kalan yerlerdeki ahalinin iç
bölgelere iltica etmesi, cephe gerilerinin tahliye edilmesi, Birinci Dünya Savaşı’nda Müslüman, Rum ve Ermenilerin
güvenlik açısından cephe gerisine çekilmesi tahminen 3 milyon insanın tarlasından, bağından, bahçesinden ayrılmasına,
ülke üretiminin en alt seviyeye düşmesine sebebiyet verdi. Bu ise ülke çapında genel bir kıtlığa yol açtı.
• Üretimin düşmesi devletin gelir kaynaklarının azalması demekti. Zira bütçe gelirlerinin %25-30’unu Türk köylüsünden tahsil
edilen vergiler oluşturuyordu. Tamamen tüketici bir kitleye dönüşen mülteciler devlete vergi ödeyemez hâle geldiler. Bu
nedenle hükümet, tahsil edemediği mültecilerin savaş yıllarına ait vergi borçlarını aetti. Bu ise bütçe gelirlerinin azalması
demekti.
• Gelirlerdeki bu azalmaya karşılık, giderler dolayısıyla bütçe açıkları arttı. Açığın ortaya çıkmasında, harcama kalemine dahil
edilmeyen mültecilere yapılan yardımlar ve mültecilerden vergi tahsil edilememesi etkili oldu. Devlet geçimini temin
edemeyen fakir mültecilerin barınma, iaşe, sağlık ve benzeri giderlerini üstlendi. Ayrıca göçmen idaresinin personel
harcamaları da vardı. Birinci Dünya Savaşı esnasında tüm bu harcamaların yıllık faturası 16 milyon kuruşu bulmaktaydı
Göçlerin Demografik, Sosyal ve Ekonomik Sonuçları 4

• Sosyal Etki: Göçmenle yerli toplum arasında kültürel fark olmaması iki
unsurun zaman içerisinde kaynaşmasına sebep olmuştur. Bununla beraber
iskân politikasındaki yanlışlıklar ve aksaklıklar özellikle göçmenlerin
yığıldıkları yerlerde göçmen yerli çatışmasına dönüşebilmiştir. Bazı yerlerde
geçim sıkıntısı çeken göçmenler yerli ahalinin toprak tasarruf hukukunu gasp
edebilmekteydi. Bazı yerlerde ise göçmenlerin yerli ahalinin zılyedinde
bulunan miri arazilere yerleştirilmesi yerli halk ile göçmeni karşı karşıya
getirebilmekteydi.
• Bazı yerleşim alanlarında daimî iskân faaliyetlerinin gecikmesi, göçmenlerin
üretici hale gelememesi neticesini vermekteydi. Bu durumda açlık sorunuyla
karşı karşıya kalan göçmenler asayişi bozucu hareketlerde bulunabilmişlerdir.
Göçlerin Demografik, Sosyal ve Ekonomik Sonuçları 5
• Genelde yerli ahali kırsal alana gönderilen göçmenlerin zorunlu ihtiyaç maddelerini karşılama
yoluna gitmişlerdir. Bununla beraber yerli ahaliden göçmenlere olumsuz davranışta bulunanlar
olmuştur. Gayrimüslimler yer yer göçmen iskânına karşı çıkabilmişlerdir. Özellikle Ermeni Patrikliği
yabancı elçilikler nezdinde göçmen iskânına karşı çıkmıştır. Keza Kıbrıs Rumları da adaya göçmen
iskân edilmesini istemiyorlardı. Lübnan çevresine göçmen yerleştirilmesine ise Batılı diplomatlar
bölgenin asayişi bozulacağı iddiasıyla karşı çıkmaktaydılar
• Osmanlı Devleti toplumu Osmanlılık fikri etrafında toplamaya çalışmıştı. Ancak, Rusya’nın sözde
Hıristiyanları zulümden kurtarmak maksadıyla Osmanlı Devleti’ne savaş açması, savaş ve
seferlerine Haçlı damgası vurmaktan kaçınmaması, söz konusu savaşlarda binlerce Müslümanın
katledilmesi, yüzbinlercesinin mal ve mülkünü terk ederek Anadolu’ya sığınması Müslüman-
Hıristiyan münasebetlerini bozmuştur. Bununla beraber devlet adamlarının aldığı önlem ve
tedbirler neticesinde söz konusu topluluklar arasında en azından herhangi bir silahlı çatışma
çıkmamıştır. Milyonlarca Müslüman Rusya’da ve Balkanlarda kurulan ulus devletlerde gördükleri
baskı ve zulüm sonucu Anadolu’ya göç etmişler ve neticede Osmanlılık fikri toplum tarafından
kabul görmemiştir.
Göçlerin Demografik, Sosyal ve Ekonomik Sonuçları 6

• Mülteciler, geçici iskân bölgelerinde yerli halkla temasta bulundular. Söz


konusu sosyal ilişki özellikle mültecilerin yaşam tarzında bazı değişikliklere yol
açtı. Göç sonrası, Kaasya ve Rumeli’nin mimari tarzı Anadolu’ya, Orta ve Batı
Anadolu’nun mimari tarzı da Doğu Anadolu’ya taşındı. Ayrıca ziraî yöntem,
kullanılan araç gereç, hayvan yetiştirme usulleri ve bilhassa sütçülükte gözle
görülür değişiklikler meydana geldi. İnşaat sektöründe göze çarpan ilk yenilik,
her köyde iki, üç tane olmak üzere Orta ve Batı Anadolu’da kullanılan çatının
doğuya ithal edilmesiydi. Pencereler çatıdan duvar yüzeyine indi. Evlerin
donatılmasında karyola, masa, sandalye kullanıldı. Aslında bu eşyalar, genel
savaş öncesi ekonomik durumu iyi olan bir iki ailede bulunurken, göç sonrası
yaygınlaştı. Orta halli ve fakir ailelerde süs eşyası olarak telâkki edilen bu
eşyalar, misafir geldiği zaman asıl fonksiyonlarına uygun bir şekilde kullanıldılar

You might also like