Professional Documents
Culture Documents
Anadolu yaşayan öğeleri içeren zengin bir müzedir. Avrupa kıtasının tümünde bitki
türlerinin sayısı yaklaşık 12 500 kadar olmasına karşın bugün sadece Anadolu’da saptanmış bitki
türü sayısı hemen hemen bu sayıya yaklaşmıştır (11 000 üzerinde). Bunların yaklaşık üçte biri
Türkiye’ye özgü (endemik) türlerdir. Hayvan türlerinin sayısı ise Avrupa kıtasında yaşayanların
hemen hemen bir buçuk katı kadardır (80 000’in üzerinde).
1
bileşimiyle hala yaşatmaya devam etmektedir. Gelecekte çok daha verimli, hastalıklara dayanıklı
ırkların elde edilmesi, biyoteknolojiye gen kaynaklarının sağlanması Anadolu’daki bu yabani
formların korunmasına bağlıdır. Bu da onların yaşadığı habitatların (yaşam ortamlarının)
bilinmesine ve özenle korunmasına bağlıdır.
Dünyada artık pek az bir yörede yumurtlama olanağı bulabilen deniz kaplumbağalarının
(Caretta caretta ve Chelonia mydas) ve Nil kaplumbağasının (Trionyx triunguis) soylarını
sürdürebilmesi büyük ölçüde Türkiye’nin kumsallarının ve kıyılarının korunmasına bağlıdır. Soyları
tükenmekte olan ve sayıları artık parmakla sayılacak kadar azalmış olan kelaynakların (Geronticus
eremita) kuluçkaya yattıkları yer olan Birecik de bu topraklar üzerinde bulunmaktadır.
Birçok canlı grubunun yayılışını bugünkü kıta konumlandırması ile açıklamak olanaksızdır.
Yakın geçmişe (1912) kadar hiç kimse kıtaların bir zamanlar bugünkü bulundukları yerden
başka bir yerde olabileceğini düşünmemişti. Alman meteorolog ve yer bilimci Alfred Wegener
1911 yılında kütüphanede araştırma yaparken Güney Amerika’nın doğusu ve Afrika’nın batısında
bulunmuş ve birbiriyle aynı olan bitki ve hayvan fosillerini listeleyen bir bilimsel makaleye rastladı.
2
Bu bilgi ilgisini çekti ve büyük okyanuslar tarafından ayrılmış ama birbirine benzer organizmaları
araştırmaya girişti. O zamanın bilim adamları bu durumu kıtalar arasında bir zamanlar var olmuş
ve artık su altında kalmış kara köprüleriyle açıklıyorlardı. Ancak Wegener Güney Amerika’nın doğu
kıyısında bulunan dirsek şeklindeki çıkıntının Afrika’nın batı kıyısındaki girintiye tam bir uyum
içinde olmasını bir rastlantı kabul etmiyor bu iki kıtanın bir zamanlar birlikte olduğunu
savunuyordu.
Wegener 1912’de Kıta Kayması Teorisi’ni anlatan bir kitap yazdı. Başlangıçta tüm kıtaların
Pangea adlı tek bir kıta olduğunu sonradan parçalanıp dağılarak zamanla günümüzdeki yerlerine
ulaştığını varsayıyordu. Wegener’in kıtaların kayması teorisi meslektaşları tarafından ateşli olarak
tartışılmaya başlandı ve birçoğu bu görüşü reddetti. Çünkü Wegener’in bizzat kendisi de dahil hiç
kimse kıtaların magma üzerinde kaymasını sağlayacak gücü açıklayamıyordu. 1960 yılında Harry
Hess adındaki Amerikalı bir jeolog Wegener’in zamanında bulunmayan uygun araç ve
ekipmanların yardımıyla Wegener’in teorisinin doğru olduğunu ispatlamıştır.
Koskoca kıtaların altındaki yarı yapışkan sıvı üzerinde bir buzul gibi yılda birkaç santimetre
kaymasını sağlayan kuvvetin varlığı artık tartışılmamaktadır. Hem okyanus tabanları hem de su
düzeyinin üstünde kalan karalar yani litosfer, astenosfer denilen yeryüzünün bükülebilir sıcak
kısmının üstünde yüzmektedir. Dünyadaki radyoaktif elementlerin parçalanmasıyla ortaya çıkan
ısı dünyanın iç kısmında oluşan ısıya bağlı akıntıları yönlendirir. Bu akıntılar da yüzeydeki
tabakaları her yıl birkaç cm iter. Bu kuram depremlerin, volkanların, dağ sırası oluşumlarının ve
daha birçok jeolojik doğa olayının da sebebini açıklamaktadır.
3
Şekil 1. 225 milyon yıl öncesinden günümüze kadar değişik zamanlardaki kıtaların posizyonları
http://www.britannica.com/EBchecked/media/172046/The-location-of-Earths-continents-at-various-times-between-225
Bundan 200-225 milyon yıl önce (Permiyen sonunda) dünyada Pangea denen tek bir kıta
vardı. Bu dönemde dünyada ilk dinozorlar ve memeli öncüleri yaşıyordu. Anadolu’nun büyük kısmı
sular altında olduğu için bu döneme ait dinozor fosilleri bulunamamaktadır. Daha sonra bu ana
kıta ikiye ayrıldı. Kuzeyde kalan kısım Laurasia’yı güneyde kalan kısım ise Gondwana’yı yaptı. Her
iki kıtanın arasında ise bütün dünyayı bir kuşak gibi saran ve karasal ve tatlısu canlıları için mutlak
bir bariyer oluşturan ‘Tethys’ denizi oluştu. Ülkemiz kuzeyde yer almış ve böylece güneydeki
faunadan büyük ölçüde ayrı kalmıştır. Ülkemizin eski (Permiyen’den sonraki) canlı formlarının
Afrika’dan çok Avrupa ve Asya elemanlarına benzemesi de bu nedenledir.
Kuzeydeki kıta yani Laurasia parçalanarak Kuzey Amerika kıtasını, geri kalan kısım ise
Avrupa-Asya kıtasını yani ‘Eurasia=Avrasya’ yı yapmıştır.