You are on page 1of 5

Çocuk ve Ergenler İçin Çağdaş Psikodinamik Psikoterapi – Sergio Delgado – Jeffrey

Strawn – Ernest Pedapati

 İki kişilik terapinin en sınırlı yanı kullanılan yöntemin hasta ve aile ile yakınlık
kurulmasına yol açtığı, bu yakınlığın da psikoterapistin tarafsızlığına zarar
verebileceğidir.
 “Kendimizi içinde bulduğumuz bağlamlar, çoğunlukla yaratılmasına bizzat katkıda
bulunduğumuz bağlamlardır. Yani içinde bulunduğumuz her bağlamı bu bağlamda
bize eşlik eden diğer insanlarla birlikte kendimiz inşa etmişizdir.” – (Paul Wachtel,
2010)
 “Freud’ un öngöremediği şey, faydalı olan teorinin ne ölçüde ilişkisel hale
geldiğiydi.” Robert N. Emde
 Bir-kişilik psikoloji kavramında “Bir kişi” objektif bir gözlemcidir ve hasta ile
etkileşim içerisinde kendi öznelliğini dışa vuran ve paylaşan aktif bir katılımcı
değildir. Wachtel(2010) göre bir0kişilik süreç, gözlemleyenin(terapistin)
gözlemlenen(hasta) üzerinde hiçbir etkisi olmadığı varsayımına dayanır.
 “Çocuğun ve yetişkinin idleri birbirine benzer, farklı olan egolarıdır.”(Bornstein,
1945)
 Yetişkinlerle olan çalışmalarında her zaman babası Sigmund Freud’ un teori ve
tekniklerine özellikle de tarafsızlık ilkesine, sadık kalan Anna Freud’ un, zaman
zaman tekniğin katılığından uzaklaştığı ve hastalarıyla daha sahici bir empati
geliştirdiği anlaşılmaktadır. Erik Erikson, psikoanalizin bir evresinde, Anna Freud’
a karısının hamileliği ve bir çocuk sahibi olmanın olası etkileriyle ilgili duyduğu
kaygılardan bahsetmiştir. Erikson konuşmayan ve örgü örmeyi sürdüren Anna
Freud’ a karşı öfkesini tekrar tekrar ifade etmiştir. Sonrasında Erikson bir seansta
bir oğlu olduğu haberini verdiğinde Anne Freud, uzun süredir örmekte olduğu
battaniyeyi Erikson’ a vermiştir(Couch, 1995).
 “Analizde çocukların oyunlarını, yetişkinlerin rüyaları gibi ele almıştır.” – Erik
Erikson
 “Geçiş nesnesi dolaylı olarak, bir iç meme sağlaması aracılığıyla dış memeyi temsil
eder.” Donald Winnicott
 Ergenlikte kişilik gelişimi için dört ön koşul belirlenmiştir: 1) Çocukluk
deneyimlerinden kalan travmaların işlemlenmesi, 2) Cinsel kimlik gelişmi, 3) Negatif
ödipal kompleksin çözümlenmesi, 4) İkinci bireyleşme süreci. (Blos, 1968)
 “Narsisistik bozuklukların temelinde çocukluk döneminde ebeveynlerin yaptığı
empatik hataların bulunduğu görüşüne sahiptir.” (Heinz Kohut, 1971)
 “Analist bir ilişkiden ayrı bir analizan veya analizan ile ilişkiden ayrı bir analist
yoktur.” - Thomas Ogden
 “Çağdaş psikanalize en büyük katkısı, kurucusunun ölümünü kabullenmesine yardımcı
olmaktır… Bowlby sayesinde Freud’ un gitmesine izin verebiliriz.”(Holmes, 2000).
 Ferenczi’ nin psikanalitik teori ve tekniğine katkıları şu şekilde sıralanabilir: 1.
Empatinin analitik ilişki içerisine dahil edilmesi. 2. Analistin yorumlama dışında
davranışlarının önemi. 3. Analitik terapide deneyimsel ve duygusal boyutların işlevi.
4. Analistin kendini açması. 5. Karşılıklı analizin doğuşu(Rudnytsky ve ark., 2000)
 “İyi terapistlerin hastalığıyla yaptıkları, başarılı ebeveynlerin çocuklarıyla
yaptıklarına benzer.”(Holmes, 2001)
 “Bir psikoterapi seansı sırasında yaşananın, hastanın ve psikoterapistin
özelliklerinin ötesinde olduğu görüşünü savunur. Klinik karşılaşmanın en iyi
bağlamsal yaklaşımla anlaşılabileceğini vurgular. Bu yaklaşıma göre hastanın ve
psikoterapistin birbirlerine dair deneyimleri, örtük bir biçimde her ikisinin geçmiş
ilişki deneyimlerinin, sosyal ve kültürel güçlerin etkisi altında şekillenir.” – Paul
Wachtel
 Çocuk ve ergenler ile çağdaş iki-kişilik ilişkisel psikoterapi modeli, çocuğun haftada
yaklaşık 100 saat boyunca uyanık olduğunu ve bu süreçte 1 veya 3 saatlik
psikoterapinin, çocuğun seans dışında zamanını nasıl geçirdiğine ve çevresinin
gerçekliğine dair bilgi ile desteklenmediği sürece yalnızca okyanusta bir damla
olacağını öne sürer. – James Anthony
 Anthony, çocuğun yalnızca iç dünyası ile ilgilenen çocuk analistinin çocuğun aynı
derecede önemli olan çevresel koşulları, içindeki aktivitelerini gözden kaçırma riski
taşıdığını belirten Anna Freud ile aynı görüştedir.(Anthony, 1986)
 “Hastanın günlük yaşamında neler olup bittiğini detaylı olarak bilmediğimiz sürece
terapi odasında yaşananların anlamını veya olası sonuçlarını tam olarak
anlamamız mümkün değildir; diğer taraftan, terapi odasında hasta ve terapist
arasında yaşanan karmaşık öznelikler arası etkileşime dair bilgi sahibi olmadan da
günlük hastanın günlük yaşamını netlikle anlama becerimiz azalacaktır.”(Wachtel,
2010)
 Hastaneye yatırılan ve annesi veya başka bir bakım figürüyle doğrudan bir araya
gelemeyen küçük çocuklarda ‘hospitalizm’ adını verdiği, anne yokluğuna tepki olarak
gelişen anaklitik depresyon ve gelişim bozukluğu ile karakterize olan bir psikolojik
rahatsızlık geliştiğini saptamıştır. – Rene Spitz
 Cezaevlerindeki çocuk bakım odalarında anne ve bebek arasındaki planlı ayrılıkları
gözlemleyerek elde ettiği bulgular da alana önemli bir katkı sunmuştur. Elde ettiği
bulgular, erken dönemdeki sevgi dolu bakım ilişkisinin bebek tarafından küçük
yaşlarda içselleştirildiğini ve sonrasında yaşanan ayrılıkların da depresyon ve yas
gibi yıkıcı sonuçlara yol açtığını göstermiştir. Böylece, o zamana dek standart
uygulama olan, bebeklerin 1 yaşından sonra evlat edinilmesi pratiğinin yerine,
duygulanımsal karşılıklılık ve ego gelişimi için gerekli olan bağların
kurulabilmesini kolaylaştırmak amacıyla erken dönemde evlat edinme teşvik
edilmeye başlanmıştır.(Emde ve Hewitt, 2001)
 Emde, orta sınıf ailelerin sağlıklı gelişim gösteren 3 ve 4 yaşlarındaki çocuklarıyla
yaptığı klasik çalışma ile ünlüdür. Çalışmada, çocukların ilk olarak araştırmacının
yanında çocuklar ile oynamaları isteniyordu. Sonrasında, her bir çocuğun annesi
odaya girerek iki tane yeni oyuncak getiriyor ve çocuğuna kendisi araştırmanın
yapıldığı odadan çıktıktan sonra bu oyuncaklarla oynamasını istemediğini
söylüyordu. Sonrasında anne odayı terk ediyordu. Ve odada bulunan araştırmacı,
çocuğu yeni oyuncaklarla oynamaya özendirerek yasağa karşı çıkıyordu. Şaşırtıcı
bir şekilde, bazı çocuklar bu ayartmaya karşı durabiliyordu. Emde “bu çocukların
asli ötekiyle birlikte yönetici bir ‘biz’ algısı geliştirmiş olduklarını, bununla
kendilerine gelişmiş bir güç ve kontrol hissi sağladığını farkettik..” ifadesini
kullanmış ve şunu eklemiştir: “Kendilik sosyal bir kendiliktir. Ayrıca araştırmalarda
bebeklikten itibaren doğuştan gelen beyin süreçlerinin sosyal karşılıklılık ve “biz-
lik” hissinin gelişimini desteklediğini göstermektedir.”(Emde, 2009).
 Emde ve ekibi, çocuğun özerk kendilik algısının ötekilerle kurduğu sosyal
bağlılıklar bağlamında şekillendiğini ve ötekilerle empati kurabilmek için gerekli
olan ilkel bir ahlaki pusula geliştirme kapasitesine sahip olduğunu öne sürmüştür.
Örneğin, yaptıkları bir deneyde henüz üç yaşındaki çocukların ile ebeveynlerinin
yasaklarını içselleştirmiş olduklarını gözlemlemişlerdir. Ekip ayrıca, kontrol
grubunda bulunan üç ila dört yaşındaki çocuklara ahlaki ikilemler içeren hikayeler
okunduğunda çocukların “ikilemi anladıklarını, ikilem ile mücadele ettiklerini ve
birçoğunun prososyal(olumlu sosyal davranışlar içeren) sonuçlara vardıklarını”
belirtmiştir.(Oppenheim ve ark. 1997)
 Araştırma laboratuvarında anne-bebek etkileşimi üzerinde yaptığı detaylı gözlemler,
Stern’ in bebek gelişimi araştırmaları ile psikodinamik psikoterapi ve psikanaliz
pratiği arasında bir köprü kurulabilmesini sağlamıştır.(Emde, 2013).
 Tronick – Hareketsiz Yüz Deneyi: Tronick’ in çalışmaları, annenin desteğinin
geçici ve ani kesintilere uğradığı durumlarda çocuğun öz-düzenleme süreçlerinin
nasıl etkilendiğine ışık tutmuştur. Deneyde başlangıçta çocuklar annelerinin
normal davranışa döndürme umuduyla çeşitli sinyaller gönderirken, bunun
başarısızlığa uğraması sonucunda olumsuz duygular ve çeşitli öz-düzenleme
davranışları sergilemektedirler. Deney tamamlandıktan sonraki birkaç dakika
boyunca da çocuğun olumsuz duygudurumu devam etmekte ve anne ile göz
temasındaki azalma sürmektedir.(Tronick, 1989)
 “Zihin içinde zihin taşımak” (Allen ve ark., 2008)
 Bebek araştırmalarında, bebeğin bir yaşında hangi bağlanma şeklini geliştirmiş
olacağının 4 aylık iken anne ve bebeğin ses ritmleri arasındaki etkileşimsel uyumun
derecesine bakılarak öngörülebildiği anlaşılmıştır.(Jaffe ve ark., 2001)
 Duygulanımsal Uyumlanma: Stern(1985) gerinerek parmaklarını bir oyuncağa
doğru uzatan çocuk örneğini verir. Tam bu anda, anne çocuğunun suratındaki
konsantrasyon ifadesini görerek “uuh…uuh!” diyerek sesindeki iniş çıkışlarla
çocuğuna örtük bir teşvik ifadesi sunabilir. Annesinin sesindeki ve solunumundaki
artış, bebeğin harcadığı fiziksel çabadaki artış ile örtüşecektir.
 “Yaklaşık yarım yüzyıl süren psikoterapi araştırmalarında elde edilen en tutarlı
bulgu, terapötik ittifakın niteliğinin terapi başarısının en güçlü yordayıcısı
olduğudur.”(Safran ve Muran, 2000)
 “İd’ in olduğu yerde ego olmalıdır.” – (Freud,1916-1917)
 Bu bağlamda, yakın zamanda yapılan çalışmalar “sosyal bir hormon” olan ve bundan
yarım yüzyıl önce keşfedilip sentezlenen bir peptit hormonunu yani oksitosini mercek
altına aldı.(Du Vicneaud ve ark., 1953) Daha ilkel hayvanlardan elde edilen bulgular,
oksitosinin yakınlık ve bağlanma davranışlarıyla ilişkili olduğunu gösterir. Oksitosin
hormonunun burun yoluyla alınması, benzer şekilde insanlarda da kişilerarası
güveni(Kosfeld ve ark., 2005) ve insanların yüzlerine bakarken gözlere olan
odaklanmayı arttırır.(Guastella ve ark., 2008). Dolayısıyla oksitosinin, otizm, tssb ve
depresyonu da içeren bazı psikiyatrik bozukluklar da eşlere bağlanmayı, annelik
davranışlarını, sosyal uyumlanmayı ve sosyalleşmeyi desteklemeyi kullanım açısından
sahip olduğu klinik potansiyel oldukça ilgi görmüştür.
 Tronick ve Beeghly(2011), “Bazı durumlarda, bebeklerin problemli ebeveynlerinin
dışındaki bir kişiyle terapötik bir ilişki geliştirmeleri onları korur. Çünkü bu,
başkalarıyla olmanın yollarını geliştirmelerine olanak tanır ve yalnızca gelecekteki
ilişkileri için faydalı olmakla kalmaz; aynı zamanda, karşılıklı olarak, bakım
verenlerde değişimi başlatmaya da yardımcı olur.” Demişlerdir.
 “Konuşma, çocuklar için gelişimsel olarak en doğal araç olmadığından kendi
rolümü okul çağındaki çocukları “konuşturmak” için yollar aramak olarak
görmüyorum.” – (Krimendahl, 2000)
 Schafer, (2011), “Çocuklar, ihtiyaçlarını paylaşacak kelimeleri olmadığından
ileitşim kurmak için oyunu kullanırlar ve yetişkinlerden bu dili anlamalarını
beklerler” diye belirtir.
 “İki ikişiliğin buluşması, iki kimyasal maddenin teması gibidir. Herhangi bir
tepkime varsa, her ikisi de dönüşüm geçirir.” – Carl Gustave Jung

16.02.2019

Fatih PULAT

You might also like