You are on page 1of 166

BÖLÜM II

KANATLILARDA BESLENMEYE BAĞLI BOZUKLUKLAR

YAĞLI KARACİĞER SENDROMU


(YAĞLI KARACİĞER HEMORAJİK SENDROM)

Yağlı karaciğer hemorajik sedrom (YKHS), karaciğerde aşırı yağ


infiltrasyonu ve farklı derecelerde hemoraji ile karakterize bir
bozukluktur. Genellikle yumurtacı tavuklarda oluşmakla birlikte
broyler ve damızlık hindilerde de görülmektedir.
Memelilerde lipogenesisin ana merkezi adipoz dokudur fakat bazı yağ
asitlerinin sentezi karaciğerde gerçekleştirilmektedir. Kanatlılarda ise yağ asitlerinin
%90’ı karaciğerde sentezlenmektedir. Seksüel erginlik ve yumurtaya geçiş
döneminden itibaren karaciğerdeki lipogenesis önemli düzeyde artmaktadır.
Karaciğerde sentezlenen lipitler proteinlerle birleşerek kan dolaşımıyla gelişmekte
olan oosit’e taşınır. Seksüel erginliğe ulaşmamış dişilerde kan plazmasında 2-5
mg/ml olan lipit seviyesi yumurtlama başlangıcında 40 mg/ml’ye yükselmekte,
yumurtlamaya birlikte 15-30 mg/kg düzeyine düşmektedir. Yumurtlama
başlangıcında karaciğerde lipit miktarı önemli derecede yükselmektedir.
Yumurtlama öncesi ve sonrası dönemde serum lipit seviyesindeki artışlar ile serum
östradiol düzeyi arasında önemli bir ilişki bulunmaktadır.
Etiyoloji

Yüksek düzeyde enerji tüketimi, özellikle mısıra dayalı rasyonlarla besleme YKHS
oluşumuna yol açmaktadır. Sendrom genellikle kafeste barındırılan kanatlılarda
gözlenmekte, yerde barındırılan hayvanlarda ise nadir olarak oluşmaktadır. Yumurta
sarısında günlük 6-10 gram düzeyinde yağ sentezlenmesi yumurta tavuklarında bu
sendromun önemini daha da artırmaktadır.
YKHS’nun sebebi tam olarak belirlenememiş olsa da aşağıda açıklanan faktörler
üzerinde durulmaktadır.
Beslenme ile İlgili Faktörler
1. Rasyonun Genel Özellikleri: Yağlı karaciğer hemorajik sedrom oluşumu üzerine
yüksek enerji içerikli rasyonların etki ettiği düşünülmektedir. Kanatlılarda yem
tüketimini etkileyen en önemli faktör günlük enerji ihtiyacıdır (Tablo 2.1).
Enerji ihtiyacının karşılanamaması hayvanın yem tüketimini artırmasına yol
açmakta, bu durum özellikle yüksek çevre sıcaklığında önem kazanmaktadır.
Rasyonun protein: enerji oranı oldukça önemli bir faktördür. Düşük protein
tüketimi aşırı yağ birikimine yol açmaktadır. Rasyonun protein düzeyinin düşük
olması durumunda hepatik steatosis oluşumu teşvik edilmekte, apoliproteinlerin
sentezi için yeterli düzeyde aminoasit sağlanamamakta ve lipit taşınması
engellenmektedir.
2. Rasyonda Kullanılan Katı ve Sıvı Yağlar : Rasyon enerjisinin yağ katılarak
artırılmasının YKHS insidensini artırabileceği oysa enerji düzeyi sabit tutularak diğer
enerji kaynaklarının bir bölümünün yerine yağ katılmasıyla YKHS insidensinin
azalabileceği belirtilmektedir.
3. Radyonu Oluşturan Yem Maddeleri: Enerji ve protein oranı sabit tutularak
rasyonda mısır düzeyinin artırılması durumunda karaciğerde yağlanma ve
hemorajinin artış gösterdiği belirlenmiştir.
4.Rasyondaki Mineral Madde Düzeyleri: Düşük oranda kalsiyum bulunan
rasyonlar karaciğer yaglanmasını ve karaciğer hemoraji skorunu artırmaktadır.YKHS
bulunan kümeslerde yapılan su analizlerinde Ca, Mg, Sr, Na, Fe ve Ba önemli
düzeyde yüksek bulunmuştur.Yumuşak suların kullanıldığı kümeslerde YKHS nadiren
görülürken orta sertlikte ve sert suların kullanıldığı kümeslerde YKHS insidensinin
arttığı gözlenmiştir.
Hormonal Faktörler: Yumurta sarısı sentezi için lipitlere ihtiyaç duyulması nedeniyle
ergin yaştaki kanatlıların karaciğerinde yağ düzeyinin artması normaldir. Yağ
düzeyindeki artış östrojen tarafından etkilenmektedir. Metabolik faaliyetleri ve
enerji dengesini etkilemeleri nedeniyle tiroid hormonları da karaciğer yağ miktarını
değiştirebilmektedir.
Çevresel Faktörler: YKHS kafeste barındırılan hayvanlarda daha fazla
gözlenmektedir. Kafeste barındırılan yumurta tavuklarının gezinme alanlarının sınırlı
olması,egzersiz yetersizliği ve yüksek enerjili rasyonlar zaman içinde hayvanın
yağlanmasına ve karaciğer lipit düzeyinin artmasına yol açmaktadır. Saha
çalışmalarında , YKHS’ nin mevsime bağlı olarak geliştiği ve yılın ılıman aylarında
insidensin arttığı belirlenmiştir. Çevre sıcaklığının artış gösterdiği (25-35C)
dönemlerde hayvanın pozitif enerji dengesine geçmesi yağlı karaciğer gelişiminde
etkili bir faktördür.
Genetik Faktörler: Değişik yumurtacı tavuk hatlarında YKHS insidensinde
farklılıkların olması, bozukluğun ortaya çıkışında genetik yatkınlığın etkili olduğunu
göstermektedir. Karaciğer lipit oranının farklı hatlardaki sağlıklı yumurtacı
tavuklarda %25.8 ile %49.0 arasında değişmesi genetik faktörlerin etkisini ortaya
koymaktadır.
Semptomlar
Kümeste yumurta veriminin ani olarak düşmesi,ibik renginin solgunlaşması ve
ağırlığının yaklaşık %10 kadar artış göstermesi YKHS şüphesini artırmaktadır .
Post-mortem olarak; karaciğerin hemorajik odaklara sahip olması ve lipit ile dolu
bir şekilde hacminin artması sendromun teşhisini kolaylaştırmaktadır. Karaciğer
kolay parçalanabilir bir yapıdadır ve lobların birbirinden ayrılması oldukça zordur.
Karaciğer genellikle solgun sarı renkte olmakla birlikte bu renk YKHS için her zaman
spesifik bir özellik değildir. Yumurtacı tavukların normal düzeyde sarı mısır ile
beslenmesi sonucunda da karaciğerde bu renk gözlenebilmektedir. Karaciğer kuru
maddesinde %40 olan yağ oranı %70 ‘lere kadar çıkabilmektedir. Fakat bu oranlar
coğrafik bölgelere göre değişmekte ve karaciğerde yağ oranının yüksek olması YKHS
vakası görüleceği anlamına gelmemektedir. Yine de karaciğer yağ oranlarındaki nisbi
yükselme YKHS için hazırlayıcı bir faktör olarak kabul edilmektedir.
YKHS derecesinin belirlenmesinde 1-5 arasında değişen skalada bir karaciğer
hemoraji skoru kullanılmaktadır. Bu skala 1=hemoraji yok , 2=1-5 hemorajik odak ,
3=6-15 hemorajik odak , 4=16-25 hemorajik odak ve 5=>25 hemorajik odak olarak
puanlanmıştır.
Ayrıca aspartat amino transferaz (AST),laktat dehidrogenaz (LDH) ve glutamat
dehidrogenaz (GDH) enzimlerinin aktivitelerinin ölçümü de karaciğer hakkında bilgi
vermektedir.
Subklinik YKHS vakalarında ise, karaciğerin büyüdüğü, parçalanabilir ve yüksek
yağ içeriği nedeniyle sarı- kahverengimsi bir renk aldığı, karaciğer kapsülü altında
küçük hemorajik odakların oluştuğu tespit edilebilir.
Tedavi ve Korunma
Enerji Dengesi : Pozitif enerji dengesi pratik olarak canlı ağırlığının tespiti ile
belirlenebilir. Daha önceden YKHS görülmüş bir kümesteki hayvanların en az %1’i
her ay tartılmaktadır.
Yüksek yumurta verimini sürdürecek enerji tüketimi ile aşırı yağlanmaya yol
açan enerji tüketimi arasında dar bir sınır vardır. Yumurta kütlesi pike ulaştığında
enerji ihtiyacının azaldığı kabul edilmektedir. Bu dönemde genellikle protein
tüketimi azaltılmakta fakat enerji tüketiminin kısıtlanması göz ardı edilmektedir.
Yağlı karaciğer hemorajik sendrom gözlenmese bile, aşırı enerji tüketiminin
ekonomik bir kayıp olması nedeniyle enerji faz beslemesi yapılması faydalı
görülmektedir.
Rasyonun enerji konsantrasyonunun düşürülmesi ve kısıtlı besleme metotları ile
enerji tüketimi azaltılabilir. Pik yumurta kütlesi döneminden sonra ırk ve hata bağlı
olarak fiziksel yem kısıtlaması ile yem tüketimi %5-8 oranında azaltılabilir. Bu gibi
kısıtlamalar en az 3-4 haftaya yayılarak dereceli olarak uygulanmalı, yem
kısıtlamasının etkisi canlı ağırlık ölçümleriyle tespit edilmelidir. Yemlerin ince
partiküllü olarak hazırlanması ve öğün sayısının azaltılması enerji tüketimini
sınırlayan diğer metotlar arasında sayılabilir. Düşük proteinli rasyonların yağlanmayı
teşvik etmesi nedeniyle rasyondaki enerji: protein oranına da dikkat edilmelidir.
Rasyon Düzenlemeleri: Balık unu ve kurutulmuş tane yem şilempeleri gibi yem
maddeleri kanatlılarda karaciğerin nisbi ağırlığını ve lipit içeriğini azaltmaktadır.
Fermantasyon yan ürünlerinin bu olumlu etkilerinin yağ metabolizmasını değiştirip
besin maddelerinin biyolojik değerliliğini artırmalarından, iz element dengesini
düzeltmelerinden veya maya metabolitlerinden kaynaklandığı düşünülmektedir.
Selenyum ve vitamin E YKHS insidensini azaltmaktadır. Selenyum ilavesiyle
glutatyon peroksidaz enzimi artış göstermekte ve karaciğerdeki hemoraji
azalmaktadır.YKHS bulunan hayvanlarda karaciğer lipitlerinin peroksidasyonu söz
konusu olduğu için yüksek düzeyde selenyum, vitamin E ve etoksiquin gibi sentetik
antioksidanların rasyona katılması faydalı görülmektedir. YKHS şüpheli kümeslerde
tedavi veya korunma amacıyla rasyonda etoksiquin,0.3ppm selenyum ve 50 IU/kg
düzeyine kadar vitamin E katılmalıdır. Rasyona balık unu katılmasıyla birlikte
karaciğer ağırlığı, karaciğer ve plazma lipitleri ile YKHS insidensinin azalmasının balık
unundaki selenyum dan kaynaklandığı düşünülmektedir.
Rasyona yağ ilave edilmesinin de bazı avantajları olabilir.Çelişkili olarak
görülsede, karbonhidratlar yerine yağ kullanılması sonucunda karaciğerde yağ
sentezinin azaldığı ve bu nedenle karaciğer metabolizmasının rahatladığı tahmin
edilmektedir.
Yonca unu ve yüksek selüloz içeriğine sahip değirmencilik yan ürünleri YKHS
gelişimini önleyen bazı koruyucu faktörleri içermekte ve plazma lipit seviyesini
düşürmektedir. Selüloz karaciğerden lipit taşınmasını hızlandırarak karaciğer lipit
konsantrasyonunu azaltmaktadır.
Kolin ve metiyonin gibi lipotropik etkili maddelerin rasyona ilavesinin belirgin
bir etkisi görülmektedir. Metiyonin rasyona %0.1, kolin 500 mg/kg düzeyine kadar
katılabilmektedir. Kolin, vitamin B12 ve vitamin E karışımların ilave edildiği yemlerin
zorla yedirilmesiyle de karaciğer hemoraji skorunda azalma tespit edilmiştir. Ayrıca
rasyona 6g/kg düzeyinde L-sistin ilavesi de yapılabilir.
Çevre Sıcaklığı: Çevre sıcaklığından kaynaklanan stres şartlarını hafifletecek
uygulamalar yapılmalıdır.Çevre kontrollü kümeslerde yüksek çevre sıcaklığı bir
avantaj olarak kullanılabilir. Yumurta kütlesi pikinden sonra 20 °C yerine kümes
sıcaklığının 25-28 °C’ye ayarlanması ile enerji tüketiminin azaltılması YKHS gelişimini
önleyebilir.
YAĞLI KARACİĞER ve BÖBREK SENDROMU

Yağlı karaciğer ve böbrek sendromu (YKHS), broylerlerde karaciğer ve böbrek


etrafında aşırı miktarda yağ birikimi ile karakterize bir bozukluktur.
Etiyoloji
Biyotin yetersizliği veya biyotinin rasyonda çok düşük düzeyde bulunması yağlı
karaciğer ve böbrek sendromuna neden olabilmektedir. YKHS buğdaya dayalı
rasyonlarla beslenen 2-4 haftalık yaşlardaki broylerlerde daha fazla gözlenmektedir.
Bu sendromun oluşumunda bazı çevresel stres faktörlerinin de etkili olduğu
düşünülmektedir. YKHS gelişimini etkileyen faktörler:
1-Rasyonun Kompozisyonu: Buğdayda bulunan biyotinin değerlendirilememesinin
bu sendromun gelişiminde etkili olduğu kabul edilmektedir. Rasyonda %80 oranında
buğday kullanılması sonucunda %5-6 oranında ölüm gözlenirken rasyonun mısır-
arpaya dayalı olması durumunda ölüm gözlenmemiştir.
2-Stres Faktörleri : Ticari şartlarda çevre sıcaklığında dalgalanmalar, gürültü,
amonyak düzeyinin yüksek olması, sıklık, rasyon değişiklikleri ve ilaç uygulamaları
gibi birçok stres faktörünün hastalığın gözlenmesinde etkili olduğu
düşünülmektedir.
3-Barsak Şartları: Normal şartlarda barsaklarda önemli miktarda biyotin
sentezlenmektedir. Buğday gibi tane yemlerin biyotin sentezini bozup bozmadığı
tam olarak bilinmemekte fakat buğdayın barsak viskozitesini artırmasının biyotin
sentezini olumsuz yönde etkilediği tahmin edilmektedir. Bazı antimikrobiyel
maddeler özelikle kükürt ihtiva eden bileşikler biyotin sentezi yapan koliform
bakterilerin ölümüne yol açarak barsakta biyotin sentezini azaltabilmektedir. Bu
ilaçların kullanılmasından sonra şiddetli biyotin yetersizliği gözlenmektedir.
4-Damızlıkların Beslenmesi: Damızlık rasyonlarındaki biyotin seviyesinin düşük
olması YKHS oluşumunu etkilemektedir. Kırık yada kabuksuz yumurtaların yenilmesi
durumunda albüminde bulunan avidinin biyotin seviyesini olumsuz yönde
etkileyebilmektedir.
Semptomlar
Çoğunlukla 17-30. günler arasında hızla ortaya çıkmaktadır.Hayvanlar durgun ve
hareket etmeye karşı isteksizdirler.Bazı hayvanların boyunlarını ileri doğru uzattığı
ve paraliz ile birlikte göğüs üzerine yatar şekilde pozisyon aldıkları gözlenebilir.
Ölüm çoğunlukla belirtilerin başlamasından sonraki 2-3 saat içerisinde
oluşmaktadır. Biyotin yetersizliği bu sendromun oluşumunda en büyük faktör
olmakla birlikte etkilenen hayvanlarda dermatitis gibi biyotin yetersizliği belirtileri
gözlenmemektedir. Mortalite oranı %5-20 arasında değişebilmektedir.
Hayvanların vücut boşlukları açıldığında ketotoik bir koku algılanabilir. Karaciğer
ve böbreklerin büyüdüğü ve solgun bir renk aldıkları, adipoz dokununun pembe bir
renkte olduğu tespit edilebilir. Barsakların ilk bölümlerinde kökeni belli olmayan
koyu renkli sıvı birikimi şekillenebilir. Bezli midenin hamurumsu bir kıvamda olduğu
ve timus ağırlığının azaldığı tespit edilebilir.
Karaciğer ve böbrek trigliserit miktarı yaklaşık %400-500 oranında artış göstermekte
fakat fosfolipit seviyesi etkilenmemektedir. Şiddetli vakalarda kan glikoz
konsantrasyonunun da düşmesi karbonhidrat ve lipit metabolizmasının her ikisinin
de bozulduğunu göstermektedir. Metabolizmadaki bu değişikliklerin biyotine bağlı
bazı enzimlerin aktivitesinin bozulmasından kaynaklandığı tahmin edilmektedir.
Biyotin yetersizliği asetil CoA karboksilaz (lipojenik bir enzim ) ve pirüvat karboksilaz
(glikojenik bir enzim ) enzimlerinin etkilerini değiştirmektedir. Karaciğer biyotin
seviyesi <0.8ug/g olduğunda asetil CoA aktivitesi artmakta, glikoneogenesis yoluyla
pirüvik asitin tamamen metabolize edilmesi için gerekli olan pirüvat karboksilaz
enzimi yetersiz kalmaktadır.
Tedavi ve Korunma

Tane yem diğer yem maddelerindeki biyotin değerliliğinin değişken olması


nedeniyle rasyona ilave biyotin katılmalıdır. Hayvanların biyotin düzeyi üzerine çok
sayıda stres faktörünün etkili olması nedeniyle broyler ve broyler damızlık
rasyonlarına en düşük 0.2mg/kg düzeyinde biyotin ilave edilmelidir. Bu düzey,
rasyon protein oranının düşük olması, sülfanamid türü ilaçların kullanılması ve
doymamış yağ asitlerinin rasyona katılması durumunda artırılabilir.
Rasyondaki yağ seviyesinin artırılmasının faydalı olduğu belirtilmektedir. Nişasta
yerine yağ katılması durumunda ölüm oranının %19’dan %7’ye düştüğü tespit
edilmiştir. Yüksek oranda protein ve yağ ihtiva eden rasyonlarla besleme, lipogenesi
ve asetil CoA karboksilaz düzeyini azaltarak biyotin ihtiyacını düşürmekte, pirüvat
karboksilaz ve glikoneogenesis için kullanılan biyotin düzeyini artırmaktadır.
ASİTES

Asites (pulmoner hipertansiyon,sağ ventriküler hipertrofik),karaciğerden sızan lenf ve


kan plazmasından oluşan sıvının karın boşluğunda birikmesi ile karakterize bir
durumdur. Bu nedenle ‘sulu karın’ deyimi de kullanılmaktadır. Ördeklerde,Afrika
tavuklarında (beç tavuğu ) ve hindi palazlarında en yaygın olarak da broylerlerde
görülmektedir. Asites çoğunlukla 4-5 haftalık yaşta oluşmakla birlikte kuluçka sırasında
embriyonun yeterli oksijeni alamaması nedeniyle bir günlük yaşta da gelişebilmektedir.
Son yıllarda tüm dünyada asites insidensi artış göstermiştir. Dört farklı kıtadaki 18
ülkeden sağlanan veriler, broylerlerin %4.7’sinin asitesten etkilendiğini ortaya
koymuştur.
Genetik seleksiyon teknikleri ile son 30 yılda broylerlerde büyüme oranı her yıl için
%4-5 oranında artırılmıştır. Aynı ağırlıkta broyler üretmek için ise büyüme dönemi
süresi 15 yılda %30 kadar azaltılmıştır.
Önceleri 2 kg canlı ağırlıkta broyler elde etmek 56 gün sürerken, bugün 40 günden
daha az sürede aynı ağırlıkta broyler elde etmek mümkün olmaktadır. Broylerlere
hızlı büyüme ve yeniden yararlanma oranı yönünden seleksiyon uygulanarak
metabolizma oranı yüksek broylerlerde edilmektedir. Ancak metabolizma oranı
yükseltilirken, hayatın devamlılığı için kalp ve akciğerlerin yeterli oksijeni sağlama
yeteneği yeterince geliştirilememiştir.
Etyoloji
Morfolojik Yapı: Kanatlıların akciğerleri sert ve göğüs boşluğuna kalıp şeklinde
yerleşmiştir ve memeli hayvanların akciğerleri gibi genişleme özelliğine sahip
değildir. Kan akışının artması durumunda kapillardamarlar çok az genişletebilirler.
Tavuklarda akciğerler vücudun diğer organlarına oranla daha yavaş gelişmekte ve
gelişme hızı yüksek olan broylerlerde akciğerlerin kapasitesi kasların gelişme hızına
uyum sağlayamamaktadır. Bu fizyolojik durum asites için hazırlayıcı bir faktördür.
Büyüme Oranı ve Vücut Kompozisyonu: Büyüme oranı yüksek olan kanatlılarda,
oksijen ihtiyacının asla olması asites oluşumuna yol açmaktadır. Vücut
kompozisyonu, oksijen ihtiyacını dolayısıyla asites oluşumunu etkileyen diğer
önemli bir faktördür. Vücut yağların ve proteinlerin metabolizması için ihtiyaç
duyulan oksijen miktarı farklıdır. Yağ dokusunun yaklaşık %90’ ı yağlardan ibarettir ve
oksijen ihtiyacına olan katkısı oransal olarak oldukça yüksektir. Bu nedenle aşırı yağlı
hayvanlarda metabolizmanın oksijen ihtiyacı artmaktadır.
Yükseklik: Yüksek rakımlı yerlerde yetiştirilen broylerlerde, oksijen azlığına bağlı
olarak kardiopulmoner sistem baskı altına girmekten ve asites insidensi artmaktadır.
Kümes Şartları: Optimum vücut ısısının korunması oksijene bağlı fonksiyonlardan
birisidir. Tamamen tüylenmiş tavuklar için termonötral sıcaklık 24°C ‘dir. Sıcaklığın
düşük veya yüksek olması halinde oksijen ihtiyacı artmaktadır. Düşük sıcaklık, özellikle
vücut ısısını koruyamayan tüyleri az hayvanlar için büyük bir stres faktörüdür.
Sıcaklığın 26°C yerine 10°C olması hayvanın oksijen ihtiyacını iki katına çıkarmaktadır.
Oksijen ihtiyacındaki bu belirgin artış asitese yol açmaktadır.
Kümesinin havalandırması da kardiyovasküler sistemi etkilemektedir. Havadaki
karbondioksit konsantrasyonu arttıkça, akciğerlerin oksijeni sbsorbe etme yeteneği
baskılanmaktadır. Genel olarak, havada toz ve amonyağın olması solunum
fonksiyonlarını bozmaktadır. Genç broylerlerde amonyak gazının 25 ppm gibi düşük
düzeyleri akciğerin yapısına zarar vererek hasarlara yol açmaktadır. Çoğu tavukçuluk
işletmesinde hayvanlar büyüdükçe amonyak düzeyi ve asites insidensi artmaktadır.
Hastalıklar: Akciğerlerin ve kalbin fonksiyonunu etkileyen herhangi bir enfeksiyon
asites insidensini artırmaktadır. Ticari şartlarda, Aspergillus enfeksiyonu büyüme
oranında önemli bir baskıya neden olmaksızın akciğerlerde hasara yol açmaktadır.
Damızlık Yaşı ve Genetik Yapı : Genetik olarak büyüme oranı yüksek olan ırklarda
asites veya kalp bozukluğu görülme ihtimali yüksektir. Canlı ağırlıkları daha düşük
olmasına rağmen genç damızlıklardan elde edilen broylerlerde yaşlı damızlıklardan
elde edilen broylerlere göre asites daha fazla görülmektedir (Tablo-2.2).
Rasyon Kompozisyonu : Enerji içeriği yüksek yemler asites riskini artırmaktadır.
Özellikle serin havalarda (13-23°C), yüksek enerjili rasyonların verilmesi ile sağ
ventrikülüste hipertrofi gelißmekte ve asites şekillenmektedir. Pelet yemlerin
kullanılmasına bağlı olarak da asites oluşabilmektedir. Rasyon kompozisyonu ve
besin madde yoğunluğunun asites kaynaklı mortalite üzerine etkisi Tablo 2.3’de
verilmiştir.
Protein kaynağının kalitesi ve miktarı da asites üzerine etkili olan bir faktördür.
Aminoasit düzeyleri aynı olan fakat %20 ve %24 ham protein içeren iki rasyonu
tüketen hayvanlarda, %24 ham protein içeren rasyonda fazladan %4 ham proteinin
deamine edilmesi gerekmektedir. Bu durumda, bir broylerin günde 130 g yem
tükettiği kabul edilirse günde 5 g fazladan proteinin katabolize edilmesi
gerekmektedir. Protein katabolizması sonucunda ürik asit oluşmakta ve yağ
sentezlenmektedir. Bu işlemler için sırasıyla günde 2 ve 1 litre oksijene ihtiyaç
duyulmaktadır. Bu nedenle, günde fazladan 5 g ham proteinin katabolizması oksijen
ihtiyacında 3 litre artışa neden olmaktadır.
Elektrolit ve su dengesini etkileyen besin maddelerinin düzeyleri de asitesin
ortaya çıkışında önemli bir faktördür. Tuz zehirlenmesi, sağ ventrikülüste
dilatasyonla birlikte kalp böbreklerin yapısında değişikliklere neden olmaktadır.
Asites, raşitizmde kaburgaların yapısında meydana gelen zayıflamalar nedeniyle
sekonder olarak da ortaya çıkmaktadır. Raşitizm gelişen hayvanlarda kardio-
pulmoner anormallikler de gözlenmekte, kaburgaların dayanıklılığının azalması
nedeniyle anormal soluma ile hipoksi oluşabilmekte ve ölüm şekillenenilmektedir.
Oluşum Mekanizması: Büyüme oranının yüksek olması, serin hava şartlarında veya
yüksek rakımlı yerlerde yetiştirilme oksijen ihtiyacını artırmaktadır. Dokuların artan
oksijen ihtiyacının karşılanması için akciğerlere gelen kan miktarı dolayısıyla kalp
atışı artmaktadır. Artan kan akışına direnci sağlamak için akciğerlerdeki arteryel
basınç (kalp ve akciğerler arasındaki kan basıncı) yükselmektedir. Kanın oksijen
taşıma kapasitesini artırmak için daha fazla eritrosit üretilmesi kanın koyulaşmasına
ve akciğerlerde konjesyona neden olmaktadır. Eritrositlerin sayısındaki artış aynı
zamanda serbest demirin kana salınmasına ve eritrosit membranlarının perosidatif
hasarına da yol açabilmektedir. Kalp üzerine binen aşırı yük, akciğerlere kan
pompalayan kalbin sağ ventrikülüsünde hipertrofi şekillenmesine ve kapakların
yetersiz kalmasına sebep olmaktadır. Sağ ventrikülüs dilate olduğu için bir miktar
kan atriuma geri gelmektedir. Geri dönen kan miktarındaki artış karaciğerde
konjesyona ve ödeme yol açmaktadır. Vena cava ve portal sistemdeki hidrolik
basıncın artması nedeniyle karaciğerden sızan plazma karın boşluğunda biriken
sıvının kaynağını oluşturmakta ve oksijen yetersizliği nedeniyle başlayan olaylar
zincirinin bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır.( Şekil 2.1)
Semptomlar
Asitesli hayvanlarda çoğunlukla soluma gözlenmektedir. Kalbin sağ ventrikülüsünde
bozukluk oluştuğu ićin hayvanlar normal gelişimlerini sağlayamayabilirler. Karın
bölgesinde ki deride kızarıklık ve kanama ile karında şişkinlik olduğu belirlenebilir.
( Resim 2.1).Özellikle ibik ve gerdan çevresinde gözlenen siyanoz çoğunlukla asitesin
erken dönemlerinde oluşmaktadır. Klinik belirtiler oluşmadan önce ölüm
şekillenebilir ve hayvanlar sırtüstü yatar vaziyette ölü bulunurlar.
Karın boşluğu açıldığı zaman kan plazmasına benzeyen açık renkli sıvı ortaya çıkar.
Karaciğerin şişkin, kanamalı ve yüzeyinde fibrin parçalarının yapışmış olduğu dikkati
çekmektedir. Akciğerlerde belirgin derecede kanama ve ödem tespit edilebilir (Resim
2.2)
Kalbin genişlediği ve perkartın sıvı ile dolu olduğu gözlenebilir. Normalde toplam
ventrikülüs ağırlığının %29’sini oluşturan sağ ventrikülüsün aşırı dilate olarak toplam
ağırlığın yaklaşık %40’ını oluşturması asitesin klasik bir bulgusudur.

Tedavi ve Korunma
Asites için etkili bir tedavi yöntemi bulunmamakta ve semptomlar ortaya çıktıktan kısa
süre sonra ölüm şekillenmektedir.
Asitesten korunmak için ;
1. Asitesin problem olduğu yerlerde barınakların sıcaklığına dikkat edilmelidir. Bu
özellikle hayvanlardan soğuk stresine duyarlı oldukları ilk 2hafta oldukça önemlidir.
2. Toz ve amonyak asites oluşumunda önemli faktörler olduğu için barınaklarda
havalandırmaya dikkat edilmelidir.
3. Solunum sistemini etkileyen enfeksiyöz hastalıklar asites oluşumunda etkili
olduğu için barınaklarda enfeksiyon riski en aza indirilmelidir.
4. Yemlerin toksinlere kontaminasyonu önlenmelidir.
5. Sodyum asites insidensini artırdığı için rayonun sodyum düzeyi %0.19 ile sınırlı
tutulmalıdır. Bu sağlanmazsa böbreklerde sodyum ve sıvı tutulumunu, kalp
bozukluğu nedeniyle oluşabilecek problemleri ve pulmoner hipertansiyona bağlı
ölümleri azaltmak açısından diüretiklerin kullanılması faydalı görülmektedir.
6. Pulmoner vazodilatörler ve vitamin E gibi antioksidanlar pulmoner
hipertansiyon nedeniyle gözlenen ölümleri azaltmada etkilidirler.
7. Asites başlangıcında plazma tahtın düzeyindeki artma tespit edilerek asitese
genetik olarak duyarlı hatlar tespit edilebilir.
8. Oksijen ihtiyacını azaltmak dolayısıyla asitesi önlemek için 30-35 günlük yaştan
sonra büyüme hızı yavaşlatılmalıdır. Bu amaçla besin madde yoğunluğu düşük
rasyonlar veya yem kısıtlama programları kullanılmaktadır.
Besin Madde Yoğunluğunun Azaltılması: Yemin besin madde yoğunluğunun azaltılması ile
her birim metabolik ağırlık için tüketilen yem miktarı artmakta ve oksijen ihtiyacı
azalmaktadır. Rasyonun esansiyel amino asit düzeyleri korunarak ham protein kaynağı en
düşük düzeyde tutulmalı ve oksijen ihtiyacı azaltılmalıdır. Tüm yetiştirme dönemi boyunca
düşük enerjili rasyonlar kullanılmalıdır.
Pelet yemlerde besin madde yoğunluğu daha fazladır ve yem tüketimini artırır. Başlangıç
döneminde (0-21 veya 0-28 gün ) asites insidensini azaltmak için toz yemler kullanılmalıdır.
İlk 4 hafta toz yemler kullanıldığında verim parametreleri olumsuz etkilenmeden mortalite
oranı düşürülebilmektedir.
Yem Kısıtlama Programları: Asites insidensini azaltmak için en yaygın olarak yem kısıtlama
metodu kullanılmaktadır. Asitesi önlemede kullanılan yem kısıtlama metodunda büyümenin
olumsuz etkilenmemesi için kısıtlamanın zamanı ve süresi çok iyi ayarlanmalıdır.
Günaşırı Yemleme Uygulaması: Asites nedeniyle ölümlerin arttığı durumlarda günaşırı
yemleme programlarının uygulanması tavsiye edilmektedir. Günaşırı yemleme programları
sonraki ağırlık artışı üzerine negetif etkiyi azaltmak için başlangıç döneminde kullanılmalıdır.
Broylerlerde telafi edici büyüme yetersiz kalacağı için şiddetli yem kısıtlaması tavsiye
edilmemektedir. Asitesin kontrolünde
Kenya’da kullanılan günaşırı yemleme programı örnek olarak verilebilir. Bu
programda, başlangıç dönemi süresince düşük proteinli rasyon
kullanılmaktadır(7,9,11 ve 13. günlerde yem verilmemektedir) . Bu program ile
yüksek bölgelerde ( Na-irobi-5600m) asites insidensi yılda %30’dan %5’e
düşürülmüştür. Asites çok yüksek olduğu zaman, yem kısıtlamasının daha uzun süre
uygulanması gerekmektedir.
Yemliklere Girişin Kısıtlanması ( öğün yemlemesi) : Yemliklere girişin ve yem
tüketiminin kısıtlanması için farklı aydınlatma programları uygulanmaktadır.
Aydınlatma programları ayak problemleri ile ani ölüm sendromunun insidensini de
azaltmaktadır. Basamaklı aydınlatma programları aktiviteyi azaltarak oksijen
ihtiyacının artmasını engellenmektedirler.
ANİ ÖLÜM (SUDDEN DEATH) SENDROMU

Ani ölüm sendromu, hızlı gelişen broylerlerde çoğunlukla da erkek hayvanlarda


ölüme sebep olan bir durumdur. Bu sendrom nadir olarak diğer kanatlı türlerinde
de görülmektedir. Besin madde yoğunluğu düşük yemler kullanıldığı, yemden
yararlanma oranı 2.5’den fazla olduğu veya broylerler 8 haftada 2kg canlı ağırlığı
ulaştığı zaman genellikle ani ölüm sendromuna rastlanılmaktadır.
Ani ölüm sendromu , metabolik kökenli bir sendromdur ve kalbin fonksiyon
bozuklukları sonucunda ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle asites ile AÖS arasında bir
ilişki olabileceği düşünülmekle birlikte patolojileri farklıdır. Asitesin aksine, ani ölüm
sendromundan kondüsyon iyi olan hayvanlar etkilenmekte ve belirgin bir semptom
gözlenmeksizin sırtüstü vaziyette ölü bulunmaktadırlar. Ani ölüm sendromunun ilk
olarak 6 ile 22 günler arasında gözlendiği (ortalama 12gün ), en yüksek mortaliteye
17-37 günler arasında ulaşıldığı (ortalama 26.gün) belirlenmiştir. En yüksek
mortalite oranının gözlendiği dönem asitese göre daha erken bir dönemdir.
Ani ölüm sendromu insidensinin hayvanın yaşına ,vücut ağırlığına ve
mevsime bağlı olarak değişebildiği düşünülmektedir. Çok sayıda hayvan
kullanılarak yapılan uzun süreli bir araştırmada, ani ölüm sendromu
nedeniyle %1.3-9.6 arasında ölüm gerçekleştiği tespit edilmiştir. Başka
bir çalışmada ise hayvanların yaklaşık %2.5’inin AÖS nedeniyle öldüğü,
bu oranın toplam mortalitenin yaklaşık %35’ini oluşturduğu ve ölen
hayvanların %75’inin erkek olduğu belirlenmiştir. Hastalık kontrolü ve
yetiştirme şartları iyi olan sürülerde ölümlerin yaklaşık %70’i ani ölüm
sendromu nedeniyle oluşmaktadır.
Etiyoloji
Sebebi tam olarak bilinmemektedir. Ancak ani ölüm sendromunun,
karbonhidrat metabolizması, hücre membran bütünlüğü ve hücre içi
elektrolit dengesi ile ilgili metabolik bir bozukluk oluğu
düşünülmektedir. Ölüm, ventriküler fibrilasyon bağlı olarak ortaya
çıkmaktadır. Modern broyler yetiştiriciliğinde, yemden yararlanma oranı
düşürülürken karbonhidrat düzeyi yüksek yemler verilerek büyüme hızının
artırılması problemin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Ani ölüm sendromundan,
genetik faktörlerin etkili olup olmadığı bilinmemektedir.
Ani ölüm sendromu, yem tüketimi fazla olan ve hızlı gelişen kanatlılarda
gözlenmektedir. Ad libiyum yem tüketen hayvanlarda yem tüketiminin kısıtlandığı
hayvanlara göre ölüm oranı daha yüksek olmaktadır.
Kanatlılara pelet yem yerine toz yem verildiği zaman ani ölüm sedrmunda belirgin
ir düşüş gözlenmektedir. Pelet yem kullanıldığı zaman AÖS insidensinin yüksek
olması peletleme sırasında uygulanan buhar ve basınç işlemine bağlanmaktadır.
Ani ölüm sendromunun, rasyonda mısır yerine buğday kullanılması ile arttığı,et
unu kullanıldığı zaman ise azaldığı belirlenmiştir. Et unu kaynaklarında AÖS’ye karşı
koruma sağlayan bir faktör bulunduğu düşünülmektedir. Esansiyel amino asitlerin
düzeyi de büyüme oranını dolayısıyla AÖS oluşumunu etkilemektedir.
Rasyona koruma amaçlı katılan antioksidal ilaçların ani ölüm sendromunu
artırdığı belirlenmiştir.
Aydınlatma programları broylerlerin büyüme ve gelişmesini etkilemektedir. Uzun
süreli aydınlatma yem tüketimini artırarak ani ölüm sendromu riskini artırmaktadır.

Semptomlar
Hayvanlar sağlıklı görünmekte, yem tüketimi ve yürüme gibi davranışlarda herhangi
bir bozukluğa rastlanmamaktadır. Ancak kısa bir süre sonra aniden boyunlarını
uzatarak yere düştükleri, kanatlarını çırptıkları ve bacaklarını kasılmış bir şekilde
uzattıkları gözlenmektedir. Çoğu yetiştirici, bu durumu kalp krizi olarak
tanımlamaktadır. Hayvanlar krizin erken dönemlerinde masaj yapılarak tekrar hayata
döndürülebilirlerse de ölüm birkaç dakika içinde meydana gelmektedir. Ölen
hayvanların sürü ortalamasının üzerinde canlı ağırlığa sahip oldukları dikkat
çekmektedir.
Ölen hayvanların sindirim sisteminin dolu olduğu gözlenmektedir.Barsaklar
genişlemiş ve yarı katı içerik ile dolu olduğu için karın şişkindir. Karaciğer ve
böbreklerde küçük hemorajik odaklar bulunabilir. Kalbin ventrikülüslerin kasılmış,
atrium genişlemiş ve kanla dolu vaziyettedir. Akciğerler şişkin ve çoğunlukla
ödemlidir.
Tedavi ve Korunma

Herhangi bir tedavi yöntemi bulunmamaktadır. Bozukluk, gelişme oranının hızlı


olmasıyla ilişkili olduğundan dolayı hayvanın büyüme hızını yavaşlatmak için
yetiştirme yönünde birtakım önlemlerin alınması gerekmektedir.
Büyüme hızının yavaşlatılması için kullanılan yöntemlerden biri basamaklı
aydınlatma programlarıdır. Bütün basamaklı aydınlatma programlarında,
broylerlerde 5-18 günlük büyüme dönemi boyunca gün uzunluğu kısaltılmaktadır.
Gün uzunluğunun kısaltılması yem tüketimini etkili bir şekilde düşürmekte, bu
nedenle erken dönemde büyüme oranı azalmaktadır. Tavuklar karanlık periyotta da
yem yemeyi öğrendikleri için barınma sıklığı fazla olan kümeslerde deri yırtılmaları
gibi problemler ile her zaman karşılaşılabilmektedir. Hayvan yoğunluğunun az
olduğu kümeslerde kısıtlı aydınlatma programı daha iyi sonuç vetmekte ve
erkeklerde AÖS (ve iskelet programlarını) insidensini azaltmaktadır.
Gün uzunluğunun azaltıldığı kısıtlama programlarında besin maddesi yoğunluğu
yüksek rasyonlar kullanılmamalı, rasyonların besin maddesi yoğunluğu %5-7
oranında azaltılmalıdır. Ani ölüm sendromu ortalama 26. günde gözlendiği için 18-
20 günlük yaşa kadar büyüme oranının azaltılması gerekli görülmektedir.
Büyümenin kısıtlanma derecesine bağlı olarak tavuklar 42. güne kadar büyümeyi
telafi edebilmektedir. Erken dönemde büyümesi yavaşlatılmış olan hayvanlar telafi
süresince daha hızlı bir büyüme oranı göstererek normal büyüme oranını
yakalamaktadırlar.
Besin maddesi yoğunluğu düşük, özellikle protein oranı azaltılmış rasyonların
kullanılması veya yem tüketiminin % 15-20 azaltılmasıyla problem
önlenebilmektedir. Taurin tavuklar için esansiyel bir amino asit değildir. Hayvansal
protein kaynaklarında bulunmakla birlikte (et unu ), bitkisel proteinlerde ( soya
küspesi gibi ) hemen hemen hiç bulunmamaktadır. Taurin kalp dokusunda
yoğunlaşmıştır ve kanatlı türlerinin yeterli taurin sentezlediği kabul edilmektedir.
Bununla birlikte broylerlere %0.2 düzeyine kadar taurin verilmesinin AÖS’de küçük
de olsa bir azalmaya neden olduğu belirlenmiştir.
GUT ve BÖBREK ÜROLİTİASİSİ (BÖBREK TAŞLARI)

Böbreklerin fonksiyon bozukluğu sonucunda ortaya çıkan git ve ürolitiasis büyük


ekonomik kayıplara neden olmaktadır. Plazma ürik asit düzeyinin yüksek olması halinde
eklem sıvısı, tendo kılıfları veya organların seröz yüzeylerinde mono sodyum ve kalsiyum
üratları çökmekte ve gut oluşmaktadır. Ürolitiasis, yumurtacı tavukların seksüel olgunlukta
önce uzun süre yüksek düzeyde kalsiyumun ile beslenmesi sonucunda oluşmaktadır.

Etiyoloji
Kanatlılarda protein metabolizmasının son ürünü olarak ürik asit oluşmaktadır. Ürik asit,
dokulardaki nükleik asitlerin parçalanması veya rasyondaki pürin içeren bileşiklerin
katabolizması sırasında ortaya çıkmaktadır. Ürolitiasiste böbreğin çeşitli bölgelerinde
şekillenen ürolitler, idrar çıkışını engelleyerek böbrek fonksiyonlarını bozmakta ve
çoğunlukla ölüme sebep olmaktadırlar.
Çoğu durumlarda böbreklerdeki hasar viral bir enfeksiyon ile hız
kazanabilir. Böbrek problemlerinin oluşumunda viral enfeksiyon rol
oynamıyorsa rasyon bileşenlerinin özellikle de protein, mineraller ve su
kaynağının etkili olduğu düşünülmelidir.
Kanatlılarda ürikaz enziminin olmaması guta duyarlılığı artmaktadır.
Gut, eklem ve organ formu olmak üzere iki farklı formda oluşmaktadır.
Eklem formu ,eklemlerde ürat kristallerinin oluşması, organ formu ise
çeşitli organlarda ve organ membranlarında beyaz ürat totularının
birikmesi ile ortaya çıkmaktadır. Bu iki formun aynı anda meydana
gelmediği ve etiyolojilerinin farklı olduğu düşünülmektedir. Sebep ne
olursa olsun ürat atılımının yetersiz olması böbrek fonksiyonlarının
bozulmasına ve sonuçta hiperürisemiye neden olmaktadır.
Sürülerde sporadik olarak da ortaya çıkması organ ve eklem gutunun
genetik faktörlerden de etkilendiğini göstermektedir.
Gut ve ürolitiasis oluşumunda etkili olan faktörler:
Mineraller: Rasyonda bulunan minerallerin düzeyleri ve aralarındaki denge
ürolitiasiste hazırlayıcı bir faktördür. Kalsiyuma oranla fosfor tüketimin düşük veya
fosfora oranla kalsiyum tüketiminin fazla olması sonucunda böbrekte ve idrar
kanallarında taş şekillenmektedir. Tavuklara 4-6 haftalık yaştan itibaren %3-5
düzeyinde kalsiyum içeren rasyonların verilmesi böbrek tubüllerinde çözünmeyen
ürolitlerin şekillenmesine neden olmaktadır. Bu ürolitler genellikle kalsiyum –
sodyum üratlarından ibarettir. Rasyonda doğal olarak çok az imzalar bulunduğu için
tavuklarda kalsiyum oksalat formunda ürolitlere nadiren rastlanılmaktadır.
Elektrolitler : Rasyondaki elektrolitik su dengesini ve böbrek fonksiyonunu
etkilemektedir. Elektrolitlerin yetersiz veya fazla olması ürolitiazis veya gut
oluşumunda hazırlayıcı faktördür. Sodyum potasyum ve klor düzeyleri arasındaki
dengesizlik böbrek fonksiyonlarını etkilemektedir. Bu nedenle anyon-katyon
dengesi oldukça önemlidir. Kanatlılarda yumurta kabuğu kalınlığını artırmak, sıcaklık
stresi sonucunda oluşabilecek kayıpları azaltmak ve canlı ağırlık artışını iyileştirmek
amacıyla kullanılan sodyum bikarbonatlı rasyonlarla fazla miktarda katılması
böbrekler üzerinde toksik etki yaratmaktadır.Aşırı miktarda kullanılan sodyum
bikarbonat organ gutuna neden olabilmektedir.
Protein : Aşırı protein tüketimi, özellikle yaşlı hayvanlarda ürik asit üretiminin
artmasına ve üratların şekillenmesi için uygun ortamın oluşmasına neden
olmaktadır.
Mikotoksinler: Kanatlı yemlerinde bulunan mikotoksinlerin çoğu dolaylı veya
dolaysız olarak böbrek fonksiyonlarını etkilemektedir. Okratoksin, sitrinin ve
aflatoksinin böbrek metabolizmasını etkilediği bilinmektedir. Aflatoksin B ; Na ve
K’un atılım oranını, sitrinin ; su tüketimini ve idrar miktarını, 1ppm düzeyindeki
okratoksin ise kan ürik asit düzeyini %20 kadar artırmaktadır.
Oosperin, mantarların Chaetomium türleri tarafından üretilen bir toksindir ve
çeşitli yem maddelerinde bulunmaktadır. Bu toksinin 100 ppm düzeyine kadar
tüketilmesi tespit edilebilen bir probleme neden olmamaktadır. Ancak 200-600 ppm
düzeyinde tüketilmesi organ ve eklem gutu nedeniyle ölümlere neden olmaktadır.
Rasyonla İlgili Diğer Faktörler: Yüksek düzeyde ürik asit içeren yemlerle besleme
hiperürisemiye neden olmakta ve böbrek fonksiyonlarını bozmaktadır. Vitamin A
yetersizliği organlarda ürat birikimini artırmakta ve böbrek fonksiyonlarının
bozulmasına neden olmaktadır.
Semptomlar

Ürolitiasis bulunan hayvanların çoğunun sağ böbreğinde yoğun hasar gözlenirken,


sol böbreği normaldir. Hasarlı böbreğin inceldiği, üretra duvarının şiştiği ve
lümeninde ürolitlerin bulunduğu belirlenebilir.
Gut oluşumunda böbrekler şişkin, kanamalı ve yumuşaktır, rengi beyazlaşmıştır.
Böbreklerden başka bezli mide, myokard ve akciğerlerde de ürat birikintileri
bulunabilir. Akut formda, böbreklerde dejenerasyon ile birlikte kanama tespit
edilebilir. Subakut formda, tubüller ve üreterlerde aşırı miktarda ürat birikmiştir, bu
durum tubüllerde dilatasyona neden olabilir.
Bir-iki günlük civcivlerde nefropati ve mavi ibik hastalığı gutun bir formu olarak
şekillenebilmektedir. Civcivlerdeki nefropati ve mavi ibik hastalığında ürat
birikintilerinin yaygın olarak gözlenmesi, bu hastalıkların gut ile ilişkili olabileceği
ihtimalini doğurmaktadır.
Tedavi ve Korunma

Böbrek bozukluklarının çoğu su ve elektrolit kaybının artması nedeniyle ortaya çıktığı


için elektrolit tedavisi gereklidir. Bu amaçla, potasyum ve sodyumun özellikle de
sitrat ve bikarbonat tuzları kullanılmaktadır. Ancak sodyum ilavesinin su atılımını
artırması, potasyum ilavesinin ise akut böbrek bozukluklarına ve ölüme yol açması
nedeniyle sodyum ve potasyum ilavesi tavsiye edilmemektedir. İnsanlarda idrar
asidiferlerinin ürolit oluşumunu önlediği gözönüne alınarak tavuklarda da idrar
asidiferlerinin kullanılması üzerine durulmaktadır.İdrar asiliğinin artması kalsiyumun
idrardaki çözünebilirliğini artırmaktadır. Asidiferler, genç hayvanlarda ürolit
oluşumunu engellediği gibi ergin hayvanlarda oluşmuş ürolitleri de eritebilnektedir.
Bu asidiferlerden amonyum klorür (NH4CI)’ ün yumurta tavuklarında metabolik
asidoza neden olması ve özellikle sıcaklık stresi durumunda yumurta kabuğu
kalitesini düşürmesi kullanımını kısıtlamaktadır. Bazen de asidifer tedavisi
böbreklerin asit yükünü artırarak böbreklere zarar verebilmektedir. Metiyonin
hidroksi analoğu (MHA)’nun %0.6 oranında kullanılması ile idrar pH’sının düştüğü,
genel bir metabolik asidoz ve su tüketiminde artma oluşmaksızın ürolit
şekillenmesini ve böbrek hasarını azalttığı belirlenmiştir. DL-metiyonin de böbrek
hasarını önlemede oldukça etkilidir.
Beslenmeye bağlı böbrek bozukluklarını önlemek için rasyonlarda kalsiyum, ham
protein ve elektrolitlerin çok yüksek düzeyde bulunmamasına dikkat edilmelidir.
Seksüel olgunluk yaşından önce yumurtacı tavuklara %1’den fazla kalsiyum içeren
rasyonlar verilmemelidir. İlk yumurtadan önceki 2-3 hafta %3Ca içeren yumurta
öncesi veya yumurta rasyonlarının verilmesi problem oluşturmamaktadır. Yüksek
düzeyde kalsiyum içeren rasyonlarla beslenen ergin damızlık horozlarda da ürolitler
nadiren şekillenmektedir.
OILY BİRD SENDROMU

Oily bird sendrom (OBS) ,broyler karkasının yağlı bir his vermesi ve deri altı bölgede
su kesecikleri oluşumu ile karakterize bir bozukluktur.

Etiyoloji
OBS özellikle dişi broylerlerde gözlenmektedir. OBS oluşumu üzerine etkili faktörler
şunlardır:
1. Rasyonla İlgili Faktörler: OBS ‘ nun genellikle don yağı yedirilen hayvanlarda
geliştiği belirlenmiştir. Rasyonun enerji düzeyi veya enerji :protein oranı da OBS
gelişimi üzerine etkili faktörlerdir. Rasyonda enerji oranının artırılmasıyla daha zayıf
ve yağlı deri oluşurken,ham protein oranının artırılmasıyla deri yırtılmalarının
azaldığı belirlenmiştir.
Yem katkı maddelerinin OBS insidensini etkileyebileceği yönünde bazı görüşler de
mevcuttur. Örneğin, antioksidiyal bir madde olan halofuginonun deride kollagen
sentezini baskıladığı ve kolayca yırtılabilen ince deri oluşumuna yol açtığı
belirlenmiştir. OBS ‘ lu hayvanlarda kollagen çapraz bağları yeterince gelişmediği
için rasyonda bakır ve vitamin E seviyesi üzerinde de durulmaktadır. Bakır eksikliği,
kollagen ve elastin çapraz bağlarının yeterince gelişememesine sebep olmaktadır.
Ayrıca aşırı vitamin A ‘ nın deri keratinizasyonunu azalttığı, bitkisel toksinlerde
bulunan bazı bileşiklerinde kollagen çapraz bağları olumsuz yönde etkiledikleri
tespit edilmiştir.
2.Çevre Isısı: OBS insidensi ılıman iklimlerde artış göstermektedir. Çevre sıcaklığının
yükselmesi subkutan dokuları da kapsayacak şekilde karkastaki yağ depolanmasını
artırmaktadır.
3 Karkas İşleme Şartları: Tüy yolum ekipmanındaki suyun sıcaklığı OBS şiddetini
etkilemektedir. İşleme suyu ısısı artırıldığında derinin yağlı görünümü ve şiddetinde
belirgin bir artış gözlenmektedir.
Semptomlar
OBS, dokunulduğunda derinin yağlı bir his uyandırmasıyla karakterize bir
bozukluktur. OBS’nda derinin elastik kısımları etkilenmekte, karkasta su tutulması
artış göstermekte ve özellikle dişi broylerlerde deride su keseleri oluşmaktadır.
Derinin yırtılmaya yatkın olması ve yırtıldıktan sonra keselerin patlaması derinin yağ
ile kaplanmasına yol açmaktadır.
OBS bulunan hayvanlarda derideki kollagen bağların yetersizliği gözlenebilir.Deri
yapısının bozuk olması deri tabakalarının birbirinden ayrılıp içlerinde yağ veya su
birikmesine yada derinin kolaylıkla yırtılmasına yol açmaktadır.
Tedavi ve Korunma
OBS belirlendiğinde , kesim şartları özellikle tüy yolum ekipmanı, su sıcaklığı ve tüy
yolum süresi gözden geçirilmelidir. Rasyondaki yağ düzeyi bir faktör olarak
görülmemekle birlikte don yağı kullanımı üzerinde durulmalıdır. Rasyonda yaterli
düzeyde bakır bulunmalı, aşırı vitamin A ve çinko katkısı yapılmamalıdır.
TÜY GAGALAMA ve KANİBALİSMUS

Tüy gagalama ve kanibalismus, genellikle yatiştirme şartlarının kötü olduğu


durumlarda ortaya çıkan anormal bir davranıştır. Uygun olmayan şartlar nedeniyle
strese giren hayvanlar sürüdeki diğer hayvanların tüylerini, ibiklerini, ayaklarını veya
kloaka bölgelerini gagalamaya başlamaktadırlar. Açık bir yara veya kanın görülmesi,
tüy gagalama ile başlayan bir davranışın kanibalismusa dönüşmesine ve
kanibalismusun sürüde hızlı bir şekilde yayılmasına sebep olabilmektedir. Tüy
gagalama ve kanibalismus; tüysüzleşme sonucu yem tüketimi ve mortalitenin
artması nedeniyle büyük ekonomik kayıplara yol çmaktadır. Tüy gagalama
başlangıçta fark edilirse kontrol altına alınabilmektedir.
Etiyoloji
Tüy gagalama davranışı 5 farklı aşamada ortaya çıkmaktadır:
1.Agresif gagalama
2.Tüy koparmadan gagalama (hafif gagalama)
3.Tüy kaybına sebep olan tüy çekme (şiddetli gagalama )
4.Çıplak kalan bölgelerin gagalanması
5.Kloakanın gagalanması
Tüy gagalama çok zararlı değildir. Daha şiddetli bir aşama olan tüy çekme ise
yaralanmalarla birlikte kanibalismusa ve ölüme neden olmaktadır.
Kanibalimusun ortaya çıkmasında etkili olan faktörler:
1. Kalabalık Kümesler : Yeme ,içme ve dinlenme için yeterli alanın olmaması
hayvanlar arasında rekabete neden olmaktadır.
2. Ortam sıcaklığının fazla olması: Kanatlılar çok sıcak ortamlarda strese girerek
gagalama eğitimi gösterirler.
3.Aşırı Aydınlatma : Parlak ışık veya uzun süreli aydınlatma hayvanlarda strese
neden olmaktadır.
4.Besin Madde İçeriği Dengesiz Rasyonlar: Yüksek enerji ve düşük selüloz içeren
rasyonlar hayvanları aşırı derecede aktif ve saldırgan hale getirmektedir. Yemdeki
protein ve diğer besin maddelerinin özelliklede metiyonin düzeyinin düşük olması
hayvanlarda gagalamaya yol açmaktadır.
5. Farklı Fiziksel Özelliğe Sahip Hayvanların Bir arada Barındırılması: Farklı yaş,renk
ve büyüklükteki kanatlıların arada barındırılması sürüdeki sosyal düzeni bozmakta
ve kanibalismus riskini artırmaktadır.
6. Hayvan Türü ve Irk : Sülünler diğer kanatlılara göre tüy yolma kanbalismusa daha
meyillidirler. Bazı ırklar agresif olduğu için kanibalismusa daha yatkın yatkın.Ancak
ırk özelliği tek başına kanibalismusa ortaya çıkmasına neden olmamaktadırlar.
7.Yaralı, Sakat yada Ölü Hayvanlar : Sürüde yaralı, sakat yada ölü hayvanların
bulunması hayvanlarda gagalama davranışının başlamasına ve hızla alışkanlık haline
dönüşmesine neden olabilmektedir.
8. Tüylenme :Kanibalismus genç hayvanlarda tüylerin gelişmesi sırasında ortaya
çıkabilmektedir.Tüylenmenin yavaş olduğu hayvanlar gagalamadan meydana
gelecek yaralanmalara daha uzun süre maruz kalmaktadırlar.
9. Prolapsus Vakaları: Yumurtlama başlangıcında özellikle yumurta büyüklüğünün
fazla olması prolapsusa yol açmaktadır. Prolapsus olan bölgenin pembe rengi
hayvanların ilgisini çekerek sürüde kanibalismusun başlamasına neden
olabilmektedir.

Korunma
Kanibalismusu önlemek amacıyla aşağıda belirtilen tedbirler alınmalıdır.
1. Yaşa bağlı bağlı olarak yeterli alan, taze ılık su ve uygun bir havalandırma
sağlanmalıdır. Hayvanlar su yemlik alanlarına rahatça girebilmektedir.
2. Gelişme ve yumurta verilmemelidir uygun aydınlatma düzeni sağlanmalıdır. Et
tipi kanatlılar da günlük 16 saat aydınlık 8 saat karanlık uygulaması yaygın olarak
kullanılmaktadır. Yumurtacılarda ise 0-8 haftalık büyütme döneminde genellikle
günlük 10-12 saat aydınlatma uygulanmaktadır. Çok parlak veya uzun süreli
aydınlatma hayvanlarda saldırganlık duygularını ortaya çıkarmaktadır. Sürekli
aydınlık bir ortam hayvanlarda stres yaratacağı için günde 16 saatten fazla
aydınlatma uygulanmamalıdır . Damızlık sürülerde 40 wattan fazla beyaz ışık
kaynağı kullanılmamalıdır. On iki haftalıktan büyük hayvanların yemlik ve sülük
alanlarında 15 veya 25 wattlık ampüller kullanılmalıdır. Isı kaynağı olarak büyük
ampüller kullanılıyorsa kırmızı veya infra-red olanlar tercih edilmelidir.
3. Hayvanların türüne ve yaşına uygun olan rasyonların verilmesi gerekmektedir.
Ayrıca yeşil ot verilmesi de rasyonun ham selüloz içeriğinin artmasına ve kursağın
dolu olmasına yol açarak hayvanların saldırganlık duygularını baskılamak taşır.
Büyümekte olan ve yumurta yönlü piliçlerde tahıl olarak yulaf verilmesi ile
kanibalismus önemli ölçüde azaltılabilmektedir.
4.Rasyoun tuz düzeyinin %2-4’e çıkarılması ile gagalama kısa sürede azalmaktadır.
Tuz düzeyi en fazla 1 veya 2 gün süreyle artırılmalıdır. Tuz 4 litre içme suyuna 1
çorba kaşığı düzeyinde de katılabilir. Tuzlu su ancak yarım gün süre ile
verilmeli,diğer yarım günde normal su içirilmelidir.
5. Rasyona 20 g/kg düzeyinde triptofan ilave edilmesiyle tüy gagalama davranışı
azaltılabilmektedir. Ayrıca yüksek dozda dopamin antagonistleri broylerlerde motor
aktivitelerini baskılamakta ve sedatif etki yapmaktadır.
6. Farklı ırklardaki damızlıklar bir arada tutulmamalıdır. Sakallı , ibikli veya bacakları
tüylü damızlık tavuklar bu tür ırk özelliğine sahip olamayan tavuklarla birlikte
barındırılmamalıdır.
İyi bir yetiştirme programı, uygun aydınlatma ve gaga kesiminin birlikte
uygulanması ile problemin üstesinden gelunebilmektedir. Uygun bir yetiştirme
programının sağlanamadığı durumlarda gaga kesimi yapılması problemin
kontrolünde kullanılabilecek bir metottur.

Gaga Kesimi Programları


1.Tavukların kuluçkadan çıktıkları gün veya 10 gün sonra gagaları kesilebilmektedir.
Bu ilk kesim ile genellikle 8-10 hafta süreyle kanibalismusa karşı yeterli önlem
alınabilmektedır. Hindilerde ilk gaga kesimi 7-10 günlük yaşa kadar geçiktirildiğinde
veya gaganın büyük bir kısmı kesildiğinde tek gaga kesimi yeterli olmaktadır.
Ciddi bir stres durumu olmadıkça gaganın çoğu bırakılmalıdır. Hayvanlar barınaklara
alındıklarında tekrar orta düzeyde bir gaga kesimi yapılmalıdır. Yumurtlama
periyodu süresince bazı tavuklarda gagaları düzeltilmesi gerekli görülmektedir. Bu
gaga kesimi programı uygun yetiştirme şartlarında barındırılan tavuklarda
kanibalismusu önlemek için yeterli olmaktadır.
2. Tamamen kapalı şartlarda yetiştirilen hayvanlarda 1. programın ilk basamağı
uygulanır sonra 8-10 haftalık yaşta ikinci bir kesim yapılır. Hayvanlar yumurtaya
geçtikleri zaman gaga kesimi tekrarlanır.
3. Bir günlük yaşta veya ilk haftada yoğun bir gaga kesimi uygulanır ve gaga
düzeltmeleri hariç tekrar gaga kesimi yapılmaz . Bu program hayvanlarda yoğun
strese neden olacağı ve yem tüketimini etkileyeceği için tavsiye edilmemektedir.
İSKELET BOZUKLUKLARI

Kanatlı hayvanların büyüme ve verim dönemlerinin değişik safhalarında iskelet


bozuklukları oluşabilmektedir. Bu bozukluklar; broyler,hindi ve örneklerde daha
fazla gözlenmekte ve çoğunlukla büyümenin en hızlı olduğu dönemde oluşmaktadır.
İskelet sistemi genel olarak etkilenmekte birlikte hızlı gelişmeleri ve vücudun
ağırlığını çekmeleri nedeniyle bozukluklar femur ,tibiotarsus ve tarsometatarsus
kemiklerinde yoğunlaşmaktadır. Broyler ve hindi gibi kanatlılar da erken yaşta
başlayan ayak problemleri hayvanın yeme ve içmesini engelleyerek ölüme varan
sonuçlara sebep olabilmektedir. Bakteri, virüs ve mikoplazma gibi enfeksiyon
etkenleri de anormal kemik,kıkırdak ve eklem gelişimine yol açmaktadır. İskeletin
yapısı Şekil 2.2’de verilmiştir.
Normal Kemik Gelişimi
Kemiğin Yapısı: Mezenkimden köken alan kemik dokusu, organizmanın en sert
dokularından birisidir. Destekleme ve koruma görevlerinin yanı sıra Ca ve P iyonları
için depo görevi görmekte aynı zamanda kemik iliğini de barındırmaktadır. Diğer
destek dokularında olduğu gibi, kemik dokusunun da büyük kısmını « matriks « adı
verilen temel madde oluşturur. Matriks, organik kusurların yanı sıra inorganik
unsurları da içerir ki bunlardan en fazla bulunanı kalsiyum fosfattır. Kemikler
vücuttaki toplam kalsiyum rezervlerinin %99’unu, fosfatın %88’ini,bikarbonatlı %
80’ini,magnezyumun % 50’ sini, ve vücuttaki toplam minarel rezervlerinin %35’ini
ihtiva etmektedir. Kemiklerde 2:1 olan kalsiyum :fosfor oranı yem
formülasyonlarında da dikkate alınmaktadır. Temel maddenin organik bölümü ise,
ipliksiz ve şekilsiz temel maddeden oluşur. Organik maddenin büyük çoğunluğu tıp I
kollajen iplikleri oluştururken,şekilsiz temel maddeyi ise proproteoglikanlar
( kondroitin-4 sülfat, kondroitin -6 sülfat ve keratan sülfat ), glikozaminoglikanlar
(hiyoluronik asit) ve glikoproteinler ( osteonektin) oluşturmaktadır. Kemik boşlukları
aynı zamanda iyi bir yağ deposudur.
Kemik dokusunda 4 tıp hücre bulunmaktadır. Bunlar;
- Kemik hücresi olma yönünde özelleşmiş olan mezenkim hücreleri ; osteojenik
( osteoprojenitor) hücreler,
- Kemik dokusunun organik bölümünü oluşturan hücreler ;osteoblastlar,
- Kemik dokusu içerisinde kalarak mebolik aktivitelerini azaltan osteoblastlar
yani;osteositler,
- Kanın monositlerinden köken alarak kemik dokusunun yıkımından sorumlu olan
hücreler ; osteoklastlar.
Kemik dokusunun primer ( olgunlaşmamış kemik dokusu ) ve sekonder kemik
dokusu olmak üzere iki türü vardır ve erişkinlerde sadece sekonder kemik dokusu
bulunur ( olgunlaşmış kemik dokusu) .
Sekonder kemik dokusunun kompakt (kortikal) ve sponiyöz ( süngerimsi) kemik
dokusu olmak üzere iki farklı türü vardır. Kompakt kemik tüm kemiklerin dış
yüzünde bulunan kemik türü olup, içerisinde damarların geçtiği mikroskobik
kanallar ( Havers ve volkman kanalları) sistemi bulunur. Süngerimsi kemik ise kısa ve
uzun kemiklerin metafiz ve epifizlerinin iç kısımları ile yassı kemiklerin iç bölgelerinde
bulunan kemik türüdür. Bu kemik dokusu türünde birbirleri ile anastomozlaşan kemik
trabekülleri yer alır ve bunların arası kemik iliği doludur.
Kompakt ve süngerimsi kemik dokusu türlerinin yanında yumurta tavuklarında
rastlanan ve medullar kemik dokusu adı verilen üçüncü bir kemik dokusu daha vardır.
Medullar kemikler, yem tüketiminin azaldığı günün karanlık periyodunda yumurta
kabuğunun şekillenmesi için kalsiyum sağlar. Medullar kemik gelişimi, ovaryum
foliküllerindeki gelişmeyle aynı zamanda gerçekleşmektedir. Kalsiyum oranı %3.5 olan
rasyonla beslenen ergin bir yumurta tavuğunda iskeletteki medullar kalsiyum miktarının
0.75g civarında olduğu tespit edilmiştir.
Kamik Büyümesi ve Büyüme Plağı: Kemiklerin enine büyümesi ; periosteal kemik
trabeküllerinin birbiri üzerine eklenerek kalınlaşmasıyla gerçekleştirilen, boyuna
büyümesi yani uzaması ise büyüme plağındaki kondrositlerin çoğalıp farklılaşmaları ile
gerçekleşir.
Metabolik bozuklukların çoğunun ve besin maddesi yetersizliklerinin uzun kemiklerin
eklemlerini etkiledikleri gözlenmektedir.Uzun kemiklerde üç bölge ayırt edilir. Şekil 2.3’ te
görüldüğü gibi bunlar iki uçta epifiz, ortada diyafiz ve epifizlerle diafizin birleştiği bölge
olan metafizdir. Büyüme plağı, epifiz ile metafiz arasında yer
alan kıkırdak doku bölgesidir. Çoğu kemikte proksimal ve distal olmak üzere iki adet
büyüme plağı bulunurken metakarpal ve metatarsal kemikler ile falankslarda birer
adet büyüme plağı mevcuttur.
İskelet sisteminde femur ve tibia basınca en çok maruz kalan kemiklerdir. Bu
yüzden iskelet sistemi gelişimini bozan etkenlerden en fazla etkilenen bölge tibianın
proksimal büyüme plağıdır. Özellikle broylerlerde tibial diskondroplazi,
osteokondrozis, raşitizm, epifiz ayrılması ve kayması olgularına sık rastlanır.
Büyüme plağında değişik kondrosit tipleri vardır.Kanatlılardaki büyüme plağı,
değişik farklılaşma aşamalarında ki kontrosit sütunlarından oluşur. Bunlar epifizden
metafize doğru rezerv zon, proliferatif zon, tranzisyonel zon ve hipertrofik zon
olarak sıralanır. Farklılaşmanın en son aşamasındaki kondrositlerden oluşmuş olan
hipertrofik zonda damarlaşmayla birlikte mineralizasyon da artmaktadır. Zonlarda
farklılaşma aşamalarında meydana gelen herhangi bir aksaklık yetersiz
damarlaşmaya yol açarak mineralizasyon bozukluklarına sebep olmaktadır. Bunun
sonucunda ortaya çıkan anormal kıkırdak gelişimi iskelet sistemi hastalıklarının
başlıca nedeni olarak gösterilmektedir.
Anormal Kemik Gelişimine Yol Açan Faktörler
1- Beslenme: Besin madde yetersizliklerinin çoğu kemik gelişimini bozarak iskelet
bütünlüğünü etkilemektedir. Vitamin, mineral ve elektrolit metabolizmasını
etkileyen besleme problemleri iskelet gelişimini de olumsuz yönde etkilemektedir.
Enerji ve protein gibi temel besin maddelerinin dengesizlikleri de kemik gelişimini
etkileyebilmektedir. Klasik besleme problemleri daha çok kalsiyum, fosfor ve
vitamin D 3 gibi besin maddelerinin rasyondaki dengesizliklerinden yada bu besin
maddelerinin hayvan tarafından yeterince değerlendirilememesinden
kaynaklanmaktadır. Bu üç besin maddesinin yetersizliği yada uygun düzeylerde
bulunmaması, raşitizm ve diğer bozuklukların görülmesine yol açmaktadır. Benzer
şekilde elektrolit dengesizliklerinden de tibial diskondroplazi oluşumunu
hızlandırdığı bilinmektedir.
Protein ve Aminoasitlerin: Aşırı protein tüketimi stres oluşturmakta, folik asit
metabolizması ile etkileşerek bacak problemlerinin insidensinin arttırmaktadır.
Fazla protein tüketimi vitamin A ihtiyacını da artırmaktadır. Rasyonda aminoasitlerin
yüksek, kalsiyumun düşük olmasının kemik kalsifikasyon oranını azalttığı
bilinmektedir.
Yüksek düzeyde protein tüketimi kalsiyumun değerliliğini azaltmakta,ossifikasyon
aşamasında osteogenesiz bozukluklarına dolayısıyla osteoporozise yol açmaktadır.
Rasyondaki aminoasitlerin ve protein yapısında olmayan azotlu maddelerin oranı
organik kemik matriksi gelişimini etkileyebilmektedir.
Bazı aminoasitlerin yetersizlikleri de kemik mineralizasyonunu etkilemektedir.
Örneğin valin yetersizliğinde bacak problemleri artmakta, hidroksiplorin değerliliği
azalmakta ve idrarla kalsiyum atılımı artış göstermektedir.
Vitaminler: Vitamin D3 yetersizliği belirtileri kalsiyum ve fosfor yetersizliği
belirtilerine benzerlik göstermektedir. Kalsiyum yetersizliği bulunan civcivlerde
genellikle hipokalsemi ve hiperfosfotemi oluşurken, vitamin D3 yetersizliğinde
hipokalsemi ve hipofosfotemi oluşmaktadır. Vitamin D3 yetersizliğinde, paratiroid
hormonun sebebi olduğu fosfor yetersizliği daha fazla gözlenmektedir.
Karaciğerde depolanan vitamin D 3’ün dolaşımdaki seviyesi genellikle düşüktür.
Vitamin D 3, 25(OH)D3’e dönüştürülerek karaciğerden dolaşıma çalınmaktadır.
Vitamin D3 yetersizliği bulunan civcivlerde kemik rezorbsiyonu yaklaşık 7 gün sonra
baskılanmakta ve osteosid şekillenmesi devam ederken toplam kemik kütlesinden
artış gerçekleşmektedir. Vitamin D3 yetersizliğinde kemik kütlesindeki artış
karakteristiktir.
Annenin beslenmesine bağlı olarak vitamin D3 ‘ ün yumurtaya geçişi değiştiği için
yetersizlik belirtilerinin başlama zamanı farklılık gösterebilir.(Tablo 2.4)
Vitamin yetersizliklerinde paraliz, çapraz parmaklılık ve kemik eğilmesi gibi
deformiteler gözlenmektedir. Vitamin yetersizliği sonucu oluşan bozukluklar
hayvanların su ve yemliklere ulaşmasını zorlaştırdığı için yerde beslenen kanatlılar
kafeste beslenenlere göre daha fazla etkilenmektedir. Bu durum, iskelet sistemi
bozukluklarının yanı sıra yeme ve içmeye karşı isteksizlik nedeniyle gelişme
bozukluklarına da sabep olmaktadır.
B grubu vitaminler de ayak problemlerinin oluşumu üzerine etkilidir. Bu
vitaminler içinde en fazla dikkat çekeni piridoksindir. Piridoksin rasyondaki
düzeyinin düşük olması iskelet problemlerine yol açmaktadır.Piridoksinin çinko
dengesinin korunmasına katkıda bulunduğu, özellikle de barsaklardan çinko
emilimini destekleyen pikolinik asit üzerine olumlu etki yaptığı ileri sürülmektedir.
Triptofandan pikolinik asit sentezi için piridoksine ihtiyaç duyulmaktadır. Ayrıca
bacak problemlerinin önlenmesinde çinko piridoksin ve triptofan arasında sinerjik
bir etki bulunmaktadır.Piridoksinin etkisi rasyondaki protein düzeyi ile değişmiştir.
Rasyonda yüksek düzeyde protein kullanılmasının transaminasyon veya deaminasyonu
artırarak metabolik piridoksin ihtiyacını artırdığı düşünülmektedir. Hayvanların %31 ham
protein ve 2.5 mg/kg piridoksin ile beslenmesi sonucunda perozis benzeri bir durumla
karşılaşılırken %22 ham proteinle besleme sonucunda bu durum gözlenmemiştir.
Piridoksin yetersizliği, erginleşen büyüme plakları içine kan damarlarının düzensiz
invasyonunun sebep olduğu epifizal lezyonlar şeklinde kendisini göstermektedir.
Vitaminlerin eksikliği kadar bazı vitaminlerin fazlalığı da bacak problemlerine sebep
olmaktadır. Rasyonda yüksek düzeyde vitamin A bulunması raşitizmi artırırken, aşırı
vitamin E ise kemik şekillenmesini bozmaktadır. Yüksek düzeyde niasin kemik
dayanıklılığını azaltabilmektedir.
Mineraller:Minerallerin eksikliği veya fazlalığı kemik gelişimini etkilemektedir. Kalsiyum
ve fosfor yetersizlikleri histolojik olarak ayırt edilebilmekle birlikte saha şartlarında
kalsiyum fazlalığı veya fosfor yetersizliğinin tam olarak teşhisi zordur. Hatalardan
kaçınmak için rasyonun bu iki mineral açısından analiz edilmesi
gerekmektedir.Rasyondaki aşırı kalsiyum barsakta çözünmeyen Ca3(PO4)2 oluşumuna
dolayısıyla fosfor yetersizliğine yol açmaktadır. Yine yüksek düzeyde
Ca-CO3’ın bacak problemlerine sebep olduğu tespit edilmiştir. Kalsiyum kaynağının
partikül büyüklüğü de bacak problemlerinin görülmesine etkilemektedir.
Kalsiyum ve fosfor un bazı mineral ve besin maddeleriyle etkileşimleri sonucunda
metabolizmada değişik kalsiyum: değerlendirilebilir fosfor oranlarının oluşması
nedeniyle bacak problemleri üzerine Ca:P oranının etkisini kesin olarak belirtmek
mümkün değildir. Örneğin çinko ve manganezin her ikisi de fitat fosforunun
çözünebilirliğini etkilemektedir. Benzer şekilde rasyondaki rasyondaki yağlar ile
kalsiyum, çözünebilirliği az olan sabunların oluşumuna yol açmaktadırlar. Doymuş
yağ asitleri yönünden zengin yağlar kalsiyum tutulumunu ve kemik bütünlüğünü
olumsuz yönde etkilemektedir.(Tablo 2.5)
Kalsiyum kaynağının formu da etkili bir faktördür. Örneğin küçük partikül yerine
büyük partiküllü kalsiyum kaynaklarının rasyonda kullanılması kalsiyum emilimini
dolayısıyla iskelet özelliklerini etkilemektedir. Vücut kemiklerindeki kalsiyum
düzeyleri çok az farklılık göstermektedir. Bu nedenle sadece tibiotarsus gibi bir
kemiğin analizi yeterli görülmektedir. Kemik külü genellikle %34-37 kalsiyum ihtiva
etmektedir(Tablo 2.6).
Mineral kaynakları yüksek düzeyde magnezyum bulundurabilirler. Örneğin dolomitik
kireçtaşı %20 ‘ ye kadar magnezyum içerebilmektedir. Yüksek düzeyde magnezyum ile
besleme sonucunda genellikle iskelet gelişimi bozulmakta, özellikle tarsometatarsus
etkilenmektedir. Rasyonda %0.3 düzeyinde magnezyum bulunmasının kemik külünde
azalma, tibiotarsusta kısalma,eğilme ve bükülmelere yol açtığı tespit edilmiştir.
Geneleksel yem maddelerinde magnezyum oranının % 0.4-0.5’e kadar yükselmesi
nedeniyle bu sonuçlar ticari şartlarda da önem taşımaktadır.
Bazı iz elementlerin seviyelerindeki değişiklikler kemik bütünlüğünü etkilemektedir.
Rasyonda 0-250 ppm arası kaya fosfatı kaynaklı flor bulunmasının kemikte ki flor
düzeyini 3-10 kat artırdığı fakat büyüme veya yem tüketimini değiştirmediği
belirlenmiştir. Seksüel olgunluğa ulaşıldıktan sonra dişilerin kemikleri daha fazla flor
içermekte ve 104 haftalık yaşta kemik flor konsantrasyonu 11.000-12.500 ppn’ e
ulaşmaktadır. Flor kalsiyum ile birlikte kemikte depolanmasına faka yumurta kabuğu
oluşumu için kalsiyum mobilize edilirken flor kemiklerde kalmaktadır. Yüksek düzeyde
flor birikiminin yumurtlama performansını etkilemediği belirlenmiştir.
Bakır kollogen sentezine katılan bir element olup, eksikliğinde bazı klasik bacak
bozukluklarına benzer bozukluklar gözlenmektedir. Radyoda 1ppm’den az bakır
bulunması durumunda kemiğin kırılmaya karşı hassaslaştığı ve kollogen çapraz
bağların azaldığı tespit edilmiştir.
Zeolitler,mikotoksinlerin etkisini gidrmek yada yumurta kabuğu dayanıklılığını
artırmak amacıyla rasyona katılmaktadır. Doğal yada sentetik zeolit bileşiklerinin
çoğu kemik bütünlüğünü etkileyen yüksek düzeyde alüminyum içermektedir.
Rasyonda %0.1 oranındaki alimünyumun kemiğin kırılmaya karşı dayanıklılığını ve
kemik Da,P,Mg ile Zn konsantrasyonlarını azalttığı tespit edilmiştir.
Elektrolit Dengesi : Rasyondaki mineral seviyelerinin yanı sıra bazı minerallerin
dengesi de iskelet gelişimini doğrudan etkilemektedir. Rasyondaki katyon ve
anyonların özellikle Na+K:CI dengesinin büyük önemi bulunmaktadır. İyonik denge
tibial diskondroplazi gibi bazı hastalıkların insidensini etkilemektedir.
Mikotoksinler:Mikotoksinlerin çoğunun kemik gelişimi üzerine etkileri
bulunmaktadır. Mikotoksinlerin etkisi en belirgin şekilde tibial diskondroplazi
vakalarında gözlenmektedir.
Rasyonu Oluşturan Yem Maddeleri : Bira mayası ve tahıl şilempesi gibi birçok yan
ürünün iskelet gelişimi üzerine yararlı etkisinin olduğu belirlenmiştir. Rasyona %10
düzeyinde katılan bira mayası tibial diskondroplazi insidensini önemli oranda
azaltmış, aynı zamanda kemik dayanıklılığını artımıştır. Bazı soya küspesi çeşitlerinin
de tibial diskondroplazi oluşumunda önemli bir etkisi bulunmaktadır. Damızlıklarda
soya kaynağının taban yastığı lezyonları oluşumuna katkısı olduğu belirlenmiştir.
Rasyonda çavdar kullanımı sonucunda vitamin D3 emiliminin bozulması bacak
problemlerine yol açabilmektedir. Rasyondan çavdarın çıkarılması kemik külü düzeyini
hızlı bir şekilde artırmaktadır. Bu olumsuz etkinin çavdarın besin maddeleri emilimini
bozması dan kaynaklandığı düşünülmektedir.
Soya ve çavdarın bacak problemleri üzerine olumsuz etkilerine benzer etkiler
sorgum ve kolza küspesinde de gözlenmektedir. Çoğu sorgum ve kolza varyetelerinde
normalde metal iyonlarıyla kompleks oluşturan taneler kemik gelişimini
etkilemektedir.
2-Genetik Faktörler: Et tipi kanatlılarda bacak problemlerinin insidensi açısından
hatlar arasında farklılıklar bulunduğu gözlenmiştir. Bacak problemlerinin çoğu kalıtsal
özellik taşımaktadır.
3-Cinsiyetin Etkisi : Bacak problemleri ve iskelet bozuklukları dişilere göre
erkeklerde daha fazla görülmekle birlikte erkeklerde büyüme oranının daha yüksek
olduğu unutulmamalıdır. Erkek ve dişi kanatlılarda tibiotarsus gibi kemiklerde
büyüme oranları farklılık göstermektedir. Erkeklerde tibiotarsus ağırlığı yaklaşık 10
haftalık yaşa kadar artış gösterirken dişilerde 8 haftalık yaşta sabitleşmektedir. Erkek
hayvanların kemik dayanıklılığını dişilere göre yüksek olmakla birlikte bu özellik
problemlerin gözlenmesine karşı koruyucu bir faktör değildir.
4-Canlı Ağırlık-Büyüme Oranının Etkisi : Ticari et tipi kanatlıların vücut ağırlılığının
fazla olması, bu hayvanlarda bacak problemleri ve iskelet bozukluklarının daha
yüksek oranda gözlenmesine yol açmaktadır. Canlı ağırlığa göre büyüme oranının
kemik bozuklukları üzerine etkisi daha fazladır. Bacak problemleri yanında birçok
metabolik bozukluk büyüme oranının düşürülmesi ile azaltılabilmekte fakat bu
çözüm yolu ekonomik olmamaktadır.
TİBİAL DİSKONDROPLAZİ

Tibial diskondroplazi, tibiotarsusun proksimal bölgesinde anormal kıkırdak kütlesi


oluşumu ile karakterize bir bozukluktur. Tibial diskondroplazi hızlı büyüyen et tipi
kanatlılarda genellikle de broylerlerde gözlenmektedir.
Etiyoloji
Tibial diskondroplazi sürüdeki çok az hayvanı etkilemekle birlikte bazı durumlarda
insidens %30-40’a kadar yükselmektedir. Özellikle erkek hayvanlarda gözlenen tibial
diskondroplazinin oluşumu ile ilgili faktörler aşağıda verilmiştir.
Genetik Faktörler: Bozukluğun gelişiminde genetik özelliklerin etkili olduğu
düşünülmektedir. Tibial diskondroplazi, insidensin yüksek olduğu hatlarda ortalama
%40 düşük olanlarda ise % 16 olarak tespit edilmiştir. Ayrıca tibial diskondroplazinin
cinsiyetle bağlantılı resesif bir gen ile ilişkili olarak da geliştiği ileri sürülmektedir.
Elektrolit Dengesi: Rasyon elektrolit dengesi ve özellikle klor düzeyi bozukluğun
gelişimini etkilemektedir. Genetik yönden tibial diskondroplazi gelişimine yatkın
hatlardaki hayvanlarda yüksek düzeyde klor(%0.75) ile besleme sonucunda tibial
diskondroplazi insidensinin ve lezyonların şiddetinin artış gösterdiği belirlenmiştir.
Yüksek düzeyde klor serum klor seviyesini artormakta, kan pH ve bikarbonat
seviyesini azaltmaktadır.
Çin’de yetiştirilen yem maddelerinin klor içeriklerinin doğal olarak yüksek olduğu
tespit edilmiştir. Çin’in bazı bölgelerinde tibial diskondroplazi insidensi %34-69 gibi
yüksek rakamlara ulaşırken bazı bölgelerinde ise %14-28 arasında olduğu belirlenmiş
bu durum değişik coğrafik bölgelerde kullanılan soya küspesinin kompozisyonundaki
farklılıklara bağlanmıştır. Tablo 2.7’ de klor içerikleri farklı soya küspesi ile rasyona
değişik oranlarda magnezyum katılması sonucunda canlı ağırlık ve tibial
diskondroplazi insidensi verilmiştir.
İyonlar arasındaki kompleks oluşturma özelliği ve etkileşimler tibial diskondroplazi
oluşumunda etkili olabilmektedir. Tibial diskondroplazi oluşumu üzerine sadece klor
etkili olmakla birlikte, sodyum ve potasyum etkisi diğer elektrolitlerin düzeyine bağlı
olarak çıkmaktadır.
Kalsiyum, Fosfor ve Diğer Mineraller: Rasyonda düşük oranda kalsiyum, kabul
edilebilir düzeyde fosfor bulunması tibial diskondroplazi insidensini ve şiddetini
artırmaktadır. Broylerlerde insidensi azaltmak için rasyonda normal kalsiyum
seviyesi (%0.94) yeterli görülmektedir. Tibial diskondroplazi insidensi açısından
kalsiyum ve fosforun seviyelerine göre oranları daha önemlidir. Genç broylerlerde
fosfor düzeyinin yüksekliği veya fosforun kalsiyuma göre yüksek olması insidensin
artışında daha etkilidir. Optimum kalsiyum: değerlendirilebilir fosfor oranı 2:1
olarak kabul edilmektedir. İçeriğinde yüksek düzeyde fosfor bulunan et ününün
rasyonda yüksek düzeyde kullanımı tibial diskondroplazi oluşumuna yol açmaktadır.
( Tablo 2.8)
Rasyonda yüksek düzeyde sistein ( 150-300 mg/kg ) bulunması tibial diskondroplazi
gelişimine sebep olmakta fakat 10 ppm dozundaki molibden bu olumsuz etkiyi
gidermede etkili olmaktadır.
Rasyon ile İlgili Diğer Faktörler : Önceki bölümlerde de anlatıldığı gibi soya
küspesinin kompozisyonu tibial diskondroplazi oluşumunda yardımcı bir faktördür.
Vitamin D3 ve metabolitlerinin de tibial diskondroplazi üzerine etkileri
araştırılmaktadır. Tibial diskondroplazi gelişimine yol açan ve kilogramında 1.000IU
vitamin D3 ihtiva eden bir rasyona ilave olarak 10 u/kg düzeyinde 1.25(OH)2
vitamin D3 katılmasıyla tibial diskondroplazi insidensi ve şiddetinin azaldığı
belirtilmiştir.
Küf ve Mikotoksinlerin: Farklı Fusarium türleri tarafından üretilen küfler tibial
diskondroplazi gelişimini teşvik etmektedirler.
Tibial diskondroplazi proksimal tibiotarsal büyüme plağı içinde metafizal kan
kaynaklarının dağılımı ile ilgili bir bozukluktur. Anormal kan kaynaklarının aktif
büyüme plağı üzerine yaptığı aşırı basınç tibial diskondroplazi oluşumuna sebep
olmaktadır. Kondrositlerin bölünmesi ve erginleşmesi tibial diskondroplazi
vakalarında engellenmektedir. Normal hayvanlarda terminal hipertrofik
kondrositler vaskülarize olup sonuçta kemikleşmektedirler. Tibial diskondroplazi
vakalarında kıkırdak hücreleri hipertrofik kondrositler şekline dönüşemeyip
vaskülarize olamamakta ve kemikleşememktedir. Oluşan kıkırdak tampon ve
büyüme plağının laterale kayması sonucunda gerçekleşen eğilme ve bükülmeler,
tibial diskondroplazi için karakteristik özelliklerdir.
Tibial diskondroplazi oluşumunda canlı ağırlık tek başına bir faktör değildir. Tibial
diskondroplazi oluşumunun gerçekte proksimal tibiotarsus bölgesinde büyüme
plağı gelişiminin oldukça hızlı olmasından kaynaklandığı ileri sürülmektedir.
Proksimal tibiotarsus bölgesi en yüksek oranda 21-24 günlük yaşlar arasında
gelişmektedir. Tibial diskondroplazi insidansi yüksek hatlarda düşük insidensli
hatlara göre birçok kemiğin büyüme oranı daha yüksek olmaktadır(Tablo 2.9)
Semptomlar
Tibial diskondroplazinin en karakteristik özelliği, tibiotarsusun proksimal bölgesinde
anormal kıkırdak kütlesi oluşumudur. Birçok bacak problemine olduğu gibi tibial
diskondroplaziden etkilenen hayvanlar iyi bir performans sergileyebilmektedir.
Semptomlar 14. günden itibaren belirginleşmeye başlamakta en yoğun olarak ise
21-35 günler arasında gözlenmektedir. Hayvanlar hareket etmeye karşı isteksizlik
olup hareket etmeye zorlandıklarında sallanma ve katılaşmış bir yürüyüş
göstermektedirler. Hareketlerdeki azalma yem tüketiminin azalmasına ve büyüme
oranının hızla düşmesine sebep olmaktadır.
Tibial diskondroplazi vakalarında tibiotarsusun proksimal ucunda hipertrofik
kıkırdak tabakasının kalınlaşması oldukça barizdir. Anormal kıkırdağın çoğu şiddetli
derecede dejenere olmuş hücrelerden oluşmuştur. Ölen kondrositler muhtemelen
daha az K bağlamakata, iyonik denge değişerek kemik oluşumu şekillenmektedir.
Matriksin yetersiz kalsifikasyonu vaskülarizasyonun da azalmasına yol açmaktadır.
Tedavi ve Korunma
Büyüme Oranının Azaltılması: Tibial diskondroplazi insidensi ve şiddeti büyüme
oranının düşürülmesi ile önemli oranda azaltılabilmektedir. Işık ve yemleme
programlarında yapılacak değişiklikler ile büyüme oranı düşürülebilmektedir.
Hayvanları günde 8 ve 10 saat aç bırakmanın tibial diskondroplazi üzerine önemli
bir etkisi bulunmaktadır ( Tablo 2.10) . Günlük her bir saatlik açlık ile tibial
diskondroplazi insidensinin %6 oranında azaldığı ve büyüme oranının düştüğü
belirlenmiştir.
Rasyon Elektrolitlerinin Düzenlenmesi : Rasyon düzenlemeleri, klor seviyesi ile
birlikte katyon seviyesi de dikkate alınarak yapılmalıdır. Yüksek klor seviyesi ve
uygun olmayan elektrolit dengesi çoğunlukla et ve balık unu içeren rasyonlardan
kaynaklanmaktadır. Hayvansal protein kaynakları klor bakımından oldukça zengin
olmalarına rağmen katyon düzeyleri oldukça düşiktür. Klor içeriği yüksek yem
maddelerinin rasyona mutlaka katılması gerekiyorsa diğer kaynaklardan sağlayan
klor düzeyi azaltılmalı veya rasyondaki katyon düzeyi artırılmalıdır. Rasyonu klor
bakımından zenginleştiren yem maddeleri arasında sentetik kolin ve lizin de
bulunmaktadır.
Rasyon Düzenlemelerinin Etkisi: Tibial diskondroplazi probleminin azaltılması için
rasyon düzenlemelerinin yapılması, özellikle rasyonun mineral ve elektrolit
düzeylerinin dengelenmesi etkili uygulamalar olarak görülmektedir. Tibial
diskondroplazi rasyon düzenlemeleri ile azaltılmakla birlikte problem tam olarak
çözülememektedir.
Kalsiyum: değerlendirilebilir fosfor oranı yaklaşık 1.9 olarak ayarlandığında
hayvanlardan iyi bir performans sağlanırken, kalsiyum: değerlendirilebilir fosfor
oranı 2.8 olduğunda tibial diskondroplazi oranı düşmekte fakat performans olumsuz
etkilenmektedir. Yüksek oranda fosfor bulunan rasyonlara zeolit katılması
broylerlerde tibial diskondroplazi insidensini azaltmaktadır. Bu etkinin zeolitlerin
fosfor ile kompleks oluşturarak Ca:P oranını düzeltmelerinden kaynaklanabileceği
düşünülmektedir.

YUMURTA TAVUKLARINDA KAFES YORGUNLUĞU ve KEMİK


KIRILMALARI
Kafeste barındırılan yüksek verimli yumurta tavukların da yumurtanın pik yagtığı
dönemde paralizler gözlenebilmektedir. Bu paralizler vertebra kırıklarının spinal
kortu etkilenmesinden kaynaklanmaktadır.
Etiyoloji
Kafes yorgunluğu, yumurta kabuğunun şekillenmesi için ihtiyaç duyulan kalsiyumun
kemiklerden mobilizasyonu sonucunda ortaya çıkmaktadır. Kemik kırıkları ise
yumurta kabuğunun teşekkülü için gerekli kalsiyumun medullar kemik kalsiyum
rezervlerinin tükenmesinden sonra kortikal kemiklerden çekilmesi sonucunda
oluşmaktadır. Yumurta veriminin yüksek olduğu dönemde kalsiyum,fosfor ve
vitamin D3 bakımından yetersiz rasyonlar ile beslenme sonucunda kafes
yorgunluğu gözlenmektedir.
Kafes yorgunluğunun yerde barındırılan hayvanlarda nadir olarak
gözlenmesi egzersizin etkili bir faktör olduğunu göstermektedir. Kafes
şartlarından başka yüksek yumurta randımanı hastalığın başlamasında
etkili bir faktördür.Kafes yorgunluğu çoğunlukla Beyaz Leghorn yumurta
tavuklarında gözlenmektedir.
Rasyonda %1 oranında kalsiyum bulunması , kemik mineralizasyonu ve
uygun kemik külü düzeyi için yeterli olmamaktadır.Yumurtlama öncesi %1
oranında kalsiyum bulunan rasyonla besleme sonucunda kemik külünün
%35 kalsiyum , %3.5 kalsiyum bulunan rasyon ile besleme sonucunda
%40 kalsiyum içerdiği tespit edilmiştir.
Tibiotarsusun kalsiyum ve kül içeriğini artırmak için ,14 haftalık yaştan itibaren %1
kalsiyum içeren yumurtacı piliç yemi yerine %3.5 kalsiyum içeren yumurtacılar için
hazırlanmış rasyonlarla beslemenin etkileri tablo 2.11 ‘ de verilmiştir.
Yüksek kalsiyum içerikli rasyonların 14 hafta gibi erken dönemlerden itibaren
yedirilmesi gereksizdir ve böbrek ürelithalizisine yol açma ihtimali bulunmaktadır.
Ayrıca vitamin D3 yetersizliğinin kalsiyum kullanımını olumsuz yönde etkilediği
düşünülmektedir.
İskelet bütünlüğünün korunmasında önemli bir besin maddesi olan
fosforun yetersizliği de kafes yorgunluğu oluşumunu hızlandırmaktadır.
Fosfor yumurta kabuğu oluşumuna direkt olarak katılmamakta fakat aktif
kemik kalsifikasyonu dönemi boyunca medullar kemiklerde kalsiyum
fosfatın yapısına katılarak kalsiyumun kemiklerde depolanmasını
sağlamaktadır. Rasyonda yeterli düzeyde fosfor bulunmaması medullar
kemiklerde kalsiyum rezervlerinin yenilenmesini aksatmakta , kafes
yorgunluğu ve diğer iskelet problemlerinin daha erken dönemde
gözlenmesine sebep olmaktadır.
Verim Dönemini Tamamlamış Yumurtacılarda Kemik Kırıkları :Yaşlı hayvanlardaki kemik
kırıkları ile kafes yorgunluğu arasında bir ilişkinin olduğu tahmin edilmektedir. Genç
hayvanlarda kafes yorgunluğu ve yaşlı hayvanlarda kemik kırıklarının zaman içinde iskeletteki
kalsiyum metabolizmasının bozulması sonucunda ortaya çıktıkları düşünülmektedir. Her iki
durumunda kafeste barındırılan hayvanlardaki egzersiz yetersizliğinden ve yüksek yumurta
veriminden kaynaklandığı varsayılmaktadır.Verim dönemini tamamlamış hayvanlarda kafeste
bulundukları sürece çok az kemik kırıkları şekillenirken esas problemin hayvanların kafesten
ayrılıp kesim ünitelerine aktarılmaları sırasında oluştuğu gözlenmektedir. Kemik kırıkları et ile
kemiğin mekanik olarak ayrıldığı ünite de problem oluşturmaktadır.
Semptomlar

Kafes yorgunluğu bulunan hayvanlar yanına yatmış ve bacaklarını ileri doğru uzatmış
pozisyonda görülürler. Etkilenen hayvanların genel aktivitelerinden uzak bir şekilde
kafesin arka bölümünde çökmüş vaziyette oldukları belirlenebilir. Kafes yorgunluğunu
erken döneminde hayvanlarda belirtiler gözlenmekte fakat yumurta verimlerine
devam etmektedirler. Yumurtanın pik döneminde hayvanların topalladıkları ve ayakta
durmaya karşı isteksiz oldukları görülmektedir. Kafes içinde hayvanlar arasındaki
rekabet nedeniyle hastalanan hayvanlar kafesin arka bölümünde bulunmakta, ölüm
ise susuzluk ve açlık nedeniyle oluşmaktadır.
Yeme ve içme bozuklukları nedeniyle ölen hayvanlar, dehidre ve oldukça zayıflamış
bir görünümdedirler. Kafes yorgunluğu bulunan hayvanlarda kaburga kemiklerinde
boncuk tarzı oluşumlar ve medullar kemik trabeküllerinin yoğunluğunda azalma
tespit edilebilir. Kemiklerde kalsiyumun yetersiz olduğu ve anormal mineralizasyon
oluştuğu belirlenebilir. Medullar kemiklerde osteoklastik aktivite ve ilerleyen
durumlarda kortikal kemiklerde erozyon oluşmaktadır. Paraliz 4 ve 5. göğüs
vertebralarında oluşan kırıklar sonucunda medulla spinalise uygulanan basınç ve
medulla spinaliste dejenerasyonlardan kaynaklanmaktadır.
Paralizin gözlenmesi ile birlikte yapılan otopside , ovidukta kabuğu tam olarak
şekillenmemiş yumurta ve ovaryumda çok sayıda follükül tespit edilebilir. Paraliz
oluşumundan daha sonra yapılan otopside ise besin maddesi tüketiminin
yetersiz olması nedeniyle ovaryumların çoğunlukla regrese olduğu belirlenebilir.

Tedavi ve Korunma
Seksüel Olgunluk Yaşı:Şiddetli kafes yorgunluğun genellikle erken yaşta
yumurtaya başlayan hayvanlarda oluştuğu tespit edilmiştir. Erken yaşta
yumurtaya giren hayvanların canlı ağırlıkları çoğunlukla düşük kalmakta, iştahın
az olması besin maddesi tüketimini azaltmaktadır. Canlı ağırlığı düşük olan
yarkalara ışık programı uygulanmamalıdır.
Kafes Şartları:Düşük kapasiteli kümeslerde kafes yorgunluğu insidensi ve şiddeti
hayvanların kafesten yere alınmasıyla azaltılabilir. Kafes yorgunluğu belirlenen
hayvanların topallığın erken döneminde kafesten ayrılarak yerde barındırılmaları ile
tam iyileşme sağlanabilmekle birlikte büyük ticari işletmelerde bu uygulamanın
yapılması imkansızdır.

Rasyonun Kompozisyonu:Rasyondaki kalsiyum düzeyi normal oranlar içinde


ayarlanmalıdır. Pratikte ;ilk yumurtanın görülmesinden önce yumurtacı rasyonlarına
geçilmiş olmalı, ilk yumurtaya geçiş gününde rasyonda en düşük %3.5 kalsiyum
bulunmalıdır. Seksüel olgunluk , ibiğin gözlenmesi ve pelvik kemikler arasındaki
genişliğin ölçülmesiyle tahmin edilebilir. Günlük kalsiyum tüketimi 3 gramdan az
olmamalıdır.
Yem tüketim düzeyine bağlı olarak ilk yumurtadan en az 14 gün önce %3.5
kalsiyum , %0.4 değerlendirilebilir fosfor ve 1500 IU/kg vitamin D 3 bulunan
rasyonların yedirilmesine geçilmelidir. Kafes yorgunluğu teşhis edildikten sonra
rasyon düzelmelerinin avantajı azalmaktadır.
Yüksek verimli yaşlanmış yumurtacıların kemik bütünlüğünü artırıcı
uygulamalar henüz tespit edilememiştir. Örneğin yaşlı hayvanlarda yüksek
düzeyde vitamin D3 uygulaması kemiğin kırılma direncini artırmakta fakat
yumurta kabuğu üzerinde kalsiyum birikintilerine yol açmaktadır. Bu birikintiler
yumurtanın hasra görmesine sebep olmaktadır.
Yaşlı tavuklarda kesim öncesi bazı dönemlerde yumurtlamanın durdurulmasının
iskelet bütünlüğünün korunması açısından faydalı olabileceği düşünülmektedir.

RAŞİTİZM
Raşitizm , genellikle et tipi kanatlılarda kemik mineralizasyonundaki bozukluk ile
karakterize bir hastalıktır.

Etiyoloji
Raşitizm , her yaşta gözlenmekle birlikte genç hayvanlarda özellikle de son
zamanlarda hindi palazlarında daha fazla rastlanmaktadır. Rasyon
formulasyonunda önemli hataların bulunması , kalsiyum ,fosfor ve vitamin D3
dengesizliği veya yetersizliği insidensi etkilemektedir. Mikotoksinler ve patojenler
de besin maddelerinin emilimini olumsuz yönde etkileyerek raşitizme neden
olabilmektedir.

Raşitizme klasik bir bacak bozukluğudur.Raşitizm oluşumunu etkileyen faktörler


aşağıda verilmiştir.
Kalsiyum ,Fosfor ve Vitamin D3 Düzeyi :
Raşitizmden korunmak için bu üç besin maddesinin dengesi oldukça önemlidir. Bazı
yem maddelerinin özellikleri nedeniyle rasyonda değerlendirilebilir fosfor düzeyinin
belirli bir seviyede tutulması zor olmaktadır. Örneğin , hindi başlangıç yemlerinde
değerlendirilebilir fosfor içeriği çok değişken olan et unu ve diğer hayvansal proteinler
çok yüksek düzeyde kullanılmaktadır. Çoğu raşitizm vakası vitamin D3 ’ün yetersizliği
veya etkisinin zayıflığından kaynaklanmaktadır. Vitamin D3 yetersizliğinin
hipofosfotemi ,kalsiyum fazlalığının ise hiperfosfotemiye yol açtığı unutulmamalıdır.

Rasyon Kökenli Diğer Vitaminler:Vitamin A, E ve C ‘nin rasyondaki düzeyleri vitamin


D3 kullanımını etkilemektedir.
Raşitizmde gözlenen kemiklerdeki yumuşama , yüksek düzeyde vitamin A ile beslen
hayvanlarda da gözlenmektedir. Rasyonda 16000 IU/kg düzeyinde vitamin A bulunmasının
toksik etkilere yol açtığı belirlenmiştir. Pratikte kullanılan 8000/10000 IU/kg vitamin A düzeyi
toksik düzeye yakındır.

Yaş: Raşitizm genellikle genç hayvanlarda gözlenen bir bozukluktur.

Elektrolit Dengesi : Rasyonda yüksek düzeyde klor bulunması sonucunda gelişen metabolik
asidoz , 1.25 dihidroksi vitamin D3 ‘ün böbreklerde üretimini azaltmaktadır.

Mikotoksinler: Zearalenon yumurtacılarda yumurta kabuğu kalsifikasyonunu bozmaktadır. Genç


kanatlılarda ,vitamin düzeyi düşük rasyonların aflatoksinle kontaminasyonu raşitizme sebep
olabilmektedir.
Mikotoksinlerin hepatotoksin ve nefrotoksik etkili olması, vitamin D3 metabolizmasını
dolayısıyla kalsiyum mobilizasyonunu bozmaktadır. Mikotoksinlerin bu metabolik
etkilere ilave olarak yem tüketimini azalttıkları da bilinmektedir. Yem tüketiminin
azalması vitamin D3 ve kalsiyum tüketimini azaltarak raşitizme yol açabilir.

Barsak Şartları: Sindirilen besin maddelerinin emilmesindeki aksaklıklar da raşitizm


oluşumunda etkili olmaktadır. Örneğin , rasyona katılan çavdar yağ sindirimini azaltarak
vitamin D3 ve kalsiyum emilimini düşürmektedir.
Özellikle kanatlılarda enfeksiyöz ajanların sebep olduğu hastalıklardan birisi olma
ihtimalini artırmaktadır.
Semptomlar
Saha şartlarında anormal davranışlar genellikle 7-10 günlük yaşta gözlenmektedir.
Broyler ve hindi palazları yeme karşı isteksiz olup ve hareket etmek
istememektedirler. Raşitizmin en genel belirtisi, kemiklerin ve gaganın yumuşak lastik
yapısında ve bükülebilir formda olmasıdır. Göğüs kafesi yassılaşmakta ve 10-14.
günlerde kaburga kemiklerinin vertebralar ile bağlantı yerlerinde boncuk tarzı
oluşumlar gözlenmektedir.
Uzun kemiklerin epifizal kıkırdak bölümünde vaskülarizasyonun azalmasıyla birlikte
genişleme ve yapısal bozukluklar oluşmaktadır.Uzun kemiklerin uçlarında büyüme ,
epifizal plağın genişlemesi , kortikal kemiklerin kalınlaşması ve paratiroid bezinin
büyümesi en belirgin patolojik bozukluklardır.
Büyüme plağındaki genişlemeye proliferatif ve hipertrofik zonların genişlemesi
eşlik etmektedir.
Kalsiyum yetersizliğine bağlı lezyonlar kalsiyum fazlalığı yada fosfor
yetersizliğinden kaynaklanan lezyonlara göre farklılaşmaktadır. Uygun tedavinin
yapılabilmesi için , raşitizmin tipine bağlı olarak değişen bu lezyonlar dikkate
alınmalıdır.
Kalsiyum bakımından yetersiz beslenen kanatlılarda genellikle hipokalsemi ve
hiperfosfotemi şekillenirken vitamin yetersizliği hipokalsemi ve hipofosfotemiye
sebep olmaktadır. Kalsiyum:fosfor oranı önemli bir faktördür.
Aşırı kalsiyum, kalsiyum fosfat şeklinde fosfor atılımını artırarak metabolik fosfor
yetersizliğine yol açabilmektedir. Kalsiyum ve vitamin D3 yetersizlikleri ;kemik
gelişimin gecikmesine , kemiklerdeki kül düzeyinin azalmasına ve paratiroid bezinin
hiperplazisinin azalmasına ve paratiroid bezinin hiperplazisine sebep olurken , fosfor
yetersizliği yada fosfora göre kalsiyum seviyesinin yüksekliği paratiroid bezinin
atrofisine yol açmaktadır.
Rasyondaki kalsiyum , fosfor ve vitamin D3 seviyelerine bakılarak raşitizm kolaylıkla
teşhis edilebilir.
Tedavi ve Korunma
Tedavi ve korunmanın temelini optimum düzeyde kalsiyum , değerlendirilebilir fosfor
ve vitamin bulunan rasyonlar ile besleme oluşturmaktadır. Üzerine dikalsiyum fosfat
serpilmiş yemlerin kullanılması ve ilave vitamin uygulaması sonucunda raşitizm tedavi
edilebilmektedir.
Rasyonda vitamin düzeyinin tespit edilmesi zordur. Premikslerdeki vitamin
düzeyleri normal olsa dahi , premikslerin rasyona uygun düzeylerde katılıp
katılmadığı belirlenebilir. Rasyondaki değerlendirilebilir fosfor düzeyinin
belirlenmesi de zordur. Genç kanatlılarda , et unu gibi hayvansal protein
kaynaklarındaki fosforun ise %30 oranında değerlendirildikleri kabul
edilmektedir. Bu nedenle, et unu gibi yem maddelerinin rasyona katılması ve
özellikle rasyonda toplam değerlendirilebilir rasyonun %25 inin tek bir yem
maddesinden sağlanması durumunda bu yem maddelerinin kalite
kontrollerinin yapılması gerekmektedir. Başlangıç rasyonlarını oluşturan yem
maddelerinin kolay sindirilir olmasına dikkat edilmeli, çavdar ve yüksek β -
glukan içerikli arpa gibi yem maddelerinin besin maddelerinin emilimini
bozduğu unutulmamalıdır.
Raşitizm oluşumuna neden olabilecek sebepler tespit edildikten sonra
rasyon optimum kemik mineralizasyonunu sağlayacak şekilde
düzenlenmelidir.

KONDRODİSTROFİ
Kondrostrofi , uzun kemiklerdeki büyüme plağının genel bir bozukluğudur.
Etiyoloji
Önceden perozis olarak isimlendirilmiş olan bu hastalık , angular kemik
deformitesi , bükük bacaklılık , eğik bacaklılık , valgus- varus deformitesi
veya kondrostrofi olarak isimlendirilmektedir. Klasik peroziste ,
gastrokinemius tendonu tibiotarsusun distal ucundaki kondilustan kaymakta
ve bu bölümden aşağıdaki bacak bölümlerinin ve ayağın kontrolü
kaybolmaktadır.
Normal kıkırdak proliferasyonundaki genel bozukluk , normal
vaskülarizasyonda bozulmalara yol açmaktadır.
Kıkırdağın erginleşmesindeki düzensizlikler kemiğin lineer olarak
büyümesine sebep olmakta , kemik genişliği artmaya devam etmektedir.
Kemik genişliğindeki oransal olmayan artış eklemin büyümesine ve tibiotarsusun
sonunda bir deviasyona sebep olmaktadır Deformitelerin şiddeti arttığında ,
gastrokinemius tendonu tibiotarsusun eklem oluğundan çıkmakta ve tendon
kaymaktadır.
Kondrostrofi , bacak bozuklukları içinde muhtemelen en yüksek ekonomik kayıba
sebep olan bozukluktur. Erkek hayvanlarda insidens 40. güne kadar %2 -3 gibi yüksek
oranlara çıkabilmektedir. Bazı durumlarda mortalite oluşmakla birlikte , hayvanların
çoğu düşük canlı ağırlık ve bacak deformiteleri nedeniyle ayıklanmaktadır. Bacak
problemleri ve derideki bozukluklar nedeniyle kondrodistrofili hayvanların
işlenmelerinin zor olması karkas kalitesini düşürmektedir.
Kondrodistrofi oluşumunu etkileyen faktörler aşağıda verilmiştir.
Manganez Düzeyi : Manganez yetersizliğinin klasik perozis oluşumuna yol açtığı
eskiden beri bilinmektedir. Manganez, kıkırdakta kondroitin sülfat sentezi üzerine
etkili bir mineraldir. Manganez yetersizliği bulunan hayvanların %42 ‘sinde 26 günlük
yaşta tendon kayması tespit edilmiştir.
Rasyonda kalsiyum ve fosfor dengesizliği manganez kullanımını
etkileyebilmektedir. Rasyonda yüksek düzeyde kalsiyum ve normal düzeyde fosfor
bulunması magnezyum metabolizmasını bozarak perozise yol açmaktadır. Balık unu
içeren rasyonlarla beslenen kanatlılarda , balık unundaki aşırı fosforun magnezyum
değerliliğini düşürerek perozis şiddetinin artmasına sebep olduğu belirlenmiştir
Kolin Düzeyi: Perozisin şiddeti rasyondaki kolin düzeyi ile direkt olarak
ilişkilidir.Kolin yetersizliğinde büyüme plaklarında düzensiz vaskülarizasyon
gözlenmekte ve belirtiler kolin bakımından yetersiz beslemeden 10-14 gün sonra
ortaya çıkmaktadır. Son zamanlarda kolin yetersizliğinin normal şartlarda ihtimal
dışı olduğu ve kolinin kondrodistrofi oluşumuna etki etmediği yönünde görüşler de
ileri sürülmektedir. Soya yeterli düzeyde kolin ihtiva etmektedir , hatta içeriğinde
mısır-soya bulunmayan rasyonlar bile ihtiyacı karşılamaktadırlar. Yine de soyanın
işleme tekniklerindeki farklılıklar ve diğer faktörler rasyona kolin ilavesini gerekli
kılmaktadır.
Çinko Düzeyi: Çinko yetersizliğinde bacak kemiklerinde kısalmayla birlikte eklem
başlarında büyüme ve kalınlaşma gözlenmektedir. Çinko yetersizliği aynı zamanda
organik matriks içinde kan damarlarının düzensiz biçimde penetrasyonuna da sebep
olmaktadır.

Vitaminler: Vitaminlerin çoğunun yetersizliği bacak problemlerine yol açmaktadır.


Kondrodistrofi oluşumunda da vitaminlerin değişik derecelerde etkisi gözlenmektedir.
Vitamin yetersizliklerinde tarsometatarsal kemik uzunluğunun önemli düzeyde
azaldığı tespit edilmiştir.Tablo 2. 12’ de mısır ve soyaya dayalı vitamin katılmamış
rasyonlardaki vitamin düzeyleri verilmiştir.
Semptomlar
Etkilenen hayvanlarda kemik kısalması ve kemik külü düzeyinin azalması
karakteristik özelliklerdendir. Distal tibiotarsal epifizin lateral rotasyonu ,
tibiotarsal –tarsometatarsal eklemin yapısını bozmaktadır. Tendonun
kayması normal fleksiyonu ve kasların hareketini engellemekte ,
tarsometatarsusun hareketsizliğine sebep olmaktadır. Hayvanların
yürümeye karşı isteksiz oldukları, rekabetin bulunduğu kümeslerde
hayvanların yeme ve suya ulaşmakta zorlandıkları gözlenmektedir.

Tedavi ve Korunma
Kondrodistrofi çok sayıda besin maddesinin yetersizliğine bağlı olarak
geliştiği için basit bir tedavi ve korunma ile ortadan kaldırılması güçtür.
Kondrodistrofi nedeniyle kemiklerde oluşan kısalma ve kalınlaşmadan
sonra tedavinin başarılı olma ihtimali çok zayıftır
Anormal yürüyüşün gözlendiği erken safhada , NRC’nin bildirdiği ihtiyaçların 2 katı
düzeyde ilave B grubu vitaminlerin sağlanması faydalı olabilir.
B grubu vitaminler ile manganez ve çinkonun rasyonda yeterli düzeyde
bulunduğundan emin olunmalı , mineral interaksiyonları, antagonist maddeler ve
vitaminlerin dayanıklılığı gibi faktörlere dikkat edilmelidir.

TABAN YASTIĞI DERMATİTİSİ


Kanatlılarda taban yastığı lezyonları hareket problemlerine yol açmakta ve bakteriyel
enfeksiyonlar için kaynak oluşturmaktadır.
Etiyoloji
Taban yastığı lezyonları hindi palazlarında oldukça yaygındır ve kesim dönemine
yaklaşan hayvanlarda genel ayak problemlerinin görülmesini hızlandırmaktadır.
Şartlara bağlı olarak hindi ve yaşlı broyler damızlıklarda sürünün % 30 – 50 ‘sinde
taban yastığı dermatisisi görülebilir.

Taban yastığı dermatitisine yol açan faktörler aşağıda verilmiştir.


1- Rasyon :Bazı yem maddeleri ve vitaminlerin rasyondaki düzeylerinin taban yastığı
dermatitisini etkilediği tespit edilmiştir.
Biotin yetersizliği broylerde taban yastığı lezyonlarının oluşumuna yol açmaktadır.
Büyüme hızının yüksek olduğu erkeklerde biyotin ihtiyacının da artması , hastalığın
erkeklerde daha fazla gözlenmesine sebep olmaktadır. Taban yastığı lezyonları
metiyonin yetersizliğinde de artış göstermektedir.

Özellikle yüksek oranda soya içeren rasyonları tüketen hayvanlarda sindirilmeyen


materyal taban yastığı dermatitisine yol açabilmektedir.
Soyaya dayalı rasyonlarda gözlenen taban yastığı dermatitisi herhangi bir vitaminin
yetersizliğinden ziyade dışkının kompozisyonu ve kıvamından kaynaklanmaktadır.
Dışkı ayağa yapışarak ayak bölgesini irrite etmektedir.

2- Altlığın Durumu:Özellikle altlığın nem içeriği çok önemlidir. Vitaminlerce


desteklenmiş rasyonların tüketiminde dahi sporadik taban yastığı vakalarına
rastlanılması altlığın durumunun da etkili bir faktör olduğunu göstermektedir.

Semptomlar
Hastalığı başlangıcında , taban yastığında gübre ile bulaşık çatlak ve kabuklar
oluşmaktadır. Sekonder bakteriyel enfeksiyonların sonucunda taban yastığı şişmekte
ve hayvanlar hareket etmek istememektedirler.
Ayak derisindeki kuruluk ve pullanma ile birlikte parmak ve taban yastığı
yüzeyindeki anormal papilla benzeri oluşumlar göze çarpmaktadır. Çatlakların şiddeti
fazla olduğunda hemoraji ve sekonder bakteriyel enfeksiyonların oluştuğu
belirlenebilir. Taban yastığı şişkin ve ülserli bir hal alabilir.

Tedavi ve Korunma
Civciv ve palazların yeterli düzeyde vitamin tüketmelerine dikkat edilmelidir.
Biyotin yetersizliğinin tek sebep olduğu taban yastığı lezyonlarında bu vitaminin
uygulanmasıyla hızlı bir iyileşme gözlenmektedir.
Taban yastığı lezyonları , damızlık rasyonlarına 200 mg/ dl düzeyinde biyotin ilavesi
ile azaltılabilmektedir. Ayrıca altlığın durumu da kontrol edilmelidir.

VİTAMİN ve MİNERAL TOKSİSİTELERİ


Vitamin ve mineral toksisiteleri , kanatlıları doğrudan etkilemekte veya diğer besin
maddeleri arasında antagonist ilişkiye neden olmaktadır.

Mineral Toksisiteleri
Kanatlılarda minerallerin toksik düzeyi, zehirlenme belirtilerini ortaya çıkaran en
düşük düzeydedir. (Tablo 2.13). Toksisite kullanılan mineralin formuna bağlı olarak
değişmektedir.
Organik bileşikler halinde kullanılan mineraller daha düşük düzeylerde zehirlenmeye
sebep olabilmektedir. Genç hayvanlarda yaşlı hayvanlardan daha yaşlı seyreden
toksisite ,genç hayvanlarda genellikle büyümenin yavaşlaması şeklinde kendini
göstermektedir.
Mineraller veya minerallerle diğer besin maddeleri arasında etkileşim bulunduğu
için bir mineralin yüksek miktarda bulunması başka bir mineral veya besin
maddesinin yetersizliğini hızlandırmaktadır. Bu nedenle mineral zehirlenmesine karşı
hayvanın tepkisini belirlemek kolay olmamaktadır. Sodyum , potasyum ve klor
arasında bu tip bir toksisite durumu söz konusudur.
Rasyona mineral katkılarının ilavesi sırasında kbir hata yapılmazsa veya yem
maddeleri bazı metaller ile kontamine olmazsa mineral toksisitesine nadiren
rastlanmaktadır.
Magnezyum:Kanatlılarda , magnezyumun yüksek düzeyde kullanılması
durumunda böbreklerden magnezyumun atılmasını sağlamak için su tüketimi
artmaktadır. Magnezyum toksisitesi , çoğunlukla kanatlı rasyonlarına dolomitik
kireçtaşı ilave edildiği zaman ortaya çıkmaktadır. Normal kireçtaşı genellikle %
1 ‘ den daha az , dolomitik kireçtaşı ise %10 -13 düzeyinde magnezyum
içermektedir. Dolomitik kireçtaşında bulunan yüksek düzeydeki magnezyum
pek çok magnezyum tuzunda olduğu gibi ishal yapıcı etkiye sahiptir.
Magnezyum ,emilim ve taşınma sırasında kalsiyum ile rekabete girmektedir. Bu
nedenle yumurta kabuğu kalınlığı dolomitik kireçtaşı verilen kanatlılarda hızla
azalmaktadır.
Demir:Aşırı demir tüketimi sonucunda barsaklarda demir fosfat şekillenmekte ve
fosfor yetersizliği ortaya çıkabilmektedir. Barsaklarda çözünmeyen demir fosfat ,
vitamin ve iz elementlerle kolloid bir yapı oluşturmaktadır. Aşırı miktardaki demir ,
raşitizm oluşumunda güçlü bir etken olarak rol oynamaktadır. Gossipolü detoksifiye
etmek için rasyonlara demir ilave edildiği zaman çoğunlukla toksisite oluşmaktadır.
Pamuk tohumu küspesine tahmini gossipol içeriğine göre 1:1 oranında demir ilave
edilmektedir. Bu şekilde muamele edilmiş pamuk tohumu küspesi bulunan
rasyonların vitamin ve rasyon düzeylerinin gözden geçirilmesi oldukça önemlidir.
Bakır:Gelişmeyi uyarıcı ve dışkının su içeriğini azaltıcı etkisi nedeniyle özellikle hindi
rasyonlarına yüksek düzeyde bakır ilave edilmektedir. Bakır rasyona bakır sülfat olarak
katılmakta ve piliç yemlerine 1. kg/ton bakır sülfat ilave edildiği zaman 250 ppm olan
toksik düzeye ulaşılmaktadır. Hindiler , bu düzeyin en az iki katını tolere
edebilmektedir. Yüksek düzeydeki bakır kükürt metabolizmasını bozmakta, metiyonin
ve sistine olan ihtiyacın artmasına neden olmaktadır.

Selenyum:Rasyondaki selenyum miktarı ihtiyacın 50-100 katını aştığı zaman çeşitli


enzim sistemlerinin bozulmasına sebep olmaktadır. Rasyonda bu kadar yüksek
düzeyde selenyum bulunması mümkün olmayacağı için ancak yemin karıştırılması
sırasında yapılan hatalar sonucunda toksisite oluşmaktadır.
Zehirlenen hayvanlarda çok az patolojik bozukluklara rastlanmakta , genel olarak
performans düşüklüğü gözlenmektedir.

Vanadyum:Vanadyum toksisitesi , kontamine olmuş fosfat kaynaklarının tüketilmesi


neticesinde ortaya çıkmaktadır. Genç hayvanlarda 10-20 ppm vanadyum tüketilmesi
durumunda büyüme oranı etkilenmekte , 20-30 ppm düzeyinde vanadyum tüketen
yumurta tavuklarında yumurta akı yoğunluğunda belirgin bir azalma meydana
gelmektedir. Vanadyum ile kontamine olmuş fosfat kaynaklarının kullanılması ile
pürüzsüz ve kolayca kırılabilen yumurta kabuğu şekillenmektedir.
Sodyum:Sodyum toksisitesi , çoğunlukla rasyonda aşırı miktarda tuz kullanıldığı
zaman görülmektedir. Kanatlılar, normal tuz tüketiminin 40-50 katına kadar olan
miktarı tolere edebilmektedir.Hayvanın içtiği su miktarına bağlı olarak sodyum
toksisitesi değişmekte,vücuttan sodyum atılabildiği sürece metabolizmada çok fazla
bozukluk oluşmamaktadır. Sodyum tüketimindeki çok küçük artışlarda bile su tüketimi
ve idrar miktarı artmaktadır. Bu nedenle , sodyum toksisitesi dışkı neminin kontrol
altına alınmasını zorlaştırmaktadır. Su tüketiminin artması ,sıcaklık stresi halinde
yararlı olmakta ve bu nedenle tedavide yüksek düzeyde sodyum klorit içeren
rasyonlar kullanılmaktadır.
Kalsiyum ve Fosfor Toksisiteleri :Kalsiyum ve fosfor metabolizması birbiriyle ilişkili
olduğu için toksisite durumunda iki mineral birlikte ele alınmalıdır. Aşırı miktarda
kalsiyum ve fosfor midedeki HCI sayesinde sindirilmekte ince bağırsaklarda ise Ph’nın
artması nedeniyle pamuğa benzeyen çöküntüler şekillendirmektedir. Yüksek düzeyde
kalsiyum tüketimi,barsaklarda diğer minerallerin kullanılabirliğini azaltmaktadır.
Yüksek düzeyde kalsiyum ince barsaklarda çözünmeyen sabun oluşumunu artırarak
yağ asiti emilimini dolayısıyla enerji tüketimini azaltmaktadır.
Rasyonda yüksek düzeyde kalsiyum kullanılması gerekli olduğu zaman , iz
elementlerin miktarları da artırılmaktadır.
Rasyonda fosfor ihtiyaç duyulan en düşük düzeyde , kalsiyum ise aşırı
miktarda kullanıldığı zaman çözünmeyen trikalsiyum fosfat şekillenerek
fosfor yetersizliğine sebep olmaktadır.
Kalsiyum ve fosforun kullanılabildiğini rasyondaki fitat düzeyinden de
etkilenmektedir. Normal şartlarda , fitat kalsiyum ile 1:5 molar oranında
kompleks oluşturmaktadır.
Kalsiyum ve fosfor toksisitesi , yumurta kabuk kalitesi ve iskelet gelişimi
üzerine etki etmektedir. Kabuk kalitesinde bozukluk görüldüğü anda ,
osteoporosis gibi iskelet bozukluklarının oluşma ihtimaline karşı rasyonda
gerekli değişiklikler yapılmaktadır. Yem tüketimine bağlı olarak , rasyonda
%0.45’den fazla değerlendirilebilir fosfor olması emilimi azaltabilmekte , kan
elektrolit dengesinde değişikliklere neden olabilmektedir. Bu nedenle ,
kalsiyum yetersizliğine bağlı olarak kabuk dayanıklığı azalmaktadır. Yüksek
düzeydeki kalsiyum (%4.5’den fazla) , ‘’sivilceli yumurta ‘’ olarak da tanımlanan
yumurta kabuğunda aşırı kalsiyum birikimine neden olmaktadır.
Vitamin toksisiteleri
Vitamin toksisiteleri , bazı vitaminlerin yüksek düzeyde verilmesi
sonucunda diğer vitaminlerin metabolizmasının bozulması sonucunda
oluşmaktadır. Bazı vitaminlerin tedavi sırasında bilinçsizce verilmesi de
toksisiteye yol açmaktadır. Toksisite veya dengesizlik , A , D 3 ve E
vitaminlerinde daha yaygın olarak görülmektedir. Vitamin toksisiteleri ile ilgili
ayrıntı bilgi tablo 2.14 ‘de verilmiştir.
Vitamin A
Broyler ve yumurtacı civcivlere aşırı miktarda vitamin A verilmesi , uzun
kemiklerde osteodistrofiye neden olmaktadır. Toksisite ; broylerlerde taşitik
lezyonlarla , yavaş gelişen yumurtacılarda ise proliferatif olgunlaşma bölgesinin
incelmesi ve büyüme plaklarındaki hipertrofik bölgenin kalınlaşması ile
karakterizedir.
Vitamin E
Vitamin E ‘ nin toksit düzeyleri , tiroid bezi fonksiyonlarını kemik ve
kalsifikasyonunu baskılamakta , vitamin K metobolizmasındaki bozulma nedeniyle
protrombin zamanı artmaktadır. Rasyonda vitamin E ’nin 4000 IU/kg düzeyinde
bulunması halinde deri pigmentasyonu azalmaktadır.
Vitamin D3
Yüksek düzeydeki vitamin D3 , böbrekleride kalsiyumun birikmesine neden
olmaktadır. Bu durum bazen hindi palazlarında raşitizm tedavisi için yemin üzerine
vitamin D3 serpiştirildiği zaman görülmektedir.
Mikotoksinler

Mantarlar (küfler) tarafında üretilen ve yemlerle veya besinlerle birlikte alındığı


zaman hastalıklara ve ölüme sebep olabilen toksik maddelerdir. Mantarlar
oluşturdukları mikotoksinlerle yemlerde doğal kirletici olarak bulunmakta , özellikle
kanatlılar olmak üzere hayvanlarda zehirlenmelere neden olmaktadır.
Mikotoksinler , bulaşık yemleri tüketen hayvanlardan elde edilen gıda maddeleriyle
son tüketici durumundaki insanlara da ulaşarak toplum sağlığı açısından da geniş
boyutlu bir tehlike oluşturmaktadırlar. Mikotoksinler , insanlar ve hayvanlar üzerinde
akut ve kronik etkilere sahiptirler . Rumen mikroorganizmalarının mikotoksinleri
yıkımlaması nedeniyle , etkileri ruminantlarda monogastrik hayvanlara göre daha
azdır. Mikotoksinle kontamine olmuş yemlerle uzun süre beslenen ruminantlarda
verim , büyüme ve üreme üzerine olumsuz etkiler gözlenebilmektedir.
Aflotoksinlerin ruminantlarda yem tüketimi üzerine olan olumsuz etkisi selüloz
sindirimi , uçucu yağ asitleri düzeyi ve rumen motilitesini azaltmalarından
kaynaklanmaktadır.
Mantar Gelişimini ve Mikotoksin Sentezini Etkileyen Faktörler

Mantarlar , gelişmeleri için uygun ortamı bulduklarında yem maddelerinde hızla


çoğalarak toksin üretirler.

Yem Maddelerinin Nem İçeriği:Tane yemler %12 ‘den daha fazla nem içerdiklerinde
ve depolama şartları uygun olmadığında, mantarlar kolaylıkla ve hızla üremektedirler.
Çoğu Aspergillus türleri %14-16 , bazı türler ise %13-14 nem içeriği bulunan yemlerde
üremektedir.

Ortam Sıcaklığı:Mantarlar genellikle 20-30 C arasında ürerler. Aflotoksin oluşturan


mantarlar 10-45 C arsında üremekle birlikte en iyi üremeyi 24-25 C’ de gösterir.
Aerobik ortam:Mantarlar üremeleri ve mikotoksin sentezlemeleri için
oksijene ihtiyaç duyarlar. Hava akımı sınırlı olan oksijensiz ortamlarda
depolanan yem maddelerinde mantar üremesi kontrol altında tutulabilir.
Ortamdaki karbondioksit yoğunluğunun yükselmesi de aynı yönde etki eder.

Depolama Süresi:Yem maddesinin ısı, nem ve oksijene uzun süre maruz


kalması mantar üremesini teşvik eder.
Mekanik Hasar:Bütün haldeki tane yemlerde mantar üremesi ve toksin
oluşumu daha azdır.İşlenme metotları ile bütünlüğü bozulmuş tane yemlerin
yüzey alanları genişler ve mantarların üremesi kolaylaşır.
Diğer Faktörler:Ortamın bileşimi, pH ‘ sı , birden fazla parazit veya mantar türünün
bulunması mantar üremesini ve mikotoksin oluşumunu etkilemektedir.

Aflatoksinler
Aflatoksinler , Aspergillus flavus , A. Parasitucus olmak üzere çeşitli Aspergillus ve
Penisilium türleri tarafından sentezlenen mikotoksinlerdir. Aflatoksin B1, B2, G1 ve G2
doğal olarak oluşan bileşiklerdir. Diğer aflatoksinler (M1, M2 P1 ,Q1 ve aflatoksikol
gibi) mikrobiyel veya hayvanda metabolik ürünler olarak meydana gelmektedirler.
Zehirlilik bakımından en güçlü olanı Aflatoksin B1 ‘dir.
Evcil hayvanlar içinde aflatoksinlere en duyarlı olan ördektir.Daha sonra sırasıyla
hindi palazı,tavşan ,köpek , domuz , buzağı, tavuk , bıldırcın ve koyun
gelmektedir.Genç hayvanlar aflatoksikozise daha duyarlıdır.Kanatlılarda ise dişiler
erkeklerden daha dayanıklıdır.
Aflatoksin B1 (AFB1) pek çok hayvan türü için oldukça toksik bir bileşik (LD50 -
50 mg /kg CA) olarak değerlendirilmektedir. Broyler civcivler için LD değeri 50 değeri
7-8 mg/kg CA olarak tespit edilmiştir. Aflotoksinler hayvanların duyarlılığına , alınan
toksinin dozuna ve zamana bağlı olarak akut ve kronik zehirlenmelere yol açmaktadır.
Akut zehirlenme ;depresyon , iştahsızlık , solunum güçlüğü , sarılık , hemoraji ve
ölümle seyreder.
Aflotoksinlerin düşük düzeylerde ancak devamlı olarak rasyonla alınması
sonucunda ortaya çıkan kronik aflatoksikozis besi sığırlarında, tavuklarda ve
domuzlarda canlı ağırlık artışının, süt ineklerinde süt veriminin , tavuk ve domuzlarda
yem tüketimi ve yemden yararlanma oranının azalmasına neden olmaktadır.

Aflatoksinler , bağışıklık sistemini de baskı altına alarak hastalıklara karşı direncin


azalmasına yol açarlar.

Aflatoksinler B1 LD50 düzeyinin yarısından daha düşük düzeylerde akut


hepatotoksisiteye neden olmaktadır;G1 , B2 ve G2 aflotoksinlerinin toksisitesi B1’in
sırasıyla yaklaşık %50 , 20 ve 10 kadardır.
Kanatlılarda Aflatoksikozis
Piliçler aflotoksinin toksik etkilerine daha duyarlıdırlar ve aflatoksinin temel olumsuz
etkisi büyümeyi geciktirme şeklinde ortaya çıkmaktadır.Aflatoksikozisin bezli mide,
taşlık , dalak , pankreas ve böbrek ağırlığını artırdığı, bursa Fabricius’u baskıladığı ve
erken dönemde karaciğerde atrofiye neden olduğu tespit edilmiştir. Aflatoksikozisin
ilerlemesiyle karaciğerde yağ birikimi sonucu hepatomegali ortaya çıkmaktadır. Genç
piliçlerde aflatoksikozisin en belirgin göstergesinin serum albümin ve protein
düzeylerindeki azalma olduğu belirlenmiştir.
Aflatoksikozis sonucunda kanatlılarda anoreksi , ağırlık kaybı, zayıf görünüm ve
sinirsel semptomlar ortaya çıkmaktadır. Şiddetli sinirsel semptomlar (opistotonus)
sadece kazlarda ve hindi palazlarında görülmektedir. Aflatoksin ile kontamine yem
verilen piliçlerde gözlenen pigmentasyon azlığı, rasyondaki karotenoidlerin emilim ,
taşınma ve depolanmasındaki bozukluklar nedeniyle meydana gelmektedir.
Yumurta tavuklarında aflatoksikozis sonucunda yumurta verimi , yumurta ağırlığı
ve kabuk kalınlığı azalmakta, karaciğerde yağ miktarı artmakta ve serumdaki bazı
biyokimyasal parametrelerde değişiklikler meydana gelmektedir. Aflotoksin ,
karaciğerden ovaryumlara yağ mobilizasyonunda meydana gelen bozulmalar
nedeniyle yumurta verimini etkilemektedir.
Aflatoksin, kuluçka randımanının azalmasına neden olmakta fakat fertiliteyi
etkilememektedir. AFB1’in piliç ve hindilerde immun sistemi baskıladığı bilinmektedir.

Mekanizma tam olarak anlaşılmamakla birlikte aflatoksinin immun sistem üzerine


olan olumsuz etkisinin protein sisteminin inhibisyonu ve karaciğer harabiyeti
sonucunda ortaya çıktığı düşünülmektedir.

Aflatoksinlerin immun sistem üzerine alan olumsuz etkisi ;antikor şekillenmesini


baskılamaksızın immunogenesisi bozması , humoral maddelerinin şekillenmesi ve
makrofajlar yoluyla fagositozu engellemesi , lenfoblastogenesis ile lökosit
migrasyonunu baskılaması ve timus aplazisi neticesinde ortaya çıkmaktadır.
Tedavi , Korunma ve Detoksifikasyon
Aflatoksinlerden ileri gelen zehirlenmelerin etkili bir tedavi yöntemi
bulunamamıştır.

Rasyon Katkıları:Özellikle Aspergillus mantarlarının ve mikotoksinlerin gelişmesi için


uygun çevre sıcaklığı ve rutubetin bulunduğu sıcak bölgelerde yemlerin aflatoksin ile
kontaminasyonu kaçınılmazdır.Bu nedenle aflatoksinlerin olumsuz etkilerini en aza
indirmek için çeşitli önlemler alınmalıdır.
Doğal ve sentetik antioksidanlar , yağda ve suda eriyen
vitaminler,selenyum ,kükürtlü aminoasitler, tripeptid glutathione ,mikrozomal
enzimler ve antibiyotikler kanatlılarda aflatoksinin olumsuz etkilerini önlemek
için kullanılmaktadır.
Rasyondaki protein kaynağı ve düzeyi kanatlıların aflatoksine cevabını
etkilemektedir. Rasyonda ham protein düzeyinin artırılmasının aflatoksine karşı
koruyucu bir etki oluşturduğu düşünülmektedir.Tavuklarda aflatoksinin etkisi
düşük düzeyde yağ içeren rasyonlar yedirildiği zaman daha fazla olmaktadır.
Vitaminlerle aflatoksinlerin interaksiyonu tam olarak bilinmemektedir.
NRC’nin tavsiye ettiği düzeyin 4 katı fazla düzeyde vitamin verilmesi,
piliçlerde aflatoksinin büyüme üzerine olan olumsuz etkisine karşı bir
koruma sağlamamaktadır. Ancak riboflavin veya kolekalsiferol
bakımından yetersiz rasyonların piliçleri aflatoksinlerin çok düşük
düzeylerine bile duyarlı hale getirdiği belirlenmiştir.
Tripeptit glutathione (GSH) oksidanlar ve serbest radikaller tarafından
meydana gelen bozulmalara karşı hücresel savunmada anahtar rolü
oynamaktadır. Rasyona selenyum ilavesi aflatoksinlerin olumsuz
etkilerine karşı koruyucu olmaktadır.
Isı ile inaktivasyon: Aflatoksinler ısı ile inaktivasyona çok dayanıklıdır. Bu
nedenle ısı ile detoksifikasyona dayalı işlemler (otoklavize etme, kavurma,
pişirme) aflatoksin düzeylerinde çok az değişikliğe neden olmaktadır.
İrradyasyon:Kontamine olmuş ürünlerdeki aflatoksin konsantrasyonunda
belirgin düzeyde azalmalara neden olmaktadır.Kısa ve uzun dalga ultraviyole
ışınlarına maruz bırakılan yerfıstığı küspesinin aflatoksin düzeyinde önemli
azalmalar meydana gelmektedir.
Kontamine Yemlerin Detoksifikasyonu:Başarılı bir detoksifikasyon işlemi ekonomik
olmalı, toksinlerin tüm kalıntılarını elimine edebilmeli ve besin maddelerinin kalitesini
bozmamalıdır.
Fiziksel metotlar:Organik çözücülerle ekstraksiyon , ısı ile inaktivasyon , irradyasyon
ve adsorbsiyon uygulanabilecek fiziksel detoksifikasyon metotlarıdır.
Organik çözücülerle ekstraksiyon:Çeşitli solventler ve bunların karışımları
kontamine olmuş yemlerden aflatoksinleri etkili bir şekilde ekstrakte edebilmektedir.
Bu çözücülerin en fazla kullanılanları %95 etanol, %90 sulu aseton , %80 izopropanol,
hekzan –etanol , hekzan –metanol ve hekzan-aseton-su karışımıdır.
Adsorbanlar:Sindirim kanalından emilmeyen bileşiklerdir ve kimyasal
maddeler ile fiziksel olarak birleşme yeteneğindedir.Aktif kömür ve silikatlar
gibi adsorbanlar aflatoksinli yemlere maruz kalan çiftlik hayvanlarında yoğun
şekilde kullanılmaktadır.

Aktif kömür:Aktif kömür bitkisel orjinli organik maddenin damıtılmasından


ortaya çıkan bir rezidüdür.Gözenekli ve düşük kül içeriğine sahip olup yüzey
alanı geniştir. Emilim etkinliği toksik maddenin pH’ sından etkilenmemekte ve
emilen materyal sindirim kanalı boyunca tutulmaktadır. Aktif kömür
hayvanlara genellikle 20-120 mg/kg düzeyinde verilmektedir.
Sulandırılmış Sodyum Kalsiyum Aluminosilikat (HSCAS):Aflatoksinlerin düzeylerini
azaltmak ve son zamanlarda peletlemeyi kolaylaştırmak amacıyla kullanılmaktadır.
HSCAS aflatoksin ile kontamine olmuş yemleri tüketen süt ineklerinde sütteki
aflatoksin M1 rezidülerini azaltmak , aflatoksikozisi önlemek, biyolojik sistemlerde
aflatoksinin dağılımını azaltmak ve sulu süspansiyonlardan aflatoksinin ayrılmasını
sağlamak amacıyla kullanılmaktadır.
Aflatoksinin toksik etkilerinden korunmak amacıyla mikotoksinlerle kontamine olmuş
broyler rasyonlarına %0.5 düzeyinde HSCAS ilave edilmektedir.

Kimyasal Metotlarla Detoksifikasyon:Amonyak , aflatoksin dekontaminasyonu için


pratikte oldukça yoğun şekilde kullanılmaktadır. Aflatoksin ile kontamine mısır, pamuk
tohumu, pamuk tohumu küspesi ve yer fıstığı küspesinin amonyakla muamele
edilmesiyle aflatoksin düzeyleri azaltılmaktadır. Hidrojen peroksit de yemlerde kabul
edilebilen oksitleyici bir maddedir.
Trikotesenler
Çoğu Fusarium türü mantarlar tarafından sentezlenen trikotesenler (TCT), kimyasal
olarak makrosiklik ve non-makrosiklik olarak iki grup altında sınıflandırılmaktadır. Non
–makrosiklik olarak iki gruba ayrılmaktadır ve tip A’nın tip B 2 ye göre toksik etkisi
daha fazladır. T-2, HT-2 ve diacetoxyscirpenol (DAS) tip A TCT’ ye , fusarenone –X,
deoxynivalenol (DON) ve nivalenol (NIV) tip B TCT ‘ ye örnek olarak verilebilir.
TCT mikotoksinleri birinci derecede protein sentezini , ikinci derecede ise DNA ve
RNA sentezini bozarak toksik etkilerini göstermektedir. TCT gastrointestinal sistem
organlarının mukozalarında , deride, lenfoid organlar ve eritroid hücrelerde hücre
bölünmesini etkilemektedir.
TCT toksin ile teslim eden oral mukoza ve deride yaygın nekrozlara , gastrointestinal
sistemde akut bozukluklara yol açarak ,kemik iliği ve immun sistem fonksiyonlarını
bozarak toksik etkisini göstermektedir. TCT’nin sebep olduğu tipik oral lezyonlar
gaganın uç noktasında, sert damak mukozasında , ağzın açı yaptığı bölgede ve dilde
oluşmaktadır. Lezyonların şiddeti rasyondaki toksin düzeyi ve yemleme süresine bağlı
olarak artmaktadır. TCT düzeyine bağlı olarak büyümede gerileme , anormal
tüylenme ,bursa Fabricius ‘un regresyonu ve anemi de gözlenmektedir.Yumurtacı
tavuklarda oral lezyonların yanında yem tüketiminde ,yumurta veriminde ve yumurta
kabuğu kalitesinde de azalma oluşmaktadır.
T-2 toksini sığırlarda IgM, IgG ve IgA konsantrasyonlarını azaltarak, nötrofil
fonksiyonlarını baskılayarak immun sistem üzerine olumsuz etki yapmaktadır. Bu
toksin aynı zamanda lenfoid dokularda toksin oluşturmaktadır.
T-2 toksinin tüketimi sonucunda gebeliğin son 2 ayında abort ve infertilite
oluşabilmektedir. Toksinin yemde 10-50 mg/kg düzeyinde bulunması ile abomasumda
ülserler ve rumen papillalarında hasarlar gözlenebilmektedir. T-2 dışındaki diğer TCT
mikotoksinlerinin sığırlarda olumsuz etkileri tespit edilmemiştir.
Deoxynivalenol ,tane yemlerde en yaygın olarak bulunan mikotoksinlerden
biridir. Hayvanlar tarafından fazla miktarda alındığı zaman mide bulantısı, kusma ve
diyareye , daha düşük miktarları ise canlı ağırlıkta ve yem tüketiminde azalmaya
neden olmaktadır. Bu nedenle deoxynivalenol ‘‘ vomitoksin ’’ olarak da
adlandırılmaktadır. Diğer TCT türlerinden daha az toksik olmasına rağmen arpa, mısır,
çavdar,buğday ve konsantre yemlerde yaygın olarak bulunmaktadır.
Rasyon kökenli TCT mikotoksinlerinin broylerlerdeki toksik etkileri Tablo 2.15 ,
yumurtacılardaki toksik etkileri ise Tablo 2.16 ‘ da özetlenmiştir.
Sinirsel belirtilerin insidensi T-2 toksininin tüketim süresi ve rasyondaki
düzeyine bağlı olarak değişmektedir. Birkaç hayvanda gözlenen sinirsel
belirtiler genellikle 4-16 ppm düzeyleri arasında ortaya çıkmakta, bu
düzeylerde aynı zamanda büyümede gecikmektedir.
T-2 toksini ve DAS lenfoid ve myeloid dokuda, sindirim sisteminde ,
safra kanalı mukozasında ve tüy epitelinde hızlı nekrozlara sebep
olmaktadır.
T-2 toksini ile antikoksidiyal etkili iyonofor antibiyotikler arasında
interaksiyonların bulunması nedeniyle, koksidiyoz vakalarında
antikoksidiyal ilaç kullanımı ile mikotoksinler arasındaki etkileşimlere
dikkat edilmelidir. T-2 toksini ile Salmonella türleri arasında da
etkileşimler bulunmakta, bu etkileşim Salmonellaya karşı hayvanın
direncini azaltmakta , ölüm oranını artırmaktadır.
Trikotesenler rasyondaki besin maddelerinin değerlendirilmesini de
etkilemektedirler. Örneğin rasyondaki yağ ile DAS arasında önemli bir
etkileşim bulunmaktadır. Rasyonda yüksek oranda kullanılan yağın toksin
emilimini artırdığı düşünülmektedir.
Tedavi ve Korunma
Mikotoksinlere karşı özel bir tedavi şekli henüz bulunamamıştır.Toksin kaynağının
rasyondan ayıklanması ile birlikte semptomatik ve destekleyici tedavi en iyi tedavi
şekli olarak kabul edilmektedir. TCT mikotoksikozis vakalarında kronik ve akut
intoksikasyon bulunan hayvanlara olan yaklaşım farklılık göstermektedir. Kronik
intoksikasyonlu hayvanlar için mikotoksin bulunmayan besin maddesi konsantrasyonu
yüksek rasyonlar, stres faktörlerinin giderilmesi ve sekonder enfeksiyöz hastalıkların
kontrolü sağlanmalıdır.
Akut intoksikasyonlu hayvanlar için ise yüksek aktivasyonlu kömür ve
bentonit gibi adsorbanların kullanılması sindirim sisteminden toksinlerin
emilimi ve toksinler ile metabolitlerinin enterohepatik dolaşımının
azaltılması açısından faydalı görülmektedir.

Okratoksinler
Okratoksinler ilk olarak Aspergillus ochraseus ‘ dan (A. Alutaseus olarak
da isimlendirilmektedir. ) izole edilmişlerdir fakat birkaç Aspergillus ve
Penicillum mantarı tarafından da üretilebilmektedir. Okratoksin grubu 7
bileşikten oluşmakla birlikte arpa, buğday,çavdar ve mısır gibi tane
yemlerde doğal kontaminant olarak en fazla okratoksin A (OA)
bulunmaktadır. OA kanatlılar için oldukça toksik bir mikotoksindir.
OA’nın LD50 ve büyümeyi inhibe eden rasyondaki en düşük düzeyi aflatoksin , DAS ve
T-2 toksinine göre daha düşüktür. OA’ nın toksik etkisinin görüldüğü ana organ
böbreklerdir. OA moleküler seviyede fenilalanin— t RNA sentetaz enzimini inhibe
ederek DNA, RNA ve protein sentezini bozmaktadır. Bunların yanında OA, glikogenezis
için önemli bir enzim olan fosfoenolpiruvat karboksikinaz enzimi için renal mRNA
kodlanmasını bozarak renal karbonhidrat metabolizmasını etkilemektedir.
Metabolik yollardaki bu değişiklikler renal proksimal tübüllerin epitelinde hasarlara,
elektrolit emiliminin azalmasına ve ozmotik diürezis yoluyla su atılımının artışına
neden olmaktadır. Saha şartlarında 0.3-16 ppm arasında okratosin düzeyinin broyler ,
yumurtacılar ve hindilerde toksikozislere yol açtığı belirlenmiştir.
Okratoksizkozisin broylerlerde en belirgin klinik semptomları büyüme oranının
düşmesi, yem tüketiminin azalması , su tüketiminin ve dışkı su içeriğinin artmasıdır.
Okratoksin A enerji tüketiminin ve ısı üretiminin artışına sebep olmaktadır.
Broylerlerde canlı ağırlık artışını azaltan en düşük OA düzeyinin 2 ppm olduğu tespit
edilmiştir.
Post mortem olarak böbrekler şişmiş , büyümüş, solgunlaşmış ve
maun-açık kahverengi renk almıştır.Gelişmekte olan broylerlerde
postmortem olarak zayıflama ,dehidrasyon , kuru ve katı taşlık ,
proventrikül mukozal hemoraji ve kataral enteritis belirlenebilir. Karaciğer
büyümüş , solgun,parçalabilir veya hemorajik halde olup safra kesesi
safra ile gerginleşmiştir.Sekonder olarak visseral gut şekillenebilir.
Okratoksin A pigmentasyonu azaltmakta ve arzu edilmeyen özelliklerin
gelişmesine sebep olmaktadır. Okratoksin A , rasyon kökenli
karotinoidlerin karkas pigmentasyonu için kullanımını azaltarak
aflatoksinden daha fazla hipokarotenoidemiye yol açmaktadır.
OA yumurta tavuklarında yem tüketimi, yumurta verimi ve yumurta spesifik
gravitesini düşürerek , yumurta kabuğunda lekeleri, ette kanlanma ve
beneklenmeyi artırarak etkisini göstermektedir.
Okratoksin A2nın yumurta verimi üzerine etkili olan en düşük dozu 0.5 ppm ‘
dir. Kontamine olmuş yemleri yumurtacıların içgüdüsel olarak yemedikleri
gözlenmiştir. Yumurta lekelerinin 0.5-1 ppm düzeyinde okratoksin A ile
besleme sonucunda artış gösterdiği ve bu lekelerin çoğunun fekal materyalden
kaynaklandığı tespit edilmiştir.
Okratoksin A kanatlılarda lenfoid organlarda hücresel azalmaya ve
regresyona sebep olmakta, hücresel immunite üzerine olumsuz etkisi
bulunmakta fakat hümoral immuniteyi etkilememektedir. İmmun cevapta
baskılanma genellikle doza bağlı olarak değişmektedir. Hücresel immunite en
fazla broylerlerde , en az bıldırcınlarda etkilenmektedir. Lenfoid organların
regresyonu ve lenfositlerin azalması broyler ve hindilerde okratoksikozis
sırasında gözlenen bir sonuçtur.
Tedavi ve Korunma

Kanatlılarda rasyon protein düzeyinin artırılması ve vitamin C ilavesi


okratoksin A’nın toksik etkisini azaltmaktadır. Okratoksin ihtiva eden
rasyonlarda protein düzeyinin artırılması ile yemden yararlanmada
iyileşme, böbrek i karaciğer,pankreas ve taşlık nisbi ağırlıklarında artış,
bazı hematolojik ve klinik biyokimya değerlerinde düzelme elde edilmiştir.
Adsorbanların okratoksin vakalarında pratik bir önemi
bulunmamaktadır.Okratoksin A’nın enterohepatik dolaşımı nedeniyle yarı
ömrü uzundur. Normal adsorbanlar yerine enterohepatik dolaşımda
okratoksin emilimini sağlayan dolayısıyla toksisitesini azaltan özel
adsorbanlara ihtiyaç duyulmaktadır.
Fumonisinler

Fumonisinler en son belirlenen mikotoksin grubudur. Fumonisinler başta Fusarium


moniliforme olmak üzere çok sayıda Fusarium türü mantar tarafından üretilmektedir.
Fumonisin B1 (FB1) bu mantar tarafından üretilen en baskın moleküldür.
Fumonisinler sfingolipidlerin sentezini bozarak etkilerini göstermektedirler. Toksik
düzeyde FB1 , serum sifinganin ve sifingozin düzeylerinin artışına sebep olurken
kompleks sfingolipidlerin serum düzeylerinin düşmesine yol açmaktadır. FB1 domuz
ve atlarda oldukça toksiktir , kanatlılarda ise toksisitesi düşüktür. FB1’ nin rasyonda 80
ppm ‘ e kadar olan düzeyinin broylerde performansı etkilemediği tespit edilmiştir.
Zearalenon (F-2 toksini )

Zearalenon , Fusarium roseum ve diğer Fusarium türleri tarafından üretilen bir


mikotoksindir. Başta mısır, arpa, yulaf olmak üzere tüm tahıl ve otlarda
gelişebilirler.Östrojenik etkili bir mikotoksin olan zearalenona en dayanıklı hayvanlar
kanatlılardır.
Düşük miktarda zearalenon ihtiva eden yemlerin dişi hayvanlara uzun süre
verilmesi sonucunda vulva ve vajinanın kızarıp şişmesi, vajınal akıntıların artması ,
uterus kanaması ve büyümesi , memelerin büyümesi ve süt gelmesi, kızgınlığın
görülmemesi veya sık sık olması, yavru atma, kısırlık , gelişme geriliği gibi belirtiler
oluşmaktadır. Zearalenon süt veriminde azalma ve östrojen düzeyinde artışlara da
neden olmaktadır.
Hayvanlarda gelişmeyi hızlandırmak ve yemden yararlanmayı artırmak için
kullanılan birçok sentetik östrojenik etkili madde yanında yemlerin zearalenon
gibi miko toksinlerle kirlenmesi veya östrojenik etkili madde (genistein,
koumestrol gibi) ihtiva eden bitki veya yemlerin (soya, üçgül gibi) verilmesi et ,
süt, yumurta gibi gıda maddelerini tüketen insanlarda hormonal dengenin
bozulmasına ve cinsiyet özelliklerinin değişmesine sebep olmaktadır.

Tedavi ve korunma
Özel bir tedavi yöntemi yoktur.Alınan toksinin sindirim kanalından
uzaklaştırılması için zeolitler rasyona katılabilir. Ayrıca östrojenlerin doğal
antagonisti olan androjenler ve progestinler ile östrojen reseptör blokörleri
kullanılabilir.
Siklopiazonik asit, oosporein, sitrinin, ergot alkoloitleri, fusarokromanon ,
fusarik asit, moniliformin gibi mikotoksinlerinde kanatlılarda toksik etkileri
bulunmaktadır. (Tablo 2.17)

You might also like