You are on page 1of 428

ESAT KORKMAZ

A N S İ K L O P E D İ K

ALEVİLİK ■ ■

BEKTAŞİLİK
T E R İ M L E R İ
II II W II

SOZLUGU

<V
-ANSİKL. Sofuyan m eydanı, sofra süreği, m usahip k av ­
line girm e ve kızılbaş m eydanı adlarıyla da bilinen alevi m e y ­
danı, beş şekilde açılır: Bir dede ya da konuk geldiğinde (M ihm an
m eydanı); köy halkının toplanması durumunda (sohbet ya da m u ­
h ab b e t m eydanı); m u h a rre m ayında (K erbela m eydanı); ale-
vilik-bektaşilik'e kabul durumunda (eş ya da nasip meydanı); ya­
saklanmış bir işi yapanın yargılanması ve cezasının verilmesi halinde
(d ü şk ü n lü k m eydanı).

A L E V İL İK a. Hz. M uham m et'i izleyen üç halifeyi tanıma­


yan, Hz. Ali’yi halife ve imam kabul eden, onun soyundan gelen ya da
izinden giden tüm bâtıni m ezhep ve ta rik a tla rı kapsayan, kendile­
rine özgü kural ve törenleri bulunan dinsel-siyasal inanç sistemi.
(ANSİKL.) [1]
* A le v ilik - B e k ta ş ilik : H z. M u h a m m e t'i m ü r ş i t . H z .
A li'yi re h b e r ve Hacı Bektaş Veli'yi p ir kabul eden, geleneksel
alevilik'i hoşgörü temeli üzerinde yeniden yorumlayarak İslamlık
öncesi Türk kültürüyle yoğuran. A n adolu'ya özgü dinsel-siyasal-
düşünsel inanç sistemi. (ANSİKL.) [2]
-ANSİKL. [1] Alevilik'in ortaya çıkışı, Hz. M uham m et’in
ölümüyle başladı (632): Kimin halife olacağı konusunda Müslüman-
lar ikiye ayrıldı; bir bölümü, Hz. M uham m et’in soyundan geldiği
savıyla Ali'nin halife olması gerektiğini ileri sürerken, diğer bölümü
Ebubekir'i tuttu.
Hz. Ali, Hz. M uham m et'in defniyle uğraşırken, Öm er'in de
yardımıyla Ebubekir halife seçildi. Haksızlığa uğradığı kanısında
olan Ali, başlangıçta E bubekir'e biat etm edi; karısı F a tm a 'n ın
ölümünden sonra görüşlerini saklı tutmak koşuluyla Ebubekir'i. aynı
gerekçeyle yerine geçen Ömer'i, onu izleyen Osm an'ıh a life olarak
tanıdı. Osman öldürülünce, yandaşlarının da baskısıyla Ali halife se­
çildi: Osman ın öldürülmesinden A li'yi sorumlu tutan Osman yan­
daşları (şia-i O sm an), Ali yandaşlarına (şia-i Ali) karşı saldırıya
geçti. A li’nin h alifeliğini tanımayan Suriye Genel Valisi Muavi-
ye’yle Ali yandaşları arasındaki çatışma savaşa dönüştü: İkisi arasında-
ESAT KORKMAZ

ANSİKLOPEDİK

ALEVİLİK
BEKTAŞİLİK
TERİMLERİ
•• •• v

SOZLUGU

ANT YAYINLARI
Kumrulu Yokuşu Sokak
No: 24/2 Cihangir/İSTANBUL
Tel: 0 212-249 12 30
Dizgi: AP
BASKI: A

2 . Baskı : 19 9 4 İstanbul
K IS A L T M A L A R

a. - Ad
Ar. - Arapça
be - Belirteç
cüm. - cümle
Fsk.Tr. - Kski Türkçe
Fars. - Farsça
Lat. - Latince
Osm. - Osmanlıca
s. - Sıfat
Tr. - Türkçe
ünl. - Ünlem
Yun. - Yunanca
ESAT KORKMAZ

1946’d a Manisa/Demirci/Gömeçler Köyü ’nde


doğdu. 1965-66 öğretim döneminde İ. Ü. Orman Fa-
kültesi’ne girdi Fikir Kulübü Yönetim Kurulu ve
son dönem Devrimci Gençlik Federasyonu (Dev—
Genç) Genel Yönetim Kurulu üyeliklerinde bulun­
du. Devrimci İşçi Birliği ve Kazdağı Orman İşçileri
Sendikası’nda yöneticilik yaptı.
12 Mart sonrası Türkiye Halk Kurtuluş Partisi -
Cephesi (THKP-C) ve Dev-Genç davalarından yar­
gılandı 1974 siyasal affvyla cezaevinden çıktu Bir
süre Türkiye Sosyalist İşçi Partisi’nin (TSİP) Zeytin-
bumu İlçe Başkanlığı’nda bulundu ve bu partinin
yayın organlan olan İlke ve Kitle’nin yazı kurulun­
da görev aldu
1976’da verilen haktan yararlanarak Orman Fa-
kültesi’n i bitirip Orman Yüksek Mühendisi oldu ve
1980’ne değin Orman Bakanlığı’nın çeşitli birimle­
rinde çalıştı.
12 Eylül sonrası siyasal görüşleri nedeniyle göre­
vinden atıldı O günden bu yana Babıali’de ya­
zar-araştırmacı olarak çalışmaktadır.
ÖNSÖZ
A lev ilik -B ek taşilik T e rim le ri Sözlüğü, alanında bir ilk
çalışma durumundadır. Her ilk çalışmada olduğu gibi kimi eksiklikler
içermesi doğaldır. Sünni dünyaya karşı sürekli savunma içinde kalma­
ları nedeniyle yazılı metin akışından çok. kuşaktan kuşağa anlatma biçi­
minde gerçekleşen geleneksel kanallarla beslenen alev ilik -b ek -
taşilik genelinde, terimleme yapmanın zorluğu ortadadır.
Bu çalışma, her türden zorluğun bilincinde olarak, eksiksizi kusur­
suzu beklemek yerine yapılabilir olanı bir ucundan yakalayarak, konuy­
la ilgili terimleri saptayıp alcvilik-bektaşilik felsefesini kucakla­
yan bir terim dili yaratmak amacıyla yapıldı.
Bunu sağlamak için;
1- Kaynakçada verilen yayınlar taranarak alfabetik terim dizini
oluşturuldu.
2- Aynı yöntemle belirlenen kalıp kullanım durumundaki
.sözcükler ve kalıp .sözler, alfabetiğindeki maddebaşı altında yine alfa­
betik olarak sıralandı.
3- Önemli maddebaşı. kalıp kullanım durumundaki sözcük ya da
kalıp sözlerde kısa an sik lopedik bilgiler verildi.
4-.7V/ »/fin geldiği dil kaynağını göstermek ve bu yolla okuyucuyu
üretici kılmak için maddebaşlarnıa etimoloji verildi.
5- Okuyucuyu Arapça. Farsça ve Osmanlıca sözlüklere başvur­
maktan alıkoymak için, kalıp sözlerde geçen kimi sözcükler, terim
değeri taşımamasına karşın dizine alındı.
6- Yine aynı amaçla kimi madde başlarım, kalıp kullanım duru­
mundaki sözcüklere ya da kalıp sözlere parantez içinde, sözlük ya da
sünııi karşılıkları verildi.
7- Metin akışı içinde, dizine giren maddebaşı. kalıp kullanım duru­
mundaki sözcük ya da kalıp scizler bold (siyah) olarak; dizine girme­
mesine karşın, vurgulanmak istenen ad. söz ya da söz kalıplan italik
olarak öne çıkarıldı.
Okuyucuya yararlı olmak dileğiyle...
Esat KORKMAZ
Nisan -1993

9
E tim o lo ji k o n u su n d a k a tk ıla rın ı
esirgem eyen Dr. S erm et Sam i U ysal’a,
kaynak taram ası vc son okum a y ap arak
büyük destek veren İpek B aysan’a
teşek k ü r ederim .
A
 B Fars, (âb) a. Su.
*Âb-ı beka, ab-ı cavit. âb-ı cavidan. âb-ı hayvan, âb-ı hızır. âb-ı
zin d cg i: A b ıh a y a t.
*Âb-ı h arab at (Meyhanelerin suyu, şarap): Hak nurunun, zahir
ve bâtın daki bulanıklığı temizlemesiyle ortaya çıkan sal' ve temiz ol­
ma durumu.
*Âb-ı revan (Akarsu): Ezeli ilgi ve bağlantıdan haberli olmayla
beliren ve arka arkaya gelen gönül rahatlığı.
*Âb-ı r uy (Yüz sııyu): T a n rı yo lu ’ndaki ta r ik a t yolcu-
su'nuıı gönlüne g ay b ’lan gelen ilhanı.
*Âb ü dane (Su ve habbe):
1- Herkesin kısmetine düşen su ve ekmek.
2- Hırsın ve tamahın kötülüğünü, olanla yetinmenin erdemini be­
lirtmek için “bir hırka bir lokma" anlamında kullanılır.

A B A Ar. Çaba) a. 1- Dervişlerce derv işlik 'in simgesi kabul


edilen ve elbise üzerine giyilen, abadan yapılmış yakasız, önü açık, uzun
geniş kollu üstlük. (ANSİKL.)
2- D e rv işlik .
*Aba giymek: D crvişlike girmek, derviş olmak.
-ANSİKL. Aba, dünya malına önem vermeme, elde bulunanla ye­
tinme simgesidir.

11
ÂBÂ Ar. (âbâ < eb. ata. baba'nın çoğulu) a. Yüksekteki baba­
lar (atalar.)
*Âbâ-yı seb a: Yedi gezegen ya da yedi baba (ata)
*Âbâ-yı ulviye: Dokuz gök ya da dokuz baba (ata)

ABÂPÛ Ş Ar. + Fars, ( ‘abâpüs < Ar. ‘abâ. abadan yapılmış


giysi ve Fars. pûş. giyen) a. T a rik a t'a bağlı derviş.

A B B A S İ Ar. (‘abbâsi< Hz. M uham m ed'in amcası A bbas


bin Abdülnıııttalip'in adından) a. A bbasiler hanedanından olan kim­
se, topluluk.

A B B A S İ L E R a. E ın evüer'den sonra İslam devletinin başına


geçen halife hanedanı (750-1258).

A B D Ar. (‘abd. kul) a. İn sa n -T a n rı-e rre n özdeşliğinde.


T anrı'nın insan biçiminde nesnelleşmesi olarak algılanan ve tanrısal
bir görünüş niteliği taşıyan. Konuşan Tanrı durumundaki insan
varlık.

ABDAL Aı. (ebdâl < bedii ya da bedel'm çoğulu) a. 1- Ken­


dini Tanrı yoluna adayarak dünya işleriyle ilgisini kesen kimse: Tanrı
eri. 2- Dünyanın manevi düzenine yön vermeleri için Tanrı tarafından
gönderildiğine inanılan, âlem 'ler arasında dolaşabildi, konum ve du­
rum değiştirebilen kimse. (ANSİKL.) 3- Kimi derviş şairlerin ad­
larının başında ya da sonunda mahlas olarak yer alır. 4- A bdallar dan
olan kimse.
-ANSİKL. T anrı seçtiği kimi kullarını, dünyanın manevi düzenini
yönlendirmek için görevlendirdi. Rical ül-gayb adıyla anılan bu er­
mişler yedi ya da k ırk kişiydi. Halk söylencelerinde adı geçen yedi
a b d a l, yedi yıldızdaki ya da yedi gezegendeki gizi betimler. Az
konuşmak, az yemek ve halktan ayrı yaşamak vb. özellikleriyle belirgin

12
abdallar ın görevi, insanlara yardım etmekti. İlgili hadislerde onların
bu aşamaya iyilik ve cömertlikle ulaştıkları, birbirlerinin yerine geçtik­
leri, kendi yerlerine birini bedel bırakarak diledikleri yere gidebildikle­
ri belirtilir.

A B D A L MUSA (XIV. yy'da yaşamış A bdal M usa Sultan


adıyla da anılan Rum abdalları nın önde gelen dervişi)
*Abdal Musa ay in i: Hacı Bektaş V elinin halifesi kabul edi­
len Abdal M usa adı'na düzenlenen tören. (ANSİKL.)
* Abdal Musa cem i. Abdal Musa k u r b a n ı: Abdal M usa ayi­
ni.
* Abdal Musa p o stu : M eydan daki on iki post sıralamasında
yer alan, ayakçı m akam ı.
* Abdal Musa velayetnam esi: XV. yy'da yazıldığı kabul edilen;
Abdal Musa’nın doğumuyla başlayan. Teke yöresine gelişi ve buralarda
gösterdiği k eram etlerle devam eden, halifelerine icazet vererek
onları çeşitli yerlere göndermesiyle son bulan, yazan belirsiz küçük ha­
cimli bir yapıt.
-ANSİKL. C em ayinleri; İk r a r verm e ayini, görgü ayini,
m usahip ayini ve Abdal Musa ayini, olmak üzere genelde dört
bölüme ayrılabilir. Bunların dışında kimi bölgelerde koldan kopma,
d ard an indirm e adı altında kurbanlı toplantılar yapılmaktaysa da
bunlar diğerleri denli yaygın değildir.
Cem ayinlerinde kurban temel öğedir; bu nedenle cemler genel­
likle “k u rb a n " adıyla anılır: İk ra r kurbanı, görgü kurb an ı, m u ­
sahip k u rb an ı. Abdal Musa kurbanı gibi.
Abdal Musa ayininde, kural olarak bir yola alın m a ya da
görgü amacı yoktur. Kimi bölgelerde, her hafta, perşembeyi cumaya
bağlayan gece. Abdal Musa ayini yapmak gelenektendir. Kimi durum­
larda. daha çok kış aylarında, seçilmiş bir gün olmadan; gelen kurban is­
teklerini yerine getirmek “dede” ya da başka bir “k onuk" geldiğinde
köy halkını bir araya toplamak, dargınlıkları önlemek, sorunları
çözmek gibi amaçlarla Abdal Musa ayini yapıldığı da olur.

13
Abdal Musa ayinlerinde, kurban ve diğer masraflara, ayinde bu­
lunanların tümü katılır: Bu ayinde kural olarak on iki hizmet yerine
getirilir; ancak belli bir amaçla yapılmayan Abdal Musa cemlerinde
d u a. düvaz ve k u rb a n tekbirlenıeklc yetinilir,
A B D A L A N Ar. - Fars. (ebdâlân < Ar. ebdâl, Fars, - ân) a.
A b d a lla r .
*Abdalan-ı R u m : Rum abdalları.

A B D A L L A R a. 1- Türkiye, A zerb a yca n . İran. Afganistan.


Türbnenistan ve Çin Türkistan ı'nd'd yaşayan. Türk asıllı kimi toplu­
luklara verilen ad. (ANSÎKL.)
2- Rum ab d alları.
-ANSİKL. Bugün A nadolu'nun kimi yörelerinde, kendilerine
abdal adını veren göçebe alevi topluluklar yaşar. Abdallar, tahtacılık
ve kerestecilik bilmezler; önemli bir kesimi, köy ve kentlerde dilenerek
geçinir; bir bölümü ise kalburculuk, elekçilik, çalgıcılık, türkücülük,
şarkıcılık ve köçeklik gibi uğraşlarla geçimlerini sağlarlar.

A BD ALLIK a. A bdal olma durumu; ab d a l olmanın gerekle­


rini yerine getirme.

A B D E S T Fars. (abdest < âb, su ve dest, el) a. T a h a r e t- i


su g ra .
*Abdest e rk â n ı: Ayin-i cem öncesinde, ik ra r verecek olan­
ların ya da üst üste üç yıldan fazla hizm et görm em iş, baş o k u t­
m a m ış durumda bulunanların hizm ete gelişlerinde, onların
“a rın m a sı" için yapılan tö ren . (ANSİKL.)
*Abdest vermek: Hizm ete gelenin k u rb an ın ı tığlam a'dan
önce; suyla ıslatılan sağ elle ön sağ ve ön sol ayağının dizinden aşağıya
sıvazlanması, yüzünün yıkanması, ardından sağ ve sol arka ayaklarının
suyla ıslatılması, daha sonra kuyruğunu yukarı kaldırarak altına elle su
serpilmesi biçiminde uygulanan bir yöntemle kutsamak.
-ANSİKL. A bdest erk âm 'n d a, ik ra r verecek olanın ya da
hizmete gelenin k u rb an ı m eydan a sokulur: Bu sırada nefesler
14
okunur, sazlar çalınır; kurban. Dede'ye götürülür ve onun tarafından
tekbirlenir; daha sonra kucaklanarak yere bastırılmadan taşınıp ab-
dest v erild ik ten sonra tığ la n ır .

A B D İY E T Ar. ( ‘abd iyet, kulluk < ‘abd, kul ve -iyet) a. 1-


H a k k 'a kul olduğu için başkasına kul olmayan Hz. M uham m et'in
yüce makamı. 2- İnsanoğlunun sahip olduğu manevi mertebelerin en
yükseği.

A B IH A Y A T Fars. + Ar. iâb-ı hayât < Fars, ab, su; tamla­


ma eki ve M. hayât, yaşam) a. 1- Yaşam suyu, dirilik suyu, ölümsüzlük
suyu. (ANSİKL.) [ 1]
2- Evrenin sırlarını bilme, kavrama gücü. (ANSİKL.) [2]
3- U yarıcı dan alman bilgi; gönül bilgisi. (ANSİKL.) [3]
-ANSİKL. [ 1] Nizanıi'nin İskendernamesi' ndt, Ali Şir Nevai'nin
Sedd-i İskender7"sinde ve kimi mesnevilerde anlatıldığına göre; abıha­
yatı bulmak için İskender'in yaptığı yolculuğa Hızır da katılır ve şeb-
çerağıyla ışık saçarak ona yol gösterir; önden gittiği için daha önce abı­
hayatı bulur ve bu sudan içerek ölümsüzlüğe kavuşur; haber vermek için
işaret koyacağı sırada çeşme yok olur.
[2] Abıhayat söylencesi, evrensel bir özlemi dile getirirken, aynı
zamanda insanoğlunun hiçbir biçimde ölümsüzlük kazanamayacağını
anlatır.
-[3] A le v ilik -b e k ta ş ilik inancında ise abıhayat, tanrısal
s ırla rı kavrama gücü, b â t ı n ı anlayan sezgisel a k ıl ya da
uyarıcfdan alman bilgi olarak algılanır.

A BIK EVSER Fars. + Ar. (âb-ı kevser < Fars, âb, su; -ı, tam­
lama eki ve Ar. kevser. C ennet'te aktığı düşünülen su) a. (Bolluk su­
yu. mutluluk suyu, verimlilik kaynağı) C ennet'te, Hz. Ali'nin ken­
dini sevenlere, kendi yolundan gidenlere sunacağına inanılan şarap, iç­
ki.

15
ABÎD Ar. (‘abid. kullar < ‘abd ılı çoğulu) a. A bidler.

ABİD LER a. İnsan-ı kâm il aşamalarından ilkini temsil eden,


şeriat k ap ısıy la özdeşleştirilen ve kökenlerinin hava olduğu kabul
edilen, dört tür insandan ilk tür insanlar.(ANSİKL.)
-ANSİKL. M ak alat ve V ilayetnam e'de. A llah'ın dört tür in­
san yarattığı anlatılır: Ş eriat kavm i olan a b itle r; ta rik a t kavini
olan z a h itle r: m arife t kavm i olan a r if le r ve h a k ik a t kavm i
olan m uhipler. Bu dört tür insan, dört kapı ve dört öğe yle temsil
edilir: A b itle r, şeriat kapısı ve h av a ; z a h itle r, ta rik a t kapısı
ve a te ş ; a r i f l e r , m a rife t k ap ısı ve su ; m u h i p le r . h a k i k a t
kap ısı ve to p ra k .

AC EM Ar. ( ‘acem, yabancı) a. İran halkı, özellikle İran'ın


Fars ırkından olmayan yerli halkı ve bu halktan olan kimse.

ADAK a. Bağlı bulunulan tekkeye, gelenekler gereğince, ortak­


laşa yararlanım için yapılan bağış.
*Adak akçesi: Bir alevi-bektaşi tararından, herhangi bir dileği
için Baba ya ya da Çelebi ye verilen para.
*Adak k u r b a n ı: K u rb a n edilm ek üzere adanan hayvanın
lığ lan m ası sırasında yapılan tören.
*Adak m uhabbeti: Bir alevi-bektaşinin. bir işinin olması ya da
gerçekleşmesi için, gönülden koparak bir adakta bulunması duru­
munda yapılan m uhabbet (ANSİKL.)
-ANSİKL. M uhabbet yapılacağı herkese duyurulur. M uhabbet
sahibi kurbanı tığlar; yemekler pişer ve m uhabbet sofrası kurulur.
Okunan bir nefes le m uhabbetin başladığı bildirilir: Bu nefes, ayrı
ayrı ezgiler halinde Üçler aşkına üç kez okunduktan sonra m uhabbet
devam eder. M uhabbetler’de. kalabalığa göre sofra kurulur: M ürşit
sofrası en baştadır. Genellikle, her sofrada bir saki görev yapar.

A D A L E T Ar. (‘adalet) a. T a n rı'n ın adil, kulun ise eylemle -

16
rinde özgür olniası.

ADAM Ar. ( â d e m den) * A dam a m u h a b b e t :


K ızılbaşlık’ın ilkeleri sıralamasında yer alan, insanı sevme ilkesi.

ADAP Ar. (âdâb < edeb in çoğulu) a. yol. yöntem, sıra.


*Adap (ve) e rk â n : Adab ı tarik at.
* Adab ı m ü rit: M ü rit'in uymak zorunda olduğu kurallar.
* Adab ı nefs: Kişinin nefsini tevbiye etmek için uygulayacağı
yollar, yöntemler
* Adab ı sohbet: S o h bet’e katılanlann uymak zorunda olduğu
kurallar.
* Adab-ı şeyh: Şeyh tarafından dikkate alınması gereken kural­
lar.
* Adab ı ta r ik a t: T arik a t ehli'nin gözettiği ve dikkate aldığı
yol. yöntem, saygı sırası.

A D EM Ar. (‘adem) a. (Yokluk, hiçlik) Madde ve eşyanın var


olmasından önceki yokluk, hiçlik durumu. (ANSİKL.)
*Adem-i m u h a l: M utlak adem.
-ANSİKL. İki türlü a d e m vardır: M utlak adem ; m ü m k ü n
adem. M utlak adem durumunda, adem yoktur ve var olması da ola­
naklı değildir. M üm kün adem durumunda, adem 'in dışsal bir varlığı
yoktur ancak, ağacın tohumda bulunması gibi potansiyel bir varoluşa sa­
hiptir.
Allah, zaman ın var edilmesinden önce adem 'de, sonsuz güzel­
lik (hüsn-ü m utlak) durumunda bir gizli hazine (künt-ü kenz) idi;
sonu olmayan bir adem'in içinde kendine bakacak göz ve vecde gelecek
bir gönül istedi; güzelliğin görülmeye olan eğilimi sonucu, A llah
kâinatta tecelli etti; A llah ’ın varlığı, sonsuz adem karşısında, ay­
naya yansımış bir hayal gibi göründü; fiziksel dünya. H a k ik a t’m
adem ’deki bir yansıması olarak belirdi.

17
 D EM Ar. ( dem , ilk yaratılan insan, ilk peygamber ve in­
sanlığın atası olan kişi) a. 1- Akl-ı kül'ün görünüşü durumundaki
 d em -A d am .
2- Tanrı'nın yeryüzündeki halifesi olan ve bütün gerçekleri ken­
disinde topladığına inanılan kâm il insan.
*Âdem-i Âl-i â b â : Peygamber soyu kendisinden yürüdüğü için,
bu soyun başı olarak algılanan dördüncü imam Zeynclabidin.
*Âdem-i m an a: Her şeyin aslını ve gerçeğini bilen, m ana âle­
m i'ne vakıf insan; m ana adamı.
* Adem-i san i: İmam Hüseyin soyu kendisinden yürüdüğü için.
“ikinci Âdem" olarak algılanan dördüncü imam Zeynelabidin.

ÂD EM -AD AM a. T a n rı'n ın görünüş alanına çıktığı ilk insan


biçimi olarak Hz. Âdem.

ADÜV Ar. ( ‘adüvv) a. Düşman.


*Adüvv-i can: Can düşmanı
*Adüvv-i ekber: Büyük düşman.

ÂGÂH Fars, (agâh) s. Bir şeyin derin anlamına, sırrına ulaşmış


olan, uyanık.
*Âgâh etmek: Kendine getirmek, uyandırmak.
*Âgâh olmak: Kendine gelmek, uyanmak.

 G E H Fars. (â geh) s.  gâh.

A Ğ A Ç E R İ a. T a h ta c ı.

A Ğ A Ç E R İL E R a. T a h ta c ıla r.

AĞAYAN Fars, ( a ğ a y â n < Tr. a ğ a ’nın Fars, çoğulu)

18
*Agavan-ı bektasivan: Yeniçeri ağalanna verilen ad.

AĞIRLAMA a. Üç bölümden oluşan sem ahta, daha az hareket­


li olan ilk bölüm. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Ağırlama’da erkek, kollarını sağa sola hareket ettirir;
kadın ise kollarını omuz düzeyinden yukarıya kaldırarak aynı hareketi
yanlara doğru yapar. Bu sırada ayaklar, ileri-geri hareket halindedir.
Ağırlama’yı can lan m a, onu da sem ah'ın hareketli bölümü yeldir­
me izler.

A Ğ IR LA N M A K f. Sem ahın ağ ırla m a bölümü oynanıp biti­


rilmek.

AĞ IT a. Kerbela olayı ve bu olaya karışanları konu edinen, hece


ya da aruz ölçüsüyle yazılmış, kendine özgü bir ezgiyle okunan şiir.

A Ğ L A M A a. 7 a n n s a l azap ya da tanrısal lutuf nedeniyle


gözyaşı dökme.

AHAD Ar. (ahad) a. V arlık birliği anlamında T a n rı.

A H A D İ Y E T Ar. (a h a d i y y e t < a h a d ve - i y y e t 'ten) a.


Tanrısallık makamının birliği, birlik.

A H A V İ Ar. (a h a v i ) s. A hi topluluğuna ilişkin, A hi toplu­


luğuyla ilgili olan.

A H B Â R Ar. (a h b â r < faaber'in çoğulu) a. Hz. M u h am ­


m et’in verdiği haberler; hadisler.

AHD Ar. ( ‘a h d ) a. 1- M ü rit'in ta r ik a t'a girerken m ü rşite

19
verdiği söz. 2- Zaman.
*Ahd-i k arib : Yakın zaman, yakın geçmiş, önceki zaman.
*Ahd-ü peym an: Yemin, ant.

AHFÂ Ar. (ahfa < hafi, gizli) s. En gizli.


*Ahfâ m a k a m ı : T a r ik a t yolcusu'nun, ruhsal arınmaya
ulaşabilmek için geçmek zorunda olduğu aşamalar sıralamasında yer
alan, tanrısal evrene en yakın alan durumundaki en gizli aşama.

A H İ a. A hi

A H İ BABA a. A h ib a b a .

A IIIB A B A L IK a. A h ilik .

A H İ (Ar. afıi. kardeşim ya da Tr. akı. cömert'ten) a. A hilik'e


bağlı kimse, topluluk.

AH İB A B A a. Kırşehir’"deki Ahi Evren Tekkesi şeyhine ve


bu şey h e bağlı yerel loncalardaki vekillerine verilen unvan.
(ANSİKL.)
-ANSİKL. A hibaba'm n. Ahi Evren soyundan geldiği ileri
sürülürdü. Şeyhi temsil eden ve esnaf loncalarının üyeleri tarafından
seçilen yerel ahibaba'\ax, Ahi E vren Tekkesi şeyhinden bir ica­
z e tn a m e ve seçildiklerini gösterir bir b e ra t almak zorundaydı.
Başlangıçta Ahilik, debbağ .loncalarında yaygınlaştığı için bu lonca­
ların ahibaba'ları, kentteki tüm loncaların başı sayıldı.
Sonraları, ekonominin gelişmesine koşut olarak esnaf örgütleri bir
çöküntü içine girdi, buna bağlı olarak A hilik de önemini yitirdi.
Kırşehir'deki Ahibaba'nın gezilere çıkması ve temsilci göndermesi ge­
leneği ortadan kalktı; 1908'de esnaf örgütlerinin kaldırılmasıyla
varlığı sona erdi.

20
A H İB A B A L IK a. A h ilik .

A H İ EVREN (Ahi örgütünün kurucusu Şeyh Nasreddin Ebıı'l


Hakayık Mahmııd bin Ahmed el-Hoyi (1169-1261) *Ahi Evren T ek­
kesi: H orasan eren leri’nden Anadolu Ahileri nin piri Ahi Evren
tarafından kurulan. A hilik örgütünün sürekliliğini sağlayan yerel
tekke ve zaviyelerin bağlı bulunduğu. Kırşehir'deki ana tekke.
A H İL İK a. F ü tüvvet teşk ilatı nın bir devamı olarak A n a ­
dolu Selçukluları döneminde ortaya çıkan ve Osmanlı Devleti'nin ku­
ruluş aşamasında yaygınlaşan, esnaf, zanaatçı, çiftçi gibi çalışma kol­
larından insanları kapsayan dinsel, siyasal ekonomik örgüt.
(ANSİKL.)
-ANSİKL. Kökü Orta Asya'ya kadar uzanan ahilik'm temelini,
Moğol istilasından kaçarak A nadolu'ya gelen H orosanlı esnaf ve
zanaatçılar arasında bulunan Baha İlyas attı. Bir kurum olarak ahilik
ilk kez XIII. yy'da Ahi E vren tarafından kuruldu. Ahi E vren,
örgütün sürekliliğini sağlamak için ah ilik 'i. tekke ve zaviyelere
bağladı; bu yolla herkese alın teriyle geçinme ilkelerini öğretti.
Herhangi bir meslekte çalışabilmek için, o mesleğin ahi zaviye­
sine bağlanmak zorunluydu: Bir meslekte çalışmak isteyen önce çırak
alınır, daha sonra kalfa ve usta olarak zanaatında ilerlerdi.
Yerel ah ibabalarının atamaları ve azilleri. Kırşehir'deki Ahi
Evren Tekkesi şeyhi (piri) taralından onaylanırdı. Her yıl A nado­
lu'ya ve Rumeli'ye ahi örgütü başkanımn görevlendirdiği nakiblcr ve
halifeler giderdi; yerel örgütlerin durumunu inceler, esnafı toplar,
yeni taliplere, kalfalara ve ustalara peştemal kuşatırdı; tezgâh açacak­
lara izin ve ruhsat verirdi.
Osmanlı D evletinin kuruluşunda ahilerin büyük rolü oldu. Os­
man Gazi' nin kapınpederi Ede hal i bir ahi şeyhiydi (dervişi); birçok
silah arkadaşı örgüte üyeydi.
Ahi Örgütü. XVII. yy'dan sonra loncalara dönüşmeye başladı; iç
ve dış ekonomik gelişmelere koşut olarak Meşrutiyet'le birlikte iyice
zayıflayıp ortadan kalktı.

21
A H İR E T Ar. (âhiret) a. İnsanların öldükten sonra gittikleri­
ne inanılan yer; öbür dünya.
*Ahiret adam»; Dünyayla ilgisini kesip, kendini ibadete veren
kimse.
*Ahiret ak lı: Gayb âlem i'ndeki şeyleri anlamayı sağlayan ve
ta rik a t eğitiminden geçmiş kişinin zihninde beliren akıl.
*Ahiret b ab a: Kimi bölgelerde re h b er'e verilen ad.
* Ahiret kardeşi: Yol kardeşi.

A H İ T a. A hd.

A H İT N A M E Ar. + Fars, (‘ahidnâme < Ar. ‘ahd ve Fars, nâ­


me) a. 1- Şeyh’in. yerine geçecek halifeyi belirleyen yazılı belgesi ya
da sözlü beyanı.
2- T arik at ehli'niıı uyması gereken kuralları gösteren yazılı me­
tin.

A H İY A N Fars, (ahiyân < \r. a h i 'nin Fars, çoğulu) a. A h i­


ler.
*Ahiyan-ı rum: Anadolu ahileri.

A H İZ a. A hz.

A H K Â M Ar. (ahkâm , hükümler) a. B âtın ve z a h ire ilişkin


davranışların aldığı yargılar.
*Ahkâm-ı b â tın a : B âtıni hüküm ler.
*Ahkâm-ı z a h ire : Z ahiri hüküm ler.

AH LÂK Ar. (ahlâk < h u l k ' m çoğulu) a. Bir kimsenin güzel


yanlarını belirten melekeler bütünü.
*Ahlâk-ı ham ide: Güzel ahlâk.

22
*Ahlâk-ı zem im e: Çirkin ahlâk.

A H L Â M Ar. (ah lâm , düşler, hülyalar, rüyalar) a. N efsin,


maddi âlem 'd en ilişkisini bütünüyle kesmesiyle ulaşılan h a y a l
aşam asında, nefse yansıyan misal âlem t'nin görüntüleri toplamı.

A H M E D İ Ar. (ahmedi, Hz. M uham m et'in adlarından biri


olan A h m et'e ilişkin olan) *Ahmed-i Muhtar postu: M eydan'daki
on iki post sıralamasında yer alan, Hz. M uham m et m akam ı.

A H R Â R Ar. (ahrâr < hürr'ün çoğulu) a. Tutsak ya da köle ol­


mayanlar. özgür olanlar.

A H R E T Ar. (Shiret'ten) a. A h iret.

AH SE N Ar. (ahsen, daha güzel, çok güzel, en güzel) *Ahsen-i


takvim: En yetkin biçim olarak H akk'ın görünümünü temsil eden in­
san.

A H V A L Ar. {ahvâl, haller) a. Gayb âlem i nden tanrısal bir


lütuf olarak gönüllere doğan ve insanı kendinden geçiren anlamlar.
(ANSİKL.)
-ANSİKL. İnsanın üç türlü niteliği vardır:
1- Fiiller (davranışlar); insan kendi iradesiyle kazanır.
2- Ahlâk (huylar); doğuştan gelir, ancak harcanan çabalara bağlı
olarak değişir.
3- Ahval (haller); gayb âlemi'nden tanrısal bir lütuf olarak ge­
lir; insanı aşka uğratarak kendinden geçirir, m est eder, aklını elinden
alır.

A H Y Â R Ar. (a h y â r , hayırlılar) a. E r m i ş l ik (v e la y e t)
aşamasına ulaşmış olanlar.

23
A H Z Ar. (a fız , alma) *Ahz-ı fe v z : Bir v e li’den feyiz a l­
ma.
*Ahz-ı ta rik a t: T a rik a t’a girme ve m ü rşit'e bağlanma.

AKABE Ar. (‘akabe, yokuş, engel, zor geçit) a. H a k k 'a giden


yolda karşılaşılan zorluk ve aşılması gereken engel.

AKIL Ar. Çakl) a. 1- Doğadaki şeyleri tanımayı, ne söyleye­


ceğini, nasıl yapacağını bilmeyi sağlayan insan yetisi.
2- Görünür dünyanın ötesindeki şeyleri anlamayı sağlayan; kalp­
ten, gönülden kaynaklanan ve içe doğuş biçiminde beliren sezgisel kav­
rayış.
*Akıl k ıblesi: K ıble sıralamasında yer alan ve insanın beyni,
düşüncesi olarak algılanan çerağ, post ya da m ürşit.
*Akl-ı cüzi: Kuramsal olmayan insan aklı.
*Akl-ı evvel: Tüm diğer şeylerin onun aracılığıyla yaratıldığı ka­
bul edilen ilk akıl; T an rı dan ilk belirme aşaması.
*Akl-ı k ü l: Akl-ı evvel den sonra gelen ve akl-ı evvel e veri­
len bilgilerin görüntülerinin belirdiği aşam a; peygamber ve velile­
rin sahip olduğu sezgisel kavrayış anlamında evrensel akıl.
* Akl-ı m a a d : Görünür dünyanın ötesindeki şeyleri anlamayı
sağlayan ve mistik terbiye den geçirilmiş zihinde beliren akıl; ahiret
a k lı.
*Akl-ı m aaş: Doğadaki şeyleri bilmeyi sağlayan, aklın en düşük
aşam ası; varlığın aklı.

ÂKIL Ar. (‘âkil, akıllı, bilgili, düşünceli, olgun) s. Emaneti,


doğruluğu, iyi dostu ve sırrı koruyarak dünyayla ilgili arzuların tu­
zağına düşmeyen.

 K İL E Ar. (âkile < eki, yeme) *Akilet ü l-ek b â d : Uhııt Sa­


vaşı'nda öldürülen Hz. Hamza'nın bağrını yarıp ciğerini çıkararak çiğ

24
çiğ yemesi anısına, Ebıı Siifyan'ın karısı H ind'e verilen küçültücü ve
aşağılayıcı ad.

AK KAPI a. Hacı Bektaş Veli Dergâhı nın, çevresi işlenmiş


taşlarla süslü, kemerinin kilit taşında Selçukluhır'm çifte kartal ka­
bartması bulunan büyük giriş kapısı.

A K P IN A R a. Hacı B ektaş V eli’nin H acıbektaş köyünde


mucize gösterdiği yer.

AKREP a. Burçlar sıralamasında yer alan ve bir yılanla sembo­


lize edilen burç; akrep burcu. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Zodyak, insan biçiminin göklere yansımasından kay­
naklanan bir “burç insam"û\r, akrep, bu “burç insanı"ran, üremeyi an­
latan cinsel orgcudannı temsil eder.

AKTÂB Ar. (aktâb < kutb un çoğulu) a. 1- K utuplar. 2. T a ­


r ik a t ulu ları.

A K Y A Z IL I a. Rakı.

 L Ar. (âl) a. Aralarında akrabalık bağı bulunan topluluk; aile,


hanedan, boy.
*Âl-i â b â : 1- Ali, F atm a, Haşan ve H üseyin'i içine alan Hz.
M u h am m et'in yakınları. 2- Ehlibeyt.

ÂLÂ Ar. (‘âriâ) s. Daha yüksek, en yüksek, en yüce.

A L A C A D E Ğ N E K a. G ö rg ü sırasında d ed e tarafından t a ­
liplerin sırtlarının sıvazlanmasında kullanılan, üç karış uzunluğun­
daki üç boğumlu değnek. (ANSİKL.)

25
-ANSİKL. Bu terim, daha çok T ah tacılar tarafından kullanılır.
Genelde a lev i-b ek taşile r arasında alacadeğnek. erkân-ı evliya,
erk â n , tarik , serdeste adlarıyla da anılır.

ALAÇ AM (Karadeniz bölgesinin orta bölümünde Sanısını ili­


ne bağlı ilçe)
a. Anadolu'nun kimi yörelerinde, özellikle Doğu ve Orta Kara­
deniz bölgelerinde oynanan, kadının sürekli ve hızla dönmesi, erkeğin
ise dönmeyip elini-kolunu ve ayağını müziğin ritmine uydurarak onu
kollaması temeline dayanan sem ah; alaçam semahı.

ALÂKA Ar. ( ‘alâka, ilgi, ilişki, bağ) a. Kulun H a k k 'a giden


yola girmesini, bu yolda ilerlemesini engelleyerek ruhun yükselmesine
ket vuran ve ele takılmış kelepçe, ayağa bağlanmış zincir olarak algıla­
nan maddi ve nefsi neden.

ALAZLAM A a. Kötü ruhlardan annmasını sağlamak için yağlı


bir paçavrayı ateşleyerek hastanın çevresinde dolaşma.

A L Ç A L M A K 1'. Varlıklar, âlem -i gaybdan (kutsal köken­


den) âlem -i şuhuda (duyularla algılanabilir, bilgiyle ulaşılabilir
dünyaya) inmek.
* Alçalan eğri: Kavs-i nüzul.

A L E M Ar. (‘alem) a. Sancak, bayrak.

 L E M Ar. (‘âlem) a. T a n rı dışındaki tüm diğer mümkün ve


yaratılmış varlıklar bütünü.
* Âlem-i asgar. âlem-i su g ra: Son amacını âlem-i ekber'de bu­
lan ve küçük evren olarak algılanan insan.
*Âlem-i berzah: Bu dünya ile öbür dünya arasında yer alan; ru h ­
ların gövdesiz, ancak öz bilince sahip olarak bir süre kaldığı geçici
âlem.

26
* Âlem-i c e b e r u t : Tarikat y o lu 'n d ak i gelişimin şe r ia t
aşaması olarak algılanan ve cebrail tarafından temsil edilen âlem.
*Âlem-i ekber, âlem-i kübra: Son amacını insanda bulan ve büyük
evren olarak algılanan âlem.
*Âlem-i ervah: Ruhlar âlemi.
* Âlem-i gavb: Gayb âlemi.
* Âlem-i hayal: Âlem-i ervah ile âlem-i şahadet arasında ka­
lan âlem.
*Âlem-i kübra: Âlem-i ekber.
* Âlem-i l a h u t : T a r ik a t y o lu 'n d a k i gelişimin m a r if e t
aşaması olarak algılanan ve Azrail tarafından temsil edilen âlem.
* Âlem-i mana: Gayb âlemi.
* Âlem-i m e le k u t: T arik at y o lu n d a k i gelişimin tarikat
aşaması olarak algılanan ve Mikail tarafından temsil edilen âlem.
* Âlem-i misal: Varlıkların gerçek öz ve biçimleriyle bulunduk­
ları âlem.
* Âlem-i nasut: Varlıkların madde biçimine girerek görünüş
alanına çıktığı âlem.
* Âlem-i sugra: Âlem-i asgar.
* Âlem-i şahadet, âlem-i sühud: Duyularla algılanabilir, bilgiy­
le ulaşılabilir varlıklar âlemi.

A L E V İ Ar. (alevi < Halife Ali bin E bu Talip' in [598-661]


adından) a. Alevilik'i benimsemiş kimse, topluluk.
* A levi-Bektaşi: A lev ilik -B ek taşilik i benimsemiş kimse,
topluluk.
* Alevi düzeni: Ruzba düzeni.
* Alevi M e y d a n ı: Mihman meydanı, sohbet meydanı,
Kerbela meydanı, eş meydanı ve düşkünlük meydanı'nın
açıldığı yer ya da tören. (ANSİKL.)
* Alevi tacı: Bektaşi'tacı.

27
-ANSİKL. Sofuyan m eydanı, sofra süreği, m usahip k av ­
line girm e ve kızılbaş m eydanı adlarıyla da bilinen alevi m e y ­
danı, beş şekilde açılır: Bir dede ya da konuk geldiğinde (M ihm an
m eydanı): köy halkının toplanması durumunda (sohbet ya da m u ­
hab b et m eydanı): m u h a rre m ayında (K erbela m eydanı): ale-
vilik-bektaşilik'e kabul durumunda (eş ya da nasip meydanı): ya­
saklanmış bir işi yapanın yargılanması ve cezasının verilmesi halinde
(d ü şk ü n lü k m eydanı).

A L E V İL İK a. Hz. M uham m et'i izleyen üç halifeyi tanıma


yan. Hz. Ali'yi halife ve imam kabul eden, onun soyundan gelen ya da
izinden giden tüm bâtıni mezhep vc tarik a tları kapsayan, kendile­
rine özgü kural ve törenleri bulunan dinsel-siyasal inanç sistemi.
(ANSİKL.) [1]
* A le v ilik - B e k ta s ilik : H z. M u h a m m e t'i m ü r ş i t . H z .
A li'yi re h b e r ve Hacı Bektaş Veli yi p ir kabul eden, geleneksel
alevilik'i hoşgörü temeli üzerinde yeniden yorumlayarak İslamlık
öncesi Türk kültürüyle yoğuran. A nadolu'ya özgü dinsel-siyasal-
düşünsel inanç sistemi. (ANSİKL.) [2]
-ANSİKL. [1] Alevilik'iıı ortaya çıkışı, Hz. M uham m et'in
ölümüyle başladı (632): Kimin halife olacağı konusunda Müsliiman-
lar ikiye ayrıldı; bir bölümü, Hz. M uham m et'in soyundan geldiği
savıyla Ali'nin halife olması gerektiğini ileri sürerken, diğer bölümü
Ebubekir'i tuttu.
Hz. Ali. Hz. M uham m et'in defniyle uğraşırken, Öm er'in de
yardımıyla Ebubekir halife seçildi. Haksızlığa uğradığı kanısında
olan A li, başlangıçta E b ubekir'& biat etm edi; karısı F a tm a 'n ın
ölümünden sonra görüşlerini saklı tutmak koşuluyla Ebubekir'i, aynı
gerekçeyle yerine geçen Ömer'i, onu izleyen Osman'ı halife olarak
tanıdı. Osman öldürülünce, yandaşlarının da baskısıyla Ali halife se­
çildi: Osman in öldürülmesinden A li'yi sorumlu tutan Osman yan­
daşları (şia-i O sm an). Ali yandaşlarına (şia-i Ali) karşı saldırıya
geçti. Ali'nin halifeliğini tanımayan Suriye Genel Valisi Muavi-
ye'yle Ali yandaşları arasındaki çatışma savaşa dönüştü: İkisi arasında­

28
ki Stffm Savaşı'nûa. hakemlerin A li’yi halifelikten düşürmesi üze­
rine M üslüm anlar, uzlaşmaz çelişkilerle birbirlerinden koptu; Ali
yandaşlarıyla hariciler bir yanda. Osman yandaşlan diğer yanda öbek-
leşti. Hz. Ali’nin, hakemler olayım kabul edip Muaviye'yie. anlaştığı
savıyla bir harici tarafından öldürülmesinden sonra gruplar arasındaki
çatışma, sürekli düşmanlığa dönüştü.
Başlangıçta bütünüyle dinsel-siyasal nitelikte olan Ali yan­
daşları hareketi; şia-i Ali, şia. şiilik. aleviye ve alevilik adları
altında yayılıp güçlendi; buna koşut olarak. “K uran'daki ayetlerin
anlamlarının altında gizli anlamlar olduğu ve bunları ancak imam ın
bilebileceği", biçiminde tanımlanan bâtınilik temeli üzerinde, vah­
deti vücut ve ruh göçü felsefesiyle bütünleşti; yayıldığı bölgenin
uygarlık düzeyine, yerleşik inanç, gelenek ve göreneklerine göre değişik
kollara ayrılarak günümüze değin geldi. Bu karmaşıklık nedeniyle ale­
vilik hiçbir zaman kendi içinde bütünlük gösteren düşünsel bir akım du­
rumuna gelemedi, tam tersine içinden birçok dal doğdu ve gelişti.
İslamiyet tarafından fethedilen bölgelerin bir bölümü, Roma-Bi-
zans vc Persli sınıflı toplumların yaşadığı yerlerdi; eşitlikçi bir yapı­
ya sahip olan alevilik, bu toplumsal yapıya uyum sağlayamadı; köle
sınıfı için kurtuluş umudu olamadı; dar entelektüel çevrelere sıkışıp
kaldı.
Buna karşın. Koma-Dizans ve Pers kültür çevresi dışında kalan ya
da Arap olmayan göçmen kabileleri arasında farklı bir durum gözlendi:
İnsanlık durumu bakımından daha geride olan ve dışa kapalı bir yaşam
tarzı içinde daha eşitlikçi bir yapı sergileyen göçmenler arasında alevi­
lik, hızla yayıldı. Bu kapsamda, Orta Asya'dan batıya ve güneybatıya
göç eden Tiirkler, İslam iyeti kabul etmekte gecikmedi: Ancak,
Türk!er'in benimsediği İslamiyet, katı ve cansız bir ortodoksluk değil­
di; arkaik-şamanist unsurlarla yoğrularak kendi sosyal sistemlerine
uyumlu duruma getirilmiş, hoşgörü temeline dayalı, zengin, canlı ve es­
nek bir dervişlikti. Eşitlik temeline dayalı sınıfsız ya da sınıfların
yeterince şekilleneınediği toplum insanlarını kucaklayacak biçimde,
ibadet biçimleri ve şeriat yeniden yorumlandı; bu görevi Anadolu'da
b ek taşilik yerine getirdi; ortaya çıkan A nadolu alev ilik ’i. A n a ­

29
dolu ve Balkanlar dışında kalan şeriatçı şiilerden kesin bir biçimde
ayrıldı.
[2] -A levilik-bektaşilik. kendine özgü bir A nadolu alevi-
tik'idir. XIII. yy'ın ilk yarısında A n ad o lu 'y a gelen Hacı Bektaş
V eli'nin görüşleriyle şekillenmeye başladı; İslamlık öncesi Türk
kültürü. Anadolu yerleşik inançları, gelenekleri, görenekleri ve eski
Yunan-Roma düşüncesi potasında, geleneksel alevilik’in süzgeçten ge­
çirilip Arap kültürü etkilerinden arındırılmasıyla bizim toprağımıza
özgü yeni bir sentez olarak belirdi.
Taassuba dayalı katı kurallar yerine, insan ruhunun ve inancın yüce­
liğine dayanan bir ahlâk sistemi geliştirdi; süreç içinde, geleneksel ale-
vilik'in siyasal yanı bir ölçüde önemini yitirdi; buna karşın, dinsel-
düşünsel yanı ağırlık kazandı.

A L E V İY E Ar. (a l e v i y y e ) a. A lev ilik .

A L IŞT IR M A a. Gençlerin ta rik a t adap ve erk ân ın ı öğrene­


bilmesi için yapılan eğitici çalışma.
* Alıştırma se m a h ı: Gençleri alıştırmak için yapılan sem ah.
(ANSİKL.)
•ANSİKL. Alıştırma sem ahıyla gençlere, gençler ve gönüller
sem ahı öğretilir; böylece daha zor semahları oynayabilecek becerile­
ri kazanırlar.

A L İ Ar. (Ali < Halife Ali bin Ebu Talip [598-66İJ *Ali-Allahi:
G a li
*A li-A llahilik: G aliye.
*Ali cem ev i: C em evi.
*Ali cem i: G örgü cemi.
*Ali d iv an ı: Hz. Ali'nin huzuru olarak algılanan m eydan.
*Ali d olusu: İçki.
* Ali m evlidi: Hz. Ali’nin doğum günü anısına n ev ru z’da oku­

30
nan m evlit.
* Ali n u r sem ahı: Fatm a Ana sem ahı adıyla da bilinen. M u-
ham m et-A li-Fatm a üçlüsünü konu edinen ve kırk yaşın üzerinde üç
bacı tarafından oynanan sem ah. (ANSİKL.)
*Ali p o stu : M eydan'daki on iki post sıralamasında yer alan
re h b er m akam ı.
* Ali şiası: Ali yandaşları.
*Aliy-el M u rtaz a p o stu: Ali postu.
-ANSİKL. Ali n u r sem ahı, üç bölümden oluşur: A ğırlam a,
canlanm a ve yeldirm e. Semah in bitiminde dua edilir; ardından üç
bacı diz çöker; daha sonra bacılardan biri çark sem ahı yapmak için
m eydana gelir.

 L İ Ar. ( ‘âli < ‘ulüvy. yükseklik, büyüklük) s. Yüce, üstün,


yüksek.

A L İY A R S E M A H I Silifke yöresinde yaygın, evli olanlar ta­


rafından oynanan, kendi içinde ta rik a t semahı, k ırk lar sem ahı ve
içeri sem ahı olmak üzere üçe ayrılan bir sem ah.

 L İY E Ar. ( ‘âliyye < ‘âli'nin dişili) s. Yüce, üstün, kutsal.

A L L A H Ar. (Allah) a. H a k .
* Allah ad am ı: Kötülüklerden arınıp saf duruma gelmiş erm iş
insan.
*A llah-eyvallah: Onay işareti ya da yemini.
* Allah - M u h am m et - A li: Olgunluk ve kem âl m ertebeleri
bakımından A llah'a çok yakın olan ve Hz. M u h am m et'le H z.
A li'yi birlikte anmanın gerekliliğini vurgulayan, ayrı ayrı görülmesi
durumunda H ak ik at in gerçek anlamına ulaşılamayacağını anlatan
üçlem e. (ANSİKL.)
*A llah-R uh-uilâh: A llah-M uham m et-A li

31
* Allahın a r s la n ı : Hz. Ali
* Allahın a r s ı: A rş u ’r-ra h m a n .
-ANSİKL. Kimi kaynaklar, alevilik-bektaşilik'teki bu üçle­
meyle Hıristiyanlık'taki Baba (Allah) - Oğııl (İsa) - Cibril-i Emin
(M eryem 't beyaz bir zambak sunarak ilahi bir ruh üfleyen erm iş)
arasında bir benzerlik kurar.
İslamlık öncesi Türk kültürününde “atam gök-anam yer" ikile­
me inancı vardı. Dinsel etkileşimler sonucu İslam iyet'e U luhiyet
(Allahlık) - N ü b ü v v et (Peygamberlik) - V ilayet (İleri derecede
Allah'a dost oluş) üçlem esi girdi: alev ilik -b ek ta şilik 'te, Allah-
M u h a m m e t - A l i ü ç le m e s iy le H ır is tiy a n lık 'ta k i ü ç l e m e
arasında: (3) sayısı dışında, bir içerik benzeşmesi görülmez.

A L L A H U E K B E R Ar. (A l l â h ü e k b e r , Tanrı uludur < A l ­


lah ve ekber, ulu) cüm. Nesnelleşen bir güzellik olarak algılanan
T anrı karşısında duyulan derin coşkuyu ve duygusal taşkınlığı anlat­
mak için söylenir.
A L P E R E N a. Mücahit derviş.

A L T I a. A llah . M u h a m m e t. Ali, F a tm a , H aşan ve H ü se­


yin'i anlatan sayı.
* Altıya gitmek s e m a h ı: Altı sayısıyla anlatılanlar anısına
yalnızca erkekler tarafından oynanan bir semah türü. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Altıya gitmek semahı, genellikle altı erkek tarafından
oynanır. Semahçılar ceketsiz ve yalınayaktır; sarma hareketleriyle be­
lirgin olan bu sem ah ın sade a ğ ırla m a ve y e ld irm e bölümleri
vardır.

A L T IN Z İN C İR On İki İm am soyu. (ANSİKL.)


-ANSİKL. A lev ilik -b ek taşilik 'te On İki İm am soyu, altın
zincir olarak kabul edilir. On İki İm anı soyunun, babadan oğula
aralıksız ve kesintisiz bir biçimde Hacı Bektaş Veli’ye kadar geldiği
inancı yaygındır.
32
A L T M I Ş A L T I a. E bced hesabıyla “A lla h ” sözcüğünün
sayı değeri.

AMÂ Ar. (‘a m a ’, görememe durumu, körlük)


a. 1- E vren oluşmadan önce T anrı'nın bulunduğu varlık alanı.
2- A hadiyet m ertebesi (ANSİKL.)
-ANSİKL. Bu m ertebede T anrı, ululuk perdesinde bulunur ve
kendisini kendisinden başkası ne bilir ne de tanır.

AM AL Ar. (a ‘mâl < ‘am el'in çoğulu) a. Beden ve kalp yoluy­


la işlenen işler.

A M E D E N Fars. (â m e d e n , gelmek) f. T a r ik a t yolcusu,


ru h lar âlem i’nden beşeriyet âlemine dönerek kendine gelmek.

A M E L Ar. (‘amel) a. T a r ik a t gereği olarak yapılan iş, ey­


lem.

A M M A R İY E a. Cezayir'de kurulan [1882] ve adını Am m ar


hin Senna'dm alan Galiye mezhebi kolu.

A N Ar. (ân, görece çok kısa zaman parçası) *An-ı daim : M u t­


lak zaman; ebedi ve ezeli olması bakımından Tanrı.

A N A a. 1- A nabacı.
2-D ört öğeden her biri.
*Ana çizgiler: H utût-ı ümmiye.

A N A B A C I a. M ü r ş it’in eşi (ANSİKL.)


* Anabacı S ultan: D edebaba'nın eşi.
-ANSİKL. Anabacıya, b acıan a, bacıanne, b ac ısu ltan ya da
doğrudan ana da denir.

33
ANADOLU (Türkiye’nin Asya kıtasında bulunan topraklarına
verilen ad)
* Anadolu a le v iliğ i: A le v ilik -b e k ta ş ilik .
* Anadolu bacıları: Bacıyan-ı ruııı.

A N A S IR Ar. ( ‘anasır, bir bütünü oluşturan öğeler < ‘u n ­


sur un çoğulu)
*Anasır-ı e r b a a : D ört öğe.

AN D a. A n t.

A N İL L A H Ar. (an-illah < a n - , -dan. -den ve A lla h ) be.


H akk'tan.

ANKA Ar. (‘a n k â ’) a. 1- K a fd a ğ ı’nda yaşadığına inanılan,


yüzü insan yüzüne benzeyen, uzun boyunlu, renkli tüylü, süslü bir masal
kuşu. (ANSİKL.) [1]
2- Zihinde biçimlenen varoluş.
3- Âlemin maddi varlığı (ANSİKL.) [2]
*Anka-vı la-m ekân: T anrı.
-ANSİKL. [1] ve [2] Mitolojiye göre anka, bulunduğu yerdeki
kuşları avlıya avlıya batıya doğru uçar; göçü sırasında çocukları da ka­
par; bu nedenle Peygamber't şikayet edilir ve bedduaya uğrar, nesli
tükenir. Söylence, âlem deki maddi varlıkların; tıpkı anka gibi bir
bakıma var, bir bakıma yok; hem var, hem yok olduğunu anlatır.

A N S Â R Ar. (ânşâr, yardımcılar, koruyucular < n a s ı r 'm


çoğulu) a. Ensâr.

A N S Â R İ Ar. (ansâri) a. E n s â ri.

34
A N T a. İ k r a r .
*Ant içme: İk ra r verme.
*Ant veri: T ah tı M uham m et’in ön sol taraf'ndaki yer; ik ra r
yeri.

A PT ES Fars. (âbdest < âb, su ve dest ,el) a. A bdest

A R A F Ar. (a ‘râf, tepeler < ‘u r f un çoğulu) a. (Günahları ve


sevapları birbirine denk olduğu için ne C ennet’e, ne de C ehennem ’e
gidemeyenlerin bulunduğu yer) H a k k ’ı, her şeyde bütün sıfatlarıyla
belirir bir biçimde seyretme.

A R Â İS Ar. (‘a r a i’s , gelinler < ‘a r u s ’un çoğulu) *A râis-i


H a k : H ak k 'ın, başkalarından kıskandığı için kimliklerini açıkla­
madığı özel dostlan: ilahi sırların verilmesi konusunda kendilerine
güvenilen veliler.
A R A K Ar. Varak, ter) a. Rakı.

A R A K Ç İN Ar.+Fars (‘arak-çin < Ar. ‘a rak, ter ve Fars. -


çin. toplayan'dan) a. A rakıye.

A R AK İY E Ar. (‘arakiyye) a. 1- Teri emmesi için kavuğun alt­


ına giyilen, genellikle ince pamukludan yapılmış, arakçin olarak da bi­
linen takke.
2- D ervişlerin ya da nasip alan alevi-bektaşilerin başlarına
giydikleri, yarımküre biçiminde yada düz, beyaz, kimi kez deve tüyü ren­
ginde başlık.

A R A Y IC I a. G önül yoluyla H akk ı arayan kimse.

A R A Z Ar. (‘araz, işaret) a. Kendi başına bir varlığı olmayan,


belirebilmesi için bir asla, öze gereksinim duyan şey; m utlak’a bağlı

35
olan v arlık .

ARBEDE Ar. (‘arbede, kavga etme, savaşma) a. Bir duygunun,


bir inanışın etkisiyle aşın ölçüde çoşup kendinden geçen tarikat yolcu­
larının, H ak ile giriştikleri tartışma.

ARG U VAN (Doğu Anadolu' nunY tıkarı Bölümü'nûe M alat­


ya iline bağlı ilçe) *Arguvan s e m a h ı: Tokat yöresinde yaygın,
ağ ırla m a sı beş, yeldirm esi iki vuruşlu bir sem ah.

A R I a. M ü rş it.
2. H ak ik at'i arayanı anımsatan sembol.

A R IN M A a. Nefsin tutkularından sıyrılma.

A R İF Ar. ( ‘arif, irfan ve marifet sahibi) a. T a n r ı’nın; gönül


bilgisi; duyarlığı, derinliği yoluyla kendisiyle bütünleşmesine izin
verdiği ve bu yolla, kendi yüce varlığını görebilmesi lutfunu sağladığı,
kendi özünü tatmanın zevkini verdiği, yüksek olgunluk aşam asına
ulaşmış kişi. (ANSİKL.)
*Arif-i billah: T anrı gizemine ulaşan. T anrı katında iyi karşıla­
nan yetkin kişi, ermiş.
-ANSİKL. A rifin İlahi H akk'ın özünü tatması durumunda; bi­
lenle bilinen, tek bir varlık olur. Arif bu konuma, kendiliğinden ya da
bilim ve öğrenimle değil, duyuş ve seziş yoluyla yükselir; bilgisi öte­
sindeki dünyada olup bitenberi bilme yeteneğine kavuşur.

A R İF L E R a. İnsan-ı kâmil aşam alarından üçüncüsünü tem­


sil eden, m arifet kapısı'yla özdeşleştirilen ve kökenlerinin su ol­
duğu kabul edilen, dört tür insandan üçüncü tür insanlar. (ANSİKL.)
-ANSİKL. M ak alat ve V ilayetnam e’de, A llah ’ın dört tür in
¡an yarattığı anlatılır: Ş eriat kavm i olan a b itle r; ta rik a t kavm

36
olan z a h itle r; m arife t kavm i olan a r if le r ve h a k ik a t kavm i
olan m uhipler. Bu dört tür insan; d ö rt kapı ve d ö rt öğe yle temsil
edilir; A h itle r, şe ria t kapısı ve h a v a ; z a h itle r, ta rik a t kapısı
ve a te ş ; a r i f l e r , m a rife t k ap ısı ve su ; m u h i p le r , h a k i k a t
kapısı ve to p ra k .

ARKA NEFES Yozgat yöresinde yaygın, kendine özgü okunuş


ve söyleniş özellikleriyle belirgin sem ah nefesi.

A R S L A N a. A llah’ın arsla n ı anlamında Hz. A li'ye verilen


lakap.
*Arslan kanı; Şarap.
*Arslan sütü: Rakı.

A R S L A N L I Ç EŞM E a. Hacı Bektaş Tekkesi nin avlusun­


da, girişte sağ köşede, içinde ağzından su fışkıran bir arslan heykelinin
bulunduğu havuz. (ANSlKL.)
-ANSİKL. Havuzun suyu, alevi-bektaşilere göre kutsaldır; iç­
mek ya da yıkanmak için tüm diğer sulara önceliklidir.

A R Ş Ar. ( ‘arş) a. 1- Dokuzuncu ve en üst gök.


2- H ak k ’m isim ve sıfatlarının ortaya çıkma, belirme yeri.
*Arş-ı â lâ , arş ı azam , arş ı berin, arş ı huda arş-ı ra h m a n :
Göğün en yüksek katı; T anrı katı.
*Ars-ı k e rim : Her şeyi kuşatan külli nefs.
*Arş-ullah: İnsanın bir örneği kabul edilen m utlak varlık.
*Arşu’r-ra h m a n : Kâmil insan ın kalbi (ANSİKL.)
*Arş ü fers. arş ü zemin: Gök ve yer.
-ANSİKL. Yerlere göklere sığmayan A llah’ın asıl arşı, kâm il
insan'ın kalbidir; O, ancak oraya sızabilir.

37
ASA Ar. ( ‘aşa) a. D ervişlerin güç işleri başarmak için kul­
landıkları gizemli değnek.
*Asa töreni: Cem töreninin kolları sıralamasında yer alan ve
Cem töreninin belli ölçülerde yinelenmesi biçiminde gerçekleştiri­
len bir tö ren .

A S Â K İR Ar. ( ‘a s ö k i r , askerler, erler < 'a s k e r 'in çoğulu)


*Asâkir-i H ak, asâkir-i ra h m a n i: A llah'ın ruhani kuvvetleri.

ÂSÂ N Fars. (âsân) s. ve be. Kolay.

ASGAR Ar. (aşğar) s. En küçük, çok küçük.

A S H Â B Ar. (aşlfâb c s â h i b un çoğulu) a. Hz. M uham m et'i


görmüş, onunla konuşmuş, onun sohbetine katılmış olanlar; sa h a ­
be.
*Ashâb-ı A li: Al-i âbâ
*Ashâb-ı s ır: G ayblara karışan erm işler.
*Ashâb-ı şe ria t: Ş eriat yolunu tutanlar.
*Ashâb-ı ta rik a t: T a rik a t yolunu tutanlar.

A S İL Ar. (aşl ) *Asl-ı â le m : K âm il insan.

 S İT  N Fars, (astan) a.  stân e.

 S İT  N E Fars. (â stâ n e) a.  stâne.

 S M  N Fars, (âsmân) a.  sum ân.

 S T  N Fars. (â s tâ n ) a.  stân e.

38
 S T  N E Fars. (âstâne) a. T a r ik a t kurumlannın en büyüğü
durumunda olan yapı; büyük tekke, dergâh.
*Âstâne-i B ektasivan: H alife m ak am ı durumundaki bektaşi
d erg âh ı.

 S U M  N Fars, (asman, sema) *Âsumân-ı g a v b : G ayb se­


ması.

A ŞÇ I a. Aşevinde görevli kimse.


*Aşçı b a b a : Büyük b ek taşi tekkelerinde, on iki ev'den en
önemlisi durumunda bulunan aşevini yöneten baba. (ANSİKL.)
*Aşçı Postu: M eydan'daki, on iki post sıralamasında yer alan,
S eyyit Ali Sultan m akam ı.
-ANSİKL. Yetenekli aşçı b a b a la r, d e d e b a b a la r öldüğünde
onun yerine geçerdi.

A Ş E V İ a. B ek taşi tekkelerinde, te k k e yem eklerinin


yapıldığı bağımsız yapı ya da bölüm. (ANSİKL.)
* Aşevi b ab ası: Aşçı baba.
-ANSİKL. Tekkeler boyut ve kuruluş bakımından birbirlerinden
farklı olmakla birlikte, genelde bağımsız yapılar durumunda olan ve ev
adı verilen bölümlerden oluşur. Bu evlerin birer babası vardır.

 ŞIK Ar. (‘âşık) a. 1- Tanrısal varlığın gizemine bağlanarak


kendini T an rı’da, T an rı’yı kendinde görme aşamasına yükselmiş yet­
kin kişi.
2- B ektaşilik tarik a tın d a, b e k ta ş ilik 'in kıyısında duran,
alevi-bektaşi ilke ve âdetlerine belirli bir sadakat duyan, ancak nasip
alm am ış durumda bulunan kimse. (ANSİKL.)
*Âşık b a b a : Z âkir.
*Âşık - M a ş u k : Aşığın, tanrısal özde ölmezliğin s ırrın a
ulaşması durumunda beliren, sevenle bevilenin birliğini anlatmak için
kullanılır.

39
*Âsık m eşrep talip : Üzüntüsünün, sıkıntısının artmasına koşut
olarak zevki artan ve imanı çoğalan talip.
-ANSİKL. Nasip alm am ış kişi anlamında âşık terimi, ta rik a t
içine çekilme sürecindeki meraklı araştırmacıyı belirtir: Tekkeyi ziya­
ret edebilir, B aba'yla konuşabilir. Tam üyeliğe aday olarak algılanan
âşıklar, tö renle ta rik a ta girmiş olmasalar da genelde bektaşi ce­
m aatinin üyeleri kabul edilirler.

AŞİNA Fars, (âşinâ, dost, tanış) a. 1- Aynı ta rik a ta bağlı iki


kişinin birbiriyle can arkadaşı olmaları durumu.
2- Benliğinden uzaklaşarak H ak k 'a yaklaşan salik'in. H akk ın
dostu, tanışı olması durumu.

AŞK Ar. ( ‘aşk) a. 1- Tanrısal varlığı, içten gelen ve eğilimle sev­


me.
2- Tanrısal sevginin insanı bütünüyle egemenliği altına almasıyla
belirgin; sevenin sevilende kendini yoketmesi, sevenin yok yalnızca se­
vilenin var olması, sevenle sevilenin bir olması durumunu sağlayan, sev­
ginin son aşaması. (ANSİKL.) [1]
*Aşk badesi: İçene saz çalıp şiir söyleme yeteneği ve becerisi ka­
zandırdığına inanılan içki.
*Aşk olsun: “Ödülünüz ilahi aşk olsun " anlamında, temenni be­
lirten bir selamlaşma sözü.
*Aşk-ı fazl-ı Hak, ask-ı fazl-ü H ak: Fazilet ve doğruluk aşkı,
sevgisi.
*A$k-ı H ak ik i: İlahi aşk. (ANSİKL.) [2]
*Ask-ı m ecazi: İnsanın insanı ya da diğer yaratıkları sevmesi.
(ANSİKL.) [3]
*Aşkı niyaz olsun: “Aşk dilemek’" anlamında bir selamlaşma
sözü.
* Askın cemal olsun: “Aşk olsun" sözüne yanıt olarak verilen b
selamlaşma sözü.
-ANSİKL. [1] Fiziksel dünya. H a k ik a t in yokluktaki bir

40
yansımasıdır; “ikilik duygusu", T a n r ı’nın varlığı gerçeğini insan­
dan saklayan bir örtüdür. İnsanın içinde, çıktığı kaynakla yeniden bir­
leşme eğilimi vardır; bu nedenle insan kendi “ben”iyle bir savaşım içi­
ne girer; “b irlik ”in sağlanabilmesi için “ikilik" aşılarak “ben" fet­
hedilir. “ikilik duygusu’ nun aşılması ve “b en 'in fethedilmesi, an­
cak “aşk gücü"yle olanaklıdır: Bu “aşk" içimizde vardır, çünkü o da
T an rı’nın kendi yapısının bir parçasıdır.
-[2] Aşk-ı Hakiki nin iki türü vardır: 1- T an rı’nın kulu sevmesi.

2- Kulun T a n rı’yı sevmesi.


-[3] İki türlü aşk-ı mecazi vardır: 1- İlahi güzellikten varlıklara
yansıyan güzelliklere duyulan sevgi; estetik sevgi.
2- Aynı cinsten ya da karşı cinsten bir insana duyulan sevgi.

A Ş K U L L A H Ar. ( ‘a ş k u l l a h < ‘a şk ve A l l a h ) a. T a n r ı
aşkı. T an rı sevgisi.

AŞU R Ar. ( ‘aştır) a. A şure.

AŞU RA Ar. ( ‘aşûrâ) a. A şure.

AŞURE Ar. ( ‘aşure) a. 1- M u h arrem ayının onuncu günü.


2- M uharrem ayının on birinci günü akşamı bakla, nohut, fasulye,
incir, üzüm, kestane, fındık, fıstık, şeker vb. 12 çeşit gıda ile pişirilen ve
on ikinci günü m atem o ru c u bitiminde yenen bir çeşit tatlı.
(ANSİKL.)[1]
* Aşure bitiş g ü lb a n k ı (te rc ü m a n ı): Aşure yendikten sonra
m ü rşit tarafından okunan gülbank.
* Aşure e rk ân ı: Aşure pişirimi sırasında uygulanan tören.
* Aşure g ü lb an k ı: Aşure pişirimi sırasında, kazan başına davet
edilen m ü rşit tarafından okunan gülbank.
* Aşure günü: M uharrem ayının on ikisinde, K erbela şehitlerini

41
ve ehlibeyt soyunu anmak için yapılan gün. (ANSİKL.) [2]
* Aşure tö re n i: Aşure günü, K erbela olayının çeşitli yönlerini
canlandırmak için yapılan ve M uharrem yas töreni adıyla da anılan
tietral tö re n .
-ANSÎKL.[1] Dergâhlarda, aşure için gerekli malzeme büyük bir
kazana konduktan sonra ateşe verilir: Aşçı baba, eline büyük bir kepçe
alarak kazanın başına gelir ve “Destur Ya İmartü" diyerek kepçeyi kaza­
na daldırır; yanında bulunanlar hep bir ağızdan, “Ya Hüseyin'." derler;
aşçı b a b a ’dan sonra sırayla hepsi, aynı sözleri karşılıklı yinelenerek
kazanı karıştırır. Bu törensel işlem, aşure piçinceye değin sürer. Aşure
pişince m ürşit'e haber götürülür; haberi alan m ürşit kazan başına ge­
lir ve “Ya Hüseyin1." diyerek kepçeyi alır, kazanı karıştırır; daha sonra
kepçeyi öperek niyazla diğerlerine verir; onlar da aynı işlemi yapar.
Kimi d erg âh lard a, önce Hz. Hüseyin Ziyaretnamesi okunur,
ardından m ürşit kazan başına davet edilir: Buraya gelen m ürşit, aşure
gülbankı'nı okur ve sonra kepçeyi eline alarak “Ya İmamV' der ve ka­
zanı karıştırır. İşlem bitince kepçeyi aşçı baba'ya geri verip m akam ı­
na döner. Ardından önce selam nam e. sonra mersiye okunur.
M ersiyeyi, m ü rş it’in okuyacağı yeni bir gülbank izler; kazan
başına gelen m ü rşit, yöntemine uygun biçimde kazanları karıştırır.
Orada bulunan canlar, önce sırasıyla m ürşit'in eline daha sonra kendi
aralarında birbirlerinin ellerine niyaz ederler. Niyazlaşm anın bit­
mesiyle m ürşit aşçıbaşıya, “Erenler, aşı canlara üleştir.” der ve sof­
ralar kurulur; okunan kısa bir gülbank'tan sonra aşure yenir: ardından
m ü rşit tarafından okunan aşure bitiş gülbankı'yla aşure erkânı ta­
mamlanmış olur.
- [2] Aslında aşure günü, Arabi ayların ilki olan m uharrem ayının
onuncu günüdür. Araplar eskiden bu günü, kutsal sayar ve oruçlu geçi­
rirlerdi. Hz. M uham m et'in M edine'ye göçünün ikinci yılında R a ­
mazan orucu farz edildi ve Müslümaıılar'darı aşure günü, oruç tutmak
yükümü kaldırıldı ve gönüllülüğe bağlandı.
Aşure gününe ilişkin çeşitli söylenceler vardır: Sözgelimi; Hz.
Adem’in ilk günahından dolayı ettiği tövbenin bugün kabul olunduğu.
Hz, İb rah im 'in bugün ateşten kurtulduğu, Yakup Peygam ber'in

42
oğlu Yusuf &bugün kavuştuğu, Nuh'un bindiği geminin Cudi Dağı’na
bugün oturmuş olduğu gibi.
Yine söylenceye göre; Nuh, gemide kalan çeşitli gıda maddelerin­
den bir çorba yapılmasını söyler; tufandan kurtulanlar o günü ululaya­
rak bayram olarak kutlar ve bu çorbanın benzerini pişirerek yer.
Başlangıçta Müslümanlar arasında, m u h a rre m ayının onuncu
günü aşure pişirilip konu-komşuya ve muhtaçlara dağıtılması gelenek­
tendi. Hz. M uham m et'in torunu Hz. Hüseyin K erbela'da yine m u­
harrem ayının onuncu günü şehit edildiği için aşure zamanla, onun ve
onunla birlikte şehit edilenlerin ruhları ile pişirilir ve dağıtılır oldu.
A levi-bektaşiler, m u h arrem ayının birinci gününden onuncu
günü öğle zamanına değin su orucu tutarlar; onuncu gün öğleyin oruç
biterse de matem, on ikinci günün sabahına değin sürer ve on ikinci gün,
aşure günü olarak kutlanır.
Halk takviminde m uharrem in saptanması şöyledir: Kurban bay­
ramı zilhicce ayının onuncu günüdür; bugünden başlayarak 20 gün
sayılır; yirminci gün, yani zilhiccenin otuzuncu ve son günü akşamı
m atem o rucuna niyet edilir;, izleyen gün m u h a rr e m in birinci
günüdür.

ATA a. G ök.

A TAC I POSTU M eydan'daki on iki post sıralamasında yer


alan. Kamber Ali m akam ı.

A T Ç I P O ST U A tacı postu.

A T E B A T Ar. Ç atebât, eşikler, basamaklar < ‘a t e b e 'n in


çoğulu) *Atebat-ı âliye: N e c e f K erbela, Kâzimiye, Sanııra. H o ra ­
san gibi kutsal yerler.

A T E B E Ar. (‘atebe. eşik, basamak) a. 1- Tekkenin kapı eşiği.


(ANSİKL.)
2- T arikata girmek için atılan ilk adım.
43
-ANSİKL. B e k ta ş ilik ’te, eşik kutsal sayıldığından üzerine
basılmaz. Terim, sünni ta rik a tla rd a kullanılıyorsa da fazla yaygın
değildir.

A T E Ş Fars, (âteş) a. Öıısüz-sonsu: olarak algılanan, varlık


türlerinin dört kurucu öğesinden biri. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Dört öğe öğretisine göre varlık türleri; su. to p rak ,
hava ve ateşten kurulmuş bir bütündür.

A T E V İ a. Büyük bektaşi tekkelerinde bulunan on iki ev den


biri. (ANSİKL.)
*Atevi babası: Atevi'ni yöneten baba.
-ANSİKL. Atevi’nde. tekkenin ve konukların atlarına bakanlar
kalırdı.

A T L A S Ar. (atlas) a. A rş.

A T L IL A R K A P IS I P ir e v i’nde, H a zret avlusu na açılan


kapı.

A T Ş A N Ar. (atşân) s. Susuz, susamış, susayan.

A V A M Ar. (‘dvâmn < ‘â m m 'm çoğulu) a. T a rik a t konusun­


da bilgisi olmayan, şeriatın kurallarına bağlanmayı doğruluk sayan,
aydınlanmamış topluluk.

A Y a. Dokuz gök sıralamasında yer alan, en alt gök katı.

A Y A K M Ü H Ü R L E M E K M ü r ş it katında dururken, sağ


ayak başparmağını sol ayak başparmağı üzerine koymak. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Ayak mühürlemek, m ü rşit'e saygıyı simgeleyen bir
duruş biçimidir. M ü rşit'in huzuruna yalınayak çıkan m ürit, emrin­
den ayrılmayacağını ve emirlerini alana değin müherlenmiş gibi dura­

44
cağım anlatmak için, ellerini çaprazlama omuzlarına koyar ve sağ ayak
başparmağını sol ayak başparmağına bastırarak ayaklarını m ühürler.

AYAK ÇI a. B ektaşi tekkelerinde temizlik vb. sıradan işleri


gören talip. (ANSİKL.)
* Ayakçı p o stu : Abdal M usa m akam ı.
-ANSİKL. Hem b ek taşilik 'te. hem de ınevlevilik'te kullanı­
lan bir terimdir. Yeni ik ra r etm iş olan a y a k ç ıla r, bu tür işlerde
çalıştırılarak deneyden geçirilir.

A Y A N Ar. (a ‘yâ n, gözler < ‘a y n 'm çoğulu) *Âyan-ı sâbite:


Varlık türlerinin var olmadan önce. T anrı'nın bilgisindeki değişmez
sureti. (ANSİKL.)
-ANSİKL. T anrı'nın bilgisi ve varlık türlerinin sureti, sonsuz ve
kalıcıdır; buna karşın, varlık türlerinin bizim görebildiğimiz varlığa
dönüşümü sonludur. Bu nedenle gerçek varlık âyan-ı sâbite'dir; bizim
görebildiğimiz varlık türleri, âyan-ı sâbite'nin var görünmesinden
başka bir şey değildir.

A Y A T U L L A I1 Ar. (âyât A llâh. Allah ın işaretleri) a.


A y e tu lla h .

A Y D IN L A TM A (bilgi verme, açıklama) *Aydınlatma döne­


mi: Hz. M uham m et'in ölümüyle başlayan, kılıcın yerine bilginin geç­
mesiyle belirgin Hz. Ali ve soyundan gelenler dönemi.

A Y E T U L L A H Ar. (âyât A llâh, A llah'ın işaretleri) a.


İslamlık’m şii mezhebinde önde gelen dinsel önderlere verilen un­
van.

A Y İN Fars, (âyin) a. T a rik a t ehli'nin kendi aralarında belli


kurallara göre düzenledikleri tören.

45
*Avin-i cem : Cem (ANSİKL.)
*Avin-i k eb ir: En fazla önem verilen ayin.
* Ayin-i n iy az: Niyaz ayini.
-ANSİKL. Ayin-i cem , alev ilik -b ek ta şilik 'te daha çok cem
olarak bilinir. Toplanma töreni anlamındaki ayin-i cem ’in; efsanevi
İran hükümdarı Cemşid ya da Cem’in, yılda iki kez (gece ve gündüzün
eşit olduğu günlerde) yapılmasını buyurduğu içkili, müzikli eğlentiden
geldiği sanılmaktadır.

 Y İN E Fars, (âyine, ayna) a. 1- İnsanın gönlü. (ANSİKL.)


2. T a n rı’yı güzelliğiyle yansıtan görünür varoluş evreni.
3- T a n rı’nın en yüksek yansıması olan İnsan-ı kâmil.
-ANSİKL. T anrı, insanın gönlünde aynada yansıyan bir ışık gibi­
dir.

A Y N Ar. ( ‘ayn, göz) *Avn-i cem : M evlevilik'te, özel giysi­


lerle, genellikle geceleri tek k e le rd e yapılan ta r ik a t tö re n i.
(ANSİKL.)
*Ayn el vakin: Görme.
*Avnu’l-cem. avn-ül cem : Ayn-i cem
-ANSİKL. Etimolojik kökenleri ayrı, yapılış biçimi, amacı ve an­
lamı farklı olmasına karşın ayn-i cem terimi; çoğunlukla alevilik-
b e k ta ş ilik ’teki ayin-i c e m ’le karıştırılır ve aynı anlamda kul­
lanılır.

A 'Z A M Ar. (a ‘za m ) s. Çok büyük, ulu.

46
B
BA Ar. (bâ Arap alfabesinin ikinci harfi) a. İlk ak ıl'm ve
v arlık türlerinin belirmesine araç olan ilk kâm il in san ’ın simge-
si.(ANSÎKL.)
-ANSİKL, B a’nın noktası, varlık âlemine işaret eder; bu nok­
tanın, ba'nın altında yer alması, varlıkların ilk akla bağımlı olduk­
larını anlatır. “Besmeledeki ba nın altında bulunan nokta benim" di­
yen Hz. Ali, ilk akla bir gönderme yapar.

BÂB Ar. (bâb, kapı) a. 1. Eşik.


2- Ş iilik’in ilk zamanlannda, en yüksek aşam adaki im am ın
m ü rid i.

B A B A a. B e k ta ş ilik 'in b a b a g a n k o lu ’nda m ü r ş i t l i k


aşamasına gelmiş, tekkede düzenlenen törenleri ve tekkenin iç işle­
rini meten derviş.
’‘Baba çizgiler: H utût-ı ebiye.
*Baba e re n le r: M ü rşit.
*Baba dikme: Dede’nin inandığı kişilerden rehber seçmesi.
♦Baba olma erk ân ı: Baba olmaya, bir tekkede babalık yapmaya
hak kazanmış dervişe bu unvanının verilmesi için yapılan tören.
*Baba p o stu : H orasan postu.
*Baba sem ah ı: M iraçlam a.

47
*BabaIar kolu: Babagan kolu.
*Babalar tö re n i: Cem töreni kapsamında ek bir tören niteliği
taşıyan ve cem töreni’nin belli ölçülerde yinelenmesi biçiminde ger­
çekleştirilen tö ren.

B A B A İ a. B ahailik'i benimsemiş kimse, topluluk.

B A B A İL İK a. XIII. yy'da A n ad o lu 'd a Selçuklu yönetimine


karşı Baba İlyas ve halifesi Baba İsluık önderliğinde başlatılan dinsel-
siyasal hareket. (ANSİKL.)
-ANSİKL. A nadolu'ya gelerek Amasya'ya yerleşen Baba İlyas.
siyasal bir boyut da katarak köktenci bir şiilik yarattı: İslamlık öncesi
Türk kültüründen kaynaklanan görüşleri, aynı inanç ve gelenekleri
büyük ölçüde yaşatan ve koruyan T ürkm enler arasında etkili oldu.
Kentlerdeki sünni halka dayalı bir devlet örgütü kuran Anadolu
Selçukluları, kırsal bölgelerde yaşayan Türkm enleri giderek dışladı.
Ekonomik, toplumsal ve dinsel bakımdan, sünni kentlilerden ayrılan
Türkm enler, eski Türk şamanlarmm devamından başka bir şey olma­
yan, köktenci bir şiilikle donanmış T ü rk m en bahaları tarafından
yönetilmeye başlandı.
Selçuklu yönetimiyle T ü rk m en ler arasındaki bu uzlaşmaz çe­
lişki, ayaklanmanın koşullarını hazırladı: Sultan'ın Baba İlyas üzeri­
ne asker göndermesiyle sıcak savaş başladı; durumu öğrenen Baba İshak.
Harezmli T ü rk m en le r le işbirliği yaparak Güneydoğu Anadolu ve
Suriye'yi ele geçirdi ve Baba İlyas'a kavuşmak için Amasya'ya doğru
harekete geçti. Bunu öğrenen Gıyasettin Keyhüsrev 11. ünlü komutan­
larından Müburizettin Armağanşahı. Amasya'ya subaşı atadı ve ayak­
lanmayı bastırmakla görevlendirdi. Baba İshak’tan önce kente ulaşan
Armağanşah, Baba İlyas’ı yakalayarak kale burcuna astı; Baba İlyas'm
ölümsüzlüğüne inanan Baba İshak önderliğindeki T ürkm enler, kente
saldırdı ve Armağanşah'ı öldürdü. Kazanılan zaferlere karşın, babai-
le r'in başlattığı isyan, Kırşehir-Malatya'ûa S u ltan 'ın ordusundaki
ücretli Hıristiyan askerlerinin teknik üstünlükleri karşısında yenik

48
düştü ve Baba İshak'm öldürülmesiyle son buldu (1240).
B a b a ile r ayaklanmasının bastırılmasından sonra b a b a ilik .
çeşitli biçimlerde varlığını sürdürdü: İzleyen dönemlerde A n ad o ­
lu'da gelişen ehli sünnet dışı akımlara kaynaklık etti ve kaynaklık et­
liği akımlar içimde eriyerek ortadan kalktı.

BABAGAN Fars. (bâbâgân < Tr. baba nın Fars çoğulu) a. B a­


b a la r .
*Babagan kolu: B ektaşilik'te, d ed e b ab a unvanıyla p ir pos-
tu'nda oturan ve Hacı Bektaş Veli'yi temsil ettiği kabul edilen d er­
vişe bağlı ta rik a t kolu. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Bektaşilik temelde iki büyük kola ayrılır: Babagan
( b a b a la r ) k o lu ve Ç e le b iy a n (ç e le b ile r) k o lu . Ayrılık kay­
nağını. Hacı Bektaş Veli’nin özyaşamına ilişkin iki farklı yorumdan
alır. Babagan kolundan derviş bektaşilere göre, Hz. P ir b e k â r
yaşadı (m ücerret): manevi evlat olan Timurtaş. Kadıncık ,4«a'dan.
Hacı Bektaş Veli’nin burun kanıyla doğdu: bu nedenle “evlat bel ev­
ladı değil, yol evladıdır."
Ç elebiyan kolu ndan b e k ta şile r ise bunun tersini savunur.
Kadıncık Ana. Hz. P ir'in nikahlı karısıydı: 710 hicri yılında, Timur­
taş adında bir oğul doğurdu: bu nedenle “evlat yol evladı değil, bel ev­
ladıdır".
Yaygın biçimde babagan kolu olarak da adlandırılan babagan ko-
lu’ndan derviş bektaşiler. Hacı Bektaş Veli'nin özyaşamına ge­
tirdikleri yorumu, kendi yaşamlarına da uygularlar ve bekâr (m ücer­
ret) yaşarlar. Bekâr yaşama özelliğiyle belirgin olduğu için babagan
(b a b alar) koluna, m ücerret kol da denir.
Bu ta r ik a t yolunun kurucusu Balım Sultan "dır: 922 hicri
yılında ölen Balım Sultan (Balı Çelebi), m ü cerret yolu yorum­
ladı, usul ve erkânını ortaya koydu.
M ü c e rre t ik ra r ı veren d e rv işle rin sağ kulakları, B a lım
Sultan T ü rb e si’nin eşiğinde delinir ve “teslim h alk ası” olarak
bilinen m enguş (küpe) takılır: “P ir ’in kulağı küpeli dervişi” olan

49
bu bektaşiler, artık evlenemez; dergâh ve zaviyelerde inzivaya çe­
kilir.
Dedebaba önceleri, Hacıbektaş'taki P irevi’nde oturur ve diğer
b a b a la r önderliğinde çalışan bölümlerin tümüne başkanlık ederdi.
P o s tn iş in ’lerin b ab a lık icazetnam elerini verir; uzak bölgeler
için kendisine halife atar ve bunların hilafetnam elerini yazardı.
Babagan kolu'nda babalık, belli bir eğitim sürecinden sonra elde
edilir: D e rv iş lik yolunda ilerlemek isteyen m ü r it. E y v a lla h
K a p ısı’ndan geçmek zorundaydı; buraya başvuran derviş, “Dede
bağı”nda üç yıl hizmet ederdi. Daha sonra dedebaba tarafından kabul
edilen baba adayı derviş, 12 yıllık yeni bir hizmete koşulurdu; baba
olduğunda, ya bir tekkede babalık yapar ya da yeni bir tekke açması­
na izin verilirdi.

BABAĞ A N Fars, (bâbdgdn dan) a. B abagan.


*Babağan kolu: Babagan kolu.

BABALIK a. 1- T a rik a t yolunda b ab a olmanın gereklerini ye­


rine getirme; babanın görevi.
2- Derece sıralamasında dervişlikten sonra gelen ve babalarca
temsil edilen aşam a.

B A B A Y A N Fars, (bâbâyân < Tr. ba ba 'nın Fars, çoğulu) a.


Babagan.

B ÂBİ a. B âbilik’i benimsemiş kimre, topluluk.

B A BİL İK a. Şeyh Ali Muhammet Bâb'm kurduğu, T a n r ı’nın


A li’de nesnelleştiğini savunan bir m ezhep.

BACI a. T arik a ta bağlı kadınlardan her biri.

B A C I A N A a. A n a b a c ı.

50
B A C IA N N E a. A n a b acı.

B A C IS U L T A N a. A n a b acı.

B A C IY A N Fars. (b â c î y â n , bacılar < Tr. b a c ı ' nın Fars,


çoğulu) *Bacıyan-ı Rum: Ahi Evren'in karısı Fatma Bacı tarafından
kurulan ve Osmanlı Devleti'nin kuruluşunda önemli rol oynayan Ana­
dolu b acıları örgütü.

BÂDE Fars, (bade) a. 1- İçki, şarap. (ANSİKL.)


2- Tanrısal sevgi, tanrısal coşku, İlahi aşk.
-ANSİKL. Ruhlar, yeryüzüne inmeden önce. T anrı katında top­
landı; insan ruhuna ilk içki, sevginin kaynağı durumunda olan bu kutsal
yerde sunuldu.

BADEFÜ RUŞ Fars, (bâd efü rûş, şarap satıcısı) a. M ürşit.

BAĞ a. Düşkün m eydanı nda, m ürşit kararı bildirmeden önce


zâkir tarafından yüksek sesle okunan nefes.

B A Ğ JŞT A SI a. Gezginci b ektaşi dervişlerin sadaka top­


ladıkları kap.

BAĞLAMA a. Telli ve mızraplı bir halk müziği çalgısı.

BAĞ LAN M A a. Bir tekkeye, ocağa girme.

B A Ğ L A N T I a. Cem törenlerinde, on iki İm am ’dan her bi­


rinin adı geçtiğinde, herkesin diz çöküp önüne niyaz ettiği, söz
eşliğinde söylenen bir nefes.

51
B A H A İ a. B ah ailik ’i benimsemiş kimse, topluluk.

B A H A İL İK a. Buhaullah Mirza Hüseyin Ali Nuri'nin kur-


d u ğ u .T a n rfn ın kendisinde nesnelleştiğine dayanan, b a b ilik 'in
değişik bir yorumu durumundaki mezhep.

BAH Ç E a. T a rik a t yolcusunun gönlünün m arife te açılmış


durumu.
♦Bahçeden gül koklamak: İk ra r törenlerine verilen ortak ad.
♦Bahçeden gül koparmak: Cem törenlerine verilen ortak ad.

B A H R Ü L -H A K A Y IK a. M ak alat-ı H acı B ektaş Veli


adlı Arapça yapıtın. Hatipoğlu tarafından yapılan Türkçe manzum çe­
virisi.

B A K İR E Ar. (bakire < ba kir'in dişili) ♦Bakireler tö r e n i:


K ız la r tö re n i.

B A L a. 1- İlahi H akikat in sembolü


2- M ü rş it’in (u y a rıc ı’nın) aradığı İlahi H akikat.
3- M ü rşit'iıı (uyarıcı nın) verdiği bilgi.

B A L IM S U L T A N (B ektaşilik ta rik a tı nın ikinci kurucu­


su [- 1516] ♦Balım Sultan e rk â n ı: B ektaşilik'te yola giriş töreni.
♦Balım Sultan küpesi: M enguş.
♦Balım Sultan p o stu : Ekm ekçi postu.
♦Balım Sultan töreni: İk ra r ayini kapsamında ek bir tören nite­
liği taşıyan ve ik rar ayini’nin belli ölçülerde yinelenmesi biçiminde
gerçekleştirilen tören.

B A L IM E V İ a. Hacı B ektaş Tekkesi nde, m ü cerret b ab a­

52
ların yaşadığı yapı.
*Balımevi babası: Balımevi'ni yöneten ve diğer babalarla birlik­
te tekke yönetim meclisini oluşturan baba.

BAL1M TAŞI a. T e s lim ta ş ı.

BANK Fars, (bâng, bağırma, haykırma) a. G ülbank.


*Bank çekmek: G ülbank çekmek.
*Bank-ı M u h am m edi: G ülbank-ı M uham m edi.

B A SİR E T Ar. (basiret, görü) a. Nesnelerin arkasında yatan te­


mel gerçeği gören gönül gücü; ruhsal görü.

B A S T Ar. (bası!) a. Umut derecesine yükselen salik'te oluşan


ferahlama durumu.

BAŞ a. Ba'nın (Arap alfabesinin ikinci harfi) noktası anlamında


kâm il insan.
*Bas eğmek (kesmek): D erv işler, c a n la r; tek k e büyükleri
önünde, bir saygı ve teslimiyet belirtisi olarak eller göğüste başlar sağ
yana eğik biçimde durmak*
*Bas okutma: Nefsi temizlemek için yılda bir kez yinelenen
günahlardan arınma töreni. (ANSİKL.)
*Baş okutmak: G ünahlardan arınma töreniyle nefsi temizle­
mek.
-ANSİKL. Baş okutma hizm eti, genellikle m u h arrem m ate-
mi'nden çıkılınca başlar ve ay sonuna değin sürer.
Baş okutmaya c a n la r, ara k iy e si ve tığ b en tin i eline alarak
katılır: M ürşit'in önünde niyaz ettikten sonra d â r'a durulup. “A l­
lah A llah... Yüzüm yerde, özüm d â r'd a e re n le r m eydanında,
H ak k M u h am m et Ali divanında, canım kurban, tenim tercüman.
Bu fakirden ağrınmış, incinmiş can kardeş var ise dile gelsin , bile gel­

53
sin, hakkım talep etsin..." biçimindeki suçlama daveti yapılır. Genel­
likle orada bulunan canlardan bir yanıt gelmez; bu dolaylı itiraf, ye­
terli bir özür olarak kabul edilir; m ü rşit arakıyesini ve tığbentini
yeniden te k b irle y e re k giydirip kuşatır. Baş okutan, bu tö ren le ;
tövbe hizm etini yerine getirmiş, temize çıkmış olur.
Eğer biri çıkıp bir suçlamada bulunursa; m ürşit, kanıt ister; ye­
terli kanıt gösterebildiğinde, durumuna uygun bir cezayla ceza­
landırılır. En ağır ceza, toplum dışına çıkarmaktır (düşkünlük).
Baş okutma bittikten sonra sazlar çalınır, nefesler okunur ve
k u rb a n tığlanır; hizm et sabaha değin sürer.

B A ŞB A B A a. D edebaba.

B A Ş B A B A L IK a. D e d e b a b a lık .

B A Ş IT A Ç L I a. A n a b acı.

B Â T IN Ar. (bâtın, iç. iç anlam, giz, sır) a. Duyu organlarıyla


algılanan nesnel varlık alanı değil, içe kapanıp düşünmeyle kavranılan,
görünmeyen gerçek varlık alanı. (ANSİKL.)
*Bâtın anlam: İç, özsel anlam.
-ANSİKL. Biri görünen (zâhir), diğeri görünmeyen (bâtın) ol­
mak üzere iki alan vardır: Görünen alan (zâhir), görünmeyen alanın
(bâtın) bir yansıması durumundadır; bu nedenle gerçek alan görünme­
yen alandır ve tanrısal ortam bu alandadır. Yalnızca duyu organlarının
algılam asıyla yetinen yüzeysel bilgili insanlar, nesnel alanın
görünüşüne aldanır ve tanrısal gerçekliğe ulaşamazlar.

B Â T I N İ Ar. (batini) s. 1- B â tın la ilgili, b â tın a ilişkin


olan.
2- a. Bâtınilik i benimsemiş kimse, topluluk.
*Bâtıni hüküm ler: K alb in , gönlün fiillerine ve amellerine

54
ilişkin dini ve ilahi hükümler.

B Â T IN İL İK a. K u ra n ın b â tın i (içsel) yorumuna dayanan,


ayet ve hadislerin b âtın'ım (içsel olan) bilenin, zâhir'ine (dışsal
olan) uyma gereğinin ortadan kalktığına inanan dinsel-siyasal akı­
mların genel adı. (ANSİKL.)
-ANSİKL. B âtınilik, temelde bir yorumlama biçimi olduğun­
dan; bu yöntemi benimseyenler, birbirleriyle bağlantısız inanç sistem­
leri içinde yer alabilirler.
B âtınilik ilk kez A bbasiler döneminde (IX. yy’ın sonlarında),
“K ad d a h" adıyla bilinen İranh Meymıın bin Dey san tarafından
başlatıldı; Hamdan Karmat, UbeyduIIah Mehdi. Haşan Sabbah ve Ba-
bek Hurrem gibi önderlerin yönlendiriciliğinde, çeşitli dinsel-siyasal
görünümlerde sürdürüldü.
XII. yy’dan sonra ortaya çıkan ehli sü n n et dışı akımların
oluşumunu önemli ölçüde etkiledi; bu nedenle, İslam dünyasında
büyük çatışmalara ve iç karışıklıklara yol açtı.
B â tın ilik 'te H a k ik a t i (H a k k ) kavrama aracı ta lim d ir;
doğrunun ölçütü b irlik (vahdet), yanlışın ölçütü çokluktur (kes­
ret). H akikat'i öğreten m asum imamdır; çünkü doğrunun kaynağı
onun ta lin ıi’dir.
Sünni inanışın tersine (onlara göre sadece peygamberler masum­
dur; yani, g ü n ah işleme iktidarından yoksun, g ü n ah ve yanlıştan
arınmıştır) bâtınilik'te. peygamberlerle birlikte onun halifesi olan
Hz. Ali ve soyundan gelen im am la r da m u tla k anlamda masum­
dur.
K uran'm içsel (bâtıni) anlamı, tek olan gerçeğin kendisidir; Ku­
ran. Cebrail'in getirdiği bir vahiy değil. Peygamber in kendi sözleri­
dir; bu nedenle Peygamber konuşan durumundadır (natık); K uran'ın
iç anlamı natık'a karşı sam it (sessiz) olan imam 'ın talimiyle ortaya
çıkar; Hz. M uham m et'in sarn iti Hz. Ali'dir ve i/yef-hadislerin
gizli anlamları onun ve onun söyundan gelen im am ların açıklama­
larıyla anlaşılabilir.

55
B Â T IN İY E Ar. (b a tın iy y e ) a. B â tın ilik .

B A T N Ar. (battı) a. 1-Karın.


2- Nasil. kuşak, soy

B E H A İL İK a. B ah ailik .

BEKA Ar. (beka, süreklilik, sonsuzluk) a. 1- Geçici evrenin


karşıtı olan ölümsüz v arlık alanı.
2- İnsana özgü bütün niteliklerden ve ilişkilerden sıyrılarak
tanrısal özde sürekli olarak kalma (ANSİKL.). [1]
*Beka billah: Tanrısal özde ölümsüz olma durumu. (ANSİKL.)
[21
*Beka m akam ları: Beka durumuna ulaşmak için geçilmesi gere­
ken aşam alar.
-ANSİKL. [1] Beka öğretisi en keskin biçimini Hallac-ı Mamur'da
[857-922] alır. Onun “Ene'l H ak” sözü Beka’nın, Tanrı'nın kendisi
olduğu anlamına gelir.
-[2] Beka durumuna ulaşan kul, Tanrı'nın varlığıyla var; O'nun
ezeli ve ebedi oluşuyla ezeli ve ebedi olur.

BEK ÂR Ar. (bekâr) s. M ü c e rre t.

BEKÇİ a. Cem 'in ve cem 'e gelenlerin evlerinin güvenliğini


sağlayan kimse.

B E K Ç İL İK a. B ekçi olmanın gereklerini yerine getirme;


bekçinin işi, görevi.

B E K T A Ş İ Ar. (bektâşi < Hacı Bektaş Veli'r\ift [1209-1271]


adından) a. B ektaşilik'i benimsemiş kimse, topluluk.

56
*Bektaşi o cağ ı: T a rik a t ehli nin yetiştirildiği ta r ik a t kuru­
luşu.
* Bektaşi p o stu : H orasan postu.
*Bektasi s ırrı: Bektaşilik'te, dışarı sızmaması için yazılı belge
durumuna getirilmeyen, sözlü anlatım yoluyla kişiden kişiye, kuşaktan
kuşağa aktarılan ta rik a t bilgisi (ANSİKL.). [1]
* Bektaşi tacı: Üst kısmı on iki dilimli, alt kenarı dört parçalı, ke­
çeden yapılmış beyaz başlık. (ANSİKL.) [2]
-[ 1J ANSİKL. B ektaşiler'de sır, önemli bir yer tutar. Başka­
larının elinde kendilerine yönelik teolojik, politik ya da ahlaki bir
silah durumuna dönüşmemesi için ta rik a t bilgisi'ni, uyguladıkları
gizlilik kuralıyla (kitm an kaidesi) dışarı sızdırmazlar; öğreti ve
ta rik a t olarak varlıklarını koruyabilmeleri bir bakıma buna bağlıdır
denilebilir.
[2] Bektaşi tacındaki on iki dilim, on iki İmam ı; alt kenarındaki
dört parça, d ört kapı'yı simgeler. Tepede dilimlerin birleştiği yerde
m ü h ü r ya da gül adı verilen küçük yuvarlak bir parça vardır.
D ervişlerin tacı sarıksız, m ü rşitle rin tacı yeşil sarıklıdır.
İçi sır, dışı n ur olarak algılanan bektaşi tacını giyen dervişin, on
iki özelliğinin olması gerekir:
1- Bilgi sahibi olmak.
2- İsyankâr olmamak.
3- Nefsine uymamak.
4- Dalgın, dikkatsiz bir durumda bulunmamak.
5- Aç gözlü davranmamak.
6- Dünyaya bağlanmamak.
7- İsteklerden vazgeçmek
8- Şehvete aşırı düşkün olmamak.
9- Kibirsiz olmak.
10- Kimseye acı ve zarar vermemek.
11- Pinti ve aceleci olmamak.
12- Vesvese etmemek.

57
B E K T A ŞİL İK a. Hacı Bektaş Veli [1209-1271] adına kuru­
lan. Ali ve On İki İm am sevgisine dayanan, olgunluk eşitlik,
özgürlük vb. ilkelerle belirgin ta rik a t. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Babailer ayaklanması bastırıldıktan [1240] sonra
T ü rk m e n le r, Balya İshak'm halifesi olan Hacı B ektaş Veli nin
çevresinde toplandılar; Hz. M uham m et'i m ü rşit, Hz. Ali'yi re h ­
b e r, Hacı Bektaş Veli yi de p ir tanıdılar.
İslamın esaslarını ve geleneksel alevi inancını, İslamlık öncesi
Türk kültürüyle yoğuran bektaşilik. yeni bir sentez olarak belirdi;
Anadolu halkının konuştuğu arı Türkçe'yi kullanmasının yanında he­
men her düşünce ve inançtan insanlara, kendilerinden bir şeyler bulabile­
ceği soyut, ancak zengin bir düşünsel dünya sundu; toplumsal yaşantıda,
kişiyi dar ve katı kalıplar içine sokmayan toleranslı bir düşünce
özgürlüğü getirdi; görünüşe değil, öze önem vererek varlık birliği
zemininde, insanı onurlandırdı, dahası kutsallaştırdı.
Bu nedenlerle b e k ta şilik , Osmanlı İmparatorluğu'mm her
yöresinde, özellikle Anadolu ve Balkanlar'da hızla yayıldı. Osmanlı
D evleti’nin kuruluş aşamasında önemli roller oynayan bektaşilik.
giderek yeniçeri wağı'nın yarı-resmi tarikatı durumuna geldi.
B ek taşilik'in ikinci önderi Balım S u lta n d ır [-1516]; H acı
Bektaş Veli'niıı hiçbir zaman evlenmediğini, Timurtaş'ın manevi ev­
lat olduğunu ileri süren Balım Sultan, önemli olan Pir'in yolunu iz­
lemektir diyerek, ta rik a tın ayin ve e rk ân ın d a yenilikler yaptı;
dünyayla ilgisini kesmiş bir m ücerret dervişler örgütü kurdu. Bu
yorum ve düzenlemelerden sonra bektaşilik. birbirine rakip iki ana
kola ayrıldı: Ç elebiyan (Ç elebiler) kolu ve b a b a g a n (b a b a la r)
kolu. Hacı Bektaş Veli soyundan geldikleri savında olan ve kendi­
lerine “bel evladı" adını veren Ç elebiyan kolu, daha çok kırsal
kesimde örgütlenirken; P ir’in yolunu izledikleri savında olan ve kendi­
lerine “yol ev lad ı" adını veren b a b a g a n k o lu , kentlerde
örgütlendi.
B ektaşilik'te dört tür insan vardır. Bunlar d ö rt kapı ve d ö rt
öğeyle temsil edilir: Ş eriat kavmi olan a b itle r, şeriat kapısı ve
h av a; ta rik a t kavm i olan z a h itle r, ta rik a t kapısı ve ateş: m a ­

58
rifet kavini olan a rifle r, m arifet kapısı ve su; h a k ik a t kavm i
olan m u h ip ler, h ak ik at kapısı ve to p ra k .

B E K T A Ş İY A N Fars. (b e k tâ şiy â n < Ar. b ektâ şi'm n Fars


çoğulu) a. Bektaşiler.

BEL (İnsan vücudunda, göğüsle karın arasında kalan dar bölüm)


*Bel bağı: İk ra r töreninde m ü rşit tarafından, uyarılan canın
beline sarılmadan tığbente atılan, zina yapmamak ve bu yolda kendini
kontrol etmek anlamında beline sahip olm ak için verilen sözü sim­
geleyen üçüncü düğüm.
*Bel bağlamak: M uhip olanın beline bir itaat işareti olarak
tığ b en t sarmak.
*Bel evladı: Hacı Bektaş Veli'nin soyundan geldikleri savında
olan Ç eleb iy an (Ç eleb iler) kolu ndan d erv iş.
*Bel oğlu: Bel evladı.

B E N a. Nefs.
*Ben m a k a m ı: Nefs aşaması.

BEND Fars. (bend. bağ. bağcık) a. Bir kimseyi tanrısal varlığa


bağlayan eğilim, sevgi.
*Bend etm ek: Bu eğilim, sevgi bir kimseyi tanrısal varlığa
bağlamak.

BENDE Fars, (bende, kul) a. Aşkla tanrısal varlığa, onun bir


görünümü durumunda olan güzele bağlanmış kimse.
*Bende-i âl-i ab â: Âl-i abâ kulu.

B E N G İ (Esk. Tr. bengü, sonsuz, ölümsüz) a. Güney ve Batı


Anadolu'da oynanan bir semah türü.

59
BEN LİK a. 1- “B en ’"in geçici isteklerine aldanma durumu.
(ANSİKL.)
2- Büyüklük savında bulunarak, tanrısal varlık karşısında
bağımsız bir tavır takınmak durumu.
-ANSİKL. T a n rı'y a ulaşma çabasının vazgeçilmez koşulu,
“ben"in geçici isteklerine yüz çevirmek, “ben"i aşarak “benlik'ten
kurtulmaktır; bu mücadeleden başarıyla çıkan kişi fenafillah ve beka
billah m akam larına ulaşır.

BERAT Ar. (berât, kameri takviminde, m eleklerin indiği ve


duaların kabul edildiği, şaban ayının 14’üncü gününü I5'ine bağlayan
gece) a. A ra y ıc ı’nın g ö n ü l yolculuğunda, H a k k 'ın kendisine
göründüğü an.

BERİN Fars, (berin) s. En yüksek, yüce. ulu.

B E RRÂN İ Ar. (berrâni) a. B ektaşi olmayan, yabancı.

B E R Z A H Ar. (berzah) *Âlem-i berzah.

BEŞ a. E h lib e y ti oluşturan Hz. M uham m et, Hz. Ali. H z.


Fatm a, Hz. Hasarı ve Hz. Hüseyin'i temsil eden kutsal sayı.
*Beş âlem (evren): Beş ayrı görünür olma durumunu simgeleyen
v a rlık ev ren leri. (ANSİKL.)
*Bes görünür olma: H azerat-ı hamse.
-ANSİKL. B ek taşilik düşüncesinde temelde T a n rı yla ilgili
beş âlem vardır:
1- L ah u t; kesin v arlık âlem i.
2- C e b e ru t; bütün varlıkların T a n r ı bilgisinde toplandığı
âlem .
3- M elekut; T a n rı bilgisinde toplanan varlıkların açılıp orta­
ya çıktığı âlem.
60
4- Nasut; bu varlıkların, madde biçimine girerek görünüş alanı­
na çıktığı âlem.
5- M isa l; bu varlıkların, en olgun nitelikte bulundukları
âlem .

B E Ş L E R a. E hlib eyt.

B E V V Â B Ar. (b e v v â b ) a, B e k ta ş ilik 'te , on iki hizm et


sıralamasında yer alan ve AbdüllalU bin Ali tarafından temsil edilen
kap ıcı hizm eti.

BEYTÜLM AL Ar. (b e y t - ü l - m â l < bey t. ev ve m â l ) a.


Devlet hâzinesi.

B E Y T İ ) L M A M U R Ar. ( b e y t - ü l - m a ‘m û r < b e y t, ev ve
m a 'm ü r) a. G ökte bulunduğuna ve gök ehli'nin kıblesi olduğuna
inanılan manevi mabet.

B E Y T U L L A H Ar. (beyt-ul-lâh, Allah'ın evi < beyt. ev ve


Allah) a. T a n rı'n ın evi olarak algılanan insan-ı kâm il in gönlü,
k a lb i.

B E Z İR G A N Fars. (bâzârgân, tüccar) a. A rif, m ü rşit.

B E Z M Fars. (bezm . meclis) * Bezm-i cem : Cem meclisi.


*Bezm-i e le s t: R u h la r meclisi.

B İA T Ar. (b i ‘a t, söz verme) a. Bir istekli'nin (talip ), biat


töreniyle bir u y a rıc ı’ya (m ü rşit) teslim olması.
*Biat etmek: Biat töreniyle bir istekli (talip), bir u y arıcı'ya
(m ü rşit) teslim olmak.

61
*Biat tö ren i: Biat sırasında yapılan tören. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Biat tö re n in d e , is te k li ( ta lip ) ile u y a r ı c ı
(m ü rşit) el ele tutuşur: daha sonra telkin yapılır ve ik ra r alınır.
El ele tutuşmakla istek li (talip ), u y a rıc ı (m ü rş it) aracılığıyla
önce Hz. Ali'ye, oradan Hz. M uham m et'e ve T a n rı'y a ermiş
olur.

B İD A T Ar. (b id ‘a t. sonradan ortaya çıkan- şey) a. Hz. M u­


ham m et döneminde örneği olmayan ve sonradan ortaya çıkan yenilik.

B İ L L A H Ar. (b i-l-lâ h < bi- ve e l- A llâ h ) Ünl. A lla h 'ın


adına and içerim.

BİR a. V ahdet in sembolü olan T an rı.

B İR L E N M E K f. İkilik'ten kurtulup b irlik 'e ulaşmak.

B İR L İK a. V ah d et.
*Birlik dirlik: “Hakk’la bir olma" anlamında kullanılır.
♦Birliğe ulaşmak (varmak): H ak 'la H ak olmak.

B İS M İŞ A II Ar. + Fars. (bism-i şah < Ar. bi-sm i ve Fars.


şâh) a. “A li'nin adıyla" anlamında bismillah yerine kullanılan
besm ele.(ANSİKL.)
-ANSİKL. Bismişah’ı, T an rı’nın adı yerine Ali’nin adını anmak
biçiminde yorumlamak yanlıştır; T anrı Ali'dir biçiminde anlamak da
doğru değildir. T arikatın kaynağı olan Ali'ye saygı ve bağlılık belir­
tisi olarak yorumlamak gerekir.

B O YU N (İnsan vücudunda omuzların başlangıcıyla başın


başlangıcı arasında kalan bölüm.) *Bovun kesmek: C an lar; tekke
büyüğü ya da büyükleri önünde, bir saygı ve teslimiyet belirtisi olarak.
62
eller göğüste öne doğru eğilmek.(ANSİKL.)
-ANSİKL. Boyun kesmek, bir selamlama biçimidir; iki el midenin
altına gelecek biçimde çapraz olarak tutulur; başparmaklar Arap
yazısıyla Ali'yi simgeleyecek biçimde kalkık tutulur; baş, biraz sağa
yatırılarak yavaşça öne doğru eğilinir. Ali'ye bağlılığı simgeler.

BOZUK a. 80-90 cm uzunluğunda, 15 ya da 18 perdeli ve dokuz


telli bir bağlama çeşidi.

BU H U RD AN Ar. - Fars, (buhurdan < Ar. b u h u r ve Fars. -


dan) a. İçinde buhur yakılan kap; tütsü kabı.

BURAK Ar. (burâk) a. 1- Hz. M uham m et’in m iraca çıkar­


ken bindiği at.
2- R uhu H a k k a götüren aşk.

BURÇ Ar. (burç) a. İnsan biçiminin göklere yansıması olarak


algılanan Zodyak'ın, on iki yayından her biri. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Burçların adları, insan vücudunda temsil ettikleri yer­
ler, anlamları ve işaretleri şöyledir:
1- Hamel: Baş; aydınlığa giriş; koç.
2- Sevr: Boyun, boğaz; coşku; boğa
3- Cevza: Kollar ve omuzlar; zihin duygu; ikiz erkek kardeş.
4- Seretan: Göğüs, kalbin duygulan; yengeç.
5- Eset: Kalp ya da sırt; benlik ve yırtıcı güdüleri; arslan.
6- Sümbüle: Karın boşluğu; başak.
7- Mizan: Böbrekler, iyiyi kötüden ayırma; terazi.
8- Akrep: Cinsel organlar; üreme; yılan.
9- Kavs: Kalça-kas; yay.
10- Cedi: Dizler; fiziksel itki; oğlak.
11- Delv: Bacaklar; ruhsal diriliş; kova.
12- H ût: Ayaklar; organik yapının ilk biçimi; sırt sırta iki balık.

63
BU RH AN Ar. (b ü rh â n ) a. Delil, ispat, kanıt.

BÛY Fars. (büy) a. Güzel koku.


*Bûv-i cennet: C ennet kokusu.

BU YR U K a. A le v ilik -b e k ta ş ilik 'le ilgili kuralları, dav­


ranışları İmam Cafer'e dayandırarak anlatan erkânnam elere verilen
ad. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Alevi inançlarının, bu kapsamda törenlerin, tö re n ­
lerde izlenecek yolun, yöntemin açıklandığı erkânnam elerin en eskisi
Cafer üs Sadık tarafından yazıldığı kabul edilen Buyruk'tur. Alevi­
ler, Bısati tarafından yazılan M enakıb ül-esrar behçet ü l-ah rar
[XVI. yy] adlı yapıta Büyük Buyruk; Erdcbilli Safiyettin İshak'a oğlu
Sadrettin'in yönettiği sorulan ve yanıtları içeren yapıta da [XVII. yy]
Küçük Buyruk adını verirler.

BÜDELÂ Ar. (büdelâ < bedii'in çoğulu) a. Y ediler.

B Ü R Û D E T Ar. (bürüdet) a. Sıcaklık karşıtı olarak havanın


soğukluk niteliği.

B Ü T Fars, (büt, put) a. 1- Nefs.


2- M asiva.
3- İnsan-ı kâm il.
*Büt-gede (dua edilen ver, tapınak): İnsan-ı kâmil in gönlü,
k a lb i.
*Büt-hane (puthane, tapınak): T an rı’nın insanı kutsadığı her yer
anlamında âlem.

B Ü Y Ü K (Esk. Tr. ¿>ev«A:'len)*Büvük â le m : Âlem-i ekber.


*Büyük baba: Tekkedeki en kıdemli baba.
*Büvük d e rg â h : Pirevi.

64
c
C A F E R İ Ar. (câ 'fe ri < İslam’ın şia kolundan altıncı im am
Ebu Abdullah Cafer bin Muhammet el-Bâkır es Sadık'm [699-766]
adından) a. C aferilik’i benimsemiş kimse, topluluk.

C A F E R İL İK a. Altıncı im am Cafer Sadık'm [Ebu Abdullah


Cafer bin Muhammet el-Bâkır es Sadık (699-766)] kurduğu, imamlara
inanma ve im am sevgisine dayanan ehlibeyt m ezhebi. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Şia-i imamiye, im am iye, isnaaşeriye ya da oniki
im am cılık adlarıyla da anılan Caferilik, şiilik'in çoğunluk m ezhebi
durumundadır.
İm a m la ra inanmayı dinin temelleri arasında sayar. Caferilik
inancına göre im am ya da halife, Allah tarafından günah işlemekten
korunur; bu nedenle im am ın buyruğu T an rı buyruğudur. Hz. M u­
ham m et'in Ali'ye gizli bilgiler vermesinden ve bu bilgilerin sırayla
öteki im am lara aktarılmasından kaynaklanır. T anrı dinini, im am la­
ra ulaştırılan bu bilgiler sayesinde kıyam ete kadar koruyacaktır.
Yanılgıya düşmekten ve günah işlemekten bağışlanan im am lar;
şiilik'in temel ilkelerine ters gelen bir söz söylemiş ya da davranışta
bulunmuş olsalar bile, bu onların gerçek sözü ya da davranışı olamaz;
diğer m e z h e p le rin baskısına karşı kendi durumlarını gizleme
(takiye) eylemi olabilir. Bu nedenle Caferilik'te gizleme, bir ibadet
olarak algılanır; canını, malını ve ırzını korumak, diğer m ezheplere
karşı inançlarını, siyasal-politik eylemlerini gizlemek başta gelen

65
görevdir.
İm am lığ ın Hz. M uham m et tarafından Hz. Ali'ye bırakıl­
dığına inanan caferiler, onun ölümünden sonra sırasıyla Hz. Haşan ve
Hz. Hüseyin'i, sonra da Hüseyin'in oğlu Ali Zeynel-Abidin'i im am
tanıdı; dördüncü imamın ölümünden sonra oğlu Zeydi izleyerek, onun
Hişam bin Abdülmelik't karşı başlattığı ayaklanmaya katılanlar Zey-
diye'yi oluşturdu; Z eydi terk edenler ise kardeşi Muhammet el-
Bakır'ı, ardından da oğlu Cafer Sadık'ı beşinci ve altıncı imam olarak
tanıdılar.
Cafer Sadık'm ölümünden sonra oğullarından İsmail'i im am ka­
bul edenler ism ailiye adını aldı; oğullarından Musa el-Kazım'ı ye­
dinci im am sayanlar daha sonra imamlık zincirini on ikiye değin [Ali
el-Rıza; Muhammet el-Taki\ Ali el-Nakr, Haşan el-Asker i ve M u­
hammet el.-Mehdi] sürdürerek caferilik'i oluşturdular. C a fe ri
inancına göre son imam Muhammet el-Mehdi ölmedi; gizlendi; kıya­
metten önce ortaya çıkacak ve dünyayı adalete boğacaktır. Muhammet
el-M ehdi'nin 873'te Sam arra'da kaybolmasıyla gaybet dönem i
başladı: Gaybet'in 873-27 Mayıs 940 arasını kapsayan ilk döneminde
(gaybeti sugra), dört naip ya da sefir (nüvvab-ı erbaa ya da süfe-
ra -i e rb aa), kayıp im am ile şia arasındaki ilişkiyi sürdürdü.
Dördüncü sefir'in ölmesinden sonra gaybet-i k ü b ra (büyük gizli­
lik) başladı. Muhammet el-Mehdi, son sefiri aracılığıyla şiaya, se­
firlik döneminin kapandığını, zuhuruna değin yalnızca eh lib ey t
hadislerine başvurulmasını duyurdu; böylece, gaybet-i k ü b ra bo­
yunca sürecek olan m ü çteh it im am la rın (h ü ccetü l-islam , aye-
tu lla h ) naipliği dönemi başladı. M ü ç te h it’in velayeti mutlak ve
evrenseldir; şeri cezaları uygulamaya, toplumsal ve ekonomik sorun­
larda hüküm vermeye yetkilidir; onun hükümlerini kabul etmemek
İm am ın hükümlerini kabul etmemek anlamına gelir. İçtihat koşulları­
nı taşımayan her caferi, bir müçtehit'in hükümlerine göre davranmak
zorundadır.
Caferilik'e göre dinin temeli tevhit, nübüvvet, im am et, ahi-
re te iman ve adalettir; bu kapsamda, T a n rı nın sıfatlarının O 'nun
özüyle özdeş olduklarım savunması, K uran'm yaratılmış olduğunu

66
öne sürmesi ve Tanrı'nın ahirette bile görülemeyeceğini belirtmesiy­
le ehli sünnet'ten ayrılır.
Caferilik'te inanç, ibadet ve fıkhın, dört temel kaynağı vardır:
K u ra n , sü n n et, icma ve us; bu kapsamda, yalnızca im am la r ka­
nalıyla gelen hadisleri temel alması, K uran ve sünnette anılmayan,
hakkında uma bulunmayan konularda usa dayanarak hüküm vermesiyle
ehli sünnet'le çelişir.

C A F E R İY E Ar. (c â 'fe r iy y e ) a. C a fe rilik .

C AM Fars, (cam, kadeh, kâse) a. 1- Tanrı'nm z a t’ımn belirme­


sini simgeleyen işaret.
2- G önül, kalp.
*Cam-ı Cem, cam-ı Cemsit:/mw mitolojisinde, şarabı ilk bulan ef­
sanevi hükümdar Cem'in kadehi.
*Cam-ı cihannüma (içinde kâinatın göründüğü kâse): Kâmil in-
s a n ’ın gönlü, kalb i.
*Cam-ı ilahi: Kâmil insanı sarhoş edip, onu T an rı aşkıyla ken­
dini bilmez bir duruma getiren ilahi tecelli.

C A M İA Ar. (C d m i ‘a ) a. Hz. Ali'nin yazdığı kabul edilen,


gayb âlemi'nden bilgiler veren kitap. (ANSİKL.)
-ANSÎKL. Şii kaynaklı söylencelere göre Hz. Ali C e fr ve
Câmia adlı iki kitap yazar; bu kitaplarda dünyada olmuş ve olacak olay­
ların gizli bilgilerini verir.

C A N Fars, (can) a. 1- Nasip almış kimse.


2- T arik at insanlarının kadın erkek ayırmaksızm birbirine hitap
ederken kullandıkları söz.
3 Ruh.

67
4- Dost, arkadaş, sevgili.
*Can evi: İnsanın iç evreni anlamında gönül.
*Can kıblesi: Tanrısal güzellik olarak algılanan insan.
*Can-ı canan: Canların canı anlamında T anrı.

C A N A N Fars. (cânân, can'ın sevdiği sevgili) a. T anrı.

C A N L A N M A a. Üç bölümden oluşan sem ah'ta, az hareketli


olan a ğ ır la m a ’yı. hareketli olan y e ld irm e 'y e bağlayan ikinci
bölüm.

CÂR Fars, (cârü, süpürge’den) a. C ârû.


*Câr du ası: C ârû duası.

C A R C I a. F e rra ş .

C A R C I L I K a. F e rr a ş lık .

C Â R Û Fars, (cârü) a. C em deki on iki hizm et sahibi sırala­


masında yer alan ferraş’m kullandığı süpürge. (ANSİKL.)
*Cârû duası: F erraş hizm etini yerine getirdikten sonra dede
tarafından okunan dua.
-ANSİKL. Günlük dilde harf düşmesi sonucu, genellikle “câ r” ve
“câ r duası” biçiminde söylenir.

C ÂRÛB Fars. (cârüb, süpürge) a. C ârû.

C Â R Û B K E Ş Fars, (cârûb-keş < cârüb, süpürge ve -keş, çe­


ken çekici.) a. Ferraş.

C A V İD A N Fars. (câvidâ’n ) s. Ebedi, sonsuz, ölümsüz.

68
C A V İ D A N N A M E Fars. (c â v id ö n n â m e ) a. Fazlullah Hu-
ru finin öğretisini açıkladığı yapıtı.

C A V İT Fars. (câvid) s. Ebedi, sonsuz, ölümsüz.

C E B E R U T Ar. (Ceberut, tanrısal büyüklük, ululuk, tanrısal


kudret) a. Beş âlem sıralamasında kesin varlık alanı, tanrısal âlem
durumunda olan lahut'u izleyen, bütün varlıkların T an rı bilgisinde
toplandığı ikinci varlık alanı; tanrısal erkin bir simgesi olarak algıla­
nan gök katı. (ANSİKL.)
-ANSİKL. A levi-bektaşi düşüncesinde, varlıkların T a n rıd a n
doğmalarından başlayarak insan-ı kâm il durumuna gelinceye değin
geçirdikleri âlem olarak algılanan beş varlık alanı vardır: Bunlar; la-
h u t, ceberut, m elek u t, n a su t ve m isal dir.
Ceberut ya da âlem-i ceberut; ta rik a t yolundaki gelişimin şeri­
a t aşam ası olarak algılanır ve C ebrail tarafından temsil edilir.

C E B R A İ L Ar. (C e b r a il, A llah 'a en yakın olan d ö rt me-


lek'ten, peygamberlere haber getirip götürmekle görevli olanı) a. Hz.
M uham m et'in içgüdüsel zekâsı, sezgisel aklı.

CEDİ Ar. (cedy) a. B urçlar sıralamasında yer alan ve bir oğlak­


la sembolize edilen burç; oğlak burcu. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Zodyak, insan biçiminin göklere yansımasından kay­
naklanan bir “burç insaıu"du; cedi, bu “burç insanı"nın, fiziksel gücü
anlatan dizlerini temsil eder.

C E F R Ar. (cefr, yetişmiş oğlak ya da kuzu) a. Hz. Ali ya da


İmanı Cafer Sadık'ın yazdığı kabul edilen, harflere sayısal değerler
yükleyerek gelecekten haber verme konusunu işleyen kitap.
(ANSİKL.)
-ANSİKL. Şii kaynaklı söylencelere göre Hz. Ali, Cefr ve

69
C âm ia adlı iki kitap yazar; bu kitaplarda, dünyada olmuş ve olacak
olayların gizli bilgilerini verir. Gizli bilgilerin nereden geldiği konu­
sunda söylenceler değişiktir: Bir görüşe göre Hz. M uham m et, kendi­
sine ulaşan bilgileri kuzu ya da oğlak derisine yazdırır; sonra da damadı
Ali'ye verir. Diğer bir görüşe göre ise Hz, Ali bu bilgileri, Tanrı'nın
Tur Drtği’ndayken Hz. Musa'ya ulaştırdığı levhalar'dan alır.
Cefr, Hz. Ali'den oğullarına geçer; daha sonra şii im am ları iz­
leyerek sonunda altıncı İm am Cafer Sadık'a ulaşır.

C E L Â L Ar. (celâl, büyüklük, ululuk) a. T a n rı'n ın sertlik,


öfke ve saygınlık anlamlarını içeren sıfatlarının tümüne birden verilen
ad.

C E L V E T Ar. (celvet. yerini, yurdunu bırakma, terketme) a.


T a rik a t y o lcu su ’nun, T a n rı'n ın sıfatlarıyla bezenmiş olarak,
yalnızlıktan çıkıp T an rı varlığında yok olması durumu.

C E M Ar. (cem ', toplama, biriktirme/topluluk, kalabalık) a.


A le v i-b e k ta ş ile r'in c e m a a tla birlikte yaptığı, ib a d e t olarak
algılanan kutsal tören (ANSİKL.) [1]
*Cem ayini, cem erkânı, cem kurbanı, cem töreni: Cem.
*Cem bezm i: Cem meclisi.
*Cem birleme: K erbela olayında şehit olanları anmak için yapı­
lan tören. (ANSİKL.) [2]
*Cem birleme gülbankı: Kimi cemlerde; yemekten sonra, zâkir-
ler’in okuduğu üç nefes ve bir düvazı izleyen ve dede tarafından oku­
nan gülbank. (ANSİKL.) [3]
*Cem ere n le ri: Cem’e katılan can lar.
*Cem mahkemesi: Düşkün meydanı.
*Cem meclisi: Cem için bir araya gelmiş cemaat.
*Cem odası: Cem'in yapıldığı büyük oda.

70
*Cem olmak: Cem için bir araya toplanmak.
*Cem'iil cem: Toplantıların toplantısı anlamında görgü cemi.
[1] ANSİKL. Hacı B ektaş Veli Anadolu'ya geldiğinde, ş
alevi göçebe çiftçilerden oluşan, kendi öğretisine hiç de yabancı olma­
yan ve geliştirdiği felsefenin büyüklüğünü anlayabilecek hazır bir kitle
buldu. Eski Türk, İran, Arap ve Helen düşünce ve inanışlarının bir bi­
leşimi olarak b ek taşilik 'i biçimlendirirken; ortodoks İslam lık'tan
ayrılan üç önemli yenilik getirdi:
1- Türkçe'yi ibadet dili yaptı.
2- Sünneti ve şeriatı kaldırdı; herkese şeriatsız bir yaşam sun­
du; zorunlu ibadet yoktu, cinsiyet ayrımı yoktu, içki yasağı yoktu.
3- ibadetin (nam az) yerine, eski Türk şamanizmi'ndm, Zerdüşt
dininden ve diğer halkların toplumsal-dinsel pratiklerinden esinlene­
rek geliştirdiği cem'i koydu.
A le v ilik -b e k ta ş ilik 'te cem. d e d e le rin ya da b a b a la r ı n
önderlik ettiği bütün bir geceyi dolduran dinsel bir törendir: Dinsel
dua, kadın ve erkeklerin birlikte yaptıkları dinsel dans, dinsel şiirler,
dinsel müzik, dinsel yemek ve dinsel içki, bu törenin ana bölümleri
durumundadır; belirli bir zamanı olmamakla birlikte genellikle kış ge­
celeri perşembe akşamları düzenlenir.
Cem, önceden haber verilenlerin katılımıyla başlar; düşkünler
bu törene alınmaz. C em evi ya da cem odası'nda bir araya gelen
cem aat, halka halinde yüz-yiize bakacak biçimde oturur. B ağlam a
eşliğinde zâ k ir tarafından Hz. M uham m et, Ali, ehlibeyt, On İki
İm am ve K e rb ela katliamı üzerine deyişler, m ersiyeler, d u a la r
okunur; halka nam azı adı verilen tek ya da iki rekatlık nam az secde
edilir; kadınlı-erkekli sem ah dönülür; on iki hizm et yerine geti­
rilir; k u rb a n tığ la n ır; lo k m a dağıtılır.
Ş eriatsız yaşayan alev ilik -b ek taşilik 'te cem, aynı zamanda
adli bir fonksiyonu da yerine getirir. Cem'de dede ya da baba, halkın
sorunlarını dinler ve çözümler getirir; küskünleri, dargınlan barıştırır.
Suç işleyenler ya da başkalan bilmemekle birlikte kendi vicdanlarına
borçlu düşenler, üyelerini tekke büyüklerinin oluşturduğu cem m ah­

71
kem esi tarafından cem aatin huzurunda yargılanır, suçlan kanıt­
lanırsa durumlarına uygun cezaya çarptırılır. Halk mahkemesi olarak
algılanan cem mahkemesi'nin verdiği en ağır ceza, düşk ü n lü k 'tü r
(toplum dışına çıkarma).
-[2] Cem birleme, K erbela şehitleri için şerbet sunmayla başlar:
Bu görev için saki yerinden kalkar ve şerbet tasını önce m ürşit'e su­
nar; m ürşit sağ elinin serçe parmağını şerbet tasına batırarak bir dua
okur ve ilk yudumu alır; daha sonra saki şerbeti, tüm diğer canlara
sunar; bu sırada Hüseyin'e rahmet. Yezit'e lanet okunur.
Şerbet dağıtma işi bitince, saki d â r'a çekilir ve kimi ayet-du-
a la r okur; bunu m ürşit'in okuduğu gülbank izler. Sonra sofra kuru­
lur, lokma yenir. Bitimde m ürşit, “Oturan, duran, koğsuz gaybetsiz
evine vara..." tercüm anı'yla canların dağıtılmasına izin verir.
-[3] Cem birleme gülbankı'yla cem'in sona ermesi gerekmez:
cem e katılanlar arzu eder ve dede de uygun görürse m uhabbet, deyiş,
düvaz ve sem ah eşliğinde istenildiği kadar sürebilir.

C E M A A T Ar. (cemâ'at < c e m ‘. topluluk, kalabalık) a. T a r i­


kattan insanların oluşturduğu topluluk.
*Cemaat-ı tahtacıvan: T ahtacılar.

C E M Â D A T Ar. (cemâdât < cemad. cansız varlık’ın çoğulu)


a. Cansız varlıklar.

C E M A D İ Fars, (cem adi) s. R uhu olmayan, cansız.

C EM ÂL Ar. (cemâl, yüz güzelliği, güzellik) a. T a n rı’nın sev­


gi, bağış, cömertlik, ululuk ve hoşnutluğunu içeren sıfatlarının tümüne
verilen ad.
*Cemâl’e kavuşmak: H akk'a yürüm ek.
*Cemâlin n u r olsun: A levi-bektaşiler arasında kullanılan bir
selamlaşma sözü.

72
C E M A L U L L A H Ar. (cem â l-u lla h ) a. Tanrısal güzellik.

C E M E V İ a. Cem için özel olarak yapılmış bağımsız yapı.

C E M İY E T Ar. (cemHyyel) a. I- (Toplantı, toplum) C em .


2- (Derli toplu, düzenli ve huzurlu olma) Gönlün her şeyle ilgisi­
ni keserek T anrı'yla dolu olması durumu.
*Cemiyet evi: Cemevi.

C E N A B E T Ar. (cenabet, boy aptesi almayı gerektiren durum


ya da bu durumda olan kimse) a. 1- Gerekli olgunluğa erişmeden yol
sırların ı öğrenme durumu.
2- Bu durumda olan kimse.

C EN AP Ar. (cenâb, hazret) a. T an rı'y ı ve yüce kişileri ulula­


ma sözü.
*Cenab-ı H ak, Cenab ı R esul: Allah.

C EN K Fars. (c e n g , savaş, mücadele) a. Maddi ve manevi


sıkıntılarla H akk'm kulunu sınaması.
*Cenk kitapları: Hz. Ali'nin savaşlarını konu edinen dinsel des­
tansı kitaplar (ANSİKL.)
-ANSİKL. Bu kitaplarda, Hz. Ali'nin; Hz. M uham m et'ten
aldığı buyruğa uyarak İslam dinini yaymak için giriştiği savaşlar an­
latılır. Hz. Ali, Z ü lfik â r adlı kılıcı ve D üldül adlı atının yardım­
ıyla Müslümanlar'm düşmanlarını yener.

C E N N E T Ar. (cennet) a. T a rik a t inancına göre, arınmış ru h ­


ların iyi ruhların gövdeden ayrıldıktan sonra ölümsüzlüğe kavuştuğu.
seki: mutluluk ülkesinden her biri.

73
C E V H E R Ar. (cevher. değerli taş, mücevher) a. V arlığı ken­
dinden olan ve gerçekleşmesi için bir başka varlığa gereksinme duyma­
yan v a rlık ; m u tlak v arlık.
*Cevher-i evvel: Hz. M uham m et'in ruhu.

C E V R Ar. (cevr, eziyet, üzüntü) a. T a rik a t ehli'nin ruhen


yükselmesine engel olan şey.

CEVZA Ar. (cevzâ) a. B u rçlar sıralamasında yer alan ve ikiz


erkek kardeşle sembolize edilen burç; ikizler burcu. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Zodyak, insan biçiminin göklere yansımasından kay­
naklanan bir “burç insanı'dvr, cevza, bu “burç insani'nın zihin ve duy­
gulan anlatan kollanm ve omuzlannı temsil eder.

C EZBE Ar. {cezbe, çekme, çekilme, çekim) a. Tanrısal bir du­


yuşun etkisiyle kendinden geçme durumu. (ANSİKL.)
*Cezbeve kapılmak (tutulmak): Tanrısal bir duyuşun etkisiyle
aşırı ölçüde coşkulanıp kendinden geçmek.
-ANSİKL. Cezbe durumu, kimi tanrısal gerçeklerin kavranması
yolunda atılan bir adım olarak algılanır. T arik a t ehli, belli eğitim
aşam aların d an geçtikten sonra ta n rısa l gerçekleri anlam aya
başlayınca, kendi duyusal etkilenmelerinden sıyrılarak kısa süreli ru h ­
sal coşkunluklara uğrar. Kişi ibadetle kendini bu ru h sa l duruma
hazırlayabilirse de cezbe, özünde bir T anrı vergisidir, kulun istemi ve
gücüne bağlı değildir. Cezbiye kapılan kimse bu durumdayken, ku l­
luktan çıkar ve yaratan-yaratılan ikileminin bir kuruntudan başka bir
şey olmadığını algılar; bu nedenle Hallac-ı Mansur. cezbe durumunu
yaşarken “E n e 'l-H a k k ” demiştir.

CİFE Ar. (cife) a. 1- Leş.


2- İğrenç şey, pislik.

74
C İF R Ar. (cefr'den) a. Cefr.
o
C İH A N N Ü M A Fars. (cih â n -n ü m â < cihan, âlem ve nüm â,
gösteren) a. Bir yapının tepesinde yer alan ve dört yönden görünüme açık
olan oda.

C İ H A T Ar. (cihâd, savaş) a. Tarikat ehli'nin. nefsini ege­


menliği altına alması için vermiş olduğu savaşım.
*Cihad-ı asgar (Küçük savaş): Düşmana karşı cephede verilen
savaş.
*Cihad-ı ekber (Büyük savaş): Nefse karşı verilen savaş.

C İ H A Z Ar. (cihaz, alet, aygıt) *Cihaz-ı tarikat: T arik at


ehli tarafından kullanılan ye tekkelerde bulundurulan her türden
eşya

CİLBEND Ar. + Fars, (cild-bend. büyük cüzdan, evrak çantası


< Ar. cild, deri, meşin ve Fars, bend, bağ, bağlama) a. Kemer üzerine
tokalı bir kayışla bağlanan, meşinden yapılmış, kapağı ön yüzüne sarkan,
dikdörtgen biçimli küçük bir kutu. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Cilbendin tabanı, hafif çukurdadır; kapağının dış
yüzünde sağlı-sollu Ali adı yazılıdır; son harflerinin uçları, H z.
Ali’nin kılıcı Zülfikâr'ı andıracak biçimde çatallı olarak uzanır.
Üst köşelerinde Haşan ve Hüseyin adları vardır; bu bölüm ayrıca
geleneksel Türk süsleme motifleriyle bezelidir.
Cilbendin içine nefes defteri, mühür, mendil, sigara vb. gerekli
eşyalar konur.

C İM A Ar. (c i m â ‘, cinsel birleşme) a. A hdi olmayana yo l


sırları nı açma.
*Cima etmek: Ahdi olmayana yol sırları nı açmak.

75
C İN Ar. (cinn) a. Dinsel inanca göre, duyularla algılanamayan
ve göze görünmeyen manevi varlık.C İ N N İ Ar. (c in n i) s. Cinle
bağıntısı olan, cine ilişkin, cinle ilgili.

CÛD Ar. (cü d . cömertlik) a. Herhangi bir bedel beklemeden


insanlara yararlı olma.

CUMA Ar. (c u m ‘a . haftanın beşinci günü) a. Müsliitnanlar'ca


kutsal sayılan gün.
*Cuma tö re n i: İk ra r ayini kapsamında ek bir tö ren niteliği
taşıyan ve ik ra r ayini'nin belli ölçülerde yinelenmesi biçiminde
gerçekleştirilen tören.

CURA Ar. (cur'a, bir yudumluk içki, kadehin dibinde kalan son
damla) a. T a rik a t y o lcu su’nun her m a k a m d a mazhar olduğu
tanrısal sırlardan pırıltı.

C U Ş Fars. (cüş. coşma, coşkunluk) a. H a k aşığının T a n r ı


güzelliği karşısında kendinden geçerek, her nesnede Tanrı'yı, Tanrı'da
her nesneyi görmesi durumu.

CUŞİŞ Fars. (cüşiş, coşma < cüşiden, coşmak) a. Cuş.

C Ü N U N Ar. (c ü n ü n , delilik) a. T a n rı aşkının üstün gelmesi


sonucu Hak aşığının, dış dünyayla ilgisini kesmesi durumu.

C Ü N Ü B Ar. (c ü n ü b , yıkanmak zorunda kalma durumu,


kirlenme) a. T a r ik a ta girerken verdiği sözden dönme durumu,
pirsizlik .

CÜRA Ar. (cur‘a) a. C u ra .

CÜ Zİ Ar. (cüz'i) s. Az, azıcık, çok az

76
ç
Ç A Ğ IR M A a. Yüksek sesle nefes, b u y ru k vb. okuma.

Ç A L A P a. T a n rı.

Ç A L İ P A N a. H i l a f e t n a m e ve ic a z e tn a m e le r e konulan
başlık.

Ç A L P A R A Fars, (çârpâre, dört parça'dan) a. Ç â rp â re .

Ç A M A Ş I R H A N E Fars. (c â m e ş û r - h â n e ) a. B ektaşi te k ­
kelerinde, çamaşır yıkamak için ayrılmış bölüm ya da bağımsız yapı.

Ç A M ŞIĞ I S E M A H I Sivas yöresinde yaygın bir sem ah.

ÇÂR Fars, (çâr, dört) *Çâr an asır, çar u n s u r: Su, to p ra k , h a ­


va ve ateşten oluşan d ö rt unsur.
*Câr darp (dört vuruş): Tıraş erkânı nda; saç, sakal, kaş, bıyık
gibi başta-yüzde çıkan kıl örtüsünün tümünün kesilmesi işlemi.

Ç Â R D E H Fars, (çâr-deh, on dört < çâr, dört ve d eh, on)


*Çârdeh-i masum-ı pâk: On dört m asum u pak.

77
ÇARH Fars. (çdrh, dönen tekerlek, çark) a. 1- Dönme.
2- Kimi yörelerde, sem ah'm yeldirm e bölümüne verilen ad.
*Çarh etmek: Semah ta dönmek.

Ç ARK Fars, (çark tan) a. Dönme.


*Çark dönmek: Çark semahı oynamak.
*Cark semahı: Genellikle, on iki hizm etin yerine getirildiği
cemlerde, kırk yaşını geçmiş kadınlar tarafından oynanan, hızlı ritimli
bir sem ah. (ANSİKL.)
-ANSİKL. S em ahlar içinde özgün bir yeri vardır: Hızlı semah
ya da pervaz sem ahı adlarıyla da anılır.
Okunan bir tevhit ten sonra çark semahı başlar: Oturan üç bacı­
dan biri, çark dönmek için meydan'ın ortasına gelir ve müziğin etkisiy­
le birlikte yavaş yavaş dönmeye başlar; sol ayağının üzerinde vücudunu
dengeleyerek sağ ayağıyla çark yapma dönüşünü düzenler; ardından
a ğ ı r l a m a bölümüne geçilir, sonra c a n la n m a ve y e ld ir m e
bölümüyle sem ah tamamlanır.

Ç A R P A R A Fars. (çârpâre. dört parça'dan) a. Ç ârp â re.

Ç Â R P Â R E Fars, (ç â rpâ re, dört parça) a. Sert odundan


yapılmış, ikişer ikişer avuç içine alınıp birbirine vurularak çalınan bir
tür çalgı.

Ç A T A L K A P l a. Pirevi'nde, birinci avlunun giriş kapısı.

Ç E H A R Fars, (çehâr, dört) a. Ç âr.

Ç E K İ a. A le v i-b e k ta şi kadınların başlarına ve alınlarına


bağladıkları yemeni. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Çekilerin renkleri ve bağlanış biçimleri kimi özel an­

78
lamlar içerir.
Yeşil renk, alev iler'd e o c a k z a d e kadını, b e k ta ş ile r'd e ise
m ürşit bacısı; kırmızı renk, evli; yeşil ve kırmızı renk, evli ocakzade
ya da m ürşit bacısı; beyaz renk, bakire; beyaz ve yeşil renk, bakire ve
ocak soyundan m ü rşit kızı olduğunu gösterir. Siyah çekiler, m atem
rengidir.
Çekilerin bağlanış biçimleri, çocuk sayısını, kaçının erkek, kaçının
kız olduğunu, yanında erkeğinin bulunup bulunmadığını anlatan işaret­
ler durumundadır.

Ç E L E B İ Es. Tr. (ç olap, T anrı'dan) a. B ektaşilik'in Ç elebi-


yan kolu'nda, m ü rşitlik aşam asına gelmiş, tek k elerd e düzenle­
nen törenleri ve tekkenin iç işlerini yöneten derviş.
*Çelebi olma erk ân ı; Çelebi olmaya, bir tekkede çelebilik yap­
maya hak kazanmış dervişe, bu unvanının verilmesi için yapılan
tö re n .
* Çelebiler kolu: Ç elebiyan kolu.

Ç ELE B İL İK a. Çelebi olmanın gereklerini yerine getirme; çe­


lebinin görevi.

Ç E L E B İ Y A N Fars. (ç e le b iy a n , çelebiler < Tr. çelebi'nin


Fars, çoğulu) *Çelebiyan kolu: B ektaşilik'te, Hacı B ektaş Veli
soyundan geldikleri ve Pir'i temsil ettikleri savında olan dervişlerin
oluşturduğu ta rik a t kolu. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Bektaşilik temelde, iki büyük kola ayrılır: Çelebiyan
(Ç elebiler) kolu ve b ab a g an (b a b a la r) kolu. Ayrılık kaynağını,
Hacı Bektaş Veli’nin özyaşamına ilişkin iki farklı yorumdan alır:
Çelebiyan kolu'ndan derviş bektaşilere göre, Kadıncık Ana, Hz.
Pir'in nikahlı karısıydı; 710 hicri yılında, Timurtaş adında bir oğul
doğurdu; bu nedenle, “evlat yol evladı değil, bel evladıdır."
Babagan kolu'ndan derviş bektaşiler ise bunun tersini savu­
nur: Hz. Pir, b e k â r yaşadı; manevi evlat olan Timurtaş, Kadıncık

19
Ana'dan, Hacı B ektaş Veli’nin burun kanıyla doğdu; bu nedenle.
“evlat bel evladı değil, yol evladıdır":

ÇELME a. Semah dönerken, sağ ayak sol ayağın üstüne doğru atı­
larak sola doğru dönme.
*Celme yapmak: Sağ ayak sol ayağın üstüne doğru atılarak sola
doğru dönmek.

Ç E P N İ a. O ğ u z la r 'ın Üçok K olu'ndan, A n a d o lu 'n u n


Türkleşme sürecinde önemli rol oynayan bir boy. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Hacı B ektaş Veli'nin ve ilk m üritlerinin bu boy­
dan olduğu düşünülür. Baba İshak ayaklanmasına katılan Çepniler.
ayaklanmanın bastırılmasından (1240) sonra Canik bölgesini denetim­
lerine aldılar. XIV. yy. ortalarından itibaren Bayramoğlu Hacı Emir
Ztey'in yönetimine girdiler.
Uzun Haşan döneminde Akkoyunlular'm hizmetine giren bir
başka Çepni grubu, başbuğları İlaldı Bey'in yönetiminde Bitlis Sefe-
ri'ne (1469) katıldı; Uzun Haşan'ın ölümünden sonra taht kavgalarına
karıştı.
Kanuni Sultan Süleyman döneminde Halep çevresi ve Güneydoğu
A nadolu'da üç oymak (Oturak ÇepnU en; Başım Kızdulu\ K an-
temiirlü) halinde yaşayan çepniler'den Başım Kızdıılu oymağı. Adana.
Aydın ve Saruhan yöresine; Kantemürlii oymağı ise Bergama ve Tur­
gutlu yöresine göçtü.

Ç ERAĞ Fars. (çerağ) a. Hz. M uham m et'in T a n rı dan gelen


ilk ışık olması anısına, ruhun aydınlanmasının bir sembolü olarak
algılanan ve cem törenlerinde kullanılan kandil, lamba, m um ya da
çıra. (ANSİKL.) [1]
*Çerağ akçesi: Cumhuriyet öncesi m ürşitlere, tekkenin kimi gi­
derlerini karşılaması ya da tekkeye gelir sağlaması için verilen her
türden armağan.
*Cerağ g ü lb an k ı: Çerağ uyandırma hizm eti nin yerine getiril­

80
mesi sırasında okunan gülbank.
*Cera§ hakkı: Tekkede yakılan mum ve gaz giderlerinin karşılan­
ması için cemaattan toplanan bir tür vergi, para.
*Çerag tahtı: K ıble sıralamasında yer alan ve fehim kıblesi
olarak algılanan, törende m ürşit'in oturduğu yer.
*Çerağ tepsisi: Çerağcı'nın çerağları taşımakta kullandığı, derin­
liksiz düz kap.
*Çerağ uyandırma hizm eti: C e m ’deki on iki hizm et sırala­
masında yer alan; ç e ra ğ c ı’nın, g ü lb a n k , te rc ü m a n ve d u a la r
eşliğinde çerağları yakması hizmeti. (ANSİKL.) [2]
*Çerağ uyarmak: Çerağı yakmak.
*Cerağ-ı A had: H akk’m nuru.
*Çerağ-ı Ali, cerag-ı d a im : M eydan odası nda ocağın sol
tarafında bulunan. Hz. Ali'nin n u ru olarak algılanan ve sürekli
gönülleri aydınlattığı kabul edilen çerağ.
*Çeıağ-ı dil (gönül lambası): M arifet nuruyla aydınlanmış
k a lp , gönül.
*Çerağı dinlendirm ek, çerağı sır etmek: Çerağı söndürmek.
*Çerağ-ı m ü rd e (sönmüş lamba): M arifet nuruyla aydınlan­
mamış kalp, gönül.
*Çerağ-ı tek b irlem ek: T ek b ir getirerek çerağı kutsamak.
-[1] ANSİKL. Çerağ, bektaşilik’te insan beyni olarak algılanan
ak ıl k ıb le sid ir.
-[2] K u rb an la ilgili işlerin bitmesinden sonra hizm ete, çerağ
uyarılmasıyla başlanır: Ç erağ cı. çerağ malzemesini dede'nin bu­
lunduğu yere yakın olmak üzere m eydan'a koyar ve d a r'a durur.
Cemaatın duyacağı bir sesle ilgili ayeti okur ve eğilip çerağı yakar; çe­
rağ yanarken, tercüm an okuyarak, cem erenlerini salavat vermeye
çağırır; daha sonra çerağcı, çerağın sağma, soluna ve önüne niyaz
eder, ayağa kalkar; geri geri çekilerek meydan'ın orta yerine gelir ve
d â r'a d u ru r; okuduğu düvaz'ı, dede'nin duası izler; çerağcı mey-
dani terkettikten sonra z â k irler üç düvaz okur; düvaz bitince saz­
larının üzerine eğilip dede den dua beklerler; dede nin dua verm e­
siyle hizm et tamamlanır.
81
Ç ER A Ğ C I a. Cem'deki on iki hizm et sıralamasında yer alan
çerağı uyan d ırm a hizmeti'nin sahibi olarak algılanan; çe rağ ları
yakıp m eydan'ı aydınlatmakla görevli kimse. (ANSÎKL.)
-ANSİKL. Çerağcı aynı zamanda, şamdanları parlatmak, üzerleri­
ne mumları dikip hazırlamak, buhurdanı silip temizlemek gibi işleri
görür.

Ç E R A Ğ C IL IK a. Ç erağcı olmanın gereklerini yerine getir­


me; çerağcının işi, görevi.

Ç ERH Fars, (çarh'tan) a. Ç arh.

Ç E Ş M Fars, (çeşm, göz) *Çesm-i ahu (ceylan gözü, ceylan


gözlü): H a k k ın, ta rik a t yolcusu’nun kusurlarını örtmesi, ancak
onu bu durumdan haberdar etmesi. (ANSİKL.)
*Cesm-i nergis (güzel göz): T a rik a t yolcusu'nun ulaştığı
aşam ayı ve kavuştuğu mutluluğu, insanların gözünden gizlemesi.
-ANSİKL. Bu durum Hakk'm. tarik at yolcusu'na en büyük lüt­
fü olarak algılanır ve onun, kusurlu davranışlarından sıyrılarak derle­
nip toparlanmasını sağlar.

Ç E Ş M E Fars, (çeşm, göz'den) a. İlahi feyzin kaynağı.


*Cesme-i zindegâni: Abıhayat.

Ç E V R İ M a. D ev ir.

Ç E Y İZ Ar. (cihaz'Ğm) *Ceviz giydirme: Cenaze yıkandıktan


sonra gömülmeden önce tennure sinin bedenine, arakiyesinin başına
giydirilmesi ve tığbent'inin boynuna dolanıp uçlarının eline tutturul­
ması işi.

82
Ç E Y İ Z L E M E a. Çeyiz giydirm e.

Ç IP L A K s. T a n rı dışındaki her şeyden arınan ta rik a t yolcu­


su için kullanılır.

Ç IRA Fars, (çerâğ'dan) a. Ç erağ.

Ç IRAĞ Fars, (çerâğ'dan) a. Ç erağ.

Ç I R A Ğ C I a. Ç e ra ğ c ı.

Ç I R A Ğ C I L I K a. Ç e ra ğ c ılık .

Ç IR A K Fars. (çırak < çerâğ'dan) a. Ç erağ.

ÇİĞ s. Henüz terbiye edilip hazırlanmamış ve H akk'ın dene-


yimsel bilgisini edinememiş can'ı belirtmek için kullanılır.

Ç İĞ İN D A Ş a. (omuzdaş) Yol ark ad aşı.

Ç İH A R Fars. (çehâr, dört’ten) a. Ç âr.

Ç İL E Fars. (çile ya da çille < çihl, kırk) a. D ervişlerin, ma­


nevi yetkinliğe ulaşmak için kendilerini kimi şeylerden yoksun yaşama­
ya zorladıkları içe kapanış dönemi (ANSİKL.)
*Çile çekmek, çile çıkarmak, çile doldurmak: Bir derviş manevi
yetkinliğe kavuşmak için kimi şeylerden mahrum olarak çileevi'nde
yaşamak.
*Çile damı: Çileevi.

83
*CiIeve girmek, çileye oturmak: Bir derviş, manevi yetkinliğe ka­
vuşmak için çileevt’ne kapanmak.
-ANSİKL. Çile, yüksek düzeyde bir ruhsal ve ahlaksal duruluğa
ulaşmayı, en zor koşullar altında bile T a n rı bilincini ve sevgisini
koruma ve geliştirme kararlılığını simgeler. Kırk günlük süreyi kapsa­
yan çile, tekkelerin çileevi denilen bölümlerinde geçirilir. M ürşit,
çileye girecek dervişin elinden tutar ve onu çileevi'ne götürür. Hücre
biçimindeki çileevi'nde. ibadet araçları dışında, hiçbir şey bulunmaz.
Yemek ve su, dışarıdan getirilir. Çile süresince derviş, T a n rı'y a
saygısızlık etmemek için, oturduğu yerde ve alnını sert bir zemin
üzerine koyarak uyur. Uyku dışındaki tüm zamanını ibadet, dua ve
zik irle geçirir: Zorunlu olmadıkça dışarıya çıkmaz ve kimseyle
konuşmaz. Çile sonunda m ü rşit, çileevi'ne giderek dervişten çile
boyunca gördüğü rüyaları dinler; çilesini tamamlayan derviş yıkanır,
çamaşır değiştirir; bu durumu kutsamak için kesilen kurbanın etinin
suyundan pişirilen çorbayı içer, etinden yer.

Ç İ L E D A Ğ l a. D e lik lita ş.

Ç İL E E V İ a. D ervişlerin çile doldurdukları hücre biçiminde


tekke bölümü ya da bağımsız yapı.

Ç İ L E H A N E Fars. (çile-hâne ya da çille-hâne < çile ya da


çille, eziyet sıkıntı ve hane, ev. konut) a. Çileevi.

Ç İ L E K E Ş Fars. (çile-keş ya da çille-keş < çile ,çille, ezi­


yet, sıkıntı ve keş, çeken) a. Çile çekmekte olan derviş.

Ç İ L E N İ Ş İ N Fars. ( çile-nişin ya da çille-nişin < çile ya


da çille, eziyet, sıkıntı ve nişin, oturan) a. Çileevi'nde çileye otu­
ran derviş.

84
Ç İRAĞ Fars, (çerağ'dan) a. Ç erağ.

Ç İ R A Ğ C I a. Ç era ğ cı.

Ç İ R A Ğ C I L I K a. Ç e ra ğ c ılık .

Ç O BAN BABA (Hacı Bektaş Veli nin [1210-1271] çağdaşı


olduğuna ve yaşamı boyunca hiç konuşmayıp yalnızca nam az zaman­
larında beş kez melediğine inanılan Koyun Baha’nın adından) *Çoban
Baba sem ah ı: Koyun Baba semahı.

Ç O C U K a. Yol çocuğu.

Ç O M A K (Esk.Tr. ç o m m a k . batmak, dalmak'tan) a. A laca-


değnek.

ÇORLU (Marmara Bölgesinin Trakya kesiminde Tekirdağ ili­


ne bağlı ilçe) *Corlu semahv. Çorlu çevresindeki aleviler tarafı­
ndan oynanan, daire biçiminde çok hızlı dönüşlerle belirgin bir Trakya
sem ahı.

ÇÖĞÜR a. İri gövdeli, kısa saplı bir halk sazı. (ANSİKL.)


*Cöğür Sairi: A levi-bektaşi kökenli saz şairi, aşık.
-ANSİKL. Biçimsel olarak bağlam aya benzeyen çöğürün, Ger-
miyanoğlu Yakııp Bey tarafından bulunduğu kabul edilir. Evliya Çele­
bi, XVII. yy'da yeniçeriler arasında ilgi gördüğünü yazar.
Başlangıçta beş telli ve yirmi altı perdeli olan çöğür, bir dizi
değişikliğe uğrayarak on iki telli ve otuz iki pedeli bir saz durumunu
aldı: sapıyla birlikte 110 cm boyunda; göğüs tahtası 17 cm genişliğinde
ve köprüsü fi cm yüksekliğindedir. Kiraz kabuğundan yapılan bir
mızrapla çalınır.

85
Ç Ö M E Z Lat. (com es, yoldaş’tan) a. Bir m ü rşit'in eğittiği ve
onun yolundan giden ta rik a t üyesi kimse.

ÇÖP Fars. (çûb. sap, dal ya da tahta parçası) *Çöp atlama zamanı
gelmek: T arik ata girme zamanı gelmek.

ÇUBUK Fars. (çûbek. sopa dan) a. A lacadeğnek.

86
D
D Â D Fars. (d a d , bağış, vergi) a. İnsanın gönlüne T a n rı'n ın
gönderdiği gerçeklik ışığı.

D Â İ Ar. (dâ‘u dua eden, davet eden) a. Ehli sünnet dışı m ez­
heplerde, halkı mezhebe inandırmak ve kazandırmakla görevli kimse;
tebliğ edici.

D A İM Ar. (dâ’im < devam) s. Sürüp giden, sürekli.

D A İ R E Ar. (d â 'ir e . çember) a. V aroluş çem beri.

D A M A N Fars, (daman) a. D âm en.

D Â M E N Fars, (dâmen) a. Elbise eteği.

DAMGA DURUŞU Sem ah başlamadan once halkın önüne ge­


lip niyaz eden oyuncuların, “A llah, H û. Ş a h ” sözleriyle birlikte
aldıkları selamlama duruşu. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Damga duruşu'yla oyuncular, halkı iki taraflı selamlar;
arka arkaya çekilerek, oyuna başlanacak noktaya gelinir.

DAR Ar. (dar, ev, yuva, yurt) *Dar-ı beka (edebivvet vurdu):
87
Geçici evrenin karşıtı olarak algılanan, ölümsüz varlık alanı; ru h la r
â le m i.
*Dar-ı dünya, dar-ı fena (geçici yurt): Gelip geçici olarak algıla­
nan , tanrısal gizlerin görünüş alanı; m adde âlemi.

DÂR Fars. (dâr, ağaç) a. 1- Hallac-ı Mansur'un asıldığı direk an­


lamında darağacı.
2- T arik atla ilgili törenlerin yapıldığı meydan ya da m eydan
odası'nın orta yeri; dâr-ı Mansur. (ANSİKL.) [1]
*D âr'a çekmek: Üyelerini tekke büyüklerinin oluşturduğu cem
m ahkem esi, suç işleyen, hatalı görülen ta rik a t üyesini, m eydan ya
da meydan odası'nın ortasına çağırarak sorgulamak, yargılamak, gere­
kirse durumuna uygun ceza vermek.
*Dâr'a durmak (çekilmek, çıkmak, gelmek, kalkmak): Cemaatın
ve dede nin önünde, canını yol uğruna vermeye hazır olduğunu bildir­
mek için, niyaz ederek meydanın ya da meydan odası'nın ortasına
gelerek, ay aklar m ühürlenm iş, kollar göğüste çapraz, baş öne eğik
durmak.
*Dâr'dan indirme e rk â n ı: H akk a yürüyen bir m uhip, derviş,
baba ya da dedebaba için, göçüşünün üçüncü, yedinci ya da kırkıncı
günü yapılan tören. (ANSİKL.) [2]
*Dâr-ı Fazlı: Yüzüstü yere kapanma duruşuyla temsil edilen; Faz-
JuUah-ı Hurufi gibi, yol uğruna başı boyundan kestirmeyi göze alma.
*Dâr-ı Hüseyin: Ayak m ühürlem e duruşuyla temsil edilen;
İm am Hüseyin gibi, yol uğruna canını vermeye hazır olma.
*Dâr-ı Mansur: 1- Dâr.
2- Asılma duruşuyla temsil edilen; darağacında asılarak öldürüle
Hallac-ı Mansur gibi, yol uğruna ölümü göze alma, asılmaya hazır
olma.
*Dâr ı Nesimi: Diz üstü duruşuyla temsil edilen; Nesimi gibi, yol
uğruna yüzülmeye hazır olma.
-[1] ANSİKL. Dâr ya da dâr-ı Mansur. “E n el-H ak k " diyen

88
Hallac-ı Mansur'm anısına, tekkeye bağlanmanın ve ta rik a t uğruna
canını feda etmenin bir simgesi olarak algılanır. Bir hizmetin konusu
olan ya da bir hizm eti yerine getirmek isteyen her can, önce buraya
gelir ve teslim olur.
[2] Lokm a erk ân ı olarak da bilinen dâr'dan indirme erkânı,
göçenin ruhunu sükunete kavuşturmak için yapılan dinsel bir tören­
dir; göçen can ın, eş ve dostlarıyla, alış veriş ettiği insanlarla helal­
leşmesi olarak algılanır.
E r k â n , tıpkı ik r a r verm e, nasip alm a ve baş o k u tm a
erkânlarında olduğu gibi açılır: M eydan açılınca, göçen can’ın yakı­
nları dâr’a durur ve göçenin adına, “Ağrınm ış. incinmiş, gücenmiş
kimseler varsa, dile gelsin. bile gelsin. hakkını istesin. Allah eyval­
lah" tercüm anını okur; eğer alacaklı çıkarsa, göçenin varisleri öde­
meyi yükümlenir; çıkmazsa, cem’dekilerin tümü. “Öz gönül birliğiyle
biz suçlarından vazgeçtik. Allah da affetsin. R uhu hoş olsun. H ak
erenler yardımcısı ol suni" der ve kanıtlamak için toplu olarak eğilip
yeri öperler.
Daha sonra m ü rşit, H a k k 'a yürüyenin adına tığlanan k u r­
banın kabul olunması için dua eder ve adabıyla meydan dan çıkılır.
Sofralar kurulur; okunan nefes ve d ü v az la r eşliğinde lokm a
yenir.

D A V E T Ç İ a. D âi.
* Davetçi p o stu : Ayakçı postu.

D E C C A L Ar. (deccâl < decl, aldatmak) a. (K ıyam etten az


önce ortaya çıkacağına ve Hz. İsa tarafından öldürüleceğine inanılan ya­
lancı Mesih) Bâtın gözüyle değil, zahir gözüyle baktığına inanılan ve
bu kapsamda şaşı olarak algılanan Ebubekir.

D E D E a. A le v ilik -b e k ta ş ilik 'te , m ü r ş itlik a ş a m a s ın a


gelmiş, babagan kolu'nda b ab a , çelebiyan kolu'nda çelebi adıyla
anılan ve cem deki on iki hizm et sıralamasında ilk sırada gösterilen

89
cem 'i yönetme hizm etinin sahibi durumunda bulunan dini-nıhani
önder. (ANSİKL.) [1]
*Dede bağı: Hacı Bektaş Tekkesi yakınında yer alan ve Tek*
ke'ye bağlı olarak işletilen üzüm bağı. (ANSİKL.) [2]
*Dede bağı b ab ası: Dede bağı ndaki dergâhta yaşayan ve d e r­
vişleriyle birlikte dede bağı'nm işletilmesinden sorumlu olan baba.
*Dede dikmesi: Dedenin kendi yerine görevlendirdiği kimse.
*Dede düsegi: T a r ik a t görevi için bir yere giden dedenin,
karşılandığı yer.
*Dede h ak k ı: T a rik a t hizm etlerinin yürütülebilmesi için her
alevi-bektaşi'nin vermekle yükümlü olduğu bir tür dini vergi.
*Dede postu: H orasan postu.
*Dede sem ahı: Kimi bölgelerde m iraçlam a'ya verilen ad.
*Dede su ltan : Abdal Musa Sultaıı'a verilen unvan.
-[1] ANSİKL. Yan kutsal olarak algılanan dedeler, dini önderlik­
lerinin yanı sıra, toplumsal yaşamda da önemli roller üstlenmiş durum­
dadır: T aliplerini, alevi-bektaşi töresine göre terbiye eder, onları
eğitir ve aydınlatır.
Dedeler, çıkış kaynaklarına göre üç grupta toplanabilir:
1- Ç eleb iler; Hacı Bektaş Veli'nin soyundan gelenler (bel
e v la tla r ı) .
2- O cak zad eler; soyları on iki im am lara çıkan ocak lard an
gelenler.
3- B abalar; Hacı Bektaş Veli'nin yolunu izleyenlerden gelen­
ler (yol e v la tla rı)
İlk iki yolda, dedelerin en önemli özelliği, seyit olmalarıdır;
soylarının mutlaka on iki imam'lara oradan Hz. Ali'ye ulaşması
gerekir.
Buna karşın, dedebaba geleneğini sürdüren ve daha çok kentlerde
örgütlenen üçüncü yolda, seyitlik bir kural değildir; dedeler soydan
gelmez, liyakata göre saptanır.
[2] Dede bağı, eskiden vakıf olarak dergâh malıydı; dergâh'a

90
h iz m e t eden d e r v iş le r in sebze-m eyve ihtiyaçları buradan
karşılanırdı.
Bugün dede bağı, ziyaretçilerin k u rb a n la rın ın tığ la n d ığ ı
kazanlarının kaynadığı, lokm alarının dağıtılıp yendiği bir mesire
yeridir.

D E D E B A B A a. B ektaşilik'in babagan kolu'nda. beş derece


(m uhip - derviş - baba - halife - dedebaba) sıralamasında ilk sırada
yer alan, pir postu'nda oturan ve Hacı B ektaş Veli'yi temsil ettiği
kabul edilen, onun adına ta rik a t inanış ve düşünüşünü yönlendiren,
yöneten dini-ruhani önder.
*Dedebaba b ek tasiliğ i: D edebabalık.

D E D E B A B A L 1 K a. 1- B ektaşilik'in babagan kolu'nda. de*


debaba olmanın gereklerini yerine getirme.
2- Babagan kolu'nda. derece sıralamasında dedelikten sonra ge­
len ve dedebaba tarafından temsil edilen en üst aşam a.
3- Dedeler'in soyla değil, liyakatla seçildiği, alevi aileden gel­
meyenlerin de yola alındığı, dedebaba geleneğine bağlı babagan ko­
lu b ek taşiliğ i.

D E D E L İK a. 1- T a rik a t yolu'nda dede olmanın gereklerini


yerine getirme.
2- Derece sıralamasında halifelik'ten sonra gelen ve dedelerce
temsil edilen aşam a.

D E Ğ N E K a. A lacadeğnek.

D E L İK L İT A Ş a. Hacıbektaş ilçesine yaklaşık 2 km. uzaklıkta


bulunan ve söylenceye göre Hacı Bektaş Veli’nin çile doldurduğu
yer olarak kabul edilen kutsal mağara. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Hacıbektaş'a gelen alevi-bektaşiler, çiledağı ola­

91
rak da bilinen Deliklitaş'ı ziyaret eder ve içinden geçerek g ü n ah -
lanndan annır.

D E L İ L Ar. (delil, r e h b e r , k ıla v u z ) a. 1- Yol gösterici;


m ü rş it.
2- T ekkelerde, tö ren le rin yapıldığı m eydan daki ç e ra ğ la rı
uyandırmakta kullanılan balmumlu fitil; bir tür küçük çerağ.
*Delili dinlendirm ek: Ç e ra ğ ı d in le n d irm e k , çerağı sır et­
m ek.

D E L İL C İ a. Ç erağ cı.

D E L İ L C İ L İ K a. Ç era ğ cılık .

D E L V Ar. (delv. su kovası) a. B u rçlar sıralamasında yer alan


ve kovalı bir sakayla sembolize edilen burç; kova burcu. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Zodyak, insan biçiminin göklere yansımasından kay­
naklanan bir “burç insani'dır, delv, bu “burç insanı"nın ruhsal diri­
lişi anlatan bacaklarını temsil eder.

D E L V E Ar. (d elve) a. Delv.

DEM Fars, (dem) a. 1- Kâmil insan ın söz, ses ve soluğunda var


olduğuna inanılan ruhani güç, tanrısal etki.
2- Bu gücün, bu etkinin belirdiği an, zaman.
3- Şarap, içki.
*Dem almak: Dem görmek.
*Dem geldi sem ahı: Eskişehir-Seyitgazi yöresinde yaygın olarak
oynanan, üç aşamalı bir semah. (ANSİKL.)
*Dem görelim: “içki alalım" anlamında kalıp söz.
*Dem görmek: İçki ya da şerbet içmek.

92
*Dem sunmak: İçki ya da şerbet sunmak.
*Dem tablası: İçine içki ya da şerbet bardaklarının konduğu, de­
rinliksiz düz kap.
*Dem tutmak: K âm il insan'da var olduğuna inanılan tanrısal
gücün belirme zamanı olarak algılanan: “Şah", “Ya Ş ah”, “H û".
“Ali'm ". “H aydar H ay d ar” vb. çağrı-anma sözcüklerini, tek ya da
toplu olarak söylemek.
*Deme m u h a b b e t: K ızılbaşlık'ın ilkeleri sıralamasında yer
alan şarabı sevme ilkesi.
*Dem-i hizm et: T arikata girenin kendisine verilen görevi, güler
yüz ve gönül açıklığıyla yapması.
*Dem-i H ü n k â r, dem-i P ir : G önüllere feyiz veren, gönülle­
ri dirilten, insanı tanrısal varlık alanına çeken bir manevi güçle yüklü
Pir'in sözü, sesi, soluğu.
-ANSİKL. Dem geldi semahına kalkanlar, daire biçiminde halka
olur: Ezgiye uyarak kol ve ayak hareketleri başlar: hareketlerde müziğe
uygunluk sağlanınca, sazlar hızlanır ve canlanm a başlar.
Her oyuncu yanındaki ve karşısındaki arkadaşının hareketine uy­
mak koşuluyla karşılama hareketlerine geçilir.
Daha sonra sazlar tempo kazanır ve sem ahçılar coşar; halkanın
ortasında bir semahçı da kendi başına döner; karşısına kim denk gelirse
eşi o olur
Dem geldi semahı, bütün coşkusuyla devam ederken m ürşit, ara
sıra, “A şk ile A llah!... Ş ah ile A llah!... Ş ah aşkına A lla h !...”
sözleriyle dua eder ve cem'dekileıi heyecana getirir; onlar da m ürşit'e
eşlik eder. Coşkunun doruğu, insanı bu dünyadan, öte dünyaya (tanrısal
varlık alanı) geçiren ruhani gücün zu h u r dem'i (anı, zamanı) olarak
algılanır.
Y e ld irm e bitince s e m a h sona erer; m ü r ş i t ’in okuduğu
g ü lb a n k ’ı, d â r dakilerin niyaz ederek yerlerine geçip oturması
izler.

D E M E a. Nefes.

93
D E M L E N M E K f. Şarap içmek.

D E M L İ s. Sarhoş.
*Demli olmak: Sarhoş olmak.

DERÂG U Ş Fars. (derâguş < d e r eklendiği sözcüğe “içinde"


anlamı katan önek ve âguş, kucak’tan) a. kucaklama, sarma.
*Derâeus etmek: Kucaklamak, sarmak.

D E R E C E Ar. (d e r e c e ) a. A le v ilik -b e k ta şilik 'te . t a r i k a t


yolcusu'nun ulaştığı; m u h ip , derviş, b a b a (ya da çelebi), halife
ve dede tarafından temsil edilen her bir aşama.

D E R G Â H Fars. (dergâ h, kapı eşiği) a. M ü rşit ve d e rv işle ­


rin, ta rik a t törelerini uyguladıkları yapı, tekke. (ANSİKL.)
*Dergâh avlusu: Pirevi'nin ikinci avlusu.
*Dergâh sem ahı: Hacıbektaş yöresinde oynanan bir semah.
*Dergâh-ı ilah i: T a n rı katı.
-ANSİKL. D ergâhların büyüklerine âsitâne. küçüklerine, za ­
viye denir: Çeşitli hizm etlerin görüldüğü özel bölümleri vardır; en
büyük bölüm, toplu ayin ve törenlerin yapıldığı m eydan'dır.

D ERM E a. Derleme, toparlama.


*Derme evi: Kimi bölgelerde eemevi'ne verilen ad.

D E R N E K a. T ahtacılar'da, cem ’den daha küçük toplantı.

D E R V İ Ş Fars. (derviş < deryüş, dilenci < d e r , kapı ve yüş,


arayan, isteyen’den) a. Kendini tarik at yolu'na adamış, derece sırala­
masında m u h ip ten sonra gelen alevi-bektaşi. (ANSİKL.)
*Derviş b e k ta ş iliğ i: D e d eb ab a lık .

94
-ANSİKL. T a r ik a t kuralları, tö r e n le r i aracılığıyla kendi
varlığından vazgeçip gerçeği arayan dervişler; tekkede babaya ya da
çeleb iy e yardımcı olarak h iz m e t görürler; R e h b e r lik , ç e ra ğ
u y a rm a , aşçılık , k u rb a n tığlam a, m ey d an cılık vb. h izm etleri
yerine getirirler.

D E R V İ Ş A N Fars. (d e r v i ş i n < derv iş'in çoğulu) a. D e r ­


v işler.

D E R V İ Ş A N E Fars, (dervişane < derviş ve -â n e ’den) s. 1-


D erv işlere yaraşır olan.
2- be. D ervişlere yaraşır biçimde.

D E R V İ Ş L İ K a. 1- T a rik a t yolu'nda derviş olmanın gerekle­


rini yerine getirme.
2- D erece sıralamasında m u h ip lik 'ten sonra gelen ve d e r-
vişlerce temsil edilen aşam a.
*Dervislik e rk â n ı: M uhiplik aşam asını tamamlayan ta rik a t
yolcusu'na. derviş unvanı verilmesi sırasında yapılan tören.

D E R Y A Fars, (derya, deniz) a. 1- V arlık.


2- İn san -ı kâm il.

D E S T Fars, (dest) a. El.


*Dest ve d âm en tutmak: El etek tutm ak.
*Dest vermek: El vermek, yardımlaşmak.
* Dest-i v e la y e t: T a rik a tta , velilik aşam asına çıkmış olan
ulunun eli; velilik eli.

D E S T A N Fars, (dâstan'dan) a. A l e v ilik - b e k ta ş ilik 'te


önemli kişileri ya da olayları övüp yücelten, gerçeküstüyle gerçeğin, ef­

95
saneyle tarihin iç içe geçtiği uzun manzume.
*Destan-ı Fatm a: F atm a destanı.

D E S T E Fars, (deste) a. Azerbaycan ve İran'da, aşure tö ren ­


lerine verilen ad.
* Deste n efesi: Rumeli'de., okunuş ve söyleniş özellikleriyle
ayrımlanan, y atır sem ahı nefeslerine verilen ad.

D E S T E C İ a. Deste nefesi okuyan kimse.

D ESTEÇ U P Fars, (deste-çüb, değnek, sopa) a. 1- Söylenceye


göre: Hz. Ali’nin, kılıcı z ü lf ik â r yerine elinde taşıdığı ağaç
parçası.
2- Eline z ü lfik â r verilmiş kimse olarak algılanan yol e r­
babının, bu durumunu simgelemek için kullandığı değnek.

D E S T E G Ü L Fars. (destegiil) a. D erv işlerin te n n u re üze­


rine giydikleri, kolsuz üstlük.

D E S T U R Fars, (destur, izin) a. 1- Bir ta rik a t yolcusu'nun,


baba, dede gibi bir tarik a t yetkilisine karşı, “izin verir misiniz?" an­
lamında kullandığı söz.
2- D erv işler arasında, “izin verin, yol verin" anlamında kul­
lanılan bir söz.
3- A levi-bektaşi halk şairlerinin, ayinlerde, meclislerde ez­
giyle okudukları, koşm a biçiminde bir tür nefes.
* Destur almak: Bir ta rik a t yolcusu, bir ta rik a t yetkilisinden
izin almak.
* Destur e re n le r: D ervişler arasında, “izin verin erenler, yol
verin erenler" anlamında kullanılan söz.
* Destur istemek: Bir ta rik a t yolcusu, bir ta r ik a t yetkilisin­
den izin istemek.

96
*Destur vermek: Bir ta rik a t yetkilisi, bir ta rik a t yolcusu na
bir hizm eti yerine getirmesi için izin vermek.

D E V H A Ar. (devha, büyük ağaç) *D evhat-üz-zeheb (büyük


altın agaç): “Hz. Ali'yi mübarek, kutlu kılma, kutsama" anlamında
kullanılır.

D E V İR Ar. (devr, dönüş) a. 1- Varlığın tekvin, su d u r ya da


tecelli biçiminde, tanrısal başlangıçtan başlayarak ortaya çıkışı ve
çeşitli aşam alardan geçip çevrim ini tamamladıktan sonra yeniden
Tanrı'ya dönüşü.
2- Bu görüşü savunan öğreti; devir öğretisi. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Devir öğretisi, varlığın âlem -i gayb'dan âlem -i
şuhud'a inişiyle başlar; sırasıyla taş, toprak vb., bitki hayvan ve insan
biçiminde tecelli eder. İnsan m erte b esin e gelen v a rlık , aslına
dönmek gereksinmesini duyar; derece derece yükselerek T anrı'ya
ulaşır.
V arlık , T a n r ı’dan taşan bir ışıktır: M utlak varlık tan çıkan
bu ışık, akıllar aracılığıyla maddenin dört öğe'sine (toprak, su. h a ­
va, ateş) değin inerek v arlık dairesi ya da varoluş çem beri nin
aşağı doğru inen ilk yarısını oluşturur; buna alçalan eğri (devre-i
ferşiye. kavs-i nüzul) denir. Böylece en aşağıya inen varlık, çeşitli
biçimlerde tecelli ederek yaratılmışların en onurlusu olan insana
döner ve derece derece yükselip T a n rı’ya vararak varlık dairesi ya
da varoluş çem beri'nin yükselen ikinci yarısını oluşturur; buna
yükselen eğri (devre-i arşiye, kavs-i uruç) denir.

D E V L E T Ar. (devlet) a. Mutluluk, talih, ongunluk.

D E V R E Ar. (de vre, dönme) *Devre-i a r ş i v e : K a v s - i


n ü z u l.
* Devre-i ferşiy e: Kavs-i uruç.

97
D E V R İ Ar. (devri) s. Devirle ilgili, devire ilişkin olan.
*Devri âsân olsun: Gerekli olgunluk aşam alarına ulaşamadan
H a k k 'a yürüyen birinin ardından, “göçtükten sonra ruhunun do­
laşacağı aşam alarda kolaylık bulsun" anlamında söylenir.

D E V R İ Y E (devriyye < devr'den) a. D evir öğretisi'ni ko­


nu edinen; insanın sonsuz gerçeklikten gelip, değişik aşamalardan ge­
çip yine oraya varacağını anlatan şiir.
*Devriye-i a r ş iv e : D evir öğretisi kapsamında, y ü k se le n
eğri'yi konu edinen şiir.
*Devriye-i fe rş iy e : D evir öğ retisi kapsamında, a lç a la n
eğri'yi konu edinen şiir.

D E Y İŞ a. Alevi-bektaşi edebiyatında, ta rik a t inancını ve t a ­


rik a t ilkelerini dile getiren, bu kapsamda güncel yaşamı betimleyen,
serbest konulu şiir.

D E Y N E K a. A lacad eğ n ek .

DIŞ a. Z ahir.
*Dıs anlam: Z ahir anlam .
*Dış k u r b a n : Kimi bölgelerde, A bdal M usa, H ıdrellez ve
adak kurbanlarına verilen ad.

D İ D A R Fars. (d idâr) a. 1- (yüz, çehre) Tanrısal güzelliğin


görünür duruma geldiği güzelin, sevgilinin yüzü; Tanrı'nın yüzü.
2- (görme) Tanrısal güzelliğin görünür duruma geldiği güzelin,
sevgilinin yüzünü görme; Tanrı'nın yüzünü görme.
*Didara ermek: Didar-ı görmek.
*Didara kavuşmak: H akk'a yürüm ek, göçmek.
*Didara varmak: Didar-ı görmek.

98
*Didar-ı görmek: Tanrı'yı görmek, T anrı'ya ulaşmak.
*Didar'ı Hakk: H akk ın yüzü.
*Didar-ı yâr: Sevgilinin yüzü, Tanrı'nın yüzü. (ANSÎKL.)
-ANSİKL. İnanca göre; Tanrı, insan yüzünü kendi eliyle biçimlen-
dirdi; ona. kendi yüceliğine yaraşan bir özellik verdi; bu nedenle. Tanrı
insan yüzünde görünür oldu.

D İL Fars, (dil) a. T anrı'nın evi anlamında gönül.


*Dil eh li: G önül dilinden anlayan kimse, gönül adam ı.

D İL a. Hz. Ali'nin Z ülfikârı'nı simgeleyen vücut organı.


*Dil bağı: Alevi-bektaşi ahlakının üç temel ilkesinden biri olan
dilin e sah ip olm ayı simgelemek üzere, tığ b e n te atılan üç
düğümden biri.

D İL D A R Fars. (dildâr, birinin gönlünü almış kimse, sevgili)


a. Tanrı.

D İN Ar. (din) a. (İnsanın kutsal olanla ilişkisini betimleyen


inanış ve dogmalar bütünü) 1- T arik at makam ında beliren inanç.
2- Aşk, sevgi.

D İN İ Ar. (dini) s. (dinle ilgili olan) 1- T a rik a t m akam ında


beliren inanca ilişkin olan.
2- Aşkla, sevgiyle ilgili olan.
* D ini e m irler: B â tın ı bilm eyen cahillerin görevleri.
(ANSİKL.)
-ANSİKL. B âtın ı bilen ta rik a t y o lcu ları’ndan dini emirler
düşer.

D İ N L E N D İ R M E K f. Bir m u m ya da o ca ğ ı söndürmek.

99
(ANSİKL.)
-ANSİKL. Söylenceye göre; Hacı B ektaş Veli ç e r a ğ a
ülleyince. tüm R um (A nadolu) erenleri'nin ç e ra ğ la rı dinlenir:
Bu öyküye yönelik bir incelik olarak çerağ, asla üflenerek dinlen­
d ir ilm e z .

D İ V A N Fars, (divân) *Divan-ı Hikm et: Ahmet JV sm 'nin


şiirlerinin toplandığı yapıt.

D İ V A N E Fars. (divâ n e, deli) a. Aşık.

D İV A N E G İ Fars, (divâne gi. delilik) a. Aşık'ın aşkına yeni­


lip kendine egemen olamaması durumu.

D İ V A N S A Z I a. M e y d a n s a z ı.

D O K U Z a. T a n r ı nın, dokuz s u d u r kademesindeki dokuz


varoluş biçimini simgeleyen kutsal sayı, (ANSİKL.) [ 1].
*Dokuz ak ıl: Akl-ı evvel den türeyen ikinci su d u r (oluşum )
kademesi. (ANSİKL.) [2]
*Dokuz gök (ata, felek): Dokuz ruh tan türeyen dördüncü sudur
(oluşum ) kademesi. (ANSİKL.) [3]
* Dokuz ru h : Dokuz akıldan türeyen üçüncü su d u r (oluşum)
kademesi. (ANSİKL.) [4]
-ANSİKL. [1], A le v ilik -b e k ta ş ilik , T a n r ı - doğa - insan
ilişkisini s u d u r (o lu şu m ) te o risi çerçevesinde açıklar. S u d u r
teorisinde. T a n rı dan çıkıp yeniden T a n r ı’ya dönen bir çev rim
vardır; bu çevrim üzerinde Tanrı, dokuz kademede dokuz varoluş biçi­
miyle görünür [Kimi kaynaklarda kademe sayısı değişiktir]:
1- H ak
2- Akl-ı evvel
3- Dokuz akıl
100
4- Dokuz ruh
5- Dokuz gök
6- Dört nitelik
7- Dört öğe
8- Üç âlem
9- İnsan-ı kâmil.
-[2] Sıralamadaki dokuz ruha kaynaklık eden dokuz akıl.
-[3] Dokuz gök; en üstten aşağıya doğru:
1- A tla s
2- Burçlar
3- Zühal
4- M üşteri
5- Merih
6- Güneş
7 Zührc
8- U tarit
9 - Ay
-14] Dokuz ruh [Kaynaklarda sayı ve sıralama konusunda bir birlik
yoktur]:
1- Meleklerin ruhu
2- Peygamberlerin ruhu
3- Ermişlerin ruhu
4- İnananların ruhu
5- İnanmayanların ruhu
6- Cinlerin-şeytanların ruhu
7- Hayvanların ruhu
8- Bitkilerin ruhu
9- Doğal elementlerin ruhu.

101
D O L A ŞA N ÖLÜ Tutkularının, duygularının tutsağı olmuş,
olgunlaşmamış ham kimse.

DOLU a. I- İçki doldurulmuş kadeh; içki. (ANSİKL.)


2- A rif.
*Dolu sunmak, dolu vermek: İçki sunmak.
-ANSİKL. A levi-bektaşiler'de dolu kutsaldır; bu nedenle do-
Iu'ya “H ak D olusu, Ali Dolusu. H ü n k â r H acı B ektaş Veli
D o lu su , Şah İb rah im Veli Dolusu. G erçek E re n le r D olusu”
gibi adlar verilir.

D O LU C U a. Saki.

D O L U C U L U K a. Ş ak ilik .

DON a. (Elbise, giysi) 1- T arik at ulularının, keram et göstere­


rek büründükleri görünüş. (ANSİKL.) [1]
2- Hakk a yürüyen, ancak yok olmayıp başka bir yere taşman tari­
k at ulusunun yeni ru h zarfı. (ANSİKL.) [2]
*Doıı değiştirmek: 1- Bir tarik at ulusu, keram et göstererek ye­
ni bir görünüşe bürünmek.
2- H ak k a yürüyen ta rik a t ulusu, yok olmayıp başka bir yere
taşınarak ruhuna yeni bir za rf kazanmak.
-[1] ANSİKL. K eram et gösteren ta rik a t ululan, genellikle ge­
yik, güvercin donlarına bürünür.
-[2] Hakk a yürüyenin ruhunun yok olmayıp başka bir yere taşına­
rak yeni bir z a rf kazandığı inancının kanıtı olarak. Hacı B ektaş
Veli; İm am Ali'nin don değiştirmiş hali kabul edilir.

DOST Fars. (dûst) a. Gerçek sevgili anlamında T anrı.

102
D Ö N M E a. Kimi sem ahlarda, ağ ırla m a ve y ü rü tm ey i izle­
yen; sağdan sola hızlı dönüşlerle belirgin üçüncü bölüm.

D Ö R T a. Hz. M uham m et'in ev halkından damadı Hz. Ali,


kızı Hz. Fatm a ve torunları Hz. Haşan'la Hz. Hüseyin'i simgeleyen
kutsal sayı.
*Dört an n e (a n a ): D ört öğe.
*Dört e v tâ d : E v tâd .
*Dört inanç: A le v ilik -b e k ta şilik in özünü oluşturan ve dört
kapıya dayanan ib ad et, niyaz, adak ve vuslat.
*Dört k a p ı: T a rik a t yolu'nda ta rik a t yolcusu'nun. T an rı'y a
ulaşmada yükselmek ve derinleşmek durumunda olduğu dört aşamayı
simgeleyen şe ria t kapısı, ta rik a t kapısı, m arifet kapısı ve h a ­
k ik at kapısı.
*Dört kapı öğretisi: T anrı'ya ulaşmada, dört kapı görüşünü te­
mel alan öğreti (ANSİKL.) [ 1]
*Dört k ap ı selamı: İk r a r verm e tö ren i’nde. talip'in tığben-
tinden yedilerek m ürşit'e teslime götürülmesi sırasında; her adımda
ay ak lar m ühürlenip, kapıları temsil eden insanların adları anıla­
rak verilen selam. (ANSİKL.) [2]
*Dört kapı tö re n i: Ayin-i cem'in kolları sıralamasında yer
alan bir tören.
*Dört köse: M uhabbetlerin heyecanlı ve coşkulu anlarında oku­
nan, hareketli ve canlı nefeslere verilen ad.
*Dört öğe (unsur): Önsiiz-sonsuz olarak algılanan ve v a rlık
türlerini oluşturan, her biri bir kapı insanının kökeni durumunda bulu­
nan top rak , su. hava ve ateş.
* Dört öğe öğretisi: Dört öğe görüşünü temel alan öğreti.
(ANSİKL.) [3]
*Dört nitelik: Bir v a rlık ortamında bulunan dört ayrı nitelik.
(ANSİKL.) [41
*Dört sevgili: Dört rakamıyla temsil edilen, ehlibeyt'ten Hz.

103
Ali, Hz. Fatm a, Hz. Haşan ve Hz. Hüseyin.
*Dört tür insan: Her birinin kökeni dört öğeden birine dayanan ve
yine her biri bir kapıyla temsil edilen a b itle r. zahitler, arifle r ve
m u h ip le r.
*Dört vuruş: Ç âr darp.
-ANSİKL. [1] Dört kapı öğretisi’nde k ap ılar. T a n rı yolunda
yürüyen bir insanın yükselmek ve derinleşmek zorunda olduğu manevi
aşa m a la r olarak algılanır.
Dinsel bilgiye ve deneyime açılan bu dört kapı, ilk olarak C ebra­
il tarafından  dem 'e tanıtıldı: Hz. M uham m et de. “Ş eriat benim
sözlerimdir; yol. ta rik a t, benim işleniridir; m a rife t tüm şeyleri­
min başıdır; h a k ik a t benim ru h sa l durumumdur" diyerek bunları
öğretti.
Bu kapsamda, insan-ı kâmil aşamalarından ilkini temsil eden
ve a h i t l e r l e özdeşleştirilen ş e ria t kapısı; b e n liğ in i henüz
kötülüklerden anndıramayan. gelişmemiş ve olgunlaşmamış insan­
ların din kuralları ve yasalar zoruyla eğitildiği bir manevi evredir.
İnsan-ı kâm il aşam alarından İkincisini temsil eden ve z a h it­
lerle özdeşleştirilen ta rik a t kapısı; kötülüklerden arınmanın ve
herkese iyilik etmenin sağlandığı bir manevi evredir.
İnsan-ı kâmil aşamalarından üçüncüsünü temsil eden ve a rif­
lerle özdeşleştirilen m arifet kapısı; gönül yolunda en yüce düzeye
ulaşma ve tanrısal sırlara ulaşma evresidir.
İnsan-ı kâm il aşamalarından sonuncusunu temsil eden ve mu-
hiplerle özdeşleştirilen h ak ik at kapısı; H akk'ı görme, zaman ve
mekân içinde tanrısal âlemin gücü içinde erime evresidir.
Kimi kaynaklar, k ap ı sıralamasını şeriat, ta rik a t, h ak ik at ve
m arife t biçiminde yapar; m arifeti, insanın tanrısal varlıkta belir­
mesi anlamında en son evre olarak görür.
Normal insan, bu dört k apı ve bu dört kapıya bağlı k ırk nıa-
k am ’dan geçerek, ruhunu ve benliğini ergin duruma getirir; kâm il
in san olarak İlahi s ırra ulaşır.
-[2] Dört kap» selamı:

104
*Esselam-ü aleyküm ey nur-u şeriat erenleri,
*Esselam-ü aleyküm ey pir-i ta rik a t erenleri,
*Esselam-ü aleyküm ey nur-u m arifet erenleri.
*Esselam-ü aleyküm ey nur-u hakikat erenleri.
[3] Kaynaklar arasında bir birlik olmamasına karşın dört öğe öğ
tisinde yaygın olarak, dokuz ya da yedi gök katından varlık türleri­
nin oluşumuna katılan ve önsiiz-sonsuz biçimde algılanan dört öğe
(toprak, su. hava, ateş) oluştu; dört anne adıyla anılan bu öğelerden
de mineral, bitki ve hayvanlar âlem i ortaya çıktı.
M a k a la t ve V ilayetnanıe'de A llah’ın dört tür insan yarattığı
anlatılır; Ş eriat kavm i olan a b itle r; ta rik a t kavm i olan z a h it­
ler; m arifet kavm i olan a rifle r ve h ak ik at kavm i olan m u h ip -
ler. Bu dört tür insan, dört kapı ve dört öğeyle temsil edilir: Abitler.
şeriat kapısı ve h av a ; z a h itle r, ta rik a t kapısı ve ateş; a rifle r,
m arifet kapısı ve su; m u h ip le r. h ak ik at kapısı ve to p ra k .
-[4] Dört nitelik, dış ortamda sıcaklık, soğukluk, kuruluk ve
yaşlık'la temsil edilen dört ayrı niteliktir.
Küçük âlem olarak algılanan insanda ise kan. safra, sevda ve bal-
s'iH/ı'la simgelenen dört ayrı karakteri belirtir.

D Ö R T B U D A K a. H orasan çerağı.

DUA Ar. (d u ‘5 ‘, çağırma) a. H a k k a duyulan özlemi dile getir­


me; Hakk'a yakarış. (ANSİKL.)
*Dua vermek: Dua etmek.
-ANSİKL. Halk'm duası lisan, zahit'in duası fiil, arifin duast ise
h al diliyledir.

D Û ZAH Fars, (düzah. cehennem) a. Dünya zevklerine düşkün


olanların toplu durumda bulunduklarına inanılan yer.

D Ü L D Ü L Ar. (D ü l d ü l ) a. Hz. M uham m et'in Hz. Ali'ye

105
armağan ettiği kır donlu at. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Hz. Ali, haricilerle yaptığı savaşta bu kır donlu ata
bindi. H z. M uham m et'in armağanı olduğu için özenle bakılan
Düldül, uzun yıllar yaşadı ve Muaviye döneminde Yeııhu'da öldü.

DÜNYA Ar. (Dünyâ, üzerinde insanların yaşadığı Güneş siste­


mi gezegeni) a. İnsanı Tanrı'dan uzaklaştıran ve gaflete düşüren her
şey.

DÜR Ar. (dürr, inci) *Dürr-i yetim (sedefinden tek olarak çıkan
iri inci): 1- Hz. M uham m et.
2- İnsan-ı kâm il.

D Ü R Z İ Ar. (diirzi) a. D ü rz ilik 'i benimsemiş kimse, toplu­


luk.

DÜRZİLİK a. XI. yy. başlarında Falimi halifesi Hâkim bin Em-


rillah'm veziri Hamza bin Ali tarafından kurulan, insanın tanr­
ısallığını ileri süren bir m ezhep. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Adını, m ezhebin yayıcılarından Ebıı Abdullah Mu­
hammet bin İsmail cd-Derezi'dm alır.

D Ü Ş K Ü N a. Yol terbiyesine aykırı davranan, suçlu kimse.


(ANSİKL.)
*Düskün edilmek: Suçlu duruma düşen ta rik a t yolcusu'na,
düşkün meydanı açarak ceza verilmek.
*Düskün kaldırılmak: Düşkünün düşkünlük durumunu, düşkün
m eydanı açarak sona erdirmek.
*Düskün meydanı: Düşkün edilmek ya da düşkün kaldırılmak için
yapılan toplantı, tö ren .
-ANSİKL. A levilik -bektaşilik'te cem , yalnızca dinsel nite­
likli bir toplantı, tören değildir; aynı zamanda hem ruhen yenilenme.

106
yıkanma, hem de toplumsal ve bireysel sorgulanma yeridir.
Ş eriatı kabul etmeyen alev i-b ek taşiler için cem ler, özellik­
le Osmanlılar döneminde halk mahkemeleri gibi çalıştı. Alevi-bek­
taşiler. hiçbir zaman Osmanlı Devleti'nin mahkemelerine gitmedi; bu
yola başvuran bir a le v i-b e k ta ş i düşkün sayıldı ve toplumdan
dışlandı.
A le v ilik -b e k ta ş ilik inancına göre; dünya işleri, dünyada
çözümlenir; kişi T an rı'y a olan borcunu ödeyemeden ölse bile, bu
yalnızca onun sorunudur. Dünya işleri kapsamında kul borcunu ödemek
bir alevi-bektaşi için temel koşuldur; bu koşulu yerine getirmeyen
yargılanıp düşkün ilan edilir ve toplumdan dışlanır. Bu nedenle, kul
borcu olan suçlular asla cem'e alınmaz. Bu yargılama sistemi, alevi­
lik-bektaşilik inancını, diğer inanç sistemlerinden ayıran önemli bir
özellik durumundadır.
Düşkünlük suçun durumuna göre belli bir süre sonra kaldırılabi­
lir; burada temel ölçüt, kişinin düzelmesi ve halkın da bu kişiyi düzel­
miş kabul etmesidir; dede bu konuda sadece hakemdir; bir dedenin
düşkün ettiği kişinin düşkünlüğünü kendisi ya da kendisi yoksa aynı
ocaktan bir başka dede kaldırabilir.
Düşkün edilmesine karar verilen bir kimse olunca m ü rşit, bir
düşkün meydanı açar ve cezayı verir: Cezanın durumuna göre belli bir
süre geçtikten sonra m ürüvvet meydanı açılır; düşkün kaldırılması­
na karar verilirse yapılan bir törenle suçluluk sona erer ve kişi toplu­
ma katılır.
Cezalar ve ödenecek tazminatlar:
1- Hırsızlık; çalınanın iki katı ödenir ve üç ay düşkün sayılır.
2- Öldürme; ancak üç yıl sonra m ü rü v v et m eydanı açmak
hakkına sahip olabilir; ocağın saptayacağı kan bedelini öder.
3- Yalan söyleme: Yüz bir gün düşkün kalır; m ürüvvet mey­
d an ı giderini öder; çift k u rb a n tığlatır.
4- Zina; bir yıl üç gün düşkün sayılır; dönüşünde davacının rızasını
almak zorundadır; alamaması durumunda evlenir.
5- Sırları açıklama; dört baş okuttuktan sonra ancak m eydan'a

107
alınır.
D Ü Ş K Ü N L Ü K a. D üşkün olma durumu.
*Düşkünlük meydanı: Düşkün meydanı.

D Ü V A Z (Fars, dü vâ zd eh 'in kısaltılmış söylenişi) a. D üvaz-


deh.
*Düvaz im am : Düvazdeh imam.

D Ü V A Z D E H Fars, (d ü v â z d e h . on iki) a. A le v i-b e k ta ş i


edebiyatında On İki İm am için söylenmiş nefeslere verilen ad;
düvazdeh nefesi.
*Düvazdeh İm am : On İki İmam.
E
E B C E T Ar. (e b c ed ) a. Arap alfabesini oluşturan harflerin
sayısal karşılıklarını akılda kolayca tutabilmek için oluşturulmuş se­
kiz sözcükten ilki. (ANSİKL.) [1]
*Ebcet hesabı: Tarih düşürmede kullanılan Arap harflerinin sayı­
sal değerlerine dayanan bir hesap sistemi. (ANSİKL.) [2]
-ANSİKL. [1] - [2] Sekiz sözcük ve sözcükleri oluşturan harflerin
sayısal değerleri:
1- Ebced (elif: 1; be:2; cim:3; dal:4);
2- Hevvez (he: 5: vav: 6; ze: 7);
3- Hutti (ha: 8: tı: 9; ye: 10):
4- Kelemen (kef: 20; lam: 30; mim: 40; nun: 50);
5- Safes (sin: 60; ayın: 70; fe: 80; sad: 90);
6- Karaşet (kaf: 100; re: 200; şin: 300; te: 400);
7- Sehaz (se: 500; hı: 600; zel: 700);
8- Dazığ (dad: 800; zı: 900; gayın: 1000).

E B İ Ar. (ebıj a. Baba.

E B İY E Ar. (ebiyye) s. Babayla ilgili, babaya ilişkin olan.

109
EBU M Ü SL İM (Horasan'daki Abbasi ihtilalinin önderi Ebu
Müslim i’l-Horasani [-755] *Ebu Müslim nacağı (Demirci Ahi Hurdck
tarafından Ebu Müslim'e savaş aracı olarak yapılan balta): Ebu
M üslim'in baltası anısına Rum abdalları'nın, Hacı Bektaş Veli
düşüncesinin yılmaz savaşçıları olduklarının bir simgesi olarak omuz­
larında taşıdıkları kısa saplı, küçük balta.

E B U M Ü S L İ M N A M E a. Ebu Müslim el-Horasani'nin tarihi


kişiliği, efsaneleşmiş yaşamı ve savaşları kapsamında Ali yan­
daşlarıyla Mııaviye yandaşları arasındaki mücadeleyi anlatan, destansı
halk hikayesi.

ECEL Ar. (ecel) a. 1- Ölüm zamanı; yaşamın sonu.


2- Duyguların, tutkuların tutsağı olma, geçici isteklere kapılma
anlamında insan olmanın sonu; dolaşan ölü durumuna geçme
zamanı.

EDEP Ar. (edeb, terbiye, güzel ahlâk; görgü kurallarına uygun


davranma) a. Eline - diline - beline sahip olarak kötü hal ve hare­
ketlerden uzak durma. (ANSİKL.)
*Edep. e r k â n !: C em aatı ta rik a t adabına, yoluna davet için
m ü rşit tarafından söylenen uyarı sözü.
-ANSİKL. A levi-bektaşi ahlâkının temelini oluşturan edep;
e l-d il ve b el sözcüklerinin ilk harflerinden türetilm iş olarak
algılanır. A levi-bektaşiye göre, hizm etteki edep, hizm etin kendi­
sinden daha değerlidir. Edep kapsamında üç şey önemlidir:
1- Eline sahip olm a; hırsızlık yapmama, kan akıtmama an­
lamında, alevi-bektaşi barışçılığının ve cana saygısının bir simgesi
durumundadır; bu yolla bir alevi-bektaşi eli, suç işleme aracı ol­
maktan çıkarıp güzellikleri yaratma aracı haline dönüştürmüş olur.
2- Diline sahip olm a; yalan söylememe, sözle insanları birbi­
rine düşürmeme, kov ve gıybette bulunmama anlamında, alevibektaşi
açıklığının bir simgesi durumundadır; bu yolla bir alev i-b ek taşi

110
dili, dedikodu yapma, fitne ve fesada katılma aracı olmaktan çıkarıp
doğruyu söyleme, söz güzelliğini yaratma aracı haline dönüştürmüş
olur.
3- Beline sahip olma; nefsine sahip olma, zina yapmama a
lamında, gayrimeşru ilişkilerden uzak durma anlayışının bir simgesi du­
rumundadır; bu yolla bir alevi-bektaşi cinsel organları, zina aracı ol­
maktan çıkarıp herkesin eşiyle sevgilisiyle birlikte yaşamasının güzel­
liklerini yaratma aracı haline dönüştürmüş olur.

E D E P L İ s. (Terbiyeli, nazik, kibar) Eline - diline - beline sa­


hip olan.

E D E P S İZ s. (utanmaz, hayasız) Eline - diline - beline sahip


olmayan.

E D V A R Ar. (edvar, devirler < devr in çoğulu) *Edvar-ı vücut


(v a rlık dönemleri): V arlığın, varoluş çem beri'nde kendisi için
olanaklı olan seyrini tamamlayarak aslına geri dönmesi.

E F R A T Ar. (e frâd < fe r d 'in çoğulu) a. Belli a ş a m a la r ı


yaşayarak olağanüstü nitelikler kazanmış. T anrı tarafından kimi kut­
sal hizm etlerle görevlendirildiklerine inanılan gayb erenler.

E H A D a. A had.

E H A D İ Y E T a. A h a d iy e t.

E H L Ar. (ehl) a. T a rik a t kurallarına uyan, yolu bilen kimse.


*Ehl-i â b â : Hz. M uham m et ve ailesi.
*Ehl-i A li: Hz. Ali yandaşları.
*Ehl-i b âtın : Tanrısal sırra ermiş olanlar.

111
*Bhl-i cehl: Cahiller, bilgisizler.*Ehl-i dil: G önül dilinden an­
layanlar; gönül adamları.
*Ehl-i H a k : M arifet sahipleri, a rifle r.
*Ehl-i h a l: Halden anlayanlar; hal adamları.
*Ehl-i sü n n et: Hz. M uham m et ile ashabının izledikleri yolu
benimseyenler.
*Ehl-i ş ia : Ehl-i Ali.
*Ehl-i t a r i k : T a r ik a t a giren, m ü r ş it'e bağlanan kimse;
d e rv iş.
*Ehl-i t a r i k a t : T a rik a t ehli.
*Ehl-ül-lâh: H ak dostları, erm işler.

E H L İ B E Y T Ar. (ehl-i bey t. ev halkı < ehl ve beyi, evden) a.


Hz. M uham m et'in; damadı Hz. Ali. kızı Hz. F atm a ve torunları
Hz. Haşanla Hz. Hüseyin'den oluşan ailesi. (ANSİKL.) [1]
♦Ehlibeyt m u h a b b e ti: A lev ilik -b ek taşilik ’te. gençleri gele­
cekteki yollarına hazırlamak için düzenlenen küçük törenlere verilen
ad. (ANSİKL.) [2]
-ANSİKL. [1] A le v ilik - b e k ta ş ilik 'te ehlibeyt iki türlü
algılanır:
1- Ehlibeyt, Hz. M uham m et, Hz. Ali, Hz. F a tm a ,//:. Ha­
şan ve Hz. Hüseyin olarak tanımlanır ve beş rakamıyla simgelenir;
önceleri penç-i âbâ olarak bilinirken sonraları pençe-i Al-i âbâ bi­
çimine dönüştü ve bir elin beş parmağıyla simgelenir oldu.
2- Ehlibeyt, Hz. Ali, Hz. F atm a. Hz. Haşan ve Hz. Hüseyin
olarak algılanır ve dört rakamıyla simgelenir; bu anlamda dört sevgi­
li. alevi-bektaşi felsefesinin temeli durumundadır.
-[2] Ehlibeyt m uhabbeti için belli yaşa gelmiş gençler, dedenin
atadığı bir rehberin gözetimi altında toplanır; önce kimi nefes ve se­
m a h la r gösterilir; daha «onra önde gelen yol ulularının kimlikleri
öğretilir ve bunlara ilişkin söylenceler anlatılır.

112
E K B Â D Ar. (ekbâd) a. Karaciğerler.

EK BER Ar. (ekber) s. En büyük, çok büyük.

E K M E K Ç İ a. Ekm ekevi'nde görevli kimse.


*Ekmekçi p o stu : M eydan’daki. on iki post sıralamasında yer
alan. Balım Sultan m ak am ı.

E K M E K E V İ a. B ektaşi tekkelerinde bulunan on iki ev'den


biri
*Ekmekevi babası: Ekm ekevi’ni yöneten baba.

E K R E M Ar. (ekrem < k e r e m , el açıklığı, cömertlik) s. Eli


açık, yüce gönüllü, cömert.
*Ekrem-ül-ekremin (ekremlerin ekremi): T anrı.

EL a. Tanrısal gücü simgeleyen, tutma, dokunma organı.


*E1 almak: Bir m ürşit'e bağlanmak; derviş olmak.
*E1 ele, el H a k k 'a : D edeye biat etme yoluyla Hz. M uham ­
m et'e ve T a n rı ya b iat etm iş olma.
*El-etek sahibi olmak: Bir m ürşit'e bağlanarak nasip almış ol­
mak.
*El-etek tutmak: Nasip alm a töreninde, bir eli m ürşit'in elin­
de, diğeri eteğinde olarak bağlılık yemini etmek.
*El-göğüs-dudak yapmak: Hz. Ali’ye bağlılığın bir kanıtı olarak,
O’nun adı geçtiğinde toparlanıp eli göğüse ve dudaklara götürerek se­
lam vermek.
*E1 öpmek: Bağlılık ifadesi olarak, m ürşit'in sağ elinin içini
öpmek.
*E1 vermek: T arik at yolu'nda belli deneyimlerden geçen birine
durumuna uygun yetki vermek.

113
* E tine - diline - beline sahip olma: E dep.

E L E S T Ar. (elest < elestü) a. T anrı'nın insan ru h la rın ı ya­


rattığı zaman; insanların yaratılışının başlangıcı.
*Elest meclisi: T anrı'nın ru h ları toplayarak; “Ben sizin Rabbi-
niz değil miyim?" diye sorduğu ve müminlerin evet, kafirlerin hayır
yanıtını verdiği toplantı.
* Elest şarabı: M utlak güzellik'in anlık görünüşüyle vecd du
rumuna geçmenin anısına, tarik at yolu'nda içsel bir yaşam deneyimini
tatmak için içilen şarap.

E L E S T Ü Ar. (e le s tü , değil miyim) *Elestü bi-rabbiküm :


T anrı'nın ru h ları toplayarak sorduğu, “Ben sizin Rabbiniz değil mi­
yim?" sorusu.
*Elestü m ih r a b ı: M e y d a n ’da, g ö n ü llerin yöneldiği T a n r ı
n u ru .

ELGÜLÜ a. Defin günü akşamı toplanılan yas evi.

E L İ F Ar. (elif) a. E b cet hesabıyla sayı değerinin bir ol­


masından esinlenerek T anrı'nın tekliğinin ve birliğinin bir simgesi
olarak algılanan Arap alfabesinin ilk harfi. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Elif, “B esm ele"nin “Ba"sınm altında bulunan ve
İm am Ali'yi simgeleyen noktadan, diğer harfler eliften türer; tıpkı
bunun gibi bütün v arlık lar da T anrı'dan zu h u r eder. Nasıl elif,
bütün harflerin ilkiyse T a n rı'd a bütün varlıkların ilkidir. Bütün
harflerin elifte görüldüğü gibi bütün varlıklar T anrı'da görülür.
İnsan gizli iken görünmek isteyince “nokta” olup ana rahmine
düşer; dokuz ay on gün sonra dünyaya gelerek “elif" olur: Vücut, bir
bütün olarak “B esm ele"yi; gövde, “B esm ele"nin “B a ”sını; baş,
“B a”mn altındaki no k tay ı simgeler.

114
E L İ F İ Ar. (elifi < elif) s. Elif gibi olan.
*Elifi nem ed: Kuşak altına bele sarılan keçe kem er.
*Elifi s u m a t: D ervişlere yolculuklarında verilen ve büzülüp
kuşağa bağlanarak taşman deriden sofra örtüsü.
*Elifi t a ç : Hacı B ektaş Veli'yle A n adolu'ya geldiği kabul
edilen, dört dilimli, dikiş çizgisi elif harfini simgeleyen, uzun çuha
b a ş lık .

EL LİK a. Niksar yöresinde oynanan bir semah oyunu.

E M A N E T Ar. (em â n e t) a. C an .
*Emaneti teslim etmek: H ak k 'a yürüm ek.

E M E V İ a. Em eviler hanedanı'ndan kimse, topluluk.

E M E V İ L E R a. İlk İslam impatorluğunu kuran Arap hanedanı


[661-750],

E M İ R Ar. (em ir < emr, buyruk) a. 1- Geleneksel Müslüman


toplumunda kimi askeri, sivil ya da dinsel görevler için kullanılan yöne­
ticilik unvanı.
2- Hz. M uham m et'in soyundan gelen kimse.
*Emir â le m i: H a k k ın tecellisiyle ço k lu k durumunda beli­
ren âlem .
*Emir-i n a h l: Hz. Ali'nin lakabı.
*Emir ü l-m ü m in in : Hz. Ali'nin lakabı.

E M İ R Ü L Ü M E R A Ar. (em ir-ül-iim erâ, emirlerin emiri) a.


Abbasiler'den başlayarak İslam devletlerinde yararlık gösteren komu­
tanlara, başkomutana ya da kendi güçleriyle toprak ele geçiren emirlere
verilen unvan.

115
E M M A R E Ar. (emmare) s. Emreden, yönlendirici olan.

E N B İ Y A Ar. e n b iy â < nebi' nin çoğulu) a. Peygamberler,


yalvaçlar.
*Enbiva-vı k i b a r : Büyük peygamberler.

EN E Ar. (enâ ) a. Ben.

E N E İ Y E Ar. (eneiyye < ene, ben ve -iyyeS a. B enlik.

E N E İ Y E T Ar. (eneiyyet < ene, ben ve -iyyet) a. B enlik.

E N E L H A K Ar. (e n e - l- lla k■ k• < e n â . ben ve el-H a k* k• ) ünl.


Hallac-ı Mansur'm, kendini aşarak T a n rı’ya ulaştığını ve Tanrı'nın
kendinde tecelli ettiğini göstermek için söylediği. “Ben Tanrıyım''
anlamındaki ünlü sözü. (ANSİKL.)
-ANSİKL. A levilik-bektaşilik inancında kâm il insan, artık
“varoluş ötesi" bir varlık durumuna gelmiş demektir: T a n rı’ya doğru
yürüyebilir vc T anrı’yla birleşebilir; ruhu başka bir insana geçebilir ya
da kendisi bir peygamberin ruhunu alabilir: Ali'nin ruhu da H acı
B ektaş Veli nin vücuduna böyle geçli ve onu bu yolla ikinci Ali
yaptı.
Bu kendini aşma; T anrı yla, peygamberle, imam la özdeş olma,
a le v i- b e k t a ş i düşüncesinin özünü oluşturur. Bu kapsamda. Tanrı'ya
ulaştığına inanan ve bunu açıklamak için de “ E n e l h a k " diyen Hallac-ı
M ansur, S ü n n i l i k tarafından suçlu bulundu ve derisi yüzülerek
öldürüldü; S ü n n i l i ğ i n tersine a l e v i l i k - b e k t a ş i l i k Hallac-ı Man-
sur'u en saygın yere yerleştirdi; insanın, T anrı’nın hayali bir görüntüsü
olduğu görüşü, a l e v i l i k - b e k t a ş i l i k felsefesini besleyen bir kaynak
oldu.

E N F A L Ar. (enfâl < nefelin çoğulu) a. Savaşata ele geçirilen

116
mallar; ganimetler.

E N S Â R Ar. (etısâr < nasırın çoğulu) a. Hz. M uham m et'e


yardım eden ve İslamiyet'in yayılmasında yararlık gösteren kimseler.

E N S Â R İ Ar. (enşâri) a. E n sâ r’dan olan kimse, topluluk.

E R a. 1 E d ep ve e r k â n a saygılı, nefsine boyun eğmeyen


kimse.
2- G önül bilgisiyle donanmış, yücelme a ş a m a la r ın d a
geçerek gerçekliğe ulaşmış ta rik a t üyesi. (ANSİKL.)
*Er çiçeği: Baba nın kabul ettiği kimse, derviş.
*Er eteğinden tutmak: Bir p ir in, m ürşif'in hizm etinde bulu­
narak olgunlaşma, yükselme olanağı bulmak.
*Erler katı: Kendini eğiterek gerçekliğe ulaşmış ta rik a t ehli nin
bulunduğu aşama.
-ANSİKL. A le v ilik -b e k ta ş ilik tc er. bütün tutkulardan,
eksikliklerden arınmışlığı, gönül aydınlığını, yüceliği anlatır.

E R B A A Ar. (erba‘a ) s. D ö rt.

E R B A İ N Ar. (erba ‘i n . kırk) a. T a r ik a ta giren d e rv işle rin


nefsi ezmek, bencilliği kırmak için doldurdukları kırk günlük çile.
* Erbain çıkarmak: Bir derviş, kendini eğitmek için, kırk
toplumdan uzak hücrede yaşamak; çile çıkarm ak.
*ETbain-i a ş u r a : H:. Hüseyin'in Kerbela'da şehit edilişinin
kırkıncı gününe rastlayan, kameri takvim'in ikinci ayı safer ayının
yirminci günü.

E R B A P Ar. (e r b â b , sahipler < ra b b 'ın çoğulu) *E rb ab -ı


z a h ir: E v re n i dış yüzüyle, görünüşüyle değerlendirenler, ş e r i­

117
atçılar.

E R D E B İL (İran Azerbaycam'nm doğu kesiminde yer alan.


Safeviye ta rik a tı nın kurucusu Şeyh Safiyettin m [1252-1335]
doğduğu ve gömülü bulunduğu kent) *Erdebil d ergâhı: Erdebiliyc
(S afev iy e) ta rik a tın ın E rdebiV de bulunan, yönelim merkezi
durumundaki dergâhı.
*Erdebil d e rv iş le ri: E rd e b iliy e (S afev iy e) ta rik a tın d a n
d e r v iş le r .
*Erdebil sufileri: Şeyh Safiyettuim soyundan gelenler ve yolun­
dan gidenler.
*Erdebil sev h i: E rd eb iliy e (Safeviye) tarik a tın ın kurucusu
Şeyh Safiyettin [1252-1335].

E R D E B İL İ a. Safevi.

E R D E B İL İY E a. Safeviye.

E R E N a. (Ulaşan, varan) Benliğinin geçici tutkularını yenerek


olgunluk aşam asına varan, erm iş olan ta rik a t üyesi kimse.

E R E N L E R (eren in çoğulu) a. 1- Gerçekliğe ulaşan, olgunluk


aşam asın a varan ve T an rı'n ın dostluğunu kazandığına inanılan
ta rik a t üyeleri. (ANSİKL.)
2- Ünl. D ervişler arasında kullanılan seslenme sözü.
* Eren ler d e ıııi: C em e katılanların uyguladığı e r k â n ve
m u h a b b e t.
*Erenler hakkı: Misafir ya da yoksullar için ayrılan yemek.
*Erenler m ey d an ı: M eydan.
*Erenler n efesi: A lev i-b ek taşilerin inanç ve düşüncelerini
dile getiren şiir, deyiş.

118
*ErenIer önünde bas eğmek: Bilim olarak algılanan post'un batıl
yanının bir koşulu olarak erenlere kendini teslim etmek.
*Erenler şahı: Hacı B ektaş Veli.
♦E renlerim : D e rv işle r arasında “sen" yerine kullanılan bir
hitap sözü.
♦Erenlerin ser çeşmesi: Ermişlerin ana kaynağı anlamında Hacı
B ek taş Veli.
-ANSİKL. Müslümanlık'm doğuya doğru yayıldığı dönemlerde
İslam dinini kabıîl eden Tiirkler; kimi eski inanç ve geleneklerini,
benimsedikleri bu yeni dinle uzlaştırdılar. Bu kapsamda. Şaman. Fars
ve Hint inançlarından kimi öğeler, özellikle tasavvufta derin izler
bıraktı; a b d a l l a r , d e r v iş l e r , e r e n l e r , s u f ile r bu izlerin en
belirgin örnekleri durumundadır.
H o ra sa n lı Ahmet Yesevi'nin kurduğu Yeseviye tarik a tın ın
gezginci d erv işleri, ta rik a tla rın ı A nadolu'ya yaydılar; Tanrısal
sırlara erdiklerine inanılan ve erm iş kabul edilen bu kişilere erenler
denildi.

E R E N L İK a. E ren olma durumu; eren olan kimsenin niteliği.

E R K Â N Ar. (erkân < r ü k n . direk'iıı çoğulu) a. 1- R u h s a l


a ş a m a bakımından üstün durumda bulunan ta rik a t yolcuları;
ta rik a t ileri gelenleri.
2- T arik at ulularının koyduğu ve tarik a tın yasası durumunda
olan ilkeler, kurallar ve törenler bütünü; erkân ı ta rik a t.
3- A lacadeğnek.
♦ Erkân çalm ak: D ü şk ü n k a ld ırılm a s ı sırasında d e d e ,
d ü ş k ü n ü n sırtına a la c a d e ğ n e k le “A llah - M u h a m m e t - A li"
aşkına otuz üçer kez sembolik olarak vurmak. (ANSİKL.) [1]
♦Erkân değ n eğ i: A lacadeğnek.
♦Erkân değneği h a k k ı: D üşkün k a ld ırılm a sı sırasında,
günahlarından arınması için alacadeğnekle sembolik olarak dövülen

119
düşkünden, bu vuruşların bedeli olarak alman para vb.
*Erkân m ey d an ı: T ören m eydanı.
*Erkân sem ahı: Daha çok Erzincan yöresinde oynanan, ağır kol
hareketleri ve buna uygun adımlarla belirgin bir sem ah. (ANSİKL.)
[21
*Erkân sürmek: M eydan açıp tören yapmak.
*Erkâna girmek: Görgü törenine katılmak.
♦Erkândan geçmek: Görgü töreninden geçmiş olmak.
♦Erkân ı ev liy a: A lacadeğnek.
♦Erkân-ı m esay ih : M ü rşitle r erkânı.
♦Erkân ı ta rik a t: T arik a ta ilişkin davranış kuralları; erkân.
-ANSİKL.[1] Düşkünü m eydana getirirler; vücudunun üst yanı
çıplak olarak m eydan eşiğine baş koyar ve dede'nin barışıklık sağla­
masını diler.
Düşkünün, eşik öperek dâr'a geçmesine izin verilir: Dede ve
cem aat ayağa kalkar; dede ocak başına geçer; bu sırada re h b e ri
düşkünü yüzüstü yatırın Yeşil torbasından çıkarılan alacadeğneği
eline alan dede, düşkünün sırtına “Allah - M uham m et - Ali" adı­
na otuz üçer kez, toplam doksan dokuz kez sembolik olarak vurur;
böylece düşkünü günahlarından arındırmış olur.
-[2] Erkân semahı için, kadınlar odanın bir yanında, erkekler diğer
yanında oturur: M ü rşit, re h b e r, m ü reb b i, gözcü, sazcı yerlerini
alır. Ardından m ürşit'in karısı üç kez “Ya Allah, ya M u h am m et.
ya Ali” diyerek niyazda b ulunur ve tüm canlara dolu sunarak ge­
lip d â r'a d u ru r; aynı şeyi reh b er ve m ürebbi'nin eşleri de yapar ve
d â r'a d u ru r.
Daha sonra cem 'deki kadınların en yaşlılarından biri önce
m ü rşit'in önünde secdeye kapanır, ardından herhangi bir erkeğin
önüne n iy a z eder. Önüne niyaz edilen erkek kalkar; bu sırada
kadınlar erkân sem ahını oynamaya başlar; toplantıya katılan herkes
d â r'a d u ru r. Saz ve nefes eşliğinde sürmekte olan oyuna, ortadaki
kadınla erkek de katılır.

120
E R K Â N N A M E Ar. + Fars, (e r k â n n â m e < Ar. e r k â n , di­
rekler ve nâme, mektup) a. T a rik a t uluları tarafından konulan ve
tarik a tın yasası niteliğinde olan ilkeleri, davranışları, kuralları vb.
içeren yapıt.

E R L İK a. E r olma durumu, er olan ta rik a t üyesinin niteliği.


*Erlik m ak am ı: E r olanların ulaştığı aşam a.

E R M İŞ a. T anrı'ya yakın. T anrı yla dost olduğuna, kendisinde


olağanüstü manevi bir güç bulunduğuna inanılan kimse; evliya,
v eli.

E R M İ Ş L İ K a. E rm iş olma durumu; e rm iş olan kimsenin


niteliği; e v liy a lık , v elilik .

E R Ş E T Ar. (erşed < reşid < rüşd, erginlik) s. Ergin, uyarıcı,


bilgin olan.

E R V A H Ar. (ervâh < ra ft’un çoğulu) a. R uhlar.


*Ervah-ı abidin: Dindarların ruhu.
*Ervah-ı arifin: E rm işlerin ru h u .
*Ervah-ı cin n i: Cinlerin ruhu.
»Ervah ı enbiya: Peygamberlerin ruhu.
*Ervah-ı ev liy a: E v liy aların ru h u .
*Frvah-ı hayvanat: Hayvanlann ruhu.
*Ervah-ı kâfirin: İnanmayanların ruhu.
*Ervah-ı m ü m in in : İnananların ruhu.
*Ervah-ı nebatat: Bitkilerin ruhu.
*firvah-ı şeytani: Şeytanların ruhu.
*Ervah-ı ta b a yi: Doğal elementlerin ruhu.

121
E R Z İ N C A N (Doğu Anadolu'nun Yukarı Fırat Bölümü'nAc
kent) *Erzincan s e m a h ı: Erzincan yöresinde yaygın, erkân se­
mahıyla aynı kalıplar içinde oynayan bir sem ah.

ESED Ar. (esed, aslan) a. Burçlar sıralamasında yer alan ve as­


lanla sembolize edilen burç; aslan burcu. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Z o d y ak , insan biçiminin göklere yansımasından
kaynaklanan bir “burç insani'drr, esed. bu “burç insani'nm. benlik ve
yırtıcılık güdülerini anlatan kalbini ve sırtını temsil eder.

E S E D U L L A H Ar. (e s e d u ll a h ) a. A llah 'ın aslan ı olarak


algılanan Hz. Ali.

E S H Â B Ar. (ashâb)
ı •
a. A shâb.

E S L A H Ar. (eslöh) s. Temiz ve dürüst olan.

E S M A Ar. (esma < ism'in çoğulu) a. Adlar.


*Esma-vı h ü sn a: Tanrı'nın adları. (ANSİKL.)
-ANSİKL. V ahdeti vücut felsefesine göre, evrendeki tüm
v a rlık la r. T a n rı'n ın adlarının görüntüye dönüşmesiyle tece lli
eder; bu kapsamda bütün varlıklar ve olaylar. Tanrı'nın adlannnın
zuhurundan başka bir şey değildir.

E Ş a. Yola girişte, talip'in kefil olarak seçtiği m usahip.


*Eş m e y d a n ı: A levilik’e kabul töreni. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Nasip m eydanı olarak da bilinir: Alevilik inancına
göre herkes “m üm in” olarak doğar; ana-baba terbiyesi alır, olgunlaşır
ve çöp atlam a zam anı gelir; böylece ham lıktan kurtulmuş olur
Erkek ve kadın (karı-koca) iki talip, kendilerini' birci m u sa h ip es
bulur. K u rb a n la r hazırlanır: yiyecekler r e h b e r e tealim edilir.

122
Kefenleri giydirildikten sonra, erkeğe reh b er dede, kansına
re h b e r bacı a b d e s t aldırır: Yalın ayak olarak m ey d an 'a girişte
boyunlarına tığ b e n t geçirilir; tığ b e n tle rin birer ucu r e h b e r
tarafından, kadının tığbentinin boşta kalan ucu erkeğin eşi, erkeğin
tığbentinin boşta kalan ucu ise kadının eşi tarafından tutulur; reh b er
önde, talip ler (karı-koca) onun arkasında olmak üzere durur; erkek
talip sağ eliyle kadın talip sol eliyle eşlerinin ellerinden, başpar­
makları karşılaşacak biçimde tutar.
A p d e st alınan odadan çıkarken taliplerin gözleri bağlanır:
R ehber M eydan eşiğine niyaz eder; eşler de ta lip le re üç kez
niyaz e ttirir; eşiğ e basmadan içeri girilir; ayaklar m ü h ü r l ü
durumda p ey m an ç ed e d u r u r la r ; bu sırada r e h b e r . “A lla h ,
e y v a lla h ... M u h am m et Ali aşkına P ir/;» H acı B ektaş Veli
divaniMiA/ d â r '« durmaya can geldi. E re n le r m eydanı;;^/ özü
d â r ’da. gözü niyaz da... Bel oğlu yolu geldi..." te rc ü m an ın ı okur
ve d ed e ye niyaz ed er. Dede taliplere: “Ey talip çerağa talip
m i s i n i z ? Döktüğünüz varsa doldurun, ağlattığınız varsa
g ü ld ü rü n .Yıktığınız varsa yapın. E re n le r m e y d a n ı» ^ / h a k
y olund asın ı:. Gelen dönmez, dönen görmez.H û gerçeğe, lanet
m ü nkire..." der.
T a lip le r , bağışlanmalarını ister: Herkes, A llah eyvallah
diyerek haklarını helâl eder.
Sonra dede huzuruna varılır ve niyaz edilir: Dede ve ce m a at
ayağa kalkar; dede önce kadını ve eşini, ocağın kenarındaki.çerağ-i
A li'nin önüne getirerek diz çöktürür ve “E lin e, d ilin e , b e lin e
dürüst olacağına söz mü? der; onlar da “söz" der; bu işlem erkek ve eşi
için de yapılır. Ardından ayağa kalkılır, eşiğe kadar geri gidilir ve eşiğe
basmadan dışarı çıkılır.
R ehber yeniden içeri girer, m eydan ın sağında sol tarafı kapıya
gelmek üzere durur; ardından gözcüyle k u rb a n la rıy la birlikte
ta lip le r girer.
Dede. “ K urban/i/r/« hakki/u verin" deyince zâk ir bir düvaz
okur; aşçı içeri girer, niyaz ederek k u rb an ları alıp götürür.
Ç e ra ğ c ı. ç e ra ğ la rı u y a n d ıra ra k ilgili t e r c ü m a n ı okur:

123
Daha sonra rehber, önce kadın talip ve eşini, ardından erkek talip ve
eşini dede huzuruna götürür: Dede. Mezhebin İmam Caferi mezhe­
bi, m ü rşit/» M u h am m et, re h b er/« Ali'dir. Bildiğindan ayrılma,
yolundan dönme. Dönen gelmez, gelen dönmez. Pir/;; Hacı Bektaş
Veli'dir..." telk in in i yapar.
T elkinden sonra m u sa h ip le r, talip lerin gözlerini çözeı : Bu
sırada c e m a a t hep bir ağızdan “ Bism-i şah " der; ilgili d ü v a z
okunduktan sonra dede, ocağın üstündeki çiviler üzerinde yatay olarak
duran yeşil renkli a la c a d e ğ n e k torbasını alır; ta lip le r, r e h b e r
tarafından, ayaklan eşiğe uzanacak biçimde yüzü koyun yere yatırılır;
d e d e , “ Allah M uham m et Ali" diyerek a la c a d e ğ n e ğ i. yerde
yatan taliplerin omuz başlarına üçer kez vurur; sonra talipler ayağa
kalkar; önce kadın ta lip ve eşi. ardından erkek ta lip ve eşi.
alacad eğ n eğ in altından geçer; dede, m ak am ın a oturur, ta lip le r
önünde niyaz eder.

E Ş İ K a. Hz. M uham m et'in. “Ben ilim şehriyim. Ali onun


k a p ısıd ır" h ad isin d en esinlenerek Hz. Ali'yi temsil ettiğine
inanılan ve yola girişin bir sembolü olarak algılanan, meydan'm giriş
kapısının iç kısmı. (ANSÎKL.)
*Eşik ıssı: Düşkünün, evine sığındığı kimse.
*Esik öpmek: T arik at ışık ve bilgisine ulaşmış olmanın anısına,
bir alçakgönüllülük ve teslimiyet ifadesi olarak, eşiğin önünde sol diz
üzerine çökerek elleri eşiğe koyup her bir eli bir kez öpmek.
*Eşiğe bas kovmak: Eşik öperek tarikata bağlanmak.
*Esigi asmak: Eşiği öperek meydan'a girmek.
-ANSÎKL. A le v ilik -b e k ta ş ilik 'te eşik kutsaldır; kişiyi
H akk'a ulaştıran kapıdır; asla eşiğe basılmaz, eşik öpülür.

E T H E M (Belh Sultanıyken tacını, tahtını terkederek d e r ­

124
vişlik yolunu seçen İbrahim Ethem'in adından)
*Ethemî ta ç : İbrahim Ethem'in, ta rik a t yolcusu olmak için
dünyevi taçtan vazgeçişinin anısına, dünya nimetlerinden uzaklaşma
simgesi olarak algılanan dört terkli derviş tacı.

E T V A R Ar. (etvâr < ta v r ın çoğulu) a. Tavırlar, davranışlar,


hareketler.
*Etvar-ı seb a: T arik a t yolcusu'nun ruhsal arınmaya ulaşmak
için geçmek zorunda olduğu yedi aşama. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Bu yedi aşam a (m akam ) şöyle sıralanır:
1- Nefs aşam ası (ben m akam ı): Kişi duyusal eğilimlerinin
etkisi altındadır; henüz tanrısal gerçekliği kavrayabilecek durumda
değildir; arınmak zorundadır.
2- G ö n ü l aşa m a sı (sa d r m akam ı): Kişi g ö n ü l yoluyla
düşünmeye, tutkularından uzak kalmaya başlar.
3- R uhsal aşam a (ruh m akam ı): Kişi ru h sa l v arlık alanına
yönelir; tanrısal gerçekliği anlama yolundadır.
4- Gizem aşam ası (sır makamı): Kişi, dünyaya özgü tüm geçici
varlıklardan sıyrılmış ve tanrısal gerçekliğe ulaşmış durumdadır.
5- G ize m le rin gizem i aşa m a sı ( s ır r u 's - s ır m ak am ı):
Kişiye, tanrısal gizlilikler bir bütünlük içinde açılır.
6- En gizli aşam a (ahfa makam ı): Kişi, nurun (ışığın) siyah
olarak algılandığı, tanrısal evrene en yakın alandadır.
7- S alt g e rç e k lik le r aşam ası (m u tlak h a k ik a tla r m a­
kam ı): Kişi, bütün kişisel niteliklerinden sıyrılmış, tanrısal varlığın
özünde ölümsüzlüğe ulaşmış durumdadır; kişi, kendinde değildir,
T a n rı’dadır; söz ve davranışları, tanrısal özün belirtileridir.

E V L A T Ar. (e v lâ d < veled' in çoğulu) a. D ört sevgili.

E V L İ Y A Ar. (e v liy a ’ < v e li’nin çoğulu) a. R u h s a l arınma


aşamalarından geçerek Tanrı'ya yaklaşan. O'nun sevgi ve dostluğunu

125
kazananlar; erm işler, e re n le r.
*Evlivaların ru h u : E rvah-ı evliya.

E V R A T Ar. (evrâd) a. K u ran d an seçilmiş ve sık sık okunması


gelenek olmuş dualar.

E V R E N a. Â lem .

E V R E N S E L s. E v renle ilgili, evrene ilişkin olan.


*Evrensel r u h : Nefs-i kül.
*Evrensel zek â (a k ıl): Akl-ı kül.

E V T Â D Ar. (evtâd < veled, kazık, direk'in çoğulu) a. G ay b


e re n le ri sıralamasının üçüncü aşam asında bulunan ve T an rı'n ın
bunlar aracılığıyla dünyayı kontrol ettiğine inanılan dört büyük veli;
d ö rt evtâd. (ANSİKL.)
-ANSlKL. T a n rı bu erm iş kulları aracılığıyla doğuyu, batıyı,
kuzeyi ve güneyi kontrol eder: Dört büyük veliden Abdurrahman
doğunun; Abdülvedut batının; Abdiirrahim güneyin ve Abdülkuddûs
kuzeyin direği durumundadır.

E V V E L Ar. (evvel) a. T a n rı.

E Y V A L L A H Ar. (ey va'llah) a. 1- Edilen bir sözü, yapılan


bir işi, gösterilen bir tavrı olumlama, onaylama, benimseme.
2- Razı olma, itaat etme.
3- Teslim olma, bağlanma.
*Eyvallah K ap ısı: Pirevi'nde b ab a la rın yetiştirildiği bölüm.
(ANSİKL.)
-ANSİKL. B ektaşilik yolunda b a b a olabilmek için eyvallah
kapısına başvuran derviş, dede bağı'nda iki-üç yıl hizm et ederdi;

126
daha sonra büyük b a b a tarafından kabul edilir ve bu kez tekkede
derviş olurdu; tekkeye kabul edilen derviş, yaklaşık on iki yıl hiz­
met ettikten sonra kıdemi ve ehliyeti elverirse b ab a olabilirdi.

E Z E L Ar. (ezel, önsüzlük) a. T anrı'nın başlangıcı olmaması


durumu.

E Z E L İ Ar. (ezeli) a. E z e liy e mezhebinden olan kim se,


topluluk.

E Z E L İ Y E Ar. (ezeliyye) a. Subh-i ezel unvanıyla anılan


Yahya Mirza'mn kurduğu, babilik'in bir kolu durumundaki mezhep.
F
FAH R Ar. ifahr. övünmeye neden olan şey) a. 1- H ırka.
2- Taç.
*Fahr-ı ş e rif: B ektaşi tacı.

F A K İR Ar. {fakir) a. 1- T a n rı karşısında yokluk, yoksulluk


anlamında “ben" sözcüğü yerine kullanılır.
2- T anrı uğruna dünya varlığından vazgeçen, fak r yolunu seçen
kimse. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Fakir, nefsinin bayağı isteklerine tutsak olmayan,
dünya nimetlerine önem vermeyen, kendi elinde olanı bile kendi malı
bilmeyen kimse anlamına gelir.

F A K İ R N A M E Ar. + Fars, (fakirnâm e < Ar. f a k i r ve Fars.


n â m e ) a. Yol ehli'nin uyacağı koşulları anlatan küçük hacimli
yapıt.

F A K R Ar. (fakr, yoksulluk) a. T a n rı’da bireysel bilincin yok


olmasının bir görünümü olarak algılanan, her şeyi Tanrı karşısında yok
sayma durumu. (ANSİKL.)
*Fakr yolu: Kişinin malını mülkünü, niteliklerini ve etkinlikle­
rini T a n rı yolunda yok sayması yolu.
*Fakrimiz fa h rim iz d ir: “Yoksulluğumuz övüncüm üzdür"

128
anlamında kullanılır.
*Fakr u fa h r: “Yoksulluk benim onurumdur, övüncümdür" an­
lamında kullanılır.
*Fakr u fena: Kişinin, kendi benliğini Tanrı'nın varlığında yoket-
mesi.
*Fakr u m anevi: Kişinin kendisini mutlak surette H akk’a muhtaç
bilmesi.
*Fakr u s u ri: Kişinin malı mülkü olmaması.
-ANSİKL. Fakr, var olan bütün olanakların gerçek sahibinin
Tanrı olduğuna inanarak bir tek Tanrı'ya gereksinim duyma ve Tanrı
dışında hiç kimseden bir şey beklememe durumudur. Maddi fakirliğin
ötesinde kişinin, tüm nitelik ve etkinliklerini Tanrı'da yoketmesi ger­
çeğini anlatır; bu kapsamda, maddi servete sahip olan biri eğer mülkünü
kendine köle yapabilirse, gerçek bir fakr içinde olabilir. Fakr, Tanrı'ya
gönül yoluyla yükselişte ruhun. M uham m et ve Ali'yle bir olacağı
bir aşam adır, m akam dır.

F A N İ Ar. (fani, geçici < fena, kalıcı olmama) s. T an rı özünün


dışa vurması olarak algılanan, varlıkların kalıcı olmadığını, bir gölge
gibi gelip geçici olduğunu belirtmek için kullanılır.

F A R K Ar. (fark, şeyleri, kimseleri birbirinden ayıran özellik)


a. B irliği ço k lu k ta ve çokluğu birlikte düşünme. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Fark kula, cem H akk a atfedilir; halkı görmek lark.
H akk ı görmek cem dir. Farkı olmayanın kulluğu, cem'i olmayanın
m a rife ti olmaz.
Fark, halkın H ak sayesinde var olduklarını ve varlıklarını koru­
duklarını idrak etmedir; b irlik te çokluğu, ç o k lu k ta b irliğ i
görmedir.

F A R Z Ar. (farz) a. P i r ’e hizm et.

129
F A T I M A Ar. (F â tım a ) a. F a tm a .

F A T I M İ Ar. (fâtimi) a. F a tım ile r'd e n olan kimse, toplu­


luk.

F A T I M İ L E R a. Kuzey Afrika'da ve Mısır'da hüküm süren,


Hz. Ali’nin eşi Hz. Fatm a soyundan gelen İsm ailiye m ezhebine
bağlı hanedan [909-1171].

F A T M A a. Hz. Ali'nin eşi.


*Fatma Ana: Hz. Fatma.
*Fatma Ana Kuşağı: Gökkuşağı.
*Fatma Ana sem ah ı: Ali n u r semahı.
*Fatma Bacı: B acıyan-ı Rum örgütünün kurucusu ve A hi
Evren'in eşi.
*Fatma destanı: Hz. Fatma'nın yaşamını ve ölümünü konu edinen
manzum, dinsel halk destanı.
*Fatma ocağı: Ocak.

F A Z İ L E T Ar. (fazilet) a. İnsanda, iyilik etmeye yönelik


sürekli ve değişmez eğilim.

F A Z İ L E T N A M E Ar. + Fars, (fa z ile tn â m e < At. f a z i l e t


ve Fars. nâme, mektup) a. T arik at kural ve törenlerini konu edinen
yapıt.

F A Z L Ar. (fail, bağış, yardım) a. Herhangi bir nedene bağlı


olmadan ve herhangi bir karşılık gözetmeden yapılan iyilik.
*Fazl-ı H ak fazl-ü H ak: Tanrı'nın yardımı.

F E D E K a. Hz. M uham m et'in hurma bağı; Fedek hurmalığı.


(ANSİKL.)
-ANSİKL. Ebubekir halife olunca, peygamberin kızı Fatm a'nın

130
hakkı olan Fedek hurmalığını elinden aldı ve Beytiilmal'e devretti. Bu
durum Fatm a'yı çok üzdü. Ömer halife seçilince Ali'yi memnun et­
mek için Fedek hurmalığını Fatm a evladına vermek istedi; ancak Ali.
“ Fatm a'///« ölümünden sonra neye yarar" diyerek Ömer'in teklifini
reddetti.

F E H İ M Ar. (fehm, anlama, kavrama, kavrayış) a. T a n r ı’nın


sözünü anlama ve bunun gereğini yerine getirme.
*Fehim k ıb le si: Ç erağ tahtı.

F E L E K Ar. (felek) a. Gökyüzü.


*Felek-i azam : En üst gök, dokuzuncu gök.

FEN A Ar. (fena', kalıcı olmama) a. T anrı ya da ta rik a t yolcu­


sunun, duygularından ve iradesinden sıyrılarak benliğini T a n rı’nın
varlığında yok etmesi.
*Fena diyarı: Dünya.
*Fena m akam ları: Bu dünyaya özgü geçici aşamalar.
*Fena fi l eh a d iy e t: T a n rı ya da ta rik a t yolcusunun, gerçek
varlık katma ulaşması.
*Fcna fi’l p ir: T an rı ya da ta rik a t yolcusunun, bütün varlığını
pir'in manevi kişiliğinde yok etmesi.
*Fena fi'l vücut: V a rlık ta , bütün duygularından sıyrılarak
yokluğun sınırına ulaşma; tanrısal varlığın özüne dalarak kendinden
geçme.
* Fena m u t l_ak: T a n r ı ya da t a r i k a t yolcusunun, bütü
varlığından sıyrılarak kendi özünde yok olması.
*Fena'il-fena: Olgunluğun en yüksek aşaması olarak algılanan;
T an rı ya da ta rik a t yolcusunun, derin bir içe kapanış ve sınırsız bir
coşkuyla kendini tanrısal özde bulmak için yokluğun ötesine geçmesi
durumu.

131
F E N A F İ L L A H Ar. (fe n â ’f i l l â h ) a. T a n r ı ya da t a r i k a t
yolcusunun, kendi varlığını T anrı varlığında yok etmesi; Tanrı yolun­
da kendi varlığından geçmesi. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Gerçekliğin en yüksek aşam asın a ulaşmak için
görünür, varlıklardan kopma, sıyrılma anlamına gelen fenafillah. bir
bakıma yalnız tanrısal olanla yetinmedir. Fenafillah aşam asın a
ulaşmış olan salik. özünde ve çevresinde sadece T a n r ı’nın bulun­
duğunu kavramış olur; bu aşamada “ben", “sen" gibi sözcükler “bir-
lik 'e aykırı olduğundan yani “ikilik" yarattığından geçersizdir.

FE R A H Ar. (ferah, iç rahatlığı, sevinç) a. T an rı ya yakın olma


durumunun yarattığı manevi haz.

F E R A İ Z Ar. (feraiz) a. F a rz la r.

F E R R A Ş Ar. (ferraş. hizmetçi) a. İm am Hüseyin adına kuru­


lan ve cem deki on iki hizmet sıralamasında yer alan temizlik işleri­
ni yürüten görevli.

F E R R A Ş L I K a. F e rra ş olmanın gereklerini yerine getirme;


ferraşın işi. görevi.

FERŞ Ar. (ferş) a. 1- Döşeme, yayma, serme.


2- Döşenen, yayılan, serilen şey.
3- Yeryüzü, zemin, kır, sahra.

F E R Ş İY E Ar. (ferşiye < ferş) a. 1- Döşemecilikte kullanılan


gereç.
2- Bu gereç için yapılan harcama.

F E S A T Ar. (fesâd, bozulma) a. T a rik a t a d a p ve erk ân ın ın


değişmesi.
132
FETÂ Ar. (fetâ. genç, delikanlı) a. Sofi savaşçı.

F E T İH Ar. (feth. açma, açılma, açılış) a. T a n rı ya da ta rik a t


yolcusu'na görünen ve onu bu yokla yüce aşam alara taşıyan kem al
h alleri.
*Feth-i k a rib : K ula açılan ve onu nefsin derecelerine taşıyan
kalp m akam ı.
*Feth-i kudret: T arik at sevgisini yayarak gönülleri açma, ru h ­
ları ışıklandırma. Ali sevgisini çoğaltma.
*Feth-i m u tla k : Z at-ı ahadiyet'in tecellisi.
*Feth-i n ıü b in : K ula açılan velayet m akam ı.

F E T T A H Ar. (fettâh. fetheden, açan) a. İm am Naki'ııin un­


vanı.

F E V Â İ D Ar. ( f e v â ’i d , faydalar, kazançlar < f â ’id e 'nin


çoğulu) a. 1- Ruhun, olgunlaşması için idrak etliği şeyler.
2- H akk ın ta rik a t ehli'ne. anlayışları artsın diye ihsan ettiği
lütuflar.
3- Fevâidnam e.

F E V Â İ D N A M E Ar. + Fars, (fe v â ’idnâme < A t . f e v â ’id ve


Fars. nâme, mektup) a. Öbür dünyaya duyulan ilginin bir ifadesi olarak
algılanan ve Hacı Bektaş Veli tarafından yazıldığı kabul edilen bir
öğüt kitabı.

F E Y İZ Ar. (feyz. suyun taşıp akması / bolluk, çokluk, verimli­


lik / ilerleme gelişme) a. 1- S u d u r kuramına göre, evrenin aşa m a
aşam a T an rı dan çıkışı, belirişi.
2- T a n rı’nın kutsaması olarak algılanan ve kişide ruhsal bir ol­
gunluk yaratan manevi deneyim.
*Feviz almak: M ü rşit’in bilgisiyle aydınlanmak.
133
F IK A R A Ar. (fıkarâ) a. F u k a ra .

FIRK A Ar. {fırka, insan topluluğu) a. Bir m ezhep içinde aynı


inanç ve kanıları paylaşanların oluşturduğu grup.
*Fırka-i n ac iy e: C aferi m ezhebi içinde, b ek taşiiik yoluyla
İlahi H akk ın sırlarına erişebilecekleri inancında ve kanısında olan
bektaşilerin. kendileri için kullandıkları ad.

F İİL Ar. (fi‘l) a. İnsanın kendi iradesi ürünü olan davranış.

F İ L L A H Ar. (fi-lla h < f i . içinde ve A l l a h ) a. A lla h 'ın


varlığı içinde.

F İ T Y A N Ar. (fityân. gençler, delikanlılar < fe la 'nın çoğulu)


a. 1- Ahi teşkilatına bağlı olanlar.
2- Sofi savaşçılar.

F U K A R A Ar. {fıkarâ’. fakirler, yoksullar < f a k i r 'in çoğulu)


a. F a k r yolunu seçenler, yol üyeleri; dervişler.

F Ü T Ü V V E T Ar. (fiitüvvel. gençlik, yiğitlik < fe t â . genç,


yiğit) a. 1- Bir kimsenin, sırf insani nedenlerle başkalarının hak ve çıkar­
larını kendisininkinden önde tutması.
2- Bir kimsenin, herhangi bir karşılık ya da ödül beklemeden başka­
larına yardım ve iyilik etmesi.
3- Ahi teşkilatının önceli durumunda olan ve A bbasi halifesi
Nasır Li-diniUah [566-575] zamanında kurulan, Selçuklular'm ilk
dönemlerinde de etkinlik gösteren bir savaş ve esnaf örgütü.
(ANSİKL.)
*Fütüvvet ehli, fütüvvet e rb a b ı: Fütüvvet yolunu seçenler.
*Fütüvvet e r i: Fütüvvet teşkilatına özel bir tö ren le katılarak
kem er kuşanan kimse.

134
*Fütüvvet kem eri: Fütüvvet teşkilatına yeni katılan birine şeyh
ya da p ir tarafından kuşatılan kuşak.
*Fiitüvvet libası: Fütüvvet teşkilatına yeni katılana şeyh ya da
pirin giydirdiği şalvarla kem er.
*Fütüvvet teşkilatı: Fütüvvet.
-ANSİKL. İslamiyet öncesinde “fütüvvet" sözcüğüne rast­
lanmaz; İslamiyet'in ilk yıllarında, savaşta kahramanlık gösteren,
cömert ve şövalye ruhlu genç insanları tanımlamak için “feta" sözcüğü
kullanılırdı; sonraları, fe ta ülküsünü kent ortamında yaşatmaya
çalışan Arap erkek topluluklarını anlatmak için “fityan" sözcüğü
kullanılmaya başlandı.
VIII. yy'da, bu ülküyü yaşatanları tanımlamak üzere “mürüvvet"
sözcüğünün yapısından yararlanılarak “feta"dan “fütüvvet" sözcüğü
türetildi.
Bir kardeşlik örgütü olarak beliren fütüvvetde; yiğit, cömert in­
sanın özellikleri temelinde, fityan'm savaşçı geleneğiyle sufilerin so­
yut düşünce geleneği birleşti.
Önemli bir siyasal güç durumuna gelen fütüvvet. A bbasi hali-
fesi Nasır [1180-1225] döneminde yeniden düzenlendi; böylece resmi
bir kimlik kazandı.
Moğol istilası, fütüvvet örgütlerine köklü bir darbe indirdi; an­
cak yine de A bbasi halifelerinin yeni merkezi Mısır'da uzunca bir
süre yaşadı.
Fütüvvet, Türkleşen A nadolu'da farklı bir gelişme gösterdi,
ahilik'e dönüştü.

F Ü T Ü V V E T N A M E Ar. + Fars, ( f ü t i i v v e t n â m e < Ar.


fü t ü v v e t ve Fars, nâ m e , mektup) a. F ü tü v v e t ilkelerini, kural­
larını. törenlerini ve tarihini konu edinen yapıt.

135
G
G ADİRİ HUM a. Hz. M uham m et 'in \ 'eda Haca dönüşünde,
kendisinden sonra Ali'nin İm am olmasını söylediği yer.

G A F L E T Ar. (g a fle t. aymazlık, dalgınlık) a. Nefsin arzu­


larına tutsaklık.
*Gaflete düşmek: Nefsin arzularına tutsak düşmek (ANSİKL.)
-ANSİKL. Gaflete düşen kişi, zamanını boşa geçirmiş olur; ye­
tişemediği ve olguıılaşamadığı için tanrısal gerçekleri kavrama yete­
neğinden yoksun kalır.

G A L E B E Ar. (galebe. yenme, üstün gelme) a. Tanrısal öze


ilişkin bir halin, salik'i etki ve egemenliği altına alıp, onu düşünemez,
edebe uyamaz. karşılaştığı şeyleri birbirinden ayıramaz duruma sok­
ması.

G A L E Y A N Ar. (g a l e y a n . kaynama) a. T a rik a t yolu'nda


coşma, taşma.

G A L İ Ar. (gali) a. Galiye mezhebinden kimse, topluluk.

G A L İ Y E Ar. (ğâliyye < gulü vv. ileri gitme, sınırı aşma) a.


Abdullah bin Sebâ tarafından kurulan. Ali'nin varlığında T anrı'nın

136
nesnelleştiğini, insan biçiminde görünür duruma geldiğini ileri süren
m ezhep. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Galiye mezhebine göre, gerçek Kuran'ın bildirdiği gi­
bi değildir: İnsanla T a n rı birdir; olgunluk bakımından en yüksek
aşam aya ulaşmış kimse T a n rı’dır; bu aşam aya varan Ali olduğuna
göre T anrı da odur.
Hz Ali'yi aşırı ölçüde yücelten Galiye m e z h e b i, yorum
farklılıklarına dayalı olarak birçok kola ayrıldı: Ali'nin tanrılığına
inananlar hattabiye. nluhamnıediye, cenubiye, dürziye. nusayriye.
hallaciye. czafire. berkıtkiye. kâm il iye. ınukannaiye. harbiye ve
hıılmaniyc' Tanrı'nın Ali'de göründüğü inancında olanlar mugıriye.
gurabiye. sebiye, babiye. mansnriye. şureykiye ve amınariye biçi­
minde kümelendi.

G A N İ Ar. (gani, zengin, varlıklı doygun) s. Bir gereksinme,


istek duymayan.
^Ganisiyim: Bir öneri karşısında istekli olmadığını belirtmek için
“gereksinmeni yok" anlamında söylenir.

G A R İ P Ar. (garib < g u r b e t , ğ a r â b e l i t n ) a. T a n r ıs a l


âlem'e geçişte bir basamak olarak algılanan bu dünyada yaşayan kimse.
(ANSİKL.)
*Garipler sem ahı: Eskişehir ' Seyitgazi yöresinde yaygın, kadınlı
erkekli oynanan, ağır el kol hareketleriyle belirgin bir semah.
-ANSİKL. T arik at yolcusu'na göre bu dünya, tanrısal âlem 'e
ulaşmada yaşanması gereken geçici bir aşamadır; bu kapsamda garip, bu
dünyada bir “yolcu'dur.

G A R İ P N A M E Ar. + Fars, (ğaribnâme < Ar. garib ve Fars.


name, mektup) a. Aşık Paşa'nm önsöz, giriş ve on bölümden oluşan ta­
savv u f ve ahlâk konulu m esnevisi.

137
G A R K Ar. (gark, batma, boğulma) a. Fark m a k a m ın d a n
geçerek cem mertebesinde kaybolma, neşe ve coşku içinde kendinden
geçme.

G A Ş İ Y Ar. (ğ a ş y . kendinden geçme) a. İlah i tecellilere


mazhar olan salik'in kendinden geçmesi.

G A V S Ar. (ğ a vş. yardım) s. ve a. T a rik a t yolu'nda h a k ik a t


ve m arifete ermiş a rifle r için kullanılır.
*Gavs-ı azam : Kn büyük yardımcı anlamında bektaşilik'in kuru­
cusu Hacı Bektaş Veli.
*Gavs-ül vasilin: H a k ik a te ve m arifete ermiş olan kâm ille­
rin başı anlamında Hacı B ektaş Veli.

G A Y B Ar. (g a y b , görünmeyen, örtülü, gizli şey) a. H ak k 'ın


kendisinden değil, kulundan gizlediği şey.
*Gavb âlem i: Duyularla tanınıp algılanabilen âlem in ötesinde
bulunduğuna inanılan âlem (ANSİKL.)
*Gavb erenleri: H alk içinde bulunmalarına karşın, tanrısal gi­
zeme ulaştıkları için kendilerini halktan gizleyebilen arifler.
*Gavb-ı izafi: Peygamberlerle h a k ik a te ve m a rife te ermiş
arifle rin algılayabildiği âlem .
*Gavb-ı m utlak: T anrı dan başka kimsenin bilmediğine inanılan,
duyularla ulaşılamayan, akıl ve bilgiyle kavranamayan, yalnızca aşkın
gerçekleri olarak algılanan salt görünmezlik âlemi, tanrısal evren.
-ANSİKL. Âlem, duyuların ulaşabildiği şuhud âlem i (âlem-i
şuhud) ve duyuların ulaşamadığı gayb âlemi (âlem-i gayb) olmak
üzere genelde ikiye ayrılır.
Gayb âlem i de kendi içinde ikiye bölünür: Gayb-ı m u tla k ve
gayb-ı izafi.

G A Y B E T At . (ğaybet, kaybolma, yitme) a, 1- T an rı'd a yok

138
olma yolunda bir aşam a olarak algılanan, Hakk'tan gelen doğuşlar ve
feyizler nedeniyle çevreden ve kendi fizik varlığından soyutlanma bi­
çiminde beliren, her şeyden habersiz olma durumu. (ANSİKL.) [ 1]
2- T a n r ı ya da ta r ik a t yolunda tanrısal gizeme ulaşmış er­
mişler için, halk içinde bulunmalarına karşın halka görünmemeleri
durumu; kaybolma, gizlenme. (ANSİKL.) [2]
*Gaybet dönemi: Gaybet durumunun sürdüğü zaman dilimi.
*Gavbet-i k ü b ra: Büyük gizlenme, büyük gizleniş.
*Gavbet-i sugra: Küçük gizlenme, küçük gizleniş.
-ANSİKL. [!] Gaybet durumuna giren tarik a t yolcusu, kalbini
Tanrı'dan başka her şeyden arındırır; T anrı’yla birlikte olmanın huzu­
runu yaşar; bütün benliğini T anrı bilincine yönelttiği için çevreden ve
bu arada kendi duyularından soyutlanır; bu dünyada olmasına karşın.
tanrısal gizemle örtülür ve bir bakıma yok olur.
-[2] A lev ilik -b ek taşilik inancına göre On İkiıu i İmanı Mu­
hammet Mehdi'niıı iki gizlenişi (gaybet) vardır: 1- Küçük gizleniş
(gaybet-i sugra); doğumundan (869) başlar ve 942 yılına değin sürer.
2- Büyük gizleniş (gaybet-i kübra); gaybet-i sugram n bitimiyle
başladığına inanılan bu dönem; kıyamet gününden önce gelip dünyayı
adalet ve huzura boğacağı güne değin sürer.

G A Y R E T Ar. (gayret. kutsal sayılan bir şeyi koruma, kayırma,


esirgeme) a. 1- Aşığın T a n rı’yı kıskanması.
2- Ruhun sırrını, kalbin b âtın i hallerini gizli tutma, dışarıya
sızdırılmasını kıskanma çabası.
*Gavret kuşağı: Tığbent.

G AZA Ar. (ğ a zâ \ din uğruna yapılan savaş) Gaza gülbankı:


S ü n n e t sırasında m ü r ş it ya da bir d e rv iş tarafından okunan
g ü lb a n k .

G A Z İ Ar. (gâzi. din uğruna savaşa katılmış kimse) a. H o ra ­

139
san'dan yetişip gelen, ta rik a t yolu’nda A nadolu insanına manevi
re h b e rlik eden derv iş; H orasan ereni.
*Gazi d e rv iş a n : H orasan erenleri.

G A Z İY A N Ar. - Fars, (gâziyân < Ar. ğâzi ve Fars, çoğul eki -


y â n ) a. Gazi d erv işler; H o rasan eren leri.
*Gazivan-ı rum: Rum gazileri.

GECE a. Karanlık olarak algılanan cehalet.

G E N Ç L E R S E M A H I A lıştırm a sem ahı kapsamında, ev­


lenmemiş erkek ve kızların oynadığı bir semah. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Gençler semahında kızla erkek hiçbir zaman birbirine
dokunmaz: Ağırlam ada erkek, kollarını sağa sola hareket ettirir; kız
ise kollannı omuz düzeyinden yukarı kaldırmamak koşuluyla aynı hare­
ketleri yapar; bu sırada ayaklar ileri-geri hareket halindedir. Y eldir­
mede, birbirlerine biraz daha yaklaşan gençler, daha dar bir alan içinde
gider-gelir ve yeri geldiğinde dönme hareketini yaparlar.

G EN Ç Fars. (gene, hazine) a. Kulluk m akam ı.

G E R Ç E K a. 1 H a k ik a t
2 Z ahir.
*Gercek a ş k ; H akiki aşk.
*Gerçek e re n le r: H akk'a ermiş olanlar; H ak erenler, evliya­
la r.
*Gercek eren ler dolusu: İçki.
*Gercek e ren ler p o stu : Ali postu.
* Gerçek v arlık : T a rik a t yolcusu için. T an rı olarak algılanan
H akikat'ın kendisi.
*GerceSe kavuşmak (ulaşmak): H akk'a yürüm ek.

140
G I Y B E T Ar. (gıybet) a. Birinin ardından onun saygınlığını,
değerini, toplum içindeki yerini sarsacak söz söyleme, bu yolla araya ge­
çimsizlik sokma.
*Gıvbet etmek: Arkadan konuşmak, dedikodu yapmak, bu yolla
araya geçimsizlik sokmak.

GİDİŞ a. H akk 'a yürüyüş.


*Gidiş çeyizi: H a k k 'a yürüyene gömülmeden önce giydirilen
ten n u re , arak iy e ve boynuna dolanan tığbent'e verilen ad.

G İ Z E M (sır. giz) *Gizem a ş a m a s ı: T a rik a t yolcusu'nun.


ruhsal arınmaya ermek için geçmek zorunda olduğu aşamalar sırala­
masında yer alan sır makamı.
*Gizemlerin gizemi aşam ası: T a rik a t yolcusu nun, ru h sa l
arınmaya ulaşmak için geçmek zorunda olduğu aşamalar sıralamasında
yer alan sırru 's sır m akam ı.

G İ Z L E N M E a. T akiye.

G Ö Ç M E K 1. H a k k 'a yürüm ek.

GÖK a. Dokuz ruhtan türeyen dokuz gök sıralamasında yer


alan her bir oluşum kademesi; gök katı.
*Gök katı: Gök.

GÖNÜL a. 1- İnsanın m arifete ulaşma gücü.


2- “T an rı evi" anlamında, T an rı'n ın tecelli ettiği, görünüş
alanına çıktığı ve Tanrı'yla ilgili bilgilerin geldiği yer; İnsanın, T anrı
yolu’na açılan kapısı olarak algılanan ve bu anlamda kutsal sayılan iç
varlığı.
*Gönül adamı: Derviş.

141
*Gönül almak: 1- Darılan, kınlan birini söz ya da davranışla mem­
nun etmek.
2- Birisiyle sevgi temelinde iletişime girerek onu kendine bağla­
mak, çekmek, onunla gönüldeşlik ilişkileri kurmak.
*Gönül altında kalmak: Bir kimsenin gücenmesine, incinmesine
yol açmak, onu kırmak.
*Gönül aşam ası: T arik at yolcusu'nun ruhsal arınmaya ermek
için geçmek zorunda olduğu aşamalar sıralamasında yer alan, tutkular­
dan uzak kalmaya alışmayla belirgin sadr makam ı.
*Gönül bağlama: R abt-ı kalp.
*Gönül bilgisi: İrfan .
*Gönül etmek: Yardım etmek, yardımcı olmak.
*Gönül kalmak: 1- Bir istek yerine gelmemek, bir özlem giderile-
memek.
2- Özlem duymak ya da aşık olmak, sevmek.
3- Darılmak, kırılmak, incinmek.
*Gönül k ıb lesi: M eydan.
*Gönül kovmak: Darılmak, kırılmak, incinmek.
*Gönül öldüren: Büyüklük taslayıp gönül kıran, insanı gücendiren
kimse için kullanılır.
*Gönüle uğramak. Bir kimseyi kırıp incittikten sonra, onun bir be­
deli olarak istenmeyen üzücü bir olayla karşı karşıya gelmek.
*Gönüller sem ahı: Genç kızlar tarafından oynanan, hem kendi
ekseni çevresinde, hem de daire düzeninde dönüşlerle belirgin bir
sem ah.

GÖRGÜ a. Görgüden geçmekle kazanılan deneyim.


*Görgü ayini: Görgü cemi.
*Görgü cem i: İk ra r tazelem ek, bu yolla tövbe etmek, ru h sal
açıdan temizlenmek için yapılan cem. (ANSİKL.)
*Görgü k u rb a n ı: Görgü cemi.

142
' V

y
v

*Göreü tö ren i: Görgü cemi.


1 *Görgüden geçmek: Görgü cem ine katılıp ik ra r tazeleyerek
ruhsal açıdan temizlenmek.
♦Görgüsü yapılmak: Görgüden geçmek
-ANSİKL. Görgü cemi, cem aatın rahatça oturabileceği bir evde
ya da cem evi'nde yapılır: Genellikle m u s a h ip lile r. daha önce
g ö rü lm ü ş olanlar ve g ö rü lm e y e talip olanlar girebilir. Görgü
cemine girecek olanlar, sabahın erken saatlerinde Pir'in desturu’yla
Hakk'a çağrılır; akşam hava karardıktan sonra çağrılı olanlar eşleriyle
birlikte “H a k m ey d an ı” olarak algılanan ce m e v in e gelirler;
getirdikleri yiyecekleri hizm et sahibine teslim ettikten sonra d â r 'a
d u ru rlar. Dede dua eder; duayı alan eşler, m eydan'a niyaz eder.
Ardından erkekler, ortada büyük bir boşluk bırakarak halka birçiminde
otururlar; kadınlar ise erkeklerin oluşturduğu halkanın gerisinde
topluca otururlar.
Daha sonra dede nin dışındaki hizm et sahipleri d â r'a du ru r;
dede bunlara dua verir; hizm et sahipleri m eydan'a niyaz ederek
hizmetlerinin başına geçer.
Görgüden geçecek olan karıkoca. musahip eşleriyle birlikte yalın
ayak ve bellerinde kem erbest kuşağıyla d â r'a dururlar. R ehber,
görgü d â r’ında bulunan dört kişinin sağına geçip m eydan’ı niyaz et­
tikten sonra ilgili ayeti okur.
D ed e, cem de bulunanlara, “Ayin-i cem eren leri. Siz hu
canlardan razı mısınız?" der; itiraz yoksa cem de bulunanlar, razı
olduklarını bildirmek için yere niyaz ederler. Dede, ilgili ayeti okur
ve cem aatı salavat vermeye çağırır.
G ö rü len ler yüzüstü kapanıp secdede dururlar. D ede, “G e l­
diğin Ali yolu, durduğun M ansur dâr'ı, gördüğün Hak didarı...
E renler meydanı/idi/ ne gördün. ııe işittin?” diye sorar; dâr'dakiler,
“H ak gördük. H ak işittik" diye yanıt verir. Ardından dede telkini­
ni yapar ve yine sorar; “E re n le r m eydanı/fda, P ir huzurunda
m ü rş itıa ı teslim-i rıza oldun mu? Allah - M uham m et - Ali. O n
İki İm am ve ehlibeyt soyuna İm an-ü ik ra r ettin mi?..." dâr'da-

143
kiler “A llah , ey v a lla h ” diye yanıt verir.
Dede'nin “Allah - M uham m et - Ali, H ü n k â r Hacı Bektaş
Veli ikrarmızda sabit kadem ey leye, gerçek erenler demine H u"
demesiyle görülenler, dede'nin önünde diz üzeri otururlar. Dede, en
sağda oturan ta lip 'in sağ elinden tutar; başparmağını kendi
başparmağına iliştirir; talip ise sol eliyle dede’nin eteğinden tutar.
D ede ilgili ayeti okuduktan sonra yüksek sesle, “Yâ A llah - Yâ
M u h a m m e t - Yâ Ali..." diyerek, görülen taliplerin sırtına ayrı
ayrı, sağ elinin parmaklan açılmış durumda üçer kez vurur. Daha sonra
görgüsü yapılmakta olan canlar, meydan a niyaz edip geri geri çeki­
lerek yerlerine giderler; diğer hizm etlerle cem e devam edilir; on
iki hizmetin tamamlanmasıyla görgü cemi sona erer.

G Ö RÜ LEN a. Görgii ceminden geçmiş olan kimse.

G Ö R Ü L M E a. G örgüden geçme.
*G örülm eve talip olma: G örgüden geçmeyi isteme.

GÖRÜLM ÜŞ a. Görgüden geçmiş kimse.


*Görülmüs olmak: Görgüden geçmiş bulunmak.

G Ö R Ü N M E a. Baş okutm a.

GÖZCÜ a. Ali soyundan Abdülkerim adına kurulan ve cem'de-


ki on iki hizmet sıralamasında yer alan, meydan'da düzeni sağlama
işini yürüten görevli: (ANSİKL.)
*Gözcü p o stu : Kimi bölgelerde on iki post sıralamasında
gösterilen şeyh Karaca Ahmet Sultan makamı.
-ANSİKL. Cem'de gözcü, hem gözleyen hem de göze çarpan duru­
mundadır; cem'deki toplu davranışları yöneten, kimi kez ca n la rı,
cem'in ilgili aşamalarına sokan bir liderdir.

144
G Ö Z C Ü L Ü K a. G özcü olmanın gereklerini yerine getirme;
gözcünün işi, görevi.

G Ö Z L E K Ç İ a. G özcü.

G Ö Z L E K Ç İ L İ K a. G ö zcü lü k .

G U L Â T Ar. (gulât, azgınlar, taşkınlar < ga/ı'nin çoğulu) a.


G aliy e.
*Gulat-ı s ia : G aliye.

G U L Ü V Ar. (ğulüvv, ileri gitme, taşkınlık) a. Aklın kabul et­


mekte zorlandığı abartma.

G U S Ü L Ar. (ğ usl) a. 1- A yin ve tö re n le re girmeden önce


kirlilik olarak algılanan durumlardan annmak için yapılan yıkanma.
2- Ahdi yenileme.

G Û Y E N D E Fars, ( g ü y e n d e , söylenen, anlatan < g ü fte n .


söylemek) a. Zâkir.

GÜ L Fars, (gül) a. 1- T a rik a t yolu'nda gönül yoluyla elde


edilen ürün.
2- B ektaşi tacında, h a k ik a t yeri olarak algılanan, dilimlerin
birleştiği tepe noktası.
*Gül bahçesi: Salik'in gönlünün m a rife te ve irfa n a açılmış
durumu.

G Ü L A B D A N Fars, (g ü l-â b d d n < g ü l ve â b d a n , su kabı,


kova) a. Gülsuyu serpmekte kullanılan, ağzı emzikli, armut biçiminde
kap.

145
G Ü L B A N K Fars, (gül-bang < g ü l ve bang, ses) a. T a r ik a t
törenlerinde, yüksek sesle okunan özel dua, yakarış.
*Gülbank çekmek: Gülbank okumak.
*Gülbank-ı M uham m edi: Ezan.

G Ü L B E N K Fars, (gül-bang'im) a. G ü lb an k .
*Gülbenk çekmek: G ülbank çekmek.

G Ü L D E S T E Fars, (gül-deste) a. A le v ilik -b e k ta ş ilik 'te


kutsal kabul edilen edebiyat ürünlerini derleyen yapıt, antoloji.

G Ü N A H Fars, (günâh ) a. Nefsinin tutsağı olup gönül yoluy­


la hakikate ulaşamama.
*Günah-ı kebair: Büyük günah, büyük suç.
*Günah-ı sagair: Küçük günah, küçük suç.
*Günah-ı şeytaniye: En büyük günah, en büyük suç.

GÜNDÜZ a. Aydınlık olarak algılanan ve h ak ik ate ulaşmayı


sağlayan bilgi ışığı.

GÜNEŞ a. Dokuz gök sıralamasında yer alan gök katı.

G Ü RU H Fars, (güruh, topluluk) a. C em aat.


*Güruh-i n ac i: T a rik a t yolu'nda T a n rı katma ererek kurtul­
muş olan topluluk.

G Ü V E N D E Fars, (güyende, söylenen, anlatan'dan bozma) a.


Z âk ir.

GÜZELLEME a. Genellikle hece ölçüsünde ve dörtlük düzenin­


de yazılıp söylenen din dışı alevi-bektaşi şiiri.

146
H
H A B B E Ar. {habbe, tahıl tanesi, tohum) a. 1- On İki İm am
türbelerini ziyaret edenler tarafından, haydari'nin ön kenarlarına yu­
karıdan aşağıya doğru takılan, fındık içi iriliğinde değerli taş.
(ANSİKL.)
2- On İki İm am la Hz. M uham m et ve Hz. Fatm a'yı temsil
eden on dörtlü kristal bektaşi tespihi.
-ANSİKL. Habbeler, kısa gümüş bir zincirle haydari'nin ön ke­
narlarına sağlı-sollu tutturulur. On İki İm am anısına genellikle on
iki tane takılır; kimi kez de Hz. M uham m et ve Hz. F atm a anısına
iki tane daha eklenir.

H A B L Ar. (habl) a. İp.


*Habl-i metin (sağlam ip): İslam dini.
*Habl-ul-lah (Allah’ın ipi): K uran.

H A C Ar. (h a c c ) a. 1- İm a m ı ziyaret edip hizmetinde bu­


lunma.
2- K âb e olarak algılanan insanın kalbini kazanma, gönlüne
yönelme.
3- H akk a ermek için yapılan gönül yolculuğu.

H A C E Fars, (fı’âce) a. İm am , m ürşit.

147
H A C I a. Yesevi Dergâhı'nda kendisini eğiten Lokman Peren­
de tarafından Hacı Bektaş Veli'ye verilen lakap.

H A C I B E K T A Ş (B ek ta şilik t a r i k a tı nın p i r i [1210-


1271]
*Hacı Bektaş O cağ ı: B ektaşilik tarik a tı.
*Hacı Bektaş postu: P ir postu.
*Hacı Bektaş sem ahı: Sekiz-on iki kişiyle oynanan. Hacı Bektaş
Veli'ye, saygı semahı. (ANSİKL.) [1]
*Hacı Bektaş Tekkesi Hacı Bektaş Veli D ergâhı: Pirevi.
*Hacı Bektaş vilayetnam esi: Hacı Bektaş Veli'nin yaşamını an­
latan yapıt. (ANSİKL.) [2]
-ANSİKL.fl] Hacı Bektaş semahına, sağ el göğüste m ühürlen­
miş olarak başlanır; semahçılar, dede'nin önüne geldiklerinde, sol el­
lerini öne doğru uzatarak yere doğru eğilir ve selam verirler. Semahın
ikinci aşam asında, b acılar ve erkekler karşılıklı iki dizi oluşturur;
kollar göğüste çapraz durumdadır; karşılıklı salınmalarla sem ah de­
vam eder. B acıların, yavaş hareketlerle arkadan dolaşıp erkeklerin
arasına girmesiyle yeni bir semah öbeği oluşur; ilk dönüşte, sol el de-
de’den yanadır; aynı hareketler yinelenirken yeldirm e'ye geçilir ve
dönüşler hızlanır.
-[2] Hacı Bektaş Vildyetnamesi'yle ilgili olarak nazım, nesir ya da
nazım-nesir karışık nüshalar bulunmaktadır; bunlardan hangisinin ilk
kez yazıldığı belli değildir.
Vilâyetname'Ae, Hacı Bektaş Veli'nin doğumu, H orasan'da ge­
çen çocukluk dönemi, Ahmet Kesm'yle olan ilişkileri ve Anadolu'ya
gelişi, Sulucakarahöyük'e yerleşmesi, buradaki yaşantısı anlatılır.
Yapıt, Hacı Bektaş Veli'nin ölümü ve halifelerin m enkıbeleriyle
son bulur.

H A C IB E K T A Ş T A Ş I a. Değişik renkte damarlar içeren, mer­


mer görünümlü, kolay işlenen ve özellikle süs eşyası yapımında kul­
lanılan, yarısaydam bir kayaç türü.
148
H A C IM S U L T A N (H acı B ektaş Veli'nin ünlü h a life si
[XIV. yy.]
*Hacım Sultan m ak am ı: Hacını Sultan adına kurulan, ta rik a t
yolu'ndan sapanların düşkün ve terbiye edildiği yer durumunda bulu­
nan, m eydan ya da m eydan odası ndaki m eydan taşı.
*Hacım Sultan Vilâvetnamesi: Hacım Sultan'ın yaşamını anlatan
yapıt. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Vilâyetname’ye göre. On İki İmam'dan Ali Naki’nin
oğlu H üseyin'in soyundan gelen Hacım Sultan, Ahmet Yesevi ta­
rafından Hacı B ektaş Veli'yle birlikte A n a d o lu 'y a gönderilir;
H acı Bektaş'm halifesi olarak Uşak çevresine gider ve buradaki
T ü rk m en le r arasına yerleşir.

H Â C İ P Ar. (h â c i b , kapıcı < h i c a b 'â m ) *Hâcib-i H a k


(H akk'ın kapıcısı): H ak ile halk arasında aracı durumunda bulunan
insan-ı kâm il.

H A D Ar. (h a d d . sınır, hudut) a. T a n rı'n ın sonsuzluğu ve


sınırsızlığı karşısında, kulların zaman ve mekân bakımından sınırlılığı;
ta rik a t yolcusu yla T a n r ı’sı arasındaki çizgi.

H A D E S Ar. (hades, ortaya çıkan yeni şey) a. Apdest ve gusiil


apdestinin tazelenmesini gerektiren durum.
*Hades-i asgar (Küçük kirlenme): Büyük ve küçük aptes bozma,
vücuttan kan, irin vb. akması durumunda oluşan kirlenme.
*Hades-i ekber (Büyük kirlenme): Cünüplük, aybaşı ve lohusalık
durumlarında oluşan kirlenme.

H Â D İ Ar. (hadi, yol gösteren kimse, kılavuz) a. Doğruluğu bu­


lan. doğru yola yönelten anlamında. I I . İm am Hasan'iU Askeri ve 12.
İm am M ehdi'yt verilen unvan.

149
HAD İKA Ar. (hadika, meyve bahçesi, bağ)
*Hadikat iis-sii eda: Fuzuli'nin Kerbela olayını anlatan, bir önsöz,
on bölüm ve bir sonsöz'den oluşan yapıtı (ANSİKL.)
-ANSİKL. Bölümlerin konulan şöyledir:
1- Kimi peygamberlerin kısa yaşam öyküleri.
2- Hz. M uham m et'in Kureyş'le olan ilişkilerini, Ubeyde bin
Haris, Hamza ve Cafer Tayyar'm şehit edilişleri.
3- Hz. M uham m et'in ölümü.
4- Hz. Fatm a'nın ölümü.
5- Hz. Ali’nin şehit edilişi.
6- Hz. Haşan'ın şehit edilişi.
7- Hz. Hüseyin'in Medine'den Mekke'ye gelişi.
8- Müslim-i A kilin ölümü.
9- Hz. Hüseyin'in Mekke'den K erbela'ya gelişi.
10- Hz. Hüseyin'in şehit edilişi ve ehlibeyt kadmlannın K er-
bela'dan Şam'a gelişleri.

H A D İ M Ar. (hadim, hizmet eden, yardımcı olan kimse) a.


D erviş olmayan, ancak dervişlere hizmet eden ve bunu bir ibadet
olarak algılayan hizm et eri.

H A D İ M L İ K a. H ad im olmanın gereklerini yerine getirme:


hadim in görevi.

H A D İ S Ar. (hadis) a. H z. M uham m et'in söz, davranış ve


kişiliğine ilişkin olarak kendisinden ya da sahabe'den aktarılan bilgi,
söz.

H A D İ S Ar. (hadis, sonradan ortaya çıkan, yeni oluşan) s.


(Tanrı'nın dışındaki bütün varlıklar için) Sonradan yaratılan.
*Hâdis-i k ad im : M elek, şeytan ve cin'in ru h sal durumlannın

150
karşılığı olarak algılanan ve ilk yaratılan evren.

H A F İ Ar. (hafi, saklı, gizli, kapalı) a. Ruh.


*Hafi k u rb a n : Kimi yörelerde, “gizli kurban" anlamında m usa­
hip tutacak kişilerin kurbanına verilen ad.

H A K Ar. (hakk)
* • * a. T a n rı.
*Hak d ivanı: T an rı huzuru.
*Hak dolusu: İçki.
*Hak e r e n le r : T a rik a t yolu’nda belli a şa m a lara yükselen
gerçek eren ler.
*Hak m ey d an ı: Cem evi.
*Hak - M u h am m et - Ali d iv an ı: T a n rı huzuru.
*Hak ül-yakin: T a rik a t yolcusu'nun T anrı'da yok olduğunda,
elde ettiği gerçek bilgi. (ANSİKL.) [1]
*Hak vere: “Yok“ anlamında söylenir.
*Hak y olu: T a n rı yolu.
*Hakk'a çağrılmak: Hak m eydanı olarak algılanan cemevi'ne
çağrılmak.
*Hakk'a yürümek: Ölmek.
*Hakk'ın sureti: İnsan-ı kâm il
*Hakk’ın yüzüne ulaşmak: Bir insan, Tanrı'nın yüzü olarak algıla­
nan kendi yüzünü bulmak, bilmek. (ANSİKL.) [2]
*Hakk'la Hak olm ak: İk ilik 'ten kurtulup b irlik 'e ulaşmak.
(ANSİKL.) [3]
*Hakk'ta: “Yok" anlamında, söylenir.
-ANSİKL. [1] Hak ül-yakin, bilginin en yüksek aşam ası olarak
algılanır; evrenin tüm sırlarım, yaşamın anlamım, önemini, değerini
kavrama m akam ıdır; burada ta rik a t yolcusu, olgunluğa ulaşmış
sayılır; onun için bütün gizlilikler açılır, gerçekleri örten perdeler kal­
kar; gerçeklerin gerçeği yüce varlıkla, Tanrı'yla karşı karşıya gelme

151
olanağına kavuşur.
[2] T a n rı'n ın yüzü, insanın kendi yüzüdür; insanın kendi
yüzünden başka ve ayrı bir T anrı yüzü yoktur; çünkü, insanda tecelli
eden T anrı'dır; bu nedenle Hakk'ın yüzüne ulaşma, insanın kendi
yüzünü bulması, tanıması anlamına gelir,
[3] Kişi kendi özünde Tanrı'yı bulduğu anda onunla birlik içinde
olduğunu, arada bir ayrılığın bulunmadığını kavrar; Hakk'la Hak
olur.

HAK Ar. (hakk) a. Bir şeyden bir kimse için ayrılan pay.
*Hak üleştirme: 1-N evruz'da ruhların selameti için sofradaki
yemek ve içkilerin bir kısmını dağıtma.
2- Kutsal günlerde, çocukları sevindirmek için kuruyemi
dağıtma.

H Â K Fars, (hâk, toprak) a. Bir erm işin gömülü olduğu yer,


tü rb e .

H A K A İK Ar. (h a k â ’ik < hakikat in çoğulu) a. H a k ay ık .

H A K A Y 1 K Ar. (h a k a y ık < h a k i k a t i n çoğulu) a. Haki­


katler.

H A K İ K A T Ar. (h a k ik a t, gerçek) a. 1- D ört kapı öğreti-


si'ne göre, insan-ı kâmil aşamaları sıralamasında son sırada yer alan
ve m uhiplerle özdeşleştirilen; H akk'ı görme, tanrısal âlemin gücü
içinde erime evresi; hakikat kapısı. (ANSİKL.)
2- H a k k ' m ta rik a t yolcusu’ndan özelliklerini alarak yerin
kendi özelliklerini koymasıyla elde edilen şey.
* Hakikat bilgisi: B âtına, ta rik a ta ilişkin bilgi.
*Hakikat ehli: Tek gerçeğin T anrı ve her şeyin O'nun sıfatlarının
tecellileri olduğunu kavrayan ta rik a t yolcusu.

152
* Hakikat kapısı: Hakikat.
*Hakikat kavmi: M uhipler.
* Hakikat n o k ta sı: B ektaşi tacının tepesi.
*Hakikat-i Muhammedive: İlk insandan başlayarak varlık alanına
çıkan Hz. M uham m et'in nuru, tanrısal özü.
*Hakikatler: Yüce ve manevi öğretiler.
-¿;ikat ül-esm a: İlahi.
' at ül-hakayık: Her şeyin kendisinden geldiğine inanılan
gerçek birlik . T an rı.
—1 1. ' X . D ört kapı öğretisine göre, insan-ı kâm il aşam a­
lı. ' w-nür ve her biri bir kapıyla temsil edilir:
1- ş e r ia t: şe ria t kapısı.
2- T arım a: ta rik a t kapısı.
3- M a rife t; m a rife t kapısı.
4- Hakikat: hakikat kapısı.
Normal insan ta rik a t yolu’nda. bu dört kapı ve bu d ö rt kapı­
ya bağlı k ırk makamdan geçerek, ruhunu ve benliğini ergin duruma
getirir; kâm il insan olarak ilahi sırra ulaşır.
Son kapı olan hakikat kapısı, evrenin bütün sırlarını, yaşamın
anlamını, önemini, değerini kavrama aşamasıdır; burada tarik a t yol­
cusu , olgunluğa ulaşmış kabul edilir; benliğinden, bencilliğinden
sıyrılır ve kesin birlik'e ulaşır.
T a n r ı’nın kişiye göründüğü a şa m a olarak algılanan hakikat
kapısında, bütün “b e n 'le r, “s e n 'le r karışıp kaynaşır ve “b irlik "e
varır; bu kapıya ulaşan kişi ta rik a ta göre insan-ı kâm il olur.
Hakikat kapısının on m akam ı şöyledir:
1- Alçakgönüllü olma, (tü ra b olma)
2- Kimsenin ayıbını görmeme.
3- Yapabileceği hiçbir iyiliği esirgememe.
4- T an rı’nın her yarattığını sevme.
5- Tüm insanları bir görme.

153
6- Birlik'e yönelme ve yöneltme.
7- Gerçeği gizlememe.
8- Manayı bilme.
9- Sırrı öğrenme.
10- Tanrı'nın varlığına ulaşma.

H A K İ K İ Ar. (h a k i k i ) s. T a n rısa l v a r lık alanıyla ilgili.


tanrısal özelliklere ilişkin olan.
♦Hakiki a ş k : T a rik a t yolcusunu olgunluğa, ölümsüzlüğe
ştırdığına inanılan; kendini T anrı'ya verme, T a n rı’dan başka bir
varlığ ı sevmeme, görmeme, gönlünü O'nunla dolup taşırma du­
rumu.

H A K İ M Ar. (hakim , bilge < hikm et) a. A ri/.


*Hakim-i m u tla k : T an rı.

H A K K U L L A H Ar. (h ak k-u l-la h < h a k k ve A lla h ) a. D e ­


delere. geçimlerini sağlamak için yapılan yardım. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Dedelerin görevi, salt cem yönetmek değildir; yılın
belirli günlerinde, kendilerine bağlı yerleşim yerlerini dolaşarak top­
lum ilişkilerini gözden geçirirler; dede'ye bu hizm et karşılığında her
talip, daha önceden rehber ya da saygın bir kişinin başkanlığında top­
lanan kurulun kendisine uygun bulduğu salmayı (para ya da malı) verir;
kimi kez bu bedel köyce toplanıp ortak verilir.

H A L Ar. (hal) a. 1- T arik at yolcusu nun kendi iradesine bağlı


çabalarıyla elde edebileceği makamlardan öte, bir Tanrı vergisi olarak
algılanan ve kalbe, gönüle doğan feyz. (ANSİKL.) [1]
2- Bu durumla, belirgin ve ta rik a t yolcusu'nu olgunluğa,
ölümsüzlüğe ulaştıran aşam a. (ANSİKL.) [2]
3- T an rı'n ın nesnel alanda yansıması anlamına gelen evreni
gözlemleyerek ulaşılan, derin coşku durumu.

154
*Hal ehli: Hal'den anlayan kimse.
-ANSİKL. [1], [2] T a rik a t yolcusu, ta rik a t yolu'nda üzerine
düşen görevleri yerine getirerek kendisini haller'e hazırlayabilir ya da
hal'in uzamasına yol açabilir. Haller, tanrısal âlem'de var olmak için
ta rik a t yolcusu’nun, T an rı'nın esirgemesiyle geçmek zorunda ol­
duğu aşamalar durumundadır. Bir bakıma T anrı, haller yoluyla ta ri­
kat yolcusu'nu dener; sevinç verebileceği gibi keder ve elem de verir;
bu nedenle ta rik a t yolcusu, her şeye karşın hal'e katlanmalı ve
hoşnutluk göstermelidir; ancak bu yolla, daha yüksek bir hal'i yaşaya­
bilme olanağına kavuşur.

H A L İ F E Ar. (h a l i f e . vekil) a. 1- H z. M u h a m m e t'in


ölümünden sonra onun vekili olarak Müslümanların im amlığını ya­
pan kimse.
2- Kendini ta rik a t yolu na vermiş, derece sıralamasında ba-
ba'dan sonra gelen ve m ürşit'in. pir'in yerine geçme yetkisi olan ale-
vi-bek taşi. (ANSİKL.)
*Halife b a b a : T a rik a t m ürşitinin dergâhtan uzak bölgelere
atadığı, halife aşam asında temsilci.
* Halife m a k a m ı (a şa m a sı): H alifelik.
-ANSİKL. Halife, bir m ürşit'e bağlı en yüksek derecede kişidir;
dervişlerden, ancak ta rik a t m ürşiti'nin uygun gördükleri halife
olabilir.

H A L İ F E L İ K a. 1- T a rik a t yolu’nda halife olmanın gerekle­


rini yerine getirme durumu; halifenin görevi.
2- Derece sıralamasında babalık'tan sonra gelen ve halifelerce
temsil edilen aşam a.

H A L K Ar. (halk) a. T a rik a t yolu'nda birleşmiş alev i-b ek -


taşi topluluğu; c e m a a t.

155
*Halk mahkemesi: Cem m ahkem esi.
H A L K Ar. (halk, yoktan var etme, yaratma ya da yaratılma) a.
Zaman ve mekân içinde yaratılmış olan maddi âlem; halk âlemi.
*Halk âlem i: Halk.

H A L K A Ar. (halka, çember) *Halka n a m a z ı: C em evi'nde


daire oluşturacak biçimde bir düzen alarak yapılan ib a d e t.
(ANSİKL.)
-ANSİKL. Halka nam azı, göksel varlıkların bir sistem ve uyum
içinde dönmelerinden esinlenilerek, kişilerin T anrı'nın yansıması
olarak algılanan didara (yüze, birbirinin yüzüne) bakarak kendilerini
T anrı'ya teslim etmelerini anlatır.

H A L L Â K Ar. (hallâk, berber) a. Mehmet Hanefi adına kuru­


lan ve cem'deki on iki hizmet sıralamasında yer alan saç, sakal, bıyık
tıraşı işlerini yürüten görevli.

H A L L Â K L IK a. H allâk olmanın gereklerini yerine getirme;


hallâk' ın işi, görevi.

H A L V E T Ar. (halvet, tek başına kalma, topluma karışmama <


itala, boşluk, yokluk) a. T a rik a t yolcusu'nun. m ü rşitin onayıyla
tek başına çileevi'ne çekilerek T anrı'yla baş başa olduğunun bilincine
varması; içe kapanıp derin düşünceye dalarak T a n rı’yla manen ko­
nuşması. (ANSİKL.)
*Halvete çekilmek, halvete varmak: Çileye oturm ak.
-ANSİKL. Halvete çekilen ta rik a t yolcusu, bütün dünya işle­
rinden. bütün istek ve gereksinmelerinden sıyrılır; kendisini T an rı’ya
adar ve kırk gün boyunca sürekli ibadet yapar.

H A L V E T H A N E Ar. + Fars, (halvethâne


V*
< Ar. halvet,
Kt
tek
başına kalma ve Fars, hâne, mesken) a. Çileevi.

156
H A M Ar. (ham, olgunlaşmamış; çiğ) s. T a rik a ta yeni girmiş
ve henüz olgunlaşmamış olan.
*Ham e rv a h : Ruhsal açıdan henüz olgunlaşmamış tarik at yol­
cu su ; z a h it.

H Â M E Fars. (hâm e) a. Kalem.


*Hâme-i kudret: Kudret kalemi.

H A M E L Ar. (ham el, kuzu) a. B urçlar sıralamasında yer alan


ve bir koçla sembolize edilen burç; koç burcu. ( ANSİKL.)
-ANSİKL. Zodyak, insan biçiminin göklere yansımasından kay­
naklanan bir “burç insanı"ûa\ hamel, bu “burç inşam"nın, aydınlığa
çıkışı anlatan başım temsil eder.

H A M İ D E Ar. (ham ide < ha m id in dişili) s. Övgüye layık


olan.

H A M L IK a. Ham olma durumu, ham kimsenin niteliği.

H A M M Â R Ar. (h a m m â r , meyhaneci < hamr, şarap, içki) a.


M ü r ş it.

H A M M U D İ a. H a m m u d iler hanedanından kimse, topluluk.

H A M M U D İL E R a. Hz. Ali soyundan gelen ve Endülüs Eme-


vı Devleti'nde Elcezire ve Malaga'Ğa hüküm sürmüş olan İslam hane­
danı (1010-1058).

H A M S E Ar. (h a m se) a. Beş.


*Hamse-i Al-i âb â divanı: A levilik'e kabul töreninde, karı-
koca, iki talip ve rehber'den oluşan beşlinin, dede'nin huzurunda
yaptıkları niyaz etm e duruşu'na verilen ad.
157
H A M S İ N Ar. (§a m s in , elli) a. 31 Ocakta başlayıp, 21 Marta
(nevruz'a) değin süren 50 günlük soğuk döneme verilen ad.

H A N Fars. (Itâ n ) *Han bağı: H acı B ektaş Veli Tekkesi


yakınında, dergâhın yiyecek gereksinimini karşılamak üzere kurulmuş
olan üzüm bağı.
*Han bağı babası: Han bağı nın yönetiminden sorumlu baba.

H A N E D A N Fars, (fmneddn, kökten asil ve büyük aile, ocak) a.


Aynı soydan gelen ulu kişiler zinciri.
*Hanedan-ı ehl-i bevt: E hlibeyt soyundan gelen ulu kişiler.

H A N E K Â H Ar. (h a n e k â h ) a. H an k âh .

H A N K Â H Ar. (ha n k â h ) a. 1- Büyük tekke, büyük dergâh.


2- P irev i.

H A R A B A T Ar. (¡iarâbât. meyhane) a. 1- G önül.


2 Tekke.

H Â R IK Ar. (hârık < hark, yakma'dan) s. Yakan.


*Hârık ül-K uran: K uran'ı yakan anlamında Halife Osman'a veri­
len unvan. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Halife Osman dönemine değin dört ayrı K uran kul­
lanılıyordu: 1- Şamlılar'm kullandığı Ubay bin Kab'm topladığı K u ­
ran ;
2- Kufeliler'in kullandığı Abdullah bin Mesut'un topladığı K u ­
ran ;
3- Basralılar'm kullandığı Ebu Musa’l Eşari'nin topladığı K uran
ve
4- Y em enliler'in kullandığı Mikdat bin Esvad'ın topladığı

158
K u r'an .
Halife Osnum Haşimi lehçesindeki kuranları yakarak ya da yırta­
rak yok ettirir; derleme grubu. Hz. Ali'nin toplayıp yazdığı K uran'ı
kabul etmez.
Halife Osman'ın derlemesi olan günümüzdeki K uran, bu nedenle
Osm an K uranı, O sm an nüshası adıyla anılır. Kimi kaynaklar Ku-
ra n 'ın 6666 ayetten oluştuğunu belirtmesine karşın Osman'm derlet­
tiği K uran'da 432 ayet eksiktir.

H A R İ C İ Ar. (hârici) a. H a ricilik 'i benimsemiş kimse, top­


luluk.

H A R İ Ç İ L İ K a. Hz. Ali ile M u a v iy e arasındaki anlaş­


mazlığın giderilmesinde, hakemlik yöntemine karşı çıkarak Ali'den
ayrılan ve her iki tarafa da muhalefet eden ayrılıkçıların, “Hüküm
yalnız A llah 'indir'' ayeti kapsamında “İm am ı« yanılmazlığı" şii
inancını yadsıyarak kurdukları mezhep. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Sıffin Savaşı [657-658] sürerken, gelişmelerin aleyhine
döndüğünü gören Muaviye, her iki taraftan da birer hakem seçilerek so­
runun çözümlenmesini önerdi. Hz. Ali’ye karşı avantajlı duruma geç­
mek isteyen Muaviye ordusu, komutanları Anır bin Ay'ın buluşuyla
K uran sayfalarım mızraklarının ucuna takarak, “K uran, aramızda ha­
kem olsunl" sloganıyla Ali güçlerinin üzerine yürüdü.
Hz. Ali bunun bir aldatmaca olduğunu anlatmakta zorlanınca,
Muaviye'nin önerisini kabul etmek zorunda kaldı.
Hakemlerin karan Ali aleyhine sonuçlandı: Gelişmeler üzerine
bu yöntemi İslamiyet'e aykırı bulan çoğu Temim kabilesi'nden kimi
Ali taraftarları, Küfe yakınındaki Harura kasabasına çekildi ve A b­
dullah biri Vehb er-Rasibi'yi kendilerine başkan seçti.
Halifeliğinin altıncı yılından sonra doğru yoldan saptığı gerek­
çesiyle Osman'ı da suçlu gören hariciler, bu kapsamda Osman’ın katille­
rinin cezalandırılması isteğiyle Ali üzerine yürüyen M uaviye’ye de
karşı oldular. Kendilerine katılmayanları kâfir olarak gören ve
öldürülmelerinin gerektiğine inanan hariciler, pek çok M üslüman

159
öldürdü. Savaşmaktan başka çare kalmadığım anlayan Hz. Ali. 658
yılında haricileri, ağır bir yenilgiye uğrattı. Bununla birlikte harici
ayaklanmaları son bulmadı. 661 yılında, Hz. Ali, bir harici tarafından
kılıçla ağır biçimde yaralandı ve üç gün sonra da öldü.
Daha çok bedevi Araplar'dan yandaş bulan haricilik, düşünsel
açıdan etkileyici kaynaklara yönelerek uzun süre varlığını sürdürdü:
“İm anım yanılmazlığı'' biçimindeki şii inancına karşı çıkan hariciler,
özellikle özgürlüğüne düşkün toplum katlarında yer edindiler; onlara
göre amel, imanın ayrılmaz bir parçasıydı; bu kapsamda büyük günah
işleyenler, yani harici olmayanlar kâfirdi; öldürülmeleri gerekliydi;
kadınlarının, çocuklarının kanlan, ırzları ve malları kendilerine he­
laldi.

H A R İ C İ Y E Ar. (h â r ic iy y e ) a. H a ric ilik .

H A S Ar. (ha ss) s. Gönül bilgisi yoluyla gerçeğe ulaşan, içi


aydınlanmış olan.
*H a su 'l-h a v a s : G önül bilgisi yoluyla gerçeğe ulaşan, içi
aydınlanmış kimseler.

H A Ş A N İ Ar. (hasani < Ilasan bin Ali'nin adından) a. H asani-


ler'den olan kimse, topluluk.

H A S A N İL E R a. Peygamberin torunu Haşan bin Ali soyundan


gelen ve XVI. yy'dan başlayarak Fas'ın bir bölümünü yöneten sülale.

H A S T A Fars. (h a s t e ) a. T a r ik a t yolu'nda geri kalm ış


kimse.

H A Ş İ M İ Ar. (Aaşimi) a. H aşim iye soyundan kimse, toplu­


luk.
H A Ş İ M İ Ar. (h âşim i < Üsküdarlı Seyit Mustafa Haşim'in

160
adından) a. H aşim ilik'i benimsemiş kimse, topluluk.

H A Ş İ M İ L İ K a. Üsküdarlı Seyit Mustafa Haşim [1717-1783]


tarafından sünni celvetilik’in bir kolu olarak kurulan, ancak sonraları
bcktaşilik izlerinin ağır basmasıyla bağımsız bir yapı kazanan t a ­
rik at. (ANSİKL.)
-ANSİKL. C'elvetiler, bu tarik a tı kendilerinden saymazlar; bu­
na karşın bek taşiler. Üsküdarlı Seyit Mustafa Haşini i (Haşim Ba­
bayı), dedebaba kabul ederler.

H A Ş İ M İ Y E Ar. (hâşimiyye) a. 1- Hz. M uham m et. Ali ve


Abbas'm ataları olan Haşim bin Abdümenafm soyundan gelenlere ve­
rilen ad.
2- Em eviler döneminde, imamlığın, Muhammet bin el-Hanefi-
v<>'den oğlu Ebu Haşiniz geçtiğine inananlar için kullanıldı.
3- A bbasiler döneminde, İm am lığın. Ebu Haşinim ölümüyle
Muhammet bin Ali bin Abdullah bin el-Abbas'a, onun aracılığıyla
Abbasi hanedanına geçtiğine inananlar için kullanıldı.

H A Ş Y E T Ar. (h a ş y e t. korku; korkma) a. T a rik a t yolcu-


su'nun, işlemiş olduğu günahlar nedeniyle ileride başına gelecekleri
düşünerek gönlünde hissettiği acı ve üzüntü.
*Hasvet-ul-lah: T an rı korkusu.

H A T A İ a. H a ta y i.

H A T A Y İ a. A levi-bektaşi geleneğinde usta ve kutsal sayılan


ozanlar sıralamasında yer alan Şah İsmail'in şiirlerinde kullandığı
mahlas.

H A T E M Ar. h â te m , mühür; yüzük; son) a. T a rik a t yolcu-


su'nun, bütün m akamları yaşayarak sona ermesi durumu.

161
*Hatem-i Cem, hatem-i Cemsid: Sultan Cem'in mührü.
* Hatem-i e n b iy a : H z. M u h a m m e t anlamında son p e y ­
gamber.
*Hatem-i p ir : Hacı Bektaş Veli anlamında son pir.
*H atem -ün-nübüvvet: Peygamberlik işareti.

H A V A Ar. (h e v â ) a. S u d u r öğretisi'ne göre, ötısüz-sonsuz


olarak algılanan ve v a rlık türlerini oluşturan d ö rt öğeden biri
(ANSİKL.)
-ANSÎKL. Dokuz ya da yedi gök katından, d ö rt ana, d ö rt an ­
ne adıyla anılan ve v arlık türlerinin oluşumuna katılan to p rak , su,
hava ve ateş oluştu; bunlardan da mineral, bitki ve hayvanlar âlem i
ortaya çıktı.
M ak alat ve V ilayetnam e'de, Allah'ın dört tür insan yarattığı
anlatılır: Ş eriat kavm i olan a b itle r; ta rik a t kavm i olan z a h it­
ler; m arifet kavm i olan a rifle r ve hakikat kavm i olan m u h ip -
ler. Bu dört tür insan d ö rt kapı ve dört öğeyle temsil edilir: A hit­
le r , ş e ria t k ap ısı ve h a v a ; z a h itle r , ta r ik a t k ap ısı ve a te ş;
a rifle r, m arifet kapısı ve su; m u h ip le r. h ak ik at kapısı ve to p ­
rak.

H A V A L E T Ar. (h avâ lât < havale' nin çoğulu) a. T a r ik a t


yetkilisinden iziri alma, izin isteme.

H A V Â R İ C Ar. (havâric < fıâric'in çoğulu) a. H a ric ile r.

H A V A S Ar. ((¡avâss, ileri gelenler; bilginler < /«ass ın


çoğulu) a. Gönül bilgisi yoluyla gerçeğe ulaşanlar, içi aydınlanmış
olanlar.
*Havassu'l h a s: H asu 'l-h av as.

H A V F Ar, (/tav/, korku, korkma) a. 1- Tanrı'dan korkarak suç

162
sayılan eylemlerden, g ü n ah tan sakınma, kötülükten, eğrilikten
kaçınma.
2- T a rik a t yolcusu'nun ta rik a t yolu nda, belli bir a şa m a y a
yükselirken duyduğu endişe, ikircik.
*Havf-ul-lah: T an rı korkusu.

H A V V A Ar. (H a v v a 1, Â d e m ’in zevcesi) a. Nefs-i kül.

H A Y Â Ar. (haya, utanma, sıkılma) a. Yakışıksız davranışlar­


dan, uygunsuz işlerden kaçınma; kınanma endişesiyle bir şeyi yapmaktan
ya da yapmamaktan sıkılma.

H A Y A L Ar. (hayâl, zihinde tasarlanan, canlandırılan şey. düş)


a. T anrı dışındaki her şey.
*Haval aşam ası: Nefsin, maddi âlem le ilişkisini tümüyle kes­
mesiyle ulaşılan m ertebe.

H A Y D A R Ar. (hayd a r. arslan) a. Cesur, yürekli anlamında


Hz. Ali'nin lakabı.
*Havdar-ı k e r ra r: Tekrar tekrar saldıran anlamında Hz. Ali nite­
lemesi.

H A Y D A R İ Ar. (haydari < Seyit Kutbettin Haydar'ın adı­


ndan) a. 1- Dervişlerin giydiği kolsuz, yakasız, bele kadar inen, omuz
başlarında üçgen biçimli birer parça bulunan bir tür üstlük.
2- H aydarilik'i benimsemiş kimse, topluluk.
*Havdari ta ç : H üseyni taç.

H A Y D A R İ L İ K a. Seyit Kutbettin Haydarın [XIII. yy.] kur­


duğu, Ali'ye ve On İki İm am 'a bağlılıkla belirgin, dünya ve ah ire t
nimetlerine ilgisizliği, geçici varlıklara bağımlılıktan kurtulmayı,
ölümsüzlüğe ve T an rı'y a ulaşmanın tek yolu olarak göıen ta r ik a t

163
(ANSİKL.)
-ANSİKL. H aydariler, başlarına On İki İm am ı simgeleyen on
iki dilimli bir külah giyerler; Hz. Ali’nin kulu kölesi olduklarının
anısına kollarına halkalar, boyunlarına ise tavk-ı h ay d an adı verilen
demir bir kolye takarlar.

H A Y D A R İ Y E Ar. (h a y d a r iy y e ) a. H a y d a rilik .

H A Y A T Ar. (hayat, yaşam, yaşama) a. 1- T a rik a t yolcu-


su'nu, dünya nimetlerinden ve nefsinin arzularından koparan ilahi
te c e l li .
2- T a r ik a t yolcusu'nda, ilahi n urun te c e lli edip n e fsin
ölmesiyle başlayan gönül yaşamı, H ak ile yaşama olgusu.

H A Y IR Ar. (hayr, iyilik, yarar) a. Var olan her şey.


*Havır gecesi: H ak k 'a yürüyenin sırlanışımn üçüncü, yedinci
ya da kırkıncı gecesinde yapılan tören.

H A Y I R L I a. M ü rş it / dede tarafından kimi hizmet a ş a m a ­


larında okunan dua.
*Havırlı almak: Bir hizmeti yerine getirmek için m ürşit'in / de-
de'nin duasını almak.
*Hayırlı vermek: M ürşit / dede dua etmek.

H A Y V A N Ar. (h a y v a n ) a. Hayat.

H A Z E R A T Ar. (h azerat < h a z r e t'in çoğulu) *H a zera t-ı


ham se: V arlıkların, T anrı'da doğmalarından, doğup taşmalarından
başlayarak, insan-ı kâmil durumuna gelinceye değin geçirdikleri beş
a şa m a , beş g ö rü n ü r olm a hali. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Bu beş a ş a m a , beş g ö rü n ü r olm a; beş v a rlık
alanını gösterir. Bunlar:
164
1- Hazret-i gayb-ı m utlak; henüz T anrı'nın ad ve sıfatlarının
tecelli etmediği v a rlık alanı.
2- Âlem-i ce b eru t; salt ru h s a l âlem .
3- Âlem-i m elekut; ru h sal âlem le maddesel âlem arasındaki
geçiş âlemi.
4- Âlem-i şehadet; madde âlem i.
5- M ertebe-i in san -ı kâm il; olgun ve kusursuz insanlık
aşam ası.

H A Z R E T Ar. (hazret. ön. huzur) a. 1- H akk'ın huzuru.


2- A şam a, m akam , m ertebe.
3- Din ve ta rik a t ulularının adları önüne Farsça tamlama ku­
ralınca getirilen san.
*Hazret-i a h a d iy e t: T an rı'n ın m utlak varlığı.
* H azret av lu su : H a c ıb e k t a ş 't a k i P ir e v i'n d e . a t l ı l a r
kapısı'ndan girilen üçüncü ve en içerideki avlu.
*IIazret-i esmaiye: Hazret-i vahidiyet'ten sonra gelen ve onun
mazharı durumunda olan m ertebe.
* Hazret-i F atm a ocağı: M eydan odası nda, giriş kapısının
karşısında bulunan ocak.
*Hazret-i gavb-ı m u tla k : H azerat-ı ham se sıralamasında ilk
sırada yer alan, henüz T anrı'nın ad ve sıfatlarının tecelli etmediği
v arlık alanı.
* Hazret-i İbrahim'in ateşi: Hz. İbrahim'i ateşe attıran, BabiVin
kurucu hükümdarı Nemrini un gazabı.
*Hazret-i M uham m et m ak am ı: Peygamberlik m akam ı.
*Hazret-i Nuh'un tufanı: S ünnete bağlı olanları boğan zah iri
ilimler.
*Hazret-i P i r : Hacı B ektaş Veli.
*Hazret-i vahidiyet: Hazret-i ahadiyet'ten sonra gelen ve onun
mazharı durumunda olan m ertebe.

H E Y B E T Ar. (heybet, saygıya dayanan korku) a. T anrı'nın ce­

165
lal sıfatı ile kendi yüceliğini, ululuğunu, enginliğini gösterecek ve buna
dayalı bir korku yaratacak biçimde insanın gönlünde tecelli etmesi,
görünmesi. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Heybet. T anrı'nın celal sıfatıyla insanın gönlünde
görünüş alanına çıkmasıdır: T an rı'n ın , gönülde görünüş alanına
çıkmasıyla insan, gaybet durumuna girer (kendinden geçer); T anrı,
cemal sıfatıyla insanın gönlünde görünürse üns (sevinç) oluşur; hey­
bet gaybeti, üns ayılmayı gerektirir.

H EYU LA Ar. (h e y u l a ilk madde < Yun. hyle, madde) a. Zi­


hinde düşünülen asıl biçim; kendisinde suretlerin göründüğü şey.
b â tın .

H I D R E L L E Z a. (Hızır ve İlyas'm adlarından) 1- H ız ır ve


İlyas peygamberlerin her yıl buluştuklarına ve bu buluşma anısına
doğanın yeniden canlandığına inanılan altı Mayıs günü. (ANSİKL.)
2- Bu günde yapılan tören.
-ANSİKL. Hıdrellez (altı mayıs) halk takviminde yazın
başlangıcı kabul edilir.
Efsaneye göre, ölümsüzlük suyundan içen iki ermiş olarak algıla­
nan H ızır ve İlyas, her yıl 5 mayısı 6 mayısa bağlayan gece buluşup
doğaya can vermek üzere anlaşırlar; H ızır, bitkilerin ve bereketin.
İlyas ise suların ve hayvanların koruyucusudur.
Her şeyin yeniden hayat bulduğu hıdrellez gecesinde, dilenen di­
leklerin gerçekleşeceğine, hastalanıl iyileşeceğine, uğursuzlukların so­
na ereceğine, kısmetlerin açılacağına inanılır.

H IR K A Ar. (hırka) a. P ir em aneti olarak algılanan ve t a r i ­


kata girenlere ya da tarik a t yolu nda belli aşam alara varanlara özel
törenle giydirilen, önü açık, düğmesiz. yakasız, kollu, geniş ve topukla­
ra kadar uzanan bir giysi. (ANSİKL.)
*Hırka altında sultan: Nefislerini baskı altına alan kimseler an­
lamında dervişleri nitelemek için kullanılır.
*Hırka altından dünyayı seyredenler: Olup bitenden habersizmiş
gibi görünmekle birlikte, her şeyi neden ve sonuçlarıyla bilen d e r­

166
v iş le r .
*Hırka Dağı: Hacıbektaş ilçe merkezi yakınında bulunan ve Hacı
B ektaş Veli'nin derin düşünceye dalarak ru h u n u aydınlattığına
inanılan dağ.
* Hırka giydirmek: Belli h iz m e t süresini dolduran d erv işe ,
hırkasını giydirerek aşamasının yükselmesini sağlamak, bu yolla ona
icazet, yetki vermek.
* Hırka giymek: Bir derviş, h ırka kuşanarak aşam asını yükselt­
mek, bu yolla aşamasının gereği görevler için icazet, yetki almak.
*Hırka-i fak r ü fena: Yoksulluk ve yokluk hırkası.
*Hırka-i ira d e t: T a rik a t için gerekli çabaları gösteren m ürit'e
giydirilen hırka.
*Hırka-i s e tta r: “Örtücü giysi" anlamında bektaşi hırkası.
*Hırka-i te b e rrü k : Yeni bir kimliğe bürünme anlamında, ta ri­
kata yeni girenlere giydirilen hırka.
* Hırkaya bürünmek: H ırk a giymek.
-ANSİKL. Hırka, m ü rşitle m üridi arasında manevi bağı simge­
ler, d ü n y a nimetlerinden ve nefsinden sıyrılıp kurtulmayı anlatır;
p ir em aneti olarak algılandığı için kutsaldır ve içi sırla doludur; bu
nedenle hırkaya, büyük saygı ve sevgi göstermek gereği vardır.

H IR K A P Û Ş Ar. + Fars. (hırka-pûş < Ar. hırka ve Fars, püş,


örten, giyen, giyinmiş) a. Derviş.

H IZ IR a. Peygamber, bilge ya da veli kabul edilen, kurtarıcı kut­


sal kişi. (ANSİKL.)
* Hızır Balı: Balım Sultan.
* Hızır İlvas Bayramı: H ıdrellez.
*Hızır İlyas kurbanı: Yaşanan sevinçli bir olayın ya da bir dileğin
yerine gelmiş olması anısına mayıs ayının altıncı günü yapılan tören;
bu tö re n gereği tığlanan ku rb an .
*Hızır Nebi: Hızır.
* Hızır Nebi Bayramı: İran Azerbaycaıu' nda şubat ayının ikinci
haftasında kutlanan bayram.
*Hızır Nebi günü: 1- Hızır Nebi bayramının bir uzantısı olarak
şubat ayının ikinci haftasıyla altı mayıs arasında kutlanan gün.

167
2- Abdal M usa k urbanı.
*Hızır orucu: Hızır Nebi günü ve Abdal M usa kurbanı öncesi
tutulan üç günlük oruç.
* Hızır p o stu : Kimi bölgelerde ibrikçi hizm etini temsil eden
posta verilen ad.
-ANSİKL. Anadolu halk inancında Hızır, peygamber ya da ulu
bir erm iş kabul edilir; ondan “Hızır peygamber", “Hızır Aleyhisse-
lam" ya da “Hızır Nebi" olarak söz edilir. Ölümsüzlük suyu içmiştir;
zaman zaman dünyaya gelerek darda olanların yardımına koşar ve
doğaya yeniden can verir. Halk arasında, üzerinde çiçeklerden yapılmış
bir cüppesi bulunan, kırmızı pabuçlu, ak sakallı ve nur yüzlü bir yaşlı
olarak betimlenir: Bastığı yerde güller, çiçekler açar; ekinler yeşerir,
bülbüller ötmeye başlar; elini sürdüğü kişi dertlerden, uğursuzluklar­
dan ve hastalıklardan arınır; ömür boyu sürecek bir bolluğa kavuşur.

H IZ L I S E M A H Ç a rk sem ahı.

H İ C A P Ar. (h i c â b , perde, örtü) a. T a r ik a t yolcusu'nun,


tanrısal gizemlere ulaşmasını engelleyen her türlü dünyevi varlık,
ilişki.

H İ C R E T Ar. (h i c r e t , göç. sefer) a. T a rik a t yolcusu'nun


nefsinden sıyrılarak gönüle. gönülden sırra, s ır’dan ru h a, ru h tan
H a k k a göç etm esi.

H İ D A Y E T Ar. (hidâ yet. doğru yola girme) a. H ak yolu'na


girme, tarik a tı benimseme.
* Hidayete ermek: H ak yoluna girmek, ta rik a tı benimsemek.

H İK M E T Ar. (hikm et) a. 1- H akk a uygun düşen söz.


2- Ahmet Yesevi'nin [- 1166], yesevilik yolunu anlatan şiirleri­
ne müritlerince verilen ad.
3- Y esevilik’i benimsemiş dervişlerin, yesevi yolunda söyle­
dikleri şiirlere verilen ad.

H İ L A F E T Ar. (h ilâ fe t, birinin yerini tutma) a. H alifelik.

168
H İ L A F E T N A M E Ar. - Fars, (hilafetrıâm e < Ar. hilâ fe t
ve Fars, n â m e , mektup) a. M ü rşit ya da p ir tarafından, belirli bir
aşam aya yükselen dervişlere verilen icazet, yetki belgesi.

H İ M M E T Ar. (himmet, çalışma, çabalama, gayret) a. 1- Ol­


gunlaşmak için gönlün H akk a yönelmesi.
2- E rm işlerin, varlık ve olayların doğal düzenini ve işleyişini
etkileme, dilediklerini yerine getirme gücü.

H İ Z M E T Ar. ( h id m e t. vazife'den) a. M ü r i t ’in. n e fsin i


arındırmak ve T an rı yolu nda ilerlemek için bir m ü rşit'in yöneti­
minde belirli görevleri yerine getirmesi, ta rik a t a d a p ve erkânına
ilişkin eğitim alması. (ANSİKL.)
*Hizmet erle ri: Cem deki on iki hizmetin sahipleri.
*Hizmet görme erk ân ı: Bir hizmetin yerine getirilmesi sırasında
yapılan tören.
*Hizmet görmek: Bir hizmeti yerine getirmek.
*Hizmet sahibi: Cem'deki on iki hizmetten her birinin sorum­
lusu.
* Hizmet sem ahı: Oynanması zorunlu sem ahlar sıralamasında
yer alan ve bir hizmetin görülmesi sırasında oynanan semah.
♦Hizmetleri m ü h ü rlem ek : Hizmetleri yerine getirmiş olmak.
-ANSİKL. B ektakişilik'te. on iki post sayısınca on iki hiz­
m et vardır; bu hizmetler. Ali soyundan gelenlerin adları anısına kuru­
ludur.

H İ Z M E T Ç İ a. İzn ik çi.

H İ Z M E T Ç İ L İ K a. İz n ik ç ilik .

H O R A Fars. (hor < h a r < körden, yemek içmek) *Hora ge­


çirmek: Yemeği yemek.

169
*Hora geçti: Yenilen yemeğin hoşa gittiğini belirtmek için
söylenir.

H O R A S A N (Bugünkü Doğu İran'ı, A fganistan'ın kuzey­


batısını ve Türkmenistan çöllerinin güney bölümünü içine alan bölge­
nin eski adı)
* Horasan cerağ ı: On iki çerağdan, p ir postu nun yanında bu­
lunan, üç fitilli büyük çerağ. (ANSİKL.)
*Horasan e r e n le ri: H orasan'dan yetişip gelen ve A n a d o lu
insanına manevi reh b erlik eden dervişler.
*Horasan p irleri: Horasan erenleri.
*Horasan postu: On İki post sıralamasında ilk sırada yer alan ve
birinci hizm et olan cem başkanlığı hizmetini temsil eden, dedenin,
babanın ya da m ürşit'in oturduğu post.
*Horasan ta c ı: H orasani taç.
-ANSİKL. Horasan çerağı, on iki çerağın en büyüğü durumun­
dadır. Başı bektaşi tacı biçiminde olan Horasan çerağının üst kısm-ı.
on iki dilimli olup On iki imam 'ı, alt kısmı dört bölümlü olup d ö rt
kapıyı simgeler. Horasan postunun yanında bulunan bu çerağın üç
fitili vardır: Bunlardan biri Allah'ı, değerleri M uham m et ve Ali’yi
gösterir. Bu nedenle Horasan çerağı, Allah - M uham m et - Ali bir­
liğine bir değinme olarak algılanır ve Hacı Bektaş Veli yolunun bir
ışığı kabul edilir; önce bu çerağ uyandırılır.

H O R A S A N İ Fars. (horasani < Horasan'ın adından) *Horasa­


ni ta ç : Dört terkli d erv iş tacı.

H O R A S A N L I s. H o ra sa n kökenli olan
* Horasanlı p o stu : H o rasan postu.

H U Ar. (hû < hüve. o’dan) a. T a n rı anlamında zikir sözcüğü.


(ANSİKL.)

170
*Hu çekmek (demek): T an rı’nın adını anmak.
*H u-keşan: “H u ” çekenler anlamında, eskiden yeniçeri orta­
larında bulunan bektaşi dervişlere verilen ad.
-ANSİKL. Hu, Tanrı'nın yetkinliğini, yüceliğini, ululuğunu ve
aşkınlığını dile getirir.

HUDA Fars. (h u d â < hod-ây, kendi gelen) a. H ûda.

H U L K Ar. (hulk) a. Huy.

H Ü L L E Ar. (hülle) a. Cennet giysisi.


*Hulle donu: K eram et gösteren erm iş in ruhunun büründüğü
z a rf.
*Hulle-i Adem : Âdem peygamber'in giysisi; incir yaprağı.

H U L U L Ar. ( h u lü L bir şeyin, diğer bir şeye girmesi) a.


T an rı’nın insan biçiminde görünüş alanına çıkması; Tanrı'nın madde­
sel ve bedensel k u lu y la birleşm esi, birleşerek cisim leşm esi.
(ANSİKL.) [İJ
*Hulul etmek: T an rı bir kulunda cisimleşmek. (ANSİKL.) [2]
-ANSİKL. [1], [2] T a r ik a t inancında ilke olarak her v arlık .
tanrısal gerçeğin bir görüntüsüdür; bu kapsamda evren, T anrı'dan
başka bir şey değildir. İnsanın seçkinliği ve onurluluğu. manevi nitelik­
leriyle tanrısal gerçeği en iyi yansıtmasından gelir; bu nedenle T anrı,
önce Ali'ye, sonra im am lara ve öteki şia ulularına hulul etti. Hulul
düşüncesinin en saygın temsilcisi. “Tanrı'nın kendisine hulul ettiği"
anlamında Enelhak (Ben Tanrı');/?;) diyen Hallac-ı Mansur'dur. Gi­
derek yaygınlaşan hulul düşüncesi, vah d et-i v ü cu t akımının
kökleşmesine yol açtı.

H U L U L İ Ar. (hulüli) a. H u l u l i l i k i benimsemiş kimse, top­


luluk.

171
H U L U L İ L İ K a. E v r e n in ru h u n u n T a n r ı olduğunu,
T an rı’nın evrendeki varlıkların biçimine büründüğünü ya da insan be­
denine girerek cisimleştiğini, görünüş alanına çıktığını öne süren
akımların ortak adı.

H U L U L İ Y E Ar. (h u l ü l i y y e ) a. H u lu lilik .

H U M H A N E Fars. (h u m h â n e. meyhane < hum. şarap küpü ve


hâne, ev) a. 1- T anrı aşığının kalbi.
2 Tekke.

H U M İS T A N Fars, (humistân < h um . şarap küpü ve -istân <


-sitân, yer adı yapmaya yarayan ek) a. Humhane.

H U M S Ar. (h u m s, beşte bir) a. Harp ganimetlerinden, maden­


lerden. definelerden ve yıllık kazançtan artan maldan, beytülm ale ve
seyyitlere ayrılan beşte bir oranında mal.

H U R D E N A M E Fars, (¡¿urdenâme) a. Hacı B ektaş Ve-


li'ye ait olduğu kabul edilen bir yapıt.

H U R U F Ar. ( h u r ü f < h a r f i n çoğulu) a. H u r i f i l i k 't e


tanrısal sırları gizleyen; anlamlandırılmasıyla tanrısal sırların
çözümüne aracılık eden işaretler.

H U R U F İ Ar, (h u r u f i ) a, H u r u f ilik ’i benimsemiş kimse,


topluluk.

H U R U F İL İK a. Fazlullah Hur u f inin kurduğu. T an rı'y ı, in­


sanı ve genel olarak varlığı harfler ve sayılarla açıklayan ta rik a t.
(ANSİKL.)
-ANSÎKL. Hurufilik, öncelikle harflerin önemi ve onlann sayılar­

172
la ilişkisi üzerinde durur: İnançlarını ve yükümlülüklerini Arap abece­
sinin 28 harfi ve Fars abecesinin 32 harfiyle yorumlar. Hurufilere göre,
tanrısal sırlar harf ve sayılarda gizlidir; harf ve sayıların gerçek anlam­
ları açığa çıkarılabilirse tanrısal s ırla r çözüme kavuşturulmuş olur.
Hurufilik anlayışında T an rı, harflerle seslerden oluşur; bu kap­
samda varlığın özünü kuran harflerle seslerdir; harflerin içerdiği sesle­
rin görünüş alanına çıkmasıyla varlık türleri oluşur. Ses insanda söz
olarak gerçekleşir; harfler dile aktarılınca söz niteliğini kazanır; bu du­
rum ses aracılığıyla harflerin m ana âleminden madde âlem ine geç­
mesi olarak algılanır ve “oluş" böylece gerçekleşir.
İnsan evrenin özeti olması nedeniyle onun yüzü hakikatin ay­
nasıdır. İnsanın yüzündeki doğuştan gelen yedi çizgi (hutut-ı ebi-
ye) yedi göğü; yine yüzündeki sonradan oluşan yedi çizgi (hutut-ı
üm m iye) yeri temsil eder. Bu on dört çizgiyle bu çizgilerin insan
yüzünde bulundukları on dört yerin toplamı yirmi sekizdir: Yirmi se­
kiz harf T anrı'yı gösterir; insanda görünen ve konuşan Tanrı'dır.
Hurufilik te, bütün varlıklar insana, bütün insanlar ise peygam­
ber ve im am a bağlıdır. Nasıl peygamberlik Hz. M uham m et’le en
yüce ve son noktaya ulaşmışsa tıpkı bunun gibi im am lık da H z.
Ali'yle olgunluğa ulaşmıştır; Ali'nin soyundan gelenler bu olgun­
luğu sürdürür.
İm am Haşan Askeri, zah ir im am ların sonuncusudur; ondan
sonra gayb dönem ine girilir; gizli im am dönemi (gayb dönemi)
Mehdi'yle başlar ve Mehdi de Fazlullah Hıırufi'dir.
XIV. yy'ın sonlarında ortaya çıkan hurufilik. İran, Azerbaycan,
İrak, Anadolu ve Rumeli'de taban buldu; İran'da siyasal güçlüklerle
karşılaşan hurufiler, Osmanlı topraklarına sığındı: Fazlullah'ın baş
halifesi Bektaşi Tekkesi'ne sığınarak, tarikatını buradan yönlendir­
meye çalıştı.

H Û T Ar. (hûl) a. Burçlar sıralamasında yer alan ve sırt sırta iki


balıkla sembolize edilen burç; balık burcu. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Zodyak, insan biçiminin göklere yansımasından kay­

173
naklanan bir “burç insanı"dır; hût, bu “burç insanı"nın, organik yapın­
ın ilk biçimlenişini anlatan ayaklarını temsil eder.

H U T Û T Ar. (hutüt < ftaii'ın çoğulu) a. İnsan yüzünde bulu­


nan, gökleri ve y e n temsil ettiğine inanılan çizgiler. (ANSİKL.)
*Hutût-ı ebive: H urufilik'e göre, insanın yüzünde bulunan ve
doğuştan gelen, gökleri temsil ettiğine inanılan yedi çizgi.
*Hutût-ı üm m ive: H urufilik'e göre, insanın yüzünde bulunan
ve sonradan oluşan, yeri temsil ettiğine inanılan yedi çizgi.
-ANSİKL. İnsan baba çizgiler olarak algılanan hutût-ı ebiye ile
ana çizgiler olarak algılanan hutût-ı ümmiye'nin birleşmesinden
oluşur.

HUZUR Ar. (huzur, hazır bulunma) a. Tanrı'nın ya da yüce bir


kişinin karşısında bulunma.

HÜCCET. Ar. (hüccet) a. İnsanı h a k ik a te ulaştıracak olan


d e lil.
*Hüccet-ul-lah (T anrı'nın d elili): H a k k ın h alk üzerindeki
delili anlamında insan-ı kâm il.
*Hüccet-ül-islam: İm am Gazali.

H Ü C R E Ar. (hücre) a. Çileevi.

HÛDA Fars. (hudâ< iıod-ây, kendi gelen) a. T anrı.

HÛDA Ar. (h ü d â < hidâyet, doğru yola girme) a. Doğru yolu


gösterme, doğru yola gitme.

H Ü K E M A Ar. (hükem â ’ < hakim'in çoğulu) a. Bilgeler.

174
H Ü M A Fars. (hiim â ) a. A nka.

H Ü M A Y Fars. (h ü m â y ) a. A nka.

H Ü N K Â R Fars. (hudâvendgâr'dan) a. Kutsal evliya, veli


anlamında Hacı B ektaş Veli'ye verilen unvan.
*Himkâr Hacı B ektas Veli d o lu su : İçki.

H Ü S E Y N İ Ar. (h ü s e y n i < H z. M u h a m m e t'in torunu.


A li’nin Fatm a'dan olan ikinci oğlu Hüseyin bin AZ/'nin adından) a.
İmanı Hüseyin yolunu benimsemiş kimse, topluluk.
*Hüsevni ta ç : Kubbesi on iki dilimli, alt bölümlü dört parçalı
derviş başlığı. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Hüseyni tacın kubbesindeki on iki dilim. On İki
İm am 'ı; alt kenarındaki dört parça ise dört kapı'yı simgeler.

H Ü S N Ar. (h ü s n , güzellik) a. K em âl.


*Hüsn-i h u lk : Huy güzelliği.
* Hüsn-i m u tla k : İlah i kem âl, m utlak kem âl.

H Ü SN A Ar. (h ü s n a ) s. En güzel, çok güzel


I
IS a. Bir şeyi elinde bulunduran kimse, sahip.

IŞ I K Ar. (‘afi&’tan) a. D erviş.

i
İ B A D E T Ar. (‘ibadet, tapma) a. N iyaz (ANSİKL.)
*İbadet meydanı: M eydan.
-ANSİKL. S ünnilik te ibadet, ş e ria t’m koyduğu ilkelere uy­
maktır: N am az, oruç, zekât, hac ve tevhit gibi İslam'ın beş koşulu
ibadet kavramı altında toplanır.
A le v ilik -b e k ta şilik 'te ibadet n iy az olarak algılanır. Şeri-
at’m koyduğu ilkeler, ta rik a t yolcusu'nun doğru yolu bulması,
kötülüklerden annması ve olgunlaşması için bir ilk basamak durumun­
dadır; d ö rt kapı sıralamasında ilk sırada yer alır (şeriat kapısı);
kötülüklerden,, eksikliklerden arınan, yeterince olgunlaşan ve şeriat
kapısını aşam a olarak geride bırakan ta rik a t yolcusu için, ş e ri­
atın koşullarına uyma gereği yoktur.

İB A D İ Ar. (‘ibâdi < Abdullah bin el-İbat’m adından) a. İbali-


lik'i benimsemiş kimse, topluluk.

176
İ B A D İ Y E Ar. ( ‘ibâdiyye) a. İb a d ilik .

İB A D İL İK a. Abdullah bin el-İbat tarafından kurulan, siyasal


ve dinsel nitelikli bir h aricilik m ezhebi kolu.

İ B Â H E Ar. (ibahe, mubah kılma, helal kılma, bir işin yapılıp


yapılmamasını serbest kılma) a. Dinsel yasaklar ve haramlar karşısında
kendini özgür görme, serbest hissetme.

İB Â H E T Ar. (ibâfıet, serbest kılma) a. İbahe.

İ B A H İ Ar. (ibâhi, her şeyi mubah sayan) a. İb ah iy e yanlısı


olan kimse, topluluk.

İ B A H İ Y E Ar. (ibâhiyye) a. İslam dininin yasaklar ve haram­


lar konusundaki hükümlerini ortadan kaldırmayı amaçlayan bâtm i
akmların ortak adı. '

İ B L İ S Ar. (iblis, şeytan) a. Nefs.


*İblis ve  dem : Ebubekir ve Ali. (ANSİKL.)
-ANSİKL. İblis, Hz. Âdem'e secde etmediği için Tanrı'nın hu­
zurundan kovuldu ve rahmetinden uzaklaştırıldı. İblis, bencillik ve ki­
bir yolunu yeğlerken Âdem, şeytana uyduğu için suçunu kabul edip
özür diledi ve alçakgönüllülük yolunu seçti. Tıpkı bunun gibi Ebube-
kir'den de Ali'ye secde etmesi istendi; ama 0 bunu dinlemedi;'bencil
bir tutum takındı, kibirlendi. Bu nedenle Ebubekir iblis; Ali, Âdem
olarak algılanır oldu.

İ B N Ar. (ibn) a. Oğul.


*İbn-i vakt. İbn-ül-vakt: Zamanın değerini ve denetimini bilen.

177
İ B N İ Ar. (ibn) a. İbn.

İ B R İ K Ç İ a. İ b r ik ta r .

İ B R İ K Ç İ L İ K a. İ b r ik ta r lık .

İ B R İ K T A R Ar. - Fars. (ibrik-ddr < Ar. ibrik ve Fars, -dar,


tutan) a. Ali soyundan Sel inan adına kurulan ve cem'deki on iki hiz­
m et sıralamasında yer alan temizlik için ibrikle su dökme işini yürüten
görevli.

İB R İ K T A R L IK a. İ b r ik ta r olmanın gereklerini yerine getir­


me; ib rik tarın işi. görevi.

İ C A Z E T Ar. (icazet) a. 1- İzin.


2- Dedelik, b abalık ya da reh b erlik yapacak olanlara m ü rşit
tarafından verilen belge.
* İcazet almak: 1- Bir yere gitmek, bir işi yapmak ya da bir görevi y
rine getirmek için tekke yetkilisinden izin almak.
2- Bir hizmete giren ya da bir hizm et aşam asını tamamlayan
ta rik a t yolcusu, özel bir tö re n ve giyim - kuşamla ilgili h izm et
için yetki almak.
3- D ed elik , b a b a lık ya da re h b e rlik yapacak olan d erv iş,
m ürşitten belge almak.
*İcazet tercü m an ı: Bir yerden ayrılırken okunan tercüm an.
*İcazet vermek: 1- Tekke yetkilisi, bir yere gitmek, bir işi yapmak
ya da bir görevi yerine getirmek için birine izin vermek.
2- Bir hizm et aşam asını tamamlayan ya da bir hizm ete giren
ta rik a t yolcusu’na, özel tö re n ve giyim - kuşamla ilgili h iz m e t
için yetki vermek.
3- M ü rşit, d ed elik , b a b a lık ya da re h b e rlik yapacak olana
belge vermek.

178
İ C A Z E T N A M E Ar. + Fars. (icazet-n âm e < Ar. icazet ve
Fars, name, mektup) a. M ü rşit tarafından dedelik, b ab alık ya da
rehberlik yapacak olanlara verilen izin belgesi.

İÇ a. B âtın.
*İç k u rb a n ı: G örgü cemine ya da görgü ceminde tığ la n an
kurbana verilen ad.
*İçe kapanmak: İnzivaya çekilmek.

İÇ E L (Akdeniz Bölgesinde il) *İçel Kirtil sem ah ı: M engi.

İ Ç E R İ s. B âtın la ilgili olan.


*İçeri k u rb a n ı: G örgü cemine ya da bu cemde tığlanan k u r­
bana verilen ad.
*İçeri sem ahı: Yaşlılar tarafından bir ibadet havası içinde oyna­
nan, olgunluğu, pişmişliği simgeleyen bir semah.

İ Ç K İ a. M ü rş it'in ta r ik a t yolu na, T a n rı yolu na ilişkin


uyarısı.

İÇ R E K s. B âtınla ilgili, b âtın a ilişkin olan.

İH L A S Ar. (ihlâs < hulûs, gönül temizliği) a. 1- Yalansız ri­


yasız sevme.
2- Özün söze, sözün öze uyması durumu; özünü arındırma, ikiyüz­
lü olmama.
3- Tutum ve davranışlarda T anrı nın rızasını gözetme.

İ H S A N Ar. (ihsan) a. 1- İyilik etme.


2- Bağışta bulunma, bağışlama.
3- Bağışlanan şey, bahşiş.

179
İH T A R Ar. (ihtar) a. D üşkün olana verilen uyarma cezası.

İ H T İ L A M Ar. (ihtila m , düş azması) a. S ırrı, ehil olmayan


birine verme konusunda acele etme. (ANSİKL.)
-ANSİKL. İhtilam. bir suçtur; bu suçu işleyenin ahdinin yenilen­
mesi gerekir.

İH V A N Ar. (ihvan < ahii, kardeş in çoğulu) a. T a rik a t üyele­


ri; c a n la r.

İH Y A Ar. (ihya’, yeniden canlandırma) a. T a rik a t yolu nda


gönülleri diriltme, gönülleri gönül bilgisiyle doldurma.
*İhya gecesi: Tekkelerde ayinlerin yapıldığı gece.

İ K İ L İ K a. V a r l ığ ı H a k k 'ta n ayrı bir şey gibi görme.


(ANSİKL.)
*İkilik duygusu: İnsanın kendisini Tanrı'dan ayrı hissetmesi.
-ANSİKL. A le v ilik -b e k ta ş ilik inancında ikilik, b irlik 'e
ulaşılması için aşılması gereken bir olgudur. İkilik, T anrı'ya ortak
koşma. T an rı’dan başkasına ibadet etme anlamını taşır.
Fiziksel dünya. H ak ikat in yokluktaki bir yansımasıdır; ikilik
duygusu, T an rı’nın varlığı gerçeğini saklayan bir örtü durumundadır;
bu örtü nedeniyle insan kendisini Tanrı'dan ayrı hisseder ve çevresine de
öyle bakar. Ancak bu görünen bir ayrılıktır; özünde insan ve evren,
T anrı’nın tezahürleridir; bu nedenle insan kendi içinde, çıktığı kaynak­
la yeniden birleşmeye çalışan bir gerçek varoluş kıvılcımı taşır; gerçek
varlık’ta birlik'e ulaşma eğilimi, kendisini kendi “ben”iyle mücade­
le içine sokar; “b e n ”, birlik'in olanaklı olabilmesi için fethedilir;
“ben” ve ikilik duygusu'nu aşmak için yapılan bu mücadele, ancak aşk
gücüyle başarılabilir.

180
İK İN C İ (Birinciden sonra gelen) *İkinci cağ: İm am lar ve ve­
lile r çağı.
♦İkinci doğum: T arik ata girme, bir m ürşite bağlanma.
*İkinci p i r : Balım Sultan.

İK R A R Ar. (İkrar) a. T a rik a ta girmek için verilen söz.


* İkrar alma tö re n i: İkrar ayini.
* İkrar almak: M ürşit ya da dede, ta rik a ta giren canın verdiği
sözü, yaptığı açıklamayı dinlemek.
*İkrar ayini: B ektaşilik'e girmek için düzenlenen büyük tören;
yola giriş tö ren i. (ANSİKL.)
*İkrar-bend: Alevi olmamasına karşın. Ali ve On İki İmanı
sevgisini içinde duyan, söz vererek, içini dökerek Hacı Bektaş Veli
yoluna bağlanan kimse.
*İkrar-bend olmak: Alevi olmamasına karşın, söz vererek içini
dökerek ta rik a t yolu'na bağlanmak.
*İkrar bozmak: İkrardan dönmek.
* İkrar etmek: Söz vererek, içini dökerek ta rik a t yolu'na gir­
mek.
* İkrar kırmak: İkrardan dönmek.
*İkrar k u rb a n ı: İkrar ayini.
*İkrar tazelemek: Görgüden geçerek ruhsal açıdan temizlen­
miş olmak.
* İkrar tö re n i: İkrar ayini.
* İkrar verme e rk â n ı: İkrar ayini.
*İkrar vermek: T arik ata girmek için söz vermek; tarik a ta gir­
dikten sonra yol'un bütün kurallarına uyacağını üstlenmek.
* İkrara ça ğ ırm a k : İkrarı alın acak c a n ı, ikrar a y in in e davet e t­
mek.
*İkrardan dönmek: T arikata girerken verdiği sözden vazgeçmek;
ikrarını inkâr etmek; ikrarından dönerek en büyük suçu işlemek.

181
* İkrarı alınmak: İkrar ettirilerek yola kabul edilmek.
*İkrar-ı iman: Talip'in iradesinin, m ü rşit’in rızasında yok ol­
ması.
*İkrarı kırmak: İkrardan dönmek.
-ANSİKL. A lev ilik -b ek taşilik inancında, iki büyük tö re n
vardır: Bunlardan ilkine ikrar ayini, diğerine ayin-i cem denir. Bu iki
büyük tören, tam bir yaygınlık göstermese de beşerden on kola ayrılır.
“Bahçeden gül koklam ak" adı altında toplanan: 1- Cum a töreni;
2- Tekkeye ad an an kızlar töreni; 3- M ücerret b ab a la r töreni;
4- Balım Sultan töreni ve 5- T ekvin töreni, özünde birer ikrar
ayinidir ve ikrar ayininin kolları olarak algılanır.
“B ahçeden gül kop arm ak" adı altında toplanan: 1- İlk vu­
sul töreni; 2- K ız la r (b a k ire le r) tö re n i; 3- B ab alar töreni; 4-
Asâ tö ren i; ve 5- D ört kapı töreni, özünde birer ayin-i cem
tören id ir ve ayin-i cenı'iıı kolları olarak algılanır.
İkrar ay in i, b ek taşilik 'e girmek için düzenlenen ilk büyük
törendir; bu törenden geçmeyen bir kimsenin yola girme, bektaşi
olma olanağı yoktur.
İkrar ayini, b ek taşi olmak isteyen isteklinin dileğini açıkla­
ması, isteğini bir aracıyla ta rik a t yetkilisine ulaştırması törenidir.
B ektaşi olmak isteyen talip, önce bir re h b er bulur; ta rik a ta
girmek için gerekli genel işlemleri ondan öğrenir.
Talip’in isteğini, dileğini öğrenen, düşüncelerini, amacını anlayan
rehber; durumu, tekkenin en büyük yöneticisi olan baba'ya bildirir ve
yola alınmasının uygun olduğunu önerir. İstekli, bir süre denenir;
uygun bulunması durumunda, kendisini yetiştirmekle görevlendirilen
kimselerden nasip alır.
Daha sonra rehber, öncülük ettiği talip'e. tekke kurallarına uy­
gun olarak bir ta rik a t abdesti aldırır: Ardından iki rekât n am az
kılınır. Bu işlemleri, talip'in beyaz kefene sarılması izler; kefene
sarılan talip bir bakıma ölmüştür ve yeni bir inanç dünyasında yeniden
dirilecektir.
Beyaz kefen içindeki talip'e şu telkin verilir:

182
“ E re n le r m eydanım /a, p ir huzurunda m ü rş it'/n r teslim-i
rızada oldun mu? Yalan söyleme, haram yeme, livata ve zina etme,
elinle koymadığın bir şeyi alma, gözünle her gördüğünü söyleme....
A llah - M u h a m m e t - Ali. On İki İm am , hanedan-ı ehlibeytV
iman ettin mi. kaza ve kadere bel bağladın mı? Bunun ikisini bir bilip
gece i r gündüz gönlünde A llah - M u h a m m e t - Ali'yi m ü rşit'/«
aracılığıyla bir bildin mi? H ak dediğimizi h ak . b atıl dediğimizi
b a tıl bildin mi. T a r ik a t-ı N aciye'de« olup Cafer-i Sadık’ın
m ezheb/«/ hak tanıdın mı, tevellâ i r teberra'y* kıldın mı? Bu ik­
rardan dönersen huzur-u mahşer’de yüzün kara olsun mu? Allah -
M u h a m m e t - A li, Hünkâr H acı B e k ta ş Veli ikrarında sahip-
kadem eyleye hu..."
T elk in in ardından tığ b en t i boynuna takılan talip, m eydan a
alınır, şeria t, ta rik a t, m a rife t ve h a k ik a t k ap ıların ı temsil eden
erenlere tek tek selam verilir ve her selam verişte bir adım ilerlenir;
böylece, dört kapıdan girmiş kabul edilir.
M ürşit, sağ elini talip'in iki omuzu arasına koyarak ilgili ayeti
okur; boynundaki tığ b e n t çözüldükten sonra kulağına. “G irm e,
girm e, dönm e, dönm e... E lin e, b elin e, diline sağ ol. m ü rş it'i»
M u h a m m e t, rehber//? Ali", der■; kefen çıkarılır; böylece talip ,
yeniden dirilmiş, yeni yaşamına başlamış olur; ç e ra ğ la r uyarılır;
ortalık pırıl pırıl olur. T a lip , m ü r ş it ten başlayıp bütün diğer
postların önünde durur; önce eğilip postu, sonra postta oturan
baba nın elini alarak avucunun içini öper; Ardından, talip'in tekke ye
adadığı k u rb a n ı tığ lan ır; so fralar kurulur, içkiler içilir, nefesler
okunur.

İ L A H İ Ar. (ilahi) a. Din ve t a r i k a t konularında, ezgiyle


söylenen bir şiir türü.

İ L A H İ Ar. (İlâhi) s. 1- T an rı'y la ilgili. T an rı'y a özgü olan.


tanrısal.
2- Ünl. “Tanrım" anlamında hitap sözü olarak kullanılır.

183
*İlahi H a k ik a t: T an rı.
*İlahi kadeh: Cam -ı ilahi.
*İlahi te c e lli: K ulun gönlünde, kalbinde tanrısal sırların
belirmesi.

İ L A H İ Y E Ar. (ilâ h iy y e , tanrıcılık) a. Her şeyin, tanrısal


birlik'in içinde yer alması durumu. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Tanrısal birlik, bütün varlıkların özü ve kaynağıdır;
çokluk, birlik'in çeşitli görünümlerinden başka bir şey değildir; her
şey. tanrısal varlığın bir yönünü yansıtır; her şey tanrısaldır.

İL B A S Ar. (ilbâs. giydirme, örtme) *İlbas-ı h ırk a : T a r ik a t­


ta. aşam asını tamamlayan dervişe, aşam asını yükseltmek için özel
bir tö renle h ırk a giydirme. (ANSİKL.)
-ANSİKL. H ırk a , dervişin m ürşitiyle daha yakın bağ kur­
duğunu ve başkalarını doğru yola çağırmaya yetkili olduğunu simgeler;
h ı r k a giydirilen d e r v iş , yeni manevi h allere kavuşur; eski
alışkanlıklarından kopar; Hakk'ııı makbulu olur.

İL H A M Ar. (ilhanı. bildirme, haber verme) a. K ulun kendi is­


teği, gücü ve çalışmasına bağlı olmaksızın, doğrudan Tanrı vergisi ola­
rak kalbe atılan, gönülc doğan anlam, sezgi, bilgi (ANSİKL.)
-ANSİKL. İlham, akıl ve duyuların aracılığı olmaksızın, tanrısal
gerçeklerin ve sırların, v a rlık ve olayların içyüzünün, velinin
gönlüne doğması biçiminde algılanır; ancak, arınmış gönüllere iner;
akıl ve duyu yanılgılarından uzak olduğu için, ilham'da aldanma ve
yanılma payı yoktur.

İ L İ M Ar. (‘ilm. bilme, bilgi) a. T a rik a t yolcusu nun, gönül


yoluyla önce kendini, sonra kendi özünde T anrı’yı bulması.
*İlim şehri: Tanrısal sırlar âlem i.

184
*İlm el vakin: ilm-i yakin.
*İlm-i b â tın : Sezgiye dayalı bilim.
*İlm-i esm a: Tanrı'nın adlarını ve sıfatlarını inceleyen bilim.
*İlm-i yakın: Kesin bilgi.

İLK (Önce yer alan, önce gelen) *İlk çağ: Peygamberler çağı.
* tik a k ıl: İlk zekâ.
* İlk vusul tö re n i: “B ahçeden gül k o p arm a k " adı altında
toplanan törenler sıralamasında ilk sırada yer alan ve ayın-i cem in
bir kolu durumunda bulunan tören.
* İlk c e v h e r: C evher-i evvel.
*İlk zekâ (a k ıl): T anrı'nın ilk ışığı.

İ L L A L L A H Ar. (illd-llâh < illâ, -den başka ve A lla h ) a.


Allah'tan başka.

İ M A M Ar. (imâm) a. 1 Hz. M uham m et'ten sonra onun ve­


killiğini üstlenen halifelere verilen san.
2- Hz. Ali ile soyundan gelen 011 bir kişiden her birine verilen san.
(ANSİKL.)
*İınam Cafer Buyruğu: İmanı Cafer Sadık [699-765] tarafından
yazıldığı kabul edilen, diııi-felsefi yapıt.
*İmam Hüseyin aşı: Aşure.
*İmam-ı zaman: Belli bir sürenin değil, bütün zamanların imamı
anlamında 12. İmanı Muhammet Mehdi [870-878].
-ANSİKL. A le v ilik -b e k ta ş ilik in temelini im a m inancı
oluşturur. Hz. Ali'yle başlayıp Mehdi'yle biten bu im am ların sayısı
on ikidir. İm am ın varlığında dile gelen, biçimlenen inançlar, t a ­
rik a tın özünü meydana getirir. İm a m , üstün nitelikler taşıyan,
Tanrı'ya yakın bir kimsedir; insan-üstU sayılan yetenekleri, yetkileri

185
vardır; onun görevi, yalnızca toplumu yönetmek değil, insanlarla
T an rı arasında bağlantı kurmaktır; yaptığı her şey T anrı adınadır; bu
nedenle m a s u m d u r, yani eylem lerinden sorum lu değildir;
ölümsüzdür, yücedir, uludur. İm am ın buyruklarını yerine getirmek,
onun izinden ayrılmamak bir inanç gereğidir.
A lev ilik -b ek taşilik inancı İm a m la başlar; bağlanılan O n
İki İm am 'm . ilki, en yüce doruğu Ali'dir.

İ M A M E Ar. {‘im am e) a. S arık .

İ M A M E T Ar. (i m a m e t ) a. İm a m lık .

İ M A M E Y N Ar. (im â m e yn < im a m 'm ikili çoğulu) a. E r ­


mişlerin oluşturduğu rical ül-gayb sıralamasında, üstten ikinci ba­
samakta bulunan iki imam. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Rical ül-gayb sıralamasında ilk sırada yer alan ve
gavs ya da kutup olarak adlandırılan ermişin sağında ve solunda bu­
lunan bu iki im am ; gavsın, madde ve mana âlemlerindeki olayları
yönetmesine yardımcı olur. Iîer dönemin bir ku tb u ve iki im am ı
vardır.

İ M A M İ Ar. (im â m i ) a. C a fe ri.

İ M A M İ Y E Ar. (i m â m i y y e ) a. C a fe rilik .

İM A M L IK a. İm am olma durumu; İm am olmanın gereklerini


yerine getirme; imamın görevi.

İ M A N Ar, (imân, inanma, inan) a. G ö n ü l yoluyla ulaşılan


Hakk'a ilişkin anlam, sezgi, bilgi.
*İman-ı ş a h a d e t: A llah - M u h am m et - Ali birliğine inanıp
bunu dille açıklama, gönülle hissetme.

I8d
İ M B İ S A T Ar. (inbisât. genişleme, yayılma, açılma) a. T a r i­
k at yolcusu nun, tanrısal tecelliler ve lütuflar nedeniyle sevinç ve
rahatlama haline girmesi.

İM T İH A N Ar. (im tihan. sınama, deneme) a. H akk ın kulunu


denemek, sınamak için, onu olumsuz bir durumla karşı karşıya bırak­
ması.

İN Â B E Ar. (inâbe. pişman olma, dönme) a. 1- Görünür günah­


lardan öte, iç kusurlardan da arınıp Tanrı'ya yönelme; halktan Hakk'a
kaçma.
2- Bir m ürşit'in m ü rit'i olma; bir m ürşit'e bağlanma.
3- Manevi bir hizm ette bulunmak için bir n ıü rşit’ten izin iste­
me.
*înâbe almak; T a rik a ta girmek için m ürşit'in onayını elde et­
mek; derviş olmak.
*İnâbe vermek: M ürşit, tarik a ta girecek olana dervişlik paye­
si vermek; derviş olmak.

İ N Â B E L İ a. M ü rşitten onay alarak ta rik a ta girmiş kimse.

İ N Â B E T Ar. (İn âbe t) a. İn â b e.

İ N A Y E T Ar. (‘inayet, iyilik, yardım, lütuf) a. H a k k ın k u lu ­


nu kayırması.

İN K Â R Ar. (inkâr, yalanlama) a. T a rik a ta girerken verdiği


sözü yadsıma.

İ N S A N - I K Â M İL a. 1- D erece derece yükselerek H a k k 'a


ulaşan eksiksiz insan; olgun insan; yetkin insan. (ANSİKL.)

187
2- Bu insanla temsil edilen en olgun insanlık aşaması.
-ANSİKL. S u d u r ve tecelli görüşlerine göre, var olan âlem le­
rin en aşağısı olarak algılanan bu dünyaya düşen bir varlık; önce cans­
ız şey. sonra bitki, hayvan ve insan görüntülerinde ortaya çıkarak devri­
ni tamamlamaya çalışır; sonunda, insan-ı kâmil durumuna ulaşarak
H akk'a kavuşur; nasıl m utlak varlık tan çıkarak bu toprağa indiyse
bu kez de bu topraktan yükselerek aslına varmış olur.

İN T İB A H Ar. (intibah, uyanma, uyanıklık) a. H akk ın, kulu


harekete geçirmesi, zorlaması.

İN Z İV A Ar. (inziva’, tek başına yaşama) a. T an rı düşüncesini


daha içten ve derinden yaşayabilmek için, günah işleme ortamından
uzak, ayrı yaşama. (ANSİKL.)
*İnzivava çekilmek: G ü n a h ortamı olarak algılanan toplum
yaşamındım koparak tek başına yaşamak.
-ANSİKL. Bu d ü n y ay a ilişkin şeyler; ta rik a t yolcusunun,
Tanrı'ya doğru ilerleyişini engelleyen etkenlerdir: dünya sevgisi ve
dünyaya duyulan ilgiden sıyrılamadığı sürece salik. geçici varlıklar
â le m in d e n kurtularak v a h d e t'e ulaşamaz. İnziva, t a r i k a t
yolcusu'ııa yükselme ve arınma sağlayan bir yöntem durumundadır.
Genelde iki şekilde anlaşılır ve uygulanır:
1- Halk içinde Hakk'la olmak; belli olgunluk aşamasına gelmiş
ta rik a t yolcusu tarafından uygulanabilir; ta rik a t yolcusu toplu­
mun içinde, işinde gücündeyken bile yalnızdır ve Tanrı'yla birliktedir;
bu anlamda dünyada bir başınadır ve gariptir; her şey elinde olsa bile
hiçbir şeyi yoktur.
2- D ü n y a nimetlerinden uzakta bir başına yaşama; ta r ik a t
yaşamına yeni girenler, yeterli olgunluk aşamasına ulaşamayanlar için
bir yükselme ve arınma yöntemi durumundadır; daha çok, tekkelerde
belli süreler için çileevi'nde geçirilen bir yaşama biçimidir.

İRAD E Ar. (irâde, dileme, isteme / emir, buyruk) a. 1- H akk'ın


188
çağrısına olumlu yanıt vermeyi gerektiren gönül sevgisi.
2- Nefsin isteklerine yüz çevirip Hakk'ın rızasına yönelme.

İR A D E T Ar. (irâdet. gönül isteği) a. Verilen bir sözü, içten ge­


len bir istekle yerine getirme; sözünde durma, sözünün eri olma.
*Îradet getirmek: Verdiği sözü, içten gelen bir istekle yerine getir­
mek; sözünde durmak, sözünün eri olmak.

İR F A N Ar. (‘irfan, bilme, anlama) a. 1- Evrenin sırlarını bil­


me. kavrama gücü.
2- U yarıcı'dan (m ü rşit) alman bilgi; gönül yoluyla edinilen
bilgi.

İ R Ş A T Ar. (irşâd, doğru yolu gösterme, uyarma < riişd) a. 1-


M ürşit'in, ta rik a ta girecek istekli'ye gerekli bilgileri vererek onu
aydınlatması, ona gidilecek yolu, uygulanacak yöntemi, sürdürülecek
görevleri öğretmesi.
2- M ü rşit'in ta rik a t yolcusu na. T a n rı yolu nda önderlik
etmesi.
* İ r ş a t e tm e k : 1- M ü r ş it, t a r i k a ta girecek bir iste k li yi
uyarmak.
2- M ü rş it. T a n rı yolu nda bir ta rik a t yolcusu na önderlik
etmek.

İ S İ M Ar. (ism) *İsm-i a z a m : “En büyük ad" anlamında


insan.
*Îsm-i C elâl: “En yüce ad" anlamında T anrı.

İ S L A M Ar. (İslâm) a. 1- Hz. M uham m et tarafından ortaya


koyulan ve yayılan din.

189
2- Bu dinden olan kimse, topluluk.
3- s. Bu dinle ilgili, bu dine ilişkin olan.

İS M Ar. (işm. günah, suç) a. K albi rahatsız eden, gönlü inciten


şey.
İ S M A İ L İ Ar. (ism aili < Cufer-i Sadık'm oğlu İsm ail'in
adından) a. İsm aililiki benimsemiş kimse, topluluk.

İS M A İL İL İK a. Cafer-i Sadık'm oğlu İsmail tarafından kuru­


lan ve imam'ın yanılmazlığı temeline dayanan mezhep. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Ali, Haşan. Hüseyin. Zevnelabidin. M u ham m et
Bakır ve Cafer-i Sadıktan sonra gelen yedinci imam konusunda şiiler
arasında anlaşmazlık çıktı: Bir bölümü Musa Kâzını'm im am lığını
tanırken, bir bölümü İsmail'in imamlığını benimsedi.
İsmaililik adını alan, bu kesime göre im am lık, İsmail'den sonra
oğlu Muhammet Mektum'a ondan da oğlu Muhammed Habip'e geçti;
bu üç imamın imamlıkları gizliydi; Habip'ten sonra gelen Ubeydul-
lah Mehdiyi izleyen im am lar yeniden açığa çıktı.
S e b iy e (y e d ic ilik ) olarak da bilinen İsm aililik'te temel
görüşler, üç grupta toplanabilir:
1- İm am lar, insanların en yücesi ve T a n rı nın halifesidirler.
2- İ m a m la r gizlidir, ancak koşullar gerektirdiğinde açığa
çıkarlar.
3- T a n r ı ’nın ışığı im a m ın özünde olduğundan im a m la r
yanılmazdır ve günahsızdır; hiçbir davranışından sorumlu tutu­
lamaz.

İ S M A İ L İ Y E Ar. (i s m â i l li y y e ) a. İs m a ililik .

İ S N A A Ş E R İ Y E Ar. (i ş n â - ‘aşeriyye < i ş n â - ‘aşer. on iki


ve -iyye) a. C afe rilik .
190
İ S P A T Ar. (işbât, gösterme) a. T a rik a t yolcusu'nun, kötü
eylem ve davranışlarını yok ederek yerine iyilerini koyması.
*îspat-ı m ahz (kesin kanıtlama): Kavramların görünüşteki an­
lamlarından sıyrılıp derinliğine inerek “sadece T a n rı vardır" deme;
T an rı varlığının özünü anlama.
İ S T E K L İ a. T alip .

İS T İD R A C Ar. (istidrâc, yavaş yavaş, adım adım ilerleme <


derece) a. Hakk'ın makbul kulu olduğu savında olan inançsız ya da
günahkâr bir kişide görülen olağanüstü durum.

İS T İV A Ar. (istiva’, birbirine denk olma < sevâ’, eşitlik) a. 1-


Tanrı'nııı görünüş alanına çıkmasından başka bir şey olmayan görünen
geçici evrenle görünmeyen T anrı özünün eşitliği, özdeşliği.
2- Kendi varlığında tanrısal olanı gören, en yüksek olgunluk
aşam ası; istiva m akam ı.
3- Bu aşamaya ulaşmış ermiş kişi.
*îstiva m akam ı: İstiva.

İŞ R A K Ar. (işrâk, aydınlatma, ışıklandırma, parlatma) a. R u ­


hun eğitilmesi ve olgunlaştırılmasıyla kazanılan iç aydınlığıyla gayb
âlem inde gizli olanın kavranılması.

İ Ş T İ R A K Ar. (iştirak, ortak olma < şir k e t, ortaklık) *İşti-


rak k u rb a n ı: Kimi yörelerde Abdal Musa K urbanı na verilen ad.

İ Z A F İ Ar. (izafi, görece) *İzafi â le m : Gayb-ı izafi.

İ Z N İK Ç İ a. C em ’deki on iki hizm et sıralamasında yer alan


cemevi'nin temizliği işini yürüten görevli.
İZ N İK Ç İL İK a. İznikçi olmanın gereklerini yerine getirme;
iznikçi'nin işi, görevi.

İ Z Z E T Ar. ( ‘izzet, ululuk, yücelik) a. G önül b ilg isiy le


donanarak kazanılan ruh yüceliği, gönül olgunluğu.

191
K
K A A D İ Y A N İ Ar. (ka a d iy a n i < Mirza Ahmet Kaadiyan'm
adından) a. K aadiyanilik'i benimsemiş kimse, topluluk.

K A A D İY A N İ L İ K a. On İki İm am ın sonuncusu M ehdi'yle


Hz. İsa'nın kendi varlığında yeniden ortaya çıktığını ileri süren. Mirza
Ahmet Kaadiyan tarafından kurulan mezhep.

KAB Ar. (kab, uzaklık ara, mesafe) *Kabe kavseyn (iki mızrak
uzunluğunda): H a k k a ulaşmayı engelleyen bir ölçü olarak algılanan
Tanrı'yla insan arasındaki uzaklık. (ANSİKL.)
-ANSİKL. İnsan gönlü. T anrı'nın tecelli ettiği yerdir: Kendi­
ni Hakk'a vererek cezbeye kapılan biri için kabe kavseyn, T anrı’ya ka­
vuşmayı önleyen bir engel durumundadır; T anrı yolunda bir tarik at
yolcusu, bu uzaklığın ötesine geçemezse Tanrı'dan uzak kalmış kabul
edilir; insan-ı kâm il, bu uzaklığın ötesine geçerek T anrı'yla “bir”
olur.

K Â B E Ar. ( k a ‘be, Hicaz'da, M ekke'de Harem-i Ş erifin or­


tasında yer alan kutsal yapı) a. İnsanın gönlü; gönül.

K Â B E T U L L A H Ar. (k a ‘bet-u l-lâ h < k a ‘be ve A lla h ) a.


Kâbe.

192
K A B Z Ar. (kabz, ruhun teslim alınması; ölme) a. B ast halinde
bulunan ta rik a t yolcusu, edebe aykırı bir hal ve harekette bulun­
duğunda bunun manevi cezası olarak kalbe gelen sıkıntı durumu.
*Kabz ü bast (açılıp kapanma, daralıp genişleme): T arikat yol-
cusu'nun kabz durumundan b ast durumuna ya da bast durumundan
kabz durumuna geçmesi.

K A D E M Ar. (kadem, adım, ayak) a. Uğur.


*Kadem (kademler) getirmek: Uğur getirmek; uğurlu gelmek.

K A D E R İ Ar. (kaderi) a. K aderiye yanlısı kimse, topluluk.

K A D E R İ Y E Ar. (kaderiyye) a. T a n rı'n ın insana akıİla bir­


likte bir de yapabilme gücü verdiğini ve onu davranışlarında özgür
bıraktığını ileri süren islanıi inanç akımı.

K A D IN a. Bilgisizliği, katılığı yüzünden gerçekliğe ulaşama­


yan, olduğu gibi kalan erkek.

K A D I N C I K E V İ a. B alım e v i.

K A D İM Ar. (kadim) s. Eski, ezeli.

K A D İR Ar. (kadir < kud ret, güç, takat) s, “Her şeye gücü
yeten” anlamında T an rı nın sıfatı.
*Kadir-i m u tla k : T an rı.

K AFD AĞ I a. Dünyayı çepeçevre kuşattığına inanılan efsanevi


• dağ.

KAFES Ar. (kafes) a. İnsanın bedeni; beden. (ANSİKL.)


-ANSİKL. Ruh, kuş; beden kafestir.

193
K A F Ü N U N (A r a p abecesinin “k" ve “n ” harfleri) a.
T anrı'nın yaratma eylemini başlatan “k ün" (ol) buyruğunu anlatan
“k” (kaf) ve “n” (nun) harflerinin birlikte söylenişi.

K A H V E C İ a. Kimi yazmalara göre, m eydan'da Ebu'l-Hasan


Şâzelfyi temsil eden ve konuklara kahve pişirip sunan derviş.
*Kahveci postu: Kimi yazmalarda, on iki post sıralamasında
gösterilen Şeyh Şâzelî m akam ı.

K A L E N D E R Fars, (kalender) a. D erviş.

K A L E N D E R H A N E Fars, (k a le n d e r - h â n e < k a le n d e r ,
derviş ve hâne, ev) a. Dervişlerin kaldıkları, yiyip içtikleri ya da geçi­
ci olarak konakladıkları tekke.

K A L E N D E R İ Fars, (kalenderi) a. D e rv işlik .

K A L E N D E R İ Fars, (k a le n d eri < K alender Y usuf Eııdü-


lüsi’nin adından) a. K alenderilik'i benimsemiş kimse, topluluk.

K A L E N D E R İ L İ K a. H acı B ektaş Veli'nin çağdaşı K a len ­


der Yusuf Endülüsi tarafından kurulan, gönül zenginliğini her şeyin
üstünde tutan, tanrısal bir varlık olan insanın dünyaya bağlanmadan her
türlü kuralın dışında, gösterişe önem vermeden yaşaması gerektiğini sa­
vunan bir ta rik a t. (ANSİKL.)
-ANSİKL. T arik atın beş temel koşulu vardır:
1- K alp temizliği.
2- Nefsin tinselliği.
3- D ünya pisliklerinden arınma.
4- Zekâtlarla yaşayarak sürekli dolaşma.
5- Tanrı'nın beğenisine ulaşabilmek için kesin ve kati bir sadelik
uygulama.

194
Kalenderlik! asıl geliştiren Şeyh Cemalettin Savi [Öl. 1233] oldu.
Doğu düşüncesinden geniş ölçüde etkilenen kalenderilik, Mısır, İran,
Irak ve Orta Asya'da yandaş buldu.
Saç, sakal, bıyık ve kaşlarını tıraş eden kalenderiler, yün ya da at
kılından dokunmuş sade giysiler giyerdi; boyun, kulak, bel ve bilekle­
rinde halkalar bulunurdu; toplumun dinsel değerlerini, geleneklerini
ve göreneklerini fazlaca önemsemezlerdi; Ali, Haşan, Hüseyin, Mu­
hammet ve Fatma sevgisi bütün sevgilerin üzerindeydi.
Kalenderiler. toplumun geniş bir kesimiyle çelişen düşünce ve
uygulamaları nedeniyle ehl-i sünnet kadar ılımlı şiilerin de tepkisi­
ne neden oldu.

K A L E N D E R İ Y E Fars. - Ar. (kalenderiyye < Fars, k a l e n ­


der ve Ar -iyye) a. K alenderilik.

K A L IP Ar. (kâleb ya da kâlib, dış görünüş, biçim) a. Vücut,


beden, gövde.
*Kalıbı değiştirmek (dinlendirmek): Hakk’a yürümek.

K A L L Â Ş Ar. (kallâş, çevrenin tepkisine aldırmadan keyfince


yaşayan, berduş) a. Dünya nimetleriyle ilgisini kesen, hal sahibi
kimse.

K A L P Ar. (ka lb ) a. G önül.


*Kalp kıblesi: M eydan.

K A M B E R Ar. (k a r tb e r < Hz. Ali'nin kölesi K a n b e r 'ın


adından) a. Yolculuk sırasında, dedelerin günlük işlerini gören kim­
se.
* Kamber Ali Sultan postu: Atacı postu.
K A M B E R İ Y E Ar. (k a n b e r iy y e ) a. Bektaşi babalarının

195
kuşaklarına taktıkları, sadakatle hizm et, vefa ve bağlılık ifade eden,
necef ya da hacıbektaştaşından yapılmış, yumurta biçimli ortası de­
lik taş. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Hz. Ali'nin kölesi Kanber'ı ya da Hz. A/i’nin atının
göğüs kösteğini simgelediği kabul edilen kamberiye, alt ve üst
tarafından işlemeli gümüş ya da altından birer rozetle süslüdür. Sivri
tarafında madeni bir halka bulunur; kordon biçiminde ve her iki ucu
halkalı kuşağın bir ucu kamberiyenin halkasına geçirilir; kuşak bele
sarıldıktan sonra kamberiye, kuşağın diğer ucundaki halkadan geçirile­
rek belde, önde duracak biçimde ayarlanır.

K A M E R Ar. (kamer) a. Ay.

K A M E R İ Ar. (kamerî) s. Ay ile ilgili, Ay'a ilişkin olan.

K Â M İ L Ar. (kâmil) s. Olgunluk aşa m a sın a ulaşmış olan,


üstün bir aşamada bulunan, olgun.
*Kâmil insan: İnsan-ı kâm il.

K Â M İ L E Ar. ( k â m i l e < k â m i l 'in dişili) s. Olgunluk


aşamasına ulaşmış olan, üstün bir aşamada bulunan, olgun.

K Â M İL L İK a. K âm il olma durumu; olgunluk.

K Â M İ L İ Y E Ar. (kâmiliyye) a. Ebû Kâmil tarafından kuru­


lan bir şii ta rik a t.

K A N a. Dört büyük m elek'ten rızkları bölüştüren M ikail'in


simgesi.
*Kan almak: Küçük aptestini yapmak.
*Kan etmek kamın e,tmemek; T arikata yeni âdet sokmamak.

1%
♦Kanını içine akıtmak: Cezbe ve vecd hallerini içinde saklamak,
coşku ve taşkınlık biçiminde dışarı vurmamak.

K A N A A T Ar. (k a n â 'a t ) a. Elde bulunanla yetinme, gönlü


zengin ve tokgözlü olma, aşırılığa kaçmama, tutkuya kapılmama.
(ANSİKL.)
* Kanaat tası: Meydan taşı.
-ANSİKL. Bir insanın yücelmesi, olgunlaşması için bütün tutku­
larından arınması gerekir; bu da ancak kanaat'la olur.

K A N T A R A Ar. (kantara, köprü) a. Ahiret'e geçmek için bir


köprü olarak algılanan bu dünya.

K A N U N Ar. (kantin, egemenlik, güç) *Kanun çerağı: H ora­


san çerağı.
*Kanun-ı evliya cerağı: Horasan çerağı.

K A P I a. 1- Gönül kıblesi olarak algılanan meydan'm girişi.


(ANSİKL.) [1]
2- Bir m a k am olarak algılanan belli yükselme a şa m a sı
(ANSİKL.) [2]
*Kapı eşiği: Eşik.
-ANSİKL [1], A levilik-bektaşilik'te kapı kutsaldır: “Bilim
ilinin kapısı" A li olduğundan, Hz. Ali'yi simgeler; ona arka
dönülmez, eşiğine basılmaz. Kapının iki kanadı Haşan'la Hüseyin'i,
üstü Hz. Muhammet'i temsil eder.
[2] Bektaşilik, dört kapı üzerine kuruludur.
1- Şeriat kapısı,
2- Tarikat kapısı.
3- M arifet kapısı,
4- Hakikat kapısı.

197
Bu d ö rt kapı, dört yükseliş aşam asını gösterir; biri tamamlan­
madan ötekine geçilemez.

K A P IC I a. Kimi bölgelerde gözcüye verilen ad.

K A P IC IL IK a. Kimi bölgelerde gözcülük hizm etine verilen


ad.

KARA a. Hz. Fatm a'yı simgeleyen renk.


*Kara p o st: T ü rb e d a r postu.

K A R A C A A H M E T (H acı B ektaş Veli'nin m ü r i t le r i n ­


den Şeyh Karaca Ahmet [XVI. yy.]) a. Karaca Ahmet Sultan postu: Ki­
mi bölgelerde gözcü postuna verilen ad.

K A R A D O N L U C A N B A B A (A le v i-b e k ta ş i şiirlerinde
adı geçen kutsal kişi) *Karadonlu Can Baba p o s tu : T ü r b e d a r
p o stu .

K A R A K A Z A N a Pirevi'ndeki büyük aş kazanı. (ANSİKL.)


*Karakazan hakkı: Dergâh'ın yeme içme giderlerini karşılamak
için yılın belli günlerinde ya da baba nın uygun gördüğü bir dönemde,
ta rik a ta bağlı canlardan toplanan bir tür vergi.
-ANSİKL. A le v ilik - b e k ta ş ilik 'te karakazan kutsaldır:'
Söylenceye göre bu kazan, Hacı Bektaş'Veli'nin kardeşi Menteş ta­
rafından Moğol Hanı'nın çadırından alındı.

K A R İB Ar. {karib) s. Yakında bulunan, yakın.

K A R M A T İ a. K a rm a tilik 'i benimsemiş kimse, topluluk.

198
K A R M A T İ L İ K a. Hamdan bin Karmat tarafından kurulan,
İsm aililik m ezhebinin bir kolu. (ANSÎKL.)
-ANSİKL. K a rm a tile r. Cafer-i Sadık'm torunu ve İsmail'in
oğlu M uham m et'in ölümünden sonra yeni bir im am tanımazlar;
Muhammet Mehdi'yi beklemenin gerekliliğini savunurlar. Onlara
göre, sekizinci imam olamayacağını simgeleyen yedi sayısı kutsaldır:
Gökler ve yer, yedi kattır; insanın bedeni iki el, iki ayak, sırt, iki kulak,
iki burun deliği ve ağız olmak üzere yedi bölümden oluşur.

K A R T A L (Güçlülüğün ve yüceliğin sembolü yırtıcı kuş) *Kar-


tal sem ahı: Hacıbektaş yöresinde yaygın olarak oynanan bir semah.

K A S E M Ar. (kasem) a. Yemin, ant.


*Kasem etmek: Yemin etmek, ant içmek.

K A Ş A Ğ I a. D e rv işlerin kendi sırtını kaşımakta kullandığı,


uzun saplı, ucu el biçiminde tırtıklı bir araç. (ANSİKL.)
-ANSİKL. B ektaşiler tırnakla kaşınmayı uğursuzluk sayarlar;
bu nedenle kaşağı kullanmak gelenektendir. Kaşağılar, genellikle 35-40
cm boyundadır; tahtadan, kemikten ya da fildişinden yapılır.

K A V İ S Ar. (kavs. yay, eğri) a. Devir öğretisine göre, v a ro ­


luş çem beri'ni oluşturan kavs i n ü zu l (alçalan eğri) ve k av si
u ru ç (yükselen eğri)’tan her biri.
*Kavs-i n ü zu l: D evir öğretisi ne göre, varoluş çem beri’nin
ilk yarısını oluşturan, âlem -i gayb'dan (kutsal kökenden) âlem -i
ş u h u d 'a (duyularla algılanabilir, bilgiyle ulaşılabilir varlıklar
dünyası) inen varlığın, önce cansızlar, sonra bitkiler, en sonunda da hay­
vanlar ve insanlar biçiminde görünür duruma gelirken çizdiği varsayı­
lan yarım daire.
*Kavs-i uruc: D evir öğretisi'ne göre, varoluş çem beri'nin

199
ikinci yarısını oluşturan, aslına dönmek isteyen insanın âlem -i
şu h u d 'd an , âlem -i gayb'a yükselirken çizdiği varsayılan yarım
daire.

K A V L İ Ar. (kavli) a. K avliler'den olan kimse, topluluk.


*Kavli kolu: K avliler.

K A V L İ L E R a. Kılıç kuşanmayan, asker olmayan; doğruluk,


bağlılık ve sözünde durma ilkelerine göre davranan ahilik kolu.

K A V S E Y N Ar. (ka v s e y n , iki kavis < kavs'in ikili çoğulu) a.


1- Kabe kavseyn.
2- D evir öğretisi'ne göre varoluş çem b eri’ni oluşturan iki
yarım daire (kavs-i nüzul ve kavs-i u ru c ).

K A Y G U S U Z (Asıl adı Alaettin Gaybi olan, a le v i-b e k ta şi


edebiyatının kurucularından Kaygusuz Abdal) a. Kaygusuz (Abdal)
postu: N akip postu.

K A Y L Ü L E Ar. (k a y lü le , öğle uykusu; şekerleme) a. Uyu­


yormuş görüntüsü altında, gönlün tanrısal gizlere açılması yoluyla
varlıkta başkalığın ve çokluğun ortadan kalkması durumu.

K A Z A K (örgüden üst giysisi) *Kazak çıkartılm ak: D ü şk ü n


e d ilm e k .

K A ZA N Ç (Elde edilen çıkar, yarar) a. Bir talip'in bir başka ta-


lip 'le m u sahip o lm ak isteyip onunla dostluk etmesi.

K A Z A Y A Ğ I a. 1- Köy alev ileri ve özellikle t a h t a c ı l a r


arasında Uç parmakla gösterilen ve Allah - M uham m et - Ali üçleme­
sini temsil ettiğine inanılan işaret.
2- Bu işareti taşıyan takı.

200
K E B A İR Ar. (kebâ’ir) a. Büyük günahlar.

KEBİR Ar. (kebir) s. Büyük, ulu, yüce.

K E B İR E Ar. (kebire < kebir'in dişili) s. Büyük, ulu, yüce.

K E B İ R E Ar. (kebire, kebir) a. Adam öldürme, zina gibi


büyük suç; büyük günah.

K E F E N Ar. (kefen, ölüyü sarmak için kullanılan beyaz bez) a.


Alevilik’e kabul töreninde, ikinci doğuşu, yeniden doğuşu simgele­
mek üzere taliplere giydirilen beyaz bezden sade giysi.

K E F E N P U Ş Ar. + Fars, (k e fe n -p ü ş < Ar. k e fe n ve Fars.


püş, giyen, giyinmiş ya da örten) s. Kefenli.

K E L A M Ar. (kelâm) a. 1- Söz.


2- Konuşma
*Kelam-ı nefsi: İçten konuşma.

K E L A M İ Ar. (kelâ m i) s. 1- Sözle ilgili.


2- K u ra n la ilgili.
*Kelami m ezhepler: Söze önem veren mezhepler.

K E L A M V L L A H Ar. ( k e l â m - u l - l â h < k e lâ m ve A l l a h )
a. 1. T anrı sözü.
2- K uran.

K E L İ M E Ar. (kelime) a. T an rı'n ın sözü.


*Kelime-i ş a h a d e t: A levilik-bektaşilik'in koşullarından bi­
ri olan; “Eşhedii en lâ ilâhe illallah ve eşhedü erme Muhammedetı

201
abdühû ve resûlühü, Ali'yyün veliyullah" cümlesi. (ANSİKL.) [1]
*Kelime-i tayyibe: G önül alıcı söz. güzel söz.
* Kelime-i tev h it: “Lâ-ilâhe illallah; Muhammedün resûlullah.
Ali'yyün veliyullah" cümlesi. (ANSİKL.) [2]
-ANSİKL. [1], [2] Kelime-i şahadet ve kelime-i tevhitte, alevi-
lik-bektaşilik'le Sünnilik arasındaki fark; sü n n ilik ’te söylenen
cümlelerin sonuna eklenen ve “Ali. Tanrı’nın velisidir" anlamına ge­
len “Ali'yyün veliyullah" cümleciğidir.

K E M A L Ar. (kemâl, erginlik, olgunluk, yetkinlik) a. 1- N ef­


sin isteklerinden, dünya nimetlerinden sıyrılma, arınma durumu.
2- T a rik a t yolu nda aşam a aşam a yücelme hali.
*Kemal aşam ası: H akikat bilgisine ulaşma m akam ı.
*Kemal-e ermek: 1- Nefsin isteklerinden, dünya nimetlerinden
sıyrılmak, arınmak.
2- T arik a t yolu nda aşam a aşam a yücelmek.
3- Kemal aşamasına ulaşmak.

K E M E R Fars, (kemer) a. T a rik a t yolu’nda belli bir a ş a m a ­


ya yükselen derviş'in beline özel bir tö ren le bağlanan ve Ali'ye,
Pir'e bağlılığı simgeleyen kuşak. (ANSİKL.)
*Kemer bağlamak (kuşatmak): Manevi olgunluk ve bağlılık işare­
ti olarak, belli aşam aya yükselmiş dervişin beline özel bir törenle
kuşak dolamak.
*Kemer-i hidayet: Ali yoluna, tarik ata, pire bağlılığı simgele­
yen kemer.
-ANSİKL. Hz. Ali'den kaldığına inanılan ve kutsal olarak algıla­
nan kemer; 12-14 cm eninde ve 275-300 cm boyunda, yünden örme bir
kuşaktır. Genellikle koyu kırmızı ya da vişne çürüğü renginde olan ke­
merin kenarları; şeritler halinde, çeşitli renklerde çizgilidir. Baş tarafı­
nda, deriye dikilmiş tokalar vardır. Üçgen biçiminde ve işlenmiş olan uç
kısmı, kalın bir kaytan şeklinde 30-40 cm uzar; ve bele dolanan kısmın

202
arasına sokularak kemerin bele tespit edilmesini sağlar.
D e rv iş ve u y a rıc ıla ra , özel bir tö r e n le t e k b i r l e n e r e k
bağlanan kemer, alevi-bektaşi inancına göre önce Hz. Ali tarafın­
dan On İki İm anı'a verildi; sonra elden ele Hacı B ektaş Veli'ye
kadar geldi.

K E M E R B E N D Fars. (k em erb end < k e m e r , kuşak ve ben d ,


bağ. bağcık) a. Derviş.

K E M E R B E S T Fars. (k e m e r b e s t < k e m e r , kuşak ve best,


düğüm) a. 1- Kemer kuşanmış derviş.
2- T ığbent.
3- T ığbent'e atılan ve eline - beline - diline sahip olmayı sim­
geleyen üç düğümden her biri.
4- Yeni evlenen kızın beline bağlanan ve Hz. Ali'nin oğulları Ha­
şan ve Hüseyin'le birlikte on yedi yakınma taktığı söylenen kem eri
simgeleyen kuşak. (ANSİKL.)
*Kemerbest olmak: K em er kuşanmış olmak.
-ANSİKL. Yeni evlenen kızların beline bağlanan kuşak, çarpana
tezgâhlarından dokunur ya da çuha üzerine yapılır; üzeri, boncuk, para,
pul ve çılkaklarla bezelidir. Üzerindeki on iki büyük sikke On İki
İm am ı; yanlarındaki kırk çılkak, d ö rt kapının k ırk makam ını; uç­
larına doğru dikilen ve göz olarak algılanan iki büyük düğme Haşan ve
Hüseyin'i simgeler.
Kemerbest, geline düğün günü takılır; kırk gün ya da bir yıl kul­
lanıldıktan sonra sandığa kaldırılır; ancak çok özel günlerde bağlanır.

K E M E R B E S T E Fars. (kemerbeste < kem er, kuşak ve bes­


te, bağlanmış, düğümlenmiş) a. K em erbest.
* Kemerbeste olmak: K em erbest olmak.

K E M E R G Â H Fars. (k e m e r g â h , kemer yeri < kem er, kuşak

203
ve gâh, yer) a. Bel.

K EN Z Ar. (keriz, hazine) a. Tanrısal gizler dünyası.


*Kenz-i m ahfi (gizli hazine): T anrı'nın, evrenin yaratılmasın­
dan önceki gerçekliği; Tanrı'nın ilk durumu; bilinmeyen ilk neden.

K E R A M E T Ar. (keramet) a. 1- Peygamberlik savıyla bir ilgi­


si olmaksızın velilerde, ermişlerde görüldüğüne inanılan olağanüstü
durum.
2- Bu durumda olan velilerin, erm işlerin gerçekleştirdiklerine
inanılan olağanüstü eylem.

K E R B E L A (Irak'ta, Bağdat'ın güneybatısında, İm am Hüse­


yin'in şehit edildiği ve türbesinin bulunduğu kent) a. Kerbela m ey­
danı: Alevi m eydanı sıralamasında yer alan, Kerbela olayını anma
tö re n i.
* Kerbela olayı: Hz. M uham m et'in kızı F a tm a'y la H a life
Ali'nin oğlu Hüseyin ve yandaşlarının; Emevi halifesi Yezit (l)'in as­
kerleri tarafından Kerbela'da öldürülmeleri [680].

K E R E M Ar. (kerem) a. Bağış, yardım.


* Kerem etmek: Bağışta, yardımda bulunmak.
*Kerem-i A li, kerem-i e v liy a : Hz. Ali'den, ev liy a la rd a n
yardım istemek için söylenen dilek sözü.

K E R İM Ar. (kerim) s. 1- Kerem sahibi olan.


2- Kutsal, ulu.

K E R R A R Ar. (kerrâr < k e rr, vazgeçtiği şeye yeniden yönel­


me) s. Savaş sırasında, geri çekildikten sonra yeniden saldırıya geçen.

204
KESM E a. 1- Cem ’de, cem aat huzurunda suçlanan cana, suçu­
nun kanıtlanması durumunda, dede tarafından ceza biçilmesi.
2- T ığlam a. (
* Kesme kesmek: Suçlanan cana, suçunun kanıtlanması durumund
dede tarafından ceza biçilmek.

K E S M E K f. T ığ lam ak .

K E S R E T Ar. (k e sre t, çokluk, bolluk) a. Gerçek v a rlık la r


alanı olarak algılanan bu dünyada; şeylerin, T a n r ı’nın dışında ve
O ’ndan ayrı olarak bilinen, görünen çokluk yönü. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Masiva olarak tanımlanan T an rı’nın dışındaki her şey
kesret'i oluşturur. Varlıklar, Tanrı'dan ayrı ve salt yaratılmış şeyler
olarak algılandığında kesret'i (çokluğu); T an rı’nın tecelli ettiği şeyler
olarak algılandığında ise vahdet'i (birliği) gösterir. Sıradan insanlar,
varlıklar alanında kesret'i, arifle r ise kesret'te vahdet'i (birliği ya
da T anrı'yı) görür.

K EŞAN Fars. (keşân < keş, çeken, katlanan) a. Çekenler, katla­


nanlar.

K EŞİF Ar. (keşf, gizli, saklı ya da bilinmeyen bir şeyi bulma, or­
taya çıkarma) a. T arik at yolunda; gizli, örtük ve perdelenmiş durum­
da bulunan tanrısal gerçeği açığa çıkarma. (ANSİKL.)
-ANSİKL. T a rik a t inancına göre, T anrı katında seçkin bir yeri
olan tarik a t yolcusu; Tanrı'nın kendine bağışladığı esin kaynağıyla
sıradan insanlara kapalı olan gerçekleri kavrayabilir; bu durumda
Hakk'la arasındaki perde ortadan kalkar.
T a r ik a t yolcusu'nun, gizli h a k i k a t i açığa çıkarması üç
aşam ada gerçekleşir:
1- Akim kesin kanıt kullanarak, T anrı hakkında kesin bilgi sahib
olması (m u h ad a ra-ilm el-yakin);

205
2- Açıklama ve bilim yoluyla bilme (m ükâşefe-ayn el ya-
k in );
3- T anrı vergisi olan bir esinle aracısız bilme (m üşahede-Hakk
ü l-y a k in ).

K E Ş F İ Ar. (kesfi) a. K eşfiye'yi benimsemiş kimse, toplu­


luk.

K E Ş F İ Y E Ar. (k e ş fiy y e ) a. I- K eşfi, a k ıl, duyu gibi bilgi


yollarından biri olarak kabul edenlere verilen genel ad.
2- Seyit Kâzım el-Hiiseyni tarafından kurulan; insan sezgisinin,
aklın kavrama gücünü aşan ve akla gizli kalan gerçekleri kavrayabile­
ceğini ileri süren bir mezhep.

K EŞK Ü L Fars, (keşkül) a. Gezgin dervişlerin kullandığı, ge­


nellikle hindistancevizi kabuğundan yapılan, iki ucundan geçen zincirle
omuzda ya da kolda taşınan yemek kabı. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Keşkül, az ve sade yiyeceklerle yetinerek nefsi terbiye
etmenin ve manevi zenginliğe ulaşmanın bir aracı olarak algılanır.
Keşkül'e keşkülüfukara da denmesi, fakirliği çağrıştırmış ve gezgin
d erv işlerin , dilenerek keşkül'le para topladıkları yorumuna yol
açmıştır.

K E Ş K Ü L Ü F U K A R A Fars, (keşkül-i f u k a r a ’ < k eşk ü l ve


fu k a r a ’) a. K eşkül.

K E T E N Ar. (kettan) a. T ahtacı kadın giyiminde başa örtülen,


kenarlan pul ve oyalarla süslü, beyaz renkte, büyük ve ince baş örtüsü.

K EVN Ar. (kevn) a. 1- Sonradan oluşma, meydana gelme.


2- Var olma, varlık.
3- Dünya.

206
K E V N E Y N Ar. (kevneytı < k e v n 'in ikili çoğulu) a. Mailde
âlem i ile ruh âlem i.

K E V S E R Ar. (kevşer) a. 1- C ennet'te bulunduğuna inanılan


ırmak ya da havuz. (ANSİKL.)
2- Bu ırmak ya da havuzun suyunu simgeleyen ve ayin-i cem de içi­
len şerb et.
3- T arik a t yolu nda, tanrısal vergi ile kazanılan hakikat bil­
gisi.
-ANSİKL. İnanca göre, kevserin suyu buzdan soğuk, baldan
tatlıdır; sakisi Ali'dir; içenler, bir daha asla susamaz.

K I B L E Ar. (kıble, namaz kılarken dönülen K â b e yönü) a.


İnsanın yöneldiği, tanrısal gerçeklere ulaştığı, “T a n rı’nın evi” an­
lamında gönül. (ANSİKL.)
-ANSİKL. İnanca göre kıble beştir:
1- Ten kıblesi; m eydan taşı.
2- K alp kıblesi; m ey d an .
3- Akıl kıblesi; ç e ra ğ , p o st, m ü rş it.
4- Fehim kıblesi; çerağ tah tı.
5- C an kıblesi; T an rı'n ın lütfü.

K I L A V U Z a. R e h b e r , m ü rş it.

K IL IÇ a. Kimi o caklarda alacadeğnek’e verilen ad.

K IR A T (Köroğlu' nun kır donlu atının adından) *Kırat sem ahı:


16-18 kişiyle oynanan bir sem ah. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Kırat semahında, ellerin önce biri, ardından diğeri rit­
mik olarak havaya kalkar; el inerken göğüs hizasında durur; avuç açık,
parmaklar kapalıdır. Yeldirm e bölümünde, eller birbirine paralel öne

207
doğru uzatılır. İleri yürüyüşlerle semah sürer ve bir daire oluşturulur,
semahçılar hem kendi ekseninde hem de daire çizgisi üzerinde hızlı
dönüşler yapar.

K IRK a. Kırklar'ı, kırk makamı simgeleyen sayı.


*Kırk abdal: Kırklar.
*Kırk m a k a m : Alevi-bektaşi inancına göre; H a k yolunda
yürüyen tarikat yolcusu’nun geçmek zorunda olduğu manevi
a ş a m a la r olarak algılanan dört kapıya bağlı kırk alt a ş a m a .
(ANSİKL.)
-ANSİKL. Her kapıya bağlı on m akam vardır:
-Şeriat kapısının makamları;
1- İman etme.
2- İlim öğrenme.
3- İbadet etme.
4- Haramdan uzaklaşma.
5- Ailesine yararlı olma.
6- Çevreye zarar vermeme.
7- Peygamberin emirlerine uyma.
8- Şefkatli olma.
9- Temizliğe özen gösterme.
10- Yaramaz işlerden sakınma.
-Tarikat kapısının makamları;
1- Tövbe etme.
2- Mürşit'in isteğine uyma.
3- Temiz giyinme.
4- İyilik yolunda savaşma.
5- H izm etli olma.
6- Haksızlıktan korkma.
7- Umutsuzluğa düşmeme.

208
8- İbret alma.
9- Nimet dağıtma.
10- Özünü fakir görme.
-M arifet kapısının makamları;
1- E depli olma.
2- Bencillik, kin, garezden uzak durma.
3- Mahrem olan şeylerden kaçınma.
4- Sabır gösterme.
5- Utanma.
6- Cömert olma.
7- İlim öğrenme.
8- Hoşgörü gösterme.
9- Özünü bilme.
10- Arif olma.
-Hakikat kapısının makamları;
1- Alçak gönüllü olma.
2- Kimsenin ayıbını görmeme.
3- Yapabileceği hiçbir iyiliği esirgememe.
4- Tanrı'nın her yarattığını sevme.
5- Tüm insanları bir görme.
6- Birliğe yönelme ve yöneltme.
7- Gerçeği gizlememe.
8- M anayı bilme.
9- Sırrı öğrenme.
10- Tanrı'nın varlığına ulaşma.

K IR K B V D A K a. 1- H orasan'dan geldiğine inanılan ve kimi


te k k e le rd e m ey d an 'ın ortasında duran, kırk kollu ahşap çe ra ğ ;
kırkbudak şamdanı. (ANSİKL.)
2- Kimi bölgelerde, meydan'daki en büyük çerağa verilen ad.

209
*Kırkbudak şamdanı: Kırkbudak.
-ANSİKL. Kırkbudak şamdanı, ancak kimi tekkelerde bulunur ve
yalnızca N evruz ve 10 M uharrem törenlerinde kullanılır. İnanca
göre; kııkbudak'ın ateşi H orasan'da yakıldı ve hiç sönmedi; bugün de
için için yanmaya ve aydınlatmaya devam eder.

K I R K L A R a. G ay b e r e n le ri u l u l u k - e r m i ş l i k sırala­
masında yer alan, kim oldukları tam olarak bilinmeyen, ancak
varlıklarına ve kutsallıklarına inanılan kırk kişilik evliya, e rm iş
topluluğu. (ANSİKL.) [1]
* Kırklar cem i: 1- T anrı'nın, varlık âlem i içinde tecellisinde
tek bir vücut olarak algılanan Kırklar'ın. Ali'nin başkanlığında yaptığı
toplantı. (ANSİKL.) [2]
2- Bu toplantının devamı durumundaki cem.
*Kırklar dansı: 1- Kırklar’ın kırklar cemi'nde, bir üzüm tanesi su-
yuyla kendilerinden geçerek yaptıkları dans. (ANSİKL.) [3]
2- Bu dansın devamı durumundaki semah.
* Kırklar m a k a m ı : K ırkların, gayb e re n le ri u lu lu k -
erm işlik sıralamasında bulundukları aşam a.
*Kırklar meclisi: Kırklar cemi.
* Kırklar m ey d an ı: 1- Kırklar’m. Kırklar cem i'ni yaptığı yer.
(ANSİKL.) [4]
2- Bu yeri temsil ettiğine inanılan meydan.
* Kırklar se m a h ı: Kaynağını kırklar dansı'ndaıı alan ve cem
töreninin zorunlu sem ahlar sıralamasında ilk sırada bulunan bir
semah.(ANSİKL.) [5]
*Kırklar şerb eti: 1- Kırklar cemi'nde içilen üzüm suyu.
2- Bunun bir devamı olarak algılanan ve cem de içilen şerbe
içki.
*Kırkların dansı: Kırklar dansı.
-ANSİKL. [1], [2], [3] [4] T a rik a t inancında, diğer insanlardan
farklı kimi T a n r ı dostu erenlerin bulunduğuna inanılır; tanrısal

210
sırları bildikleri için kendilerine gayb erenleri denilen bu kişiler,
u lu lu k -e rm işlik derecelerine göre sıralanırlar: En üst derecede
sıralanırlar: En üst d erecede gavs ya da k u tu p yer alır: bunu iki
im am , d ö rt evtâd ve kırklar izler.
Kırklarla ilgili bilgiler daha çok söylencelere dayanır; bu söylen­
celerde. mekân ve anlatım teknikleri farklılık göstermekle birlikte he­
men tümünde öz. aynıdır. Bir gün Hz. M uham m et. M edine'de
yaptırdığı mescitin bitişiğindeki toplantı yerine gelir ve kapıyı vurur.
İçeride Kırklar toplantı durumundadır. Yalnızca bir iş için dışarıda bu­
lunan Selman-i Farisi aralarında yoktur. Hz. M uham m et'e kapıyı aç­
madan kim olduğunu sorarlar; peygamber olduğunu söyleyince, “bi­
zim içimizde peygamberin yeri yok" diyerek kapıyı açmazlar. Hz.
M uham m et üzülerek geri döner; yolda, kulağına Tanrı'dan bir ses ge­
lir; bu sese uyarak kapıyı yeniden çalar; kim o dendiğinde, “karinin sey-
y id i, \oksullarin hizmetçisiyim" karşılığını verir ve kapı açılır. İçeri-
dekilere kimler olduğunu sorar; onlar da “biz Kırklarız, toplandık ko­
nuşuyoruz" derler. Hz. M uham m et, “siz kırk değil otuz dokuz
kişisiniz" deyince, onlar da “biz kırk kişiyiz, kırkımız da bir kişiyiz"
karşılığını verirler. Hz. M uham m et kararsızlık geçirince Hz. Ali
koluna bir kesik atar; otuz dokuz kişinin kolundan yere birer damla kan
akar; bu kan damlalarının ortasına bir damla kan da çatıdan düşer; bu.
dışarıda görevli olarak bulunan Selman-i Farisi'nin kanıdır. Sonra Ali.
kolunu sarar ve kanı durur; bu sırada diğerlerinin de kanı durur.
Bu aşamada Selman-i Farisi, bir üzüm tanesiyle içeri girer ve
M uham m et'e; “al bunu pay et" der; M uham m et de üzüm tanesini
ezer ve suyunu kırk kişiye pay eder; üzüm suyundan içen kırk kişi, kendin­
den geçip çoşar ve ayağa kalkıp dönmeye başlar; Peygamber dc bu dansa
eşlik eder; bir ara Hz. M uham m et'in takkesi yere düşer; bunu alıp
kırka bölerler ve bellerine kuşak yapıp sararlar.
T a rik a t inancında cem in, cem m eydanı nın, sem ahın ve içki
nin kaynağı bu dinsel söylenceye dayanır.
-[51 Kırklar semahı, en az dört, en çok on iki kişiyle dönülür; genel
de. kırk yaşın altında olanların bu semahı dönmesi hoş görülmez.
N iy az la şm ad an sonra erkekler bir yana, kadınlar bir yan

211
karşılıklı dizilir: Saz başlayınca herkes, olduğu yerde sağ ve sol
ayaklarını ileri-geri hareket ettirerek semaha başlar. Üç nefeste semah
ağırlan ır; dönek havasına geçilince canlar, önce sağ ayaklarıyla sağ
kollarını, ardından sol ayaklarıyla sol kollarını ileri uzatarak semahı
sürdürürler. Bundan sonra. “ A llah! A llah !" denmesiyle semah
dönen kadınlar, diz çöker; bu durumda iken şemsi, sol baştaki kadına
dolusunu sunar; o da, doluyu sağ baştaki erkeğe verir; dolu, sırayla gi­
der. Bu iş bittikten sonra, sol baştaki semahçı kadın, sağdan başlayarak
cem 'e gelenlere dolu dağıtır; en son şem si’ye verir; birlikte içip
niyazladırlar; ardından kadın, yere de niyaz eder ve çekilip yerine
oturur.

K I S M E T Ar. (k ısm e t) a. T a n r ı’nın, ta rik a t yolcusu’na uy­


gun gördüğü şey. nasip. (ANSİKL.)
-ANSİKL. B ek taşilik bir “kısmet yol«" olarak algılanır; bu
yola girenler. Tanrı tarafından insana ne ayrılmışsa, ne verilecekse onu
bulur. Yeter ki kişi, bütün tutkularından, küçültücü davranışlarından
sıyrılıp içten ve güler yüzle tarik a t yoluna yönelsin; işte o zaman di­
leklerinin gerçekleşeceği bütün kapılar önünde açılır.

K ISSA Ar. (kıssa, hikaye, fıkra) a. T arik a t ulularının tarihi


kişiliği ve efsaneleşmiş yaşamları kapsamında, On İki İm am yan­
daşlarıyla karşıtları arasındaki mücadeleyi anlatan, destansı halk hika­
yesi.
*Kıssadan hisse almak (çıkarmak): Bir hikayeden, bir olaydan ders
almak (çıkarmak).
*Kıssa-i Ebu Müslüm: E burnüslüm nam e.

K IY A M Ar. (kıyam, bir şeye kalkışma, bir işe girişme) a. T a ri­


kat kurallarını yerine getirmek için harekete geçme. (ANSİKL.)
*Kıvam etmek: T arik at kurallarını yerine getirmek için harekete
geçmek.
-ANSİKL. T a rik a t inancında kıyam, ta rik a t felsefesinin hare-

212
ket noktası, h ak ik at sırlarının yörüngesi olarak algılanır.

K I Y A M E T Ar. (k ı y a m e t . ölümden sonra dirilme, ahret


yaşamına başlama) a. 1- Öldükten sonra geçici olarak yüce ya da bayağı
bir yaşam sürmek üzere dirilme (kıyamet i sugra).
2- H ak k a yürüdükten sonra tanrısal âlem de kalbin, gönlün
sonsuz olarak diri kalması biçiminde yeni bir yaşama kavuşma (kıyamet-
i v u sta).
3- F e n a filla h aşa m a sın a erdikten sonra bekâ billâh m a­
kamında gerçek bir yaşama başlama (kıyamet-i kübra)
*Kıyamet-i k ü b ra: Büyük kıyamet.
*Kıvamet-i su g ra: Küçük kıyamet.
*Kıyamet-i vusta: Orta kıyamet.

K IZ *Kızlar töreni: Cem töreninin kolları sıralamasında yer


alan ve cem töreninin belli ölçülerle yinelenmesi biçiminde gerçek­
leştirilen bir tö ren .

K IZ IL B A Ş a. K ızılbaşlık ı benimsemiş kimse, topluluk.


* Kızılbaş m e y d a n ı: Alevi m eydanı.

K IZ IL B A Ş L IK a. Ne /am an ve kim tarafından kurulduğu taırı


olarak bilinmeyen. On İki İm am inancı ve adam a m uhabbet (insanı
sevme), deme m uhabbet (şarabı sevme), nura m uhabbet (aydınlığı
sevme) ilkeleri üzerine yapılanan alevilik kolu. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Kızılbaşlarııı bu adla anılmalarına kaynak olarak ge­
nellikle. İsmail Safevi'ııin savaşta erlerine giydirdiği ya da Uhud Sa­
vaşında yaralanan Peygamberin kanını gören Ali'nin, daha sonraki sa­
vaşlarda giydiği kızıl renkli başlık gösterilir: ancak en yaygını ve
mantıklısı İran kökenli olanıdır.
İran'da Safevi Devleti'ni kuran Erdebil sufileri. on iki dilimi
taç giyme geleneğini başlattı. Safeviye tarikatının şiileşmesini sağla

213
yan Şeyh Cüneyt'in öldürülmesinden sonra pir olan oğlu Haydar, on
iki dilimli kızıl taı,.- giymeye ve kızıl sarık sarmaya başladı; m üritleri
de buna uyunca haydari taç, tarik atın simgesi durumuna geldi ve
bunlara k ız ılb a şla r denildi.
Selçuklulardan bu yana A nadolu'da bir inanç kurumu olarak
yaşayan kızılbaşlığı. şiilik kolu kabul ederek doğrudan İran'a bağla­
mak tam gerçeği yansıtmaz; A nadolu toprağında bektaşilik'le or­
tak inanç, gelenek ve görenek temeli üzerinde gelişip şekillenen bir sen­
tez olarak, bir alcvilik kolu olarak algılamak daha doğru olur.

K IZ IL B Ö R K a. T aç.

K IZ IL C A H A L V E T a. Hacıbektaş'taki Pircvi'nin üçüncü av­


lusunda. Kırklar Meydanı girişinin sağında yer alan vc çilecvi olarak
kullanılmış olan küçük, karanlık oda.

K IZ IL D E L İ a. Şarap.

K IZ I L E Ş İ K a. M eydan taşı.

K İB A R Ar. (kibar < kebir in çoğulu) a. Büyükler, ulular.


*Kibar-ı sahabe: Hz. M uham m et'in yüce, ulu arkadaşları.

K İL E R C İ Fars. - Tr. (kilar ve -ciden) a. Kilerevi'ndc, görev­


li kimse.
*Kilerci postu: Kimi kaynaklarda, tarikatın on iki post sırala­
masında gösterilen. Şah Kulu Hacını Sultan makamı.

K İL E R E V İ a. Bektaşi tekkelerinde bulunan, yiyecek ve içe­


ceklerin depolanması, korunması hizmetlerinin yürütüldüğü on iki
evden biri.
*Kilere v i babası: Kilerevini yöneten baba.
214
K İ S V E Ar. (kisvet. elbise) a. Belli a şa m a y a gelmiş yol ev­
ladım derviş yapmak için, yol ulusu tarafından giydirilen özel giy­
si.
*Kisve giydirmek: Belli aşam aya gelmiş yol evladına, d e r ­
vişlik erkânı'yla bu aşam anın özel giysisini giydirerek onu derviş
yapmak.

K İ S V E T Ar. (kisvet. elbise) a. K isve.

K İ T A B U L L A 1 1 Ar. (k i t â b - u l - l â h < k i t â b ve A l l a h ) a.
Allah'ın kitabı. K u ra n .

K İ T M A N Ar. ( k itm â n ) a. Bildiğini söylememe, s ır sak­


lama.
*Kitman kaidesi: S ır olarak algılanan ta rik a t bilgisini, ehil
olmayana söylememe, anlatmama ilkesi.

K İ Y S A N İ Ar. (kiysani) a. K iysaniye'yi benimsemiş kimse,


topluluk.

K İ Y S A N İ Y E Ar. ( k i y s â n i y y e ) a. İm a n ı A li yan­
daşlarından Kiysani tarafından kurulan, şiiliğin dört kolundan biri
durumundaki ta rik a t.

KOÇ (Koyunun erkeği) *Koç kuzulu k u rb a n : Her türlü bencil­


liği yol için leda etmeye hazır olan ve cem'e girmek isteyen kimse.

K O Ç A K L A M A a. I- Din dışı alev i-b ek taşi şiirinin, yiğitlik


ve başkaldırı konularını işleyen türü.
2- Bu türde yazılıp söylenen şiir.

215
KOFİ a. Ç ek i.

KOL a. T arik at kurucusu pirin ölümünden sonra, halifelerinin


ta rik a t adap ve erkânında kimi değişiklikler yapmasıyla belirgin­
leşen ve giderek bağımsız bir yapı kazanan tarik a t dalı.

K O L D A N KOPM A a. Gençleri, yeni ta lip olanları, top­


lantıya alıştırmak, alev ilik -b ek taşilik yolunu, edep ve e rk â n ın ı
öğretmek için düzenlenen eğitsel tö re n ; koldan kopma e rk â n ı.
(ANSİKL.)
*Koldan kopma erkânı: Koldan kopma.
-ANSİKL. Koldan kopma erkânı, küçük bir törendir. Bu törene,
gerçek anlamda cem gözüyle bakılmaz. Diğer törenlere ve toplantıla­
ra. bekârların girmesi yasak olduğundan, koldan kopma erkânına, ev­
lenmemiş genç delikanlılar ve kızlar, anne-babalarıyla birlikte katıla­
bilir.
Törene katılan erkekler kız-kadın canlar yiyecekleriyle gelir. Bu
mecliste, ayin, erkân adına fazla bir şey yapılmaz; yalnızca çerağlar
yakılır, nefes ve b u y ru k la r okunur, se m a h la r yapılır; m ü r ş it
g ü lb an k çektikçe, gençler ellerini birbiri üzerine koyar ve “Allah!
A llah!" diyerek cem havasına katılır.

K O N U K a. M ih m an .
*Konuk d ede: M ihm an dede.

KONUŞAN K U R A N a. Hz. Ali.

K O ŞM A a. 1- 11 heceli dörtlüklerden oluşan ve belirli uyak


düzenlerine göre kurulan, aşk. özlem, yiğitlik, başkaldırı. Tanrı'ya si­
tem vb. konuları işleyen şiir türü.
2- Bu türde yazılıp söylenen şiir.

216
t* K O Ş T U R M A a. Kimi sem ahlarda, yeldirm eyi izleyen; oaiıe
biçiminde dizilmiş sem ahçılann hızlı dönüşleriyle belirgin evre.

K O Y T A N a. Köy alevilerinde, özellikle t a h t a c ı l a r d a .


H akk'a yürüyeni sırlam ak için, mezar çukurunun sağ uzun kenarına
açılan ve içine tabut yerleştirilen gizli bölme. (ANSİKL.)
-ANSİKL. ö lü gömüldükten sonra koytamn ağzı, tuğlayla örülür;
yukarıdan çukura bakan biri hiçbir zaman tabutun yerleştirildiği bu giz­
li bölmeyi göremez.
Daha sonra asıl mezar görüntüsü vermek üzere açılmış olan çukur,
sa p tırm a ya da sapıtm a adı verilen aldatma tahtalarıyla kapatılır;
baş ve ayak uçlarına cerenk tahtaları dikilir; kırkıncı gün dolunca, me-
zartaşları yerleştirilir.

KOYUN a. Suçlarından arınmış, yücelmiş. cennetlik anlamında


insan.

KO YU N BABA (Hacı Bektaş Veli'nin 121Û-1271] çağdaşı


olduğuna ve yaşamı boyunca hiç konuşmayıp yalnızca nam az za­
manlarında beş kez melediğine inanılan ulu kişi) * Kov un Baba semahı:
Cem'de bulunanların tümünün katılımıyla oynanan, yürüyüş figürü
üzerine kurulu y atır sem ahlarına verilen ad.(ANSÎfvl .)
-ANSİKL. Y atır sem ahları adı verilen büyük sem ahlara. Ko­
yun Baba sem ahı, kimi yörelerde ise Çoban Baba semahı denir. Bu
sem ah , geçmişte, ulu. aziz olarak bilinen kişilerin türbelerinde,
yatırlarında, ölüm, doğum günleri biliniyorsa o günlerde.* hıdrellez
ve nevruz'da oynanırdı; üç ya da yedi gün süıen bu yatır m uhabbet­
lerinin sonuncu gününde, gelenlerin tümü birden bir m ü rşit/d ed e
yönetiminde Koyun Baba sem ahını oynarlar ve sem ah bitiminde
dağılırlardı.
Koyun Baba semahı, daha çok yürüyüş figürü ü/erine kurulu bir
sem ahtır. Sem ahçılar, yarım metrelik aralıklarla ard urda dizilir:
başta yaşlılar, ortada gençler, arkada çocuklar yer alır. Birkaç sazcımr

217
çaldığı semah ezgisi eşliğinde, kollar yana açık olarak semah dönülür;
topuklar belli aralıklarla yere basar; ayaklar hafifçe büküktür; aksar bi­
çimdeki yürüyüşe bel hareketleri eşlik eder; bir anda kitlesel ölçekte bir
dalgalanma hareketi oluşur ve yatır alanını dinsel bir hava bürür.

KÖÇEK Fars. (kııçek. küçük) a. Tarikata yeni girmiş kimse.

K Ö M B E a. Kimi özel günlerde yapılıp yenen bir tür çörek.


(ANSİKL.)
-ANSİKL. Kömbe. un. şeker ve sütle yapılır; üzerine çörekotu ve
anason konur. (ANSİKL.)

KÖSEĞİ a. 1- Ocaktaki ateşi karıştırmakta kullanılan odun ya da


demir sopa.
2- Ucu yanmakla olan odun.
3 Delil.

K Ö Y T A N a. K oytan.

KUBBE Ar. (kubbe) a. Tacın, yarım daire biçimli üst kısmı.

KUBBELİ s. (Taç için) Üst kısmı kubbe biçiminde olan.


* Kubbeli elif: Elifi taç.

KUL a. I- Tanrı'ya göre insan.


2- Mürşit'e göre m ürit, derviş.

KULLUK a. Kul olma durumu, kulun niteliği.


*Kulluk m ak am ı: M üritlik, dervişlik aşam ası

KULÛB Ar. (k u l ü b < k a l b in çoğulu) a. K a l p l e r ,


g ö n ü lle r.

218
K U M R U Fars. (kumri'den) a. K ul. (ANSİKL.)
-ANSİKL. V ah d et inancına göre, görünüşüyle (1) sayısını
anımsatan servi T an rı'y ı; hep serviyle birlikte anılan kumru ise
Tanrı'ya adanmışlığı anımsatan boynundaki renk kuşağı ve Tanrı nın
adını hatırlatan ölüşü nedeniyle kulu simgeler.

K U R A N Ar. (K u r 'â n , Hz. M uham m et'e inen kutsal kitap)


a. Hz. M uham m et'in gönlüne yansıyan, gönlünde tecelli eden
bilgilerin onun sezgisel aklı taralından yorumlanması, yorumlanıp
açıklanması (ANSİKL.) fl]
*Kuran-ı n atık (K onuşan K uran): İnsan-ı kâm il olan Hz.
Ali (ANSİKL.) [2]
*Kuran-ı saıııit (sessiz Kuran): Yazılı Kuran (ANSİKL.) [3]
-ANSİKL. [ 11. [2], [3] A levilik-bektaşilik inancına göre. M u­
hammet'in öğretisi demek olan Kuran üç bölümden oluşur:
1- Dualar.
2- Hz. Muhammet'in yol arkadaşlarına açıkladığı düz yazı biçi­
mindeki bilgiler.
3- M uham m et'in yalnızca Hz. Ali'ye verdiği gizli bilgiler.
Hz. Ali. bu üç bilgiye de sahip olduğundan Kuran ı natık (Ko­
nuşan Kuran) durumundadır.
İnanca göıc. Hz. M uham m et: istekleri ve düşüncesi olmayan.
C ebrail taralından harekete geçirilince konuşan ve T a n r ı’nın k e­
lamını aktaran bir otomat değil, bağımsız düşünür olarak algılanır:
C ebrail. M uham m et'in sezgisel aklından başka bir şey değildir.
M uham m et vecd durumundayken kendini şiir aracılığıyla nor­
mal durumdayken ise düzyazı aracılığıyla ifade ediyordu: Muhammet
düşünürken bir insan olarak düşünüyordu. T anrı olarak değil: Tanrı,
evrende düşünmeyi insanlara bırakır; bilgiyi insana Tanrı vermez, ter­
sine insan T an rı'y a bilgi verir: insan-ı kâm il, bilgisini T an rı'y a
taşıyarak T an rı’nın, kendi kendini keşfetmesine yardım eder; bu kap­
samda. insan T anrı'ya değil. T anrı insana gereksinme duyar; bunun
doğal bir sonucu olarak S ü n n i l i ğ i n anladığı, algıladığı anlamda bir

219
T a n rı vahyi yoktur; ne yazılmışsa, ne söylenmişse tümü insanların
¿seridir; bu nedenle bilimsel açıdan ele alınıp incelenebilir.
Her kâm il insan, yaşadığı dönemin gerçek Kuran'ıdır; hayatta ol­
mayan kâinil insanların yazıları, sözleri; onların yaşam deneyimle­
rinden başka bir şey değildir; onları dogmatik olarak yorumlamak,
içinden kimi söz ya da söz gruplarını seçerek doğru kabul etmek,
gerçeklerle bağdaşmaz; her kâmil insan bağımsız olarak düşünebilen
bir v a rlık tır; daha önce yaşamış kâm il insanların görüşlerini
benimseyebileceği gibi yadsıyabilir de.

K U R B Ar. (k u r b . yakın bulunma, yakınlık) a. T a r i k a t


yolu'nda T an rı yolcusu'nun, gönlünü T a n rı dışındaki her şeyden
arırtdırarak tanrısal nitelikler kazanması ve bu yolla T a n r ı ’ya
yakınlaşması.
*Kurb-ı fe ra iz : T a rik a t yolcusu'nun tüm varlığından yok ol­
ması ve yalnızca Hakk'ın ortada kalması.
*Kurb-ı H ûda, kurb-ı m evla: T anrı'ya yakınlık.
*Kurb-ı nev afil: T a rik a t yolcusu’nun insani sıfatlarının yok
olması ve buna koşut olarak ilahi sıfatların ortaya çıkması.

KURBAN Ar. (kurbân, dinsel bir buyruğu, bir adağı yerine ge­
tirmek için kesilen hayvan) a. 1- T arikat erkânında gösterilen durum­
larda, H akk a yürüm eden H akk'a kavuşmanın anısına, lokm a edilip
yenmek için tığlanan belli özelliklere sahip hayvan. (ANSİKL.)
2- H ak yolu'na kendi canından geçen, başını yola adayan tarikat
y o lc u s u .
3- T arik at yolu'nda bir engel olarak beliren ve feda edilmesi ge­
reken, tığlanan hayvanla simgelenen nefis.
4 - T a rik a t erkânından olan ayin, tö ren , toplantı.
*Kurbaıı edilme: İk ra r töreni.
*Kurban lo k m ası: Cem de tığlanıp pişirilen hayvanın eti.
*Kurban olmak: Nasip alm ak.

220
* Kurban tek b irlem ek : lığ la n a c a k olan hayvanı kutsamak.
* Kurban tığ la m a e r k â n ı: Kurban lığ la n m a s ı sırasında
güdülen yol. yöntem.
*Kurban tığ lam ak : T arik at erkânı uyarınca kurban kesmek.
-ANSİKL. Kurban. H ak k a yürü m ed en T an rı'y a yaklaşma
amacıyla yapılan bir ibadettir.
Kurban kesme geleneği Hz. İbrahim söylencesine dayanır: İbra­
him kendi ikilik'ini birlik'te yoketmek için oğlunu kesmek ister; an­
cak. vücudu terketmeden de birlik'e varılabileceğini anlayınca eyle­
minden vazgeçer; sonraları, gerçek kavuşma uğruna simgesel anlamda
bir hayvan kesm ek gelenek olur.
A levilik-bektaşilik'tc kurbanın saygın bir yeri vardır: T a r i­
k at yolu'nda H akikat'e ulaştıklarından. Gerçek-kavuşma'ya erdikle­
rinden. bunun anısına bir kurban tığlanıayı zorunlu sayarlar.

K U R B A N C I a. S o fra cı.
*Kurbancı postu: M ey d an d ak i on iki post sıralamasında yer
alan Hz. İbrahim m akamı.

K U R B A N C IL IK a. S o fra c ılık .

K U R B E T Ar. (kurbet. yakınlık) a. K u rb .

K U T B E Y N Ar. (k u t b e y n , iki kutup < Ar. k u t b 'm ikili


çoğulu) a. Hz. Haşan ve Hz. Hüseyin.

K U TSAL s. T arik a t bağlamında mutlak saygı gösterilmesi ge­


reken bir varlık, bir şey ya da bir yer için kullanılır.
*Kutsal kazan: K arakazan.
*Kutsal kitaplar: 1- K uran. 2- Tevrat. 3- Zebur. 4- İncil.

221
K U T S İ Y A T Ar. (kudsiyyat < kudsi'nm çoğulu) a. Tanrısal
âlcınlc ilgili ¡¿eyler.

K U T S İ Y E Ar. (k u d s i y y e < k u d s i 'nin dişili) s. Kutsal,


ila h i.

K U TU P Ar. (kıılb. değirmenin alt taşına yerleştirilen ve üst


taşıtı dönmesini sağlayan demir) a. Tanrı'nın yeryüzündeki vekili ol­
duğuna. T a n p adına tasarrufta bulunduğuna inanılan ve âlemin ruhu
olarak algılanan en büyük veli. (ANSİKL.)
*Kutb-i âlem : Alemin en büyük velisi.
*Kutb-i ris a le t: Hz. M uham m et.
*K utb-ül-aktab (kutupların kutbu): Erm işlerin en büyüğü.
*K utb-ül-arifin: Ariflerin en büyüğü.
*K utb-ül-ekber: En ulu erm iş.
-ANSİKL. İnanca göre kutup alemin ruhu, âlem de onun bedeni­
dir; her şey onun çevresinde döner ve onun sayesinde hareket eder; her
şeyi o idare eder. Her dönemde bir kutup bulunur: T anrı onun isteğini
geri çevirmez.
Dünyayı yöneten ve rical ül-gayb olarak biliden 366 tane e r ­
miş vardır: Bunlardan bir tanesi, evrenin de çevresinde döndüğü ku-
tup'tur; O olmasaydı, evren bir kaosun içine düşerdi. Bu kutsal e r ­
mişler. insan vücudundan çıkarak bir melek varlığına bürünme yetisi­
ne sahiptir; bedensiz bir ruh olarak bütün dünyayı dolaşabilirler; dile­
meleri durumunda Tanrı'nın huzuruna bile çıkabilirler. Bu erm işle­
rin kendi aralarında ruhani bir hiyerarşi vardır: İlk sırada kutup yer alır;
bunu üç m ukaba. dört evtâd, yedi ve kırk abdal izler. Kutup inancı,
insanı yücelten bir buluş açısı getirir: Evreni koruyan ve taşıyan insan­
ların kendisi, özellikle insan-ı kâmildir; sürekli bir bilgilenme süre­
cini gerekli kılar; bugün doğru olan, yann yanlış olabilir; düşünce çelişe
çelişe ilerler; her zaman ve her yerde uyulması gereken dogmaları içeren
kutsal kitap yoktur; kâm il insanın düşünceleri vardır.

222
K U Y U C U a. I- Kurban artığının ve kurban kemiklerinin
gömülmesi hizmetini yerine getiren kimse.
2- Kimi bölgelerde sakaya verilen ad.

K U Y U C U LU K a. 1- K uyucu olmanın gereklerini yerine ge­


tirme: kuyucunun işi. görevi.
2- S akalık.

KUZULUK a. T ekke yemekhanelerinin duvarlarında yer alan


ve içine sini, tabak, kaşık, bıçak vb. sofra takımı konulan hücre.

KÜBRA Ar. (kiibrâ) s. Daha büyük, en büyük.

K Ü FÜ R Ar. (küfr. bir şeyin üzerini örtme, o şeyi gizleme) a.


Gerçek iman olarak algılanan, çokluk'un birlik te gizli olması duru
muna inanmama.

KÜL Ar. (küll, parçalara ayrılmamış olan şey. bütün) a. Bütün


sıfatları kendisinde toplayan ilahi birlik.

K Ü L A H Fars, (külah) a. T aç.

K ÜN Ar. (k ü n . ol. olsun) ünl. T a n rı’nın evreni yaratmak için


verdiği “ol" anlamındaki buyruk.
*Kün fe-vekûn (ol fderl olur): T anrı'nın “ol" buyruğuyla ev ­
rendeki her şeyin oluşması.

KÜNTÜ KENZ a. T a n r ı’nın ilk durumu anlamında gizli ha­


zine. (ANSİKL.)
-ANSİKL. T a rik a t inancına göre evren, tanrısal sevgi ve aşl
nedeniyle yaratıldı; T a n r ı küntü kenz durumundayken kend

223
güzelliğini görmek istedi; evren i ve insanı yarattı.

K Ü PE a. M enguş.

K Ü R E Ar. (kürre) a. 1- Bütün noktaları merkezinden aynı


uzaklıkta bulunan kapalı bir yüzeyle sınırlandırılmış cisim.
2- Dünya, yeryüzü.
3 H azret-i F atm a ocağı.
*Kürc m akam ı: Çiğ yiyeceklerin pişirilip yenebilecek duruma ge­
tirildikleri bir yer olarak küre'yle (Hz. F atm a ocağı) simgelenen ol­
gunlaşma, kemale erme aşaması (ANSİKL.)
-ANSİKL. Tekkelerde ocak, bir niyaz yeridir; belli aşam alar­
dan sonra talip, buraya getirilir ve kendisine küre'nin (Hz. Fatm a
ocağı ya da ocak) ne anlama geldiği anlatılır.
L
L A D İK (Orta Karadeniz'de Samsun'a bağlı ilçe) *Ladik se ­
m ahı: Ladik yöresinde oynanan bir semah.

L A F Z İ Ar. (lafzi) s. Sözel.


*Lafzi ifade: Dış anlam .

L A H U T Ar. (lâhüt) a. Beş evren sıralamasında ilk sırada yer


alan, en yüksek varlık alanı; kesin varlık alanı, tanrısal evren; lahut
âlem i. (ANSİKL.)
*Lahut âlem i: Lahut.
-ANSİKL. A lev ilik -b ek taşilik düşüncesinde beş ayrı âlem
vardır. Bunlar:
1- Lahut; kesin v arlık âlem i, tanrısal âlem .
2- C e b e r u t; bütün v arlık ların T a n r ı bilgisinde toplandığı
âlem .
3- M elekût; T an rı bilgisinde toplanan gerçeklerin açılıp ortaya
çıktığı âlem .
4- N asut; T an rı bilgisinde toplanan varlıkların, madde biçimi­
ne girerek görünüş alanına çıktığı âlem.
5- M isal; bütün varlıkların gerçek biçimlerinin ve özlerinin, er
olgun bir nitelikte bulundukları âlem .

225
L A K Î T Ar. (lakit, buluntu) a. Bir m ü rşit'ten ta r ik a t a d a p
ve erkânını öğrenmemiş, m ürşit'in terbiyesinden geçmemiş, kör ola­
rak algılanan kimse.

L A M E K Â N Ar. (la-mekân, mekânı olmayan, mekânsız) s. 1-


Mekân ve zamanın dışında kalan Tanrı'nın durumunu belirtmek için
kullanılır. (ANSİKL.)
2- İlahi Hakk'a erişen, bu nedenle mekân ve zaman gereksinimi
ortadan kalkan insan-ı kâm il in durumunu tanımlamak için kul­
lanılır.
-ANSİKL. V arlık, zaman ve mekânla ilişkisi bakımından ikiye
ayrılır:
1- Zaman ve mekândan bağımsız v a rlık ; T a n r ı, in s a n -ı
k â m il.
2- T an rı birliğinin dışında kalan, çokluğun oluş ve yokoluş
yasalarının zaman ve mekân kalıplarına bağımlı varlık; T anrı ve in-
san-ı kâm il dışında her şey.

L A M E L İF Ar. (lâm-elif, Arap alfabesinin 23. harfiyle 1. har­


finin birlikte yazılış biçimi) s. Dolanbaçlı, çapraşık olan.
*Lamelif bağı, lamelif bendi: Tığbent.

L A T İF E Ar. (latife, şaka, nükte) a. Ancak gönül yoluyla sezi-


lebilen ve tatınsa! âleme ilişkin olan ince anlam, işaret.

L E D Ü N Ar. (l e d ü n n , birinin yanı, huzuru) a. T a n r ı katı.


T an rı yanı.
*Ledün bilimi: G ayb bilimi.

L E D Ü N N İ Ar. (ledünnî) s. Tanrısal, ilahi olan.

L E D Ü N N İ Y A T Ar. (il e d ü n n i y y â t ) a. T a n rısa l bilgi ve


s ırla r.

226
LENG ER Fars. (lenger) a. Tacın, başa geçen alt kısmı.

L E T A İ F Ar. (leta 'if, şakalar, nükteler < latife'rim çoğulu) a.


G önül yoluyla sezilen ve sözle anlatılamayan tanrısal âleme ilişkin
anlamlar, işaretler.

L E V H Ar. (levh, belli bir süreyle sınırlanmamış taktir) *Levh-


i m ahfuz: Tanrısal evrende bulunduğuna inanılan; insanın, genel ola­
rak evrenin kaderinin yazılı olduğu kaynak, kitap.

L E V V A M E Ar. (levvam e) s. Çekiştirici, paylayıcı olan.

L E Y L Ar. (leyi) a. Gece.

L İ B A S Ar. (libâs, elbise) a. D ervişlik aşam asına ulaşan­


ların giydiği ten n u re, haydariye ve hırkayla kuşandığı kanberiye.
k em er ve taktığı teslim taşı'ndan oluşan özel giysi.
*Libas giydirmek: Aşam asını tamamlayan ta rik a t yolcusu'na
tennure, haydariye ve h ırk a giydirerek, kanberiye, kem er kuşata­
rak ve teslim taşı takarak onu derviş yapmak, ona dervişlik yetkisi
vermek.

L O K M A Ar. (lu k m a ) a. T ekke yemeği.


* Lokm a a y in i, lokma e r k â n ı : H a k k 'a y ü rü y e n için,
yürüyüşünün üçüncü, yedinci, kırkıncı günlerinden birinde ya da bu
günlerde olmazsa kırkıncı gününe kadar olan herhangi bir günde k u r­
ban tığ la n ara k yapılan özel tö ren .
*Lokma etmek, lokma görmek: Yemek yemek.

227
M
MA Ar. (mâ) a. Su.
*M a-ül-havat: A bıhayat.

M A AD Ar. (m ‘Sd, kendisine geri dönülen yer) a. Çıkılan kutsal


kaynağa H ak k 'a yürüm eden ulaşma. (ANSİKL.)
-ANSİKL. T a rik a t yolcusu, H a k k 'a yürüm eden T a n rı'y a
dönüşü gerçekleştirmeye çalışır; nefsinin isteklerinden kurtulan ve
dü n y a nimetlerinden sıyrılan salik, manevi bir yolculuğa çıkarak
T anrı'y a ulaşır.

M A A L L A H Ar. (m a ‘-allâh < m a ‘-, ile, birlikte ve A lla h )


be. A llah ile. A llah ile birlikte.

M A A Ş Ar. (ma‘Sş <ayş, yaşama) a. Geçinmeyi sağlayan şey,


geçinecek şey.

M A B E T Ar. (m a ' b e d , ibadet edilen yer, tapınak) a.


“T a n rı'n ın evi" anlamında insanın gönlü.

M A B U T Ar. (ma'bûd) a. Tapınılan v arlık * T a n rı.

M A Ğ F İ R E T Ar. (mağfiret < gu fra n , affetme) *M agfiret-i

228
zünub (günahların bağışlanması): Baş okutm a.

M A H Fars. (m a h . Ay) *Mah-ı nev (yeni Ay. hilal): T arik a ta


yeni giren kimse.

M A H B E S Ar. (m a hb es, hapishane, cezaevi, tutukevi) a. R u ­


hun, geçici bir süre tanrısal evrenden uzak kaldığı yer olarak algılanan
insan gövdesi.

M A H B U B Ar. (m a h b ü b , sevgili) a. T an rı'n ın sevgilisi an­


lamında insan.
*Mahbub-ı H û da: T anrı'nın sevgilisi: Hz. M uham m et.
* Mahbub-ı k u lû b , m ahbub-ül-kulûb: G önüllerin sevgilisi:
Hz. M uham m et.

M A H F İ Ar. (m a hfi < h a fâ , gizleme) s. Gizlenmiş, gizli.

M A H F U Z Ar. (m a h fu z ) s. Saklanmış, saklı, korunan.

M A H R A M A Ar. (m a h r a m a ) a. Kimi yörelerde kadınların


başlarına örttükleri, işlemeli büyük peştemal.

M A H S U S A T Ar. (m a h sü sâ t) a. Gözle görülür, duyu organ­


larıyla algılanabilir şeyler.
*Mahsusat âlem i: H alk âlemi.

M A H Z Ar. (m ahz, katıksız süt) s. Katıksız olan. saf.


*Mahz-ı k eram et: Gerçek keram et.

M A K A L A T Ar. (M a ka la t ) a. H acı B ektaş Veli'nin gene


dini konulan içeren, özellikle “D ört Kapı - K ırk M akam " kav

229
ramını açıklayan yapıtı.

M A K A M Ar. ( m a k a m ) a. 1- T a rik a t yolcusunun r u h s a l


bakımdan ulaştığı olgunluk aşaması.
2- Post.

M A K S U T Ar. (maksüd) s. 1- İstek duyulan, arzu edilen.


2- a. İstek, arzu.

M A K T E L Ar. (M a k te l < maktel. bir kimsenin öldürüldüğü


yer) a. Hz. Ali'nin oğlu Hüseyin'in Kerbcla'da şehit edilmesini konu
edinen yapıt; Maktel-i Hüseyin.
*Maktel-i Hüseyin: Maktel.

M A K U L A T Ar. (m a 'k u lâ t < m a ‘kûl'ü n çoğulu) a. Akla da­


yanan. akılla kavranan şeyler.
*Makulat â le m i: Duyularla algılanamayan, yalnızca akılla
düşünülebilen evren.

M A N A Ar. (m a ' n â . anlam) a. H a k ik a t, sır, m arifet.


*Mana a d a m ı: G ayb ereni.
*Mana âlem i: Gayb âlemi.

M A N G I R a. Para.

M A N S U R (Hallac-ı Mansur'un adından) a. Mansur d â rı:


D â r.

M A R İ F E T Ar. (m a ‘rifet, bilgi, beceri, başarı) a. D ört kapı


ö ğ retisin e göre, insan-ı kâm il aşam aları sıralamasında üçüncü
sırada yer alan ve ariflerle özdeşleştirilen; gönül yolunda en yüce

230
düzeye ulaşma, ta n rısa l sırlara erme evresi; marifet k a p ıs ı.
(ANSİKL.)
* M arifet bilgisi: Marifete eren ta rik a t yolcusunun, gönül
sezgisi yoluyla elde ettiği duyular üstü bilgi.
* Marifet k ap ısı: Marifet.
*Marifet kavm i: Arifler.
-ANSİKL. D ört kapı öğretisine görfi insan-ı kâm il aşam a*
ları dörttür ve her biri bir kapıyla temsil edilir:
1- Şeriat; şeriat kapısı.
2- Tarikat; tarikat kapısı.
3- Marifet; marifet kapısı.
4- Hakikat; hakikat kapısı.
Normal insan ta rik a t yolunda, bu d ö rt kapı ve bu d ö rt kapı­
ya bağlı kırk makamdan geçerek, ruhunu ve benliğini engin duruma
getirir; kâm il insan olarak ilahi sırra ulaşır.
Marifetin on m akam ı şunlardır:
1- E depli olma.
2- Bencillik, kin. garezden uzak durma.
3- Mahrem olan şeylerden kaçınma.
4- Sabır gösterme.
5- Utanma.
6- Cömert olma.
7- İlim öğrenme.
8- Hoşgörü gösterme.
9- Özünü bilme.
10- A rif olma.

M A S İV A Ar. (ma-sivâ, bir şeyin dışında kalan şeylerin tümü)


a. T a n r ı ’dan başka her şey; d ü n y a ve dünyayla ilgili her şey.
(ANSİKL.)
*Masiva ehli: Yaratıkların ve olayların Tanrı'nın gücüyle mey­

231
dana geldiğinin bilincine varamayıp dünya ve dünyayla ilgili şeylere
gönül verenler.
-ANSİKL. Gönlün masivayla ilgisini koparmak tarik a t yolcu­
su için, Tanrı'ya doğru yükselişin, ön koşulu durumundadır; kişi ancak,
masivadan sıyrılarak T an rı’da yok olma aşamasına ulaşabilir.

M A SU M Ar. (ma‘süm) s. ve a. Yanılgıdan ve günah işlemek­


ten bağışlanmış olan kimse için kullanılır.

M A ŞU K Ar. (m a ‘ş ü k , sevgili) a. T an rı.

M A T E M Ar. (matem) a. H icret’in 61. yılının 10 M u h a rre m


Cuma günü [18 Ekim 680 M.] Hz. Ali'nin küçük oğlu, H z .
M u h am m et'in torunu Hz. Hüseyin ve yandaşlarının K erb ela'd a
şehit edilmesinden duyulan derin üzüntü, acı.
*Matem ayı: Kamer aylarından M uharrem ayı.
*Matem bayram ı: K e rb e la olayı anısına düzenlenen yas
tö re n i.
* Matem orucu: 1-10 M uharrem günleri; Kerbela'da şehit edi­
lenlerin anısına, su içmeyerek, eğlencelerden uzak durarak tutulan yas
orucu. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Matem orucu, zalimlerden gelen ancak geriye geti­
rilmesi olanaksız olan bir felaketin bedelini ödeme duygusunu yaşat­
mayı amaçlar. Bu günlerde kurban kesilmez; saç-sakal tıraş edilmez;
çamaşır değiştirilmez; cinsel ilişkide bulunulmaz; eğlence, düğün
yapılmaz ya da bu tür yerlere gidilmez.

M A Z B A T A Ar. ( m a z b a t a , tutanak) a. D e r v i ş l i k
aşam asına gelene m ü rş it tarafından verilen ve derviş olduğunu
bildiren belge.

M A Z H A R Ar. (ma ı h a r < zuhur, ortaya çıkma, belirme) s. 1-

232
(Bir şeye, bir duruma ulaşmış olan) G önül sezgisiyle tanrısal sırlara
ermiş, erişmiş olan.
2- a. (Bir şeyin ortaya çıktığı, göründüğü \ er) Tanrısal özelliklerin
en mükemmel görüntüye büründüğü varlık anlamında insan.
3- İlahi sırların tecelli ettiği yer anlamında insanın gönlü.
*M azhar olm ak: T a rik a t yolunda tanrısal sırlara ermek.
erişmek.
*Mazhar-ı sırr ı Ali: Hz. Ali sırrına ermek: Hz. Ali sırrın ı
gönülde duymak.

M E B D E Ar. (mebde’, başlangıç, ilk, e\ vel) a. T a rik a t yolcu­


sunun. T an rı gerçeğine ulaşmak için başladığı manevi yolculuğun
başlangıç noktası.

M E C A Z İ Ar. (m ecazi) s. Geçici olan


* Mecazi aşk : Evrende görünen geçici bir varlığa bağlanma.

M E C A Z İ B Ar. (m e c â z i b . meczuplar) a. D e rv iş le r, a b ­
d a lla r .

M E C Z U P Ar. (meczub) s. T a n rı aşkıyla cezbeye kapılarak


kendinden geçmiş ta rik a t yolcusunun durumunu belirtmek için
kullanılır.

M E H Fars, (meh) a. M ah.

M E H D İ Ar. (Mehdi) a. Şiilik te, kıyam etten önce dü n y ad a


adaleti, dirlik ve düzenliği sağlamak için gizlendiği gayb âleminden
kurtarıcı olarak ortaya çıkacağına inanılan. 11. İmam Haşan /IvAcn niıı
oğlu 12. İmanı Muhammet. (ANSÎKL.)
-ANSÎKL. K utup olarak algılanan İmanı Mehdinin bir gün orta
ya çıkacağına inanılır: İmam Mehdinin iki gizlenişi vardır;
233
1- Gaybet-i sugra (küçük gizleniş); doğumundan [M. 869] 942
yılma değin sürer; bu süre içinde ashabıyla konuşur.
2- G aybet-i k ü b ra (büyük gizleniş): 942 yılında başlayan bu
dönem kıyam et öncesine değin sürecektir.

M E H D İ C İ L İ K a. On İkinci İmam Muhammet Mehdi'nin


ölmediğine, gizlendiğine; kıyam et kopmadan önce kurtarıcı olarak
ortaya çıkacağına inananların tuttuğu yol.

M E K Â N Ar. (mekan, yer. konak) a. Kemâl ehlinin m akam ı


olarak algılanan. T a n r ı katındaki menzillerin en yükseği olan
menzil.

M E L A İ K E Ar. ( m e l â ’i k e < m e le k 'in çoğulu) a. M e ­


le k le r .

M E L A M E T Ar. (m e lâ m et. ayıplama, kınama, azarlama,


kötüleme, sitem) a. Kınayanların kınamasından çekinmeden doğru yol­
da. Hak yolunda yürüme. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Kim halkı H ak yoluna çağırsa, herkes onu kınar: Bu
yüzden p ey g a m b erler, v e lile r hep kınanmıştır; H a k yolunda
yürüyen, kınanmayı göze almak durumundadır.

M E L E K Ar. (melek) a. Dinsel inanca göre. T a n rı yla insan


arasında aracılık yaptığına inanılan manevi varlık.

M E L E K Û T Ar. (m e le k û t. tam bir egemenlikle en üstün bir


biçimde yönetme) a. Tanrısal evrenden sonra gelen üçüncü varlık
alanı; ru h lar ve m elekler evreni; melekût âlem i (ANSİKL.)
*Melekût âlem i: Melekût.
-ANSİKL. A lev ilik -b ek taşilik düşüncesinde beş ayrı âlem
vardır. Bunlar:

234
1- L ah u t; kesin v arlık âlem i.
2- C e b e ru t; bütün varlıkların T a n r ı bilgisinde toplandığı
âlem .
3- Melekût; T an rı bilgisinde toplanan gerçeklerin açılıp ortaya
çıktığı âlem . '
4- Nasut; T an rı bilgisinde toplanan varlıkların, madde biçimi­
ne girerek görünüş alanına çıktığı âlem.
5- Misal; bütün varlıkların gerçek biçimlerinin ve özlerinin, en
olgun bir nitelikte bulundukları âlem .

M E N A K I B Ar. (m e n a k ı b , menkıbeler) a. 1- E rm iş le rin


destansı yaşamını, yaptıkları olağanüstü işleri ve gösterdikleri k e ­
ram etleri anlatan kısa öyküler.
2- H acı B ektaş V ilâyetnam esi.
*Menakıb-el esrar Behçetel a b r a r (Menakıb ül-esrar Behçet ül-
a h r a r ) : B uyruk.
* Menakıb-ı Hacı B ektaş V eli:: H acı B ektaş V ilayetna-
m esi.
*Menakıb ül-arifin: Mevlânâ ve Mevlânâ düşüncesi çerçevesinde
O na Anadolu tarihini ve toplumsal yaşamını anlatan yapıt.
* Menakıb ül-Kudsive: Babailer isyanını başlatan Horasanlı
ba İlyas'm yaşamını, düşüncesini ve mücadelesini anlatan yapıt.

M E N A K I B N A M E Ar. + Fars, ( m e n â k ıb -n â m e < Ar. m e-


nâkıb, menkıbeler ve Fars, nâme, mektup) a. 1- Ermişlerin destansı
yaşamını, yaptıkları olağanüstü işleri ve gösterdikleri keram etleri an­
latan kısa öyküleri bir araya toplayan yapıt.
2- H acı B ektaş V ilâyetnam esi.

M E N A Z İ L Ar. (me n a z i l . konaklama yerleri, duraklar <


menzil'in çoğulu) a. T an rı’ya doğru manevi yolculuğa çıkan tarik at
yolcusunun, geçmek zorunda olduğu manevi duraklar.

235
M EN G İ a. 1- İçel ve çevresinde kadın erkek birlikte oynanan ve
tah tac ıların geleneksel oyunları arasında yer alan, sem aha yakın
özellikler gösteren karşılama türü bir halk oyunu.(ANSİKL.)
2- T a rik a t sem ahı.
-ANSİKL. T ah ta cıla rd a menginin tarihi çok eskilere dayanır:
Kimi mengiler “Eski Horasani mengî'. “Eski mengi" ve “Yeni men­
gi" adlarıyla anılır.
T ahtacılar'da ağıt ve uzun havalar dışındaki bütün ezgiler 9 vu-
ruşludur; semahların gizli oynanmasına karşın, dinsel yanı olmayan
mengi, açıkta oynanır; ancak, kendi toplumları dışında oynanması duru­
munda bir “uğur" olarak ceketler ters giyilir.
Sevgi ve dostluğu simgelediğine inanılan mengi. kadın erkek bir­
likte. karşılıklı iki sıra halinde ya da halka biçiminde oynanır.
İki sıralı mengide. yüzler birbirine dönük olacak biçimde kar­
şılıklı iki dizi oluşturulur; halkalı mengide ise daire yayı üzerinde bir
kadın bir erkek bulunur.
Mengi. kaval, kemane, zilli d e f ve davul eşliğinde sekme, diz
kırma, öne eğilme ve kolları sallama figürlerine koşut olarak türkü
söylenip el çırparak oynanan bir oyundur.

M E N G U Ş Fars. (m e n g ü ş , küpe) a. B ektaşilik'in b a b a g a n


kolunda. Hz. Ali'ye ve ta rik a t ulularına bağlılık simgesi olarak,
m ü cerret dervişlerin sağ kulaklarına taktıkları at nalı biçiminde
halka. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Menguş'un. Hz. Ali'nin atı D üldülün nalı olduğuna
inanılır: Küfe'den Bağdat'a giderken düşen nal. seyisi Kanber ta­
rafından alınarak kulağına küpe diye takılır.
Bu dinsel söylence ta rik a tın ikinci p iri olan Balım Sultan
zamanında yaşama geçirilir: Hacı Bektaş postuna oturan B alım
Sultan, öncelikle tekkenin iç düzenini değiştirdi; tarik atın ilkeleri­
ni. kurallarını, tekkenin yönetimini yeni koşullara bağladı; törenleri,
belli kurallara göre düzen altına aldı; hiç evlenmeme kuralını getirerek
“ m ü cerret dervişlik" örgütünü kurdu; bu örgüte giren dervişler.

236
tekk elerd e yaşar, dünya isteklerinden ve geçici tutkularından
sıynlmışlığm bir belirtisi olarak sağ kulaklarına menguş takarlardı.
M ücerret ik ra rı veren dervişin sağ kulak memesi; pirevi'nde,
Balım Sultan yatırının iç kapısının eşiğinde tahta bir kaşığın sivril­
tilmiş sapıyla ya da şimşirden bir şişle delinir; daha sonra, kulakta açılan
deliğin küçülmemesi için “yıldıztaşı" denen bir santimetre boyunda
ve çapında bir taş deliğe yerleştirilir; yara tümüyle iyileştikten sonra
menguşlar kulağa takılır.

M E N K A B E Ar. (menkabe. öğünülecek güzel iş, hareket ya da


davranış) a. M enkıbe.

M E N K I B E Ar. ( m e n k a b e 'den) a. E r m iş le r in destansı


yaşamını, yaptıkları olağanüstü işleri ve gösterdikleri keram etleri an­
latan kısa öykü.

M E N Z İL Ar. (menzil, konak yeri, konak) a. T an rı yolundaki


ta rik a t yolcusunun, h ak ikate ulaşabilmek için geçmek durumunda
bulunduğu manevi durak.

M E R D A N Fars. (m e r d â n , adamlar, kim seler, kişiler <


m erd in çoğulu) a. E rle r , e re n le r, veliler.
*Merdan-ı H û d a : Hak erenler.

M E R D U D Ar. (m erdüd, reddedilmiş, geri çevrilmiş ya da


kovulmuş, ştılmış) s. ve a. Hak dergâhından kovulan, yoldan düşen
bir kimseyi ya da bu kimsenin durumunu belirtmek için kullanılır.
(ANSİKL.)
-ANSİKL. A levilik -bektaşilik'te, 1- K u ra n da evlenilmesi
yasak edilmiş kimselerle evlenilmesi;
2- İk ra rd a n dönülm esi ve
3- Zinada bulunulması durumlarında yoldan düşme söz konusu

237
olur. Yoldan düşme, en ağır yaptırımdır; o kimse artık ömrü boyunca
alevi topluluklarında bulunamaz; merdud kabul edilir; ölümleri ha­
linde bile cenazeleri yıkanmaz, nam azlan kılınmaz.

M E R İ H Ar. (merih) a. Dokuz gök sıralamasında yer alan


gök katı.

M E R S İ Y E Ar. (m e r s i y e ) a. A le v i-b e k ta ş i edebiyatında


K erb ela şehitlerinin acısını, ehlibeyt sevgisini işleyen, hece ya da
aruz ölçüsünde yazılmış şiir.

M E R T Far. (merd, adam, kimse, kişi) a. E r, eren. veli.


*Merd-i H û d a; E rm iş kişi, eren; T an rı adamı.
*Merd-i kâm il: Olgun insan.
*Merd-i m e rd a n : Yiğitler yiğidi, bu anlamda Hz. Ali.
*Merd-i m eydan: Savaş alanlarının yiğidi anlamında Hz. Ali.
*Merd-i m u tla k : K âm il insan.

M E R T E B E Ar. (mertebe, derece, rütbe) a. T an rı yolundaki


ta rik a t yolcusunun ulaştığı, erdiği aşam a.
* M ertebe-i in san -ı k â m il: Olgun ve kusursuz insanlık
aşam ası.

M E R T L İ K a. M ert olma durumu, m e rt kimseye özgü ni­


telik.

M E R V A N (E m ev iler'den M e rv a n ile r ¿otonun kurucusu


ve halifesi [615-685]) a. Peygamber soyunun azılı düşmanlan arasında
yer alan Mervan'm adından esinlenerek, aynı durumda görülen yoldan
düşen bir kimseyi tanımlamak için kullanılır.

238
M E R V A N İ a. E m eviler'in M e rv a n ile r kolundan olan kim­
se. topluluk.

M E R V A N İ L E R a. E m e v ile r'in . M e r v a n 'ı h a life kabul


eden kolu.

M E R V E Ar. (M e r v e . M ekke'de Safa D abi'nin karşısında


yer alan, hac farizasının vaciplerinden olan say'ın yapıldığı tepe) a.
Allah'ın nişanı olarak bilinen bu tepeden esinlenilerek aynı anlam da
algılanan Hz. Ali.

M E R Z İY E Ar. (merziyye) s. Hoşnut, razı olan, beğenen.

M E S H Ar. (m e s h . el ile sürme) a. T a h a re t-i sugrada başı


ıslak el ile sıvazlama.
*Mesh etmek: Başı ıslak el ile sıvazlamak.

M E S L E K Ar. (m eslek, gidilen yol, seçilen uğraş) a. T a rik a t


yolcusunun. T an rı’ya ulaşmak için benimsediği manevi uğraş.

M E S N E V İ Ar. (M e s n e v i) a. Mevlânâ Celalettin Rumi'nin


Farsça manzum yapıtı.

M E S T Fars, (mest, kendinden geçmiş olan) s. İlahi H akk'ın


özünden tadıp kendinden geçmiş olanların durumunu belirtmek için
kullanılır.
*Mest olm ak: İlah i H akk'ın özünden tadarak kendinden
geçmek.

M E Ş A Y İ H Ar. (meşâyih < şeyh'in çoğulu) a. Şeyhler.

239
M E Ş İ H A T Ar. (m e ş i h a t ) a. M ü r ş itlik , p o s tn işin lik .

M E Ş R E P Ar. (meşreb) a. 1- (Su içilecek yer, kaynak) Manevi


yoldan T anrı'ya ulaşma yolu olarak algılanan ta rik a t, ta rik a t bil­
g isi.
2- (Yaradılış, huy. karakter) T arik a t yolunda T anrı yolcusu
nun yaşam tarzı, duyuşu, tutumu, davranış biçimi.
*Mesreb-i Hüseyin: Hz. Hüseyin'in yolu, anlayışı.

M E T B U Ar. (m e tb ü ‘ < t e b a " dan) s. Kendisine bağlanılan,


uyulan.
*Metbu ocak: Kendisine bağlanılan büyük ocak.

M E V A L İ Ar. (m e v â li < m e v ta nın çoğulu) a. D e rv iş lik


aşamasına ermiş kimseler.

M E V A L İD Ar. (mevâlid, yeni doğmuş çocuklar, mevcutlar)


a. Mevalid-i selase: 1- Cansız varlıklar, bitkiler ve hayvanlar.
2- Bu üç varlık türünü inceleyen bilim; doğa bilimi.

M E V L A Ar. (m evla ) a. 1- T a n rı.


2- V elayeti olan kimse, veli.

M E V L E V İ Ar. (m evlevi < Mevlânâ Celalettin Rumi'nin


adından) a. M evlevilik’e bağlı kimse, topluluk.

M E V L E V İL İK a. Mevlana'mn [1207-1273] sağlığında onun


adına kurulmuş, Sultan Velet ve Ulu Arif Çelebi tarafından geliştiri­
lip yayılmış sünni bir ta rik a t. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Mevlevilik inancında; ru h , tanrısal bir evrenden in­
san gövdesine girerek yurdundan uzak düşer; bu nedenle, geldiği yere

240
dönmenin özlemi içinde yanar tutuşur. Gerçeğe ulaşabilmek, tutkular­
dan sıyrılmakla olanaklıdır; bu da ancak bin bir günlük çileyle sağlana­
bilir; ru h , tanrısal evrene dönüşle ölümsüzlüğe ulaşır.
M E V L İ T Ar. (mevlıtd. yeni doğmuş) a. 1- Hz. M u h am ­
met'in yaşamını ve erdemlerini anlatan manzum yapıt.
2-Bu yapıtın okunduğu dinsel tören.
*Mevlid-i A li: 1- Şah İsmail Hatai tarafından yazılan ve Hz.
Ali'yi öven, yücelten manzum yapıt.
2- Bu yapıtın okunduğu dinsel tören.

M E V T Ar. (mevt, ölüm) a. “Ölmeden evvel ölme" anlamında


algılanan nefsin isteklerini köreltme; nefsi öldürme, nefsi öldürerek
eline - beline - diline sahip olma.
*Mevt-i tabii: H ak k 'a yürüm e.

M E Y Fars, (mey, şarap) a. T an rı.

M E Y D A N Ar. (meydân, alan, ortalık) a. Tekkelerde cem'iıı


yapıldığı geniş oda; meydan odası. (ANSİKL.) [ 1]
*Mevdan açmak: T arikat erkânı gereği cem yapmak.
*Mevdan çerağı: H orasan çerağı.
* Meydan eri: Cem'e katılan canlardan her biri.
*Meydan eşiğine bas koymak: 1- Eşik öperek tarik ata bağlan­
mak.
2- Düşkünlük durumunun kaldırılması için meydan açılması ha
linde; düşkün olanın, eşik öperek kendini meydan erlerinin kolektif
yargılamasına teslim etmek ve bu yolla dedenin barışıklık sağla­
masını dilemek.
*Mevdan görmek: İk ra r vermiş olmak.
* Meydana niyaz etm ek: Bir aşam a olarak algılanan ve ta rik a t
yolunda cem ’e katılanları temsil eden meydana, bir dileğinin gerçek­
leşmesi için yakarmak.

241
*Mevdan ocağı: H azreti Fatm a Ocağı.
*Mevdan odası: Meydan.
*Mevdan reh b eri: Dedenin yöneteceği törenin hazırlık işlerine
bakma ve törenin yöntemine uygun biçimde gerçekleşmesini sağlama
hizm etini yerine getiren kimse.
*Mevdan tası: Meydanda, giriş kapısının solunda yer alan ve Kolu
Açık Hacim Sultan adına kurulan,suçluya ceza m akam ını temsil eden
taş. (ANSİKL.) [2]
*Mevdan-*ı e ren ler: Meydan erleri.
*Mevdan-ı m u h ab b et: M uham m et m eydanı.
-ANSİKL. [1], Meydan ya da meydan odası; alevi-bektaşilerde.
resmi tö ren yeridir; ibadet meydanı, eren ler meydanı ve k ırk la r
meydanı adlarıyla da anılır.
Meydanın giriş kapısının iç kısmına eşik; meydanın orta kısmına
d â r ya da dâr-ı M ansur denir. Genellikle giriş kapısının karşısında,
k ü re m akam ı olarak algılanan bir ocak (Hz. F atm a ocağı) bulu­
nur; ocak olmaması durumunda bunun yerine bir çerağ konur.
Meydana girene göre sağ taraf karşı köşede, yerden biraz yükseltil­
miş bir zemin üzerinde H azreti M uham m et m akam ı olarak algıla­
nan Ahmed-i M uhtar postu (m ürşit postu); postun solunda ka­
lan duvarın dibinde çerağ tahtı; bunun önünde ise meydan taşı bulu­
nur.
Ocaktan sonra sırayla giriş kapısının sol tarafındaki duvar boyun­
ca postlar sıralıdır; siyah renkli olan H orasan postuna kimse otur­
maz. boş tutulur.
A le v ilik - b e k ta ş ilik 'te meydan, bir i b a d e t yeri olarak
caminin yerini tutar: Ancak, cami'de şe ria t, meydan'da m arifet;
ca m i'de K ıb le y e dönüş, meydan'da karşılıklı kıble oluş vardır.
Cami'de hoca ve müezzin; meydan’da m ü rşit ve re h b e r bulunur;
cami'de yazılı K u ra n , meydan’da konuşan K u ra n okunur. Camii,
dünya meydanıdır, güven yeridir; orada yapılan ibadet borç ödemektir.
Meydan, büyük mahşerdir, insanı sonsuz yaşama götüren ölüm sahne­
sidir, bir k u rb a n yeri, sonsuz saltanat yeridir; orada yapılan ibadet

242
m iraca varmak içindir.
-[2] Meydan taşı, suçlulara ceza verilme yeridir; erenler yolun­
dan sapanlar burada terbiye edilir; sahibi. Kolu Açık Hacim Sultan'Air,
elinde. Hz. Ali'nin Zülfikâr'ını temsil eden tahta bir değnek vardır:
korkulacak, çekinilecek bir makamdır.

M E Y D A N C I a. 1- Ç erağ cı.
2- Kimi bölgelerde, cem 'deki on iki hizm et sıralamasında
gösterilen meydanı törene hazırlama ve çerağ ları uyandırma hiz­
metini gören kimse.
*Mevdancı baba: Meydanı yöneten baba.
* Meydancı postu: Meydandaki on iki post sıralamasında ye
alan San İsmail Sultan makam ı.

M E Y D A N C I L I K a. 1- Ç e ra ğ c ılık .
2- M eydancı olmanın gereklerini yerine getirme; meydancının
işi. görevi.

M E Y D A N E V İ a. P ir e v i’nde bulunan on iki evden biri;


pirevi'nin ibadete ayrılan bağımsız bölümü.
*Meydanevi babası: Meydanevini yöneten baba.

M E Y D A N S A Z I a. Sesinin yüksekliği nedeniyle açık yerlerde


çalınmaya uygun, on iki telli büyük saz.

M E Y H A N E Fars, (meyhane < mey, şarap ve hâne, ev) a. I-


“ İrşa t alman yer" anlamında d erg âh , tekke.
2- “T an rı'n ın evi” anlamında insanın gönlü.

M E Z H E P Ar. (mezhep, gidilen, tutulan yol) a. Bir din içindeki


anlayış farklılıklarından doğan kollardan her biri. (ANSİKL.)

243
-ANSİKL. Islanılık'ta, Ali'nin halife seçilemeyişi nedeniyle
inançlarda, birbirine karşıt yollar doğdu; bunların tümüne m ezhep
denildi.

M İ H M A N Fars, {mihman) a. 1- K onuk, misafir.


2- Bu geçici dünyada bir süre konakladıktan sonra tanrısal evr
ne göçecek olan insan.
*Mihman d e d e : İk r a r törenlerinde, ta rik a t erkânı gereği
bulunan konuk dede. (ANSİKL.)
*Mihman m eydanı: Mihman dede geldiğinde açılan meydan.
*Mihman-ı A li: T an rı misafiri anlamında Ali misafiri.
-ANSİKL. İk r a r töreninde, karıkoca birlikte nasip alır:
Kadın, başka bir kadının kocasının kardeşliği; erkek de başka bir erkeğin
karısının ka rd eşliğ i olarak m e y d a n a girer; kendilerinin, aynı
uyarıcı'daıı nasip alarak kardeş olmalarını sağlayan bu durum bile
bir kuşku uyandırmasın diye ik rar törenlerinde bir de mihman dede
bulunur ve karı ve kocanın her birine ayrı ayrı telkin yapar.

M İ H M A N D A R Fars, (m ihm ân-dâr < m ih m a n . konuk, mi­


safir ve -dâr. tutan) a. Bir konuğun yanma verilen, ona kılavuzluk eden
kimse.
*Mihmandan p o stu : M eydandaki on iki post sıralamasında
yer alan Hızır Aleyhis-sehım m akam ı.

M İ H M A N D A R L I K a. M ih m a n d a r olmanın gereklerini ye­


rine getirme; m ihm andarın işi, görevi.

M İ H M A N E V İ a. 1- Pirevi'nde ya da kimi büyük tekkelerde,


konukların ağırlanmasına ayrılan bölüm.
2- İnsanın, sonunda tanrısal evrene göçmek üzere geçici olar
konuk olduğu yer anlamında dünya.
*Mihmanevi babası: Mihmanevini yöneten baba.

244
M İ H M A N H A N E Fars. (m ih m a n -h a n e < m ih m a n . konuk
ve hâne, ev) a. M ihm anevi.

M İ H R A P Ar. (m ihrâb) a. E lestü m ih rab ı.

M İR A Ç Ar. (mi‘râc < ‘urûc. yukarıya çıkma, yükselme) a. 1-


Hz. M uham m et'in göklere yükselerek T a n r ı katına çıkması.
(ANSİKL.) f 11
2- Hak yü/ünü görme anlamında algılanan ik rar verme, nasip
alm a. (ANSİKL.) [2]
3- Hz. M uham m et'in birinci göğe yükselirken bindiği doğaüstü
varlık.
* Miracın kullu olsun !: İk ra r vererek, nasip alarak alevi ola
na. tören bittikten sonra söylenen kutlulama sözü.
-ANSİKL. [ 1] İslam inanç ve kaynaklarına göre Hz. M uham ­
met. peygamberliğinin X. yılında. Arap aylarından recebin 27. gecesi.
Tanrı'nın bir mucizesi olarak evinden alınıp önce Kudüs'teki Mescidi
Aksa'ya götürüldü, oradan da göklere. T an rı katma yükseltildi.
Miraç mucizesinin Kudüs'e kadar olan ilk bölümü, K uran'daki
İsra suresinde açıklanır; diğer aşamaları ise hadislere dayanır; bu ne­
denle miraç mucizesi, sünni ve şia inançlarında birbirinden farklıdır.
S ü n n i inanca göre; Hz. M uham m et evinde ya da K abe'nin
avlusunda uyurken C ebrail yanına gelir ve göğsünü yararak kalbini
yıkar; O n u B u ra k 'a bindirerek bir anda K udüs'e gölürür. H z.
M uham m et burada, öteki birçok peygamberin ruhlarıyla karşılaşır
ve onlara im am lık yaparak iki rekât n am az kıldırır. Sonra. C e b ­
rail'le birlikte “miraç" denilen doğaüstü varlığa binerek birinci göğe
yükselir; ardından m eleklerin yardımıyla yedinci göğe kadar çıkar;
buradan sidret ül-müııteha'yâ kadar C ebrail'in yardımıyla devam
eder; daha öteye R efref adlı doğaüstü varlığı kullanarak gider; en
sonunda R efref ten ayrılarak T an rı huzuruna ulaşır.
Söylenceye göre bu gece Hz. M uham m et ümmetine üç armağan
sunulur:

245
1- İslam itikat ilkelerinin özetlendiği Bakara suresinin son iki
ayeti.
2- A llah'a ortak koşan ya da O'nun varlığını tanımayanların
dışında kalan tüm ümmetin cennet'e gireceğinin müjdelenmesi.
3- İslam dininin en başta gelen ibadeti olan beş vakit namazın farz
kılınması.
A levilik-bektaşilik inancında ise miraç mücizesi çok farklı­
dır: C eb rail, Hz. M uham m et'e H a k k ın davetini bildirir ve O na
reh b erlik eder: sema'da önlerine bir arslan çıkar ve bir ses. “Ars!an
senden bir nişan ister, yüziiğiinii vn !" der; Hz. M uham m et,
yüzüğünü arslanın ağzına atar ve yoluna devam eder; bu arada içinden.
“Amcam oğlu Ali burada olsaydı bu arslanın hakkından gelirdi' diye
düşünür; sonunda Hz. M uham m et'e H ak tecelli eder ve H akk ın
yüzünü görür; sessiz ve sözsüz olarak doksan bin sır söyleşilir.
Hz. M uham m et miraç dönüşünde. K ırk la r ın sohbette ol­
dukları eve uğrar; kapıyı vurur; “-Kim o!” dediklerinde. “-Peygambe­
rimi" der; içeri girmesine izin vermezler; ancak “Yoksulların lıizınet-
çisiyiml" dediğinde, buyur ederler.
Selman Farisi dışarıda görevli olduğundan içeride otuz dokuz kişi
vardır. Hz. Ali'nin yanına oturan Hz. M uham m et. “-Siz kimlersi­
niz?" diye sorar; onlar da; “-Biz K ırklarız, hepimiz bir gönül, bir ci­
hetiz. Birimiz ne ise varımız odur" derler. Hz. M uham m et kanıt is­
teyince, Hz. Ali kolunu neşterle yaralar; hepsinin kolundan kan akar;
bir damla kanda çatıdan düşer; bu Sehnan'm kanıdır.
Daha sonra Selman, elinde bir üzüm tanesiyle içeriye gelir; Hz.
M u h am m et'e “Ey yoksulların hizmetçisi! Bu iizünı tanesini bize
taksim et" der; Hz. M uham m et, C ebrail'in getirdiği tabakta üzüm
tanesini ezerek şerbet yapar; hepsi bu şerbetle sarhoş olur ve ayağa
kalkıp “-Ya A llah!” diyerek sem ah dönmeye (dans etmeye) başlar­
lar.
A le v ilik - b e k ta ş ilik inancında C e b r a i l , H z. M u h a m ­
m e t'in sezgisel ak lıd ır; M u h a m m e t, kendi sezgisel a k lıy la
(C eb rail) ulaşıp yorumladığı şeylerin nereden geldiğini anlamak,
bilmek ister: söylencede geçen K ırk la r Meclisi bâtın âlem in.

246
gayb âleminin, tanrısal âlem in karşılığıdır; M uham m et'in ru h u
da gayb âlem inde olduğundan, her şeyin K ırk la r M eclisi’nden
geldiğini sezer ve onların bulunduğu kapıyı çalar; bu kapsamda miraç,
Hz. M uham m et'in K ırk la r Meclisi ne katılması. Ali'nin yolunu
bulmasıdır.
-[2] Hz. M uham m et'in K ırk la r M eclisi'ne katılması. A li
yolunu tanıması anısına alev i-b ek taşilerd e ik ra r verm eye, yani
nasip alm aya miraç adı verilir: Miraç, nefsin ölümünü, ta r ik a t
yolunda yeniden doğuşu; anasız-babasız olarak dünyaya ikinci kez
gelişi simgeler; bu yeni yaşamda m ürşit baba, re h b e r an a olarak
algılanır.

M İ R A C İ Y E Ar. (m i ‘râciyy e) a. M ira ç n a n ıe .

M İ R A Ç L A M A a. A lev i-b e k ta şi tö re n le rin d e yapılan ilk


sem ah. (ANSİKL.)
-ANSÎKL. A levi-bektaşi sem ahlarında belli bir sıra vardır:
Saz. öpülerek alınır ve çalınmaya başlar; nefes ve deyiş denen parçalar
okunur. M ü rşit görevindeki dedenin, işaretiyle sem ah başlatılır; ilk
oyun miraçlamadır.
Simgesel düzeyde m ira c ın işlendiği miraçlama, kısa bir
semahtır; yeldirm e bölümü ve duası yoktur. Temelde iki ana figüre
dayanır; uçma olayının işlendiği el-kol hareketleri ve yürüyüş-ayak
hareketleri.

M İ R A Ç N A M E Ar. + Fars. (m i 'r â c - n â m e < Ar. m i ‘r â c ,


çıkılacak yer. merdiven ve Fars, nâme, mektup) a. Peygamberin miraç
yolculuğunu ve dönüşünde K ırk la r Meclisi'ne katılışını anlatan
dinsel yapıt.

M İ R A T Ar. (mi'at) a. Ayna.

247
M İS A L Ar. (m i s â l , düş, rüya) a. Beş evren sıralamasında son
sırada yer alan; bütün varlıkların, biçimleri ve özleriyle en olgun nite­
likte bulundukları evren; misal âlem i (ANSİKL.)
-ANSİKL. Alevi-bektaşi düşüncesinde, beş ayrı evren vardır:
Bunlar;
1- L ah u t; kesin v arlık evreni.
2- C e b e rû t; bütün varlıkların T a n r ı bilgisinde toplandığı
evren.
3- M elekût; T an rı bilgisinde toplanan gerçeklerin açılıp ortaya
çıktığı evren.
4- N asut; T an rı bilgisinde toplanan varlıkların madde biçimi­
ne girerek görünüş alanına çıktığı evren.
5- Misal.

M İS K İN Ar. (miskin, zavallı, biçare, tepkisiz kimse) a. Kendi­


sine hiçbir varlık tanımayan derviş.

M İ S K İ N L İ K a. M isk in olma durumu, m iskin d erv işin


özelliği.

M İ Z A N Ar. (mizan) a. Burçlar sıralamasında yer alan ve te­


raziyle temsil edilen burç; terazi burcu. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Z o d y ak , insan biçiminin göklere yansımasından
kaynaklanan bir “burç insanı"dır; mizan, bu “burç insanının, yargıla­
mayı, iyiyi kötüden ayırmayı anlatan böbreklerini temsil eder.

M U F A D D İ L E Ar. ( m i f a d d i l e ) a. H alife liğ in Ali ile


oğullarının hakkı olduğunu savunanlar.

M U G A N Fars, (muğân) a. T a rik a t büyüğü.

248
M U H A B B E T Ar. (m u h a b b e t) a. 1- T an rı'y a, ta r ik a t u lu ­
larına ya da tarik at yolunda yapılan bir işe, eyleme karşı gönülde uya­
nan sevgi, bağlılık.
2- Bir şikayetin, sorunun tartışılıp değerlendirilmesi, bir sonuca
bağlanması için yapılan cem töreni; muhabbet m eydanı.
3- Gençleri görgü ayinine hazırlamak için yapılan cem töreni;
muhabbet m eydanı.
4- A dak m uhabbeti.
* Muhabbet m eydanı: Muhabbet.
* M uhabbet-i e h lib e y t: Hz. M uham m et soyuna sevgi ve
bağlılık

M U H A C İ R Ar. (m uhacir, göçmen) a. Hz. M uham m et'ten


önce, onunla birlikte ya da ondan sonra Mekke'den Medine'ye göç etmiş
kimse, topluluk.

M U H A C İ R İ N Ar. ( m u h a c ir in < m u h a c i r i n çoğulu) a.


Hz. M uham m et'le Mekke'den Medine'ye göç edenler.

M U H A D A R A Ar. (m u h* a d a r a , birlikte olma < h u z u r 'dan)



a. Kalbin, gönlün H akk ın huzurunda olması durumu.

M U H A D D E S Ar. ( m u k a d d e s , haber verilmiş, şükranla


bildirilmiş) s. Kendilerine ilham gelen velileri tanımlamak için
kullanılır.

M U H A D E S E Ar. (muhadeşe. konuşma, sohbet) a. H ak k 'ın


kuluna, madde âlemindeki varlıklardan hitap etmesi.

M U H A L Ar. (muhal) s. Olanaklı olmayan olanaksız.

249
M U H A M M E T (İslam peygamberi [571-632])
*M uham m et-Ali divanı (m ey d a n ): M eydan.
*M uham m et-A li se m a h ı: T a h ta c ıla r da, dinsel tö re n le rin
açılış sem ahı (ANSİKL.)
*Muhammet m iraçtan indi sem ah ı: M iraçlam a.
*Muhammet ra h ı: Hz. Muhammet yolu.
-ANSİKL. D ede'nin sazcıya hayır d u a etmesinden sonra,
“üçler" aşkına üç kez birer çift (bacı-erkek) kalkıp sem ah döner;
ardından “Hu" çekilir ve dedenin izniyle oturulur.
Daha sonra, “Üçlen sonra kırktınız bir. birimiz kırk" denilir ve üç
çift birlikte kalkıp sem ah dönmeye başlanır.

M U H A R R E M Ar. (m u ha rrem ) a. Kameri ayların birincisi.


*Muharrem a y in i: A şure töreni.
*Muharrem k u rb a n ı: Aşure töreni.
*Muharrem m atem i: M atem .
*Muharrem o ru c u : M atem orucu.
*Muharrem yas tö re n i: Aşure töreni.

M U H A R R E M İ Y E Ar. (m u h a r r e m iy y e ) a. M a k te l.

M U H A S E B E Ar. ( m u h a s e b e . karşılıklı hesap görme,


hesaplaşma) a. T a rik a t yolcusunun, kendi kendini eleştirmesi,
kendisiyle hesaplaşması.

M U H İP Ar. (muhibb. sevgi besleyen, seven, dost) a. 1- T a ri­


kata girmiş, ancak ik ra r verip derviş olmamış kimse. (ANSİKL.)
2- T arikata girmemiş, ancak tarikata karşı ilgi duyan, sevgi bes­
leyen kimse.
*Muhip meşrep ta lip : Bilgili olmasına karşın henüz H akk'm
m uhabbetini fark edemeyen talip.

250
-ANSİKL. Muhip, tarikatta belli bir deneme süresini doldurur;
başarılı görülürse ik ra rı alınıp dervişlik aşam asına yükseltilir.

M U H İB B A N Ar. - Fars, (muhibbân. dostlar, sevgililer < Ar.


m uhibb'in Fars çoğulu) a. M u h ip ler.

M U H İ B B A N E Ar. - Fars. (m u h i b b a n e . sevgiliye, dosta


yaraşır biçimde < Ar. muhibb ve Fars -âne'den) be. M uhibe yaraşır
biçimde.

M U H İ B B E Ar. (m u h i b b e < m u h i b b 'm dişili) a. Kadın


m uh ip .

M U H İP L İK a. 1 -T a rik a t yolunda m uhip olmanın gerekle­


rini yerine getirme; m uhipin görevi.
2- Derece sıralamasında dervişlikten önce gelen ve m uhipler-
ce temsil edilen aşam a.

M U K A B E L E Ar. (m u k a b e le . karşı karşıya olma, yüzyüze


gelme) a. M ü rşitin gözetiminde dervişlerin bir araya gelerek zikir
yapmaları.
*Mukabele günü: Dergâhta ayin yapılan gün.

M U K A D D E M Ar. (mukaddem < takdim den) s. Önce gelen,


önceki.
*Mukaddem-ül-mütefekkiıin; “Düşünenlerin öncüsü" anlamında
Hacı Bektaş Veli'yi tanımlamak için kullanılır.

M U K A L L İT Ar. (mukallid. taklit eden ya da birine benzeme­


ye çalışan kimse) *MukaIlit meşrep ta lip : T a rik a t yolunu kolay

251
aşılır sanarak heves eden talip.
M U M Fars, (müm ) a. Ç erağ.
*M u m -p erv an e: Â şık-m aşuk.
*Mum söndürme: Çerağı sır etme. (ANSİKL.)
-ANSİKL. “Mum söndürme" konusunda; kaynağını Sünni­
lik ten alan ve A nadolu alevilerine. özellikle k ızılb aşlara yöne­
lik olarak geliştirilen bir iftira vardır. Gerçekle hiçbir ilgisi, ilintisi bu­
lunmayan. alevilik-bektaşiliği bütün kuramlarıyla dinsiz, sapkın
sayan. Anadolu uygarlığından habersiz, kendi tarihinin cahili kimsele­
rin elinde beslenip büyütülen bu suçlamanın tarihi, oldukça eskilere da­
yanır.
Resmi dünyayla barışık ve onun bir parçası durumunda bulunan
Sünnilik; hemen her şeyi sünni anlayışla açıklama kolaycılığı ve bu­
nun dışında bir gerçek tanımama bağnazlığıyla bu tür iftiralar için “vî -
rimli bir tarla' durumundadır.
S ü n n i anlayışta kadın, erkekten sonra gelir, ondan geridir;
kadınlar örtünür, erkekten kaçar; kadın-erkek topluluğu oluşturma
yoktur. A levilik-bektaşilik'te ise kaç-göç yoktur; kadın-erkek eşit­
liği. kadınlı-erkekli tören düzenleme geleneği vardır. Bu törenlere
evli olmayan erkekler giremez; evli erkek eşiyle birlikte gelir; töreni
yöneten yetkilinin gerekli görmesi durumunda kadın kurallara uygun
olarak içki de dağıtabilir. Eskiden törenlerin yapıldığı yerler mum ya
da yağ lambalarıyla aydınlatılırdı; görevli, tören başlamadan bu mum
ya da lambaları yakar, tören bitiminde ise söndürürdü. Kadın-erkek bir­
likte içkili tören yapmayı, büyük bir günah olarak algılayan sünni
anlayış, sembolik anlamda içilen ve kökeni K ırk la r M eclisi'ne
dayanan içkiyi de abartarak, “Alevi-bektaşiler kadın-erkek bir araya
toplanır; içki içip sarhoş olduktan sonra, mumları söndürerek cinsel
ilişki dahil her türlü ahlaksızlığı yaparlar" yalanını üretir.
Gerçek hiç de böyle değildir; tö ren le r, camii karşılığı olarak
algılanan m eydan da yapılır; tören namaz gibi bir ibadettir; bu iba­
det yerine getirilirken, hiç kimse ta rik a t kuralları dışına çıkamaz.

252
M U R A K A B E Ar. (m urakabe. bakma, gözetleme) a. T a rik a t
yolcusunun, kendi iç dünyasına yönelerek kalbinde, gönlünde
Tanrı'ya bakması; derin düşünceye dalarak kendini T an rı üzerinde
yoğunlaştırması.

M U R A K K A A Ar. ( m u r a k k a ‘a < m u r a k k a ' , yama yapıl­


mış, yamalı) a. D ervişlerin, dü n y a malına önem vermeme ve al­
çakgönüllülük simgesi olarak giydikleri yamalı hırka.

M U R T A Z A Ar. (m u r ta z â ) a. Hz. Ali'nin lakabı.

M URTAZAVİ Ar. (m u rta zâ vi) s. Hz. Ali'yle ilgili. Hz.


Ali'ye ilişkin olan.

M U S A F A H A Ar. ( m u s a f a h a . el sıkışma, tokalaşma) a.


Karşılıklı saygı, sevgi gösterme olarak algılanan; sağ eller, başparmak­
lar birbirine karşı ve yukarı kalkık biçimde avuç avuca tutulup öne doğru
yavaşça eğilme biçiminde uygulanan bir selamlaşma. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Kimi durumlarda, bu selamlaşmanın bir parçası olarak
karşılıklı birbirinin elini öpme geleneği de vardır.

M U S A H İ B E Ar. (m usahibe
• *
< m u sâh
« •
ib 'in dişili)
3
a. Kadın
m u sah ip .

M U S A H İ P Ar. (m u s a h i b , arkadaşlık eden, sohbeti güzel


olan) a. İk ra r verecek, nasip alacak erkek ve kadının (karı-koca) seç­
tiği kefil anlamında eş; yol arkadaşı, yol kardeşi. (ANSİKL.)
*Musahip ay in i: İk ra r verm e erkânı.
*Musahip evi: Kimi bölgelerde cemevi'ne verilen ad.
*Musahip kavline girme: Alevi meydanı.
*Musahip k u rb a n ı: İk ra r verme erkânı.
*Musahip tutma: İk ra r verm e erkânı.

253
-ANSİKL. İk ra r töreninde, karı-koca birlikte nasip alır;
kadın, bir başka kadının kocasını; erkek de başka bir erkeğin karısını mu­
sahip seçerek meydana girer.

M U S A H İ P L İ s. İk r a r verm iş, nasip alm ış olan.


*Musahipli olmak: İk ra r verm iş, nasip alm ış olmak.
*M usahipli olm am ak: İ k r a r verm em iş, nasip alm am ış
olmak.

M U S A H İP L İK a. M usahip olmanın gereklerini yerine getir­


me; m usahip'in görevi.

M U S H A F Ar. (m u s h a f , sayfalardan oluşan kitap) a. Halife


Osman döneminde çıkarılan elyazması K u ra n : mushaf-ı O sm an,
Osm an K uranı. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Peygamberin ölümünden sonra devletin sınırları ge­
nişleyince K u ra n , farklı bölgelerde farklı biçimde yorumlanmaya
başlandı. Olumsuzluğu ortadan kaldırmak üzere Ömer'in önerisiyle
Ebubekir tarafından bir kurul oluşturuldu; ayet ve sureler toplandı,
saklaması için Ömer in kızı Hafsa'ya verildi. Ancak, K uran'ın okun­
masında ve yorumlanmasındaki çelişkiler bir türlü giderilemedi; du­
rum Halife Osman'a ulaştırılınca yeni bir kurul oluşturuldu; Kurul
sayfaları kitaba dönüştürdü; daha önceki sayfa ve yazılar yakıldı ya da
yokedildi; mushaf-ı O sm an adı verilen bu yeni Kuran, çoğaltılarak
büyük kentlere gönderildi.
Mushaf-ı O sm an , bir sürü tartışmayı da beraberinde getirdi.
Haşimi lehçesiyle inen K u ran, Kur ey § lehçesine çevrilmişti; anlam
kaymaları olduğu savıyla Haşimiler, musaf-ı O sm an’ı kabullenmek
istemedi.
Hz. A li'nin iniş tarihlerine göre sıraladığı sureler. Kurul
tarafından kabul edilmedi; bu durum, Ali yandaşlarınca ehlibeyt'e
ilişkin ayetlerin Mushaf-ı Osman'a alınmadığı biçiminde yorumlandı.

254
Sonuçta, peygamber, dönemindeki 6666 ayet. Halife Osman
dönemindeki düzenlemeyle 6234’e inmiş oldu; daha önceki belgeler
yakıldığı ya da yokedildiği için eksik olarak gözüken 432 ayetin ne
olduğu tam olarak bilinmiyor.

M U T A S A V V I F Ar. (m u ta s a v v ıf) a. T a sa v v u f düşünce ve


yaşamını benimsemiş olan kimse.

M U T E Z İ L E Ar. (mu'tezile, bir kenara çekilenler, ayrılan-


lar) a. Vasıl bin Ata tarafından kurulan akıl ilkelerine dayalı mezhep.
(ANSİKL.)
-ANSİKL. Muntezile inancında insan, bir akıl varlığıdır; bu
nedenle tüm eylemlerinde ölçü akıl olmalıdır; insan, yazgısından
değil, akıl varlığı olduğu için ancak yaptığından sorumlu tutulabilir;
elinde olmadan, yazgı gereği yaptığından sorumlu değildir.

M U T L A K Ar. (m u t l a k ) a. Önsüz-sonsuz olarak algılanan


özlük.
* Mutlak a d e m : Z ulm et olarak algılanan, olmayan ve olması
olanaklı bulunmayan adenı.
*Mutlak b irlik : Tanrısal b irlik .
*MutIak güzellik: T anrı.
* Mutlak h a k ik a tle r m a k a m ı: Salt g erçek lik ler aşam ası.
* Mutlak varlık: T an rı.
* Mutlak zaman: Ö n süz-sonsuz olarak algılanan zaman an­
lamında T an rı.

M U T M A İN Ar. (mutma’in) s. Gönlü kanmış, inanmış olan.

M Ü B E L L İ Ğ ar. (mübellig < tebliğ, götürme, taşıma) s. Ha­


ber veren, tebliğ eden.

255
M Ü B İN Ar. (m übin) s. 1- İyiyi kötüden ayıran, ayırabilen.
2- Açık, belli.

M Ü C A H E D E Ar. (m ücâhede. savaşma, savaş) a. T a r ik a t


yolcusunun nefsine karşı açtığı mücadele.

M Ü C E R R E T Ar. (m ücerred, cisim halinde olmayan, soyut­


lanmış, soyut) s. ve a. Bektaşilik'in babagan kolundan, hiç evlenme­
miş ve m ücerretlik ik rarı vererek evlenmemeye söz vermiş derviş,
baba için kullanılır.
*Mücerret an d ı, mücerret ay in i, mücerret b a b a la r tö re n i,
mücerret i k r a r ı : M ü ce rretlik ik ra rı.
*Mücerret K o l: B ek taşilik'in babagan kolu.

M Ü C E R R E T L İ K a. 1- M ü c e rre t olma durumu; m ü c e rre t


olmanın gereklerini yerine getirme.
2- B ektaşilik'in babagan kolunda, mücerretlik ik ra rı verile­
rek ulaşılan ve m ü cerret dervişlerle temsil edilen aşam a.
♦Mücerretlik andı, mücerretlik ayini: Mücerretlik ik ra rı.
♦M ücerretlik i k r a r ı : B e k ta ş ilik 'in b a b a g a n k o lu n d a ,
aşamasını tamamlayan derviş yapılan bir törenle; hiç evlenmemeye,
kendini tarik ata. Ali yoluna adamaya söz verme. (ANSİKL.)
♦Mücerretlik küpesi: M enguş.
-ANSİKL. Belli d erg âh lard a yapılan bu tö re n e , yalnızca
aşamasını tamamlamış d ervişler katılır: T a r ik a t kuralı gereği
canın, saç. sakal, bıyık ve kaşları tıraş edilir; sağ kulak memesi deline­
rek, evlenmemeye söz vermenin. Ali'ye ve ta rik a t ulu ların a
bağlılığın simgesi olarak algılanan m enguş takılır.

M Ü C E S S İ M E Ar. (m ü c e s s im e < c is m , beden, gövde) a.


Tanrı. Âdemi kendi benzeri olarak yarattığına göre kendi de insan biçi­
mindedir. savına dayanan bir mezhep. (ANSİKL.)

256
-ANSÎKL. Mücessime inancında Tanrı'ya nesnel bir varlık nite­
liği yüklenir: O, arşta oturur; gövdesi, eli, kulağı vardır; bir insan gibi
görür, işitir, öfkelenir ve sevinir.

M Ü C TEBA Ar. (müctebâ. seçilmiş, seçkin) a. İmam Haşan' ın


lakabı.

M Ü Ç T E H İ T Ar. (m ü c te h id , gücü yettiği kadar çalışan) a.


Dinsel kaynaklardan yararlanarak hüküm çıkaran fıkıh bilgini.

M Ü H Ü R Fars. (m ü h r ) a. 1 Gül.
2- Nam az m ü h ü rü .
*Mühr-i n ü b ü v v et: Son peygamber anlamında Hz. M uham ­
m et.

M Ü H Ü R L E M E K f. A yak m ü h ü rlem ek .

M Ü K Â Ş E F E Ar. (m ü k a şe fe , inceleme, açığa çıkarma) a. 1-


Sezgiye dayanan bilgi yolu.
2- Bu yolla tanrısal sırların hakikat ehline görünmesi hali.

M Ü L H İ M E Ar. (m ü l h i m e ) s. İçine doğduran, ilh a m ,


veren.

M Ü L H İ T Ar. (mülhid) s. T a n rı tanımaz, dinsiz, inançsız.

M Ü L K Ar. (m ülk) a. Maddi âlem .

M Ü M İN Ar. (m ü ’m in ) s. ve a. Müslüman.

M Ü M İN İN Ar. ( m ü ' m i n i n < m ü ’m i n ' in çoğulu) a.


Müslümanlar.

257
M Ü M K Ü N Ar. (m ü m k i n , olanaklı) s. Mümkün ad em : Ol­
mayan, ancak olması olanaklı olan adem.

M Ü N A C A T Ar. (münâcât. gizlice söyleşme, fısıldaşma) a. 1-


T anrı'ya yakarma, ta rik a t ulularını övme, onlara bağlılığım bildir­
me.
2. Bu konulan işleyen şiir ya da düzyazı.

M Ü N A F IK Ar. (m ü na fık) s. ve a. İnanmamasına karşın inanır


görünen, içi dışı bir olmayan.

M Ü N A S A F E Ar. (m ün a sa fe. yarı yarıya bölüşme, eşitlik) a.


H akk'la halkla güzel muamelede bulunma.

M Ü N İB Ar. (m ü n i b , H a k yoluna giren, tövbekâr) s. 1- Her


şeye yüz çevirerek Tanrı'ya yönelen.
2- Acemilik dönemini tamamlayarak dervişliğe kabul edilen.

M Ü N İR Ar. (m ünir < n u r, ışık) s. Işık veren, nurlandıran.

M Ü N K İR Ar. (m ü n k ir , inkâr eden) s. ve a. İk ra rd a n dönen


kimse için kullanılır.

M Ü N T E IIA Ar. (m ün teh a) s. 1- Sona ermiş olan.


2- a. Son, uç.

M Ü R C İE Ar. (mürci’e) a. Bilmeden inanılmaz, ib ad et yapı­


lmaz; önemli olan Tanrı'yı, peygamberi anlamak, sevgi-saygı göster­
mektir; eğilip kalkmak değil; insan büyük suç işlemekle dinden çıkmaz;
onların durumlanm Tanrı'dan başka kimse bilemez anlayışında olan ve
sünni inançlara karşı çıkan bir mezhep.

258
M Ü R D E Fars. (mürde) s. ve a. Ölmüş olan, ölü.

M Ü R E B B İ Ar. (m ü reb b i, eğitici) a. M ü rşit.

MÜRG Fars. (mürg ya da murğ. kuş) a. R uh. (ANSİKL.)


-ANSİKL. T a rik a t yolcusu için asıl olan “ölm eden evvel
ö lm e k ’tir; yani nefsini yenerek H ak yolunda ilerlemektir; böyle bir
durumda; mürg (ruh), kafes olarak algılanan gövdeden kurtulur ve kuş
gibi kanatlarını açarak tanrısal âleme doğru uçar.

M Ü R İ T Ar. (mürid) a. T a r ik a ta giren, bir m ü rş it e, p ire


bağlanan kimse, derviş.

M Ü R İT L İK a. M ü rit olma durumu; m ü rit olmanın gerekle­


rini yerine getirme.

M Ü R Ş İ T Ar. (m ü rşid , kılavuz, uyarıcı) s. ve a. M ü ritlerin e


kurtuluş yolunu ve tanrısal sırların çözümünü gösteren, dervişleri
yöneten ve yönlendiren, sözü yasa niteliği taşıyan, üstün aşamalı ta ri­
k a t ulusu.
*Mürşit evi: D ergâh.
♦Mürşit p o s tu : A hm ed-i M u h ta r Postu.
*Mürşid-i a z a m : Hz. M uham m et.

M Ü R Ş İT L İK a. 1- M ü rşit olma durumu; m ü rşit olmanın ge­


reklerini yerine getirme.
2- Derece sıralamasında, ulaşılan en üst aşama.

M Ü R Ü V V E T Ar. (m ü r ü v v e t , adamlık, insanlık, yiğitlik,


mertlik) a. Büyüklük, ululuk, bağışlama.
*Mürüvvet dilemek: Suç işlemiş biri, m ey d an ’da d â r ’a durup

259
kendisi için mürüvvet meydanı açılmasını istemek.
♦Mürüvvet m eydanı: Suçlunun topluma geri dönebilmesi için
küçük suçlarda kırk gün sonra, büyük suçlarda verilen cezanın bitimini
izleyen günlerde yapılan tören.
♦Mürüvvet tası: M eydan taşı.

M Ü S A M E R E Ar. (m ü sâ m e re, gece sohbeti) a. 1- T a n r ı’yla


insan ruhu arasında yapıldığına inanılan gizli görüşme.
2- T anrı'nın gayb âleminde a rifle re hitabı.

M Ü Ş A H E D E Ar. (müşahede, görme) a. Tanrısal sırları ve


tecellileri seyretme, bu yolla tanrısal âlem i görme.

M Ü Ş E B B İH E Ar. (m üşebbihe, benzetenler) a. M ürcie.

M Ü Ş R İK Ar. (m ü şrik) s. ve a. Birden fazla T a n rı olduğuna


inanan, T an rı’ya ortak koşan kimseler için kullanılır.

M Ü Ş T E R İ (Jüpiter gezegeni) a. Dokuz gök sıralamasında yer


alan gök katı.

M Ü T E E H H İL Ar. (m üte’ehhil) s. Evli olan, evlenmiş.

260
N
N A A T Ar. (n a 't , övme, överek anlatma) a. Hz. M uham m et'i
övmek, ona yalvarıp şefaat ve bağışlama dilemek için yazılmış şiir.
*Naat-ı A li: Hz. Ali için yazılmış övgü şiiri.

N A C İ Ar. (nâci < necat, tehlikeli bir durumu atlatma, kurtu­


luş, kurtulma) s. Esenliğe ermiş, kurtulmuş.

N A C İ Y E Ar. (nâciye < naci'rim dişili) s. N aci.

N ÂD İ Ar. (nâdi. haykıran, seslenen, çağıran)


*Nadi A li: “Al i ’ve seslenme". “A li'v/ yardıma çağırma"
anlamında sabah ve akşamları ya da tö ren le rd e okunan bir dua.
(ANSİKL.)
-ANSİKL. B ektaşi inancında; “Hz. Ali 'de olağanüstü hal/er
göründü. Sen vârisler (vekiller) arasında onun yardımını bulursun. Her
üzüntülü re sevinçli anlarında A li'nin dostluğu sana yetişir ve
kolaylıklar açılır" anlamına gelen Nâdi Ali'ye ilişkin kimi söylen­
celer vardır: Uhııt gazası sırasında bir ara güç duruma düşen Hz.
M uham m et. Cebrail'den öğrendiği Nâdi Ali’yi okur; bunun üzerine
Ali leb b eyk (buyurun) diyerek H z. M u h a m m e t'in yardımına
yetişir ve savaşçıları yüreklendirerek O ’nu güç durumdan kurtarır.

261
Kimi kaynaklarsa Nâdi A li’nin kızılbaş şairlerinden Zugaylı
Huzai'nm bir dörtlüğünden alındığını kaydeder.

N A H L Ar. (n a h» l) a. Arı, balansı.

N AİP Ar. (n a ‘ib) a. Birinin yerine bakan kimse vekil.

N AİPLİK a. Naip olma durumu; naip olmanın gereklerini yerine


getirme.

N A K İ B Ar. (n a k i b ) a. Bir tek k ed e m ü r ş it’e yardım eden,


onun buyruğu üzerine yerine geçen, onun adına iş gören derviş ya da de­
de.
*Nakib postu: M eydan daki on iki post sıralamasında yer alan
K aygusuz Sultan m ak am ı.

N AK İBL İK a. 1- N akib olma durumu; nakib olmanın gerekle­


rini yerine getirme.
2- Derece sıralamasında üstün aşama.

N A K İ B Ü L E Ş R A F Ar. (nakib ül-eşraf) a. Peygamber so­


yundan gelenlerin işlerine bakmak için, aralarından hükümet tarafından
atanan görevli.

N A M A Z Fars, (namaz. T an rı'y a ibadet biçimi) a. H alka n a ­


m azı.
*Namaz m ü h ü rü : K erbela toprağından preslenerek yapılmış
olan, namaz kılınırken secde edilen yere konan yuvarlak, dört ya da on
iki köşeli plak. (ANSİKL.)
*Namaz-ı tâ a t: Tanrı'nın buyruklarını, Ali yolunun gereklerini
yerine getirme.

262
-ANSİKL. Genellikle madeni para büyüklüğünde olan namaz
m ühürleri kutsal kabul edilen K erbela toprağından yapılır; eskiden
gezginci d erv işler tarafından dağıtılırdı. Yuvarlak olabildiği gibi
dört kapıyı ya da On İki İm am ı simgeleyecek biçimde dört ya da on
iki köşelidir. Üzerine A llah, M u h am m et. Ali, F a tm a . Haşan ve
Hüseyin isimleri yazılı namaz m ühürleri, temiz bir kese içinde sak­
lanır ve namaz kılınacağı sırada çıkarılarak alın üzerine gelecek biçimde
secde edilen yere konur.

N A M U S Ar. (namus) a. T an rı'y a yakın olan m elekler.


*Namus-ı e k b e r: C ebrail.

N A N Fars. (nân. ekmek) s. İyilikten anlayan, iyilik bilir kimse


için kullanılır.

NAN KÖ R Fars. - Tr. (nankör < Fars. nân. ekmek ve Tr. kör) s.
Yapılan iyiliğin değerini bilmeyen ve minnettarlık duymayan kimse
için kullanılır.

N Â P U H T Ii Fars, (na-puhte. pişmemiş, çiğ) s. Yeterince ol­


gunlaşmamış, deneyimsiz kimse için kullanılır.

N A S İ H A T N A M E Ar. + Fars, (n asih


• •
a t-n â m e < Ar. na si-

hat. öğüt ve Fars. nâme, mektup) a. Şah Hatai'nin, yol kurallarını


' anlatan m esnevisi.

N A S İP Ar. (nasib, birinin elde edebildiği şey) a. Nasip alma:


İk r a r v erere k ta rik a ta girme, bir m ü rş it'e bağlanma; i k r a r
verm e , el alm a.
*Nasip almak: İk ra r verm ek, el alm ak.
*Nasip m e y d an ı: Eş m eydanı.
*Nasip vermek: El vermek.

263
N A S U T Ar. (n â s u t , insanlar, insanlık) a. Beş ev ren
sıralamasında dördüncü sırada yer alan; T a n rı bilgisinde toplanan
varlıkların madde biçimine girerek görünüş alanına çıktığı evren; na-
sut âlem i. (ANSİKL.)
*Nasut âlem i: Nasut.
-ANSİKL. A le v ilik -b e k ta şilik inancında beş ayrı e v r e n
vardır:
1- L ah u t; kesin v arlık evreni.
2- C eberut; bütün varlıkların T an rı bilgisinde toplandığı ev­
ren.
3- M elekût; T anrı bilgisinde toplanan gerçeklerin açılıp ortaya
çıktığı evren.
4- Nasut.
5- Misal; bütün varlıkların gerçek biçim ve özleriyle bulunduk­
ları evren.

N A T I K Ar,, (natık < n u t k , söz. konuşma, söylev) s. 1- Söz


söyleyen, konuşan.
2- Düşünce öne süren, düşünen, anlayan.
3- Bir şeyi ifade eden, gösteren, bildiren.

N A T I K A Ar. (natıka < natık'm dişili) s. N a tık .

N A Z Fars, (nâz, cilve, eda) a. T anrı'ya yaklaşmanın ileri bir


aşam ası olarak algılanan; gönlün T an rı sevgisiyle dolup taşması so­
nucu aşırı bir coşkuya kapılıp söylenmemesi gereken sözleri söyleme.
(ANSİKL.)
*Naz ehli: H akk a nazı geçen. H akk’a karşı nazlanan veli.
-ANSİKL. Naz ehli'niıı coşku anında söylediği sözler. T a n rı
katında suç sayılmaz; aynı sözleri halkın söylemesi ise suçtur; yasakt­
ır; naz, ancak erm işlere özgü bir durumdur.

264
N A Z A R Ar. (nazar, bakma, bakış) a. M ürşit'in, kendini t a r i­
kata veren cana derin bakışı. (ANSİKL.)
* N a z a rım : A l e v i - b e k ta ş ile r in birbirine “s iz" yerine,
“görüşü benim gibi olan", anlamında kullandıkları bir seslenme
sözü.
-ANSİKL. A levi-bektaşi inancında; “Ehl-i dil in nazarı top­
rağı cevher eder". M ürşit'in bakışı (nazarı), ta rik a t yolcusunu ol­
gunlaştırır; onu kuşkulardan, kuruntulardan uzaklaştırır; gerçeğe,
güzelliklere götürür; ancak o zaman bakma, görme haline dönüşür.

N A Z E N İ N Fars, (nazenin, ince, narin) *Nazenin ta rik a tı; 1-


B e k ta ş ilik .
2- B ektaşilik'in bab agan kolu.

N E B İ Ar. (nebi < nübüvvet, peygamberlik) a. Peygamber.

N E B İ L İ K a. N ü b ü v v et.

N E C A T Ar. (necat, kurtulma, kurtuluş) a. H acı B ektaş


Veli yoluna bağlanma, onun yolunda yürüme.
*Necat bulm ak: Hacı Bektaş Veli yoluna bağlanmak, onun
yolunda yürümek.

N E F E S Ar. (n e fe s, soluk) a. 1- A le v i-b e k ta ş i şairlerin


tö ren le rd e, meclislerde ezgiyle okunan, ta r ik a t inançları ve bu
inançlarla ilgili olayların anlatıldığı koşma biçimindeki şiirlerine ve­
rilen ad. (ANSİKL.)
2- Bu şiirler üzerine bestelenen ve ezgi yalınlığı bakımından halk
türkülerine yaklaşan ilahi.
3- M ürşit'in. gönülleri ferahlandıran manevi gücü.
4- Cem lerde, kutsal olarak algılanan insan benliğine, kişiliğine
yönelik sözlere verilen ad.

265
*Nefes evladı: 1- B abagan kolu inancına göre; Hacı Bektaş
Veli'nin burun kanıyla gebe kalan Kadıncık Ana'dan doğan çocuk.
2- Yol evladı.
-ANSİKL. Nefesler, kutsal bir esin ürünü kabul edilir; genellikle
7, 8, 11 heceli kalıplarla söylenmiş 3-7 dörtlükten oluşur; aruzla
yazılmış nefesler de vardır. A levi-bektaşi felsefesinin özeti sayıla­
bilecek olan nefeslerde özetle şunlar anlatılır:
1- Bizler, bizi ebedi gerçeğin özüne götüren birlik dolusunu içtik,
bu nedenle şaraba gereksinmemiz kalmadı. Asıl gerçeğe, ebedi gerçeğe
ulaşarak H akk'a kavuştuk; bunun için m ihraba gereksinimimiz kal­
madı.
2- Bizim yolumuzda canın önemi yoktur, biz cananı arıyoruz.
G önlü K âbe bilir, gönüle ulaşma yolunun kurallarına uyarız. Biz;
bu nedenle insana secde ederiz; bizim için bundan başka bir ibadet
biçimi yoktur.
3- Söylediği sözleri; Tevrat'tan. İncil'den anlamlar taşıyan
K u ran 'ın gerçeklerini ortaya çıkaran bizleriz. Biz K u ra n ı insanın
yüzünde bulur ve oradaki K u ra n ı okuruz. Bize başkaca bir K u ra n
gerekmez.
4- Bizler. ebedi gerçekler peşinde koşmaktan yanıp yakılan ama
yılmayan insanlarız. Ezelde evet dedik ve bu sözümüzden asla
dönmeyiz. Biz zaten meleklerle dostuz. Bu nedenle, günah-sevap
melekleri bizim günahımızı-sevabımızı yazmayı bırakmıştır.

N E F H Ar. (nefh, üfleme) a. Ruh verme, canlandırma.


*Nefh-i ru h : 1- Tanrı'nın Adem peygambere nefesiyle can ver­
mişi.
2- C ebrail'in nefesiyle Bakire Meryem'i hamile bırakması.

N E F İ R Fars, (nefir) a. Gezici d erv işlerin , vahşi doğada


öttürerek hayvanları ürkütüp kaçırmak için boyunlarına ya da omuz­
larına asarak taşıdıkları, boynuzdan yapılmış boru.

’M )
N E F İS Ar. (nefs, öz varlık, benlik) a. 1- Bir varlığın, kendisin­
den ayrı bir v arlık olarak algılanan manevi gücü; ru h . (ANSİKL.)
[ 1]
2- Bir insanın içindeki yıkıcı arzular ve kötü duyguların tümü.
(ANSİKL.) [2]
*Nefs aşa m a sı: T a rik a t yolcusunun ru h sa l arınmaya ermek
için geçmek zorunda olduğu aşamalar sıralamasında yer alan ve duygu
egemenliğiyle belirgin olan ben makam ı.
* Nefsi kırmak: Nefsin isteklerinden sıyrılmak, arınmak.
* Nefs-i kül: 1- Akl-ı kül'den doğan evrensel ru h .
2- Havva.
-ANSİKL. [1] Varlığın, kendisinden ayrı canlandırıcı, etkin bir
güç olarak algılanan nefsin, temelde yedi türü vardır:
1- Nefs-i cemadi: Maddeyi bir arada tutan ve dağılmasına engel
olan güç; maddesel ruh.
2- Nefs-i nebati: Üremeyi, büyümeyi ve beslenmeyi sağlayan güç;
bitkisel ru h .
3- Nefs-i hayvani: Canlılardaki hareketi sağlayan güç; hayvansal
ruh. canlılık ruhu.
4- Nefs-i insani: Bütünü kavrama ve akıl yürütme gücü; insan
ruhu.
5- Nefs-i natıka: İnsanın canlılar arasındaki yerini belli eden güç.
cevher; insan ruhu.
6- Nefs-i kudsiye: Olanaklı olan her şeyi elde edebilme melekesine
sahip güç; kutsal ru h , ermişlerin ruhu.
7- Nefs-i kül: Akl-ı kül den sonra gelen, ondan etkilenen, etki
alan güç; bir insan gibi algılanan âlemin ruhu, canı.
Tanrı'nın yaratıcı gücü eyleme geçince; akl-ı kül. kendi özünden
etkilenen gücü doğurdu (nefs-i kül); Akl-ı kül ile nefs-i kül
ilişkisinden göklerle göklerin gövdeleri durumunda olan yıldızlar
belirdi; göklerin dönmesinden to p rak , hava, ateş ve su ortaya çıktı;
bu d ö rt u n su rla göklerin birleşmesinden de cahsı: maddeler, bitki­

267
ler ve insanlar yaratıldı.
T a n rı, görünüş alanına yine akl-ı kül olarak algılanan  dem
biçiminde çıktı; bu ilk insandan etkilenen, etki alan varlık olarak
Havva (nefs-i kül) doğdu; bütün insan soyu da bu iki kişiden (Âdem
ile H a v v a / Akl-ı kül ile nefs-i kül) geldi.
-[2J A le v ilik - b e k ta ş ilik inancında; insanda, her türlü
kötülüğü yapmaya yatkın duygu hali olarak algılanan nefis, en büyük
düşman kabul edilir; bu kapsamda en büyük savaş, insanın kendi içinde,
kendi nefsine karşı verdiği savaştır; gaza ya da cihat denince, insanın ken­
dini terbiye etmesi anlaşılır. İnsan nefsini yedi aşamada terbiye eder,
arındırır;
1- Nefs-i em m are: İnsanı günaha, kötülüğe ve şehvete zorlayan
duygu durumu; bütün kötülüklerin kaynağı kabul edilir.
2- Nefs-i levvame; Az da olsa eğitilmiş nefis.
3- Nefs-i mülhim e: Eğitilmiş olmakla birlikte yeterince olgun­
laşmamış, iyilik ve kötülüğe yönelik duygu durumlarının birlikte
yaşandığı nefis.
4- Nefs-i m u tm ain e: İyiliğe, gerçeğe yönelik duygu durum­
larının ağırlıkta olduğu nefis.
5- Nefs-i raziye: Tanrıdan gelen her şeyi hoşnutlukla karşılayan
nefis.
6- Nefs-i m erziye: Terbiye edilip olgunlaşmış, T anrı'nın sev­
gisini kazanmış nefis.
7- Nefs-i k âm ile: Bütünüyle olgunlaşmış, arınmış, en üst
aşamada bulunan nefis.

N E M E D Fars, (nemed) a. Keçe.

N E V Fars. (nev) s. Yeni.

N E V A F İ L Ar. (nevafil < n a file , farzların dışında kılınan


namaz) a. Yapılması farz olan ibadetlerin dışında kalan ve fazladan
yapılan ib ad etler.

268
N E V N İ Y A Z Fars. (nev-niyâz. bir işe yeni başlayan) a. T a r i­
kata yeni giren kimse.

NEVRUZ. Fars. (nev-rüz. yeni gün) a. 1- İlkbaharın başlangıcı


sayılan, güneşin balık burcundan çıkıp koç burcuna girdiği, H z.
M uham m et'in peygamberliğinin ilân edildiği, Hz. Ali'nin doğduğu
ve evlendiği gün olarak bilinen, eski İran takvimine göre yılın ilk günü
[21 Mart]
2- Bu günde yapılan bayram, kutlama, tören; nevruz bayramı, ne
ruz erkânı; nevruz k u rb a n ı nevruz töreni. (ANSİKL.)
*Nevruz bayramı, nevruz erkânı, nevruz kurbanı, nevruz töre-
ni: Nevruz.
*Nevruz sem ahı: Ege bölgesi T ahtacıları nın, nevruz da toplu­
ca oynadıkları bir semah.
-ANSİKL. Nevruz, dünyanın güneş çevresinde dönmesine göre
düzenlenmiş eski İran takvimine göre, geceyle gündüzün eşit uzunlukta
olduğu 21 Mart günü başlar.
Nevruz bayramı, alevi-bektaşilerin büyük bayramıdır. Sabah­
leyin nevruz e rk â n ı yapılır; nevruziyeler okunur, nefesler söyle­
nir, sem ah yapılır. Daha sonra topluca kırlara çıkılır, hazırlanan yiye­
cekler yenir, eğlenceler düzenlenir. Gece m eydan açılır, isteklilere
nasip verilir. 23 Mart günü mezarlıklarda ziyafet verilir.

N E V R U Z İ Y E Fars. - Ar. (nevrûziyye < Fars, nevruz ve Ar.


- iyye) a. N evruz konusunu işleyen şiir.

N E Z İ R Ar. (nezir) a. 1- A dak.


2- Uğur olsun, bereket olsun diye m ürşit'e verilen armağan.

NİDA Ar. (nida, çağrı, seslenme) a. Hakk'ın kuluna korkutmak


ve uyarmak ya da müjdelemek ve şereflendirmek için seslenmesi.

269
N İ Y A Z Fars, (niyaz) a. 1- Bir ta rik a t ulusuna, büyüğüne ya
da tarik atta bir m akam ı temsil eden şeye, yere ve bunlar aracılığıyla
T anrı'ya yalvarma, yakarma biçiminde uygulanan bir ibadet; niyaz
ayini. (ANSİKL.)
2- Birbirine gösterilen sevgi duygusu: saygı, hürmet.
3- Dilekte bulunma, dileme, rica.
4- Sunulan armağan, para.
*Niyaz durusu: Peym ançe.
*Niyaz durusunu almak: Peymançeye geçmek.
*Nivaz etmek: 1- Yalvarmak, yakarmak.
2- Saygı sunmak, hürmet etmek.
3- Dilekte bulunmak, dilemek, rica etmek.
*Nivaz penceresi: T ü rb e le rd e , yatırlara yakarmak, dilekte
bulunmak için dışarıdan bakılan küçük pencere.
*Nivaz perdesi: Sazda, ara nağmeleri bulmaya yarayan “fa” ve
“sol" seslerine verilen ad.
* Niyaz taşı: M eydan taşı.
*Nivaz vermek: Yalvarmak, yakarmak.
-ANSİKL. T an rı, gizli bir hâzineydi; bilinmek istedi, insanları
yarattı; insan aşk ile aşk için yaratıldı. A lev i-b ek taşilik ’teki ni­
yazın kökeni bu inanca dayanır: İnsana karşı dönülerek, insan kıble edi­
nilerek aslında büyük yaratıcıya yalvarılır, yakarılır; diğer yandan insan
onurlandırılarak, şereflendirilerek Tanrı'nın kendini tanımasına, bil­
mesine katkıda bulunulur; bu kapsamda Tanrı'nın insana gereksinmesi
olduğu vurgulanmış olur.

N İ Y A Z L A Ş M A K f. N iyaz etm ek.

N İ Y E T Ar. (niyyet) a. O ruç tutmaya, aptes almaya vb. karar


verdikten sonra, başlangıç duasını okuma.
*Nivet-i s a v m - ı a t s a n m ı : Susuzluk orucu niyetine.

270
*N ivet-i siv a m -ı m a te m in e : M atem oru cu niyetine.

N O K T A Ar. (n o k ta ) a. 1- H a k ik i b irlik , tüm ç o k lu ğ u n


aslı.
2- “Besm ele"nm “Srt"sının altındaki nokta anlamında H z.
Ali.
3- Gizli iken görünmek isteyip ana rahmine düşen insanın durumu.
(ANSİKL.)
-ANSİKL. Her şeyi harflerle açıklayan h u ru filik . alevilik-
bektaşilik'i derinden etkilemiştir. Bu inanca göre evrenin ve bütün
insanlığın gizi harflerdedir; otuz iki harf, “e lif ’ten çıkar; “e lif'in
öncesi de Hz. Ali olarak algılanan “Besmele"nin “B a'sının altında­
ki “nokta"dır. Yine insan, ana rahminde iken bir “nokta"dır; doğar
“ e lif” olur.

N Ö B E T Ç İ Kimi bölgelerde pervane'ye verilen ad.

N Ö B E T Ç İL İK a. Kimi bölgelerde pervanelik'e verilen ad.

N U K ABA Ar. (nukabâ’ < nakib'in çoğulu) a. 1- Bir tekkede


m ürşit'e yardım eden, onun buyruğu üzerine yerine geçen, onun adına iş
gören derviş ya da dedeler.
2- Gayb erenleri hiyerarşisinde yer alan, g a v sa bağlı erm iş
kişiler.

N U R Ar. (mir) a. E vrende görünür duruma gelen varlıklarda


beliren ve bir ışık, aydınlık, parlaklık biçiminde algılanan tanrısal öz,
ila h i belirti.
*Nura m u h ab b et: On İki İm am ı sevme.
*Nur-ı d a im : Ç erağ-ı Ali.
*Nur-ı ilahi: Her şeyin başlangıcı olarak algılanan T an rı ışığı.
*Nur-ı M uham m et, nur-ı n eb i: T a n rı dan ilk yaratılan ve ya-
271
ratılan her şeyin kaynağı durumunda olan ışık.
*Nur-ı v elay e t: Velilik aşam asına ulaşmış uluların ışığı.
*Nurun âlâ nur olsun: “Daha iyi. daha güzel olsun" anlamında
söylenen bir selâmlaşma sözü.

N U S A Y R İ Ar. (nuşayri, Muhammet bin Nusayr'm adından)


a. N usayrilik'i benimsemiş kimse, topluluk.

N U S A Y R İL İK a. Muhammet bin Nusayr'm kurduğu, Ali'nin


T an rı, M uham m et'in G üneş olduğu inancına dayalı bir m ezhep.

N U SH Ar. (n u sh ) a. Akıl verme, öğüt, nasihat.

N U TFE Ar. (nutfe. duru su. saf su) a. Dölsuyu.

N Ü B Ü V V E T Ar. (n ü b ü v v e t) a. P eygam berlik, nebilik.

N Ü C E B A Ar. (n ü ce b â , soyu temiz olanlar, soylular, seçkin­


ler) a. K ırk lar.

N Ü S H A Ar. (nüsha, kopya suret) a. Âlem.


*Nüsha-i k ü b ra : Büyük âlem.
*Nüsha-i s u g ra : K üçük âlem.

N Ü V V A B Ar. (n üv vS b < n â ‘ib, vekilin çoğulu) a. Vekil­


ler.
*Nüvvab-ı e rb a a : Dört vekil.

NÜZUL Fars, (nüzul) a. 1- Yukarıdan aşağıya inme.


2- Bir yere gelme, orada konaklama.

272
o
OCAK a. 1- Oturulan, barınılan yer, ev, aile, yuva.
2- Evlerin oda ve mutfaklarında ateş yakılan yer.
3 Tekke.
4- E hlib ey t soyu.
5- Dede'nin bağlı olduğu soy.
6- D edelik.
7- H azreti F atm a ocağı.
*Ocak kazma: T ahtacılar'da. ana-baba evinden ayrılıp yeni bir
yuva kurma.
*Ocağı bektasiyan: Yeniçeri ocaklarına verilen ad.

O C A K L I a. Ç elebiyan kolu nun bir alt dalı durumunda bu­


lunan ocakzade grubuna bağlı dede ya da ta rik a t yolcusu.

O C A K ZA D E Tr. - Fars. (ocak-zâde, ocak oğlu, ocak evladı <


Tr. o cak ve Fars, z a d e , evlat, oğul) a. B e k ta şilik in ç e le b iy a n
kolu'nda. soyları On İki İm am 'lara bağlanan d e d e le r grubu.
(ANSİKL.)
-ANSİKL. Dedeler, çıkış kaynaklarına göre üç grupta toplanır:
1- D ed eb ab a la r; Hacı B ektaş Veli yolu ndan gelenler; H ac
B ektaş V elinin manevi evlatları; yol evlatları.

273
2- Ç eleb iler; Hacı B ektaş Veli'nin soyundan gelenler; bel
e v l a t l a r ı.
3- Ocakzadeler; On İki İm am soyundan gelenler.

OD Esk. Tr. (od) a. Ateş.

O K U Y U C U a. Z â k ir.

O K U Y U C U L U K a. Z â k irlik .

O L G U N s. T a rik a t yolu nda ru h sa l açıdan eğitilmiş kimse


için kullanılır.
*Qlgun insan: İnsan-ı kâm il.

O L G U N L U K a. T a rik a t yolu nda ru h s a l açıdan eğitilerek


ham lıktan kurtulmuş olma durumu.

O L U Ş U M a. S u d u r.
*Olusum teorisi: S udur teorisi.

ON *On altı inanç: T arik ata girmek isteyenin bilmek inanmak


durumunda olduğu, T an rı yoluna gönülden bağlanmanın koşulları
olarak algılanan on altı görüş. (ANSİKL.) [1]
*On iki dilimli taç: Hüseyni taç.
*On d ö rt m asum , on d ö rt masum u pak: Her türlü yanılgıdan
ve g ü n ah işlemekten bağışlanmış olan Hz. M uham m et, kızı Hz.
F atm a ve On İki İm am 'a verilen ad.
*On iki ev: Büyük te k k e le rd e , h izm etterin yürütüldüğü,
başlarında bir baba bulunan bağımsız yapı birimlerinin tümüne verilen
ad.
*On iki farz: Yapılması, yerine getirilmesi, uyulması zorunlu on

274
iki buyruk. (ANSİKL.) [2]
*0 n iki hizm et: Hz. Ali soyundan gelenlere bağlanan ve cem'de
yürütülen h izm etler. (ANSİKL.) [3]
*On iki hizm et sahibi: Cem 'de yürütülen hizm etlerin sorum­
lusu durumunda bulunanlar. (ANSİKL.) [4]
*On İki İm a m , on iki im a m la r: Hz. M uham m et'ten sonra
halife olarak tanınan Hz. Ali'yle onun soyundan gelen on bir imam.
(ANSİKL.) [5]
*On İki İm am lar se m a h ı: Urfa yöresinde. On İki İm am lar
anısına oynanan otantik bir semah.
*On İki K ovun: On İki İm am .
*On iki kapı: İnsan gövdesinde bulunan insanın içine açılan kapılar
olarak algılanan iki göz. iki burun deliği, iki kulak, bir ağız, iki meme, bir
göbek bağı ve iki dışkı yeri olmak üzere toplam on iki delik.
*On iki post: T arikatta belli bir görev aşamasını gösteren on iki
m akam . (ANSİKL.) [6]
*On iki terk li ta ç : H üseyni taç.
*On sekiz bin âlem : Araplar'm son sayı olan binle anlatmaları
sonucu “on sekiz bin âlem ’" olarak söylenen; Tanrı'nın farklı görünür
olma durumlarını temsil eden on sekiz evren. (ANSİKL.) [7]
*On yedi k e m e r b e s t: Hz. Ali'nin k e m e r kuşattığı, e h li­
b e y tle birlikte savaşmış ve çoğu şehit düşmüş on yedi savaşçı.
(ANSİKL.) [8]
-ANSİKL. fl] On altı inanç, tarik a ta girmek isteyen cana soru
biçiminde yöneltilir ve olumlu yanıtı istenir. Bunlar:
1- M e rtlik ; İnanç bakımından olgunluk, bilgi bakımından
gelişmişlik.
2- Zindelik; tarik a ta bağlanma, onun kurallarına, ilkelerine uy­
ma, gereklerini yerine getirme konusunda kişide beliren ruhsal olgun­
luk, güçlülük, dirençlilik.
3- Tac-ı devlet; başa giyilen taçla temsil edilen ru h , gönül
yüceliği, ululuğu, mutluluğu.

275
4- Nam az-ı taat; T anrı'ya, Ali’ye uymak, T anrı'nın, A li’nin
buyruklarını uygulamak, yerine getirmek için gösterilen kulluk.
5- Feth-i kudret; ta rik a t sevgisini yayarak, gönülleri açarak
Ali sevgisini çoğaltma.
6- N u r-u velayet; velilik aşam asın a ulaşmış bir kimsenin,
bütün gönüllere ışık saçacak yücelikte olduğunu anlatır.
7- B a n k -ı m u h a m m e t; H z. M u h a m m e t'in insanları
İslam lığ a çağırışı, birlik, bütünlük sağlayışı ve A llah - M u h a m ­
m et - Ali üçlüsünün özünde var olan birlik'i anlatır.
S'- Buy-i cennet; Allah - M uham m et - Ali inancını benimse­
yip pir'e bağlanan kimselerin gideceği yerin C ennet olduğunu; oraya
şeriat'ın koyduğu yasaklarla, baskılarla değil, Ali yolunda ru h ol­
gunluğuna ulaşıp a rif olmakla gidilebileceğini anlatır.
9- İm an-ı şehadet; Allah - M u h am m et - Ali üçlüsünün b ir­
liğine inanma, bunu dille, gönülle açıklama.
10- K u ran -ı hikm et; inanmış kimsenin gönlünün K u ra n ol­
duğunu anlatır.
11- Dest-i velayet; “velilik eli" anlamında H acı B ektaş
Veli'nin yol göstericiliğini bu eli tutmayanın yolda kalacağını, olgun-
laşamayacağını anlatır.
12- K em er-i hidayet; ta rik a ta bağlanmayı, Ali yolunda, p ir
yolunda gitmeyi anlatır.
13- Dem-i hizmet; verilen görevi güler yüzle, sevinç duyarak,
g ö n ü l açıklığıyla yapma; h iz m e te karşılık beklememe, çıkar
düşünmeme, yarar gözetmeme; bencillikten, kendini beğenmişlikten
sıyrılma.
14- E rkân-ı meşayih; erkânın, ta rik a t kurallarına uymayı zo­
runlu kıldığını ve insanın gereksiz davranışlarını önleyen ayakbağı nite­
liğinde olduğunu anlatır.
15- Ecel; T an rı buyruğu olan ölümün güler yüzle karşılanması­
nı, asıl dolaşan ölü durumuna düşmekten korkulmasını anlatır.
16- K ısm et; Ali'nin, P ir’in izini süren, kendini olgunlaşma,
yücelme yoluna veren ta rik a t yolcusu nun önünde bütün kapıların

276
açık olduğunu, T a n rı'n ın ona nice mutluluklar bağışlayacağını
anlatır.
[2] On iki farz şu şekilde sıralanır:
1- Hakk'tan korkma.
2- Kimseye haksız söz söylememe.
3 - Yol ve erkâna can, baş verme.
4- İnsana sevecen davranma, insanı sevme.
5- Hakk'ı yadsımama. T anrı dan gelene razı olma.
6- Dünya işlerine önem vermeme: kadere, yazgıya boyun eğme.
7- Tanrı'nın görücü olduğuna inanma; her şeye dayanma, katlan­
ma.
8- H alk tan sakınma.
9- Azla yetinme.
10- Hakk'tan gelecek rızk için tasalanmama, kaygılanmama.
11- H alka karışmama; gönlünde T anrı'yla yaşama.
12- Talip olanda H ak bilgisi olma.
[3J Alevilik-bfektaşilik’te on iki post sayısınca ayrı nitelikte
on iki hizm et vardır; kimi bölgelerde h izm etlere verilen adlar ve
hizm et sıralaması değişiktir; yaygın h izm et sıralaması şu şekil­
dedir:
I - Cemi yönetme.
2- Görgüsü yapılanlara ve ceme katılanlara yardımcı olma.
3- Cemde düzeni ve sessizliği sağlama.
4- Ç erağ ları yakma, m eydanı aydınlatma.
5- Deyiş, düvaz. m iraçlam a söyleme; okuma.
6- M eydanı silme-süpürme.
7- Su getirme, dağıtma; sofranın sonunda el temizliğini sağlama.
8- Kurban ve yemek işlerine bakma,
9- Semah yapma.
10- Cem yapılacağını duyurma.

277
11- Cem evini temizleme.
12- Cemin ve ceme katılanların evlerinin güvenliğini sağlama
[4] Her hizmetin bir sahibi (sorumlusu) vardır; kimi bölgelerde
hizm et sahiplerinin adları ve sıralanışı değişiktir; yaygın hizmet sa­
hipleri ve sıralaması şöyledir:
1- Dede.
2- R ehber.
3- Gözcü.
4- Ç erağcı.
5- Z âkir.
6- F erraş.
7- Saka - ib rik ta r -
8- Sqfracı - k urbancı -
9- Pervane - sem ahçı -
10- Peyik
11- İz n ik ç i
12- Bekçi.
-[5] A le v ilik -b e k ta ş ilik 'te im a m . T a n r ı ’ya yakın kutsal
kişidir; insanlarla T a n r ı arasında bağlantı kurar. Onun bütün
yaptıkları Tanrı adınadır; bu nedenle o suçsuzdur, masumdur; eylemle­
rinden sorumlu değildir; yücedir, uludur, ölümsüzdür. İm am ın buy­
ruklarını yerine getirmek bir din görevidir, bir inanç gereğidir; onun
sözleri tartışılmaz, ona karşı başka bir düşünce ileri sürülmez.
A le v ilik -b e k ta ş ilik ’te im am bir inanç kaynağı durumun­
dadır; daha doğrusu inanç imamla başlar. On İki İmam şu şekilde sıra­
lanır:
1- Ali [598-661]; Hz. M uhammet'in amcasının oğlu ve damadı;
ilk im am .
2- Haşan [624-670]; Ali'nin büyük oğlu; ikinci imam.
3- Hüseyin [625-680]; Ali'nin ikinci oğlu; üçüncü imam.
4- ZcyneJabidin [659-719]; Ali'nin torunu ve üçüncü imam

278
Hüseyin'in oğlu; dördüncü imam.
5- Muhammet Bakır [677-733]; Zeynelabidin'in oğlu beşinci
im am .
6- Caferi Sadık [699-765]; Muhammet Bakır'm oğlu; altıncı
im am .
7- Musa Kâzım 1645-799]; Caferi Sadık'm oğlu; yedinci imam.
8- Ali Rıza [765-818]; Musa Kâzım'm oğlu; sekizinci imam.
9- Muhammet Taki [811-835]; Ali Rıza'nın oğlu; dokuzuncu
im am .
10- Ali Naki [829-868]; Muhammet Taki'nin oğlu; onuncu
im am .
11- Haşan Askeri [846-874]; Ali Naki'nin oğlu; on birinci
im am .
12- Muhammet Mehdi [870-878]; Haşan Askeri’nin oğlu; on
ikinci im am .
[6] A levilik-bektaşilik’te On İki İm am sayısınca on iki post
vardır; kimi bölgelerde post adları ve sıralaması değişiktir; yaygın ad
ve sıralama şu şekildedir:
1- H o ra s a n p o stu (p ir postu); H acı B ektaş Veli nin
H orasan'dan geldiğini bildirir; tarik a tın temeltaşı durumundadır;
bu posta kimse oturamaz.
2- Ahm ed-i M u h ta r postu (m ürşit postu); Hz. M u h am ­
m et m ak am ı.
3- Ali postu; re h b e r m akam ı.
4- Aşçı postu; Seyit Ali Sultan m ak am ı.
5- Ekm ekçi postu; Balım Sultan m ak am ı.
6- N akib postu; K aygusuz Sultan m akam ı.
7- Atacı postu; Kaııber Ali Sultan m akam ı.
8- M eydancı postu; Sarı İsmail Sultan m akam ı.
9- T ü r b e d a r p o stu ; K a ra D onlu C an B aba Sultan
m akam ı.
10- K urbancı postu; Hz. İbrahim m akam ı.
279
11- Ayakçı postu; A bdal M usa Sultan m ak am ı.
12- M ih m an d ar postu; Hz. Hızır m akam ı.
-[7] İnanca göre on sekiz âlem şöyle sıralanır:
1- Akl-ı kül.
2- Nefs-i kül.
3- Dokuz gök.
4- D ört öğe (su. to p ra k , hava. ateş).
5- Üç mevcut (maden, bitki, hayvan).
[8] On yedi kem erbest:
1- Selmaıı Farisî
2- Muhammet bin Ebu-Bekir
3- Malik Eşter
4- Anınıar bin Yâser
5- Veysel Karanî
6 - Ebu-Zer Gaffarı
I- Huzeyme bin Hâris
8 - AbduUah-i As gar
9- Abdullah bin Bedî
10- F.bül-Heyşemut Tihanî
I I- Hâris şeybaııi
12- Haşim bin Utbe
13- Muhammet bin Ebu-Huzeyfe
14- Kanber
15- Miirtefı bin Vezza.
16- Sad bin Kays Hemedani.
17- Abdullah bin Abbas.

O N İ K İ İ M A M C I a. C a fe ri.

O N İ K İ İ M A M C I L I K a. C a fe rilik .

280
ORUÇ Fars. [rûze'Acn) a. 1- M atem orucu.
2- Kendini, iradesiyle yanlışa, kötüye karşı koruyan kimsenin tavrı,
eylemi.
3- Bir kimsenin tarik at sırrını açıklamaktan kaçınma eylemi.

O S M A N (Dört halife'nin üçüncüsü [574-656] *Osman Kuranı:


K uran-ı O sm an.

O T M A N B A B A (1402'de Timur'la birlikte H o r a s a n ’dan


A n a d o lu 'y a gelip Rumeli'ye geçen. ınelulilik ve p ey ga m berlik
savında bulunduğu için idam edilen kalenderi şeyhi [-1478] *Otman
Baba Velayetnamesi: Ölümünden sonre dervişlerinden Kiiçiik Abdal
tarafından 1483'te yazılan. Otmaıı Baba'nın yaşamının, düşüncelerinin
ve gösterdiği keram etlerin anlatıldığı yapıt.

O T U R A K a. Ağır makamda ve oturarak söylenen nefeslere


verilen ad.

281
ö
Ö Ğ R E TİC İ S E M A H C em de yapılması zorunlu se m a h la r
sıralamasında yer alan, eğitme-belletme amaçlı semah.

Ö L M E a. H ak k 'a yürüm e.

Ö L M E K f. H a k k 'a yürüm ek.


*Ölmeden evvel ölmek, ölmezden ölmek: T arikat yolunda bütün
tutkulardan, aşırı isteklerden, d ü n y ay a bağlı geçici dileklerden,
eğilimlerden kurtulmak, özünü gerçeğe adamak.

Ö L Ü M a. H a k k 'a yürüm e.

Ö V G Ü a. N aat.

Ö Z Ü R Ar. C u z r ' dan) a. Bir hatanın, bir kusurun hoş


görülmesini, bağışlanmasını gerektiren neden.
*Özür okumak: D ede ye niyaz ettikten sonra d a r 'a d u ru p
aklanmasını dilemek.

282
p
P A D İŞ A H Fars, (pâdişâh, hükümdar) a. T an rı.

P A L A H E N G Fars, (palâheng, dizgin, yular ya da büyük ke­


ment) a. Palheng.

P A L H E N G Fars, (palâheng. dizgin, yular ya da büyük ke-


ment'ten) a. K em er üzerine takılan. On İki İmam'ı simgeleyen on iki
köşeli taş; palheng taşı. (ANSİKL.)
*Palheng tası: Palheng.
-ANSİKL. Palheng, dervişlerin gönüllerini T an rı'y a bağla­
malarının bir sembolü olarak algılanır; eline-diline-beline sahip
o lm ak gerektiğinin işareti kabul edilir; Hz. M uham m et'in, aç
yattığı günler, midesi üzerine taş bastırarak açlığını giderişi anısına
taşınır.
Kemerin sol yanına takıldığından yantaşı adıyla da anılır.

P A L İ H E N G Fars, (pâlâheng'ten) a. P alheng.

P A R P IL A M A a. Sırrına sahip ve güçlü olması için dede'nin,


yeni doğan çocuğa ad verdikten sonra parmağını ağzına götürüp aldığı
nemi çocuğun ağzına sürmesi.

283
P A S B A N Fars, (pâsbân) a. Bekçi.

P A S B A N İ Fars. (p â s b â n i) a. B ekçilik.

P A Y a. L okm a.

P E N Ç Fars. (p e n c , beş) *Penç e r k â n : A le v ilik - b e k -


taşilik 'te ce m a a te kabul edilen adayın katıldığı beş tören [cem
e rk â n ı, so rulam a erk ân ı, ik ra r verm e-m usahip tutm a erkânı,
koldan kopm a erkânı, d â r'd a n indirm e erkânı].

P E N Ç E Fars, (pençe, yırtıcı hayvanlarda, ön ayaklarla tırnak­


lardan oluşan bölüm) a. El.
* Pençe atmak (vurmak): Mızrapla değil, tırnakla çekerek ruzb
çalmak.
*Pençe düzeni: R uzba düzeni.
*Pençe vurmak: Pençe atmak.
*Pence-i Âl-i âb â: l- Bir elin beş parmağıyla simgelenen. Hz.
M u h a m m e t, A li, F a tm a . H aşan ve H üseyin'den oluşan e h li­
b e y t.
2- Bu adların, sağ elin başparmağından başlamak üzere sırayla
yazıldığı levha.

P E N Ç E C İ a. B e k ta ş ilik 'in çelebiyai) kolu nda, g ö r g ü


sırasında talip'in sırtını alacadeğnekle değil de elle sıvazlayanlara
verilen ad.

PEND Fars. (pend) a. Öğüt, nasihat.


*Pend etmek: Öğüt vermek, nasihat etmek.

P E R D E Fars, (perde, kapı, pencere gibi yerlere asılan örtü) a.

284
T a n rı ile nesnel v a rlık dünyasını birbirinden ayıran engel; kulu
Hakk'ından ayıran engel. (ANSİKL.)
-ANSİKL. H ak ile kul arasında kimi zulmetten (karanlık), kimi
nurdan (ışık) engeller (perdeler) vardır. H akk'ın gönülde tecelli­
leri n u rd a n (ışıktan) engellerdir; ta r i k a t yolunda, olgunluğun
yüksek aşamalarına ulaşan c a n la r, bu engelleri (perdeleri) aşarak
tanrısal varlıkla yüz yüze gelebilir.
D ünyasal istekler, mal, mülk, nefs, şehvet vb. H ak ile k u l
arasındaki z u lm et (karanlık) engelleridir (perdeleridir); nefsini
yenemeyen, bu isteklerden sıyrılamayanlar, tanrısal varlıkla yüz yüze
gelme şansını tümüyle yitirirler; onlar dolaşan ölüdürler.

P E R V A N E Fars. (p e r v a n e . geceleri ışık çevresinde dönen


küçük kelebek / fırıldak) a. Cem'deki on iki hizmet sıralamasında yer
alan, semah yapma görevini yerine getiren kimse.

• P E R V A N E L İ K a. P erv an e olmanın gereklerini yerine getir­


me; pervanenin işi, görevi.

P E R V A Z Fars. (p erv â z; kanat açma, uçma) a. 1- Kimi alevi


boylan, topluluk ya da toplumlarmda sem aha ya da semah havasına
verilen ad.
2- Kimi yörelerde semah yapan karşılıklı çiftlerin, el-kol hareket­
lerine verilen ad.
3- Tek kız tarafından, belirli bir ezgi eşliğinde oynanan sem ah.
(ANSİKL.)
*Pervaz etmek: Semah yapmak, semah oynamak.
*Pervaz sem ah ı: Ç ark semahı.
*Pervaza kalkm ak: S e m a h a kalkmak, s e m a h yapmaya
başlamak.
-ANSİKL. Genellikle bekâr bir kız tarafından oynanır; ezgiyle
birlikte kız kalkar ve yavaş, yavaş ilerler; yere niyaz edip doğrulur;

285
ardından kendi ekseni çevresinde hızla dönmeye başlar; dönüşler
sırasında kollar yana açık ya da yanlarda vücuda bitişiktir.

PE R V A Z C 1 a. Kimi alevi boylarında sem ah yapan kimseye


verilen ad.

P E Y İK Fars, (peyk't&n) a. Peyk.

P E Y İ K L İ K a. P ey k lik .

PEYK Fars, (peyk, haber taşıyan, haber getiren) a. Cem'deki on


iki hizm et sıralamasında yer alan, cem yapılacağı haberini
komşulara, cem aata ulaştırma görevini yerine getiren kimse.

P E Y K LİK a. Peyk olmanın gereklerini yerine getirme; peykin


işi, görevi.

P E Y M A N Fars, (peymân) a. Yemin, ant.

P E Y M A N Ç E Fars, ( p e y m â n ç e ) a. M ü r ş i t karşısında;
ayak lar m ühürlenm iş, kollar göğüste çapraz, baş öne eğik biçimde
gerçekleştirilen yalvarma-yakarma duruşu; niyaz duruşu.
*Peymânçe veri: Dâr.
*Peymançe durmak: D âr'a durm ak.
*Peymançeye geçmek: D â r’da niyaz duruşu almak.

P E Y M A N E Fars, (peymâne, şarap bardağı, büyük kadeh) a.


“T an rı'n ın evi" olarak algılanan insanın gönlü.

PİR Fars, (pir, yaşlı, ihtiyar) a. 1- T arikatın kurucusu, yayıcısı,


önderi olan ve t a r i k a tt a en yüksek a şa m a d a bulunan kimse.
(ANSİKL.)

286
2- Bu anlamda Hacı B ektaş Veli.
*Pir divanı: M eydan.
*Pir k ap ısı: Hac.
*Pir ocağı: Hacıbektaş'taki D ergâh.
*Pir p o s tu : H o rasan postu.
*Pir se m a h ı: M iraç la m a.
*Pir-i evvel: 1- T arikatın kurucusu: ilk pir.
2- Bu anlamda Hacı Bektaş Veli.
*Pir-i m u g a n : M ü rşit.
*Pir-i sani: 1- T arikatın yayılmasını sağlayan kimse; ikinci pir.
ikinci ulu.
2- Bu anlamda Balım Sultan.
*Pir-i ta rik a t: 1- Yolun kurucusu, büyüğü.
2- Bu anlamda Hacı Bektaş Veli.
-ANSİKL. Pir. Tanrı bilgisine ulaşmış. T anrı sevgisini kazanmış
kişidir; yol göstericidir, m ü r ş it’tir; m üritlerinin doğru yolu bul­
malarına ve o yolda ilerlemelerine yardımcı olur; bir anlamda Hz.
M uham m et'in vekili sayılır.

P İ R E V İ a. H a c ı b e k t a ş ilçesindeki H acı B ek taş Veli


T ekkesi (ANSİKL.)
-ANSİKL. Pirevi. Hacıbektaş ilçesinin ortasında, ayrı ayrı üç avlu
ve bunların çevresinde birçok yapıdan oluşan büyük bir külliyedir; 16
Ağustos 1964’te müze durumuna getirildi.
Pirevi'nin kuruluşuna K ız ılc a h a lv e t adı verilen küçük bir
odanın yapımıyla başlandı; H azret-i Pir'in H akk'a yürümesinden
sonra bitişiğine diğer yapılar eklenerek bugünkü durumunu aldı.
Pirevi'nde; aşevi, ekm ekevi, atevi, m ihm anevi (konukevi),
m eydanevi, kilerevi ve çamaşırhane gibi bağımsız bölümler vardır;
pirevi dışında ise balım evi (kadıncıkevi), han bağı, dede bağı yer
alır. Bütün bu evlerin ve bağların birer babası ve yeterli sayıda d e r­
vişleri bulunurdu.
287
Pirevi dışında dört büyük dergâh vardı. Bunlar.
1- Seyyid A li Sultan (K ızıl D eli) D e r g â h ı ; Rumeli /
Dimetoka.
2- K erbela Dergâhı.
3- Abdal M usa Sultan Dergâhı; Elmalı / Tekke köyü.
4- K aygusuz Sultan D ergâhı; Mısır / Kahire.
Bu derg âh lar halife m akam ıydı. Mehmet Ali Hilmi Dedeba-
/?</nın Şahkulu Sultan D ergâhı (Merdiven köyü) sonradan bunlara
katıldı.

PİRLİK a. 1- Pir olmanın gereklerini yerine getirme.


2- P ir tarafından temsil edilen tarikatın en yüksek aşam ası.

PO ST Fars. (puşt, tüylü hayvan derisi) a. T a rik a t yolunda bir


aşamayı, m akamı simgeleyen ve seccade olarak algılanan, pirin, de­
denin ya da babanın oturduğu tabaklanmış, tüylü deri. (ANSİKL.)
*Post ehli: Post sahibi olanlar.
*Post h iz m e ti: 1- P irlik .
2- D edelik.
3- Babalık.
* Posta oturm ak: Postun simgelediği a şa m a y a , m a k a m a
ulaşmak; bu aşam anın, m akam ın gereklerini yerine getirmeye hak
kazanmak; post sahibi olmak.
ANSİKL. A lev ilik -b ek taşilik 'le On İki İm am sayısınca
on iki post vardır. Postlar kutsaldır; büyük bir saygı ve sevgi kaynağı
durumundadır.
A le v i - b e k t a ş i inancında postun başı “teslim "; ayağı
“ h iz m e t" ; sağı “el tu tm a ”; solu “nefsi k ırm a"; dışı “se b a t" ;
içi “te m k in " ; ortası “m u h a b b e t" ; mihrabı “c e m â l"; doğusu
“sevinç"; batısı “bilim"; koşulu “erenler önünde baş eğmek"; canı
“te k b ir ”; şe ria tı “yok olma”; ta r ik a tı “acıma"; m a rife ti “rıza”
ve hakikati “kavuşma ve bekleme”durağı olarak algılanır.

288
P O S T N İ Ş İ N Fars, (p uştn işin < p ü s t , post ve -n i ş i n , otu­
ran) a. Bir tekkede, postta oturan en üst yetkili.

P U Ş İ Fars, (pûş, örtü'den) a. Çeki.

P U Ş İD E Fars, (püşîde. örtünmüş, örtülü) a. Tabutun üzerine


örtülen, üstüne ayetler yazılı örtü.

289
R
R A B Ar. (rabb, sahip, efendi) *R ab b -ü l-erb ab : Efendilerin
efendisi anlamında T anrı.

R A B B A N t Ar. (r a b b a n i , kendini T a n r ı yoluna adayan)


* Rabbani adam: Veli, m ürşit.

R A B B A N İ Y U M Ar. (rab bâ n iyyü n < rabbâni'nin çoğulu)


a. D ünyadan ilgilerini keserek T a n r ı’nın iradesine teslim olmuş
t a r ik a t yolcuları.

R A B I T Ar. (rabt, bağlama, bağlanma) a. Kendini t a r i k a t


yoluna hasretme.
*Rabt-ı k a lb : K alp yoluyla, gönül yoluyla bağlanma.

R A F I Z İ Ar. (râfızi) a. R afızilik 'i benimsemiş kimse, top­


luluk.

R A F I Z İ L İ K a. E bub ekir ve Ömer'in halifeliğini tanım a­


yanların oluşturduğu dinsel-siyasal akım. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Rafıziler, g u la t ve zeydiler'le birlikte, şianm üç
kolundan birini oluşturur. Eş ar i [873-936], Makalat-ül-İslamiye adlı
yapıtında, rafızilik akımının ilk kez Ebubekir ile Ömer'in halifelikle -

290
rine karşı çıkanlar tarafından başlatıldığını belirtir; diğer kimi
kaynaklara göre ise Hz. Hüseyin'in torunlarından Zeyd bin Ali’nin
Ebubekir'ie Ömer'in halifeliğini onaylamasına karşı çıkanlar rafi-
zilik akımını başlattı.

R A F I Z İ Y U N Ar. (r â f ı z i y y u n < r a f i z i n i n çoğulu) a.


Rafızilik'i benimsemiş olanlar.

R A H Fars. (r â h , yol) a. T arik a t.

R A H Ar. (râh, şarap) a. M ü rşit’in nefesi.

R A H M A N Ar. (R ahm an < ra h m , acıma, esirgeme) a. “Kul­


larını esirgeyen” anlamında Tanrı'nın adlarından biri.

R A H M A N İ Ar. (r a h m a n i) s. T a n r ı ’dan gelen, T a n r ı ’ya


ilişkin olan, tanrısal.
*Rahmani s u lta n : “T a n rı'n ın evi” olarak algılanan insan
gönlündeki akıl. (ANSİKL.)
-ANSİKL. İnanca göre insan gönlü, ulu bir kenttir; bu kentin iki
sultan ı vardır; aklı temsil eden rahmani sultan ve nefsi temsil eden
şe y ta n i su ltan .

R A H M A N İ Y U N Ar. ( r a h m â n i y y û n < r a h m a n i ' n in


çoğulu) a. Tanrısal sırlara erdiklerine, gayb âlemi'nden haber getir­
diklerine inanılan kimseler.

R A K İP Ar. (rakib < rekâbet, çekişme, yarışma mücadele) a.


Dünyasal istekler, nefs, şeytan.

R A M Fars, (râm, boyun eğen) a. 1- T a rik a t yolcusu'nun, tüm


varlık ve benliğiyle T an rı'ya bağlanıp O ’nun dışındaki her şeyden

291
sıyrılması, arınması.
2- M ü rit'in m ürşit'ine tüm gönlüyle, kalbiyle bağlanması.

R A V İ Ar. (r â v i < r i v a y e t 'ten) a. H z. M u h a m m e t'in


yaptıklarını, sözlerini, davranışlarını, onaylarını ya doğrudan kendine
ya da ilk müslümanlara dayanarak aktaran kimse.

R A Y İ H A Ar. (râ y ih a . hoşa giden güzel koku) *R ayiha-yi


c e n n e t: Buy-i cennet.

R A Z Fars, (râz, gizli tutulan şey. sır) a. T a rik a t yolcusu'nun


gönlünde açıklık kazanan tanrısal sır.

R A Z İ Ar. (razV) s. R ıza gösteren, razı.

R A Z İ Y E Ar. (raziyye < r a z i ''nin dişili) s. R ıza gösteren,


razı.

REF Ar. (ref \ bulunduğu düzeyden yukarıya kaldırma / ortadan


kaldırma) *Ref-i taayyün: Görünür varlık alanında görünmez duru­
ma gelme biçiminde beliren, olgunluk bakımından yükselişin son
aşam ası.

R E F R E F Ar. (R efref) a. Hz. M uham m et'in m irac a çıkar­


ken bindiğine inanılan dört binekten sonuncusu olan doğaüstü varlık.
(ANSİKL.)
-ANSİKL. C ebrail m iraç gecesi Hz. M uham m et'i, gidebile­
ceği son noktaya kadar götürdü; daha ileriye gitmesine izin verilme­
diğinden, Refref geldi ve H z. M uham m et'i alıp T a n r ı katma
çıkardı.

R E H Fars, (reh, yol) a. Ruh.


292
R E H B E R Fars. (rehber, yol gösteren kimse, kılavuz < reh, yol
ve ber, gösteren) a. Cem deki on iki hizmet sıralamasında yer alan,
dede'nin yöneteceği törenleri hazırlama, yola girecek canlara yolu
öğretme görevini yerine getiren kimse.
*Rehber p o stu : Ali postu.

R E H B E R L İK a. R eh b er olmanın gereklerini yerine getirme;


rehberin işi. görevi.

R A H R E V A N Fars. (râ h -rev â n, yolcu < râh. yol ve revân ,


yürüyen, giden) *Rahrevan-ı ta rik a t: T a rik a t yolcusu, derviş.

R E H R E V A N Fars. (reh -re vâ n . yolcu < reh, yol ve revân,


yürüyen, giden) *Rehrevan-ı ta rik a t: R ahrevan-ı tarik at.

R E S U L Ar. (resul) a. Peygamber.


*Resul-ullah, Resul-i E k re m : Hz. M uham m et.

R E V A N Fars, (revân < reften. gitmek) s. 1- Giden, yürüyen.


2- a Ruh. can.
*Revan-ı pak: Temiz ruh.

R E V Ş E N İ a. R evşeniye’yi benimsemiş kimse, topluluk.

R E V Ş E N İ Y E a. Afganistan'da, XVI. yy. ortalarında; “Piri


Revşen" adıyla tanınan Bayezit bin Abdullah tarafından kurulan,
vahdet-i vücut temelinde sekiz m a k a m a dayanan bir ta rik a t.
(ANSİKL.)
-ANSİKL. Revşeniye ta rik a tın a göre, evrende görünür tüm
v arlık lar, gerçekte “bir" olan T a n rı varlığının değişik yansıma­
larından başka bir şey değildir. T arik at, her biri bir aşam a, m akam

293
olarak algılanan sekiz ilke üzerine kuruludur. Bunlar;
1- Şeriat.
2- T arik a t.
3- H ak ik at.
4- M a rife t.
5- K u rb et.
6- V u slat.
7 V ahdet.
8- Sükûn.

R E Z İ L E T Ar. (rezilet < rezil) a. Kötü huy. rezillik.

RIZA Ar. (rızâ’, razı olma, kabullenme, sızlanmama, yakınma­


ma / hoşnut olma) a. 1- Tanrı'dan gelen her şeyi gönül hoşnutluğuyla
karşılama.
2- Tanrı'nın hoşnutluğunu, onayını kazanma; tanrısal hoşnutlu
tanrısal onay.
*Rıza k ap ısı: T arik a t.
*Rıza lo k m ası: Cem töreni sırasında pişirilen k u rbandan ya
da k u rb a n tığlanm ayan cem lerde, evlerden getirilen ekmek ve
çöreklerin doğranıp karıştırılmasıyla elde edilen yiyecekten yenen ve
manevi birliği, toplumsal dayanışmayı simgeleyen lokma.

R I Z A L A Ş M A a. Aynı gece yola alm an çiftleri, bir yıl sonra,


dede bir kez daha köye geldiğinde yapılan yeni bir cemle d âr’a çekme.
(ANSİKL.)
-ANSİKL. D edelerin köylere gelmesini izleyen cem lerdeki
d â r'a çekmeler, bir yıl önce ceme kabul edilenler içindir. Dede, “Bu
c a n la rd a n incinmiş, ağrınmış varsa e re n le r m ey d anm da Ali
divanındı/ dile gele" diye ru h sat vererek, cemdekilerin görüşünü
ister, herkes diyeceğini açık biçimde anlatır; suçlanan kendisini savunur;
dede dinler ve cem aatla birlikte yorumunu yapar; suçlu bulunması
294
durumunda dede, eylemine uygun bir kesme keser.

R İ B A T Ar. (ribât, barınılacak, konaklanacak yer) a. 1- Tüm


ölümlüler için geçici bir konaklama yeri olarak algılanan dünya.
2- Ruh içjn geçici bir zarf olarak algılanan ¡ıı\,ın bedeni.

R İC A L Ar. (rical, belli m akam sahibi kimseler) *Rical ül-


gavb : Gayb erenleri.

R İ F A İ Ar. (rifâi < Ahmet er-Rifai'nin adından) a. Rifailik'i


benimsemiş kimse, topluluk.

R İ F A İ L İ K a. XII. yy'ın sonlarına doğru Irak'ta ortaya çıkan;


başlangıçta sünni ilkelere bağlıyken bektaşilik'in etkisiyle giderek
bu çizgisinden uzaklaşan, Ahmet er-Rifai'nin kurduğu tarikat.

R İ F A İ Y E Ar. (rifâiyye) a. R ifailik .

R İ N D A N Fars, (rin dân . kalenderler < r i n d ’in çoğulu) a.


Gönül adam ları, dervişler.
*Rindan-ı Hûda: Hak erenler.

R İN D A N E Fars. (rindâne < rind, kalender ve -âne, özgü, ya­


raşır) s. 1- Gönül adamı'na, dervişe özgü, yaraşır olan.
2- be. Gönül adamı'na dervişe özgü, yaraşır biçimde.

R İN T Fars, (rind, kalender) a. Görünüşe önem vermeyen ve in­


sanın özünde, konuşan bir Tanrı niteliğinde olduğuna inanan gönül
adam ı, derviş.

R İ S A L E Ar. (risale, küçük kitap, broşür / mektup) *Risale-i

295
Ahlâk-Hacı Bektas Veli: Mehmet Seyfettin İbn. Zülfikâri tarafından
Hacı Bektaş Veli'nin mektupları kaynak alınarak yazılmış, soy ve
ta rik a t kuşaklarının anlatıldığı, tarihsiz elyazması yapıt.

R İ S A L E T Ar. (risâlet) a. Peygamberlik.


*Risalet'ül Hukuk: Dördüncü İmam Zeynelabidin tarafından
yazılmış, İslam hukukunun temellerini anlatan yapıt.
*Risalet ün-Nushiye: Yunus Emre'nin, mesnevi türünde ve aruz
vezniyle yazılmış manzum yapıtı.

R İ Y A Z E T Ar. (riyazet, nefsi yenmek için gösterilen çaba) a.


T a rik a t yolcusu’nun. T a n rı dışındaki bütün varlıklardan ilgisini
keserek iradesini, kendisinde T an rı bilgisini geliştirecek eylemlere
vermesi.

R İ Z A M İ Y E Ar. (rizâm iyye) a. VIII. yy’da. Horasanlı Ebu


Müslim'in İm am olduğu, Tanrı'nın ruhunun onun bedenine girdiği
savıyla ortaya çıkan Rizanı bin Sabık [ya da Saik] yandaşlarının oluştur­
duğu şii akım.

R U B U B İY E T Ar. (rubübiyyet) a. T an rı'y a ait olan şey.

R U F A İ Ar. (rifâ'i'&en) a. R ifai.

R U F A İ L İ K a. R ifa ilik .

R U H Ar. (ruh, can, nefes / canlılık, his, duygu) a. Tanrısal


evrenden geldiğine ve ölümsüz olduğuna inanılan, geçici bir süre için
gövdeye girerek ona dirilik, devinim kazandıran tanrısal öz.
(ANSİKL.) [1]
*Ruh göçü: Tanrısal öz olarak algılanan ruhun ölümle, geçici bir
süre için kaldığı zarfından ayrılarak, yine geçici bir süre için kalacağı ye­

296
ni bir bedene, varlığa geçmesi. (ANSİKL.) [2]
*Ruh m ak am ı: Ruhsal aşama.
*Ruh zarfı: Ruhun geçici konaklama yeri olarak algılanan insan
bedeni, görünür varlık.
*Ruh-i revan: Tanrısal öze dönecek olgunluk aşamasına yüksel­
miş ruh.
* Ruh-i r e v a n ı ş a d olsun: Olgun bir insan H a k k 'a
yürüd ü ğ ü n d e, “yürüyen ruhu sevinsin" anlamında söylenir.
*Ruhlar â le m i: Âlem-i ervah.
♦Ruhlar meclisi: Bezm-i elest.
*Ruhu naci: Doğru yolu bulmuş, cennetlik kimse, can.
-ANSÎKL. [1] Gövde, beden, ölümsüz olarak algılanan ruh için bir
k afes, z a r f niteliğindedir; ruh. oradan çıkmak, geldiği tanrısal
kaynağa kavuşmak ister; bu nedenle H akk'a yürüme, ruhun özgürlüğe
kavuşması, geldiği yüce kaynağa dönüşüdür; eğer yeterli olgunluğa
ulaşmamışsa bir yeni beden, z a rf araması için geçici olarak özgür
kalmasıdır.
[2] A levi-bektaşi inancında önemli bir yer tutan inanışlardan
biri de ruh göçüdür.
Ruh göçü, d ev ir öğretisi'nin temelini oluşturur. D e v ir;
v a r lığ ın t e k v i n , s u d u r ya da te c e lli biçim inde, t a n r ı s a l
başlangıçtan başlayarak ortaya çıkışı ve çeşitli aşam alardan geçip
çevrim ini tamamladıktan sonra yeniden T a n r ı’ya dönüşü olarak
bilinir. T anrı'dan taşan bir ışık olarak tanımlanan varlığın âlem -i
gayb'dan âlem-i şuhud'a inişiyle ruh; sırasıyla taş. toprak vb. bitki,
hayvan ve insan biçiminde görünüş alanına çıkar; insan bedeninde
konakladığı sırada, aslına dönmek gereksinmesini duyar; derece de­
rece olgunlaşarak, gerektiğinde beden değiştirip yükselerek tanrısal
öze ulaşır; böylece devrini tamamlamış olur.

R U H S A L s. Ruhla ilgili, ruha ilişkin olan.


*Ruhsal asa m a: T a rik a t yolcusu nun ruhsal arınmaya ermek
için geçmek zorunda olduğu aşamalar s*alı*ısıtsı»iiu w ı uttun,ttmmmdl

297
gerçeklikleri anlamayla belirgin ru h makam ı.

R U H S A T Ar. (ruhsat) a. İzin, müsaade.


*Ruhsat vermek: İzin vermek, müsaade etmek.

R U H Ü L K U D Ü S a. Hıristiyanlık’ta, teslis'in; insandan çok


bir güvercin, bir ışık bulutu ya da bir alev yelpazesi olarak can­
landırılan üçüncü kişisi.

R U M Ar. ( R û m , Anadolu) *Rum a b d a ll a r ı ( e r e n le r i) :


H orasan 'd an A nadolu'ya gelen derv işler.

RU Y Fars, (rüy) a. Yüz, çehre.

R U Z B A a. Cem tö ren le ri’nde sem ah ve nefeslerin seslen-


dirilmesinde kullanılan, eşkenar dörtgen biçiminde küçük tekneli, saplı,
telli bir çalgı. (ANSİKL.)
*Ruzba d ü zeni: S e m a h la r çalınacağı zaman; orta telin
çıkarılması, üst telin nıi'ye, alt telin ise «jı'nin alt beşlisi la'ya
akortlanmasıyla yapılan ruzba akordu.
-ANSİKL. Ruzba’nın üç teli, alttan üste doğru la-re-mi olarak
akortlanır; sem ah çalınacağı zaman ruzba düzenine geçilerek gerekli
değişiklik yapılır.
Ruzba'mn telleri mızrapla değil, tırnakla çekilir; bu nedenle
ruzba çalmak yerine pençe vurm ak, pençe atm ak denir.

R Ü B U B İ Y E T Ar. (riibübiyyet < ra b b , sahip, efendi) a. 1-


Sahiplik, efendilik.
2-'Tanrılık.

R Ü T B E Ar. (rütbe, sıra, derece, basamak) a. T a rik a t yol­

298
cusu’nun, ruhsal arınmaya ermek için geçmek zorunda olduğu her bir
aşam a.

R Ü Y E T Ar. (r ü ’y e t . görüş, bakış) a. T a n r ıy ı, ta n r ıs a l


tecellileri görme.
s
S A Â L İ K Ar. (sa‘âlik < s u ‘lü k 'un çoğulu) a. K a le n d e rle r,
d e rv işle r.

S A B B E Ar. (sâbbe) a. G ulatlara verilen ad.

S A B IR Ar. (şabr, katlanma, tahammül) a. Bir olgunluk belirti­


si, bir aşama olarak algılanan. T anrı’dan başka kimseye yakınmama du­
rumu. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Tanrı sabır gösteren, yani taşkınlık yapmayan, ölçüyü
elden bırakmayan, katlanan kimseleri sever, onlarla birlikte olur.

S A B İ Ar. (sabi, ergenlik çağma ulaşmamış erkek çocuk) *Sabi-i


m uhabbir: T a n rı vergisi olarak ilahi sırlardan söz ettiğine ve bu
sırları anladığına inanılan çocuk.

S A B İR Ar. (sabır

< sabr)

s. S abır gösteren, sabreden.

S A B İ R E Ar. (sâbire

<• sâbir'in dişili)
*
s. S ab ir.

S A D A K A Ar. (s a d a k a ) a. T a n r ı hoşnutluğu için yapılan


yardım, bağış.

300
S A D A T Ar. (s â d â t < s e y y id ' in çoğulu) a. 1- S e y itle r,
u lu la r.
2- Hz. M uham m et'in sülalesinden olanlar.

S A D R Ar. (s a d r , göğüs, kalp) *Sadr m a k a m ı : G ö n ü l


aşam ası.

S A F A Ar. (ş a /a , saflık, duruluk / gönül rahatlığı) *S afa-


n a z a r: 1- U y arıcı’nın (m ürşit), yol evladı na olgunlaştırıcı, onun
gönlünü açıcı bakışı, ilgisi.
2- Yol evladı nın, ev rendeki her nesneye b irlik (v a h d e t)
gözüyle bakması.

SA F E R Ar. (safer) a. Kameri takvimin ikinci ayı; sefer ayı.

S A F E R A N Ar. (saferân < safer'in çoğulu) a. M u h a rre m ve


safer ayları.

S A F E V İ Ar. (safevi) a. Safeviler hanedanından ve safeviye


tarikatından kimse, topluluk.

S A F E V İ L E R a. İran'Adi ulusal bir devlet kuran ve şiilik’i dev­


letin resmi dini yapan hanedan [1501-1732],

S A F E V İ Y A N Ar. (safeviyân < safevi'nin çoğulu) a. S a fe ­


v ile r.

S A F E V İ Y E Ar. (ş a f e v i y y e ) a. XIII. yy'da İran'da S e y it


Safiyettin İshak-ı Erdebili tarafından kurulan, başlangıçta sünni iken
sonraları şii bir yapı kazanan ta rik a t. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Timur istilasını izleyen dönemde safeviler, özellik­

301
le Doğu Anadolu T ü rk m e n le ri arasında çok sayıda yandaş buldu.
Safiyettin-i Erdebili'nin torunu Hoca Ali'nin ölmesi [1429] üzerine,
t a r ik a tın yönetimini ele alan C üneyt [1447-1460], A kkoyunlu
hükümdarı Uzun Haşan'ın kız kardeşiyle evlenerek, bu ülke toprak­
larında rahatça dolaşma olanağını elde etti. Çevresine topladığı 12000
m üridiyle Gürcü ve Çerkez topraklarıyla Şirvanşahlar'a saldırdı; bu
saldırılardan birinde öldürülünce yerine oğlu Haydar geçti.
Haydar m üritlerine. On İki İm am 'ı simgeleyen on iki dilimli
kızıl taç giydirdi; bu nedenle kızıl taç giyen H aydar yandaşları
K ızılbaş adıyla anılmaya başlandı. Haydar, babasının öcünü almak
için Şirvanşahlar'la giriştiği savaşta öldürülünce yerine oğullarından
Ali geçti; o da Tebriz üzerine yaptığı bir seferde öldürülünce [1501]
yetkiyi, küçük kardeşi İsmail bin Haydar (Şah İsmail I) aldı; dedesi
Uzun Haşan'ın devletinin başına geçmek için yoğun bir mücadeleye gir­
di; T ürkm en oymaklarının da desteğiyle Azerbaycan üzerine yürüdü;
Tebriz'de saltanat tacını giyerek hükümdarlığını ilan etti [1501]; ege­
men olduğu topraklarda İran uluşçuluğunun temelini attı; şiilik'in,
devletin resmi dini olmasını sağladı.

S A G A İ R Ar. (sağâ’ir < sağir, küçük'ün çoğulu) a. Küçük


günahlar, küçük suçlar.

S A Ğ A R Fars, (sağar, içki bardağı, kadeh) a. Tanrısal bilgi ve


n u rla aydınlanan, bu nedenle “T a n rı'n ın evi"’ olarak algılanan
insanın gönlü.

S A H A B E Ar. (s a h a b e < s a h i b 'i n çoğulu) a. H z .


M u h a m m e t'i görmüş, onun konuşmalarını dinlemiş, onunla
konuşmuş olanlar.

S A H A B İ Ar. (şahabı) a. S ahabe topluluğundan kimse.

S A H A B İ Y E Ar. (s a h â b iy y e < s a h â b i nin dişili) a. H z .

302
M uham m et'i görmüş olan kadın.

S A H A V E T Ar. (sahavet) a. El açıklığı, cömertlik.

S A H B Ar. (sa hb < sah ib in çoğulu) a. Hz. M uham m et'i


görmüş, onun konuşmalarını dinlemiş, onunla konuşmuş olanlar.

S A H B A Ar. (şahbâ‘. kızıl) a. 1- Kırmızı şarap, şarap.


2- T anrı sevgisini, tanrısal sevgiyi uyandıran etken.

S A H İ B Ar. (sâhib) a. M u sah ip .


*Sahib-i asa: Asa sahibi anlamında Musa peygamber.
*Sahib-i beyan: Beyan sahibi anlamında Hz. M uham m et.
*Sahib-i h a l: Ehl-i hal.
*Sahib-i işaret: Sözü m a rife tle r içeren ta rik a t yolcusu.
*Sahib-i kainat: Kainatın sahibi anlamında Tanrı.
*Sahib-i k a lp : Ehl-i dil.
*Sahib-i Sıffin: Sıffın Sava^'nın ulu kişisi anlamında Hz. Ali.
*Sahibü'd d â r : Yurdun sahibi anlamında 12. İmam Mehdi'yc
verilen unvan.
*Sahibü’z Zaman: Zamanın sahibi anlamında 12. İmam Mehdiye
verilen unvan.

S A H V Ar. (sahv, kendine gelme, ayılma) a. Vecd ile cezbeye


kapılarak kendinde geçen a rifin yeniden kendine gelmesi durumu.

SAKA Ar. (sakkâ’, evlere çeşmeden su taşıyarak para kazanan


kimse) a. Cem'deki on iki hizm et sıralamasında yer alan, su dağıtma
görevini yerine getiren kimse.

SAKAL *Sakal-bıyık çalınmak: Bir ceza olarak sakal-bıyık kesil­

303
mek. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Hz. Ali. sakalını bıyığını kesmediği için, eskiden ale-
v ilik -b ek taşilik 'te sakal-bıyık kesmek hoş karşılanmazdı; kimi
bektaşiler ise bunu çok büyük bir suç sayardı. Bu geleneğin bir devamı
olarak, yedinci kez hırsızlık eden ve bir daha dönmemek üzere sürgüne
gönderilecek olanın sakal-bıyığı, cemaatten atıldığının bir kanıtı ola­
rak kesilirdi (çalınırdı).

SA K A L IK a. S aka olmanın gereklerini yerine getirme; sakanın


işi, görevi.

S A K İ Ar. (saki < saky, sulama) a. 1- Bütün feyz ve sevginin


kaynağı anlamında T anrı.
2- Cennet’te, kutsal ırmağın suyunu dağıtan, canlara sevgi ve bir­
lik içkisini sunan kimse anlamında Hz. Ali.
3- T an rı’nın sevgisini ve nurunu saçan kimse anlamında pir-i ta ­
r i k a t [Hacı B ektaş Veli], insan-ı kâm il.
4- Kimi bölgelerde cem'deki on iki hizm et sıralamasına giren;
şerbet, dem dağıtma; şerbet, dem şişelerini ve kadehlerini temizle­
me görevini yerine getiren kimse.
*Saki-i k e v s e r: Hz. Ali.

Ş A K İL İK a. Saki olmanın gereklerini yerine getirme; sakinin


işi, görevi.

S A K İN A M E Ar. + Fars, (sâki-nâme < Ar. saki, içki sunan ve


Fars, nâme, mektup) a. Divan şiiri’nde, sakiye sesleniş biçiminde
yazılmış; içkiyi, içkinin anlamını ve içkili eğlenceyi konu edinen şiir.

S A L A T Ar. (salâl) a. 1- D ua.


2- Namaz. (ANSİKL.)
-ANSİKL. A lev i-b e k taşile r'in camiye gitmedikleri, sü n n i

304
anlamıyla namaz kılmadıkları bir gerçektir. Bunun sosyal, tarihi,
felsefi ve dinsel nedenleri vardır:
1- Tarihi neden; camiler, egemen politikanın, bu politikaya destek
veren Sünniliğin propogandasımn yapıldığı birer örgüt evi durumuna
getirildi; yalnızca sünni insanların namaz kılıp ibadet ettiği yer
alarak bağımsızlaşan camilere alevilerin gitmesi, kendi inançlarını
yadsıması anlamına gelirdi.
2- Sosyal neden; alevilere camilerde yapılan saldırı ve hakaret­
ler. bu kesimin ca m ilerd en kopmasına neden oldu; T ü rkler
Müslümanlığı kabul ettiğinde, alevilerin camilerden kopma süreci
hemen hemen tamamlanmıştı; camilerden uzaklaşan aleviler; kendi
ibadet biçimlerini, cem'i yarattı.
3- Felsefi neden; alevi düşüncesinde ibadetin amacı, T anrı'ya
yönelik olarak yapılan kulluğun. T anrı katından insana yansıması ve
insanın olgunlaşmasıdır; ceza ya da ödül duygularıyla yapılan
ibadetin gerçek bir kullukla ilgisi yoktur; tam tersine bu anlamda
nam az kılmayı mutlaklaştırma. T an rı yla buluşmayı engelleyen bir
oyalamadır.
4- Dinsel neden; alevilerin nam aza bakış açısı, sünnilerden
farklıdır; n a m a z yadsınmamakla birlikte ib a d e t onunla sınır­
landırılmaz. Aleviler. K u ra n da nam azın bugünkü biçimiyle dile
getirildiğini kabul etmez; salat'ın nam az değil, Tanrı'yı içten anıp
selamlama anlamına geldiğine inanır.

S A L A V A T Ar. (salavât, namazlar < salat'ın çoğulu) a. H z.


M uham m et'le On İki İm am lar a okunan, Allah'ın rahmet ve se­
lamının onların üzerine olması dileğini dile getiren du alara verilen
ad.
*Salavat getirmek (verm ek): Hz. M u h am m et'le On İki
İm am lar a dua okumak.

S A L A V A T N A M E Ar. + Fars. (s a la vâ t-n â m e < Ar. şala-


vât, dualar ve Fars, nâme, mektup) a. On İki İm am ın adları anılarak

305
okunan, Allah'ın rahmet ve selamının onların üzerine olması dileğini
dile getiren dua.

S A L İ K Ar. (sâ lik, yolcu) a. T a rik a t yolcusu.

S A L İ K Î N Ar. (s â likın , yolcular < sâlik'in çoğulu) a. T a r i ­


k a t y o lcu ları,

S A L İ K Â N Fars. (s â l i k â n , yolcular < Ar. s â lik 'in Fars,


çoğulu) a. T a rik a t yolcuları.

S A L M A a. Dolaşarak h iz m e t veren d e d e le re , d e d e lik


hizmetinin karşılığı olarak verilmek üzere cemaatten toplanan para
ya da mal.

SA L T (En uç noktaya ulaşan özellik, durum) *Salt gerçeklikler


aşam ası: T a rik a t yolcusu’nun ru h sa l arınmayı sağlamak için geç­
mesi gereken aşam alar sıralamasında yer alan; kişisel niteliklerden
sıyrılma, tanrısal varlığın özünde ölümsüzlüğe ulaşmayla belirgin
m u tla k h a k ik a tle r m akam ı.

S A M A H Ar. (semâ1, işitme, duyma dan) a. Sem ah.

S A M İT Ar. (sâmit) s. Susan, konuşmayan, sessiz.

S A M T Ar. (samt, susma, sessizlik, suskunluk) a. M ü r it’in,


g ü n ah kabul edilen sözler söyleyebileği kaygısıyla sessiz kalması,
susması. (ANSİKL.)
-ANSİKL. A le v ilik -b e k ta şilik 'te , “dilin afetleri" olarak
algılanan sözlü kötülüklerden kaçınma, az konuşma ve tekke büyükle­
rini sabırla dinleme, m ürit’in önem ve özenle uyması gereken bir edep
sayılır.

306
S A N D U K A Aı. (s a n d u k a < s a n d u k , sandık) a. T a r i k a t
ulularının mezarları üzerine konulan simgesel tabut.
* Sanduka tav afı: T ürbe niyazı.

S A N E M Ar. (sanem, put) a. Tanrısal güzellikleri yansıtan


v arlık . (ANSİKL.)*
-ANSİKL. Tüm varlıklar, tanrısal güzelliklerin birer tece l­
lisidir; yaratıklar içinde en yetkin ve en güzel olan insan ise tanrısal
güzellikleri en iyi yansıtan varlıktır.

S A N İ Ar. (şâni) s. İkinci.

S A P IT M A a. Köy alevilerinde, koy tan ı gizleyen ve asıl me­


zar görüntüsü verilen çukurun üzerine atılan çapraz tahtalara verilen
ad.

S A P T I R M A a. S a p ıtm a .

S A R G I a. Ç eki.

S A R I T U R N A M S E M A H I Hacıbektaş yöresinde oynanan


bir sem ah.

S A R I K a. Başlıkların üzerine sarılan ince ve uzun kumaş


parçası.

S A R L A M B A Ç a. K o y ta n .

SA R S IL SE M A H I Tokat yöresinde oynanan, halay ve dönme


figürleriyle belirgin bir sem ah.

S A V M Ar. (şavm) a. O ru ç .

307
S A Z Fars. (sâz) a. B ağlam a.

S A Z A N D A R (Fars, sazendeden bozma) a. Z â k ir.

S A Z C I a. Z âk ir.

S A Z C I L I K a. Z â k irlik .

S A Z E N D E Fars. (sazende) a. Z âk ir.

S E B A Ar. (seb‘a) s. Yedi.

S E B İ Y E Ar. (s e b 'iy y e ) a. İs m a ililik .

S E C C A D E Ar. (seccâde, üzerinde nam az kılman küçük halı,


kilim, bez yaygı vb. < secde) a. Post.

S E C C A D E N İ Ş İ N Ar. + Fars. (seccâdenişin < Ar. seccade,


post ve Fars, -nişin, oturan) a. Postnişin.

S E C D E Ar. (secde. T a n r ı’ya ibadet için yere yüz koyma) .


Ayinlerde ya da namazda, makama saygı için yere kapanma ya da eğil­
me. (ANSİKL.)
*Secde tayı: Nam az miihürii.
-ANSİKL. Secdede, ellerin iç kısmı yere konmaz; başparmak
dışında kalan parmaklar avuca doğru bükülerek, bu parmakların dış
tarafıyla açık durumdaki başparmağın iç tarafı yere dokundurulur;
dizler bükülür ve sol diz yere dayanır; önce sağ göz, sonra sol göz,
ardından da alın yere değdirilir; bu işlemler bitince ayağa kalkılarak
niyaz d u ruşuna geçilir. Namazda, secde edilecek yere K e rb e la
toprağı konur. Yaşlılar, secdeyi ayakta niyaz ile de yapabilirler.

308
S E F E R Ar. (şafer'dtn) a. Safer.
*SefeT avı: Safer.

S E F İ R Ar. (sefir) a. Elçi.

, S E F İR L İK a. Elçilik.

S E K İL Ar. (sakil < sıklet, sıkıntı) a. Suç işleyen dervişlerin


boynuna ceza olarak asılan taş. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Suç işleyen d e r v iş le r in boynuna sekil asma
geleneğine kaynaklık eden bir de söylence vardır: Musa peygamber
sıcaktan bunalır ve serinlemek ister; giysilerini çıkarıp bir taşın üstüne
koyar ve M /'e girer. Ancak, taş; üzerindeki giysilerle birlikte Mısır'a
doğru yuvarlanmaya başlar. Musa Peygamber, giysilerini almak için
taşın peşine düşerse de ona ancak Mısır'da yetişir ve öfkelenerek
elindeki asasıyla taşa on iki kez vurur. Bu sırada taş dile gelerek şöyle
konuşur: “Yahudiler. senin için cüzzamlıdır dediler. Böyle olmadığını
onlara kanıtlamak için giysilerini kaçırdım. Onlar da seni çıplak
görünce cüzzamlı olmadığını anladılar." Bu kez. Musa Peygamber.
taştan özür diler ve bağışlanması için ne yapması gerektiğini sorar; taş
da . “bir ip geçirip beni boynuna asarsan seni bağışlarım" der; Musa
Peygamber, taşın dediğini yerine getirir ve bağışlanır.

S E K İZ a. Sekiz cenneti; sekiz cennetin sekiz kapısını, sekiz


adını simgeleyen sayı.
* Sekiz c e n n e t ( u ç m a k ) : Gövdeden ayrılan r u h l a r ı n
ölümsüzlüğe kavuştuğu, sekiz mutluluk ülkesi.

S E L A M N A M E Ar. + Fars. (selâm nam e < Ar. selâm, barış,


rahatlık ve Fars. nâme, mektup) a. 1- Âl-i âbâ'yı. On İki İm am 'ı ve
pir-i ta rik a t'ı öven şiir.
2- M u h arrem ayini, aşu re ve m atem törenlerinde, m ersiye­
den önce okunan dua.

309
S E L A S E Ar. (şelâse) s. Üç.

S E L M A N İ Ar. (selm â ni < Selman-ı Farisi ya da Selman-ı


Pak'ın adından) a. Niyaz kabul eden gezginci derviş.

S E L S E B İ L Ar. (selsebil) a. C ennet te bulunduğuna inanılan


bir çeşme.

S E M A H (Ar. sem â ‘. işitme, duymadan) a. C em deki on iki


hizm et sıralamasında yer alan, cem ve m u h a b b e t toplantılarında
müzik eşliğinde yapılan dinsel tören. (ANSİKL.)
* Semah d â r'ına durmak: C em aatın ve dedenin önünde sem ah
yapmaya hazır olduğunu bildirmek için, niyaz ederek meydanın or­
tasına gelip, ayaklar m ü h ü rlenm iş, kollar göğüste çapraz, baş öne
eğik durmak.
*Semah dönmek: Semah oynamak.
*Scmah düzeni: R uzba düzeni.
*Semah n efesi: Semah oynanırken belli bir ezgiyle okunan
nefes.
-ANSİKL. Semahın kaynağı. K ırk la r M eclisi'dir: H z .
M u h am m et m iraç dönüşünde. K ırk lar Meclisi ne uğrar; Selmaıı
F arisi bir üzüm tanesiyle içeri girer ve Hz. M uham m et'e. “-Ey
yoksulların hizmetçisi! Bu iizüm tanesini bize paylaştır", der. C eb ­
rail bir tabak getirir ve Hz. M uham m et onun içinde üzüm tanesini
ezip şerbet yapar; bu şerbet, K ırk la r dan birinin dudağına değince
tümü kendinden geçer; kalkıp; “Ya Allah" diyerek semaha başlar.
C em ve m u h a b b e t toplantılarında semah dönülmesi. H z.
M uham m et'in K ırk lar Meclisi nde semah oynamış olmasının bir
kanıtı olarak algılanır. Bele bağlanan şed ve tü lb e n t o gece H z.
M uham m et'in kırk parça edilmiş sangının K ırk lar taralından belle­
rine bağlanmış olmasının anısını simgeler.
A l e v i l i k - b e k t a ş i l i k düşüncesinde sem ah. H z . A li

310
başkanlığında toplanan K ırk lar MecJisi’nde yapılan semahı anmak
için gerçekleştirilen bir dinsel ibadettir; kesinlikle bir oyun olarak
kabul edilmez. Hacı B ektaş Veli bu konuda; “Semah, a rifle r/«
aleti, m u h ip le ri'« ib a d e ti, ta lip le r/« maksududur. H a k k a ki
bizim semahımız oyuncak şey değil, ilahi bir sır dır, mecazi değildir.
O kimse ki semahı bir oyun sayar; o. cifedir, nam az/ kılınır kimse
değildir", der.
Semahın yalnızca erkekler ya da yalnızca kadınlar tarafından
oynanan biçimleri varsa da büyük çoğunluğu kadın erkek birlikte icra
edilir. Semalı sırasında, ünlü alevi-bektaşi şairlerden özel bir ezgi
eşliğinde nefesler okunur; ayaklar çıplaktır; el ele tutuşmak yoktur;
karşı karşıya geçilir ya da halka oluşturulur, kollar ileriye uzatılır ve
geri çekilerek göğse kavuşturulmak suretiyle hareket yinelenir;
ayaklar, çalman ezginin temposuna uygun, ayak parmakları birbiri
üzerine konularak yürünüp dolaşılır.
Semahlar a ğ ırla m a , c a n la n m a ve y eld irm e bölümlerinden
oluşur; buna bağlı olarak ağır, orta ve hızlı olmak üzere üç bölümlü
oynanır. Ağır semah nefesleriyle başlayan oyun, giderek nefeslerin
ritmine göre hız kazanır; oyun sırasında yorulan olursa birinin dizine
niyaz ederek onu oyuna kaldırır ve kendisi çıkar; nefesin son beyiti
olan şah beyitte yazanın adı geçince semah kesilir, ozana saygı gereği
biraz durulur ve yeniden semah dönmeye başlanır.
Semah yapanlar, m eydan'da açılan boşlukta, oldukları yerde
değil, dolaşarak oynarlar; m ürşit/dede'nin oturduğu kısma gelince
sem ah çılar, çerağ tah tı denilen bu kutsal yere sırtlarını dönmez­
ler; yüzleri çerağ lara dönük, elleri göğüslerinde bağlı ve boyunları
hafifçe öne eğik biçimde geçerler ve yeniden dolaşarak oyuna devam eder-
ler.
Belli başlı semah türleri şu şekilde sıralanabilir:
1- Ç oban Baba semahı
2- M ira ç la m a
3- Ali n u r sem ahı
4- Ç ark sem ahı
5- K ırk la r sem ahı

311
6- Dem geldi sem ahı
7- T u rn a la r sem ahı
8- K ıra t sem ahı
9- E rk ân semahı
10- G ençler sem ahı
11- G ö n ü ller sem ahı
12- Ya H ızır sem ahı
13- N evruz sem ahı
14- M uham m et-A li sem ahı
15- Hacı B ektaş sem ahı.

S E M A H Ç l a. P erv an e.

S E M A H Ç I U K a. P e rv a n e lik .

S E M A K a. Sem ah.

S E R A T A N a. B u rçlar sıralamasında yer alan ve yengeçle


sembolize edilen burç; yengeç burcu. (ANSÎKL.)
-ANSÎKL. Z o dyak, insan biçiminin göklere yansımasından
kaynaklanan bir “burç insanı"dır; seratan. bu “burç insam "m n,
duygularım anlatan kalbini temsil eder.

S E R B E S T E Fars. (serdeste) a. D esteçup.

S E R Ç E M Fars. + Ar. (se rc em ‘ < Fars, ser, bir topluluğun


önderi, başkanı ve Ar. cem‘) a. Dede.

S E R Ç E Ş M E Fars, (serçeşme < ser. bir topluluğun önderi,


başkanı / doruk, tepe / son nokta ve çeşme) a. 1- Suyun başı, kaynak,
pınar.
312
2- Y o l’un asıl kaynağı, yol'un en ulu p iri anlamında H a cı
B ektaş Veli.

SE R V İ (Servigillerden, 20-30 m boyunda, piramidal gövdeli, pul


yapraklı, kozalak meyveli, hepyeşil bir ağaç cinsi < Fars. serv. sevgili­
nin boyu bosundan) a. İnce, uzun gövdesiyle elife benzeyen ve ebcet
hesabıyla biri anlatan T a n rı’nın simgesi. (ANSİKL.)
-ANSİKL. V a h d et inancına göre, görünüşüyle (1) sayısını
anımsatan servi T an rı'y ı; hep serviyle birlikte anılan k u m ru ise
T an rı’ya adanmışlığı anımsatan boynundaki renk kuşağı ve Tanrı'nın
adını hatırlatan ötüşü nedeniyle kulu simgeler.

S E T T A R Ar. (settâr < setr. örtme, kapama, gizleme) s. Örten,


kapatan, gizleyen.

S E V R Ar. (şevr. boğa) a. B urçlar sıralamasında yer alan ve


boğayla sembolize edilen burç; boğa burcu. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Zodyak, insan biçiminin göklere yansımasından kay­
naklanan bir “burç itısani'da: sevr. bu “burç insaıu"nm yaratıcı coşku­
sunu anlatan boynunu, boğazını temsil eder.

S E Y A D E T Ar. (seyâdet. efendilik, beylik) a. S iyadet.

S E Y A H A T Ar. (seyah at, yolculuk, gezi) a. 1- T a rik a t yol-


cusu'nun, H ak dostlarım görmek ve ilahi kudretin görünümlerin­
den ibret almak için uzak yerlere yolculuk etmesi, geziye çıkması.
2- Gönlün, kalbin, ruhlar ve m elekler evreni olarak algılanan
m elekût âlemine, gayb'ı tanımak ve tanrısal feyz alm ak için yol­
culuk etmesi.
3- T arik at adap ve erkânına aykırı davranarak düşkün duruma
düşene, suçunun gerektirmesi durumunda verilen, geçici ya da sürekli
sürgün cezası.

313
*Sevahat vermek: Düşkün duruma düşene, suçunun gerektirmesi
durumunda geçici ya da sürekli sürgün cezası vermek.

S E Y F Ar. (seyf) a. Kılıç.

S E Y F İ Ar. (seyfi. kılıçla, askerlikle ilgili olan) a. S eyfi-


ler'den olan kimse, topluluk.
* Seyfi kolu: Seyfiler.
* Seyfi taç: Ethem i taç.

S E Y F İL E R a. Hz. M uham m et'in Hz. Ali'ye kılıç vermesini


bir gelenek biçiminde yaşatan ve kılıç kuşanan, zalimlere ve nefsin tut­
kularına karşı savaş verenlerin bağlı bulunduğu ahilik kolu.

S E Y İ R Ar. (sey r. gidiş, yürüyüş) *Seyr a n illa h (A llah 'tan


yolculuk): Seyrü sülük aşam aları sıralamasında dördüncü sırada yer
alan ve Tanrı dan halk'a dönme olarak algılanan makam.
*Seyr fillah (A llah'ta yolculuk): Seyrü sülük aşam aları sıra­
lamasında ikinci sırada yer alan. T a n r ı’ya ulaşan ta rik a t yolcu-
su'nun T anrı niteliklerini kazanma süreci olarak algılanan m akam .
*Sevr illa lla h (A llah 'a yolculuk): Seyrü sü lü k a ş a m a la rı
sıralamasında ilk sırada yer alan, beşeri isteklerden sıyrılarak tanrısal
iradeye teslim olma olarak algılanan m akam .
*Seyr m a a lla h (Allah ile birlikle yolculuk): Seyrü s ü lü k
aşamaları sıralamasında üçüncü sırada yer alan, ikilik'in ortadan kalk­
ması her şeyin tanrısal olması olarak algılanan m akam.
*Seyr-i n ü z u l: Kavs-i nüzul.
*Sevr-i u ru c : Kavs-i uruc.
*Seyrü s ü lü k : T a n r ı yolundaki ta rik a t yolcusu'nun. seyr
illallah, seyr fillah, seyr maallah ve seyr anillah makamlarını geçerek
T an rı'y a varmak ve T a n r ı’dan halka dönmek için yaptığı manevi
yolculuk.

314
* Seyri] sü lü k görmek: T a rik a t yolcusu, seyrü sü lü k yolcu­
luğuna başlayıp manevi olarak yok olmak.
*Seyrü süluk'u tamamlamak: T a rik a t yolcusu, seyrü sü lü k
yolculuğunu tamamlayarak T an rı’dan halk a dönmek.

S E Y İ D A N Ar. (s ey yid â n < seyyid'in ikili çoğulu) a. H z .


M uham m et'in iki torunu: Hz. Haşan ve Hz. Hüseyin.

S E Y İ D E Ar. (seyyide < seyyid'in dişili) a. Hz. M u h a m ­


met soyundan gelen kadın.

S E Y İ T Ar. (seyyid. bir topluluğun ileri gelen kişisi) a. S eyit­


ler soyundan olan kimse, topluluk.
* Seyit Ali Sultan p o stu : Aşçı postu.

S E Y İ T L E R a. H z. M u h a m m e t soyundan olanlar.
(ANSİKL.)
-ANSİKL. Hz. M uham m et'in çocukları ve torunları; H z.
Ali’nin eşi Hz. Fatm a'dan türeyen bir soyu oluşturur. Başlangıçta;
Hz. Hüseyin soyundan olanlara seyit. Hz. Haşan soyundan olanlara
şerif denildi; zamanla bu ayrım ortadan kalktı ve her iki im am ın so­
yundan gelenlere seyit adı verildi.

S E Y İT L İ K a. Seyit olma durumu.

S E Y Y A H Ar. (seyyah, gezgin < seyahat. yolculuk, gezi) a. 1-


Bir derviş ya da cana bir haberin ulaştırılması, o derviş ya da canın zi­
yaret edilmesi için verilen görev.
2- Bu görevi yerine getiren kimse.
3- Seyahat.
*Sevvah çıkarmak: 1- Bir derviş ya da cana bir haber ulaştırmak, o
dervişi ya da canı ziyaret etmek için görev vermek.

315
2- Bu görevi yerine getirecek kimseyi belirleyerek hizm ete
başlatmak.
3- Seyahat verm ek.
*Seyyah derviş: Gezgin derviş.
*Sevvah vermek: Seyahat vermek.

S IB D Ar. (sıbt) a. Torun.

S I B T E Y N Ar. (s ı b t e y n < s ıb t'ın ikili çoğulu) a. H z .


M uham m et’in iki torunu; Hz Hasaıı la Hz. Hüseyin.
*Sıbtevn-i Mükerremeyn: Hz. Hasaıı ile Hz. Hüseyin.

SID K Ar. (şıdk. doğruluk, gerçeklik/açık yüreklilik/birine, bir


şeye içten bağlanma) a. 1- T arikata candan bağlanma.
2- Yalandan başka bir şeyin insanı kurtaramayacağı hallerde bile
doğruluktan ayrılmama, hak olanı söyleme.
3- Kişinin inancında şüphe, halinde leke, davranışlarında kusur ol­
maması; özün söze, davranışa uyması durumu.

S I F A T Ar. (sıfat < vasf. bir kimsenin ya da şeyin taşıdığı hal)


a. Nitelik.

S I F Â T Ar. (sıfat < sıfat'ın çoğulu) a. T an rı'n ın özel nitelik­


leri.
*Sıfât-ı celaliye: Celal.
*Sıfât-ı cemalive: Cemal.

S İ M A T a. S o fra .

S IR Ar. (sırr. giz, gizem) a. 1- H akk ın gayb duruma getirdiği,


ancak h alk a bildirmediği şey.
2- “T anrı evi" olarak tanımlanan insan gönlünde tecelli ede
ve ancak nefsin isteklerinden sıyrılıp içe kapanışla, derin düşünceye dal

316
makla öğrenilen tanrısal gerçek. (ANSİKL.)
*Sır etmek: 1- Duyulması istenmeyen bir düşünce ya da olayı sakla­
mak, gizlemek.
2- Dem içmek.
3- Ç erağ söndürmek.
*Sır m a k a m ı: Gizem aşam ası.
*Sır olmak: H a k k 'a yürüm ek.
*Sırr-ı H a k : H akk'tan başkasının bilmediği sır.
*Sırr-ı halk: H akk'la kulu arasında olan sır.
*Sırr-ı kader: T anrı yazgısı.
*Sırr-ı ru b u b iy et: Evrenin her yanında var olan, insanlarca bili­
nip çözülemeyen tanrısal sır.
*Sırr-ı sır: Sırr ı Hak.
*Sırr-ı t a r i k a t : T a rik a t s ırrı, bektaşi sırrı.
*Sırr-ı te c e lliy a t: T an rı'n ın evrendeki ve insan gönlündeki
tecellileriyle ilgili sırlar.
* Sırr'us sır m a k a m ı: G izem lerin gizemi aşam ası.
-ANSİKL. Asıl gerçekler, görünür olanın ötesindeki sırlardır: bu
sırlara. T a n rı yolunda ta rik a t yolcusu olmakla ulaşılır. İnsanda
gönül tanrısal bilgi alanı; ru h, sevgi alanı; sır ise aşkm gerçekleri sez­
me alanı olarak algılanır; gönül gözü açık olanlar, ta rik a t yolu nda
olgunluğa ulaşanlar, evrendeki her varlığın ve kendi iç dünyalarında
T a n rı varlığının işaretlerini, belirtilerini sezebilirler.

S I R A T Ar. (sırat, k ıy a m e t gününde C e h e n n e m üzerine


kurulacağına ve üzerinden geçilmesi çok zor olacağına inanılan köprü) a.
Tanrısal gerçekleri arama yolu, gönül yolu.

S IR L A M A a. Sırlamak eylemi.

S I R L A M A K f. 1- H akk'a yürüyeni törenle toprağa gömmek.

317
toprağa vermek. (ANSİKL.)
2- S ır etm ek.
-ANSİKL. İnsan tanrısal sırlar taşıyan bir varlıktır; H ak k 'a
yürüm ekle, madde dünyasından ayrılarak tanrısal evrene geçer ve
gözden yiter; sırlam a, H akk'a yürüyenin, insan gözünden gizlenmesi
için yapılan bir eylem olarak algılanır.

S İ Y A M Ar. (ş ıyâ m ) a. O ru ç .

S İ Fars, (si, otuz) *Si vü dü (otuz iki): H u ru filik 'te, v a rlık


türlerini özünde topladığına ve kutsal olduğuna inanılan sayı.
(ANSİKL.)
-ANSİKL. H u ru fi inancına göre, en yetkin varlık olan insan,
otuz iki harften oluşur ve tüm evreni kendi özünde yansıtır; bu harfler
insanın yüzünde okunur.

S İD R E Ar. (sidre. hünnap ağacı) *Sidre-i m ünteha, sidret-ül


m ü n te h a : Göğün yedinci katında olduğuna inanılan ve m iraç yol­
culuğu sırasında C eb ra il tarafından Hz. M uham m et'e gösterilen
ağaç.

S İ L S İ L E Ar. (silsile, soy zinciri) *Silsilet üz-zeheb (altın


dizisi): T arikatın ana ilkeleri arasında yer alan On İki İm am sevgi­
si.

S İM A Ar. (sim â‘, müzikli tö ren ) a. Sem ah.

S İM U R G Fars. (si-murg < si, otuz ve murg, kuş) a. A nka.

S İ R A C Ar. (s ir â c , meşale, kandil, ışık) *Sirac-ı m ü n i r


(aydınlatan ışık): Kimi dergâhlarda, H orasan çerağının karşısında
yer alan ve Hz. Ali'yi simgeleyen, parlak bir ışık saçan tek çerağ.

318
*Sirac-ı ra h -ı hidayet (doğru yolun ışığı): Hz. M uham m et.

S İR E T Ar. (siret, ahlak, karakter / gidiş, yol, tarz / biyografi)


*Siret-i N ebi: Siyer.

S İT E M Fars, (sitem, incinmeyi, kırılmayı, hoşnutsuzluğu sez­


diren söz / incinme, kırgınlık) a. M ürüvvet dileyen düşkünden: uy­
gun görülmesi durumunda, suçtan mağdur olanların zararını ödemek
için tazminat olarak alman para.
*Sitem görmek: Sitem cezasına çarptırılmış olmak.
* Sitem sürülmek: Sitem cezası verilmek.
*Sitem vurmak (urmak): M ürüvvet dileyen düşküne sitem
cezası kesmek.

S İ T E M L İ s. Sitem cezasına çarptırılmış olan.


*Sitemli olmak: Sitem cezasına çarptırılmış olmak.

S İV A S (İç Anadolu Bölgesi’nin Yukarı Kızılırmak bölümünde


kent) * Sivas sem ahı: Hacıbektaş yöresinde yaygın olarak oynanan bir
sem ah.

S İ Y A D E T Ar. (siyâdet, efendilik, beylik) a. Hz. M uham ­


m et soyundan gelme.
*Siyadet b e ra tı: Hz. M uham m et soyundan geldikleri savında
olanlara, durumlarını kanıtlamaları halinde verilen belge.

S İ Y A S E T Ar. (siyâset, ceza, idam cezası)


*Siyaset m ey d an ı: D üşkün m eydanı.

S İ Y E R Ar. (siyer < siret'in çoğulu) a.


Hz. M uham m et'in yaşamını, peygamber olarak eylemlerini ve

319
sahip olduğu değerleri anlatan yapıt.
*Siyer-i Nebi: Siyer.

S O F İ (Ar. sû/î'den) a. Sufi.


*Sofi süreği: Sufi süreği.

S O F İ L İ K a. S ufilik.

S O F İ Y A N (Fars, s üfiyân 'â m ) a. S ufiyan.


*Sofi yan kolu: O cakzadeler.
*Sofivan m e y d a n ı: Alevi m eydanı.

S O F İY A N E (Ar. - Fars, süfiyâne'den) s. ve be. Sufiyane.

S O FRA (Fars, süfra'dan) *Sofra bağlama d u a sı: L okm a ye­


nildikten sonra m ürşit tarafından okunan dua.
*Sofra g ü lb an k ı: Sofracı ve farraşııı hizm etlerini görmesin­
den sonra sakanın getirdiği suya m ü rşitin okuduğu gülbank.
* Sofra süreği: Alevi m eydanı.

SO F R A C I a. Cem'deki on iki hizmet sıralamasında yer alan,


sofrayı kurma, kaldırma görevini yerine getiren kimse.

S O F R A C IL IK a. Sofracı olmanın gereklerini yerine getirme;


sofracının işi, görevi.

SOFU (Ar. jü/ı'den) a. 1- Dinin buyruklarına, yasak ve gerekle­


rine uymakta aşırı titiz davranan sünni kimse.
2- Sünni fanatik.

320
SOFUCA s. ve be. Sofu kimseye özgü, yaraşır olan ya da özgü, ya­
raşır biçimde.

SO FU L U K a. Sofu olma durumu; sofu kimseye özgü nitelik,


davranış.

S O H B E T Ar. (sohbet)
• •
a. M u h a b b e t.
* Sohbet m ey d an ı: M uhabbet m eydanı.

S O M A T a. Sofra.

SO R G U *Sorgu ay in i: Baş okutm a erkânı.

S O R U L A M A *Sorulama e r k â n ı: Baş okutm a erkânı.

S O R U L M A *Sorulma e r k â n ı: Baş okutm a erkânı.

S O Y U N M A K f. 1- T a rik a ta girerek derviş olmak.


2- Bir dergâha, bir m ürşit'e bağlanmak.
3- Nasip alm aya gelmek.
4- Dünyasal isteklerle, nefsin istekleriyle ilgisini kesmek.

SU a. S udur öğretisi'ne göre, önsüz-sonsuz olarak algılanan ve


v arlık türlerini oluşturan d ö rt öğeden biri. (ANSİKL.)
*Su o ru c u : M atem orucu.
-ANSİKL. D okuz ya da yedi gök katından, dö rt ana, d ö rt
anne adıyla anılan ve v arlık türlerinin oluşumuna katılan to p ra k ,
su, h av a ve ateş oluştu; bunlardan da mineral, bitki ve hayvanlar
âlem i ortaya çıktı.
M a k a la t ve V ilayetnam e de, Allah'ın dört tür insan yarattığı
anlatılır: Ş eriat kavm i olan a b itle r; ta rik a t kavm i olan z a h it­

321
ler; m arifet kavm i olan a rifle r ve h ak ik at kavm i olan m u h ip -
ler. Bu dört tür insan d ö rt kapı ve d ö rt öğeyle temsil edilir; A hit­
le r, ş e ria t k ap ısı ve h a v a ; z a h itle r ; ta r ik a t k apısı ve a te ş;
a rifle r, m arifet kapısı ve su; m u h ip le r. hak ik at kapısı ve to p ­
rak.

S U B H Ar. (subh) a. Tan zamanı, sabah.

SUCU a. Kimi bölgelerde sakaya verilen ad.

S U C U L U K a. S ak alık .

S U D U R Ar. (sudur, meydana çıkma, oluşma) a. T an rı'n ın ;


kendi özünden fışkıran, taşan bir nurun (ışığın) dönüşümler geçirmesi
yoluyla evrende, gözle görülebilir biçimler aldığını savunan kuram;
sudur öğretisi, sudur teorisi. (ANSÎKL.)
-A N SİK L. A l e v i l i k - b e k t a ş i l i k . s ü n n i ortodokslukla
bütünüyle çelişen özgün bir dünya görüşü olarak gelişti. Bu dünya
görüşünün temel taşlarından birisi de sudur öğretisidir.
A lev ilik-bektaşilik, Tanrı-doğa-insan ilişkisini sudur teori­
si çerçevesinde açıklar; bu öğretide, Tanrı'dan çıkıp yeniden T an rı’ya
dönen bir devir vardır.
Tanrı, kendi kendisinin tanrısı iken, insanlar için hayal edilemeye­
cek bir öze sahipti. Bu ilk konumunda Tanrı'nın bir yer kaplaması ya da
herhangi bir şeyden farklılığı söz konusu değildi.
Diğer taraftan T anrı bu ilk aşamada, kendi kendisinin de bilincin­
de değildi; kendi içindeki sonsuz olanakların, yeteneklerin ve güçlerin
ayrımında değildi. Bunun için dönüşüme uğraması ve daha yüksek düzey­
de yeni bir bilince ulaşmak üzere kendi kendisiyle yabancılaşması gerek­
liydi. İşte sudur bu gereklilikle, Tanrı'nın kendi kendisinin bilincine
varmasıyla, kendisi ne yabancılaşmasıyla başlar.
İkinci aşamada artık Tanrı'nın bir kişiliği vardır; evrenin, bütün

322
ruh sal ve maddesel şeylerin yaratılması için gerekli kaynağı içinde
taşımaktadır; bu nedenle T an rı ikinci aşam ada H ak olarak. Hakikat
olarak algılanır. A levi-bektaşilerce T an rı'n ın tercih edilen adı da
budur.
Daha sonra H akk'tan akl-ı evvel; bundan dokuz akıl; dokuz
akıldan dokuz ru h ; dokuz ruhtan dokuz gök; dokuz gökten
d ö rt nitelik; d ö rt nitelikten d ö rt öğe; d ö rt öğeden üç âlem;
üç âlemden insan-ı kâm il yaratılır ve yeniden T anrı'ya dönüş ger­
çekleşir.
T a n r ı , her dönüşüm , y a b a n c ı l a ş m a k ad em esiy le
tanrısallığından bir şeyler yitirir; sudur kademeleri aşağıya doğru
seyrederken giderek gerçekten uzaklaşır; ev ren . T an rı'n ın gözle
görülür bir sureti olmasına karşın, aşağıya doğru son sudur aşam ası
olan cevher O’na bütünüyle yabancıdır.
Bu nedenle sudurun yukarıya doğru, her kademede T anrı’ya biraz
daha yaklaşan bir dönüşümün sürmesi zorunluydu.
Zorunluluk gereği mineraller âleminden sırasıyla bitkiler âle­
mi, hayvanlar âlem i, insanlar âlem i ve kâm il insan âlemi belirir;
hi ndisiyle bütünleşme yeteneğine sahip kâmil insan sayesinde Hak.
kendi bilincini zenginleştirir, kendi kendinin bilincine varır.
Sudur öğretisine göre, yeterli olgunluğa ulaşamamış insanların
ruhları öldükten sonra dünyada kalır; “yeniden diriliş" olarak algıla­
nan. bütün sudur formlarının Hakk'a geri döneceği, yani evrenin büyük
bir ateşle yanarak yok edileceği güne değin bekler; sadece kâmil insan
H ak k 'la birleşir ve k ıy am et gününe değin ru h sa l kişiliğini yitir­
mez.
A le v ilik -b e k ta şilik 'te , sünn ilik 'tek in e benzer bir C e n n e t
ve Cehennem yoktur. Ölümden, bütün şeylerin H ak katında tümden
yok edilişine (kıyam et günü) değin geçen süre, genelde şu durumları
içerir:
1- Ölümle birlikte ru h gayb âlemine geçer.
2- R u h . gayb âleminde, sıkıntılı ya da huzurlu bir durumda
kıyam et gününü bekler.

323
3- Kıyamet gününü bekleyen ruh. başka bir hayvanın ya da insanın
vücuduna girer.
4- İnsan öldükten sonra yalnızca onun taralından üretilen düşünce­
ler kalır.

S V F F A (Ar. suffe'den) *Suffa e h li: Suffe ehli.


*Suffa-i s a fa : Suffe-i safa.

S U F F E Ar. ( s u f f e . sofa) *Suffe e h l i : M e d in e 'd e . H z .


M u h a m m e t döneminde, onun tarafından yaptırılan mescitte
barındırılan MüsHunanlar.
*Suffe-i s a fa : K ırk lar M eclisi’nin toplandığı yer.

S U F İ Ar. (süfi) a. T asa v v u f felsefesine bağlı kimse, toplu­


luk.
*Sufi süreği: Ocakzade.

S U F İ L İ K a. T asav v uf.

S U F İ Y A N Fars, (sufiyân < Ar. sûfi'nin Fars, çoğulu) a. 1-


T asavvuf felsefesiyle uğraşanlar.
2- O cak zad eler.

S U F İ Y A N E Ar. - Fars, (şufiyâne < Ar. s ü fi ve Fars. âne.


özgü) s. 1- Sufıye özgü, yaraşır olan.
2- be. Sufiye özgü, yaraşır biçimde.

SU F İ Y E Ar. (sufiyye) a. T asav v u f felsefesine inananlar top­


luluğu

S U F İ Y Û N Ar. (süfiyyîın < siî/i'nin çoğulu) a. T a s a v v u f

324
felsefesiyle uğraşanlar.

S V G R A Ar. (su g râ < aşğ ar'm dişili) s. Daha küçük, en


küçük.

S U H U F Ar. (ş u h u f , sayfalar) a. Kitaplı p e y g a m b erlerin


dışında, diğer peygamberlere gelen kutsal buyruklar.

S U L T A N Ar. (sultân) a. Kimi ta rik a t ulularına verilen ad.


*Sultanım : A levi-bektaşilerin kendi aralarında “sen" yerine
kullandıkları seslenme sözü.

S U R E T Ar. (suret, biçim, görünüş, kılık) a. 1- T anrı'nın, dış


dünyada ya da insan gönlünde tecellisi.
2- " H ak k ın sureti" anlamında insan-ı kâm il.

S U R / Ar. (şuri < suret, dış görünüş biçim) s. Görünürde olan,


görünüşle ilgili.

S İ ) F E R A Ar. (s ü f e r â . elçiler) *Süfera-yı erbaa: G a y b e t-i


su g ra döneminde. 12. İmam Mehdi'nin elçiliğini yapan dört kimse.

S Ü M B Ü L E Ar. (sü n büle) a. B urçlar sıralamasında yer alan


ve başakla sembolize edilen burç; başak burcu. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Zodyak, insan biçiminin göklere yansımasından kay­
naklanan bir “burç iıısani'dır, sümbüle, bu “burç insaıu"nın karın
boşluğunu temsil eder.

SÜ L Ü K Ar. (sülük, bir yola girme, bir yol tutma) a. T a rik a ta


girme.
*Süluk etmek: T arik ata girmek.

325
S Ü N N E T Ar. (s ü n n e t ) a. 1- Hz. M uham m et'in söz, dav­
ranış, uyguluma ve onayları.
2- Hz. Ali ve soyundan gelen imamların söz. davranış, uygulama
ve onaylan.
3- P ir’e. m ürşit'e itaat.

S Ü N N İ Ar. (sü n n i) a. S ü n n ilik 'i benimsemiş kimse, toplu­


luk.

S Ü N N İL İK a. S ünnet temelinde; Tanrı'nın, birliğine inanma,


n a m a z , o ru ç , h ac ve z e k â t ilkeleri üzerine kurulu ehl-i sünnet
m ezh eb i.

S Ü P Ü R G E C İ a. F e rra ş .

S Ü P Ü R G E C İ L İ K a. F c rra ş lık .

S Ü R E K a. Kimi bölgelerde Köy alevilerinin ik ra r ayini'ne


verdikleri ad.
* Sürek b e k ta s ile ri: Kimi bölgelerde, kızılbaş b ektaşiler
verilen ad.
S
ŞA H Fars, (şâh, bir şeyin en iyisi, bir topluluğun en büyüğü) a. 1-
Manevi dünyanın, bâtın i bilgi dünyasının su ltan ı anlamında Hz.
Ali'ye, diğer im a m la ra ve kimi ta rik a t ulularına verilen ad. un­
van.
2- Hem bu dünyanın, hem öbür dünyanın sultanı anlamında
Hz. M uham m et'e verilen ad. unvan.
3- Bütün evrenin eşsiz ve ortaksız yöneticisi anlamında T anrı’ya
verilen ad.
*$ah beyit: Nefeslerde, okunan parçayı yazanın adının geçtiği son
beyit.
*$ah İbrahim Veli dolusu: İçki.
*Sah Kulu Hacim Sultan p o stu : Kilerci postu.
*Sah perde: Sazın, alevi-bektaşi müziğinin karar sesi olan “la"
perdesine verilen ad.
*Sah Safi süreği: Ocakzade.
*Sah Sazili p o stu : Kahveci postu.
*Sah-ı H o r a s a n : H o ra san eren lerin in sultanı anlamında
H acı B ektaş Veli.
*Sah-ı K erb ela: K erbela şahı anlamında Hz. Hüseyin.
*Sah-ı k ev n e v n : İki dünyanın şahı anlamında Hz. M uham ­
m et.
*Sah-ı m e rd a n : Yiğitlerin şahı anlamında Hz. Ali.

327
*Sah-ı şehidan: Şehitlerin şahı anlamında Hz. Hüseyin.
*Sah-ı velayet: Velilerin şahı anlamında Hz. Ali.
*Sah-ı z ü lfik â r: Kılıç şahı, anlamında Hz. Ali.

Ş A H A D E T Ar. (şahadet, şahitlik, tanıklık) *Şahadet günü:


Hz. Hüseyin'in Kerbela'da şehit edildiği gün.

Ş A H L A M A a. M u h ab b etlerin coşkulu anlarında, hızlı ma­


kamda okunan nefeslere verilen ad.

ŞA K Ar. (şakk, yırtma, paralama, parçalama) *Sakk-ul-K uran:


K uran'ı yırtan, yakan anlamında Hz. Osman'a verilen unvan.

Ş A K İR T Fars. (şâgird) a. 1- Öğrenci. 2- Çırak.

Ş A T H Ar. (şattı) a. Ş atıh.

Ş A T H İ Y A T Ar. (şa thiyyât. alaylı, eğlenceli öyküler) a. 1-


T ekke şairlerinin şiirleri arasında bulunan şathiyeler.
2- Bu şairlerin şiirlerini derleyen kitapta, şathiyelerin yer aldığı
bölüm.
*Sathivat-ı so fiy an e: Ş ath iy eler.

Ş A T H İ Y E Ar. (şathiyye. a h ir e ti alaylı bir dille anlatan


sözler) a. Tekke şairlerinin yazdığı, Tanrı'ya ve kadere yönelik taşla­
malara verilen ad.

Ş A T I H Ar. (şath. çılgınlık sırasında söylenen saçmak sapan


sözler) a. T an rı yolu'ndaki ta rik a t yolcusu'nun; vecd durumunda
söylediği, gizli anlamını herkesin kavrayamayacağı kabul edilen, akla,
mantığa ve şeriata aykırı görünen söz.

328
Ş E C E R E Ar. (şecere, küçük ağaç, bir tek ağaç) *Secere-i
T a y y ib e : Ş erif vc seyitlerin kayıtlarının tutulduğu defter.

ŞE D Ar. (şedd, sıkı bağlama, sıkma) a. 1- Fütüvvet-ahi kuru­


luşlarına girenlerin törenle bellerine bağlanan ve bağlılık simgesi ola­
rak algılanan kuşak.
2- Kem er.
*Şed bağlamak (kuşatmak): 1- F ütüvvet-ahi kuruluşuna giren
talip'in beline, bağlılık işareti olarak kuşak dolamak.
2- K em er bağlam ak.
*Sedd-i sah : Hz. Ali kuşağı olarak algılanan şed. kem er.

Ş E H İ T Ar. (şehid < şahadet, şehitlik) *Sehid-i K e rb e la :


Hz. Hüseyin.
*Sehitler şahı: Hz. Hüseyin.

Ş E M S Ar. (şems) a. G üneş.

ŞFJMSİ Ar. (şemsi) s. G üneş’le ilgili. G üneş'e ilişkin olan.


*Semsi yıl: Güneş esasına dayanan takvim.

Ş E M Sİ Ar. (şemsi < Şems-i Tebrizi'nin (Tebriz? - Konya 1247]


adından) a. Saki.
* Semsi ta ç : Yedi terkli bektaşi tacı.

Ş E M S İ L İ K a. Ş ak ilik.

Ş E R A F E T Ar. (şerâfet. soyluluk, şereflilik) a. 1- Hz. Haşan


yoluyla Hz. M uham m et'in soyundan gelme.
2-Bu soydan gelme onuru.

329
Ş E R B E T Ar. (şerbet) a. İçki içilmeyen alevi bölgelerinde,
cemlerde içki yerine sunulan şekerli içecek.

Ş E R B E T Ç İ a. Saki.

Ş E R B E T Ç İ L İ K a. Ş ak ilik .

Ş E R H -İ B E S M E L E a. Hacı Bektaş Veli tarafından yazılan,


aslı kayıp, kopyasına kimi sünni eklentiler yapıldığı kabul edilen bir
yapıt.

Ş E R İ A T Ar. {şeri*at, doğru yol) a. D ört kapı öğ retisi’ne


göre, insan-ı kâm il aşam aları sıralamasında ilk sırada yer alan ve
a b id le rle özdeşleştirilen; insanın yol kurallarına uyma ve yol
u lu la rın a saygı yoluyla kendini eğitmesi evresi; şeriat kapısı.
(ANSİKL.)
* Şeriat bilgisi: T a rik a t kurallarına, ta rik a t ulularına ilişkin
bilgi.
* Şeriat evi: Nasip alıp yola girecek canın, tö ren yapılmadan
önce hazırlandığı, yani yol kurallarını yeniden gözden geçirdiği,
abd est alarak kefen giydiği yapı bölümü, yer.
*Şeriat kapısı: Şeriat.
* Şeriat kavmi: A bidler.
-AN SİKL. D ö rt k a p ı öğretisi'ne göre, in sa n -ı kâm il
aşam aları dörttür ve her biri bir kapıyla temsil edilir:
1- Şeriat; şeriat kapısı.
2- T a r ik a t; ta rik a t kapısı.
3- M a rife t; m a rife t kapısı.
4- H a k ik a t; h a k ik a t kapısı.
Normal insan ta rik a t yolu'nda, dört kapı ve bu d ö rt kapıya
bağlı k ırk m akam dan geçerek, ruhunu ve benliğini ergin duruma
getirir; kâm il insan olarak ilahi sırra ulaşır.
330
Şeriatın on m akam ı şunlardır:
1 -İman etme.
2- İlim öğrenme.
3- İbadet etme.
4- Haramdan uzaklaşma.
5- Ailesine yararlı olma.
6- Çevreye zarar vermeme.
7- Peygamberin emirlerine uyma.
8- Şefkatli olma.
9- Temizliğe özen gösterme.
10- Yaramaz işlerden sakınma.

Ş E R İ F Ar. (şerif, soylu, temiz) a. Hz. M uham m et'in torunu.


İm am Ali’nin oğlu Hz. Hastın soyundan gelenlere verilen unvan.

Ş E R İF L İK a. Ş erif olma durumu.

ŞERPE a. Sazı, parmaklarla, tırnaklarla çekerek çalma.

Ş E V K Ar. (şevk, aşırı istek, heves / neşe, sevinç) a. İnsan


gönlünün T a n rı sevgisinden, tanrısal tecellilerden kaynaklanan
coşkusu.

Ş E Y H Ar. (ş e y h < ş e y h u h e t . yaşlılık, ihtiyarlık) a. P ir .


m ü rşit. (ANSİKL.)
-ANSİKL. A le v ilik -b e k ta şilik 'te şeyh terimi, tarihse) ge­
lişimi içinde zaman zaman bağımsız olarak, kimi kez de seyit unvanıyla
birlikte belli bir kullanım alanı bulduysa da günümüzde büyük ölçüde
terkedilmiş durumdadır.

331
Ş E Y H İ A t. (ş e y h i < Şeyh Ahmet Ahsani'nin [1744-1828]
adından) a. Şeyhilik’i benimsemiş kimse, topluluk.

ŞE Y H İL İK a. Şeyh Ahmet Ahsani 11744- 1828J taraflıdan kuru­


lan, im am ların tanrısal nitelikler taşıdığı savma dayanan. A li’ye
bağlılıkla belirgin bir m ezhep.

Ş E Y H L İ K a. P ir lik . m ü rş itlik .

Ş E Y T A N Ar. (şeytân) a. 1- T anrı'ya başkaldıran m eleklerin,


kötü ru h ların başı olduğuna inanılan varlık.
2- N efis.

Ş E Y T A N İ Ar. (ş e y ta n i) s. Ş ey tan la ilgili, şe y ta n a ilişkin


olan.
*Sevtani su ltan : “T anrı evi" olarak algılanan insan gönlünde­
ki nefis.

Ş IK Ar. (şıkk. ikiye ayrılmış bir şeyin parçalarından her biri)


*Sık düzeni: R uzba düzeni.

Ş İA Ar. (şi‘a. taraflılar, yardımcılar) a. I- Hz. Ali'nin yan­


daşları; şia-i Ali.
2 Ş iilik .
*Sia-i Ali: Şia.
*Sia-i İm a m iv e : C afe rilik .

Ş İ İ Ar. (şi'i < ş i‘a) a. Şiilik'i benimsemiş kimse, topluluk.

Ş İİL İK a. Hz. M uham m et'ten sonra Ali bin Ebu Talip'in vasi­
yet yoluyla halife atandığına inanan AH yandaşlarının (şia-i Ali)

332
oluşturduğu, ehli sünnet dışı m ezhep. (ANSİKL.)
-ANSÎKL. Hz. M uham m et'in ölümünden [632] sonra, halife­
liğin Ali'nin hakkı olduğu savıyla Ebubekir'in, onu izleyen Ömer ve
Osman'ın halife seçilmelerine karşı çıkan şiiler; ilke olarak halife­
liğin Hz. Ali'den başlamak üzere her dönemde e h lib e y t'te n
seçilmesi gerektiğini savundular. Böylece İslam dünyasında, ilk dinsel
ve siyasal nitelikli hareketi başlatmış oldular; zamanla görüş ve anlayış
ayrılıkları nedeniyle çok sayıda kola ayrılmış da olsa, hiçbir zaman
güncelliğini ve etkinliğini yitirmedi; bu alanda gelişen, oluşturulan,
kurulan akım, ta rik a t ve m ezhepler. Ali sevgisine dayandığından
tümüne birden şiilik denildi.

Ş İ İ Y E T Ar. (şi‘iyyet < jı'T d en ) a. Şiilik.

Ş İR Fars. (şîr. aslan) *Şir-i Y ezdan: Allah ın aslanı anlamında


Hz. Ali.

Ş İR A N (Doğu Karadeniz bölümünün iç kesiminde Gümüşhane


iline bağlı ilçe) *Şiran sem ahı: Şiran yöresinde, beş bacı dört erkekle
oynanan, dönüşlerle belirgin bir sem ah.

Ş İ R K Ar. (şirk, T a n r ı’ya ortak koşma, T a n r ı’dan başka bir


tanrı bulunduğuna inanma) a. H akk ı halk'tan ayrı görme.

ŞÜHU D Ar. (şühüd) a. Var olma, görünür durumda olma.


*Sühud â le m i: Âlem-i şühud.

Ş Ü K Ü R Ar. (şükr) a. T a n rı'y ı iyiliklerinden, nimetlerinden


dolayı saygıyla anma.

Ş Ü R B Ar. (şiirb) a. İçme.

333
Ş Ü R B İ Ar. (şürbi) a. Şürbiler'den olan kimse, topluluk.
Ş Ü R B İ L E R a. Birbirinin kolundan birer damla kanı bir kaba
akıtıp şekerle karıştırarak içen ve bu yolla kankardeşi olan, karşılıklı
saygıyı, sevgiyi bir yasa niteliğinde yorumlayanların bağlı bulunduğu
a h ilik kolu.

Ş Ü R E F A Ar. (şürefâ ‘) a. Ş erifler.


T
T A A L L U K Ar. (ta 'a llu k , bir şeyle ilgili, bağlantılı olma) a.
Nefsin dünyaya bağlılığı, dünya ilgisi.

T Â A T Ar. (t â ‘a t) a. A llah'ın emirlerine uyma, ib ad et etme,


ib a d e t.

T A A Y Y Ü N Ar. (t a ‘ayyiin, belirme, ortaya çıkma) a. V a rlık


türlerinin, ilk varlık olan Tanrı'nın özünden doğarak görünüş alanına
çıkması, görünür duruma gelmesi. (ANSİKL.)
*Taavvün etmek: V arlık türleri, T anrı'nın özünden doğarak
görünüş alanına çıkmak.
-ANSİKL. Özü gereği görünmeyen T an rı, kendinde görünme
eğilimi duyunca nesnelleşen varlıklarda “görünen" oldu; bu yolla
evren yaratıldı.

T A A Y Y Ü N A T Ar. (ta ‘a y y ü n â t < ta 'a y yü n 'ü n çoğulu) a.


İçinde yaşadığımız duyu evreniyle bu evrenin içindeki bütün varlık
türleri; duyu organıyla algılanabilir nesnel varlık alanı.

T A B A Y İ Ar. (ta b â yi‘ < t a b i ‘at'm çoğulu) a. Yaradılışlar,


huylar.

335
T A B İ Ar. (tâbi*) s. 1- Bağımlı, bağlı.
2- a. Sahabeden en az biriyle tanışıp görüşmüş olan ikinci kuşak
Müslümanları verilen ad.
*Tabi ocak: M etbu denilen büyük ocaklara bağlı küçük ocak.

T A B İ A T Ar. (tabi*at) a. 1- Yaradılış, huy.


2- Varlıkların ve nesnelerin tümü; doğa.
*Tabiat â le m i: Âlem-i şahadet.

T A B U T Ar. (tab ut) a. H a k k 'a y ü rü y e n in göm ülm eye


götürülürken içine konulduğu uzun sandık.

T A B U T L U K a. Y a tırlard a, lâhit'in bulunduğu katın altında


yer alan. H akk'a yürüyenin sırlandığı bölüm.

T A Ç Ar. (tâ c ) a. D erv işle rin başlarına giydikleri başlık.


(ANSİKL.)
*Tac-ı devlet: R uhsal yüceliği, ululuğu, mutluluğu simgeleyen
tacı tanımlamak için kullanılır.
-ANSİKL. A levilik-bektaşilik inancında taç, T anrı'nın sev­
gili kullarına bir armağanı olarak algılanır. B uyruk'a göre, gökten ye­
di taç indi; ilk taç. beyaz renkli olarak Hz. Adem'e; ikinci taç, yine beyaz,
renkli olarak Hz. Nuh'a; üçüncü taç. siyah renkli olarak Hz. İbrahim'e:;
dördüncü taç, sarı renkli olarak Hz. Musa'ya; beşinci taç, mavi renkli
olarak Hz. İsa'ya; altıncı taç, yeşil renkli olarak Hz. M uhammet'e ve
yedinci taç, kızıl renkli olarak Şah-ı M erdan Ali'ye sunuldu.
Taçlar kubbelerindeki dilim ve lengerlerindeki parça sayısına
göre çeşitli adlar alır: K u bbesi on iki dilimli lengeri dört parçalı
olanlar Hüseyni taç; k u b b esi dört dilimli, len g eri dört parçalı
olanlar H o rasan i ya da Ethem i taç; kubbesi yedi dilimli, lengeri
dört parçalı olanlar şemsi taç; dilim ve parça sayısı değişik olabilen,
ancak dikiş çizgisi elif harfini andıranlar elifi taç olarak bilinir.

336
Ruhsal yüceliği, ululuğu, mutluluğu simgeleyen tacın içi sır, dışı
nurdur; iğnesi m ü rşit, ipliği taliptir; kubbesi T an rı, on iki dilimi
On İki İm am 'dır; m ü h ü rü M u ham m et-A li'dir; k ap ısı dörttür;
fa rz ı p ire h izm et, sü n n e ti p ire itaattir.
Dervişlerin tacında, sarık bulunmaz; iç astarı, kenarlardan dışa
doğru len g erd ek i parçaları örtecek biçimde kıvrılarak giyilir.
M ürşit'in tacında ise bunun üzerine yeşil bir sarık sarılır; bu yeşil
sarık, tacın çevresine üç ya da on iki kez dolanır.
H alife babaların sarığının ucu. sağ taraftan omuza doğru
sarkıtılır.
En eski taç olan elifi taç. Hacı B ektaş Veli'yle A n ad o lu 'y a
geldi; Balım Sultan on iki te rk li Hüseyni tacı benimsedi.
İnanca göre, taç giyen dervişin on iki özelliği olması gerekir.
Bunlar:
1- Bilgi sahibi olma.
2- İsyankâr olmama.
3- Nefsine uymama.
4- Gaflette olmayıp can gözü açık olma.
5- Tamah etmeme.
6- Dünyaya bağlanmama.
7- İsteklerden geçme.
8- Ş eh v etp erest olmama.
9- Kibirsiz olma.
10- Kimseye acı ve zarar vermeme.
11- Pinti ve aceleci olmama.
12- Kazaya rıza ile teslim olup vesvese etmeme.

T A Ç L A M A D Ü V A Z I T e v h itte ; kutsal olarak algılanan


ta rik a t ulularının adlarının anıldığı, kıta aralarında cem aatın “Lâ
ilâhe illâllah" diyerek vecd ve huşu içinde dalgalandığı düvaz.

337
T A Ç N A M E Ar. + Fars. (tâcnam e < Ar. tâc, başlık ve Fars.
nâme, mektup) a. Alevi-bektaşi ozanlarca yazılan ve tacı konu edi­
nen manzum eser.

T A C D V Z Ar. + Fars. (tâcdûz < Ar. tâc, başlık ve Fars, düz,


diken, dikici) a. Taç diken kimse.

T A F D İL Ar. (tafdıl, bir kimseyi diğerinden üstün tutma <


fa d i. fa zl. erdemli, üstün) *Tafdili A li: A li’yi üstün tutma.

T A H A R E T Ar. (tahâret. temizlenme, temizlik) a. Aptes


yaptıktan sonra yapılan temizlik.
*Taharet-i su g ra : Kimi ibadetlerin yerine getirilebilmesi için
gereken ve el, ağız, burun, yüz, kol, ayak yıkama, başa ve enseye ıslak el
gezdirme, kulağı temizleme biçiminde gerçekleştirilen küçük temiz­
lenme: aptes. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Dört sünni mezhep, taharet i sugranın ancak küçük
kirlenme (hades-i asgar) olduğunda alınması gerektiğinde birleşir;
küçük kirlenme şu dört durumda olur:
1- Erkek ve kadının birbirine değmesi.
2- Ayakyoluna gitme.
3- Baygınlık ve uyku.
4- Cinsel organlara dokunma.
A lev ilik -b ek taşilik 'te küçük temizlenme (taharet i s u g ra )
kuralları, genelde dört sünni mezheple aynıdır; ancak kimi kural ve
biçim değişiklikleri vardır.
Sünni kuralda, herkes kendi aptestini kendi alır; alevilik-bek-
taşilik'te ise yola girecek cana ilk aptesti re h b e ri aldırır. R ehber,
her bir uzvun yıkanması için su dökerken kimi öğütlerde bulunur: Elle­
rini yıkatırken, “Ey talip! Ezelden bu ana gelinceye kadar Tanrı'nın
yasak ettiklerine el sürdünse cümlesinden arı olmak için ellerini yııy-
m ak C enab-ı R esul'ün sünneti seniyesidir. Yıka..."; burnunu

338
yıkatırken, “Ey talip ! Elest betminden bu ana gelinceye kadar
kokladığın iğrenç kokuların giderilmesi için burnuna su vermek
M u h a m m e t Mustafa'nın sünnet-i seniyesidir. Yıka..."; yüzünü
yıkatırken, “Ey talip ! Ezelden bu ana kadar yüz kızartıcı işlerin
cümlesinden a n ve beri olmak için yüz yuymak C enab-ı H a k k ///
farzı dır. Yıka..."; kollarını yıkatırken, “Ey talip! Bu ana gelinceye
kadar kol salmış olduğun yasaklarının cümlesinden temizlenmek için
kollarını yuymak C en ab -ı H akk ın f a r z la rın d a n d ır. Yıka...";
başını mesh ettirirken. “Ey talip! Baş abanın en değerlisidir. Gövde
insanı taşıyıcı, baş bilip anlayıcıdır. Akıl ve fikir başta gerekir. Bu ana
kadar akılsızca yaptığın işlerin işlediğin suçların cümlesinden arı ve
beri olmak için başını yıka... Bu- dahi C enab-ı Hakk'/// farzıdır"
ayaklarını yıkatırken, “Ey talip ! Ezelden bu ana değin T a n r ı
rızasına uymayan günah ve suça götürür yerlere vardın ise cümlesinden
arı ve beri olmak için ayağını m esh edesin. Bu dahi C e n a b -ı
H a k k 'm farzıdır" telk in lerini yapar. Taharet i s u g ra bittikten
sonra silinmesi için omuzundaki havluyu verirken, “Ey talip! E r-
vah-ı ezel den, nahn ü kasemnadö« bu yana gelinceye kadar işlemiş
olduğun ş irk ve hatadan, m asiva çamurundan silinip pak olmak
içindir. Sil..."
Ey talip; Bu yıkanan yerleri temizlemekten maksat, bu uzuv­
ların ile yapılmış suç ve başkaldırmaların var ise seni ve oralarım bun­
lardan temizlemek içindir. Bu aptes, İm am Cafer-iis Sadık erk ân -
ındaıuiır. C enab-ı H akk erenler ap tes tinde sabit k adem eyleye
A llah , ey v allah . H u dost!”, der.

T A H T Fars, (taht, hükümdarlık m akam ı) *Taht-ı Muhamme-


di: Ç erağ tah tı.

T A H İ R Ar. (tâhir < taharet, temizlenme, temizlik) s. Temiz,


pak, an.
2- a. Tanrı'nın buyruklara karşı gelmekten koruduğu temiz, pak,
an kimse.

339
*Tahir ü l- b a tn : İçini kötü huylardan, yanlış inançlardan
arındırmış kimse.

T A H K İ K Ar. (t a h k i k , bir şeyin doğru olup olmadığını


araştırm a, soruşturma < H a k k . A lla h , T a n r ı) a. 1- T a r i k a t
yolcu su 'n u n . her türlü dinsel uygulamaların özündeki gerçeği.
H a k k ın görünümünden başka bir şey olmayan âlem i şuhudu
seyrederek kavraması.
2- Bu kavramayla belirgin aşama; tahkik aşaması.

T A H T A C I Fars. - Tr. (tahtacı < Fars, tahte ve Tr. -cı) a. T a h ­


tacılardan olan kimse, topluluk.

T A H T A C I L A R a. A n a d o lu ’nun kimi yörelerinde yaşayan


a le v i-tü rk m e n topluluğu. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Geçmişte a ğ a ç e rile r adıyla anılan tahtacılar, or­
manlık bölgelerde. Güney Anadolu'nun Akdeniz'e bakan yamaçlarında
yaşayan, geçimlerini daha çok orman işçiliğiyle sağlayan bir alevi-
tü rk m e n topluluğudur.
Yaygın görüşe göre, a ğ a ç e rile r ilkin Türkistan'dan A n a d o ­
lu'ya göç etti; nıoğol istilası üzerine Suriye ve Irak'a geçti; bir bölümü
daha sonra yeniden A n a d o lu 'y a dönerek tahtacıları oluşturdu.
Başlangıçta daha çok Malatya ve Kahramanmaraş yöresinde yaşayan
tahtacılar, izleyen dönemde •Kayseri, Sivas ve Çukurova yörelerine
yayıldı.
Osmanlılar döneminde Safevilere bağlılık göstermeleri nede­
niyle bir bölümü Rumeli'ye sürüldü; sürgünden kurtulmak ve sünni-
lerle askerlik yapmaktan kurtulmak için yer yer direndiler.
Oğuz türkm enleri içinde etnik özelliklerini en iyi koruyan top­
luluk olarak bilinen tahtacılar, günümüzde özellikle Kahramanmaraş,
Adana, İçel, Antalya, D enizli. M uğla, İsparta, Burdur, Balıkesir.
Manisa, Aydın ve İzmir yörelerinde yoğunluk gösterir.
Tahtacılarda inancın temelini ehlibeyt, On İki İm am ve “ 12”

340
sayısı oluşturur. Törenlerde görülen kimi farklılıklar, yaşama koşul­
larından, geleneklerden ve göreneklerden kaynaklanır.
Tahtacılar arasında, Ali sevgisine dayanan ünlü “Sarihiz"
söylencesi kutsaldır: Hz. Ali, Kan Kalesi'nde savaşırken, kendisini
görüp aşık olan kale beyinin kızını da tutsak eder. Bunu gören eşi Fatma
karşısına dikilir ve iki oğlumuz var bir de kızımız olsun diye ağlamaya
koyulur. Bunun üzerine Ali ona, -Git KâbeYie« kızım al. der. Ve aynı
anda F atm a kendini, kucağında güzeller güzeli bir bebekle Kâbe'de
buluverir. Bebeği alıp peygam bere götürür; peygamber, -Benim bu
bebeği görmek için üçüncü bir gözünı yok; benim iki gözüm var; biri
Haşan biri Hüseyin, der ve Ali'ye götürmesini ister. F atm a bunda
Ali'nin bir suçu olmadığını, bebeği kendisinin istediğini belirtince bu
kez Kâbe'ye götürmesini söyler. F atm a bebeği K âbe’ye götürürken
yolda Selman-ı Farisi'ye rastlar; Selm an ona, kendisini A li'nin
gönderdiğini ve bebeği almaya geldiğini bildirir. Selman bebeği alır.
K af dağına götürür ve büyütür; büyüttükten sonra da ona gönül verir,
ancak yaşlılığından utanır; durumu Ali duyunca Selman-ı Farisi'yi
genç bir delikanlıya dönüştürür. Selman K af dağı'm gider kızı alır ve
Kazdağinm tepesine getirir, ona bir konak yapar, onunla evlenir; adı da
Sarıkız olarak kalır. Evlilikten kısa bir süre sonra Sankız. annesini,
babasını kardeşlerini özler; Selm an durumu F a tm a 'y a bildirir;
F atm a Sankız t görmeye gelir, ancak ölüsünü bulur.
Tahtacılar söylencede geçen Kazdağı'ndaki yeri kutsal bir makam
olarak algılar; yedi yılda bir Sankız m akam ı ziyaret edilir; burada
düzenlenen tö ren le rin çoğu y ed i sayısına göre yürütülür; “7"
sayısının önemi Safevi inancın yaşayan kalıntıları durumundadır.

T A İF E Ar. (tâ ’ife, bölük, takım / kavim, kabile) *Taitc-i bek-


taşiy an : Yeniçeri askerlerine verilen ad.

TA K IM N E F E S İki, üç ya da daha çok sesli söylenen sem ah


nefeslerine Eskişehir ve Kütahya yörelerinde verilen ad.

341
T A K L İT Ar. (taklid, bir şeyin benzerini ortaya koymak eylemi
ya da bu yolla ortaya konulan şey) a. 1- Göreneğe göre davrandığı için din­
sel uygulamaların özündeki gerçeği, âlem i şuhudun H a k k ın
görünümünden başka bir şey olmadığını algılayamama.
2- Bu algılayalamamayla belirgin aşam a; taklit aşam ası.

T A K İ Y E Ar. (takiyye, sakınma, çekinme) a. A le v i-b e k -


taşilere yönelik kırım ve baskılara karşı bir savunma biçimi olarak
doğan ve zamanla yol kuralı durumuna gelen; ta rik a t kurallarını ve
bilgisini sünnilere açmama, kendini gizleme kuralı. (ANSİKL.)
-ANSÎKL. Yaygın inanç takiyenin, İmam Cafer-i Sadık'm
“ Y o lunu, altınını, m e z h e b /m gizli tut" anlam ına gelen bir
buyruğuyla biçimlendiği şeklindedir.

T A K L İT Ç İ a. Olmadığı gibi görünen, ikiyüzlü kimseye yol


dilinde verilen ad.

T A K V A Ar. (takva, g ü n ah işlemekten kaçınma, sakınma) a.


Toplumdan uzaklaşarak içe kapanma yoluyla kendini inanca verme.
*Takva sahibi. Zahit.

T A L İ Ar. (tâli‘ < t u l ü ', doğma, doğuş) s . Ortaya çıkan,


doğan.

T A L İ P Ar. (tâlib, isteyen) a. 1- T a r ik a ta girmek isteyen,


bektaşi olmak isteyen kimse. (ANSİKL.) [1]
2- Bu amaçla ik rar ayinine alınan kimse (ANSİKL.) [2]
*Talip çeraâ la n : Ç erağ tahtının basamaklarına konan. On İki
İm am 'ı simgeleyen on iki mum.
-ANSİKL. [1] ve [2]. T arikat geleneğinde talip, tarikata alınma­
dan önce belli bir süre ahlak ve edep denemesinden geçirilir; manevi
yükselmeye istekli ve seyrü sülük çilesine katlanmaya hazırsa

342
m ü rit olarak kabul edilir.
Yola düşecek, yol göstericisine mutlak bağlanacak, onun rızası
dışında yedi adım bile atmayacak olan talip, ta rik a t hizmetlerini ye­
rine getirmesini sağlayacak değerlerle donanmış olmalıdır: İçi-dışı bir
etmeli; dışarıdan halk gibi görünmesine karşın içten evliya gibi ol­
malı; geveze olmamalı; terbiyeli, kadına saygılı olmalı; can ve tenle,
bütün varı ve varlığıyla m ürşit buyruğunda bulunmalıdır.
Üç türlü talip vardır:
1- Aşık meşrep; üzüntüsünün, sıkıntısının artmasına koşut ola­
rak zevki artan ve imanı çoğalan talip.
2- M uhip m eşrep; bilgili olmasına karşın, henüz Hakk'm m u­
habbetini fark edemeyen talip.
3- M ukallit m eşrep; ta rik a t yolunu kolay aşılır sanarak he­
ves eden talip.

T A M U a. C eh en n em .

T A N I T a. D elil.

T A N R I a. Kendiliğinden var olan, varlığı kendinden başka bir


v a rlığ ı gerektirmeyen, önsüz sonsuz olarak algılanan, her şeyin
yaratıcısı durumundaki güç.
*T anrı.sözü: K elam ullah.
*Tanrı yolu: Manevi yükselmeyle, yücelmeyle insanı Tanrı'ya
ulaştıran yol olarak algılanan ta rik a t yolu.
*Tanrı'nın evi: 1- Genel olarak insan gönlü, kalbi.
2- Özel olarak insan-ı kâm il in gönlü, k alb i.

T A R İK Ar. (tarik, tutulan yol, izlenen yöntem) *Tarik-i Ah-


med-i M uhtar: Hz. M uham m et'in yolu.
*Tarik-i âliy e: M ürşit'in manevi yönetimindeki inanç birliği
anlamında yüce yol.

343
*Tarik-i m a a d : Kavs-i uruc.
*Tarik-i m eb d e: Kavs-i nüzul.
*Tarik-i m ü s ta k im : M ü rşit'in manevi yönetimindeki inanç
birliği anlamında doğru yol.
*Tarik-i naci: Doğru yolu bulmuş, kurtulmuş kimse, topluluk.
*Tarik-i naciye s ırrı: B ektaşi sırrı.
*Tarik-i n azenin: 1- Pirin manevi yönetimindeki inanç birliği
anlamında H acı Bektaş Veli yolu; b e k ta şilik .
2- Pirin manevi yönetimindeki inanç birliği anlamında Balım
S u lta n yolu; b e k ta şilik 'in b ab ag an kolu.
*Tarik-i n ecat: T arik at yolu anlamında kurtuluş yolu.

T A R İ K a. A lac ad eğ n e k .

T Â R İK Ar. (târik < terk) s. Bırakan, vazgeçen.


* Târik-i m asiv a: D ünyayla ilgili şeylerden kendini arındır
kimse.

T A R İ K Ç İ a. Kimi bölgelerde, cem deki on iki hizm et


sıralamasında ilk sırada gösterilen; tarik a tın kurallarını, törelerini,
ilkelerini öğretme ve uygulama görevini yerine getiren kimse.

T A R İK Ç İL İK a. T arik çi olmanın gereklerini yerine getirme;


tarikçinin görevi.

T A R İ K A T Ar. (t a r i k a t . yol) a. 1- Bir p irin , m ü r ş i t 'i n


Hakk'a ulaşmak için İslam dinini yorumlayarak oluşturduğu, kendine
özgü kuralları, ilkeleri ve törenleri bulunan inanç yolu, gönül yolu,
manevi yol. (ANSİKL.) [1]
2- Bu anlamda bektaşilik.
3- D ö rt k ap ı ö ğ retisine göre, in san -ı kâm il a ş a m a la r ı

344
sıralamasında ikinci sırada yer alan ve a b id le rle özdeşleştirilen;
bek taşilik 'in kurallarını, ilkelerini ve törenlerini öğrenme. H a k
yolunu bulma evresi; tarikat kapısı. (ANSİKL.) [2]
* Tarikat a p te s ti: T ah aret-i sugra.
*Tarikat bilgisi: 1- Bir inanç kurumu olarak tarikata ilişkin her
türden bilgi.
2- Tarikat kapısına eren tarikat yolcusunun edindiği, tarikatın ku
rallarına, ilkelerine ve törenlerine ilişkin bilgi.
*Tarikat e h li: D erviş.
*Tarikat k ap ısı: Tarikat.
*Tarikat kavmi: A bidler.
*Tarikat m akam ı: Tarikat yolcusunun tarikat yolunda geçmek du­
rumunda olduğu manevi aşamalardan her biri.
2- P ost.
* Tarikat p iri: Tarikatın kurucusu ya da kurucularından olan ulu
kişi, m ü rşit.
*Tarikat sem ahı: Evli olmayanların oynadığı bir sem ah.
* Tarikat s ırrı: B ektaşi sırrı.
*Tarikat yolcusu: Tarikat yoluyla H akk’a ulaşmaya çalışan can.
*Tarikat yolu: T anrı'ya ulaşmayı sağlayan gönül yolu, manevi
yol.
*Tarikat-ı âliye: T anrı'ya ulaşan yüce yol.
*Tarikat-ı naci (naciye): Tarikat inancında doğru yolu bulmuş,
kurtulmuş can, can lar.
*Tarikat-ı n a z e n in : B ektaşilik.
-ANSÎKL. [1] İs la m ülkelerinde, H z. M u h a m m e t'in
ölümünden sonra halifelik sorununa bağlı olarak tümüyle dinsel ni­
telikli sünni tarikatlarla, dinsel, siyasal nitelikli şii tarikatlar ortaya
çıktı; zamanla bunlar kendi içlerinde çok sayıda kola ayrıldı; kimileri
bağımsız bir yapı kazanarak büyük bir etkinlik ve egemenlik kurdu.
Genelde dinsel nitelikli olan sünni tarikatlar, şeriat kurallarına
yeni bir yorum getirmekten, tapınma biçimlerine, dinsel görevlere özel

345
bir düzen vermekten öteye geçemedi. Buna karşın, dinsel-siyasal
nitelikli olan, kaynağını Hz. Ali'nin kişiliğinden alan, ehlibeyt ve
on iki imam sevgisiyle beslenen şii tarikatlar ise düşünsel düzeyde
İslam dinine yeni bir yorum getirdi; Ali yandaşları hareketi, şia-i
Ali, şia, şiilik, aleviye ve alevilik adları altında yayılıp güçlendi.
Buna koşut olarak. “Kuran'daki ayetlerin anlamlarının altında gizli
anlamlar olduğu ve bunları ancak im am ın bilebileceği" biçiminde
tanımlanan b âtınilik temeli üzerinde, vahdet-i vücut ve ru h göçü
felsefesiyle bütünleşti; yayıldığı bölgenin uygarlık düzeyine, yerleşik
inanç, gelenek ve göreneklerine göre değişik kollara ayrılarak günümüze
değin geldi. Süreç içinde; katı, cansız, yaratıcılıktan uzak bir İslami
Ortodoksluk sergileyen sünni tarikatlar karşısında, hoşgörü temeline
dayalı, zengin, canlı, esnek ve yaratıcı bir d e rv işlik anlayışını
geliştirerek, merkezi yönetimle; otoriteyle çelişkisi olan tüm toplum
insanlarım kucaklayan bir dünya görüşü yarattı.
[2j D ört kapı öğretisine göre, insan-ı kâm il aşam aları
dörttür ve her biri bir kapıyla temsil edilir.
1- Ş e ria t; şe ria t kapısı.
2- Tarikat; tarikat kapısı.
3- M a rife t; m arife t kapısı.
4- H a k ik a t; h ak ik at kapısı.
Normal insan tarikat yolunda, bu dört kapı ve bu dört kapıya
bağlı kırk makamdan geçerek, ruhunu ve benliğini ergin duruma ge­
tirir; kâm il insan olarak ilahi sırra ulaşır.
Tarikatın on m akam ı şunlardır;
1-Tövbe etme.
2- M ürşit'in isteği'ne uyma.
3- Temiz giyinme.
4- İyilik yolunda savaşma.
5- H izm etli olma.
6- Haksızlıktan korkma.
7- Umutsuzluğa düşmeme.

346
8- İbret alma.
9- Nimet dağıtma.
10- Özünü fakir görme.

T A S A V V U F Ar. (tasavvuf) a. T an rı-ev re n -in san ilişkisini


bir bütünlük içinde gören ve insanın tanrısal erdemlerle donanmasını,
gönlünü T a n rı sevgisine bağlamasını amaçlayan dinsel-felsefi
düşünce. (ANSİKL.)
*Tasavvuf eh li: Sufi.
-ANSİKL. Düşünsel alanda tasavvuf, varlığı bir bütünlük içinde
açıklama çabasındadır; gerçek tek varlık Tanrı'dır ve evrendeki her şey
O ’nun tecellileri olmaktan öte bir anlam taşımaz.

T A S A V V U F İ Ar. (ta s a v v u fi) s. T a s a v v u fla ilgili, t a s a v ­


vufa ilişkin olan.

T A T H İ R Ar. (tathir < ta ha ret, temizlik) *Tathir-i z ü n u b


(günahlardan arınma): Baş okutm a.

T A V K Ar. (tavk, gerdanlık, halka) *Tavk-ı h a v d a ri: H ayda-


rilerin, Hz. Ali'nin kulu-kölesi olduklarının bir simgesi olarak bo­
yunlarına taktıkları demirden halka.

T A V Ş A N (koşucu, kürklü bir memeli hayvan) *Tavsan ye-


mezlik: Kimi söylencelere dayalı olarak Hz. Ali'nin saklandığı yeri
düşmanlarına bildirdiğine inanılan, koyu kırmızı renkteki kanı Kerbe-
la şehitlerinin kanını hatırlattığı için tiksinti verici ve iğrenç görülen
ya da tam tersine kimi eski Türk boylarının totemi kabul edilen ve doku­
nulmaz hayvan olarak algılanan tavşanın etini yememe durumu.

T A Y Ar. (tayy, aşma, geçme, atlama) *Tayy-ı mekân (mekân


aşma): Erm işlerin temel özelliği olarak beliren; birkaç yerde aynı an­

347
da görünme.
*Tayy-ı mekân e rb a b ı: E rm işler.
*Tayy-ı zaman (zaman asma): Erm işlerin temel özelliği olarak
beliren farklı zamanlarda aynı anda bulunma.
*Tayy-ı zaman e rb a b ı: E rm işler.

T A Y L A Ş A N Ar. (ta y la ş a n ) a. D e d e b a b a ya da h a life


baba sarığının, sağ taraftan omuza doğru sarkan bölümü.

T A Y Y İ B E Ar. (tayyibe) s. 1- İyi, hoş, güzel.


2- a. İyi, güzel davranış.
*Tavvibe-i hatır: Gönül hoşluğu:

T A Z İ Y E Ar. (ta ‘ziye, yakınını yitiren birinin acılarını pay­


laşma) a. K erbela olayıyla ilgili olarak genellikle m uharrem ayında
düzenlenen yas niteliğindeki dinsel seyirlik oyun.

T E B D İL Ar. (tebdil. değiştirme) *Tebdil olmak: K âm il in­


san bir halden diğer bir hale geçmek, bir aşamadan başka bir aşamaya
atlamak.

T E B E R Fars, (teber) a. Gezgin dervişlerin, vahşi hayvan


saldırılarına karşı korunmak için taşıdıkları; uzun saplı, yuvarlak ağızlı
balta.

T E B E R R A Ar. (teberrâ, uzak durma, uzaklaşma / sevmeyip


yüz çevirme) a. A le v ilik -b e k ta ş ilik 'in temel ilkelerinden biri
durumunda bulunan; ehlibeyte, eh lib ey t soyundan gelenlere ve
bunları sevenlere düşmanlık gösterenleri, fenalık edenleri sevmeme,
bunları sevenleri de sevmeyip onlardan uzak durma; ilk üç halifeye,
onlara saygı gösterenlere sevgisizlik, tiksinme ve nefret duyma ilkesi.

348
T E B E R R Ü K Ar. (teberrük < bereket, bolluk / mutluluk) a.
Uğurlu sayma.

T E B L İ Ğ Ar. (tebliğ, bildiri / bildirme, ulaştırma) *T ebliğ


dönem i: Hz. M uham m et dönemi.

T E C E L L A Ar. (tece llâ < cilve , görünme) a. M ü r ş i t 'e


görünme, onu yürekte, gönülde duyma.
*Tecella eylemek: M ü rşite görünmek, onu yürekte, gönülde
duymak.

T E C E L L İ Ar. (t e c e l l i , ortaya çıkma, belirme < c ilve .


görünme) a. 1- Tanrısal niteliklerin nesnel varlıklarda görünüş alanı­
na çıkması; T anrı’nın nesnelerde görünmesi, nesnelere yansıması.
2- T a n rı nurunun, T an rı'n ın evi olarak algılanan gönüllerde
belirmesi, sezilir duruma gelmesi.
*Tecelli neşesi: Tanrısal görünüşün bilincine varma.
*Tecelli-i celal: T a n rı’nın bela, yıkım, hastalık gibi olaylarda
gücünü ve ululuğunu göstermesi.
*Tecelli-i cem al: Tanrı'nın iyilik ve inayetinin, nimet ve güzel­
liklerinin varlığa yansıması.
*Tecelli-i esm a: Tanrısal adların etkisinin m üm inin kalbinde,
gönlünde anlaşılması.
*Tecelli-i sıfat: Kulun tanrısal niteliklere bürünmesi.
*Tecelli-i su h u d i: T anrı'nın bir ışık gibi varlığını açık olarak
duyurması.
*Tecelli-i zati: T a n r ı’nın hiçbir niteliğe bürünmeden e rm iş
kulunun gönlünde belirmesi.

T E C E L L İ G Â H Ar. - Fars. (tecelligâh < Ar. tecelli, ortaya


çıkma, belirme, ve Fars, -gâh, yer bildiren ilgeç) a. 1- T a n rı nın
varlığının belirdiği, ilahi gücün göründüğü yer.

349
2- Bu anlamda insan gönlü.

T E C E L L İ Z A R Ar. - Fars. (tecellîzâr < Ar. tecelli, ortaya


çıkma, belirme ve Fars, -zar, yer bildiren ilgeç) a. Tecelligâh.

T E C E L L İ Y A T Ar. (tecelliyyât < te c e llin in çoğulu) a.


T e c e llile r .
*Tecelliyat-ı ilahiye: Dünyadaki tüm nesnel varlıklar.

T E C E R R Ü T Ar. (tecerrüd < cered. çıplak duruma gelme) a.


S oyunm a.

T E C D İ T Ar. (tecdîd, yenileme, tazeleme) *Tecdit-i v u z u :


Babası ölen bir can yeni bir babaya bağlanma.

T E C R İ T Ar. (te c r id < c e r e d , çıplak duruma gelme) a.


T a rik a t yolcusunun zah irin i mal ve mülkten, b âtın ın ı karşılık
bekleme anlayışından arındırarak, gönlünü tümüyle T an rı sevgisine
adaması.

T E D İP Ar. (te 'd ib , terbiye etme, terbiye verme < edeb, iyi
terbiye) a. 1- Hz. M uhammet'in doğrudan doğruya T an rı tarafından
eğitilmesi.
2- M ü rit'in , m ü rşit’in denetim ve gözetiminde eğitilip yetişti­
rilmesi.

T E F E K K Ü R Ar. (t e f e k k ü r , düşünme, düşünüş < f i k r ,


düşünce) a. T arik at yolcusunun, içe kapanarak gönlündeki ve ev­
rendeki tanrısal tecelliler üzerinde düşünceye dalması; tanrısal
olan kendi özünü düşünme konusu yapması.

350
T E F E R R Ü C Ar. (te f e r r ü c , gezinti, gezinme) a. Manevi
olgunluğa ulaşan ta rik a t yolcusunun ruhunun, tanrısal görün­
tüleri gözlemlemek için gayb âleminde seyahat etmesi.

T E F S İ R Ar. (tefsir, yorum, yorumlama) a. Z a h ir karşılığı


olarak algılanan ve kişiye ş e r ia t aşa m a sın ın ötesinde bir şey
kazandırm ayan, K u ra n 'ın biçime bağlı kalınarak açıklanması,
yorumlanması işi. (ANSİKL.)
-ANSİKL. A lev ilik -b ek taşilik 'te tefsir değil, tevil önemli­
dir. Tefsir, T an rı bildirimlerinin biçime bağlı kalınarak açıklanması,
yani şeriat temelinde ayet cümlelerinin sözel yönünün açılması işidir;
iç yönle, özle bir bağlantısı yoktur.
Tevil ise T an rı bildirimlerinin manevi yönünü anlamaya yöne­
lik bir yorumlama, yani ayet cümlelerini dış görünüşlerinden kurtara­
rak aslına çevirme, zahiri bâtına dönüştürme işidir; bunu sağlayabil­
mek için bir rehbere gereksinme vardır; bu rehber imamdır.

T E H D İ D A T Ar. (tehdidât < tehdid, korkutma, gözdağı) a.


Korkutmalar, gözdağı vermeler.

T E K B İ R Ar. (te k b ir < k i b r , büyüklük, ululuk) a. Kimi


t a r i k a t tö ren lerin d e ve k u rb a n tığ la n ırk e n . özel bir ezgiyle
okunan Allah'ı. M u ham m et'i, Ali'yi ve piri ululama duası; tekbir
duası.
♦Tekbir getirmek: Tekbir duasını okumak.

T E K B İR L E M E K f. 1 T ek b ir duası okumak.
2- T ekbir duası okuyarak bir şeyi kutsamak.

T EKELEM E a. Genellikle bir erkek bir kadın, kimi durumlarda


iki kadın tarafından oynanan, ağırlam a bölümü bulunmayan yalın bir
sem ah.

351
T E K K E Ar. (te k y e , dayanma, giivenme'den) a. M ü rş it ve
m üritlerin içinde yaşadıkları, ibadet ettikleri ve ta rik a t törenleri­
ni düzenledikleri, nefsin terbiye edildiği, ru h s a l olgunlaşmanın
sağlandığı, cem aatın dinsel ve toplumsal yönden eğitildiği bir m a­
kam olarak algılanan yer, yapı ya da yapılar topluluğu.
*Tekkeve adanan kızlar tö re n i: İk ra r ayininin kolları sırala­
masında yer alan ve ik ra r ayininin belli ölçülerle yinelenmesi biçi­
minde gerçekleştirilen bir tören.

T E K K E N İŞ İ N Ar. + Fars. (tekyenişin < Ar. tekye, tekke ve


Fars, -nişin, oturan) a. Bir tekkede postta oturan en üst yetkili.

T E K V İN Ar. (tekvin, oluşturma, yaratma / yaratış, yaratılış)


*Tekvin tö ren i: İk ra r ayininin kollan sıralamasında yer alan ve ik­
r a r ayininin belli ölçülerle yinelenmesi biçiminde gerçekleştirilen
bir tö ren .

T E L K İN Ar. (telkin < lakn. anlama, kavrama) a. 1- M ü rit'e .


m ü rş it’in verdiği öğüt.
2- T e v h id in d e re c e le ri sıralamasında yer alan, ş e r i a t
kapısından ta rik a t kapısına girme aşam ası.
*Telkin tö re n i: İk ra r ayini.

T E L L İ K U R A N Saz.

T E M A Ş A Fars. (t e m a ş a , bakm a, seyretme) a. Yüksek


olgunluk aşamasına ulaşmış ta rik a t yolcusunun, derin düşünceye
dalarak, gerçeklik evrenini kendi içinde gözlemlemesi, gönlünde
tanrısal görüntüleri seyretmesi.

T E M E N N İ Ar. (t e m e n n i < m ü n y e , arzu edilen, istenilen


şey) a. 1- T anrı’dan dilekte bulunma.

352
2- M ü rşit ten belli bir konuda yetki isteme ya da bir hizm etin
yapılabilmesi için ondan onay bekleme.

T E M K İN Ar. (tem kin < mekânet, güçlü, dayanıklı olma, da­


yanıklılık / onurlu, ağırbaşlı olma, ağırbaşlılık, onurluluk) a. 1- Kendi­
ni T anrı yoluna adayan ta rik a t yolcusunun, bu yolda inançlı ve ka­
rarlı olması.
2- T arik at yolcusunun, m asivaya yüz çevirmesi.

T E M İ Z L E N M E K f. İm am Ali yoluna bağlanarak tüm diğer


mezhep ve tarikatların görüşlerinden sıyrılmak, arınmak.

T E N Fars. (ten. gövde, vücut, beden) *Ten kıblesi: M eydan


ta şı.

T E N A S Ü H Ar. ( t e n a s ü h < n e s h . hükümsüz, bırakm a,


kaldırma) a. Ruh göçü.

T E N A S Ü H İ Ar. (ten â sü h i) s. 1- Ruh göçü ile ilgili, r u h


göçüne ilişkin olan.
2- Ruh göçüne inanan.

T E N A S Ü H İ Y E Ar. (ten â sü h iyy e) a. Ruh göçüne dayalı


dinsel anlayış.

T E N A S Ü H İ Y Û N Ar. ( t e n a s ü h i y y ü n < t e n â s ü h i ' n m


çoğulu) a. Ruh göçüne inananlar.

T E N N U R E Ar. (t e n n u r e ) a. D e rv iş le rin giydiği, leni


nurlandırdığma inanılan, ince kumaştan yapılmış, düz yakalı, kollu, önü
yukarıdan aşağıya açık, geniş, uzun etekli bir giysi. (ANSİKL.)

353
-ANSİKL. Önceleri ince deriden yapılan tennureler, giderek ku­
maştan yapılmaya başlandı. Cepsiz ve düğmesiz olan tennurenin, yaka­
dan bele kadar ön kenarlarında. On İki İmam ı simgeleyen on iki para­
lel dikiş vardır; yaka, yandan ince bir şeritle bağlanarak kapatılır; belde,
bağlamaya yarayan bir kaytan vardır.
Tennurenin düz beyaz renkle olanları tercih edilir.

T E R C E M A N Ar. (te rce m a n ) a. T e rc ü m a n .

T E R C Ü M A N Ar. (terceman < te r c e m e , dilden dile çevir­


me) a. I- Belli bir hizmete başlarken okunan, kısa ve çoğu Türkçe, nesir
ya da manzum biçimde düzenlenmiş, alevilik-bektaşilik inancını,
düşüncesini öz olarak veren dua.
2- Anadolu alevilerinde. eti parçalanmadan doğrudan doğruya
karakazanda haşlanan k urban.
3- Sitem .
*Tercüman k u rb a n ı: G örgü cemi.
*Tercüman lokması: Parçalanmadan doğrudan doğruya k arak a­
zanda haşlanan kurbanın eti.

T E R K Fars, (terk) a. T arik a t ehlinin başlığında bulunan ka­


barık dilimlerden her biri.

T E R K Ar. (terk, bırakma, salıverme, vazgeçme) a. T a rik a ta


bağlanarak, tutkularından, geçici isteklerden sıyrılma.
*Terk-i dünya: Üç terk sıralamasında ilk sırada yer alan, geçici
olarak algılanan dünyaya, dünya nimetlerine bağlanmama aşaması.
*Terk-i terk: Üç terk sıralamasında son sırada yer alan, geçici
olarak algılanan ve terkedilen bu dünyanın ötesinde, ah iretin de
terkedilmesiyle ulaşılan, kişinin özünde T a n rı ışığından başka bir
varlığın bulunmaması aşam ası.
*Terk-i u k b a : Üç terk sıralamasında ikinci sırada yer alan, bu

354
dünya gibi geçici olarak algılanan ahirete. C ennetin mutluluğuna
bağlanmama aşaması.

T E R K L İ s. 1- Dilimli.
2- a. Bektaşi tacı.

T E S K İ N Ar. (teskin < s ü k u n , durgunluk, hareketsizlik) a.


B uyruk'taki m akam lar sıralamasında yer alan ve olgunluğun kanıtı
olarak algılanan, tutkularına kapılmış, ölçüyü kaçırmış birini
yatıştırmaya çalışma, yatıştırma.

T E S L İ M Ar. (te slim < s elm < s ilm , barış, barışıklık) a.


M ürşit’e kendini verme, onun buyruğu altına girme.
*Teslim halkası: M enguş.

T E S L İ M T A Ş I a. B a lım ta şı.

T E S L İ M İ Y E T Ar. (teslimiyyet. teslim olma) a. Kendini


yol kurallarına, törelerine bırakma, verme.

T E SLİS Ar. (teslis < şelâse. üç) a. 1- Üçe çıkarma, üçleme.


2- Hıristiyanlık'ta T a n rı’nın, tek ve bölünmez bir biçimde, aynı
özde üç kişi -Baba, oğul ve Ruhülkudüs- olarak tanımlanması.
*TesIis ehli: Hıristiyanlar.

T E V B İH Ar. (tevbih, azarlama, paylama) a. D üşkün duruma


düşene verilen en küçük ceza.

T E V E C C Ü H Ar. (teveccüh < vech. yüz. surat, çehre) a. T a ­


rik at yolcusu’nun T anrı'ya ya da kutsal olarak algılanan bir m ak a­
ma, bu makamı simgeleyen nesneye, kişiye yönelmesi.

355
T E V E K K Ü L Ar. (tevekkül < vekl. birinin işini görmesi için
yerine bıraktığı, yetki verdiği kimse) a. Buyruk taki m akam lar sırala­
masında yer alan ve olgunlaşmanın ileri bir aşaması olarak algılanan,
b en lik duygusundan sıyrılarak T an rı'y a bağlanma, bütün işlerini
Tanrı'ya bırakma. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Tevekkül aşam asında bulunan ta rik a t yolcusu.
T an rı’dan başka hiçbir şey ve kişiye güvenmez. Tevekkül ikiye ayrılır:
1- H alkrı tevekkülü: her şeyde Tanrı'nın etken olduğunu benimseye­
rek Tanrı'ya güvenme, güvenme nedenleri T an rı’yla kul arasında bir
perde durum undadır.
2- T an rı seçkinlerinin tevekkülü: T a n rı’nın yazdığından baş
hiçbir şeyin insana nasip olamayacağının bilincine vararak Tanrı'nın
vekilliğini nutlak anlamda kabul etme ve kendisiyle ilgili her türlü
önlemi terk itmedir; kendini Tanrı'ya teslim etmedir.

T EVELLA Ar. (tevellâ. biriyle dostluk kurma, ona yanaşma <


v e ly . birbiri ardı sıra gelm e, çıkm a, olma) a. A l e v i l i k -
b ek taşilik 'in temel ilkesi durumunda olan; eh lib ey ti, e h lib e y t
soyundan gelenleri sevme, onları sevenleri sevme.

T E V E L L İ Ar. (tevelli < vely) a. T e v e lla .

T E V H İ T Ar. (tevhidi, birleme, bir olduğunu söyleme) a. I-


Bütün v arlık türlerinin T anrı'da bir olduğuna inanma; T a n r ı’dan
başka varlık tanımama; Tanrı'nın birliği. (ANSİKL.) [1]
2- A le v i-b e k ta ş i tö re n le rin in tem el kurallarından bi
durumunda olan; T a n rı'n ın birliğini. Ali'nin T a n rı'n ın velisi
olduğunu vurgulayan ve cemlerde müzik eşliğinde söylenen şiir.
(ANSİKL.) [21
*Tevhit çekmek: Cem sırasında değişik bölümlerde; cem a at
tempo tutarak tevhidi okumak ve tempoya uyarak vecd ve huşu içinde
sağa-sola sallanmak.
*Tevhit sem ahı: Cem töreninde dönülmesi zorunlu sem ahlar

356
sıralamasında yer alan bir semah. [3]
-ANSİKL. [1] Tevhidin üç aşaması vardır:
1- T elk in ; şeriat kapısından ta rik a t kapısına girme olarak
algılanır.
2- İlbas; ta rik a t kapısından m arifet kapısına girme olarak
algılanır.
3- A h ad iy et; m arifet kapısından h ak ik at kapısına girme
olarak algılanır.
[2] Tevhidin yaygın olarak söyleneni yedi mısradan oluşur:
“Lâ İlâhe İllallah
Ali Miirşid Ali Şâh
Ali Hayder Ali Şâh
Ali Esed Ali Şâh
Ali Şir'dir Ali Şâh
Eyvallah Şâhım Eyvallah
Lâ İlâhe İllâllah."
-[3] Cem töreninin zorunlu uygulaması durumunda olan se­
m ahlar şunlardır:
1- K ırk la r sem ahı.
2- Tevhit semahı.
3- H izm et sem ahı.
4- Ö ğ re tic i-e ğ itic i-b e lle tic i sem ah .

TE V İL Ar. (te’vil, söze ayrı anlam vermeye kalkışma, sözü çe­


virme) a. K uran ın manevi yönünü anlamak için yapılan yorumlama;
ayet cümlelerini dış görünüşlerinden kurtararak aslına çevirme; T anrı
bildirimlerinin zahirini bâtınına dönüştürme işi. (ANSİKL.)
-ANSİKL. A ie v i-b e k ta şi düşüncesinin temel taşlarından
biridir. T efsird e, insan-ı kâm il aşam aları sıralamasının en alt
basamağını oluşturan şeriat kapısında kalınırken, tevilde ta rik a t,
m arife t ve h ak ik ate ulaşılır. K u ra n ın bâtın yorumunu ancak bir

357
r e h b e r yapabilir; bu re h b e r im am dır; bu nedenle i m a m la r
K onuşan K u ran d ır.

T E V L İ Y E T Ar. (tevliyet. vakıf mallarına bakma görevi) a.


Hacı B ektaş Veli vakıflarını yönetme.

T E Z K İ Y E Ar. (tezkiye, temize çıkarma, aklama) a. Cenaze


gömülmek üzere dışarı çıkarılmadan; en kıdemli m ürşit'in, törende
hazır bulunan c e m a ata H a k k 'a yürüyeni “nasıl bilirsizin" diye
sorması onların da “iyi biliriz" demesi yoluyla H a k k 'a yürüyeni
temize çıkarma. (ANSİKL.)
*Tezkiye edilm ek: H a k k 'a yürüyenin iyi bir insan olduğu
söylenmek; bu yolla H akk'a yürüyen temize çıkarılmak.
*Tczkive-i nefs etmek: Baş okutm a.
-ANSİKL. Tezkiye H a k k 'a yürüyeni temize çıkarma olarak
algılanır. Temize çıkarılma şöyle yapılır:
“Ey cem aati Müslimin! Bu merhum (ya da merhume)... bey (ya
da... hanım barıyı) nasıl biliyorsunuz? M üm in, muvahhid. ınusalli.
mütedeyyin, abid. zahid salih mi (ya da mümine, ınuvahhide. nıusal-
liye. mütedeyyine, ahide, zahide, salilıa ıııi) biliyorsunuz? Huzur-u
Rabb-ül-âleminde böylece şehadet eder inisiniz? Üzerinize sebkat
eden haklarınızı helâl ediniz..."
C em aat; “iyi biliriz, biz haklarımızı helal ettik", der.
Daha sonra tezkiyeyi yapan ilgili ayetleri okur.

T IĞ B E N T Fars. (tig-bend. kılıç bağı < tig. kılıç ve bend, bağ,


bağcık) a. İk r a r ayininde, m ü rş it tarafından % düğüm atılarak
nasip alan canın beline yöntemine uygun biçimde bağlanan, o gün
tığlanan kurbanın yününden örülmüş kuşak. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Nasip alan her canın bir tığbendi vardır. Tığbent, o
gün tığlanan kurbanın yününden yapılan ve On İki İm am ı simgele­
yen on iki ip kullanılarak özel bir biçimde örülmüş, 2-2,5 m. boyunda bir

358
kuşaktır. Üzerindeki üç düğüm, A llah -M u h a m m e t-A li adlarını
birlem ey i ve elin e-d ilin e-beline sahip olmayı simgeler.
İ k r a r ayininde, nasip alac ak can. r e h b e r i tarafından
m eydana, m ürşit'in huzuruna; Hallaç-i Man sur' un d â r'a çekilir­
ken boynuna geçirilen ipin anısını yaşatmak için tığbendi boynuna
bağlanarak alınır.

T İG L AM AK f. Bir hayvanı, k u rb a n ı kesmek.

T IĞ L A N M A K I. Bir hayvan, k u rb a n kesilmek.

T I R A Ş Fars, (terâş, tirâş < terâşiden. kıl yolmak) *T ıraş


erk â n ı: Ç ar darp.

T İĞ Fars, (lig, kılıç) *Tig çalmak: Tasarlayarak adam öldürdüğü


için düşkün olana ceza olarak kılıçla vurmak. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Bile bile adam öldürenin günahı değnek vurmakla
ortadan kalkmaz; bu nedenle ona, kılıçla vurularak daha acılı bir ceza
uygulanır.

T İ Ğ B E N T Fars. (tig-bend) a. T ığ b en t.

T O P R A K a. Önsüz-soıısuz olarak algılanan ve v arlık türle­


rinin oluşumuna katılan d ört öğeden biri.

T O R L A K (toy, acemi) a. 1- T a r ik a ta yeni girmiş acemi


d e rv iş.
2- T orlaklardan olan kimse, topluluk.

T O R L A K L A R a. Şeria t kurallarına, yaygın töre ve gele­


neklere aldırmazlıklarıyla belirgin, yün ya da at kılından dokunmuş

359
giysiler giyen, gönül zenginliğini her şeyin üstünde tutan kalenderi
d e rv iş le r kolu.

T Ö R E N a. 1- T a rik a t yaşamında önemli bir yeri bulunan bir


olayı, bir günü kutlamak, bir kimseyi anıp ona saygı göstermek ya da bir
hizm ete, bir hizm etin aşam alarına başlamak için yapılan dinsel
toplantı.
2- Bu toplantı sırasında yerine getirilen tarik a t adap ve e rk â ­
nına uygun eylemler dizisi.

TÖ V B E Ar. (tevbe) a. 1- Kötü ve günah işlerden vazgeçerek


H akk'a yönelme.
2- Dünyasal tutkulardan, nefsin isteklerinden sıyrılma, sıyrılarak
ta rik a ta yönelme.
3- M asivadan H akk'a dönme.

T U B A Ar. (t ü b â , C e n n e t'te bulunduğuna inanılan; dallan


aşağıda, kökleri yukanda ağaç) a. İnsan.

TURNA a. Hz. Ali ile ilişki içinde olduğuna inanılan ve bu ne­


denle kutsal kabul edilen kuş.
*Turnalar sem ah ı: Yaygın olarak oynanan, turnanın duruşunu,
yürüyüşünü, uçuşunu ve kanat çırpışını simgeleyen hareketlerle belir­
gin bir ağır semah.

T Ü R A B Ar. (t ü r â b , toprak) *Türab o lm a: H a k i k a t


kapısının on m akam sıralamasında yer alan, herkesin ayak toprağı
anlamında alçakgönüllü olma.

T Ü R B E Ar. (türbe) a. T a rik a t uluları için yapılmış mezar


yapısı.
*Türbe niyazı: Ayakta başı öne eğip elleri, sandukaya dokundu­

360
rarak, içinde yatan ölünün ayak ucuna, bel hizasına ve baş ucuna edilen
niyaz.

T Ü R B E D A R Ar. + Fars, (türbedâr, tü r b e bekçisi < Ar.


t ü r b e , mezar yapısı ve Fars. - d a r . tutan) *Türbedar p o s tu :
M eydandaki on iki post sıralamasında yer alan K ara Donlu Can
Baba m akam ı.

T Ü R K M E N a. T ü rk m en lerd en olan kimse, topluluk.

T Ü R K M E N L E R a. XI. yy'dan sonra batıya göç eden ve Oğuz


geleneklerini sürdüren. Tiirk dillerinin güneybatı koluna bağlı bir dil
konuşan halk. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Günümüzde Türkmenler'iıı çoğu Türkmenistan ve
komşu O n a Asya topraklarında yaşar. Anadolu’ya göç eden Türkmen-
ler'in göçebe yaşamı sürdürenlerine yöriik denir.
Büyük Selçuklu Devleti'nin kuruluşunda önemli rol oynayan
Türkmenler. devletleşme sürecine uyum sağlayamadıkları için uç
bölgelere gönderildi ve bu yolla Anadolu'nun Türkleşmesine katkıda
bulundu.
Daha eşitlikçi bir temel üzerinde geleneksel yaşam biçimini
sürdüren Türkm enler, S elçu k lu yönetimine karşı sürekli bir
başkaldırının kaynağım oluşturdu; başına buyruk yaşayan Türkmen
beyleri, yerleşik toplum ye yönetimler için sürekli bir tehdit kaynağı
oldu. Zaman zaman geriye göç hareketleri gözlendiyse de Moğol
yayılmasıyla A nadolu'ya yeni Türkmen toplulukları geldi.
A nadolu'yla bağlarını kesmeyen Türkmenler'in bir bölümü,
izleyen yüzyıllarda Kuzey Suriye'yi kışlak, Orta Anadolu'yu yaylak
edindi. Anadolu'nun daha batısında kalanlar ise beylikler kurdu.
Aydın ve Osmanlı beyliklerinin sağladığı güvenceli ortamda,
ahilik'in yarattığı olanakların da zorlamasıyla büyük ölçüde yerleşik
yaşama geçen Türkmenler, Osmanlı Devleti'niıı nüfus temelini
oluşturdu.

361
u
U B U D İ Y E T Ar. (‘u b û d iy y e t, kulluk < ‘abd. kul, köle) a.
Kulun, kişisel isteklerinden öte C ennet umudu ve Cehennem korku­
sundan da sıyrılarak, tüm varlığıyla kendini T anrı yoluna vermesi.

U Ç M A K a. C en n et.

UFUK Ar. (ufk. gözerimi, çevren) *Ufk-ı âlâ: Manevi dünyada,


ta rik a t yolcusunun ancak T an rı'n ın bağışıyla ulaşabileceği son
aşam a; ru h makamının son aşam ası.
*Ufk-ı m ü b in : G ö n ü l, k a lp olgunluğuna ulaşmanın, tüm
tanrısal gerçeklikleri açıklık içinde görmenin son aşam ası; gönül,
kalp makam ının son aşam ası.

UKBA Ar. (‘ukbd) a. Öbür dünya, ahiret.

UKNUM Ar. (uknum ) a. Esas, temel.

UKUL Ar. (‘u k û l < ‘akl'm çoğulu) a. Akıllar.

U LU s. ve a. Tarikat yolunda yüksek olgunluk derecesin e


ulaşmış, çok üstün niteliklere ve büyük erdemlere sahip, yüce insan için
kullanılır.

362
U L U H İ Y E T Ar. (ulûhiyyet < ilâh, Tanrı) a. 1- T a n rı olma,
Tanrılık.
2- Tanrılık sıfatı.
*Uluhiyet-i A li: Ali'nin T anrılığı, tanrısallığı.

U L U L U K a. U lu olma durumu; Ulu kimseye özgü nitelik,


büyüklük yücelik.

U L V İ Ar. ( ‘ulvi < ‘ulüvv. yükseklik, büyüklük, yücelik) s. 1-


Yüce. yüksek.
2- İlah i.
*Ulvi â le m : 1- C eb eru t âlem i.
2- M elek û t âlem i.

U L V İ Y E Ar. (‘u l v i y y e < ‘u l v i ’nin dişili) s. 1- Yüce,


yüksek.
2- İlah i.

URUC Ar. (urüc) a. Yukarı çıkma, yükselme.

U Ş Ş A K Ar. ( ‘uşşak < ‘âşık’m çoğulu) a. Â şıklar.

U T A R İ T Ar. (‘utârid. Merkür gezegeni) a. Dokuz gök sıra­


lamasında yer alan gök katı.

U Y A N D I R M A K f. 1- Ç erağları yakmak.
2- Ocağı tutuşturmak.
3- Bir kimseyi düşünce bakımından anlayışlı duruma getirmek.
4- Bir kimseye doğru yolu göstermek; nasip verm ek, el v er­
m ek.

363
U Y A N M A K f. 1- Ç era ğ la r yanmak.
2- Ocak tutuşmak.
3- Bir kimse doğru yolu bulmak; nasip alm ak, el alm ak.

U Y A R I C I a. M ü rş it.

U Y A R M A K f. 1- Ç erağları yakmak.
2- Ocağı tutuşturmak.
3- Bir kimseye doğru yolu göstermek; nasip verm ek, el ver­
mek.

UYKU a. 1- Dalgınlığa düşerek tanrısal gerçekleri anlayamaz


duruma gelme.
2- İçe kapanarak, düşünceye dalarak çevreyle bağlantısını kesme.

U Y U R L A R a. Yatırlar, ölüler.

UZLET Ar. ( ‘uzlet, kendi başına yaşama, köşesine çekilme) a.


T anrı’yla baş başa kalmak için yararsız kalabalıktan ayrı yaşama, inzi­
vaya çekilme.

364
ü
İ)Ç a. 1- A Ila h -M u h a m m e t-A Ii ü çlem e sin i sim geleyen
sayı.
2- A le v i-b e k ta ş i terbiyesinin temelini oluşturan “e lin e -
d iliııe-b tlin e sözcüklerini simgeleyen sayı.
3- M ü rit-re h b e r-m ü rşit üçlem esini simgeleyen sayı.
4- S u d u r öğretisine göre d ö rt unsurdan oluşan m evalid-i
selaseyi (üç âlem ) simgeleyen sayı.
*Üç â le m : M evalid-i selase.
*Üç çocuk: M evalid-i selase.
*Üç doğurucu öz: M evalid-i selase.
*Üç fitilli kanun çe rağ ı: H orasan çerağı.
*Üç mevcut: M evalid-i selase.
*Üç s ü n n e t : B u y ru k ta sıralanan ve a le v i- b e k ta ş ile rin
uyması gereken üç davranış. (ANSİKL.) [ 11
*Üç te rk : T arik at yolunda T anrı'ya ulaşmak isteyen ta rik a t
yolcusunun, geçmek durumunda olduğu üç ana aşam a. (ANSİKL.)
[2]
* Üc yüz altm ış m enzil: T a r ik a t yo lu n d a olgunluk
aşamalarının simgeleri olarak algılanan. Güneş'in Dünya çevresinde
[eskiden D/V/ıva'nm Güneş çevresinde değil, Güneş'in Dünya çevresinde
döndüğüne inanılırdı] dolanırken geçtiği kabul edilen üç yüz altmış
durak.

365
-ANSİKL. [1] Üç sünnet şu şekilde sıralanır:
1- Gönül, bütün eksikliklerden, hınçlardan, öfkelerden arınmak.
2- Başkalarına karşı düşmanlık, kötü düşünce gibi duygulardan
uzak kalmak.
3- Alçakgönüllü olmak.
-[2] Aşağıdan yukarıya doğru üç terk şunlardır:
1- T erk-i dünya.
2- T erk-i ukba.
3- T erk-i terk.

Ü Ç L E M E a. 1- A le v ilik -b e k ta ş ilik inancının temelini


oluşturan ve T anrı anlamında üçü bir, biri üç olarak algılanan Allah-
M u h am m et-A li. (ANSİKL.)
2- A l l a h - M u h a m m e t - A I i anısına t a r i k a t a d a p ve
erkânında bir şeyi üç kez yapma.
3- H ıristiyanlık'ta teslis.
-ANSİKL. Üçleme, birçok ulusun inancında vardır. Alevilik-
bektaşilik'teki üçlemenin kökeni, M üslüm anlık öncesi eski Türk
inancında yer alan “Gök-Giineş-Ateş Tanrısı" inanışından gelir. Hıris­
tiyanlık'ta ise “Baba-0ğııl-Ruhü’l Kudüs" (AUah-İsa-Meryem ya da
Baba-Ana-Çocuk) üçlemesi (teslis) vardır.

Ü Ç L E R a. 1- A lla h -M u h a m m e t-A Ii
2- M u h a m m e t-A li-F a tm a .
3- A l i - / / asan-IIiiseyin.
4- G ayb erenlerinden bir kutup ve iki imamdan oluşan üç ulu
e rm iş.

ÜLÜ a. Lokm a.

ÜLÜŞ a. Lokm a.

366
Ü M M İ Y E Ar. (ü m m i y y e ) s. Anaya ilişkin, anayla ilgili
olan.

ÜNS Ar. (üns, alışma, alışkanlık) a. T an rı vergisi olan h aller­


den biri olarak algılanan. Tanrı katında bulunmak ve tanrısal güzelliği
duymakla mutluluğa erişme.

Ü S T A T Fars, (üstöd) a. 1- P ir.


2- M ü rşit.

367
V
V A H D E T Ar. (va hdet. bir ve tek olma, birlik, teklik) a. 1-
T a n riy a yakın olma. T an rı yla bir olma.
2- İnsan-T anrı-evren üçlüsünden oluşan birlik; bu anlamda
T an rı.
3- T anrı'yla baş başa kalmak için uyku durumuna geçme, bir
başına, yalnız kalma.
*Vahdet sırrı: T a n rı sırrı, tanrısal sır.
* Vahdet şarabı: Kendi varlığından geçerek tanrısal olan
yönelmenin bir aracı olarak algılanan şarap.
*Vahdet-i ilah i: Tanrısal birlik.
*Vahdet-i vücut: Varlığın birliğini, yaratanla yaratılanın bir
olduğunu savunan tasavvuf anlayışı ya da felsefesi. (ANSİKL.)
-ANSİKL. Vahdet-i vücut inancı, daha çok Anadolu ve İran'da ge­
lişme olanağı buldu. İlkçağ Anadolu-Yunan düşüncesinin yanı sıra
İslamlık öncesi Türk, eski İran ve İlini inanışlarının bir sentezi olarak
biçimlenen vahdet i vücut, bir tasavvuf akımı olarak gelişti. Alevi-
1i k - be k ta ş i Ii k bu inancı ta s a v v u f yoluyla aldı ve onu A li’nin
kişiliğinde daha da somutlaştırdı.
Vahdet i vücut inancına göre, yaratanla yaratılan özdeştir, birdir;
yaratma, yoktan var etme değil, gizlilikten görünüş alanına çıkmadır.
Bilinmeyen T a n rı bilinmek istedi; görünüş alanına çıktı, evrene
dönüştü.
Görünüş alanına çıkan Tanrı, varlıkların en olgunu, en yücesi olan
368
insanda, daha belirgin bir nitelikte kendini gösterir; bu nedenle,
varlıklar arasında Tanrı'ya en yakın, öz bakımından onunla eşit olan
insandır.
İnsanda görünüş alanına çıkan, tanrısal varlıklar:
1 - İnsan T anrı’nın konuşan dili, söylenen ağzıdır; bu nedenle insa
konuşan T an rı'd ır.
2- İnsanda bulunan düşünme, yargılama yeteneği. Tanrı iradesinin
bir bölümüdür; bu nedenle insanla T anrı eş varlık düzeyindedir.
3- V arlık ancak T an rı için geçerlidir; T an rı dışında bir nesne
için vardır demek araya ikilik sokmak birlik'i bozmaktır.

V A H Î D Ar. (vahid. bir. tek < vahdet, birlik) a. İnsan-Tanrı-


evren üçlüsünün birlik'i anlamında T an rı.

V A H İ D İ Y E T Ar. (vahidiyyet) a. T a n r ı nın tekliği.

V A H İ Y Ar. (v ah y) a. 1- Bir düşünce ya da buyruğun T a n rı


tarafından peygambere ilham edilmesi.
2- Peygaınber'e ilham edilen tanrısal kelam ve haber.

V A K F E Ar. (vakfe, duraklama, duraklayış) a. 1- Bir önceki


m ak am ın gereklerini lam olarak yerine getiremeyip bir sonraki
makam a yükselcmcme: iki m akam arasında kalma.
2- Bütün manevi aşam aları geçip tanrısal varlığın karşısında
bulunma, onu coşkuyla gözlemleme.

V Â K I F Ar. (vâkıf, bekleyen, duran / anlayan, bilen) s. 1- İki


m akam arasında kalan.
2- Ölümsüzlük aşam asına ulaşarak geçici varlıklardan sıyrılan;
tanrısal alanda yok olan.
* Vâkıf-ı esrar: T a n r ıs a l s ırla r ı bilen, ta n rısa l s ı r l a r ı n
anlamım kavramış olan kimse için kullanılır.
369
*Vâkıf-ı h a l: Tanrısal görünüşlerin s ırla rın ı anlayan, bu
görünüşler karşısında kendinden geçen kimse için kullanılır.

V A K İ T Ar. (vaki, zaman) a. T a nr ıs a l esinle olgunluk


aşam asına ulaşıldığında kazanılan; belli bir dönemle sınırlı olmama,
belli bir sürenin değil tüm zamanın içinde [anda, geçmişte ve gelecekte]
var olma durumu.

V A R İ D A T Ar. (varidat. akla gelen, içe doğan düşünce) a.


H akk'tan kulun gönlüne, kalbine gelen anlamlar; içte beliren tanr­
ısal haller.

V A R İ D A T Ar. (Varidat) a. Şeyh Bedrettin [Simavna Kadı-


sıoğlu Şeyh Bedrettin Mahmut (1358-1417 ya da 1420)]'in düşünceleri­
ni içeren yapıt. (ANSİKL.)
-ANSÎKL. Varidat'a göre. T a n r ı her şeydedir, her şey
Tanrı'dadır; bu nedenle herhangi bir varlık. “Ben Tanrı'yım " diye­
bilir. E v ren . Tanrı'yla bir ve aynı olduğu için yaratılmış değildir;
¿incesiz ve sonsuzdur, kıyam et kopmayacaktır ve ölümden sonra diril­
me yoktur.

VARLIK a. Görünüş alanına çıkmış T anrı.


*Varlık birliği: V ahdet-i vücut.
* Varlık dairesi: V aroluş çem beri.
*Varlık dönemleri: E dvar-ı vücut.

VAROLUŞ a. T anrı’dan fışkıran, taşan özün maddi ya da manevi


varlıklar durumunda var olması hali.
* Varoluş çemberi: T a n rıd a n fışkıran, taşan özün akl-ı evvel­
den âlem -i şühuda inerken çizdiği düşünülen kavs-i nüzul ile
âlem -i şühudtan çıktığı kaynağa (T a n rı’ya) yükselirken çizdiği
düşünülen kavs-i uruc eğrilerinden oluşan daire.

370
V Â S I L Ar. (vasıl, erişen, kavuşan, ulaşan) s. T a rik a t yolun­
da Hakk'a erişen, ulaşan.
*Vâsıl olmak: T a rik a t yolunda H akk'a erişmek, ulaşmak.
*Vâsıl-ı H a k : T arik a t yolunda bütün manevi aşam aları geçe­
rek H a k k 'a ulaşan ta rik a t yolcusu.

V A S İ Y E T Ar. (vaşiyyet, bir kimsenin ölümünden sonra yeri­


ne getirilmesi için sözlü ya da yazılı olarak belirttiği istek) a. P ir'in .
m ü rşit’in m üritlerine yaptığı tavsiye, verdiği öğüt.

V A S İ Y E T N A M E Ar. + Fars. (v aş i yy et nâ me < Ar. vasiy-


yet. tavsiye, öğüt ve Fars. nâme, mektup) a. Fevâid.

VECD Ar. <vecd. coşkunluk, esrime) a. Kendini Tanrı'ya vere­


rek derin bir coşkuya kapılma.

V E C H Ar, (v e c h . yüz. çehre) a. Tanrısal örün v a rlık la rd a


yansıması, görünüşü.
*Vech-i H ak: Nesnelerin var olmasını sağlayan tanrısal öz.
*Vech-i ilahi: 1- Tüm yaratılanlar anlamında tanrısal görünüş.
2- Tanrısal özü en iyi yansıtan anlamında insanın yüzü.

V E L Â D E T Ar. (velâdet. doğum, doğma, doğuş) a. T a lip ’in


bir m ü rşit'e bağlanması, bir m ürşit'e bağlanıp tarik a ta girmesi.

V E L Â Y E T Ar. (velayet, velilik, ermişlik) a. T a n r ı'n ın


kendine dost kıldığı ve verdiği ilham la yaratıcı varlığına kattığı
velilerin, erm işlerin aşam ası, m akam ı; velayet aşam ası, velâyet
m akam ı.

V E L Â Y E T N A M E Ar. + Fars. (V e l â y e t n â m e < Ar. velâ-

371
yel, yetke, otorite ve Fars, n â m e , mektup) a. V ilâyetnam e.

V E L İ Ar. (veli < v e lay et , velilik, ermişlik) a. V e lâ y e t


aşamasına, m akam ına ulaşarak ölümsüzlüğü kavuşmuş yüce insan.

V E L İ L İ K a. Veli olma durumu; Veli olmanın gereklerini ye­


rine getirme.

V E L İ Y U L L A H Ar. ( v e l i - y - u l l a h < veli, ermiş ve A l ­


lah) a. T a n rı erm işi anlamında veli.

V İ L Â Y E T Ar. (vilâyet, velilik, ermişlik) a. V elâyet.


*Vilâvet m a k a m ı: Velâyet m akam ı.

V İ L Â Y E T N A M E Ar. + Fars, ( v i l â y e t n â m e < Ar. v i l â ­


yet, yetke, otorite ve Fars. nâme, mektup) a. Hacı Bektaş Vilâyet-
nam esi.
* V ilâvetnam e-i H acı B ek taş: H acı B ektaş V ilâyetna-
m esi.
* V ilâvetnam e-i H acım S u lta n : H acı B ektaş V e lin in
halifelerin d en Ha cı m Sul tan'm A n a d o lu 'y a gelişini, h a life
olarak Germiyan'a yerleşmesini ve gösterdiği keram etleri anlatan
m en ak ıp n am e.

VİRD Ar. (vird) a. Belli zamanlarda okunması kural olan ayet,


hadis ya da ermişlerin sözlerinden derlenmiş dualara verilen ad.

V İ S A L Ar. (visâl. ulaşma, kavuşma) a. 1- T a rik a t yolunda


lüm manevi aşamaları geçerek T anrı'ya ulaşma; visal i Hak.
2- Tanrısal iilkeden ayrı düşerek gövdeye giren ruhun, gövdeden
çıkarak yeniden tanrısal ülkeye dönmesi; H akk'a yürüme.

M2
V U S L A T Ar. (vuslat, kavuşma) a. V isal.

VUS T A Ar. (vusta) s. Orta. iç.

VUSUL Ar. (vusül < vasi, erişen, kavuşan, ulaşan) a. Erişme,


kavuşma, ulaşma.

V U Z U Ar. ( v u z ü ‘) a. T ah a ret-i sugra.

V Ü C U D İ Y E Ar. (v i i cü di yy e) a. 1- V ahdet-i vücut.


2- Bu görüşü savunan kimse, topluluk.

V ÜC UT Ar. (viicûd. bulunma, var olma, varlık) a. T an rı'n ın


mutlak varlığı; vücud-ı m utlak. (ANSİKL.)
-ANSÎKL. V ahdet-i vücut görüşüne göre, gerçek anlamda
varlık (vücut) yalnızca T anrı'nın varlığıdır; diğerleri (m asiva) ise
ancak mecaz anlamda varlıktır: çünkü onlar T anrı varlığının, ad ve
sıfatlarının değişik biçimlerdeki görüntü ve yansımalarından başka bir
şey değildir.

373
Y
YA Ar. (yâ) ünl. Çoşkulu seslenme sözü.
*Ya Ali, ya S ah : Ali'ye seslenme sözü.
*Ya Allah ya Rab, ya Rabbi: Tanrı'ya seslenme sözü.
*Ya Hızır s e m a h ı: Tokat. Sivas ve Ma la tya yörelerinde.
K u ran 'd a Tevrat'ta adı geçen, söylencelere konu olan ünlü evliya
Hızır anısına oynanan, kendine özgü figürleriyle belirgin bir sem ah.
(ANSİKL.)
-ANSİKL. Ya Hızır semahı, orta yaşta 4-6 kişi taralından oynanır.
Sem ahçılar. arka arkaya dizi oluşturur; ezgiyle birlikte sağ kol ileri­
ye uzatılır; sonra göğüs hizasında bükülüp sol göğüs üzerine konur. Bu
anda sol kol. vücudun yanında ve aşağıya doğru sarkıktır; sağ kol inerken
sol kol kalkar; vücut kolların hareketine uyumlu olarak sağa ve sola
bükülür; böylece, bir daire biçiminde meydanda dönülür.

Y A K İ N Ar. (yakin. kesin, eksiksiz ve sağlam bilgi) a. G önül


bilgisi bakımından olgunluğun en yüksek aşam asına çıkmış ta rik a t
y o lcu su n d a bulunan ve dolaysız olarak sağlanan kesin bilgi.
(ANSİKL.)
*Yakin n u ru : İnsan-ı kâmilin gönlüne doğrudan doğruya ge­
len ve tanrısal gerçekliğin kavranmasını sağlayan T anrı ışığı.
-ANSİKL. Üç türlü yakin vardır:
1- İlm -el-yakin; bilme yoluyla sağlanan kesin bilgi.

374
2- Ayn-el-yakin; görerek sağlanan kesin bilgi.
3- Hakk-el-yakin; doğrudan doğruya Tanrı ışığıyla sağlanan ke­
sin bilgi.

Y A N T A Ş I a. P a lh e n g .

Y AT I R a. 1- H ak k 'a yürüdükten sonra da keram etler göster­


diğine ve insanlara yardım ettiğine inanılan ta rik a t ulularına, e r ­
m işlerine verilen ad.
2- Bu ta rik a t ulularının, erm işlerin in mezarı ya da mezar
yapısı.
*Yatır m u h a b b e ti: T a rik a t ulularının yatırlarında, ölüm-
doğum günleri biliniyorsa o günlerde ya da H ıdırellez, N evruz gibi
kutsal günlerde yapılan anma toplantısı.
*Yatır sem ah ı: Ç oban Baba semahı.

Y E D Ar. (yed. el) *Yed tutmak: El alm ak.

YEDİ a. İm anı Ali'de bulunan yedi üstün sıfatı (ANSÎKL.) [1],


Y ediler'i; ta rik a tta bulunan yedi erk ân ı; F atm a Ana kuşağının
yedi rengini; insanın başında yer alan yedi deliği; yedi gök ve yedi ta ­
muyu simgeleyen sayı.
*Yedi a b d a l: Y ediler.
*Yedi ata, yedi b aba: Yedi gök.
*Yedi çizgi: 1- H utut-ı ebiye.
2- H u tu t-ı üm m iye.
*Yedi delik: İnsanın başında içeriden dışarıya açılan yedi boşluk
[iki göz. iki kulak, iki burun ve bir ağız.)
*Yedi e rk â n : P ir, re h b e r, m ü rşit, iki m usahip ve eşlerinden
oluşan erkân.
*Yedi farz: B uyruk'ta yedi fa rz adı altında sıralanan ilkeler.

375
(ANSİKL.) [2]
*Yedi gök (gezegen): Tanrısal gizemleri olduğuna inanılan ve her
biri bir gök katı olarak algılanan yedi gökcismi. (ANSİKL.) [31
*Yedi iklim : Yedi ülke anlamında yeryüzünü oluşturan yedi
bölge.
*Yedi kale: M akalat'ta. kalbin sağ kulakçığında bulunduğu be­
lirlilen yedi ilke. (ANSİKL.) [4]
*Yedi tamu: Yedi cehennem olarak algılanan ve yedi yer katından
oluştuğu kabul edilen, yedi ceza ülkesi.
* Yedi tutum: E tv ar-ı seba.
*Yedi u lu : Y ed iler.
*Ycdi yıldız: Yedi gök.
-ANSİKL.) 1] İm am Ali'deki üstün sıfatların sayısı Hz. M u­
h am m et tarafından Hz. Ali'ye söylendi: “Ya Ali/ Sende bulunan
yedi sıfat, başkasında bulıınama:. Kimse sana ahireür. ‘-Bizde de bu
sıfat vardı', diyemez."
[2] B uyruk'ta yedi farz şu şekilde sıralanır:
1- M ürebbiye gitmek.
2- M usahip olmak.
3- Taç giymek.
4- Sır saklamak.
5- Dost ile dost olmak.
6- Özünü ulu kılmak.
7- H akk la sohbet etmek.
[3] Yedi gök yukarıdan aşağıya doğru şöyle sıralanır:
1- Zühal.
2- M ü şteri.
3- M erih.
4- Güneş.
5- Zühre.
6- U ta rit.

376
7- Ay.
[4]Yedi kale olarak algılanan ilkelerin sırası şöyledir:
1- Bilim.
2- Cömertlik.
3- Sabır.
4- M a rife t.
5- Perhizkârlık.
6- Korku.
7- Edep.

Y E D İ İ M A M C l a. C a fe ri.

Y E D İ İ M A M C I L I K a. Ca f er i li k.

Y E D İ L E R a. Gayb erenleri hiyerarşisinde üçler'den sonra


gelen ve T a n r ı tarafından kendilerine olağanüstü nitelikler
bağışlandığına inanılan. Hak ereni yedi ulu ermiş.

Y E D U L L A H Ar. (yed-ul lah < yed, kuvvet, kudret, iktidar


ve Allah) a. Tanrı'nın gücü, kudreti.

YEL Fars. (yel. yiğit) *Yel bayrağı: T ah tacılar'd a mezarların


önüne asılan ve Orta Asya eski Türk geleneklerinin bir devamı olarak
algılanan bayrak.

Y E L D İ R M E a. Sem ahın hareketli olan son bölümü.


* Yeldirme sem ahı: Erkek canlar tarafından oynanan, yalnız
sarma hareketlerinin bulunduğu bir semah.

Y E S E V İ (Ahmet İVsev/'nin adından) a. Yesevilik'i benimse­


miş kimse, topluluk.

377
Y E S E V İ L İ K a. Türkistanlı Hoca Ahmet Yesevi [Öl. 1166]
tarafından kurulan, Müslümanlığı kabul eden Tiirkîer arasında geniş
bir taban bulan sünni tarik a t. (ANSÎKL.)
-ANSİKL. Yesevilik. günümüze ulaşan belgelere göre sünni bir
ta rik a ttır; kimi kaynaklar, bu belgelerin sonradan değiştirildiği
savıyla yesevilik'i tam bir sünni ta rik a t olarak görmemek gerek­
tiğini belirtir.
Yesevilik, sünnilik'in tüm ilkelerini, inanç kurallarını benimse­
mesinin yanı sıra, tasavvuf inançlarını da benimser, bu nedenle, kendi­
sinden sonra ortaya çıkan sünni ve şii tarikatlan. akımları şu ya da bu
ölçüde etkilemiştir denilebilir.
T a rik a tın kuralları:
1- Şeyhe kesin bir biçimde bağlanmak; onun sözlerini yasa sayarak
benimsemek, yerine getirmek.
2- Şeyhin buyruklarına uymak, onları yorumlamamak.
3- T arik a tın özel kavramlarını, işaretlerini anlayabilmek için
belli bir olgunluk aşamasına ulaşmak.
4- Şeyhe güler yüzle bakmak; onun buyruğuna girmek, hizmetinde
bulunmak.
5- Doğru sözlü olmak, şeyhin güvenini kazanmak.
6- Sır saklamak, gereksiz konuşmamak.
7- T arik at inançlarına kesinlikle uymak, verdiği sözü yerine ge­
tirmek.
8- Gerektiğinde tüm malını, parasını, şeyhe verebilecek durumda
olmak ve bunu severek, gönülden yapmak.
9- T an rı’ya kavuşmak için şeyhin izinden yürümek, şeyhe inan­
mak, güvenmek.
10- Şeyhin sözlerine, buyruklarına uymak, onları uygulamak.
Yesevilik'te katlanma. yetinme, yakınlık, yumuşak hurluluk ve
özünü arındırma, temel davranışlar olarak öne çıkar. T arikatın belir­
ginleşen altı ilkesi vardır:
1- Tanrı'nın varlığı konusunda yeterli bilgi edinmek.

378
2- Cömertlik.
3- Gönülden bağlılık.
4- Kendini Tanrı'ya adayarak derin bir coşkuya kapılmak.
5- Derin düşünmek.
6- İnce düşünmek.
Yesevilik'in m akam olarak algılanan dokuz aşam ası vardır:
1- Tövbe edenler makamı.
2- Bilginler m akam ı.
3- Sabredenler makamı.
4- Z ahitler m akam ı.
5- Salikler m akam ı.
6- R aziler m akam ı.
7- Ş ak irtler m akam ı.
8- M uhipler m akam ı.
9- A rifler m akam ı.

Y E S E V İ Y E Ar. (yeseviyye) a. Y e se v ilik .

Y E Ş İ L Y A P R A K a. 1- M ürşit'e, gönül almak ya da uğur için


sunulan armağan.
2- A dak, n ezir, niyaz.

YETKİN s. Kendisinden beklenen tüm nitelikleri taşıyan, kusur­


suz, eksiksiz.
*Y etkin-insan: İnsan-ı kâm il.

Y E Z D A N Fars, (yezdân) a. T a n rı.

Y E Z D A N İ Fars, i y e z d â n i ) s. T a n r ı ’yla ilgili, T a n r ı'y a


ilişkin olan, tanrısal.

379
Y I L D I Z T A Ş I a. M ü c e rre t d erv işlik te, m e n g u ş takılmak
için delinen kulağın deliğinin küçülmemesi amacıyla, geçici bir süre
delinen yere yerleştirilen silindir biçimli taş.

Y İ Ğİ T B A Ş I a. Ahi esnaf loncalarında, verilen kararları uygu­


layan, gerekli denetimleri yapan ve esnaf arasında çıkan anlaşmazlıkları
çözen kimse.

Y İ Ğ İ T L E M E a. K o ç ak lam a.

Y O K L A M A C I a. Kimi bölgelerde gözcüye verilen ad.

Y O K L A M A C I L I K a. Kimi bölgelerde g ö z c ü lü k ’e verilen


ad.

YOL a. T a rik a t.
* Yol a b d e s ti: T a h a re t-i sugra.
*Yol arkadaşı: M usahip.
*Yol çocuğu: Yol evladı.
*Yol ehli, yol erb ab ı, yol e ri: T arik ata girmiş, Ali yolunu, pir
yolunu tutmuş can.
*Yol evladı: N asip almış can.
*Yol h a k k ı: H a k u lla h .
*Yol kardeşi: M usahip.
*Yol kardeşliği: M u sah ip lik .
*Yol oğlu: 1- T arik ata girmiş, kendini bu inanca vermiş can.
2- B ektaşilik'in babagan kolundan derviş.
3- T a rik a t kapısı.
* Yol oğlu olmak: T arik a tta bütün can lar kardeş olmak.
*Yol r e h b e r i: Yetenekli kimseleri ta r ik a ta kazandırm aya
çalışan kimse.

1K0
* Yol s ır r ı: B ektaşi s ırrı, ta rik a t sırrı.
*YoIa alınma k u rb a n ı, yola girme e rk â n ı: İk ra r verme ayi­
ni.
*Yola girmek: İk ra r verm ek.
*Yoldan düşme: İk rardan dönen. K u ra n d a evlenilmesi yasak­
lanmış biriyle evlenen ya da zinada bulunan kimseye uygulanan, cema­
attan sürekli kovulma cezası.
*Yoldan düşmek: Yoldan düşme cezasına çarptırılıp cemaattan
sürekli kovulmak.

Y O L A K a. T a r ik a t.

Y U N M A K f. M ü rşit'in gönlünü alıp, suçuna göre bir para


cezası ödeyerek günahlarından temizlenmiş olmak ve tö ren lere
katılma hakkını elde etmek.

YÜCE s. 1- Her şeyin ve herkesin üstünde olan.


2- a. En yüksek yer.
*Yüce b ab a la r: Dokuz gök.

YÜKSEK s. 1- Bir yere göre daha yukarıda bulunan.


2- a. Yukarıda bulunan yer.
♦Yüksekteki b abalar (atalar): Dokuz gök.

Y Ü K S E L M E K f. T a rik a t yolunda, bir alt aşam adan, m a ­


kamdan, bir üst aşamaya, m akam a çıkmak ve bu yolla olgunlaşmak.
*Yükselen eğri: Kavs-i uruc.

Y Ü R Ü M E K f. H a k k 'a yü rü m ek .

Y Ü R Ü T M E a. Kimi sem ahlarda ağ ırlam ay ı izleyen, semah


dönenlerin arka arkaya yürümesi ve gittikçe hızlanması biçiminde
dönülen bölüm.

381
z
Z A H İ R Ar. (zahir < z u h u r , meydana çıkma, baş gösterme,
görünme, türeme) a. 1- Gerçek olan görünmeyen alanın (bâtının) bir
yansıması olarak algılanan, görünen nesnel varlık alanı.
2- Ş e ria t olarak algılanan ve tanrısal te c e llile r biçiminde
görünüş alanına çıkan varlıkların dış yüzü.
3- Bâtından habersiz olan ve zahirle yetinen, ta rik a t dışından
kimse.
*Zahir âlem i: Duyularla algılanabilir görünür âlem .

Z A H İ R İ Ar. (zahiri) s. Görünürde olan, görünen, dışsal.


*Zahiri hükümler: Bu dünyaya ilişkin hükümler.

Z A H İ T Ar. (z â h i d < z ü h d , her türlü zevke karşı koyarak


kendini ibadete verme) a. 1- Toplumdan uzaklaşarak içe kapanma
yoluyla kendini t a r i k a t inancına veren ve ta rik a t k ap ısıy la
özdeşleştirilen kimse.
2- Tevella ve teberra'dan habersiz; ham ruhlu, olgunlaşmamış
kimse.
* Z ahitler: T a rik a t kavmi.

Z Â Kİ R Ar. (zâkir, zikr eden < zikr, anma, anılma) a. Cem'de-


ki on iki hizm et sıralamasında yer alan, deyiş, düvaz. m iraçlam a

382
söyleme ve saz çalma görevlerini yerine getiren kimse.

Z Â K İ R L İ K a. Z â k ir olmanın gereklerini yerine getirme: zâki-


rin işi, görevi.

Z A M A H a. S em ah .

Z A M A K a. S e m a h .

Z A R F Ar. (zar/, kap, kılıf, muhafaza) a. 1- Tanrısal âlem den


ayrı düşen ruhun, zahir âlemde geçici konaklama yeri olarak algıla­
nan görünür varlık.
2- Bu anlamda insan bedeni, vücut.

Z A T Ar. (zât. kendi, öz) a. 1- V arlığın özü.


2- T anrı.
*Zat-ı ah a d iy e t: T an rı.
*Zat-ı ila h i: T a n rı.
*Zat-ı m u tla k : T an rı.

Z A V İ Y E Ar. (zaviye, köşe) a. Büyük tekkelere bağlı küçük


te k k e .

Z A V İ Y E N İ Ş İ N Ar. + Fars. (z â v i y e n i ş i n < Ar. z a v i y e ,


köşe ve Fars, -nişin, oturan) a. Bir zaviyede postta oturan en üst
yetkili.

Z E B H Ar. (zebh, boğazlama, kesme) a. T a rik a t yolunda


kurtuluşa ermek için nefsin isteklerinden sıyrılma, nefsi öldürme.

Z E H E B Ar. (z eheb) a. Altın.

383
Z E K Â T Ar. (zekât, zengin Müslümanların mal ve para­
larından. helâlliğini sağlamak için her yıl yoksullara vermekle
yükümlü bulundukları kırkta birlik pay) a. İnsanın ta rik a t yolunda
T anrı katına ulaşabilmek için kendi varlığından vazgeçmesi.

Z E M İ M E Ar. (zemime < zemi m' in dişili) s. Beğenilmeyen,


kötü.

ZEVK Ar. (zevk, hoşa giden hal. haz) a. 1- T anrı sevgisinin tadı­
na varılmasıyla ulaşılan manevi haz.
2- Tanrı'nın bir yansıması olarak algılanan varlıkları gözlemle­
meyle ulaşılan manevi hoşnutluk.

Z E Y D İ Ar. (zeydi < Zeyd bin Ali Zcynelabidin'in adından) a.


Zeydiye'yi benimsemiş kimse, topluluk.

Z E Y D İ Y E Ar. (zeydiyye) a. Dördüncü İmam /.eynelabidin'in


oğlu Zeyd bin Ali Zeynelabidin [Öl. 740) taralından kurulan. On İki
İm am inancının gelişmesinde etkili olmuş bir mezhep.

ZE Y D İ L İ K a. Z eydiye.

Z İ Kİ R Ar. (zikr, anma, söyleme, sözünü etme) a. 1- T a rik a t


törenlerinde Allah'ın adını anma ve yineleme.
2- T a r ik a t tö renlerinde A lla h -M u h a n ım e t-A li ya da O n
İki İm am adlarını anma, söyleme.

Z İ L H İ C C E Ar. (zi-l-hicce < zi-. sahip anlamı katan önek +


hicce, bir kez hacca gitmek) a. Kamer takviminin on ikinci ve son
ayı.

ZİNA Ar. (zina’) a. 1- En ağır suçlardan biri durumunda bulu­


.1X4
nan, cemaattan kovulma, canlar arasından bir daha dönmemek üzere
uzaklaştırılma cezasıyla cezalandırılan, evlilik bağlantısı dışında cin­
sel ilişki.
2- T arik at bilgisini, kendisinden söz alınmayan birine verme,
açıklama.

Z İ N D A N Fars. (z i n d an . mahkumların kapatıldığı karanlık ve


ürkütücü hapis yeri, hapishane / çok karanlık ve sıkıntılı yer) a. 1- Masi-
va.
2- Nefs.

Z İ N D E Fars, (zinde, dinç, canlı, sağlam) s. 1- Kendini dünya


bağlarından sıyırarak, ölm eden evvel ölme sırrına eren.
2- Nefsi ölü, gönlü, k alb i diri olan, gönül yolu açık olan.

Z İ N D E G Â N Fars. (zindegân < zinde, dinç, canlı, sağlam ve -


gön. çoğul eki) a. Z inde olanlar, zindeler.

Z İ N D E G İ Fars. (zindegi, dinçlik, canlılık, sağlamlık) a. Z in ­


d e lik .

Z İ N D E L İ K (Dinçlik, canlılık, sağlamlık) a. Zinde olma duru­


mu, zinde kimsenin niteliği.

Z İ Y A R E T Ar. (z iy ar et ) a. D u a etmek, dilekte bulunmak,


gezip görmek gibi amaçlarla ta rik a t ulularının, erm işlerin tü rb e ­
lerine ya da kutsal sayılan bir yere gitme.
*Zivaret k u rb a n ı: Ziyaret edilen yerde yapılan tören.

Z O D Y A K Fr. ( zo di aq ue < Lat. z o d i a c u s < Yun. dz odi a-


kos) a. İnsan biçiminin göklere yansımasından oluşan ve burç insanı
biçiminde algılanan b u rç la r kuşağı.

385
Z U H A L Ar. (Zuhal, Satürn) a. Dokuz gök sıralamasında yer
alan gök katı.

Z U H UR Ar. (zuhur, ortaya çıkma, belirme, türeme) a. T ecel­


li.

Z U L M E T Ar. (z u l m e t , karanlık) a. V arlıkların görünür du­


ruma gelmeden önce bulundukları yer olduğuna inanılan ve karanlıklar
ülkesi biçiminde bilince çıkan, duyularla algılanamayan, görünmeyen,
bilinmeyen âlem .

ZÜBDE Ar. (ziibde, öz, özet, sonuç) a. Taşıdığı tanrısal nitelik­


ler nedeniyle evrenin özeti olarak algılanan insan; zübde-i âlem.
*Zübde-i âlem : 1- Zübde.
2- Âlemin özü anlamında Hz. M uham m et.
*Zübde-i evliya: E vliyaların en seçkini anlamında Hacı Bek-
taş Veli.

Z Ü H A L Ar. (Zühal, Satürn) a. Z uhal.

Z Ü H D İ Ar. (zühdı, dinin gereklerini yerine getirmeyle ilgili)


s. Dünyasal isteklerden sıyrılmayla ilgili olan.

Z Ü H R E Ar. (Z ü h r e , Venüs) a. Dokuz gök sıralamasında yer


alan gök katı.

Z Ü H T Ar. (zühd, her türlü zevke karşı koyarak kendini ib a ­


dete verme, dinin gereklerini yerine getirme) a. Dünyasal isteklerden
sıyrılarak kendini T an rı yoluna, ta rik a t yoluna adama.
*Zühd-ü ta k v a : T a rik a t yoluna kendini adama ve T an rı'd an
korkma.

386
Z Ü L F İ K Â R Ar. ( zü - l - f i kâ r , iki parçalı, çatal) a. 1- H z .
Ali'nin çatal kılıcı. (ANSÎKL.)
2- A lacadeğnek.
-ANSİKL. Hz. M u h am m et'in olduğuna ve Bedir SYm^/'nda
gökten indirildiğine inanılan Zülfikâr, Hz. M uham m et tarafından
Hz. Ali’ye armağan edildi. Zülfikâr, alev i-b ek taşi şiirinde gücü,
ta r ik a t tö ren lerin d e terbiye aracı olarak a la c a d e ğ n e k 'i sim­
geler.

Z Ü L F İ K Â R N A M E Ar. + Fars. (z ü l f i k â r n â m e < Ar.


zülfikâr ve Fars, na me, mektup) a. Hz. Ali'nin kılıcını konu edinen
şiir.

Z Ü N N A R Ar. ( z ü n n â r . H ı r i s t i y a n keşişlerin bellerine


bağladıkları, kıldan yapılmış kaba ve sert kuşak < Yun. zonarion) a.
H izm et ve itaat simgesi olarak algılanan kem er.

Z Ü N U B Ar. (z ü n u b ) a. G ü n a h la r.
m
TARAMA KAYNAKÇASI

ANA BRİTANNİCA - Genel Kültür Ansiklopedisi. C: 1-22


(1986-1990), Ana Yayıncılık A.Ş.. İstanbul.
AT ALAY Besim, Bektaşilik ve Edebiyatı, Ant Yayınları (2.
Baskı), İstanbul 1991
BİRDOĞAN Nejat. Anadolu'nun G izli Kültürü A levilik.
Hamburg Alevi Kültür Merkezi Yayınları (1. Baskı), 1990
BİRGE John Kingsley, Bektaşilik Tarihi, Ant Yayınları (Tüıkçe 1.
Baskı), İstanbul 1991
BÜYÜK LAROUSSE Sözlük ve Ansiklopedi. C: 1 - 20 (1986-
1989), Gelişim Yayınları A.Ş.. İstanbul.
ÇAMUROĞLU Reha, Yeniçerilerin Bektaşîliği ve Vaka-i Serriye.
Ant Yayınlan (1. Baskı), İstanbul, 1991
DEVELLİOĞLU Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat.
Aydın Kitabevi, Ankara 1986
DIERL Anton Josef, Anadolu Aleviliği, Ant Yayınlan (Türkçe 1.
Baskı), İstanbul 1991
ERSEVEN İlhan Cem, Aleviler'de Semah, Ant Yayınları (2.
Baskı), İstanbul 1990
EYUBOĞLU İsmet Zeki, Bütün Yönleriyle Bektaşilik-Alevilik.
Yeni Çığır Kitabevi (1. Baskı), İstanbul, 1990
EYUBOĞLU İsmet Zeki, Bütün Yönleriyle Tasavvuf, Tarikatlar
ve Mezhepler Tarihi. Der Yayınları, İstanbul, 1990
Kumru Kenzül-Mesaip. Can Yayınlan (1 Baskı) İstanbul, 1992
389
MELİKOFF İrene, Uyur İdik Uyardılar. Cem Yayınevi (1. Basım).
İstanbul, 1993
Meydan Larousse Büvük Lügat ve Ansiklopedi C: 1-12, Meydan
Yayınevi, İstanbul, 1969
NOYAN Bedri, Bektaşilik Alevilik Nedir. Sanat Kitabevi, (Ge­
nişletilmiş 2. Bask*), Ankara. 1987
OYTAN M. Tevfik, Bektaşîliğin İcvüzii. Maarif Kitaphanesi, C: 1-
2 (9. Baskı). İstanbul
ÖZ Baki. OsmanlI’da Alevi Ayaklanmaları. Ant Yayınlan (1.
Baskı), İstanbul. 1992
ÖZÖN Mustafa Nihat, Osmanlıca-Türkce Sözlük İnkılâp ve Aka
Kitabevleri, (6. Basım). İstanbul. 1979
ŞENER Cemal (derleyen). Alevilik Üstüne Ne Dediler. Ant
Yayınları (1. Baskı). İstanbul 1990
ŞENER Cemal. Alevilik O layı. Ant Yayınları (11. Baskı),
İstanbul 1991
ŞENER Cemal, Alevi Törenleri. Ant Yayınları. (3. Baskı).
İstanbul. 1992
Tam Hüsnive. Can Yayınlan (1. Baskı). İstanbul. 1992
TDK Türkçe Sözlük. C: 1-2 (Yeni Baskı), Ankara 1988
TDK Tarama Sözlüğü, 1-V1, Ankara. 1963
TDK Derleme Sözlüğü. C: I-XI, Ankara, 1963
ULUDAĞ Süleyman, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü Marifet
Yayınları, İstanbul. 1991
ULUSOY Celalettin, Hünkâr Hacı Bektas Veli ve Alevi-Bektasi
Yolu. Akademi Matbaası (2. Baskı), Hacıbektaş, 1986.
ZELYUT Rıza, ö z Kavnaklanna Göre Alevilik. Yön Yayıncılık
(6. Baskı), İstanbul, 1992
DİZİN ADALET 16
A ADAM 17
A *Adam Muhabbeti 17
*Âb-ı beka 11 ADAP 17
*Âb-ı cavidan 11 *Adap (ve) erkân 17
*Âb-ı cavit 11 *Adab-ı mürit 17
*Âb-ı harabat 11 *Adab-ı nefs 17
*Âb-ı hayvan 11 *Adab-ı sohbet 17
*Ab-ı hızu' 11 *Adab-ı şeyh 17
*Âb-ı revan 11 *Adab-ı tarikat 17
*Âb-ı ruy 11 ADEM 17
*Âb-ı zindegi 11 * A dem -i muhal 17
*Âb-ii dane 11 ÂDEM 17
ABA 11 * dem -i  li âbâ 18
*Aba giym ek 11 *Âdem -i mana 18
ÂBÂ 12 *Â dem -i sani 18
*Âbâ-yı seba 12 A D E M -A D A M 18
*Aba-yı ulviye 12 ADUV 18
A B Â PÛ Ş 12 *A düvv-i can 18
A B B A Sİ 12 *Adüvv-i ekber 18
A BBA SİLER 12 ÂGÂH 18
ABD 12 *Âgâh etmek 18
ABDAL 12 *Âgâh olmak 18
A B D A L M USA 13 ÂGEH 18
* Abdal Musa cem i 13 AĞAÇERİ 18
* Abdal Musa kurbanı 13 AĞAÇERİLER 18
*Abdal Musa postu 13 AGAYAN 18
* A bda 1 M u sa *Ağayan-ı bektasiyan l9
velayetnam esı 13 AĞ IRLAM A 19
ABDALAN 14 AĞ IR LANM AK 19
*Abdalan-ı Rum 14 AGIT 19
A BD ALLAR 14 AĞ LA M A 19
ABD ALLIK 14 AHAD 19
A B D E ST 14 A H AD İYET 19
*Abdest erkânı 14 AH AVİ 19
*Abdest vermek 14 AH BÂR 19
ABD IYET 15 AHD 19
A BIH A Y A T 15 *Ahd-i karib 20
ABIKEVSER 15 *Ahd-(i peyman 20
A B ID 16 AH FÂ 20
ABİDLER 16 *Ahfâ makamı 20
ACEM 16 AHİ 20
AD A K 16 A H IB A B A 20
’''Adak akçesi 16 A H IB A B A U K 20
♦Adak kurbanı 16 AHİ 20
*Adak muhabbeti 16 A H İB A B A 20

391
A H İBA BALIK 21 AK TAB 25
A H l EVREN 21 AKYAZILI 25
* Ahi Evren T ekkesi 21 AL 25
AHİLİK 21 *Â l-i âbâ 25
AHİR ET 22 ÂLÂ 25
*A hiıet adamı 22 ALACADEGNEK 25
*Ahiret aklı 22 ALA ÇAM 26
*Ahiret baba 22 A LA K A 26
*Ahiret kardeşi 22 A LA ZLAM A 26
AHİT 22 A LÇALM AK 26
A H İTN AM E 22 *Alçalan eğri 26
AH ÎY AN 22 ALEM 26
*Ahiyaıı-ı rum 22 ÂLEM 26
AHİZ 22 *Â lem -i asgar 26
AHKÂM 22 *Â lem -i berzah 26
*Ahkâm -ı bâtına 22 *Â lem -i ceberut 27
*Ahkâm -ı zahire 22 * Âlem -i ekber 27
AHLÂK 22 *Â lem -i ervah 27
*Ahlâk-ı hamide 22 *Â lem -i gayb 27
*Ahlâk-ı zem im e 23 *Â lem -i hayal 27
AHLÂM 23 *Â lem -i kübra 27
AHM EDİ 23 *Â lem -i lahut 27
*A hm ed-i Muhtara postu 23 * Â lem -i maııa 27
AHRAR 23 *Â lem -i melekut 27
AHRET 23 *Â lem -i misal 27
AH SEN 23 *Â lem -i nasut 27
*A hsen-i takvim 23 * Â lem -i sugra 27
A H VA L 23 *Â lem -i şahadet 27
AH Y Â R 23 * Âlem -i şühud 27
AHZ 24 ALEVİ 27
*A h z-ı feyz 24 *Alevi-bektaşi 27
*A hz-ı tarikat 24 *A levi düzeni 27
A K A BE 24 * Alev i meydanı 27
AKIL 24 * A lev i tacı 27
*A kıl kıblesi 24 ALEVİLİK 28
*A kl-ı cüzi 24 *Alevilik-bektaşilik 28
*A kl-ı evvel 24 A LEV lY E 30
*A kl-ı kül 24 ALIŞTIRM A 30
*A kl-ı maad 24 *Alıştırma semahı 30
*A kl-ı maaş 24 ALI 30
ÂKİL 24 *A li-A llahi 30
ÂKİLE 24 *A li-A llahilik 30
*Â kilet Ul-ekbâd 24 * A li cem evi 30
AKKAPI 25 *A li cem i 30
AKPINAR 25 *A li divanı 30
AKREP 25 *A li dolusu 30

192
*Ali m evlidi 30 APTES 35
*A li postu 31 AR AF 35
*A li nur semahı 31 AR ÂÎS 35
* A li şiası 31 *Arâis-i Hak 35
*A liy-el Murtaza postu 31 ARAK 35
ÂLİ 31 ARAKÇİN 35
ALİYAR SEM AHI 31 ARAK ÎYE 35
ÂLİYE 31 ARAYICI 35
ALLAH 31 ARAZ 35
* Allah adamı 31 ARBEDE 36
*AUah-eyvallah 31 ARGUVAN 36
* Allah-M uham m et-Ali 31 *Areuvan semahı 36
*Allah-Ruh-ullâh 31 ARI 36
* Allah'ın arslanı 32 AR INM A 36
♦Allah'ın arşı 32 ARİF 36
ALLAHUEKBER 32 * Arif-i billalı 36
ALPEREN 32 ARİFLER 36
ALTI 32 AR K A NEFES 37
* Altıya gitmek semahı 32 A R SLA N 37
ALTIN ZİNCİR 32 *Arslaıı kanı 37
ALTM IŞALTI 33 *Arslan sütü 37
AM Â 33 ARSLANLIÇEŞM E 37
AM AL 33 ARŞ 37
AM EDEN 33 *Arş-ı âlâ 37
AM EL 33 *Arş-ı azam 37
AM M ARİYE 33 *Arş-ı berin 37
AN 33 *Arş-ı huda 37
*An-ı daim 33 *Arş-ı kerim 37
ANA 33 *Arş-ı rahman 37
*Ana çizgiler 33 *Arş-ullah 37
A N A BA CI 33 *Arşu'ı-rahman 37
*Aııabacı sultan 33 *Arş ü ferş 37
ANADOLU 34 *Arş ü zemin 37
*Anadolu aleviliği 34 A SA 38
* Anadolu bacıları 34 *Asa töreni 38
A N A SIR 34 ASÂKİR 38
*Anasır-ı erbaa 34 *Asâkir-i Hak 38
AND 34 *A sâkiı-i rahmani 38
ANÎLLAH 34 Â SÂ N 38
ANKA 34 ASGA R 38
*Anka-yı la-mekân 34 A SH Â B 38
A N SÂ R 34 *Ashâb-ı Ali 38
A N SÂ R i 34 * Ashâb-ı sır 38
AN T 35 *Aslıâb-ı şeriat 38
*Ant içm e 35 *Aslıâb-ı tarikat 38
*Ant yeri 35 ASIL 38

393
*A sl-ı âlem 38 ♦A tevi babası 44
ÂSÏTÂN 38 A TLA S 44
ASİTANE 38 ATLILAR K APISI 44
A SM A N 38 A TŞA N 44
ÂSTÂN 38 AVAM 44
ÂSTÂNE 39 AY 44
*Âstâne-i bektaşiyan 39 A Y A K M ÜH ÜRLEM EK 44
A SU M A N 39 AY A K Ç I 45
♦Âsumân-ı gayb 39 ♦Ayakçı postu 45
AŞÇI 39 ÂYAN 45
*A şçı baba 39 ♦Â yan-ı sabite 45
*A şçı postıı 39 AY A T U L L A H 45
AŞEVİ 39 A Y D IN L A T M A 45
♦A şevi babası 39 ♦Aydınlatma dönemi 45
ÂŞIK 39 AYETULLAH 45
♦Âşık baba 39 A Y İN 45
♦Âşık-maşuk 39 ♦A yin-i cem 46
♦Â şık m eşrep talip 40 ♦A yin-i kebir 46
A ŞİN A 40 ♦Ayin-i niyaz 46
AŞK 40 Â Y İNE 46
♦Aşk badesi 40 AYN 46
* A şk olsun 40 *Ayn el yakin 46
♦A şk-ı fazl-ı Hak 40 ♦A ynu’l-cem 46
*Aşk-ı fazl-ü Hak 40 ♦Ayn-ül cem 46
♦A şk-ı Hakiki 40 AZAM 46
♦Aşk-ı m ecazi 40
*Aşkı niyaz olsun 40
Aşkın cem al olsun 40 B
AŞKULLAH 41 BA 47
A ŞUR 41 BÂB 47
AŞU R A 41 BABA 47
AŞURE 41 ♦Baba çizgiler 47
♦A şure b itiş gülbankı ♦Baba erenler 47
(tercümanı) 41 ♦Baba dikme 47
♦Aşure erkânı 41 ♦Baba olm a erkânı 47
*Aşure gülbankı 41 ♦Baba postu 47
♦Aşure günü 41 ♦Baba semahı 47
♦Aşure töreni 42 ♦Babalar kolu 48
ATA 43 ♦Babalar töreni 48
ATACI POSTU 43 BA BA İ 48
ATÇI POSTU 43 B A B A İL İK 48
ATEBAT 43 BABAGAN 49
♦Atebat-ı âliye 43 ♦Babagan kolu 49
ATEBE 43 BABAGAN 50
ATEŞ 44 ♦Babağan kolu 50
ATEVİ 44 BABALIK 50

394
BABAYAN 50 ♦Bâtın anlam 54
BÂBİ 50 BÂ TIN İ 54
B Â B lL İK 50 ♦Bâtını hükümler 54
BA C I 50 BÂTINİLİK 55
BACIAN A 50 BÂTIN İY E 56
BA C I A N N E 51 BEHAİLİK 56
B A C ISU L T A N 51 BEK A 56
BAC I Y A N 51 ♦Beka billah 56
♦Bacıyan-ı Rum 51 ♦Beka makamları 56
BÂDE 51 BEK ÂR 56
B Â D E FÜ R U Ş 51 BEKÇİ 56
BAĞ 51 BEKÇİLİK 56
B A Ğ IŞT A SI 51 BEK TAŞİ 56
BAĞLAM A 51 ♦Bektaşi ocağı 57
BAĞLANM A 51 ♦Bektaşi postu 57
B A Ğ LA N TI 51 ♦Bektaşi su n 57
BAHAİ 52 ♦Bektaşi tacı 57
BAH AİLİK 52 BEKTAŞİLİK 58
BAH ÇE 52 BEK TA ŞİY A N 59
♦Bahçeden gül koklamak 52 BEL 59
♦Bahçeden gül koparmak 52 ♦Bel bağı 59
B A H R Ü L-H A K A Y IK 52 ♦Bel bağlamak 59
BA K İR E 52 ♦Bel evladı 59
♦Bakireler töreni 52 ♦Bel oğlu 59
BAL 52 B EN 59
BALIM SU LTA N 52 ♦Ben makamı 59
♦Balım sultan erkânı 52 BEND 59
♦Balım sultan küpesi 52 ♦Bend etmek 59
♦Balım sultan postu 52 B EN D E 59
♦Balım sultan töreni 52 ♦Bende-i âl-i abâ 59
BALIM EV İ 52 BENG İ 59
♦Balım evi babası 53 BENLİK 60
B ALIM TA ŞI 53 BERAT 60
BANK 53 BERÎN 60
♦Bank çekm ek 53 BERRÂNİ 60
♦Bank-ı M uhammedi 53 BERZAH 60
B A SİR E T 53 BEŞ 60
BAST 53 ♦Beş âlem (evren) 60
BAŞ 53 ♦Beş görünür olm a 60
♦Baş eğm ek (kesm ek) 53 BEŞLER 61
♦Baş okutma 53 BEVVÂB 61
♦Baş okutmak 53 BEYTÜ LM A L 61
BAŞBABA 54 B EYTÜ LM A M U R 61
B A ŞB A B A L IK 54 BEYTULLAH 61
B A ŞIT AÇLI 54 BEZİRGÂN 61
BÂ T IN 54 BEZM 61

395
*B ezın-i cem 61 *Can-ı canan 68
*Bezm -i elest 61 CANAN 68
B İA T 61 CANLANM A 68
*Biat etmek 61 CÂR 68
*Biat töreni 62 *Câr duası 68
BİD A T 62 CARCI 68
BİLLAH 62 CARCILIK 68
BÎR 62 CÂRÛ 68
BİRLENM EK 62 *Cârû duası 68
BİRLİK 62 CÂRÛB 68
*Birlik dirlik 62 C Â RÛBK EŞ 68
*Birliğe ulaşmak (varmak) 62 C A V İD A N 68
BİSM İŞA H 62 C A V İD A N N A M E 69
BOYUN 62 CAVİT 69
'•'Boyun kesm ek 62 CEBERUT 69
BO ZU K 63 CEBRAİL 69
BUHURDAN 63 CEDİ 69
BURAK 63 CEFR 70
BURÇ 63 CELÂL 70
BURHAN 64 CELVET 70
BÛY 64 CEM 70
*B ûy-i cennet 64 *Cem ayini 70
BUYRUK 64 *Cem bezmi 70
BÜDELÂ 64 *Cem birleme 70
BÜRÛDET 64 *Cem birleme giilbankı 70
BÜT 64 *Cem erenleri 70
*Btit-gede 64 *Cem erkânı 70
* Bi.it-hane 64 *Cem kurbanı 70
BÜYÜK 64 *Cem mahkemesi 70
*Biiyiik âlem 64 *Cem m eclisi 70
*Büyük baba 64 *Cem odası 70
*Biiyiik dergâh 64 *Cem olmak 71
*Cem töreni 71
c 65 *Cem'ül cem 71
CAFERİ 65 CEM AAT 72
CAFERİLİK 67 *Cemaat-ı tahtacıyan 72
CA FER İYE 67 CEM A D A T 72
CAM 67 CEMAE>İ 72
*Cam-ı cem 67 C EM ÂL 72
*Caın-ı Cem şit 67 *Cemâl'e kavuşmak 72
*Cam-ı cihannüma 67 *Cemâlin nur olsun 72
*Cam-ı ilahi 67 CEM ALULLAH 73
CÂ M İA 67 CEM EVİ 73
CAN 67 CEM İYET 73
*Can evi 68 ♦Cem iyet e vi 73
*Can kıblesi 68 C ENABET 73

1
. %
CEN AP 73 ♦Çâr darp 77
♦Cenab-ı Hak 73 ♦Çâr unsur 77
♦Cenab-ı Resul 73 ÇÂRDEH 77
CENK 73 ♦Çârdeh-i masumu pâk 77
♦Cenk kitapları 73 ÇARH 78
CENNET 73 ♦Çarh etmek 78
CEVHER 74 ÇARK 78
*Cevher-i evvel 74 ♦Çark dönmek 78
CEVR 74 ♦Çark semahı 78
CEVZA 74 ÇA RPARA 78
CEZBE 74 ÇÂRPÂRE 78
♦ C e z b e y e k a p ılm a k ÇATALK API 78
(tutulmak) 74 ÇEHAR 78
CİFE 74 ÇEKİ 78
CİFR 75 ÇELEBİ 79
C İH A N N Ü M A 75 ♦Çelebi olm a erkânı 79
CİHAT 75 ♦Çelebiler kolu 79
♦Cihad-ı asgar 75 ÇELEBİLİK 79
♦Cihad-ı ekber 75 ÇELEBİYA N 79
CİHAZ 75 ♦Çelebiyan kolu 79
♦Cihaz-ı tarikat 75 ÇELME 80
CİLBEND 75 ♦Çelm e yapmak 80
CİM A 75 ÇEPNİ 80
♦Cima etmek 75 ÇERAĞ 80
CİN 76 ♦Çerağ akçesi 80
CİNNİ 76 ♦Çerağ gülbankı 80
CÛ D 76 ♦Çerağ hakkı 81
CUMA 76 ♦Çerağ tahtı 81
♦Cuma töreni 76 ♦Çerağ tepsisi 81
C U RA 76 ♦Çerağ uyandırma hizm eti 81
CUŞ 76 ♦Çerağ uyarmak 81
CUŞİŞ 76 ♦Çerağ-ı Ahad 81
CÜNUN 76 ♦Çerağ-ı A li 81
C Ü NÜB 76 ♦Çerağ-1 daim 81
C Ü RA 76 ♦Çerağ-ı dil 81
CÜZİ 76 ♦Çerağı dinlendirm ek81
g-'1 ♦Çerağ-ı mürde 81
77 ♦Çerağı sır etmek 81
ÇAĞIRM A 77 ♦Çerağı tekbirlemek 81
ÇALAP 77 ÇERAGCI 82
ÇA LİPAN 77 ÇERAĞCILIK 82
ÇA LPARA 77 ÇERH 82
ÇAM A ŞIR H A NE 77 ÇEŞM 82
ÇAM ŞIGI SEM AHI 77 ♦Çeşm -i ahu 82
ÇÂR 77 ♦Çeşm -i nergis 82
♦Çâr anasır 77 ÇEŞM E 82

397
*Ç eşm e-i zindegâni82 DAİRE 87
ÇEVRİM 82 DÂMAN 87
ÇEYİZ 82 D Â M EN 87
*Ç eyiz giydirm e 82 D A M G A D U R U ŞU 87
ÇEYİZLEM EK 83 DA R 87
ÇIPLAK 83 *D aı-ı beka 87
ÇIRA 83 *Dar-ı dünya 88
ÇIRAĞ 83 *D aı-ı yena 88
ÇIRAĞCI 83 DÂR 88
ÇIRAĞCILIK 83 *Dâr'a çekm ek 88
ÇIRAK 83 *Dâr'a durmak 88
ÇİĞ 83 *Dâr’dan indirme erkânı 88
Ç İĞİNDA Ş 83 *Dâr-ı Fazlı 88
ÇİHAR 83 *Dâr-ı H üseyin 88
ÇİLE 83 *Dâr-ı M an sur 88
*Çile çekm ek 83 *Dâr-ı N esim i 88
*Çile çıkarmak 83 DAVETÇİ 89
*Çile damı 83 *D avetçi postu 89
*Çile doldurmak 83 DECCAL 89
*Çileye girmek 84 D ED E 89
*Ç ileye oturmak 84 *D ede bağı 90
ÇİLEDAĞI 84 *Dede bağı babası 90
ÇİLEEVİ 84 *Dede dikm esi 90
ÇİLEHANE 84 *D ede düşeği 90
ÇİLEKEŞ 84 *Dede hakkı 90
ÇİLENİŞIN 84 *D ede postu 90
ÇİRAĞ 85 *Dede semain 90
ÇİRAĞCI 85 *Dede sultan 90
ÇİRAĞCILIK 85 DEDEBABA 91
ÇOBAN BABA 85 *Dedebaba bektaşiliği 91
*Çoban Baba semahı 85 DED EBA BA L IK 91
ÇO CU K 85 DEDELİK 91
ÇO M AK 85 DEĞ NEK 91
ÇORLU 85 DELİKLİTAŞ 91
*Çorlu semahı DELİL 92
ÇÖ Ğ ÜR 85 * D elili dinlendirmek 92
*Çöğür şairi 85 DELILCİ 92
ÇÖM EZ 86 DELİLCİLİK 92
ÇÖP 86 DELV 92
*Çöp atlama zamanı gelm ek. 86 DELVE 92
Ç U BU K 86 DEM 92
*Dem almak 92
D 87 *D em geldi semahı 92
DÂD 87 *D em görelim 92
DÂİ 87 *Dem görmek 92
DAİM 87 *Dem sunmak 93

.198
*Dem tablası 93 DEV LET 97
♦D em tutmak 93 DEVRE 97
*D em e muhabbet 93 ♦D evre-i arşiye 97
♦D em -i hizmet 93 ♦Devre-i ferşiye 97
♦ D e m i Hünkâr 93 DEVRİ 98
*D em -ip ir 93 ♦Devri âsân olsun 98
DEM E 93 DEVRİYE 98
DEM LENM EK 94 ♦D evriye-i arşiye 98
DEMLİ 94 ♦D evriye-i ferşiye 98
* D em li olmak 94 DEYİŞ
DER ÂG UŞ 94 DEY NEK 98
♦Derâguş etmek 94 DIŞ 98
DERECE 94 ♦D ış anlam 98
DERGÂH 94 ♦D ış kurban 98
♦Dergâh avlusu 94 DİDAR 98
*Dergâh sem ahı 94 ♦Didara ermek 98
♦Dergâh-ı İlahi 94 ♦Didara kavuşmak 98
DERME 94 ♦Didara varmak 99
* Derm e evi 94 ♦Didar-ı görmek 99
DERNEK 94 ♦Didar-ı Hak 99
DERVİŞ 94 ♦Didar-ı yâr. 99
* Derviş bektaşiliği 94 DİL 99
DER V İŞA N 95 ♦D il ehli 99
DER V İŞA N E 95 DİL 99
DERVİŞLİK 95 ♦D il bağı 99
♦Dervişlik erkânı 95 DİLDAR 99
DER Y A 95 DİN 99
DEST 95 DİNİ 99
♦D est ve dâmen tutmak 95 ♦Dini emirler 99
♦D est vermek 95 DİNLENDİRM EK 99
*D est-i velâyet 95 D İV A N 100
DESTAN 95 ♦D ivan-ı Hikmet 100
*Destan-ı Fatma 96 D İV A N E 100
DESTE 96 DİVAN EG İ 100
♦D este nefesi 96 DİV A N SA ZI 100
DESTECİ 96 DO K UZ 100
DESTEÇUP 96 ♦Dokuz akıl 100
DESTEG ÜL 96 ♦Dokuz gök (ata, felek) 101
DESTUR 96 ♦Dokuz ruh 101
♦Destur almak 96 D O L A ŞA N ÖLÜ 102
♦Destur erenler 96 DO LU 102
♦Destur istem ek 96 ♦Dolu sunmak 102
♦Destur vermek 97 ♦Dolu vermek 102
D EV H A 97 DO LUCU 102
♦Devhat-üz-zeheb 97 DO LUC ULUK 102
DEVİR 97 DO N 102

399
*Don değiştirmek 102 EBUM Ü SLİM N A M E 110
DO ST 102 ECEL 110
DÖ NM E 103 EDEP 110
DÖ RT 103 ♦Edep, erkân! 110
♦Dört anne (ana) 103 EDEPLİ 111
*Dört evtâd 103 EDEPSİZ 111
*Döıt inanç 103 EDV AR 111
♦Dört kapı 103 * Edvar-1 vücut 111
♦Dört kapı öğretisi 103 EFRAT 111
♦Dört kapı selam ı 103 E H AD 111
♦Dört kapı töreni 103 EH ADİYET
♦Dört köşe 103 111
♦Dört öğe (unsur) 103 EHL 111
♦Dört öğe öğretisi 103 *Ehl-i aba 111
*Dört nitelik 103 ♦Ehl-i A li 111
♦Dört sevgili 103 ♦Ehl-i bâtın 111
♦Dört tür insan 104 ♦Ehl-i cehl 112
♦Dört vuruş 104 ♦Ehl-i dil 112
DÖRT BUDAK 105 ♦Ehl-i Hak 112
DUA 105 ♦Ehl-i hal 112
*Dua vermek 105 ♦Ehl-i sünnet 112
D Û ZA H 105 ♦Ehl-i şia 112
DÜLDÜL 105 ♦Ehl-i tarik 112
DÜNYA 106 *Ehl-i tarikat 112
DÜR 106 ♦Ehl-ül-lâh 112
DÜ RZİ 106 EHLİBEYT 112
DÜRZİLİK 106 ♦Ehlibeyt muhabbeti 112
D Ü ŞK Ü N 106 EK BÂ D 113
* Düşkün edilm ek 106 EKBER 113
♦Düşkün kaldınlm ak 106 EKMEKÇİ 113
♦Düşkün meydanı 106 ♦Ekm ekçi postu 113
D Ü ŞK Ü N L Ü K 108 EKMEKEVİ 113
♦Düşkünlük meydanı 108 ♦Ekm ekevi babası 113
DÜVAZ 108 EKREM 113
♦Düvaz imam 108 *Ekrem-ül-ekremin 113
DÜVAZDEH 108 EL 113
♦Düvazdeh imam 108 ♦El almak 113
♦El ele, el Hakk'a 113
♦El-etek sahibi olmak 113
E ♦El-etek tutmak 113
EBCET 109 ♦El-göğüs-dudak yapmak 113
* Ebcet hesabı 109 ♦El öpm ek 113
EBl 109 ♦El vermek 113
EBÎYE 109 ♦Eline-diline-beline
l;.BU M ÜSLİM 110 sahip olmak 114
*Ebu M üslim nacağı 110 ELEST 114

400
*Elest m eclisi 114 E R D E B İİİ 118
*Elest şarabı 114 ERDEBİLİYE 118
ELESTÜ 114 EREN 118
*Elestü bi-rabbiküm 114 ERENLER 118
♦Elestii mihrabı 114 ♦Erenler dem i 118
ELGÜLÜ 114 ♦Erenler hakkı 118
ELİF 114 ♦Erenler meydanı 118
ELİFİ 115 ♦Erenler nefesi 118
* E lifi nemed 115 ♦Erenler önünde baş eğm ek 119
* E lifi sumat 115 * Erenler şahı 119
♦Elifi taç 115 ♦Erenlerim 119
ELLİK 115 ♦Erenlerin ser çeşm esi 119
EM ANET 115 ERENLİK 119
♦Emaneti teslim etmek 115 ERKÂN 119
EM EVİ 115 ♦Erkân çalmak 119
EMEVİLER 115 ♦Erkân değneği 119
EMİR 115 ♦Erkân değneği hakkı 120
♦Emir âlemi 115 ♦Erkân meydanı 120
*Emir-i nahl 115 ♦Erkân semahı 120
♦Emir ül-müminin 115 ♦Erkân sürmek 120
EM İRÜLÜM ERA 115 ♦Erkâna girmek 120
EM M ARE 115 ♦Erkândan geçm ek 120
E N BİY A 116 ♦Erkân-ı evliya 120
*Enbiya-yı kibar 116 ♦Erkân-ı m eşayih 120
ENE 116 ♦ Erkân-1 tarikat 120
ENEİYE 116 ERKÂNNAM E 121
ENEİYET 116 ERLİK 121
ENELH AK 116 ♦Erlik makamı 121
ENFAL 116 ERMİŞ 121
EN SÂ R 117 ERMİŞLİK 121
EN SÂ R İ 117 ERŞET 121
ER 117 ERVAH 121
♦Er çiçeği 117 ♦Ervah-ı abidin 121
*Er eteğinden tutmak 117 ♦Ervah-ı arifin 121
*Erler katı 117 ♦Ervah-ı cinni 121
ERBA A 117 ♦Ervah-ı enbiya 121
ERBA İN 117 ♦Ervah-ı evliya 121
* Erbain çıkarmak 117 ♦Ervah-ı hayvanat 121
♦Erbain-i aşura 117 ♦Ervah-ı kâfirin 121
ERBAP 117 ♦Ervah-ı müminin 121
♦Erbab-ı zahir 118 ♦Ervah-ı nebahat 121
ERDEBİL 118 ♦Ervah-ı şeytani 121
♦Erdebil dergâhı 118 ♦Ervah-ı tabayi 121
*Erdebil dervişleri 118 ERZİNCAN
♦Erdebil sufileri 118 122
♦Erdebil şeyhi 118 ♦Erzincan semahı 122

401
ESED 122 FARK 129
ESEDULLAH 122 FARZ 129
ESHAB 122 FATIM A 130
ESLAH 122 FATIMİ 130
ESM A 122 FATTMİLER 130
*Esm a-yı hilsna 122 FATM A 130
EŞ 122 *Fatma Ana 130
*Eş meydanı 122 * Fatma Ana kuşağı 130
EŞİK 124 *Fatma Ana semahı 130
*Eşik ıssı 124 * Fatma Bacı 130
*Eşik öpmek 124 *Fatma destanı 130
* Eşiğe baş koymak 124 * Fatma ocağı 130
* E şiği aşmak 124 FAZİLET 130
ETHEM 124 FAZİLETNAM E 130
*Ethemi taç 125 FAZL 130
ET VA R 125 *Fazl-ı Hak 130
*Etvar-ı seba 125 *Fazl-ü Hak 130
EVLAT 125 FEDEK 130
EV LİY A 125 FEHİM 131
* Evliyaların ruhu 126 *Fehim kıblesi 131
EVR AT 126 FELEK 131
EVREN 126 * Felek-i azam 131
EVRENSEL 126 FENA 131
*Evrensel ruh 126 *Fena diyarı 131
*Evrensel zekâ (akıl) 126 *Fena makamları 131
EVTA D 126 *Fena fı'l ehadiyet 131
EVVEL 126 *Fena fi'l pir 131
EYVALLAH 126 *Fena fi’l vücut 131
*Eyvallah kapısı 126 *Fena-i mutlak 131
EZEL 127 *Fena'il-fena 131
EZELİ 127 FENAFİLLAH 132
EZELİYE 127 FERAH 132
FERAİZ 132
F FERRAŞ 132
FAHR 128 FERRAŞLIK 132
*Fahr-ı şerif 128 FERŞ 132
FAKİR 128 FERŞİYE 132
FAKİRNAM E 128 FESAT 132
FAKR 1^8 FETÂ 133
*Fakr yolu 128 FETİH 133
*Fakrimiz fahrimizdir 128 *Feth-i karib 133
*Fakr u fahr 129 *Feth-i kudret 133
*Fakr u fena 129 *Feth-i mutlak 133
*Fakr u manevi 129 - *Feth-i mübin 133
*Fakr u suri 129 FETTAH 133
FANİ 129 FEVÂİD 133

402
FEV Â İD N A M E 133 G AYR ET 139
FEYİZ 133 ♦Gayret kuşağı 139
♦Feyiz almak 133 G AZA 139
FIK ARA 134 GAZİ 139
FIRKA 134 ♦Gazi dervişan 140
♦Fııka-i naciye 134 G A ZİY A N 140
FİİL 134 ♦Gaziyan-ı rum 140
FİLLAH 134 GECE 140
FİTYAN 134 GENÇLER SEM AH I 140
FUK ARA 134 GENÇ 140
FÜTÜ V V ET 134 GERÇEK 140
♦Fütüvvet ehli 134 ♦Gerçek aşk 140
♦Fütüvvet erbabı 134 ♦Gerçek erenler 140
♦Fütüvvet eri 134 ♦Gerçek erenler dolusu 140
*Fütüvvet kemeri 135 ♦Gerçek erenler postu 140
♦Fütüvvet libası 135 ♦Gerçek varlık 140
♦Fütüvvet teşkilatı 135 ♦Gerçeğe kavuşmak (ulaşmak) 140
F Ü TÜ Y V ETN A M E 135 GIYBET 141
♦Gıybet etmek 141
G GİDİŞ 141
GADİRİ HUM 136 ♦Gidiş çeyizi 141
GAFLET 136 GİZEM 141
♦Gaflete düşmek 136 ♦Gizem aşaması 141
GALEBE 136 ♦ G iz e m le r in g iz e m i
G ALEYA N 136 aşaması 141
GALİ 136 GİZLENM E
GALİYE 136 141
G ANİ 137 GÖÇM EK 141
♦Ganisiyim 137 GÖK 141
GARİP 137 ♦Gök katı 141
♦Garipler semahı 137 G Ö N ÜL 141
GARİPNAM E 137 ♦Gönül adamı 141
G ARK 138 ♦Gönül almak 142
G A ŞİY 138 ♦Gönül altında kalmak 142
GAVS 138 ♦Gönül aşaması 142
♦Gavs-ı azam 138 ♦Gönül bağlama 142
♦G avs-ül vasilin 138 ♦Gönül bilgisi 142
G AYB 138 ♦Gönül etmek 142
♦Gayb âlem i 138 ♦Gönül kalmak 142
*Gayb erenleri 138 ♦Gönül kıblesi 142
♦Gayb-ı izafi 138 ♦Gönül koym ak 142
♦Gayb-ı mutlak 138 ♦Gönül öldüren 142
G AY BET 138 ♦Gönüle uğramak 142
♦Gaybet dönemi 139 ♦Gönüller semahı 142
*G aybet-i kübra 139 GÖRGÜ 142
♦Gaybet-i sugra 139 ♦Görgü ayini 142

403
*Görgü cem i 142
*Görgii kurbanı 142 H
*Görgii töreni 143 H ABBE 147
*Görgüdeıı geçm ek 143 H ABL 147
*Görgüsü yapılmak 143 *Habl-i metin 147
GÖRÜLEN 144 *Habl-ul-lah 147
G ÖRÜLM E 144 HAC 147
♦Görülmeye talip olma 144 HACE 147
G Ö R ÜLM ÜŞ 144 HACI 148
*Görülmüş olmak 144 HACI BEK TAŞ 148
G Ö R ÜNM E 144 *Hacı Bektaş O cağı 148
GÖ ZC Ü 144 *Hacı Bektaş postu 148
*G özcii postu 144 *H acı Bektaş semahı 148
GÖ ZC ÜLÜK 145 *Hacı Bektaş Tekkesi: Pirevi 148
GÖZLEKÇİ 145 *Hacı Bektaş V eli
GÖZLEKÇİLİK 145 Dergahı: Pirevi 148
G U LÂ T 145 *H acı B e k ta ş
*Gulat-ı şia 145 Vilayetnam esi 148
GULÜV 145 HACEBEKTAŞTAŞI 148
G U SÜ L 145 HACIM SU LTA N 149
GÛYENDE *Hacını Sultan Makamı 149
145 *Hacım Sultan Vilayetnam esi 149
GÜL 145 HÂCİP 149
*Gül bahçesi 145 *H âcib-i Hak 149
GÜLABDAN 145 HAD 149
G Ü LBA N K HADES 149
146 *Hades-i asgar 149
*Gülbank çekm ek 146 *H ades-i ekber 149
*Gülbank-ı Muhammedi HÂDİ 149
146 H A D lK A 150
G Ü LBEN K *Hadikat Us-süeda 150
146 HADİM 150
*Gülbenk çekm ek 146 H A D İM IİK 150
GÜLDESTE HADİS 150
146 HÂDİS 150
GÜNAH 146 *Hâdis-i kadim 151
*Günah-ı kebâir 146 HAFİ 151
*Gtinâh-ı sagair 146 *Hafı kurban 151
*Giinah-ı şeytaniye 146 HAK 151
GÜNDÜZ 146 *Hak divanı 151
GÜNEŞ 146 *Hak dolusu 151
GÜRUH 146 *Hak erenler 151
*Güruh-i naci 146 *Hak meydanı 151
GÜVENDE * Hak-M uhammet-Ali divanı 151
146 *Hak ül-yakin 151
GÜZELLEM E 146 *Hak vere 151

404
*Hak yolu 151 *Ham ervah 157
*Hakk'a çağrılmak 151 H ÂM E 157
*Hakk’a yürümek 151 * Hâine-i kudret 157
*Hakk'ın sureti 151 HAM EL 157
*Hakk’ın yüzüne ulaşmak 151 H AM İDE 157
*Hakk'la Hak olmak 151 HAM LIK 157
*Hakk'ta 151 H AM M ÂR 157
HAK 152 H AM M UD İ 157
*Hak üleştirmek 152 HAM M UDİLER 157
H ÂK 152 HAM SE 157
H AKAİK 152 ♦Ham se-i A l-i âbâ divanı 157
H AK AYIK 152 H AM SİN 158
HAKİKAT 152 HAN 158
*Hakikat bilgisi 152 * Haıı bağı 158
♦Hakikat ehli 152 *Han bağı babası 158
’"Hakikat kapısı 153 H A NÇ DAN 158
♦Hakikat kavmi 153 ♦Hanedan-ı ehl-i beyt 158
* Hakikat noktası 153 HANEKÂH 158
*Hakikal-i M uhammediye 153 H ANK ÂH 158
* Hakikatler 153 H AR A BA T 158
* Hakikat ül-esma 153 HÂRIK 158
♦Hakikat ül-hakayık 153 *Hârık ül-Kur'aıı 158
HAKİKÎ 154 HARİCİ 159
* Hakiki aşk 154 HARİCİLİK 159
HAKİM 154 HARİCİYE 160
♦Hakim-i mutlak 154 H AS 160
H AK KULLAH 154 *Hasu'i-havas 160
HAL 154 H A SA N İ 160
♦Hal ehli 155 HASANİLER 160
HALİFE 155 H A STA 160
* H alife baba 155 HAŞİM İ 160
♦Halife makamı 155 HAŞİM İ 160
HALİFELİK 155 HAŞİMİLİK 161
HALK 155 H AŞİM İYE 161
*Halk mahkemesi 156 HAŞY ET 161
HALK 156 ♦Haşyet-ul-lah 161
♦Halk âlem i 156 H ATAİ 161
HALK A 156 HATAYİ 161
* Halka namazı 156 HATEM 161
H ALLÂK 156 *Hatem-i Cem 162
HALLÂKLIK 156 *Hatem -i Cem şid 162
H ALVET 156 ♦Hatem -i enbiya 162
* H alvete çekilm ek 156 * Hatem-i pir 162
♦Halvete varmak 156 ♦Hatem-ün-nübtivvet 162
H ALVETH AN E 156 HAVA 162
HAM 157 H AYA LET 162

405
H AVÂ RİC 162 *Hırka-i iradet 167
HAVAS 162 *Hırka-i settar 167
*Havassu'l has 162 *Hırka-i teberrük 167
HAVF 162 *Hırkaya bürünmek 167
*Havf-ul-lah 163 HIRKAPÛŞ 167
HAVVA 163 HIZIR 167
H A YÂ 163 *Hızır Balı 167
HAYAL 163 *Hızır Ilyas Bayramı 167
* Hayal aşaması 163 *Hızır İlyas kurbanı 167
HAYDAR 163 *ıHızır Nebi 167
* Haydar-1 kerrar 163 *Hızır Nebi Bayramı 167
HAYDARÎ 163 *Hızır N ebi günü 167
*Haydari taç 163 *Hızır orucu 168
HAYD ARİLİK 164 *Hızır postu 168
H A Y D A R İY E 164 HIZLI SEM AH 168
HAYAT 164 HİCAP 168
H AYIR 164 HİCRET 168
* Hayır gecesi 164 HİDAYET 168
H AYIRLI 164 ^Hidayete ermek 168
*Hayırlı almak 164 HİKMET 168
*Hayırlı vermek 164 HİLAFET 168
HAYVAN 164 HİLAFETNAM E 169
H AZERAT 164 HİMMET 169
*Hazerat-ı hamse 165 HİZMET 169
HAZRET 165 *H izm et erleri 169
*Hazret avlusu 165 *Hizmet görme erkânı 169
*Hazret-i ahadiyet 165 *H izm et görmek 169
*Hazret-i esm aiye 165 *Hizm et sahibi 169
’'H azret-i Fatma ocağı 165 *H izm et semahı 169
*Hazret-i gayb-ı mutlak 165 *H izm et mühürlemek 169
*Hazret-i Ibnılıimin ateşi 165 HİZMETÇİ 169
*Hazret-i M uhan»net makamı 165 HİZMETÇİLİK 169
*Hazret-i Nuh'un tufanı 165 HORA 169
*Hazret-i pir 165 *Hora geçinnek 169
*Hazret-i vahidiyet 165 *Hora geçti 170
HEYBET 165 H O R ASA N 170
HEYULA 166 * Hoıasan çerağı 170
HIDRELLEZ 166 *Horasan erenleri 170
HIRKA 166 *Horasaıı pirleri 170
*Hırka altında sultan 166 *Horasan postu 170
*Hırka altında *Horasan tacı 170
dünyayı seyredenler 166 HORASANİ 170
* Hırka Dağı 167 Horasani taç 170
* Hırka giydirmek 167 H ORASANLI 170
*Hırka giym ek 167 *Horasanh postu 170
*Hırka-i fakr ü fena 167 HU 170

406
♦Hu çekm ek (demek) 170
*Hu-keşan 171 İB A D E T 176
HUDA 171 ♦İbadet meydanı 176
HULK 171 İBA D İ 176
H ÜLLE 171 İB AD İYE 177
* Hülle donu 171 İBADİLİK ı 177
♦Hulle-i Âdem 171 İBÂHE 177
HULUL 171 İBÂHET 177
*Hulul etmek 171 İBAHİ 177
H ULULİ 171 İBAHİYE 177
HULULİLİK 172 İBLİS 177
HULULİYE 172 ♦İblis ve Âdem 177
H UM H A N E 172 İBN 177
H UM İSTA N 172 ♦İbn-i vaki 177
H UM S 172 ♦İbn-ül-vakt 177
H ÜRD EN AM E 172 İBNİ 178
H URU F 172 İBRİKÇİ 178
HURUFİ 172 İBRİKÇİLİK 178
HURUFİLİK 172 İBRİKTAR 178
HÛT 173 İBRİKT ARLIK 178
H UTÛT 174 İCAZET 178
*Hutût-ı ebiye 174 ♦İcazet almak 178
♦Hut ût-1 Ummiye 174 ♦İcazet tercümanı 178
HUZUR 174 ♦İcazet vermek 178
H ÜCCET 174 İC AZETNAM E 179
* Hüccet-ul-lah 174 iç 179
*H iiccet-ül-islam 174 ♦İç kurban 179
HÜCRE 174 ♦İçe kapanmak 179
HÛDA 174 İÇEL 179
HÛDA 174 ♦İçel k a tıl semahı 179
H ÜK EM A 174 İÇERİ 179
HÜM A 175 ♦İçeri kurbanı 179
HÜM AY 175 ♦İçeri semahı 179
HÜNKÂR 175 İÇKİ 179
* Hünkâr Hacı İÇREK 179
Bektaş V eli dolusu 175 İHLAS 179
H Ü SEY N İ 175 İH SA N 179
♦Hüseyni taç 175 İHTAR 179
H Ü SN 175 İHTİLAM 180
*Hüsn-i hulk 175 İH V A N 180
*H üsn-i mutlak 175 İH YA 180
H ÜSN A 175 ♦İhya gecesi 180
İKİLİK 180
I ♦İkilik duygusu 180
IŞIK 176 İKİNCİ 181
IS 176 ♦İkinci çağ 181

407
♦İkinci doğum 181 *İmam-ı zaman 186
*İkiııci pir 181 İM AM E 186
İKRAR 181 İM AM ET 186
♦İkrar alma töreni 181 İM A M EY N 186
* İkrar almak 181 İM AM İ 186
♦İkrar ayini 181 ÎM AM İYE 186
♦İkrar-bend 181 İM AM LIK 186
* İkrar-bend olmak 181 İM AN 186
♦İkrar bozmak 181 *lman-ı şahadet
♦İkrar etmek 181 İM BİSA T 187
♦İkrar kırnak 181 İM TİHAN 187
♦İkrar kurbanı 181 İN Â BE 187
♦İkrar tazelem ek 181 *lnabe almak 187
♦İkrar töreni 181 ♦İnabe vermek 187
♦İkrar verme erkânı 181 İNÂBELİ 187
*İkraı vermek 181 İN Â BET 187
♦İkrara çağırmak 181 İN A Y ET 187
♦İkrardan dönmek 181 İNKÂR 187
♦İkrarı alınmak 181 İN SA N I KÂM İL 187
*İkraı -1 iman 182 İN TİBA N 188
♦İkrarı kırmak 182 İN ZİV A 188
İLAHİ 182 ♦İnzivaya çekilm ek 188
İLAHİ 183 İRADE
♦İlahi Hakikat 184 İRADET 189
♦İlahi Kadeh 184 *İradet getirmek 189
♦İlahi T ecelli 184 İRFAN 189
İLAHİYE 184 İRŞAT 189
İLBA S 184 * İrşat etmek 189
*llbas-ı hırka 184 İSİM 189
İLHAH 184 *İsm-i azam 189
İLİM 184 *İsmi C elâl 189
♦İlim şehri 184 İSLAM 189
♦İlm e l yakin 185 İSM 190
*İlm-i batın 185 İSMAİLİ 190
*llm -i esm a 185 İSMAİLİLİK 190
♦İlm-i yakın 185 İSM AİLİYE 190
İLK 185 İSNAA ŞER İYE 190
♦İlk cevher 185 İSPAT 191
♦İlk akıl 185 *İspat-ı mahz 191
♦İlk çağ 185 İSTEKLİ 191
♦İlk vusûl töreni 185 İSTİDRAC 191
♦İlk zekâ (akıl) 185 İSTİVA 191
İLLALLAH 185 ♦İstiva makamı 191
İM AM 186 İŞRAK 191
♦İmam Cafer Buyruğu 185 İŞTİRAK 191
♦İmam Hüseyin A şı 185

408
İZAFİ 191 KÂMİLE 196
*İzafi âlem 191 KÂMİLLİK 196
İZNİKÇİ 191 KÂM İLİYE 196
İZNİKÇİLİK 191 KAN 196
İZZET 191 ♦Kan almak 196
♦Kan etmek kanun 196
K etmemek
K A A D İY A N İ 192 ♦Kanını içine akıtmak 197
K A A D İY ANİLİK 192 KANAAT 197
KAB 192 ♦Kanaat taşı 197
*Kabe kavseyn 192 K ANTA RA 197
K ÂBE 192 K ANU N 197
K ÂBETULLAH 192 ♦Kanun çerağı 197
K ABZ 193 ♦Kanun-1 evliya çerağı 197
♦Kabz ü bast 193 KAPI 197
KADEM 193 ♦Kapı eşiği 197
♦Kadem getirmek 193 KAPICI
K ADERİ 193 KAPICILIK 198
K ADERİYE 193 KARA 198
K ADIN 193 ♦Kara post 198
K ADINCIKEVİ 193 K ARA CA AHMET 198
K ADİM 193 K A R A D O N LU CA N B A B A
K ADİR 193 ♦Karadonlu Can Baba postu 198
♦K adiı-i mutlak 193 K ARA K A ZAN 198
K AFDAĞ I 193 ♦Karakazan hakkı 198
KAFES 193 KARÎB 198
KAF Ü N U N 194 K ARM ATİ
K AH VECİ 194 KARM ATİLİK 199
♦K ahveci postu 194 KARTAL 199
K ALENDER 194 ♦Kartal semahı 199
K ALEND ERH ANE 194 KASEM 199
KALENDERİ 194 ♦Kasem etmek 199
KALENDERİLİK 194 KAŞAĞI 199
K ALENDERİYE 195 KAVİS 199
KALIP 195 ♦Kavs-i nüzul 199
♦Kalıbı değiştirm ek 195 ♦Kavs-i uruc 199
K ALLAŞ 195 KAVLİ 200
KALP 195 ♦Kavli kolu 200
♦Kalp kıblesi 195 KAVLİLER 200
K AM BER 195 K AVSEYN 200
♦Kamber A li Sultan postu 195 K AYG USUZ 200
K AM BERİYE 195 ♦Kaygusuz (Abdal) postu 200
KAM ER 196 KAYLULE 200
KAM ERİ 196 KAZAK 200
KÂM İL 196 ♦Kazak çıkartılmak 200
♦Kâm il insan 196 K AZANÇ 200

409
KAZAYAĞ I 200 KEŞİF 205
KEBAİR 201 KEŞFİ 206
KEBİR 201 KEŞFİYE 206
KEBİRE 201 K EŞK ÜL 206
KEBİRE 201 K EŞK ÜLÜ FUK AR A 206
KEFEN 201 KETEN 206
KEFENPUŞ 201 K EVN 206
KELAM 201 K EVNEY N 207
*Kelam-ı nefsi 201 KEVSER 207
KELAMI 201 KIBLE 207
♦Kelami mezhepler 201 K ILAVUZ 207
KELAM ULLAH 201 KILIÇ 207
KELlM E 201 KIRAT 207
♦Kelim e-i şahadet 201 ♦Kırat semaili 207
♦K elim e-i tayyibe 200 KIRK 208
*K elim e-i tevhit 202 ♦Kırk abdal 208
KEM AL 202 ♦Kırk makam
♦Kemal aşaması 202 KIRK BUDAK 209
♦Kemal-e ermek 202 ♦Kırkbudak şamdan 210
KEMER 202 KIRKLAR 210
♦Kemer bağlama 202 ♦Kırklar cemi 210
*Kemer-i hidayet 202 ♦Kırklar dansı 210
KEM ERBEND 203 ♦Kırklar makamı 210
KEMERBEST 203 ♦Kırklar m eclisi 210
♦Kemerbest olmak 203 ♦Kırklar meydanı 210
KEMERBESTE 203 ♦Kırklar semahı 210
*Kemerbeste olmak ♦Kırklar şerbeti 210
KEMERGÂH 203 ♦Kırkların dansı 210
KENZ 205 KISMET 212
♦Kenz-i mahfı 204 K ISSA 212
KERAMET 204 ♦Kıssadan hisse almak 212
KERBELA 204 ♦Kıssa-i Ebu Müslüm 212
♦Kerbela meydanı 204 KIYAM 212
♦Kerbela olayı 204 ♦Kıyam etmek 212
KIYAM ET 213
KEREM 204 ♦Kıyamet-i kübra 213
♦Kerem etmek 204 ♦Kıyam et-i sugra 213
*Kerem-i A li 204 ♦Kıyam et-i vusta 213
♦Kerem-i evliya 204 KIZ 213
KERİM 204 ♦Kızlar töreni 213
KERRAR 204 KIZILBAŞ 213
KESM E 205 ♦Kızılbaş meydanı 214
♦Kesme kesmek 205 KIZILBAŞLIK 214
KESM EK 205 KIZILBÖRK 214
KESRET 205 KIZILCA H ALVET 214
K EŞAN 205 KIZILDELİ 214

410
KIZILEŞİK 214 KURB 220
KİBAR 214 ♦Kurb-ı Feraiz 220
* Kibar-1 sahabe 214 ♦Kurb-ı Htida 220
KİLERCİ 214 ♦Kurb-ı mevla 220
♦Kilerci postu 214 ♦Kurb-ı N evafıl 220
KİLEREVİ 214 K U R BA N 220
♦Kilerev i babası 214 ♦Kurban edilmek 220
KİSVE 215 ♦Kurban lokması 220
♦K isve giydirm ek 215 ♦Kurban olmak 220
KİSVET 215 ♦Kurban tekbirleme 221
K İTABULLAH 215 ♦Kurban tığlama erkânı 221
KİTM AN 215 ♦Kurban tığlamak 221
♦Kitmaıı kaidesi 215 K U R BA N C I 221
KİYSANİ 215 ♦Kurbancı postu 221
K İYSANİYE 215 KURB ANCILIK 221
KOÇ 215 K URBET 221
♦Koç kuzulu kurban 215 K UTBEY N 221
K OÇAK LAM A 215 K UTSA L 221
KOFİ 216 ♦Kutsal Kazan 221
KOL 216 ♦Kutsal Kitaplar 221
K O LD AN KOPM A 216 K UTSİY A T 222
♦Koldan kopma erkânı 216 K UTSİYE 222
K O N UK 216 K UTUP 222
♦Konuk dede 216 ♦Kutb-i âlem 222
K O N U ŞA N K URA N 216 ♦Kutb-i risalet 222
K O ŞM A 216 ♦Kutb-ül-aktab 222
K O ŞTURM A 217 ♦Kutb-iil-arifin 222
K OYTAN 217 ♦Kutb-til-ekber 222
K OY UN 217 K UYU CU 223
K O Y UN B A B A 21? K U Y U C U LU K 223
♦Koyun Baba semahı 217 K UZULU K 223
KÖÇEK 218 K Ü BR A 223
KÖM BE 218 KÜFÜR 223
KÖSEĞİ 218 KÜL 223
K ÖYTAN 218 KÜLAH 223
K UBBE 218 KÜN 223
K UBBELİ 218 *Kün fe-yekûn 223
♦Kubbeli elif 218 K ÜNTÜ KENZ 223
KUL 218 KÜPE 224
KULLUK 218 KÜRE 224
♦Kulluk makamı 218 ♦Küre Makamı 224
K ULÛB 219
K UM RU 219 L
K URA N 219 LADİK 225
♦ Kuran-1 natık 220 ♦Ladik semahı 225
♦Kuran-ı samit 220 LAFZİ 225

411
*Lafzi ifade 225 M AH RAM A 229
LAH UT 225 M A H SU SA T 229
♦Lahut âlem i 225 ♦Mahsusat âlem i 229
LAKÎT 226 MAHZ 229
LAM EK ÂN 226 ♦M ahz-ı keramet 229
LAMELİF 226 M AKALAT 230
*L am elif bağı 226 M AKAM 230
♦L am elif bendi 226 M AK SUT 230
LATİFE 226 MAKTEL 230
LEDÜ N 226 ♦M aktel-i H üseyin 230
♦Ledün bilimi 226 M AK ULAT 230
LE D Ü N N İ 226 ♦Makulat âlemi 230
LED Ü N N İY A T 226 MANA 230
LENGER 227 ♦Mana adamı 230
LETAİF 227 ♦Mana âlemi 230
LEVH 227 MANGIR 230
*Levh-i mahfuz 227 M ANSUR 230
LEVVAM E 227 ♦Mansur dârı 230
LEYL 227 MARİFET 230
LİBAS 227 ♦M arifet bilgisi 231
* Libas giydirmek 227 ♦M arifet kapısı 231
LOKM A 227 ♦Marifet kavmi 231
♦Lokma ayini 227 M ASİV A 231
♦Lokma erkânı 227 ♦M asiva ehli 231
♦Lokm a etmek 227 M ASUM 232
♦Lokma görmek 227 M AŞU K 232
MATEM 232
M ♦Matem ayı 232
MA 228 ♦Matem bayramı 232
♦M a-ül-hayat 228 ♦Matem orucu 232
MAAD 228 M AZM ATA 232
M AALLAH 228 M AZHAR 232
M AAŞ 228 ♦Mazhar olmak 233
M ABET 228 ♦Mazhar-ı sın -ı A li 233
M A BUT 228 MEBDE 233
MAĞFİRET 228 MECAZİ 233
♦M ağfiret-i zünub 229 ♦M ecazi aşk 233
M AH 229 MECAZÎB 233
♦M ah-ı nev 229 MECZUP 233
M AH BES 229 MEH 233
M AH BUB 229 MEHDİ 233
♦Mahbub-ı Hiida 229 MEHDİCİLİK 234
♦Mahbub-ı kulûb 229 MEKÂN 234
♦Mahbub-ül kulûb 229 MELAİKE 234
M AHFİ 229 M ELAM ET 234
M AHFUZ 229 MELEK 234

412
M ELEKÛT 234 ♦M eşreb-i H üseyin 241
♦M elekût âlem i 234 M ETBU 241
M ENAK IB 235 *M etbu ocak 241
*M enakıb-el esrar Behçetel M EVALİ 241
ahrar 235 M EVALİD 241
♦M en ak ıb -ı Hac» B ek taş M EVLA 241
V eli 235 M EVLEVİ 241
*M enakıb Ul-arifin 235 MEVLEVİLİK 241
*M enakıb iil-esrar B ehçet MEVLİT 241
ül-ahrar 235 *M evlid-i A li 241
♦M enakıb ill-Kudsiye 235 M EVT 241
M EN A K IBN A M E 235 ♦M evt-i tabii 241
M ENAZİL 235 MEY 241
M ENGİ 236 M EY D A N 241
M ENG UŞ 236 ♦M eydan açmak 241
M EN A K A BE 237 ♦M eydan çerağı 241
M ENKIBE 237 ♦M eydan eri 241
MENZİL 237 ♦ M e y d a n e ş iğ in e b aş
M ERDAN 237 koymak 241
*Merdan-ı Hiida 237 ♦M eydan görmek 241
M ER D U D 237 ♦M eydan ocağı 242
MERİH 238 ♦M eydan odası 242
M ERSİYE 238 ♦M eydan rehberi 242
MERT 238 ♦M eydan taşı 242
*Merd-i HUda 238 ♦M eydana niyaz etmek 242
*Merd-i kâmil 238 ♦M eydan-ı erenler 242
*Merd-i merdan 238 ♦M eydan-ı muhabbet 242
*M erd-i meydan 238 M EYDA NCI 243
♦Merd-i mutlak 238 ♦M eydancı baba 243
MERTEBE 238 ♦M eydancı postu 243
♦Mertebe-i insan-ı Kâmil 238 M EYDANCILIK 243
MERTLİK 238 M EY D A N EV İ 243
M ERVA N 238 ♦M eydanevi babası 243
M ERVA Nİ 239 M EY D A N SA ZI 243
M ERV ANİLER 239 M EYH ANE 243
M ERVE 239 MEZHEP 243
MERZİYE 239 M İHMAN 244
MESH 239 ♦Mihman dede 244
♦Meslı etmek 239 ♦Mihman meydanı 244
MESLEK 239 *M ihman-ı Ali 244
M ESNEVİ 239 M İH M ANDAR 244
M EST 239 ♦Mihmandan postu 244
♦M est olmak 239 M İHM ANDARLIK 244
M EŞAYİH 239 M İH M ANEVİ 244
M EŞİHAT 240 ♦M ihmanevi babası 244
MEŞREP 241 M İH M A NH ANE 245

413
MİHRAP 245 M UK A D D EM 251
M İRAÇ 245 *M ukaddem-ül mütefekkirin 251
♦Miracın kutlu olsun! 245 M UKALLİT 251
MİRACİYE 247 ♦M ukallit meşrep talip 251
M İRAÇLAM A 247 M UM 252
M İRAÇNAM E 247 ♦Mum-pervane 252
MİRAT 247 ♦Mum söndürme 252
M İSAL 248 M UR A K A BE 253
M İSKİN 248 M URAKKAA 253
M İSKİNLİK 248 M URTA ZA 253
M İZAN 248 M U RTA ZAVİ 253
M İZAN 248 M U SA FA H A 253
M UFADDİLE 248 M USA H İBE 253
M UG AN 248 M USAHİP 253
M UH ABBET 249 ♦M usahip ayini 253
♦Muhabbet meydanı 249 ♦M usahip evi 253
♦Muhabbet-i ehlibeyt 249 ♦M usahip kavline girme 253
M UHACİR 249 ♦M usahip kurbanı 253
M UHACİRİN 249 ♦M usahip tutma 253
M U H ADA RA 249 M USAHİPLİ 254
M UH ADD ES 249 ♦Musahipli olm ak 254
M UH ADESE 249 ♦Musahipli olmamak 254
M UH AL 249 M USAHİPLİK 254
M UHAM M ET 250 M USH AF 255
♦ M u h a m m e t-A li d iv a n ı M U T A SA V V IF 255
(meydanı) 250 M UTEZİLE 255
♦M uhammet-Ali sem ahı 250 M UTLAK 255
♦M uham m et m iraçtan in d i ♦M utlak adem 255
semahı .250 ♦Mutlak birlik 255
♦Muhammet rahı 250 ♦Mutlak güzellik 255
M UHARREM 250 ♦Mutlak hakikatler makamı 255
♦Muharrem ayini 250 ♦Mutlak varlık 255
♦Muharrem kurbanı 250 ♦Mutlak zaman 255
♦Muharrem matemi 250 M UTM AİN 255
♦Muharrem orucu 250 M ÜBELLİĞ 255
♦Muharrem yas töreni 250 M ÜBİN 256
M UHARREM İYE 250 M Ü CA H ED E 256
M UH ASEBE 250 M ÜCERRET 256
MUHİP 250 ♦Mücerret andı 256
♦Muhip meşrep talip 250 ♦Mücerret ayini 256
M UH İBBAN 251 ♦Mücerret babalar töreni 256
M U H İBBA N E 251 ♦Mücerret ikrarı 256
M UHİBBE 251 ♦Mücerret kol 256
MUHİPLİK 251 M ÜCERRETLİK 256
M UKABELE 251 ♦Mücerretlik andı 256
♦Mukabele günü 251 ♦Mücerretlik ayini 256

414
♦Mücerretlik ikrarı 256 ♦Naat-ı Ali 261
♦Mücerretlik küpesi 256 NACİ 261
M ÜCESSİM E 256 NACİY E 261
M ÜCTEBA 257 NÂDİ 261
M ÜÇTEHİT 257 ♦Nâdi Ali 262
M ÜH ÜR 257 NAHL 262
♦Mühr-i nübüvvet 257 NAİP 262
M ÜHÜRLEM EK 257 NAİPLİK 262
M ÜK ÂŞEFE 257 NAKİB 262
M ÜLHİM E 257 ♦Nakib postu 262
M ÜLHİT 257 NAKİB LİK 262
M ÜLK 257 N A K İBÜLEŞRAF 262
M ÜMİN 257 NAMAZ 262
M ÜM İNİN 257 ♦Namaz mühürü 262
M ÜMKÜN 258 ♦Nam az-ı tâat 262
M ÜNACAT 258 NAMUS 263
M ÜNA FIK 258 ♦Nam us-ı ekber 263
M Ü N A SA F E 258 NA N 263
M ÜNİB 258 NA N K Ö R 263
MÜNİR 258 NÂPUHTE 263
M ÜNKİR 258 NA SİH A TN A M E 263
M Ü N TEH A 258 NASİP 263
M ÜRCİE 259 ♦Nasip almak 263
M ÜRD E 259 ♦Nasip meydanı 263
M ÜREBBİ 259 ♦Nasip vermek 263
M ÜRG 259 NA SU T 264
M ÜRİT 259 ♦Nasut âlemi 264
M ÜRİTLİK 259 NATIK 264
M ÜRŞİT 259 NATIK A 264
♦Mürşit evi 259 NA Z 264
♦Mürşit postu 259 ♦Naz ehli 264
♦Mürşid-i azam 259 NA ZAR 265
M ÜRŞİTLİK 259 ♦Nazarım 265
M Ü R Ü V V ET 259 NAZENİN 265
♦Mürüvvet dilem ek 259 ♦Nazenin tarikatı 265
♦M ürüvvet m eydanı 260 NEBİ 265
♦Mürüvvet taşı 260 NEBİLİK 265
M ÜSA M ER E 260 NECAT 265
M ÜŞA H ED E 260 ♦Necat bulmak 265
M ÜŞEBBİH E 260 NEFES 266
M ÜŞRİK 260 ♦N efes evladı 266
M ÜŞTERİ 260 NEFH 266
M ÜTEEHHİL 260 ♦Nefh-i ruh 266
NEFİR 266
N NEFİS 267
NAAT 261 ♦N efs aşaması 267

415
♦N efsi kırmak 267 ♦N iisha-i kiibra 272
♦N efs-i kül 267 ♦Niisha-i sugra 272
N EM ED 268 NÜVVAB 272
NEV 268 *Nüvvab-ı erbaa 272
NEVAFİL 268 NÜZUL 272
NEV N İY A Z 269
NEV R U Z 269 O
♦Nevruz bayramı 269 O CAK 273
♦Nevruz erkânı 269 ♦Ocak kazma 273
♦Nevruz kurbanı 269 *O cağı bektaşiyan 273
♦Nevruz semahı 269 OCAKLI 273
♦Nevruz töreni 269 O C A K ZA D 3 273
NEVRUZİYE 269 OD 274
NEZİR 269 OKUYUCU 274
N İD A 269 O K U Y U C U LU K 274
N İY A Z 270 O LG U N 274
♦N iyaz duruşu 270 ♦Olgun insan 274
♦N iyaz duruşunu almak 270 O LG U NLUK 274
♦N iyaz etmek 270 O LU ŞU M 274
♦N iyaz penceresi 270 ♦Oluşum teorisi 274
♦N iyaz perdesi 270 ON 274
♦N iyaz taşı 270 *On altı inanç 274
♦N iyaz vermek 270 *On iki dilim li taç 274
NİY A ZLA ŞM AK ♦On dört masum 274
NİYET 270 ♦On dört m asum-u pak 274
♦N iyet-i savm -ı atşanına 270 ♦On iki farz .274
♦N iyet-i siyam -ı matemine 270 ♦On iki hizmet 274
NOK TA 271 ♦On iki hizm et sahibi 270
NÖBETÇİ 271 ♦On iki imam 275
NÖBETÇİLİK 271 ♦On iki imamlar 275
NUKABA 271 ♦On iki imamlar semahı 275
NUR 271 ♦On iki koyun 275
♦Nura muhabbet 271 ♦On iki kapı 275
♦Nur-ı daim 271 ♦On iki post 275
♦Nur-ı ilahi 271 ♦On iki terkli taç 275
♦Nur-ı Muhammet 271 ♦On sekiz bin âlem 275
♦Nur-ı nebi 271 ♦On yedi kemerbest 275
♦Nur-ı velayet 272 O N İK İİM A N C I 280
♦Nurun âlâ nur olsun 272 O N İK İİM A N C IU K 280
N U SA Y R İ 272 O RUÇ 281
NU SAY RİLİK 272 O SM A N 281
NU SH 272 ♦Osman Kuranı 281
NUTFE 272 OTM ANBABA 281
NÜBÜVVET 272 ♦Otman Baba V elayetnam esi281
NÜ C EBA 272 O TURA K 281
N Ü SH A 272

416
o
ÖĞRETİCİ SEM AH 282
*Peym ançc durmak 286
*Peym ançeye geçm ek286
ÖLME 282 PEYM ANE ~ 286
Ö L M E K .. 282 286
*Ölmedeıı evvel ölm ek 282 ♦Pir divanı 287
*Ölınezden ölm ek 282 *Pir kapısı 287
ÖLÜM 282 * Pir ocağı 287
Ö VG Ü 282 *Pir postu 287
ÖZÜR 282 *Pir semahı 287
*Özür okumak 282 *Pir-i evvel 287
* Pir- i mugan 287
P *Piı-i sani 287
PA D İŞA H 283 *Pir-i tarikat 287
PALAH ENG 283 PİREVİ 287
PALHENG 283 PİRLİK 288
*Palheng taşı 283 POST 288
PALİHENG 283 *Post ehli 288
PARPILAM A 283 *Post hizmeti 288
P A SB A N 284 ♦Posta oturmak 288
PA SBA N İ 284 POSTNİŞİN 289
PAY 284 PUŞİ 289
PENÇ 284 PUŞİDE 289
*Penç erkân 284
PENÇE 284 R
* Pençe atmak (vurmak) 284 RAB 290
* Pençe düzeni 284 *Rabb-Ul eıbab 290
* Pençe vurmak 284 R A BBA N İ 290
*Pençe-i  l-i âbâ 284 ♦Rabbani adanı 290
PENÇECİ 284 R A BB A N İY U N 290
PEND 284 R ABIT 290
*Pend etmek 284 *Rabt-ı kalp 290
PERDE 284 RAFIZİ 290
PERVA NE 285 RAFIZİLİK 290
PERVANELİK 285 RAFİZİYUN 290
PERVAZ 285 RAH 291
*Pervaz etmek 285 RAH 291
* Pervaz semahı 285 RAHM AN 291
♦Pervaza kalkmak 285 RAHM ANİ 291
PERVAZCI 286 ♦Rahmani sultan 291
PEYİK 286 RA H M AN İYU N 291
PEYİKLİK 286 RAKİP 291
PEYK 286 RAM 292
PEYKLİK 286 RAVİ 292
PEYM AN 286 RA YİH A 292
PEYM ANÇ E 286 *Rayiha-yı cennet 292
*Peyrnançe yeri 286 RAZ 292

417
RAZt 292 RUH 295
RAZİYE 292 ♦Ruh göçü 296
REF 292 ♦Ruh makamı 297
♦R ef-i taayyün 292 ♦Ruh zarfı 297
REFREF 292 ♦Ruh-i revan 297
REH 292 ♦Ruh-i revanı şad olsun 297
REHBER 293 ♦Ruhlar alemi 297
♦Rehber postu 293 ♦Ruhlar m eclisi 297
REHBERLİK 293 ♦Ruh u naci 297
RA H R EVAN 293 RU H SA L 297
♦Rahrevan-ı tarikat 293 ♦Ruhsal aşama 297
REH REVAN 293 RU H SAT 298
*Rehrevan-ı tarikat 293 ♦Ruhsat vermek 298
RESUL 293 RU H Ü LK U D Ü S 298
* Resul-ullah 293 RUM 298
♦Resul-u Ekrem 293 ♦Rum abdalları (erenleri)298
REV A N 293 RUY 298
♦Revan-ı pak 293 R U ZBA 298
REVŞENİ 293 ♦Ruzba düzeni 298
REV ŞENİYE 293 RÜBUBİY ET 298
REZİLET 294 RÜTBE 298
RIZA 294 RÜYET 299
♦Rıza kapısı 294 n
♦Rıza lokması 294 S
RIZALAŞM A 295 SA ÂLİK 300
RİBAT 295 SA BBE 300
RİCAL 295 SA BIR 300
♦Rical-ül gayb erenleri 295 SA Bİ 300
RIFAI 295 ♦Sabi-i muhabbir 300
RİFAİLİK 295 SABİR 300
RİFAİYE 295 SABİRE 300
RÍN D A N 295 SA D A K A 300
♦Rindan-ı Hiida 295 SA D A T 301
RİN D A N E 295 SADR 301
RİNT 295 ♦Sadr makamı 301
RİSALE 295 SA FA 301
♦R isale-i ahlak-Hacı Bektaş ♦Safa-nazar 301
V eli 295 SAFER 301
RİSALET 296 SA FERAN 301
♦Risalet-ül Hukuk 296 SAFEVİ 301
♦Risalet’ün Nushiye 296 SAFEVİLER 301
RİYAZET 296 SA FEV İYA N 301
RİZAM İYE 296 SAFEVİYE 302
RU BU BİY ET 296 SAGAİR 302
RUFAİ 296 SA ĞA R 302
RUFAİLİK 296 SA H A BE 302

418
SA H A Bİ 302 SA R L A M B A Ç 307
SA H A BİY E 302 SA R SIL SEM AH I 307
SA H A VET 303 SA V M 307
SAHB 303 SA Z 308
SA H B A 303 SA Z A N D A R 308
SAHİB 303 SA ZCI 308
♦Sahib-i asa 303 SAZCILIK 308
* Sahib-i beyan 303 SA ZENDE 308
*Sahib-i hal 303 SE B A 308
♦Sahib-i işaret 303 SEBİYE 308
*Sahib-i kainat 303 SECCADE 308
*Sahib-i kalp 303 SEC CAD ENİŞİN 308
♦Sahib-i sıffın 303 SECDE 308
♦Sahibu d dâr 303 ♦Secde taşı 308
*Sahibü'z zaman 303 SEFER 309
SA H V 303 ♦Seferayn 309
SA K A 303 SEFİR 309
SA K A L 303 SEFİRLİK 309
*Sakal-bıyık çalınm ak 303 SEKİL 309
SAKALIK 304 SEKİZ 309
SAKİ 304 ♦Sekiz cennet (uçmak) 309
* Saki- i kevser 304 SELAM N AM E 309
ŞAKİLİK 304 SELASE 310
SAKİNAM E 304 SELM ANİ 310
SA LA T 304 SELSEBÎL 310
SA LA V A T 305 SEM AH 310
♦Salavat getirmek (vermek) 305 ♦Semah dâr'ma durmak 310
SA LA V A TN A M E 305 ♦Semah dönm ek 310
SALİK 306 ♦Semah düzeni 310
SALİKİN 306 ♦Semah nefesi 310
SALİK ÂN 306 SEM AHÇI 312
SA LM A 306 SEM AHÇILIK 312
SALT 306 SEM AK 310
♦Salt gerçeklikler aşaması 306 SERATAN 312
SA M A H 306 SERDESTE 312
S AMİT 306 SERÇEM 312
SAM T 306 SERÇEŞM E 312
SA N D U K A 307 SERVİ 313
♦Sanduka tavafı 307 SETTAR 313
SA NEM 307 SEVR 313
SA N İ 307 SEYADET 313
SAPITM A 307 SEY AH AT 313
SAPTIRM A 307 ♦Seyahat vermek 314
SARGI 307 SEYF 314
SA RI T U R N A M SEM AHI 307 SEYFİ 314
SARIK 307 ♦Seyfı kolu 314

419
*Seyfi taç 314 SIRLAM AK 317
SEYFlLER 314 SİYAM 318
SEYİR 314 Sİ 318
*Seyr anillah 314 ♦Si vü dii 318
♦Seyr fillah 314 SİDRE 318
♦Seyr illallah 314 ♦Sidre-i münteha 318
*Seyr nı;uıllalı 314 ♦Sidret-iil münteha 318
*Seyr-i ııiizul 314 SİLSİLE 318
*Seyr-i uruc 314 ♦Silsilet iiz-zelıeb 318
♦Seyr ü sülük 314 SİM A '318
*Seyrü siiluk görmek 315 SİM URG 3*18
♦ S eyrü süluk'u tam am ­ SİRAC 318
lamak 315 ♦Sirac-ı münir 318
SEY İD A N 315 ♦Sirac-ı ıah-ı hidayet 319
SEYİDE 315 SİRET 319
SEYİT 315 ♦Siret-i Nebi 319
♦Seyit A li Sultan postu 315 SİTEM 319
SEYİTLER 315 ♦Sitem görmek 319
SEYİTLİK 315 ♦Sitem sürülmek 319
SEY YAH 315 ♦Sitem vurmak (urmak)319
♦Seyyah çıkarmak 315 SİTEMLİ 319
♦Seyyah derviş 316 .♦Sitemli olmak 319
♦Seyyah vermek 316 SİV A S 319
SIBD 316 ♦Sivas semahı 319
SIBTEYN 316 SİY ADET 319
♦Sıbteyn-i M ükerremeyn 316 ♦Siyadet beratı 319
SIDK 316 SİY A SET 319
SIFAT 316 ♦Siyaset meydanı 319
SIFÂT 316 SİYER 320
♦Sıiât-ı celaliyc 316 ♦ S iyer-iN eb i 320
♦Sıfât-ı cem aliye 316 SOFİ 320
SIM AT 316 ♦Sofi sürefii 320
SIR 316 SOFİLİK 320
♦Sır etmek 317 SO FİYA N 320
♦Sır makamı 317 ♦Sofiyan kolu 320
♦Sır olmak 317 ♦Sofiyan meydanı 320
♦Sırr-ı Hak 317 SO FİYANE 320
♦Sırr ı halk 317 SO FRA 320
♦Sırr-ı kader 317 ♦Sofra bağlama duası 320
♦Sırr-ı rububiyet 317 ♦Sofra gülbankı 320
♦Sırr-ı sır 317 ♦Sofra süreği 320
* Sırr-ı tarikat 317 SOFRACI 320
♦Sırr-ı tecelliyat 317 SOFRACILIK 320
♦Sırr'us su' makamı 317 SOFU 321
SIRAT 317 SO FUCA 321
SIRLAM A 317 SOFULUK 321

420
SOHBET 321 ♦Sürek bektaşileri 326
* Sohbet meydanı 321
SO M AT 321 S
SORGU 321 ŞAH 327
* Sor mı ayini 321 ♦Şah beyit 327
SO RU LAM A 321 ♦ Ş a h İbrahim V e li
* Sor ulama erkânı 321 dolusu 327
SO RU LM A 321 ♦Şalı Kulu Hacim Sultan
*Sorıılma erkânı 321 postu 327
SO Y U N M A K 321 ♦Şah perde 327
SU 321 ♦Şah safi süreği 327
'■‘Su orucu 321 ♦Şalı Şazili postu 327
SU BH 322 ♦Şah-ı Horasan 327
SU CU 322 ♦Şah- Kerbela 327
SU CULU K 322 ♦Şah-ı kevneyn 327
SU D U R 322 *Şah-ı nıerdan 327
SUFFA .324 * Şah-ı .şehidi!) 328
*Suffa ehli 324 ♦Şah-ı velayet 328
*Suffa-i safa 324 ♦Şah-ı zülfikâr 328
SU Fİ E 324 ŞA H A D ET 328
♦Sufle ehli 324 ♦ Şahadet eiinii 328
* Sufle-i safa 324 ŞA H LA M A 328
SUFİ 324 ŞAK 328
*Sufi stireği 324 ŞAKİRT 328
SU FİLİK 324 ŞATII 328
SU FİY A N 324 ŞA TH İYAT 328
SU FİY A N E 324 ♦ Şathiyat-ı sofiyane328
SUFİYE 324 ŞATHİYE 328
SU FİY Û N 325 ŞAT1H 328
SU GR A 325 ŞECERE 329
SU H U F 325 * Şecere-i Tayyibe 329
SU LTAN 325 ŞED 329
♦Sultanım 325 *Şed bağlamak 329
SURET 325 ♦Şedd-i şah 329
SURİ 325 ŞEHİT 329
SÜ FER A 325 ♦Şehid-i Kerbela 329
*Sü feıa-yı eıbaa 325 ♦Şehitler şahı 329
SÜ M BÜ LE 325 ŞEM S 329
SÜLÜK 325 ŞEMSİ 329
"■'Sülük ermek 325 ♦Şem si yıl 329
SÜ N N ET 326 ŞEMSİ 329
SÜ N N İ 326 ♦Şem si taç 329
SÜNNİLİK 326 ŞEMSILIK 329
SÜPÜRGECİ 326 ŞERAFET 329
SÜPÜRGECİLİK 326 ŞERBET 330
SÜREK 326 ŞERBETÇİ 330

421
ŞERBETÇİLİK 330 TABİ 336
ŞERH-İ BESM ELE 330 ♦Tabi ocak 336
ŞERİAT 330 TA BİA T 336
♦Şeriat bilgisi 330 T a b ia t alemi 336
♦Şeriat evi 330 TA BU T 336
* Şeriat kapısı 330 TABU TLUK 336
♦Şeriat kavmi 330 TAÇ 336
ŞERİF 331 *Tac-ı devlet 336
ŞERİFLİK 33) TAÇ LA M A DÜ V A ZI 337
ŞERPE 331 TAÇ NAM E 338
ŞEVK 331 TAÇ D U Z 338
ŞEYH 331 TAFDİL 338
ŞEYHİ 332 ♦Tafdili Ali 338
ŞEYHİLİK 332 TAHARET 338
ŞEYHLİK 332 *Tahaıet-i suma 338
ŞE Y T A N 332 TAH T 339
ŞEY TANİ 332 ♦Taht-ı Muhammedi 339
*Şeytani Sultan 332 TAHİR 339
ŞIK 332 ♦Tahir iil-batn 340
*Şık düzeni 332 TAHKİK 340
ŞİA 332 TAHTACI 340
♦Şia-i A li 332 TAHTACILAR 340
♦Şia-i İmamiye 332 TAİFE 341
Şİİ 332 ♦T aile-i bektaşiyan 341
ŞİİLİK 332 TAKIM NEFES 341
ŞİİYET 333 T A K IİT 342
ŞÎR 333 TAKİYE 342
♦ Ş iı-i Yezden 333 TAKLİTÇİ 342
ŞİR A N 333 TA K V A 342
* Şiran Semahı 333 ♦Takva sahibi 342
ŞİRK 333 TALİ 342
ŞÜ H U D 333 TALİP 342
♦Şiihud âlemi 333 ’’’Talip çeraclaıı 342
ŞÜ K Ü R 333 TA M U 343
ŞÜ RB 333 TANIT 343
ŞÜ RBİ 334 TANRI 343
ŞÜRBİLER 334 *Tanrı sözü 343
ŞÜ R EFA 334 ♦Tanrı yükü 343
♦Tanrı'nın evi 343
T TARİK 343
T A A LLU K 335 ♦Tarik-i âliye 343
TÂAT 335 ♦Tarik-i nıaad 344
TAAYYÜN 335 ♦Tarik-i mebde 344
♦Taayyün etmek 335 ’‘Tarik-i müstakim 344
TAAYYÜNAT 335 ♦Tarik i naci 344
TABAYI 335 *Tarik-i naciye sıırı 344

422
♦Taıik-i nazenin 344 T e b l iğ dönemi 349
♦Tarik-i necat 344 TECELLA " 349
344 ♦Tecel la eylem ek 349
l'ARİK
TECELLİ 349
TÂRİK 344 ♦T ecelli neşesi 349
♦Târik-i masiva 344 ♦T ecelli-i celal 349
TARİKÇİ 344 ♦T ecelli-i cem al 349
TARİKÇİLİK 344 *T ecelli-i esma 349
TARİKAT 344 *T ecelli-i sıfat 349
♦Tarikat aptesti 345 ♦T ecelli-i şuhudi 349
♦Tarikat bilgisi 345 *JeceHİ-i 7>ati 349
♦Tarikat ehli 345 TECELLİGAH 349
TECELLÎZAR 350
♦Tarikat kapısı 345 TECELLİYAT 350
♦Tarikat kavmi 345 ♦Tecelliyat-ı ilahiye 350
♦Tarikat makamı 345 TECERRÜT 350
♦Tarikat piri3 345 TECDİT 350
♦Tarikat semahı 345 ♦Tecdit-i vuzu 350
♦Tarikat su n 345 TECRİT 350
♦Tarikat yolcusu 345 TEDİP 350
♦Tarikat yolu 345 TEFEKK ÜR 3 i«
TEFERRUC 351
♦Tarikat-ı âliye 345 TEFSİR 351
♦Tarikat-ı naci 345 TEH D İD A T 351
♦Tarikat-ı nazenin 345 TEKBİR 351
TASAVVUF 347 ♦Tekbir getirmek 351
♦Tasavvuf ehli 347 TEK BİRLEM EK 351
T A SA V V U F İ 347 TEKELEM E 351
TATHİR 347 TEKKE 351
♦Tathiı-i zünub 347 ♦Tekkeye adanan kızlar
töreni 352
TA V K 347
TEK KENİŞİN 352
♦Tavk-ı Haydaıi 347 TEK V İN 352
'TAVŞAN 347 ♦Tekvin töreni 352
♦Tavşan yem ezlik 347 TELKİN 352
TAY 347 ♦Telkin töreni 352
♦Tayy-ı mekân 348 TELLİ K U R A N 352
♦Tayy-ı mekân erbabı 348 T E M A ŞA 352
♦Tayy-ı zaman 348 TEM ENNİ 352
TEM KİN 353
*Tayy-ı zaman erbabı 348 TEM İZLENM EK 353
T A Y L A ŞA N 348 TEN 353
T A Y Y İB E 348 ♦Ten kıblesi 353
♦Tayyibe-i hatır 348 T E N A SÜ H 353
TAZİYE 348 TEN A SÜ H İ 353
TEBA D İL 348 T E N A SU H İY E 353
' “T ebdil olmak 348 T E N A SU H İY U N 353
TEBER 348 TEN N U R E 353
TERCÜM AN 354
TEBER RA 348 T ERC ÜM AN 354
TEBERRÜK 349 ♦Tercüman kurbanı 354
TEBLİĞ 349 ♦Tercüman lokm ası 354

423
TERK 354 *Tiirbedar postu 361
TERK 354 TÜRKM EN 361
*Terk-i dünya 354 TÜRKM ENLER 361
*Teık-i terk 354

TERKLİ
*Terk-i ukba 354
355
u
U BU D İY ET 362
TESKİN 355 UÇMAK 362
TESLİM 355 UFUK 362
*Teslim halkası 355 *Ufk-ı âlâ 362
TESLİM TAŞI 355 *Ufk-ı mübin 362
TESLİMİYET 355 UKBA 362
TESLİS 355 UKNUM 362
T e s l is ehli 355 UKUL 362
TEVBİH 355 ULU 362
TEVECCÜH 355 ULUHİYET 363
TEVEKKÜL 356 *Uluhiyet-i Ali 363
TEVELLA 356 ULULUK 363
TEVELLİ 356 ULVİ 363
TEVHİT 356 ’’Ulvi âlem 363
*Tevhit çekmek 356 ULVİYE 363
’"Tevhit semahı 356 URUC 363
TEVİL 357 UŞŞAK 363
TEVLİYET 358 UTARİT 363
TEZKİYE 358 UY A N D IR M A K 363
*Tezkiye edilm ek 358 UY A N M A K 364
*Tezkiye-i nefs etm ek358 UYARICI 364
TIGBENT 358 UY ARM AK 364
TIĞLAM AK 359 UY K U 364
TIĞLANM AK 359 UYURLAR 364
TIRAŞ 359 UZLET 364
*Tıras erkânı 359
TİG
TİĞBENT
359
359
ü
üç 365
TOPRAK 359 *Üç alem 365
TORLAK 359 *Üç çocuk 365
TORLAKLAR 359 *Üç doğurucu öz 365
TÖREN 360 *Ü ç fitilli kanun ç e ıa sı 365
T Ö VBE 360 *Üç mevcut 365
TUBA 360 *Üç sünnet 365
TU R N A 360 *Üç terk 365
*Turnalar semahı 360 *Üç yiiz altmış m enzil 365
TÜR AB 360 ÜÇLEME 366
*Tiirab olma 360 ÜÇLER 366
TÜR BE 360 ÜLÜ 366
*Türbe niyazı 360 ÜLÜŞ 366
TÜ R BEDAR 361 ÜM M İYE 367

424
ÜNS 367 tan 372
ÜSTAT 367 V İRD 372
V İSA L 372
V U SL A T 373
V V U ST A 373
VAH D ET 368 V U SU L 373
♦Vahdet sim 368 VVZU . 373
*Vahdet şarabı 368 V U C U D IY E 373
♦Valıdet-i ilahi 368 VÜ C U T 373
* Vahdet- i vücut 368
V A H İD 369 Y
VAHİDİ YET 369 YA 374
*Ya A li, ya Şah 374
VAHİY 369 ♦Ya A llah, ya Rab
VAKFE 369 Rabbi 3'/’4
VÂKIF 369 ♦Ya Hızır semahı 374
*V âkıf-1 esıar 369 YA K İN 374
♦ V â k ıfı ha! 370 ♦Yakin nuru 374
VAKİT 370 Y A N T AŞI 375
VARİDAT 370 YATIR 375
VA RİD AT 370 ♦Yatır muhabbeti 375
♦Yatır semahı 375
VARLIK 370 375 '
YED
* Varlık birliği 370 YEDİ 375
♦Varlık dairesi 370 ♦Yedi abdal 375
♦Varlık dönemleri 370 ♦Yedi ata 375
VA RO LUŞ 370 ♦Yedi baba 375
♦Varoluş çemberi 370 ♦Yedi çizgi 375
V Â SIL 371 ♦Yedi delik 375
♦Vâsıl olmak 371 ♦Yedi erkân 375
♦Yedi farz 375
* Vâsıl-1 Hak 371 ♦Yedi gezegen 376
VASİYET 371 ♦Yedi aök ' 376
VASİY ETNA M E 37J ♦Yedi îkliııı 376
VECD 371 ♦Yedi kale 376
VECH 371 ♦Yedi tanrı 376
♦V eclı-iH ak 371 ♦Yedi tulum 376
♦Vech-i ilahi 371 ♦Yedi ulu 376
VELÂDET 371 ♦Yedi yıldız 376
Y ED jİM AM Cl 377
VELÂYET 371 YEDIİM AM CILIK 377
V ELÂYETNAM E 371 YEDİLER 377
VELİ 372 YEDULLAH 377
VELİLİK 372 YEL 377
VELİYULLAH 372 ♦Yel bayraeı 377
VİLÂYET 372 YELDİRM E 377
♦Vilâyet makamı 372 ♦Yeldirme semahı 377
VİLÂYETNAM E 372 YESEVİ 377
YIİSEVİLİK 378
♦ V ilâ y e t n a m e - i H a cı 379
YESEVİYE
Bektaş 372 Y EŞİLY APR AK 379
♦Vilâyetname-i Hacım Sul­ YETKİN 379

425
* Yetkin insan 379 *Zahitler 382
YEZDAN 379 ZÂKİR 382
YEZDANİ 379 ZÂKİRLİK 383
YILDIZTAŞI 380 ZAM AH 383
YİĞİTBAŞI 380 ZAM AK 383
YİĞİTLEME 380 ZARF 383
YOKLAM ACI 380 ZAT 383
Y OKL AM ACILIK 380 *Zat-ı ahadiyel 383
YOL 380 *Zat-ı ilahi 383
*Y ol aptesti 380 *Zat-ı mutlak 383
*Y ol arkadaşı 380 ZAVİYE 383
*Y ol çocuğu 380 ZAV İYEN İŞİN 383
*Y ol ehli 380 ZEBH 383
* Yol erbabı 380 ZEHEB 383
*Y ol eri 380 ZEKÂT 384
*Y ol evladı 380 ZEMİME 384
*Y ol hakkı 380 ZEVK 384
*Y ol kardeşi 380 ZEYDİ 384
*Y ol kardeşliği 380 ZEYDİYE 384
*Y ol oğlu 380 ZEYDİLİK 384
*Y ol oğlu olmak 380 ZİKİR 384
* Yol rehberi 380 ZİLHİCCE 384
*Y ol S11T1 381 ZİNA 384
*Yola alınma kurbanı 381 ZİNDAN 385
* Yola girme erkânı 381 ZİNDE 385
*Yola girmek 381 ZİNDEGÂN 385
* Yoldan düşme 381 ZİNDEGİ 385
*'Yoldan düşmek 381 ZİNDELİK 385
YOLAK 381 ZİYARET 385
Y U NM AK 381 *Ziyaret kurbanı 385
YÜCE 381 ZO DYAK 385
* Yüce babalar 381 ZUH AL 386
YÜKSEK 381 ZUHUR 386
* Yüksekteki babalar 381 ZULM ET 386
* Yüksekteki atalar 381 ZÜBD E 386
YÜKSELM EK 381 *Zübde-i âlem 386
* Yükselen esri 381 *Ziibde-i evliya 386
YÜ RÜM EK 381 ZÜH AL 386
YÜ RÜTM E 381 ZÜHDİ 386
rw ZÜHRE 386
Z ZÜHT 386
ZAHİR 382 *Zühd-ü takma 386
*Zalıir âlemi 382 ZÜLFİKÂR 387
ZAHİRİ 382 ZÜLFİK ÂRNAM E 387
*Zahiıi hükümler 382 ZÜ N N A R 387
ZAHİT 382 ZÜN UB ’387

426
ANT YAYINLARI

1- Alevilik Olayı - Cemal Şener


2- Çerkeş Ethem Olayı - Cemal Şener
3- Alevi Törenleri - Cemal Şener
4- Alevilik Üstüne - Cemal Şener
5- Atatürk ve Aleviler - Cemal Şener
6- Topal Osman Olayı - Cemal Şener
7- Hz. Ali Divanı - Çeviri
8- Anadolu Aleviliği - A.J. Dierl
9- Bektaşilik ve Edebiyatı - Besim Atalay
10- Yeniçerilerin Bektaşîliği ve
Vakai Şerriye - Reha Çamuroğlu
11- Günümüz Aleviliğinin
Sorunları - Reha Çamuroğlu
12- Alevilerde Semah - İ.Cem Erseven
13- Bektaşilik Tarihi - J.K. Birge
14- Osmanlıda Alevi Ayaklanmaları - Baki Öz

427
15- Lazlarm Tarihi - A. Tandilava
16- Türkiye’de Etnik Gruplar - P. Andrews
17- Kara Afrika Sanatı - H. Topuz
18- Gürcülerin Tarihi- Fahrettin Çiloğlu
19- Alevi-Bektaşi Sözlüğü - Esat Korkmaz
20- Hallac-ı Mansur - Niyazi Öktem
21- Yaşayan Alevilik - Cemal Şener

You might also like