Professional Documents
Culture Documents
VE
KADIN HAKLARI
İÇİNDEKİLER
GİRİŞ ............................................................................................................................... 3
A. KADIN VE YARATILIŞI ...................................................................................... 8
1- HZ ÂDEM İLE HZ HAVVA ................................................................................. 8
2-İSLAM’DAN ÖNCE KADININ KONUMU ........................................................... 10
3- İSLAM’DAN SONRA KADININ KONUMU ....................................................... 13
B. İSLAM’DA KADIN HAKLARI ............................................................................. 15
1- YAŞAMA HAKKI................................................................................................. 16
2- EĞİTİM ÖĞRETİM HAKKI .............................................................................. 17
3- ÇALIŞMA- EKONOMİ HAKKI ......................................................................... 18
4- MİRAS HAKKI ........................................................................................................ 19
5- SEÇME SEÇİLME HAKKI ................................................................................... 20
6- EVLENME - BOŞANMA HAKKI ......................................................................... 21
SONUÇ .......................................................................................................................... 22
KAYNAKÇA................................................................................................................. 24
GİRİŞ
Tarihte insanlık kadını lanetli, pislik olarak görmüştür. Oysa kadın fıtrat ve
tabiat bakımından ilk nefistendir. Allah onu ilk insana eş olması için yaratmıştır. Asıl ve
fıtrat bakımından aralarında hiçbir fark söz konusu değildir. Fark yetenek ve görevlerde
söz konusudur.1
İbranice’de benzer bir kökün “ağaç, taş veya metalin içini oymak; yazmak,
kaydetmek, tasvir etmek; buyurmak, bir kanunla sabit hale getirmek; Tanrı ve insanlara
karşı ödev, hukuk, imtiyaz anlamına geldiğini belirterek hak kelimesinin bu dilden
gelmiş olabileceği bazı düşünürler tarafından ileri sürülmüştür. Vurgulanmalıdır ki
Sami dil ailesinden olan Arapça ve İbranicedeki herhangi bir kelimenin yakın anlamlar
ifade etmesi doğaldır. Bu durum karşısında birinin ötekinden geldiğini iddia ve ispat
etmek oldukça zordur. Rağıp el-İsfehani hakkın asıl anlamının “mutabakat ve
1
Cemal Ağırman, Kadının Yaratılışı İle İlgili Rivayetler Bağlamında Yeni Bir Yaklaşım, Rağbet
Yayınevi, İstanbul 2001, s. 40.
2
Ahmet Efe, “İslam Miras Hukukunda Kadın-Erkek Hisselerinin Farklı Oluşu Üzerine Bir
Değerlendirme”, İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, S.18, s. 157-168.
muvafakat’ ’olduğunu belirttikten sonra âyetlerden örnekler vererek başlıca dört anlama
geldiğini belirtir.
Hak kavramı İslam literatüründe; doğru, gerçek olan şey, adalet, insaf,
doğruluk4, bir adama ait olan şey, alacak, bir davaya ya da iddiaya gerçek uygunluk,
Geçmiş emek, manevi istihkak, mesela ana-baba hakkı, hoca hakkı, usta hakkı, Pay,
hisse, örneğin barut hakkı, makas hakkı gibi farklı anlamlarda kullanılan bir terimdir.
Arapçada birbirinden farklı iki anlamı yer almaktadır. Bunlar “sabit olma ve
vacip olma’’ anlamlarını içermektedir. Mesela: “Şüphesiz ki, o vaat insanların çoğuna
hak olmuştur’’5 ayetinde “sabit oldu ve vacip oldu’’ manasındadır.“...Hakkı
gerçekleştirmesi ve batılı ortadan kaldırması için...’’6 Ayetinde sabit olması ve ortaya
çıkması manasına, “Hak geldi batıl yok oldu.’’7 “sabit ve var olan şey manasına
‘’Boşanan kadınların örfe göre bir takım eşyalar alma hakları vardır, bu takva sahipleri
üzerinde bir haktır’’8 ayetinde“onların üzerine vaciptir’’manasına gelir. 9
3
İslam Ansiklopedisi, a.g.e., s.139.
4
Hüseyin Özcan,Ansiklopedik Hukuk Sözlüğü, Alfa Basım, Ankara, 1993, s. 229.
5
Yasin 7
6
Enfal, 8.
7
İsra, 8.
8
Bakara, 281.
9
Vehbe Zuhayli, İslam Fıkhı Ansiklopedisi, c. 5, Diyanet Yayınları, İstanbul,1988, s. 11-12-13.
10
Mearic, 24-25.
11
Vehbe Zuhayli, a.g.e.
12
Mü’min, 20.
Kur-anı Kerim’de 247 yerde hak kelimesi geçmektedir. “Doğru
13 14 15 16
haber’’ ,“Doğru yol’’ ,“Aslına uygun bilgi, inanç, yakin’’ ,“Delil’’ ,“Bir olayın iç
yüzü’’17,“Adalet’’18 “Ödev, görev, hüküm’’19 en çok dikkati çekenleridir.
13
Mü’min, 23/62.
14
Yunus, 10/35.
15
Yunus, 10/36.
16
Yunus,10/76-77.
17
Yusuf, 2/51.
18
Araf, 7/89; Enbiya, 21/112.
19
Bakara, 2/180, 236; Rum, 30/47.
20
Hac, 22/6, 62; Lokman, 31/30.
21
Nur, 24/25.
22
Mü’minun, 23/71.
23
Sa’d, 38/84.
24
Zariyat,51/19; Meariç,70/24.
25
İsra, 17/26; Rum, 30/38.
26
Yunus, 30-32.
27
Yunus, 5-53;Bakara, 146-147-149.
28
Bakara, 213.
29
Yunus, 33; Secde, 13; Mü’minun, 71.
Hayreddin Karaman, "Hak, hukukun, bir yetki veya yükümlülük olmak üzere
benimsediği bir aidiyettir." şeklindeki bir tarifi tercih ettiğini yazıyor. 30 Ömer Nasuhi
Bilmen, "Hak, bir kimseye mahsus olan manevi bir kudrettir ki, bununla tasarruf
salahiyetini veya malikiyet vasfını haiz olur. Başka bir ifade ile hak, şer'i bir iktidardır
ki, insanlar bununla bazı şeyleri icra ve mütalebeye salahiyetli olurlar", demektedir.31
Elmalılı da hak, bir de "vacibün leh" , yani bir şeyin lehine, faydasına olan vacip
manasına gelir. Bunun da karşılığı "vacibün aleyh" veya sadece "vacib", "vecibe" ve
kendi dil geleneğimizde "vazife", "görev"dir, demektedir.32
Buna göre vazifenin karşılığında olan şey demektir. Mesela küçük çocukların
bakılıp büyütülmeleri, çocuklar açısından bir hak; anne ve babalar açısından ise bir
vazifedir. Aynı şekilde yaşlı babaların bakılmaları, kendileri bakımından bir hak;
evlatları bakımından ise bir vazifedir.
Hz. Peygamber’in -hayatı boyunca- insanlarla olan ilişkileri çok yoğun bir
şekilde geçmiş ve O sürekli sosyal hayatın merkezinde yer almıştır. O, “İnsanlarla haşir-
neşir olup ezalarına katlanan Müslüman, insanlara karışmayıp ezalarına katlanmayan
Müslümandan daha hayırlıdır.” buyurarak toplumdan ayrı yaşanmasını tasvip
etmemiştir. Peygamberlik öncesi ve sonrasında sürekli hakkın savunucusu olmuş,
30
Hayreddin Karaman, Ana Hatlarıyla İslam Hukuku, Ensar Neşriyat, İstanbul 2014, s. 332-333.
31
Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuku İslamiyye ve Istılahi Fıkhiyye Kamusu, c.VII, Enes Sarmaşık Yayınları,
İstanbul 1999, s.123.
32
M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, c. 5, Akçağ Yayınları, İstanbul 2010, s. 353.
33
Buhari, Rikak,48.
haksızlığa uğrayan mağdur kişilerin yanında yer almıştır. Daha gençlik yıllarında
haksızlığa, zulme, zorbalığa ve adaletsizliğe karşı mücadele vermiş, bu bağlamda
faaliyet gösteren ve iç güvenliği sağlamayı hedefleyen Hilfu'l-Fudûl (Faziletliler
sözleşmesi) adlı sivil toplum teşkilatına girmede tereddüt etmemiş ve bu teşkilatta bilfiil
çalışmıştır. Her türlü zulme ve haksızlığa karşı mücadele amacıyla ihdas edilmiş olan,
ancak Cahiliye döneminin bir ürünü olan bu teşkilata katılmıştır. Hz. Peygamber'in,
genç yaşta bu teşkilata katılmak suretiyle daha o zamanda insan haklarına ne derece
önem verdiği anlaşılmaktadır. Hz. Peygamber Risalet görevinden sonra da bu olayı
zaman zaman hatırlayarak davet edildiği takdirde yine böyle bir toplulukta yer
alabileceğini ifade etmiştir. Onun bu tavrı, Cahiliye ürünü olup olmadığına bakmaksızın
hak ve faziletten yana olmanın bizatihi İslâm’ın gereği olduğuna bir işaret olarak kabul
edilebilir.34
34
Hayri Kırbaşoğlu, İslam ve İnsan Hakları Üzerine, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 1998, s. 279.
35
Heyet, İslam ve Toplum, T.D.V. Yayınları, Ankara, 2007, s. 527.
36
Muhammed Tahir b. Aşur,İslam ve İnsan Hakları, Rağbet Yayınları, Ankara,1992, s. 68-75.
37
Abdullah Draz, İslam’ın İnsana Verdiği Değer, Kayıhan Yayınları, İstanbul, 1983, s. 46.
özgürlükleridir.38 “Hak ve özgürlük, aslında bir tek gerçeğin iki yönüdür, bir
madalyonun iki yüzü gibidir. Çünkü özgürlük bir hak olduğu gibi, her hak da özgürlükle
gerçekleşebilir. Hak, özgürlüğün konusu, özgürlük ise hakkın gerçekleşme vasıtasıdır.”
Hak ve özgürlüklerin insanın kişiliğine bağlı olarak, doğal, dokunulmaz, vazgeçilemez,
engellenemez, kısıtlanamaz, devredilemez ve evrensel olduğunda görüş birliği vardır.
Yüce Allah’ın, üstün ve mükerrem bir varlık olan insana bahşettiği bu hakların bir
bütün olarak ele alınmayıp aralarında ayırım yapılması da doğru değildir. Herkes için
gerekli olan insan haklarına önem vermeyen ve bu haklara riayet etmeyen toplumlar
medeni olamazlar. İlâhi bir kaynaktan beslenmeyen insan hakları uygulamalarında her
zaman eksiklik ve çifte standart söz konusu olacaktır.39
A. KADIN VE YARATILIŞI
Kadının yaratılışı ile ilgili kaburga hadisinin mana yönü le birbirinden farklı iki
temel versiyonu vardır. Birinde kadın kaburga kemiğine benzetilmiş, diğerinde ise
kadının kaburga kemiğinden yaratıldığı ifade edilmiştir.40 Dolayısı ile orijinal
söyleminde kimin yahut kimlerin söylemiş olabileceğini ve anlamın geniş kapsamını
anlayabilmek için mitolojik ve kuran hadis çerçevesinde diğer kutsal kitaplarda nasıl yer
aldığına bakmak gerekmektedir.
Allah, Âdem'i yarattıktan sonra Havva'yı yeni bir yaratılışla yarattı. Âdem (a.s)
Havva'nın yaratılışından haberdar olduktan sonra Rabbinden: “Yakınlığı ve bakışı ile
38
Ümit Özdağ, Doğuda ve Batıda İnsan Hakları, T.D.V. Yayınları, Ankara, 1996. s. 17.
39
Şükrü Karatepe, İnsan Hakları İlahi Temelleri, T.D.V. Yayınları, Ankara,1994, s.19.
40
Cemal Ağırman, a.g.e., s. 27.
benim huzur bulmama sebep olan bu yarattığın kimdir?” diye sordu. Yüce olan Allah:
“Bu Havva'dır. Seninle beraber olmasının ve seninle sohbet etmesini ve sana itaat
etmesini istiyor musun?” Diye buyurdu. “Âdem: “Evet rabbim! Bu lütfun karşısında
yaşadığım müddetçe sana şükretmek bana farz oldu” dedi. Allah: “Onu eş edinmeği
benden iste. Onda ihtiyaçlarını gidermek ve sana eş olmak kabiliyeti vardır” diye
buyurdu. Rivayetten anlaşılan Havva'nın, Hz. Âdem'in (a.s) sol kaburgasından veya
toprağının fazlalığından yaratılmadığı belki Havva'nın yaratılışının da aynı Âdem'in
(a.s) yaratılışı gibi insani cevherden olduğudur.
İslam dininde Hz. Âdem ilk insandır, insanlığın babası olarak kabul edilmiştir.
Aynı şekilde Yahudilik ve Hıristiyanlıkta da Âdem ilk insandır. Bu sebep ile ona Ebu’l
Beşer denmektedir.
Tevrat’ta ilk insan ve yaratılışı ile ilgili farklı rivayetler bulunmaktadır. Bunlar;
İnsan yaratılışın altıncı gününde, diğer varlıklardan sonra Tanrı’ya benzer bir surette,
erkek ve dişi olarak yaratılmıştır.41 Diğer farklı rivayette ise, diğer varlıklardan önce,
yerin toprağından yapılmış, daha sonra burnuna hayat nefesi üflenerek canlı bir varlık
olmuş, onun kaburga kemiğinden de eşi yaratılmıştır. 42
Kurana göre Âdemin yaratılışının diğer insanların yaratılışı gibi olmadığı açıkça
ortadadır. İki yaratılışta farklıdır. Misal ayette “Şüphesiz Allah katında (yaratılışları
bakımından) İsa’nın durumu, Âdem’in durumu gibidir: Onu topraktan yarattı. Sonra ona
43
“ol” dedi. O da hemen oluverdi.” Buyrulmuştur ve bu ayet yaratılışlarındaki farklı
olan duruma işaret etmektedir. Kur'an-ı Kerîm'de birden çok ayette Hz. Âdem
Peygamber'in topraktan yaratıldığı ve bu aşamaların neler olduğu haber verilmektedir.44
“ Yaratıldığı madde sırası ile toprak (türab)45, su (ma)46, çamur (tin)47, akışkan veya
süzme çamur (sülale min tin)48, yapışkan çamur (tin lazib)49, kurumuş çamur
(salsal)50kelimeleri ile ifade edilir.”51
41
Tekvin 1: 27,
42
Tekvin 2:18-23.
43
A’li İmran 3: 59.
44
Bknz: Rum 30:20, Ali İmran 3:59, Hac 22:5, Fatr 35:11,
45
Rum 30:20, Ali İmran 3:59, Hac 22:5, Fatr 35:11,
46
Nur 24:45, Furkan 25:54,
47
Secde 32:7,
48
Mu’minun 23:12,
49
Saffat 37:11,
Tevrat’ta geçen iki farklı rivayetten bahsetmiştik ve bunlardan birine göre Allah önce
Âdemi yarattı cennetine koydu daha sonra hayvanları vs diğer canlıları yarattı. Ve
yalnızlığı geçmeyince onu derin bir uykuya daldırdı, kaburga kemiğinden kadını yarattı.
Âdem ise ona Nisa adını verdi. Yaratılan ilk kadın İbranicede Havvah’tır. Tevrat’ta,
yaşayan anlamındadır.52
İslami kaynaklara göre de Hz. Havva ilk kadın, Hz. Âdem’in eşi ve insan
neslinin ilk annesidir. Hz. Havva kuran-ı kerimde ismen zikredilmemekte, ancak birçok
ayette Hz. Âdemin yanı sıra ondan bahsedilmektedir. Kuran’da, “ Ey insanlar! Sizi bir
tek nefisten yaratan ve ondan eşini yaratıp ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üreten
Rabbinizden korkun!” 53 Denilmek sureti ile ilk kadının yaratılışından kapalı bir şekilde
bahsedilmektedir. Daha sonra onlara “Ey Âdem! Sen ve eşin cennette oturun, orada
istediğiniz yerden rahatça yiyip için ve şu ağaca yaklaşmayın; yoksa zalimlerden
olursunuz”54 denilmiş, yasağı çiğnemeleri üzerine onlar yeryüzüne indirilmişlerdir.55
İslam öncesi kadının konumu le ilgili bilinen en somut gerçek hiç şüphesiz
kadına iyi bakılmadığıdır. Kaldı ki bu durum sadece islam öncesinde değil islam dışı
toplumlarda da hala bu şekilde kadın değersizdir. Bu durum özellikle cahiliye devri diye
bilinen islam öncesi arap toplumunda daha göze batmaktadır. Öyle ki onlar kadının
insan olup olmadığını bile sorgulamışlardır.
50
Hicr 15:26-28-33, Rahman 55:14.
51
Cemal Ağırman, a.g.e, s 31.
52
Tekvin 3:20.
53
Nisa 4:1.
54
Bakara 2:35.
55
Cemal Ağırman, a.g.e, s 31.
Hamurabi yasasında ise kadın evcil hayvanlar ile bir tutulmuş. Birisi bir adamın
kızını öldürürse o da kızını diğerine teslim ederdi ve dilerse onu kendi malı gibi
kullanırdı dilerse de öldürürdü.56
Eski Hint hukukuna göre kadın evlenme, miras ve diğer muamelelerde hiç bir
hakka sahip değildi. Kadının murdar temayüllere, zayıf karaktere ve fena bir ahlaka
sahip olduğu kabul ediliyordu. Budizm’in kurucusu Butta, önceleri kadını dinine kabul
etmiyordu. Nihayet birçok tereddütten sonra kadınları dinine kabul etmiş, fakat bunun
Budist toplumu için çok tehlikeli olduğunu söylemiştir. Hintliler arasında dul kalan
kadınları yakmak âdeti eski zamanlardan beri vardı.
Ölen kocasının naaşı üzerine yakılan kadın, sadık ve saygıdeğer bir zevce olarak
kabul edilir İsrail hukukuna göre kızlar, babalarının evinde bile hizmetçi gibiydiler.
Baba onları satabilirdi. Boşama hakkı keyfi bir surette kocaya aitti. Kızlar ancak başka
bir varis bulunmadığı takdirde babalarının mirasına nail olabilirlerdi. İran’da Sasani
Devleti’nde kız kardeşle evlenmek caizdi. Hatta bu teşvik edilirdi. Kan hısımlığının kız
kardeş ve annelerin saygıya değer hiç bir hususiyetleri yoktu.57
Eski Çinlilerde kadın kocasının kölesi sayılırdı. Kocası ve çocukları ile birlikte
yemeğe oturmazdı. Ayakta durur onlara hizmet ederdi.58
Yahudilerde de kadının durumu pek iç açıcı değildi. Sabah yaptıkları
dualarında, Ezeli ilahımız kâinatın kralı, beni kadın yaratmadığın için sana hamd olsun,
sözleri yer alırdı. Hatta bazı Yahudiler kızları hizmetçi sayarlar ve onlar miras
alamazlardı. Tabi babanın erkek evladı yoksa ancak o şart ile alabilirlerdi. Yahudiler
kadını Hz. Âdemi aldattığı için bir yaratık olarak görüyorlardı.
Hıristiyanlarda kadın bir zamanlar insan kabul edilmiyordu. Hatta kadın fuhşu,
kötülüğü ve şeytana uymayı temsil ediyordu.59 Eski Hıristiyan metinlerinde de “erkek”
olanın tercih edildiğine dair ifadeler bulmak oldukça kolaydır. Pavlus’a göre erkek
kadın için değil kadın erkek için yaratılmıştır ve bu sebeple kadınlar rabbe bağlı olduğu
gibi kocalarına da bağlı olmalıdır.60 Gustave le Bön’ün, İncil’de kadına iyi muamele
yapılmadığını “kadını ölümden daha acı” olduğunu söyledikten sonra şu İncil ayetini
56
Cemal Ağırman, a.g.e., s. 35.
57
Mehmet Yaşar Kandemir, a.g.e., s. 84-94.
58
Necla Arat, Kadın Sorunu, İstanbul 1980, s. 25,
59
Cemal Ağırman, a.g.e., s. 35-36.
60
Okiç 7:1981.
verdiği iddia edilmektedir: “Allah’ın kendinden memnun kaldığı kimseler kadından
kendini kurtarır. Bin erkekten böyle iyi bir kişi buldum bütün kadınlar arasında bir tane
bulamadım. Hıristiyanlıkta kadının görevi çocuk doğurmak ve onu en iyi şekilde
yetiştirmektir. Hz Havva’nın Hz. Âdem’i kandırdığı ve cennetten kovulmasına sebep
olduğu için aşağılandığı ve bunun bedeli olarak acı çekmek ve çocuk doğurmakla
cezalandırıldığı inancı da Hıristiyan ilahiyatı tarafından üretilmiş bir düşünceye
dayanmaktadır.61
İslam öncesinde Arap toplumundaki kadına bakış açısına gelince hayatta hiçbir
fonksiyonu olmayan hiçbir hakkı olmayan hatta yaşayan bir ölü gibi görürler.
Arabistan yarımadasında kadının durumu, zikrettiğimiz acıklı misallerden daha
iyi değildi hiçbir meselede görüşü alınmaz, kendine hiçbir değer verilmezdi. Cariyelerin
ise Arabın dişi devesinden farklı bir yeri yoktu. Arap onu da tıpkı devesi gibi alıp
satardı. Bazılarının genç ve güzel cariyeleri toplayıp fuhuş yaptırdığını ve onların
zinalarını ticaret sermayesi olarak kullandığı kaynaklarda bilinmektedir.62 Bilhassa
Mekke, Medine ve Taif gibi yarı medeni bölgelerdeki soylu aile kızları, cemiyet içinde
oldukça mevki sahibi sayılırdı. Hatta bazı şerefli reislerin dirayetli kızlarının, kabile
içinde birçok erkeklerden daha muteber tutulduğu olurdu. Beni adi ibn Neccar
kadınlarından Selma binti Ömer Kureyş kadınlarından Hatice binti Huveylid, Ebu
Sufyanın karısı Hind bin Utbe, Medine kadınlarından Ümmü Umara binti Ka’b, meşhur
arap şairesi Hansa, bu yüksek kadınlardan olarak tarihte nam bırakmışlardır63
Fakat bu müstesna durum bir yana, Arap toplumunda umumiyetle kadınların
insani haklara sahip olduğu kabul edilmiyordu. Cahiliye devrinde kadınlar için miras
hakkı tanınmıyor, kız çocukları diri diri toprağa gömülüyor, erkekler hiçbir hudud
tanımaksızın istedikleri kadar kadın alabiliyorlardı.64
Kuran onların bu vahşetini şu sözlerle dile getirir; “Onlardan birine bir kız
müjdelendiğinde, öfkelenerek yüzü mosmor kesilir. Verilen müjdenin kötülüğünden
dolayı halktan gizlenir. Böyle bir alçaltıcı duruma rağmen onu yanında mı tutsun yoksa
toprağa mı gömsün! Görün işte, ne kötü yargıda bulunuyorlar!” 65
61
Sıddık Ağçoban, a.g.m., C. 2 sayı:1.
62
Mehmet Yaşar Kandemir, a.g.e., s. 88-94
63
Mehmet Yaşar Kandemir, a.g.e.. s. 84-94.
64
Mehmet Yaşar Kandemir, a.g.e., s. 84-94.
65
Nahl 16/58-59.
Sonuç olarak İslam öncesi ve sonrası İslam dışı toplumlarda kadının hep
istismara en büyük zorbalığa uğradığı hatta bazen insan yerine bile konulmadığı, erkek
baskısı altında kalıp, hukuki sosyal haklarından mahrum bırakıldığı ve ayrıca miras
haklarının olmayıp buna rağmen olan mallarının dahi kullanımının yasak olması
ekonomik baskılarda uğradığını söylemek mümkündür. Başta ekonomik sebepler olmak
üzere bir takım yanlış inançlar, örf, adet ve geleneklerden hatta maalesef ki cinsel taciz,
tecavüz ve saldırılardan koruma amacı ile sergilenen tutumlarda kaynaklanmaktadır.
Tarihte insanlık kadını lanetli, pislik olarak görmüştür. Oysa kadın fıtrat ve
tabiat bakımından ilk nefistendir. Allah onu ilk insana eş olması için yaratmıştır. Asıl ve
fıtrat bakımından aralarında hiçbir far söz konusu değildir. Fark yetenek ve görevlerde
söz konusudur.66
İslam’ın gelişiyle beraber kadın, erkekle insanî olarak eşit haklara kavuşmuştur.
Erkeğin olduğu gibi kadının da canı, malı dokunulmazdır. Erkeğin olduğu gibi kadının
da mirasta payı vardır ve bu paylar ayette belirlenmiştir68.
66
Cemal Ağırman, a.g.e. , s. 40
67
Ahmet Efe, a.g.m.
68
Nisa, 4/11-12
Aynı şekilde peygamber efendimizde kadına değer vermiş bir rivayette; Ebu
Said el-Hudrî anlatıyor: “Bir kadın Rasulullah’a gelerek: ‘Ya Rasulallah ! Senin
sohbetinden hep erkekler faydalanıyor. Bize bir gününü ayırsan da o gün sana gelsek,
bize Allah’ın sana öğrettiğinden öğretsen.’ dedi. Hz. Peygamber: ‘O halde şu şu
günlerde toplanın. ‘ diye buyurdu. Bunun üzerine kadınlar toplandılar. Rasulullah
onların yanına gelerek Allah’ın kendisine öğrettiklerinden onlara da bir şeyler öğretti”.69
Bu olaydan da anlaşıldığı gibi kadın erkek arasında fark gözetmemiştir.
Hz. Peygamber koyduğu kurallarla kadınları yok saymamış, aksine onları sosyal
hayatın içinde rahat ettirmeye çalışmıştır. İslam’dan sonra kadına verilen önemin en
güzel ifadesi şüphesiz Rasulullah ’ın hanımlarıyla olan münasebetleri ve ailesi içinde
eşlerine karşı sergilediği örnek tavırlarıdır. Hz. Aişe bize Hz. Peygamber’in evdeki
tutumunu şöyle anlatmaktadır:” O, evinde ailesinin işindeydi. Onlara hizmette olurdu.
Ezanı duyunca da çıkıp giderdi”.70 Görüldüğü gibi Rasulullah ev içinde eşlerine yardım
ederdi. Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: ” Hepiniz birer çobansınız ve hepiniz
idareniz altındakilerden sorumlusunuz. Devlet başkanı bir çobandır ve yönettiklerinden
sorumludur. Erkek ailesinin çobanıdır ve idaresi altındakilerden sorumludur. Kadın,
kocasının evinin çobanıdır. Ve o da idaresi altındakilerden sorumludur”. Görüldüğü gibi
burada Rasulullah, kadını ailenin diğer fertlerinden ayrı tutmuş ve onu adeta ikinci
başkan gibi görmüştür. Ayrıca, devlet başkanlığını da saltanat sürme yeri olarak değil,
bir vazife ve mesuliyet makamı olarak görmüştür. Durum böyle olunca da, kadın
üzerinde de bir saltanat sürme söz konusu olamaz. Ancak herkesin kendi tabi durumuna
göre üstlenmesi gereken bir koruculuk görevi ve bunun yerine getirilmesi için tahsis
edilmiş makamlar vardır71 .
Bu konu hakkında bir de Ali Coşkun’un eserinde yer vermiş olduğu rivayetleri
aktararak kadının İslam’a olan katkılarına yer vereceğiz. Muhammed Hamidullah
özellikle Mekke devrinde islama pek çok hizmeti olmuş hanımlar arasında şu isimleri
zikretmektedir: “ Hatice (r.a.), Lübab Bint’ul Haris (r.a.), Ğuzeyye (r.a.), Ummu Şerik
69
Müslim, Birr,152.
70
Buhari, Ezan,44
71
Celal Yeniçeri, Hz. Muhammed ve Yaşadığı Hayat, İfav Yayınları, İstanbul,2000, s. 436-437.
(r.a.), Şifa Bintu Abdullah (r.a.), Sade Bintu Kureyz (r.a.), Ummu Habibe ve Sevde
(r.a.)” 72
72
Muhammed Hamidullah, a.g.e. , s. 169-172
73
Nisa 4/124.
74
Bkz, Bakara-282.
konum, Allah ile olan ilişkiler bakımından erkek kadın farkı olmadığı gibi insanî amel
ve kazanımlarda da aralarında bir fark yoktur, kemale yürümede fırsat eşitliği vardır ve
herkesin kazandığı kendisinedir. Kadın erkek farklılığı ve cinsler hakkındaki toplumsal
telakkiler Allah açısından bir değere sahip değildir.
İslâm’ın kadına değer vermesi ise, sadece Arap yarımadasında değil, o zamanki
ileri bütün ülkeler için getirdiği esasların en önemlisidir. Kadına değer verme
konusunda İslam, eski ve yeni tüm hukuk kurallarının ulaşamadığı noktaya varmıştır.
Çünkü gerek maddi gerekse manevi tüm haklarını tanımış ve her alanda kadın-erkek
ayrımı yapmamıştır.
1- Yaşama Hakkı
75
Tekvir, 81/8-9, 14.
76
Tayyib Okiç, İslamiyet’te Kadın Öğretimi, Gaye Matbaası, Ankara 1979, s. 23.
hükmediyorlar” 77 ayeti bu durumu bildirmektedir. İnsanlar kız çocuklarının olmasının
bir takım sebeplerden ötürü kötü görmüşler ve bu durumdan hiç utanmadan kendi
kızlarının canlarını kendi elleri ile alabilmişlerdir. Rasulullah’a gelen bir adamın
Cahiliye devrinde çocukları öldürmelerinden bahsetmiş ve kendi kızını belirli bir yaşa
geldiğinde ailesine uzak olmayan bir kuyuya götürerek kuyuya attığını anlatmış ve
bunun üzerine Peygamberimiz gözyaşlarına boğulmuştur. Bu durum kız çocuklarının
Cahiliye devrinde maruz kaldıkları haksız durumu anlatan önemli bir olay olarak
karşımıza çıkmaktadır.
Şu hâdise de camilerin kadınların istifadesine her zaman açık olduğunu beyan eder:
Ümmü Seleme Validemiz, evinde bir kadının saçlarını tararken, Efendimiz ’in “Ey
insanlar!” dediğini duymuş ve hemen mescide yönelmişti. O sırada saçlarını taratan
kadın, “Allah Resulü erkekleri çağırıyor, ben ise kadınım.” deyince Ümmü Seleme
Validemiz: “Ben de insanım.” cevabını vermişti.
77
Nahl, 16/56-59.
78
Şura, 49/50
Başka bir rivayette ise; “Bir gün Medine’nin kadınları gelerek şöyle demişlerdi: “Ey
Allah’ın Resulü, erkekler Sizi dinleyip Sizden istifade etme konusunda bizi geçtiler.
Bize de müstakil bir gün ayırsanız!” Allah Resulü, bunun üzerine onlara bir gün verdi.
O belirli günde onlara nasihat eder ve bazı emirlerde bulunurdu.” 79
79
Buhari, İlim, 36
80
Tayyib Okiç, a.g.e., s.23.
örme, hasta bakıcılık, savaş sırasında ve savaş dışında hastaları tedavi etme, ticaret,
denetim gibi bazı çalışma alanlarında rol almışlardır.81
4- Miras Hakkı
81
Ebu Şakka, Abdulhalim, İslâm Kadın Ansiklopedisi, çev. Şaban Haklı, İstanbul, 1996, c. 2, s. 180.
82
Ebu Şakka, Abdulhalim, a.g.e., s. 193.
83
M. Hamdi Yazır, a.g.e., C. 3, s. 570-573.
kadına yaptığı ödeme vb. gösterilmektedir. Dolayısıyla miras konusundaki hüküm belli
illetlere, gerekçelere dayanmaktadır ve mutlaklık taşımamaktadır.84
Seçme hakkı, siyasi bir haktır ve Müslümanların bir görevidir. Devlet başkanını
seçme, topluluğu oluşturan kişilerin hakkı olmakla beraber toplumun yarısını oluşturan
kadınların da yöneticilerini seçmede söz sahibi olması kadınların en önemli hakları ve
görevlerinden biridir.85
Ayrıca çoğu örnekte olduğu gibi İkinci Akabe Biatı’nda da Rıdvan Biatı’nda da
kadınların yer almış olması bizlere seçme haklarının olduğunu ve İslam’ın bu konuda
kadını ayırt etmediği görülmektedir.
84
Altan Çetin, Ortaçağda Kadın, Lotus Yayınevi Ankara, 2011, s. 53.
85
Nejla Akkaya, ‘İslâm Hukukunda Kadının Siyasi Hakları’, İslâmi Araştırmalar, Ekim, 1991, S. 4, C. 5,
s. 238.
86
Mümtehine 60/12.
87
Nisa, 4/58.
taşımamaktadır. Çünkü her kadın devlet başkanlığı ya da idarecilik gibi ağırca zor
yükümlülükler isteyen bir görevi fiziksel ve psikolojik olarak veya bilgi ve beceri olarak
yerine getirme kabiliyetine sahip değildir.
88
Bekir Topaloğlu, İslam’da Kadın, Yağmur Yayınevi, İstanbul, 1980, s. 64.
-Evli kadınlarla evlenilmemesini
Evliliğin sona ermesi bazen evlilik akdindeki bir bozukluk veya eksiklikten,
bazen de eşlerin evlilik birliğini devam ettirememelerinden dolayı söz konusu
olmaktadır. Birinci durumda evlilik birliği feshedilmiş olurken, ikinci durumda talakla
sona erdirilmiş olur.89
Tarih boyunca boşanma olayı hep erkeğin hakkı imiş gibi anlaşılmış ve
uygulanmıştır. Gerçi Kur’an boşanma halinde erkeğin neler yapması gerektiğini
belirterek, kadının hukukunu korumuştur ama kadına da erkek kadar evlenme ve
boşanmada hak ve özgürlük kapısı açık tutulmuştur. Yani kadında isterse boşayabilir ve
bunun Kur’an’a ters bir tarafı yoktur.
SONUÇ
İslam’dan önce Arap yarımadasında kadının hiçbir değeri ve önemi yoktu. Kız
çocukları diri diri toprağa gömülürlerdi. Bir eşya gibi satılırdı. Mal edinme hakları
olmadığı gibi, mirastan da mahrum bırakılırlardı. Ayrıca bir erkek istediği sayıda
kadınla evlenebilir, istediğini de boşayabilirdi. Yahudi ve Hristiyan kaynaklarında aynı
şekilde kadına iyi gözle bakılmazdı. Kadın murdar, pis, lanetli sayıldığı için incile el
süremezdi. Kadın ilk günahın işlenmesine sebep olduğu için ona şeytan gözüyle
bakılırdı. Yahudilikte kadın devamlı günah işlemeye meyilli, Hristiyanlıkta şeytanca
kötülüklere kapı açar, erkeğin ahlakını bozar. Erkek kadın için değil, kadın erkek için
yaratılmıştır düşüncesi yatardı.
89
Halil Cin, Eski Hukukumuzda Boşanma, Selçuk Üniversitesi Yayınları, Konya 1988, s. 33.
edilmekle birlikte erkeklerin kadınlar üzerinde hakkı olduğu gibi kadınların da erkekler
üzerinde hakları bulunduğu gerçeği vurgulanmıştır. Nitekim Hz. Peygamber:
"…kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim.
Siz kadınları Allah emaneti olarak aldınız; onların namuslarını ve iffetlerini Allah adına
söz vererek helal edindiniz. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, onların da sizin üzerinizde
hakları vardır... " buyurmuş tur. Yine Resulullah (s.a.v.): "Cennet annelerin ayakları
altındadır" buyurarak kadınların aile içindeki önemine dikkat çekmiştir. Kadınlar Asr-ı
saadette zabıta görevi ve ticaret gibi genelde erkeklerin uğraştığı dallarda zaman zaman
faaliyet gösterdikleri gibi gerektiğinde vatanın müdafaası için savaşlara da
katılmışlardır. Ancak bütün bu işler yapılırken kadının iffet ve namusuna gölge
düşürülmemesi için de bütün koruyucu tedbirlerin alınması da ihmal edilmemiştir.
Bütün bu anlatılanlar bize kadının Asr-ı saadette cahiliye döneminin karanlıklarından
kurtarılarak layık olduğu yere getirildiğini göstermektedir.
Netice olarak şunları söyleyebiliriz. Kadın, erkek gibi Allah'ın yeryüzünde bir
halifesidir. Aynı onun gibi Allah'ın emir ve yasaklarına muhataptır. Bu sebeple kadın ve
erkeklerin hepsi Allah'ın kitabına bağlıdırlar. Ne kadınlar erkeklerin, ne de erkekler
kadınların emri altındadırlar. Onun için İslam'da hukuk, hilafeti temsil vasfına
dayanmaktadır. Kadın da erkek de hukuka, Allah tarafından konulmuş olan kurallara
dayanarak hareket ederler. Biri diğerine muhtaç olduğu için, ikisi de bir bütün olarak,
birlikte hayat yolunda yan yana yürümektedirler. Şeref, haysiyet ve Allah yanında
kıymet bakımından kadınla erkek, arasında hiçbir fark yoktur. Her ikisinin ayrı ayrı
hakları ve vazifeleri vardır. Vücuttaki uzuvlarda olduğu gibi toplumda iş bölümü
anlamında kadınla erkek arasında vazife taksimi vardır. Bu sebeple çalışma alanları
ayrıdır. Kadının yaptığı bazı işleri erkek yapamaz; erkeğin yaptığı bazı işleri de kadın
yapamaz. Sermaye etmekle birlikte üretim yapar. Yani buna bakarak diğer din, ırk,
tutumları kadının değerini yadsırken İslam kadının hiçbir hakkını yadsımaz. Ve dünya
ve ahirette mükâfatlarını herkese olduğu gibi eşit verir. Biz ise İslam'ın insana özellikle
kadına verdiği değeri sizlere sunmuş bir nebzede olsa pencere açmış bulunuyoruz.
KAYNAKÇA
Buhari, Rikak,48.
Buhari, İlim, 36
CİN, Halil Eski Hukukumuzda Boşanma, Selçuk Üniversitesi Yayınları, Konya, 1988.
COŞKUN, Ali, Sosyal Değişme Kadın ve Din, Rağbet Yayınevi, Üsküdar, 2011.
DRAZ, Abdullah, İslam’ın İnsana Verdiği Değer, Kayıhan Yayınları, İstanbul, 1983.
EFE, Ahmet, İslam Miras Hukukunda Kadın-Erkek Hisselerinin Farklı Oluşu Üzerine
Bir Değerlendirme, İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, S. 18, s. 157/168.
KARAMAN, Hayreddin, Ana Hatlarıyla İslam Hukuku, Ensar Neşriyat, İstanbul, 2014.
KARATEPE, Şükrü, İnsan Hakları İlahi Temelleri, T.D.V. Yayınları, Ankara, 1994.
ÖZDAĞ, Ümit, Doğuda ve Batıda İnsan Hakları, T.D.V. Yayınları, Ankara, 1996.
ŞAKKA, Abdulhalim, İslâm Kadın Ansiklopedisi, çev. Şaban Haklı, İstanbul, 1996, C.
2.
UAÖ, https://www.amnesty.org.tr/
YAZIR, M. Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, C. 5, Akçağ Yayınları, İstanbul, 2010.
YENİÇERİ, Celal, HZ. Muhammed ve Yaşadığı Hayat, Ifav Yayınları, İstanbul, 2000.
YURDAGÜL, Ü. Sadık, “Kadının Batıdaki Yeri”, Raşidi Hilafet Dergisi, sayı: 131,
2000.
www.hurriyet.com.tr/gundem/af-orgutu-turkiyede-kadina-siddet-var-38611110