You are on page 1of 5

 Yeni Üye  Üye Girişi  Sepetim (0)

Arama ARA

Anasayfa / Güncel / Dostoyevski: Yeraltı Adamı Üzerine Kısa Bir Deneme

Dostoyevski: Yeraltı Adamı Üzerine Kısa Bir Deneme Diğer Yazılar


Derviş Aydın Akkoç
8 Mart 2009 Pazar

Hiç kuşku yok ki, her insanın içinde bir öfke canavarı, acı çeken kurbanın haykırışlarından aşırı
zevk duyan bir şehvet canavarı, zincirinden boşalmış bir canavar; hastalıkların,
romatizmaların, hasta böbreklerin verdiği acılarla beslenen bir canavar yatar.

(Dostoyevski, Karamazov Kardeşler) 2 Temmuz 2023 Pazar


Hüseyin Kırmızı
Dostoyevski romanlarında olay örgüsünün içinde aktığı mekân, kendi aralarında 2 Temmuz: Sivas Katliamı’nın 30.
çatışmalı, gerilimlerle yüklü olan iki düzlemden oluşmaktadır. Bu çatışma halinde olan Yıldönümü
mekânlardan bir “yeraltı”; öteki ise yeraltına karşıt ve kimi durumlarda ona kaynaklık Zaman Aşımı, Zamanı Aşmak ve Devlet
eden, boşluktan ziyade dolulukla yüklü olan “şölen” alanıdır. Mekânlar arası çatışma, iç içe Zaman aşımına uğratılmak istenen
geçme, birbirine dayanak oluşturma gibi durumlar anlatı boyunca kesintisizdir. Mekânsal yalnızca katliamın kendisi değil, en
yer değiştirmelerin belirleyici etkilerilerini ruhsal dünyalarında taşıyarak kurulan başta katledilenin öznesi olduğu dinî
karakterler Dostoyevski’nin ilk romanından son romanına değin kimi özellikleri açısından evrendir. Dolayısıyla katilin ve maktulün
neredeyse değişmeden kalmışlardır: Aidiyet duygusu parçalanıp gururu yaralanmış, adı zikredilmez, zikredildiği anda
öznellikleri silinip varlıkları birer fazlalık haline gelmiş, edimleri kötürümleşip yaratıcılıkları “milletin birliği ve bütünlüğü” zan
hadım edilmiş, ruhları paçavralaşmış karakterlerdir. altında bırakılır. Bu nedenle Sivas
Katliamı hakkında konuşulurken dinden
Toplumsal yaşama uyumda sorunlu, gündelik ilişkilerinde fazlasıyla yakışıksızlardır.
söz edilse ya da Alevilerin katliama
Dışlarındaki dünyanın insanlarınca hırpalanmış, aşağılanmış, horgörülmüş, kimi zamansa
uğradığı vurgulansa bile katliamın bir
tersine varlıkları dahi fark edilmemiştir. “Fark edilmeyişin”, gurur yarasının, incinmenin,
Alevi-Sünni sorunundan
yönsüzlük duygusu ve onun yarattığı baş dönmesinin etkisi altındadırlar. Ruhlarına
kaynaklanmadığında âdeta milli bir
dadanan bu yakıcı duygulardan sıyrılmak arzusundadırlar. Öyle ki, İnsancıklar’da olduğu
hassasiyet gereği ısrar edilir.
gibi içlerindeki “derin sızıyı bastırmak” için “böcekleşmek” pahasına dahi olsa kaçıp
sığınacak, ana rahmi denli güvenli ve sıcak sığınaklar aramaktadırlar kendilerine.
Başkaları tarafından görülmek istemi ruhlarını kasıp kavurmaktadır; görülmek varlıklarının
birer fazlalık olduğu hissine kısa devre yaptıracak yegâne durumlardan biridir. Bundan
ötürü beşinci dereceden memur Makar Devuşkin İnsancıklar’da “topluma kendisinin de
gerekli bir insan olduğunu”[*] kanıtlamak için acılar içinde çırpınıp durur; oysa kendisini
bir “kağıt faresi” olarak tanımlar. Basit, sıradan işlerle uğraşan, “azarlamalar, iğneli sözler,
hor bakışlar” ile “yüreği parçalanmış” bir kağıt faresidir. Ötekilerin eylemleriyle gururu
incinip ezilen karakter, görece uyumlu ve sorunsuz olanların dünyasından hızla
uzaklaşmak ister çünkü yine Makar Devuşkin’de olduğu gibi “insan bazen köşesine siniyor,
dışarı adım atmaya korkuyor... elinden başka ne gelir zavallının, alaya alınmış, gururu bir
paralık edilmiştir. Aile hayatı, günlük yaşayışı edebiyata konu edilmiştir. Herkes okumuştur 27 Haziran 2023 Salı
onu, gülmüştür!” diye düşünmektedir. Meriç Gök
Holokost ve Nazi Irkçılığının
Bu gururu bir paralık edilmiş karakterin “kendi köşesine çekilmesi” daha ilk romanda
Kökenleri
karşımıza çıkar. Gerisin geri yaralanarak sıvışılan bu köşe, türlü duyguların birbirinin
Nazi savaş aygıtının bir parçası olarak
içinden geçerek karmaşıklaştığı, karanlık ve puslu, havasız ve basık “zifiri karanlık, son
en küçük ayrıntısına kadar planlanmış
derece pis” kiralık odalardır çoğu zaman. Basık, havasız ve rutubetli, mezardan farksız
olan bu kamplar, devasa bir
izbe odalarda yaraları kanadıkça kanar. Kanamalar sonuna kadar mağrur oluşlarıyla
organizasyondu ‒ sadece esir
ilişkilidir. Ezilmiş ve Aşağılanmışlar’ın Vanya’sı Nataşa adlı karakterin uğradığı hayal
kamplarındaki Sovyet savaş esirinin
kırıklıklarının ruhunda yarattığı çiziklerden bahseder. Nataşa incinmiş, çok acılar çekmiş
sayısı 3,3 milyon ve Avrupa’nın dört bir
bir kadındır. O da köşesine çekilmiştir. Hakarete uğramıştır. Zamanla çekildiği köşesine
yanına yayılmış olan çalışma
alışır. Vanya bu insanlar için “köşelerini öyle çok severler ki, zamanla yabanileşirler orada”
kamplarında zorla çalıştırılan işçilerin
diye belirtir. Bu zifiri karanlık mahzenlerde “gururunu her şeyin üstünde tutan” hırpalanıp
sayısı ise zaman zaman on iki
horlanmış karakter, ruhunda açılan yırtıkları dikmeye çalışır. Dikiş tutmaz yaralarıyla kendi
milyondur.  Kamplarda Nazi
köşesine
İnternetçekilmiş karakter,
sitemizde çerezlerden ×
Delikanlı’da olduğu gibi onu şölenle ilişkilendirebilecek
diktatörlüğünde ari ırka mensup
neredeyse “bütün bağları koparma”
faydalanılmaktadır. Ayrıntılı bilgi niyetindedir. Benzer bir tutum, Suç ve Ceza’daki
olmayanlarla ari ırka mensup olduğu
Raskolnikov
için Gizlilikkarekterinde
Koşullarını şölensel “yaşamı büsbütün yadsıma” radikalliği ile “herkesten, halde Nasyonal Sosyalizm dışında bir
herinceleyebilirsiniz.
şeyden tam anlamıyla uzaklaşarak, bir kaplumbağa gibi kendi kabuğuna çekilme”
siyasal ideolojiye veya kanaate sahip
aşamasına vardılır.
olan tutsaklar, ölmeyecekleri kadar
İşte bu içine girilen kabuk, bu sarıp sarmalayan zifiri karanlık; bu parçalanmış, kararsız ve beslenmelerine izin verilerek zorla
hareketli, kimi zaman gerçek, kimi zamansa ruhsal bir düzlem olan mekân “yeraltı”dır. Bu çalıştırılıyorlardı.
ele avuca sığmaz mekânın çatışma halinde olduğu karşıt mekânla olan sınırları
birbirlerinden kesin çizgilerle ayrılmamaktadır. Sınır olarak görülebilecek mıntıkalar
fazlasıyla bulanık ve dağınıktır. Yeraltı metaforu Dostoyevski’de ilk romanından son
romanına değin çoklu mekânsal kuruluş içinde şu ya da bu şekilde kendini belli eder;
hissettirir. İçine çektiği insanı ruhsal olarak küflendiren, hastalıklı bir “canavar”, bir böcek,
Karamazov Kardeşler’in İvan Karamazov karakterinde olduğu gibi bir “tahtakurusu” haline
dönüştürür.

Yeraltına çekilmiş ya da çekilmek zorunda kalmış yaralı karakterlerin İnsancıklar, Ezilmiş ve


Aşağılanmışlar, Beyaz Geceler gibi romanlardaki ilk örneklerinden sonra Dostoyevski bu
karakterlerin neredeyse tüm özelliklerini bir kişide cisimleştirir. Oraya buraya savrulmuş
24 Haziran 2023 Cumartesi
parçaları biraraya getirir. Somut olarak görünür kılınmaya çalışılan bu karakterin ruhsal
Belma Fırat
gerilimlerini, açmazlarını, hastalıklı ruhsal yapısını vb. kaleme alır. Büyük metafizik
“Kitleler Faşizmi Neden Arzular?”
anlatıların içinde yer alacağı romanların ilki ortaya çıkar: Yeraltından Notlar.
Sorusu Üzerine Düşünceler
Deleuze ve Guattari’ye göre, ancak ilkel
Bu romanla birlikte ilk romanlardaki anlatının tek düzeliği zemin kaydırılarak tekillikten
çoğulluğa yer değiştirir. Söylemsel kuruluş mekânsal kuruluşta olduğu gibi çok katmanlı ve despotik toplumlarda belirli
biçimlerde kodlanmış ve aşırı
bir hale gelerek sürekliliği, gel gitleri, kopuş ve geri dönüşleriyle giderek derinleşip
zenginleşir. Bu durum Mihail M. Bahtin’in “Dostoyevski’nin romanlarının başlıca kodlanmış arzu akışlarının kodunu
çözerek işleyen kapitalist toplumsal
karakteristiği, bağımsız ve kaynaşmamış seslerin ve bilinçlerin çokluğu, tamamen meşru
seslerin sahici bir çoksesliliğidir”(1) dediği aşamaya değin durmaksızın sürüp gider. Yeraltı’na örgütlenme modelinde, Ödipus’un
arzunun temsilcisi olarak
çekilen karakterin ruhsal dünyası tekil değil çoksesli bir muhteviyata bürünür. Bu çok
sesliliğin en güzide örneklerinden biri Karamazov Kardeşler’de Ivan Fyodoroviç’in içindeki içselleştirilmesi nihayete varır.
Kapitalizmde arzu akışlarının kodunu
şeytanla konuştuğu, yüzleştiği bölümdür. Burada benlik ikiye yarılır; yarığın içinden doğru
birbiriyle kırın kırana bir çatışmaya giren iki ses vardır artık. Dışlanan, ötelenmeye ve çözen ya da Deleuze ve Guattari’nin
ifadesiyle aksiyomatikleştiren, insan
bastırılmaya çalışılan ses kapatıldığı kuytulardan çıkar. Bilinçdışının bilince vurması gibidir
bastırılmış sesin yükselişi. Negatiflenen sesin varlığı mevcut sesin kendisini bir hayli yerine para vasıtasıyla işlemek
hasebiyle, ittifak ve hısımlık ilişkilerini
rahatsız eder. Ivan, kendi içindeki bu ikinci sesi “benliğimin yalnızca bir yanısın...
düşüncelerimin, duygularımın –ama yalnızca en iğrenç, budalaca olanlarının aldığı bir ikame ederek kodlama gereğini
ortadan kaldıran bir mübadele sistemi
biçimsin” diyerek tanımlar.
olan sermayedir.
İlk romanlarda belli belirsiz, sisler içinde silik, olay örgüsü içindeki mekânsal salınımlardan
ötürü kavrayışın kimi zaman uzağına düşen bir mekân olarak yeraltı ve içine alıp yuttuğu
insan, Yeraltı Adamı’nın çoksesliliği ilk olarak Yeraltından Notlar’da işlenmiştir.

İçinde yaşadığı dünya incitmiştir Yeraltı Adamı’nı. Şölen’de yer alamamış bir adamdır.
Yeraltına ürkek bir “sıçancık” gibi sıvışıvan, mevcut toplumsal ilişkilerindeki tıkanmışlığın
nedenlerini enine boyuna bulanık zihninde anlamaya çalışan fakat bir türlü beceremeyen
bir adamdır. Yarı meczup, asabi ve korkak, duygularının esareti altındadır. Karmakarışık
duygularında, kanı ve düşüncelerinde baskın olan öğe kararsızlıktır. Yeraltı Adamı, onu bu
hale getiren toplumsal-ahlâki “değerlere” kafa tutup isyan eder. Bu değer yargılarına yıkıcı
bir biçimde yükleniş kendi dolayımlarında hezimetle sonuçlanacaktır ve sanki Yeraltı
Adamı bu hazin hezimeti önceden bilir gibidir. Değiştiremeyeceğini, etkide
bulunamayacağını sonuna kadar bildiği halde değerler dünyasına bir yılan gibi kıvrılarak 21 Haziran 2023 Çarşamba
girmeye çabalar. Mevcut ahlâki değerleri soğuk gövdesinde sarıp sarmalamaya ve Osman Kavala
mümkünlüğü ölçüsünde de etkisiz kılmaya çalışır; fakat yeteri kadar kuvvetli “SS Subayının Koltuğu” (II): Nihai
olmadığından değerleri boğamaz. Dişlerini geçirip değerlerin etlerine içindeki küflü zehri Çözüm Üzerine
akıtamaz. Korkaktır! Öyle ki, korkaklık ve basiretsizliğinden ötürü bir müddet sonra dışarı Lee kitabının “Yeni Dünya’dan Kalma
salamadığı kinini bu kez kendi içine salar. Kendisine dolanıp kendisini boğmaya yeltenir. Fikirler” başlıklı bölümünde, araştırması
Durmaksızın kendini hırpalayarak aşağılar! sonucu Robert Griesinger’in babası
Adolf’un 1871 yılında New Orleans’ta
Parçalı ve dağınık, ele avuca sığmaz yeraltında ahmakça düşler kurar, gerçeklik de doğduğu, ırkçılığın yoğun biçimde
incitmektedir onu. Düşlerine sığınır. Yırtıklar, sökükler içindeki zihninde düşler ve yaşandığı Louisana’da büyüdüğü,
düşünceler kar taneleri gibi uçuşmaktadır; kar tanelerinden birini yakalıyıp ötekine Adolf’un annesinin köle ticaretiyle
eklemeye, oradan da anlamlı ve tutarlı olabilecek “bütünlüklere” ulaşmaya çabalar fakat uğraşan bir aileden geldiği,
bunu da beceremez. Nedensiz ve sonuçsuz gibidir. Gerçekliğin buz gibiliğine duygularının büyükbabası ile büyükannesinin
ılıklığı ile müdahalede bulunmaya çalışır fakat hazindir ki bu eylem de kendi içinde “bölgede yaşayan siyahları dövmenin
beyhudedir. Deneyimlerinden, incinmişliğinden, gurur yarasından, ahmakça kanılarından ve hatta öldürmenin kabul edilebilir
yarattığı öfke kıvılcımlarıyla gerçek yaşama saldırır; gerçek yaşamın otoriterliği altında bulunduğu çevrelerle” ilişkileri olduğu
giderek sabitlenmiş, donuk ve mat, keçeleşmiş yaşamı çekip çıkarmaya çalışır. “Yaşam bulgularına ulaşmış.
yaşamdır, kare kök almak değil” diyerek açılıp saçılan, uçsuz bucaksız, kandan, acılardan,
direnmelerden oluşturulan,
İnternet sitemizde içinde kendisinin de olmak istediği bir dünyayı istatiksel,
çerezlerden
analitik ve bilimsel olanın
faydalanılmaktadır. sınırlarından
Ayrıntılı bilgi koparıp almak ister. Aklın otoriterliğine karşı
iradeden gıdasını almış
için Gizlilik Koşullarını “istemi” öne çıkarır; ahlâkın çelik zincirlerinin halkalarını istemin
ateşiyle eritmek istemekteidir. Trajiktir ki, söylediklerine, düşündüklerine, öne
inceleyebilirsiniz.
sürdüklerine, kendisi de inanmamaktadır; bu inançsızlıkla ruhundaki yarıklar giderek
genişler, çekilen acılar katmerlenir ve öyle ki acı artık incitip yakan bir duygu olmaktan
uzaklaşıp haz veren serin bir duygu haline gelir. Başkalarının aşağılamasından, hor
görmesinden, incitmesindense Yeraltı Adamı kendisini kendisi aşağılayıp horlar, hakir
görür, incitip hırpalar. Kendini aşağılamadan duyulan haz sürekliliği ölçüsünde giderek
yoğunlaşır ve Yeraltı Adam’nın sızlayan yüreğinin görkemli bir avutucusu haline dönüşür.

Romanın ilk cümlesi şölene, şölendekilerin dinginliğine, onların sağlıklı bedensel ve


ruhsal yapılarına tezat teşkil edecek kışkırtıcı bir cümleyle başlar: Ben hasta bir adamım...
Şölen dünyasına müdahale etmeye yeltenmiş fakat etkili olamamış bundan ötürü de
kendi içinde büyük bir “tıkanma” duygusu yaşamakta olan Yeraltı Adamı hasta bir
adamdır. Hastalık, sağlığın karşıtı bir pozisyonun dışavurumu olabileceği gibi
18 Haziran 2023 Pazar
şölendekilerin ikiyüzlülükle yüklü sahte erdemlerinin “dürüstlük” olarak ifade edilen
Osman Kavala
tutumuna karşıt olarak dile getirilen sevimli ve zararsız, uydurulmuş bir “yalan” da olabilir.
“SS Subayının Koltuğu” (I):
Bu iki olasılıktan ikincisi, yanı cümlede sarf edilen hastalık halinin gerçekte olmadığı daha
Ebeveynlerin Suçları
baskındır. Görülmek, duyulmak, ilgi çekmek için söylenen bir cümle gibidir. Çünkü yıllarca
İnsanlığa karşı işlenmiş büyük suçlarla
karanlık mahzeninde, insanların dünyasından uzakta fakat onları bir “delikten dinleyerek”
ilgili toplumsal yüzleşmelerin
geçirmiştir Yeraltı Adamı yıllarını.
gerçekleşebilmesi devlet kurumlarının
Hasta bir adamım ben diye başlayan cümle ve hemen ardından bu cümleyle ilişkili olan bu yönde politika yürütmeleriyle,
öteki cümleler aslında Yeraltı Adamı’nın hasta olmadığını satır aralarındaki duyguların yargılamalarla, maddi ve manevi telafi
yardımıyla belli eder. Yeraltı Adamı hasta falan değildir; bu hastalığı düpedüz kendisi edici mekanizmaların işletilmesiyle ve
uydurmuştur. Bir böcek dahi olamadığından yakınan Yeraltı Adamı bir kurgu, bir fantezi, bir geçmişte olan adaletsizliklerin her
ilgi çekme aracı olarak hastalığını kendisi uydurmuş ve hatta adeta icat etmiştir. yurttaşın öğrenmesi gereken bir tarih
bilgisi haline getirilmesiyle mümkün
oluyor. Bunların yapılmıyor olması
Yeraltı Adamı, psikanalizin “hastalık hastası” olarak tanımladığı bir karakterdir. Bülent
sadece bireyleri suskun kalmaya teşvik
Somay bir makalesinde bu konuyla ilgili şöyle demektedir: “Hastalık hastası, kendi
etmekle kalmıyor, onları bir kamusal
bedeninde duygusal (ve duyumsal) bir yatırım yapabilmek için, bedenini sürekli hasta,
suç haline gelen reddetmeme tavrıyla
zelil, ilgiye ve şefkate muhtaç bir hâle getirme (ya da öyle tasarlama) ihtiyacı içindedir”.(2)
ilişkilendirmiş oluyor.
Bu hastalık hastası olmanın tıptaki adı “hipokondriyak”tır. Bu hastalığa tutulmuş kişi
kendinde esasında olmayan kimi hastalık halleri yaratır. Psikanalizin hipokondriyak
teşhisine rağmen Yeraltı Adamı’nın hastalık uydurmasının nedenleri metnin bağlamı
düşünüldüğünde şölende yer alanların, ötekilerin ilgisini çekmek isteminden ayrı
düşünülemeyeceği kanısındayım. Bağlamdan kopulduğunda psikanalizin bireyin kendi
kendine duyduğu yoğun ilgiden ötürü ortaya çıktığını iddia ettiği durum olarak hastalık
hastalığından söz etmek gerekir ki, bu edebiyat metinlerinin psikanaliz okumaları
yapılırken sıklıkla tekrarlanan hatalarındandır. Bir ifade, bir jest, bir mimik, bir duygu
parçaçığı ele alınır ve bunun metinle olan ilişkisi kesilip biçilir, mevcut literatürün
kavramlarına indirgenip olduğu yerde sabitlenir, taşlaştırılır ve nihayet kavramsal
düşüncenin koridorlarından geçirilerek semptomlar vasıtasıyla parçalanıp delik deşik
edilir. Salt psikanaliz üzerinden yapılan değerlendirmeler bağlamı çoğu zaman gözden
kaçırdıkları için dar-psikanaliz okumalar olarak kalmaktadırlar.

Psikanalizin mevcut kavramları üzerinden Yeraltı Adamı’nın bu ilk cümlesini ele


aldığımızda bireyin kendi kendisine duyduğu kesif ilgiden, kendisini merkeze almış
olmasından ötürü bu bireyi “narsist” olarak tanımlamak –ki Bülent Somay da dahil pek çok
yorumcu öyle tanımlamıştır- mümkündür. Narsistik kişilik özelliği olarak bireyin ilgi ve
şefkate olan ihtiyacı Yeraltı Adamı’nda mevcuttur fakat Yeraltı Adam’ı sadece ilgi ve
şefkate yönelimli bir birey değildir. Yeraltı Adamı, libidosundaki duygusal oluşumlarını
dışarıya, şölene, onu inciten ötekilere –subaya mesela-, yöneltip boşaltamaz; kendi içine –
kendi egosuna- boşaltıp ısrarla kendisinden iğrenir, kendisinden uzaklaşmak ister ve bu
anlamda da narsistik özellikler gösterir. Fakat şu husus da söz konusudur ki narsisizmde
“kendine kapanma doyum sağlamaz, benliğe zarar verir; benlik ile öteki arasındaki sınırın
silinmesi yeni ve ‘başka’ olan hiçbir şeyin hiçbir zaman benliğe girmemesi anlamına gelir;
benlik silinip süpürülmüştür...”(3) Yeraltı Adamı bu anlamdabir karakter bozukluğu olarak
büsbütün bir narsist kişilik sergilememektedir. Benliği kendi edimlerince silinip
süpürülmemiştir. Öteki ve benlik arasındaki sınırlar topyekün ortadan kalkmamış,
kapanma pratiği mutlak boşluk biçiminde tezahür etmemiştir. İçe kapanmanın nedenleri
arasında kendine duyulan yoğun ilginin varlığı kuşkusuz inkâr edilemez. Fakat bununla
birlikte şu durumun da varlığı gözden kaçırılmamalıdır: Dostoyevski’nin Yeraltı Adamı
esasında gururu yaralanmış, ruhu incinmiş, aidiyet duygusu paramparça olmuş bir birey
olarak aslında daha ilk romanından itibaren yaratılan, bütünlenmeye, parçacıkları biraraya
getirilmeye çalışılan bir bireydir. Yeraltından Notlar’ın Yeraltı Adamı, bu yaratılma sürecinin
uğrağındaki bir karaktere
İnternet sitemizde tekabül etmektedir yalnızca. Çünkü aşağılık bir örümcek gibi
çerezlerden
kendi köşeme çekildim Ayrıntılı
faydalanılmaktadır. ve zehirli ağlarımı ördüm diyen Raskolnikov da en az Yeraltından
bilgi
Notlar’daki kadar hâlâ Yeraltı
için Gizlilik Koşullarını Adamı’dır ve Raskolnikov şahsında süreç devam etmektedir.
Fakat Yeraltından Notlar’da olduğu gibi değildir artık karakter; korkaklığı yerini cesarete
inceleyebilirsiniz.
devrederken kararsızlığı yerini karara bırakır. Kendini aşağılama -kendinden tiksinme
devam etse de- yerini yavaş yavaş “ötekilerini” aşağılamaya doğru kaydırır. Libidonun
duygusal yaratımları bireyin içine sarkmaktan görece azade olup sınırlarından taşarak
“dışarıya”, dışarıdakine yönelir. Yeraltından Notların ilk cümlesinden hemen sonra gelen İçi
hınçla dolu bir adamım ben ifadesindeki hıncın içe gönderilmesine ara verilip dışarıya
taşmasına zemin hazırlanır. Raskolnikov’un gözünde bir bit, bir hamamböceği kadar değeri
olmayan tefeci kadına, onun nezdinde tüm bir toplumsal-ahlâki alana yönelir. Hastalık
hastalığı olarak hipokondriyak kısa süreliğine de olsa askıya alınır, narsistik kişilik
unsurlarının kesin sınırları giderek bulanıklaşmaya başlar. Yeraltı Adamı bambaşka
duyguların çevrelediği ruhsal durumlara doğru salınmaya, gidip gelmelere başlar. Bu
gidip gelişler esasında yukarıda kısaca değindiğim birbirine karşıt olan iki çatışmalı
mekân arasındaki yer değiştirmeler, salınımlar, iç içe geçmelerle ilişkili bir durum gibidir.
Mekân öylesine önemli bir öğedir ki, bireyin eylemlerinin düşünce aşamasında eylem
kararının alınmasında son derece etkilidir. Raskolnikov baltalarayak kafasını koparıp
atacağı kurbanını ortadan kaldırma fikrini bir odadan ziyade küçücük bir dolap olarak
niteleyip çekildiği köşesinde, tüm ayrıntılarıyla tasarlamıştır. “Son bir ayı aşkın zaman
içinde orada, o köşede, o korkunç dolapta olgunlaşmamış mıydı bunlar?” sorusu bu
durumun en açık göstergesidir. İçi hınçla dolu Yeraltı Adamı’nın donukluğu, eylemsizliği
Raskolnikov’da yerini eyleme bırakır. Ortadan kaldırmayı arzuladığı kurban, içinde
zamanla biriken hıncın taşıp yöneldiği yegâne nesne-kurban haline dönüşür. Eylemin
meşruluğu Raskolnikov’un zihninde her geçen an netleşir. Kırıldığından, incindiğinden ve
her şeyden önemlisi aşağılandığından kendinde, buna sebebiyet verenleri ortada
kaldırmanın haklı argümanlarını bulur.

Nurdan Gürbilek, ezilmişin içindeki bu şiddet içdügüsünün kendisini meşrulaştırması


meselesini “mağduriyet” kavramı üzerinden son derece derinlikli bir biçimde
değerlendirir. Raskolnikov’un işlediği cinayet ve aslında ondan da önce bir bütün olarak
itilip ötelenmiş olanların durumu için Gürbilek: “mağdurun bazen neden bir eziklik ve
ıstırap (hatta bir intikam ve hınç) diline kilitlendiğini, bugün bastırılmış olanın yarın hangi
içeriklerle geri dönebileceğini, bugün aşağılanmış olanın yarın nasıl kendinde başkalarını
aşağılayacak enerjiyi bulduğunu, nihayet mazlumluğun bazen neden baskıcı iktidar
taleplerinin temel harcına dönüştüğünü de anlamamızı sağlar”(4) diye yazmaktadır.
Mağduriyetin beslediği eylemlerin iktidar ilişkilerine eklemlendiğinde mağduru/kurbanı
bulunduğu düzlemden karşı düzleme –zalimliğe/cellatlığa- savurması tehlikesi karşısında
Nietzsche’nin “bir canavarla boğuşurken canavarlaşmamak için uyanık olmalı”
ifadesindeki uyanıklığın gösterilmesi gerekmektedir. Fakat Raskolnikov bu uyanıklığı
gösteremeyip toplumsal-ahlâki değerleri elinde tutan korkunç canavarlarla boğuşurken
bir süre sonra yaralanmış gururu, zedelenmiş benliğinden kopan “zincirinden boşalmış
bir canavar; hastalıkların, romatizmaların, hasta böbreklerin verdiği acılarla beslenen bir
canavar” haline gelir.

Hıncın eylemle birleşerek kendini olanca vahşiliğiyle somutlaştırıp dışarıya kanalize


etmesi Raskolnikov’da uç noktalarına varırken Budala’nın karakteri Prens Mışkin’de bu kez
ahmaklığa varacak kadar yoğun olan bir saflık ve iyimserlik şekline bürünerek büsbütün
ortadan kalkar. Prens Mışkin sara hastasıdır, doğru dürüst konuşamamaktadır. Tedavi
gördüğü İsviçre’den Petesburg’a yıllar sonra geri döner. Yeraltı bu kez İsviçre’de tedavi
gördüğü küçük bir köydür. Fazlasıyla saf ve uysaldır. Hırpani görünümü, budalaca
tavırlarıyla kendini bir “hiç” olarak gören Prens Mışkin İsviçre’de geçirdiği yıllardaki
yeraltına çekilmişlikten yorgun düşmüştür. Tek bir amacı vardır artık: “iyi insanlar arasına
girmek”. İçinde herkesin ve her şeyin yerini bulduğu şölen’e tüm incinmişliklere rağmen
yeniden geri dönmek istemiştir Prens Mışkin. Fakat Kumarbaz’da ortaya atılan “yeraltı
trajesi”ni yaşamaktadır. Söz konusu olan, başka bir dünyada, aidiyet duygusunu
kaybetmeden, daha makul şartlarda yaşama umudunun dışavurumudur. Fakat buna
rağmen bunun bir türlü gerçekleşmemesinin şu ya da bu şekilde bilinmesi, hissedilmesi
anlamı da vardır yeraltı trajedisinde. Çokseslilik kendisini en çok da bu mekânlar arası
geçiş durumundaki ikili duygular, düşünceler esnasında belli eder. Birey adımlarken
yöneldiği doğrultunun aynı zamanda zıttı istikamettedir de. Mekânların herhangi birinden
ileriye doğru ötelenirken geriye doğru çekilir. Ruhsal parçalanmaların kaynağı da işte bu
arada kalma, tıkanma, belirli bir çizgide kalıcılaşıp süreklileşememe durumundan ileri
gelmektedir.

Yeraltı, bir kez adamını içene çekip öğütmüştür. “İyi insanların dünyasından” kovulmuş,
şölence kabul edilmemiş, itilip kakılmıştır Prens Mışkin. Hakir görülmüştür, korkunç
derecede uyumsuz, sorunlu bir tiptir. Öyle ki insan dünyasıyla arasında olan sınırlar insan
İnternet sitemizde çerezlerden
dünyasının sınırlarını fazlasıyla aşar ve Yeraltı Adamı olarak Prens Mışkin kendisini
faydalanılmaktadır. Ayrıntılı bilgi
doğanın bir hatası olarak tasavvur etmeye başlar. Yeraltı Adamı Prens Mışkin, toplum-
için Gizlilik Koşullarını
dışılığı doğa-dışılık boyutuna vardırarak yaratım sürecinin sınırlarını bir hayli zorlar ve
inceleyebilirsiniz.
ötelere, dünya dışana doğru genişletir.
Yeraltı Adamı’nın psikanalizi yapılmaya çalışılırken kanımca mevcut karakterin bir sürecin
ürünü, inşa edilen bir birey olduğuna teğet geçilmemelidir. Ayrıca Yeraltı Adamı’nın 19.
yüzyılın geç modernleşmiş bir toplumununda boy attığı gerçeği de göz önünde
bulundurulmalıdır. Mekânsal çatışmalar ve karşıtlıklar gelenek ve onu giderek
etkisizleştiren moderniteyle de yakından ilişkilidir. Arada kalmışlık hissini tetikleyen şey
toplumsal yapının ta kendisidir. Kapitalistleşen ve buna paralel olarak da hızla çirkinleşen
insanların ve kentlerin mevcudiyeti bir metafor olarak yeraltı kavramının kuruluşuna
kaynaklık etmiştir. Ezilmiş ve Aşağılanmışlar’da bu kaynağın eşşiz bir betimlemesini sunar
Dostoyevski. “Kasvetli Petesburg göğü altında, koskoca kentin ara sokaklarında; çılgın bir
yaşayışın sürüp gittiği, bencilliklerin, çıkarların çarpıştığı, gizli cinayetlerin işlendiği,
cehennemden farksız kenar mahalleleri”dir Yeraltı Adamı’nın varoluşuna kaktıda bulunan.
Bu durum da tastamam toplumsal gerçeklikle ilişkili bir durumdur. Bu nedenle Yeraltı
Adamı’nın kendi içinde tutarlı ve bütünlüklü bir analizi için birden fazla bileşkenin yan
yana bulunması gerekmektedir. Eşzamanlı olarak böylesi bir tutum geliştirildiğinde Yeraltı
Adamı ve onun makus yazgısı çok daha kapsamlı ve derinlikli bir biçimde
anlaşılabilecektir.

Kaynakça:
1. Mihail M. Bahtin, Dostoyevski Poetikasının Sorunları, Çev. Cem Soydemir, İstanbul, Met
is Yayınları, 2004. s. 48.
2. Bülent Somay, Psikanalizi Edebiyatla Anlamak, Pasaj 4-5 (Ağustos 2006-Kasım 2007):
14-21.
3. Richard Sennet, Kamusal İnsanın Çöküşü, Çev. Serpil Durak-Abdullah Yılmaz, Aytıntı
Yayınları, İstanbul, 2002. s. 416.
4. Nurdan Gürbilek, Mağdurun Dili, Metis Yayınları, İstanbul, 2008. s. 13.

[*]Metinde geçen Dostoyevski’den yaptığım alıntılarda şu çevirilerden faydalandım:


İnsancıklar, çev. Ergin Altay, İletişim, 2007; Ezilmiş ve Aşağılanmışlar, çev. Ergin Altay,
İletişim, 2006; Karamazov Kardeşler, çev. Ergin Altay, İletişim, 2007; Kumarbaz, çev. Ergin
Altay, İletişim, 2007; Delikanlı, çev.Ergin Altay, İletişim, 2006; Suç ve Ceza, çev. Ergin Altay,
İletişim, 2007; Yeraltından Notlar, çev. Mehmet Özgül, İletişim, 2002; Budala, çev. Mehmet
Özgül, Cem Yayınevi, 1988

İLETİŞİM KVKK ve Kullanım Koşulları BİZİ TAKİP EDİN

Cumhuriyet Caddesi Aydınlatma Metni 


No 119, Kat 6, Elmadağ Veri Politikası
Şişli 34373 İstanbul Üyelik Sözleşmesi
 Haftalık
Telefon: +90 (212) 518 19 86 Kullanım Koşulları  Güncel
Gizlilik Koşulları
Kargo ve İade Koşulları

İnternet sitemizde çerezlerden


faydalanılmaktadır. Ayrıntılı bilgi
için Gizlilik Koşullarını
inceleyebilirsiniz.

You might also like