You are on page 1of 15

ÖZET

Jean Paul Sartre’nin varlığı fenomenolojik bir yöntemle incelemesi ve bu inceleme


sonucunda belirlediği “Kendinde Varlık”, “Kendisi için Varlık” ve “Başkası için
Varlık’ın” ne anlama geldiği bu makalede anlatılmaya çalışılmıştır. Bu alanların
etkileşiminden doğan “Hiçlik”, “Özgürlük”, “Utanma”, “Sorumluluk” kavramları
anlatılmıştır. Bu alanların kendine has yapısı ve birbirleriyle olan etkileşimini daha
iyi anlatabilmek için Sartre’nin Varlık ve Hiçlik adlı eseri temel kaynak olarak
alınmıştır.

Anahtar Kelimeler: Varlık, Özgürlük, Hiçlik, İç Daralması, Sorumluluk.

ABSTRACT

Jean Paul Sartre's examination of existence with a phenomenological method and the
meaning of "Being in Herself", "Being for Herself" and "Being for Someone else"
has been tried to be explained in this article. The concepts of "Nothingness",
"Freedom", "Shame", "Responsibility" arising from the interaction of these areas
have been explained. In order to better explain the unique structure and interaction of
these areas with each other, Sartre's work being and nothingness has been taken as
the main source.

Key Words: Presence, Freedom, Nothingness, Internal Contraction, Responsibility.

I
GİRİŞ
Jean Paul Sartre’nin düşüncelerine geçmeden önce varoluşçu düşünürlerin temelde
iki kola ayrıldığını; inanan ve inanmayan belirtmekte fayda var. Sartre inanmayan
varoluşçu olarak karşımıza çıkmaktadır. Varoluşun özden önce geldiği düşüncesini
günümüzde bile etkilerinin sürdüğü bir şekilde işleyen Sartre düşüncelerinin büyük
bir bölümünü Varlık ve Hiçlik adlı eserinde kaleme almıştır. Eserinde varlığı
fenomenolojik bir yöntemle inceleyen Sartre bu yüzden eserine ikinci bir ad olarak
Fenomenolojik Ontoloji Denemesi demiştir. Sartre varlığı Husserl’den miras aldığı
fenomenolojik bir yöntemle incelerken kendinden önce varlık alanında dile getirilmiş
veya felsefe tarihinde etki bırakmış düşünüş biçimlerini eserinde yer yer eleştirir ve
kendi düşüncesinin bu düşüncelerden farkını ortaya koymaya çalışır. Böylelikle de
kendi düşüncelerinin sınırını net bir şekilde çizmiş olur.

Sartre temelde varlığı iki temel alana ayırır. Bunlardan ilki kendinde varlıktır.
Kendinde varlığın tamamen bir dış dünyaya işaret ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Bu alan kendi kendisiyle özdeş ve ne ise o haliyle varolan bir alandır. İkinci bir
varlık alanı olan kendisi için varlık alanı ise kendinde varlık alanından tamamen
farklı hatta ona zıt bir alandır. Bu alan ne ise o olmayan bir varlığın alanıdır. Bu
varlıkta insandır. Sartre bu iki alanın yanı sıra eserinde bir başka varlıktan bahseder.
Bu da başkası için varlıktır. Ancak bu varlığın temelde kendisi için varlık olduğunu
ve diğer varlık alanları gibi ayrı bir alanı olmadığını söyleyebiliriz. Başkası için
varlığın bir alandan ziyade bir varlık ‘kipi’ olarak algılayabiliriz. Temelde iki alana
ayrılan Sartre’nin varlık görüşü kendisi için varlığın kendi kendisini gerçekleştirmesi
ve gerçekleştirirken hem kendini hem de kendinde varlığa bir anlam kazandırması
üzerinde şekillenir. Sartre daha sonra kendisi gibi başka bilinçlerinde olduğunu fark
eden kendisi için varlığın başkası için varlıkla olan ilişkisini demin bahsettiğimiz
kitabının üçüncü bölümünde bize aktarır. Bu yüzden başkası için varlıkta diğer varlık
alanları kadar önemlidir.

Bu yazı da bahsi geçen varlık alanlarının etkileşiminden meydana gelen hiçlik ve


özgürlük problemini Sartre’nin Varlık ve Hiçlik adlı temel eseri göz önünde
bulundurularak açıklanmaya çalışılmıştır.

1
1. VARLIK ANLAYIŞI
Sartre kendisine değin süre gelen varlık görüşlerini Varlık ve Hiçlik adlı eserinde
kapsamlı bir biçimde eleştirir. Eserinin ilk cümlesinden Sartre’nin aşmak istediği
problem rahatlıkla anlaşılabilir. “Modern düşünce varolanı, onu açığa çıkaran
görünmeler[apparition] dizisine indirgeyerek önemli bir ilerleme kaydetti. Bu
yoldan, felsefeyi sıkıntıya sokan birtakım düalizmlerin[ikicilik] ortadan kaldırılması
ve onların yerine fenomenin monizminin[bircilik] konması hedefleniyordu. Acaba
başarıya ulaşıldı mı?” (Sartre, 2018, s. 17) Bu durumda Kant ve Kant’ın devamında
gelen düşünürlerin varlık anlayışlarını reddeder Sartre. Kant varlığı iki ayrı alana
numen-fenomene ayırmıştı. Fenomenin ardında bir gerçekliğin olduğu düşünesi Kant
ile oluşmuş değildir. Bu düşünce Parmenides ve Platon’a kadar götürülebilir. Bu
bağlamda görünenlerin ardında bir gerçekliğin olduğu ve asıl varlığın bu gerçeklik
alanında yer aldığı düşüncesi yüzyıllar boyunca felsefenin varlık disiplininde önemli
bir yer tutmuştur. İşte Sartre Varlık ve Hiçlik adlı eserinde bu görüşü eleştirerek
varlığın fenomen olduğunu illa bir öz olacaksa bu özün fenomenin kendisi olduğunu
ileri sürer. Başka tabirle öz fenomenden ayrı bir şekilde var değildir. “Öz nesnenin
içinde değildir; nesnenin anlamıdır, onu açık eden görünmeler dizisinin nedenidir.”
(Sartre, 2018, s. 21) Sartre fenomen varlığı ile varlık fenomeni arasında ince bir çizgi
çizer. Nesnenin varlığı varlık fenomenine indirgenemez. Varlık fenomeni nesnenin
ötesini işaret eder. “Varlık, sadece her türlü açığa çıkarılışın koşuludur: açığa-
çıkarılmak-için-olan-varlıktır, açığa çıkarılmış varlık değildir.” (Sartre, 2018, s. 22)
Sartre varlığı açığa çıkarılışın koşulu olarak görmediğimizde fenomenin
açıklanamayacağını ileri sürer. Varlık fenomenal alanı aşan bir yapıdadır ve fenomen
hakkında sahip olduğumuz bilgiyi de aşmaktadır. “Varlık fenomeni varlığın fenomen
ötesi niteliğini gerektirir. Bu demek değildir ki, varlık fenomenlerin arkasında
saklıdır.” (Sartre, 2018, s. 22)

Sartre fenomenlerin kendine özgü bir doğaya sahip olduğunu söylese de bilinç
olmadan hiçbir anlamı olmayacağının da altını çizer. Yani fenomenler bilinç
aracılığıyla bir anlama sahip olur. Sartre bilinci Kartezyen öğretide olduğu gibi
düşünen bir şey olarak tanımlamaz. O bilinci daha çok düşünüm öncesi olarak
tanımlar. Bilinç Sartre için bir töz değildir. Bilinç yönelimsel bir yapıdadır. Her
bilinç bir şeyin bilincidir şeklinde ifade edilen düşünce burada kendini gösterir.

2
Bilinç doğrudan nesneye yönelen ve nesneye bir anlam kazandıran olarak karşımıza
çıkar. Bilincin nesneden ayrı bir şekilde yani töz olarak düşünmek Sartre için
anlamsızdır. Bu bağlamda fenomende kendisini olduğu gibi bilince açar. Bu yüzden
Sartre fenomenin özü maskelemediğini söyler. Bilinç kendi imkanlarını ortaya
koyarken fenomenin özünü de ortaya çıkarır. “Ontoloji, yani Varlığın yapısının
tanımlaması, böylelikle bilincin, insanın dünyadaki mevcudiyetinin beden ile,
dünyadaki konumu ile, geçmiş ile, şimdiki zaman ve gelecek ile, bilmek, arzulamak,
tutku duymak ve seçmek ile, sahip olmak ve yapmak ile, değer biçmek ve idealler ile
başka bir bilinç ile ne şekilde ilişkili olduğunu açıklayacaktır.” (BLACKHAM, 2020,
s. 115)

Bütün bu anlatıdan hareketle Sartre’nin varlık alanını temelde iki parçaya böldüğünü
söyleyebiliriz. Kendinde varlık (en soi), kendisi için varlık (pour soi). Bu iki varlık
alanının yanı sıra Sartre bir başka varlık alanından bahseder. Başkası için varlık.

1.1. KENDİNDE VARLIK (EN SOİ)


Sartre Varlık ve Hiçlik adlı eserinde ilk olarak kendinde varlık alanı işler. Sartre
fenomenlerle ilgili düşüncelerini bahsi geçen eserinde çoğunlukla giriş bölümünde
ele alır. Geri kalan bölümlerde bilincin yapısını ve bilincin etkileşimini ayrıntılı
olarak inceler. Bu demek değildir ki sadece girişte fenomenleri incelemiştir. Bir
önceki bölümde de belirttiğimiz gibi bilinç fenomene yönelir ve ona bir anlam
kazandırır. Bu bağlamda sadece bilincin ele alınması imkansızdır. Ama ağırlıklı
olarak giriş bölümünde fenomenlerin yapısını inceler. Kendinde varlık yani evren
tam, dopdolu, mükemmel, zamansal olmayan bir yapıdadır. “Varlık kendi kendisiyle
dolu olduğu için kendi kendisine opaktır. Bunu da varlık ne ise odur diyerek daha iyi
ifade edebiliriz.” (Sartre, 2018, s. 40) Varlık ne ise odur özdeşlik ilkesince dile
getirilmiştir. Bu düşünce bize varlık hakkında sentetik yani yeni bir şey söylemez.
Varlığı yine varlık olarak ele alır veya varlığı varlık olmaklık bakımında bilmeye
çalışırız. Kendinde varlık yaratılmış değildir. Sartre için yoktan bir yaratılış mümkün
değildir. Eğer kendinde varlık yaratılmış olsaydı bu kendinde varlığın kendinde olma
halini anlamsız kılmış olacaktı. “Dünyaya varlığını Tanrı’nın vermiş olduğu
varsayıldığından, varlık hep belli bir edilginlikle lekelenmiş gibi görünüyordu. Ama
ex nihilo yaratım varlığın ortaya çıkışını açıklayamaz, çünkü varlık eğer bir öznellik
içinde kavranırsa, bu tanrısal bir öznellik bile olsa öznellik-içi bir varlık kipi halinde

3
kalır.” (Sartre, 2018, s. 38) “Eğer varlık Tanrı’nın karşısında varolmaktaysa, bu,
varlığının kendi kendisinin dayanağı olmasındandır, tanrısal yaratmanın en ufak izini
bile taşımamasındandır. Kısacası kendinde-varlık, yaratılmış bile olsaydı, yaratma
aracılığıyla açıklanamazdı, çünkü kendinde-varlık varlığını yaratılışın ötesinde
sahiplenmektedir” (Sartre, 2018, s. 39) Anlaşılacağı üzere kendinde varlığın bir dış
dayanağı yoktur. Kendinde varlığı yine kendinden hareketle anlayabiliriz. Bu
bağlamda kalem bir kalemdir, masa bir masadır. Daha fazlası değildir. Bu durumda
kendinde varlık kendisi için varlığa taban tabana zıt olduğu söylenebilir. Ancak
bilinç olmadan kendinde varlık anlamsızdır hatta saçmadır. Bunun nedeni kendinde
varlığın tam bir kapalılık ve kendi kendisiyle özdeş olmasındandır. Kendinde varlığa
etkin veya edilgin gibi nitelikler veya vasıflar yüklemekte anlamsızdır. Etkin veya
edilgin olma bilinç veya insan için geçerlidir. “Varlığın kendinde-kaim oluşu etkin
olanın da edilgin olanında ötesindedir.” (Sartre, 2018, s. 39)

Sartre kendinde varlığın olumsallığından bahseder. Yani kendinde varlığın olması


kadar olmaması da mümkündür. “Bu, varlığın ne mümkün olandan türetilebileceği
ne de zorunlu olana indirgenebileceği anlamında gelir. Zorunluluk ideal önermelerin
bağlantısını ilgilendirir, varolanlarınkini değil. Fenomenal bir varolan, varolan
olduğu sürece asla başka bir varolandan türetilemez. Kendinde varlığın olumsallığı
adını vereceğimiz şey de budur. Ne var ki kendinde varlık, aynı şekilde mümkün
olan’dan da türetilemez. Mümkün olma, kendi içine ait bir yapıdır, yani varlığın
öteki bölgesine aittir.” (Sartre, 2018, s. 41) Kendinde varlığın bir nedeni olamadığını
aynı şekilde bir izahı olmadığını ve olumsal bir varlık olduğunu rahatlıkla söyle
biliriz. Bu durumda kendinde varlık saçmadır. İşte bu durum yani kendinde varlığın
saçma oluşu insanda bulantıyı meydana getirir. İnsan bilinçli bir varlık olmasının
yanında bir bedene de sahiptir. Bedene sahip olması insanın olumsallığını gösterir.
Diğer her şey gibi beden de kendinde varlık alanında bir yer edinir. İşte bu durum
insanda bir iç daralmasına, bulantıya neden olur. Saçma kavramı kendinde varlığa ait
bir kavramdır. Kendisi için varlık bu saçma olan kendinde varlık alanında kendine ait
özü bulmaya çalışarak kendini var etmeye çalışır. Bu durum insanda bir bulantıyı
meydana getirir. Sartre dünyanın kendisi için varlık ekseninde temellendiğini ileri
sürer. “Kendinde, hiçbir şeyi temellendiremez; kendi kendisini temellendirse bile,
bunu ancak kendine kendi-için olma özelliğini katarak yapar.” (Sartre, 2018, s. 135)

4
Özetle kendinde varlık tam ve dolu olarak vardır. Varlığının temelinde bir başka şey
değil kendisi yatmaktadır. Yani ne ise odur varlık. Kendinde varlığa bir anlam
kazandıran şey ise bilinçtir. Bilinç kendinde varlığa yönelir ve kendinde varlık
kendisini bilince açar. Bu etkileşim sırasında meydan gelen bulantı kendisi için
varlığın kaçınılmaz bir durumudur. Kendinde varlık olumsallığı içinde barındırması
kendisi için varlığın ona bir anlam katması ve kendisini gerçekleştirmesine olanak
sağlar.

1.2. KENDİSİ İÇİN VARLIK (POUR SOİ)


Kendisi için varlık yani bilinç daima kendinde varlığa yönelir. Bu yönelim kendisi
için varlığın eksik olmasından, tamamlanmamış olmasından kaynaklanır. Kendisi
için varlık kendinde varlığa yönelerek kendini gerçekleştirmeye çalışır. “Kendi için
varlık eksikliğini kendi içinde taşır.” (Sartre, 2018, s. 666) Kendinde varlığın
tamlığını, dopdolu oluşunu ve mükemmelliğini gören kendisi için varlık, kendisini de
mükemmel ve tam haline getirmek için kendinde varlığa yönelir. Kendinde varlığın
kendisini açtığını veya gösterdiğini daha önce belirtmiştik, bu durumda kendini açan
varlık ile kendini gerçekleştirmek için kendinde varlığa yönelen bilinç arasında bir
etkileşim meydana gelir. Bilincin içinde bulunan boşluğu veya eksikliği kapatmak
amacıyla yöneldiğini Sartre şu şekilde ifade eder: “Kendi içinde eksik olan şey,
kendidir- ya da kendinde olarak bizzat kendidir.” (Sartre, 2018, s. 142) Kendi içinin
kendinde bu eksikliği hissetmesi veya kavraması doğal bir şekilde gerçekleşir.
“İnsan-gerçekliğinin dünyada mevcudiyet olarak ortaya çıktığı saf olay, kendisi
tarafından kendi eksikliği olarak kendiliğinden kavranır.” (Sartre, 2018, s. 143) Şu
durum da kendinde varlığın sahip olduğu tamlığı kendinde bulamayan bilinç kendini
gerçekleştirmeye veya tam olmaya çabalar. “İnsan-gerçekliği, varoluş kazanırken,
tam olmayan varlık gibi kavranır. Ne ise o olan tekil bütünlük karşısında insan-
gerçekliği, bu bütünlüğün eksikliğini çeken ve o olmayan formunda olan olarak, o
olmadığı ölçüde kavranır.” (Sartre, 2018, s. 143) Bilinç kendinde varlığa yönelerek
ona sorular sorar ve aldığı cevaplar neticesinde hem kendinde varlığı hem de kendini
anlamlandırmaya çalışır. Ancak bilincin bu anlamlandırmaya çalışını veya
yönelimselliğini Sartre kendine değin süre gelen ‘Ben’, ‘Bilinç’ varsayımlarından
farklı bir şekilde işler. Sartre temel olarak Descartes’in cogito kavramını eleştirerek
bilince farklı bir anlam katar. Descartes ‘Ben’i düşünüyorum temelinde ele aldı ve

5
düşünen bir tözün varlığından bahsetti. Sartre bu durumu eleştirerek düşünen bir
tözün olamayacağını, çünkü düşünürken bilincin kendini nesne haline getirdiği
belirtir. Başka tabirle Sartre’nin bilinçten kastı düşünüm esnasında kendi kendisini
nesne haline getiren bir bilinç değildir. Bilinç tamamen yönelen bir şeydir. Şu
durumda bilincin salt bir belirlenim taşımadığını, içeriklerini kendi yönelimi ve
beklentileriyle karşıladığını söyleyebiliriz. İşte bilinç kendinde varlıktan farklı olarak
kendi kendini belirler kendi kendini belirlerken de “kendinde varlığa” anlam katar.
Anlam katarken veya kendini gerçekleştirirken kendinde varlıktan bir kopuş yaşar.
Bu kopuş bilinin zamansallığına işaret eder. “Bu her zaman şimdidir ama bir geçmişi
ve bir geleceği de vardır, ki bu yolla bir öz ve bir dünya yaratır.” (BLACKHAM,
2020, s. 116) Bilincin geçmişe sahip olması kendinde varlığa benzemesi; geçmişin
olmuş ve bitmiş olmasındandır. Bu yönüyle olduğu şey olarak karşımıza çıkar
geçmiş. “Geçmiş, olduğumuz en-soi’nın sürekli büyükte olan bütünlüğüdür. Ama
yaşadığımız sürece asla onunla özdeşleştirilemeyiz. O olduğum şey değil, olmuş
olduğum şeydir.” (BLACKHAM, 2020, s. 116) Gelecek ise bir olgusallığı yani
gerçekleştirilecek olanı barındırır. Henüz olmadığım ama olacağım bir duruma işaret
eder.

Kendisi için varlığın kendinde varlıkla olan ilişkisi eylemsel bir ilişki olmakla
beraber bilgiyi de içerir. Bilinç nesneye yöneldiğinde kendini ondan ayırt eder ve bu
şekilde kendisini oluşturur. Yani bilinç kendisinin kendinde varlık olmadığının
farkına varır. Bilinç kendini kendinde varlığın karşısında konumlandırır. “Bilgi bizi
orada olanın somut varlığına götürür ve kendine dair bir gerçekliği vardır: Gerçekten
bilinen şey somut olandan başka biri şey değildir ama bilgi insanidir ve bunun aksi
düşünülemez.” (BLACKHAM, 2020, s. 119)

Kendinde varlığın tam ve dopdolu oluşunun yanı sıra bir olumsallığının da olduğunu
yukarıda belirtmiştik, bu olumsallık bilincin beklentilerinin karşılanmaması durumda
iç daralmasına neden olur. Bu duygunun temelinde hiçlik ve hiçliğin mümkün kıldığı
özgürlük yatar.

1.2.1. HİÇLİK
Yukarıda belirttiğimiz gibi bilinç yönelimsel bir yapıdadır ve yönelimi sırasında
eksikliğini gidermeye çalışır. İnsan varlıkta her zaman bir şey görmez. Başka tabirle

6
bilinç varlığa yöneldiği zaman varlığın mevcudiyetiyle birlikte varlığın yokluğunu da
görür veya algılar. Bu yokluk kendisi için varlığın dünyaya veya kendinde varlığa
getirdiği bir şeydir. Kendinde varlıkta böyle bir şey yer almaz. Ancak hiçlik varlıkla
birlikte ortaya çıkar. Başka tabirle hiçliğin olması için varlık şarttır. “… hiçliği,
tamamlayıcı ve soyut nosyon olarak da varlığın askıya alındığı sonsuz ortam olarak
da varlık dışında tasarlamak mümkün değildir…, dünya içi hiçliği kendinde varlık
üretmez; yoğun olumluluk olarak varlık nosyonu, hiçliği, yapılarından biri olarak
içermez. Ama onun hiçliği dışladığını söylemek de mümkün değildir.” (Sartre, 2018,
s. 66) Ne varlıktan ayrı ne de varlığın içinde yer almayan bu hiçliği dünyaya getiren
veya gelmesine vesile olanın insan olduğunu söyleyebiliriz. “İnsan hiçliğin dünyaya
gelmesine aracılık eden varlıktır.” (Sartre, 2018, s. 68) Bu durumda bilincin pasif
olmadığını tam anlamıyla aktif olduğunu söyleyebiliriz. Aktif olması beklentilerinin
olması anlamına gelir. Ama bilincin her beklentisi deneyimle karşılanamaz. Bilincin
aktifliği onun yönelimselliğini de bize gösterir. Yönelimsel olan bilinç her umutta,
her beklentide bir ihtimal olarak hiçliği açığa çıkarır. Burada unutmamamız gereken
şey kendinde varlığın hiçbir olanağı ve hiçbir beklentisi yoktur. Bu beklenti ve
olanaklar kendisi için varlığın bir edimidir. Yani kendisi için varlık kendi kendisini
gerçekleştirirken her yöneliminde bir hiçlikle karşılaşabilir. “İnsanın doğası mümkün
durumlara doğru belirirken özünde hiçleyen, varlığın “ötesine” bakan bir doğa ise
insanın varoluşu “hiçlik” adı verilen olumsuz deneyimler nedeniyle rahata
kavuşmayacaktır. Hiçlikten kaçış beklentilerimizin tam karşılanmasını aramaktır.”
(SOLOMON, 2020, s. 528) Hiçlik kendinde varlığın tam ve mükemmel oluşunun
aslında öyle olmadığını anlamamızı sağlar. Başka tabirle hiçlik sayesinde kendinde
varlığın olduğundan başka şekilde de olabileceğini fark ederiz. Hiçleme sadece
kendinde varlığa uygulanmaz, aynı şekilde kendisi için varlığa uygulanır. İnsan ne
olursa olsun doğa düzenine tabidir. Bunun üstüne çıkmaz. Sadece beklentileri bu
doğa düzenine bir anlam katabilir. Ancak insanın tam anlamıyla doğa düzenine tabi
olması insanın kendini gerçekleştirmesi önünde büyük bir engeldir. Eğer doğa
düzenine tabi olsaydı insan özgürlükten bahsetmemiş mümkün olmazdı. Çünkü
böyle bir durumda insan da tıpkı kendinde varlık gibi belirlenmiş bir varlık olarak
karşımıza çıkardı. Ancak insan olanakları olan, beklentileri olan ve beklentilerini
karşılama veya karşılayamama durumda iç sıkıntısı çeken bir varlıktır.

7
Beklentilerinin olanağında da hiçlik yatmaktadır. Hiçliğin bu anlamı tamamen
kendinde varlığa yöneliktir. Ancak bilinç bu hiçliğin yanında kendinin de hiçliğini
algılar. Şu durumda insan hem kendini hem de kendinde varlığı hiçlediği
söylenebilir. İnsanın kendini hiçlemesi yani olumsuzlamasının temelinde yatan
özgürlüktür. İnsan beklentilerini karşılama, seçimde bulunma konusunda özgürdür.
Bu özgürlüğü insana bir sorumlulukta yüklemektedir. “İnsan seçmede özgürdür ve
bu nedenle her eyleminden, her niyetinden sorumludur.” (SOLOMON, 2020, s. 532)

1.2.2. ÖZGÜRLÜK
İnsanın diğer varlıklardan ayrılmasını sağlayan en önemli özelliği özgür bir varlık
olmasıdır. Burada Sartre’nin ateist bir düşünür olduğunu unutmamamız gerekir.
İnsanın belirli bir yapıda yaratıldığı düşüncesine Sartre karşı çıkmaktadır. Sartre için
insan önce varolur sonra kendisini belirler veya özünü oluşturur. Yaradılıştan gelen
bir öz söz konusu değildir. Bu durumda insanın yapıp etmelerinin herhangi bir cezası
veya ödülü söz konusu değildir. Başka tabirle günah, sevap, cennet, cehennem gibi
kavramların bir anlamı yoktur Sartre için. Bütün ateist varoluşçu düşünürler gibi
Sartre için de varoluşun özden önce geldiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. İnsan yapıp
etmeleriyle kendini özünü sonradan oluşturur. Özünü sonradan oluşturmasının
temelinde insanın özgür oluşu yatmaktadır. “İnsan özgürdür, çünkü kendi değildir
ama kendine mevcudiyettir. Ne ise o olan varlık özgür olamaz. Özgürlük, tam da
insanın yüreğin oldurulan ve insan-gerçekliğini olmak yerine kendini yapmaya
zorlayan hiçliktir. Daha önce gördük, insan-gerçekliği için olmak kendini seçmektir:
alabileceği ya da kabul edebileceği hiçbir şey ona dışarıdan da içeriden de gelmez.”
(Sartre, 2018, s. 531) Bu noktaya kadar özgürlüğün her şeyi yapıp etme kendini
dilediğin gibi gerçekleştirme olarak, yani keyfilik olarak anlayabiliriz. Ancak
keyfilik bizi başıboşluğa ulaştıracak olan yolun ilk adımıdır. Sartre özgürlükten böyle
bir başıboşluğu kastetmez. O özgürlükten bir sorumluluk düşüncesine ulaşır. İnsanın
özgürlüğünü sınırlandıran şey kendi gibi olan bilinçli varlıklardır. Diğerlerinin
özgürlüğü devreye girdiğinde benim özgürlüğüm doğal olarak bir sınır içine girer.
Bu durum karşılıklı olarak gerçekleşmektedir. Başka tabirle benim özgürce yapıp
etmelerin yine başka birinin özgürce yapıp etmeleriyle karşı karşıya geldiğinde doğal
olarak özgürlüğüm sınırlanır. Bu durumda özgürlüğü sınırlayanın yine özgürlük
olduğunu söyleyebiliriz. İnsan yapıp etmeleriyle birlikte olduğu yani dünya da

8
yaşayan diğer bilinçli varlıklara tercih edilebilir olanı göstermeye çalışır. Başka
tabirle insan tercihte bulunurken diğer insanlar adına da tercihte bulunur. Böylelikle
insan gerçekleştirilmesi istenen bir insan figürünü oluşturur. Şu nokta da insanların
birbirine tahmin edilenden daha sıkı bir biçimde bağlı olduğu söylenebilir. İnsanın
özgürlüğe mahkûm olduğunu belirten Sartre özgürlükten hiçbir şekilde kaçmanın
mümkün olmadığını şu ya da bu şekilde tercihte bulunmamız gerektiğini söyler.
“Aslında, biz seçen bir özgürlüğüz, ama özgür olmayı seçmiyoruz: biz özgürlüğe
mahkumuz, yukarıda söylemiş olduğumuz gibi, özgürlüğün içine fırlatılmışız, ya da
Heidegger’in ifadesiyle “bırakılmışız”. Ve görüldüğü gibi, bu bırakılmanın da
özgürlüğün bizatihi varoluşundan başkaca kaynağı yoktur. Bu durumda özgürlüğü
veriden, olgudan kurtuluş olarak tanımlarsak, olgudan kurtuluşta da bir olgu vardır.
Bu, özgürlüğün olgusallığıdır.” (Sartre, 2018, s. 579) Şu hâlde diyebiliriz ki insan
özgürdür, ama özgürlüğü seçmek veya seçmemek bakımından değil tam anlamıyla
özgürdür. Hatta özgürlüğü seçmeme gibi bir durum söz konu dahi değildir. Ancak
insanın özgür oluşu beraberinde pek çok sorumluluk getirmektedir. Yukarıda da
belirttiğimiz gibi diğer insanlarla karşılaştığımızda, tercih ederken bu tercihin bir
insan idealine işaret etmesi bakımından özgürlük bize pek çok sorumluluk veya
görev yüklemektedir. İnsanın belirlenmiş bir varlık olmadığını tekrar vurguladıktan
sonra bu sorumluluğun insanda yarattığı en temel duygunun içsel bir sıkıntı olduğunu
söyleyebiliriz. “Bu anlamda, kendi-içinin sorumluluğu bunaltıcıdır, çünkü kendi-için,
bir dünyanın (var) olmasını kendi varlığıyla sağlayandır.” (Sartre, 2018, s. 652) İnsan
kendisini gerçekleştirirken aynı zamanda bir ideal olarak insanı da gerçekleştirdiğini
söylemiştik, bu gerçekleştirme esnasında karşılaştığı olumsuzluklardan dolayı
yaşadığı iç sıkıntısından kaçmaya çalışırken sorumluluğunu diğer insanlara yükler.
Ancak bu bir çözüm değildir. Ne yaparsa yapsın bu sorumluluktan ve yaşattığı iç
sıkıntısından kaçamaz. Sartre iç sıkıntısından kaçışın aslında iç sıkıntısının bilincinde
olduğumuzun bir göstergesi olarak görür. Yani kaçışımın bilincinden kaçamam.
İnsanın yapması gereken şey sorumluluklarından kaçmak yerine sorumluluğunu
üstlenmesidir.

9
1.3. BAŞKASI İÇİN VARLIK
Sartre Varlık ve Hiçlik adlı eserinin son bölümünde başkası için varlıktan bahseder.
Eserin bu bölümüne kadar tek bir bilinçten ve bu bilincin kendinde varlık olan
dünyayla olan ilişkisinden bahseder. Bu bölümde ise tek bilincin diğer bilinçlerle
olan ilişki ele alınır. Bilincin başka bilinçlerle olan ilişkisi kendinde varlıkla olan
ilişkimizden hareketle açıklanamaz. Çünkü insanlar nesne değildir.

Bilinç veya kendisi için varlık dünyada tek başına olan bir varlık gibi görünse de
etrafında kendinde varlığın dışında başka bilinçlerinde olduğunu bilir. Kendisi için
varlığın kendinde varlığa yönelimini yukarıda açıklamıştık. Şimdi kendisi için varlık
ile diğer kendisi için varlıkların etkileşimini açıklamakta fayda var. Sartre bu
etkileşimi ‘bakış’ olgusundan hareketle açıklamaya çalışır. Yani insanın kendi görüş
alanına başka bir bilincin girmesi veya o bilincin görüş alanına benim girmem bu
etkileşimi açıklamada kilit rol oynamaktadır. İnsan bakışıyla diğer insanı bir nesne
haline getirir. Aynı şekilde bakılan insan bakan insana baktığı anda onu da nesne
haline getirir. “Oysa başkası, benim ta kendimle aramdaki kaçınılmaz dolayımcıdır:
başkasına göründüğüm halimle kendimden utanç duyarım. Ve bizatihi başkasının
ortaya çıkmasıyla kendim hakkında tıpkı bir nesne hakkındaymışçasına bir yargıda
bulunacak durumda olurum, çünkü başkasına tıpkı bir nesne gibi görünürüm.”
(Sartre, 2018, s. 292) Bu durumda insan kendinde varlığın merkezinde olduğu
düşüncesinden kopar ve bu merkezinde olduğunu düşündüğü her şeyin bakan
kimseye geçtiğini hisseder. Başka tabirle benim için olan her şey başkası için
olmuştur. Bu durumda insan özgürlüğünden kopmuş ve aciz bir hal almıştır.
Böylelikle başkası içinin hakimiyeti altına girer insan. “Ama tam da başkasının
özgürlüğü aracılığıyla varolduğum içindir ki hiçbir biçimde güvende değilim, ben bu
özgürlüğün içinde tehlikedeyim; bu özgürlük varlığımı ve beni oldurur, bana değerler
atfeder ve onları benden alır, varlığıma getirdiği şey edilginlik içinde durmaksızın
kendinden kaçıştır.” (Sartre, 2018, s. 449) Bu durumda diğer bilinçlerle etkileşimim
düşmancadır. Çünkü başkası benim olanı benden almıştır. Ama yine de başkasıyla
birlikte yaşamaya çalışırım. Bu durumda ortaya saygı çıkar. Başkası ile yaşamamın
temelinde saygı yatmaktadır. Burada başkasının varlığını kabul eder insan.
“Sınırlarımı kabullenişim temelinde, elbette ötekini de sınırlarım. Başkaları için

10
varoluşumuzu korku, utanç, gurur, kibir ve hoşlanma ile tecrübe ederiz ve bu hissi
durumlar kimi zaman aşkınlaşmış, kimi zaman aşılmış olarak, pratikte bir durumdan
ötekine geçtiğimizi gösterirler.” (BLACKHAM, 2020, s. 122)

İnsan kendisine yöneltilen bakış karşısında bir tür yabancılaşma yaşar. Odağını
kendinde varlıktan ayırarak kendisine yöneltir. Bu esna da ilk fark ettiği şey
bedenidir. Bedenim başkasının bakışıyla birlikte bir nesne haline gelir. Bilinç
kendisini bu durumdan kurtarmaya çalışır. “Benim için geçerli olan başkası için de
geçerlidir. Ben kendimi başkasının etkisinden kurtarmaya çalışırken, başkası da
benim etkimden kurtulmaya çalışır; ben başkasını köleleştirmeye uğraşırken, başkası
da beni köleleştirmeye uğraşır.” (Sartre, 2018, s. 446) Bununla birlikte insan
başkasının bakışı altında bir utanç duygusuna kapılır ve bu duygudan kaçmaya
çalışır. “Utanç doğası gereği, tanımadır kabul etmedir. Başkasının gördüğü gibi
olduğumu tanırım, kabul ederim.” (Sartre, 2018, s. 292) Utanç sayesinde kendi
varlığımı tanıma imkânım vardır. Kendimi diğer bilincin gözünden görür ve ne
olduğumun bilincine varırım. Bu duygudan ve başkası için varlığın bakışından
kaçmak mümkün değildir. Başkasının karşısında her şey başkasının bana bakışıyla
şekillenir. “Deneyimlerim içinde durmadan hedef aldığım şey başkasının
duygularıdır, başkasının fikirleridir, başkasının istemleridir, başkasının karakteridir.
Çünkü gerçekten de başkası yalnızca benim gördüğüm kişi değil, beni gören kişidir.”
(Sartre, 2018, s. 299) Sartre’nin bu bakış teorisinin temelinde beden düşüncesinin
yattığını yukarıda belirtmiştik. Bilinç kendi bedenine yabancılaşır.
“Yabancılaşmamın deneyimi sıkılganlık gibi duygusal yapılar içinde ve onlar
aracılığıyla edinilir. “Kızardığını hissetmek”, “terlediğini hissetmek”, vb. uygun
olmamakla beraber sıkılganın durumunu açıklamak üzere kullandığı deyimlerdir:
bununla anlatmak istediği, bedeni hakkında bu bedenin onun için değil de başkası
için olduğu yolunda canlı ve değişmez bir bilince sahip olmasıdır.” (Sartre, 2018, s.
435)

Kendinde varlığın kendisi için varlığın anlamlandırmasına ihtiyaç duyduğunu, yine


aynı şekilde kendisi için varlığında kendisini gerçekleştirmek için kendinde varlığa
ihtiyaç duyduğunu belirtmiştik. Başkası için varlık bu anlamlandırma ve
gerçekleştirme pratiği içinde hem kendinde varlığı bilinçten uzaklaştırır hem de bu
uzaklaştırma esnasında bilincin anlamını ortaya çıkartır. Bu yüzden başkası için

11
varlık kendi için varlığın kendini tanımasında ve gerçekleştirmesinde önemli bir role
sahiptir. “Ben kendim için sınırsızımdır, saf bir olgulsallığımdır, sonsuza dek bu-
değilimdir; ama öteki için, dışarıdan bakıldığında sınırlıyımdır.” (BLACKHAM,
2020, s. 121)

12
SONUÇ
Sartre fenomenolojik bir biçimde incelediği varlığı kesin hatlarıyla ikiye ayırsa da bu kesin
çizgi çoğu zaman bulanıklaşmaktadır. Bu bulanıklaşmanın temelinde insanın belirlenmemiş
oluşu, sürekli eylemde bulunuşu ve kendini geçekleştirmek zorunda oluşu yatmaktadır. Bilinç
kendinde varlığın karşısında kendini konumlandırsa da ondan tam anlamıyla ayrı bir şekilde
var olamaz. Çünkü kendini gerçekleştirmeye çalışırken kullanacağı şey kendinde varlıktır.
Temelde zıt gibi görünse de bu iki varlık alanı sıkı sıkıya birbirine bağlıdır. İşte bu durumda
kendisi için varlığın eylemlerinde ortaya çıkan çelişmeleri, iç sıkıntılarını doğurur.

Bununla birlikte kendisi için varlık sadece kendinde varlığın karşısında kendine bir yer
edinmekle kalmaz. Aynı şekilde kendi gibi olan diğer bilinçler karşısında kendine bir
edinmeye çalışır. Bilincin bu yer edinme gayreti ve gerçekleştirme gayreti beraberinde
çatışmayı getirir. Ama çatışma her zaman düşmanlığa işaret etmez. Çünkü kendisi için varlık
başkası için varlıkla ilişki sayesinde kendisinin tam anlamıyla ne olduğunu veya ne
olmadığını fark eder.

Sonuçta bilinç kendisini gerçekleştirmeye çalışırken hüsrana uğrasa da, kaçmaya,


sorumluluklarından uzaklaşmaya çalışsa da tek kurtuluş yolunun bu sorumluluklarını yerine
getirmek olduğunu ve kendini ne ise o olacak şekilde yani kendi kendini var edecek şekilde
eylemde bulunması gerektiğini açık bir şekilde dile getirebiliriz.

13
KAYNAKÇA
AKARSU, B. (2014). Çağdaş Felsefe. İstanbul: İnkılap Yayınları.

BLACKHAM, H. (2020). Altı Varoluşçu Düşünür. (E. Uşşaklı, Çev.) Ankara: Dost Yayınları.

CEVİZCİ, A. (2014). Felsefe Tarihi. İstanbul: Say Yayınları.

Sartre, J. P. (2018). Varlık ve Hiçlik. (T. Ilgaz, & G. Ç. Eksen, Çev.) İstanbul: İthaki
Yayınları.

SOLOMON, R. C. (2020). Akılcılıktan Varoluşçuluğa. (R. Kuldaşlı, Çev.) İstanbul: İş


Bankası Kültür Yayınları.

14

You might also like