You are on page 1of 22

3.

İLK ÇAĞ EKONOMİLERİ

37
Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?

3.1. Mezopotamya
3.2. Mısır
3.3. Akdeniz Dünyasında Ticaret ve Ekonomik Gelişme
3.4. Genişleme Döneminde Roma Ekonomisi
3.4.1. Nüfus
3.4.2. Tarım
3.4.3. Şehirler
3.4.4. Ticaret
3.4.5. İmalat Faaliyetleri
3.5. Roma Ekonomisinin Gerilemesi

38
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular

1. İlk çağ ekonomilerinin genel özellikleri nelerdir?


2. Mısır-Mezopotamya-Akdeniz ve Roma dünyası gibi bölgelerin ekonomik bakımdan
birbirlerinden farkları var mıydı?
3. Dünya ticaretindeki erken dönem gelişmeler hangi yönde gerçekleşmiştir?

39
Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri

Konu Kazanım Kazanımın nasıl elde


edileceği veya
geliştirileceği
Mezopotamya İlk Çağ Akdeniz Teorik anlatım yöntemiyle
uygarlıklarının ekonomik
yapıları hakkında bilgi
edinebilmek.

Mısır Mezopotamya ve Mısır Teorik anlatım yöntemiyle


uygarlıklarını ekonomik
gelişme ve ticaret açısından
inceleyebilmek.

Akdeniz dünyasında ve Roma İmpatorluğu’nun Teorik anlatım yöntemiyle


Roma’da ekonomik gelişme ekonomisini genişleme ve
gerileme dönemlerinde ayrı
ayrı ele alıp kavrayabilmek.

40
Anahtar Kavramlar
 Ticaret
 Denizcilik
 Su yolları
 Şehirler

41
Giriş

Bu bölümde Akdeniz’i çevreleyen topraklarda ortaya çıkan İlk Çağ uygarlıklarının


ekonomik performansları ile yapısal özellikleri ele alınmıştır.

Neolitik tarım yöntemleri, nüfus kitlelerinin sürekli bir yerleşim alanı oluşturmalarına
dünyanın büyük bir bölümünde imkân vermiyordu. Yalnız yıllık su baskınlarının tarlaları
verimli hâle getirdiği bazı nehir kıyılarında sürekli tarım yapılabiliyordu. Tarımın ilk geliştiği
bölgelerden yalnızca iki bölge böyle bir imkânı sağlıyordu: Fırat ve Dicle arasındaki bölge ile
Mısır’ın Nil kıyısı. Ancak bu bölgelerden yararlanılabilmesi için kanallar, bentler ve göletler
inşa edilmesi gerekliydi. Çünkü her iki bölge de hem sık sık su baskınlarına uğruyor hem de
ürünün olgunlaşma döneminde yağmurlar tamamen kesiliyordu.

Öte yandan bu bölgelerdeki nehirler ve vadiler, doğal bir ulaşım ve taşıma yolu
oluşturuyordu. Bir kez sulama tesisleri kurulduktan sonra, toprağın yüksek verimliliği
sayesinde önemli bir yiyecek fazlası yetiştirilebiliyor ve bu fazlalık hem ticaretin gelişmesini
hem de çiftçilik dışı mesleklerle uğraşan din adamları, yöneticiler, esnaf ve tüccarın ortaya
çıkmasını mümkün kılıyordu. Mezopotamya ve Mısır, bu özellikleriyle şehir devriminin de
öncüleri oldular ve ilk şehirlerle birlikte ilk medeniyetler de bu bölgelerde ortaya çıktı.

42
3.1. Mezopotamya
MÖ 6000 ile 3000 yılları arasında ortaya çıkan bir dizi sosyal değişme ve teknik
ilerleme Mezopotamya bölgesinde küçük neolitik yerleşim yerlerinin şehirlere dönüşmesini
sağladı. Bu dönemde ortaya çıkan en önemli teknik ilerlemeler; yazının icadı, bakırın
eritilmesi ve dökülmesi, hayvan gücünün saban ve tekerlekli araçlara koşulması, yelkenli
gemilerin ve çömlekçi tekerleğinin bulunmasıydı.

Şehirlerin ortaya çıkması, çok sayıda insanın çabalarının koordinasyonunu mümkün


kılacak bir sosyal organizasyonu gerektiriyordu. Bu iş birliği olmaksızın teknik hünerlerin
geliştirilmesi mümkün değildi. Daha önemlisi, Mezopotamya bölgesinin ekimi için zorunlu
olan sulama sistemleri büyük ölçekli bir sosyal dayanışma olmaksızın gerçekleştirilemezdi.
Böylece neolitik köyün basit organizasyonu, ilk şehirlerin sosyal hiyerarşisine dönüştü.

Neolitik köy topluluklarının sosyal yapısı oldukça basitti. İmtiyazlı kişi veya grupların
bulunmadığı bu topluluklarda teknoloji ve kaynaklar herkesin çalışmasını zorunlu kılıyordu.
Buna karşılık, ilk Sümer şehirlerinde sosyal yapı kesinlikle hiyerarşikti. Daha 3000’lere
gelmeden köleler, kiracı çiftçiler, esnaf, tüccar, din adamları ve yöneticiler ayrı sosyal gruplar
olarak ortaya çıktı. Kumaş, çanak ve çömlek, madenî eşya imalinde ve diğer işlerde
uzmanlaşmış ustalar, tüm zamanlarını bu işlere ayırırken mimarlık ve mühendislik gibi
meslekler de doğdu.

İlk Sümer kayıtları, Mezopotamya bölgesindeki verimli topraklarda bazı bağımsız


şehir devletlerinin doğduğunu göstermektedir. Bu şehir devletleri arasında, toprağın ve su
kaynaklarının kontrolü için sürekli savaşlar oluyordu. Ayrıca bu zengin şehirler, dağlık
bölgelerde ve çöllerde yaşayan göçebelerin sürekli saldırısı tehdidi altındaydı. Bu
mücadeleler, Mezopotamya hayatının değişmez bir özelliğiydi. Dağlık bölgelerin ve çöllerin
insanları, bu bölgeleri zaman zaman işgal ederek devletler ve hatta imparatorluklar kurdular.
Ancak bu imparatorluklar, merkezî bir yönetim ve kontrol özelliği taşımıyordu. Fethedilen
şehirler, işgalcilerin egemenlik haklarını kabul ederek haraç ödüyor ve buna karşılık bu
şehirlerin mahallî yönetimde bağımsızlıklarını korumalarına izin veriliyordu. Böylece
istilalara rağmen Sümer hayat tarzı, oldukça istikrarlı olarak varlığını sürdürebildi. Çünkü
barbar istilacılar kısa sürede şehir uygarlığını benimsiyorlardı.

Sümer’in uygarlığa en önemli katkısı, idari bir ihtiyaçtan kaynaklanan yazının


icadıydı. İlk Sümer şehirlerinde ekonomik ve siyasi organizasyon işlevini, dinî esaslı bir
hiyerarşi yerine getiriyordu. Bu kişiler, tarımsal üretimle ilgili işler yanında üretimin
vergilendirilmesini de sağlıyorlardı. Vergilerin toplanması ve harcanması ile ilgili kayıtlar
tutma problemi, kilden yapılmış tabletler üzerine bazı işaretler kullanılarak çözümleniyordu.
MÖ 2800’e doğru bu işaretler belirli bir şekil kazanarak çivi yazısına dönüştü.

Mezopotamya uygarlığının karakteristik özelliği olan yazı, bürokratik bir


organizasyonun önemli bir buluşa öncülük etmesinin tarihteki nadir örneklerinden biridir.
Yazı idari bir ihtiyaçtan kaynaklanmış olsa da kısa sürede dinî, edebî, ekonomik ve diğer pek
çok amaçla ondan yararlanıldı. Daha sonraki dönemlerde ekonominin dinî esaslı
organizasyonu ekonomik teşebbüslere daha geniş bir serbestlik alanı tanıyınca kil tabletler
43
sözleşmelerin, borçların ve diğer ticari ve mali işlemlerin kayıt altına alınmasında da
kullanıldı.

Uzak mesafeli ticaret, Mezopotamya’da önemli ve hayati bir rol oynuyordu.


Mezopotamya, verimli topraklar dışında, doğal bir kaynaktan yoksun olduğundan bazı
ihtiyaçlar ancak çevredeki daha az gelişmiş toplumlarla yapılan ticaret yoluyla
karşılanabiliyordu. Madenler, kereste ve diğer ham maddeler Suriye, Kıbrıs, Anadolu ve daha
uzak bölgelerden ithal ediliyordu. Ticari koloniler oluşturulmuştu. Ticaret yollarının
korunması ve açık tutulması için savaşlar bile yapılıyordu.

Sümer toplumunun uygarlığa başka önemli katkıları da oldu. Özellikle ağırlıklar ve


ölçüler sistematik hâle getirilmiş, matematik icat edilmiş ve başlangıç düzeyinde de olsa bilim
doğmuştu. Hukuk kuralları, oldukça gelişmiş; ticari ilişkilere temel olabilecek ölçüde
karmaşık bir düzeye ulaşmıştı. Tüccar ve temsilcileri, borçlu ve alacaklılar, toprak sahibi ve
kiracılar arasındaki sözleşmelerin esasları ayrıntılı şekilde düzenlenmişti. Gümüş, para
şeklinde olmasa bile bir değişim aracı ve değer ölçüsü olarak kullanılıyordu.

3.2. Mısır
Sümer şehirlerinin kurulduğu dönemde, aşağı Nil vadisinde Nil’in baskınlarını kontrol
altına almayı ve onunla tarlalarını sulamayı bilen bir toplum yaşamaktaydı. Mısır’ın gelişmesi
Mezopotamya’nın gelişmesi ile paralellikler göstermekle birlikte, önemli bir fark, aşılmaz
çöllerle Mısır’ın istilalara karşı korunmuş olmasıydı. Bu nedenle barbar istilası, Mısır için
ciddi bir problem değildi.

MÖ 3. bin yılın başlarında Mısır uygarlığı yönetim, sanat, din ve ekonomi alanlarında
olgunluk düzeyine ulaştı. Mezopotamya’da topraklar özel mülkiyet altında iken Mısır’da
Firavun, tüm Mısır topraklarının sahibi idi. Bu toprakları kullananlar ise kiracı durumundaydı.
Vergiler ya da kiralar, tüm ekili topraklardan düzenli bir şekilde firavun adına toplanıyordu.
Kamu binalarında binlerce insan çalıştırılıyordu. Ekonomik hayat oldukça merkezî bir kontrol
altındaydı. Ticaret firavunun adamlarının tekelindeydi. Bu nedenle Mezopotamya’da olduğu
gibi bağımsız bir zengin tüccar sınıfı doğmamıştı.

Mısır’da üretim, büyük ölçüde merkezî bürokrasi tarafından planlanıyordu. Bazı


değerli mallarda hükûmet, tam bir tekel kurmuştu ve üreticiden sabit bir fiyatla satın aldığı bu
malları içeride ve dışarıda daha yüksek fiyatlarla satıyordu.

3.3. Akdeniz Dünyasında Ticaret ve Ekonomik Gelişme


MÖ 800 ile MS 200 arasındaki bin yılda Akdeniz dünyasının klasik uygarlığı, en
azından Avrupa’nın 12. ve 13. yüzyıllara kadar yakalayamadığı bir ekonomik gelişme
düzeyine ulaştı. Önemli bir teknolojik ilerleme olmamasına rağmen Akdeniz uygarlığının
başarısının altında yatan temel neden, gelişmiş bir pazar ve ticaret ağının mümkün kıldığı
yaygın iş bölümüydü.

Finikeliler, Akdeniz’in ilk uzman gemicileri ve tüccarlarıydı. Sümer ve Yukarı Mısır


arasındaki ticarete aracılık eden Finikeliler, firavunun resmî tüccarları olarak Mısır’ın ticareti
44
üzerinde tekel kurmuşlardı. Finikeliler, İlk Çağ toplumları arasında en tüccar topluluktu.
Finikelilerin ticari faaliyetleri, hiyeroglif ve çivi yazısının yerine alfabeyi ve bir dizi ticari
tekniği geliştirmelerini mümkün kıldı. Finikeliler, ticareti geliştirmek ve anayurtlarındaki
nüfus baskısını azaltmak için Kuzey Afrika kıyılarında ve Batı Akdeniz’de koloniler kurdular.

Akdeniz’in diğer büyük tüccarları, Yunan tüccarlarıydı. Yunanistan’da başlangıçta


çiftçilik temel geçim kaynağıydı. Dağlık arazi şartları nedeniyle tarımsal üretim potansiyelinin
sınırlı olması, insanları ek bir geçim kaynağı olarak mükemmel doğal limanların ve sayısız
adaların ortaya çıkardığı imkânlardan yararlanmak üzere denize yöneltti.

Yunanistan’da siyasi hayatın önemli bir özelliği, polis adı verilen şehir devletleri
arasındaki bitmek tükenmek bilmeyen mücadeleydi. Şehir devletlerinin askerî temellerini
güçlendirme çabaları, daha geniş kesimlerin siyasal haklar elde etmesine neden olarak siyasi
yapının demokratik bir nitelik kazanmasını sağladı.

Yunan şehir devletlerinin doğduğu yüzyıllarda nüfus, muhtemelen oldukça hızlı


büyümüştü. Bu durum, zamanla toprak kıtlığına yol açtı. Toprak açlığı; çevre bölgelerin
kolonizasyonu, zirai tekniklerde gelişme ve ek bir geçim kaynağı olarak ticaret ve sanayiye
yönelme ile giderilmeye çalışıldı. Kolonizasyon faaliyeti, nüfus baskısını azaltırken ekonomik
açıdan başka yararlar da sağladı. Verimli tarım alanlarında yeni şehirler kuruldu ve bu
bölgeler bir yandan anayurdun tarım ürünü ihtiyaçlarının karşılanmasına yardımcı olurken öte
yandan da Yunan mamul malları için bir ihraç pazarı imkânı yarattı.

Yunan tarımında başlangıçta çiftçilik ve hayvancılık, toprak kullanımının ana


şekilleriydi. Toprak kıt bir faktör hâline geldikçe verimli otlaklar da ekilmeye başlandı ve
yalnız dağlık araziler otlak olarak kaldı. Ancak elverişli bütün topraklarda ekim yapıldığı
hâlde, pek çok şehir sakinlerine yeterli hububat arzını gerçekleştiremiyordu. Bazı şehirler, bu
problemi ihtisaslaşma yoluyla çözümlediler: Toprakların büyük bir bölümünü birim alandan
tahıl tarımına göre daha yüksek verim alabilecekleri bağcılık ile zeytinciliğe ayırdılar ve
böylece tahıl fazlası olan bölgelerle zeytinyağı ve şarap ticareti yaparak daha fazla yiyecek
elde edebildiler. Daha sonraki yüzyıllarda zeytincilik ve bağcılık tipi tarım, Akdeniz
dünyasının büyük bir bölümüne yayıldı. Pazar için zeytinyağı ve şarap üreten bölgelerle tahıl
fazlası bulunan bölgeler arasındaki değişim, klasik dünyanın ekonomik temelini teşkil etti.
İhtisaslaşmanın büyük önem kazandığı bu ekonomi tipi, hiç şüphesiz şehirlilerin yiyecekleri
için kendi çevrelerindeki topraklardan yararlandıkları Doğu medeniyetlerinin ekonomik
yapısından önemli bir farklılık gösteriyordu.

Yunan ticareti ve uygarlığı, MÖ 8. yüzyıl başlarında canlandı. Ekonomik açıdan son


derece önemli olan madenî paranın ortaya çıkışı, ticari ve mali gelişmeleri kolaylaştırdı.
Madenî paranın mucitlerinin kimler olduğu bilinmemektedir. Madenî paradan önce değer
ölçüsü ve değişim aracı olarak pek çok mal kullanıldı.

Anadolu’da yapılan kazılarda bulunan ilk para örnekleri, MÖ 7. yüzyıla aittir.


Efsanelere göre bu ilk paralar, Frikya ya da Lidya kralı tarafından bastırılmıştı. Ancak ilk
madenî paralar, büyük bir ihtimalle Yunan kıyı şehirlerinde bazı müteşebbis tüccar veya
45
bankerler tarafından bir reklam aracı olarak bastırılmıştı. Kazanç ve prestij açısından taşıdığı
potansiyelin farkına varan yönetimler, para basımını kısa süre sonra bir devlet tekeli hâline
dönüştürmekte gecikmediler. Paranın üstüne basılan bir kral resmi ya da bir şehir sembolü,
yalnızca paranın saflığının değil aynı zamanda parayı basanın ihtişamının da bir
göstergesiydi.

İlk paralar, altın ve gümüş karışımından yapılmıştı. İki metalin karışım oranındaki
farklılıkların yarattığı problemler nedeniyle zaman içinde tek madenden yapılan paralar tercih
edilmeye başlandı. Altın paralar da basılmakla birlikte, gümüş hem daha boldu hem de gümüş
paralar ticaret açısından daha pratikti. Beşinci yüzyıldan itibaren ticarete Atinalıların
hükmetmesi gümüşün egemenliğinin bir diğer nedeniydi. Atina’nın devlete ait zengin gümüş
madenleri, Perslere karşı kazanılan zaferin temel aracı olan savaş gemilerinin inşası için
gerekli kaynağı sağlıyordu. Ayrıca gümüş, Atinalıların gemi taşımacılığından ve mali
hizmetlerden elde ettikleri gelirlere rağmen sürekli açık veren dış ticaretinin finanse
edilmesine yardımcı oluyor ve böylece dolaylı yolla da olsa büyük kamu binalarının ve
anıtların inşası için kaynak yaratıyordu. Atina’nın altın çağını mümkün kılan onun zengin
gümüş yataklarıydı.

MÖ 800-500 yılları arasında ihtisaslaşma ve iş bölümü arttı. Hem iç hem de


uluslararası ticaret gelişti, bunu da para ekonomisinin yaygınlaşması izledi. MÖ 5. yüzyılda
Atinalıların Persleri yenmeleri ile Atina’nın altın çağı başladı. Atina tüm Yunan dünyasına
hükmeder hâle geldi. Ekonomik olarak da giderek büyüyen iç ticarete ve uluslararası ticarete
dayanan bir refah dönemi başladı. Atina parası, ayarı ve ağırlığıyla uluslararası bir ödeme
aracı oldu. Atina, barbar devletlerle ve Karadeniz bölgesindeki Yunan şehirleri ile yürütülen
çok kârlı bir ticarette tekel durumuna geldi.

Yunan şehirlerinin ekonomik refahının en önemli nedeni, üretim faktörleri üzerinde


etkin bir mülkiyet hakları sistemi kurmayı ve buna uygun bir hukuki çerçeve meydana
getirmeyi başarmasıydı. Atina, bir yandan modern iktisadi sistemin temelinde yatan fiyat
tayin edici pazarların, öte yandan da uluslararası ticaretin gelişmesinin ilk örneğini vermiş
oldu. Daha sonraki dönemlerde ortaya çıkan bankacılık, sigorta, anonim şirketler ve diğer pek
çok ekonomik kurum çekirdek hâlinde de olsa ilk olarak klasik Yunanistan’da filizlenmişti.
Başta Atina olmak üzere bazı şehirlerin ticari ve mali fonksiyonları oldukça gelişmişti.

MÖ 334’te Makedonyalılar, İskender’in önderliğinde, Türkistan, Mısır ve Hindistan’a


kadar fetihlere giriştiler; bütün Yakın Doğu’yu ve Orta Doğu’yu ellerine geçirdiler.
İskender’in ölümünden Roma dönemine kadar geçen ve Helenizm dönemi adı verilen bu üç
yüzyıllık sürede, Yunan ve Doğu medeniyetlerinin karışmasından oluşan yeni bir medeniyet
anlayışı doğdu. İskender’in ölümünden sonra imparatorluğu dağılsa da kültürel ve ekonomik
bütünlük devam etti. Helenistik Çağ’da ekonominin en göze çarpan özelliği, üretim ve
bölüşüm üzerinde Doğu’ya özgü devlet kontrolü uygulamasının benimsenmesiydi. Öte
yandan İskender’in fetihleri ile gerçekleşen coğrafi yayılma, Helen dünyasının Hindistan ile
doğrudan ticaret ilişkileri kurmasını sağlarken Çin ile ticaret de önem kazandı. Roma’dan

46
önce muhtemelen 500.000 nüfusuyla dünyanın en büyük şehri olan İskenderiye, aynı zamanda
en önemli ticaret merkeziydi.

Tipik Yunan ticaret şekli olan zeytinyağı, şarap ve mamul mal ihracına karşılık
buğday ve ham madde ithali Helen şehirlerinde de devam etti. Ancak Helen şehirlerinin çoğu,
zengin tahıl yetiştiricisi bölgelerde olduğundan yiyecek ihtiyaçlarını karşılamak için uzak
mesafeli ticarete fazla bir bağımlılıkları yoktu. Bu şehirlerde mamul mal değişimi, önceki
yüzyıllarda olduğundan daha da önemli hâle geldi. Bazı şehirler, sınai ihtisaslaşmaya bile
yöneldi. Helen Çağı, eski dünyada başarılmış bölgesel ekonomik bağımlılık ve
ihtisaslaşmanın en yüksek düzeyine ulaştı.

3.4. Genişleme Döneminde Roma Ekonomisi


Roma İmparatorluğu’nun çekirdeğini oluşturan Roma şehir devleti, başlangıcında
aristokratik bir karakter arz ediyordu. Roma toplumu; başında bir kral ve yönetimi elinde
bulunduran askerî patrici zümresi ile küçük toprak sahipleri, kiracı çiftçiler, esnaf ve tüccarın
meydana getirdiği pleb sınıfından meydana gelmekteydi.

Roma şehir devleti, önce diğer İtalyan şehirlerini egemenliği altına aldı ve en büyük
siyasi rakibi olan Kartaca’yı ağır bir yenilgiye uğratarak bertaraf ettikten sonra bir Akdeniz
imparatorluğu hâline geldi. Böylece bir şehir devletinden bürokratik bir imparatorluğa
geçilmiş oldu ve aşağı yukarı İlk Çağ’da oluşan bütün uygar dünya, Roma İmparatorluğu’nun
hâkimiyeti altına girdi.

Büyüyen imparatorluğun askerî temelini genişletme çalışmaları, pleb sınıfının da


giderek artan ölçüde askerî kadrolara girmesine ve böylece siyasi temsil hakkına kavuşmasına
yol açtı. Ancak siyasi yapı Yunanistan’da olduğu gibi demokratik bir nitelik kazanmadı.
Çeşitli yollarla zenginleşen plebler, devletin idaresinde patricilerin arasına katılarak siyasi
etkinlik kazanabildi. Böylece siyasi yapı, aristokrasiden oligarşiye dönmüş oldu.

3.4.1. Nüfus
Roma İmparatorluğu’nun sınırları, zirvede olduğu 1. ve 2. yüzyıllarda İskoçya’dan
Mısır’a kadar uzanıyordu. İmparatorluğun toplam nüfusu, 2. yüzyılda en yüksek düzeyine
ulaşmıştı. Ancak bu tarihten itibaren Batı Roma’nın yıkılışına kadar nüfus sürekli düştü.
İmparatorluğun son döneminde kronik bir nüfus yetersizliği olduğuna dair kanıtlar çok
fazladır. İmparatorluğun nüfusu, 2. yüzyılın ortasında 60 milyon civarındaydı. Ortalama nüfus
yoğunluğu 16 kişi idi. İtalya, imparatorluğun en yoğun nüfuslu bölgesi olmakla birlikte
nüfusu 6 ya da 8 milyonu aşmıyordu. Ölüm oranı yüksek, hayat süresi kısaydı. Yetişkinler
için ortalama hayat süresi 30-35 yıldı. Çocuk ölüm oranı çok yüksekti. Gelirler geçimlik bir
düzeyde bulunuyordu.

3.4.2. Tarım
Roma ekonomisinin iki önemli temeli tarım ve ticaretti. Tarımsal fazlanın
vergilendirilmesiyle elde edilen kaynaklar orduyu, bürokrasiyi ve şehirli nüfusu besliyordu.
İmparatorluk nüfusunun büyük bir bölümü tarımla uğraşıyordu. Tahıllar, yaygın üretimi

47
yapılan ürünlerdi. İmparatorlukta deniz yoluyla yürütülen uzak mesafeli ticaret, mahallî
ihtisaslaşmaya imkân veriyordu. Teknik açıdan Roma tarımı geriydi. Kölelik, yeniliği önleyici
bir faktördü.

İmparatorluğun genişlemesiyle yeni fethedilen bölgelerden Roma’ya bol ve ucuz


olarak hububat akması üzerine İtalya’da kârlı olmaktan çıkan tahıl üretiminin önemi azalırken
geniş alanlar hayvancılığa ayrılmış; verimli topraklarda ise bağcılık ve zeytincilik önem
kazanmıştı. Zirai ihtisaslaşmanın diğer önemli bir örneği Sicilya, Kuzey Afrika ve Mısır’daki
buğday tarımıydı. Bu bölgelerin tahıl tarlaları, Roma ve İstanbul’u besliyordu.

İtalya’nın kırsal nüfusu, büyük ölçüde kendi sahibi ya da kiracısı oldukları toprakları
işleyen bağımsız köylülerden oluşuyordu. Pön savaşları ve özellikle de Anibal’in seferleri, bu
sosyal yapıda önemli bir değişmeye yol açtı. Askerî seferlere katılan köylüler, topraklarını
terk ederek tarım yapmaktan vazgeçtiler. Böylece zenginler, bu toprakların büyük bir
bölümünü Latifundiya denen çiftliklerine kattılar. Bu büyük işletmelerde, piyasaya dönük
olarak kâr amacıyla üretim yapılıyor ve işgücünün büyük bölümü kölelerce sağlanıyordu.

3.4.3. Şehirler
Sümer’in eski şehir devletlerinden Roma İmparatorluğu’na kadar nüfusun büyük
bölümü tarımda çalışsa da ekonomiyi ve toplumu belirleyen şehirli insanlar ve kurumlardı.
Roma uygarlığı da bir şehir uygarlığı idi. İmparatorluğun şehirli nüfus oranı, 1. yüzyılda %5
civarındaydı. Muhtemelen 19. yüzyıla kadar dünyanın böylesine geniş bir bölgesi bu denli
şehirleşmemişti.

Şehirlerin önemli bir fonksiyonu, mahallî yönetim merkezleri olmalarıydı. Kırsal


çevrenin ürünlerinin satıldığı bir pazar durumunda olan şehirler, buna karşılık onların bazı
basit mamul mal ihtiyaçlarını sağlıyorlardı. Bazı şehirler ise askerî bir fonksiyona sahipti.
Roma şehirlerinin imalat ve ticaret gibi fonksiyonları sınırlı kalmıştı. Bu yüzden şehirler,
tarım kesiminden kira ve vergi şeklinde sağladıkları gelirlerle varlıklarını sürdürebiliyorlardı.
En büyükleri dışında, tüm şehirlerde tarım önemli bir ekonomik faaliyetti. Şehir nüfusunun
önemli bir bölümünü tarım işçileri oluşturuyordu.

Şehirlerin çoğunluğu büyükçe köylerden ibaretti. Ortalama şehir büyüklüğü 6.000


kişiden fazla değildi. Roma şehri, dönemin şartlarına göre oldukça büyük bir şehirdi: Nüfusu
muhtemelen yarım milyonla bir milyon arasındaydı. Şehir esnafı, Roma halkının bazı basit
mamul mallar için olan talebini karşılıyordu. Önemli bir mal ihracı söz konusu değildi.

3.4.4. Ticaret
Roma İmparatorluğu gibi büyük ölçekli siyasi-ekonomik birliklerin sağladığı ticari
avantajlardan Roma vatandaşları da yararlandı. Roma İmparatorluğu’nun ekonomik
gelişmeye en önemli katkısı, Akdeniz’de uzun bir dönem barış ve düzeni sağlamasıydı.
Ticaret, imparatorluğa canlılık kazandıran ve zenginliğinin temelinde yatan unsurdu. İyi
düzenlenmiş yollar, ulaşıma elverişli nehirler ve hepsinden de önemlisi Akdeniz; ticareti ve
mal hareketlerini teşvik ediyordu.

48
Ancak imparatorluğun büyük bir bölümünde geçerli olan geçimlik ekonomi, büyük bir
ticaret hacminin doğmasına imkân vermiyordu. Bu yüzden ticaret, Roma şehrinin
ihtiyaçlarının sağlanması dışında büyük ölçüde zengin kesimin lüks ihtiyaçları ile ordunun
taleplerini karşılamaya yönelikti. Bir milyona ulaşan nüfusuyla Roma şehrinin yakın çevrenin
kaynaklarıyla beslenmesi mümkün değildi. Başkentin buğday ihtiyacıyla yakından ilgilenen
Roma yönetimleri, yiyecek getiren tüccara çeşitli imtiyazlar bağışlamış ve zaman zaman da
bu görevi doğrudan üstlenmişti. Mısır, Kuzey Afrika ve Sicilya’dan buğday taşımak üzere
oluşturulan büyük filolar Roma’nın özel teşebbüse dayalı ekonomisinin en önemli
istisnalarından biriydi.

Resim 4: Ticari Faaliyetler (Kaynak)

İmparatorluk, geniş bir yol ağına sahipti. Hemen hemen tamamıyla askerler tarafından
ve kamu kaynaklarıyla yapılan yollar daha çok askerî amaçlarla düzenlenmişti Bu yollar
üzerinde malların hareketi yavaş ve yüksek maliyetliydi. Deniz trafiği daha önemliydi. Bu
trafik, rüzgâr gücünün sağladığı imkânlara bağlı olarak yelkenli gemilerle yürüyordu. Ancak
yılın üçte birinde gemiler elverişli rüzgârlar için limanlarda bekliyordu, kalan üçte birinde ise
denizler tehlikelerle doluydu. Bu yüzden trafik, yazın dört ayında yoğunlaşıyordu. Gemiler
küçüktü, pek azının kapasitesi 200 tonu aşıyordu. Gemicilik kârlı bir iş de değildi. Akdeniz
ticaretinin en önemli kalemi tahıldı. Diğer önemli kalemler; zeytinyağı ve muhtemelen
şaraptı. Mısır ve Kuzey Afrika buğdayın ana kaynağıydı.

Kara ticareti daha değerli mallarla sınırlıydı. Çanak çömlek, cam eşya, kaliteli yün,
çeşitli süs eşyaları kara taşımasının yüksek maliyetlerini kaldırabilen başlıca mallardı. Odun
ve kereste yalnız inşa faaliyetlerinde değil, yakıt olarak da kullanılıyordu. Diğer önemli bir
ticaret konusu; önceleri fetihlerle bol miktarda elde edilen kölelerdi. Ancak imparatorluk nihai
sınırlarına ulaşınca köle arzı daraldı ve fiyatları yükseldi. Köleler, büyük çiftliklerdeki işgücü
ihtiyacının önemli bir bölümünü karşılıyordu. Zenginler çok sayıda köleye sahipti.

Roma İmparatorluğu’nun kapsadığı coğrafi alanın genişliği ve bu bölgelerin


ürünlerinin çeşitliliği ona otarşik bir ekonomik yapı kazandırmış olmakla birlikte, toplumun
aristokrat kesimi Uzak Doğu’nun lüks mallarına aşırı bir talep göstermekteydi. Suriyeli ve
daha sonra Yahudi tüccarlar, Batılı müşterilerine Doğu’nun ipek, baharat ve süs eşyaları gibi
lüks mallarını sağlıyorlardı. Ancak Avrupa’daki bölgeler, Doğu’dan ithal ettikleri bu lüks
mallara karşı kıymetli madenler dışında ihraç edebilecekleri bir ekonomik fazlaya sahip

49
olmadıklarından ticaret açıklarını Doğu’da daima aşırı bir talebi olan altın ve gümüş gibi
madenlerden yapılmış paralarla ödüyorlardı.

İmparatorluk, Avrupa içinde ise komşusu barbar kavimlerle ticareti teşvik etmiyordu.
Askerî ve stratejik önemi olan malların imparatorluk dışına gönderilmesi yasaktı. Bu bölgede
çoğu Roma ihracatı lüks nitelikteydi. Çanak-çömlek ve bronz eşyalar en çok ticareti yapılan
mallardı. Bu ticaret karşılığında imparatorluğa, barbar dünyadan hayvan, orman ürünleri ve en
önemlisi de köle geliyordu.

Ticaret, Roma değerler sisteminde üstün bir yere sahip olmayıp aşağı sosyal sınıflara,
yabancılara ve kölelere bırakılmıştı. Ancak Roma hukuk sistemi, özel teşebbüse önemli
ölçüde serbestlik tanımakta ve ticari faaliyetleri cezalandırmamaktaydı. Sözleşmelerin
uygulanmasına, mülkiyet haklarının korunmasına ve anlaşmazlıkların süratli ve genellikle adil
bir çözüme kavuşturulmasına büyük önem veriliyordu. Hukuk sistemi, tüm imparatorlukta
ekonomik faaliyetler için tek ve uyumlu bir çerçeve oluşturmaktaydı. Roma, istikrarlı ve
sağlam bir para düzeni kurmuştu. Roma’nın altın parası Aureus, gümüş parası ise Denarius
idi. Ayrıca daha küçük değerli bakır paralar bulunuyordu. Bu paraların ayar ve ağırlığında
uzun süre önemli bir değişme olmamıştı.

3.4.5. İmalat Faaliyetleri


İmparatorlukta önemli sanayi dallarından biri, yaygın inşa faaliyetlerinden ötürü taş
ocağı işletmeciliğiydi. Diğer önemli bir sanayi kolu da madencilikti. Kurşun borularda, bakır
ve kalay bronz yapımında, altın ve gümüş ise para basımında kullanılıyordu. Madenler,
önemli ölçüde uzak mesafeli ticarete konu oluyordu. Diğer gelişmiş bir sanayi kolu; çanak
çömlek sanayisi idi. Bazı malların saklanması ve taşınması için gerek duyulan kapların
yapımı, bu imalat kolunun büyük bir gelişme göstermesine yol açmıştı. Önemli sanayi
kollarından bir diğeri olan dokuma, daha çok bir ev endüstrisi durumundaydı. Ancak bazı
gelişmiş dokuma imalat merkezleri de bulunmaktaydı.

Roma dünyasını meydana getiren doğu ve batı bölgeleri arasında, imalat


faaliyetlerinin gelişme düzeyi bakımından önemli bir farklılık görülüyordu. İmparatorluğun
doğu eyaletleri zengin bir sınai geleneğe sahip mamul mal üreticisi bölgeler iken,
Avrupa’daki batı eyaletleri daha çok ham madde yetiştiricisi bölgeler durumundaydı.

İmparatorlukta imalat faaliyetlerinin önemli bir bölümü hür esnaf tarafından


yürütülüyordu. Sanayide büyük ölçekli organizasyonlar, silah ve askerî üniforma
fabrikalarıyla sınırlıydı. Her şehirde kırsal çevre için üretim yapan esnaf vardı. Bunlar küçük
ölçekli işletmelerde, az bir sermayeyle ve mahallî pazarlara yönelik olarak üretim
yapıyorlardı. Büyük şehirlerde aynı meslekten esnaf grupları loncalarda toplanmıştı. Collegia
adı verilen bu dernekler, ekonomik olmaktan çok sosyal amaçlı kuruluşlardı. Sosyal
dayanışma, yoksullara yardım, ölen üyelerin dinî merasimlerinin icrası bu amaçların
başlıcalarıydı.

Roma dünyası, insan faaliyetinin diğer alanlarında oldukça başarılı olmasına rağmen
sınai teknoloji alanında hareketsiz kalmıştı. Bu teknolojik kısırlık, İlk Çağ medeniyetlerinin
50
kültürel parlaklığıyla tam bir çelişki teşkil etmektedir. Bu konuda enteresan bir örnek su
değirmenleridir. Romalılar, su değirmenlerinden haberdar olmalarına rağmen çok az su
değirmeni inşa ettiler; bunun yerine insan ve hayvan gücüne dayanan değirmenleri daha
yaygın olarak kullandılar.

Roma’nın bu teknolojik başarısızlığının önemli bir açıklaması, onun sosyoekonomik


yapısında yatmaktadır. Çoğu üretken faaliyetler, köleler ya da köleden farklı olmayan
köylülerce yapılıyordu. Sürekli ucuz köle arzı mümkün oldukça yeni üretim teknikleri ile
işgücü maliyetini düşürmeye gerek yoktu. Köleler, teknolojik gelişmeyi başarma imkânına
sahip olsalar bile, teknolojik ilerlemenin daha yüksek bir gelir düzeyi ya da daha az çalışma
şeklinde ortaya çıkacak nimetlerinden yararlanma şansına sahip değillerdi. Buna karşılık
küçük bir imtiyazlı sınıfın üyeleri, kendilerini savaşa, yönetim işlerine, sanata, bilime ve
gösteriş tüketimine hasretmişlerdi. Onlar, üretim araçları ile ilgilenmek için ne gerekli
tecrübeye ne de herhangi bir isteğe sahiptiler. Bu nedenle Roma gibi köleliğe dayalı bir
toplumda büyük sanat ve edebiyat şaheserleri ortaya konabilirdi, ancak ekonomik büyüme
başarılamazdı.

3.5. Roma Ekonomisinin Gerilemesi


Çok az konu Roma İmparatorluğu’nun çöküşü kadar tarihçileri yakından
ilgilendirmiştir. Birçok tarihçi, ekonomik faktörlerin çöküşün kritik ve tayin edici nedeni
olduğu konusunda birleşmişlerdir. İmparatorluğun son dönemlerinde giderek artan bir
problemi, Romalıların barbar olarak nitelendirdikleri Germenlere karşı kuzey sınırlarının
korunmasıydı. MS 3. yüzyıla kadar Roma’nın askerî üstünlüğü tartışma götürmezdi. Hatta 5.
yüzyılın başlarında bile küçük Roma birlikleri, büyük barbar ordularını mağlup
edebiliyorlardı. Fakat üstünlük marjı giderek daralıyordu. Barbarların artan askerî yetenekleri,
Roma’nın mukayeseli üstünlüğünün azalmasına yol açıyordu.

Askerî üstünlükteki bu nispi düşüşle birlikte, imparatorluğun masrafları da


artmaktaydı. Roma’nın barbar kavimlerle olan sınırlarının korunması, artan bir mali yükün
doğmasına neden oluyordu. Barbarların istilalarını önlemek için verilen haraç miktarları
arttırılmış, askerî masraflar yükselmişti. Öte yandan artan savunma ihtiyaçları, eyaletler
üzerindeki imparatorluk kontrolünün daha da sıkılaştırılmasını gerektirdiğinden bürokrasi
hem güç kazanmış, hem de kadrosu genişlemişti.

Harcamalar artıp vergi ihtiyacı yükselirken verginin kaynağı süratle aşınıyordu.


300’lerde imparatorluğun doğu ve batı olarak ikiye ayrılmasıyla ekonomik bakımdan daha
zengin olan doğu eyaletleri kaybedilmişti. İçteki siyasi karışıklıklar, sınırdaki güvensizlikler
iktisadi faaliyetlerin felce uğramasına yol açmıştı. Tarlalar işlenemiyor, atölyeler
işletilemiyor, ocaklar çalıştırılamıyordu. Kara yolları bakımsızdı, denizler korsanlarla
doluydu, ticaret sekteye uğramıştı. Ekonomik faaliyetlerdeki bu gerilemenin beraberinde
getirdiği kıtlıklar ve salgınlar, savaşlardan daha fazla olarak insanların kırımına yol açarak
imparatorlukta bir işgücü kıtlığının doğmasına da neden olmuştu.

Ticaretin sekteye uğraması, şehirlerin gerek duydukları malları temin etme ve


ürettikleri malları satma imkânlarından mahrum kalmaları sonucunu doğurmuştu. Ürettikleri
51
malları satamayan şehir sanayileri üretimlerini azaltmıştı. Öte yandan Doğu ile yapılan dış
ticaretin sürekli açık vermesi, bu açığın kıymetli maden ihracı ile karşılanmasını
gerektiriyordu. İmparatorluk, karşılaştığı yeni mali güçlükler karşısında bu ticareti sürdürme
imkânından da yoksun kalmıştı. Böylece bir yandan şehirle kır, öte yandan da bölgeler
arasındaki ekonomik bağımlılık yerini bölgesel yeterliğe bırakmıştı.

Roma yönetimleri, karşılaştıkları bu problemlerin üstesinden gelebilmek için sonuçta


ekonomiyi daha da zor şartlara iten çeşitli tedbirlere başvurdular. Öncelikle artan gelir
ihtiyacını karşılayabilmek için vergiler ağırlaştırıldı. Ağır ve çoğu zaman da adaletsiz
vergileme, köylülerin ve esnafın durumunun daha da kötüleşmesine ve zenginle yoksul
arasındaki mesafenin açılmasına neden oldu.

Mali problemlerini çözme konusunda vergi gelirleri yetersiz kalan devlet, bir çare
olarak paranın ayarıyla oynadı ve değerini sürekli düşürdü. Üçüncü yüzyıl boyunca süren bu
ayarlamalar, yüzyılın sonunda denariusun satın alma gücünün enflasyondan önceki değerinin
yüzde birine düşmesine yol açtı. Buna karşılık, maksimum fiyatlar ve ücretler belirlenerek
duruma bir çözüm getirilmeye çalışıldı, ancak bu da başarısız oldu. Enflasyon, bakır paralar
tamamen değersiz hâle gelinceye kadar devam etti. Dördüncü yüzyılın sonunda çok az gümüş
ve bakır para basıldı. Sonuçta imparatorluk, tamamen altına dayalı para sistemine geçti.
İmparatorluğun çöküş döneminin iki önemli ekonomik problemi; enflasyon ve para ayarının
bozulmasıydı. Bu hızlı enflasyon karşısında bir çare olarak vergilerin ürün ya da hizmet
şeklinde toplanması yoluna gidildi. Vergiler ayni olarak toplanınca ödemeleri de ayni yapma
zorunluluğu doğdu. Askerlerle memurlar maaşlarını ve bir kısım şehir halkı sosyal
yardımlarını ayni şekilde almaya başladılar. Böylece piyasa ekonomisi kaynak dağılımını
düzenleme, para ise bir değişim aracı olma fonksiyonunu önemli ölçüde kaybetti.

Devlet, mali politikalarındaki bu değişmelere ek olarak iktisadi faaliyetlerin cereyan


ettiği hukuki çerçeveye de geniş müdahalelere girişti. Bu müdahaleler sonunda, sosyal yapı
artan ölçüde katılaşırken Roma ekonomisinin daha önce gösterdiği dinamizmin temelinde
yatan ve Roma hukukunda ifadesini bulan mülkiyet hakları sistemi de geniş kısıntılara uğradı.
Bu ise sosyal hareketliliği sınırlayarak kişisel teşebbüs gücünü yok etti.

Ekonomik hayatın her yönünü etkileyen bu müdahaleci iktisat politikası, çok çeşitli
bürokratik kontrol mekanizmalarını kapsıyordu. Öncelikle esnafın ve tüccarın mesleki
özgürlüğü kısıtlandı. Başkentin yiyecek ihtiyacını karşılayan tüccar ve gemi sahipleri, bir
dernek hâlinde örgütlenerek bazı vergi bağışıklıklarını da kapsayan ayrıcalıklar kazandı, buna
karşılık meşguliyetleri babadan oğluna geçer hâle getirildi. Aynı şekilde vergi gelirlerinin
daha kolay toplanabilmesi için her meslekten esnafın bir esnaf cemiyetine girmesi zorunlu
kılınarak esnaf cemiyetleri resmî birer devlet organına dönüştürüldü. Esnaf üyesi, bulunduğu
bu derneği terk edemezdi. Bu kişilerin servetlerinin aynı meslek grubu içinde kalabilmesi için
evlenme hakları kısıtlandı ve çocukların baba mesleğine devamı zorunlu hâle getirildi.

Aynı bürokratik kontrol mekanizmaları, tarım sektörüne de uygulandı. Köylerden


şehirlere göçü önlemek ve kırsal kesimden tahsil edilen vergileri garanti altına alabilmek için
çiftçileri bulundukları topraklara bağlayıcı bazı tedbirler getirildi. Özellikle latifundiyalarda
52
köle işgücünün yanında serbest sözleşme ile çalışan köylüler, bulundukları toprakları terk
edemez oldular. Kolonluk sistemi adı verilen bu uygulamaya göre topraklarından ayrılanlar,
30 yıl içinde, bulundukları yerlerden zorla eski topraklarına geri getirtilebilecekti. Böylece hür
köylü, toprağa bağlı köylü hâline geldi. Zamanla bu kişilerin şahsi hürriyetlerini kısıcı başka
bazı sınırlamalar da getirildi. Kolon bir köylüden doğan çocukların aynı topraklarda
kalabilmesi için evlenme hakları kısıtlanarak hür bir kadınla ya da toprakları dışından biriyle
evlenmeleri yasaklandı. Buna karşılık daha önce köle durumunda olanlar statü açısından
yükseldi. Böylece hür köylü ile köle arasındaki fark azaldı ve toplum, Orta Çağ’ın serflik
sistemine doğru kaymaya başladı.

Bütün bu gelişmelerin sonucunda, Roma İmparatorluğu gibi dünya çapında bir siyasi-
ekonomik birliğin vatandaşlarına sağladığı kazançlar azaldı; vergiler arttı; devletin ticarete
verdiği destek kayboldu. Bölgesel küçük birlikler, Roma İmparatorluğu’ndan daha fazla
güvenlik sağlar hâle geldi. Devletin koruma sağlama fonksiyonunu tam olarak yerine
getirememesi; mahallî güçlerin bu boşluğu doldurmasına ve adli, mali ve hatta siyasi
bağımsızlık kazanmalarına neden oldu. Batı Roma İmparatorluğu’nun 476’da Cermen
istilacılar karşısında yıkılması, bu süreci tamamladı ve Batı Avrupa’da küçük ölçekli siyasi-
ekonomik birliklerin Orta Çağ boyunca bin yıl sürecek egemenliğini başlattı.

Yalnız imparatorluğun doğu ve batı bölgeleri, farklı bir gelişme seyri izledi. Doğu
Roma İmparatorluğu, bin yıl daha varlığını sürdürebildi. Bu farklılığın çeşitli nedenleri vardı.
Doğu eyaletleri batıya göre daha zengin ve yoğun nüfuslu olduğundan imparatorluğun
savunma harcamalarını ve bürokratik yükünü daha kolaylıkla taşıyabildiler. Ayrıca doğu
eyaletleri, ihraç edilebilir bir tahıl fazlasına ve mamul mallara sahipti. Daha yoksul ve seyrek
nüfuslu olan Batı Roma İmparatorluğu, daha büyük bir askerî tehditle karşı karşıyaydı. Batı
Roma İmparatorluğu, Cermenlerin ve 5. yüzyıldan itibaren de Hunların baskısı altındaydı.
İkinci yüzyılın ortalarından itibaren hemen hemen sürekli savaş vardı. Ayrıca Batı Roma
İmparatorluğu’nun sosyal problemleri de daha ciddi ve derin temellere dayanıyordu.

53
Uygulamalar

54
Uygulama Soruları

55
Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti

Bu bölümde, Akdeniz’i çevreleyen topraklarda ortaya çıkan İlk Çağ uygarlıklarının


ekonomik performansları ile yapısal özellikleri değerlendirilmiştir.

56
Bölüm Soruları

1) Aşağıdakilerden hangisi Mezopotamya ekonomisinin bir özelliği değildir?

a) Verimli topraklar dışında kaynaklarının sınırlı olması

b) Toprak mülkiyetinin gelişmesi

c) Bağımsız bir tüccar sınıfının doğmaması

d) Uzak mesafeli ticaretin gelişmesi

2) Aşağıdakilerden hangisi Mısır ekonomisine özgü bir özellik değildir?

a) Bağımsız bir tüccar sınıfının var olması

b) Bürokrasinin gelişmiş olması

c) Toprakların firavunun mülkiyetinde olması

d) Ticaretin devletin tekelinde olması

3) Aşağıdakilerden hangisi İlk Çağ’da Yunanistan ekonomisine özgü bir özellik


değildir?

a) Uzak mesafeli ticaretin gelişmesi

b) Fiyat tayin edici pazarların gelişmiş olması

c) Mülkiyet haklarının gelişmiş olması

d) Ekonomiye devletin yön vermesi

4) Helenistik Çağ’da ekonomideki en önemli değişme aşağıdakilerden hangisidir?

a) Para ekonomisinin gelişmesi

b) Şehirlerin gelişmesi

c) Üretim ve bölüşümde devlet kontrolünün benimsenmesi

d) Tüccar sınıfının ortaya çıkması

5) İlk paraların maden içeriği hangi şıkta doğru olarak verilmiştir?

a) Altın ve gümüş

b) Altın

57
c) Gümüş

d) Bakır

Cevaplar

1)C, 2)A, 3)D, 4)C, 5)A

58

You might also like