You are on page 1of 87

Bazı Dermatolojik (Cilt) Hastalıklar

Ayakların Mantar Hastalıkları . . . .

--------------------------------------------------------------------------------

Deride yerleşen mantar hastalıklarının en sık görülen şekli ayak mantar hastalıkları
olduğu gibi, ayak derisinde en sık görülen deri hastalığı da ayak mantar hastalığıdır. Yani,
sık görülen bir durumdur. Sık görülmesine ve çoğu kez yoğun kaşıntısına karşın genellikle
ihmal edilen, fazla önemsenmeyen bir hastalıktır. Bu ihmalde belki de sık görülmesinin de
payı vardır. İnsanlar birbirlerine sorarak diğerlerinde de ayaklarının aynı bölgelerinde
kaşıntı, soyulma, sulanma vb. olduğunu öğrenince normal sağlıklı bir ayağın böyle olması
gerektiğini de düşünüyor olabilirler. Bunun da ötesinde bazı hastalarımızda tedavi
edilmesi durumunda, başka yerlerden başka hastalıklar (örneğin dizlerde, bacaklarda
ağrılar) çıkabileceği gibi tamamen asılsız düşünceler de vardır. Genellikle çok kaşıntılı
olan ayak mantar hastalıkları, bu kaşıntının verdiği rahatsızlığın yanısıra, bazen başka
hastalıklara da yol açabilir. Kaşınma yoluyla deride yaralar ve sıyrıklar açılması diğer
mikroplar için iyi bir giriş kapısı oluşturur ve değişik tiplerde ikinci bir mikrobik hastalık
eklenebilir. Ülkemizde ''Yılancık'' adı verilen mikrobik hastalığın en sık, ayaklar ve
bacaklarda görülme nedeni de tedavi edilmeyen mantar hastalıklarıdır. Bunların da
dışında bazen bu mantar hastalıklarına karşı bazı allerjik reaksiyonlar gelişerek başka
türden sorunlara yol açabilir.
En sık görülen şekli, halk arasında ''Mayasıl'' adı verilen ayak parmak arası yerleşimidir.
Bu tip bazen kuru soyulmalar, bazen kabarcıklı, bazen de yaş, beyaz, peynirimisi bir
manzarada görülebilir. Ayak tabanında ise genellikle kuru soyulmalar ve bazen
kalınlaşmalarla görülebilir.
Ayak tırnaklarına yerleştiğinde, tırnaklarda kalınlaşma, kabalaşma, renk değişikliği
görülür. Bazen kalınlaşmalar çok aşırı olup, ağrıya yol açabilir, ayakkabı giyilmesini ve
tırnak kesilmesini zorlaştırır. Görüntüsünün çirkinliği ise en belirgin yanıdır.
Bulaşması doğrudan ayak ayağa sürtüşme yoluyla olabileceği gibi, terlik, çorap,
ayakkabı, havlu gibi ortak kullanılan eşyalardan veya banyo, küvet, plaj, hamam ve
benzeri ortak zeminlerden olabilir. Ayakların yıkandıktan sonra iyi kurulanmayıp nemli
kalması mantar üremesi için çok uygun bir ortam yaratır. Tırnaklara bulaşma ise daha
çok tırnak makası, törpü gibi tırnakta zedelenme de yapabilen ortak eşyalar aracılığıyla
olur.
Aynı bölgede yerleşebilen egzema, sedef hastalığı ve benzeri bazı hastalıklar bazen çok
yanıltıcı olabilir. Ayrımı, bir Deri Hastalıkları Uzmanı tarafından sağlıklı bir şekilde
yapılmalıdır. Gerekirse laboratuar tetkiklerinden de yararlanılır. Tedavisi de Deri
Hastalıkları Uzmanının önerdiği şekilde düzgün uygulanırsa sanıldığından çok daha kolay
ve etkili olacaktır. Ayak derisi için en az bir ay, ayak tırnakları için en az dört ay düzenli
tedavi gerekecektir. Ayak parmak aralarının kuru tutulması, yani yıkamadan sonra çok iyi
kurulanması ve hatta pudralanması yeni bulaşma ve yinelemeleri önlemek için çok
önemlidir. Ortak eşya kullanımını önlemek ve mantar bulaştığı düşünülen ayakkabı, çorap
vb. eşyaların dezenfeksiyonu çok önemlidir.
__________________
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi"

Beyaz Lekeler . . . .

--------------------------------------------------------------------------------

Yaz güneşi ortalığı kavuranda


Eser püfür püfür eyyam-ı buhur.
Şaşkınlar cıbıl, hem de ıslak duranda,
Gün gider, yel gider, beyaz lekesi durur.
Yukarıdaki dörtlükten de ifade edildiği gibi, halk arasındaki yaygın bir kanıya göre yazın
eyyam-ı buhur (Sam Yeli) estiğinde güneş altında, hem de ıslak olarak kalınınca, derideki
su damlacıkları mercek (büyüteç=pertavsız) görevi görerek deriyi zedeler ve beyaz
lekeler oluşurmuş. Pek doğaldır ki geçerliliği olmayan bir düşünce, fakat en azından
kendine göre bir mantık silsilesi var. Burada akla yanıtları zor olan şu sorular gelebilir: Su
damlacıkları niye Sam Yeli estiğinde mercektir de esmediğinde değildir veya Sam Yeli
Sam Amca tarafından mı gönderilir?
Sözü edilen hastalık, derideki beyaz lekelerin en iyi tanınanı ''Vitiligo'' veya halk
arasındaki adıyla ''Ala'' adlı hastalıktır. Beyaza yakın açık renkleriyle dikkati çeken lekeler
hastalığın tipik belirtileridir. Bunlar, kendi bildikleri gibi azalıp çoğalabilirler. Seyirlerini
Sam Yeli değil, fırtınalar dahi değiştiremez. Görünüşlerinden başka hiçbir zararları yoktur,
ağrı, kaşıntı yapmaz, yaşam süresini etkilemez, kimseye bulaşmazlar. Yalnızca bir estetik
kusur olarak sorun yaratırlar. Nedeni bilinmeyen bu hastalıkta pek çok şey suçlanmışsa
da kesin nedeni bulunamamıştır. Bilinen önemli özelliklerinden biri her hastada olmasa da
kalıtımın etkili oluşudur. Bunun yanısıra her türlü zedelenme (çarpma, vurma, kesme,
yanık vb.) hastalığın gelişimini kolaylaştırır. Özellikle gövdede yerleşen bir tür mantar
hastalığı Vitiligoyu çok taklit eden belirtiler yapar ve bazen hekimler tarafından bile
karıştırılır.
Bunun dışında, seyrek rastlanan bazı bulaşıcı hastalıklarda bu tür lekelere rastlanabildiği
gibi yine bunlara benzeyen bazı doğum lekeleri veya bazı hastalıkların bıraktığı izler de bu
hastalığı çok taklit eder.
Hastalığın kesin tanımı bir Deri Hastalıkları Uzmanı tarafından rahatlıkla konabilir, fakat
tedavisinde başarı bu kadar kesin değildir. Güneş ışığı da dahil ışın tedavileri ve bazı yerel
ilaçlar zaman zaman iyi sonuç verebilir. Fakat sonuç kişilere göre veya zamana göre
değişebilir. Eğer bu lekeler kişi için önemliyse denemeye değer. Ayrıca çok güzel kamuflaj
yöntemleri de vardır ve lekeleri çok iyi saklayabilirler.
__________________
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi"

Bitlenme . . . .

--------------------------------------------------------------------------------

Bitlenme; yüzyıllardır var olan, günümüzde de tam çözümlenememiş, üstelik yalnız az


gelişmiş ülkelerin değil, tüm gelişmiş ülkelerin de ortak bir sorunudur.
Bitler, zorunlu insan paraziti olan böceklerdir. İnsan vücuduna yerleştiklerinde kıl
diplerinde ve elbise kıvrımlarında yuvarlanırlar. Deriden kan emerek beslenen bitler,
yumurtalarını da kıllara veya elbise kıvrımlarına yapıştırırlar. Yerleştikleri bölgelere göre
üç türlü bitlenme vardır. Baş ve gövde bitlenmesinde aynı bit cinsi yer alırken, cinsel
organlar çevresinde yerleşenlerde bitin cinsi de farklıdır. En sık görülen ve iyi tanınan baş
bitlenmesidir. Bu tip, özellikle okul öncesi ve ilkokul çağlarında sık görülür.
Çok ihmal edilmiş durumlar dışında; çok az sayıda bit, buna karşılık, saçlara yapışık çokça
yumurta vardır. Kaşıntı çoktur ve buna bağlı egzama veya mikrobik olaylar da gelişebilir.
Çocuklarda daha fazla görülen, yakın temasla doğrudan bulaşma olabildiği gibi; tarak,
fırça, yastık kılıfı, şapka, eşarp vb. eşyalarla da dolaylı olarak bulaşabilir. Baş
bitlenmesinde saç kazıtmak ne önerilebilir, ne de kabul edilebilir. Vücut bitlenmesi - her
ne kadar seyrek görülürse de - daha çok toplu yaşam merkezlerinde karşımıza çıkar.
Bitler, elbiselerde yerleştikleri için; vucutta yalnızca ısırık yerleri ve kaşıntı izleri vardır.
Cinsel organlar çevresindeki şekil ise, en sık cinsel temasla, daha az olarak da iç
çamaşırı, çarşaf vb. eşyalarla bulaşabilir. Bu hastalıkta; kafalarını kıl diplerine gömmüş
bitler ve yumurtaları çok rahat görülürler. Kaşıntı çok belirgindir, cinsel organ
çevresindeki kılların traşlanması yararlı olur. Tedavide çok etkin ilaçlar olmakla birlikte,
zaman zaman ilaçlara direnç gelişebilmektedir (DDT en tipik örnektir). Bunu önlemenin
temel yolu; hekim kontrolu dışında bu ilaçları gerekli gereksiz kullanmamaktır. Ayrıca,
ilaçların bitler üzerine etkileri çok iyi olmakla birlikte, yumurtalar bazen
etkilenmeyebilmektedir. Bunun için de 5 - 7 gün içinde ikinci bir uygulama önerilir. İlke
olarak tüm aile tedavi edilmeli ve bulaşma kaynakları da çok iyi dezenfekte edilmelidir.
Kaynamayla bozulmayacak eşyalar için kaynatma iyi bir yoldur.
__________________
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi"

El Egzamaları . . . .

--------------------------------------------------------------------------------

Eller, dış ortamla sürekli temas kurmamızı sağlayan en aktif organlarımızdandır. Dış
ortamla olan sürekli ilişki, çok çeşitli tahriş edici ve alerji yapabilecek maddelere
dokunmanıza neden olabilir. En sık görülen egzamalar, tahriş sonucu ortaya çıkan
egzamalardır. Bunun en tipik şekli ''ev hanımı egzaması''dır.
Sürekli olarak suyla temas etmek, sık el yıkamak veya çamaşır, bulaşık yıkamak, işin
içinde sabun ve deterjan olmasa dahi, tahriş edicidir. Bu, derinin doğal nem ve yağının
azalmasına ve kuruyup çatlamasına neden olur. Sabunların ve deterjanların güçlü yağ
eritici özellikleri eklendiğinde bu sonuç kaçınılmazdır. Deri, uzun süre bu saldırılara, belirti
vermeden, dayanabilir. Bir eşik noktası aşıldıktan sonra deride; kuruma, çatlama,
soyulma, sızlama gibi şikayetler görülür ve bundan sonra en küçük bir temasta yinelenir.
Solak olan kişiler dışında başlangıç, genellikle sağ el baş ve işaret parmaklarından olur.
Zaman geçtikçe ve koşullar aynı şekilde sürdükçe, diğer parmaklar ve avuç içine, bir
yandan da diğer ele yayılır. Hem görüntü olarak kötüdür, hem de hasta eliyle bir şeylere
dokunduğunda rahatsız olur. Ayrıca, bu çatlaklardan mikrop kapma tehlikesi de vardır.
Buna ek olarak da, normalde avuç içi derisi kalın olduğu için geçemeyen, alerji yapıcı
maddeler daha kolay geçebilir ve reaksiyona neden olabilirler.
Ev kadınlarının çoğunda görülen bu olay, suyla uğraşan diğer mesleklerde de görülebilir.
En sağlıklı korunma yolu, suyla ve diğer tahriş edicilerle teması azaltmaktır. İş yapmak
zorunda olunduğunda, içi pamuklu, dışı naylon eldiven giymek iyi bir korunma yoludur.
Fakat bu da terlemeye yol açtığı için; yarım saat çalışmanın sonunda, eldiven çıkarılarak,
on dakikalık bir ara verilmesinde yarar vardır. Ayrıca, her el yıkamanın sonunda, derinin
nemini korumak ve yumuşak, elastik kıvamda kalmasını sağlamak için, bir el kremi
kullanmak gerekir. Bunlar, hastalığın başlamasını önlemek veya düzeldikten sonra
korumak için kullanılırlar, başlamış bir egzamada tedavi edici etkileri yoktur. Bu gibi
durumlarda, kesinlikle bir deri hastalıkları uzmanının tedaviyi düzenlemesi gerekir. İşe
başlamadan önce ellere sürülen ve hafif tahriş edicilerden koruyan bazı maddeler, eldiven
kullanamayanlarda az da olsa yardımcı olabilir, fakat tam koruma sağlamazlar.
Ellerin, dış ortamla sürekli temas ettiği maddeler arasında, çok güçlü alerji yapıcı
maddeler de bulunabilir. Bu gibi durumlarda; avuç içleri değil, el üstleri ve parmak araları
daha çok etkilenir. Bu tip egzamalar, daha çok mesleklere bağlı olarak temas edilen özel
maddelerle ortaya çıkar. En tipik örnekleri: İnşaat işçileri, fayansçılar gibi mesleklerde
çimentoya; berberlerde saç boyalarına ve sağlık çalışanlarında eldivenlerin ana maddesi
olan latekse bağlı olan egzamalardır.
Eğer eller sürekli su ve tahriş edici maddelerle temasta ise, hasar gören deride alerji
yapıcıların yerleşmesi daha kolay olur ve bu tür egzamanın ortaya çıkması da kolaylaşır.
Bunların başlangıç dönemleri; ani olarak ortaya çıkan, çok kaşıntılı, kızarık, sulantılı
belirtiler halindedir ve kişiyi çok korkutabilir.
Hastalığa neden olan maddeyle yeniden temas olmazsa, yaklaşık olarak 10 - 15 gün
içerisinde egzama gerileyebilir. Sık sık duzelip, yinelerse olay sürekli bir hal alır; deri sert,
kalın, kaşıntılıdır ve her atakta kızarma ve sulanmalar buna eklenir. Bir deri hastalıkları
uzmanı denetiminde ilk aşamalar kolayca denetim altına alınabilir ve müzminleşmiş olan
durumlar, biraz daha inatçı olmakla birlikte, tedaviye iyi yanıt verir. Önemli olan,
yinelemeleri öneleyebilmektir. Örneklerdeki gibi durumlarda egzamayla şüpheli madde
ilişkisi çok nettir, fakat her zaman böyle kolay görünmeyebilir. Şüpheli durumlarda, özel
deri testleriyle, şüpheli madde saptanmaya çalışılır. Şüpheli madde her zaman
saptanamayabilir, saptansa bile bu maddeye karşı tolerans geliştirilmez, tek yapılacak
şey bu maddeden uzak kalmaktır. Ayrıca, bu alerji yapan maddelere karşı direnci
artırabilmek için ; elin suyla temasını normal ölçülerde tutmak gerekir. Yıkamalardan
sonra el kremi kullanarak ellerin nem ve elastikiyetini korumak ve şüpheli maddelerle iş
yapılması gerektiğinde, eldiven kullanmak yararlı olur. Bunların dışında ellerin su
kabarcıkları ile seyreden, nedeni bilinmeyen mevsimsel egzamaları (dizidroz) ve özellikle
avuç içlerinde nedensiz kaşıntı ve sertleşmeyle seyreden, daha çok da sıkıntı ve
gerginliğe bağlanan, egzama tipleri vardır. Bu tip egzamalar birçok hastalığı taklit
edebilirler. Bunların tanıları ve tedavileri, kesinlikle bir deri hastalıkları uzmanı tarafından
yapılmalıdır.
__________________
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi"

Güneş Işığı ve Zararlarından Korunma Yolları . . . .

--------------------------------------------------------------------------------

Hayat kaynağı, ısı, ışık ve enerji kaynağı olan, bir zamanlar adına tapınaklar yapılıp,
kurbanlar verilen güneş, son 30-40 yıldır deri üzerindeki olumsuz etkilerinin
farkedilmesinden sonra, sakınılması gereken bir güç olarak da gündemde yerini almıştır.
Yönetici yıldızı güneş olan bir ''Aslan Burcu'' erkeği olarak güneş hakkında olumsuz şeyler
yazmak bana çok zor gelmekle birlikte, görev sorumluluğum gerçekleri yazmamı
emrediyor. Güneş ışığının deri üzerindeki olumlu etkisi yok denecek kadar azdır. Bazı
mikropları öldürmesi, sedef hastalığı gibi bazı hastalıklara iyi gelmesi olumlu
etkilerindendir. Fakat en yararlı ve en etkileyici yanı sıcak ve aydınlık yüzüyle verdiği
moral etkisi ve çevremize ne kadar iyi yandığımızı ve tatilimizi nerelerde geçirdiğimizi
göstererek hava atma olanağı sağlamasıdır. Oysa 1950'li yıllara kadar yanık ten yalnız
güneş altında çalışanlarda (inşaat işçisi, çiftçi, balıkçı vb.) görülür ve pek makbul
sayılmazdı. Yüz ve kolların alt kısım veya atletin dışında kalan alanlarda yanık ''amele
yanığı'', sol kolda yerleşeni ''şoför yanığı'', yüz ve el sırtlarında yerleşen ''çiftçi yanığı''
diye adlandırılırdı.
Yanık ten modasından on yıllar sonra zararlı etkiler daha çok ortaya cıkmış ve
anlaşılmaya başlanmıştır.
Güneş ışığının içerisindeki Ultraviyole (morötesi) bölümü deri üzerindeki zararlı etkilerin
sorumlusudur. Başlangıçta tüm zararlı etkilerden Ultraviyole B (UVB) Ônin bir sorumlu
tutulmuşsa da son zamanlarda UVA'nın da daha düşük güçte olmakla birlikte aynı zararlı
etkilere sahip olduğu farkedilmiştir. Bu etkiler beyaz ırk için geçerlidir ve ten rengi
açıldıkça zarar oranı artar.
Uzun yıllar güneş ışığı altında kalındığında, alınan toplam doza bağlı olarak deride hasar
oluşur, incelme, yer yer lekelenmeler görülür ve daha sonra deri kanseri oluşur. Bunlar
en çok yüz ve dudakta görülür. Aralıklı ve yüksek dozlarda, ani güneş yanıkları ise
(özellikle çocukluk yaşlarında daha çok etkilidir) bir başka deri kanserine zemin hazırlar.
Deride leke ve ben oluşumu ile bu benlerin bir kısmının kanserleşmesi de söz konusudur.
Ayrıca uzun süreli, yüksek doz güneş ışığı, vücudun bağışıklık sistemini de zayıflatır.
Fakat, hepsinden daha önemlisi derinin erken yaşlanmasına yol açar. Deri, ince, gevşek,
mat, buruşuk, kırış kırış, lekeli ve çabuk zedelenir bir durum alır ki bu dayanılası bir
durum değildir.

Güneşin Zararlarından Korunmanın Yolları


Bilinmesi gereken ilkeler:
1. Korunma ne kadar erken başlarsa o kadar yararlı olur.
2. Kızarma, su toplama, soyulmalara neden olacak yanıklara hiçbir zaman yol
açılmamalıdır.
3. Kuru ve sık dokulu giysiler iyi koruyucudur.
4. Bulutlu havalarda, gölgede, şemsiye veya saçak altında güneş ışınlarının %50'sinden
fazlası süzülür, yansır ve yine zararlı etkilerini yaparlar.
5. Yüksek yerlerde, denizde, kumda, karada etkilenme daha fazladır.
6. Yüz ve eller için güneşten korunma yalnız tatilde, plajda değil, gündelik yaşamda,
sokağa çıkılırken de yapılmalıdır.
7. Güneşin dik olduğu saatlerde güneş altında mayo ile kalınmamalıdır. Bu saatler, gün
ortasının 2 saat öncesi ve sonrası olarak kabul edilir, fakat bölgelere gore değişebilir.
Pratik olarak saat 11 ile 15 arası sakınılması uygun olur.
Güneşten korunmak için krem veya losyon şeklindeki koruyucu ürünler kullanılır. Bunlar,
koruma güçlerine göre derecelendirilir ve bu derecelerin adı ''güneşten korunma
faktörü''dür (Sun Protecting Factor = SPF) 1'den 100'e kadar değişik güçte koruma
faktörlü ürünler bulunmaktadır. Kullanımda önemli olan nokta, ışığın altına çıkılmadan
20-30 dakika önce koruyucunun sürülmesi ve en az 3 saatte bir yenilenmesidir. Yeni
ürünler, belli ölçülerde suya dayanıklı olmakla birlikte, denizde çok uzun süre kalındığında
da yenilenmesinde yarar vardır.
__________________
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi"

NEVÜSLER (BENLER) . . . .

--------------------------------------------------------------------------------
''Ben''ler

''Ben'' sözcüğü, yaşamdaki en önemli sözcüklerden biridir. Bedensel kimliğimizi ifade


ettiği gibi ruhsal kimliğimizi, dürtülerimizi, megalomanilerimizi de ifade eden, derin
anlamları olan, psikiyatri biliminde ve edebiyatta da çok önemli yeri olan bir sözcüktür.
Oysa deri üzerindeki ''ben''lerden söz edildiğinde anlamı da, yerleşimi de bu kadar derin
değildir. Halk arasında derideki pek çok oluşuma ''ben'' adı verildiği halde bizim için
önemli olan benler, renk hücrelerinin (Melanosit) biraraya gelerek oluşturduğu açık
kahverenginden - gri veya siyaha kadar değişebilen renkteki oluşumlardır. Bazen, deri
düzeyinde kabarık olabilirler. Bu benleri önemli kılan deri üzerinde görülen kanserlerin en
habisi olan ''Malin Melanoma'' adlı kansere dönüşebilmesidir. Bu benlerin bir kısmı
doğumsal iken, bir kısmı da sonradan ortaya çıkabilir. Halk arasında doğumsal olanların
emniyetli olduğuna dair bir kanı varsa da bu tamamen yanlıştır. Aynı tehlike doğumsal
olanlarda da vardır, hatta biraz daha fazladır. Doğumsal olanların bir kısmı büyük
boyutlarda ve kabartılıdır (Dev nevus). Bunlarda kanserleşme oranı daha fazladır ve çok
dikkatle izlenmelidir. Çarpma, vurma, kesme ve benzeri zedelenmeler, her türlü benin
kanserleşme olasılığını artırır. Sonradan oluşan benlerin, gelişiminde kalıtsal zeminin
yanısıra en önemli etken güneş ışığıdır. Özellikle kısa sürede alınan yüksek doz güneş
ışını ve oluşan güneş yanıkları ben artışını hızlandırdığı gibi, kanserleşme olasılığını da
artırır. Her bir güneş yanığı tehlikeyi daha çok arttırır ve özellikle çocukluk yaşlarındaki
güneş yanıkları daha tehlikelidir. Bu nedenle benlerin artış ve kansere dönüşünü
engellemek için güneşten iyi korunmak gerekir. Genellikle 0.5 cm'nin üzerindeki benlerde
tehlikenin olduğu ve boyut büyüdükçe tehlikenin arttığı kabul edilir. Benlerin bir Deri
Hastalıkları Uzmanı tarafından görülüp değerlendirilmesi gerekir. Varolan benler
üzerindeki hızlı değişiklikler, olumsuz bir değişimin habercisi olabilir. Özellikle 1-2 ay
içerisinde olan hızlı değişiklikler önemlidir. Hızlı büyüme, hızlı renk değişiklikleri ve hızlı
şekil değişiklikleri ciddi uyarıcı belirtilerdir. Ayrıca benin üzerinde bir kanama, şişme,
kızarma, şiddetli kaşıntı da uyarıcı belirtilerdir. Bu tip değişiklikler görüldüğünde hiç vakit
geçirmeden bir Deri Hastalıkları Uzmanına görünmek gerekir. Şüpheli olan ben, hemen
cerrahi olarak çıkarılıp tetkik edilmelidir. Halk arasında çok yanlış bir şekilde yerleşmiş
olan bir kanıya göre benlerin aldırılmasının tehlikeli olduğu düşünülür. Tamamen yanlış
bir düşünce olup, çıkarılan benin kişi için hiçbir tehlikesi olamaz. Aksine, melanomların
erken yakalanması kişinin hayatını kurtarabilir. ''Ben''lerimize dikkat edelim.
__________________
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi"

Malign Melanom . . . .

--------------------------------------------------------------------------------
Malign Melanom Nedir?
Derinin de vücudun diğer organları gibi iyi ve kötü huylu olmak üzere tümörleri vardır ve
maalesef bu tümörlerin görülme sıklığı her geçen gün artmaktadır. Deri kanserlerini
melanomlar ve epiteliomalar olmak üzere kabaca iki sınıfta toplayabiliriz. Bu
tümörlerden,insan yaşamını etkilemesi açısından, önemle üzerinde durulması gereken
Malign Melanomlardır (M.M.). Dünyada her yıl 25 000-30 000 arasında yeni M.M.
olgusuna rastlandığı tahmin edilmekte ve bu sayı giderek artmaktadır. Bu kansere bağlı
ölüm oranı erken tanı ve tedavi ile oldukça azalmaktadır. Ancak ihmal veya klinik olarak
geç tanı konulması bu oranları düşürebilmektedir.

NE ZAMAN KUŞKULANILMALI ?
Her insanın vücudunda ben olabilir ancak bunların hepsini M.M. olarak düşünmek doğru
değildir. Vücutta mevcut benlerde ani bir değişiklik (büyüme, kanama, renk değişikliği ve
kaşıntı gibi) olduğunda veya ortada hiç olmayan bir renkli oluşumun hızla oluştuğu
farkedilirse, bunların erkenden biyopsi yapılıp değerlendirilmesi gerekir. Asimetrik
görünen, sınırları düzensiz olan, kendi içerisine farklı renkler içeren ve 6 mm den büyük
çaplı renkli benler ise tehlikeli kabul edilip incelenmesi gerekir.

KİMLER ETKİLENEBİLİR ?
M.M. her yaş grubunda görülebilen bir deri kanseridir; ancak özellikle 20 li yaşlardan
sonra görülmeye başlar. Çocuk yaş grubunda nadir görülür. Görülmesini arttıran
faktörleri vardır. Özellikle açık tenli ve/veya mavi gözlü olmak, sarı veya kızıl saçlı olmak,
güneşle fazla temas, ailede veya kendisinde displastik nevüs sendromu hikayesi, ailede
veya bireyin kendisinde M.M. öyküsü, vücutta 20 nin üzerinde ben olması gibi bazı özel
durumlarda kişinin özellikle dikkatli olması gerekir. Özellikle baş ve boyun bölgesinde
görülmelerine rağmen son zamanlarda kadınların kol ve bacaklarında ve erkeklerin de
gövdelerinde görülme sıklığında bir artış vardır.

MALİNG MELANOM NASIL TEDAVİ EDİLİR?


M.M. un en etkili tedavisi erken tanı ve tedaviden geçer. Bir milimetre kalınlığın altında
yakalanan M.M. larda yaşama oranı yeterli tedavi ile % 100 lere ulaşmaktadır. Erken tanı
için aylık periyotlarla kişilerin kendi vücutlarını muayene ederek yeni oluşan lezyonların
hızlı şekilde farketmek ve bir uzmana danışmaktir. Tedavide en önemli basamak lezyonun
ilk çıkarıldığında yeterli genişlikte ve derinlikte çıkarılmasıdır. Toplumumuz içindeki yanlış
birtakım inanışlardan dolayı (beninle oynama veya oynatma kanser olursun vb.) maalesef
hastalar doktorlara geç gelmekte ve tedavi sonuçları bu durumdan olumsuz
etkilenmektedir. Çünkü M.M. için geç kalındıgında tedavi ve sonuçları erken aşamada
olduğu gibi yüz güldürücü değildir. Geç olgularda cerrahi sonrası bölgesel lenf bezlerinin
temizlenmesi, bölgesel veya sistemik kemoterapiler veya immunoterapiler gibi ilave
tedavi yöntemleri de vardır.
__________________
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi"

Saç Dökülmeleri . . . .

--------------------------------------------------------------------------------

Saç dökülmesi, insanoğlunun en eski ve en önemli güzellik sorunlarından biridir ve deri


hastalıkları uzmanlarına başvuru nedenleri arasında önemli yer tutar. Tıbbi olarak saç
dökülmesi, saç köklerini tam olarak yıkıma uğratarak; iz bırakan, yani saçın yeniden
çıkma şansı olmayan dökülmeler ve iz bırakmayan dökülmeler olarak ikiye ayrılabilir.
Halk arasında tanınan, iz bırakmayan dökülmelerdir. İz bırakanlar; yanıklar, kellik
hastalığı ve daha az tanınan, çok sık görülmeyen bir grup deri hastalığıdır ve çoğu kez
saçlı deri içerisinde bölgesel dökülme alanları şeklinde görülür. İz bırakmayan
dökülmelerde ise; dökülme nedeni ortadan kaldırılabilirse saçların tekrar çıkma şansı
yüksektir. Bunların arasında en iyi tanınanı, erkekler için neredeyse kader olarak kabul
edilen doğal dökülmedir (fizyolojik veya androjenik dökülme). Bu dökülme tipinde
kalıtımın önemli payı olmakla birlikte etkileyen diğer faktörler pek bilinmemektedir. En
çok üzerinde durulan ve tartışılan konu, erkeklik hormonlarının (androjen) etkileridir. Bir
şekilde bilinmeyen bir mekanizmayla etkileri olabilecek gibi görünmekle birlikte,
doğrudan bu hormonun fazlalığına bağlı değildir. Erkeklik hormonlarının kel erkeklerde
fazla olduğu varsayımı uzun süre gündemde kalmış ve en güçlü savunucuları da kel kafalı
erkekler olmuşlardır. Bu kişilerde erkeklik hormonlarında fazlalık saptanamamış olmakla
birlikte, kadınlık hormonları (östrojen) verildiğinde veya erkeklik hormonlarının etkisini
azaltılıp, ilşevlerini engelleyen ilaçlar verildiğinde gerçekten saçlarda yeniden çıkmalar
olabilmektedir; fakat bununla birlikte göğüs ve kalça büyümesi gibi bazı kadınsı
özelliklerin oluşması da müessesenin hediyesi olarak gelen kaçınılmaz bir sonuçtur.
Günümüzde ilaç araştırıcılarının en önemli araştırma konularından biri,
promosyonlarından arındırılmış bir saç ilacıdır. Saçların yağlı ve kepekli olmasının da saç
dökülmesi üzerinde etkili olduğu düşüncesi çok uzun zamandan beri vardır ve neredeyse
her on yılda bir, etkiliyor - etiklemiyor şeklinde gündeme gelmektedir.
Son zamanlarda güneş ışınlarının da saç dökücü etkisinden söz edilir olmuştur. Psikolojik
faktörlerin etkisi ise çok açık değildir. Erkek tipi dökülmede, seyrelme alnın iki yanı ve
tepenin arka kısmından başlar ve yavaş yavaş ilerleyerek aradaki saçlar dökülmezler. Bu
tip dökülmelerde kesin bir çözüm bulma olanağı yoktur. Dökülme ağız yoluyla alınan bazı
ilaçlar ve dıştan uygulanan bazı ilaç veya kozmetiklerle yavaşlatılabilir.
Kadınların saç dökülmelerinde ise çok farklı bir durum vardır. Kadınlarda, cinsiyet
özellikleri nedeniyle erkeklerdeki gibi doğal kabul edilen ve kaçınılmaz dökülmeler yoktur.
Erkeklerdekine benzer bir dökülme söz konusu ise, muhakkak altında bir neden aramak
gerekir. Kadınlarda sık karşılaştığımız sorunlardan birisi ''yalancı dökülmelerdir''. Bu
hastalar, genellikle bize avuç avuç, topak topak, ''lavabo lavabo ve küvet küvet'' saç
dökülmesinden yakınarak gelirler. Bunlar arasında gerçek saç dökülmesi olanlar çok fazla
değildir. Çünkü tanımlanan dökülmeler saç yıkama ve fırçalama sırasında olan
dökülmelerdir, yani dökülme aşamasında olan saçların doğal dökülmesidir; yerlerine
yenileri gelecektir. Daha önceki derslerimizde (özür dilerim! sohbetlerimizde) bu konudan
söz etmiştirk. Bir tutam saç alınarak bunların incelenmesiyle (trikogram) gerçek saç
dökülmesi olup olmadığına karar verilebilir. Bazen saçların aniden son faza geçmeleri
görülebilir ki, bunlar çok özel hastalık durumları veya ilaç yan etkilerine bağlı olarak
seyrek görülen olaylardır. Gerçek dökülmenin bir başka belirtisi de saçlarda seyrelme
görülmesidir. Seyrelmenin genel veya belirli bir bölgede olması da yol göstericidir.
Özellikle tepede, erkek tipi dökülmeye benzer seyrelme varsa, bu hormonal bir
bozukluğun işareti olabilir ve bulgular bu yönde araştırılmalıdır. Beraberinde adet görme
(menstrüasyon) bozuklukları, kıllanma artışı görülüyorsa bu hormonal bozukluk olasılığını
arttıran bir durumdur. Bir başka önemli neden kansızlığın bazı şekilleri, özellikle demir
eksikliği anemisidir. Doğum yaptıktan 3 - 4 ay kadar sonra başlayan ve tam nedeni
anlaşılaamış bir özel dökülme şekli daha vardır ve 6 ay kadar sonra düzelir. Uzun süren
çok sıkı zayıflama rejimleri de saç dökülmelerine neden olabilir. Bu neden erkekler için de
geçerlidir, fakat gerek erkeklerde doğal dökülme nedeniyle gözden kaçması, gerekse
kadınların fazla diyetsever olmaları nedeniyle, kadınlardaki saç dökülme nedenleri
arasında yer almaktadır. Kadınlarda saç dökülmesine neden olan üçüncü önemli etken ise
psikolojik nedenlerdir. Özellikle dertli olmanın meziyet sayıldığı ülkemizde, dert ve sıkıntı
bolluğu bu nedeni biraz daha ön plana çıkartmakta ve olayı daha romantik bir hale
getirmektedir. Üstelik bu dökülen saçlar, eşlerin ve çocukların yoluna süpürge edilmiş
saçlar olduğu için durum daha da vahimleşmektedir. Psikolojik neden aslında erkekler için
de geçerli olması gereken bir nedendır; fakat erkeklik gururu böyle şeylere izin vermez.
Erkekler güçlüdür, sağlamdır, ağlamaz, açık vermez, bağırlarına taş basarak sıkıntılara
erkekçe göğüs gerer.
Hem kadınlarda hem erkeklerde geçerli olan bazı saç dökülme nedenleri de vardır, fakat
bunlar daha seyrek görülürler ve neden ortadan kalkınca durum düzelir. Bu tip
dökülmelerde, genellikle saçlı derinin her tarafında eşit oranda seyrelmeler görülür.
Başta kanser ilaçları olmak üzere bazı ilaçlar ve kimyasal maddeler, tifo gibi yüksek
ateşli, ağır seyreden ve uzun süren hastalıklar, tiroid bezinin guatr gibi hastalıkları böyle
dökülmelere neden olabilir. İz bırakmayan, parçalı dökülmelerin en önemlisi ''pelade-
alopecia areata'' adı verilen ve kesin nedeni belli olmayan hastalıktır. Halk arasında,
mantarlara bağlı olan ''kellik'' hastalığı ile karıştırılarak ''saçkıran'' veya ''saçkesen'' gibi
adlarla anılmaktadır. Akşam saçlı yatılıp, sabah saçsız kalkma diye tanımlanabilecek bir
şekilde ani dökülme olur. Başlangıç genellikle 1 - 2 cm. çapında kılsız, parlak bir alan
şeklindedir, bazen yavaş bir yayılma da görülebilir. Genellikle tedavi edilmese bile 3 - 6
ayda kendiliğinden iyileşir (sirke veya sarımsak sürülmese de iyileşebilir).
Ender olarak, hızla ilerleyen ve tüm saçı, hatta kaş, kirpik ve vücut tüylerini de döken
daha şiddetli türleri de görülebilir. En çok üzerinde durulan nedenler, psikolojik gerginlik
ve sıkıntılardandır. Bununla karışabilecek bir hastalık da, saçlı derinin yüzeysel mantar
hastalıklarıdır. Bunlarda da parçalı dökülmeler vardır, fakat üzerindeki kepekler ve kırık
saçlar sayesinde ayırdedilir. Psikolojik nedenlere bağlı saç koparmalar, saçları sürekli
gererek toplamalar da önceleri geçici, zamanla kalıcı dökülmelere neden olabilir.
__________________
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi"

Sedef Hastalığı . . . .

--------------------------------------------------------------------------------

Sedef Hastalığı (Psoriasis), deri hastalıkları arasında dedikodusu en çok


yapılanlarındandır. Halk arasında sürekli ''Sedef'' sohbetleri ve birbirlerine tedavi veya
şifalı yerler ve bitkiler önermeler sık görülür. Sürekli gündemde oluşunun nedeni, bazen
çok göz önüne çıkabilen ve göze batan belirtileri ve tedavisindeki zorluklardır. ''Sedef''
adını almasına neden olan tipik belirtileri; pembe - kırmızı, hafif kabarık bir zemin
üzerinde yerleşik olan, beyaz, irice, parlak ve kuru kepeklerdir. Bu belirtiler 1 - 2
mm.'den 30 - 40 cm.'ye kadar büyüklükte, çok değişik şekillerde ve bir veya daha fazla
sayıda olabilir. Ender olarak vücudun çok geniş alanlarını kaplayan tipleri de vardır.
Çocuklarda daha az görülür. Tipik belirtiler daha çok gövde, kollar ve bacaklarda görülür
ve bunlar doktor olmayanlar tarafından dahi çok kolayca tanınırlar. Saçlı deride, avuç
içinde, ayak tabanında, büklüm yerlerinde yerleşenler ise mantar hastalığı, egzama ve
benzeri başka hastalıkları çok taklit ederler ve bazen doktorlar dahi bunları ayırd
edemeyebilirler. Ancak deri hastalıkları uzmanlarının bu konudaki deneyimleri tanı için
yeterli olacaktır. Tırnaklarda da yerleşebilir ve yalnızca tırnakta dahi görülebilir. Tırnakta
kalınlaşma, renk değişikliği, çukucuklar görülebilir.
Hastalığın kesin nedeni belli değildir. Kalıtımın %60 - 70 oranında geçerli olduğu kabul
edilir. Kalıtıma bağlı olsun ya da olmasın, hastalığa yatkın bir zemin vardır ve çevre
faktörleri de bu zemin üzerinde etkili olur. Bu faktörler arasında en iyi bilinenler psikolojik
olanlarıdır. Ani şoklar, sıkıntı, gerginlik, sevgi eksikliği, anne - çocuk ilişkisi bozuklukları
önemli tetikleyici faktörler olup; hastalığı başlatabilir veya alevlendirebilir. Diş çürüğü,
bademcik iltihabı, idrar yolları iltihabı gibi mikrobik odaklar ve sürtme, çarpma, kaşıma
gibi zedelemeler de tetikleyici etki yapabilir. Bunların dışında bilinen ciddi bir tetikleyici
yoktur. Hastalığın karaciğer veya başka bir organla ilgisi olmadığı gibi, yenilen
yiyeceklerle de hiçbir ilgisi yoktur, fakat çok canı çekip de yenilemeyen yiyeceklerin etkili
olma olasılığı daha fazladır.
Sedef hastalığının tedavisinde, hastalığın nedeni bilinmediği ve neden yönelik tedavi
yapılmadığı için köklü çözüm getirip hastalığı ortadan kaldıracak bir yöntem ve olanak
yoktur. Fakat var olan belirtiler tedavi edilir ve yenilerin çıkmasını önlemek için gereken
önlemler yeterince alınırsa, uzun süre belirtisiz kalınan dönemler sağlanabilir. Tedavide
amaç en az yan etki ile olabilecek en iyi iyileşmeleri elde etmek ve iyilik halini uzun süre
sürdürebilmektir. Hastalığın , her hastaya uyabilen tedavi şekilleri yoktur. Hekim, her
hasta için uygun olan tedaviyi ayrı ayrı belirleyecektir. Önemli olan hastayla hekimin
karşılıklı güven ve uyumlarıdır. Hastanın her şeyden önce iyileşmeyi istemesi ve tedaviye
uyum göstermesi gerekir. Tedaviler hakkındaki tereddütlerini de hekimine danışmalı,
kulaktan dolma bilgi veya komşu önerileriyle yorum yapmamalı ve tedaviyi
bırakmamalıdır. Var olan belirtileri tedavi etmek için yan etkileri daha az olan, yerel
uygulanan (deriye dıştan sürülen) ilaçlardan başlanılır. Bu uygulamalarda önce kepek
dökücü ilaçlarla yüzey temizlenir ve diğer ilaçların etkinliği arttırılır. Değişik 4 - 5 çeşit
yerel uygulama vardır ve genellikle 20 -30 gün içerisinde güzel sonuçlar alınır. Belirtilerin
çok yaygın olduğu durumlarda ultraviyole ışını ile özel tedaviler uygulanır (UVB, PUVA,
vb.). Bu tedavilerde de bir aydan sonra sonuç görülmeye başlanır ve ülkemizde en az 15
yıldır uygulanmaktadır. Doğal gün ışığı da değişik şekillerde yararlı olmaktadır. Çok inatçı
ve ağır tiplerinde yan etkiler göze alınarak çok iyi bir takiple ağız yolu veya iğne şeklinde
tedaviler devreye sokulur. Hangi tedavi uygulanırsa uygulansın tetikleyici etkenler de
aradan çıkartılmaya çalışılır. Tedavinin başlangıcından itibaren hastanın bir psikiyatrist
denetimine alınması, sonucu çok etkiler ve tekrarları azaltır. Banyolardan sonra sürekli
nemlendiriciler kullanılıp, derinin kuruma, kaşıntı ve zedelenmesi, dolayısıyla yinelemeler
önlenmeye çalışılır. Sedef hastalığı sık tekrarlama eğiliminde olduğu için, hastaların da
arayışları çok olacaktır. Tıp dışı tedaviler, kutsal ve şifalı sayılan yerler bu seçenekler
arasındadır. Sedef hastalığı, psikolojik kökeni nedeniyle telkine çok yatkın bir hastalıktır
ve hasta yapılan işleme inanmasına paralel olarak bu tür işlemlerden etkilenebilir. Bu
yönüyle hastaların sömürülmesine de çok yatkındır. Belli bölgelerde sedef tedavisi
konusunda ünlü yerler ve buralara sedef turizmi de vardır. İsrail'de Lut Gölü, ülkemizde
Kangal Balıklı kaplıcası bu tip alanlardandır. Bu gibi alanların hiçbir tedavi edici özellikleri
yoktur. Buradaki etkilenmeler önemli ölçüde psikolojiktir. Kişiler, şöhretini duydukları bir
yere etkilenmeye hazır giderler, burada ortamlarından ve stresten uzak kalırlar, ayrıca
aynı soruna sahip kişilerle oluşan dertleşme ortamı da doğal bir grup tedavisi
oluşturacaktır. Güneş ışığı ve mineralli sular ise hemen hemen her yerde aynıdır. Hele
hele içinde ne olduğu bilinmeyen halk işi tedavilere hiç yönelinmemeli; çözüm bir deri
hastalıkları uzmanında aranmalıdır.
__________________
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi

Siğil (Verruka) . . . .

--------------------------------------------------------------------------------

Bu siğilleri okutsak da mı saklasak. Okutmasak da mı yasaklasak. Diğer bütün tedavi


seçenekleri gibi siğilleri okutmak veya yasaklamak da sonuçları kesin olmayan ve tıbbi
tedavi yöntemlerinden farklı olarak bilimsel olmaktan uzak tedavi yöntemleridir.
Sözü edilen siğiller ise halk arasında çok iyi tanınan ve sık rastlanılan, sıradan bir
hastalıktır. Bulaşma ve yayılma özellikleri ve zor tedavi edilmeleriyle gündemdeki
yerlerini hep korurlar. Siğiller, virüslerin etkisiyle oluşan küçük tümörümsü belirtilerdir.
Oluşumlarında kurbağaların rolü olup olmadığı konusunda yeterli kanıt bulunamadığı için
kurbağalar salıverilmişlerdir. Ayrıca bu hastalığa halk arasında niye ''Tavuk G...'' dendiği
konusunda elimizde hiç bir bilgi yoktur ve tavuklar da bu konuda suçsuzdurlar. Siğiller,
kişiden kişiye doğrudan veya çıplak ayakla basılan zemin, daha az olarak da eşyalar
aracılığıyla bulaşabilirler. Bunun yanı sıra aynı kişide var olan bir siğilden başka alanlara
da bulaşma olabilir. Zedelenmiş deriye daha kolay bulaşır. Özellikle, siğillerin üzerleri
kopartılır, kanatılırsa bulaşma çok daha kolay olur. Eğer ısırılırsa ağız içerisine dahi
bulaşabilir. En iyi tanınan şekli, ellerde, kollarda yerleşen şeklidir ve esmer, kabarık, sert
çıkıntılar halindedir. Avuç içi ve ayak tabanında çıkıntıları az olup, derine doğru gelişirler
ve ağrılıdırlar, nasırlarla çok karışırlar. Yüzde yassı, ince, esmer kabartılar halinde veya
yine yüzde ve bazen de boyunda fırça gibi olabilirler. Bir de cinsel ilişkiyle bulaşan ve
özellikle de cinsel organlar ve çevresinde yuvarlak, esmer, yumuşak kitleler şeklinde
yerleşen özel tipleri vardır. Tedavide doğrudan virüsleri öldürme olanağı olmadığı için var
olan belirtiler yok edilse bile yinelenmeleri önelenemez. Elektrik akımıyla yakarak veya
soğuk uygulamayla dondurarak yıkıma uğratma yöntemleri genellikle başarılıdır, fakat
biraz can yakar ve iz kalır. Yineleme ve yayılma tehlikesini artırabileceği gerekçesiyle
cerrahi girişim hiç önerilmez. Bazı asitli ilaçlar veya kanser ilacı tipi ilaçlar sabırla ve
istikrarlı kullanıldığında yararlı olabilmektedir. Hastalığın kendiliğinden geçebilme özelliği
de vardır ve bu özellik çocuklarda çok fazladır. Ağız içi ve cinsel organlar yerleşimi
dışındakilerde, eğer ağrı ve yayılma eğilimi de yoksa kendiliğinden iyileşme beklenebilir.
Her türlü telkin yöntemi, eğer kişi yapılan işlemle iyi olacağına inanırsa, etkili olabilir.
Telkinin bağışıklık sistemini harekete geçirdiği düşünülmektedir. Çalınmış pirinç basma
gibi törenler, okutma, boyalı su verme vb. yöntemler olabilir.
__________________
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi"

Sivilce . . . .

--------------------------------------------------------------------------------

Sivilce ve ergenlik sivilcesi de denilen ''Akne'' adlı hastalık, yaşamsal önemi olmamakla
birlikte estetik açıdan önemli sorunlar yaratmakta, hatta psikolojik bozukluklara da neden
olmaktadır.
Konu hakkında öncelikle bilinmesi gereken, Akne'nin tedavi edilebilir bir hastalık olduğu
ve pek çok tedavi olanağımızın olduğudur. ''Sivilce iyileşmez'' önyargısı hastayı
umutsuzluğa, hekimi başarısızlığa ???ürecektir. Başarı ise uzun vadeye yayılmış iyi bir
hasta-hekim diyaloğu ile olur. Hastalığın nedeni kesin belli olmamakla birlikte yağ
bezlerinin irileşmesi ve anormal çalışması temel bozukluk olup, yağ bezleri ağzındaki
bakterilerin dolaylı bir katkısı vardır; yağ bezlerinin çalışmasındaki bozukluğun nedeni ise
henüz kesinliğe kavuşmamıştır. Hormonlar sınırlı bir ölçüde etkilidir. Buna karşılık,
yiyeceklele (kuruyemiş, kola, kızartma vb.) hiçbir ilgisi yoktur. Karaciğerin bu konudaki
suçsuzluğu kanıtlarıyla belgelenmiştir. Psikolojik faktörlerle ilişkisi ise tavuk-yumurta
ilişkisi gibi olup, kimin neden, kimin sonuç olduğu belli değildir. Makyajın etkisi ise
abartıldığı kadar fazla olmayıp, yalnızca yağlı ürünler, arttırıcı etki yapar.
Sivilcelerin başlangıç yaşı 13-15 arasıdır. Zaman içinde kendiliğinden geriler fakat,
gerileme yaşı kişiden kişiye değişir ve bazılarında 35 yaşına kadar uzayabilir.
Yüzün dışında sırt ve göğüs diğer yerleşim alanlarıdır. Erken belirtiler siyah noktalar olup,
kırmızımsı kabartılar, cerahatli oluşumlar ve daha şiddetli olgularda derin kistler görülür.
Derin yerleşmiş alanlarda iz kalma şansı fazladır ve daha inatçıdırlar. Tedavide hastanın
da, hekimin de başarıya inanması ve gerekli direnci göstermesi ön koşuldur. Hastanın
tedaviden ne bekleyeceğini bilmesi gereklidir. Çünkü Akne yavaş iyileşir, tedaviyle ikinci
ayın sonunda %30-40, altı ayın sonunda %80-90 iyileşme beklenir. Tedavinin bitiminden
sonra ise uzun aralıklı takiplerle bir idame tedavisi düzenlenerek tekrarlamalar önlenir.
Zaman zaman ağız yoluyla alınan ilaçlara başvurulsa da, temel tedavi yerel ilaçlarla olur.
Bakterileri baskılayan ilaçlar ve soyucu ilaçlar tedavinin aslını oluşturur. Tedavide
amaçlanan, en az yan etkiyle en iyi sonucu almaktır. Sonuç almakta zorlanılırsa, kademe
kademe yeni tedaviler denenir. Aknenin tipi ve şiddetine göre doktor tedaviyi
düzenleyecektir. Tedavi sırasında deride bazı tahriş belirtileri, yani kızarma, kepeklenme
ve soyulma gibi yan etkiler olabilir. Bunlar geçici olup tedavi sürdürüldükçe azalacaktır.
Eğer doktorunuza güvenir ve sonuç alınacağına inanırsanız, sivilceli dolaşmanız için hiçbir
neden yoktur.
__________________
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi"
Şark Çıbanı . . . .

--------------------------------------------------------------------------------
Şark Çıbanı (Deri Layşmanyozisi):

Hastalığın bir doğu kökeni olmakla birlikte, doğuyla batının sınırı çok net olmadığı için,
her ulus kendinden daha doğudan bir isim yakıştırmıştır. Antep Çıbanı, Halep Çıbanı,
Delhi Çıbanı gibi isimlerle de anılmaktadır. Orta ve Güney Amerika, Avrupa, Afrika, Asya
yaygın olduğu alanlardır. Ülkemizde de geleneksel olarak şark çıbanı izleri, doğu kökenli
yurttaşlarımızın ''alamet-i farikası'' gibidir. Fakat son zamanlarda ulaşımın kolaylaşması,
turizmin gelişmesi, hem insanların hem de hastalığı taşıyan böceklerin bir yerden bir yere
gidişini, dolayısıyla hastalığın da görülebilme olasılığını arttırmış ve bölgesellik özelliğini
azaltmıştır.

Hastalığı yapan parazit (Layşmanya Tropika) bir hücreli bir hayvancık olup, ''Tatarcık'' adı
verilen irice sineklerin ısırmasıyla bulaşır. Bu sinekler, hayvanları başka insanlardan veya
bazı kemirgenler, köpek, çakal, tilki gibi hayvanlardan alıp, hiç bir ücret talep etmeksizin,
emdiği kan karşılığında (boğaz tokluğuna) insanlara taşır. Isırılan bölgede parazitin tipine
ve hastanın direncine göre, altı aydan bir kaç yıla kadar olabilen (genellikle bir yıl gibidir
ve bu nedenle ''Yıl Çıbanı'' adı da verilir) bir süre içerisinde iyileşir. Önce bir kızartı, sonra
yerinde bir yara ve kabuklanma oluşur, geçerken de çok karakteristik izini bırakır.
Tedavide erken davranılırsa iz bırakmadan iyileşme şansı olabilir.
__________________
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi"

Tırnaklar ve Tırnak Hastalıkları . . . .

--------------------------------------------------------------------------------

Tırnaklar, parmak uçlarını zedelenmeden koruyan, tutmayı kolaylaştıran deri ekleridir.


Bütün bu işleri yapabilmek için tırnaklar, deriden gelişirken sert boynuzsu bir durum
alırlar. Bu sert boynuzsu kısma ''Tırnak Plağı'' adı verilir. Bu plak yarı saydam olup,
altındaki olayları görmemize kısmen izin verir. Görünen pembe renk, plağın altındaki
tırnak yatağına aittir.
Tırnakların şekli kişilere göre değişmekle birlikte, genellikle oval veya üçenimsi
şekillerdedir. Tırnakların parmağın ucuna bakan kısmı serbesttir, iki yan ve dip
kısımlarından deriye tutunmuştur. Ayrıca bütün tırnak plağı altındaki tırnak yatağına çok
sıkı bir şekilde yapışıktır. Yerinden ayrılmaya çalışılırsa çok acı verir, bu nedenle de
''tırnak sökmek'' acı vermenin, eziyet etmenin simgelerinden biridir. Tırnakların yapımı,
deriye bağlandıkları dip kısmın arkasında gerçekleşir ve tırnaklar bu dip kısımlarından
uzarlar. Tırnakların uzaması saçlar gibi dönemsel değildir. Kesintisiz olarak ömür boyu
sürer. El tırnakları ayak tırnaklarından daha hızlı uzar. El tırnaklarının tam yenilenmesi 3 -
4 ayda, ayak tırnaklarınınki 6 - 8 ayda olur. Tırnak yiyenlerin tırnakları, sökülen veya
düşen tırnaklar ile hamilelerin tırnakları daha hızlı uzar. Bazı vitaminlerin eksikliği, aşırı
yorgunluk, aşırı zayıflık, beslenme bozuklukları, bazı süregen hastalıklar ve bazı ilaç
zehirlenmeleri tırnak uzamasını yavaşlatabilir.
Sağlıklı bir tırnak; parlak, pürüzsüz yüzeyli, esnek ve dış etkenlere dirençlidir. Vücuttaki
değişik hastalıklar, fiziksel etkenler, ilaçlar, doğrudan tırnakları tutan hastalıklar,
tırnaklarda bozukluğa neden olurlar. Tırnaklardaki bu bozukluklar hem estetik kusur
oluşturur, hem de tırnakların işlevlerini bozar. Tırnakların renk değişiklikleri çok önemlidir
ve hastalık belirtisi olarak ele alınmalıdır. En sık görülen renk değişikliği beyazlaşmadır.
Beyazlaşmaların hesin nedeni belli olmamakla birlikte; manikür sırasındaki zedelenmeler,
bazı mantar hastalıkları, bazı genel hastalıklar, bazı ilaçlar veya kimyasal maddeler, bazı
vitamin eksiklikleri neden olabilir. Sarı renk; bazı mantar hastalıkları, bazı ilaçlar veya
tırnaklara yerleşen bazı boyalarla ilgili olabilir. Turuncumsu renk daha çok sedef
hastalığında görülür. Sürekli sigara içimi de tırnaklarda sarı - esmer renklenmeye neden
olur. Koyu renkler değişik tonlarda olabilir. Gri - esmer ve kahverengi renkler,
kalınlaşmanın olduğu durumlarda sık görülür. Kalınlaşma olmaksızın bu renkler
görüldüğünde; mantar hastalıkları, bazı bakterilerin yaptığı bozukluklar, dıştan temasla
tırnağa yerleşen boyalar akla gelmelidir. Bazı hormonal nedenler de olabilir. Mavi - siyah
renk de ilaçlarla ortaya çıkabilir. Eğer siyah (veya siyaha yakın) leke sınırlı bir alanı
tutuyorsa, ilk önce tırnak altı kanamaları akla gelir. Fakat aynı zamanda ''Melanoma'' adlı
çok tehlikeli bir kanser türünün de habercisi olabilir. Leke, tırnakla beraber ileri gidiyorsa
kanamadır. Boyuna çizgiler halindeki siyah lekeler, sıklıkla ilaçlara bağlı görülür. Fakat
tırnak altındaki bir ben veya ''Melanoma''nın belirtisi de olabilir.
Tırnak uçlarındaki küçük, siyah çizgiler ise yüzeysel kanamalara bağlıdır. En çok
zedelenmelerle oluşur. Bunun yanısıra sedef hastalığı ve başka bazı hastalıklarda da
görülebilir.
Tırnaklarda en sık görülen bozukluklardan bir tanesi, tırnakların kalınlaşıp,
kabalaşmasıdır. Tırnak, kalınlığın yanısıra; sert kuru, gevrek, kolay parçalanır bir
haldedir, esnekliğini kaybetmiştir. Tırnağın rengi de sarı-esmer, kahverengi bir görünüm
alır. Bu tür değişikliklerin nedeni daha çok tırnakları tutan mantar hastalıklarıdır
(Onikomikoz). Uzun süren ayak mantar hastalıkları sonucu bulaşma olabilir veya ortak
kullanılan törpü, tırnak makası gibi tırnaklarda zedelenmeye yol açabilecek aletlerle
bulaşır. Kalınlaşma ayak tırnaklarındaysa ayakkabı giymeyi dahi zorlaştırabilir ve ağrı
yapabilir. Sedef hastalığı tırnaklara yerleştiğinde, diğer belirtilerin yanı sıra, mantar
hastalığını çok andıran bir kalınlaşma da yapar ve ayırımı çok zor olabilir. Renk farklılıkları
bazen ayırdettirici olursa da; mantarların, laboratuvarda test ettirilmesi en sağlıklısıdır.
İleri yaşlardaki kişilerde, dolaşım bozuklukluğuna bağlı olarak, benzer tipte kalınlaşmalar
görülebilir. Üzerinde belirgin boyuna çizgiler de vardır. Ayrıca bazı kalıtsal bozukluklarda
da tırnak kalınlaşmaları görülebilir. Tırnak plağının yatağından ayrılması, yani tırnak
plağıyla tırnak yatağı arasında bir boşluk oluşması da sık görülen bir durumdur. Başta
sürekli bulaşık ve çamaşır yıkamak olmak üzere; ev işleri, hamur yoğurma, macun ve kil
yoğurma, çiğ köfte yoğurma kolaylaştırıcı nedenlerdendir. Boşluk, serbest uçtan başlar ve
içerisine dolan kirlerden dolayı koyu renkli görülür. Bu kirlerin temizlenmesi için sivri ve
sert bir cisim kullanılması, boşluğun daha derinleşmesine yol açar ve bu boşluğa bakteri
ve mantarlar da yerleşebilir. Ayrıca sedef hastalığı, mantar hastalıkları, egzamalar, bazı
ilaçlar ve genel hastalıklar da bu boşluklara neden olabilir.
Tırnak batmaları, genellikle dar ayakkabıların baskısına bağlı olarak ortaya çıkarlar ve
ayak baş parmaklarında görülürler. Baş parmak tırnaklarının çok dipten kesilmesi de
batmayı kolaylaştırır. Tırnakların kısa kesilen yan kenarları, deri içerisine doğru ilerler ve
bu alanda; önce ağrı, sonra iltihaplanma ve daha sonra da bu bölgede et parçası gibi
anormal bir doku gelişmesine yol açar. Bunu önlemek için, geniş ayakkabılar giyilip,
tırnak uçları uzunca tutulmalıdır.
Tırnak çevresi iltihaplanması (Dolama), zedelenme sonucu bakterilerin ve uzun sürerse
mantarların devreye girmesiyle oluşur. Ev işleri, sık ıslanma ve kuruma, manikürde
zedelenme, kolaylaştırıcı nedenlerdir. Şişme, kızarma ve cerahatlenme görülür.
Zedelenmeden korunması, özellikle manikürde dikkatli olunması ve ev işlerinde eldiven
kullanılması önemlidir.
Son olarak, tırnakların korunma ve bakımları için birkaç öneri:
· Su, sabun, deterjanla yapılacak işlerde muhakkak eldiven kullanılmalıdır.
· Her yıkamadan sonra tırnaklar da, ellerle birlikte, iyice kurulanmalı ve koruyucu kremler
sürülmelidir.
· Tırnak altında biriken kirler, yumuşak bir firça ve sabunlu suyla temizlenmelidir.
· Sıkı, sert ayakkabılardan kaçınmak gerekir.
· Yağlı cila sökücüler, daha az hasar yapar.
· Tırnak cilaları zararlı değillerdir, hatta tırnak direncini %5 kadar arttırırlar.
Takma tırnakların çok sıkı yapıştırılması ve uzun süre kalması, ciddi hasara yol açabilir.
__________________
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi"
Uçuk (Herpes) . . . .

--------------------------------------------------------------------------------

Uçuk, virüslerin etkisiyle oluşan, kızarık bir zeminde minik su kabarcıkları şeklinde
kendini gösteren, halk arasında çok iyi tanınan bir hastalıktır. Halk arasında tanınmak bir
yana hangi nedenle ortaya çıktığı konusunda dahi yorumlar hemen yapılır: ''Kötü bir rüya
görmüşsündür.'', ''Korktun mu?'', ''Güneşte çok kalmayaydın.'', veya ''Kız, yine malum
zamanın mı?'' gibi. Bu yorumlarda kısmen gerçek payı da vardır. Genellikle bebeklik
yaşında bulaşan virüsler, vücutta yerleşir ve direncin düştüğü uygun zamanları kollarlar.
Yukarıdaki örneklerin hepsi geçerli olmasa da, organizmanın direncini düşüren ateşli
hastalık, aşırı yorgunluk, aşı sonrası, stres vb. durumlarda hastalık halinde karşımıza
çıkar. Genellikle ilk bulaşmada belirti olmaz, ancak yüz kişide bir ilk bulaşma belirtileri
görülür, çok şiddetli ve uzun sürelidirler. Yineleyen uçuklarda yineleme sıklığı, kişilere
göre değişir. Bazılarında yılda bir - iki kez çıkarken bazılarında ayda bir - iki kez olabilir.
En sık ağız kenarında görülmekle birlikte ağız içinden, parmak ucuna kadar her yerde
görülebilir. Tedavi edilmezse beş ila yedi günde kendiliğinden geçer, fakat kaşıntı ve
sızlama yaparak rahatsız edebilir. Genellikle seyrek görüldüğünde, yalnızca belirti varken
yerel ilaçlar uygulamak yeterli olur. Şiddetli ve sık yineleyen şekillerde ise yerel tedavi
yetmeyebilir ve ağız yollu ilaçlar da eklenir. Çıkışını önlemek ise olanaksız gibidir, ancak
aylarca ilaç kullanılarak baskılanabilir ve sıklığı azaltılabilir. Basit uçuk hastalığının bir de
kırmızı noktalı tipi vardır. Cinsel ilişkiyle bulaşan ve doğal olarak cinsel organlarda
görülen bu tipte (Herpes Genitalis) genel özellikler, diğerine çok benzer. Bu tip uçuk,
AIDS'in zuhurundan önce en çok dedikodusu yapılan ve ayrılıklara neden olan zührevi
hastalık olma özelliğini taşımaktaydı. Bugün ise sıradan bir hastalık durumuna
düşmüştür. Tedavi de benzer şekilde yapılır ve benzer şekilde etkisi zayıftır. Bu nedenle
korunma öne planda gelir.
__________________
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi"

Uyuz . . . .

--------------------------------------------------------------------------------

Halk arasinda ''Gidişik'' adı verilen hastalık, yalnız insanlarda yaşayabilen ve gözle
görülmeyen böceklerde bulaşan, çok kaşıntılı bir hastalıktır.
İnsandan insana; aynı yatakta yatmak gibi uzun süreli temasla veya çarşaf, çamaşır gibi
ortak kullanılabilen eşyalarla bulaşabilir. İlk kez uyuz olanlarda kaşıntı 20 - 30 gün sonra,
daha önce geçirenlerde ise çok kısa sürede ortaya çıkar.
Kaşıntının şiddeti, yaygınlığı, gece artması ve ailesel özelliği çok tipiktir. El parmak
araları, dirsekler, karın, kalça, cinsel organlar, memeler en çok yerleştiği bölgelerdir.
Yoğun kaşıntı izleri ve az sayıda böceğin kazdığı tüneller görelbilir.
Aşırı kaşıntı, mikrop kapmalara veya egzama gelişimine neden olabilir. Bebeklerde ve
bağışıklık sistemi zayıf olan kimselerde, normalde tutmadığı saçlı deri, avuç içi, ayak
tabanı gibi alanlarda yerleşerek, daha şiddetli olabilir. Her insanda hastalığa yakalanma
olasılığı aynıdır; fakat, aynı ev içerisinde çok sayıda insanın yaşadığı, yatılı misafirliğin sık
olduğu kesimlerde yayılma daha hızlı olur. Tedavisi çok zor olmasa da uğraştırıcıdır ve
titiz bir uygulama gerektirir.
Birinci ilke; bir kişinin hasta olduğu bir evde herkesin tedavi olması, ikincisi ise bulaşma
kaynaklarının dezenfeksiyonudur. Çamaşır ve çarşaflar kaynatılabilir, kaynatılamayan
eşyalar, kızgın ütüyle ütülenebilir veya bir hafta insandan uzak kalacak şekilde, metal
veya plastik bir kapta saklanarak; insan dışında uzun süre yaşayamayan böceklerin
ölmesi sağlanır. Uzun araştırmalara karşın uyuzun iğne veya hap şeklinde, yaygın deyişle
''içten kesecek'' bir tedavisi bulunamamıştır. Bu nedenle deriye sürülerek böcekleri
öldüren ilaçlar kullanılır. Uygulamada en önemli nokta, böceğin sevmediği baş ve yüz
dışında, ilaçların tüm vücuda önerilen aralıklarla sürülmesi ve tedavi süresi içinde
bölgenin, ilaçsız kalmamasıdır. Bu süre, ilaçlara göre 12 - 72 saat olabilir. Önemli olan,
erken dönemde doktora başvurup; hastalığı, çevreye yayılmadan ve başka sorunlara
neden olmadan denetim altına alabilmektir.
__________________
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi"

Cildiye

Cildiye

Ürtiker, sedef, allerjik cilt hastalıkları.Deri testleri,mantar hastalıkları,cilt bakımı. Makyaj


ve solaryumun cilde etkisi.
__________________
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi"

Akne Vulgaris Sivilce

TEMEL BİLGİLER

TANIMLAMA :
Akne ( Sivilce) derideki yağ bezlerinin,erkeklik hormonu (Androjen) tarafından uyarılması
ile oluşan,içi cerahat dolu veya siyah noktalar ihtiva eden,nadiren nedbe dokusu ile iz
bırakarak iyileşen bir deri hastalığıdır.

Görülme sıkılığı:
Adolesanların yaklaşık 100 %'ü az ya da çok derecede etkilenir ancak, sadece% 15'i
doktora başvurur.
Cinsiyet:
Erkek= Kadın (erkeklerde daha ağır seyretme eğilimi vardır.)

BELİRTİ VE BULGULAR
• Kapalı komedonlar (beyaz noktalar)
• Açık komedonlar (siyah noktalar)
• Kızarıklık ve ödemin eşlik ettiği ya da etmediği püstüller (kistler)
• Nedbe dokuları
• Lezyonlar, alın, yanak ve burun üzerinde ortaya çıkar ancak sırt ve göğüs ortasına
kadar yayılabilir.

NEDENLERİ
Erkeklik hormonu yağ bezlerinin ucunun siyah noktalarla tıkanmasına yol açan keratin
döngüsünü uyarırlar. Yağ bezlerinin ürettiği peynirsi madde (sebum) tıkaçın ardında
birikmeye başlar.Bakteri varlığında, biriken muhteva iltihaplanarak sivilce oluşur.

RİSK FAKTÖRLERİ
• Ergenlik çağına giriş.
• Erkek
• Bazı ilaçlar( Doğum kontrol hapları,iodidler, bromidler, lityum, fenitoinler, kortizon)
• Temizleyici kremler, nemlendiriciler, yağlı fondötenleri içeren birtakım yağlı
kozmetikler.
• Deri yüzeyinin herhangi bir şekilde kapatılması.
• Sıcak , nemli iklimler

TEDAVİ

GENEL ÖNLEMLER
• Siyah noktalarla tıkanmış alanların boşaltılması
• Temizleme- yumuşak bir sabunla günde birkaç defa hafifçe yıkamak yüzeyel
yağlanmayı kontrol edecektir. Daha sık yıkanması deriyi tahriş eder.
• Yağsız güneş koruyucuları- bazı tedavi olmayan vakalarda ultraviole ışınları ile bir
miktar iyileşme sağlanmakla birlikte, tedavide kuilanıjan ilaçlar Ultraviole ile ters
etkileşim gösterir. Uzun dönem Ultraviole ye maruz kalmak kalıcı deri hasarına neden
olur.

DİYET
• İyi beslenmeye yönelik öneriler
• Akneyi (Sivilceleri) iyileşlirebilen özel bir diyet tarii edilmemiştir. Çikolata ve yağlı
yiyecekler akneyi(Sivilceleri) artırmazlar.

HASTANIN EĞİTİLMESİ
• Hastanın aknenin kesin bir tedavisinin olmadığını, tedavilerin sadece hastalığı ve
lezyonları kontrol altına almak için yapıldığını bilmesi önemlidir.
• Tüm tedavi şekillerinde etkinin ortaya çıkması en az 4 hafta sürer.
• Topikal ajanlar yüzün kızarmasına ve kurumasına sebep olurlar, bu yüzden bir çok
kişinin bu ilaçların kullanımına devam etme konusunda teşvik edilmesi gerekir.

TERCİH EDİLEN İLAÇLAR


• Özellikle haifi derecedeki sivilcelerde deriye uygulanan krem ve losyonlar en iyisidir.
• Benzoyl peroxide % 5 kuru cilde gece yatarken sürülür.
• Retinoik asid % 0,025 oranlarındaki konsantrasyonlardan başlayarak gece yatarken
kuru cilde sürülür. Jel formu da (Retinojel % 0,025, % 0.05)0 vardır ve oldukça
kurutucudur. Başlangıç aşamasında lezyonların artmasına neden olur.
• Kislik lezyonlara eritromisin yada Klindamisin % 2 solüsyon uygulanması
• Tetrasıklin 250 mg günde dört defa 7-10 gün kullanılması ve dozun en düşük etkin doza
kadar azaltılması.

BEKLENEN GELİŞME VE PROGNOZ


Zaman içinde yavaş yavaş iyileşme meydana gelmesi

GEBELİK:
• Akne lezyonlarında remisyon ya da artışa sebep olabilir.

DİĞER NOTLAR
• Akne (Sivilce), genellikle hasta için, doktora ifade ettiğinden daha ciddi bir sorundur
• Akne (Sivilce) zamanla geriler
__________________
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi"

Aft nedir?

AFT

TARİF:
Aft ağız içerisinde sıklıkla yanak ve dudak mukozasında, dil üzerinde, yumuşak damakta,
farenkste, diş eti üzerinde görülen solgun sarı-kırmızı hale ile çevrili oldukça ağrılı
ülserleşmiş lezyonlardır. Toplumun %18-20 az ya da çok aft sorunu ile karşı karşıyadır.
Bayanlarda daha sıklıkla rastlanır. Aft genellikle tek olarak seyretse de aynı anda birkaç
bölgede birden görülebilmektedir.

Aftın oluş nedenini belirlemek için çeşitli araştırma yapılmıştır. Ancak aftın oluşumunu
hızlandırıcı ve seyrini kötüleştirici birçok faktör faktör saptanmasına karşın oluş nedeni
tam olarak belirlenememiştir.

Bu nedenle aft oluşumunu hızlandıran ve iyileşmesini geciktiren faktörlerden bahsetmek


mümkündür.

Aft oluşumunda hangi faktörler önemlidir?

STRES
Günümüzde migren, yüksek tansiyon ve gastrit gibi birçok hastalığın nedenleri arasında
kabul edilen stres aft oluşmasının en önemli nedenlerinden birisidir.
Hanımlarda premenstural gerginlik(adet öncesi dönem) de aft oluşumunu hızlandıran
faktörlerdendir.
YİYECEKLER
Turunçgiller, sirke, turşu, patates cipsi, tuzlu ve baharatlı çerezler gibi ağız mukozasını
tahriş edebilen yiyecekler aft oluşumunu hızlandıran önemli faktörler arasında
sayılmaktadır.Bunların yanı sıra bazı bünyeler için alerjik olabilen kara buğday, çavdar,
arpa, çikolata, fındık, kabuklu deniz hayvanları, soya, domates, bazı patlıcan, elma, incir,
peynir gibi yiyecekle.de aft oluşumunu hızlandırırlar.
TRAVMA
Yanak dil dudak ısırma, sert yiyeceklerin tahrişi ve yumuşak olmayan diş fırçalama
işlemleri ve iyi adapte olmayan protezlerin neden olduğu vuruklar aft için uygun zeminin
oluşmasına yardımcı olurlar.
DİŞ MACUNU
Diş macunlarının temizleme özelliğini artırmak için köpük yapıcı olarak yapılarına katılan
"sodyum lauryl sulhate" ( SLS ) mukoza hücrelerinin yıkımını artıran tahriş edici bir
kimyasaldır. SLS bu özelliği ile aft oluşumu üzerine direkt etkili olan bir maddedir.
Özellikle aft sorunu olan kişilerin kullanabilmesi için günümüzde daha az oranda (%1.25)
SLS içeren diş macunları üretilmektedir. (Tom's of Maine Natural Toothpaste , Oral-B
Sensitive Fluoride Toothpaste.)
SİSTEMİK HASTALIKLAR
Behçet Hastalığı: Genital ülser, konjuktivit, retinit, lokositoz gibi, birçok sistemik belirtiler
yanında ağız içerisinde oluşan tekrarlayıcı aftlarla kendini gösteren bir hastalıktır.
Birçok malign ve otoümmin hastalıklarla birlikte de tekrarlayıcı aftlar görülebilmektedir.
DİĞER NEDENLER
B12 vitamini ve demir noksanlığı,sigara içme, tütün çiğnemenin gibi alışkanlıkların de aft
oluşumuna katkıda bulunan önemli faktörler olduğu bilinmektedir.

yukarı

Tedavi
Aftlar herhangi bir tedavi uygulanmasa da genellikle 7-10 gün sonra kendiliğinden
iyileşmektedir. Aft sorunu ile karşı karşıya olanların aşağıda sıralanan işlemlerden birini
yada birkaçını uyguladıklarında daha rahat bir periyot geçirmeleri mümkündür:

Ağrıyı azaltmak ve iyileşme periyodunu kısaltmak için:


Sıcak, asidik ve tahriş edici gıdalardan kaçınılmalır.
"2% hydrogen peroxide" solusyonuna batırılan pamuk yada gazlı bez ile aft bölgesi
temizlenebilir.
Su ile karbonat karışımından hazırlanan ince yapılı bir krem aft üzerine sürülebilir.
Yarım bardak suya yarım kaşık tuz ilavesi ile elde edilen solusyonla günde üç kez gargara
yapılabilir,
Yemeklerden önce aft bölgesine "xylocaine" solusyonu ya da ağız için hazırlanmış
anestezik kremler uygulanabilir.
Aft üzerine uygulanacak "orabase", "Gly-oxide", "Cankaid","Ambesol" gibi ağız içi kremler
uygulanabilir.
"sucralfate" tableti ılık suda eritip gargara yapılabilir.
Özellikle aftı başlangıç aşamasında "tetrasiklin" tableti suda eriterek elde edilen solusyon
ile gargara yapmak aftın fazla büyümesini engeller ve ağrıyı azaltır.
Gene aftın başlangıç safhasında bölgeye bir topikal steroid "%0.1 lik triamcinalone"
uygulanması ya da steroidli bir gargara "betamethasone syrup" ile gargara yapmak aftın
fazla büyümesini engeller ve ağrıyı azaltır.
"Chlorhexadine" gargaralar iyileşme periyodunu kısaltır.
"Tetrasiklin" şurup la hazırlanan 12,500 unite "nystatin", 1.25 mg "diphenhydramine", ve
0.25 mg/m "hydrocortisone" karışımı 'shotgun' solusyonu olarak kullanılabilir.
__________________
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi"

A. ATOPİK DERMATİT ( EGZEMA ) NEDİR ?

Kronik, tekrarlayan, pembe renkli, yüzeyi pütürlü olan kaşıntılı döküntülerdir. Aktif
lezyonlar tüm vücütta
yaygın veya bir bölgede sınırlı olabilir. Bunlar pembe renkli, sulantılı, kaşıntılı lezyonlar
şeklinde olabilir.
Aşırı kaşınma sonucu enfekte olabilirler. Lezyonların sürekli olarak nüks ettiği veya
iyileşmediği
dönemlerde cilt kalınlaşması, çizgilenmesi, soyulmalar ve renk koyulaşması olabilir.
Hastalığın
başlangıç yaşına göre lezyonların vücüttaki dağılımı farklılık gösterir.

1. İnfantil ( bebeklik dönemi ) Atopik Dermatit:

2 ay-2 yaş arası çocuklarda görülür. Lezyonlar özellikle yüzde ( sıklıkla yanaklarda ), saçlı
deride,
boyunda, sırtta, diz ve dirsek bölgelerinde oluşur. Bu dönemde başlayan hastalık 3
yaşında
iyileşebilir veya ileri çocukluk yaşlarında da devam edebilir.

2. Çocukluk Çağı Atopik Dermatiti:

2-12 yaşlar arasında görülür. Cilt lezyonları sıklıkla dirsek önü, diz arkası, boyun, el bileği
ve ayak
bileğinde görülür. Lezyoların olduğu cilt bölgelerinde kuruluk, çizgilenme, sulanma ve
kaşıntı vardır.

3. Erişkin Dönemi Atopik Dermatiti:

Çocukluk çağı atopik dermatitinin devam etmesi veya ilk kez 12-20 yaşlar arasında
başlayan cilt
hastalığı şeklinde ortaya çıkabilir. Cilt lezyonları sıklıkla dirsek önü ve diz arkasında
bulunur. Bazen
ellerde de olabilir. Genellikle ciltte çizgilenme, kalınlaşma ve rengin kahverengileşmesine
neden olur.
Bazen göz çevresi ve ağız çevresinde kuruluk ve cildin dökülmesi eşlik edebilir. Genellikle
kronik
seyirlidir.
Atopik Dermatite Eşlik Edebilen Bulgular:
· El ve ayak tabanı çizgilerinin belirginleşmesi
· Göz altında koyu gölgeler
· Yanak, sırt, kol ve bacakta sınırları belirgin soluk renkli bölgeler
· Atopik dermatiti olan bebekler ileriki yıllarda astım veya allerjik rinit olabilirler

Atopik Dermatit ( Egzema ) Nasıl Tedavi Edilir?

1.Koruyucu Önlemler:

Bu hastaların ciltleri aşırı kurudur. Cilt kuruluğu belirtilerin alevlenmesine neden olur. Bu
nedenle
cildin sürekli olarak nemlendirilmesi son derece önemlidir. Ayrıca bu kişiler normal sabun
kullanmamalıdır. Kremli sabunların kullanılması önerilir. Terleme şikayetleri
arttırdığından, özellikle
sıcak havalarda dikkat edilmesi önerilir. Tetkiklerde belirtilere sebep olan herhangi bir
allerjen (
inek sütü, yumurta, ev tozu akarı gibi ) saptanırsa, bu allejenden kaçınmak için doktorun
önerdiği
önlemler mutlaka alınmalıdır.

2.İlaç Tedavisi:

1.Kaşıntı önleyiciler ( antihistaminikler-şurup, tablet )

Bu hastaların en önemli şikayeti kaşıntıdır. Bu şikayetlerin ortadan kalkması için


doktorunuzun
önerdiği ilacı şikayetlerin alevlendiği dönemlerde kullanmak gerekir.

2.Lokal Kortikosteroidler ( merhem, krem )

Cilt lezyonlarının aktif olduğu dönemlerde lezyon üzerine haricen ince bir tabaka halinde
doktorunuzun önerdiği kullanma süresi dikkate alınarak uygulanır. Bu ilaçlar doktorun
önerdiği nemlendirici ile cilt nemlendirildikten sonra uygulanmalıdır.
__________________
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi"

ATOPİK DERMATİT-2-

1. Atopik dermatit nedir, nasıl bir hastalıktır?

Atopik dermatit, bebeklik ve çocukluk döneminde oluşan, ancak yetişkinlerde de


görülebilen, yinelemelerle karakterize, kronik, kaşıntılı bir deri hastalığıdır. Çocukluk
döneminde başlayan atopik dermatit, hastaların %90’ından fazlasında, ergenlik dönemi
sonrasında da devam eder. Sıklıkla kişisel ve ailesel atopik dermatit, alerjik nezle ya da
astım hastalığı öyküsü ile birlikte bulunur.

2. Semptomları nelerdir?

Atopik dermatitin klinik görünümü ve belirtilerin dağılımı hastanın yaşına ve hastalığın


şiddetine göre değişiklik gösterir. Akut belirtiler kızarıklık ve kaşıntı şeklindedir. Akut
atopik dermatit sıklıkla bebeklerde görülür ve yüzü, saçlı deriyi ve kol ve bacakların dış
yüzeylerini etkiler. Büyük çocuklar ve yetişkinlerde, deride kalınlaşma ve deri çizgilerinde
belirginleşme ile karakterize, kronik atopik dermatit ile karşılaşılır. Belirtiler boyun, göz
kapakları, dirsek önü ve diz arkası gibi bölgelerde yoğunlaşır. Hastalığın her döneminde
deri kuruluğu mevcuttur. Atopik dermatitli hastalarda virus, bakteri ve mantar hastalıkları
daha sık gelişir. Kaşıntı olmaksızın atopik dermatit tanısı konamaz. Atopik dermatitli
hastalarda kaşıntı gün boyu aralıklı seyrederken, genellikle akşamları ve geceleri daha
şiddetlenir. Bu durum hastaların uyku düzenlerinin bozulmasına neden olabilir.

3. Atopik dermatitin ortaya çıkma sebepleri nelerdir?

Atopik dermatitin oluşmasında genetik, immünolojik ve çevresel etkenler rol


oynamaktadır. Hastaların %80’inde ev tozu allerjenleri, polenler, küf mantarları gibi hava
yolu ile alınan allerjenlere ve gıdasal allerjenlere karşı antikorlar bulunur. Bakterilerin de
atopik dermatitin gelişimine katkıda bulundukları düşünülmektedir.

4. Atopik dermatitin tedavi yöntemlerinden söz eder misiniz? Kesin tedavisi mevcut mu?
Yeni gelişmeler var mı?

Atopik dermatitin tedavisinde farklı güçte değişik yerel kortikosteroid preparatları


yaklaşık yarım yüzyıldan beri derideki kızarıklığın, ödemin ve kaşıntının tedavisinde
kullanılmaktadır. Bu grup ilaçların deride incelme, deri enfeksiyonları, deri çatlamaları,
kılcal damar genişlemeleri, deri içi kanamaları gibi yan etkileri vardır ve geniş yüzeylere
sürüldüklerinde deriden emilip kana geçerek sistemik yan etkiler oluşturabilirler. O
nedenle kortikosteroid kremlerinin geniş deri yüzeylerinde, göz çevresinde ve boyun, yüz,
koltuk altı ve kasıklar gibi derinin ince olduğu bölgelerde doktor kontrolünde dikkatlice
kullanılması gerekir. Deride infeksiyon varsa yerel kortikosteroidler uygulanmamalı,
kullanım için hekimin direktiflerine dikkatle uyulmalı ve hekimin önerisinden daha uzun
süre kullanılmamalıdırlar.

Atopik dermatit tedavisinde tıbbın her alanında olduğu gibi yenilikler ve yeni tedavi
olanakları ortaya çıkmaktadır. Örneğin steroid (kortizon) içermeyen bu nedenle de
yukarıda sözü geçen yan etkileri bulunmayan yeni ilaçlar geliştirilmiştir. Bu preparatların
deriden emilimi çok az olduğundan özellikle bebeklerde ve erişkinlerde hassas bölgeler ve
geniş alanlarda bile güvenli bir şekilde kullanılabilmektedir.

5. Hastalığın ilerlemesini önlemek için hastalar günlük yaşamlarında nelere dikkat


etmelidir? Ne gibi önerileriniz olabilir?

Duştan hemen sonra, krem ya da merhem şeklindeki nemlendiriciler uygulanmalıdır.


Banyoda ılık su tercih edilmeli sabun kullanımı sınırlanmalı ya da daha iyisi sabun
içermeyen temizleyiciler kullanılmalıdır. Kurulama hafifçe bastırılarak yapılmalı, havlu ile
kuvvetle ovarak kurulama işleminden kaçınılmalıdır.

Çocukların tırnakları kısa ve temiz olmalıdır.

Atopik dermatitin alevlenmesine yol açan, sabun ve deterjanlar, kimyasal çözücüler,


beyazlatıcılar, boyalar, yün ve sentetik kumaşlar, alkol içeren deri bakım ürünleri,
kozmetikler ve parfümler gibi irritanlarla temastan kaçınılmalıdır.

Soğuk havalarda deriyi en fazla koruyacak şekilde giyinilmeli, Yazın ince ve pamuklu
giysiler tercih edilmelidir.

Yataklarda, halk arasında ev tozu böcekleri olarak bilinen akarları geçirmeyen kılıflar
kullanılmalı, koltuk kanepe gibi özel kılıfla kaplanmayan yerlerde uyumaktan kaçınılmalı,
çarşaflar her hafta 65o C’de yıkanmalıdır. 6-12 ayda bir halı, koltuk ve kanepeler için
akarları öldüren temizlik ürünleri kullanılmalıdır. Evde hayvan, çiçek, bitki
bulundurulmamalı, kuştüyü yastık, yorgan ve yünlü giysiler kullanılmamalıdır
__________________
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi"

Allerji tüm yönleriyle

Allerji nedir?
Çevremizde yaygın olarak bulunan allerjenlere bazı kişiler diğerlerinden daha fazla duyarlı
olup (atopik kişiler) onlara karşı allerjik olmayan normal kişilerden (atopik olmayan) çok
daha abartılı bir reaksiyon verirler. Bu duruma allerji denilmektedir.

Allerjik tabiatta olmak bir hastalık mıdır?


Hayır. Toplumda yaşayan bireylerin yaklaşık %30’u allerjik tabiattadır. Bu kişiler duyarlı
oldukları bazı allerjenlere karşı özel E tipi antikorlar aracılığıyla abartılı bir reaksiyon
oluşturabilme yeteneğindedirler. Bu tip antikorlara bağlı olarak bazen değişik allerjik
hastalıklar ortaya çıkabilir. Ancak tek başına allerjik bünyeye sahip olmak, yani atopik
olmak bir hastalık olmayıp allerjik hastalıklara bir çeşit aday olma, yatkın olma
durumudur.

Allerjik bünyeye sahip olmak neye bağlıdır?


Bu tamamen ailesel geçişli (irsi) bir durumdur.

Genetik geçiş dışında çevresel faktörlerin bir etkisi yok mudur?


Atopik olma veya olmama durumu tamamen genetik olarak belirlenmektedir. Ancak
atopik kişilerde allerjik hastalıkların gelişip gelişmemesi çevresel allerjenlerle karşılaşma
yoğunluğuna bağlı olarak değişmektedir. Daha dünyaya gelmeden gebelik döneminde
veya hayatın erken döneminde, emzirme periyodunda annenin sigara içmesi, allerjik
gıdaları tüketmesi, ortamın allerjen yoğunluğunun fazla olması gibi faktörler atopik
kişilerde allerjik hastalıkların görülme sıklığını artırır.

Allerjik hastalıklar psikolojik nedenlerle görülebilir mi?


Allerjik hastalıklar psikolojik veya psikosomatik hastalıklardan farklıdır. Ancak allerjik
hastalıkların gelişiminde, yakınmaların ortaya çıkmasında ve hastalığın kontrolünde
psikolojik durumun da katkısı olabilir. Ayrıca psikolojik hastalıklarla ayrımı gerekebilir.

Allerjik hastalıklar nelerdir?


Astım, allerjik burun nezlesi ve sinüzit, allerjik göz nezlesi, burun polipleri, allerjik orta
kulak iltihabı, ürtiker ve egzema gibi allerjik deri hastalıkları, gıdalara bağlı allerjik
reaksiyonlar, çeşitli ilaç ve kimyasallar ile arı ve böcek sokmalarına bağlı allerjik
reaksiyonlar allerjik hastalıkların arasında öncelikli olarak sayılması gerekenlerdir.

Allerjik bünyeli bir kişide bu hastalıkların hepsi de bulunur mu?


Vücudun allerjenlere olan reaksiyonu belirli organlara özel dağılım gösterir. Bazı kişilerde
bu sayılan hastalıkların bir kaçı beraber bulunabilirse de bu şart değildir.

Allerji teşhisi nasıl konur?


Allerjik hastalıklarla uyumlu yakınmaları olan kişilerde ailede benzer hastalığı olanların
varlığı, şikayetlerin süreğen ve tekrarlayıcı olması, mevsimlere göre değişmesi, diğer
allerjik hastalıkların eşlik etmesi gibi hastanın öyküsünde tipik özellikler allerjik bir
hastalığı telkin eder. Kanda özel E tipi antikorların araştırılması, allerjik cilt testleri ve
hastalığın tipine göre değişen diğer tetkiklerle kesin teşhis konulabilir.

Teşhis için can yakıcı, zor tetkikler, endoskopik işlemler ve biyopsiler gerekli midir?
Hayır. Allerjik hastalıkların tanısında genellikle bu tür invaziv işlemlere gerek duyulmaz.

Yöremizde bu tür hastalıkların teşhis ve takibi mümkün müdür?


Tabii. Fakültemizde allerjik hastalıkların teşhis, takip ve tedavisi için gerekli olan her türlü
laboratuvar inceleme yapılabilmektedir. Uzak yerlere gidip gelmeğe gerek yoktur.

Erken teşhisin önemi var mı?


Kuşkusuz. Hem hastanın yaşamının normale döndürülmesi, hastalıktan dolayı kayıplarının
giderilmesi; hem de tehlikeli krizlerin ve aynı zamanda hastalığın ilerlemesinin önlenmesi
için erken tanı konarak tedaviye başlanması çok yerinde olur.

Allerjik hastalıkların belirtileri nelerdir?


Hastalığın tipine, ağırlığına ve hastanın yaşına, cinsiyetine göre belirtiler değişir. Allerjik
sinüzit, burun ve göz nezlesinde: Yılın belirli aylarında veya tüm yıl boyunca devam eden
hapşırma, burunda kaşıntı, burun akıntısı, burun tıkanıklığı vardır. Geniz akıntısı, boğazda
gıcıklanma, gözlerde yaşarma, kızarıklık ve kaşıntı, kulakta dolgunluk hışırtı, kaşıntı, baş
ve kulak ağrısı, koku alma bozukluğu tat almama, sesin değişmesi olabilmektedir.
Anjiyonörotik ödem ve anafilakside: Tablonun ağırlığına bağlı olarak değişen derecelerde
yüzde, dudakta, dilde, boğazda aniden şişme, tıkanma, ciltte solukluk, kızarıklık, kaşıntı
ve kabarıklıklar, döküntüler, nefes darlığı, hırıltılı solunum, tansiyon düşmesi, ateş,
terleme, çarpıntı, kalpte ritim bozukluğu, morarma, kusma, karın ağrısı, ishal, havale
geçirme, solunum durması ve ölüm olabilir. Astımda: Nefes darlığı, öksürük, hırıltılı
solunum, göğüste tıkanıklık olabilir. Bu yakınmaların aniden ve krizler şeklinde ortaya
çıkması bir müddet sonra kendiliğinden veya tedaviyle düzelmesi, tekrarlaması, gece
uykudan uyandıracak şekilde olması çok tipiktir. Cilt Allerjilerinde: Ciltte kaşıntı, kurdeşen
denilen kabarıklıklar, kırmızı renkli döküntüler, sulanma, kabuklanma, deride kalınlaşma
ve deride renk değişikliği görülebilir. Mide barsak kanalı allerjilerinde: Bulantı, kusma,
ishal, karın ağrısı, iştahsızlık, kilo kaybı, gelişme geriliği, kansızlığa bağlı halsizlik,
solukluk, göz kapakları ve bacaklarda şişlikler gibi yakınmalar olabilir.

Bu şikayetler allerjik hastalıklar dışında başka nedenlerle oluşamaz mı?


Evet oluşabilir. Bunların hiçbirisi allerjik hastalıklara özgü değildir. Yakınmaların süreğen
ve tekrarlayıcı vasıfta olması, mevsimlerle ilişki göstermesi, ailede benzer yakınmaları
olan başka kişilerin olması veya altta açıklanan allerjenlerden birisiyle temas sonrası bu
yakınmaların ortaya çıkması allerjik bir hastalığın varlığını gösteren işaretlerdir.

Allerjik hastalıklar tehlikeli midir?


Sık görülmeleri, süreklilik göstermeleri, kişinin performansını yakından etkileyerek normal
yaşamını kısıtlamaları, iş gücü kaybı ve okul devamsızlığına yol açmaları ve anafilaksi,
anjiyonörotik ödem gibi bazen ölümcül olabilen formlarının da bulunması nedeniyle
allerjik hastalıklar çok önemli sağlık sorunları arasında yer almaktadır.

Allerjik hastalarda kriz olur mu?


Evet. Allerjik hastalıkların bazılarında aniden kriz şeklinde ağır bir tablo gelişebilir. Üstelik
bu durum tekrarlayıcıdır. Astımda, penisilin allerjisinde, arı-böcek sokmasında,
anjiyonörotik ödemde tehlikeli, ölümcül krizler olabilir.

Anafilaksi nedir?
Allerjiye bağlı olarak ani ortaya çıkan ve acilen tedavi edilmezse ölümcül olan sistemik,
tehlikeli bir hastalıktır. Arı sokması, penisin gibi bir ilacın damardan verilmesi gibi
allerjenlerle temas sonrası olay dakikalar içinde başlar. Tablonun ağırlığına bağlı olarak
değişen derecelerde yüzde, dudakta, dilde, boğazda aniden şişme, tıkanma, ciltte
solukluk, kızarıklık, kaşıntı ve kabarıklıklar, döküntüler, nefes darlığı, hırıltılı solunum,
tansiyon düşmesi, ateş, terleme, çarpıntı, kalpte ritim bozukluğu, morarma, kusma, karın
ağrısı, ishal, havale geçirme, solunum durması ve ölüm olabilir.

Böyle bir durumda ne yapılmalıdır?


Maalesef bu durumda hasta ve yakınlarının yapacağı fazla bir şey yoktur. Ancak gerekli
ilaçların bulunduğu bir ortamda bir hekim bu duruma müdahale edebilir. Hasta derhal
sağlık kuruluşuna götürülmelidir. Allerjik bünyesi olduğu bilinen kişilerin hastane dışında
enjeksiyon yaptırmaması, ilaçlı filim vb tetkikler yapılırken durumunu belirtmesi,
kendisine dokunan besin ve ilaçları kullanmaması, arı sokmaması için tedbirler alınması
gerekmektedir.

İlaç allerjisi hakkında bilgi verir misiniz?


Bir çok ilacın tedavi edici etkisi yanında istenmeyen bazı etkileri de vardır. Bu yan
etkilerden bazıları ise allerjik reaksiyonlara bağlıdır. Kullanılan ilaca; kullanan kişinin
yaşına, cinsiyetine, genetik özelliklerine ve diğer hastalıklarına; daha önce aynı ilacın
kullanılıp kullanılmadığına; ilacın veriliş yoluna bağlı olarak bu tür reaksiyonların görülme
olasılığı değişmektedir. Hemen her ilaç allerjiye neden olabilirse de bazı ilaçların kullanımı
sırasında buna daha sık rastlanmaktadır. İlaca bağlı allerjik olaylar ciltte görülen
kurdeşen, egzamadan kan hücrelerinin sayı ve fonksiyon bozukluklarına, anafilaksi, ateş,
serum hastalığı gibi sistemik tablolardan ani nefes darlığı, sarılık, zatürree göğüste,
karında su toplanması gibi belirli organ lokalizasyonu gösteren patolojilere kadar çok
farklı görünümlere sahiptir. İlaç alımıyla olayların başlaması arasında geçen süre bir kaç
dakikadan bir iki haftaya kadar değişmektedir. Bir ilaç kullanırken ortaya çıkan yeni bir
sağlık sorunu ilaçla ilişkili veya ilişkisiz olduğuna karar verilemese bile o ilacı reçete eden
hekime bildirilmelidir. Eğer hasta herhangi bir ilaca karşı geçirilmiş bir allerji öyküsüne
sahipse başka ilaçları kullanması gerektiğinde de bunu hekimine bildirmelidir. Çünkü bazı
ilaçlar arasında çapraz reaksiyonlar olabilmektedir. Penisilin allerjisi, çeşitli röntgen
filimlerinin çekilmesi sırasında kullanılan boyar maddelere karşı ortaya çıkan reaksiyonlar
ve astımlılarda aspirine karşı duyarlılık ilaç allerjileri arasında özellikle belirtilmesi gereken
durumlardır.

Çocuklara uygulanan aşılar allerji yapar mı?


Aşıların hazırlanması sırasında yumurta proteinleri ve bazı jel maddeler aşıya
karışmaktadır. Bunlara bağlı allerji görülebilir. Yumurta yediğinde anafilaksi tipinde
şiddetli allerjik reaksyonu olan kişilere yumurta kaynaklı bu aşılar yapılmamalıdır. Ancak,
yumurta yiyince deri döküntüsü gibi hafif allerjik reaksiyonu olanlar aşıdan alı
konmamalıdır. Karar verilemediği durumlarda deri testleri yapılabilir.

Gıdalara bağlı allerjik rahatsızlıklardan biraz bahseder misiniz?


Toplumda yaşayan kişilerin %15-20 'si bazı gıdalara karşı allerjisi olduğunu söylerken
yapılan araştırmalarda bu oranın %1-2 'den fazla olmadığı gösterilmiştir. Besin
allerjilerine çocuklarda daha sık rastlanır. Yaş ilerledikçe bu durum çoğunlukla ortadan
kalkmaktadır. Gıdalar allerjik olaylar dışında da besin zehirlenmeleri, besin entoleransı
gibi önemli sorunlara yol açabilirler ve bunların allerjik olaylardan ayrımı zor olabilir. En
sıklıkla allerjiye yol açan besinler inek sütü, tavuk yumurtası, soya fasülyesi, ceviz, fındık,
balık ile buğday ve diğer tahıllardır. Allerjiye neden olan besinin alınmasından sonraki
dakikalar veya saatler içerisinde allerjinin yerleştiği lokalizasyona bağlı olarak değişik
şikayetler görülmeğe başlar. Dudaklarda, dilde, boğazda şişme, yanma, kaşıntı, yüzde
kızarıklık seste kabalık görülebilir. Kramp şeklinde karın ağrıları, bulantı, kusma ve ishal
görülebilir. Bebeklerde gelişme geriliği dikkati çeker. Hapşırma burunda kaşıntı, akıntı,
tıkanıklık, göz yaşarması, gözlerde kaşıntı olabilir. Astım tablosu gelişebilir. Bunların
besinlere bağlı olup olmadığı ve hangisine bağlı olduğu testlerle anlaşıldıktan sonra o
besin hastanın diyetinden çıkarılır. Bir süre bu gıdayı almayan kişide zamanla duyarlılık
kaybolabilmektedir.

Gıda katkı maddeleri zararlı mıdır?


Modern yaşamın getirdiği zorunluluklar eskiden evlerde doğal ve taze olarak hazırlanan
gıdaların yerini fabrikasyon olarak hazırlanan ve uzun süre marketlerde bozulmadan
saklanması gereken gıdaların almasına neden olmuştur. Gıdalara hazırlanması sırasında
renklendirici, koku verici ve bozulmalarını önleyici bazı kimyasal maddeler ilave
edilmektedir. Doğal beslenmede yeri olmayan bu kimyasallar hem astımlı, allerjik nezleli
bazı kişilerde sorunlara yol açmakta hem de allerji dışında kalp-damar hastalıklarına ve
kanserlere neden olabilmektedirler.

Lateks allerjisi ne demektir?


Lateks %99 oranında Brezilyada yetişen tropikal kauçuk ağacının özsuyundan üretilir.
Kauçuk içeren ürünler allerjik reaksiyonlara neden olabilmektedir. Bilhassa hekimlerin
bizar olduğu bu durumda cerrahide kullanılan lateksten mamül eldivenler, bu eldivenlerin
giyilip çıkarılması sırasında ortama yayılan toz, elastik yapışkan bantlar, çeşitli sonda ve
kateterler, lastik ayakkabılar, plastik halı arkaları, spor malzemeleri, yolda aşınan oto
lâstiklerinden ortama dağılan kısımlar ya cilt ile temas veya solunum yoluyla vücuda
girmekte ve takiben kurdeşen, burun nezlesi, göz nezlesi, nefes darlığı, dilde boğazda
şişme gibi değişik reaksiyonlar ortaya çıkmaktadır.

Temas egzaması ne demektir?


Cildin herhangi bir madde ile genellikle uzun süreli ve tekrarlayan temasları sonrası ciltte
allerjik tabiatlı bir hastalığın gelişmesidir. Buna neden olan maddeler arasında öncelikle
sabun ve deterjanlar, lastik eldivenler, kemer, kolye vb aksesuarlar, gömlek, kaşkol gibi
giysiler sayılabilir. Temas edilen cilt alanında kızarıklık, kabarıklıklar, kalınlaşma,
çatlaklar, soyulma, kaşıntı, sulanma ve kabuklanmalar görülebilir.

Böcek ve arı allerjileri hakkında bilgi verir misiniz?


Hamam böcekleri, kalorifer böcekleri, tahtakurusu, sivrisinek, at sineği ve pire gibi
haşerelerin ısırmasıyla, tükrük ve dışkılarının solunum veya cilt yoluyla vücuda girmesine,
yabani veya bal arılarının sokmaları sırasında zerk ettiği zehirlerine karşı bazı kişilerde
allerjik reaksiyonlar gelişebilmektedir. Böcek allerjenleri allerjik burun nezlesi ve astıma
neden olabilmekte; arı sokmalarını takiben ise 10-15 dakika içinde sokma yerinde sınırlı
veya tüm vücutta hafif veya ağır bir reaksiyon gelişebilmektedir. Bu olay tehlikeli olabilir.
Arıya karşı allerjisi olanların yanlarında arı soktuğu taktirde acil müdahale için iğne,
sprey, hap türü ilaçları devamlı taşımaları ve bunları kendi kendilerine kullanmayı
öğrenmeleri gereklidir. Özel aşı ile tedavi de etkili olmaktadır.

Allerji yapan maddeler (allerjenler) nelerdir? Allerjenler nerede bulunur?


Ev tozu, küf mantarları, kedi, köpek, kuş tüyleri, çeşitli ağaç, ot ve çayır polenleri, böcek
ve haşereler, bazı parazitler, bazı gıdalar, penisilin gibi bazı ilaçlar, güneş, rüzgar, soğuk,
kirli hava ile çeşitli kimyasal maddeler gibi çok fazla sayıda madde allerjenik özellik taşır.
Havada, kullandığımız gıda, ilaç ve giyim eşyalarımızda, çevremizdeki eşyada çok sayıda
allerjen bulunmaktadır.

Ülkemiz ve yöremizde allerjenlerin durumu


Yapılan çalışmalarda Ülkemizin 9 000’i aşkın doğal bitki türünden oluşan zengin bir florası
vardır. İklim ve coğrafi değişkenlere bağlı olarak bölgelerimize göre bitki örtüsü farklıdır.
Karadeniz ve Marmara bölgesinde Avrupa ve Sibirya florası, Batı ve Güney Anadolu'da
Akdeniz florası, İç, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da ise İran-Turan florası özellikleri
hakimdir. Karadeniz Bölgemizde ılıman iklim, yüksek nem ve zengin bitki örtüsü havayla
taşınan aeroallerjenler için son derece elverişli koşullar sağlamaktadır.

Allerjenlere karşı reaksiyon ne zaman ortaya çıkar?


Çevremizde çok sayıda bulunan allerjenler solunum yolu, sindirim kanalı, cilt ve
mukozalar ile enjeksiyonlar sırasında damar yoluyla vücuda girebilir ve sadece hassas
kişilerde duyarlılaşma periyodunu takiben önemli sorunlara yol açar.

Allerjinin mevsimlerle ilgisi var mıdır?


Evet. Bazı allerjenlerin yoğunluğu belirli mevsimlerde artmaktadır. Diğer bazıları ise her
mevsimde sabit olarak bulunurlar. Polenler mevsimsel allerjinin en sık rastlanan
nedenleridir. Ancak iklime bağlı olarak hava sıcaklığının ve nispî nem oranının
değişmesine paralel ev tozu akarları, küf mantarları gibi diğer havayla taşınan
allerjenlerin yoğunluğu da değişmektedir. Nisan-Mayıs, atmosfer havasında polen
yükünün en fazla arttığı aylardır. Bu mevsimde allerjik yapılı kişilerde astım, saman
nezlesi, göz nezlesi gibi allerjik hastalıklara bağlı yakınmalar ortaya çıkabilir veya artar.

Bahar nezlesi, mevsimsel astım ne anlama gelir?


Bazı allerjik kişilerde yılın diğer zamanlarında hiçbir önemli sorun yaşanmazken sadece
belirli bir iki ayda her yıl tekrarlayan yakınmalar görülebilir. Bunlar çoğu zaman polene
bağlı yakınmalardır. Kişilere göre değişmekle birlikte en sık bahar veya güz aylarında
rastlanır.

Allerji ile meslek arasında bir ilişki var mıdır?


Evet. Allerjik hastalık bazen bir meslek hastalığı şeklindedir. İşyeri ortamında bulunan bir
allerjenle temasa bağlı olarak ortaya çıkar. Yakınmaların işe girdikten sonra başlaması,
işyerinden uzakta olunduğu zamanlarda (tatil ve seyahatlerde) gerilemesi, aynı işyerinde
birden çok kişide benzer yakınmaların görülmesi meslek hastalığını düşündürmelidir.

Hangi mesleklerde allerjik hastalıklar daha sık görülür?


Çiftçiler, hayvancılıkla uğraşanlar (sığır, kuş, kümes hayvanı besleyenler, veterinerler,
deri, yün işinde çalışanlar ..), biyolojik ajanlarla çalışanlar (laborantlar, besin, deterjan
sanayiinde çalışanlar, kimyagerler ..), tozlu işlerde çalışanlar (keresteciler, marangozlar,
fırıncılar, değirmenciler ..), kimyasallar ile teması olanlar (boyacılar, kimyagerler, plastik
endüstrisi işçileri ..), lastik eldiven kullananlar (sağlık personeli, temizlik işinde
çalışanlar ..) ve daha bir çok iş kolunda allerjik hastalıklara sık rastlanmaktadır.

Teknoloji ile allerji arasında bir ilişki var mıdır?


Allerjik hastalıkların sıklığı teknolojinin gelişimine paralel olarak artmaktadır. Kişilerin
kapalı ve dar alanlarda topluca yaşamaları, açık sahada çalışmaktan büroda çalışmaya
dönüş, halı döşemeler, ev içinde kedi, köpek, kuş vb hayvanların beslenmesindeki artış,
sigara alışkanlığının yayılması, katkı maddesi içeren hazır gıdaların tüketilmesi,
yaşamımıza giren ilaç ve kimyasal maddelerin giderek fazlalaşması, hava kirliği gibi
nedenlerle allerjik hastalıklar endüstrileşmiş yörelerde ve kırsal kesime göre kentlerde
daha sık görülmektedir.

Allerji tedavi edilebilir mi?


Tedavi ile allerjik bünye değiştirilemez. Ancak, allerjik hastalıklar kontrol altına alınabilir
ve hastanın yakınmaları giderilip, normal yaşamına dönmesi sağlanabilir. Hastalığa bağlı
olarak yaşanımı kısıtlanması önlenebilir.

Allerjik hastalıklardan tam şifa mümkün değil midir?


Mümkündür. Bazen bir süre devam eden hastalık tablosu tedavi ile veya spontan olarak
tamamen ve bir daha geri dönmemek üzere düzelebilir. Ancak yakınmalar çoğu kez
devam etme ve tekrarlama eğilimindedir.

Allerjik hastalıkların tedavisi nasıldır?


Tedavi kişiye göre değişir. Öncelikle allerjiye neden olan madde veya maddeler
belirlenmeli, hastalığın tipi, ağırlığı, komplikasyonları saptanıp uygun tedavi şekli
kararlaştırılıp başlanmalı, hasta yakın izlemede tutulup alınan cevaba göre tedavi
değiştirilmelidir. Öncelikle korunma esastır.

Komşumun ilaçlarını kullanabilir miyim?


Bunu asla yapmayın. Hastalık aynı olsa bile hiçbir hastanın tedavisi diğerinin aynısı
değildir. Tedavi edilmesi gereken hastalık değil, hastadır. Ve her hasta başka bir kişidir.

Allerjenlerden nasıl korunabiliriz?


Allerjiye neden olan madde her kişide aynı değildir. Kişilerin duyarlı olduğu allerjen ayrı
ayrıdır. Öykü ve testlerle spesifik allerjen saptandığında hasta mümkünse bundan uzak
tutulmalıdır. Örneğin bu bir ilaç ise bu ilacı kullanmamalıdır. Gıda ise bu gıdayı
almamalıdır. İşyeriyle ilgili bir madde ise iş değişikliği gerekebilir ya da iş yerindeki
allerjen yoğunluğunu azaltacak önlemler yararlı olabilir. Ancak havada bulunan
allerjenlerden kaçınmak oldukça güçtür. Polen allerjisinde kıra, ağaçlık, çiçeklik alana
girmek veya rüzgarla polenlerin taşındığı alanda bulunmak yakınmaları başlatabilir. Ev
tozundaki allerjenleri azaltacak önlemler yararlı olabilir. Evde dip bucak emiş gücü yüksek
vakumlu cihazlarla sık sık tozların alınması, toz kaldırmayacak şekilde temizlik yapılması
(yaş bezle toz alınması, çırpma, silkeleme şeklinde temizlik yapılmaması ..), haftada bir
en az 60 derece sıcaklıkta su ile çarşaf, kılıf ve örtülerin yıkanması, halı döşemeler yerine
vinlex vb türü suni döşemelerin kullanılması, allerjen barındırmayan çarşaf ve kılıfların
kullanılması allerji hastalarında önerilen tedbirlerdir. Küf mantarlarının üremesinin
önlenmesi, ev içi nemin azaltılması yararlı olabilir. Allerjenleri temizlediği söylenen cihaz
veya deterjanların, hava filtrelerinin bilimsel olarak etkinliği kanıtlanmış değildir. Kedi,
köpek, kuş gibi hayvanların ev içinde barındırılmaması, hamam böceği, kalorifer böceği
gibi haşerelerle mücadele edilmesi gerekmektedir. Yün battaniye, yorgan, kazak, hırka
yerine sentetik kumaş ve dokumaların kullanılması önerilmektedir. Sigara içilmemesi,
pasif olarak sigara dumanına maruz kalmaktan sakınılması, ev içinde veya atmosferde
hava kirliliğinin önlenmesi için gerekli tedbirlerin alınması dikkat edilmesi gereken diğer
hususlardır. Kimyasal katkılar içeren fabrikasyon gıdalardan uzak durulması, deterjan,
boya ve çeşitli temizlik malzemelerinin kullanımında ortama yayılan keskin koku ve
dumandan kaçınılması gerekmektedir. Ancak bu önerilerin uygulanması hiç de kolay
değildir ve kişinin yaşamını çık sınırlayabilir.

Bu tedbirleri alınca allerjik hastalığım geçer mi?


Kuşkusuz bu önlemler çok işe yarar, hastalığınızın kontrolü kolaylaşır, şikayetleriniz
azalır, tedavinizin etkinliği artar. Ancak bunları yapınca hastalık ortadan kalkacak diye bir
garanti söz konusu değildir. Bu önlemleri almakla birlikte veya allerjenlerden
kaçınılamıyor ise onların zararlı etkilerini önleyen veya düzelten ilaçlarla tedavi
gerekebilir.

Allerji tedavisi ne kadar devam eder?


Tedavi çoğu kez devamlıdır. Ancak bu ömür boyu ilaç kullanılacak anlamına gelmez.
İlaçlar kullanıldığı gibi, zaman zaman ilaçlar kesilip ilaçsız kontrol ve korunma önlemleri
ile izlenebilir. Sorunlar ortaya çıktığında tekrar tedavi gerekebilir. Mevsimsel allerjilerde
sadece sorunların yaşandığı aylarda bir kaç aylık tedavi yeterli olur.

Allerji tedavisinde hangi tür ilaçlar kullanılır?


Bu sorunun tek bir cevabı yoktur. Hastalığın yerleştiği organa, tipine, ağırlığına ve
hastanın özelliğine göre farklı bir çok ilaç kullanılabilir. Bazen aynı hastada farklı
zamanlarda değişik ilaçları kullanmak gerekebilir.

Allerji tedavisinde kullanılan ilaçların zararlı etkileri var mıdır?


Her ilacın istenmeyen bazı yan etkileri olabilir. Bir hastaya bir ilacı verirken kar-zarar
hesabı yapılıp beklenen yarar daha ağırlıklı ise başlanır. Gereksiz yere hiçbir ilaç
kullanılmamalıdır. Mümkün olan en düşük dozda ve en kısa sürede kesilecek şekilde
ilaçlar kullanılmalıdır. Bunlara dikkat edilirse önemli bir sorun olmaz. Hekim kontrolü
olmadan, kendi başına ilaç kullanmak, ve başlanan tedaviyi kontrolsüz sürdürmek doğru
değildir ve yan etkilerin görülme riskini artırır.

Bu yan etkiler arasında en önemlileri nelerdir?


Allerji tedavisinde kullanılan ve antihistaminikler olarak adlandırılan bir grup ilacın bazıları
uyku, dalgınlık, dikkat azalmasına neden olabilir. Buna bağlı olarak kişi araba veya
makine kullanıyorsa kazalara neden olabilirler. Aktif çalışan kişilerde bu tür yan etkileri
olan ilaçlar tercih edilmemeli veya kullanılması gerekiyorsa kişi önceden uyarılmalı, bu tür
tehlikeli işlerden uzak tutulmalıdır. Yine bu tür ilaçlar bazen iştah artışına yol açıp kilo
alımına sebebiyet verebilirler. Kortizon türü ilaçlar da allerji tedavisinde kullanılmaktadır.
Bunlara bağlı olarak da önemli yan etkiler gelişebilir.

Aşı tedavisine dikkat!


Halk arasında aşı tedavisi olarak bilinen immünoterapi sanıldığı gibi allerjik hastalıkların
tedavisinde temel tedavi biçimi değildir. Sadece böcek sokmaları ve bazen de allerjik
nezlede etkili olabilen bir tedavi biçimidir. Çoğu astım hastası için bu tedavi biçimi doğru
bir yaklaşım olarak kabul edilmez. Bir çok gelişmiş ülkede astım tedavisinde
kullanılmamaktadır. Aynı zamanda, ölümcül olabilen riskler taşır. Üstelik etkinliği de
ispatlanmış değildir. Etki mekanizması da bilinmez. Gerekli bir çok koşula uyan çok az
sayıda hastaya asıl tedaviler uygulandıktan sonra, bütün riskler göz önüne alınarak, bu
işin uzmanı olan kişi denetiminde ve acil durumda yaşama geri döndürmeye yönelik
müdahalenin yapılabileceği her türlü donanım ve ekipmana sahip bir ünitede denenebilir.
Fakat maalesef yanlış lanse edildiğinden ve suiistimale açık olduğundan gereğinden sık
olarak uygulanmaktadır. Yıllarca bir ümit uğruna aşı olmaya devam eden hastalar vardır.

Allerjik bir anne ve/veya babanın çocuklarının allerjik olmaması için neler yapılabilir?
Anne veya babadan birisi allerjik ise çocukta allerjik hastalığa rastlanma olasılığı %40
dolaylarında iken hem anne hem de babanın allerjik olduğu durumda çocukta bu oran
%70’e çıkmaktadır. Allerjik bünyeli ebeveynlerin almaları gereken tedbirler şunlardır:
gebelikte ve doğumu takiben ev içinde sigara içilmemesi, gebelik ve emzirme döneminde
anneye yumurta ve inek sütü gibi allerjenik gıdalardan arındırılmış bir diyet uygulanması,
bebeğin mutlaka anne sütünü emmesi ve yukarıda korunma ile ilgili kısımda anlatılan
tedbirlerin doğumdan itibaren dikkatlice uygulanıp çevresel allerjenlerle temasın
azaltılması yararlı olacaktır.

Arı poleni, bıldırcın yumurtası, hatme çiçeği vb gibi doğal ilaçların tedavideki yeri nedir?
Bu ilaçların etkili olduklarını gösteren bilimsel çalışmalar maalesef yapılmamıştır. Bu
nedenle bu konuda olumlu yada olumsuz bir şey söylemek mümkün değildir
__________________
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi"

aşırı terleme hiperhidroz

Hiperhidrozis = Aşırı Terleme Bozukluğu

Terleme: egzersiz esnasında, sıcak veya soğuk havalarda vücut sıcaklığını ayarlamak için
gerekli fizyolojik bir mekanizmadır. Bunların dışında stres ve heyecan nedeniyle
terlemede artma olabilir.

İnsan vücudunda bulunan iki sinir sisteminden biri olan somatik (istemli) sinir sistemi
bize ağrı, ısı ve dokunma gibi duyuları hissetmemizi ve vücudun farklı bölümlerinin
hareketlerini sağlayan kaslarımızı kontrol etmemizi sağlar.
Otonom (istemsiz) sinir sistemi ise solunum hızı, kalp atışı ve vücut ısısının
ayarlanmasında önemli olan ter üretimi gibi bedensel fonksiyonların şuur dışı kontrol
edilmesini sağlar. Otonom sinir sistemi sempatik ve parasempatik sistem adı verilen iki
bölümden oluşur.

Sempatik sinir sistemi vücudun her yerinde ter salgılanmasını kontrol eden sistemdir. Bu
sistemin bazen hiçbir nedene bağlı olmadan kendiliğinden çok yüksek seviyede çalışması
belirli bölgelerde aşırı terlemeye neden olur.

Günlük hayatı etkileyen aşırı terleme durumuna hiperhidrozis adı verilmektedir.

Nedenleri

Hiperhidrozis insanların %1’inde görülen bir rahatsızlıktır.


Birkaç özel durum dışında aşırı terlemenin nedeni bilinmemektedir.
Aşırı terleme genellikle adolesan (ergenlik) döneminde başlar ve hayat boyu sürer.

Geçici bir durum değildir, ancak aralıklı veya devamlı olabilir.


Sinirlenme ve kaygı terlemeyi artırır.
Hipertiroidi, psikiyatrik hastalıklar, menapoz ve şişmanlık, diyabet, böbreküstü bezi
hastalıkları ve vücutta oluşan enfeksiyonlar kendini aşırı terleme ile gösterebilir.
TEDAVİ ZAMANLAMASI

Aşırı terleme normalde sağlığa zarar vermeyen bir rahatsızlıktır.

Ancak kişilerin sosyal yaşantısını, öğrenimini, iş hayatını, psikolojik durumunu etkiliyorsa


tedavi edilmelidir.

Nasıl hareket etmeliyim?

Aşırı terleme olan kişiler öncelikle Pratisyen Hekime başvurmalıdır.


Pratisyen hekim aşırı terlemeye neden olabilecek sistemik hastalık düşünürse ilgili
uzmana yönlendirmeli ve öncelikle bu hastalık tedavi edilmelidir.
Anksiyete bozukluğu gibi psikiyatrik rahatsızlık varsa bu durum düzeltilmelidir.

Aşırı terlemeye neden olabilecek bir hastalık yoksa hasta Dermatoloji Uzmanına
yönlendirilmelidir. Dermatoloji uzmanı hafif ve orta derecede şikayeti olan hastalara
öncelikle terlemeyi önleyen pomad ve spreyler önerebilir.

Bu tedaviden yarar görmeyen ve ileri derecede şikayeti olan hastalarda diğer tedavi
yöntemleri uygulanmalıdır.

TEDAVİ YÖNTEMİ SEÇİMİ

Primer (bir nedene bağlı olmayan) aşırı terlemede uygulanan temel tedaviler:

İlaç tedavileri

Terleme önleyici pomad ve losyonlar

İyontoforez

Botox enjeksiyonu

Cerrahi tedavi (sempatektomi)'dir.

İlaç Tedavileri

Terlemeyi etkileyen birçok ilaç mevcuttur.


Psikotrop (sedatif) ve antikolinerjik (atropin) gibi ilaçlar bir süreliğine faydalı olabilirler.
Ancak bunların sedasyon, ağız kuruluğu, görme bulanıklığı, üriner problemler ve hatta
kalp krizi riskini artırma gibi yan etkileri bulunduğundan genellikle önerilmezler.
Özellikle strese bağlı aşırı terlemelerde sedatifler (sakinleştirici ilaçlar) ve sinir sistemini
etkileyen ilaç tedavileri kullanılabilir.
Psikoterapi genellikle bu durumda fazla yardımcı değildir.

Terleme Önleyiciler

Terleme önleyici merhemler ve spreyler ilk önerilen basit tedavi şeklidir.


En sık kullanılan Aluminum chloride’li ajanlardır.
Özellikle koltuk altı terlemelerinde ilk seçilen ilaçlardan biridir.

El ve ayak terlemelerinde hafif ve orta şiddetteki olgularda kullanılabilir.


Sıkıştırma etkisi ile ter kanalının ağzını fiziksel olarak tıkar ve ter bezlerinden ter atılımını
önler. Tedavide ilaç gece kuru deriye uygulanır ve 6-8 saat kadar burada kalır.
Ertesi sabah tamamen yıkanarak temizlenir. Önce hergün, durum düzeldikçe daha seyrek
uygulanır.Tedavinin tekrarlanması gerekir. Uygulamadan sonra kapama ile etki
artırılabilir. Erken dönemde hastaların yarısında cilt irritasyonu gelişebilir.

Cilt irritasyonu yapması ve cevabın gecikmesi nedeniyle uzun süreli tedaviler bıktırıcıdır.

Terleme önleyici pomad ve losyon uygulama uyarıları !


Uygulama öncesinde:
Kullanımdan hemen önce banyo yapmayın.
Zedelenmiş ya da irritasyonlu deride kullanmayın.
Uygulama esnasında:
Gözler ya da mukoza ile temas ettirmeyin.
Uygulama sonrasında:
Koltuk altları 12-24 saat kadar tıraş etmeyin.
Tüy dökücü kullanılmayın.
Giysilerle temas ettirmeyin.

İYONOFOREZ TEDAVİSİ

Aşırı el ve ayak terlemesinde kullanılır.

Eller ve/veya ayaklar içinde elektrolit solüsyonu veya metal plaka bulunan küvete
konulur. Solüsyon veya plakadan insanı rahatsız etmeyen düşük şiddette elektrik akımı
verilir.

Etki şekli elektrik akımının oluşturduğu iyonlarının ter kanallarını (basit olarak su
musluğunu) belirli bir süre kapatılması olarak tanımlanabilir.

Her seansın uygulama süresi 20-30 dakika kadardır.

Başlangıçta 3 günde bir, sonra haftada bir tedavi yapılır.

Durumun şiddetine bağlı olarak tedavi gerekebilir.


4-7 haftalık bir tedaviden sonra terleme

tamamen kesilebilir.

Terleme tam olarak kesilemezse banyo içine ilaç (Glycopyromium Bromide) eklendiğinde
iyi sonuçlar alınabilir.
Tedavi sonrası terleme olmayan dönem 2-12 hafta kadar devam eder.
Bu nedenle tedavinin tekrarı gerekir.

Zaman alıcı ve toplamda pahalı bir yöntemdir.

Uygulama ağrısız olup hafif iğne batması şeklinde duyum alınabilir.

Emniyetli bir tedavi yöntemidir. Cihaz satın alındığı takdirde evde uygulanabilir.

Gebelikte, kalp pili ve metal ortopedik implant olanlarda uygulanmaz.

BOTULİNUM TOKSİN TEDAVİSİ (BOTOX)

Özellikle koltuk altı terlemelerinde kullanılır. El ve ayak terlemelerinde de uygulanabilir.

Botox düşük dozlarda enjekte edilerek yüz veya boyunda kırışıklıkları önlemek için lokal
kasların felç edilmesi için kozmetik amaçla veya kas spazmlarını çözmek için kullanılan bir
maddedir.

Benzer etki nedeniyle terlemeye neden olan sempatik sinirleri felç ederek ter bezlerinden
ter üretimini önlemek için kullanılmaktadır.

Uygulamada Botox olarak bilinen Botulinum Toksin’i terleme olan bölgede deri içine
enjekte edilir ve sinir uçlarında 6-12 hafta süre ile geçici blok yapar.

Etkisi geçici (1-6 ay) olduğundan tedavinin tekrarı gerekir.

Ayaktan uygulanabilir.

Uygulama yaklaşık 30 dakika kadar sürer.

Lokal anestezik krem uygulandıktan sonra bölgeye enjeksiyonlar yapılır.

Tedavinin etkisi birkaç saat veya gün sonra ortaya çıkar.

İlk uygulamadan sonra ikinci seans 2-3 hafta sonra yapılır ve tedaviye 6 ay aralıklarla
devam edilir.

Oldukça pahalı bir yöntemdir.

Tedaviden sonra enjeksiyon yerinde birkaç gün devam eden ağrılar olabilir.

Bazen yapılan enjeksiyon kaslara giden sinirleri de etkileyebilir ve kolda geçici güç
kaybına neden olabilir.

Botox’un bu ilaca karşı allerjisi olanlarda, gebelerde ve kas problemi olanlarda


kullanılması uygun değildir. Antibiyotikler veya kas gevşetici ilaçlarla birlikte
kullanılmamalıdır.

CERRAHİ TEDAVİ

Endoskopik Torakal Sempatektomi

Özellikle el ve koltuk altı terlemelerinde uygulanmaktadır.


Kalıcı çözüm sağlar.
Cerrahi tedavinin esası aşırı çalışarak fazla terlemeye neden olan sempatik sinirlerin
kesilmesi veya çıkarılmasıdır. Bazen sempatik zincir ve dalları klips ile sıkıştırılabilir veya
koter ile yakılabilir.

Bu sinirlerin terleme dışında fonksiyonu olmadığı için; ameliyatın felç oluşturma, his
kaybı, refleks azalması gibi etkileri olmaz.

Koltuk altından açılan 1 cm kadar küçük 1-2 delikten sokulan kamera ve küçük aletlerle
işlem gerçekleştirilmektedir. Diz artroskopisi veya laparoskopi gibi bir yöntemdir.

Hastaya genel anestezi verilir.


İşlem süresi bir saatin altındadır.
Ameliyatın etkisi hemen ortaya çıkar.
Hasta uyandığında elleri kuru ve sıcaktır.

Operasyon sonrası hasta 12-24 saat kadar hastanede kalınır.

Ameliyat sonrası çok az rahatsızlık verir.

Deri kıvrımları içinde kaybolacak kadar çok küçük bir iz bırakır.

İyileşme bir veya birkaç gün gibi kısa bir sürede olur.
Hastaların çoğu 1 haftada normal çalışma düzenlerine dönerler.

Ağır kalp-akciğer hastalığı olan, plevral hastalık veya akciğer ameliyatı geçiren, tedavi
edilemeyen tiroid hastalığı olanlar cerrahi tedavi için uygun değildir.

Etkili, kalıcı, emniyetli ve çok az rahatsızlık veren bir tedavi yöntemidir.

Vücudun başka bölgelerinde (sırt, kalça) terlemenin artması (%20-50) en sık görülen yan
etkidir. Ancak hastaların çok azında (%2) önemli olur. Nadir görülen diğer bir yan etki de
yemek esnasında terleme olmasıdır.

Komplikasyonlar %1 civarında, çok az görülür.

Nadiren veya her cerrahi işlemde görülebilen anestezik maddelere ve ilaçlara karşı allerjik
reaksiyonlar, kanama, enfeksiyon ve komşu organ yaralanması oluşabilir.

Bazen göğüs boşluğunda hava kalması (pnömotoraks) gelişebilir. Ancak çoğunda


kendiliğinden kaybolur ve pek problem yaratmaz.

Horner sendromu denilen (göz kapağında düşme, göz bebeğinde küçülme ve yüzde
terleme azalması) komplikasyon; çok nadiren kalıcı olsada birkaç ay içinde normale
dönebilir.

Bu yöntemle: el terlemesinde: %98, koltuk altı terlemesinde: %80 üzerinde, ayak


terlemesi için yapılmasa da ayak terlemesinde: %25 civarında başarılı sonuç alınmaktadır
__________________
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi"
aktinik keratoz kanserleşebilen cilt kalınlaşmaları
Aktinik Keratozlar halk arasında çok bilinmememekle birlikte biz dermotologların özellikle
yaşlı popülasyonda çokça rastladığı bir sorundur.

Genellikle 40-50 yaşları sonrası güneşe maruz kalan yüz, boyun, saçsız kafa alanları, el
sırtlarında kızarık zımpara kağıdı görünümlü, üzerindeki skuam kaldırıldığında çabuk
kanayan lezyonlardır. Güneş hasarının olduğu alanlarda yerleşimi fazladır. Meslek icabı
dış alanlarda çalışan, gemici, çiftçi, yol işçilerinde çok daha sık olarak rastlanmaktadır.
Açık renk tenli, açık renk gözlü, açık ya da kızıl saçlı olan kişilerde (yani güneş hasarına
yatkın) sıklığı fazladır.

Türkiye 'de istatistiksel çalışmalar yeterli olmadığı ve az sayıda çalışma bulunduğu için
aktinik keratozla ilgili verileri USA kaynaklarına dayanarak vermeye çalışırsak hastalığın
sıklığı ve önemi daha iyi anlaşılacaktır.

Amerika'da her yıl 900.000 - 1.200.000 yeni deri kanseri olgusuna rastlanmaktadır. Deri
kanserlerinin çoğunluğu BCC (Bazal Hücreli Kanser) denilen türdendir. Sonuç olarak
heryıl 200.000 yeni SCC(Skuamöz Hücreli Kanser)vakası görülmektedir.

Özellikle 1300 ile 2300 arasında kişi melanoma dışı deri kanserlerinden (özellikle
metastaz yapmış SCC)hayatını yitirmektedir.

Bu rakamlar aktinik keratozları tekrar gündeme getirmektedir. Çünkü epidemiyolojik ve


moleküler düzeydeki çalışmalar aktinik keratozların SCC'nin erken evresi olduğunu
göstermektedir.

Aktinik kerotozlar, yatkınlığı olan kişilerde uzun süre güneşe maruz kalmakla oluşan
yaygın bir sorundur. Amerika'da yapılan bir çalışmada dermatoloji kliniğine başvuru
yakınmaları arasında 3.sırayı aldığı gösterilmiştir.

Başka bir çalışmada ise 1990-1994 yılları arasında dermatoloji kliniklerine başvuran 127
milyon hastanın 14.6 milyonu (%11.5) aktiniz keratoz teşhisi almış ve tedavi görmüş
hastalardan oluşmaktadır. Deri kanserleri ise dermatoloji poliklinik ziyaretlerinde %7.6 lık
oranla 4. sırayı almaktadır(1.sırada akne=sivilce, 2.sırada=ekzama, 3.sırada=aktinik
keratoz).

Tüm aktinik keratozlar SCC oluşumuna yol açmazlar, fakat hangilerinin SCC
oluşturacağıda bilinmemektedir. Aktinik keratozların %0.1 - %10'u SCC oluşumuna
neden olmaktadır.

Güneşte çabuk yanan, bronzlaşmayan, çil oluşumuna yatkın olan kişiler aktinik keratoz
geliştirmeye müsaittirler. Kişilerin bu yatkınlıklarının yanı sıra toplam güneşte kalma
süreleri de çok önemli bir faktördür. Yaşlanma ile birlikte aktinik keratozların sayısında da
artış olmaktadır. Cinsiyet açısından değerlendirildiğinde erkeklerde daha fazla görüldüğü
anlaşılmaktadır. Bir çalışmada 16-49 yaşları arasındaki kişilerde erkeklerin %27'sinde
bayanlarınsa %13'ünde aktinik keratoza rastlanmıştır. Yaş ilerledikçe erkek ve kadın
oranı birbirine yaklaşmaktadır. Aktinik keratozların görüldüğü bölgeler güneş enerjisine
en fazla maruz kalan alanlardır. En sık %80 oranıyla üst dudakta, baş ve boyun
bölgesinde yerleşim göstermektedirler.

Aktinik keratozların dermatoloji polikliniklerinde sık rastlandığı ve halkımız tarafından pek


bilinmediği görülmektedir. Bu lezyonlar deri kanserlerinin bir çeşidi olan SCC'nin erken
evresi olarak kabul edilmektedir. Tüm aktinik keratozlar üzerinde SCC gelişmemektedir.
Fakat hangilerinin üzerinde SCC gelişeceği önceden bilinmediği için aktinik keratozların
tedavilerinin mutlaka yapılması ayrıca aktinik keratoz geliştirme riski olan kişilerin
kendilerini güneş ışınlarına karşı korumaları önerilmektedir.
__________________
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi"

BEHÇET HASTALIĞI

Genel Bilgiler

İlk kez 1937 yılında bir Türk doktoru olan Hulusi Behçet tarafından tanımlanmıştır. Tıp
Dünyasında bir Türk doktoru tarafından tanımlanan nadir hastalıklardan birisidir.
Behçet hastalığının en tipik özelliği, ağızda tekrarlayan aft adı verilen yaralar olmasıdır.

Ağız yaraları
Ağız yaralarına hemen hemen her hastada rastlanır ancak % 1 - 3 gibi az bir kısım
hastada ağızda yara şeklinde bir belirti görülmeksizin hastalığın diğer belirtileri
görülebilir. Genellikle ağızdaki yaralar hastalığın ilk belirtileridir ve diğer belirtiler ortaya
çıkmadan yıllarca aft yakınması bulunan hastalar az değildir. Behçetteki ağız yaraları,
tekrarlayıcı basit aftlardan ayırd edilemez ise de çok sayıda olmaları ve daha sık nüks
etmeleri gibi farklılıklar vardır. Behçette aftlar genellikle ayda bir veya birkaç kez
tekrarlar ve bir kaç gün içersinde iyileşirler.

Cinsel Bölge Yaraları


Behçet hastalığının diğer bir belirtisi de genital bölgede tekrarlayan yaralardır. bu yaralar
küçük, deriden kabarık kırmızılık veya sivilce halinde başlar ve bunu, çabucak zımba ile
delinmiş görünümde ve yavaş iyileşen yaranın gelişmesi izler. Bu yaralar hemen her
zaman yerlerinde iz bırakarak iyileşirler. Genital bölge yaraları aftlara göre sayıca daha az
ve daha uzun sürede iyileşirler.

Deri Belirtileri
Behçet hastalığında, koltuk altları ve kasıklar gibi büyük kıvrım yerlerinde de benzer
yaralara zaman zaman rastlanabilir.
1. Kırmızı ve ağrılı yumrular şeklinde oluşumlar.
2. Sivilce benzeri belirtiler.
3. Deri damarlarının hastalanmasıyla ilgili belirtiler.

Göz Belirtileri
En önemli organ tutulmalarından biri olan gözdeki iltihaplanma hastaların yarısında tespit
edilir. Gözde kanlanma ve bulanık görme şeklinde kendini gösterir. Erkeklerde ve genç
kisilerde göz belirtileri daha sık ve daha ağır seyrederken, kadınlarda ve yaşlılarda daha
seyrek ve daha hafiftir seyreder. Göz belirtileri bazan körlüğe kadar gidebilir.

Bu belirtilerin dışında Behçet hastalarının hemen hemen yarısında eklem ağrısı ve


eklemlerde şişme gibi şikayetler, beyin hastalıkları, böbrek iltihabı, damar tıkanma ve
genişlemeleri de görülebilir.
Behcet hastalığı daha çok 20-30 yaşlarda ve erkeklerde görülür. Türkler, Araplar,
Yahudiler, Ermeniler ve Japonlarda daha sık görülür. Behçet hastalığının en karakteristik
özelliklerinden birisi ataklar halinde seyretmesidir. Yaşla birlikte hastalığın aktivitesi
azalır. Behçet hastalığının nedeni bilinmemektedir. Tedavi hastalığın etkilediği organa
göre değişir. Tedavi kesinlikle doktor kontrolünde yapılmalıdır. Genetik biliminde
sağlanacak gelişmeler Behçet hastalığının tedavisinde yeni ufuklara yol açacaktır. Behçet
hastalığının en tipik özelliğinin ağızda tekrarlayan yaralar olduğu unutulmamalı ve bu
yakınmaları olan hastaların mutlaka Behçet hastalığı yönünden araştırılması gereklidir.
Behçet, aslında bir hastalık değil tıbbi adı ile "sendrom" dur, ancak anlaşılır olması nedeni
ile "hastalık" olarak yazılmıştır.
__________________
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi"

BİTLENME: PEDİKÜLOZİS

Saç Biti Nedir?

Saç bitleri insan saçında yaşayan ve üreyen çok küçük , kanatsız, günde 2-8 kez kan
emerek beslenen gri böceklerdir. Sirke denilen yumurtaları görmek bitin kendisini
görmekten daha kolaydır ve genellikle enseye yakın, kulakların arkasında ve başın
arkasında saç tellerine tutunmuş halde bulunurlar. Sirkeler kir veya kepek gibi yıkanarak
temizlenemezler. Önce etkili bir ürün ile öldürülmeli, sonra bu amaç için yapılmış ürünün
kutusundan çıkacak olan özel bir tarak ile saçtan temizlenmelidir.

Saç biti insan vücudu dışında yalnızca 48 saat yaşayabilir ve evcil hayvanlar üzerinde
yaşayamaz. Sirkeler ise insan vücudu dışında kumaş ve battaniye üzerinde 10-15 gün
canlı kalabilirler.

Nasıl Bulaşır?

Bitlenmenin yaygın olarak düşünüldüğü gibi pislikle bir ilgisi yoktur; aslında bit temiz,
sağlıklı saçı, kirli saça tercih eder. Yetişkin ya da çocuk, herkes bitlenebilir. En yaygın
belirtisi, başın ve ensenin şiddetle kaşınmasıdır. Saç biti son derece bulaşıcıdır. Tarak,
fırça, eşarp, yastık, şapka ve tüylü oyuncaklar gibi paylaşılan kişisel eşyalar ile yayılırlar.
Tekrarlanan salgın riskini azaltmak için bu eşyaları paylaşmaktan kaçınılmalıdır.

Bitlendiğimizi Nasıl Anlarız?

Bitlenmeyi gösteren ilk ipucu sık sık kafa derisinin kaşınmasıdır. Biti tespit etmek ve
yayılmasını engellemek amacıyla, ensenin arka kısmındaki ve kulak arkasındaki saçlar
dikkatle incelenmelidir. Bitler ışıktan kaçtıkları için, yalnızca saç kılına yapışmış küçük
beyazımsı, oval yumurtaları (sirkeleri) görebilirsiniz.

İdeal Bir Bitlenme Tedavisi Nasıl Olmalıdır?

Tek uygulama ile kısa sürede etki göstermeli.


Güzel kokulu, saçları dolaştırmayan, taramayı zorlaştırmayan, etrafa bulaşmayan, boyalı
ve permalı saçlarda problem yaratmayan özelliklere sahip olmalı.
Kalıcı etkisiyle bitlerin saça tekrar yerleşmesini engellemeli.
Sadece bitleri değil,sirkeleri de yok etmeli.
Kullanıcı tarafından iyi tolere edilmeli, yan etkileri olmamalı.
Kullanıcıya toksik etkisi olmamalı
Bugüne kadar pek çok yolu kullanarak insanoğlu bitle mücadele etmeye çalışmıştır. Kötü
kokulu gaz ve kimi zehirli maddeler içeren ilaçlar bunlardan bazılarıdır. Daha çok
çocuklarda rastlandığı için tedavinin çocuklar için güvenli, yüksek oranda etkili, sadece
bitleri değil yumurtalarını da öldüren bir bit ilacı ile yapılması gerekir.

Oysa günümüzde artık bu alanda kullanılan madde ve ilaçlarda büyük gelişmeler


kaydedilmiş, hatta koruyucu etkili permetrin etken maddesi içeren ilaçlar geliştirilmiştir.
Saç biti tedavisinin bitleri olduğu kadar yumurtaları da öldürmesi ve tekrar bulaşmayı
önlemesi gerekir. Piyasada birkaç bit öldürücü ilaç vardır ve değişik şekillerde
bulunmaktadır; şampuan, saç kremi gibi. Fakat bunların hepsi bit tedavisinde istenen
etkiyi göstermez!!!

Bitlenme tedavisinde kullanılan çeşitli maddeler şunlardır:

Gamma Benzen Hekzaklorid

Böceğin sinir sistemini felç ederek etki gösterir. Ülkemizde yasaklanmıştır.

Benzil Benzoat

Deri ve mukozayı tahriş ettiği için bit tedavisinde pek tercih edilmez.

Fenotrin (Sumitrin)

Işıkta stabilitesini koruyamaz. Uygulamadan sonra güneş ışığı altında etkinliğini yitirir. Bu
nedenle kalıcı etkisi yoktur.

Piretroidler 1. Jenerasyon

Krizantem çiçeğinin böcek öldürücü etkisi Farslar zamanında fark edilmiştir. Eski
Yugoslavya toprakları üzerinde olan Dalmaçya'daki bir halk hikayesine göre, yaşlı bir
kadın beyaz papatyalara benzeyen bir çiçeği toplar. Çiçek solduğunda bir köşeye atar,
daha sonra dönüp baktığında solmuş çiçeklerin çevresinde ölü böcekleri fark eder ve
krizantem ailesinden olan bu çiçek çeşidinin böcekler üzerinde öldürücü etkisi bu şekilde
fark edilir. 1800'lü yıllardan başlayarak kuru çiçekler böcek öldürücü olarak ABD'ye ihraç
edilir. 1900'lü yıllarda piretroid olarak adlandırılan bu madde bit tedavisinde
kullanılmıştır, ancak ışıkta bozulması sorun oluşturmuştur.

Permetrin 2. Jenerasyon 1973'de ışığa dayanıklı piretroid olan permetrin İngiltere'de


geliştirilmiştir. Permetrin aynı zamanda bit tedavisinde en az iki haftadan altı haftaya
kadar koruyucu etkiye de sahiptir. Günümüzde permetrin koruyucu özelliği, kullanım
kolaylığı, yan etkilerinin az olması ve güvenilir olması nedeniyle en çok tercih edilen
ilaçlardandır.
__________________
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi"
BÖCEK SOKMALARI : ISIRMALARI

Böcek sokmaları özellikle yaz ve sonbahar başlarında tarlada çalışan, tatil ve piknik yapan
insanlar için keyif kaçırıcı bazen de yaşamı tehdit edici bir sorun olmaktadır. Ülkemizde de
en önemli böcek sokmaları yaban arısı, eşek arısı ve bal arısı ile ortaya çıkmaktadır.

Böcek sokmalarından sonra yerel reaksiyon, sistemik reaksiyon ve sistemik toksik


reaksiyon oluşabilmektedir. Seyrek olarak böcek sokmasından 1 ya da 2 hafta sonra
serum hastalığı ya da anafilaksi ortaya çıkabilir
Böcek sokmasından sonra ortaya çıkan reaksiyon kişiden kişiye ve böcekten böceğe
değişiklik gösterir. Isırıklar tek tek ya da bir böcek, bir alanda birden çok ısırık yaptığı için
gruplar halindedir. Bebekler genellikle reaksiyon göstermezler, küçük çocuklar gecikmiş
aşırı duyarlılık reaksiyonu, büyük çocuklar hem gecikmiş, hem hızlı aşırı duyarlılık
reaksiyonu gösterirler. Olağan reaksiyon ağrı, şişme ve sokulan bölgede etrafında oluşan
renk değişikliğidir.

Bölgenin su ve sabunla yıkanması en basit ve etkili tedavidir, buz uygulanması şişliği ve


ağrıyı azaltabilir.

Geniş yerel reaksiyon; sokulan bölgenin çevresindeki geniş bir alanın da etkilenmesi
durumudur (örneğin dizden sokulan bir kimsede tüm bacağın şişmesi). Bu durumda
tedavi normal reaksiyondaki gibidir. Ancak yakınmaları azaltmak için ağızdan bazı ilaçlar
vermek gerekebilir. Bu ilaçlara bir doktorun karar vermesi uygun olur.

Bal arısı soktuktan sonra deri içinde kalan iğneyi çıkartma çabaları daha çok, venomun
deri içine sokulması ile sonuçlanmaktadır.

Karınca ile sokulmadan 30-60 dakika sonra yerel kaşıntı ve küçük su toplamış kabarcık
(vezikül) ortaya çıkmaktadır. Bunu 8-24 saat sonra püstül oluşumu izler. Karınca
sokmasından sonra ikincil enfeksiyonlara engel olmak için bol su ve sabunla yıkanmalı, içi
su dolu kabarcık sıkılmamalıdır. Topikal steroidli merhemler ve ağızdan H1
antihistaminikler kaşıntıyı azaltmak için kullanılabilir.

Böcek sokması sonrası olan alerjik belirtiler nelerdir?

Böcek sokması olan bölgeden uzakta şişme, kızartı, ürtiker, kaşıntı, kolik şeklinde karın
ağrısı, kusma, ishal, göğüste sıkışma hissi, nefes almada zorluk, hırıltılı solunum, at sesi
(larinks ödemi bulgusu), dilde şişme olabilir. Bu bulgular, ciddi alerjik reaksiyon ve
anafilaksi bulgularıdır ve birkaç dakika içinde ortaya çıkar. Nabzın alınamaması ve kan
basıncının düşmesi, bilinç bulanıklığı ve kalp durması yaşamı tehdit eden bulgulardır.

Anafilaksi gelişen her böcek sokması acil tedavisi yapıldıktan sonra alerjiste
gönderilmelidir.

Böcek sokmalarından nasıl kaçınabiliriz?

Otların üzerinde açık ayakkabı ve çıplak ayakla yürünmemeli.

Pikniğe, çocuk bahçesine giderken parlak renkli, kol ve bacağı açıkta bırakan giyecekler
giyilmemeli.

Yakında uçuşan arı görüldüğünde panik yaratıp, kaçması için saldırıya geçilmemeli (yaban
arıları kendilerine saldırıldığında sokmaktadırlar), bir yüzeye yapışmışsa nazikçe
kaldırılmalıdır.

Ağzı açık kalmış tatlı içecekler yeniden içilmemelidir.

Çöp tenekelerin ağzı sıkıca kapalı tutulmalıdır.

Ev dışında yenilen yiyeceklerin paketleri sıkıca kapatılmalı, uzun süre ağzı açık
bırakılmamalıdır.

Pikniğe, parka giderken tatlı ve bitki kokulu parfümler sıkılmamalıdır.

Evlerin ve arabaların camları kapalı olmalıdır.


Böcek sokmalarında anafilaksi geliştiğinde tedavi nasıl olmalıdır?

Böcek sokmasına bağlı anafilakside tedavi:

ABC (Airway= havayolu açıklığı, Breathing= solunum, Circulation=dolaşım) sağlanması


Bacakların yükseğe kaldırılması,
Sokulan bölgenin üst kısmına turnike uygulanması,
Oksijen desteği sağlanması,
Ayrıca, hastaya uygulanacak ilaçlara bir doktorun karar vermesi gerekir.
Hastalar anafilaksiye yönelik gerekli tedavileri yapıldıktan sonra en az 48 saat gözlem
altında tutulmalıdır. Daha önce anafilaksi geçiren bir kişinin yanında her zaman hazır
şırınga edilebilir adrenalin bulunmalıdır. Bu preparatlar ülkemizde yoktur. Daha önce
anaflaksi geçirmiş hastalar için Türk Eczacılar Birliği ya da firmalar aracılığı ile bu
preparatlar sağlanabilmektedir.
__________________
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi"

cilt yapısı ve yara iyileşmesi

Cilt insan vücudunu kaplayan en geniş organ olup organizmanın çevreye karşı dış
duvarıdır; dolayısıyla bazı fonksiyonları yerine getirmekle yükümlüdür.

Mekanik, kimyasal ve biyolojik etkilere karşı koruma sağlar. Su dengesini ve vücut


sıcaklığını düzenler. Dokunma, basınç, sıcaklık ve acı gibi duyuları ileten bir duyu
organıdır. Kızardıklarında veya sarardıklarında açık tenli kimselerin cildinde duyguları
gözükür. Cilt aynı zamanda bağışıklık süreçleriyle de ilgilidir ve metabolik fonksiyonlara
(D2 vitamini ve kolesterol sentezi) sahiptir.

Cildin icra ettiği fonksiyonların çeşitliliği karmaşık yapısına yansımıştır. Cilt, her biri farklı
bir doku yapısına sahip üç tabakadan oluşur.

Bir araya gelerek cildi oluşturan üç tabaka dıştan içe doğru epidermis, dermis (corium) ve
sub kutistir. Her tabaka bundan sonraki bölümde ayrıntılı olarak açıklanmaktadır.

Yaralar kavramıyla iki fizyolojik yara iyileştirme yolu da açıklanmaktadır. Epidermis cildin
en dıştaki tabakasıdır. Birkaç keratinosit tabakadan oluşur. Kalınlığı vücudun bölümüne,
yaşa ve cinsiyete bağlı olarak değişir. Epidermis hücreleri dört tabakaya ayrılabilir. İçten
dışa doğru bunlar stratum basale epidermidis (tek tabakalı), stratum spinosum
epidermidis, stratum granulosum epidermidis (tek katlı veya çok katlı) ve stratum
corneum epidermidis.

Keratinositler epidermisin stratum basalede teşekkül eder. Süreç sırasında yapılarını


değiştirerek üst tabakalara yayılırlar. Stratum spinosumda diken hücreleri, Stratum
granulosumda granüler hücre ve stratum corneum da horny hücreler şeklinde bulunurlar.
Bir keratinositin bütün tabakaları kat ederek cansız bir horny hücre olarak yüzeye
düşmesine kadar geçen süre turnover olarak adlandırılır ve genellikle dört hafta kadar
sürer.

Epidermiste mevcut diğer hücreler arasında melanositler (pigment üreten hücreler),


Meckel hücreleri, Langerhans hücreleri lenfositler bulunur. Dermisten farklı olarak
epidermiste damar bulunmaz. Beslenme, altta bulunan dermisten difüzyon yoluyla olur.

Dermis, cilde elastikliğini veren lifli ve iyice damarlaşmış bir dokudur. İki dokudan
oluşmuştur, stratum papillare ve stratum reticulare.

İnce yüzey tabakası olan stratum papillare ince elastik lifler içerir ve bağ doku
kabarcıklarıyla epidermise bağlanır. Bu kabarcıklar yoğun bir kılcal damar ağıyla
çevrelenmiş olup, epidermise kan gitmesini sağlarlar. Stratum papillare aynı zamanda
histositler, fibroblastlar, meme hücreleri ve bağışıklık hücreleri, serbest sinir uçları ile
dokunma ve basınç algılayıcıları gibi hareketli bağ doku hücreleri bakımından da
zengindir.

Cildin Anatomisi

Epidermisin yapısı

stratum corneum
stratum granulosum
stratum spinosum
stratum basale
Fonksiyonu

vücudu dış çevreden korur


Ana hücre tipleri

keratinositler
ömrü: yaklaşık dört hafta
Dermisin yapısı
Damarlı ve lifli doku iki tabakadan oluşur:

stratum papillare
stratum reticulare
Fonksiyonu

epidermisi difüzyonla besler


cilde elastikliğini verir
sıcaklığı ve kan basıncını düzenler.
Bağlantıları

ter bezleri
kıllar
yağ bezleri
Alttaki geniş stratum reticulare esas olarak vücut yüzeyine paralel uzanan kalın kollajen
lif demetleri ve elastik liflerden ibaret bir ağ yapısı oluşturur. Ter bezleri, kıl bezcikleri ve
yağ bezleri gibi epitel uzantılarının kökleri buradadır. Subcutise bitişik olan dermis ana
fonksiyonları vücut sıcaklığı ile kan basıncını düzenlemek olan küçük ilâ orta boy
damarların oluşturduğu bir ağ yapısını içerir. Subcutis dermisin altında bulunur ve iki
tabakayı ayıran belli bir sınır yoktur.

Subcutis yapısı

yağ doku
bağ doku
Fonksiyonu

taşıyıcı ve bağlayıcı tabaka


ısı ayarlama
mekanik tampon
Subcutis dermisin altında bulunur ve iki tabakayı ayıran belli bir sınır yoktur. Subcutis
fasyanın başladığı yerde biter.

Subcutis, içinden kan damarları, sinirler ve lenf damarlarının geçtiği bağ doku
perdelerinin birbirine bağladığı yağ doku lobüllerinden oluşur. Subcutis cildi matrixle
irtibatlandıran taşıyıcı ve bağlayıcı bir tabakadır. Enerji deposu ve mekanik tampon görevi
yapar ve vücudu sıcaklık dalgalanmalarından korur. Subcutis yapısı cinsiyete, vücudun
hangi bölümünde bulunduğuna, yaşa, besleme durumuna ve diğer bazı faktörlere göre
farklılık gösterir.

Yara, normal fonksiyonlarını kesintiye uğratacak tarzda bir dokunun yaralanması veya
tahrip olmasıdır. Organizmanın doğal tepkisi yaraları mümkün olduğunca kısa sürede
kapatmak ve yapıların normal sürekliliğini geri getirmektir. Bu süreç yara iyileşmesi
olarak adlandırılır. Yara iyileşmesi tüm dokularda aynı biyolojik ve biyokimyasal
prensipleri takip eder. Yara iyileşmesi, yaranın şiddet ve durumuna bağlı olarak birincil ve
ikincil olmak üzere iki tipte olabilir. Birincil yara iyileşmesi yara iyileşmesinin optimum
çeşididir. Birincil yara iyileşmesinin meydana gelebilmesi için yaranın kenarları düzgün ve
aynı hizada bulunmalı, yara temiz ve iyi pansuman yapılmış olmalıdır. Birincil yara
iyileşmesi, hissedilir hiçbir yangı olmadan yaranın dört - altı günde süratli ve
karmaşıklaşmamış kapanmasıyla sonuçlanır. Çok az kabuk bağlama meydana gelir ve
yapı ile fonksiyon büyük oranda eski haline döner.

Doku kaybı, hizası bozuk yara kenarları, enfeksiyon veya kan beslemesinde yetersizlik
varsa, ikincil yara iyileşmesi meydana gelir. İkincil yara iyileşmesi bir haftadan uzun
süren ve genellikle iki - üç haftayı geçmeyen gecikmeli bir iyileşme süreciyle tanınır.

İkincil yara iyileşmesi değişmez olarak fonksiyon görmeyen büyük bir kabuğun
teşekkülüyle sonuçlanır.

Yara iyileşmesi tipleri

Tanım

fonksiyon kaybı eşliğinde doku yırtılması veya tahribi


Yara iyileşmesi tipleri

birincil ve ikincil yara iyileşmesi


Birincil yara iyileşmesi

optimum iyileşme
dört ile altı günde iyileşme
karmaşıklaşma yok
kabuk bağlama çok az veya hiç yok, fonksiyon kaybı hiç yok
İkincil yara iyileşmesi

karmaşıklaşma dolayısıyla geç iyileşme


kayda değer kabuk bağlama
iki ilâ üç haftada iyileşme

Tedavi Yolları

Yara temizleme geç iyileşen yara yönetiminde yaygın olarak uygulanır. Bazı enzimsel,
mikrop kırıcı, fiziki ve cerrahi temizleme teknikleri kullanılabilir. Bunlar gelecek bölümde
açıklanmaktadır.
Bir yara temizlenirken hijyenik çalışma şartlarının muhafazası, pansuman karışıklıklarının
önlenmesi ve yaranın kurumasının durdurulması önemlidir.

Enzim preperatları yara temizliğinin temel dayanaklarından biridir. Enzimler, exudatif


fazda nekrotik malzemeyi ve kabuğu seçici olarak parçalayarak fizyolojik yara temizliğine
takviyede bulunurlar. Bu da yeni dokunun (granülasyon ve epitelleşme) üretilmesini
hızlandırır. Enzimle temizlemenin önemli avantajlarından biri sağlıklı doku el değmeden
kalırken nekrotik dokunun ayrılmasıdır.

Doğal kollajen en önemli insan bağ dokusu proteinidir ve öyle olunca cildin önemli bir
yapısal elemanıdır. İnsan kollajeni, doku tipine göre farklı biçimde düzenlenmiş paralel
tropokollajen moleküllerden ibaret örgüye benzer fibrillerden meydana gelir.

Kollajenin temel bileşeni olan tropokollajen helixel olarak birbirlerine sarılmış polipeptit
zincirlerinin üçlü helixinden yapılmıştır.

Her polipeptit esas olarak amino asitler, glisin, hidroksiprolin ve prolinden meydana gelir.
Bu bileşenler glisinle başlayan üçlü spiral oluşturur.

Kollajenaz kollajeni parçalayabilen tek enzimdir. Yara iyileşmesinin exudatif safhasında,


yer değiştiren fibroblastlar, keratinositler, makrofajlar ve granülositler tarafından yaranın
içine endojen kollajenazlar salınır. Kollajenaz kollajen liflerini daha sonra proteazlar
tarafından daha da parçalanabilen dörtte bir ve dörtte üçlük parçalara ayırır. Böylece
ortaya çıkan çok küçük kollajen parçalanma ürünleri granülosit ve makrofajların yer
değiştirmesi için kemotatik çekici olarak hareket ederler. Granülosit ve makrofajlar
nekrotik malzemeyi fagositoza tâbi tutarak yara temizleme sürecine devam ederler.
Makrofajlar aynı zamanda granülasyonu hızlandıran (proliferatif faz) kollajenazlar ve
biyolojik bakımdan aktif maddeler de salgılar. Yeni granülasyon dokusu teşkil edildiğinde,
yeni dokuda fazla hücre çoğalmasını önlemek için, kollajen aktifliği azaltılır. Geç iyileşen
yaralarda, bir endojen kollajenaz ek-sikliği vardır. Bu da, kollajen lifleriyle yaranın taba-
nına bağlanan nekrotik dokunun yeterince parçalanamaması demektir.

Endojen kollajenaz aktifliğini artırıp iyileşmeyi hızlandırdığından, yaraları geç iyileşen


hastalarda bakteriyel kollajenaz preperatlarının kullanılması özellikle tavsiye edilmektedir.

Geç iyileşen bütün yaralara bakteriler koloni kurar. Ancak, bu tedavi gerektiren bir
enfeksiyonun varlığını göstermez. Bu nedenle, antibiyotikler ancak milimetreküp başına
105'ten çok koloni teşkil eden birim kültürü gelişmişse ve bitişik dokunun süzmesi
nedeniyle kızarıklık ve acı, yaradan su ve püy sızıntısı veya ateş gibi sistemsel belirtiler
varsa kullanılmalıdır.

Yara enfeksiyonuna neden olan en yaygın patojenlerden bazıları Escherichia coli,


Pseudomonas aeruginosa ve streptococ'dur.

Antibiyotikler sistemik veya lokal olarak kullanılabilir. Antibiotiklerin lokal kullanımı bazı
nedenlerden dolayı problemlere yol açabilir. Onların kullanılması patojenlerin daha
dirençli olmasına yol açabilir veya dokunma alerjilerini ortaya çıkarabilir. Buna ek olarak,
yara iyileşmesi sürecine zarar vermeden yeterli ilaç seviyelerinin elde edilmesi zordur.
Lokal tedavinin bir avantajıysa, ilacın kan dolaşımı içine asgari emilmesi nedeniyle
neredeyse sistemik yan etkisinin bulunmayışıdır.

Hassasiyet riski yüzünden, lokal tedavi için antibiyotikler yerine antiseptikler kullanılabilir.

Bununla birlikte, antiseptik kullanılırken etki yelpazelerinin sınırlı olduğu, hassasiyete yol
açabildikleri-antibiyotiklerden az olsa bile-uygulandıklarında acıya yol açabilecekleri ve
yara iyileşmesi sürecine büyük zarar verebileceklerinin unutulmaması önemlidir.

Nekrotik dokunun ayrılıp yaranın temizlenmesini sağlamak için fiziksel tedbirlere


başvurulabilir. Bu tedbirlerden bir tanesi, ıslak sargı uygulanmasıdır. Kullanılacak en iyi
çözüm, yaradaki elektrolit dengesini altüst etmediğinden yara iyileşmesi sürecine zarar
vermeyen Ringerle yıkanmasıdır. Koloni teşkil eden birimlerin sayısını azaltmak üzere
denenip test edilen tedbirler arasında H2O2 ile yıkama ve UV-C ışığıyla ışınıma maruz
bırakma bulunmaktadır.

Cerrahi temizleme geç iyileşen yaralar halinde bir başka alternatiftir. Cerrahi yoldan,
yabancı cisim dokusu, nekrozlar, kabuk ve kötü pansuman yapılmış doku etkin biçimde
çıkarılıp yaranın kenarları kolayca temizlenebilir. Enfeksiyona uğrayan bölgeler kesilip
çıkarılabilir ve salgıların uzaklaştırılması için çıkışlar bırakılabilir. Bununla birlikte
cerrahiyle, taze granülasyon dokusunu zedeleme riskinden bahsetmesek bile, yüksek
enfeksiyon, kanama ve acı riskiyle ilişkilidir. Bu nedenle, cerrahi temizleme ancak doğru
eğitim verilmiş personel tarafından yapılmalıdır.

Enzim tedavisi

Enzim tedavisinin fonksiyonu

yara temizliğinin takviyesi


granülasyon ve epitelleşmenin hızlandırılması
Kollajenin fonksiyonu ve yapısı

en önemli fizyolojik doku proteini


üçlü polipeptit zinciri bir topokollajen molekülü oluşturur.
üçlü tropokollajen molekülleri fibril oluşturur
fibriller birbirine bağlanarak kollajeni teşkil eder.
Enzim tedavisi

Polipeptit zincirlerinin bileşimi

prolin
glisin
hidroksiprolin
Endojen kollajenazın fonksiyonu

kollajeni parçalar
granülosit ve makrofajları çekerek yarayı temizler
makrofajlar vasıtasıyla biyolojik bakımdan aktif maddeler salgılayarak granülasyon
dokusu üretimini hızlandırır
Bakteriyel kollajenazın fonksiyonu

geç iyileşen yaralarda endojen kollajenaz aktifliğini artırır


Antibiyotikle tedavi

Antibiyotiklerin kullanımı

enfeksiyona dair klinik belirtiler varsa


milimetreküp başına 105'ten çok koloni teşkil eden birim kültürü gelişmişse
Antiseptiklerin kullanımı

lokal antibiyotiklerin yerine


Fizik tedavi/cerrahi

Fizik ve cerrahi tedavinin fonksiyonu


yara temizleme
nekrotik malzemenin daha etkin biçimde çıkarılması
__________________
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi"

cilt kırışıklıkları kırışması ve önlenmesi

Kırışık giderme konusunda Kozmetik dünyasında en çok konuşulan yardımcı A vitamini ve


türevleridir. Çok geniş olarak konuşulmasada da C vitamini, selenyum, dengeli beslenme,
spor ve su cilt sağlığı ve kırışıklıkların giderilmesi veya oluşumunun engellenmesinde
önemlidir. Yapılan bazı çalışmalar kollagen yapımı üzerine etkileri nedeni ile C vitaminini
de gündeme getirmiştir. Bazı çalışmalar C Vitamininin, vücüdumuzdaki bağ doku denen,
koruyucu doku katmanının korunmasında anahtar rölü oynadığını göstermiştir. Kollagen
de bu dokunun bir elemanıdır. Kollajen sentezi için gereken sinyali C vitaminin
oluşturduğu düşünülmektedir.
Günlük hayatımızda besinlerimiz ile C Vitamini almaktayız. Bu vitamin suda eriyebilen
vitaminler gurubundandır. Asit yapıdadır, kimyasal ismi Askorbik asittir. Yani sindirim
kanalından kana, vücudun emme mekanizmasının izin verdiği ölçüde geçer, ve vücudun
her noktasına taşınır. Hücreler ihtiyaçları kadar C vitaminini kandan alırlar ve fazla
alınmış miktar ise vücuttan idrar yolu ile atılır. Sıklıkla yediğimiz, taze sebze ve meyvalar
C vitamini için iyi bir kaynaktır.
Günlük erişkin bir kişi için önerilen C vitamini dozu 300 - 500 mg. dır. Sigara kullanan
kişilerin ihtiyacı daha yüksektir. Fazla miktarda C vitamini alınması halinde idrar yolu ile
atılır bir zararı yoktur. Ancak çok yüksek dozda alınan C vitamini, atılımı sırasında
idrarda, kum veya taş oluşumuna neden olabilir.
Erişkinler için önerilen minimum C vitamini dozunun, vücutta C vitamini eksikliği
oluşmaması için gereken doz olduğunu vurgulayan uzmanlar, bu dozların kırışıklar
üzerine bir etki sağlamayacağını söylemektedirler.
Özellikle güneş ışınlarının taşıdığı ultrviyole ışınlarının cilt üzerindeki olumsuz etkileri
düşünüldüğünde,
Hücre içi metabolizma bozulur,Daha az kan taşınır,
Ter ve yağ bezlerinin fonksiyonları bozulur ,
Kollagen yapımı azalır, var olan kollagen lifleri kalınlaşır,
Damarların duvarlarındaki kollagen liflerde özelliklerini kaybettiklerinden (özellikle göz
çevresi ve damarların daha yüzeyde olduğu bölgelerde) damar duvarlarından dışarı kan
serumu çıkmakta ve süngersi yapıdaki bölgelerde, torbalaşmalara neden olmaktadır. Bu
konular daha detaylı olarak cilt kırışıkları bölümünde incelenmiştir.

Genç ciltlerde daha çok kan akımı ve damarsal oluşumlar varken, yaşlılıkta azalan kan
akımı ve daha çok ultraviyoleye tabii kalmış yıpranmış, daha çok serbest radikallerin
(hücre için, sağlam moleküllerden elektron çalarak, onların yapısını bozarak, normal
moleküllere zarar veren zararlı bir gurup madde) oluştuğu ciltte, daha çok C vitamin
gereklidir.

Cilde, yüksek dozda C vitamini içeren kremlerin uygulanması ile bazı olumlu gelişmeler
gösterilmiştir. Özellikle sunblock (tam UV kesen kozmetikler) ile birlikte C vitamini
uygulamasının, serbest radikallerin oluşumu azalmakta ve kırışıkların oluşumlarının
başlamasında engel olduğu düşünülmektedir. Bu tip ürünlerin, güneşe çıkmadan en az 20
- 30 dakika önce uygulanması gerekmektedir.

Ciltte kırışıklıkların oluşumuna engel olan bir diğer mekanizmada E vitaminidir. Anti
oksidan özelliği ile serbest radikalleri ortadan kaldırır. Bu tip ürünlerin güneşe çıkmadan
değil de, güneşe maruz kaldıktan sonra uygulanması önerilmektedir. Vitamin E'nin
kendisinin de ultraviyole karşısında, serbest radikaller oluşturduğu bilinmektedir.
Güneşlenmeden 8 saat sonra uygulanan E vitamini yağının, ciltteki zarardan cildi
koruduğu ve şişme oluşumunu engellediği söylenmektedir. Ağız yolu ile alınan E
vitamininin, cilt kırışıklıkları üzerine olan etkisi yeni çalışılan bir konudur ancak, bu tip
uygulamanın cildin daha sağlıklı olmasına ve ultraviyole zararlarından korunmada etkili
olduğu bildirilmiştir.

Vitamin E gibi etki gösteren bir başka mineralde selenyumdur. Toprakta bulunan bu
mineral besinlerimiz yolu ile alınırlar. Topraktaki selenyum içeriği doğrultusunda bazı
bölgelerde alım eksikliği olur. Cilt sağlığı için günlük önerilen minimum miktar 50 - 200
mikrogramdır. En çok kullanılan selenyum tuzu l-selenomethionin'dir. Bu mineralin
kullanılmasında mutlaka hekiminize danışmalısınız. 100 mikrogramın üzerindeki yüksek
dozlarda toksik ( zarar verici) olabilmektedir. Sadece gereğinde kullanılmalıdır. Özellikle
soğan, sarmısak gibi yemeklerimizde sıklıkla kullanılan sebzeler yüksek miktarlarda
selenyum içerir. En çok Ton balığında vardır. Ondaki miktar bile 3 konserve kutu balıkta
100 mikrogram kadar yer alır. Bazı araştırıcılar iyi sonuçlar aldığını bildirmektedir.

Cilt kırışıklıkları konusunda içki ve sigaranında çok etkisi vardır. Sigara içerdiği maddeler
nedeni ile damarların büzülmesine ve kan akımının azalmasına neden olur. Ciltte
tahrişlere ve kurumalara neden olurlar.

Vücuda su alımı da çok önemli bir faktördür, ciltte bulunan hücrelerin su içeriklerin tam
olması, yağ ve ter bezlerinin normal fonksiyonları için su çok önemlidir. Doğal olarak cildi
nemlendirir. Bir kişinin günde 5 lt. ye yakın miktarda sıvı alması gerekir. Bol bol su
içilmesi, tüm sağlık problemlerinde önerilen bir unsur olduğu gibi cildin her türlü
sorununuda da çok önemlidir ve etkindir. Dolaşım sisteminin, sağlıklı çalışması cildin de
beslenmesi konusunda çok önemlidir. Dolaşımın artması ve düzenli olması, hücrelere
daha düzenli besin ve oksijen taşınması demektir. Daha sağlıklı bir vücut için sporda çok
önemli bir faktördür. Spor, dolaşım sisteminin sağlıklı fonksiyon görmesini sağlar.

Denegeli bir beslenme, güneşten korunma, spor yapmak ve bol bol su içmek, cilt sağlığı
için yapılması gereken en temel davranışlardır.
__________________
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi"

DERİ: CİLT KANSERLERİ

Deri kanseri sıklığında son yıllarda artış olmuştur. Bunda en önemli rolü ultraviyole oynar.
Işın, ısı, travmaya maruz kalmak; arsenik, katran, kurum, madeni yağlar,parafin ile uzun
süreli temaslar deri kanseri sıklığını arttırır.Karsinojen maddelerle çalışan endüstri
işçilerinde bu tip kanserler gelişir.İyileşmeyen yaralar,cilt hastalıkları,eski yanık
sahalarında da kanser gelişme riski vardır.Açık tenli, sarışın ve kızıllarda cilt kanseri sıklığı
koyu tenlilere oranla çok daha fazla görülür. Cilt kanserlerine öncülük eden çeşitli
lezyonlar da olabilir.Bunların erken tespit edilip tedavisinin yapılması cilt kanseri sıklığını
azaltır. Çeşitli bölgelerdeki iyileşmeyen yaralar öncü lezyonlardan olabilir.Vücutta eskiden
beri var olan benlerde büyüme, küçülme, kanama, kaşıntı, kabuklanma gibi şikayetler
hekime başvurulmasını gerektirir. Yaşla birlikte deri kanseri sıklığı artar.

Deri kanserlerinin en sık görülen üç tipi vardır:


1. Bazal hücreli kanser
2. Epidermoid kanser
3. Malign melanom

Bazal hücreli kanser % 85 baş boyun bölgesinde görülür.Genelde yüzeyden hafifçe


kabarık, üstü kabuklu, pullu, parlak, üzerinde küçük damarcıklar bulunan olmak üzere
çeşitli görünümlerde olurlar.Cilt kanserlerinin en yavaş ilerleyeni ve başka uzak organlara
en az yayılanıdır. Genelde erken tanı konur, çok nadiren tekrarlar ve tedavisinde başta
cerrahi olmak üzere kriyoterapi, küretaj, radyasyon, laser, topikal 5 -FU kullanılır.

Epidermoid kanser 2. en yaygın görülen cilt kanseridir. Cildin en üst tabakasındaki atipik
epidermal keratinositlerden gelişir. Nadiren normal ciltte meydana gelebilmekle birlikte,
genellikle güneşten hasar görmüş ciltte yada aktinik keratoz gibi öncü lezyonlardan
gelişir. Virüsler, eski yanık alanları,iyileşmeyen yaralar , çeşitli cilt hastalıkları zemininde
de gelişir. Çeşitli sekillerde olabilirler. İleri dönemlerde genelde kötü
kokuludurlar.Oldukça hızlı büyür, derin ve uzak dokulara doğru hızlı ilerler. Tedavileri
öncelikle cerrahidir. Kanserin bulunduğu döneme göre ek tedavi prosedürleri uygulanır.

Malign melanom deriye rengini veren pigmenti üreten, melanosit adı verilen hücreden
gelişir.En öldürücü cilt kanseri tipidir.Güneşe maruz kalan bölgelerde özellikle sık görülür.
(Kadınlarda bacaklar, erkeklerde gövdede…) Çeşitli renklerde (kırmızı, beyaz, mavi veya
karışık renkli), düzensiz sınırlı(köşeli, çentikli vs.) ve düzensiz yüzeyli olabilirler. Hastalar
lezyonlardaki kaşıntı, kanama, ülserasyon, boyut ve rengindeki değişikliklerden dolayı
hekime başvururlar. Eskiden vücutta var olan benlerden gelişebileceği gibi sonradan
oluşan benlerin zemininden daha çok gelişirler. Erken tanı son derece önemlidir.Cerrahi
tedaviye ek olarak çeşitli ilaçlar da kullanılır.
Deri kanserleri gözle görülebilen bölgelerde ortaya çıktığından genellikle erken devrede
tanı konabilmekte ve tedavide başarı oranı bu nedenle yüksek olmaktadır. Yüzünüzde,
ellerinizde ya da vücudunuzda bir aydan daha uzun süre iyileşmeyen kapanmayan yara,
fark ederseniz zaman geçirmeden doktorunuza başvurunuz. Şüpheli yaralardan ufak bir
parça alınarak yapılacak olan patolojik inceleme ile yaranın kanser olup olmadığı
belirlenecektir. Ayrıca bu yolla ne tip bir yara ise buna göre uygun tedaviye karar
verilecektir.

Dudak, yüzün alt bölümü veya kulak kepçesi derisinde iyileşmeyen bir yara fark
ederseniz şüphelenmeniz gerekir. Deri kanserleri arasında klinik olarak en az zararlı olanı
"bazal hücreli" olan tiptir. Genellikle seneler sürebilen yavaş bir gelişim gösterir. Krater
şeklinde ortası çukur bir yara etrafa doğru yavaş yavaş genişler. Daha hızlı olarak aylar
içinde gelişen deri kanseri ise "yassı hücreli" tiptir. Klinik olarak daha kötü huylu olup
yine zamanında ve çok yayılmadan teşhis konduğunda tamamen tedavisi mümkündür.
Daha da kötü prognoza sahip olan kanser olan "Malign melanom" hastalığında, deride
daha önce mevcut olan veya sonradan çıkan bir leke (ben) koyu siyah veya koyu mor
renk değişikliğine neden olur; bazen de ortadaki bir lekenin etrafında daha küçük lekeler
görülür. Bunun dışında leke üzerinde kanama veya renk değişmesi olabilir.

Baş veya boyun derisinde özellikle büyüklüğü artan siyah veya koyu mor renkli bir leke
fark ederseniz muayene olmanız gerekir. Önceden mevcut olan bir nevüste (ben) huy
değişimi, renk değişimi, çapında hızlı artış, üzerinde kanama, kabuklanma, tüylenme
veya tüylerin dökülmesi, etrafında uydu yeni lezyonların oluşması durumunda mutlaka
doktora başvurunuz. Deri kanserleri genellikle güneş ışınlarının vücuda dik açıyla geldiği
bölgelerde ve güneş ışınına uzun süre ve sürekli maruz kalanlarda daha çok görülür ve bu
etki yıllar içinde birikim gösterir ve olasılık giderek artar (bazal hücreli ve yassı hücreli
tipler). Malign melanoma ise çoğunlukla güneşten uzak kapalı odada uzun süreli çalışıp
daha sonra birden örneğin yaz tatilinde kısa süreli fakat çok şiddetli güneş ışınına maruz
kalanlarda görülebilir.

Atmosferdeki ozon tabakasının günümüzde kullanılan bazı maddelerin oluşturduğu çevre


kirliliğine bağlı olarak tahrip olması sonucunda güneş ışınlarının zararlı etkisi giderek
artmaktadır. Bu nedenle güneş ışınlarından korunmak, özellikle bu etkinin çok arttığı
saatlerde güneşe çıkmamak (saat 10-16 arası) ya da güneş ışınından koruyucu kremler
kullanılması, geniş gölgelikli şapkalar giyilmesi önerilmektedir. Deri yüzeyinde
oluşabilecek yaraların erken devrede tedavisi çok daha kolay ve başarı oranı daha
yüksektir.
Deri kanserlerinin sık görüldüğü bir bölge de alt dudaktır. Özellikle erkeklerde daha sık
görülmekte ve zaman kaybedildiğinde yara genişlemekte tüm dudağı tutabilmekte, hatta
buradan boyun bezelerine (lenf bezi) ve diğer organlara (akciğer, kemik)
yayılabilmektedir. Yine erken devrede tanı konduğunda tamamen tedavisi mümkündür.

Deri kanserlerinde birinci tedavi seçeneği cerrahi tedavi yani kanserli kısmın yeteri kadar
dışından çıkarılması ve oluşan doku eksikliğinin hastanın başka bölgesinden aktarılan
kendi dokuları ile onarılmasıdır. Kanser cerrahisinde birinci amaç tüm kanserli kısımların
çıkarılmasıdır. Eğer cerrahi olarak çıkarılabilmesi mümkün olmayacak kadar genişlemiş ya
da kontrol edilemeyecek şekilde diğer bölgelere ya da organlara yayılım olmuşsa
radyoterapi (ışın tedavisi) ve kemoterapi (ilaç tedavisi) gibi diğer yöntemlere başvurulur.
__________________
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi"

epilasyon

EPİLASYON TEKNİKLERİ

1. Tüylenme

Doğumdan sonra 3. veya 4. ayda tüylenme başlar. İki tip kıl oluşur; bunlar, kısa, renksiz,
ince olan vellus (ayva tüyleri) ve koyu, kalın, uzun olan terminal kıllardır. Terminal
kılların kalıtımsal nedenlerle büyümesine 'hipertriker', androjen etkisiyle erkeksi
karakterde büyümesine 'hirsutizm' denir. Hirsutizm sorunu olan kişilerin doktor
kontrolünde tedavi olması gerekir, ancak tedaviyle bu kılların tamamı dökülmeyeceğinden
epilasyon da uygulanmalıdır. Hipertrinerin tedavisi yoktur, oluşan kıllar değişik
yöntemlerle yok edilir. Belli başlı epilasyon yöntemleri şunlardır:

2. İğneli Klasik Yöntem

Epilasyon yapılacak bölge önce alkolle temizlenir, sonra ince bir iğneyle kıl köküne
girilerek elektrik verilir. Bu şekilde kıl kökü tahrip edilmiş olur. Jilet ya da tüy dökücülerle
alınarak kalınlaşmış tüylere daha fazla elekrik verilmesi gerektiğinden, bu durumda daha
fazla acı hissedilir. Seanslar yüze haftada bir, vücuda 1,5-2 haftada bir tekrarlanır,
süreleri epilasyon yapılan bölgeye göre değişir. Bir seans yüzde 15 dakika sürerken,
vücutta birkaç saatten uzun sürebilir. Bu yöntem hamileler dışında herkese uygulanabilir.
Yanda SORISA cihazı ile uygulama görülüyor

3. Blend Yöntemi

Bu yöntem klasik iğneli yönteme çok benzer. Aynı şekilde iğneyle kıl köküne girilerek
elektrik verilmesine dayanır. Farkı akımdan sonra yüksek frekans uygulanmasıdır. Verilen
yüksek frekans nedeniyle kıl kökünde bir çeşit sıvı oluşarak kılı öldürür. Bu sıvının
oluşması beklendiğinden seanslar klasik iğneli yönteme göre daha uzun sürer.
Epilasyondan sonraki ilk 24 saat içinde cilde su ve fondoten, ilk 48 saat içinde de sabun
değdirilmemesi gerekmektedir. Bu yöntem hamilelere, vücudunda platin taşıyanlara,
yüksek tansiyon hastalarına ve regl dönemindekilere uygulanmaz.
Yanda BIOTRON iğneli Dijital Blend epilasyon cihazını görüyorsunuz.
4. Bio-Aktif Sistem

Öncekilerden oldukça farklı olan bu yöntemde epilasyon yapılacak bölgeye, epilasyondan


önce 3 gün üst üste bitkisel ağırlıklı bir solüsyon olan Biodepyl sürülür. Bu sürede
kesinlikle su değdirilmez. Seans sırasında solüsyon sayesinde yumuşamış bölgedeki
tüyler sır ağda ile alınır ve tekrar Biodepyl sürülür. Sonra epilasyon makinasının bob adı
verilen başlığı ile bu bölgeye 15 dakika kadar masaj yapılır. Bu yöntemin esasını
oluşturan solüsyonun amacı kılları zayıflatmaktır. Bu şekilde gittikçe zayıflayan kıllar 6
ayla 1 yıl arası bir sürede tamamen yok olurlar. Seans aralıklerı kılların tekrar uzamasına
göre değişir. Az miktarda da olsa uzayan kıllar için fazla vakit geçirmeden tekrar
epilasyona girilmesi gerekir. Seans uzunluğu komple vücutta en az 2,5 saattir ve bu süre
kılın alınma zorluğuna göre daha da uzayabilir.

Yanda SORISA cihazı ile uygulama görülüyor.

5. Radyo Frekansı İle Epilasyon

Bu yöntem ses dalgalarının kıl kökünde ısıya dönüşerek kıl kökünü yakmasına dayanır.
Acı vermez ve iz bırakmaz. Diğer yöntemlerden farklı olarak seanslardan sonra denize
girilebilir, yıkanılabilir ya da güneşe çıkılabilir. Kesin sonuç alınması 6 ayla 1 yıl arasında
değişir, jilet kullanımı ya da hormon dengesizliği bu süreyi uzatan faktörlerdendir. Seans
aralığı ise kılların tekrar uzamasına bağlıdır.

6. Foto Epilasyon

Foto epilasyon, lazer gibi ışığın yoğun biçimde deriye verilerek kıl köklerinin yakılmasıdır.
Ancak ışığın dalga boyu lazerinkinden daha düşüktür. Beyaz ışığın önüne 590-755 nm.
arasında değişik dalga boyları için filtreler takılıp, derinin ve kılın tipine göre seçilerek
yöntem tatbik edilir. 2-5 pals'te 1-5 mm. derinlikteki kıl köklerine ulaşılabilir. Dalga
boyunun değişebilir olması tek dalga boyunda çalışan lazerlere olan üstünlüğüdür.
Epilasyon yapılacak bölge acıyı hafifletmek ve oluşabilecek kızarıklıkları engellemek için
önce buz ile soğutulur.Yeni sitemlerde acı diğer yötemlere göre daha az hale getirilmiştir.

Daha sonra özel bir jel sürülerek ışık verilir. Bu sistemde tenin ve kılın rengi çok önemlidir
çünkü ten rengi koyulaştıkça ışık dağılır ve sonuç alma süresi uzar. Bu nedenle bu
yöntem zencilere uygulanamaz. Önemli olan kılın deri içindeki renginin, deri renginden
koyu olmasıdır. Kesin sonuç 2-5 seans arası alınır ve seans aralıkları aynı bölge için en az
3 hafta olmalıdır. Tedavi süresince ve tedaviden sonraki belirli bir süre boyunca güneşe
çıkmak ve bronzlaşmak yasaktır.

7. Lazer İle Epilasyon

Lazer seçilmiş dalga boyundaki yoğun ışıktır. Doku, lazer ışığını emerek ısınır. Özel olarak
seçilen dalga boyundaki lazer ışığı, çevre dokuları etkilemeden sadece kıl köküne etki
eder. Lazer ışığı, epilasyonda 2 önemli vücut yapısı tarafından tutulur. Melanin (cilde
rengini veren koyu renkli piment) ve oksihemoglobin (kandaki oksijen taşıyan molekül).
Melanin kıl ve kıl kökünde bulunduğundan lazer ışığını daha çok tutar ve ısınır. Kıl
köklerinin zayıflamasına ve uygun gelişmişlikteki kılların yok edilmesini sağlar. İyi bir
lazer cihazının dalga boyu, kıl çevresindeki epidermis deri tabakasının zarar görmeyeceği
bir dalga boyuna sahiptir. Bu yöntemde verilen ışın demeti kıl köküne ulaşıp, ısı etkisiyle
kıl kökünü yok eder. Foto epilasyonda olduğu gibi ten rengi çok önemlidir, aynı şekilde
açık ten ve koyu renkli kıllar işi kolaylaştırır. Kıl köklerinin tamamen yok edilmesi 2-3
kere lazer uygulanması ile olur. Uygulaması da foto epilasyona benzer şekilde jel
sürüldükten sonra lazer verilmesinden ibarettir. Yine aynı şekilde tedaviden sonra güneşe
çıkmamak gerekir. Seans süresi yaklaşık 15 dakikadır ve bu süre içerisinde tüm yüz ya
da iki koltuk altı tamamen temizlenebilir.

8. Bazı Lazer Teknikleri

Nd-YAG (Q tetikli) Lazer

Katı hal lazeridir. 1064 ve 532 nanometre dalga boylarındadır. Değişik teknikler ile daha
farklı dalga boylarında da elde etmek mümkündür. Uygulaması basit, yan etkileri azdır.
Çok amaçlı kullanıma izin veren, oldukça acısız bir yöntemdir. Süratli uygulama yapmak
mümkündür. Çevre dokulara etkisinin az olduğu söylenmektedir.

Ruby (Yakut) Lazer

Katı hal lazeridir. En eski lazer sistemidir. 694.3 nanometre dalga boyunda, yüksek
enerjili ışınlardır. Melanin tarafından tutulur.Epidermis ve kan hücrelerince de tutulduğu
bilinmektedir. Epilasyon uygulamasında, mutlaka soğutucu ellikler kullanılmalıdır. Yavaş
ve hantal bir sistemdir.

Alexandrite Lazer

Alexandrite lazerinin dalga boyu 755 nanometredir. Melanin tarafından emilirken, önemli
ölçüde oksihemoglobin tarafından tutulur. Süratli bir yöntemdir. Isı ile kıl dışı dokuların
etkilenmesi ve zarar görmesi, bu sistemde daha ön plandadır. Epidermal cilt yanıklarına
neden olabilir. Acı hissi, diğer lazerlere göre daha fazla olduğu söylenmektedir.

Diode Lazer

Yeni bir lazer sistemidir. Gallium Arsenid diod lazerinin dalga boyu 800-840
nanometredir. Bu lazerlere ait fazla klinik uygulama henüz tamamlanmamıştır.
__________________
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi"

ektima

Tanım : Dermal ülserasyona yol açan ve epidermise dek uzanan cilt infeksiyonudur.
Tedavi impetigo gibidir.

Klinik bulgular : Daha önce travma, malnütrisyon, kötü hijyen koşulları olan ve
alkoliklerde daha sık oluşur. Tek veya çoğul vezikül şeklinde başlar, kabuk olur ama
ülserasyona neden olur ve skar bırakır.. Genellikle alt ekstremitede oluşur.

Etiyoloji : Etken: S.aureus ya da grup A streptokoklar, bazen ikisi birlikte etken olabilir.
Tanı:Kliniktir, gerekirse kültür.

Tedavi : Tedavi impetigo gibidir. Lokal yara bakımı yararlıdır(su ve sabunla yıkama).
Topikal antibiyotik; bacitracin, neomycin-bacitracin, mupirocin de kullanılabilir. Günde 3
kez , 7-8 gün uygulama yeterlidir. Yaygın impetigo, aile içi infeksiyon varsa , kreş grubu
veya atletik takım ve büllöz impetigoda topikal ajanlar yeterli olmaz. Sistemik
antimikrobiyal ajan kullanımını gerektiriyorsa; Penisilin veya amoksisilin verilir.. Oral
1.jenerasyon sefalosporinler, penisiline allerjisi olanlarda; eritromisin, azithromycin doz
clarithromycin verilir. Stafilokokların etkin olduğu düşünülüyorsa, büllözse; penisilinaza
dirençli oral penisilin ör:dicloxacillin--cloxacillin veya I.jenerasyon sefalosporinler;
cephalexin, cephradine veya , cefadroxil oral kullanılabilir.Cefixim S.aureusa etkin
olmadığı için kullanılmaz. Amoksisilin/clavulanic asit, Clindamycin veya
trimethoprim/sulfamethoxazole 160/800 mg.lıktan oral yolla günde iki kez verilebilir.
Gerekirse diğer antistafilokokal ajanlar da kullanılabilir. Oral ajanlarla tedavi süresi bir
haftadır.

Dozlar : Penisilin : Oral penisilinV ; 25000-90.000Ü/kg/gün, dört dozda, 10


gün ,erişkinde; 250 mg , oral, 4 kez/gün veya benzathin penisilinG ;300 000-600.000Ü
çocuk, 1200 000Ü erişkin olarak tek doz kas içine uygulanır.

Amoksisilin : 25-50mg/kg/gün, üç dozda, erişkin:1.5gr. iki-üç dozda

Ampicillin : 50-100mg/kg/gün, 4 dozda, erişkin: 2-4 gr/gün, 4 dozda

Oral 1.jenerasyon sefalosporinler : Cephadroxil oral; 30mg/kg/gün, iki doza bölünerek,


erişkinde 2gr. iki doza bölünüp, , cefpodoxime; 10mg/kg/gün 2 dozda, erişkinde 800mg,
iki doza bölünüp, cefprozil; 15-30mg/kg/gün iki doza bölünüp, erişkinde 1 gr/gün iki
dozda, ceftibuten 9mg/kg/gün, bir doz, cephalexin ; 25-50mg/kg/gün 4 doza bölünerek,
erişkinde günlük doz 1-4 gr, cephradine; 25-50mg/kg/gün 2-4 dozda ,erişkinde 250mgx4
doz.

Erythromycin: Yenidoğanda doz : 2000gr.dan düşük ağırlıklı bebekte;10mg/kg ağırlıklıda


12 saatte bir , 2000gr.dan büyükte; 10mg/kg, 8 saatte bir , 20-50mg/kg 2-4 dozda
erişkinde 6 saatte bir 250-500mg olarak.

Azithromycin 5-12mg/kg gün tek doz, erişkin : 500mg/gün veya İlk gün 0.5 gr.daha
sonra 250 mg/gün toplam 5 gün.maksimum doz; 600 mg.
Clarithromycin 7.5 mg/kg/gün iki dozda, erişkinde 1 gr/gün, iki dozda,. 10 gün verilir.

Dicloxacillin : 3.125-6.25 mg/kg-cloxacillin 12.5 mg/kg dörde bölünüp, erişkinde 250mg


oral 4 kez/günde) veya sefalosporin: cephalexin, cephradine (25-50mg/kg) ikiye
bölünüp(erişkinde 250mg , oral, günde 4 kez) veya , cefadroxil 30mg/kg /gün, iki dozda
kullanılabilir.
Amoksisilin/clavulanic asit:25-45 mg/kg/gün, 2-3 dozda(formülasyona göre), erişkin:1.5
gr./gün, üç dozda.

Clindamycin : 2000gr.dan düşük yenidoğanda 5mg/kg, 12 saatte bir, 1 haftadan büyükse


5mg/kg 8 saatte bir, 2000gr.dan büyük ve 1 haftadan küçüklerde 5mg/kg, 8 saatte bir,
bir haftadan büyüklerde 5mg/kg 6 saatte bir , infantlarda; 15-25mg/kg/gün 3-4 doz oral,
erişkinde 150mg-450mg, 4 kez günde oral.

Trimethoprim/sulfamethoxazole : 8mg/kg/gün(trimethoprime göre), 2 dozda, erişkin;


160/800 mg.lıktan oral yolla günde iki kez verilebilir.
__________________
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi"
ektodermal displazi

Deri ve derinin eklerinin (saç, tırnaklar, dişler ve ter bezleri) gelişim bozukluğu ile kendini
gösteren kalıtımsal bir hastalıktır. Ektodermal displazinin çok sayıda tipi bulunmakla
birlikte en sık rastlanılan tipi; X-kromozomuna bağlı olarak geçiş gösteren anhidrotik
ektodermal displazidir (terleme yokluğu/azlığı ile birlikte olan tipi) ve sadece erkeklerde
gözlenir. Otozomal kromozomlara (cinsiyet kromozomları dışındaki kromozomlar) bağlı
olarak dominant (baskın) geçiş gösteren diğer bir tipi ise hem erkek hem de kız
bebeklerde aynı oranda gözlenir. Otozomal dominant tip ile X-geçişli tipde gözlenen
şikayetler ve belirtiler aynıdır.

Ektodermal displazide, derinin tüm ekleri değişik derecelerde etkilenmiş olabilir.


Anhidrotik ektodermal displazide ter bezlerinin anne karnında iken gelişmemesi sonucu
meydana gelir. Etkilenen bebeklerde vücut sıcaklığının kontrolünde sorun vardır ve çok
hafif hastalıklarda bile son derece yüksek ve tehlikeli ateş yükselmesi gözlenebilir, çünkü
teleyerek ateşin kontrol mekanizması ortadan kalkmaktadır. Yetişkin hastalarda ise sıcak
ortamlarda bulunmak ve çalışmak zorlaşır.

Mukozaların (vücudun iç boşluklarını döşeyen deri) tutulduğu hastalarda burunla ilgili


kronik enfeksiyonlar daha sık gözlenir, solunum yolu enfeksiyonları artmıştır ve burundan
sürekli kötü kokulu bir akıntı gelebilir. Saç telleri çok ince olabilir veya saçta dökülmeler
görülebilir. Cİlt ince ve rengi açık olabilir. Diş gelişimi anormaldir ve bir çok diş eksik
olabilir.

Bu hastalıktan korunmak için yapılması gereken en önemli şey; ailesinde ektoermal


displazi olduğu bilinen anne - babaların hamilelik öncesi genetik danışmanlık hizmetleri
için için ilgili bir birime müracaat etmeleridir, hamilelik sırasında hastalığın saptanmasını
sağlayacak bir analiz bulunmamaktadır.

Belirtiler ve Şikayetler

- diş sayısının az olması

- sivri dişler

- diş çıkmasının gecikmesi

- terleme yokluğu

- gözyaşı yokluğu (nadiren)

- ince deri

- cilt rengi açıklığı

- kötü kokulu burun akıntısı

- sıcağa tahammül edememe

- vücut sıcaklığınd aani yükselmeler

- ince saş telleri

- saç yokluğu

- tırnaklarda şekil bozukluğu (kalınlaşma)

- burunda basıklık

Tanı

Biyopsi ile tanı konur (deri ve mukozalardan örnek alınır).

Tedavi

Ektodermal displazinin özel bir tedavisi yoktur.


Tedavide genelde kozmetik yöntemler kullanılır: Takma diş veya protez, saç için peruk
gibi çözümler kullanılabilir. Gözlerde kurumayı engellemek için sentetik gözyaşı damlaları
kullanılabilir. Burundaki akıntıları ve enfeksiyon gelişimini engellemek için sık sık bir
hekim tarafından burun iç kısmının temizlenmesi gerekebilir.

Erken yaşlarda panaromik diş grafisi çekilir. Erken aşamada protezlerin kullanılması
yüzde yapısal anomalilerin ortaya çıkmasını önleyebilir. Daha yeni yöntemlerden biri de
protetik dişlerin içine yerleştirildiği kemik implantları kullanmaktır.

Vücut sıcaklığının kontrolü sürekli bir problem olabilir; sık sık soğuk su ile duş almak,
serin ortamlarda bulunmak ve serinletici spreyler kullanmak gerekebilir. Aktiviteler,
giysiler, soğutma yöntemleri ve hatta daha serin iklimli bir yere taşınmak gerekebilir.

Anhidrotik ektodermal displazili hastalarda atopik ekzema da sıktır ve tedavi edilmelidir.


Hastaların çoğunun derisi kurudur ve nemlendiriciler kullanılmalıdır. Palmoplantar
keratoderma varsa keratolitikler kullanılır.

Bu hastalıkla birlikte bulunabilecek yarık damak ve dudak, uretral stenoz, vaginal


adezyonlar, mukozal ve kutanöz malignite, sindaktili ve diğer yapısal anormallikler için
cerrahi tedavi gereklidir. Mukozal lökoplaki ve atrofik deri bulunursa malignite açısından;
diskeratozis konjenita varsa kan diskrazileri için düzenli izlem gereklidir.

Tırnak distrofisi olan hastalarda özel ayakkabı kullanılmalıdır. Akut paronişi varsa
antibiyoterapi uygulanır.

Sonuç

Ektodermal displazi hayat boyu sürecek ve gerekli önlemler alındığında hayatı tehdit
etmeden kontrol edilebilecek bir hastalıktır. Ancak özellikle vücut sıcaklığının kontrolü
konusuna özellikle dikkat edilmelidir.

Ateş yükselmesine bağlı havale geçirilebilir, bu konuya özellikle dikkat edilmelidir. Ayrıca
vücut sıcaklığındaki aşırı yükselmeler beyinde hasara neden olabilir.
__________________
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi"

Genital Herpes uçuk

Yaygın adı ile uçuk olarak bilinen lezyon, Herpes Simpleks Virus (HSV) adı verilen virüsün
yol açtığı bir enfeksiyondur.

Sadece 45 milyon kişi A.B.D.'de bu hastalğa yakalanmıştır ve her yıl 500.000 yeni vaka
ortaya çıkmaktadır. Bu tablonun dramatik olan yanı hastaların %80'i ya herhangi bir
yakınma ortaya çıkmadığı ya da belirtileri yanlış yorumladığı için hasta olduğunun
farkında değildir.

HSV'nin 2 tipi vardır: HSV1 ve HSV2. HSV1 genelde dudak etrafındaki uçuk şeklinde
lezyonlara neden olurken, HSV2 genelde genital organlarda enfeksiyon yaratmaktadır.

Virus ilk defa enfeksiyon yarattıktan sonra sinir düğümlerinde sessiz olarak yıllarca
bekleyebilmekte ve uygun ortam ve zamanda yeniden enfeksiyona neden olabilmektedir.
Bu nedenle HSV enfeksiyonları sinsi enfeksiyonlardır.

Belirtiler
Herpes bulguları kişiden kişiye değişir. İlk atakta genelde virüs ile tamastan sonra 2 gün
3 hafta arası bir sürelik kuluçka devresini takiben yanma, kaşıntı, bacaklarda ağrı, kalça
ve genital bölgede ağrı, vajinal akıntı, karın boşluğunda dolgunluk hissi görülebilir. Bu ilk
bulgulardan birkaç gün sonra enfeksiyon alanında uçuk tarzı yaralar ortaya çıkar. Bu
yaralar vajinada ve rahim ağzında olabilir. 3-4 gün içinde bu yaralar iz bırakmadan
kaybolurlar. Bu aşamadan sonra virus omurilik düzeyinde sinir köklerine giderek yerleşir
ve burada inaktive halde beklemeye başlar. Pekçok kişide de periyodik olarak re-
enfeksiyona neden olur. Bu reenfeksiyonlar esnasında virusler sinirler boyunca ilerleyerek
genelde ilk enfeksiyonu yarattığı alanların yakınında yeni lezyonları yapar.Her enfeksiyon
atağı esnasında gözle görülebilen lezyonların bulunması şart değildir. Çoğu zaman fark
edilmeyen ataklar olur. Bu dönemlerde vajinal salgılar ile virüs yayılımı olduğundan kadın
cinsel partnerine hastalığı bulaştırabilir.

Genital herpes lezyonunun


tipik görüntüsü

Tanı
Gözle görülebilen lezyonların varlığında tanıyı koymak kolaydır. Ancak bunun HSV
olduğunu göstermek için bazı laboratuvar tetkikleri gerekebilir. Bunun en iyi yolu aktif
enfeksiyon sırasında lezyonlardan alınacak materyalde viral kültür yapmaktır. Ancak bu
oldukça masraflı bir tekniktir. Materyalde virus üretilememesi hastalık olmadığı anlamına
da gelmez. Kesin tanının çok zor olması nedeni ile pekçok vaka hatalı olarak teşhis ve
tedavi edilmektedir. Kanda yapılan immünolojik testler ile de HSV varlığı saptanabilir.
Ancak bu testler aktif enfeksiyonu göstermez. Sadece kişinin hayatının herhangi bir
döneminde enfeksiyon geçirip geçirmediğini ve bağışıklık sisteminin virüse karşı antikor
geliştirip geliştirmediğini belirler. Antikorlar bulunsa bile bunlar kişiyi yeni
enfeksiyonlardan korumaz. Kan testi ayrıca oral ve genital enfeksiyonların ayrımını da
sağlayamaz. Son zamanlarda HSV1 ve HSV2'yi ayrıdedebilen kan testleri geliştirilmiş
olmakla beraber bunların yaygın kullanımı henüz daha mevcut değildir.

Tedavi
Günümüzde Herpes tedavisi için değişik ilaçlar mevcuttur ancak bu ilaçlar kesin tedavi
sağlayamamaktadırlar. Viral bir enfeksiyon olduğu için antibiyotikler etkisiz olmaktadır.
İlaçlar sedece ilk atağın şiddetini azaltmakta ve süresini kısaltmakta , daha sonraki
atakların ise sıklığını düşürmektedir. HSV enfeksiyonu geçiren kişiler bazı birkaç basit
kurala uyarak enfeksiyonun süresini ve bulaşıcılığı azaltabilirler. Bu önlemlerden en basit
fakat en önemli olanı enfekte alanı temiz ve kuru tutmaktır.

Uçuk olan bölgeye dokunmamak ya da dokunduktan sonra hemen elleri yıkamak son
derece önemlidir.

Lezyonlar tamamen iyileşene kadar cinsel ilişkiden kaçınmak da önemli bir konudur.

Tekrarlayan enfeksiyonlar travma, soğuk algınlığı, adet görme ya da stress gibi vücut
direncini düşüren durumlarda ortaya çıkmaktadır.

Riskler
Genital Herpes enfeksiyonu bazı riskleri de beraberinde getirir.Ancak uzun dönem hayat
kalitesini etkileyebilecek etkileri yoktur. Gebelik gibi genel vücut direncinin azaldığı
durumda olan kişiler aktif enfeksiyon açısından dikkatli takip edilmelidirler. Eğer Herpesin
ilk atağı gebelik esnasında ortaya çıkarsa bu durumda virüs bebeğe geçebilir ve bu tür
gebeliklerde erken doğum riski her zaman bulunur. Neonatal herpes ile doğan (anne
karnında iken virüs ile temas eden ve enfekte olan) bebeklerin %50'sinde nörolojik
hasarlar ve ölüm meydana gelir. Bebeklerde beyin iltihabı, göz problemleri, ciddi boyutta
döküntüler ortaya çıkar ancak bu bebeklerin büyük bir kısmı antiviral ilaç tedavilerinden
yarar görürler. Bebeklerdeki risk büyük ölçüde annenin geçirdiği atağın ilk ya da
tekrarlayan atak olmasına bağlıdır. Aktif enfeksiyon varlığını araştırmak için yapılan viral
kültürlerin sonucu uzun bir süre aldığı için genital herpesden şüphelenilen vakalarda
doğum şekli olarak sezaryen tercih edilir. Eğer aktif enfeksiyon yok ise sezaryen şart
değildir
__________________
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi"

Genital Siğil uçuk

Kondilom ya da condyloma accumunata adı verilen genital siğiller pek çok kadına sıkıntı
veren tatsız lezyonlardır. Tekrarlama eğiliminin olması çoğu zaman kadının moralini
bozar. Kondilomlar cinsel yolla bulaşan ve human papilloma virus (HPV) adı verilen bir
virusun neden olduğu enfeksiyonlardır.

Kondilomlar cinsel yolla bulaşan ve human papilloma virus (HPV) adı verilen bir virusun
neden olduğu enfeksiyonlardır.

HPV sadece genital siğillere neden olmaz. Bu virusun 60'dan fazla değişik alt grubu vardır
ve bu gruplardan bazılarının rahim ağzı kanserine neden olduğu bilinmektedir. Bazı tipleri
ise anus kanserine yol açabilmektedir. Her HPV enfeksiyonu kondilom ya da kansere
neden olmaz. Aslında çoğu enfeksiyon belirti vermeden geçirilir. Kişinin bağışıklık sistemi
bu virüs ile başedebilir ve belirtiler ortaya çıkmadan hastalık etkisiz hale getirilir. Ancak
bu başarı HPV'nin tehlikesiz olduğu sonucunu çıkarmaz. HPV enfeksiyonunun henüz bir
tedavisi ya da aşısı olmadığından bu hastalığın tedavisinde en önemli faktör hastalığı
bilmek ve

Bulaşma genital HPV hastalığı taşıyan bir bireyle girilen her türlü cinsel ilişki ile
bulaşabilir. Virüs, ilişki sırasında ciltte ortaya çıkan mikroskopik yırtıklar ve sıyrıklar
vasıtası ile ciltten cilde temas yolu ile bulaşır. Virüsün erkek menisi içinde de saptanması
vücut sıvılarının teması yolu ile de bulaşabileceğini düşündürmektedir. Virus ile tamas
eden herkesde enfeksiyon bulguları ortaya çıkmaz ancak kondilom ortaya çıkan bireylerin
%60-90'ının partnerinde de virüs olduğu saptanmıştır. Virüs birkere vücuda girdikten
sonra uzun yıllar sessiz kalabilir. Cinsel yönden aktif olan herkeste görülebilir. En çok
birden fazla sayıda partneri olan, ya da partneri birden fazla kişi ile birlikte olmuş 15-30
yaş arası kişilerde görülür. Gebelik esnasında çok hızlı bir seyir izler. Nadiren anneden
bebeğine geçebilir.

Kuluçka dönemi
Kuluçka süresi belirli değildir. Virüsle temasdan aylar ya da yıllar sonra bulgular ortaya
çıkabilir. Hastaların büyük kısmında 1-6 ay içinde belirti verir.

Belirtileri
Genelde dış genital bölgede küçük siğiller ortaya çıkar. Bunlar kişinin kendisi tarafından
görülebilir ya da elle hissedilebilir. Siğiller yumuşak, pembe-beyaz renkli, karnıbahar
benzeri oluşumlardır. Tek ya da grup halinde olabilirler. Zaman zaman dışarı kabarık
olmayıp düz olarak bulunurlar. Nadiren vajina içinde,makat çevresinde ağız ve boğazda
da görülebilirler. Kondilomda ağrı olmaz, fakat arasıra kaşıntı ve yanma görülebilir.

Tedavi olmadığı taktirde siğiller hiçbir değişikliğe uğramadan uzun bir süre kalabilir, acak
bu davranışları oldukça nadirdir. Genelde sürekli olarak büyüme ve yayılma eğilimleri
vardır. Kondilom ile birlikte başka bir vajinal enfeksiyon varsa bu büyüme daha hızlı olur.
Çoğunlukla vücudun nemli ve sıcak bölgelerine doğru yayılma gösterir. Eğer vajina ve
makat civarında anormal renk ve şekil değişiklikleri ile anormal kabarıklıklar görülürse,
genital bölgede kaşıntı, yanma ve kanama varsa,partnerde kondilom var ise ya da daha
önceden geçirmiş ise mutlaka bir jinekolojik muayeneden geçmek gerekir.

Tipik bir kondilom lezyonu

Kondilomun tipik görünüşü

Tanı
Tanı muayene esnasında lezyonların görülmesi ile konur. Bazen bazı solüsyonlar
uygulanarak ciltteki renk değişikliklerinden siğil olup olmadığı anlaşılabilir. Dıştan görünen
herhangi bir lezyonun olmadığı durumlarda rahim ağzının büyüteç benzeri kolposkop adı
verilen bir cihaz ile incelenmesi ile tanı konabilir. Smear testi kondilomun tanı ve
takibinde son derece önemlidir. Hayatının herhangi bir döneminde kondilom geçiren
kişiler yılda bir defa smear yaptırmalıdırlar. Kondilom tanısı konan kişilerin partnerleri de
mutlaka muayene olmalı ve gerekir ise tedavi edilmelidir. Çünkü tedavi edilmemiş bir eş
enfeksiyonun sürekli yeniden bulaşmasına neden olabilir.

Tedavi
Kondilom ihmal edilmemesi gereken bir hastalıktır.Tedavide virüsü yok etmek mümkün
değildir. Tedavi sadece siğilleri ortadan kaldırır. Pek çok vakada tek sefer tedavi yeterli
olmamakta en az 2 seans gerekmektedir. Tedavide tıbbi ve cerrahi yaklaşımların ikiside
uygulanabilir. Tıbbi tedavi olarak dıştan sürülen bazı ilaçlar kullanılabilir ancak bu uzun
süreli ve zahmetli bir tedavidir. Çoğu ilaç hasta tarafından değil hekim tarafından
uygulanmalı ve direk lezyonun üstüne tatbik edilmelidir. Normal dokuya temas ettiğinde
pekçok ilaç tahribata neden olur. Bu nedenle son derece dikkatli uygulama gerekir. Bazı
ilaçlar ise direk olarak lezyona hekim tarafından enjekte edilir.

Cerrahi tedavide en çok uygulanan yöntem lezyonun yakılması ya da dondurulmasıdır.


Burada amaç lezyonun tahrip edilmesidir. Dondurma işleminde (krioterapi, cryotherapy)
sıvı nitrojen ya da karbondioksit kullanılır. yakma işleminde ise laser ya da elektrokoter
uygulanır. Bazı büyük lezyonlar cerrahi olarak çıkarılmayı gerektirebilir. Dondurma hariç
diğer cerrahi işlemler için lokal ya da tercihan genel anestezi uygulanır.

Önlem
Genital siğil riskini azaltmanın en etkili yolu birden fazla sayıda partner ile birlikte
olmamaktır. Ancak bunun mümkün olmadığı durumlarda prezervatif en etkili önlem
yoludur. Prezervatif siğillerin yanısıra cinsel yolla bulaşan AIDS'de dahil olmak üzere
pekçok hastalığa karşı koruma sağlar. Siğiller kondomun kapladığı alan dışında da
bulunabildiğinden prezervatif zaman zaman etkisiz kalabilir
__________________
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi"

"DOKTORLAR BİRLİĞİ"

Genital tüberküloz
Tüberküloz yani verem bir zamanların en tehlikeli ve en ölümcül hastalığıydı. Günümüzde
ise eskisi kadar yaygın olmasa bile hala daha özellikle ülkemizde yaygın olarak
görülmekte olan bir hastalıktır.
Ancak geliştirilen antibiyotik ve aşılar sayesinde hem önlenebilen hem de tedavi edilebilen
bir hastalıktır. Son 50 yılda tüberküloz tedavisindeki gelişmelere ve gelişmiş ülkelerde
büyük ölçüde yok edilmiş olmasına karşın tüm dünyada bakıldığında önlenebilen ölüm
sebepleri arasında 5. sıradadır.

Dünya Sağlık teşkilatı 1990 yılında tüm dünyada 2.910.000 kişinin bu hastalık nedeni ile
hayatını kaybettiğini açıklamıştır. Çarpıcı olan bu ölüm vakalarının sadece 40.000'inin
gelişmiş ülkelerde meydana gelmesidir.

Uzun süre belirti vermemesi nedeni ile ve ihmalkarlıklar sonucu ülkemizdeki tüberküloz
görülme sıklığı tam olarak bilinmemekte, hastaların önemli bir kısmı saptanamamakta ve
teşhis konulan hastalar yeterli düzeyde takip edilememektedir. Tüberküloz en sık
solunum yollarını tutmaktadır. Bu hastaların %2-5 kadarında da genital tüberküloz
saptanmaktadır.

Genital tüberküloz primer ve sekonder olarak ikiye ayrılır. Son derece nadir olan primer
genital tüberkülozda mikroorganizmanın ilk enfeksiyon yarattığı alan genital organlardır.
Vakaların %99'dan fazlası sekonder tüberkülozdur. Burada vücudun başka bir yerinde
(genelde akciğerler) bulunan enfeksiyon kan yolu ile genital organlara yayılır (dessendan
enfeksiyon).

Dış genital organların tüberkülozu son derece nadirdir. En sık endometrium ve adneksler
(yumurtalıklar ve tüpler) tutulur.

Klinik
Genital tüberküloz vakalarında tüberküloz için tipik olan yorgunluk, kilo kaybı, gece
terlemeleri, gece yükselen ateş çok nadir görülür. Genital tüberkülozlu hastalarda en sık
başvuru sebebi infertilitedir. Hastalarda %25-50 oranında pelvik ağrı ve %10-40 oranında
anormal kanama görülür. Endometriumda olan harabiyet nedeni ile zarlar birbirine yapışır
(Asherman sendromu) ve bu durum hem infertiliteye hem de adet kanamasının
azalmasına ya da olmamasına neden olur. Tüpler sıklıkla iki taraflı tutulur ve
histerosapingografide (rahim filmi) görünümü tipiktir.

Tanı
Genital tüberkülozdan şüphelenilen vakalarda aile ve kişinin kendi öyküsü önemlidir.
Daha önceden tüberküloz tanısı alıp almadığı, ailesi ve yakın çevresinde bu hastalığa
sahip kişi olup olmadığı araştırılmalı ve detaylı bir fizik muayene yapılmalıdır. Tanıya
yardımcı olması açısından akciğer grafisi çekilmeli ve PPD testi yapılmalıdır. İnfertilite
nedeni ile müracaat etmiş hastalarda HSG çekilmeli, gerekli vakalarda endometrium
biopsisi yapılmalıdır.

Tedavi
Genital tüberkülozun tedavisi tıbbidir. Ancak gelişmiş olan infertilite vakalarında tedaviye
yanıt çok iyi değildir. Sebat eden vakalarda cerrahi tedavi de uygulanabilir. Çocuk isteği
olmayan kadınlarda rahim alınabilir. Genital tüberküloz tedavisi güç ve yüzgüldürücü
olmayan bir hastalıktır.
__________________
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi"

impetigo
Klinik bulgular : Büllöz olmayan formu, sıklıkla yüz ve ekstremitelerde , kesi, çizik, böcek
ısırması gibi minör bir travma sonucu oluşur. Eritemli bir zeminde papül, ardından küçük
bir vezikül şeklinde başlar, hızla püstüle ve rüptüre olur. Pürülan akıntı kurur ve
karekteristik kalın, sarı-yeşil kabuklar oluşur. Bal peteği görünümündedir. Kaşıntı sıktır ve
kaşınmayla yayılır. Yüzeyeldir, ülsere olmaz ve dermisi infiltre etmez. Hafif bölgesel bir
lenfadenopati olabilir. Sistemik infeksiyon bulguları , ateş çok nadirdir. Ağrısızdır ve skar
bırakmaz. Grup A streptokoklar tarafından oluşan impetigo bazen poststreptokokal
glomerulonefrite yol açabilir. Büllöz impetigo; yenidoğan ve infantlarda oluşur. Vezikül
olarak başlar, sonra bül haline geçer , büller kolayca rüptüre olur, kırmızı bir yüzey
oluşur, sonra açık kahverengi krutlar ortaya çıkar. Sıklıkla boyun, yüz ve çeneyi tutar.

Etyoloji : Etken genellikle A grubu beta hemolitik streptokok veya Staphylococcus


aureustur. Birlikte de olabilirler. Büllöz impetigoda S. aureus etkendir(grup II bakteriofaj
içeren ). Yenidoğan da B grubu streptokoklar da etken olabilir.

Epidemiyoloji : Streptokokal impetigoda genelde fiziksel temasla geçiş söz konusudur. .


Epidemiler yapabilir. İmpetigoyu takiben de çoğunlukla üst solunum yolunda da kolonize
olur.

Tanı : Kesin tanı enfekte bölgeden S.pyogenes veya S.aureus’un kültürde izolasyonu ile
konur. Genellikle mikrobiyolojik çalışma gerekmez. Gram boyama yapılabilir.

Ayırıcı tanı : Tipik olmakla birlikte başlangıçta su çiçeği, mantar enfeksiyonları, Herpes
simplex virus enfeksiyonları, akut püstüler psöriazis ile karışabilir.

Tedavi : Lokal yara bakımı yararlıdır(su ve sabunla yıkama). Topikal antibiyotik;


bacitracin, neomycin-bacitracin, mupirocin de kullanılabilir. Günde 3 kez , 7-8 gün
uygulama yeterlidir. Yaygın impetigo, aile içi infeksiyon varsa , kreş grubu veya atletik
takım ve büllöz impetigoda topikal ajanlar yeterli olmaz. Sistemik antimikrobiyal ajan
kullanımını gerektiriyorsa; Penisilin veya amoksisilin verilir.. Oral 1.jenerasyon
sefalosporinler, penisiline allerjisi olanlarda; eritromisin, azithromycin doz clarithromycin
verilir. Stafilokokların etkin olduğu düşünülüyorsa, büllözse; penisilinaza dirençli oral
penisilin ör:dicloxacillin--cloxacillin veya I.jenerasyon sefalosporinler; cephalexin,
cephradine veya , cefadroxil oral kullanılabilir.Cefixim S.aureusa etkin olmadığı için
kullanılmaz. Amoksisilin/clavulanic asit, Clindamycin veya trimethoprim/sulfamethoxazole
160/800 mg.lıktan oral yolla günde iki kez verilebilir. Gerekirse diğer antistafilokokal
ajanlar da kullanılabilir. Oral ajanlarla tedavi süresi bir haftadır.

Dozlar : Penisilin : Oral penisilinV ; 25000-90.000Ü/kg/gün, dört dozda, 10


gün ,erişkinde; 250 mg , oral, 4 kez/gün veya benzathin penisilinG ;300 000-600.000Ü
çocuk, 1200 000Ü erişkin olarak tek doz kas içine uygulanır.

Amoksisilin : 25-50mg/kg/gün, üç dozda, erişkin:1.5gr. iki-üç dozda

Ampicillin : 50-100mg/kg/gün, 4 dozda, erişkin: 2-4 gr/gün, 4 dozda

Oral 1.jenerasyon sefalosporinler : Cephadroxil oral; 30mg/kg/gün, iki doza bölünerek,


erişkinde 2gr. iki doza bölünüp, , cefpodoxime; 10mg/kg/gün 2 dozda, erişkinde 800mg,
iki doza bölünüp, cefprozil; 15-30mg/kg/gün iki doza bölünüp, erişkinde 1 gr/gün iki
dozda, ceftibuten 9mg/kg/gün, bir doz, cephalexin ; 25-50mg/kg/gün 4 doza bölünerek,
erişkinde günlük doz 1-4 gr, cephradine; 25-50mg/kg/gün 2-4 dozda ,erişkinde 250mgx4
doz.

Erythromycin: Yenidoğanda doz : 2000gr.dan düşük ağırlıklı bebekte;10mg/kg ağırlıklıda


12 saatte bir , 2000gr.dan büyükte; 10mg/kg, 8 saatte bir , 20-50mg/kg 2-4 dozda
erişkinde 6 saatte bir 250-500mg olarak.

Azithromycin 5-12mg/kg gün tek doz, erişkin : 500mg/gün veya İlk gün 0.5 gr.daha
sonra 250 mg/gün toplam 5 gün.maksimum doz; 600 mg.
Clarithromycin 7.5 mg/kg/gün iki dozda, erişkinde 1 gr/gün, iki dozda,. 10 gün verilir.

Dicloxacillin : 3.125-6.25 mg/kg-cloxacillin 12.5 mg/kg dörde bölünüp, erişkinde 250mg


oral 4 kez/günde) veya sefalosporin: cephalexin, cephradine (25-50mg/kg) ikiye
bölünüp(erişkinde 250mg , oral, günde 4 kez) veya , cefadroxil 30mg/kg /gün, iki dozda
kullanılabilir.
Amoksisilin/clavulanic asit:25-45 mg/kg/gün, 2-3 dozda(formülasyona göre), erişkin:1.5
gr./gün, üç dozda.

Clindamycin : 2000gr.dan düşük yenidoğanda 5mg/kg, 12 saatte bir, 1 haftadan büyükse


5mg/kg 8 saatte bir, 2000gr.dan büyük ve 1 haftadan küçüklerde 5mg/kg, 8 saatte bir,
bir haftadan büyüklerde 5mg/kg 6 saatte bir , infantlarda; 15-25mg/kg/gün 3-4 doz oral,
erişkinde 150mg-450mg, 4 kez günde oral.

Trimethoprim/sulfamethoxazole : 8mg/kg/gün(trimethoprime göre), 2 dozda, erişkin;


160/800 mg.lıktan oral yolla günde iki kez verilebilir.

Korunma : Kişisel temizlik kurallarına uymak. Cilt infeksiyonu olanlar antimikrobiyal


tedaviye başladıktan 24 saat sonraya dek okula gönderilmemeli, mümkünse o sürede
yakın temastan uzak durmalı.
__________________
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi"

KONTAKT DERMATİT VE MESLEKİ EKZEMA

Erişkinler arasında, ekzemanın en çok rastlanan tipi kontakt dermatittir. İki tip kontakt
dermatit vardır; allerjik kontakt dermatit ve irritan dermatit. Her ikisi de zararlı
maddelerin direkt teması ile ortaya çıktığından klinik olarak ayrımları zordur

Kontakt dermatitin üstesinden gelebilmek için bu zararlı maddeler ile temas durumunun
ortadan kaldırılması gerekmektedir.

Allerjik Kontakt Dermatit


Allerjik kontakt dermatit sadece allerjiye eğilimli kişilerde görülür. Görülen karakteristik
kırmızı, ekzematöz leke belirli allerjenlerle direkt temas sonrası ortaya çıkmaktadır.
Allerjik reaksiyona yol açabilecek çok sayıda diğer maddeler de olmasına rağmen bu
konuda en sabıkalı olanlar nikel, kauçuk (lastik vb.), lanolin ve kumaş boyalarıdır.

Kontakt Dermatit
İrritan kontakt dermatit, kişinin irritanlarla (temas sonucu zarar verebilecek maddeler)
defalarca temas etmesi sonucu oluşur. Bu irritanlar, derinin lipid tabakasını ortadan
kaldırmakta, dolayısıyla da bu tabakanın koruyucu özelliği yok olmakta ve zararlı
maddelerin deriden yüksek oranda emilmesine yol açmaktadırlar.

Islak giysi içindeki kauçuk dikiş alerjisi


Başlangıçta, deride birikim sonucu oluşan bu hasar görülmeyebilir çünkü zararlı maddeye
karşı vücut aylarca ve hatta yıllarca tolerans gösterebilir. Ancak, bu olumsuz durumun
deride defalarca tekrarlanması sonucunda öyle kritik bir noktaya gelinir ki, bu maddelerin
küçük miktarlarda dahi teması sonucu hastalık başlayabilmektedir.

İrritan Kontakt Dermatite Neden Olabilecek Maddeler

Alkaliler Zayıf asitler Makine ve motor yağları Sabunlar


Deterjanlar Terebentin, tiner, aseton, kuru temizleme sıvıları gibi çözücüler.

El sırtları, parmakların avuç içine bakan tarafları, bilekler ve ön kol kısımları irritanlar ile
en sık temas eden yerler olmalarından ötürü, hastalıktan en sık etkilenen yerlerdir.Bu tip
dermatitin erken evrelerinde, irritan maddelerin sık birikim yaptığı parmak arası
boşluklarında kurumalar görülür .Eğer irritan madde ile kontakt devam ederse elin
bütünü etkilenebilir ve etkilenen deride acı, hassasiyet ve hareket kısıtlılığı gelişir.

Mesleki Ekzamanın Gelişimi


Sıklıkla, kişinin mesleği ile ilgili günlük aktiviteleri, irritan veya allerjik maddelerle karşı
karşıya kalmasına neden olmaktadır .Nem, ısı, sürtünme ve basınç koşulları altında
irritasyona neden olan adı geçen maddelerin etken olduğu çalışma ortamı, bu hastalık için
başlı başına bir anlam içermektedir. Eğer ortam devam ederse, meslek ile ilgili ciddi deri
rahatsızlıkları ortaya çıkabilir.

Oluşan yaraların şiddetli ve ağrılı olması durumunda, o kişinin etkin bir şekilde
çalışabilmesi mümkün olmayabilir. Bunun yanısıra, bu durumdaki kişiler, derilerindeki hoş
olmayan görüntüler nedeniyle içinde bulundukları toplum tarafından dışlanabilirler.Diğer
birçok deri hastalığında olduğu gibi, ekzama ile de ilgili çok sayıda söylenti
bulunmaktadır.

Ne yazık ki, hala birçok kişinin bu hastalığa yaklaşımı ile ilgili yanlışlıklar vardır. Bu
hastalık ile ilgili yeterli bilgi sahibi olmayan birçok insan ekzemayı bulaşıcı bir hastalık
sanmakta ve havlu, terlik gibi kişisel eşyaların paylaşımı ile veya direkt temas yoluyla
hastalığın bir diğerine geçebileceğine inanmaktadır. Ekzama, hiçbir şekilde bulaşıcı bir
hastalık değildir ve yukarıda adı geçen yolların hiçbiriyle kişiden kişiye geçmesi söz
konusu değildir. Bir kişinin, bu hastalığa yakalanması için ya kişisel allerjik bir durumun
oluşumu ya da irritan maddelerle uzun süre teması gereklidir.

Mesleki dermatitler, her yıl binlerce gün iş kaybına neden olmaktadır.

Bazı mesleklerin, kontakt dermatit açısından yüksek risk içerdikleri bilinmektedir.Kronik


kontakt dermatit açısından yüksek risk grubundaki meslekler :

Fırıncılar Güzellik uzmanları Kasaplar Temizlik işçileri


Aşçılar İnşaat işçileri Diş teknisyenleri Balıkçılar Bahçıvanlar Kuaförler Metal işçileri Motor
-mekanik işçileri (örn.Oto tamircileri) Matbaa işçileri Sağlık personeli

Kontakt Dermatit ve Mesleki Ekzamanın Tedavisi


Kontakt dermatitin erken tanımlanması kesinlikle bir avantajdır, şöyle ki, gerek işyeri
gerekse evdeki potansiyel irritan veya allerjik maddeler, mümkün olduğunca çabuk bir
şekilde ortamdan uzaklaştırılabilir.

Olaya neden olan maddelerle temas kaçınılmazsa ,hastalar kullanım konusunda,


işverenler ise koruyucu kremler, giyecek malzemesi ve özel temizlik uygulamaları gibi
koruyucu önlemler konusunda eğitilmelidirler Şiddetli vakalarda, meslek değişimi
önerilebilir.Bunun yanısıra, yumuşatıcı kremleri ve uygun topikal kortikosteroidleri, olayı
başlatan zararlı maddeden uzak kalmak suretiyle kullanımını içeren bilinçli tedaviler,
hastaların büyük bir çoğunluğunda etkili olmaktadır.Schering Alman İlaç Firması,
dermatologlarla bir uyum içinde sürdürdüğü araştırma ve gelişmelerle bu alanda hizmet
vermektedir.
__________________
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi"
Klamidya enfeksiyonu

Klamidya enfeksiyonu chlamydia trachomatis adı verilen bir bakterinin sorumlu olduğu bir
hastalıktır ve özellikle gelişmiş ülkelerde cinsel yolla bulaşabilen hastalıkların en sık
görülenidir.

A.B.D.'de her yıl 4 milyon yeni klamidya vakası görülmektedir ve maalesef bu kadınların
%40'ından fazlası hasta olduğunun farkında değildir. Çoğu zaman enfeksiyon herhangi bir
belirti vermez ve başka bir nedenden dolayı doktor kontrolüne gidene kadar fark edilmez.
Problemin erken dönemde fark edilebilmesi için yılda bir ya da tercihan 6 ayda bir doktor
kontrolü ve tarama testlerinin yapılması şarttır. Bu özellikle genç kadınlarda ve birden
fazla partneri olan 35 yaş üstü kadınlarda önemlidir.

Belirtileri
Genelde belirti vermemesine rağmen bazı kadınlarda hafif sarımsı akıntı, idrar yaparken
yanma, sık idrara çıkma, vajinal bölgede yanma ve kaşınma, kızarıklık, şişlik, dış genital
organlarda yaralar, ilişki esnasında ağrı ve anormal kanama gibi kalmidya enfeksiyonuna
özgü olmayan nonspesifik tabir edilen belirtiler olur. Erkeklerde ise en sık bulgu penisden
olan akıntı ve idrar yaparken olan yanmadır.

Tanı
Tanı hastanın öyküsü ve muayene esnasında alınan servikal doku örneğinin
laboratuvarda incelenmesi ile konur. Bu masraflı bir teknik olmasına ve heryerde
yapılamamasına rağmen en etkili teşhis yöntemidir.

Klamidyayı saptayacak ve tarama testi olarak kullanılabilecek idrar analiz teknikleri


geliştirmek amacı ile çalışmalar sürdürülmektedir. Klamidya saptandığında kişinin son 1
hafta içinde ilişkide bulunduğu bireyler de taranmalıdır.

Tedavi edilmediği taktirde klamidya enfeksiyonununen ciddi sonucu infertilitedir.

Pek çok kadında pelvik iltihabi hastalığın etken faktörü klamidyadır ve vücuda girdikten
uzun yıllar sonra bu tabloya neden olabilir. Klamidya enfeksiyonu karın boşluğu içerisinde
yapışıklıklara neden olur ve uzun dönemde çocuk sahibi olmada güçlükler meydana
gelebilir.Enfeksiyon varlığından habersiz olan gebe kadınları bekleyen en büyük tehlike
ise erken doğum riski ve bundan çok daha önemlisi doğum esnasında mikroorganizmayı
bebeğe bulaştırmaktır. Klamidya bebeklerde göz iltihaplarına neden olur. Trahom adı
verilen bu hastalık körlükle dahi sonuçlanabilir. Ayrıca yenidoğanlardaki diğer bir tehlike
de klamidya zaatürresidir. Bu nedenle gebe olan her kadında klamidya taraması iddeal
olarak yapılmalıdır.

Önlem
Klamidya enfeksiyonundan korunmanın en etkili yolu diğer bütün cinsel yolla bulaşan
hastalıklarda olduğu gibi (uzun süreli tek eşli bir ilişki yok ise) kondom kullanmaktır.
Bunun dışında yıkanırken akan suyla yıkanmak yani duş yapmak, vajina içini su ile
yıkamamak, sentetik iç çamaşır yerine pamuklu olanları tercih etmek, çok dar pantolon
giymemek gibi basit kurallara dikkat etmek tüm vajinal enfeksiyonlardan korunmada
olduğu gibi klamidyadan da korunmada etkilidir. En az yılda bir herhangi bir yakınma
olmasa bile kontrole gitmek de genel sağlık açısından önemlidir.

Tedavi
Klamidyanın tedavisi antibiyotikler ile olur.Yapılan araştırmalar sonucu Amerikan Hastalık
Kontrol ve Öneme Dairesi klamidya enfeksiyonları için standart protokoller önermiştir. Bu
tedaviler ile klamidya herhangi bir zarar yaratmadan tedavi edilebilir. Klamidya ile gonore
(bel soğuklu) genelde birarada bulunduğundan bu hastalıklardan bir teşhis edildiğinde
diğerine yönelik tetkik ve tedaviler de mutlaka yapılmalıdır.
__________________
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi"

Kıllanma Hirsutizm

Vücudun normalden aşırı kıllanmasına Hirsutismus diyoruz. Bu bir kadın için büyük
üzüntü kaynağıdır. Aşırının ölçüsü toplumdan topluma, insandan insana
değişebilmektedir,mesela dudak kenarındaki tüylenmeden erkek tipi bıyığa kadar
değişebilir. Bir insana göre veya bir topluma göre önemli olan kıllanma, bir diğer insan
veya topluma göre mutsuzluk nedeni olabilir.Batı toplumlarında kadınlarda alışılmışın
dışında kıllanma kabul edilemez bir durumdur,bu durumdaki kadınlar kendilerini çekici
hissetmezler,güvensiz olurlar ve sosyal ilişkilerde zorlanırlar,hatta bu yüzden karşı cinse
yaklaşamayan kadınlar dahi vardır.

Kıllanma kozmetik ve görsel bir problem den daha fazlasıdır genelde,çünkü altında
hormonal bir neden yatmaktadır.

Nedeni:Normal dışı kıllanma her hanımda az miktarda var olan erkeklik hormonunun
çeşitli nedenlerle artmasına bağlı olarak gelişir.Çok az olarak ta bazen kıl köklerinin bu
hormona hassasiyeti artar.

Kıllanmada ( hirsutismus’da ); üst dudakta, alt çene ve üst çenede, şakaklarda, memeler
rasında, meme başı etrafında, göbek altında, kuyruk sokumunda ve kalçalarda anormal
kıllanma vardır. Bu bölgelerde hanımlarda da var olan ince, renksiz, kısa ayva tüyleri
kalın, uzun koyu renkli kıllara dönüşür ve deri yağlanır, yüz sırt ve göğüs civarında
akneler(siyah lekeler) oluşabilir.

Kıllanma sorunu olan bir hanımda sorulması gerekli sorular şunlar olabilir;

-Kıllanma ne zaman başlamış, artıyor mu ?

-Ailevi mi ?

-Erken adet başlangıcı, veya menopoz(adetten kesilme) ?

-Kıllanmaya karşı ne tür kozmetik yöntem kullanıldı ? ( mesela jilet kullanılarak kıllar
arttırıldı mı ?)

-Adet düzensizliği, adet görememe, kısırlık şikayeti var mı ?

-Kıllanma yapabilecek herhangi bir ilaç kullandı mı ?

-Sistemik bir hastalığı var mı ?( şeker gibi )


Kıllanma derecesi seçilir, hafif, orta ve ağır kıllanma olarak değerlendiririz.

-Hafif kıllanma; yüz yanlarında, çenede ( tam sakal değil ), kol ve bacaklarda hafif kıl
artışı, ve karında artma, kıl yapısı ince, yumuşak ve açık renkte

-Orta derecede kıllanma, kıl yapısı kalın ve koyudur, yüzde ( tam sakal değil ), göğüste,
karında kıllanma vardır.

-Aşırı kıllanmada ise kaba kalın kıllar, yüzde sakal oluşumu, kulaklar, parmaklarda dahi
kıllanma vardır.

Dokuz farklı vücut bölgesinde kıllanma skorlaması yapılır.


Normal değerler:
toplamda 4-8 arası normaldir.
8 üstü hafif kıllanmaya,16üstü şiddetli kıllanmaya girer.Ayrıca tek alanlarda 3-4 de tek
başına kıllanma göstergesidir.

3 tip kıl vardır;

1-Lanugo kılları :Bebek anne karnındayken olan vücuttaki kıllar,erken doğmuş bebeklerde
daha sık görülür

2-Vellus kılları : Ayva tüyü tabir edilen kıllar

3-Terminal kıllar : Ayva tüylerinin bluğ çağına(cinsel olgunluk başlaması)girilmesi


sırasında hormonların etkisi ile son halini alması.

Erkekler ve kadınlar doğduklarında aynı sayıda kıl tomurcuğuna sahiptirler, ve insan


vücudundaki kıl tomurcukları sayısı ve dağılımı ırklara göre farklılık gösterebilir.

Kıl tomurcuğu gebeliğin 2. ayında gelişmeye başlar,doğumda çocuğun hayatı boyunca


sahip olacağı tüm kıl tomurcuğu(folikülü) mevcuttur.

Kılların üzerinde erkeklik ve kadınlık hormonlarının farklı etkileri vardır.Mesela erkeklik


hormonu erkeklerde göğüste kıl çıkmasını uyarırken,kadınlarda kadınlık
hormonu(östrojen)göğüste kıl çıkmasını engeller,sakaldada aynı olay gerçekleşir.

Ne yapmalıyız ?

Her konuda dediğimiz gibi altta yatan neden araştırılmalıdır, bunun içinde bir kadın
hastalıkları ve doğum uzmanına müracaat etmelisiniz.

Doktorunuz sizi sorgulayacak ( ne zamandır gibi? ) ve muayene edecektir.

Muayene ve ultrasonografi ile olabilecek bir anomaliyi ( yumurtalık yokluğu gibi ) veya
fazla erkeklik hormonu salgılanmasını sağlayan bir tümör gibi olabilecek olasılıkları
değerlendirecek, gerekirse radyolojik tetkikte isteyerek,

laboratuar tetkiki isteyerek hormon düzenini inceleyerek sebep olan faktörleri ortaya
çıkarmaya çalışacaktır.

Toplumumuzda görülen kıllanmalarının bir çoğu basit nedenlerden oluşmakta hastanın


yaşı, konumu, çocuk isteyip istemediği gibi durumlar değerlendirilerek verilen tedavilerle
bu konu çözümlenmektedir.

Tedavide kıllanmayı oluşturan faktörün bulunup ortadan kaldırılması veya tedavi edilmesi
birinci basamak ikinci basamak ise oluşmuş kıların kozmetik yöntemler ile
temizlenmesidir.

Şişmanlarda adet düzensizliği ve kıllanma varsa önce zayıflama kürlerine baş vurularak
zayıflatılmalı ve kozmetik yöntemlere baş vurulmalıdır.

Adet düzensizliği ve kıllanma arasındaki yakın ilişki göz ardı edilmemeli bu tip yakınmaları
olanlar en kısa sürede hekime başvurmalıdırlar.

Başka neler kıllanma yapabilir?;


bazen gebelik,
polikistik over hastalığı (adet düzensizliği,gebe kalamama,kıllanma
şişmanlık,yumurtalıklarda problemin olduğu bir hastalık)
bazı yumurtalık tümörleri,
diğer bazı beyin tümörler
bazı böbrek üstü bezi hastalıkları
kronik stress
bazı bünyelerde bazı doğum kontrol hapları vs

Sayın bayanlar her şeyin çözümü mevcuttur, şikayetleriniz için geç kalarak geçirdiğiniz
süre bedeninize kalıcı zararlar verebilir. Erken tehşis ile her şey çözülebilir.

Hanımlarımızdan bir ricamızda kıllanmanın kozmetik çözümleri hakkında iyi araştırma


yapmadan rastgele tedavi ve tüy döktürücü işlemler yaptırmamalarıdır. Özellikle son
zamanlarda bazı kişilerin hanımlarımızın bu zaafları ve iyi niyetlerinden faydalanarak
yüksek paralar karşılığında bilinçsizce laserle epilasyon tedavisi veya ne olduğu
bilinmeyen bir takım karışımlar ,jeller ile tüy dökücü seanslar yapmaları sonucu ciddi
sağlık problemleri ortaya çıkmıştır, uzun vadede neler yapabileceği ise ürkütücüdür.

Unutmayınız var olan kıllar yok edilemez,sadece zayıflatılabilir,kıllanmanın birinci tedavisi


nedeni yok etmektir,sonra ise kılların alınması(kozmetik çözüm) gelir.

Çeşitli kuruluşlar ve yerler kılları kesinlikle yok ettiklerini söyleyebilirler ama bu çok
zordur,sadece günlerce süren seanslar ve tonlarca para sonucu ya cildiniz yanar yada bir
sure sonra kıllar tekrar çıkmaya başlar.

Bu konuda danışma alabileceğiniz size yol gösterebilecek çok ciddi kurumlar vardır, lütfen
onlara danışarak seçiminizi yapınız.
__________________
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi"

kepek saçta kepeklenme

Şikayet

Kafa derinizden beyaz beyaz bir şeyler dökülüyor.

Nedenleri

Derideki yağbezleri iltihabı : Omuzlarınıza adeta kar taneleri düşüyor, başka belirti yok.
Veya kaşlarınızda, burnunuzda, kulaklarınızın arkasında, hatta koltuk altlarınızda ve cinsel
organlarınızda çok miktarda pul pul kabuk ya da kepek var. Kızarma, kabuk bağlama ve
akıntı görülüyor. Bunun nedeni kesinlikle bilinmiyor, ancak bu muhtemelen aşırı
yağlanmayla birlikte görülen ve çoğunlukla fiziksel ya da duygusal stresle, aşırı sıcak ve
nemli havayla veya soğukla daha da kötüleşen bir mantar enfeksiyonundan
kaynaklanabilir.

Kendi kendine yardım yöntemleri genellikle işe yarar.

Sedef hastalığı : Önce kepek vardı, ama artık lekeler başladı ve bu beyaz pullarla kaplı
kabarık lekeler saç derisine, dizlere, dirseklere ve kaba etinize yayıldı.

Lekeler kaşınıyor veya ağrı yapıyor. Tırnaklarınızda yumuşama ve renk atma, eklem
ağrıları ve sertleşme de söz konusu olabilir.

Mantar Enfeksiyonu : Saç derinizde kaşınan, kırmızı veya gri lekeli pullar var.
Muhtemelen saçınız biraz döküldü. Mantar enfeksiyonlarına mikroskopik organizmalar yol
açar. Tutulmalar hafif ile ağır arası derecelerde olabilir. Enfeksiyon genellikle hijyene
dikkat etmemenin sonucudur. Bazen reçetesiz veya reçeteli ilaç gerekebilir.

Kendiniz Ne Yapabilirsiniz?

Reçetesiz veya reçeteyle verilmiş ve sülfür, asit salisilik, selenyum veya katran içeren bir
şampuanla her gün yıkayın. Talimatlara harfiyen uyun ve iyice durulayın. Bir güçlendirici
yararlı olabilir.

Önleme

Kepeğe karşı şampuanı ara sıra, normal şampuan kullanımının arasında kullanın. Farklı
şampuanları deneyin, iki şampuanı değişmeli kullanın veya birkaç günde bir şampuan
değiştirin.

Öteki Nedenler

Kontakt dermatit

Çocuğunuzun Tedavisi

Yumuşak bir saç fırçası veya diş fırçasıyla saç derisinin rahatsız bölgesini (pullu, kırmızı,
kabuklu ya da akıntılı kısmını) yumuşatın. Kabuklar çıkmayacak kadar sertse, ılık bebe
yağı sürün ve çocuğunuzun başına ılık havlu sarıp 15 dakika beklettikten sonra kepek
giderici şampuanla yıkayın, ancak şampuan çocuğun gözüne kaçmasın.
__________________
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi"

liken planus

Sebebi bilinmeyen ("liken ruber planus"ta oldugu gibi nadiren de sebebi bilinen), oldukca
sik gorulen bir "papuloskuamoz" hastalik olan liken planusta, hastalarda cok kasintili,
pullanan, duz tepeli lezyonlar bulunur. Tam olarak gelismis lezyonlarin rengi koyu kirmizi
ile mor arasindadir. Lezyonlar pullanan plaklar olusturacak sekilde birbirleriyle birlesirler.
Travmaya ugrayan bolgelerde yeni lezyonlar ortaya cikar (Koebner fenomeni). Tercih
ettigi yerler diz ve bileklerin fleksor yuzleridir fakat vucut yuzeyinin bircok kisminda
olabilir. Sacli deride, diger deri yuzeylerinde gorulen likenoid lezyonlarla birlikte veya tek
basina inatci, skarlasan alopesi ("liken planopilaris") olabilir, fakat genellikle deri
yuzeyinde en azindan follikuler hiperkeratoz bulunur. Hastalarin yaklasik yarisinda agiz
lezyonlari da vardir ve bunlar ulserasyonlara bagli siddetli rahatsizlik olusturabilirler.
Vakalarin %20 kadarinda da genital lezyonlar bulunur. Lezyonlarin merkezinde yuvarlak
bir beyazlasma olabilir ve bu sifilitik sankrdan ayirmada onemlidir. Tirnaklar da
etkilenebilir. Lezyonlarda kalin bir pullanma ("hipertrofik liken planus") ve hatta blisterler
bile ("bulloz liken planus") olusabilir. Agiz boslugundaki kronik ulseratif liken planusta
yassi hucreli karsinom gelisebilir fakat bu nadir gorulen bir durumdur.
PATOLOJI. Histopatolojik degisiklikler ayirdettiricidir. Travmaya ugramamis lezyonlarda,
parakeratoz olmaksizin stratum korneumda kalinlasma ve sikilasma vardir. Granuler
tabaka fokal olarak kalinlasir. Stratum spinozum da kalinlasmistir ve bazal keratinositler
ortadan kalktigi icin bazal membran bolgesine dogru uzanir. Geride kalan bazal
keratinositlerde sitoplazmik vakuolizasyon bulunabilir. Nekrotik bazal keratinosit
kalintilari kolloid cisimcikler ("Civatte cisimcikleri") olarak gorunur. Nekrotik
keratinositlerin hemen cevresinde lenfositler birikir ("satellitozis"). Papiller dermis
kalinlasir ve bant tarzinda lenfosit infiltrasyonuyla dolar. Tam olarak gelismis lezyonlarda
lenfositler dermis epidermis sinirini siler. Papiller dermiste lenfositler kadar, melanofajlar
ve fibrozis de bulunabilir. Dermis degisiklikleri karakteristik olarak yuzeyeldir ve papiller
dermisi tutar fakat liken planopilariste kil follikullerinin derinliklerine kadar uzanabilir.
Atrofik lezyonlarda nisbi hipergranuloz ile cok ince bir epidermis bulunabilir. Bulloz
lezyonlarda dermis epidermis birlesim yerinde, bazal keratinositlerin nekrozundan
kaynaklanan bir yarik vardir ve liken planus vakalarinin cogunda buna benzer daha kucuk
yariklar bulunur ("Max Joseph mesafeleri").
Liken planus ilâclara sekonder, lupus eritematozus kaynakli gibi baska likenoid
hastaliklardan ayirdedilmelidir. Likenoid ilâc erupsiyonlari dermiste hatta epidermiste orta
derecede yogun olabilen eozinofillere sahiptir. Plazma hucreleri, ozellikle eozinofillerin
bulunmadigi hallerde sekonder sifiliz ya da lupus eritematozus icin arastirma yapilmasini
gerektirir. Bazi hastalarda lupus-liken planus cakisma sendromu (LE-LP overlap
sendromu) denilen bir durum olusur; burada lupus lezyonlari klinik olarak liken planusa
benzer ve bazi lezyonlar histopatolojik olarak dahi liken planustan ayirdedilemez. Dermis
epidermis sinirinda ince granuler tarzda immunoglobulinlerin varligi gibi immunofloresan
bulgular lupus eritematozusun gostergesidir. Liken niditus ve liken striatus yuzeyi
parakeratotik bir pullanma ile ortulu, lenfositik infiltrasyon gosteren, kucuk likenoid
papullere sahip farkli hastaliklardir. Liken striatusta papuller lineer bir dizilim gosterir.
Histolojk olarak siklikla kil follikulleri ve ter bezlerini tutar hatta derin dermise de ilerler.
__________________
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi"

laserle cilt kırışıklığı tedavisi

Cilt Gençleştirme : Lazer ile cilt gençleştirme bu alandaki diğer yöntemlerden birçok
noktada daha avantajlıdır. Bunlar arasında uygulamadaki hassasiyet, hiç veya çok az
kanama olması, sayılabilir. Ancak yine de lazer ile cilt yenilemesi istisnasız herkes için
geçerli bir yöntem değildir. Bazı vakalarda dermabrazyon ve kimyasal peeling gibi
alternatif bir yöntem bugün dahi daha iyi bir seçim olabilir. Cilt gençleştirme
yöntemlerinin hepsi aynı prensibe dayalıdır. Öncelikle hasara uğramış derinin üst
tabakaları sıyrılarak soyulur. Daha sonra iyileşme sürecinde oluşan yeni hücreler daha
düzgün, daha sıkı ve genç görünen bir cilt yüzeyi oluşturur. Lazer ile cilt yenilemesi
hasara uğramış cildin ortadan kaldırılması için kullanılan yeni bir yöntemdir. Yöntemin
yeni olmasının bir sonucu olarak bu teknik konusunda uzun vadeli sonuçlar(5-10 senelik)
henüz alınamamıştır. Ancak mikroskobik değerlendirmeleri içeren bir dizi çalışma lazer
uygulanan ciltte oluşan fiziksel değişikliklerin dermabrazyon veya kimyasal peeling ile
oluşanlarla aynı olduğunu göstermiştir. Ayrıca üstün teknoloji lazerlerin yıpranmış deri
tabakalarını çok iyi tamir ettiği mikroskobik çalışmalarda gösterilmiştir. Bu konuda
bilimsel araştırma ve yayınlarla sürekli olarak bu tekniğin üstünlüğü ortaya çıkmaktadır.
Cilt yenilemesi konusunda alternatif yöntemleri seçerek önemli olan bir diğer nokta da
iyileşme süresidir. Genel olarak söylendiğinde cilt yenileme işlemi ne kadar derin ise
iyileşme süresi de o ölçüde olacaktır. Yüzeysel kimyasal peeling veya yüzeysel lazer
uygulaması gibi “hafif” yenileme işlemlerinde iyileşme dönemleri daha kısa sürer. Ancak
doğal olarak daha derin yöntemlerle elde edilen sonuçları bu tür daha hafif prosedürlerle
sağlanması ancak bu uygulamaların birden fazla tekrarlanması ile mümkündür.

Lazer ile cilt gençleştirme için en uygun adaylar : Her yaştaki kadın ve erkek lazer ile cilt
yenilenmesinden yarar görebilir. Lazer uygulaması için ideal hasta açık renkli yağsız cildi
olan hastalardır. Yağlı cilt, kumral ve esmer hastalar önerilen cilt yenileme metodu ne
olursa olsun uygun cilt hazırlığı ve tedavisi görmeden bu işlem yapılırsa pigmentasyon
değişiklikler için yüksek riski olacaktır. Plastik cerrahınız sizin cilt özelliklerinizi
değerlendirecek ve lazer öncesi hazırlık için uygun tavsiyelerde bulunacaktır. Yine 12-18
aylık bir süre içinde Roacutane kullanılan veya kötü yara izi oluşturma(keloid) eğilimi olan
hastalar veya uygulama bölgesinde aktif deri enfeksiyonu olan hastalar bu girişim için
uygun olmayan adaylardır. Bu yöntem yüzünüzdeki bütün kusurları ortadan kaldırarak
yaşlanmazı önleyecek sihirli bir formül değildir. Yüzünüzün doğal hareketleri sonucu
gülümseme, göz kırpma, konuşma,çiğneme oluşan çizgiler eskisine kıyasla çok
azalmasına rağmen kaçınılmaz olarak bir süre sonra tekrar ortaya çıkacaktır. Plastik
cerrahınız lazer ile elde edilen sonuçların sürdürülmesi için güneşten korunmanız veya
hafif kimyasal peeling veya özel cilt kremleri kullanımı gibi idame edici uygulamaları
konusunda size gerekli önerilerde bulunacaktır. Bu nedenle lazer ile cilt yenilemesi
öncesinde beklentileriniz konusunda tekrar düşünmeniz ve bu konudaki sorularınızı
cerrahınızla tartışmanız yararlı olacaktır. Yüzeysel veya orta derecedeki bir cilt yenilemesi
için lazer epidermis ve papiller dermise sınırlı kalır. Daha derin yenileme için retiküler
dermisin üst katları işleme dahil edilir. Özel sivilce ve çizgilerin tedavisi lazerin derinliğinin
değiştirilmesi ile sağlanır.

Lazer işleminin riskleri: Lazer ile cilt yenilemesi gerekli eğitimi almış deneyimli bir cerrah
tarafından ve ileri teknoloji CO2 lazer cihazı ile uygulandığında komplikasyonlar oldukça
az sayıda ve genellikle hafif derecededir. Bunlar yanık veya lazer enerjisinin ısısından
kaynaklanan diğer hastalar, kötü nedbe oluşumu ve işlem sonrası ciltte belirgin renk
açılması veya renk koyulaşmasıdır. Ayrıca lazer ile cilt yenilemesi herpes virüs
enfeksiyonlarını(uçuk) ve nadiren de diğer bazı enfeksiyonları aktive edebilir. 20 gün
önce koruyucu olarak ilaç başlayacaktır. Arada sırada dudağınızda uçuk olursa bunu
doktorunuza söylemelisiniz ki ilacın dozunu ona göre ayarlasın. Yara iyileşmesi anormal
veya gecikme olduğunda, beklenmedik bir pigmentasyon veya nedbe oluşumu söz
konusu olduğunda lazer işlemi sonrası bazı ek girişim veya tedaviler gerekebilir. Bütün
bunlara karşın lazer cerrahisi konusunda özel eğitim almış deneyimli bir plastik cerrahın
seçimi ile belirtilen risklerin azaltılması mümkündür.

Ameliyat öncesi görüşme : Hasta açısından ameliyat öncesinde üzerinde dikkatle


durulması gereken bir konu seçtiği plastik cerrahın lazer uygulaması konusunda yeterli
eğitim ve deneyime sahip olmasıdır. Hasta olarak doktorunuzla ilk görüşmede ameliyatla
ilgili beklentileriniz konusunda açık olunuz ve merak ettiğiniz her soruyu sormak
konusunda tereddüt etmeyiniz. Aynı şekilde cerrahın da sizinle aynı açıklıkta görüşmesi
gerekmektedir. Bunlar arasında yapılacak işleri ve sonuçları etkileyebilecek faktörleri
sizlere açıklamalıdır. Daha önceden tanı konulmuş veya tedavi edilmiş herhangi bir cilt
hastalığı, şu anda veya geçmişte alınan ilaçlar, daha önceden oluşmuş olan deri
yaralanmaları -yanık, abrazyon veya operasyonlar bu faktörler arasındadır. Cerrahınız
sizinle yaptığı görüşmede daha önce geçirdiğiniz tüm hastalıklar ve ameliyatlar,
kullandığınız ilaçlar konusunda sizden bilgi alıp muayene yapacak ve daha sonra da işlem
yapılacak bölgenin fotoğrafını çekecektir. Akne tedavisi için Roacutane isimli ilacı
kullandıysanız bunu doktorunuza bildirmeniz çok önemlidir. Cerrahınızın size konusunda
tüm detayları anlatması gerekir.

Lazer işlemi için hazırlık : Sizin cilt yapınıza bağlı olarak cerrahınız lazer işlemi öncesi
cildinizin hazırlanması için bir ön program tavsiye edebilir. Lazer işlemi sırasında işlem
sonrasında cildinize nasıl bakacağınız konusunda size özel öneriler yapılacaktır. Yine
cerrahınız işlemden maksimum ölçüde yararlanmanız için cildinizin uzun vadeli bakımı
konusunda da gerekli önerilerde bulunabilir.
Lazer işleminin yapılabileceği yerler : Lazerle cilt yenilemesi bir hastanede veya bir
cerrahın özel ofisinde yapılabilir. Ancak daha yaygın cilt yenilemesi söz konusu olduğunda
veya cilt yenilemesine diğer cerrahi girişimlerin eklendiği durumlarda hastane daha uygun
bir yer olabilir.

Anestezi : Lazer ile cilt gençleştirme özellikle de yüzün belirli bölgelerinde uygulandığında
en sık olarak lokal anestezi ve sedasyonla yapılır. Ameliyat sırasında uyanık ancak
sakinleştirilmiş olacağınız için hissedeceğiniz rahatsızlık önemsiz düzeyde olacaktır. Çok
daha yaygın cilt yenilemelerinde cerrahınız işlem boyunca sizin uyuyacağınız genel
anesteziyi tercih edebilir.

Cilt gençleştirme : Lazerle cilt gençleştirilmesi yapılacağı alanın genişliği ile orantılı olmak
üzere birkaç dakikadan bir saate kadar herhangi bir sürede tamamlanabilir. Yüzey
düzensizliklerinin özellikle derin olduğu durumlarda cerrahınız lazer işleminin
tekrarlanmasını gerekli görebilir. İşlem sırasında aktive edilmiş lazer mevcut nedbe veya
kırışıklık daha az fark edilebilir bir düzeye gelene kadar uygulama 2 veya 3 kere
yapılabilir. İşlem bittiğinde soyulmuş cilt iyileşme tamamlanana kadar önce özel bandaj
daha sonra koruyucu krem veya pomatlarla kaplanır.

Tedavi sonrası : Lazer ile cilt soyulması sonrası orta derecede bir şişlik ve rahatsızlık
hissedebilirsiniz. Ancak bu sorunlar buz torbası ve cerrahınızın yazacağı ilaçlarla kontrol
altına alınabilecek ölçüdedir. İşlemden sonra bir bandaj uygulaması tercih edilmiş ise bir
gün sonra bandaj çıkarılacak ve cildinizin üzerine ince bir tabaka halinde deri pomadı
sürülecektir. Bu aşamaya geldiğinde cerrahınız size iyileşmekte olan cildinizi nasıl
yıkayacağınızı ve bakım yapacağınızı söyleyecektir. İyileşmenin bu aşamasında en önemli
noktalardan birisi işlem yapılan bölge üzerindeki kabukların sizin tarafınızdan
koparılmaması gerekliliğidir. Aksi takdirde kötü nedbe oluşumu ihtimali artacaktır.
Hastaların çoğu ameliyattan sonraki 10. günde kabuklardan tamamiyle kurtulur. Ancak
kızarıklık birkaç hafta sürecektir.

Normal hayata dönüş : Lazer işlemini izleyen birkaç hafta cildiniz rengi parlak pembe ile
kırmızı arası bir renkte olacaktır. İki hafta veya daha sonra hastaların çoğu makyaj
yaparak bu geçici renk değişikliğini gizleyebilirler. Ancak hafif derecedeki bir pembelik altı
aya kadar devam edebilir. Tedaviyi izleyen birkaç ay cildin tamamı ile normale dönüşüne
kadar işlem yapılan bölgelerin güneşten korunması son derece önemlidir. Düzenli olarak
güneş koruyucu kremlerin kullanılması lazer ile elde edilen sonuçların korunması ve
cildinizde güneşe bağlı yeni hasarların oluşmamasına yardım edecektir. Güneşte kalmanız
gerekli olduğunda yüzünüze 28 veya üzerindeki güneş koruma faktörlü bir krem sürerek
güçlü bir blok oluşturmalı aynı zamanda şapka veya şemsiye kullanarak da yüzünüzü
gölgede bırakmalısınız. Cilt yenilemesi göz etrafında uygulanmamışsa en iyisi UVA ve
UVB’ yi %100 filtre eden kaliteli güneş gözlüklerinin kullanılmasıdır. Lazer ile cilt
soyulmasından elde edilen sonucun tam olarak ortaya çıkması birkaç ay alabilir. Ancak bir
kez pembelik solmaya başladığında hastalar ciltlerinde fark edilir ölçüde bir iyileşme,
tazelik ve gençlik fark ederler. Unutulmaması gereken şey elde edilen sonucun uzun
süreli olduğu ancak sonsuza kadar devam etmeyeceğidir. Anlaşılması gereken başka bir
nokta yeni cildinizin de yaşlanma etkilerinden muaf olmadığıdır. Lazeri izleyen aylar ve
yıllar içerisinde yüzünüzün doğal hareketleri nihayet yüzünüzdeki ifade çizgilerinin tekrar
ortaya çıkmasına yol açacaktır. Cilt yenilemesi konusundaki diğer yöntemlerde olduğu
gibi lazer uygulaması da tekrarlanabilir. Ancak kendinizi güneşten koruyarak ve plastik
cerrahınızın tavsiye ettiği bir cilt bakım uygulamasını izleyerek kazandığınız genç
görünümü sürdürmeye yardımcı olabilirsiniz.
__________________
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi"
Makatta kaşıntı anal kaşıntı pururitis ani

Pruritus ani de denen anal (makat bölgesi) kaşınma sık rastlanan bir sorundur.

İnatçı anal kaşınma, çocuklarda ve yaşlılarda daha sık görülen bir durumdur. Çocuklarda
bu durum, sık rastlanan bir parazit olan kılkurdunun varlığına bağlı olabilir. Yaşlılarda ise
neden, yaşlanan deri-nin kurumasıdır.

Doktorunuz anal kaşınmanızın nedenini araştırırken, sedef hastalığı gibi bir deri
hastalığının, deri kanserinin ve bir mantar enfeksiyonunun işaretlerini de arayacaktır.
Kaşınmaya ve tahrişe neden olan hemoroid, anal fissür ve anal fistül yönünden de
muayene edilebilirsiniz; bu hastalıklar anal kaşınmanın nadir nedenleridir. Çoğu kez
kaşınmanın kesin nedeni bulunamaz.

Aşırı Bakım

Bazı kişiler, anüs bölgesini sert bir sabun bezi ve sabunla iyice temizlemeye çalışırlar. Bu
durum, bölgenin kaşınmasına, yanmasına ve tahriş olmasına yol açabilir.

İlaç Reaksiyonları

Bazı kişilerin kaşınmayı geçirmek için kendi başlarına kullandıkları ilaçlar, tahrişe yol
açarak kaşımayı ve yanmayı artırabilir.

Stres

Bazı doktorlar, kanıtlanmamış olsa da, stresin kaşınmaya yol açabileceğine inanmaktadır.

Anal Kasların Gevşemesi

Normalde anal kanalı kapalı tutan kaslar gevşediğinde, dışkı dışarı sızarak bu bölgedeki
deride tahrişe yol açabilir.

Kötü Bakım

Eğer dışkılamadan sonra uygun temizlik yapılmazsa, anüs bölgesindeki dışkı artıkları
tahrişe ve kaşınmaya neden olabilir.

Eskiden kronik anal kaşınması olanlarda, anüs bölgesine ışın tedavisi, alkol enjeksiyonu
ve hatta bu bölgedeki deri ve sinirleri çıkarmak için ameliyat yapılırdı. Artık bu tür
uygulamalar ortadan kalkmıştır.

Eğer böyle bir sorununuz varsa, aşağıdakileri deneyin.

1-Kaşımayı kesin. Sürekli kaşıma tahrişe yol açar. Ne kadar çok kaşırsanız, o kadar çok
kaşınırsınız. Bölgeye soğuk uygulamayı de-neyin.

2-Bölgeyi temiz tutun. Gece, gündüz ve her dışkılamadan sonra bölgeyi tahriş etmeden,
nazikçe temizleyin.

3-Dışkı sızıntısının deride yaptığı tahrişi engellemek için, bu bölgeye bez koyun ve
gerektikçe değiştirin.

4-Kaşınmayı azaltmak için yatarken antihistaminik bir ilaç da alınabilir.


Eğer kaşıntınız sürerse, tam bir muayene için doktorunuza baş-vurun.
__________________
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi"

mezoterapi

Mezoterapi, uzun zamandan beri estetik tıpta en sık talep konusu olan lipodistrofi veya
sellülit konusunda en seçkin tedavi biçimini oluşturmaktadır. İlk kez 1952 'de Dr. Michel
Pistor tarafından uygulanmıştır. 1987 'de Fransız Tıp Akademisi tarafından geleneksel
tıbbın bir parçası olarak kabul edilmiştir.
Fransa' da ortalama 15.000 doktor, günde 60.000 den fazla hastayı mezoterapi yöntemi
ile tedavi etmektedir. Uluslar arası Mezoterapi Derneğine üye olan Avrupa, Afrika ve
Güney Amerika'da 14 ülkede yöntem başarı ile uygulanmaktadır.
Mezoterapinin kelime anlamı orta deri tedavisidir. Temeli, tedavi edilecek bölgeye 4-6
mm uzunluğunda çok ince iğneler kullanılarak çok küçük miktarlarda ilaçları lokal olarak
enjekte etmeye dayanan tamamen tıbbi bir eylemdir. Endikasyona göre değişen çeşitli
ilaç karışımları 5-10 dakika gibi bir süre içerisinde deri altına enjekte edilir.

Hangi Durumlarda Uygulanır ?

ESTETİK KULLANIMLARI;
Sellülit
Saç Dökülmesi
Ergenlik ve Hamilelikte Oluşan Çatlaklar
Yüz Gençleştirme
Yara İzleri, ( skatrisler )
DİĞER KULLANIM ALANLARI;
Romatoloji
Dolaşım Problemleri ( varis, varis ülserleri )
Migren
Spor Hekimliği
Mezoterapi seans aralıkları minimum 1 hafta olmalıdır.Bir seansta enjekte edilen ilaç dozu
10 cc yi aşmamalıdır.Mezoterapide ortaya çıkan yan etkiler genellikle seans aralığı ya da
dozaja dikkat edilmedi ise görülmektedir.

Uygulanmaması Gereken Durumlar

Kalp Yetmezliği
Diyabet
Böbrek Rahatsızlıklarında
Antikuagülan Tedavi Altındaki Hastalarda
Sonuç
Mezoterapi, etkinliği bütün dünyada kanıtlanmış bir geleneksel tıp yöntemidir. Bir çok
ülkede uygulanıyor olması, her gün binlerce doktorun hastalarına uygulaması, yararlı bir
yöntem olduğunun en güçlü kanıtıdır. Hasta ile hekim arasında etkin bir dialoğun olması
sonuçların biran önce ve en iyi şekilde elde edilmesi için gereklidir. Ancak mezoterapiden,
her zaman çok kısa sürelerde sonuç alıp, mucize bir düzelme de beklenmemelidir
__________________
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi"
Nörofibromatozis
Nörofibromatozis

Nörofibromatozis (NF), deri, sinir sistemi ve gözde belirtiler oluşturan ve genetik geçiş
gösteren bir
hastalıktır. Hastalığın tip 1 (NF1) ve tip 2 (NF2) olmak üzere iki alt tipi tanımlanmıştır.
NF1, 17. kromozomdaki,
NF2 ise 22. kromozomdaki gen defekti sonucunda gelişir. NF1, 3000 doğumda bir
görülürken, NF2 sıklığının
yaklaşık olarak 1/50000 olduğu tahmin edilmektedir.

Nörofibromatozis tip 1 tanı kriterleri.


1. Ergenlik öncesi dönemde 5 mm veya daha büyük, puberte
sonrası dönemde 15 mm veya daha büyük deride sütlü kahve rengi döküntülerin olması
ve sayısının altı veya daha fazla olması,
2. Herhangi bir tipte iki veya daha fazla nörofibromun (sinirlif kitlesi) olması
3. Koltuk altı veya kasık bölgesinde çillerin bulunması,
4. Gözde Ana görme sinirinde özel bir tümör (optik gliom)mevcut olması,
5. Gözde siyah tabakada (iris) İki veya daha fazla kabarcığın (lish nodülü veya iris
hamartomu) bulunması,
6. Eklem yerlerinde kireçlenme,eklem deformasyonları ve uzun kemiklerde incelme gibi
kemik anomalilerinin olması,
7. Birinci dereceden akrabalarında yukarıdaki tanı kriterlerine göreNF1 tanısı konulmuş
insanların olması.

(*Tanı için yukarıdakilerden ikisi veya daha fazlası olgularda


bulunmalıdır.)

Nörofibromatozis tip 2 tanı kriterleri.


1. mikroskopla hücreleri inceleyerek özel bir sinir tümörü olan schwannoma gösterilmesi
veya Manyetik rezonans inceleme ile (MR) ile her iki taraflı vestibüler schwannoma
bulunması,
2. Ebeveyn, kardeş veya çocukta NF2 bulunması ve,
a)Tek taraflı vestibüler schwannoma, veya
b) Meningiom(özel bir beyin tümörü) , gliom,(özel bir beyin tümörü) schwannoma(özel
bir sinir tümörü) , Gözde lensin arka tarafında opakt görüntüler ve beyin
kireçlenmelerinden herhangi birinin olması,
3. İki veya daha fazla Meningiom(özel bir beyin tümörü) , gliom,(özel bir beyin tümörü)
schwannoma(özel bir sinir tümörü) , Gözde lensin arka tarafında opakt görüntüler ve
beyin kireçlenmelerinden herhangi birinin bulunması.

TARİHÇE VE GENEL BİLGİLER:


NF1 ilk defa von Recklinghausen tarafından
tanımlanmış, otozomal dominat geçiş gösteren veya
spontan mutasyon sonucunda gelişen bir hastalıktır.
Görüldüğü gibi NF birçok sistemi tutabilmekte ve
ciddi komplikasyonlara neden olabilmektedir. Bu
nedenle olguların erken belirlenmesi ve tanı
konulması önem kazanmaktadır. Bu amaçla prenatal
tanı için DNA analizleri yapılabilir.10,11 Böylece
istenmeyen gebelikler sonlandırılabilir. Olgulara erken
tanı konulması hastaların yakından takip edilmelerine
ve gelişecek komplikasyonların erkenden
belirlenmesine olanak sağlar. Bu nedenle belirlenen
olgunun tek olarak ele alınmaması, aile bireylerinin de
kontrolden geçirilmesi daha uygun olacaktır.
__________________
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi"

nasır

Nasır, aşağı yukarı herkesin bildiği bir sorundur. Genellikle kendi kendine tedavi edilebilir;
ama çok ciddi olduğunda doktora göstermek gerekir. Nasır, sürtünme ya da basınç
nedeniyle derinin boynuzsu tabakasından oluşan bir oluşumdur. Ölü deri hücreleri
birikerek bir keratin (protein) tabakası oluştururlar. Bu durum ilerledikçe nasırın altındaki
deri hücreleri iltihaplanır, ağrı ve rahatsızlık verir.

Nedenleri

Nasır, daha çok derinin aşırı sürtünmeyle karşılaştığı yerlerde ortaya çıkar. Elleriyle
çalışan işçilerde ve çıplak ayakla dolaşanlarda, normal olarak ağrı vermeyen ve gerçek
nasır olmayan deri kalınlaşması olabilir. Ancak, sözgelimi kemancılarda sürekli olarak
çenelerini kemanın gövdesine dayamaktan ya da yeni ayakkabı alanlarda ayakkabının
belirli noktalarda ayağı vurmasından gerçek nasır oluşur.

Bütün sıkı ayakkabıların ve yüksek ökçelerin nasır oluşturabilmesine karşılık, nasır en çok
ayaktaki çıkıntılarda, parmaklar arasında ve topukta ortaya çıkar. Bunyonların üzerinde
de nasır olur. Bunun nedeni, buradaki kemiğin çıkıntılı oluşu ve sürekli olarak ayakkabıya
sürtünmesidir. Bu kemik çıkıntıları üzerindeki sert deri tabakası alt tabakaları
koruduğundan, buralarda nasır sık görülür. Ancak nasır ve bunyon oluşumu arasında
bundan öte bir ilişki yoktur. Bazı kişiler, özellikle de yaşlılar, nasıra daha eğilimlidirler.

Protez kullananlarda, derinin aşınması nedeniyle de nasır olabilir. Böyle durumlarda nasır
oluşturan nedenin ortadan kaldırılması genellikle yeterlidir ama bazen nasırın alınması
zorunlu hale gelebilir.

Belirtiler

Nasır, çevresindeki normal deriye göre daha sarımsı renkte, kalın bir deri tabakasıdır.
Koni biçiminde olabilir. Ayak parmakları arasındaki nasırlar ise çoğunlukla yumuşaktır.
Nasırlar günün sonunda ağrı yapar, ayrıca basınçla karşılaşınca rahatsızlık verirler.
Kronikleştiğinde ya da şiddetli olduğunda, çevresindeki deri kızarır ve nasır, hareketsiz
durulurken bile çok ağrır. Belirtiler çok çeşitlidir ve bazen nasırı siğilden ayırmak zor olur.
Ancak siğil genellikle daha ufaktır ve basınçla ağrı yapar. Derinin üst tabakası
kazındığında siyah noktacıklar halinde siğilin kökü ortaya çıkar.

Nasır rahatsızlık verir ve ağrır, ama çoğunlukla tehlikeli değildir. Daha ciddi bir sorun,
"hiperkeratoz" denen, derinin avuç içinde ve tabanda hiçbir neden olmadan kalınlaşması
ve bunun yayılması durumudur. Hiperkeratoz hemen doktora gösterilmelidir. Nasırın tek
tehlikesi, alınması sırasında kirli aletlerin kullanılmasıyla enfeksiyon kapması ve
iltihaplanmasıdır. Özellikle şeker hastalarının bu konuya dikkat etmesi gerekir. Ayaktaki
kan dolaşımları zayıf olduğundan, enfeksiyon kolaylıkla kangrene dönüşebilir. Bu yüzden
en iyisi nasırlarını bir uzmana göstermeleridir.

Tedavi
Nasır, kalınlaşmış deri olduğu için, derinin üst tabakalarının temizlenmesiyle tedavi edilir.
Nasırlı kısım bir süre ıslatılıp yumuşatıldıktan sonra ponza taşıyla ovulur. Bu, yeni
oluşmaya başlayan nasırlar için yeterlidir. Daha ileri durumlarda ise, nasır bir makasla ya
da özel bıçaklarla alınır. Ancak bu işlem sırasında yumuşak deriyi kesmemeye dikkat
edilmelidir. Yumuşatıp nasırı düşüren nasır yakıları da vardır. Salisilik asit (% 40
oranında) içeren bu yakılar nasırın tam üstüne uygulanır ve 24 saat bırakıldıktan sonra
alınıp, yumuşayan nasır bir ponza taşıyla temizlenir. Tek uygulamada yumuşamayan
nasıra yeniden yakı konur. Daha yaşlı kişiler bazen nasırlarıyla yaşama yolunu seçerler.
Bunun için yumuşak tamponlar kullanılır. Ortası delik olan bu tamponlar nasırın ağrı
vermesini önler. Şeker hastaları ve dolaşım sistemi bozukluğu olan kişiler ise, sık sık bir
uzmana giderek gerekli bakımı yaptırmalıdırlar.

Değişik bir alışkanlık ya da yeni bir ayakkabı nedeniyle oluşan tek bir nasırın giderilmesi
oldukça kolaydır ve bir daha yinelemez. Büyük nasırlardan kurtulmak için, önce nedenin
ortadan kaldırılması gerekir. Ayak kemikleri üzerindeki ya da parmak aralarındaki
yineleyen nasırlar, düzenli bakım ister. İyi uyan ayakkabılar yardımcı olursa da, bu tür
nasırlar genellikle kronikleşme eğilimi gösterirler. En iyisi, daha başlangıçta tedavi için
girişimde bulunmak ve düzenli ayak bakımını ihmal etmemektir
__________________
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi"

nevüz ben benler

NEVÜSLER (BENLER)
Tıpta “Nevüs”, halk arasında “Ben” adı ile anılan deri oluşumları, çok farklı görünümde ve
yapıda olabilmekle beraber, genellikle kastedilen; yuvarlak veya oval deriden hafif
kabarık 3-5 mm büyüklükte, siyah-kahverengi sertçe yapılardır. Bunlar; pigment üretici
hücreye çok benzeyen özel hücrelerin deri içinde bir alanda yuvalanması sonucu
gelişirler. Doğuştan itibaren var olabilecekleri gibi çoğu çocukluk döneminde, bir kısmı da
sonraki bir zamanda ortaya çıkarlar. Benler 2 nedenle tıbbi açıdan önem taşırlar;

1- Bazı ben tiplerinin zamanla malignleşme (kötü huylu bir şekle dönme) riskine sahip
olması,

2- Pigment üretici hücrelerden gelişen “Melanom” adındaki malign oluşumunun iyi huylu
bir ben olarak algılanıp tedavisiz bırakılması.

Bu nedenle risk taşıyan benlerin özelliklerinin ve bir bende rastlanabilecek hangi


değişimlerin önemli olduğunun bilinmesi gerekir;

· 0.5-1 cm’den büyük olması

· Sınırın girintili çıkıntılı asimetrik olması

· Rengin alacalı olması (yer yer siyah, kırmızı, kahverengi, beyaz)

· Ayak tabanı, el ayası ve parmak uçlarında yer alması

· Sayılan bu özellikleri taşıyan benlerin ailede de olması

· Geçmişte zaman zaman yanık yapacak şekilde yoğun güneşlenmelerin olması

Var olan bir benin;


· Neden yokken kanaması

· Üzerinde ülser gelişmesi

· Rengin hızla koyulaşması

· Rengin etrafa yayılması (veya etrafta beyazlanma olması)

· Kaşınma, acıma gibi belirtilerin olması

Günümüzde malign melanom için en etkin tedavi, olabildiğince erken teşhis edilip cerrahi
olarak etraflıca çıkarılmasıdır. Başlangıçta ve sonra zaman zaman yayılma olasılığına karşı
gerekli incelemeler yapılır. Bir bene cerrahi girişim uygulandığında malignleşebileceği
veya yayılabileceği inanışı YANLIŞ ve maalesef yaygın bir inanıştır. Ben veya bene
benzeyen oluşumlarla ilgili herhangi bir kuşkuda sağlık kuruluşuna başvurmak en doğru
davranış olacaktır.
__________________
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir Psoriatik Artrit

Psöriyatik artrit nedir?

Psöriyatik artrit, kronik bir cilt ve tırnak hastalığı olan sedef hastalığıyla (psöriyazis)
birlikte görülen bir iltihabi artrit tipidir. Bu hastalığın beş tipi vardır:

Öncelikle el ve ayak parmaklarındaki küçük eklemleri tutan artrit

Kol ve bacaklardaki eklemleri tutan asimetrik artrit

Romatoid artrite (iltihaplı romatizmaya) benzeyen simetrik poliartrit (çok sayıda eklemi
tutan artrit)

Nadir fakat ekleme son derece zarar veren ve şeklini bozan bir tip olan artritis mutilans

Sakroiliyak (omurgayla kalça kemiğini birbirine bağlayan eklem) eklemin ve omurganın


artriti (psöriyatik spondilit)

Bu artrit tiplerinin her birinin hangi sıklıkta görüldüğünü belirlemek zordur. Aynı hastada
zamanla artritin tipi değişebilir ve bazı hastalarda birden fazla tip bir arada görülebilir.
Bazen artrite ek olarak gözde ya da bağların ve tendonların (kasın kemiğe tutunduğu
yapı) kemiğe yapıştığı yerde, örneğin topukta, iltihaplanma vardır, ikinci durumda o
bölgede ağrı ortaya çıkar.

Nedeni

Tam nedeni bilinmemektedir, fakat bağışıklık, genetik ve çevresel faktörlerin birlikte etki
ettiklerinden şüphe edilmektedir. Psöriyatik artritli hastaların %40'a varan bir bölümünün
ailelerinde psöriyazis ya da artrit öyküsü vardır.

Sağlık üzerindeki etkisi

Psöriyatik artrit ABD'de bulunan 3 milyon psöriyazis hastasının en az %10'unda


görülmektedir.

Kadınlarda ve erkeklerde eşit sıklıkta görülmekte ve genellikle 30-50 yaşları arasında


başlamaktadır, fakat çocuklukta da başlayabilir.

Psöriyatik artrit, hastaların %15'e kadar bir kısmında psöriyazis tanısı konulmadan önce
başlayabilir.

Tanı

Kesin bir tanı konulmadan önce, psöriyazis için karakteristik olan cilt ve tırnak
değişiklikleri gösterilmelidir. Bazı hastalarda sedimentasyon yüksekliği, hafif anemi ve
kan ürik asit düzeyi yüksekliği bulunabilir. Gut olmadığı kanıtlanmalıdır.

Tedavi

Psöriyatik artritin tedavisi başlangıçta steroid olmayan antiinflamatuvar ilaçlardan


ibarettir, fakat artrit bu ilaçlara yanıt vermezse metotreksat kullanılması gekebilir.
Antimalariyal (sıtma tedavisinde kullanılan) bir ilaç olan hidroksiklorokin de etkili olabilir
fakat bazı hastalarda bu ilaçla psöriyaziste alevlenme görülebilir. Sulfasalazin adlı ilaç
bazı psöriyatik artrit hastalarında çok faydalı olmaktadır. Hastalığın ağır şekillerinde
azatioprin kullanılabilir.

Doğrudan eklemin için uygulanan kortikosteroid enjeksiyonları faydalı olabilir. Son


zamanlarda siklosporin ile iyi sonuçlar alınmaktadır, fakat bu ilacın böbrek üzerinde yan
etkileri olduğu için, diğer tedavilere cevap vermeyen ilerleyici hastalıkta kullanılmalıdır.
Uygun egzersizler çok önemlidir. Eklem harabiyeti gelişen hastalarda cerrahinin yararı
olabilir.
__________________
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi"

nefes sıhhat gibi"

PİŞİK

Bebek Bezi ve Pişik


Yeni doğan bebek, tuvalet kontrolünü hayatının ilk dönemlerinde yapamaz. Bebek idrar
ve dışkısını kontrolsüzce dışarı atar. Bu atıklar, bebeğin son derece hassas olan cildi
üzerine, tahriş edici etkiye sahiptir. Cildin yüzeyindeki ince, koruyucu yağ tabakası, bu
nem ve atıklarca geçilir ve cilt tahriş olur.

Buna fırsat vermemek amacı ile, insanoğlu çok eski devirlerden beri, bebeklerin altına,
atıkları emebilecek ve cildi mümkün olduğunca kuru tutacak yaprak, toprak ve daha
sonraları bezler koymuşlardır. Günümüzde kağıt bazlı, bir kez kullanımlık bebek bezleri,
bu konuda en yaygın kullanılan çözümdür.

İster kumaş, ister kağıt bezler kullanılsın, zaman zaman bebeklerin poposunda kendisini
parlak kırmızı renk ile gösteren tahriş durumları ortaya çıkar. Bu tablo pişik olarak
adlandırılır. Neyse ki pişikler çoğunlukla çok ciddi tablolar halinde seyretmez. Bazı basit,
temel koruyucu işlemler, bebeği pişikten veya daha ciddi durumlardan korur.
Kumaş ya da kağıt bezlerin kullanılmasında en önemli konu, sık değiştirmektir. Kullanılan
bez ne zaman ıslanır veya dışkı ile kirlenirse değiştirilmelidir. Amaç bebeğin altının kuru
tutulmasıdır.

Eğer yeteri sıklıkta, bezleri değiştiriyorsanız, başka hiçbir şeye ihtiyacınız yoktur. Talk
pudrası, günümüzde çocuk sağlığı uzmanlarınca önerilmemektedir. Eğer ille de bir pudra
tatbik etmek gerekirse, mısır nişastası (bu amaca yönelik olarak hazırlanmış)
önerilmektedir. Yapılan bazı çalışmaların, kullanılan pudra zerreciklerinin havada asılı
kaldığı ve solunum ile bebeğin akciğerlerine gittiği, nadir de olsa pnömoni (akciğerde
enfeksiyon, zatüre) yaptığı gösterilmiştir. Yeterli sıklıkta altı değişen bebeğin, pudraya
ihtiyacı yoktur. Özellikle, büyükanne-babalar torunlarına bol bol pudra serpmek, losyon
sürmekten büyük keyif almaktadırlar. Bu yaklaşım pişiği engellemez. Bazı çocuk sağlığı
uzmanlarına göre, kullanılan pudra ve parfüm içeren bazı ürünler, aslında bebek cildi için
pişiklere neden olabilecek kimyasal maddeler içermektedir. Bu tür ürünlerin alerjik madde
içermediğinden emin olmalısınız.

Bebeğin, kirli altını temizlemenin en etkin yolu sabunlu su ile yıkamak, su ile durulamak
ve kurulamaktır. Bir çok aile kokulu sabun veya alkol içeren ürünler kullanırlar. Bu
ürünler de pişiklere neden olabilirler. Pişik görüldüğünde, hemen sadece sabunlu su ile
temizliğe dönülmelidir. Bazı uzmanlar, dışkı yapılmış poponun, içine 1-2 damla bebek
yağı ilave edilmiş ılık su ile hafifçe yıkanmasını önermektedirler. Bu alan, daha sonra
temiz, yumuşak, emici bir bez ile temizlenir.

Bebeğin altının değişimi sırasında 10-15 dakika süre ile bez bağlanmadan, bebeğin altının
açık olması ve hava ile teması da oldukça koruyucudur.

Bebeğin altı bağlanırken, mümkün olduğunca bel bölgesinde gevşek bağlanmalı ve


havanın bez içinde dolaşması sağlanmalıdır.

Bebeğin altı bağlandıktan sonra naylon bir külot (muşamba) veya sızdırmayı engelleyici
katman koyulmamalıdır. Cildin hava almasını engellediği gibi nemin de içeride kalmasına
neden olarak pişiklerin oluşumuna neden olur.

Eğer Pişik Varsa

Bebeğin altını sabunlu su ile temizleyin, durulayın ve kurulayın.

Pişik olan bölgeleri, idrar ve dışkıdan korumak için kalın tabakalar halinde, pişik için
eczanelerde satılan kremlerden kullanınız.

Ne Zaman Doktora Gitmeli?

Bütün bebeklerde zaman zaman pişik görülebilir. Bunlar yüzeysel tahrişlerdir. Yukarıda
açıkladığımız basit önlemler ile birkaç gün içinde geçmiyor ise doktorunuza
başvurmalısınız. Pişik ilerledikçe cilt, daha parlak kırmızı bir renk alır, kasıklar da kızarır,
kırmızı alanlardan odaklanan yuvarlak kırmızı lekeler sağlam ciltte de görülür. Çok ağrılı
hale gelir, kaşıntı olabilir. Özellikle pişik kremlerine rağmen 3-4 gün devam eden
olgularda, maya veya mantar enfeksiyonu düşünülür. Eğer pişik alanlarında sivilcemsi
yapılar, küçük kabarcıklar görülüyor ise mikrobik enfeksiyonlar düşünülmeli ve hekime
gidilmelidir.

Bebek Bezi ve Sağlık

Bebek bezi, bebeğinizin sağlığı açısından size büyük ipuçları verir. Bebeğin günde kaç kez
idrar yaptığını veya dışkılama yaptığını takip edebilirsiniz.

Bu da size
-Bebeğinizin yeterli su alıp almadığını
-Yeni aldığı besine karşı reaksiyonunu
-Üriner ve sindirim sistemi

sağlığı hakkında bilgi edinmenizi sağlar.

Normalde bebeğin idrar rengi neredeyse renksizdir veya hafif sarıdır. Alınan besinler,
ilaçlar ve bazı hastalıklar idrar renginin değişmesine neden olur. Özellikle yeni doğan
bebekler yeteri kadar su alamıyorlar ise idrar rengi pembe olabilir. Bunun nedeni ürat
kristalleridir. Böyle durumlarda doktorunuza başvurmalısınız.Doktorunuz bebeğin idrarını
test ederek, renk değişikliğinin susuzluktan mı yoksa başka bir nedenden mi olduğunu
ayırt edecektir.

Bebek bezlerini tuvalete atmayınız. Kullan-at bezlerde mutlaka bebeğinizin cins, kilo ve
yaşına göre uygun ürünler kullanınız.
__________________
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi"

Psikolojik cilk hastalıkları

Dermatolojik yani başka bir deyişle cilt hastalıklarının bir çoğunda psikolojik faktörler rol
oynamaktadır. Psikokütan dermatozlardaysa psikolojik rahatsızlık ön plandadır ve bu
hastalığın bir göstergesi olarak ciltte lezyonlar oluşmaktadır. Gerçekte psikokütan
dermatozların kesin bir sınıflaması yoksada burda

1.Artefakt dermatiti

2.Nörotik ekskoriasyonlardan bahsetmek istiyorum:

Artefakt dermatiti

Esasında primer olarak bir psikiyatrik rahatsızlık olmakla beraber kişinin derisindeki
problemler sebebiyle dermatologların teşhis koyduğu bir hastalıktır. Tanı koymak bazen
zor olmakla beraber lezyonlar çoğu hastada tipik tanı koydurucuda olabilir.

Hipokrat zamanından beri rastlanılmaktadır. Hastanın kendi derisinde


kesme,delme,yolma,sıkıştırma,çimdikleme,vurma,enjeksiyon ve benzeri eylemlerle bilinçli
veya bilinçsiz olarak yaptığı yıkımlar sonucu aniden ortaya çıkan lezyonlar vardır.
Dediğim gibi bir psikiyatrik problem olan hastalıkta bu lezyonların oluşturulması sırasında
acıya nasıl dayandıkları bazen hayret uyandırır.

Artefakt dermatitinde ciltteki bulguları yani lezyonlar düzensiz ve dağınık olup, ellerin
özellikle de sağ elin uzanabileceği alanlardadır. Bayanlarda genellikle yüz,el ve kollarda
yerleşir.

Artefakt dermatitinde belirtiler, yıkım için kullanılan malzemelerin niteliğine bağlı olarak
değişmektedir: Hasta lezyonları oluşturmak için jilet,bıçak,cam parçaları yada kendi
tırnaklarını kullanarak kesikler,yarıklar oluşturabilir.Lezyon şekilleri hiç bir deri
rahatsızlığına benzemeyen türden köşeli,düzensiz yada geometrik biçimli olabilir.
Çoğunluklada lezyon boyutları 1 cm den büyüktür bazen tüm karın yada kolun
tamamında olabilir. Bunlardan başka hasta lezyonları oluşturmak için asit yada alkali
ajanlar,fenol,gümüş nitrat gibi maddelerde kullanabilir yada vücudunda sigara
söndürerek lezyon oluşturabilir.Bu durumlarda yerçekimine bağlı olarak sıvı maddelerin
akması yada etraftaki deriye bulaşmasıyla çizgisel yada yılanvari lezyonlar göze
çarpabilir. Buraya kadar yazdığım durumlarda tanı koymak genellikle zor değildir iyi bir
muayeneyle tanı konulabilmektedir.

Bunun dışında deri altına alkali,nişasta,silikon,yağ,gaita,tükürük,idrar,mürekkep enjekte


edenler,göz kapaklarına hava enjekte edip ödem oluşturanlar, allerjik hastalığı olup
özellikle bu allerjenlere kendini maruz bırakıp hastalığının alevlenmesine sebep olanlarda
vardır.Bu hasta grubunda lezyonlar başka deri hastalıklarını taklit edeceğinden tanılarıda
zordur.

Artefakt dermatiti kadınlarda erkeklere oranla daha sık görülür. Her yaşta görülebilmekle
birlikte ergenlik ve genç erişkinlikte daha sıktır. Hastalar çoğunlukla içe dönük,emosyonel
yönden olgunlaşmamış ve bencil yapılı kişilerdir bazen anoreksi ve de alkol bağımlılık
problemleri de olabilir. Hastalık ergenlik döneminde ebeveynlerle iletişim bozukluğu,
kıskançlık ,fiziksel yada cinsel travmalar sonrası yada ani gelişen strese karşı geçici bir
uyum bozukluğu sonucu başlayabilir.

Hastaların genellikle yüzeyselde olsa tıbbi bilgileri vardır.Kendisi veya çok yakın bir aile
üyesi sağlık sektöründe çalışan hasta sayısı oldukça fazladır.Tüm bunlar hastaların
lezyonları daha profesyonelce taklit ederek gerçek deri hastalıklarına benzetmelerini
sağlamaktadır.

Bu gruptaki hastalar lezyonlarının aniden çıktığını söyler ve çok ayrıntılı hastalık öyküsü
verirler.Bazende lezyonların gelişiminden hiç haberdar olmadıklarını belirtebilirler.

Tanıyı koymada bazen çok zorluk çekilebilinir.Hastalar lezyonları kendilerinin yaptığını


inkar ederler hatta bazı olgularda tanı konulup bunun psikiyatrik bir problemden
kaynaklandığı ve de psikiyatri konsültasyonu istendiğinde hastada dermatoloğa karşı
düşmanca tavırlar gelişebilir. Bu hastalar oldukça zeki olabilirler ve bazen bu tür
lezyonları kendi ailesinden intikam almak,üzerlerine ilgi çekmek içinde
yapabilmektedirler.Dikkatli hareket edilmesi gereken bir hasta grubudur.Hatta kendisinin
hastalığını ortaya çıkaran bir hocamıza silahlı saldırıda bulunan bir hastamız bu hastalıkta
ne kadar dikkatli davranılması gerektiğine çok güzel bir örnektir.

Bu grup hastaların askerlikten kaçmak,sigortadan para almak,işten kaçmak gibi


kendilerine çıkar sağlama amacıyla (malingering) vücutlarında yaralar oluşturan
kişilerden ayırdedilmesi gerekir. Çünkü bu gruptakiler gerçekten hastadırlar bazen küçük
kazançları olsada bunlar ilgi,sevgi..gibi kazançlardır...
__________________
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi"

pitriyazis rosea

Pitriazis rosea siklikla deri cizgileri boyunca yerlesen, oval eritematoz papuller, kucuk
plaklar seklinde gorulen oldukca sik rastlanan, gecici bir "papuloskuamoz" hastaliktir94.
Etyolojisi bilinmemektedir fakat hastaligin sonbahar ve kis mevsimlerinde salgin yapacak
sekilde gorulmesi muhtemel viral bir sebebi dusundurur. Erupsiyon genellikle govrenin
ust kismi veya ekstremitede "haberci lezyon" denilen yuvarlak eritemli bir leke ve
pullanma seklinde baslar. Birkac gun ilâ hafta icinde dokuntu yayginlasir, simetrik tarzda
ozellikle ust govre ve proksimal ekstremiteleri tutar. Hastalik benign bir seyir izler ve
kendiliginden 2 ilâ 8 haftada yatisir, ancak bazi vakalar 1 yil kadar uzun surebilir.
PATOLOJI. Oncu dokuntu ve yaygin lezyonlarin biyopsilerindeki ortak nokta yuzeydeki
hafif spongiyozlu parakeratotik pullanmadir fakat mikrovezikulasyon veya notrofilik
infiltrasyon bulunmaz. Pullanma fokaldir ve gevsek olarak tutunur. Akantozun derecesi
degisir ve haberci dokuntude daha buyuk ve daha psoriaziform olur. Papiller dermiste
odem. dermal papilla uclarinda kucuk kanamalar vardir, eritrositler ve eritrosit kirintilari
epidermise gecer. Vaskulit bulunmaz. Damar cevresi lenfosit infiltrasyonu genellikle
yuzeyeldir fakat haberci dokuntude cogu kez dermisin derinliklerine dogru ilerler. Az
sayida eozinofil olabilir fakat plazma hucreleri gorulmez.
Pitriazis rosea guttat psoriazisten, psoriazisteki gibi stratum korneumda notrofil
bulunmamasiyla ayirdedilebilir. Ozellikle altin tuzlari ve meprobamat tedavisine sekonder
pitriazis roseaya benzer ilac reaksiyonlari vardir. Bu lezyonda eozinofil olmaksizin az
sayida plazma hucresinin varligi kuvvetle sekonder sifilizi akla getirir. Viral ekzantemler
pitriazis roseanin yaygin sekline benzeyebilir.
__________________
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi"

psoriazis sedef hastalığı

Psoriazis epidermisin asiri proliferasyonu ile karakterize kronik "papuloskuamoz"


hastaliktir. Vakalarin cogunun kendine has bir klinik gorunumu vardir fakat bircok atipik
tablo gorulebilir88. Bu lezyonlarin ortak noktasi ortasi gumusi bir pullanma gosteren
kucuk eritemli papuller seklindeki uniter lezyonlaridir. Bu papuller, plaklar olusturacak
sekilde birlesirler. Gumusi pullanmalar parakeratotik stratum korneum icinde notrofiller
icerir. Notrofiller Zumbuch'un akut pustuler psoriazisinde deride pustul, hatta "pu
golcukleri" olusturacak kadar yogun olabilir. Psoriazis vulgaris' in pullanan plaklari diz ve
dirsekler gibi travma ve surtunmeye acik bolgelerde daha siktir fakat sacli deriyi veya
diger bolgeleri de tutabilirler. El, ayak ve tirnaklar etkilenebilir. Bu hastalarin hayati
tehdit edici ya da von Zumbusch formundaki gibi tum vucutta pustuller, ates, elektrolit
bozukluklari ve periferik notropeniyle seyreden eritroderma olusturmayan kronik ve
oldukca stabil bir psoriazis formu vardir. Tedavi edilmeyen agir hastalarda
hipoalbuminemi, elektrolit kaybi ve sepsisten olum olusabilir. Inverse psoriazis' te plaklar
baslica intertriginoz bolgeleri tutarlar. Hallopeau'nun acrodermatitis continua' sinda
psoriazis el ve ayaklara sinirlidir. Gebelikte alevlenen psoriazis yanlislikla "kacinilmasi
gereken bir terim olan" "impetigo herpetiformis" seklinde isimlendirilir. Streptokok
enfeksiyonlarindan sonra hastalikta alevlenme olabilir. Bir bolgeye uygulanan travma
burada lezyon olusumuna sebep olabilir (Koebner isareti). Gumusi pullarin kazinmasi
toplu igne ucu seklinde kanama noktalarinin belirmesine yol acabilir (Auspitz isareti).
Andrew'nun pustuler bakterid' i avuc ici ve ayak tabanlarina lokalize pustuler bir dermatit
seklidir. Bu lezyonun pustuler psoriazis ile tartismali bir iliskisi bulunur ve sistemik
antibiyotik tedavisine cevap verisiyle ayirdedilir69.
PATOLOJI. Tam olarak gelismis psoriazis plaklarinin histopatolojik ozellikleri
ayirdettiricidir. Ancak erken formlar ve kismen tedavi edilen vakalarin taninmasi zor
olabilir. Tam gelismis plaklarda yuzeydeki pullanma diffuz olarak parakeratotiktir ve fokal
notrofil kumelenmeleri (Munro apseleri) ihtiva eder. Bu pullanmanin altindaki epidermis
granuler tabakasini kaybeder ve rete ridgelerdeki uzamayla hiperplaziye ugrar. Rete
ridgeler genellikle oldukca uniform sekil ve buyukluk gosterirler. Stratum spinozumun ust
tabakalari ve stratum granulozumdaki keratinositler arasinda notrofillerin birikimiyle
intraepidermal pustuller (Kogoj'un spongiotik pustulu) olusur. Genel olarak keratinositler
RNA iceriginin artisi nedeniyle oldukca bazofilik sitoplazmali gorunurler. Mitozlar coktur ve
bazal tabakanin uzerine dogru da cikarlar. Cekirdekler buyuk, cekirdekcikler belirgindir
fakat gercek anlamda nukleer atipi bulunmaz. Papiller dermis ozellikle dermal papilla
uclarinda odemlidir. Kan damarlari genis ve kivrintilidir, duvarlari incelmistir ve cok kucuk
segmentler halinde epidermis bazal membranina temas ederler. Bu damarlar etrafinda ve
papiller dermiste az miktarda notrofil bulunabilir. Eozinofiller ve plazma hucreleri yoktur
veya cok nadirdir. Genellikle yuzeyel vaskuler pleksus cevresinde orta derecede yogun bir
lenfsitik infiltrat bulunur.
Erken lezyonlarda vaskuler dilatasyon ile epidermise dogru goc eden az sayida notrofil ve
lenfosit gorulur. Pullanma olan yerde granuler tabaka azalir ve pullanma bolgesi
parakeratotik hucre kumeleri tepelerinde notrofiller bulunacak sekilde parakeratotik hal
alir. Dermal papilla uclarinda kucuk kanamalar olabilir.
Gec lezyonlar genellikle regresyona veya travmaya ugradiklarinda ya da kismen tedavi
edildiklerinde ayirdettirici histolojik tablolarini kaybederler. Regresyona ugrayan
lezyonlarda pullanmalar ortokeratoz ve parakeratoz karisimindan olusur. Travma rete
ridgelerin duzensiz akantoza ugramasina yol acar. Topikal steroid tedavisinden sonra
notrofillerin miktari azalir. Yuzeydeki ortokeratoz sahalari altinda granuler tabaka geri
doner. Topikal steroidler papiller dermal odemi azaltir, dermal papilladaki kan damarlari
daha az dilate ve incedir. Kalan histolojik ozellikler psoriazis icin tani koydurucu degildir.
Yuzeyel mantar enfeksiyonlarinin olusturdugu lezyonlar gross ve mikroskopik olarak
psoriazise cok benzer. Bu biyopsi orneklerinin mantar varligi acisindan PAS boyalariyla
taranmasi onerilir. Eozinofiller bulundugu zaman, psoriatik diatezi olan bir hastada ilâc
reaksiyonu gozden gecirilmelidir. Bu gibi bir karisik infiltrasyon bir ilâc reaksiyonu
bolgesine lokalize Koebner fenomeninde sik gorulur. Yogun plazma hucresiyle az
miktarda eozinofil varligi spiroketler icin ozel boyalarin yapilmasini ve lupus eritematozus
icin immunolojik calismalarin yapilmasini gerekli kilar. Kronik fotodermatit de
psoriaziform olabilir fakat genellikle lenfoid infiltrat plazma hucreleri ve eozinofil icerir.
Bazi AIDS'li hastalarda psoriazisten plazma hucrelerinin dermiste bulunusuyla ayrilan
psoriaziform bir dermatit ("AIDS'in psoriaziform dermatiti") olabilir. Epidermisteki
pullanma daha azdir (hasta kasimadigi surece notrofil icermez) ve lenfositik infiltrasyon,
keratinositlerde tek hucre nekrozu, lenfositlerin karyorektik nekrozu ile ayirdedilir.
Psoriazis vulgarisin HLA-B13, HLA-B17 ve HLA-Cw6 ile birlikteligi vardir. Erken
lezyonlarda lenfositlerin epidermisteki keratinositlere tutunmasini uyaran ICAM-1
bulunabilir. Lezyonlarin gelisiminde lenfositler ve lenfokinler rol oynayabilir. Siddetli
psoriazisi olanhastalarda keratinosit yuzeylerinde HLA-DR antikorlariyla, sinif II doku
uyum antijenlerinde pozitiflik tesbit edilmesi bu hastalarda psoriatik artrit gelisme riskine
isaret eder ve bu durum psoriazisli hastalarin %7 kadarinda gozlenir.
Seboreik dermatit. Seboreik dermatit genel toplumun %3 kadarinda gorulen, sebebi
bilinmeyen, kronik, pullanan, spongiotik ve psoriaziform bir dermatittir. Hastaligin siddeti
cok sik gorulen sacli derinin minimal kepeklenmesinden, siddetli eritroderma, pullanma
ve aralarinda ates, ishal gibi sistemik semptomlarin bulundugu, sekonder bakteriyel
enfeksiyonlar araciligiyla olume neden olabilen nadir gorulen Leiner hastaligina (veya
yenidoganin eritroderma deskuamativa'si) kadar genis bir dagilim gosterir. Seboreik
dermatit sacli deri, supraorbital bolgeler, yuz, gogus orta kismi ve intertriginoz bolgeler
gibi sebase follikullerin belirgin oldugu sahalardaki deriyi etkiler. Bakteri ve mantarlarla
ozellikle Candida albicans ile sekonder enfeksiyon olabilir. Klinik incelemede uniter lezyon
sarimtrak "yagli" gorunumde pullanmasi olan eritemli bir papuldur. Kasinti siktir.
PATOLOJI. Seboreik dermatitin erken lezyonlari kil follikullerinin deliklerinde notrofil ve
lenfositlerin bulundugu spongiyoza sahiptir fakat lezyonlarin siddeti arttikca interfollikuler
epitele de ilerleme olur. Yuzeydeki kabuk bir miktar notrofil iceren sivi birikimi sahalarinin
bulundugu parakeratozdan olusur. Epidermal hiperplazinin sekli psoriazise benzer fakat
psoriazise gore spongiyoz daha coktur. Yuzeydeki kurut icinde siklikla bircok
Pityrosporum maya mikroorganizmasi bulunur.
Etyoloji, genetik faktorler, sebase lipidin karakteri ve deri yuzeyinin mikrobiyolojik
ortamina bagli oldugundan karmasiktir. Topikal steroidler gibi Pityrosporum ovale
(Malassezia ovale)' nin tedavisi de bir miktar rahatlama saglayabilir. Seboreik dermatitin
Parkinson hastaligi gibi bazi norolojik hastaliklarla ilgi cekici bir beraberligi de vardir.
AIDS'te siddetli bir sebore benzeri dermatit, ilerleyen immunolojik yetmezligin sik gorulen
bir bulgusudur.
__________________
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi"

pemfigus

Genellikle ağız içinde yüzeyel soyulmalar ve ağrılı yaralar ile başlayan ve vücut cildine de
yayılabilen ciddi bir hastalıktır. Tetikleyicisi bilinmez ancak otoimmün diye tabir edilen
vücudun kendi bağışıklık hücreleri ile oluşturduğu bir durumdur. Bazı ilaçlarla oluşan
pemfigus vakaları bildirilmiştir. Pemfigus vulgaris (klasik pemfigus) dışında yerel
ozellikleri olan değişik pemfigus tipleride vardır (fogo selvagem). Hastalığın cilt
hastalıkları uzmanı tarafından gorülmesi ve biopsi ile tanı konulması gerekir.

Pemfigus Hastalığının Tedavisi

Tanısı konulan pemfigus vulgariste çeşitli tedavi protokolleri vardır. Hastalık tablosunun
yaygınlığı ve şiddetine göre tedavi seçilir. Tedavide kortikosteroid ve immunosupresifler
dışında immunoglobulin infüzyonu ve plazmaferez gibi yöntemlerde vardır. Vücudun
kendi bağışıklık sistemi ile kendi cilt parçasına oluşturduğu bağışıklık hücrelerinin düzeyi
kanda ölçülebilmektedir. Bu düzeyin düşmesi iyileşmeyle paralel gider. Yaraların bakımı
da ayrıca önem taşır, tedaviye rağmen sebat eden yaralarda yara içine kortizon
enjeksiyonları yapılabilir. Aktüel literatürde patlıcan, muz vb gıdaların pemfigusu
artırabileceği yazılmıştır, ancak bunların tıbbi gerçekliği yoktur. Zaten hastalıktan sorumlu
olabileceğinden değilde ancak lokal olarak yara oluşturabileceğinden sözedilebilir. Tıbbi
literatürde ise sarımsağın pemfigus yaralarını ortaya çıkarabildiği kanıtlanmıştır. Çok
önemli bir nokta şudur ki; her hasta kendisiyle ilgili gözlemini iyi yapmalıdır, yani kişisel
özellikler her zaman farklı sonuçlar doğurabilir. Örneğin bazı kişilerde sarımsak, domates,
bazılarında, patlıcan, biber, yaraları azdırabilirken bazı kişilerde hiçbir sakınca yaratmaz.
Bu yüzden pemfiguslu kişi kendi kendini iyi gözlemlemeli ve buna göre davranış biçimi
geliştirmelidir. Zaten kişi kontrollü tedavi altında ise çekinmesi gereken fazlaca bir şey
olmayacaktır. Pemfigusun doğru tedavi edilmez ise öldürücü bir hastalık olabileceğini ve
tedavide kullanılan ilaçların çeşitli yan etkileri ile karşılaşılabileceğini soylemek gerekir.
Buna rağmen iyi kontrol altına alınan bir hasta doktoru ile iletişim halinde olarak hayatını
rahat bir şekilde idame ettirebilir. Doktorunun kontrolünden çıkmamak üzere bir süre
sonra kendi tedavisini düzenleyebilecek duruma gelebilir.
Pemfigus tedavisinde son yıllarda en sık kullanılan “Aberer protokolü”dür. Bu protokolde
pemfigusun şiddetine göre kortikosteroid ve azathioprin adlı ilaçlar başlanır ve hastalık
kontrol altına alındıktan sonra idame tedavisine geçilir. İdame tedavisinde
kortikosteroidin belli çizelge eşliğinde doz azaltımı yapılır ve günaşırı 30 mg 3-4 ay devam
edilir, azathiprin kortikosteroidden 2-3 ay sonra kesilir. Bu tedavi sırasında hasta 2
haftalık kan tahlilleri ile izlenir. Tedavi süresince tuzsuz, karbonhidratsız, proteinli
beslenmek yan etkileri azaltmak için önemlidir. İlaçlar bağışıklık azalması yapacağından
(hatırlayınız ki pemfigus bağışıklık hücrelerinin gidip deriye oturmasından
kaynaklanıyordu) infeksiyonlardan korunmak ta çok önemlidir. Tüm önlemlerin alındığı
durumda bile pemfiguslu kişinin karşılaşabileceği yan etkiler arasında sivilcelenme, kilo
alma, sürekli açlık hissi, depresyon, lokal tüylenme olabilir.
Pemfigusla ilgili gelişmeler hızla artmakta ve belkide pemfigus adını ilerki onyıllarda
unutacağız ama şimdi pemfiguslu hastalarımızla birlikte onların hayatlarını en doğal
şekilde idame ettirmeleri için gerekenleri tekrar sıralayalım:

1. Mutlaka bir cilt hastalıkları uzmanı tarafından takip altında olunuz.


2. Aklınızda ki her tür soruyu doktorunuza sorunuz.
3. Hastalığınız ile ilgili bilgilenip onunla birlikte en iyi şekilde yaşamanın yollarını
öğreniniz.
4. Kendinizi iyi gözlemleyiniz, gözlemlerinizi doktorunuza kısa ve pratik şekilde
özetleyerek yazınız.
5. Doktorunuz izin verdiği zaman ilaç dozunuzu kendiniz belirleyecek duruma
gelebilirsiniz.
__________________
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sSAÇ DÖKÜLMESİ:ALOPESİ

TANIM:

Saç dökülmesine tıp dilinde alopesi adı verilir. Saçların insan yaşamı için yaşamsal önemi
yoktur ancak çok önemli psikolojik işlevleri bulunur. Özellikle kadınlarda büyük stres
yaratabilir.Her bir saçın yaşam döngüsü vardır. Bunlar yaklaşık olarak üç yıl ya da daha
fazla süren aktif dönem, hemen bunu izleyen ve birkaç gün süren geçiş dönemi ve
ardından da üç ay kadar devam eden dinlenme dönemidir. Saçlar günde yaklaşık olarak
1/3 mm uzar. Normal şartlarda, her gün yaklaşık olarak kafamızdaki saçlardan 50-100
arasında saç telini kaybederiz. Anormal saç dökülmesi durumlarında ise bu sayı artar ve
taraklarınızda, banyo ve lavabo giderlerinde ve elbiselerinizde aşırı miktarda saç
biriktiğini görürsünüz.

NEDENLER:
Saç dökülmeleri nedbesiz (skarsız) veya nedbeli (skarlı) olabilir.Skarsız olan alopesilerin
en sık görülen nedeni androgenetik(Erkeklik hormonuna bağlı) alopesi lerdir. Saçlarda
incelmeyle başlayan hastalık erkeklerde daha şiddetli seyreder. Zemininde ırsi bir
yatkınlığın olduğu düşünülmektedir. Tedavisinde bazı hormonal ilaçlar kullanılır. Halk
arasında yanlış olarak saçkıran adıyla bilinen önemli bir skarsız alopesi nedeni de alopesi
areata dır. Bu hastalığın en sık görülen şeklinde saçlı deride odaklar halinde saç
dökülmeleri vardır. Vücudun savunma sistemlerindeki yetersizlik sonucunda bazı
enfeksiyon odaklarının tetiklemesiyle ortaya çıktığı düşünülmektedir. Kendiliğinden de
düzelebilen hastalığın şiddetli şekillerinde kortizonlu ilaçlar ve ışık (PUVA) tedavisi
kullanılabilir. Bu hastalıklar haricinde Telogen effuvium denilen aktif dönemdeki saçların
bir anda ve çok sayıda dinlenme dönemine geçmesi ile gelişen bir tablo vardır. Burada
yaygın bir saç dökülmesi olur. Saçlar 3-4 ay içinde incelir ve seyrekleşir. Yenidoğan
döneminde ve doğum sonrasında fizyolojik olarak görülebilir. Bundan başka siddetli
enfeksiyon hastalıkları, ağır seyirli müzmin hastalıklar, büyük cerrahi girişimler, tiroid
bezinin az çalışması, sara hastalığı için kullanılan ilaçlar, hormonlar ve ağır metaller
böylesi bir tabloya neden olabilir. Tedavisinde bu tabloya yol açan etmenlerin ortadan
kaldırılması esastır. Bunlardan başka demir, protein, çinko eksiklikleri, radyasyon
tedavisi, frengi hastalığı ve mantar hastalıkları skarsız saç dökülmelerine yol
açabilmektedir. Özellikle kadınlarda saçların arkada topuz yapılması veya güneş
gözlüklerinin sürekli olarak bir saç tutacağı gibi kafada tutulmasının da gerginlik tipi
alopesiye neden olabileceği unutulmamalıdır.
Skarlı alopesilerde ise saç kökü tahrip olduğundan skarsız alopesilerdeki gibi saçların
yeniden gelme olasılığı söz konusu değildir. Şiddetli yaygın kimyasal veya termal
yanıklar, deri kanserleri, ışın tedavileri, bazı şiddetli mantar enfeksiyonları ile bazı ciddi
dermatolojik hastalıklar sonucunda görülebilirler.

TANI:
a) Hastalığın süresi, başlangıç yaşı, rekürrensler ve yayılım
b) belirtiler( Hastalığın aktivasyondan önce veya saç büyümesi ile eş zamanlı yanma,
kaşıntı, karıncalanma )
c) Stress ile şiddetlenme
d) Genetik yatkınlık
c)Fizik muayenedeki yaygın bulgular aşağıdakileri içermelidir:
(1) Oval veya yuvarlak sınırlı, saç kaybı
(2) Kısa, gittikçe sivrilen saçlar etkilenen bölgelerde bulunabilir ( ÜNLEM işareti saçlar )
(3) Tek veya çok sayıda alanlar saçlı deri ve yüzde görülür. Fakat kıllı bölgelerde de
görülebilir.
(4) Tüm saçların kaybı ( A. Totalis ) veya tüm vücut kıllarının kaybı ( A. Universalis )
şeklinde olabilir.
(5) Skatris bulunmaz.
(6) Klinik olarak belirgin inflamasyon nadir olmasına rağmen görülebilir.

TEDAVİ:
Başarılı tedavi hastalığın başlangıç yaşına ve yaygınlığına bağlıdır. Erken çocuklukta
başladı ise prognoz kötüdür. Eğer hastada tedaviye cevap 2-6 ayda alınamazsa başka bir
tedavi denenebilir.

1. Cerrahi Olmayan Tedaviler:


Kortikosteroidler,Puva, Topikal Minoksidil, Saç Protezleri,Psikolojik Destek, Skuarik Asit
Dibütilester, Diphenylcyclopropenone, Cyclosporin, İsoprinosine..Mantara bağlı alopeside
6-12 hafta boyunca ilaç kullanmak ve bazen şampuan (selenyum sülfit veya ketokonazol
içeren) ile tedaviyi desteklemek gerekebilir.Lokal minoksidil (tansiyon düşürücü bir ilaç)
veya oral finasteride (sadece erkeker için) kullanılabilir.

2. Cerrahi
Seçilmiş vakalarda kısmi saç replasman cerrahisi, Seçilmiş vakalarda kozmetik tatuaj,
Yine saç ekimi denilen yöntemleri ve saçsız bölgenin ameliyatla alındığı yöntemleri
kullananlar vardır.

Mantara bağlı alopeside 6-12 hafta boyunca ilaç kullanmak ve bazen şampuan (selenyum
sülfit veya ketokonazol içeren) ile tedaviyi desteklemek gerekebilir.

Erkek tipi ve kadın tipi saç dökülmesi gelişen bir çok kadın ve erkek genelde mutludur ve
tedaviye gereksinim duymazlar. Tıbbi tedavi isteyenler için ise lokal minoksidil (tansiyon
düşürücü bir ilaç) veya oral finasteride (sadece erkeker için) kullanılabilir. Yine saç ekimi
denilen yöntemleri ve saçsız bölgenin ameliyatla alındığı yöntemleri kullananlar var.

ÖNLEME:
Bazı tür saç dökülmeleri, stesi azaltarak, iyi ve dengeli beslenerek, saç bakım teknikleri
konusunda daha bilinçli davranarak ve saç dökülmesine nden olan ilaç kullanımından
(mümkünse) kaçınarak engellenebilir. Mantar enfeksiyonlarına bağlı saç dökülmesi;
saçları temiz tutarak ve şapka, tarak gibi malzemeleri baçkaları ile paylaşmayarak
engellenebilir. Erkek tipi alopesi de bazen bazı ilaçların kullanımı ile engellenebilir.

SONUÇ VE TAVSİYELER:
Saç dökülmesi hangi nedene bağlı olursa olsun eğer bir kişi böyle bir durumdan yakınıyor
ise hiç paniğe kapılmadan bir Deri Hastalıkları (Dermatoloji=Cildiye) uzmanına
başvurmalıdır. Bazen çözümün çok basit olabileceği unutulmamalıdır.
__________________

turnak sorunları

Şikayet

El veya ayak tırnaklarınız renk değiştirdi, kırılıyor, kalınlaştı, uçları çatlıyor ya da oyuk
oyuk oldu. Ayak tırnaklarınızın etrafında ağrı, şişme ve kızarıklık da olabilir.

Nedenleri
Onikomikoz (mantar enfeksiyonu) : Tırnağınız kalınlaştı ve sarardı; tırnak ucuna doğru
küçük bir ayrımla bir birikinti oldu. Tedavi edilmezse, tırnağınızın tümü bölünür, şekli
bozulur veya düşebilir. Mantar sadece yaralanırsanız veya başka bir deri hastalığınız
varsa tırnakları etkiler. Ayak tırnakları enfeksiyonu yaralanma olmadan da oluşabilir.
Kendi kendine tedavi edebilirsiniz veya doktora gitmelisiniz. El tırnaklarının iyileşmesi 6
aya, ayak tırnaklarının iyileşmesi 1 – 2 yıl sürebilir.

Tırnak kırılması : Tırnaklarınızda çatlaklar var ve uçları kırılıyor. Bu acı vermez,


iyileşebilir, ama hiçbir zaman geçmez. Tırnak kırılması kalıtımsal olabilir ve bazen
yaralanmayla görülür. Kendi kendine tedavi yeterlidir.

Kendiniz Ne Yapabilirsiniz?

Ayak tırnağı batıyorsa, ayağınızı 2 çorba kaşığı tuz katılmış ılık suda 15 – 20 dakika kadar
tutun.

Tırnakla deri ayrıldıktan sonra tırnakla deri arasına tırnak büyüyünceye ve deri
iyileşinceye kadar birkaç gün küçük bir pamuk ya da gazlı bez koyun. (Dikkat: Şeker
hastasıysanız, dolaşım sistemi sorunlarınız varsa veya iltihaplanma oluşmuşsa, bu
yöntemi uygulamayın.)

El tırnağı batıyorsa, tırnağınızı dümdüz kesin ve köşelerini yuvarlatmayın. Pamuklu


çubukla günde iki kere köşesinden kaldırın ve bu bölgeyi temiz tutun.

Tırnağı kan oturması: Kağıt atacının ucunu açıp ocakta ısıtın. Elinizi yakmamak için öteki
ucunu tutamaçla tutun. Sıcak ucu bastırmadan hafifçe tırnağınıza değdirin; kanın dışarıya
akması için acıtmayan bir delik oluşacaktır. Basıncı hafifletmek için bu işlemi tekrar
edebilirsiniz.

Mantar enfeksiyonu: Yıkandıktan sonra el ve ayaklarınızı iyice kurulayın. Saç kurutma


makinesini en az sıcaklığa getirerek tırnağı kurutun. Mümkün olduğu kadar çıplak ayakla
gezin; sentetik çorap ve ayakkabından uzak durun. Bulaşık yıkarken, temizlik yaparken
veya elinizi suya veya kimyasallara sokacağınız zaman pamuklu lateks veya lastik eldiven
kullanın. Reçetesiz satılan ilaçlar çoğu kez işe yaramaz.

Tırnak kırılması: Renksiz oje sürün. Ojeyi çok sık çıkartmayın. Temizlik yaparken pamuklu
lateks veya lastik eldiven giyin. Tırnaklarınızın etrafındaki deriye krem sürün.

Dolama söz konusuysa, iltihabı azaltmak içn günde iki defa (5 – 10 dakika) sıcak su
banyosu yapın; sonra mantar enfeksiyonuna karşı antibakteriyel bir ilaç ya da %1’lik
gentiyan violet sürün.

Önleme

Tırnaklarınızı temiz tutun. Her hafta düzenli dümdüz kesin. (Aşırı kısa kesmeyin;
parmaklarınızın bitimi kadar olmalılar.) Tırnaklarınızı ve tırnak derinizi yemeyin,
koparmayın ve yırtmayın.

Sık aseton kullanırsanız tırnaklarınızı kurutursunuz. Tırnak güçlendiricilerinden, takma


tırnaklardan ve tırnak derisi alma aletinden kaçının.

Bunlar tırnakların rengini değiştirir, tırnakları kırar, etraflarındaki doğal korumayı yok
eder ve tırnaklarınızın altında kötü reaksiyonlara yol açar.

Öteki Nedenler Ayak tırnağının batması Dolama El veya ayak tırnağı yaralanması Sedef
hastalığı
__________________
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi"

UYUZ :GALE

Küçücük bir canlı 2.500 yıldır insan cildine zarar vermektedir.Fark edilmesi oldukça
zordur ve deride şiddetli bir kaşıntıya sebep olur.Her yıl dünyada 300 milyondan fazla
uyuz vakasının meydana geldiği bilinmektedir. Hastalık herhangi bir nesilde veya çağda
kişisel hijyene rağmen ortaya çıkabilir.

UYUZ NASIL İLERLER?

Uyuz insan gözüyle görülemeyen mikroskobik bir canlının sebep olduğu bir
hastalıktır.Küçük, yuvarlak vücutlu ve 8 bacaklı olup deride yuva yapar ve alerjik bir
reaksiyona sebep olur.Bunun sonucunda çok acı veren, şiddetli bir kaşıntı olur ve hasta
bütün gece uyuyamaz.Uyuz herhangi bir kişiden başkasına( bir çocuk, bir arkadaş, bir
aile ferdi olabilir) yakın temastan dolayı geçebilir.Uyuz, daha çok gelir seviyesi düşük
ailelerde, ihmal edilen çocuklarda veya bağışıklığı zayıf olan kişilerde rastlanır.

Isı ve kokunun cezbettiği canlı;yuva yapmak, yumurtalarını bırakmak ve dışkısını atmak


için üst deri içerisinde tüneller açar.Kurtçuk yumurtadan çıkar ve derinin yüzeyine doğru
hareket eder.Yetişkin canlılara dönüşmek için deri yüzeyindeki epidermis tabakası içinde
yaşar.Vücuda yayılmadan bir ay geçebilir, kişi bu süre içinde sadece kaşıntı hissedebilir.

UYUZU NASIL TANIRIZ?

Uyuzun en erken ve en yaygın belirtisi özellikle geceleri ortaya çıkan kaşıntıdır.Erken


ortaya çıkan uyuzda küçük kırmızı kabarcıklar ve sivilceler görülür.Daha ilerlemiş
vakalarda deri kabuklu ve pullu olabilir.Uyuz çoğunlukla vücudun kıvrım ve çatlaklarında
başlar,özellikle parmaklar arasında, dirsek ve bileklerde, kalça ve kemer hizasında,
kadınlarda meme başında, erkeklerde cinsel organda görülebilir.Bileziklerin, yüzüklerin
altındaki deride saklanırlar veya tırnakların altında görülebilirler.Çocuklarda daha çok
genel bir kaşıntı vardır.Avuç içi,taban ve saç derisini tutmaksızın bütün vücuda
yayılabilir.Kişi bütün gece kaşıntıdan dolayı uykusunu kaybettiği için yorgun ve sinirli
olabilir.Uyuzla birlikte bakteriyel enfeksiyon da görülebilir.Çocuklarda, uyuz çoğu zaman
özellikle enfeksiyonlarla beraber olabilir.Bakteriyel enfeksiyonlar öncelikle tedavi
edilmelidir.Uyuz tedavisi bilahare yapılır.Eğer uyuz tamamen tedavi edilmezse belirli bir
süre sonra tekrar ortaya çıkar.

KABUKLANMA VE NORVEÇ UYUZU

Kabuklanmış uyuz; yakınmaların daha yoğun ve döküntülerin yaygın olduğu bir klinik
tablodur.Eller ve ayaklar da dahil vücudun geniş bölgelerinde görülebilir.Bu kabuklarda
binlerce uyuz paraziti ve onların yumurtaları saklanır, bu da yapılan tedaviyi
zorlaştırır.Çünkü direkt deriye uygulanan medikasyonlar kalınlaşan deriye
etkimeyebilir.Uyuzun bu çeşidi AİDS ve kanser gibi bağışıklık sistemi zayıf hastalarda en
çok meydana gelen tipidir.Bu durum oldukça bulaşıcıdır.

KESİN TANI

Uyuz çoğu zaman dermatologlar tarafından teşhis edilir.Tüm vücudun sıkı bir incelenmesi
gerekir.Eğer dermatolog teşhis koyamıyorsa, basit ve ağrısız bir test yapabilir.Test;
şüphe duyulan yer üzerine steril mineral yağdan bir damla damlatılması suretiyle
yapılır.Gerilmiş üst deriden bistüri ile küçük bir parça alınır.Bu parça mikroskobla
incelenir.Teşhis;uyuz mikroplarının ve yumurtalarının bulunması ile konulmuş
olur.Lüzümu halinde deri biopsisi ile de tanı konulabilir.

EN ÇOK TEHLİKEDE OLANLAR KİMLERDİR?

Uyuz etkeni zengin veya fakir, genç veya yaşlı herkese bulaşabilir.Uyuz, en çok birbiriyle
yakın fiziksel temasta bulunanlarda, özellikle çocuklarda, emziren annelerde ve yaşlı
insanlarda görülür.
Çalışan ailelerin 2 yaşın altındaki çocuklarında risk fazladır.Onları anneler ve daha büyük
kardeşler ve sonrada yakın temasta bulundukları diğer aile fertleri izler.Bununla birlikte
askerler ve erkek mahkumlar, yaşam şartlarından dolayı hastalıktan çabuk
etkilenirler.Huzur ve bakım evinde kalan yaşlı kişiler de uyuza kolayca
yakalanabilirler.Çünkü;

1-Bağışıklık sistemleri zayıftır.,


2-Elbise değiştirmeleri , banyo yapmaları , giysilerini ve kendilerini temizlemeleri zordur.
3-Yaşlılarda farklı hastalıkların da bulunmasından dolayı ayırıcı tanı güç olabilir.

TEDAVİ

Uyuzdan;reçeteyle yazılan %5’lik permethrin kremiyle uygulanan tedavi sonucu kolay ve


çabuk bir şekilde kurtulunabilir.Bu krem yatarken tüm vücut derisine sürülür ve ertesi
günün sabahı yıkanır.Kremin serin yerde muhafaza edilmesi, kuru cilde sürülmesi ve
ciltte 8-14 saat kalması tavsiye edilir.Tedaviden sonra yeni belirtiler ortaya çıkarsa bir
hafta aradan sonra ikinci bir tedavi daha önerilebilir.
Bir başka tedavi ise %1’lik lindane'dir.Lindane; bebeklerde, küçük çocuklarda, hamile ve
emziren kadınlarda, felçli kişilerde ve diğer nörolojik hastalıkları olan kişilerde
kullanılmamalıdır.
Grup veya aile içindeki her birey kaşıntı olsun veya olmasın tedavi edilmelidir.Risk altında
bulunan toplumun hepsi, bir uyuz salgınını engellemek açısından tedavi edilebilir.
Bir ailede bulunan bütün bireyler eş zamanlı olarak tedavi edilmelidir.Toplu olarak ortaya
çıkan uyuz vakaları sık denetlemelerle kontrol altına alınabilir.En etkili yol ise bütün
hastaları ve personeli aynı anda tedavi etmektir.

UYUZ OLDUĞUNUZDA NE YAPABİLİRSİNİZ?

Tedaviye başlamak için en kısa sürede bir dermatoloğa görünün.


Unutmayın;parazitlerden ne kadar rahatsız olursanız olun, uyuz sizin kişisel temizliğinizin
bir yansıması değildir.
* Elbiselerinizi, yatak örtülerini ve havluları sıcak suda yıkayın ve makineyle kurutup
kızgın ütüden geçirin.
* Bütün evi elektrikli süpürgeyle temizleyin ve torbasını güvenli bir yere atın.

NE YAPMAMALIYIZ?

* Kesinlikle evde yapılan ilaçları denemeyin.Çamaşır deterjanı kullanmayın.


* Kortizonlu merhemler ve dermatologlar tarafından önerilmeyen kremleri asla
kullanmayın.
__________________
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi"

vitiligo
Vitiligo deride renk kaybına uğramış beyaz plaklarla seyreden kronik, genelde ilerleyici
kozmetik problem oluşturan bir deri hastalığıdır.Vitiligo alanlarında deri beyaz görünürken
çevresindeki bölgeler normal renktedir ve bu bölgelerde cilde rengini veren
melanositlerdeki hasar nedeniyle tüyler ve kıllardada beyazlık görülür.Renk kaybı olan
bölgeler çeşitli büyüklüklerde ve değişik sınır yapıları içerebilirler.Kimi zaman bir nokta
kadar küçükken,kimi zaman el ayası kadar büyük ve hatta tüm deriyi etkilemiş olabilir.En
sık etkilenen bölgeler ise yüz, dudak, boyun, göğüs, penis, diz, dirsek ve el sırtlarıdır.
Beyaz bölgeler ultraviyole ışınına karşı hassas olurlar.Güneş yanıklarından, darbelerden
sonra yeni vitiligo bölgeleri gelişebilir.Vitiligo birçok hastalıklarla (diabet, anemi, kanser,
tiroit bezi hastalıkları.......) beraber görülebilir.Görülme sıklığı toplumda %1-2
arasındadır.Vücudda görülen her beyaz leke vitiligo anlamına gelmez ayrımın yapılması
uzman doktor muayenesini ve wood lambası diye adlandırılan özel bir ışık muayenesini
gerektirir.Kuruluğa bağlı lekeler, mantar lekeleri, egzema bölgeleri vitiligo ile karışabilir.
Bu hastalık, otoimmun kökenli olup vücuddaki renk yapan hücrelere karşı vücudun yıkıcı
hücrelerinin aktive olmasıyla başlar.Ailede bulunması, kişide görülme ihtimalini artırabilir
ve özellikle vücudun bağışıklık sisteminin zayıfladığı stres, ameliyat, hastalık
dönemlerinde vitiligonun başlaması ve artması daha olasıdır. Vitiligo bazen çıktığı
bölgelerde sınırlı kalırken bazen ise yayılmaya ve hatta yeni bölgelerde gelişmeye yönelir.

Tedavi:

Bu kronik hastalık mutlak olarak doktor tarafından takip gerektirir. Öncelikle hastanın
yanlışları yapmayarak hastalığın artışına katkıda bulunmaması amaçlanır. Güneşe çıkış
saatleri hastaların kontrol altına alınır.15 faktör üstü bir koruyucu hastaya
önerilir.Güneşte aşırı kalmanın doğuracağı sonuçlar hakkında kişiler bilgilendirilir. Lokal
olarak uygun birtakım kremler kısıtlı bölgede vitiligosu olan hastalarda başlanabilir ve
%40-50 etki sağlanabilir. Deriye uygulanan punch greftle ise bir bölgeden alınan sağlıklı
derinin beyaz plaklara ekimi prensibine dayanıp, her zaman başarılı sonuçlar
vermemektedir. Vitiligonun en etkili tedavisi dünyada ve ülkemizde ancak birkaç
hastanede uygulayabildiğimiz PUVA IŞINI tedavisidir.UVA (320-400nm) dalga boyundaki
ışınlar kısa tedavi aralıklarıyla özel kabinlerde cilde verilir.Haftada 2-3 seanslık düzenli
uygulamalarla oldukça başarılı sonuçlar elde edilmektedir.Bu tedavi sırasında cilt üzerinde
önce kırmızılık daha sonra kahverengi lekelenmeler ile başlayan rengin geri dönüşü
görülmektedir.%70 hastada olumlu sonuca yani rengin geriye dönüp beyazlıkların
kaybolduğu görülmektedir. Özellikle yüz ve boyun gibi estetik bölgelerdeki olumlu
yanıtlar daha hızlı ve umut vericidir.
__________________
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi"
Zührevi hastalıklar

Zührevi hastalıklar yani cinsel yolla bulaşan hastalıklar çeşitlidir.

1-BEL SOĞUKLUĞU:(GONORE)
Gonore isimli mikropun meydana getirdiği cinsel yolla bulaşan bir hastalıktır.Nadiren
olsada cinsel yolla bulaşmaz.Mikroplu havlu,mendil gibi eşyaların kullanılması ile de
bulaşabilir.Mikrop alındıktan sonra 3-7 gün arasında belirti verir.Bazen belirtiisi 12 saat ile
3 ay kadar da değişebilir.Tedavi edilmezse 3-7 hafta sonra müzminleşir.
Penisten sarı kahverengi çok defada yeşile çalan bir akıntı olur.Miktarı çok olmazsa bile
her idrar yapıştan sonra ve sabahları kilota bulaşan bir akıntıdır.İdrar çıkış yeri kızarır
şişer.İdrar şikayetleri olur.
Teşhis,akıntının özel metotlar ile alınıp mikroskop altında belsoğukluğu mikrobunun
görülmesi ile konur.
Tedavi edilmeyen vakalarda apse sonucu idrar yolunun daralması meydana gelir.hastalık
daha ilerliyecek olursa testise yayılır.Buradaki tohum hücrelerinin gelişmesini önliyerek
kısırlığa neden olur.
Korunma:Her şeyden önce hijen kurallarına uyulmalı.Cinsel temas sırasında kondom
(prezervatif) kullanılmaldır.Şüpheli ilişkilerde bulunulmamalıdır.
Tedavi.Bir doktor kontrolünde uygun antibiyotik ve gerekli ilaçların kullanılması ile tedavi
olunur.Bu ilaçlar hastalığın şiddetine göre ağızdan alınan haplar veya kalçadan vurulan
iğnelerdir.
Kadınlarda çok defa akıntı olmaz.%20 oranında idrar yanması vardır.tedavisi biraz daha
yoğun çaba gerektirir.
Belsoğukluğu mikrobunun kan yoluna geçmesi ile eklam şişmeleri,kalp kası iltihapları
olabilir.Nadiren beyin zarı iltihabı ve Karaciğer iltihabı yapar.

2-BELSOĞUKLUĞU OLMAYAN AKINTI:


Bu akıntıda bel soğukluğu mikrobu bulunmaz.Mikroplar çok defa değişiktir.Cinsel yolla
geçer.Genç erkeklerde görülür.Bazen belsoğukluğundan daha ciddidir.Belirtiler 7-24 gün
sonra çıkar.Akıntı olmayabilir.İdrarda yanma ve idrar yolları kaşıntısı vardır.

3-TRİKOMONİASİS:
Trikomona isimli mikroptan ileri gelir.Çok defa kadın vajeninde bulunur.Mutat cinsel
temas ile bulaşır.Eşler arasında bir birlerine bulaştırma çok sıktır.Akıntıda mikrobun
görülmesi ile teşhis konur.
Ekeklerde bazen belirti vermiyebilir.Prostata ve testise yayılacak olursa kısırlık meydana
getirme riski olur

4-GENİTAL UÇUK:
Kadın ve erkeklerde sıklıkla görülür.Herpes simplex virusunun meydana getirdiği bir cilt
hastalığıdır.Daha ziyade ağız ve dudak çevresinde görülür. %5 oranında da genital
organlarda bulunur ve cinsel ilişki ile geçer.
2-10 gün süreden sonra torbalarda ve kadında dış genital organlarda kırmızı zemin
üzerinde içi sıvı dolu bir çok keseciklerden oluşur. Kasıklarda beze yapar. Tedavide
viruslara etkili melhem kullanılması ile yapılır.

5-YUMUŞAK ŞANKIR:
Gene bir cilt hastalığıdır. Sebebi mikrobiktir. 1-7 gün bekleme süresinden sonra belirti
verir. Penis başında gözükür. Önceleri bir kızartı halinde başlar. 24 saat içinde kabarır ve
yaradan akıntı başlar. Sonunda bir derin yaraya dönüşür. Yaralar birleşerek daha geniş
bir hal alır. Kasıklarda beze olur. Tedavi uygun antibiyotik kullanımı ve hijene dikkat
etmektir.

6-AIDS:(Edinsel bağışıklık yetmezliği)


İlk defa 1981 yılında görülmüştür. HIV isimli virusten ileri gelmektedir. Seksüel ilişki ile
kirli enjektör kullanımı ve kan nakillerinden geçer. Anneden cenine, kadından erkeğe ve
erkekten erkeğe geçer.
Virus vücuda geçtikten sonra bağışıklık sistemini bozar. Organizma kendisini koruyamaz
hale elir. Yorgunluk, kilo kaybı ateş ve ishal bulunur. Kasıklarda koltuk altlarında yaygın
bezeler olur. Bacaklarda çeşitli büyüklüklerde mor renkli çürükler meydana gelir.
Hastalığın teşhisi en yaygın olarak kullanılan ELİSA testi ile konur. %95 positif sonuç
verir. Maalesef bugün için belirili bir tedavisi yoktur.

7-FRENGİ:
Mikrobik bulaşıcı bir hastalıktır. Cinsel ilişki ile deri yolu ile geçer. 2-4 hafta sonra peniste
ağrısız bir yara gözükür. Önceleri bir sivilce şeklinde başlar daha sonra akıntı olur. Penis
boyunca ve torbalara yayılır. Bu yara 1-2 haftada zımba ile delinmiş bir şekil alır. Derin,
sert kenarlı olan bu yara tedavi edilmezse kendiliğinden iyileşir. Bu frenginin birinci
devresidir.
2 ci devre bu yaradan itibaren 6 hafta sonra ortaya çıkar. Daha yaygın kızarıklıklar vardır.
Döküntüler olur. Bu devrede 4 yıl sürebilir.
3 cü devrede yer yer bölgesel tümörler oluşur. Bu tümörler yaygındır. Genital organlarda
bulunduğu gibi eklemlerde de bulunur.
Tedavide uygun antibiyotiğin kullanımı ile olur. Günümüzde erken tedevi ile ve frenginin
2-3 cü dönemleri artık olma mamaktadır.

8- İnsan papilloma Virüsü:


Cinsel organlar ve çevresinde siğil benzeri oluşumlara neden olan bu virüs kadınlarda
rahim girişi kanserlerine neden olabilir

9- Chlamydial Enfeksiyonlar:
çok sık raslanılır. kadınlarda ve erklerde görülür. Akıntı ve idrar sırasında yanma olur.
Bazan hiç bir belirti vermez
__________________
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi"

zona

Zoster kelimesi yıllar boyu vücudu saran döküntüleri tarif etmek için kullanılmıştır.
Hastalığı tarif etmek için birçok, renkli terim kullanılmıştır; Norveçliler 'cehennemden
güller kemeri', Danimarkalılar 'cehennem ateşi' olarak isimlendirmişlerdir. Çok ağrılı bir
hastalık olduğu için bu isimler son derece uygundur.

Başlıca Nedenleri

Zona ile suçiçeğinde etkenin aynı virüs (varicella zoster) olmasına karşın, iki hastalık
hastalık birbirinden farklıdır. Zona genellikle orta yaşın üstündeki insanlarda görülür.
Suçiçeği geçirildikten sonra konak sinir hücrelerinde bekleyen virüsün yeniden aktive
olması ile ortaya çıkmaktadır.

Belirtileri Nelerdir?

En çok hissedilen belirti ağrıdır. Ağrı genelde kuşak şeklinde belirli bir hat üzerinde
kendini gösterir. İlk belirti genellikle deride bir ya da daha fazla dermatoma uyan bölgede
çok şiddetli ağrı veya uyuşma hissinin duyulmasıdır. Bu ağrı yedi gün devam eder. Ağrı
geçtikten sonra daha yoğun bir biçimde geri dönebilir; arka planda sürekli bir rahatsızlık
vardır ve buna bıçak saplanması tarzında daha kısa süreli ama daha şiddetli ağrılar eşlik
edebilir.
Nasıl Tedavi Edilir?

Zona viral bir hastalıktır ve tedavisi antiviral ilaçların sistemik uygulanması ile
yapılmalıdır. Tedavi ne kadar erken uygulanırsa o kadar etkili olacaktır. Bu nedenle
teşhisin çabuk konulması şarttır. Valasiklovir eğer erken kullanılırsa (döküntülerin ortaya
çıkmasını takiben ilk 72 saat içinde), ağrı süresini ve şiddetini, döküntü süresini ve
komplikasyon risklerini azaltır ve iyileşme sürecini hızlandırır.
__________________
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi"
ÜRTİKER(KURDEŞEN)

Toplumda sık görülen rahatsızlıklardan biri olan kurdeşen bazı durumlarda gerçekten hem
hasta hem de hekim için sorun yaratan hastalıkların başında gelebilir. Tıp dilinde “ürtiker”
diye anılan kurdeşen iki formda olabilir. Bunlardan ilki şikayetlerin 6 haftadan kısa
sürdüğü akut ürtiker; diğeri ise şikayetlerin 6 haftayı geçtiği kronik ürtikerdir. Her iki
durumda da hastalığın bulguları birbirine benzese de hastalığın oluşum nedenleri
açısından belirgin farklar vardır.

Hastalığın bulguları arasında kaşıntılı, deriden kabarık, kızarık 0,5cm ila çok büyük
ölçülerde deride plaklar bulunur. Bu plakların bazıları birleşme eğilimindedir. Plakların
sınırlarını net olarak çizmek herzaman mümkün olmaz. Lezyonlar genellikle birkaç saat
içerisinde solar, yerine başka alanlarda yenileri çıkabilir.

Ayrıca bazı ürtiker vakalarına “anjioödem” dediğimiz tablo da eşlik edebilir. Anjioödem
genelde göz kapaklarında (genellikle tek taraflı), dudakta, yüzün diğer kısımlarında, kol
ve bacaklarda, parmaklarda, genital bölgelerde oluşabilir. Bunlarda da özellikle şişlik ön
plandadır. Her iki hastalıkta da deriden kabarık olan durumu ortaya çıkaran şey deri
içinde ödem olmasıdır. Anjioödemde derinin alt tabakaları da olaya iştirak ettiği için şişlik
çok ön plandadır. Şişliğe kaşıntıdan ziyade yanma hissi eşlik edebilir.

Daha önce de bahsedildiği gibi 6 haftadan kısa süreli kurdeşen akut ürtiker olarak anılır.
Bu hastalıkta neden genellikle allerjidir. Bu allerji de genellikle ağız yolu ile alınan
allerjenlerle oluşur. Yani gıdalar ve ilaçlar akut ürtikerdeki en önemli sebeplerdir. Bunun
dışında çok nadir de olsa solunum yolu ile alınan bazı allerjenler (örneğin ev tozu
akarları) de akut ürtiker yapabilir. Kronik ürtikerin altında ise allerji pek bulunmaz. Bu
hastaların ancak %3-5’ inde allerji rol oynayabilirler. Bu allerjenler de genel olarak ağız
yolu ile alınan allerjenlerdir (gıdalar...). Bunun dışında bu hastalığın çok değişik sebepleri
olabilir. Bunlar içerisinde otoimmun hastalıklar (otoimmün tiroidit, sistemik lupus
eritematozus vb.), kronik enfeksiyonlar (tuberküloz, bruselloz vb.), fokal enfeksiyonlar
(sinüzit, diş ve dişeti enfeksiyonları vb.), Helikobacter pylori enfeksiyonları, bazen
hepatitler, bazen bazı kanser türleri vardır. Bu nedenle bir çok araştırma yapmak
gereklidir. Tüm ayrıntılı araştırmalara rağmen %60-65 vakada hiçbir neden
bulunamayabilir. Bu hastalar da idiyopatik (sebebi bilinmeyen) kronik ürtiker olarak
adlandırılır.

Hastalarda iyi bir hastalık öyküsü sonrası, allerji testlerini içeren araştırmalar yanında
diğer bahsi geçen hastalıkların araştırmaları yapılmalıdır.

Altta yatan hastalığın tedavisi sonucunda genel olarak ürtiker kendiliğinden geçer ve
tekrar etmez. Ancak sebebi bilinmeyen ürtiker hastalarında antiallerjik ilaçlardan
faydalanılır. Bu hastalarda kalsik olarak sabahları sedatif olmayan antiallerjikler,
akşamları sedatif antiallerjikler ve H2 reseptör blokerleri birlikte kullanılır. H2 reseptör
blokerleri asıl itibari ile mide asiditesini azaltmak için kullanılan ilaçlardır. Ancak derideki
histamin reseptörlerinin % 20 kadarı H2 tipinde olduğu için bu tür ilaçlar bu hastalarda
faydalı olmaktadır. Bunun dışında bunlara cevap vermeyen hastalarda kortizon dahi
kullanılabilir.

Bunlar dışında ayrıca değişik kurdeşen türleri de vardır. Aşağıdaki tabloda bu ürtiker
tiplerini görmektesiniz:

Fiziksel ürtiker
Aquajenik ürtiker (su ile temas sonucu oluşan)
Kolinerjik ürtiker (terleme, aşırı efor sonucu oluşan)
Soğuk ürtikeri (soğuk havada oluşan)
Dermografizm (ciltte çizik ile veya kaşınma ile oluşan ürtiker)
Gecikmiş basınç ürtikeri
Solar ürtiker (güneş ışınları ile oluşan)
Vibratuvar ürtiker (vibrasyon yapan aletlerle oluşan)
Herediter ürtiker (ailenin diğer fertlerinde de görülen tip)
Ürtikeryal vaskülit (ürtiker plaklarının 24 saatten uzun sebat ettiği damar iltihabı ile giden
tip)
Diğerleri.
__________________
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi"

You might also like