Professional Documents
Culture Documents
37
Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?
3.1. Mezopotamya
3.2. Mısır
3.3. Akdeniz Dünyasında Ticaret ve Ekonomik Gelişme
3.4. Genişleme Döneminde Roma Ekonomisi
3.4.1. Nüfus
3.4.2. Tarım
3.4.3. Şehirler
3.4.4. Ticaret
3.4.5. İmalat Faaliyetleri
3.5. Roma Ekonomisinin Gerilemesi
38
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular
39
Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri
40
Anahtar Kavramlar
Ticaret
Denizcilik
Su yolları
Şehirler
41
Giriş
Neolitik tarım yöntemleri, nüfus kitlelerinin sürekli bir yerleşim alanı oluşturmalarına
dünyanın büyük bir bölümünde imkân vermiyordu. Yalnız yıllık su baskınlarının tarlaları
verimli hâle getirdiği bazı nehir kıyılarında sürekli tarım yapılabiliyordu. Tarımın ilk geliştiği
bölgelerden yalnızca iki bölge böyle bir imkânı sağlıyordu: Fırat ve Dicle arasındaki bölge ile
Mısır’ın Nil kıyısı. Ancak bu bölgelerden yararlanılabilmesi için kanallar, bentler ve göletler
inşa edilmesi gerekliydi. Çünkü her iki bölge de hem sık sık su baskınlarına uğruyor hem de
ürünün olgunlaşma döneminde yağmurlar tamamen kesiliyordu.
Öte yandan bu bölgelerdeki nehirler ve vadiler, doğal bir ulaşım ve taşıma yolu
oluşturuyordu. Bir kez sulama tesisleri kurulduktan sonra, toprağın yüksek verimliliği
sayesinde önemli bir yiyecek fazlası yetiştirilebiliyor ve bu fazlalık hem ticaretin gelişmesini
hem de çiftçilik dışı mesleklerle uğraşan din adamları, yöneticiler, esnaf ve tüccarın ortaya
çıkmasını mümkün kılıyordu. Mezopotamya ve Mısır, bu özellikleriyle şehir devriminin de
öncüleri oldular ve ilk şehirlerle birlikte ilk medeniyetler de bu bölgelerde ortaya çıktı.
42
3.1. Mezopotamya
MÖ 6000 ile 3000 yılları arasında ortaya çıkan bir dizi sosyal değişme ve teknik
ilerleme Mezopotamya bölgesinde küçük neolitik yerleşim yerlerinin şehirlere dönüşmesini
sağladı. Bu dönemde ortaya çıkan en önemli teknik ilerlemeler; yazının icadı, bakırın
eritilmesi ve dökülmesi, hayvan gücünün saban ve tekerlekli araçlara koşulması, yelkenli
gemilerin ve çömlekçi tekerleğinin bulunmasıydı.
Neolitik köy topluluklarının sosyal yapısı oldukça basitti. İmtiyazlı kişi veya grupların
bulunmadığı bu topluluklarda teknoloji ve kaynaklar herkesin çalışmasını zorunlu kılıyordu.
Buna karşılık, ilk Sümer şehirlerinde sosyal yapı kesinlikle hiyerarşikti. Daha 3000’lere
gelmeden köleler, kiracı çiftçiler, esnaf, tüccar, din adamları ve yöneticiler ayrı sosyal gruplar
olarak ortaya çıktı. Kumaş, çanak ve çömlek, madenî eşya imalinde ve diğer işlerde
uzmanlaşmış ustalar, tüm zamanlarını bu işlere ayırırken mimarlık ve mühendislik gibi
meslekler de doğdu.
3.2. Mısır
Sümer şehirlerinin kurulduğu dönemde, aşağı Nil vadisinde Nil’in baskınlarını kontrol
altına almayı ve onunla tarlalarını sulamayı bilen bir toplum yaşamaktaydı. Mısır’ın gelişmesi
Mezopotamya’nın gelişmesi ile paralellikler göstermekle birlikte, önemli bir fark, aşılmaz
çöllerle Mısır’ın istilalara karşı korunmuş olmasıydı. Bu nedenle barbar istilası, Mısır için
ciddi bir problem değildi.
MÖ 3. bin yılın başlarında Mısır uygarlığı yönetim, sanat, din ve ekonomi alanlarında
olgunluk düzeyine ulaştı. Mezopotamya’da topraklar özel mülkiyet altında iken Mısır’da
Firavun, tüm Mısır topraklarının sahibi idi. Bu toprakları kullananlar ise kiracı durumundaydı.
Vergiler ya da kiralar, tüm ekili topraklardan düzenli bir şekilde firavun adına toplanıyordu.
Kamu binalarında binlerce insan çalıştırılıyordu. Ekonomik hayat oldukça merkezî bir kontrol
altındaydı. Ticaret firavunun adamlarının tekelindeydi. Bu nedenle Mezopotamya’da olduğu
gibi bağımsız bir zengin tüccar sınıfı doğmamıştı.
Yunanistan’da siyasi hayatın önemli bir özelliği, polis adı verilen şehir devletleri
arasındaki bitmek tükenmek bilmeyen mücadeleydi. Şehir devletlerinin askerî temellerini
güçlendirme çabaları, daha geniş kesimlerin siyasal haklar elde etmesine neden olarak siyasi
yapının demokratik bir nitelik kazanmasını sağladı.
İlk paralar, altın ve gümüş karışımından yapılmıştı. İki metalin karışım oranındaki
farklılıkların yarattığı problemler nedeniyle zaman içinde tek madenden yapılan paralar tercih
edilmeye başlandı. Altın paralar da basılmakla birlikte, gümüş hem daha boldu hem de gümüş
paralar ticaret açısından daha pratikti. Beşinci yüzyıldan itibaren ticarete Atinalıların
hükmetmesi gümüşün egemenliğinin bir diğer nedeniydi. Atina’nın devlete ait zengin gümüş
madenleri, Perslere karşı kazanılan zaferin temel aracı olan savaş gemilerinin inşası için
gerekli kaynağı sağlıyordu. Ayrıca gümüş, Atinalıların gemi taşımacılığından ve mali
hizmetlerden elde ettikleri gelirlere rağmen sürekli açık veren dış ticaretinin finanse
edilmesine yardımcı oluyor ve böylece dolaylı yolla da olsa büyük kamu binalarının ve
anıtların inşası için kaynak yaratıyordu. Atina’nın altın çağını mümkün kılan onun zengin
gümüş yataklarıydı.
46
önce muhtemelen 500.000 nüfusuyla dünyanın en büyük şehri olan İskenderiye, aynı zamanda
en önemli ticaret merkeziydi.
Tipik Yunan ticaret şekli olan zeytinyağı, şarap ve mamul mal ihracına karşılık
buğday ve ham madde ithali Helen şehirlerinde de devam etti. Ancak Helen şehirlerinin çoğu,
zengin tahıl yetiştiricisi bölgelerde olduğundan yiyecek ihtiyaçlarını karşılamak için uzak
mesafeli ticarete fazla bir bağımlılıkları yoktu. Bu şehirlerde mamul mal değişimi, önceki
yüzyıllarda olduğundan daha da önemli hâle geldi. Bazı şehirler, sınai ihtisaslaşmaya bile
yöneldi. Helen Çağı, eski dünyada başarılmış bölgesel ekonomik bağımlılık ve
ihtisaslaşmanın en yüksek düzeyine ulaştı.
Roma şehir devleti, önce diğer İtalyan şehirlerini egemenliği altına aldı ve en büyük
siyasi rakibi olan Kartaca’yı ağır bir yenilgiye uğratarak bertaraf ettikten sonra bir Akdeniz
imparatorluğu hâline geldi. Böylece bir şehir devletinden bürokratik bir imparatorluğa
geçilmiş oldu ve aşağı yukarı İlk Çağ’da oluşan bütün uygar dünya, Roma İmparatorluğu’nun
hâkimiyeti altına girdi.
3.4.1. Nüfus
Roma İmparatorluğu’nun sınırları, zirvede olduğu 1. ve 2. yüzyıllarda İskoçya’dan
Mısır’a kadar uzanıyordu. İmparatorluğun toplam nüfusu, 2. yüzyılda en yüksek düzeyine
ulaşmıştı. Ancak bu tarihten itibaren Batı Roma’nın yıkılışına kadar nüfus sürekli düştü.
İmparatorluğun son döneminde kronik bir nüfus yetersizliği olduğuna dair kanıtlar çok
fazladır. İmparatorluğun nüfusu, 2. yüzyılın ortasında 60 milyon civarındaydı. Ortalama nüfus
yoğunluğu 16 kişi idi. İtalya, imparatorluğun en yoğun nüfuslu bölgesi olmakla birlikte
nüfusu 6 ya da 8 milyonu aşmıyordu. Ölüm oranı yüksek, hayat süresi kısaydı. Yetişkinler
için ortalama hayat süresi 30-35 yıldı. Çocuk ölüm oranı çok yüksekti. Gelirler geçimlik bir
düzeyde bulunuyordu.
3.4.2. Tarım
Roma ekonomisinin iki önemli temeli tarım ve ticaretti. Tarımsal fazlanın
vergilendirilmesiyle elde edilen kaynaklar orduyu, bürokrasiyi ve şehirli nüfusu besliyordu.
İmparatorluk nüfusunun büyük bir bölümü tarımla uğraşıyordu. Tahıllar, yaygın üretimi
47
yapılan ürünlerdi. İmparatorlukta deniz yoluyla yürütülen uzak mesafeli ticaret, mahallî
ihtisaslaşmaya imkân veriyordu. Teknik açıdan Roma tarımı geriydi. Kölelik, yeniliği önleyici
bir faktördü.
İtalya’nın kırsal nüfusu, büyük ölçüde kendi sahibi ya da kiracısı oldukları toprakları
işleyen bağımsız köylülerden oluşuyordu. Pön savaşları ve özellikle de Anibal’in seferleri, bu
sosyal yapıda önemli bir değişmeye yol açtı. Askerî seferlere katılan köylüler, topraklarını
terk ederek tarım yapmaktan vazgeçtiler. Böylece zenginler, bu toprakların büyük bir
bölümünü Latifundiya denen çiftliklerine kattılar. Bu büyük işletmelerde, piyasaya dönük
olarak kâr amacıyla üretim yapılıyor ve işgücünün büyük bölümü kölelerce sağlanıyordu.
3.4.3. Şehirler
Sümer’in eski şehir devletlerinden Roma İmparatorluğu’na kadar nüfusun büyük
bölümü tarımda çalışsa da ekonomiyi ve toplumu belirleyen şehirli insanlar ve kurumlardı.
Roma uygarlığı da bir şehir uygarlığı idi. İmparatorluğun şehirli nüfus oranı, 1. yüzyılda %5
civarındaydı. Muhtemelen 19. yüzyıla kadar dünyanın böylesine geniş bir bölgesi bu denli
şehirleşmemişti.
3.4.4. Ticaret
Roma İmparatorluğu gibi büyük ölçekli siyasi-ekonomik birliklerin sağladığı ticari
avantajlardan Roma vatandaşları da yararlandı. Roma İmparatorluğu’nun ekonomik
gelişmeye en önemli katkısı, Akdeniz’de uzun bir dönem barış ve düzeni sağlamasıydı.
Ticaret, imparatorluğa canlılık kazandıran ve zenginliğinin temelinde yatan unsurdu. İyi
düzenlenmiş yollar, ulaşıma elverişli nehirler ve hepsinden de önemlisi Akdeniz; ticareti ve
mal hareketlerini teşvik ediyordu.
48
Ancak imparatorluğun büyük bir bölümünde geçerli olan geçimlik ekonomi, büyük bir
ticaret hacminin doğmasına imkân vermiyordu. Bu yüzden ticaret, Roma şehrinin
ihtiyaçlarının sağlanması dışında büyük ölçüde zengin kesimin lüks ihtiyaçları ile ordunun
taleplerini karşılamaya yönelikti. Bir milyona ulaşan nüfusuyla Roma şehrinin yakın çevrenin
kaynaklarıyla beslenmesi mümkün değildi. Başkentin buğday ihtiyacıyla yakından ilgilenen
Roma yönetimleri, yiyecek getiren tüccara çeşitli imtiyazlar bağışlamış ve zaman zaman da
bu görevi doğrudan üstlenmişti. Mısır, Kuzey Afrika ve Sicilya’dan buğday taşımak üzere
oluşturulan büyük filolar Roma’nın özel teşebbüse dayalı ekonomisinin en önemli
istisnalarından biriydi.
İmparatorluk, geniş bir yol ağına sahipti. Hemen hemen tamamıyla askerler tarafından
ve kamu kaynaklarıyla yapılan yollar daha çok askerî amaçlarla düzenlenmişti Bu yollar
üzerinde malların hareketi yavaş ve yüksek maliyetliydi. Deniz trafiği daha önemliydi. Bu
trafik, rüzgâr gücünün sağladığı imkânlara bağlı olarak yelkenli gemilerle yürüyordu. Ancak
yılın üçte birinde gemiler elverişli rüzgârlar için limanlarda bekliyordu, kalan üçte birinde ise
denizler tehlikelerle doluydu. Bu yüzden trafik, yazın dört ayında yoğunlaşıyordu. Gemiler
küçüktü, pek azının kapasitesi 200 tonu aşıyordu. Gemicilik kârlı bir iş de değildi. Akdeniz
ticaretinin en önemli kalemi tahıldı. Diğer önemli kalemler; zeytinyağı ve muhtemelen
şaraptı. Mısır ve Kuzey Afrika buğdayın ana kaynağıydı.
Kara ticareti daha değerli mallarla sınırlıydı. Çanak çömlek, cam eşya, kaliteli yün,
çeşitli süs eşyaları kara taşımasının yüksek maliyetlerini kaldırabilen başlıca mallardı. Odun
ve kereste yalnız inşa faaliyetlerinde değil, yakıt olarak da kullanılıyordu. Diğer önemli bir
ticaret konusu; önceleri fetihlerle bol miktarda elde edilen kölelerdi. Ancak imparatorluk nihai
sınırlarına ulaşınca köle arzı daraldı ve fiyatları yükseldi. Köleler, büyük çiftliklerdeki işgücü
ihtiyacının önemli bir bölümünü karşılıyordu. Zenginler çok sayıda köleye sahipti.
49
olmadıklarından ticaret açıklarını Doğu’da daima aşırı bir talebi olan altın ve gümüş gibi
madenlerden yapılmış paralarla ödüyorlardı.
İmparatorluk, Avrupa içinde ise komşusu barbar kavimlerle ticareti teşvik etmiyordu.
Askerî ve stratejik önemi olan malların imparatorluk dışına gönderilmesi yasaktı. Bu bölgede
çoğu Roma ihracatı lüks nitelikteydi. Çanak-çömlek ve bronz eşyalar en çok ticareti yapılan
mallardı. Bu ticaret karşılığında imparatorluğa, barbar dünyadan hayvan, orman ürünleri ve en
önemlisi de köle geliyordu.
Ticaret, Roma değerler sisteminde üstün bir yere sahip olmayıp aşağı sosyal sınıflara,
yabancılara ve kölelere bırakılmıştı. Ancak Roma hukuk sistemi, özel teşebbüse önemli
ölçüde serbestlik tanımakta ve ticari faaliyetleri cezalandırmamaktaydı. Sözleşmelerin
uygulanmasına, mülkiyet haklarının korunmasına ve anlaşmazlıkların süratli ve genellikle adil
bir çözüme kavuşturulmasına büyük önem veriliyordu. Hukuk sistemi, tüm imparatorlukta
ekonomik faaliyetler için tek ve uyumlu bir çerçeve oluşturmaktaydı. Roma, istikrarlı ve
sağlam bir para düzeni kurmuştu. Roma’nın altın parası Aureus, gümüş parası ise Denarius
idi. Ayrıca daha küçük değerli bakır paralar bulunuyordu. Bu paraların ayar ve ağırlığında
uzun süre önemli bir değişme olmamıştı.
Roma dünyası, insan faaliyetinin diğer alanlarında oldukça başarılı olmasına rağmen
sınai teknoloji alanında hareketsiz kalmıştı. Bu teknolojik kısırlık, İlk Çağ medeniyetlerinin
50
kültürel parlaklığıyla tam bir çelişki teşkil etmektedir. Bu konuda enteresan bir örnek su
değirmenleridir. Romalılar, su değirmenlerinden haberdar olmalarına rağmen çok az su
değirmeni inşa ettiler; bunun yerine insan ve hayvan gücüne dayanan değirmenleri daha
yaygın olarak kullandılar.
Mali problemlerini çözme konusunda vergi gelirleri yetersiz kalan devlet, bir çare
olarak paranın ayarıyla oynadı ve değerini sürekli düşürdü. Üçüncü yüzyıl boyunca süren bu
ayarlamalar, yüzyılın sonunda denariusun satın alma gücünün enflasyondan önceki değerinin
yüzde birine düşmesine yol açtı. Buna karşılık, maksimum fiyatlar ve ücretler belirlenerek
duruma bir çözüm getirilmeye çalışıldı, ancak bu da başarısız oldu. Enflasyon, bakır paralar
tamamen değersiz hâle gelinceye kadar devam etti. Dördüncü yüzyılın sonunda çok az gümüş
ve bakır para basıldı. Sonuçta imparatorluk, tamamen altına dayalı para sistemine geçti.
İmparatorluğun çöküş döneminin iki önemli ekonomik problemi; enflasyon ve para ayarının
bozulmasıydı. Bu hızlı enflasyon karşısında bir çare olarak vergilerin ürün ya da hizmet
şeklinde toplanması yoluna gidildi. Vergiler ayni olarak toplanınca ödemeleri de ayni yapma
zorunluluğu doğdu. Askerlerle memurlar maaşlarını ve bir kısım şehir halkı sosyal
yardımlarını ayni şekilde almaya başladılar. Böylece piyasa ekonomisi kaynak dağılımını
düzenleme, para ise bir değişim aracı olma fonksiyonunu önemli ölçüde kaybetti.
Ekonomik hayatın her yönünü etkileyen bu müdahaleci iktisat politikası, çok çeşitli
bürokratik kontrol mekanizmalarını kapsıyordu. Öncelikle esnafın ve tüccarın mesleki
özgürlüğü kısıtlandı. Başkentin yiyecek ihtiyacını karşılayan tüccar ve gemi sahipleri, bir
dernek hâlinde örgütlenerek bazı vergi bağışıklıklarını da kapsayan ayrıcalıklar kazandı, buna
karşılık meşguliyetleri babadan oğluna geçer hâle getirildi. Aynı şekilde vergi gelirlerinin
daha kolay toplanabilmesi için her meslekten esnafın bir esnaf cemiyetine girmesi zorunlu
kılınarak esnaf cemiyetleri resmî birer devlet organına dönüştürüldü. Esnaf üyesi, bulunduğu
bu derneği terk edemezdi. Bu kişilerin servetlerinin aynı meslek grubu içinde kalabilmesi için
evlenme hakları kısıtlandı ve çocukların baba mesleğine devamı zorunlu hâle getirildi.
Bütün bu gelişmelerin sonucunda, Roma İmparatorluğu gibi dünya çapında bir siyasi-
ekonomik birliğin vatandaşlarına sağladığı kazançlar azaldı; vergiler arttı; devletin ticarete
verdiği destek kayboldu. Bölgesel küçük birlikler, Roma İmparatorluğu’ndan daha fazla
güvenlik sağlar hâle geldi. Devletin koruma sağlama fonksiyonunu tam olarak yerine
getirememesi; mahallî güçlerin bu boşluğu doldurmasına ve adli, mali ve hatta siyasi
bağımsızlık kazanmalarına neden oldu. Batı Roma İmparatorluğu’nun 476’da Cermen
istilacılar karşısında yıkılması, bu süreci tamamladı ve Batı Avrupa’da küçük ölçekli siyasi-
ekonomik birliklerin Orta Çağ boyunca bin yıl sürecek egemenliğini başlattı.
Yalnız imparatorluğun doğu ve batı bölgeleri, farklı bir gelişme seyri izledi. Doğu
Roma İmparatorluğu, bin yıl daha varlığını sürdürebildi. Bu farklılığın çeşitli nedenleri vardı.
Doğu eyaletleri batıya göre daha zengin ve yoğun nüfuslu olduğundan imparatorluğun
savunma harcamalarını ve bürokratik yükünü daha kolaylıkla taşıyabildiler. Ayrıca doğu
eyaletleri, ihraç edilebilir bir tahıl fazlasına ve mamul mallara sahipti. Daha yoksul ve seyrek
nüfuslu olan Batı Roma İmparatorluğu, daha büyük bir askerî tehditle karşı karşıyaydı. Batı
Roma İmparatorluğu, Cermenlerin ve 5. yüzyıldan itibaren de Hunların baskısı altındaydı.
İkinci yüzyılın ortalarından itibaren hemen hemen sürekli savaş vardı. Ayrıca Batı Roma
İmparatorluğu’nun sosyal problemleri de daha ciddi ve derin temellere dayanıyordu.
53
Uygulamalar
54
Uygulama Soruları
55
Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti
56
Bölüm Soruları
b) Şehirlerin gelişmesi
a) Altın ve gümüş
b) Altın
57
c) Gümüş
d) Bakır
Cevaplar
58