You are on page 1of 71

T.C.

ÖZET : Gebze ilçesi, Çayırova Mahallesinde


UYUŞMAZLIK MAHKEMESİ Gebze Belediyesi Encümen Kararı ile 3194
HUKUK BÖLÜMÜ sayılı Yasanın 18. maddesi ile 2981 sayılı
ESAS NO : 2015 / 430 Yasanın ilgili maddeleri uyarınca
KARAR NO : 2015 / 750 parselasyon işlemi yapıldığı, işleme yapılan
KARAR TR : 30.11.2015 itirazlar değerlendirildikten sonra kesinleşen
uygulamanın encümen kararı ile tapuya
tescil edilmek üzere tapu ve kadastro
müdürlüğüne gönderildiği, parselasyon
işlemi sonucunda oluşan 3836 ada, 4 sayılı
parselde, dava dışı bir şahıs ile davalı
belediyenin paydaş olduğu, sonrasında bu
şahsa ait payın bir kısmının davacıya ve dava
dışı başka şahıslara geçtiği, paydaşlardan
birinin Gebze 1. Sulh Hukuk Mahkemesinde
açtığı davada, taşınmazda Gebze
Belediyesinin de paydaş olduğunun
öğrenilmesi üzerine, davacı tarafından, imar
uygulamasından önce taşınmaz üzerinde
kendisine ait binanın bulunduğu, davalı
belediyenin uyuşmazlığa konu taşınmaza
paydaş olmasının yasaya aykırı olduğu
iddiasıyla, Gebze Belediye Başkanlığı adına
olan tapu kaydının iptal edilerek kendi adına
tescili, bu mümkün olmazsa binanın
aidiyetinin tespiti istemiyle açılan davanın
İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi
gerektiği hk.

1. K A R A R (m.10)

Davacı : A.Ç.
Vekili : Av. E.B.
Davalı : Gebze Belediye Başkanlığı
Vekili : Av. T.D.
OLAY : Davacı vekili dava dilekçesinde; “Davacı müvekkilim A.Ç.,
Kocaeli İli,Gebze İlçesi, Çayırova Mahallesinde kain 3836 Ada, 4 Parselde kayıtlı
toplam 269,00 m2 yüzölçümlü arsa vasıflı taşınmazda 2007/8608 oranında hisse
sahibi olup taşınmazın maliklerindendir. Taşınmazın diğer malikleri ise davalı Gebze
Belediye Başkanlığı, Lütfi Çavuşoğlu, Ahmet Akkan ve Murat Biçer'dir. Davalı
Gebze Belediye Başkanlığının taşınmazdaki hissesi 1472/8608 oranındadır.
Dava konusu arsa vasıflı taşınmaz üzerinde zemin + 3 normal katlı betonarme
türünde bina bulunmakta olup söz konusu bina 1985 -1990 yılları arasında davacı
müvekkilim A.Ç. tarafından yapılmıştır. Dava konusu taşınmaz Gebze Belediye
Meclisinin 28.02.2001 tarih ve 104 no'lu kararıyla onaylanan 1/1000 ölçekli imar
planında konut alanında kalmaktadır.

1
Taşınmazın hissedarlarından AHMET AKKAN tarafından, Gebze l.Sulh
Hukuk Mahkemesinin 2012/582 Esas sayılı dosyasıyla ortaklığın giderilmesi davası
açılmış olup bu dava halen derdesttir. Ortaklığın giderilmesi davasında yapılan keşif
neticesinde düzenlenen raporun tarafımıza tebliğ ile birlikte davacı müvekkilim
Gebze Belediyesinin taşınmazda hissedar olduğunu öğrenmiştir. Yapılan bilirkişi
incelemesi neticesinde Gebze Belediye Başkanlığı'nın taşınmazda hissedar olduğu
ve hissesine düşen miktarın da 16100 TL olduğu belirlenmiştir.
Yukarıda (3) no'lu bentte belirttiğimiz ortaklığın giderilmesi
davasının26.02.2013 tarihinde yapılan duruşmasında taşınmazla ilgili mülkiyet
ihtilafı olduğu hususu ve bu konuda dava açacağımızın bildirilmesi neticesinde
mahkeme tarafından Gebze Belediye Başkanlığı aleyhinde dava açmak üzere
tarafımıza süre ve yetki verilmiştir. Çünkü aşağıda da belirteceğimiz üzere Gebze
Belediye Başkanlığının taşınmazda hissedar oluşu yasaya aykırı olup Gebze
Belediye Başkanlığının adına olan tapu kaydının iptali neticesinde diğer maliklerin
hisselerinde değişme olacağı hususu son derece açıktır. Tapu iptaline yönelik
talebimizin kabul edilmediği bir ihtimalde bu defa arsa vasıflı taşınmaz üzerinde
bulunan binanın davacı müvekkilim A.Ç.'na aidiyetine karar verilmesini talep
ediyoruz.
Davalı Gebze Belediye Başkanlığı dava konusu taşınmazda imar uygulaması
yapıldıktan sonra hissedar olarak malik sıfatını kazanmıştır. Oysa ki bahsedilen imar
uygulaması dava konusu arsa üzerindeki binanın yapılmasından daha sonraki bir
tarihte yapılmıştır. Bir diğer deyişle imar uygulaması yapılmadan önce söz konusu
bina mevcuttur. Binanın imar uygulamasından önce yapıldığına ilişkin tanıklarımız
mevcut olup isim ve adresleri deliller bölümünde bildirilmiştir. Dolayısıyla da Gebze
Belediye Başkanlığı adına olan tapu kaydının bu sebeple iptali gerekmektedir. Tapu
İptaline yönelik talebimizin kabul edilmemesi halinde bu defa arsa vasıflı taşınmaz
üzerinde bulunan binanın davacı müvekkilim A.Ç.'na aidiyetine karar verilmesini
talep ediyoruz. Bu sebeple Gebze Belediye Başkanlığı hukuka aykırı bir şekilde
taşınmazda malik ve hissedar olduğundan davalı Gebze Belediye Başkanlığı
aleyhinde işbu davayı açmak mecburiyeti hasıl olmuştur.
NETİCE-İ TALEP: Yukarıda arz ve izah edilen sebeplerle davamızın
kabulüne, Kocaeli İli, Gebze İlçesi, Çayırova Mahallesinde kain, 3836 Ada, 4
Parselde kayıtlı toplam 269,00 m2 yüzölçümlü arsa vasıflı taşınmazda davalı Gebze
Belediye Başkanlığı adına kayıtlı bulunan 46/269 hissenin (1472/8608) ve buna
ilişkin tapu kaydının iptali ile iptal edilecek hissenin davacı müvekkil adına tesciline,
tapu iptali ve tescil talebimiz kabul edilmediği bir ihtimalde arsa vasıflı taşınmaz
üzerinde bulunan binanın davacı müvekkilim A.Ç.'na aidiyetine ve bunun tespitine
karar verilmesini, yargılama giderleri ile avukatlık ücretinin de davalı üzerinde
bırakılmasına karar verilmesini saygılarımla bilvekale arz ve talep ederim.” demek
suretiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı Gebze Belediye Başkanlığı vekili süresi içerisinde mahkemeye
sunduğu cevap dilekçesinde özetle; görev itirazında bulunmuştur.
Gebze 1.Asliye Hukuk Mahkemesi: 19.12.2014 gün ve E:2013/134 sayı ile
özetle; davada adli yargı yerinin görevli olduğundan bahisle davalı Gebze Belediye
Başkanlığı vekilinin görev itirazının reddine karar vermiştir.
2
Davalı Gebze Belediye Başkanlığı vekilinin, idari yargı yararına olumlu görev
uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçesi üzerine, dava
dosyasının onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmiştir.
Danıştay Başsavcısı; “3194 sayılı imar Kanunu'nun 18. maddesinde, imar
hududu içinde bulunan binalı veya binasız arsa ve arazileri malikleri veya diğer hak
sahiplerinin muvafakati aranmaksızın, birbirleri ile, yol fazlaları ile, kamu
kurumlarına veya belediyelere ait bulunan yerlerle birleştirmeye, bunları yeniden
imar planına uygun ada veya parsellere ayırmaya, müstakil, hisseli veya kat
mülkiyeti esaslarına göre hak sahiplerine dağıtmaya ve re'sen tescil işlemlerini
yaptırmaya belediyelerin yetkili olduğu, sözü edilen yerler belediye ve mücavir alan
dışında ise yukarıda belirtilen yetkilerin valilikçe kullanılacağı hükme bağlanmıştır.
3194 sayılı Kanunun 18. maddesi uyarınca arazi ve arsa düzenlemesi
kapsamında yapılan imar uygulama işlemleri, kamu gücüne dayalı, resen ve tek yanlı
tesis edilen idari işlemlerden olup, bu kapsamda idarenin "resen tescil işlemlerini
yaptırmak" şeklindeki bu yetkisini kullanarak tapuya yapılan tescilin idari işlemlerin
icrası niteliğinde olduğu açıktır.
Dosyanın incelenmesinden, Gebze ilçesi, Çayırova Mahallesinde 22.05.1997
tarihli Gebze Belediyesi Encümen Kararı ile 3194 sayılı Yasanın 18. maddesi ile
2981 sayılı Yasanın ilgili maddeleri uyarınca parselasyon işlemi yapıldığı, işleme
yapılan itirazlar değerlendirildikten sonra kesinleşen uygulamanın 19.02.1998 günlü,
718 sayılı encümen kararı ile tapuya tescil edilmek üzere tapu ve kadastro
müdürlüğüne gönderildiği, parselasyon işlemi sonucunda oluşan 3836 ada, 4 sayılı
parselde, Lütfü Çavuşoğlu ile davalı belediyenin paydaş olduğu, daha sonra Lütfü
Çavuşoğlu'na ait payın bir kısmının davacıya ve Ahmet Akkan ile Murat Biçer adlı
kişilere geçtiği, paydaşlardan birinin Gebze 1. Sulh Hukuk Mahkemesinde açtığı
ortaklığın giderilmesi davasında yaptırılan keşif ve bilirkişi incelemesi sonucunda
taşınmazda Gebze Belediyesinin de paydaş olduğunun öğrenildiğinden bahisle,
davacı tarafından, imar uygulamasından önce taşınmaz üzerinde kendisine ait
binanın bulunduğu, davalı belediyenin uyuşmazlığa konu taşınmaza paydaş
olmasının yasaya aykırı olduğu iddiasıyla, Gebze Belediye Başkanlığı adına olan
tapu kaydının iptal edilerek kendi adına tescili, bu mümkün olmazsa binanın
aidiyetinin tespiti istemiyle bakılmakta olan davanın açıldığı, davalı idare tarafından
ise parseldeki payın idari işlem olan imar uygulaması sonucu oluştuğu, parselasyon
işleminin hukuka uygun olduğunun öne sürüldüğü anlaşılmaktadır.
Bu durumda, davacı her ne kadar tapu iptali ve tescil istemiyle dava açmışsa
da, iptali istenilen tapu kaydının dayanağı olan parselasyon işlemi, idarenin kamu
gücüne dayanarak, resen ve tek yanlı tesis ettiği idari işlemlerden olduğundan, bu
işlemler idare hukuku kuralları çerçevesinde incelenerek ortadan kaldırılmadıkça
onlara dayanılarak yapılan tapudaki kaydın düzeltilmesi olanağı bulunmadığından,
3194 sayılı Yasa gereğince tesis edilen idari nitelikteki uygulama işlemlerinden
doğduğu anlaşılan uyuşmazlığın görüm ve çözümü idari yargının görev alanına
girmektedir.
Davacının tapu iptali ve tescil, olmazsa binanın aidiyetinin tespiti istemiyle
açtığı davaya ilişkin dilekçenin 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 3.
maddesi kapsamında incelenerek dilekçenin reddine konu olup olmayacağının da
3
idari yargı yerince değerlendirileceği tabiidir.” demek suretiyle 2247 sayılı Yasa'nın
10’uncu maddesi uyarınca, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın
Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcısı’nın da yazılı düşüncesi istenilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı: “Dava dosyasının incelenmesinde,
davacının da taşınmazının bulunduğu Kocaeli İli, Gebze İlçesi, Çayırova
Mahallesinde, 22/05/1997 tarihli Gebze Belediyesi Encümen Kararı ile 3194 sayılı
Kanunun 18. maddesi ile 2981 sayılı Kanunun ilgili hükümleri uyarınca imar
uygulaması (parselasyon) yapılmasına karar verilerek, 02/12/1997 tarih ve 4308
sayılı encümen kararı ile imar uygulamasına yapılan itirazlar karara bağlanarak imar
uygulamasının kesinleştiği ve Gebze Belediyesi encümeninin 19/02/1998 tarih ve
718 sayılı kararı ile kesinleşen imar uygulaması tapuya tescil edilmek üzere Tapu
Kadastro Müdürlüğüne gönderildiği, bu suretle dava konusu parseldeki davalı idare
hissesi oluştuğu, parselasyon işlemi sonucunda oluşan 3836 ada, 54 sayılı parselde,
davacı ile davalı idarenin ve başka şahısların paydaşlığının ortaya çıktığı,
paydaşlardan birinin Gebze Sulh hukuk mahkemesinde açtığı ortaklığın giderilmesi
davası sırasında da taşınmaz üzerinde Gebze Belediyesi'nin de paydaş olduğunun
anlaşılması üzerine, davacı tarafından imar uygulamasından önce taşınmaz üzerinde
kendine ait binanın bulunduğu ve davalı idarenin taşınmazda paydaş olmasının
hukuka aykırı olduğu iddiasıyla davalı idareye ait 46/269 hissenin ve buna ait tapu
kaydının iptali ile kendi adına tescilinin yapılması, bu talep kabul edilmediği takdirde
parsel üzerinde bulunan binanın kendisine aidiyetini karar verilmesi talebiyle Gebze
1. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davada, davalı idarece yapılan görev
itirazının anılan mahkemenin 19/12/2014 tarih ve 2013/134 Esas sayılı kararı ile
reddedilmesi üzerine olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması isteminde bulunulduğu
anlaşılmıştır.
Bilindiği gibi, yerleşme yerleri ile bu yerlerdeki yapılaşmaların, plan, fen,
sağlık ve çevre şartlarına uygun teşekkülünü sağlamak amacıyla hazırlanan 3194
sayılı "imar Kanunu"nun 8. maddesinde; planların hazırlanmasında ve yürürlüğe
konulmasında uyulacak temel esaslara yer verilmiştir.
Aynı Kanunun arazi ve arsa düzenlemesine ilişkin 18. maddesinde ise, imar
hududu içinde bulunan binalı veya binasız arsa ve arazileri malikleri veya diğer hak
sahiplerinin muvafakati aranmaksızın, birbirleri ile, yol fazlaları ile, kamu
kurumlarına veya belediyelere ait bulunan yerlerle birleştirmeye, bunları yeniden
imar planına uygun ada veya parsellere ayırmaya, müstakil, hisseli veya kat
mülkiyeti esaslarına göre hak sahiplerine dağıtmaya ve re'sen tescil işlemlerini
yaptırmaya belediyelerin yetkili olduğu belirtilmiştir.
Anılan mevzuat ve açıklamalar uyarınca; 3194 sayılı Kanunun 18. maddesi
gereğince, davacının paydaş olduğu taşınmazın tapu kaydının dayanağını oluşturan
parselasyon işleminin, idarenin kamu gücüne dayalı, re’sen ve tek yanlı nitelikte
işlemlerinden olduğu anlaşılmaktadır.
Böylece, davalı idarece 3194 sayılı Kanun uyarınca kamu gücü kullanılarak
yapılan imar uygulaması nedeniyle taşınmazda oluşan davalı idarenin paydaşlığının
kaldırılmasına ve davacının kendi adına tesciline karar verilmesine ilişkin davada da,
4
söz konusu parselasyon işlemini davalı idarenin re'sen ve tek taraflı kamu gücünü
kullanarak gerçekleştirmesi ve böylece işlemin idari niteliği nedeniyle idare
mahkemelerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.
Bu nedenle, Danıştay Başsavcılığının 2247 sayılı Kanunun 10. maddesi
gereğince yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Gebze 1. Asliye Hukuk
Mahkemesinin 19/12/2014 tarih ve 2013/134 esas sayılı görevlilik kararının
kaldırılmasına karar verilmesi gerekmektedir.” şeklinde yazılı düşünce vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün
Başkanlığında, Üyeler: Ali ÇOLAK, Yusuf Ziyaattin CENİK, Alaittin Ali ÖĞÜŞ,
Süleyman Hilmi AYDIN, Mehmet AKBULUT ve Yüksel DOĞAN’ın katılımlarıyla
yapılan 30.11.2015 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Başvuru yazısı ve dava dosyası örneği üzerinde 2247
sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı Gebze
Belediye Başkanlığı vekilinin anılan Yasanın 10/2.maddesinde öngörülen yönteme
uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve dahi 12/1.maddede belirtilen
süre içinde başvuruda bulunması üzerine Danıştay Başsavcısı'nca, 2247 sayılı
Kanunun 10’uncu maddesinde öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı
çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından
görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil KAYNAK’ın,
davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki
belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet
Savcısı Uğurtan ALTUN ile Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın davada idari yargının
görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ
GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Olayda, Gebze ilçesi, Çayırova Mahallesinde 22.05.1997 tarihli Gebze
Belediyesi Encümen Kararı ile 3194 sayılı Yasanın 18. maddesi ile 2981 sayılı
Yasanın ilgili maddeleri uyarınca parselasyon işlemi yapıldığı, işleme yapılan
itirazlar değerlendirildikten sonra kesinleşen uygulamanın 19.02.1998 günlü, 718
sayılı encümen kararı ile tapuya tescil edilmek üzere tapu ve kadastro müdürlüğüne
gönderildiği, parselasyon işlemi sonucunda oluşan 3836 ada, 4 sayılı parselde, Lütfü
Çavuşoğlu ile davalı belediyenin paydaş olduğu, sonrasında Lütfü Çavuşoğlu'na ait
payın bir kısmının davacıya ve Ahmet Akkan ile Murat Biçer adlı kişilere geçtiği,
paydaşlardan birinin Gebze 1. Sulh Hukuk Mahkemesinde açtığı ortaklığın
giderilmesi davasında yaptırılan keşif ve bilirkişi incelemesi sonucunda taşınmazda
Gebze Belediyesinin de paydaş olduğunun öğrenilmesi üzerine, davacı tarafından,
imar uygulamasından önce taşınmaz üzerinde kendisine ait binanın bulunduğu,
davalı belediyenin uyuşmazlığa konu taşınmaza paydaş olmasının yasaya aykırı
olduğu iddiasıyla, Gebze Belediye Başkanlığı adına olan tapu kaydının iptal edilerek
kendi adına tescili, bu mümkün olmazsa binanın aidiyetinin tespiti istemiyle
görülmekte olan davanın açıldığı anlaşılmıştır.
3194 sayılı imar Kanunu'nun 18. maddesinde, imar hududu içinde bulunan
binalı veya binasız arsa ve arazileri malikleri veya diğer hak sahiplerinin muvafakati
aranmaksızın, birbirleri ile, yol fazlaları ile, kamu kurumlarına veya belediyelere ait
5
bulunan yerlerle birleştirmeye, bunları yeniden imar planına uygun ada veya
parsellere ayırmaya, müstakil, hisseli veya kat mülkiyeti esaslarına göre hak
sahiplerine dağıtmaya ve re'sen tescil işlemlerini yaptırmaya belediyelerin yetkili
olduğu, sözü edilen yerler belediye ve mücavir alan dışında ise yukarıda belirtilen
yetkilerin valilikçe kullanılacağı hükme bağlanmıştır.
3194 sayılı Kanunun 18. maddesi uyarınca arazi ve arsa düzenlemesi
kapsamında yapılan imar uygulama işlemleri, kamu gücüne dayalı, resen ve tek yanlı
tesis edilen idari işlemlerden olup, bu kapsamda idarenin "resen tescil işlemlerini
yaptırmak" şeklindeki bu yetkisini kullanarak tapuya yapılan tescilin idari işlemlerin
icrası niteliğinde olduğu açıktır.
Bu durumda, davacı her ne kadar tapu iptali ve tescil istemiyle dava açmışsa
da, iptali istenilen tapu kaydının dayanağı olan parselasyon işlemi, idarenin kamu
gücüne dayanarak, resen ve tek yanlı tesis ettiği idari işlemlerden olduğundan, bu
işlemler idare hukuku kuralları çerçevesinde incelenerek ortadan kaldırılmadıkça
onlara dayanılarak yapılan tapudaki kaydın düzeltilmesi olanağı da
bulunmamaktadır. Dolayısıyla, 3194 sayılı Yasa gereğince tesis edilen idari
nitelikteki uygulama işlemlerinden doğduğu anlaşılan uyuşmazlığın görüm ve
çözümü idari yargının görev alanına girmektedir.
Kaldı ki; mahkememizce gerek 3194 sayılı Yasa’dan kaynaklanan işlemlere
karşı açılan davalarda, gerek 2981 sayılı Yasa’dan doğan hak sahipliği konulu
davalarda, gerekse de toplu konut ve kentsel dönüşüme ilişkin işlemlere karşı açılan
davalarda, her ne kadar talep tapu iptal ve tescile ilişkin olsa da, davaya konu edilen
işlemlerin temelde tek taraflı idari işlemler olduğu dikkate alınarak idari yargının
görevli olduğu sonucuna varılmaktadır.
Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile,
davalı Gebze Belediye Başkanlığı vekilinin görev itirazının reddine ilişkin Gebze 1.
Asliye Hukuk Mahkemesince verilen kararın kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ: Davanın çözümünde İDARİ YARGI YERİNİN görevli olduğuna,
bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı
Gebze Belediye Başkanlığı vekilinin GÖREV İTİRAZININ REDDİNE İLİŞKİN
Gebze 1. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen 19.12.2014 gün ve E:2013/134 sayılı
KARARIN KALDIRILMASINA, 30.11.2015 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN
OLARAK karar verildi.

Başkan Üye Üye Üye


Serdar Ali Yusuf Ziyaattin Alaittin Ali
ÖZGÜLDÜR ÇOLAK CENİK ÖĞÜŞ

Üye Üye Üye


Süleyman Hilmi Mehmet Yüksel
AYDIN AKBULUT DOĞAN

6
T.C.
UYUŞMAZLIK MAHKEMESİ ÖZET: Yurtdışından canlı hayvan ithalinde,
HUKUK BÖLÜMÜ Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı
ESAS NO : 2015 / 237 tarafından yerine getirilmesi gerekli denetim ve
KARAR NO : 2015 / 748 gözetim yükümlülüğünün ihmali neticesinde
KARAR TR : 30.11.2015 meydana geldiği iddia edilen zararın tahsili
istemiyle açılan davanın İDARİ YARGI
YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

2. K A R A R (m.10)

Davacı : Ş. Hayvancılık San. Tic. Ltd. Şti.


Vekili : Av. D.C.T.
Davalı lar : 1-A.Hayvancılık Gıda San. ve Tic. Ltd. Şti.
Vekili : Av. A.V.
2-Ankara Ofis Yem Gıda ve Makine San. Tic. A.Ş.
Vekili : Av. Ö.M.
3-Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı
Vekili : Av. B.D.

O L A Y : Davacı vekili, dava dilekçesinde özetle; davacı şirketin,


birlikte hareket eden davalı firmalarla sözleşme yaparak besilik canlı büyükbaş
hayvan ithali ve teslimi hususunda anlaşma yaptıklarını; anlaşmaya göre davalı
şirketlerin kendi şirketleri adına Canlı Besilik Sığır İthalatı İçin Teknik ve Sağlık
Şartnamesi’ne uygun olarak 256 adet 0 -12 ay yaş aralığında ve canlı ağırlığı 250 kg
dan hafif, Hereford ve Angus ırkı büyükbaş canlı hayvan (dana) ithal ederek, davacı
şirkete teslim etmeyi kabul ve taahhüt ettiklerini; sözleşme kapsamında bu iş için
davalı Ofis Yem Gıda Mak. San Tic. A.Ş.’ye 419.000.00 TL ve 85.950,00 USD
nakden ödendiği halde hayvanların zamanında ve sözleşme kapsamında belirtilen
özelliklerde teslim edilmediğini; gerekli bakım ve gözetim yapıldığı halde
hayvanların olması gereken et ağırlığına ulaşmadıklarını, ortaya çıkan gizli ayıp
nedeniyle Noter vasıtasıyla 18.08.2011 tarihinde ayıp ihbarında da bulunduklarını,
davalı şirketlerin davacı şirkete hayvanların açık alanda ve doğal tabiat şartlarında
yetiştirildiği ve bu nedenle erken gelişerek yaşından büyük özellikler gösterdiği,
dişlerinin erken çıktığı ve değiştiği ancak hayvanların belirtilen kiloya ulaşacağı
yönünde beyanlar vererek ayıbı gizlediklerini; bu durumun hayvanların sözleşmede
belirtilen yaşın üstünde olmasından kaynaklandığını, yaş unsurunun bakanlık
veterinerlerince göz ardı edildiğini; hayvanların, ithali sırasında, Gıda Tarım ve
Hayvancılık Bakanlığının veterinerleri tarafından yurtdışından getirilmeden önce
ithalat şartnamesine uygun olduğunun kontrolü yapılarak Türkiye’ye sokulması
gerektiğini; yani ithal hayvanların Türkiye’ye girebilmesi için “İthalat Şartnamesi”
ne uygun vasıflarda olduğu onayının Bakanlık Veterinerlerince verilmesi gerektiği,
gümrük ve karantina işlemleri sırasında kontrolden geçirilen hayvanların yaşlı

7
oldukları, ithalat şartnamesi kapsamına aykırı oldukları ve bu nedenle ithal
edilemeyecekleri tespit edilmediğinden davacı şirketin bu yönden de
yanıltıldığını; Ordu 1. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2011/77 D.İş nolu dosyada
yapılan tesbit ile, sürüyü temsilen seçilen hayvanlar üzerinde yapılan incelemede
hayvanların tespit tarihi itibariyle 2-4 yaş aralığında yaşlı hayvan oldukları, canlı
ağırlık kilolarının 250-480 kg aralığında olduğu, yaşlı olmaları nedeniyle kilo almaya
müsait olmadığı ve taahhüt edilen ağırlığa (taahhüt edilen ağırlık bu cinsteki sığırlar
için ortalama 800-1200 kg arasıdır) ulaşmasının mümkün olmadığının bildirildiğini;
tüm bu nedenlerden dolayı davacı şirketin maddi ve manevi zarara uğradığını
belirterek; fazlaya ilişkin tüm talep ve dava hakları saklı kalmak üzere, sözleşmeye
aykırı ve ayıplı olarak teslim edilen hayvanlar nedeniyle oluşan 50,000TL zararının,
hayvanların geç ve ayıplı teslimi nedeniyle mahrum kalınan 50.000TL karın, yaşamış
olunan stres sıkıntı ve ticari itibar kaybından kaynaklı mağduriyet nedeniyle 10.000
TL manevi tazminatın sözleşmenin ifa tarihinden karar tarihine kadar geçen süre için
işletilecek en yüksek ticari faizle birlikte davalılar tarafından müştereken ve
müteselsilen ödenmesine istemiyle adli yargıda dava açmıştır.
Davalı Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı vekili süresi içerisinde verdiği
cevap dilekçesinde özetle; İYUK’nün 2. maddesine göre; idare eylem ve
işlemlerinden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam
yargı davalarında yargı yerinin idari yargı olduğu, davacının hizmet kusuru
bulunduğu iddiasına dayanılarak dava açtığı gerekçesiyle görev itirazında
bulunmuştur.
ANKARA ASLİYE 4. TİCARET MAHKEMESİ: 12.04.2013 gün ve
E:2011/681 sayılı gerekçesiz kararı ile, davalı Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı
vekilinin görev itirazının reddine karar vermiştir.
Davalı Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı vekilinin olumlu görev
uyuşmazlığı çıkarılması yolunda süresinde verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyasının
onaylı bir örneği Danıştay Başsavcılığına gönderilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI: “…Anayasanın 125’inci maddesinde, idarenin
her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu belirtildikten sonra,
son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle
yükümlü olduğu hükme bağlanmış; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun
2'nci maddesinin l'inci fıkrasının b bendinde ise, idari eylem ve işlemlerden dolayı
kişisel haklan doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, idari
dava türleri arasında sayılmıştır.
İdare hukukunun uygulanmasından doğan uyuşmazlıklar idari yargının görevi
alanını oluşturmaktadır. İdare hukuku kuralları içinde, kamu hizmetinin yürütülmesi
amacıyla, kamu gücü kullanılarak tesis edilen idari işlemler ile aynı amaçla
gerçekleştirilen idari eylemler ve idari sözleşmelerden doğan uyuşmazlıkların görüm
ve çözümü idari yargının; gerçek kişiler arasında düzenlenen sözleşmelerden doğan
uyuşmazlıkların çözümü ise, adli yargının görev alanına girmektedir.
İdari işlemler; idari makam ve mercilerin idari faaliyetleriyle ilgili alanda,
idare hukuku çerçevesinde, tek taraflı irade açıklamasıyla hukuk aleminde sonuç
doğuran, kesin ve yürütülmesi zorunlu nitelikteki tasarruflarıdır. Temelinde bir idari
karar veya işlem olmayan, fizik alanında görülen iş, hareket, ameliye ve çalışmalar
8
ile idarenin hareketsiz kalması ise, idari eylem olarak adlandırılmaktadır. İdari
işlemler, hukuk aleminde değişiklik yapan, yenilik doğuran irade açıklamalarını
yansıtmakta iken; idari eylemler, esas olarak maddi alemde değişiklik ve yenilik
meydana getirmekte, sadece ilgililerin hak ve yetkilerini kullanmaları koşuluyla
hukuki etki ve sonuç doğurabilmektedir.
İdare, kural olarak, yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen
zararları tazminle yükümlü olup; idari eylem ve işlemlerden doğan zararlar idare
hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri
gereği tazmin edilmektedir. İdarenin yürütmekle görevli olduğu bir hizmetin
kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık
veya eksiklik şeklinde tanımlanabilen hizmet kusuru; hizmetin kötü işlemesi, geç
işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmekte ve idarenin tazmin
yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır.

5996 sayılı Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanununun


34'üncü maddesi uyarınca, ülkeye giriş yapacak ve kontrole tâbi tutulacak canlı
hayvan ve ürünlerle ilgili denetim ve kontrolün yapılması ve bu konuda bilgilerin
hazırlanması ve Gümrük ve Ticaret Bakanlığına bildirilmesi ile görevli olan davalı
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının, yeterli denetimin yapılmaması, gerekli
önlemlerin alınmaması nedeniyle oluşacak zararlardan dolayı tazminle sorumlu
tutulacağı açıktır.
Kamu hizmetinin yürütülmesi amacıyla, kamu gücüne dayanılarak
gerçekleştirilen faaliyetler, idari eylem niteliği taşımakta olup; kamusal ihtiyaçları
karşılamak üzere idarenin yönetimi veya yakın gözetimi altında kamu yararı amacı
doğrultusunda yürütülen faaliyet olan kamu hizmetinin yürütülmesinden
kaynaklanan zararların tazmini istemiyle açılan davaların idari yargı yerince
görülmesi gerekli bulunmaktadır.
Bu itibarla, davacı Şirketin satın aldığı canlı hayvanların davalı Şirketler
tarafından ithali sırasında Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından
düzenlenen kontrol belgesinin idari işlem; belgenin Bakanlığın Kontrolüne Tabi
Ürünlerin İthalat Denetimi Tebliğinde yayımlanan örneğe uygunluğu denetiminin
ise, idari eylem niteliğinde olduğunda kuşku ve duraksamaya yer bulunmadığından,
davalı idarenin eyleminde hizmet kusuru bulunduğu öne sürülerek uğranıldığı iddia
edilen zararın tazmini istemiyle Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına karşı açılan
davada, idari yargı görevli iken, davalı idare yönünden uyuşmazlıkta adli yargının
görevli olduğu yolunda verilen kararda hukuki isabet görülmemiştir.…”
gerekçesiyle 2247 sayılı Yasanın 10'uncu maddesi uyarınca olumlu görev
uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine
karar vermiştir.
Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasanın 13. maddesine göre Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısı’nın da yazılı düşüncesi istenilmiştir.
YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; “…Anayasanın 125/son
madde ve fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle
yükümlü bulunduğu kurala bağlanmış; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü

9
Kanununun 2/1-b maddesi gereğince idari eylem ve işlemlerden dolayı zarara
uğrayanlar tarafından açılan tam yargı davaları idari dava türleri arasında sayılmıştır.
Öte yandan, 5996 sayılı Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem
Kanunu'nun "İthalat ve ihracatta resmî kontroller, gümrükler ve sınır kontrol
noktaları" kenar başlıklı 34. maddesinde "
"(1) Bakanlık bu Kanun kapsamına giren ürün ve canlı hayvanlar ile ilgili
ithalat ve ülkeye giriş koşulları ile kontrol esaslarını belirler. Ülkeye girişi yapılacak
ürün ve canlı hayvanlar bu Kanun hükümlerine uygun olmalıdır. Bakanlık, canlı
hayvan ve ürünlerin ülkeye girişinde bu Kanun hükümlerine uygun olup olmadığı ile
ilgili resmî kontrolleri yürütür. Bu Kanuna uygun olmayanların ülkeye girişine izin
verilmez.
(2) İthalatçı veya maldan sorumlu yetkili temsilcisi, ülkeye giriş yapacak canlı
hayvan ve hayvansal ürünler ile ilgili Bakanlığa ön bildirimde bulunmak zorundadır.
Bakanlık bunların dışında kalan ürünler için de risk esasına göre ön bildirim
zorunluluğu getirebilir.
(3) Gümrük ve serbest bölge müdürlüklerince, Bakanlığın izni olmaksızın
canlı hayvan ve hayvansal ürünler ile bitki ve bitkisel ürünlerin ülkeye, serbest
bölgelere girişine veya buralarda herhangi bir işleme tâbi tutulmasına izin verilmez.
Bakanlık gümrük depolarına ve serbest bölgelere canlı hayvan ve ürünlerin girişi,
çıkışı ve depolanmasında insan, bitki ve hayvan sağlığının korunmasına yönelik ilave
tedbirler getirebilir. Hayvansal olmayan ürünlerle ilgili karantina tedbirlerine ilişkin
bilinen veya yeni ortaya çıkan riskli durumlarda, Bakanlığın bildirimi üzerine, ilgili
gümrük ve serbest bölge müdürlükleri bu malların ülkeye ve serbest bölgelere
girişine izin vermez. Bakanlık, ülkeye giriş yapacak canlı hayvan ve ürünlerle ilgili
insan, bitki ve hayvan sağlığı yönünden herhangi bir risk görmesi durumunda,
karantina, girişi veya piyasaya arzını engelleme gibi gerekli güvenlik önlemlerini
almaya ve yaptırımları uygulamaya yetkilidir.
(4) Bakanlık, bu Kanun kapsamında ülkeye giriş yapacak ve kontrole tâbi
tutulacak canlı hayvan ve ürünlerle ilgili bilgileri hazırlar ve Gümrük Müsteşarlığına
bildirir. Gümrük Müsteşarlığı, Türkiye Gümrük Bölgesine gelen ürünlere ilişkin
bilgileri Bakanlığa iletir ve her kurum kendi görev alanlarına giren konularda
eşgüdüm ve işbirliği hâlinde bu Kanun kapsamındaki canlı hayvan ve ürünlerin
ülkeye giriş ve çıkış işlemlerinin yapılmasını sağlar.
(5) Bakanlık, resmî kontrol sonucu ülkeye girişi uygun olmayan canlı hayvan,
ürün ve diğer maddeleri alıkoyar. Bunlara, sahibinin bilgisi dâhilinde, karantina
altına alma, geri gönderme, özel işleme tâbi tutma, esas kullanım amacı dışında başka
bir amaçla kullanılmasına izin verme veya itlaf ve imha önlemlerinden bir veya
birkaçını uygular veya uygulatır. Bu önlemler, insan, bitki ve hayvan sağlığı ile çevre
için doğrudan ya da dolaylı herhangi bir olumsuz etkiye sebep olmayacak şekilde
uygulanır. Bu iş ve işlemler için yapılacak tüm masraflar sahibi tarafından karşılanır.
İmha ve itlaf hâlinde Bakanlıkça herhangi bir tazminat ödenmez.
(6) Canlı hayvan ve ürünlerin ihracatında yapılan resmî kontrollerde, alıcı
ülkenin farklı bir talebinin olmaması hâlinde, bu Kanun hükümleri dikkate alınır.
Sağlık için tehlike oluşturanlar hariç, bu Kanun hükümlerine uygun olmayan ürünler,
alıcı ülkenin mevzuatına uygun olması ya da alıcı ülkeye ürünle ilgili açıklamalar
10
yapılması ve alıcı ülkenin kabul etmesi durumunda ihraç edilebilir. İhracatçı,
Bakanlığın alacağı her türlü tedbire uymakla yükümlüdür.
(7) Ülkemizin taraf olduğu ikili veya çok taraflı uluslararası anlaşmaların
varlığı hâlinde, ithalatta ve ihracatta söz konusu anlaşma hükümleri geçerli olur.
(8) İhraç edilen ancak çeşitli nedenlerle geri dönen canlı hayvan ve ürünler,
geri dönme sebebi de dikkate alınarak, geri dönen canlı hayvan ve ürünün, ihraç
edilenle aynı olduğuna ilişkin tespit yapıldıktan sonra, Bakanlıkça resmî kontrole
tâbi tutulur. Kontrol sonucu mevzuata uygun olan canlı hayvan ve ürünlerin girişine
izin verilir. Uygun olmayan canlı hayvan ve ürünler için aşağıdaki tedbirlerden biri
uygulanır:
a)Yeniden ihraç edilir.
b)Karantina altına alınır.
c)Özel işleme tâbi tutulur.
ç) Esas kullanım amacı dışında başka bir kullanım amaçlı girişine izin verilir.
d)itlaf ve imha edilir.
e)Bakanlık, canlı hayvan, hayvansal ürünler ile bitki, bitkisel ürün ve ahşap
ambalaj malzemelerinin ülkeye giriş yapacağı sınır kontrol noktaları kurar. Takip ile
ilgili bilgi sistemini oluşturur ve işletir. Ülkeye girişi yapılacak diğer ürünler ile ilgili
gümrük giriş kapılarını Gümrük Müsteşarlığı ile birlikte belirler.
(10) Bakanlık, ihraç edilecek canlı hayvan ve ürünlerin gümrük çıkış
kapılarını Gümrük Müsteşarlığı ile birlikte belirler.
(11) Ev ve süs hayvanlarının ticarî olmayan hareketleri ile yolcu beraberi
ürünler ile ilgili hususlar Bakanlıkça belirlenir.
(12) Bu maddenin uygulanması ile ilgili usul ve esaslar Bakanlıkça çıkarılacak
yönetmelik ile belirlenir."hükümlerine yer verilmiştir.
Şu halde, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ülkeye giriş yapacak ve kontrole tâbi
tutulacak canlı hayvan ve ürünlerle ilgili denetim ve kontrolün yapılması ve bu
konuda bilgilerin hazırlanması ve bildirimlerde bulunulması konularında görevli
olduğu açıktır.
Bu durumda, davacının iddiası dikkate alınarak, Bakanlığın görevinde olan
kamu hizmetini yürüttüğü sıradaki eyleminden doğan zararın giderilmesine yönelik
olarak dava açıldığının kabulü gerekir.

Uyuşmazlık Mahkemesinin başta 13/10/2014 tarih ve 2014/817 Esas ve


2014/914 Karar sayılı kararı ve bir çok emsal kararında; "kamu idarelerinin, kamu
hizmetinin yürütümü sırasında, kamu gücü kullanarak tek yanlı irade açıklamalarıyla
yapmış oldukları işlemler, "idari işlem”; herhangi bir işlem ya da karara
dayanmaksızın gerçekleştirdikleri maddi faaliyetleriyle, görevleriyle ilgili
hareketsizlikleri de, "idari eylem" olarak tanımlanmaktadır. Bu tanıma göre,
idarelerin 3194 sayılı İmar Kanunu uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile tesis
ettikleri, genel ve düzenleyici imar planları, kentsel dönüşüm ve gelişim projeleri,
2981 sayılı Yasa uyarınca tek yanlı irade açıklamaları ile tesis ettikleri, genel ve
düzenleyici ıslah imar planları ve bu planlara dayanılarak tesis edilen parselasyon,
kamulaştırma, ruhsat, tahliye, arsa payı tahsisi gibi bireysel işlemlerin, "idari işlem";
bu imar planı uyarınca yapmak zorunda oldukları program ve uygulamaları bunun
11
için gerekli zamanda gerçekleştirmemeleri; yani, bu konudaki hareketsizliklerinin
de, idari eylem niteliği taşıdığı açıktır." hususları vurgulanmıştır.
Uyuşmazlık Mahkemesinin söz konusu kararına göre, 5996 sayılı "Veteriner
Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu" uyarınca davacı şirketin satın aldığı
canlı hayvanların davalı şirketler tarafından ithali sırasında Gıda Tarım ve
Hayvancılık Bakanlığı tarafından tek yanlı irade açıklaması ile düzenlenen kontrol
belgesinin "idari işlem"; bu kontrol belgesi uyarınca yapmak zorunda oldukları
denetimleri gerekli zamanda gerçekleştirmemelerinin ise "idari eylem" niteliği
taşıdığı açıktır.
Bu açıklamalar ışığında, kamu hizmetinin, yöntemine ve hukuka uygun olarak
yürütülüp yürütülmediğinin; kamu yararına uygun şekilde işletilip işletilmediğinin;
hizmet kusuru ya da başka bir nedenle idarenin sorumluluğu bulunup
bulunmadığının yargısal denetiminin de, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanununun 2. maddesinde “idari dava türleri” arasında sayılan “İdari eylem ve
işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam
yargı davaları” kapsamında, idari yargı yerlerince yapılması gerekmektedir.
Kamu tüzel kişiliğini haiz olan davalı idarenin, canlı hayvan ithali sırasında,
kamu hizmetinin işleyişindeki yetersizlik nedeniyle hizmet kusuru ortaya çıktığı ve
bundan dolayı uğranılan zararların kusurlu hizmeti işleten davalı idarece tazmini
gerektiği öne sürülerek açılan davanın, Anayasanın 125. maddesine göre ve 2577
sayılı Yasa'nın 2/1 -b maddesinde belirtilen tam yargı davası kapsamında idari yargı
yerinde çözümlenmesi gerektiği düşünülmektedir…” şeklindeki gerekçe ile Danıştay
Başsavcılığının 2247 sayılı Kanunun 10. maddesi gereğince yapmış olduğu
başvurunun kabulü ile Ankara 4. Asliye Ticaret Mahkemesinin 12.04.2013 gün
2011/681 esas sayılı görevlilik kararının kaldırılması gerektiği şeklinde görüş
bildirmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün
Başkanlığında, Üyeler: Ali ÇOLAK, Yusuf Ziyaattin CENİK, Alaittin Ali ÖĞÜŞ,
Süleyman Hilmi AYDIN, Mehmet AKBULUT ve Yüksel DOĞAN’ın katılımlarıyla
yapılan 30.11.2015 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME:Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca
yapılan incelemeye göre; davalılardan Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı
vekilinin anılan Yasanın 10. maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı
görev itirazının reddedilmesi ve 12. maddede belirtilen süre içinde başvuruda
bulunması üzerine, Danıştay Başsavcısı’nca 10. maddede öngörülen biçimde olumlu
görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşıldığından ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık
bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar
verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Filiz BUDAK’ın, davanın
çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı
Uğurtan ALTUN ile Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın davada idari yargının görevli
olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP
DÜŞÜNÜLDÜ:
12
Dava, davacı şirket ile davalı şirketler arasında “İthal Besicilik Dana Alım-
Satımı”na ilişkin olarak düzenlenen sözleşmeler uyarınca satın alınan hayvanların
sözleşmede öngörülen yaş ve ağırlık vasıflarına uymadığı gibi sözleşmede belirtilen
sürede de teslim edilmemesi nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen maddi ve manevi
zararın faiziyle birlikte davalılardan müştereken tahsili istemiyle açılmıştır.
11.06.2010 tarih 5996 sayılı Veteriner Hizmetleri , Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem
Kanunu’nun “Amaç” başlıklı 1. maddesinde; “ Bu Kanunun amacı, gıda ve yem
güvenilirliğini, halk sağlığı, bitki ve hayvan sağlığı ile hayvan ıslahı ve refahını,
tüketici menfaatleri ile çevrenin korunması da dikkate alınarak korumak ve
sağlamaktır.”
“Kapsam” başlıklı 2. maddesinde ; “ (1) Bu Kanun, gıda, gıda ile temas eden
madde ve malzeme ile yemlerin üretim, işleme ve dağıtımının tüm aşamalarını, bitki
koruma ürünü ve veteriner tıbbî ürün kalıntıları ile diğer kalıntılar ve bulaşanların
kontrollerini, salgın veya bulaşıcı hayvan hastalıkları, bitki ve bitkisel ürünlerdeki
zararlı organizmalar ile mücadeleyi, çiftlik ve deney hayvanları ile ev ve süs
hayvanlarının refahını, zootekni konularını, veteriner sağlık ve bitki koruma
ürünlerini, veteriner ve bitki sağlığı hizmetlerini, canlı hayvan ve ürünlerin ülkeye
giriş ve çıkış işlemlerini ve bu konulara ilişkin resmî kontrolleri ve yaptırımları
kapsar…”
“Tanımlar” başlıklı 3. maddesinde ; “ (1) Bu Kanunun uygulanmasında
3) Bakanlık: Tarım ve Köyişleri Bakanlığını,

16) Denetim: Yem, gıda, hayvan refahı ve ıslahı, bitki ve hayvan sağlığı ile
ilgili faaliyetlerin bu Kanun hükümlerine uygunluğunun tespiti amacıyla Bakanlık
tarafından yapılan veya yaptırılan tüm işlemleri,

52) Resmî kontrol: Bu Kanun kapsamındaki faaliyetlerin bu Kanun


hükümlerine uygunluğunun doğrulanması için, kontrol görevlilerinin, verilen yetki
çerçevesinde gerçekleştirdikleri izleme, gözetim, denetim, muayene, karantina,
numune alma, analiz ve benzeri kontrolleri,

53) Resmî veteriner hekim: Bu Kanun kapsamında verilen görevleri Bakanlık
adına yapan Bakanlık personeli veteriner hekimi,”
İthalat ve ihracatta resmî kontroller, gümrükler ve sınır kontrol noktaları”
başlıklı 34. maddesinde; “(1) Bakanlık bu Kanun kapsamına giren ürün ve canlı
hayvanlar ile ilgili ithalat ve ülkeye giriş koşulları ile kontrol esaslarını belirler.
Ülkeye girişi yapılacak ürün ve canlı hayvanlar bu Kanun hükümlerine uygun
olmalıdır. Bakanlık, canlı hayvan ve ürünlerin ülkeye girişinde bu Kanun
hükümlerine uygun olup olmadığı ile ilgili resmî kontrolleri yürütür. Bu Kanuna
uygun olmayanların ülkeye girişine izin verilmez.
(2) İthalatçı veya maldan sorumlu yetkili temsilcisi, ülkeye giriş yapacak canlı
hayvan ve hayvansal ürünler ile ilgili Bakanlığa ön bildirimde bulunmak zorundadır.

13
Bakanlık bunların dışında kalan ürünler için de risk esasına göre ön bildirim
zorunluluğu getirebilir.
(3) Gümrük ve serbest bölge müdürlüklerince, Bakanlığın izni olmaksızın canlı
hayvan ve hayvansal ürünler ile bitki ve bitkisel ürünlerin ülkeye, serbest bölgelere
girişine veya buralarda herhangi bir işleme tâbi tutulmasına izin verilmez. Bakanlık
gümrük depolarına ve serbest bölgelere canlı hayvan ve ürünlerin girişi, çıkışı ve
depolanmasında insan, bitki ve hayvan sağlığının korunmasına yönelik ilave
tedbirler getirebilir. Hayvansal olmayan ürünlerle ilgili karantina tedbirlerine ilişkin
bilinen veya yeni ortaya çıkan riskli durumlarda, Bakanlığın bildirimi üzerine, ilgili
gümrük ve serbest bölge müdürlükleri bu malların ülkeye ve serbest bölgelere
girişine izin vermez. Bakanlık, ülkeye giriş yapacak canlı hayvan ve ürünlerle ilgili
insan, bitki ve hayvan sağlığı yönünden herhangi bir risk görmesi durumunda,
karantina, girişi veya piyasaya arzını engelleme gibi gerekli güvenlik önlemlerini
almaya ve yaptırımları uygulamaya yetkilidir.
(4) Bakanlık, bu Kanun kapsamında ülkeye giriş yapacak ve kontrole tâbi
tutulacak canlı hayvan ve ürünlerle ilgili bilgileri hazırlar ve Gümrük Müsteşarlığına
bildirir. Gümrük Müsteşarlığı, Türkiye Gümrük Bölgesine gelen ürünlere ilişkin
bilgileri Bakanlığa iletir ve her kurum kendi görev alanlarına giren konularda
eşgüdüm ve işbirliği hâlinde bu Kanun kapsamındaki canlı hayvan ve ürünlerin
ülkeye giriş ve çıkış işlemlerinin yapılmasını sağlar.
(5) Bakanlık, resmî kontrol sonucu ülkeye girişi uygun olmayan canlı hayvan,
ürün ve diğer maddeleri alıkoyar. Bunlara, sahibinin bilgisi dâhilinde, karantina
altına alma, geri gönderme, özel işleme tâbi tutma, esas kullanım amacı dışında başka
bir amaçla kullanılmasına izin verme veya itlaf ve imha önlemlerinden bir veya
birkaçını uygular veya uygulatır. Bu önlemler, insan, bitki ve hayvan sağlığı ile çevre
için doğrudan ya da dolaylı herhangi bir olumsuz etkiye sebep olmayacak şekilde
uygulanır. Bu iş ve işlemler için yapılacak tüm masraflar sahibi tarafından karşılanır.
İmha ve itlaf hâlinde Bakanlıkça herhangi bir tazminat ödenmez.
(6) Canlı hayvan ve ürünlerin ihracatında yapılan resmî kontrollerde, alıcı
ülkenin farklı bir talebinin olmaması hâlinde, bu Kanun hükümleri dikkate alınır.
Sağlık için tehlike oluşturanlar hariç, bu Kanun hükümlerine uygun olmayan
ürünler, alıcı ülkenin mevzuatına uygun olması ya da alıcı ülkeye ürünle ilgili
açıklamalar yapılması ve alıcı ülkenin kabul etmesi durumunda ihraç edilebilir.
İhracatçı, Bakanlığın alacağı her türlü tedbire uymakla yükümlüdür.
(7) Ülkemizin taraf olduğu ikili veya çok taraflı uluslararası anlaşmaların varlığı
hâlinde, ithalatta ve ihracatta söz konusu anlaşma hükümleri geçerli olur.
(8) İhraç edilen ancak çeşitli nedenlerle geri dönen canlı hayvan ve ürünler, geri
dönme sebebi de dikkate alınarak, geri dönen canlı hayvan ve ürünün, ihraç edilenle
aynı olduğuna ilişkin tespit yapıldıktan sonra, Bakanlıkça resmî kontrole tâbi tutulur.
Kontrol sonucu mevzuata uygun olan canlı hayvan ve ürünlerin girişine izin verilir.
Uygun olmayan canlı hayvan ve ürünler için aşağıdaki tedbirlerden biri uygulanır:
a) Yeniden ihraç edilir.
b) Karantina altına alınır.
c) Özel işleme tâbi tutulur.
ç) Esas kullanım amacı dışında başka bir kullanım amaçlı girişine izin verilir.
14
d) İtlaf ve imha edilir.
(9) Bakanlık, canlı hayvan, hayvansal ürünler ile bitki, bitkisel ürün ve ahşap
ambalaj malzemelerinin ülkeye giriş yapacağı sınır kontrol noktaları kurar. Takip ile
ilgili bilgi sistemini oluşturur ve işletir. Ülkeye girişi yapılacak diğer ürünler ile ilgili
gümrük giriş kapılarını Gümrük Müsteşarlığı ile birlikte belirler.
(10) Bakanlık, ihraç edilecek canlı hayvan ve ürünlerin gümrük çıkış kapılarını
Gümrük Müsteşarlığı ile birlikte belirler.
(11) Ev ve süs hayvanlarının ticarî olmayan hareketleri ile yolcu beraberi
ürünler ile ilgili hususlar Bakanlıkça belirlenir.
(12) Bu maddenin uygulanması ile ilgili usul ve esaslar Bakanlıkça çıkarılacak
yönetmelik ile belirlenir.” hükümleri düzenlenmiştir.
5996 sayılı Kanun’un 34. maddesine dayanılarak çıkarılan “Ülkeye Giriş Yapan
Canlı Hayvanlarda Yürütülecek Veteriner Kontrollerinin Düzenlenmesine Dair
Yönetmelik” 11 Aralık 2011 tarih 28145 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Bu
düzenlemeler kapsamında hazırlanan, Tarım ve Köyişleri Bakanlığının Denetimine
Tabi Ürünlerin İthalatına Dair Dış Ticarette Standardizasyon Tebliği ( 2012 yılı için
2012/5 sayılı Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının Kontrolüne Tabi Ürünlerin
İthalat Denetimi Tebliği) hükümlerine göre; Bakanlıkça uygunluk yazısının
düzenlenmesi, uygunluk yazısının düzenlenebilmesi için ise ithalattan önce Bakanlık
tarafından onaylanan Kontrol Belgesinin bulunması gerekmektedir. Bakanlık
tarafından besilik sığırların ithalatı ve Kontrol Belgesi düzenlenmesi işlemleri 16
Temmuz 2010 tarih ve 27643 sayılı Resim Gazetede yayımlanan 2010/31 sayılı
Kasaplık ve Besilik Sığır Cinsi Hayvanların İthalatında Kontrol Belgesi Alınabilmesi
İçin Aranacak Şartlar Hakkında Tebliği ve Genel Müdürlükçe yayınlanan Teknik ve
Sağlık Şartnamesi ( hayvanların yaş, cinsiyet, sağlık durumları gibi taşıması gereken
özellikleri belirten) uyarınca yapılması gerektiği; ithal edilen hayvanların ülkemize
getirilmeden önce, ihracatçı ülkede bakanlık tarafından görevlendirilen 2 resmi
veteriner hekimden oluşan heyet tarafından Teknik ve Sağlık Şartnamesine uygun
olarak seçilerek kulak küpe listesini de içeren seçim heyeti raporu hazırlanarak bu
raporun ülke girişinde ithalat kontrolleri kapsamında veteriner sağlık sertifikası ile
eşleştirilmesi ve girişte kontrollerinin yapılarak alındıkları karantina sonrasında yine
devam eden kontroller sonrasında da fiili ithalatın gerçekleşebileceği
anlaşılmaktadır.
Dava dosyası kapsamında yapılan incelemede; davacı Şekeroğlu Hayvancılık
Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti. ile davalılardan Ayvetsan Hayvancılık Gıda Sanayi ve
Ticaret Ltd.Şti. arasında imzalanan Uruguay İthal Besicilik Alım- Satım Sözleşmesi
uyarınca; Uruguay’dan Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından belirlenen teknik ve
sağlık şartları içeren Hereford ve Angus kültür ırkı ve bunların melezleri olan 12
aylıktan küçük ve ağırlığı 300 kg’ın altında besilik danaların alım satımı konusunda
anlaşmaya varıldığı; gerek sözleşmede gerekse atıf yapılan Canlı Besilik Sığır
İthalatı İçin Teknik ve Sağlık Şartnamesi ve ilgili tebliğlerde, ithal edilecek
hayvanların özellikleri, istenecek belgeler ve yapılacak kontrollerin ayrıntılı bir
şekilde düzenlendiği; Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, Koruma ve Kontrol Genel
Müdürlüğü tarafından düzenlenen kontrol belgesi ile ithal hayvanların alıcı firmaya
teslim edildiği; sözleşmede belirtilen zamanda ve özellikte hayvanların teslim
15
edilmemesi nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen maddi ve manevi zararların davalı
şirketler ve hayvanların ithali sırasında yapılması gereken kontrollerin yeterince ve
olması gerektiği ölçüde yapılmadığı gerekçesiyle davalı Bakanlık aleyhine açılan
davada, davalı Bakanlığın görev itirazının reddine karar verilmesi üzerine Danıştay
Başsavcılığınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşılmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 125. maddesinin ilk fıkrasında; "İdarenin
her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır." denilmek sureti ile idarenin
işlem ve eylemlerine karşı yargısal denetim yolu açılmış; aynı maddenin son
fıkrasında da “İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle
yükümlüdür” şeklindeki düzenleme ile idarenin işlem ve eylemlerinden doğan
sorumluluğuna vurgu yapılmıştır
Kamu hizmetinin, yöntemine ve hukuka uygun olarak yürütülüp
yürütülmediğinin; kamu yararına uygun şekilde işletilip işletilmediğinin; hizmet
kusuru ya da başka bir nedenle idarenin sorumluluğu bulunup bulunmadığının
yargısal denetiminin, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinde
“idari dava türleri” arasında sayılan “idari işlem ve eylemlerden dolayı zarara
uğrayanlar tarafından açılacak tam yargı davası” kapsamında, idari yargı yerlerince
yapılacağı açıktır.
Dava konusu olayda da, davacı şirketin yurt dışından canlı hayvan ithalinde
uğradığı maddi ve manevi zararın; davalılardan hakkında uyuşmazlık çıkarılan
davalı Bakanlık tarafından yerine getirilmesi gereken, canlı hayvan ve ürünlerin
ülkeye giriş işlemlerini, bu konulara ilişkin resmî kontrolleri ve yaptırımlarına
yönelik gerekli denetim ve gözetim yükümlülüklerinin ihmali neticesinde meydana
geldiği iddia edildiğine göre, dava konusu olayda 5996 sayılı Kanun gereğince
Bakanlığın gerekli denetim ve gözetim yükümlülüğünü gereği gibi yerine getirip
getirmediği hususunun incelenmesi ve buna ilişkin tespitler dikkate alınarak
değerlendirilmesini gerektirdiği, bu nedenle davacı şirketin zararının tazminine
yönelik davanın 2577 sayılı Kanun’un 2/1-b maddesi çerçevesinde idari yargı
yerinde görülmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile davalı
Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı vekilinin görev itirazının, Ankara Asliye 4.
Ticaret Mahkemesinin 12.04.2013 gün ve E:2011/681 sayılı reddine ilişkin kararın
kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,


bu nedenle Danıştay Başsavcısının BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, davalı Gıda
Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı vekilinin görev itirazının, Ankara Asliye 4. Ticaret
Mahkemesinin 12.04.2013 gün ve E:2011/681 sayılı reddine ilişkin KARARIN
KALDIRILMASINA, 30.11.2015 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK
karar verildi.

Başkan Üye Üye Üye


Serdar Ali Yusuf Ziyaattin Alaittin Ali
ÖZGÜLDÜR ÇOLAK CENİK ÖĞÜŞ

16
Üye Üye Üye
Süleyman Hilmi Mehmet Yüksel
AYDIN AKBULUT DOĞAN

3. KARAR (m.17, m.27)

Hukuk Bölümü 2012/20 E. , 2012/31 K.

• 2247 SAYILI YASA’NIN 17. MADDESINDE ÖNGÖRÜLEN YÖNTEME


UYMAYAN BAŞVURUNUN, AYNI YASA’NIN 27. MADDESI
UYARINCA REDDİ GEREKTIĞI HK.

o UYUŞMAZLIK MAHKEMESİNİN KURULUŞ VE İŞLEYİŞİ


HAKKINDA KANUN (2247) Madde 10
o KABAHATLER KANUNU (5326) Madde 28
o MADEN KANUNU (3213) Madde 12
o UYUŞMAZLIK MAHKEMESİNİN KURULUŞ VE İŞLEYİŞİ
HAKKINDA KANUN (2247) Madde 27
o UYUŞMAZLIK MAHKEMESİNİN KURULUŞ VE İŞLEYİŞİ
HAKKINDA KANUN (2247) Madde 17

"İçtihat Metni"Adalet Bakanlığı Bilgi İşlem Dairesi Başkanlığınca hazırlanmıştır. İzinsiz


olarak kopyalanması ve dağıtılması hukuki sorumluluk gerektirir.

Davacı : E.Y. Turizm İnş. Teks. Mad. Gıda. Mad. San. Tic. Ltd. Şti.

Vekili : Av. A.B.

Davalı : Balıkesir İl Özel İdare Müdürlüğü

Vekilleri : Av. E.Ç. (K.), H.E., T.S.

O L A Y : 1) Balıkesir İl Özel İdare Müdürlüğü tarafından, 14.09.2009 tarih,


8153 sayılı idari yaptırım kararı ile; 05.11.2008 tarihli inceleme tutanağına istinaden ve
Valilik oluruyla; 3213 sayılı Kanun’un 12. maddesi ve 1 (a) grubu Madenler Uygulama
Yönetmeliğinin 19. maddesi gereğince davacı şirkete 23,446,50 TL idari para cezası
verilmiştir.

17
2) Davacı vekili, Balıkesir İl Özel İdare Müdürlüğü tarafından verilen 14.09.2009 tarih ve
8153 sayılı idari para cezasının iptali istemiyle 1.10.2009 tarihinde adli yargı yerinde
itirazda bulunmuştur.

SUSURLUK SULH CEZA MAHKEMESİ: 15.01.2010 gün ve D. İş No: 2009/305 sayı ile;
itiraz edenin dilekçe ve ekleri ile yaptırım kararı, yaptırım kararını uygulayan kurumun
dosyaya ibraz ettiği belgeler ve tüm dosya kapsamının incelenmesi sonucunda itirazın
yerinde olmadığı sonucuna varıldığı; itiraza konu idari yaptırım kararının yetkili Balıkesir
İl Özel İdare Müdürlüğü tarafından Valilik oluru ile düzenlendiği; idari yaptırım kararında
kabahat oluşturan çerçeve kanuni hükme dayanıldığı, 3213 SY'nın 12. maddesi ve 1 (a)
grubu Madenler Uygulama Yönetmeliğinin 19. maddesinin kabahatin ve idari para
cezasının dayanağı olarak gösterildiği, sadece yönetmelik hükümlerine dayanılmadığının
anlaşıldığı; Kabahat konusu eylem, kabahatin işlendiği yer, kabahatin açık kimlik ve adres
bilgilerinin idari yaptırım kararında belirtildiği, kabahati ispata yarar deliller olarak
05.11.2008 tarihli inceleme tutanağı ve krokinin kararda belirtildiği; ayrıca idari yaptırım
kararına ilişkin itiraz merciinin, itiraz süresinin açık olarak gösterildiği, kararın usulüne
uygun olarak tebliğ edildiğinin anlaşıldığı; bu halde itiraz dilekçesinde ileri sürülen usuli
eksiklikleri taşımadığı, 5326 Sayılı Yasa uyarınca usulüne uygun olarak düzenlendiğinin
anlaşıldığı; ayrıca gelen cevabi yazı ve ekleri incelendiğinde; itiraz eden şirketin işlettiği
ruhsatlı ocak sahası dışında kalan yerden kum-çakıl malzemesi aldığı ve 3213 Sayılı
Yasa'nın 12. maddesi ve 1 (a) grubu Madenler Uygulama Yönetmeliği’nin 19. maddesi
uyarınca atılı kabahati işlediği, idari yaptırım kararının ilgili yasa ve yönetmelik uyarınca
esasa uygun olarak düzenlendiğinin anlaşıldığı; idari yaptırım kararının usul ve yasaya
uygun olduğu, itirazın haksız olduğunun anlaşıldığı gerekçesiyle, 5326 Sayılı Yasa'nın
28/8-a maddesi uyarınca itirazının reddine karar vermiştir.

3)Davacı vekili bu defa; dava konusunun, ödeme emrinin iptali talebi olduğunu
belirterek; ödeme emrine konu idari para cezasına Susurluk Sulh Ceza Mahkemesinin
2009/84 D.İş sayılı kesinleşen kararıyla itiraz edildiğini ve İdari Para Cezasının iptaline
karar verildiğini; daha sonra yine aynı tutanağa dayalı olarak tekrar 14.09.2009 tarih-
8153 sayılı idari para cezası tahakkuk ettirilerek tebliğ edildiğini; Susurluk Sulh Ceza
Mahkemesinin 2009/305 D.iş sayılı dosyasıyla itiraz edildiğini ve davanın halen derdest
olduğunu; işbu yazıda Sulh Ceza Mahkemesine itiraz edilebileceği, aksi takdirde
kesinleşerek 6183 Sayılı Yasa gereğince işlem yapılacağı bildirilmiş olmasına rağmen;
kesinleşmeyen idari para cezasının cebren tahsili işleminin başlatılmasının yasaya aykırı
olduğunu; işbu dosyanın bekletici mesele yapılmasının gerektiğini, aynı konuda idare
tarafından mükerrer olarak İdari Para Cezası tahakkuk ettirilmekte olup, iptalinin
gerektiğini; ayrıca ödeme emrinde Dava Açma Süresi ve Merciinin belirtilmediğini, şeklen
de iptalinin gerektiğini ifade ederek, sonuç itibariyle; Balıkesir İl Özel İdare
Müdürlüğünün 04.11.2009 tarih, 8779 sayı, 8153 D.Nolu ve 23.446,50TL miktarlı ödeme
emrinin iptaline karar verilmesi istemiyle 19.11.2009 tarihinde idari yargı yerinde dava
açmıştır.

Davalı İdare vekili, 18.12.2009 ve 04.01.2010 günlü dilekçeler ile, görev ve


derdestlik itirazında bulunmuştur.

BALIKESİR İDARE MAHKEMESİ; 28.12.2010 gün ve E: 2009/1335 sayı ile, 2247


sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun 10. maddesi
hükmüne yer verdikten sonra; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2.
Maddesinin (a) bendinde idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat
yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal
edilenler tarafından açılan iptal davalarının, idari dava türleri arasında sayıldığı; 576 sayılı
Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluşu ve
Görevleri Hakkında Kanun'un 5. Maddesinin (a) bendinde ise, Vergi Mahkemelerinin
görevine giren davalarla ilk derece Danıştay' da çözümlenecek olanlar dışındaki iptal ve
tam yargı davalarını çözümlemenin idare mahkemelerinin görevleri arasında
sayıldığı; olayda, idari para cezasının tahsili amacıyla düzenlenen ödeme emrinin

18
idarenin üstün kamu gücüne dayalı ve tek taraflı irade beyanı ile tesis edilmiş olduğu
dikkate alındığında, söz konusu işlemin iptali istemiyle açılan davanın görüm ve
çözümünde idari yargının görevli olduğu ve görev itirazının yerinde görülmediği
gerekçesiyle; davalı idarenin görev itirazının reddine, davaya bakmakla Mahkemelerinin
görevli olduğuna, kararın taraflara tebliğine, davalı idarenin kararın tebliğinden itibaren
15 gün içerisinde uyuşmazlık çıkarılmasını istemek üzere yetkili makama başvurmakta
serbest bulunduğunun bildirilmesine, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesi'nin Kuruluş ve
İşleyişi Hakkında Kanun’un 10. ve 12. maddeleri uyarınca kararın taraflara tebliğine karar
vermiştir.

4) Davalı İdare vekili; Uyuşmazlık Mahkemesine Sunulmak üzere Balıkesir İdare


Mahkemesi Başkanlığı’na verdiği 12.1.2011 tarihli dilekçe ile, davanın konusunun,
Susurluk Sulh Ceza Mahkemesinin Görevlilik Kararından sonra Mahkemelerince verilen
Görevlilik Kararıyla ortaya çıkanolumlu görev uyuşmazlığının giderilmesi istemi olarak
gösterildiği; davacı Şirket vekili tarafından İdareleri aleyhine açılan davada, Susurluk
Sulh Ceza Mahkemesinin 2009/305 D.İş sayılı dosyası ile görevlilik kararı verilmiş ve esas
yönünden yapılan inceleme neticesinde davacı şirket lehine red kararı şeklinde hüküm
kurulmuş olduğunu; yine davacı Şirket vekili tarafından İdareleri aleyhine açılan davada
Mahkemeleri tarafından 28.12.2010 tarih ve 2009/1335 E. sayılı kararıyla görevliliğe
hükmedilmiş olduğu; Susurluk Sulh Ceza Mahkemesi ve Balıkesir İdare Mahkemesi
Başkanlığı tarafından verilen görevlilik kararları nedeni ile ortaya çıkan olumlu görev
uyuşmazlığının giderilmesini talep etme zaruretinin doğduğunu ifade ederek, sonuç
itibariyle; ortaya çıkan görev uyuşmazlığın giderilmesi için dosyanın Uyuşmazlık
Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesini talep etmiştir.

5) Balıkesir İdare Mahkemesi 01.03.2011 tarih ve E:2009/1335 sayılı yazı ekinde


dosyayı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na göndermiş ise de; anılan Makamın
20.9.2011 tarih ve 2011/255228 sayılı yazısı ekinde dava dosyası Mahkememize
gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın


Başkanlığında, Üyeler: Mustafa AYSAL, Eyüp Sabri BAYDAR, Sıddık YILDIZ, Nurdane
TOPUZ, Sedat ÇELENLİOĞLU ve Ayhan AKARSU’nun katılımlarıyla yapılan 06.02.2012
günlü toplantısında; Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in 2247 sayılı Yasa’da öngörülen
koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet
BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın başvurunun reddi gerektiğine ilişkin
sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun'un “Olumlu


görev uyuşmazlığı ve uygulanacak usul” başlıklı 17. maddesinde " Olumlu görev
uyuşmazlığı; adli, idari ve askeri yargıya bağlı ayrı iki yargı merciine açılan ve tarafları,
konusu ve sebebi aynı olan davalarda bu yargı mercilerinin her ikisinin kendilerini görevli
sayan kararlar vermiş olmaları, görev kararlarına karşı itiraz yolunun açık olduğu ceza
davalarında bu kararların kesinleşmiş bulunması durumunda meydana gelir.

(Değişik fıkra: 23/07/2008-5791 S.K./7mad) Olumlu görev uyuşmazlığının giderilmesini


isteyen taraflardan birinin, ceza davalarında ise ayrıca ilgili makamların, taraf sayısından
iki fazla düzenleyeceği dilekçe ile başvurduğu yargı mercii;

a) Dilekçelerden birini ve varsa eklerini yazı ile diğer yargı merciine derhal iletir ve dava
dosyasının kendisine gönderilmesini ister.

b) Diğer dilekçeler ve varsa eklerini, yedi gün içinde cevabını bildirmesi için karşı tarafa
ve ilgili makamlara tebliğ eder. Tebligat yapılan taraf veya ilgili makam, süresi içinde bu
yargı merciine cevabını bildirmezse, cevap vermekten vazgeçmiş sayılır.

19
c) Dilekçeyi, alınan cevapları ve varsa ekleri ile dava dosyalarını, Uyuşmazlık
Mahkemesine gönderir ve görevli yargı merciinin belirlenmesini ister.

(Üçüncü fıkra Mülga: 21/01/1982 - 2592/9 md.)

(Ek fıkra: 23/07/2008-5791 S.K./7.mad) Bu takdirde her iki yargı mercii de, 18 inci
maddede öngörüldüğü şekilde davanın görülmesini geri bırakır." hükmüne yer verilmiştir.

Anılan maddeye göre, olumlu görev uyuşmazlığı, tarafları, sebebi ve konusu aynı
olan davada, adli, idari ve askeri yargı mercilerinin aynı anda kendilerini görevli görmeleri
ve davanın esasına bakmak istemeleri halinde doğmakta olup; taraflardan birinin istemde
bulunması üzerine, Uyuşmazlık Mahkemesi'nce görevli yargı yeri belirlenmek suretiyle
yargı mercilerinin birbirlerinin görev alanlarına müdahalelerinin önlenmesi
sağlanmaktadır.

Ancak, Uyuşmazlık Mahkemesi'nce görev konusunun incelenebilmesi için,


ilgililerin zamanında görev itirazında bulunmaları ve mahkemelerce görevlilik kararı
verilmesi ya da görev itirazının zımnen reddedilerek işin esası ile ilgili usuli işlemlere
geçilmesi üzerine derhal, uyuşmazlığın giderilmesi isteğiyle başvuruda bulunmaları;
başka bir ifadeyle, davanın esası hakkında karar verilmemiş olması gerekmektedir.

Olayda, Balıkesir İdare Mahkemesi'nce, ödeme emrine ilişkin verilmiş bir


görevlilik kararı bulunmasına karşılık, Susurluk Sulh Ceza Mahkemesi'nin kararı para
cezasına ilişkin ve işin esası hakkında olup, ortada olumlu görev uyuşmazlığı doğuran
farklı yargı mercilerince aynı konuda verilmiş göreve ilişkin iki ayrı karar
bulunmamaktadır.

Belirtilen durum karşısında, 2247 sayılı Yasa'nın 17. maddesinde öngörülen


yönteme uymayan başvurunun, aynı Yasa'nın 27. maddesinde yer alan "Uyuşmazlık
Mahkemesi, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce
şekil ve süre açısından inceler; yöntemine uymayan ve süresi içinde ileri sürülmemiş
istemleri reddeder." kuralı uyarınca reddi gerekmiştir.

S O N U Ç : 2247 sayılı Yasa’nın 17. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan


BAŞVURUNUN, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 06.02.2012 gününde
OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

4. KARAR (m.17, m.27)

Hukuk Bölümü 2001/50 E., 2001/62 K.

• ATIKSU BEDELİNİN İPTALİ


• OLUMLU GÖREV UYUŞMAZLIĞI
• UYUŞMAZLIK MAHKEMESİ
• 2247 S. UYUŞMAZLIK MAHKEMESİNİN KURULUŞ VE İŞLEYİŞİ HAK... [
Madde 17 ]
• 2247 S. UYUŞMAZLIK MAHKEMESİNİN KURULUŞ VE İŞLEYİŞİ HAK... [
Madde 27 ]

20
"İçtihat Metni"

OLAY : 1) Belediye teknik ekibinin Çay İşletmelerine bağlı Cumhuriyet ve Gündoğdu


Fabrikalarında kaynak suyu kullanıldığı yolundaki tespiti üzerine Gündoğdu Belediye
Başkanlığınca, 24.11.2000 gün ve 225 sayılı yazı ile, Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü
adına 1.1.1998 - 31.10.2000 döneminde tespit edilen kaynak suyu kullanımından dolayı
toplam 203,264,977,450.- TL. atıksu ücreti tahakkuk ettirildiği bildirilmiştir.

2) Çay İşletmeleri vekilince, Kurum adına tahakkuk ettirilen atıksu bedelinin iptali
istemiyle, 27.11.2000 gününde idari yargı yerinde dava açılmıştır. TRABZON VERGİ
MAHKEMESİ; 30.3.2001 gün ve E: 2000/497, K: 2001/105 sayı ile, davanın kabulüne ve
atıksu istenilmesine ilişkin işlemin iptaline karar vermiştir.

3) İdari yargı yerinde açılan dava derdest iken, Gündoğdu Belediye Başkanlığı tarafından,
RİZE İCRA DAİRESİ'nin E: 2001/2 sayılı dosyasında, Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü
aleyhine 203,264,977,450.- TL. tutarındaki atıksu ücreti alacağının 24.12.2000 tarihinden
itibaren yasal faiziyle birlikte tahsili için, 4.1.2001 gününde ilamsız takip başlatılmış; bu
hususta düzenlenen ödeme emri 8.1.2001 gününde Çay İşletmelerine tebliğ edilmiştir.
Çay İşletmeleri vekilince 10.1.2001 gününde yapılan itiraz üzerine, takip durmuştur.

4) Gündoğdu Belediye Başkanlığınca, borçlu İşletmenin itirazının iptali ile takibin


devamına ve borçlunun %40'tan aşağı olmamak üzere icra inkar tazminatına
mahkumiyetine karar verilmesi istemiyle, 15.1.2001 gününde adli yargı yerinde dava
açılmıştır.

Çay İşletmeleri vekilince, 24.1.2001 günlü birinci savunma dilekçesinde, görev ve


derdestlik itirazında bulunmuş; 16.4.2001 günlü dilekçe ekinde ise, Trabzon Vergi
Mahkemesi'nin iptal kararı örneği Mahkeme'ye sunulmuştur. RİZE 1. ASLİYE HUKUK
MAHKEMESİ; 19.4.2001 gün ve E: 2001/37 sayı ile, tarafların kamu kuruluşu olması
yönünden 3533 sayılı Yasa hükümlerine tabi olduğundan bahisle, davanın Hakem Sıfatıyla
yürütülmesine karar vermiştir.

5) Çay İşletmeleri vekili, tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada adli ve idari yargı
yerleri arasında doğduğunu öne sürdüğü olumlu görev uyuşmazlığının giderilmesi ve Rize
1. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin görevsizliğine karar verilmesi istemiyle, 25.4.2001 günlü
dilekçe ile Uyuşmazlık Mahkemesi'ne başvuruda bulunmuştur.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü'nün, Ali HÜNER'in


Başkanlığında, Üyeler: Dr. Mustafa KILIÇOĞLU, Ümran SAYIŞ, Bekir AKSOYLU, Ayla
ALKIVILCIM, Dr. Serdar ÖZGÜLDÜR ve Hıfzı ÇUBUKLU'nun katılımlarıyla yapılan 9.7.2001
günlü toplantısında, Raportör-Hakim İsa YEĞENOĞLU' nun 2247 sayılı Yasada öngörülen
yönteme uymayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mustafa
EKİNCİ ile Danıştay Savcısı Emin Celalettin ÖZKAN'ın başvurunun reddi gerektiğine ilişkin
yazılı açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

USULE İLİŞKİN İNCELEME:

2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun'un 17.


maddesinde "Olumlu görev uyuşmazlığı; adli, idari ve askeri yargıya bağlı ayrı iki yargı
merciine açılan ve tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davalarda bu yargı mercilerinin
her ikisinin kendilerini görevli sayan kararlar vermiş olmaları, görev kararlarına karşı
itiraz yolunun açık olduğu ceza davalarında bu kararların kesinleşmiş bulunması
durumunda meydana gelir. Olumlu görev uyuşmazlığının çözülmesinde olumsuz görev
uyuşmazlıklarına ilişkin usul kuralları uygulanır." hükümlerine yer verilmiştir. Anılan
maddeye göre, olumlu görev uyuşmazlığı, tarafları, sebebi ve konusu aynı olan davada,
adli, idari ve askeri yargı mercilerinin aynı anda kendilerini görevli görmeleri ve davanın

21
esasına bakmak istemeleri halinde doğmakta olup; taraflardan birinin istemde bulunması
üzerine, Uyuşmazlık Mahkemesi'nce görevli yargı yeri belirlenmek suretiyle yargı
mercilerinin birbirlerinin görev alanlarına müdahalelerinin önlenmesi sağlanmaktadır.

Ancak, Uyuşmazlık Mahkemesi'nce görev konusunun incelenebilmesi için, ilgililerin


zamanında görev itirazında bulunmaları ve mahkemelerce görevlilik kararı verilmesi ya da
görev itirazının zımnen reddedilerek işin esası ile ilgili usuli işlemlere geçilmesi üzerine
derhal, uyuşmazlığın giderilmesi isteğiyle başvuruda bulunmaları; başka bir ifadeyle,
davanın esası hakkında karar verilmemiş olması gerekmektedir.

Olayda, Rize 1. Asliye Hukuk Mahkemesi'nce verilmiş bir görevlilik kararı bulunmasına
karşılık, Trabzon Vergi Mahkemesi'nin kararı işin esası hakkında olup, ortada olumlu
görev uyuşmazlığı doğuran farklı yargı mercilerince verilmiş göreve ilişkin iki ayrı karar
bulunmamaktadır.

Belirtilen durum karşısında, 2247 sayılı Yasa'nın 17. maddesinde öngörülen yönteme
uymayan başvurunun, aynı Yasa'nın 27. maddesinde yer alan "Uyuşmazlık Mahkemesi,
uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre
açısından inceler; yöntemine uymayan ve süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri
reddeder." kuralı uyarınca reddi gerekmektedir.

SONUÇ : 2247 sayılı Yasa'nın 17. maddesinde öngörülen yönteme uymayan


BAŞVURUNUN, aynı Yasa'nın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 9.7.2001 gününde KESİN
OLARAK OYBİRLİĞİ İLE karar verildi.

5. KARAR (m.14)

T.C.
UYUŞMAZLIK MAHKEMESİ ÖZET: Davacının mülkiyetinde bulunan
HUKUK BÖLÜMÜ taşınmaz üzerine davalı idarece 6183 sayılı
ESAS NO : 2015 / 780 Kanun uyarınca konulan haczin istihkak iddiası
KARAR NO : 2015 / 795 ile kaldırılması istemine ilişkin davanın, ADLİ
KARAR TR : 30.11.2015 YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : V.K.
Vekili : Av. H.D.
Davalı : Erdemli Vergi Dairesi Müdürlüğü
Vekilleri : Av. G.E. & Av. H.M.B. (Adli Yargıda)

OLAY : Davacı vekili, dava dilekçesinde özetle; Mersin ili, Erdemli


ilçesi, Tömük Kasabası, Güney mevkiinde kain, 46 ada 4 parsel sayılı taşınmazda
davacının 28/112 hissesi mevcut iken taşınmazdaki hissedarlardan birisinin hissesine
Vergi Dairesi Müdürlüğünün 05.05.2014 tarih ve 7642 sayılı haciz yazısına istinaden
07.05.2014 tarih ve 9006 yevmiye ile haciz konulduğunu, Vergi Dairesinin
haczinden önce davacı lehine konulmuş olan 17.10.1989 tarih ve 3015 nolu taşınmaz
satış vaadi sözleşmesine istinaden Erdemli 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2010/168

22
E.2012/366 K. sayılı dosyası ile borçlu hissesinin iptali ile davacı adına tesciline
karar verildiğini, mahkemece verilen kararın tapuda infaz ettirildiğini, taşınmaza
konulan haciz işleminin davacının satış vaadi sözleşmesini tapuya şerh
ettirilmesinden sonra olduğunu belirterek; Erdemli Vergi Dairesi Müdürlüğünün
05.05.2014 tarih ve 7642 sayılı haciz yazısına istinaden 07.05.2014 tarih ve 9006
yevmiye ile konulan hacizlerin kaldırılması istemiyle adli yargıda dava açmıştır.
ERDEMLİ İCRA HUKUK MAHKEMESİ:04.12.2014 gün ve E:2014/71
K:2014/188 sayılı kararında; “… icra müdürlüklerinde yapılmış bir takip
bulunmadığı, iptali istenilen işlemin Erdemli Vergi Dairesinin işlemi olduğu, bu
nedenle dava konusunun idari yargı mahkemelerinin görev alanında kaldığı (12 HD.
20.11.2012 T. 2012/16795 E. 2012/33823) anlaşılmakla …” şeklinde gerekçe ile,
davacının davasının idari yargı görevli olması nedeniyle usulden reddine karar
vermiş ve verilen karar davacı vekilince temyiz edilmiştir.
YARGITAY 12. HUKUK DAİRESİ:20.03.2015 gün ve E:2015/6070
K:2015/6666 sayılı kararı ile tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına,
dayandıkları belgelere, temyiz olunan kararda yazılı gerekçelere göre yerinde
bulunmayan temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun mahkeme kararının
İİK. 366. ve HUMK 438. maddeleri uyarınca onanmasına karar vermiş ve görevsizlik
kararı kesinleşmiştir.
Davacı vekili bu kez, aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.
MERSİN 1. VERGİ MAHKEMESİ:23.06.2015 gün ve E:2015/688 K:2015/1000 sayılı
kararında; “…2576 sayılı yasanın 6. maddesinde "Vergi Mahkemeleri;
a) Genel bütçeye, il özel idareleri, belediye ve köylere ait, vergi, resim ve harçlar ile
benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezaları ile tarifelere ilişkin davaları,
b) (a)bendindeki konularda 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkındaki
Kanunun uygulamasına ilişkin davaları,
c) Diğer kanunla verilen işleri,
çözümler" hükmü yer almaktadır.
Aynı yasanın 5. maddesinin 1. fıkrasında da İdare Mahkemelerinin, Vergi
Mahkemelerinin görevine giren davalar ile Danıştay da çözümlenecek olanlar dışındaki iptal
davaları ile tam yargı davalarını, tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden
doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinin birinin yürütülmesi için yapılan idari
sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar ve kanunlarla
verilen diğer işleri çözümleyeceği hükme bağlanmıştır.
Dava dilekçesi ve eklerinin incelenmesinden, dava konusu işlemin 6183 sayılı Yasaya
göre tesis edilen haciz işleminin unsurlarında aykırılıklar bulunduğu iddiasıyla değil, malik
sıfatına dayanılarak açılmıştır. Uyuşmazlıkta hacze konu borç Ünal Akırdağ'a, alacak ise tahsil
dairesi olan Erdemli Vergi Dairesi Müdürlüğüne ait olduğundan, davacı üçüncü kişi
durumundadır.
Taşınmaz mülkiyetinin intikal şekli ve zamanı ile, önceki malikin borcu nedeniyle tapu
kaydına konulmuş olan haciz şerhinin, taşınmazın yeni maliki davacıya olan etkisinin ve bu
haczin kaldırılması hususunun değerlendirilmesi, taşınmaz mülkiyeti ile ilgili uyuşmazlıkları
çözümlemekle görevli adli yargı mahkemelerinin görev alanına girmektedir.
Nitekim Mahkememizin E.2011/773 sayılı dava dosyasında verilen 29.09.2011 gün ve
K.2011/3416 sayılı görev ret kararı neticesinde verilen Uyuşmazlık Mahkemesi'nin 05.05.2014
tarih ve E.2014/552, K.2014/585 sayılı kararı da bu doğrultudadır…” şeklindeki gerekçe ile
davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının 15/1-a maddesi uyarınca görev yönünden
reddine karar vermiş, verilen bu karar kesinleşmiştir.

23
Davacı vekili idari ve adli yargı yerlerince verilmiş olan görevsizlik kararları
nedeniyle oluştuğunu ileri sürdüğü olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesi
istemiyle başvuruda bulunmuştur.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında,
Üyeler: Ali ÇOLAK, Yusuf Ziyaattin CENİK, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Süleyman Hilmi AYDIN,
Mehmet AKBULUT ve Yüksel DOĞAN’ın katılımlarıyla yapılan 30.11.2015 günlü
toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan
incelemeye göre; adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa'nın 14. maddesinde
öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari ve adli yargı dosyalarının 15.
maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacının istemi üzerine son görevsizlik kararını
veren mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderildiği ve usule ilişkin işlemlerde herhangi
bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasın incelenmesine oy
birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Filiz BUDAK’ın, davanın
çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı
Uğurtan ALTUN ile Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın davada adli yargının görevli
olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP
DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacının mülkiyetinde olan Mersin İli, Erdemli İlçesi, Tömük Kasabası, Güney
mevkiinde kain 46 ada 4 parsel sayılı taşınmaz üzerine davalı idarece 6183 sayılı Kanun
uyarınca konulan haczin istihkak iddiası ile kaldırılması istemine ilişkindir.
Dosyalar kapsamında yapılan incelemede; Mersin İli, Erdemli İlçesi, Tömük Kasabası,
Güney mevkiinde kain 46 ada 4 parsel sayılı taşınmazın 28/112 oranda hissedar olduğu,
taşınmazın kalan hisselerinin tapu maliklerinden 25.09.1989 tarih ve 16165 yevmiye sayılı satış
vaadi sözleşmesi ile satın aldığı; satış vaadi sözleşmesinin 17.10.1989 tarih 3015 yevmiye nolu
işlemle tapuya şerh edildiği; davacının satış vaadi sözleşmesine dayanarak açtığı dava sonunda
Erdemli 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 17.07.2012 gün ve E:2010/168 K:2012/366 sayılı
kararı ile 46 ada 4 parsel hakkında açılan davanın kabulü ile davalılar adına kayıtlı hisselerin
iptali ile davacı adına tesciline karar verildiği; kararın kesinleşmesi sonucu dava konusu
taşınmazın tamamının 21.05.2014 tarihinde davacı adına tescil edildiği; ancak önceki tapu
maliklerinden Ünal Akırdağ’ın vergi borcundan dolayı taşınmaz üzerine davalı haciz alacaklısı
Erdemli Vergi Dairesi Müdürlüğünün 06.05.2014 gün ve 7642 sayılı yazıları gereği 07.05.2014
gün ve 9006 yevmiye sayılı haciz şerhi konulduğu; davacının haczi tapu iptal ve tescil kararının
infazı aşamasında öğrendiği ve bu konuda dava açabilmek için akit tablosuna “dava hakkı saklı
tutarak” taşınmazı hacizli olarak adına tescil ettirdiği; taşınmaz üzerine konulan bu haczin usul
ve yasaya aykırı olduğu gerekçesiyle dava açıldığı anlaşılmaktadır.
6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkında Kanun’un 1.maddesinde;
“Devlete, vilayet hususi idarelerine ve belediyelere ait vergi, resim, harç, ceza tahkik ve
takiplerine ait muhakeme masrafı, vergi cezası, para cezası gibi asli, gecikme zammı, faiz gibi
fer'i amme alacakları ve aynı idarelerin akitten, haksız fiil ve haksız iktisaptan doğanlar dışında
kalan ve amme hizmetleri tatbikatından mütevellit olan diğer alacakları ile; bunların takip
masrafları hakkında bu kanun hükümleri tatbik olunur.” hükmü yer almakta olup,
“Haciz” başlıklı 62.maddesinde; “Borçlunun, mal bildiriminde gösterilen veya tahsil
dairesince tesbit edilen borçlu veya üçüncü şahıslar elindeki menkul malları ile
gayrimenkullerinden, alacak ve haklarından amme alacağına yetecek miktarı tahsil dairesince
haczolunur.

24
(Ek fıkra: 16/7/2004-5228/12 md.) Maliye Bakanlığı amme alacaklarının takibinde
haczolunacak malların tespiti amacıyla yapılacak mal varlığı araştırmasının şekli, alanı ve
kapsamı ile araştırma yapılacak amme alacaklarının türü ve tutarını belirlemeye yetkilidir. Bu
yetki alacaklı amme idaresi itibarıyla da kullanılabilir.
Borçlu tarafından başkasının olduğu beyan veya üçüncü şahıs tarafından ihtiyaten haciz
veya istihkak iddia edilmiş bulunan malların haczi en sonraya bırakılır.
Ancak haczolunan gayrimenkul artırmaya çıkarılmadan, borçlu, borcun itfasına yetecek
menkul mal veya vadesi gelmiş sağlam alacak gösterirse gayrimenkul üzerinde haciz baki
kalmak üzere gösterilen menkul veya alacak da haczolunur.
Şu kadar ki, bu suretle mahcuz kalan gayrimenkulün idare ve işletmesine ve hasılat ve
menfaatlerine tahsil dairesi müdahale etmez.
Tahsil dairesi alacaklı amme idaresi ile borçlunun menfaatlerini mümkün olduğu kadar
telif etmekle mükelleftir.”
“Borçlu elinde haczedilen mallara karşı istihkak iddiaları” başlıklı 66. maddesinde;
“Borçlu, elinde bulunan bir malı üçüncü şahsın mülkü veya rehni olarak gösterdiği yahut
üçüncü bir şahıs tarafından o mal üzerinde mülkiyet veya rehin hakkı iddia edildiği takdirde,
haczi yapan memur bunu haciz zaptına geçirir. Keyfiyet, iddia borçlu tarafından yapılmışsa
üçüncü şahsa, üçüncü şahıs tarafından yapılmışsa borçluya bildirilir.
Tahsil dairesi, haciz zaptını aldığı tarihten itibaren 7 gün içinde iddiayı reddetmediği
takdirde istihkak iddiasını kabul etmiş sayılır. Üçüncü şahıs, tebliğ tarihinden itibaren 7 gün
içinde itiraz etmediği takdirde istihkak iddiası dinlenmez.
İstihkak iddiası tahsil dairesince kabul edilmez veya borçlu tarafından istihkak iddiasına
itiraz edilirse, 7 gün içinde mahkemeye müracaat etmesi lüzumu tahsil dairesince üçüncü şahsa
bildirilir. Müddetinde dava açılmadığı takdirde istihkak iddiasından vazgeçilmiş sayılır.
“İstihkak iddiaları ile ilgili diğer hükümler” başlıklı 68. Maddesinde; İstihkak davalarına
bakmaya haczi yapan tahsil dairesinin bulunduğu mahal mahkemesi salahiyetlidir. İstihkak
davaları diğer işlere takdimen görülür.”
“Gayrimenkul Malların, Gemilerin Haczi” başlıklı 88.maddesinde; ‘’ Her türlü
gayrimenkul malların, gemilerin haczi sicillerine işlenmek üzere haciz keyfiyetinin tapuya veya
gemi sicillerinin tutulduğu daireye tebliğ edilmesi suretiyle yapılır. Tahsil dairelerince
düzenlenen haciz bildirileri, alacaklı tahsil dairelerince ya da alacaklı amme idaresi vasıtasıyla,
posta yerine elektronik ortamda tebliğ edilebilir ve bu tebligatlara elektronik ortamda cevap
verilebilir. Elektronik ortamda yapılacak tebliğe ve cevapların elektronik ortamda
verilebilmesine ilişkin usul ve esasları belirlemeye Maliye Bakanlığı yetkilidir.
Gayrimenkul haczi, bunların hasılat ve menfaatlerine de şamildir. Ancak borçlunun
başkaca bir geliri yoksa kendisinin ve ailesinin geçimleri için kafi miktarda mahsulden veya
satıldıkça bedelinden münasip miktarı borçluya bırakılır.
Alacaklı tahsil dairesi, haczedilen gayrimenkul ve gemilerin idaresi ve işletilmesi,
menfaat ve hasılatın toplanması için gereken tedbirleri alır.” hükümleri yer almaktadır.
Uyuşmazlığa konu olay, davacının taşınmazın haciz konulan hisseyi edinmesinden
sonra ve tescil aşamasında, dava konusu taşımazın önceki hissedarlarından Ünal Akırdağ’ın
vergi borcu nedeniyle hissesine konulan haczin kaldırılmasına ilişkindir.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “Şerhler” başlığı altında yer alan 1010.
maddesinde tapu kütüğüne şerh verilebilen tasarruf yetkisini kısıtlayan haller sayılmış olmakla,
ilgili maddede; ‘’ Aşağıdaki sebeplere dayanan tasarruf yetkisi kısıtlamaları, tapu kütüğüne şerh
verilebilir:
1. Çekişmeli hakların korunmasına ilişkin mahkeme kararları,
2. Haciz, iflas kararı veya konkordato ile verilen süre,
3. Aile yurdu kurulması, artmirasçı atanması gibi şerh verilmesi kanunen öngörülen
işlemler.

25
Tasarruf yetkisi kısıtlamaları, şerh verilmekle taşınmaz üzerinde sonradan kazanılan
hakların sahiplerine karşı ileri sürülebilir. ‘’ hükümleri yer almakta, böylelikle davacının
taşınmazlar üzerindeki tasarruf yetkisinin bu maddede belirtildiği üzere taşınmazların tapu
kaydına konulan haciz şerhi ile kısıtlandığı anlaşılmış bulunmaktadır.
06/01/1982 tarih ve 2576 Sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi
Mahkemelerinin Kuruluşu ve Görevleri Hakkında Kanun’un 6. maddesinde:
“Vergi mahkemeleri:
a) Genel bütçeye, il özel idareleri, belediye ve köylere ait vergi, resim ve harçlar ile
benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezaları ile tarifelere ilişkin davaları,
b) (a) bendindeki konularda 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında
Kanunun uygulanmasına ilişkin davaları,
c) Diğer kanunlarla verilen işleri, Çözümler.” denilmek sureti ile vergi mahkemelerinin
görevleri düzenlenmiştir.
04.01.1961 tarih 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 1. maddesinde:
“Vergi Davaları (1)
Vergi mahkemesinde dava açmaya yetkili olanlar:
(Değişik : 23/6/1982 - 2686/50 md.)Mükellefler ve kendilerine vergi cezası kesilenler,
tarh edilen vergilere ve kesilen cezalara karşı vergi mahkemesinde dava açabilirler.
Vergi dairesi tadilat ve takdir komisyonlarınca tahmin ve takdir olunan matrahlara karşı
vergi mahkemesinde dava açabilir.
Belediyelerde dava açma yetkisini belediye adına varidat müdürü, olmayan yerlerde
hesap işleri müdürü veya o görevi yapan kullanır.
(Değişik dördüncü fıkra: 28/3/2007-5615/20 md.) Vergi dairesi başkanlıkları ile vergi
daireleri, Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi Başkanlığınca belirlenen tutarları aşan davalarda Gelir
İdaresi Başkanlığının (İl özel idareleri ile belediyeler, valilerin) muvafakatini almadan vergi
mahkemesi kararları aleyhine temyiz yoluna gidemezler.
(Ek : 4/12/1985 - 3239/34 md.; Değişik beşinci fıkra: 28/3/2007-5615/20 md.) Gelir
İdaresi Başkanlığı, tespit edeceği hadlerle sınırlı olmak şartıyla, muvafakat verme yetkisini
vergi dairesi müdürlüklerinin taraf bulunduğu davalar için vergi dairesi başkanlıklarına ve/veya
defterdarlıklara devredebilir.”hükmü ile, vergi davaları ve vergi mahkemesinde dava açmaya
yetkili olanlar,
Aynı Kanunun 378. maddesinde:
“(Değişik : 23/6/1982 - 2686/51 md. )Vergi mahkemesinde dava açabilmek için
verginin tarh edilmesi, cezanın kesilmesi, tadilat ve takdir komisyonları kararlarının tebliğ
edilmiş olması; tevkif yoluyla alınan vergilerde istihkak sahiplerine ödemenin yapılmış ve
ödemeyi yapan tarafından verginin kesilmiş olması lazımdır.
Mükellefler beyan ettikleri matrahlara ve bu matrahlar üzerinden tarh edilen vergilere
karşı dava açamazlar. Bu Kanunun vergi hatalarına ait hükümleri mahfuzdur.” düzenlemesi ile
de vergi mahkemelerindeki dava konusu açıklanmıştır.
Olayda ise, dava konusu edilen husus 6183 sayılı Kanun’a göre tesis edilen haciz
işleminin unsurlarındaki bir hukuka aykırılık iddiası olmayıp, davacının, edindiği taşınmaz
malının tapu kaydında yer alan sınırlamanın kaldırılması isteği, dolayısıyla mülkiyet hakkının
muhafazasına yönelik olup, hacze konu borcun borçlusu dava dışı Ünal Akırdağ’ın, alacaklısı
ise vergi dairesi olduğundan, burada davacı üçüncü kişi konumunda olmakta ve davayı da malik
sıfatına dayanarak açmış bulunmaktadır.
Belirtilen yasal düzenlemeler ve kabuller ışığında; olayda taşınmaz mülkiyetinin
intikalinden sonraki aşamada tespit edilen, önceki malikin borcu nedeniyle tapu kaydına
konulmuş olan haciz şerhinin, taşınmazın yeni maliki olan davacıya karşı etkisinin ve bu haczin
kaldırılması hususunun değerlendirilmesinin taşınmaz mülkiyeti ile ilgili uyuşmazlıkları
çözmekle görevli adli yargı mahkemelerinin görev alanına girdiği düşünülmektedir.

26
Açıklanan nedenlerle, davanın görüm ve çözümünde adli yargı yeri görevli olmakla,
Erdemli İcra Hukuk Mahkemesinin 04.12.2014 gün ve E:2014/71 K:2014/188 sayılı
görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle


Erdemli İcra Hukuk Mahkemesinin 04.12.2014 gün ve E:2014/71 K:2014/188 sayılı
GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 30.11.2015 gününde OY BİRLİĞİ İLE
KESİN OLARAK karar verildi.

Başkan Üye Üye Üye


Serdar Ali Yusuf Ziyaattin Alaittin Ali
ÖZGÜLDÜR ÇOLAK CENİK ÖĞÜŞ

Üye Üye Üye


Süleyman Hilmi Mehmet Yüksel
AYDIN AKBULUT DOĞAN

6. KARAR (m.14)

T.C. ÖZET : 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu


UYUŞMAZLIK MAHKEMESİ uyarınca verilen idari para cezasının iptali
HUKUK BÖLÜMÜ istemiyle açılan davanın, ADLİ YARGI
ESAS NO : 2015 / 823 YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
KARAR NO : 2015 / 834
KARAR TR : 30.11.2015

K A R A R

Davacı : M.A.
Davalı : Sancaktepe Kaymakamlığı

OLAY : Sancaktepe Kaymakamlığı İlçe Nüfus Müdürlüğünün Kaymakam


Olurlu 6.11.2013 gün ve 2054/2013/5806 sayılı idari yaptırım kararı ile, süresi içinde adres
bildiriminde bulunulmadığından bahisle, davacı adına 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri
Kanunu’nun 68. maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi uyarınca 420 TL idari para cezası
verilmiştir.

27
Davacı, idari para cezasının iptali istemiyle adli yargı yerine itirazda bulunmuştur.
İSTANBUL ANADOLU 7. SULH CEZA HAKİMLİĞİ; 23.9.2014 gün ve
D.İş No:2014/180 sayı ile, dava 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu uyarınca
verilen idari para cezasının iptali istemiyle açılmış ancak Mahkemece
sehven davanın 2918 sayılı Kanun uyarınca verilen idari para cezası ile men
tutanağına karşı açıldığı belirtilerek, davanın çözümünün idari yargı yerine ait
olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, yapılan itiraz İstanbul Anadolu 1.
Sulh Ceza Hakimliğince kesin olarak reddedilmiştir.
Davacı, bu kez aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.
İSTANBUL 9. İDARE MAHKEMESİ; 19.12.2014 gün ve E:2014/2422, K:2014/2408
sayı ile, 5490 sayılı Kanunda, idari para cezasına karşı kanun yolu belirtilmediğinden
Kabahatler Kanunu’na göre itirazın adli yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle davanın görev
yönünden reddine karar vermiş, davacı tarafından karara itiraz edilmesi üzerine, İstanbul Bölge
İdare Mahkemesi Dördüncü Kurulunun 10.9.2015 gün ve E:2015/15372, K:2015/15627 sayılı
kararı ile itirazın reddine hükmün onanmasına karar verilmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün
Başkanlığında, Üyeler: Ali ÇOLAK, Yusuf Ziyaattin CENİK, Alaittin Ali ÖĞÜŞ,
Süleyman Hilmi AYDIN, Mehmet AKBULUT ve Yüksel DOĞAN’ın katılımlarıyla
yapılan 30.11.2015 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan
incelemeye göre;
Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı
İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun
bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci
maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi
davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine
hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm
uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk
uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara
bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan
davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin
görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip
çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay
bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi
gerektiği kuşkusuzdur.
Adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa'nın 14. maddesinde
öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının 15.
maddede belirtilen yönteme uygun olarak, davacının istemi üzerine son görevsizlik
kararını veren mahkemece, adli yargı dosyası da temin edilmek suretiyle Uyuşmazlık
Mahkemesi'ne gönderildiği ve usule ilişkin işlemlerde herhangi bir noksanlık
bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği
ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülten Fatma BÜYÜKEREN’in,
davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Uğurtan
ALTUN ile Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü
açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

28
Dava, 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu’nun 68. maddesi uyarınca verilen idari para
cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.
5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu’nun 50. maddesinde, Bildirim
yükümlülüğü, 51. maddesinde, Bildirim süresi ve güncelliği hususlarına yer
verilmiş; “İdari Para Cezaları” başlıklı 68. maddesinde ise, “1) Bu Kanuna göre;
a) Nüfus olaylarını bildirmekle görevli olup, bu görevlerini bu Kanunda
belirtilen süreler içinde yerine getirmeyen kamu görevlilerine, fiil başka bir suç
oluştursa bile, nüfus memurunun teklifi üzerine o yerin ilçe nüfus müdürünün kararı
ile 25 YTL idarî para cezası verilir.
b) Nüfus olaylarını bildirme yükümlülüğü olup bu yükümlülüğünü bu
Kanunda belirtilen süre içinde yerine getirmeyenlere, nüfus ve aile cüzdanlarını
kaybedenlere ve nüfus cüzdanının geçerlilik süresinin son bulmasından itibaren
altmış gün içinde bu cüzdanlarını değiştirmeyen kişilere veya bu durumdaki
çocukların veli veya vasilerine, yurt içinde ilçe nüfus müdürlüklerince, yurtdışında
ise dış temsilcilik veya dış temsilciliklerde görevli memurlarca 50 YTL idarî para
cezası verilir.
c) Mülkî idare amirince bu Kanunun 50 nci maddesinde belirtilen
yükümlülükleri yerine getirmeyen kişilere 250 YTL, gerçeğe aykırı beyanda
bulunanlara 500 YTL idarî para cezası verilir.
(2) Yurt dışında verilen idarî para cezaları, işlem sırasında mahallî para
karşılığı verildiği ülkede konsolosluk hasılatının tahsil edildiği para birimi üzerinden
tahsil edilir.
(3) Bu Kanuna göre;
a) Her türlü doğal afet, gasp, hırsızlık, yangın ve terör nedeniyle nüfus ve aile
cüzdanlarının kaybedilmesi, nüfus olaylarının bildirim yükümlülüğünün yerine
getirilememesi hallerinde,
b) Yetkili kurumların kimsesiz çocuklarla ilgili nüfus cüzdanı talepleri ve
doğum bildirimlerinde,
c) Bu Kanunun 18 inci maddesinde belirtilen büyük ana, büyük baba veya
kardeşlere ya da çocukları yanlarında bulunduranlar ile muhtarlara,
d) Bu Kanunun 31 inci maddesinde belirtilen Cumhuriyet savcılıklarına,
bu maddede belirtilen idarî para cezaları uygulanmaz.” denilmiştir.
Olayda, davanın idari para cezasının iptali istemiyle açıldığı anlaşılmış
olup; 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu'nda da idari para cezasına karşı kanun
yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer veril-memiştir.
Öte yandan; Kabahatler Kanunun 6.12.2006 gün ve 5560 sayılı Yasa’nın 31.
maddesi ile değiştirilen 3. maddesinde, “(1) Bu Kanunun;
a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer
kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idari para cezası veya mülkiyetin kamuya
geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,
uygulanır"; Kanunun "Başvuru yolu" başlıklı 27. maddesinin 1. fıkrasında ise,
"idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına
karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh

29
ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması
halinde idari yaptırım kararı kesinleşir" düzenlemeleri yer almıştır.
Bu düzenlemelere göre; Kabahatler Kanunu'nun, idari yaptırım kararlarına
karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm
bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin
gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.
Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar
için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev
kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.
Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa
ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya
göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak,
yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak
davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece
görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.
Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun
değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık
görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya
bakmaya devam etmesi gerekir.
İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının, 5326 sayılı Kanun'un
16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 5490 sayılı Nüfus
Hizmetleri Kanunu'nda idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir
düzenlemeye yer verilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu'nun
5560 sayılı Kanun'la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idari yaptırım
kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm
bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde
5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan
davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi
uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.
Açıklanan nedenlerle, İstanbul Anadolu 7. Sulh Ceza Hakimliğince verilen görevsizlik
kararının kaldırılması gerekmiştir.

S O N U Ç : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu


nedenle İstanbul Anadolu 7. Sulh Ceza Hakimliğinin 23.9.2014 gün ve D.İş No:2014/180
sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 30.11.2015 gününde OYBİRLİĞİ
İLE KESİN OLARAK karar verildi.

Başkan Üye Üye Üye


Serdar Ali Yusuf Ziyaattin Alaittin Ali
ÖZGÜLDÜR ÇOLAK CENİK ÖĞÜŞ

30
Üye Üye Üye
Süleyman Hilmi Mehmet Yüksel
AYDIN AKBULUT DOĞAN

7. KARAR (m.19)

T.C. ÖZET: 2918 sayılı Yasadan kaynaklanan


UYUŞMAZLIK MAHKEMESİ sorumluluk davasının ADLİ YARGI YERİNDE
HUKUK BÖLÜMÜ çözümlenmesi gerektiği hk.
ESAS NO : 2016 / 163
KARAR NO : 2016 / 210
KARAR TR : 11.4.2016

K A R A R

Davacı : S. J. Sigorta A.Ş.


Vekilleri : Av. A.T. A. & Av. B.I.& Av. B. B. I.
Davalı : Samsun Büyükşehir Belediye Başkanlığı
Vekili : Av. T. B. & Av. T. T. (Adli Yargıda)

OLAY :Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davacı şirket tarafından sigortası
yapılan 55 .... 515 plakalı aracın 5.3.2014 tarihinde, Samsun İli, Alaçam İlçesi, Gökkun Köy
yolu istikametinden Yatılı İlköğretim Bölge Ortaokulu istikametine giden devlet karayolunda
seyir halinde iken aracın mıcıra kapılarak yol kenarında bulunan evin duvarına çarpması
sonucunda maddi hasarlı trafik kazasının meydana geldiğini, meydana gelen kaza sonrasında
hasar bedeli olan 6.769,00 TL’nin sigortalıya 4.4.2014 tarihinde ödendiğini, kazanın
oluşumunda, yolun yapım ve bakımından sorumlu davalı belediyenin sorumlu olduğunu
belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik sigortalıya ödenen 6.769,00
TL’nin ödeme tarihi olan 4.4.2014’ten itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan
tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.
Samsun 1. Asliye Hukuk Mahkemesi: 5.11.2015 gün ve E:2014/310, K:2015/703 sayı
ile özetle; davada idari yargı yerinin görevli olduğundan bahisle davanın görev yönünden
reddine karar vermiş, tarafların kararı temyiz etmemeleri üzerine karar kesinleşmiştir.
Davacı vekili aynı istemle bu kez idari yargı yerinde dava açmıştır.
Samsun 2. İdare Mahkemesi: 8.2.2016 gün ve E:2015/1909, K:2016/151 sayılı kararı
ile özetle; davada adli yargı yerinin görevli olduğundan bahisle davanın görev yönünden
reddine, 2247 sayılı Kanun’un 19.maddesi gereğince görevli yargı yerinin belirlenmesi için
dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Nuri NECİPOĞLU’nun Başkanlığında,
Üyeler: Ali ÇOLAK, Yusuf Ziyaattin CENİK, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Süleyman Hilmi AYDIN,

31
Mehmet AKBULUT ve Yüksel DOĞAN’ın katılımlarıyla yapılan 11.4.2016 günlü
toplantısında:
l-İLK İNCELEME:Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27.maddesi uyarınca
yapılan incelemeye göre; adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı yasa’nın
19.maddesinde öngörülen biçimde görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı
dosyasının, son görevsizlik kararını veren mahkemece, adli yargı dosyası da temin
edilmek suretiyle Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi
bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının
incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Selim Şamil KAYNAK’ın,
davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki
belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet
Savcısı Uğurtan ALTUN’un davada adli yargının, Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın
ise davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten
sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Davanın, trafik kazası nedeniyle araçta meydana gelen maddi zararın tazmini
istemiyle açıldığı anlaşılmaktadır.
2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 1.maddesinde, Kanunun amacının
karayollarında can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlayacak ve trafik güvenliğini
ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri belirlemek olduğu; “Kapsam” başlıklı 2.
maddesinde, bu Kanunun trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri bunların
uygulamasını ve denetlenmesini ilgili kuruluşları ve bunların görev, yetki ve sorumluluk,
çalışma usulleri ile diğer hükümleri kapsadığı ve bu kanunun karayollarında uygulanacağı; 10.
maddesinde, yapım ve bakımdan sorumlu olduğu yolları trafik düzeni ve güvenliğini
sağlayacak durumda bulundurmanın gerekli görülen kavşaklara ve yerlere trafik ışıklı işaretleri,
işaret levhaları koymak ve yer işaretlemeleri yapmanın Belediye Trafik birimlerinin görev ve
yetkileri arasında olduğu belirtilmiştir.
Öte yandan 2918 sayılı Yasanın 19.01.2011 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak
yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasanın 14. maddesiyle değişik 110. maddesinde “İşleteni veya
sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları
dahil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu
görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana
gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır.
Motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının
merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer
mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer mahkemesinde de
açılabilir”; Geçici 21. maddesinde de “Bu Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının
göreve ilişkin hükmü, yürürlüğe girdiği tarihten önce idari yargıda ve Askeri Yüksek İdare
Mahkemesinde açılmış bulunan davalara uygulanmaz” denilmiştir.
2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının iptali istemiyle Bursa 3.
Asliye Hukuk Mahkemesi ve Batman 2.Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvuruları
üzerine konuyu inceleyen Anayasa Mahkemesi, şu gerekçesi ile anılan kuralı Anayasaya aykırı
görmemiş ve iptal istemini oy birliğiyle reddetmiştir: “… Anayasa Mahkemesi’nin daha önceki
kimi kararlarında da belirtildiği üzere, tarihsel gelişime paralel olarak Anayasa’da adli ve idari
yargı ayrımına gidilmemiş ve idari uyuşmazlıkların çözümünde idare ve vergi mahkemeleriyle
Danıştay yetkili kılınmıştır. Bu nedenle, genel olarak idare hukuku alanına giren konularda idari
yargı, özel hukuk alanına giren konularda adli yargı görevli olacaktır. Bu durumda, idari
yargının görev alanına giren bir uyuşmazlığın çözümünde adli yargının görevlendirilmesi

32
konusunda kanun koyucunun mutlak bir takdir yetkisinin bulunduğunu söylemek olanaklı
değildir. Ancak, idari yargının denetimine bağlı olması gereken idari bir uyuşmazlığın çözümü,
haklı neden ve kamu yararının bulunması halinde kanun koyucu tarafından adli yargıya
bırakılabilir. İtiraz konusu kural, trafik kazasında zarar görenin asker kişi ya da memur
olmasına, aracın askeri hizmete ilişkin olmasına veya olayın hemzemin geçitte meydana
gelmesi durumlarına göre farklı yargı kollarında görülmekte olan 2918 sayılı Kanun’dan
kaynaklanan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görüleceğini öngörmektedir. İtiraz
konusu düzenlemenin gerekçesinde de ifade edildiği gibi, askeri idari yargı, idari yargı veya
adli yargı kolları arasında uygulamada var olan yargı yolu belirsizliği giderilerek söz konusu
davalarla ilgili olarak yeknesak bir usul belirlenmektedir. Aynı tür davaların aynı yargı yolunda
çözümlenmesi sağlanarak davaların görülmesi ve çözümlenmesinin hızlandırıldığı, bu suretle
kısa sürede sonuç alınmasının olanaklı kılındığı ve bunun söz konusu davaların adli yargıda
görüleceği yolunda getirilen düzenlemenin kamu yararına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Öte
yandan, 2918 sayılı Kanun’da tanımlanan Karayolu şeridi üzerindeki araç trafiğinden
kaynaklanan sorumlulukların, özel hukuk alanına girdiği konusunda bir tartışma
bulunmamaktadır. İdare tarafından kamu gücünden kaynaklanan bir yetkinin kullanılması söz
konusu olmadığı gibi, aynı karayolu üzerinde aynı seyir çizgisinde hareket eden, bu nedenle
aynı tür risk üreten araçlar arasında özel-kamu ayırımı yapılmasını gerektiren bir neden de
yoktur. Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa’nın 2.,125. ve 155. maddelerine
aykırı değildir. İtirazın reddi gerekir…” (Any. Mah.nin 26.12.2013 tarih ve E.2013/68,
K.2013/165 sayılı kararı; R.G. 27.3.2014, Sayı: 28954, s.136-147.)
Anayasa’nın 158 inci maddesinin son fıkrasında “Diğer mahkemelerle, Anayasa
Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında, Anayasa Mahkemesi’nin kararı esas alınır.”
denilmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda gerekçesine yer verilen kararı, yasa
koyucunun idari yargının görevine giren bir konuyu adli yargının görevine verebileceğine,
dolayısıyla 2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrası ile öngörülen, bu
Kanun’dan doğan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görülmesi düzenlemesinin
Anayasa’ya aykırı bulunmadığına dair olup, esas itibariyle görev konusunda verilmiş bir
karardır ve Anayasa’nın 158 inci maddesi uyarınca, başta Mahkememiz olmak üzere diğer yargı
organları bakımından da uyulması zorunlu bir karar mesabesindedir.
Bu durumda, 2918 sayılı Yasanın 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 110. maddesi
ile Anayasa Mahkemesi’nin işaret edilen kararı gözetildiğinde, bahsi geçen Kanun maddesinin
karayollarında, can ve mal güvenliği yönünden trafik düzeninin sağlanarak trafik güvenliğini
ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri kapsadığı ve Kanunun, trafikle ilgili kuralları,
şartları, hak ve yükümlülükleri, bunların uygulanmasını ve denetlenmesini, ilgili kuruluşları ve
bunların görev yetki ve sorumlulukları ile, çalışma usullerini kapsadığı, dolayısıyla meydana
gelen zararın tazmini istemiyle açılan bu davanın da adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği
sonucuna varılmıştır.
Açıklanan nedenlerle davanın görüm ve çözümü adli yargı yerinin görevine girdiğinden,
Samsun 2.İdare Mahkemesinin başvurusunun kabulü ile, Samsun 1.Asliye Hukuk
Mahkemesi’nce verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ: Davanın çözümünde ADLİ YARGI YERİNİN görevli olduğuna, bu nedenle
Samsun 2. İdare Mahkemesinin BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, Samsun 1.Asliye Hukuk
Mahkemesince verilen 5.11.2015 gün ve E:2014/310, K:2015/703 sayılı GÖREVSİZLİK
KARARININ KALDIRILMASINA, 11.4.2016 gününde Üye Süleyman Hilmi AYDIN’ın
KARŞI OYU ve OY ÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi.

Başkan Üye Üye Üye


Nuri Ali Yusuf Ziyaattin Alaittin Ali
NECİPOĞLU ÇOLAK CENİK ÖĞÜŞ

33
Üye Üye Üye
Süleyman Hilmi Mehmet Yüksel
AYDIN AKBULUT DOĞAN

KARŞI OY

Uyuşmazlık Mahkemesi’nin 28.09.2015 gün ve E:2015/670, K:2015/671 sayılı


kararında belirtmiş olduğum düşünce doğrultusunda sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyorum.

ÜYE
Süleyman Hilmi
AYDIN

8. KARAR (m.19)

T.C. ÖZET : Davacının taşınmazının küçük bir


UYUŞMAZLIK MAHKEMESİ bölümünde davalı Belediyece park ve yol
HUKUK BÖLÜMÜ yapılmak suretiyle vaki fiili el atılması
ESAS NO : 2015 / 790 nedeniyle açılan davanın adli yargı yerince
KARAR NO : 2015 / 805 kabul edilmesi ve temyiz isteminin de
KARAR TR : 30.11.2015 reddedilmesi suretiyle kesinleşmesi ve bu
yöndeki hukuki ihtilafın sona ermesi
karşısında; taşınmazın diğer bölümleri
üzerindeki hukuki el atma nedeniyle uğranıldığı
öne sürülen zararın tazmini istemiyle açılan
davanın, imar planından kaynaklanan tazminat
davaları kapsamında İDARİ YARGI
YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

34
K A R A R

Davacı : M.S.
Vekili : Av.M.E. & Av.Ş.Ö.
Adli Yargı Dosyası ile Birleşen Dosya
Davacı : S.Ç.
Vekili : Av.Ş.Ö.
Davalı : Melikgazi B.B.
Vekili : Av.M.Ü.

OLAY : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkilinin Kayseri


ili Melikgazi ilçesi Yıldırım Beyazıt Mah. 3268 ada 7 parselde bulunan taşınmazın
hak sahibi olduğunu, taşınmazın dava tarihinden geriye doğru 5 yıldan daha uzun
süre onanmış ve kesinleşmiş 1/1000 ölçekli uygulama imar planına göre; dava
konusu taşınmazın yol ve park alanı olarak el atıldığını, bu hususa ilişkin Yargıtay
5.HD’nin 03.05.2011 tarih ve 2011/182 E-2011 /7779 Karar sayılı ilamı ile aynı
dairenin 22.03.2011 tarih 2011/17128 E ve 2011/5077 Karar sayılı ilamında da
benimsenen Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 15.12.2010 tarih ve 2010/5662 E
2010/551 Karar sayılı ilamında belirtildiği üzere, 3194 sayılı Yasa’nın
10.maddesinin amir hükmü uyarınca 1/1000 ölçekli imar planının kesinleştiği
tarihten itibaren 5 yıl içerisinde davalı belediyece dava konusu taşınmazın ayrılma
amacına uygun olarak kamulaştırma görevinin yerine getirilmemesi ve taşınmaz
malikinin süresi belirsiz şekilde kısıtlanması nedeniyle kamulaştırmasız el atma
nedeniyle tazminat şartları oluştuğunu belirterek; dava konusu Kayseri ili, Melikgazi
İlçesi, Yıldırım Beyazıt Mahallesi, 3268 ada, parsel 7’de kayıtlı bulunan taşınmaza
kamulaştırmasız el atılmasından dolayı; fazlaya ilişkin talep ve dava hakları saklı
kalmak kaydıyla 15.000,00 TL tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal
faizi ile birlikte davalıdan tahsili istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.
Kayseri 1.Asliye Hukuk Mahkemesi : 14.03.2012 gün ve 2012/180 Esas,
2012/131 Karar sayılı kararı ile; “…Mahkememizin iş bu dava dosyasının aralarında
bağlantı olduğu anlaşılan ve birlikte değerlendirilmesi gereken Mahkememizin
2012/136 E.sayılı dosyası ile HMK.166.v.d. maddeleri gereği birleştirilmesine”
karar vermiştir.
Davacı vekili 10.01.2013 tarihli ıslah dilekçesi ile; fazlaya ilişkin dava ve
diğer tüm talep hakları yine saklı kalmak kaydıyla, asıl dava dosyasında tazminat
bedeli olarak talep ettikleri 15.000,00 TL tazminat miktarını ıslah suretiyle
919.991,84 TL daha artırarak talep miktarını 934.991,84 TL ye çıkardıklarını, bu
miktarın ise asıl dava dosyasının dava tarihi olan 23.02.2012 tarihinden itibaren
işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı idareden alınarak davacıya ödenmesine karar
verilmesini, birleşen dava dosyasında tazminat bedeli olarak talep ettikleri 15.000,00
TL tazminat miktarını ıslah suretiyle 501.849,49 TL daha artırarak talep miktarını
toplam 516.849,49 TL’ye çıkardıklarını, bu miktarın ise birleşen dosyanın dava tarihi

35
olan 08.03.2012 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı idareden
alınarak davacıya ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.
Kayseri 1.Asliye Hukuk Mahkemesi: 18.03.2014 gün ve 2012/136 Esas, 2014/98 Karar
sayılı kararı ile aynen; “Tüm dosya kapsamından Kayseri İli Melikgazi İlçesi Yıldırım Beyazıt
Mah. 3268 ada 7 parsel de kayıtlı 4.580,96 m2 alanlı taşınmazda davacı Menderes Sündü'nün
748/4581 oranında, birleşen dosya davacısı Seyit Çetin'in ise 412/4581 oranında hissedar
oldukları, dava konusu taşınmaza davalı idarenin kamulaştırma yapmadan el attığı iddiası ile
15.000 TL tazminat talepli iş bu davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Dava konusu taşınmazın tapu kaydı, krokisi, imar durumu, emsal taşınmaz kayıtları ve
diğer değere etki eden faktörlere ilişkin yazı cevapları getirtilerek taşınmaz başında değerinin
tespiti için ve el atılan yerlerin belirlenmesi amacıyla keşif yapılmış, Harita Mühendisi bilirkişi
28/09/2012 tarihli raporunu ibraz etmiş, raporda; taşınmazın A harfi ile gösterilen 68.56 m2 lik
kısmına kaldırım, asfalt ve yol yapılmak suretiyle fiilen el atıldığı, geri kalan 4512.40 m2 lik
kısmına fiilen el atılmamış olup, zeminde boş arsa olarak kullanılmakta olduğu, fiilen el atılan
kısmın 15 m lik yolda kaldığı, fiilen el atılmayan kısmın 7 m-15 m lik yolda kaldığı ve fiilen el
atılmayan kısmın imar planında parkta kaldığı belirtilmiştir.
Hesap bilirkişi 04/12/2012 rapor ve 04/12/2013 tarihli ek raporunda dava konusu
taşınmazın değerini tespit için 5102 ada 1 nolu parseldeki 21/03/2003 tarihli satış emsal olarak
alınmış, kamulaştırma kanunu hükümlerine uygun olarak inceleme yapılarak, taşınmaza fiilen
ve hukuken el atıldığı, dava tarihi itibariyle davacı Menderes Sündü hissesi için 934.991,84 TL
birleşen dosya davacısı Seyit Çetin hissesi için ise 516.849,49 TL olduğu belirtilmiş, el atılan
taşınmaza ilişkin tazminat hesabı yapılmış olup emsal alınan taşınmazın da tapu kayıtları, satış
akit tablosu ve imar durumu getirtilmiş, davaya konu taşınmaza uzaklığı tespit edilmiş, tüm
delillere göre emsal olabileceği kanaatine varılmış, hesap bilirkişisi raporu hüküm kurmaya
elverişli yasal ve yeterli görülmüş, davacı vekili asıl ve birleşen davasını usulüne uygun olarak
ıslah etmiştir.
Fen bilirkişisi raporundan taşınmazın bir kısmına fiilen el atıldığı anlaşılmaktadır. El
atılan ve A harfi ile gösterilen kısım kaldırım ve asfalt olup, imar planında da davalı belediyenin
sorumluluğunda olan aynı nitelikteki yolda kalmaktadır.Taşınmazın el atılmayan kısmın imar
planında yolda ve parkta kaldığı ve tamamından davalı belediyenin sorumlu olduğu
görülmektedir. Davalı belediyenin 31/12/2013 tarihli cevabı yazısına göre de, taşınmaza 2000
ve 2002 yıllarında el atıldığı görülmektedir. 6487 sayılı yasanın 21. maddesi ile değişik geçici
6. madde hükümlerine göre 1983 tarihinden sonraki fiili el atmalarda uzlaşmanın dava şartı
olmadığı görülmektedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi de 1983 sonrası fiili el atmalarda
uzlaşmayı dava şartı olarak getiren 6111 sayılı yasanın ilgili maddelerini iptal etmiştir. Bu
nedenle bu dosyada da uzlaşmanın dava şartı olmadığı kanaatine varılmıştır.
Davalı idarenin taşınmazın bir kısmına imar planına uygun olarak el attığı, diğer
kısımlara ise el atılmadığı görülmektedir. İmar planlarından taşınmazın tamamının
sorumluluğunun davalı idareye ait olduğu da anlaşılmaktadır. Davalı idare fiilen el atmak
suretiyle imar planına uygun projeyi başlatmış olup, bu durumda el atılan kısımlar yanında el
atılmayan kısımların da birlikte değerlendirilmesi ve taşınmazın tamamı üzerinden karar
verilmesi gerekecektir.
Hesap bilirkişi raporunda emsal taşınmaz ile dava konusu taşınmaz
değerlendirilmiş, her iki taşınmazın aynı mahalle olduğu, uzaklığın emsal olabilecek
şekilde 200 m olduğu, dava konusu taşınmazın kadastro parseli olup DOP
kesintisinin yapılmadığı, emsal taşınmazın ise imar uygulaması sonucu oluşan ve
DOP kesintisi yapılmayan parsel olduğu anlaşılmış, taşınmazların kıymet takdir
komisyonunca belirlenen m2 rayiç değerlerine göre belirlenen değerlerde oransızlık
olmadığı görülmüş, dava konusu taşınmaz 2981 sayılı yasa uygulaması ile oluşması

36
sebebiyle belirlenen değerler DOP kesintisi yapılmamasının da yasal olduğu
anlaşılmakla, davanın ve birleşen davanın kabulü gerekmiş” şeklindeki gerekçesi ile
asıl dava yönünden davanın kabulüne, 934.991,84 TL nin dava tarihinden itibaren
işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine birleşen
dava yönünden davanın kabulü ile 516.849,49 TL’nin dava tarihinden itibaren
işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak birleşen dosya davacısına
verilmesine karar vermiş, verilen karar taraf vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.
Yargıtay 18.Hukuk Dairesi: 13.01.2015 gün ve 2014/11357 Esas, 2015/270
Karar sayılı kararı ile; “ …Fen bilirkişisi raporunda (P) harfiyle gösterilen ve fiilen
el atılmayan imar planında park alanı olarak ayrılan taşınmaz bölümü yönünden
davacı tarafın mülkiyet hakkına getirilen kısıtlamanın, dava konusu taşınmazın,
genel ve düzenleyici bir işlem olan imar planıyla kamu hizmetine özgülenmesinden
ve bu planda öngörülen kamulaştırma işlemlerinin zamanında yapılmamasından
kaynaklandığının kabulü ile idari işlem ve eylemden doğan zarara ilişkin davanın
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu hükümleri uyarınca idari yargı yerinde
çözümlenmesi gerektiğinden 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 114/1-b
ve 115/2 maddeleri uyarınca davanın usulden reddine ilişkin hüküm kurulması
gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir” şeklindeki gerekçesi
ile hükmün, HUMK.nun 428.maddesi gereğince bozulmasına karar vermiştir.
Kayseri 1.Asliye Hukuk Mahkemesi: 21.05.2015 gün ve 2015/117 Esas,
2015/172 Karar sayılı kararı ile; “…Mahkememizin 18/03/2014 tarihli kararı ile
taşınmazın el atılan P, A, Yİ ve Y2 harfleri ile gösterilen kısımlar yönünden davanın
kabulüne karar verilmiş, Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin 13/01/2015 tarihli ilamında
"fen bilirkişi raporuna göre dava konusu taşınmazın Yİ 283,46 m2 ve A harfi ile
gösterilen 68,55 m2 lik kısımların imar planında yol olarak belirlendiği ve A harfi
ile gösterilen kısma yol ve kaldırım yapılmak suretiyle el atıldığı, geriye kalan imar
yolu kapsamındaki taşınmaz kısmım da proje bütünlüğü gereği birlikte
değerlendirilebileceği, fen bilirkişi raporunda P harfi ile gösterilen ve fiilen el
atılmayan imar planında park alanı olarak ayrılan taşınmaz yönünden kamulaştırma
işlemlerinin zamanında yapılmamasından kaynaklandığının kabulü ile idari işlem ve
eylemden doğan zarara ilişkin davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu
Hükümlerin uyarınca İdari Yargı yerinde çözümlenmesi gerektiğinden 6100 sayılı
HMK'nun 114/1 ve 115/2 Maddesi uyarınca davanın usulden reddine ilişkin hüküm
kurulması" gerekçesi ile dosyaya bozma kararı verilmiş, bu yöne değinen bozma
ilamı yerinde görülerek uyulmasına karar verilmiştir.
Yeniden yapılan yargılamada Yargıtay 18.Hukuk Dairesinin bozma ilamında da
açıklandığı üzere taşınmazın fiilen el atılan Yİ ile gösterilen 283,46 m2 lik kısmı, Y2
ile gösterilen 57,11 m2 lik kısımlarının imar planında ana arter olmayan yolda
kaldığı, fiilen el atmanın olmadığı, A ile gösterilen 68,55 m2 lik kısmınında imar
planında ana arter olmayan yolda kaldığı ve fiilen el atıldığı, fiilen el atılan ve el
atılmayan bu kısımların tamamının imarda yol olarak aynı belediyenin
sorumluluğunda bulunduğu, bu nedenle proje bütünlüğü oluşturduğu anlaşılmakla
bu kısımlar yönünden mahkememizin önceki kararında benimsenen bilirkişi raporu
ve taşınmazın kabul edilen m2 değeri değeri bozma konusu yapılmamış olmakla,

37
mahkememizce bu değerler esas alınarak hesaplama yapılmış, asıl dava ve birleşen
davanın bu kez kısmen kabulü gerekmiştir.
Fen raporunda P harfi ile gösterilen imar planında parkta kaldığı anlaşılan ve
fiilen el atılmayan 4.171,82 m2 lik kısmı yönünden yapılan incelemede ise;
uygulama ve öğretide; idarelerin hizmetlerin yürütülmesi sırasında tek yanlı irade
açıklamalarıyla kamu hukuku esaslarına dayanarak ilgililerin hukuki durumlarını
etkileyecek şekilde yaptıkları işlemler idari işlem, görev ve yetki alanlarına giren
konularda hukuka uygun olarak yaptığı fiiller ile bu görevleriyle ilgili hareketsiz
kalmaları idari eylem olarak tanımlanmaktadır. Somut olayda, idarenin icra yetkisini
hukuka aykırı olarak kullanması olarak nitelendirilebilecek fiili el atma durumu söz
konusu olmadığına göre, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun ilgili maddeleri uyarınca tek
yanlı idari işlemle düzenlenen imar planları ve bu planlara dayanılarak yapılan
işlemlerin idari nitelik taşıdığının, söz konusu imar planlarının zamanında
uygulamaya geçirilmemesi durumunun da idari eylem olduğunun kabulü gerekir.
Fen bilirkişisinin 28/09/2012 tarihli rapor ve krokisinde P harfi ile gösterilen kısımda
el atmanın olmadığı, imar uygulaması sonunda oluşan hukuki el atma niteliğinde
olduğu, yukarıda açıklandığı üzere İdare Mahkemesi görevli olduğundan yargı yolu
yokluğu sebebiyle HMK 115/2 maddesi gereği davanın usulden reddi” şeklindeki
gerekçesi ile asıl davada: Fen bilirkişisinin 28/09/2012 tarihli rapor ve krokisinde P
harfi ile gösterilen ve fiilen el atılmadığı anlaşılan proje bütünlüğü oluşturmayan
kısım yönünden davada İdari Yargının görevli olduğundan HMK' nun 114/1 b -
115/2 maddesi gereği usulden reddine, Fen Bilirkişisinin 28.09.2012 tarihli rapor ve
krokisinde A, Y1 ve Y2 harfleri ile gösterilen kısımlar yönünden davanın kısmen
kabul kısmen reddi ile, 83.507,07 TL nin dava tarihinden işleyecek yasal faizi ile
birlikte davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine, fazla talebin reddine; birleşen
davada: Fen bilirkişisinin 28/09/2012 tarihli rapor ve krokisinde P harfi ile gösterilen
ve fiilen el atılmadığı anlaşılan proje bütünlüğü oluşturmayan kısım yönünden
davada İdari Yargının görevli olduğundan HMK' nun 114/1 b - 115/2 maddesi gereği
usulden reddine, Fen Bilirkişisinin 28.09.2012 tarihli rapor ve krokisinde A, Y1 ve
Y2 harfleri ile gösterilen kısımlar yönünden davanın kısmen kabul kısmen reddi ile,
46.161,45 TL nin dava tarihinden işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili
ile davacıya verilmesine, fazla talebin reddine; Kayseri ili Melikgazi ilçesi Yıldırım
Beyazıt Mahallesi 3268 ada 7 parselde tapuya kayıtlı taşınmazdaki davacı ve birleşen
davacı hisselerinin fen bilirkişisinin 28.09.2012 tarihli rapor ve krokisinde A, Y1 ve
Y2 harfleri ile gösterilen kısımlardaki hisselerin iptali ile yol olarak davalı lehine
tescil ve terkinine karar vermiş, verilen karar 11.08.2015 tarihinde kesinleşmiş,
karara bu şekilde şerh edilmiştir.
Davacı vekili bu kez aynı gerekçelerle; davacılardan Menderes Sündü için;
dava konusu Kayseri ili, Melikgazi ilçesi, Yıldırım Beyazıt Mahallesi, 3268 ada 7
parselde kayıtlı bulunan taşınmaza kamulaştırmasız el atılmasından dolayı fazlaya
ilişkin talep ve dava hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 30.000,00 TL tazminatın
görevsiz mahkemedeki dava tarihi olan 23.02.2012 tarihinden itibaren işleyecek
yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi istemi ile idari yargı yerinde
dava açmıştır.

38
Kayseri 2.İdare Mahkemesi: 01.10.2015 gün ve 2015/977 Esas sayılı kararı
ile: “…Dosyanın incelenmesinden, dava konusu Kayseri İli, Melikgazi İlçesi,
Yıldırım Beyazıt Mahallesi, 3268 ada, 7 parsel sayılı taşınmazın, 68,56m2'lik
kısmına kaldırım ve asfalt yol yapılmak suretiyle fiilen el atıldığının Kayseri 1.Asliye
Hukuk Mahkemesi'nin E:2015/117 sayılı dosyasında yapılan keşif ve bilirkişi
incelemesi sonucunda hazırlanan raporla anlaşılması karşısında, idarenin dava
konusu taşınmaza fiilen de kamulaştırmasız el atmasından doğan zararın tazminine
yönelik bulunan davanın, haksız fiillere ilişkin özel hukuk hükümlerine göre görüm
ve çözümü, adli yargı yerinin görevine girmektedir.
Ayrıca, Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü'nün 22.09.2014 tarih
ve E:2014/804, K:2014/836 sayılı kararı da bu yöndedir.” şeklindeki gerekçesi
ile mahkemelerinin görevine girmeyen ve adli yargı yerince de görevsizlik kararı
verilen bu davada, görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın 2247 sayılı
Kanun'un 19. maddesi uyarınca Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar
vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün
Başkanlığında, Üyeler: Ali ÇOLAK, Yusuf Ziyaattin CENİK, Alaittin Ali ÖĞÜŞ,
Süleyman Hilmi AYDIN, Mehmet AKBULUT ve Yüksel DOĞAN’ın katılımlarıyla
yapılan 30.11.2015 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinden 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi
uyarınca yapılan incelemeye göre; idari ve adli yargı yerleri arasında 2247 sayılı
Yasa’nın 19.maddesinde öngörülen biçimde görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı
dosyasının, son görevsizlik kararını veren mahkemece, adli yargı dosyası da temin
edilmek suretiyle Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi
bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının
incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Birgül YİĞİT’in, davanın
çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler
okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı
Uğurtan ALTUN ile Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın davada idari yargının görevli
olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP
DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacının taşınmazına imar planında park ve yol alanında bırakılmak
suretiyle kamulaştırmasız el atıldığı ve bu şekilde davacının zararına yol açıldığı
belirtilerek; fazlaya ilişkin talep ve dava hakları saklı kalmak kaydıyla; asıl dava
dosyasında 934.991,84 TL, birleşen dava dosyasında 516.849,49 TL nin davacıya
ödenmesi istemiyle açılmıştır.
Dosya kapsamında bulunan bilgi ve belgelerin incelenmesi neticesinde;
Kayseri Büyükşehir Belediyesi Fen İşleri Daire Başkanlığı’nın 08.03.2012 gün ve
598 sayılı cevabi yazısında, dava konusu parselde belirtilen alana, belediye
tarafından el atılmadığı; Kayseri Melikgazi Belediyesi Plan ve Proje Müdürlüğü’nün
31.12.2013 tarih ve 2611163-18 sayılı cevabi yazısında; dava konusu taşınmazın
01.02.1989 tarihinde uygulama imar planına alınmış olup, yürürlükteki 1/1000
ölçekli uygulama imar planında park alanı, kısmen de yolda kalan bir kadastro parseli
39
olup, 3194 Sayılı İmar Kanunun 18.madde uygulaması içeriğindeki
D.O.P.(Düzenleme Ortaklık Payı) kesintisi yapılmadığı, etrafında yapılaşmaların
mevcut olduğu, şehir merkezine takribi uzaklığının 4 km mesafede bulunduğu,
Yıldırım Beyazıt Mahallesi 5102 ada 1 parsel numaralı taşınmazın ise 3194 sayılı
İmar Kanunun 15. ve 16.maddeleri gereğince ifraz, tevhid ve yola terk işlemleri
yapılarak oluşan bir imar parseli olup, 3194 sayılı İmar Kanunun 18.madde
uygulaması içeriğindeki D.O.P. kesintisinin yapılmadığı, ayrıca Fen İşleri
Müdürlüğü tarafından 2000-2002 yılları arasında el atıldığı ve yol hizmetlerinden
faydalandığı, Temizlik İşleri Müdürlüğü tarafından ise ilgili parsellerin çöp toplama
hizmetlerinden faydalanmakta olduğu bildirilmiştir.
Dosya kapsamında bulunan İnşaat mühendisi Hakan Himmet Barlak, İnşaat
Mühendisi Emir Şurdum ve İnşaat Mühendisi İbrahim Gönen tarafından sunulan
04.12.2012 tarihli bilirkişi raporunda; Kayseri ili Melikgazi ilçesi, Yıldırım Beyazıt
mah., 3268 ada, 7 parselde kayıtlı 4.580,96 m² yüzölçümlü “arsa” vasfındaki
taşınmazın tamamına fiilen ve hukuken el atıldığı hususlarına yer verildiği
görülmüştür.
Yine dosya kapsamında bulunan Harita Mühendisi Ümit Orhan tarafından
sunulan 03.10.2012 tarihli bilirkişi raporunda; parselin fiili durum yönünden
incelemesinde: krokide turuncu renkle boyalı(68.56 m²) harfi ile gösterilen kısma
kaldırım ve asfalt yol yapılmak suretiyle fiilen el atıldığı, taşınmazın geri kalan
4512.40 m² lik kısmına fiilen el atılmamış olup zeminde boş arsa olarak
kullanılmakta olduğu, parselin imar planı yönünden incelemesinde: krokide turuncu
renkle boyalı(68.56 m²) harfi ile gösterilen kısma kaldırım ve asfalt yol yapılmak
suretiyle fiilen el atılan kısım olup imar planında ana arter niteliğinde olmayan 15 m
lik yolda kaldığı, krokide sarı renkle boyalı Y1(283.47 m²) ve Y2(57.11 m²)harfleri
ile gösterilen toplam 340.58 m² lik kısmın fiilen el atılmayan kısım olup imar
planında ana arter niteliğinde olmayan 7m-15m lik yolda kaldığı, krokide yeşil renkle
boyalı P(4171.82 m²) harfi ile gösterilen kısmın fiilen el atılmayan kısım olup imar
planında parkta kaldığı, bu parkın imar planındaki toplam büyüklüğünün 3000 m²
den küçük olduğu bildirilmiştir.
Bu bilgi ve belgeler ışığında yapılan değerlendirme neticesinde, dava konusu
taşınmazın 68.56 m² lik kısmına kaldırım ve asfalt yol yapılmak suretiyle fiilen el
atıldığı, el atılan kısım yönünden Kayseri 1.Asliye Hukuk Mahkemesi: 21.05.2015
gün ve 2015/117 Esas, 2015/172 Karar sayılı kararı ile davacı lehine tazminata
hükmedildiği ancak el atılmayan kısım yönünden davanın yargı yolu nedeni ile
reddine hükmedildiği ve verilen kararın 11.08.2015 tarihinde kesinleştiği
anlaşılmıştır.
Adli yargı yerince, taşınmazın fiilen el atılan kısmı bakımından esasa ilişkin
olarak verilen kararın kesinleşmesiyle birlikte, artık bu yöndeki bir ihtilafın hüküm
uyuşmazlığı hariç, Uyuşmazlık Mahkemesi önüne getirilebilmesine imkan
olmadığından; bir şekilde hukuki çözüme kavuşturulmuş olan bu sorunun artık
“hukuki el atma” hali bakımından belirleyici olması düşünülemez. Diğer bir deyişle,
“kesin hükmün bağlayıcılığı” ilkesi gereğince artık taşınmazın bütünü bakımından
bir değerlendirme değil, hukuki çözüme kavuşmuş kısım dikkate alınarak kalan
kısım yönünden bir hukuki tespit ve değerlendirme yapılmalıdır. Davanın somutunda
40
da, bilirkişi raporlarıyla saptanan fiili el atılan kısım bakımından adli yargı yerince
davacı lehine tazminata hükmedildiği ve bu hükmün kesinleştiği görüldüğünden ve
taşınmazın kalan kısmı yönünden, imar planında “park alanı ve yol” olarak belirtilen
hukuki el atma sözkonusu olduğundan; mevcut bu tespite göre sonuca gidilmelidir.
Uyuşmazlık Mahkemesinin 26.10.2015 tarih ve E.2015/702, K.2015/707;
26.10.2015 tarih ve E.2015/708, K.2015/711; 28.09.2015 tarih ve E.2015/650,
K.2015/654 sayılı kararları da bu doğrultudadır.
3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe
konulması” başlıklı 8. maddesinde; “Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe
konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.
a) Bölge planları; sosyo - ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin
gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların dağılımını
belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü hallerde Devlet
Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır.
b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana
gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak,
belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili
belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe
girer. (Değişik dördüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.) Bu planlar onay
tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili
idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık
ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine
gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin
karara bağlar.
Belediye ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik
veya ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde
onaylanarak yürürlüğe girer. (Değişik üçüncü cümle: 8/8/2011- KHK-648/21 md.)
Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve ilgili idarelerin
internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi
içinde planlara itiraz edilebilir. İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları
onbeş gün içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa gönderilir.
İmar planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir.
Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir kısmını
kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek ücret karşılığında
isteyenlere verir.
c) (Ek: 3/7/2005 - 5403/25 md.) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi
Kullanımı Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında kullanılmak
üzere plânlanamaz.” hükmüne yer verilmiştir.
Davaya konu olayda; davacının hissedarı olduğu 6708 ada 2 parselde
kayıtlı bulunan taşınmazın, 15,90 m²lik kısmına asfalt yol, 377,90 m²lik kısmına ise
ham yol yapılmak suretiyle fiilen el atıldığından bahisle davalı idarenin dava konusu
taşınmaza fiilen ve hukuken kamulaştırmasız el atmasından doğan zararın tazminine
yönelik bulunan davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b
41
maddesinde yer alan "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan
muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" kapsamında idari yargı yerince
çözümlenmesi gerekmektedir.
Öte yandan, taşınmazın imar planında “dere mutlak koruma alanı”nda kalması
nedeniyle taşınmaz üzerindeki tasarruf yetkisinin kısıtlanması nedenine dayalı olarak
davacının Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde açtığı tazminat davasında, bu
Mahkemece 4.11.1983 günlü, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun Geçici 6 ncı
maddesinin kimi fıkralarının iptali istemiyle Anayasa Mahkemesine yapılan itiraz
başvurusunda; Anayasa Mahkemesi 25.9.2013 tarih ve E: 2013/93, K: 2013/101
sayılı kararında ”… Davacının mülkü üzerinde tasarruf etme hakkının kısıtlanması,
idarenin bir eyleminden değil, idari bir işlem niteliğinde olduğu tartışmasız olan imar
planından kaynaklanmaktadır. Olayda, idarenin fiili el koyma niteliği taşıyan bir
eylemi henüz bulunmamakta, aksine kanunen yapması gereken kamulaştırma
işlemlerini yapmamak biçiminde tezahür eden bir eylemsizliği söz konusudur. Öte
yandan kamulaştırmasız el atmadan söz edilebilmesi için taşınmaz zilyetliğinin
idareye geçmesi ve taşınmazın fiilen kamu hizmetine tahsis edilmiş olması
gerekmektedir. Oysa, mahkemede görülen davaya konu olayda olduğu gibi imar
kısıtlamaları’nda taşınmaz zilyetliği malikte kalmaya devam etmekte olup, yalnızca
malikin ilgili mevzuattan kaynaklanan bazı kısıtlamalara maruz kalması söz konusu
olmaktadır. Sonuç olarak, davacının taşınmazının imar planlarında “ dere mutlak
koruma alanı”nda bırakılması nedeniyle, tasarruf hakkının kısıtlanmasının
kamulaştırmasız el atma sonucu olduğu ve tasarruf hakkının kısıtlanması sebebiyle
doğan zararın ancak idari yargıda açılacak bir tam yargı davasına konu edilebileceği
sonucuna ulaşılmaktadır. Dolayısıyla bakılmakta olan dava, itiraz başvurusunda
bulunan mahkemenin görev alanına girmemektedir. Nitekim, Anayasanın 158.
maddesi ile, adli, idari ve askeri yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm
uyuşmazlıklarını kesin olarak çözümlemeye yetkili kılınan Uyuşmazlık
Mahkemesinin istikrar bulmuş içtihatları da bu yöndedir…” gerekçesiyle, Asliye
Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvurusu, başvuran mahkemenin yetkisizliği
nedeniyle oybirliğiyle reddedilmiştir. Yine taşınmazı imar planında “spor alanı”
olarak ayrılan davacının Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı tazminat davasında,
davalı idarelerin görev itirazları nedeniyle Danıştay Başsavcılığınca çıkartılan
olumlu görev uyuşmazlığında, Uyuşmazlık Mahkemesi’nce olumlu görev
uyuşmazlığı talebinin kabulü ile ilgili Asliye Hukuk Mahkemesinin görevlilik
kararının kaldırılması yolunda verilen karar nedeniyle, anayasal haklarının ihlal
edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine yapılan bireysel başvuru üzerine, Anayasa
Mahkemesi İkinci Bölümünce 18.9.2013 tarihinde verilen kararda (Başvuru No:
2013/1586) “…Mahkemenin gerekçesi ve başvurucunun iddiaları incelendiğinde,
iddiaların özünün Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından delillerin değerlendirilmesinde
ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibariyle
yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Yargılama, Uyuşmazlık
Mahkemesi tarafından usul şartlarına ve hukuka uygun olarak gerçekleştirilmiş olup,
başvurucu derece mahkemelerinde kendi delillerini ve iddialarını sunma fırsatını
bulmuş ve bunlar Uyuşmazlık Mahkemesi’nce gereği gibi değerlendirilmiştir…
Açıklanan nedenlerle, adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarının kanun yolu
42
şikayeti niteliğinde olduğu, Uyuşmazlık Mahkemesi kararının bariz bir şekilde
keyfilik de içermediği anlaşıldığından, başvurunun, diğer kabul edilebilirlik koşulları
yönünden incelenmeksizin ‘açıkça dayanaktan yoksun olması’ nedeniyle kabul
edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir…” gerekçesiyle, davacının başvurusu
oybirliğiyle reddedilmiştir. (Resmi Gazete, 30.10.2013, Sayı:28806) Son olarak,
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 30.10.2013 tarih ve E.2013/603, K.2013/1503
sayılı kararıyla, imar planındaki kısıtlamalardan kaynaklanan ‘hukuki el atmalardan’
kaynaklanan tazminat istemli davaların idari yargının görevinde olduğu hüküm altına
alınmıştır.
Açıklanan nedenlerle, Kayseri 2. İdare Mahkemesince yapılan başvurunun
reddine karar vermek gerekmiştir.
S O N U Ç : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu
nedenle Kayseri 2. İdare Mahkemesi’nce yapılan BAŞVURUNUN REDDİNE,
30.11.2015 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

Başkan Üye Üye Üye


Serdar Ali Yusuf Ziyaattin Alaittin Ali
ÖZGÜLDÜR ÇOLAK CENİK ÖĞÜŞ

Üye Üye Üye


Süleyman Hilmi Mehmet Yüksel
AYDIN AKBULUT DOĞAN

9. KARAR (m.14, m.27)

T.C. ÖZET: Asliye Hukuk Mahkemesince


UYUŞMAZLIK MAHKEMESİ verilen karar idari yargının görevli olduğu
HUKUK BÖLÜMÜ gerekçesiyle verilmiş bir görevsizlik kararı
ESAS NO : 2015 / 794 mahiyetinde olmadığından; 2247 sayılı
KARAR NO : 2015 / 809 Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulu
KARAR TR : 30.11.2015 taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasanın
27. maddesi uyarınca REDDİ gerektiği hk.

K A R A R
Davacı : A.R.K.
Davalı : Gediz Elektrik Dağıtım A.Ş. İzmir İl Müdürlüğü

OLAY : Davacı dava dilekçesinde; “Tam tarihini hatırlayamamakla


birlikte 06.08.2013 günü olduğunu hatırladığım, benim evde olmadığım, oğlumun

43
evde bulunduğu sırada yukarıda yazılı adresime gelen üç kişi, ihbar üzerine
geldiklerini belirterek evimdeki elektrik sayaç numarasını almışlar ve ayrılmışlardır.
Kim olduklarını bilmediğim bu üç kişi; çalışır durumda ve mühürleri sağlam
durumda olan elektrik sayacımla ilgili herhangi bir delil göstermeden, hiçbir tutanak
tutmadan ve resim çekmeden sadece sayaç numarasını alarak çekip gitmişlerdir.
Bu olaydan sonra Gediz Elektrik Dağıtım A.Ş. İzmir İl Müdürlüğü Konak
Merkez İlçe İşletme Müdürlüğü tarafından tarafıma tarihsiz olarak
B.02.2.TED.1.11.01.47/ sayılı ve Tahakkuk Eden Kaçak Ceryan Bedeli konulu yazı
ve ekinde 02.08.2013 tarih ve Seri U, Sıra No:888027 ve 888028 sıra numaralı,
514,10 TL ve 2.598,20 TL ödenecek tutarlı elektrik ceza faturaları gönderilmiştir.
Tarafıma gönderilen bu para cezaları nedeniyle ilgili kuruma itiraz ettim.
Gediz Elektrik Dağıtım A.Ş. Konak Metropol İlçe Yöneticiliğinin 05.09.2013 tarih,
Sayı:B.02.2.TED.1.11.00./, İtiraz Dilekçesi/538/24299 Konulu yazısı ile “Konak
Metropol İlçe Yöneticiliğimiz bünyesinde 05.09.2013 tarihinde yapılan Kaçak
Elektrik ve Fatura İtiraz Komisyonu toplantısında dilekçeniz incelenmiş olup;
konuya ilişkin kaçak tahakkukun 05.09.2013 tarih ve 538 sayılı alınan karar gereği;
EPDK Müşteri Hizmetleri Yönetmeliğine göre yapılan kaçak tahakkukun doğru
olduğuna faturanın aynen ödenmesine karar verilmiştir.” denilerek itirazım
reddedilmiştir.
Ayrıca Gediz Elektrik Dağıtım A.Ş. İzmir İl Müdürlüğü Konak Merkez İlçe
İşletme Müdürlüğü tarafından tarihsiz olarak tarafıma gönderilen B.02.2.TED.
1.11.01.47/ sayılı ve Tahakkuk Eden Kaçak Ceryan Bedeli konulu yazıda “kaçak
tespit tutanağı sureti tarafınıza tebliğ edilmiştir” denilmiştir. Ancak bu yazıda geçen
bu ifadeler gerçeği yansıtmamakta olup bana hiçbir şekilde tutanak tebliğ
edilmemiştir.
İlgili kurum tarafından 17.09.2013 tarihinde elektriğim kesilmiş ve sayacım
mühürlenmiştir.
Tarafıma hukuki dayanaktan yoksun olarak ve haksız şekilde verilmiş olan bu
para cezalarının iptal edilmesi gerekmektedir.
Sonuç ve İstem: Yukarıda sunulu ve resen gözetilecek nedenlerle;
Gediz Elektrik Dağıtım A.Ş. İzmir İl Müdürlüğü Konak Merkez İlçe İşletme
Müdürlüğü tarafından tarafıma tarihsiz olarak gönderilen B.02.2.TED.1.11.01.47/
sayılı ve Tahakkuk Eden Kaçak Ceryan Bedeli konulu yazı ve ekinde 02.08.2013
tarih ve Seri U, Sıra No:888027 ve 888028 sıra numaralı, 514,10 TL ve 2.598,20 TL
ödenecek tutarlı elektrik ceza faturaları ile verilmiş olan 3.112,30 TL lik para
cezasının iptaline,
Yargılama harç ve giderlerinin davalı taraf üzerinde bırakılmasına karar
verilmesini saygılarımla arz ve talep ederim.” demek suretiyle adli yargı yerinde
dava açmıştır.
İzmir 2.Sulh Ceza Hakimliği: 16.02.2015 gün ve E:2014/58 D.İş sayı ile
özetle; “itiraza konu meblağın kaçak elektrik tahakkuku ve kaçak elektrik ek
tahakkuku bedeli olduğu, bu miktarın kabahatler kanununun 17.maddesi kapsamına
girecek şekilde kabahatler kanunu ve diğer yasa hükümlerine göre verilmiş idari para
cezası niteliğinde olmadığı, hakimliğimizce itirazen incelenebilecek idari yaptırım
kararı niteliğinde olmadığı, başvurana verilen kaçak elektrik kullanım bedeli ile ilgili
44
olarak başvuranın hukuk mahkemelerine müracaat ederek hukuki anlaşmazlığın
çözümü yoluna gitmesi gerektiği, uyuşmazlığın hukuki olduğu, bu konuda
hakimliğimizin görevli ve yetkili olmadığı anlaşıldığından, başvurana verilen kaçak
elektrik bedeli konusunda hakimliğimizce karar verilmesine yer olmadığına”
şeklinde karar vermiş ve karar kesinleşmiştir.
Davacı aynı istemle bu kez idari yargı yerinde dava açmıştır.
İzmir 2.İdare Mahkemesi: 02.04.2015 gün ve E:2015/502, K:2015/508 sayılı
kararı ile özetle; “Somut olayda, davacı ile davalı Gediz Elektrik Dağıtım A.Ş.
arasında yapılan abonelik sözleşmesinin davacıya ait meskenin elektrik ihtiyacının
karşılanması amacıyla yapıldığı ve davacının 4077 sayılı yasa kapsamında tüketici
olduğu anlaşılmıştır. Bu duruma göre uyuşmazlığın çözümü Tüketici
Mahkemelerinin görevi içerisindedir. Görevle ilgili düzenlemeler kamu düzenine
ilişkin olup taraflar ileri sürmesi dahi yargılamanın her aşamasında resen gözetilir.
Bu durumda; işbu davaya bakmaya adli yargı bünyesi içerisinde yer alan
Tüketici Mahkemelerinin görevli olduğu, mahkememizin ise görevsiz olduğu
sonucuna varılmıştır.” demek suretiyle davanın görev yönünden reddine karar vermiş
ve karar kesinleşmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün,
Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Ali ÇOLAK, Yusuf Ziyaattin
CENİK, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Süleyman Hilmi AYDIN, Mehmet AKBULUT ve
Yüksel DOĞAN’ın katılımlarıyla yapılan 30.11.2015 günlü toplantısında; Raportör-
Hakim Selim Şamil KAYNAK’ın 2247 sayılı Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan
başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan;
ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Uğurtan ALTUN
ile Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın başvurunun reddi gerektiğine ilişkin sözlü
açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacının kaçak elektrik kullandığı gerekçesiyle, Gediz Elektrik
Dağıtım A.Ş. İzmir İl Müdürlüğü Konak Merkez İlçe İşletme Müdürlüğü tarafından
gönderilen B.02.2.TED.1.11.01.47/ sayılı ve Tahakkuk Eden Kaçak Ceryan Bedeli
konulu yazı ve ekinde 02.08.2013 tarih ve Seri U, Sıra No:888027 ve 888028 sıra
numaralı, 514,10 TL ve 2.598,20 TL tutarlı elektrik ceza faturaları ile verilmiş olan
3.112,30 TL lik para cezasının iptali istemiyle açılmıştır.
2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sının 158. maddesinin birinci
fıkrasında “Uyuşmazlık Mahkemesi adli, idari ve askeri yargı mercileri arasındaki
görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözümlemeye yetkilidir”. denilmiş;
2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 1.
maddesinde “ Uyuşmazlık Mahkemesi; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile
görevlendirilmiş, adli, idari ve askeri yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm
uyuşmazlıklarını kesin olarak çözmeye yetkili ve bu Kanunla kurulup görev yapan
bağımsız bir yüksek mahkemedir.
Özel kanun uyarınca hakeme başvurulmasının zorunlu olduğu hallerde, eğer
hakemlik görevi hakim tarafından yerine getirilmiş ise bu merci, davanın konusuna
göre, yukarıdaki fıkrada yazılı adli veya idari yargı mercilerinden sayılır.” hükümleri
yer almıştır.

45
2247 sayılı Yasanın 14.maddesine göre; olumsuz görev uyuşmazlığının
bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en
az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz
görmeleri ve bu yolda verdikleri kararın kesin veya kesinleşmiş olması gerekmekte;
bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi ise, hukuk uyuşmazlıklarında ancak davanın
taraflarınca ileri sürülebilmektedir.
Aynı Yasa’nın 27. maddesinde ise, Uyuşmazlık Mahkemesinin, uyuşmazlık
çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından
inceleyeceği; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri
reddedeceği kuralına yer verilmiştir.
Anılan hükümlere göre, Uyuşmazlık Mahkemesi’nce bir görev ya da hüküm
uyuşmazlığının incelenebilmesi için, uyuşmazlığa konu edilen karar veya kararların,
adli, idari veya askeri yargı mercilerince ya da hakemliğin hakim tarafından yerine
getirilmesinde olduğu gibi yargı merci sayılanlarca verilmesi ve 14.madde
kapsamında olumsuz görev uyuşmazlığının varlığından söz edebilmek için de; adli,
idari veya askeri yargı yerlerinden en az ikisi tarafından kesin olarak verilmiş veya
kesinleşmiş görevsizlik kararlarının bulunması gerekmektedir.
Bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza
davalarında ise ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir”. Anılan yasanın
19.maddesinde, “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya
kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendisine gelen bir davayı incelemeye
başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren
merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin
belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini
Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler.
(Değişik ikinci fıkra: 23/7/2008 – 5791/9 md.) Yargı merciince, önceki
görevsizlik kararına ilişkin dava dosyası da temin edilerek, gerekçeli başvuru kararı
ile birlikte dava dosyaları Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilir” denilmiştir.
Olayda, İzmir 2. Sulh Ceza Hakimliği’nce verilen karar bir görevsizlik kararı
olmayıp, kaçak elektrik kullanım bedeli ile ilgili olarak başvuranın hukuk
mahkemelerine müracaat ederek hukuki anlaşmazlığın çözümü yoluna gitmesi
gerektiği, uyuşmazlığın hukuki olduğu, bu konuda hakimliğimizin görevli ve yetkili
olmadığı gerekçesiyle verilmiş karar verilmesine yer olmadığına dair bir karardır. Bu
karar üzerine davacı bu sefer idare mahkemesine aynı konuda dava açmış ve İzmir
2. İdare Mahkemesi davada adli yargı yerinin görevli olduğundan bahisle davanın
görev yönünden reddine karar vermiş ve karar kesinleşmiştir.
Dolayısıyla Sulh Ceza Hakimliği tarafından verilen karar yargı yolunu
değiştiren bir görevsizlik kararı olmadığından, olayda adli ve idari yargı yerlerince,
tarafları, konusu ve sebebi aynı olan dava sebebiyle verilmiş iki ayrı görevsizlik
kararı bulunmadığından, 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde belirtilen koşulların
oluşmadığı anlaşılmakla aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yöntemine uygun
bulunmayan başvurunun reddine karar verilmesi gerekmiştir.
SONUÇ: 2247 sayılı Yasa’nın 14.maddesinde öngörülen koşulları taşımayan
BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 30.11.2015
gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
46
Başkan Üye Üye Üye
Serdar Ali Yusuf Ziyaattin Alaittin Ali
ÖZGÜLDÜR ÇOLAK CENİK ÖĞÜŞ

Üye Üye Üye


Süleyman Hilmi Mehmet Yüksel
AYDIN AKBULUT DOĞAN

10. KARAR (m.24)

T.C. ÖZET : Davacı tarafından, Anayasa Mahkemesi’nin 10.03.2015


UYUŞMAZLIK MAHKEMESİ gün ve 2013/12874 sayılı kararı ile sadece makul sürede
HUKUK BÖLÜMÜ yargılanma hakkına ilişkin kısım yönünden davasının kabulüne
ESAS NO : 2015 / 732 karar verilip, ihlal edilen diğer hakları yönünden, ‘başvuru
KARAR NO : 2015 / 731 yollarının tüketilmemiş olması nedeni ile kabul edilebilir
KARAR TR : 26.10.2015 olmadığı’na ilişkin olarak verilen iki ayrı karar arasında hüküm
uyuşmazlığı bulunduğu iddiası ile açılan davada; 2247 sayılı
Kanun’un 24. Maddesinde öngörülen Uyuşmazlık yaratan
hükümlerin, adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisi
tarafından verilmesi, konu, dava sebebi ve taraflardan en az
birinin aynı olması, her iki kararın da kesinleşmiş olması,
kararlarda davanın esasının hükme bağlanması, kararlar
arasındaki çelişki nedeniyle hakkın yerine getirilmesinin
olanaksız bulunması şartlarından hiç birini taşımaması ve aynı
kanunun 36. Maddesinin 3. Fıkrası hükmü gereğince de
incelenmesinin mümkün olmaması nedenleri ile
BAŞVURUNUN REDDİNE karar verilmesi gerektiği hk.

K A R A R

Hüküm Uyuşmazlığının Giderilmesi


İsteminde Bulunan(Davacı) : A.G.
Karşı Taraf (Davalı) : Anayasa Mahkemesi Başkanlığı
47
OLAY :
1-HÜKÜM UYUŞMAZLIĞI’NIN GİDERİLMESİ TALEBİNDE
BULUNAN DAVACI 10.09.2015 TARİHLİ DİLEKÇESİNDE ÖZETLE;
Kendisinin, 04.01.2000 tarihinden 19/11/2001 tarihine kadar Mardin ili
Kızıltepe Tarım İlçe müdürü olarak görev yaptığını, eş zamanlı süreçte eşi Tezcan
Gencer’in de Tarım İl Müdürü olarak görev yaptığını, eşinin görevi devam ettiği
sırada kendisinin başka bir İle tayin olduğunu, görev yaptığı sürede Kızıltepe İlçe
Müdürlüğünün milyonlarca dolar tarımsal teşviklerde usulsüzlüğünü tespit ettiğini
ve idari ve adli işlemler başlattığını, bu nedenlerle çetevari oluşumların
"husumetlerinin odağı" haline geldiğini ve "suikast" girişimleri gerekçesiyle tarafına
İl güvenlik komisyonunca iki sivil yakın koruma verildiğini,
Bu şekilde görev yaptığı sırada idare tarafından tayininin çıkarıldığını, 18
Ocak 2002 günü "hakim ve savcı kararı olmaksızın" ve "adli görevi olmayan", "adli
kolluk olmayan" bir kısım JİTEM denilen Jandarma istihbarat personellerince
"hukuken tanımsız" olan "sivil bir alana" cebren alındığını ve hakim ve savcı kararı
ve bilgisi olmadan, adli görevi olmayanlarca üç gün burada alıkonulduğunu, üçüncü
gün adli birime teslim edildiğini ve ancak üç gün sonra avukatla görüşme imkanı
verildiğini, tarafına atılı suçlamaların söylenmediğini, beşinci gün çıkarıldığı sorgu
hakimince zapta geçen taleplere rağmen suçlamalarla ilgili bilgi verilmeden
tutuklandığını ve itirazların katalog gerekçelerle reddedildiğini, 123 gün bu şekilde
"rüşvet" suçlaması ile tutuklu kaldığını, hazırlanan iddianame ile üzerine atılı suçun
irtikap olduğunu öğrendiğini, Mardin 2.ağır Ceza Mahkemesi’nin E:2002/97
kaydında açılan davanın 4. duruşmasında tahliye edildiğini ve 12 yıl 6 ay süren
yargılama sonucunda hakkında "delil yetersizliği" gerekçesiyle beraatine karar
verildiğini, kararın 04.06.2014 tarihinde kesinleştiğini,
Uğradığı tüm bu haksızlıklar nedeni ile Anayasa’nın 17 ve 36. Maddeleri
kapsamında Anayasa Mahkemesi’ne müracaat ettiğini ve dosyasının 2014/12874
esasa kaydedildiğini, yapılan başvuruda Mardin 2. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından
yargılama sırasında yapılan tüm hak ihlallerinin tespitinin istendiğini, Anayasa
Mahkemesi’nin verdiği kararında başvuruyu sadece 36.md.si kapsamında "adil
yargılama hakkının ihlali" kapsamında değerlendirdiğini ve "uzun yargılama"
gerekçesiyle lehine manevi tazminata hükmettiğini, "GEREKÇELİ KARAR
HAKKI VE AİHMS DE YER ALAN DİĞER TÜM İHLALLER" yönünden ise
"olağan kanun yollarına başvurulmadığı" gerekçesi ile başvurunun reddine
hükmettiğini ve bu şekilde kararlar arasında olumsuz hüküm uyuşmazlığı
doğduğunu,
Nitekim Anayasa Mahkemesi’nin görevli olduğu ihlal konusunda karar
kesinleştiği halde iç hukuk yolunu belirsiz şekilde atıf yapmasının, haklarının
eritilmesi sonucunu doğurduğunu ve "olumsuz hüküm olduğu" nda kuşku
bulunmadığını,
Diğer taraftan; E.2014/12874 sayılı başvuru için Karar'da sadece "makul
sürede yargılama yapılmaması" gerekçesiyle hükmedilen tazminat miktarının da
"ölçülülük kriteri" gerekçesinin bulunmadığını, bu kararın kendisinin toplumda
saygın bir kamu görevlisi iken; salt yolsuzluklarla mücadele ettiği için ve asli
48
kadrosu veteriner hekim iken, 18 Ocak 2014 tarihli kamudaki hekimlerin tam gün
yasası ile kendi nam ve hesabına çalışma yasağı getirilen yasa ile geçen sürede de,
yargılama boyunca asli kadrosunun tarafına tanıdığı haklardan yoksun kalmış iken,
itibari 12 yıl 6 ay "şüpheli" olarak ağır zarara uğramış iken, hangi kriter ile manevi
tazminatın taktir edildiğinin belirtilmediğini,
Bunların yanı sıra, kendisine uygulanan işkence suçunun da, diğer haklar
içinde eritilerek hükme bağlanmadığını, Sözleşmenin 5.maddesinin l/a bendinde
"özgürlük ve güvenlik hakkına ilişkin" olan "sivil alanda alıkonulma" sına ilişkin hak
ihlali dava dosyasında ve zabıtlarda delilleri ile sabit iken, bu ihlalin eritilerek
uğradığı maddi manevi zararın da eritilmiş olmasının olumsuz hüküm uyuşmazlığına
neden olduğunu, yine sözleşmenin "adil yargılanma hakkına ilişkin olan"
5.md/3.,4.,5. maddeleri ve yine Sözleşmenin 6.md./l.,2.,3.-a,b,c bentlerindeki hakları
ihlal edildiği halde bu ihlallerinin tespitinin yapılmadığını belirterek;
Yüksek Mahkemece res'en gözetilecek sair nedenlerle ortaya çıkan görev
uyuşmazlığının giderilmesi için anılan Başvuru Dosyaları Anayasa Mahkemesi’nden
talep edilerek "hüküm uyuşmazlığı" konusunun giderilmesini ve Karar'ın
bozulmasını ve tarafına 1.000.000 Lira manevi tazminata hükmedilmesine karar
verilmesini talep etmiş ve bu şekilde oluştuğunu iddia ettiği hüküm uyuşmazlığının
giderilmesine karar verilmesini istemiştir.
2-ANAYASA MAHKEMESİ’NİN HÜKÜM UYUŞMAZLIĞI’NA KONU
EDİLEN 10.03.2015 GÜN VE 2014/12874 ESAS SAYILI DOSYASINDA
YAPILAN İNCELEME;
Davacı hakkında, Mardin Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 01.03.2002 gün ve
2002/228 sayılı iddianamesi ile rüşvet irtikap suçlarından dava açıldığı, Mardin
2.Ağır Ceza Mahkemesi’nin 21.02.2008 gün ve 2002/97 Esas, 2008/48 Karar sayılı
kararı ile, davacının üzerine atılı suçları işlediğine dair yeterli delil bulunmadığı
gerekçesi ile beraatine karar verildiği, kararın Maliye Hazinesi tarafından temyizi
üzerine Yargıtay 5. Ceza Dairesi’nin 19.01.2012 gün ve 2008/14810 Esas, 2012/145
Karar sayılı kararı ile rüşvet suçu yönünden onandığı, irtikap suçu yönünden ise
soruşturma dosyasına dayalı karar verildiği gerekçesi ile bozulduğu, Yargıtay bozma
ilamına uymak sureti ile yeniden yargılama yapan Mardin 2. Ağır Ceza Mahkemesi
neticede verdiği 08.05.2013 gün ve 20125/74 Esas, 2013/127 Karar sayılı kararı ile
davacının üzerine atılı irtikap suçundan da delil yetersizliği nedeni ile beraatine
karar verdiği, verilen bu karar da Maliye Hazinesi tarafından temyiz edildiği ve
Yargıtay 5. Ceza Dairesi’nin 04.06.2014 gün ve 2014/2746 Esas, 2014/6106 Karar
sayılı kararı ile onandığı anlaşılmıştır.
Davacı Anayasa Mahkemesi’ne müracaat dilekçesinde; üzerine atılı rüşvet ve
irtikap suçlarından beraatine hükmeden Mardin 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin
21.02.2008 gün ve 2002/97 Esas, 2008/48 Karar sayılı kararının, Yargıtay 5. Ceza
Dairesi’nin 19.01.2012 gün ve 2008/14810 Esas, 2012/145 Karar sayılı kararı ile
rüşvet suçu yönünden onandığını, irtikap suçu yönünden ise soruşturma dosyasına
dayalı karar verildiği gerekçesi ile bozulması sonrasında verdiğini, yine Mardin 2.
Ağır Ceza Mahkemesi’nce üzerine atılı suçlardan beraatine hükmeden 08.05.2013
gün ve 20125/74 Esas, 2013/127 Karar sayılı kararının, Yargıtay 5. Ceza Dairesi’nin
04.06.2014 gün ve 2014/2746 Esas, 2014/6106 Karar sayılı kararı ile onandığını,
49
Mahkemenin beraat kararına ilişkin ‘delil yetersizliği’ şeklindeki gerekçesi dışında
herhangi bir açıklama yapılmamasının Anayasa’nın 17. Maddesi ile koruma altına
alınan kişinin maddi ve manevi varlığının geliştirilmesi ve korunması hakkının ihlali
niteliğinde olduğunu, ayrıca gerek soruşturma ve gerekse yargılama sırasında maruz
kaldığı hukuk dışı işlem ve eylemler ile 12,5 yıl süren yargılama nedeni ile
Anayasa’nın 36. Maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının da ihlal edildiğini
belirterek; söz konusu ihlallerin tespiti ile 6212 sayılı Kanun’un 50. Maddesi
gereğince lehine 1000,00 TL tazminata hükmedilmesine karar verilmesini talep
etmiştir.
Anayasa Mahkemesi, davanın esası ile ilgili olarak verdiği, 10.03.2015 gün ve
2014/12874 Esas sayılı kararında ise; davanın başvurusunu, makul sürede
yargılanma hakkının ihlali iddiası ile Yargılamanın sonucu itibari ile adil olmadığı
iddiası noktalarında incelemiş ve;
Davacının, davanın yargılamanın sonucu itibariyle adil olmadığı yönündeki
başvurusunu Mardin 2. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından verilen 21.02.2008 gün ve
2002/97 Esas, 2008/48 Karar ile 08.05.2013 gün ve 20125/74 Esas, 2013/127 Karar
sayılı kararlar aleyhine davacı tarafından olağan kanun yollarına başvurulmamış
olması nedeni ile ‘başvuru yollarının tüketilmemiş olması’ nedeni ile kabul edilemez
olduğuna hükmetmiş;
Davacının, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki
başvurusunu ise, başvuruya konu ceza davasının; hukuki meselenin çözümündeki
güçlük, maddi olayların karmaşıklığı, delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller,
taraf sayısı gibi kriterler dikkate alındığında karmaşık olmaktan uzak olduğunu
somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön
bulunmadığını belirterek; on iki yıl dört aylık yargılama sürecinde makul olmayan
bir gecikmenin olduğu gerekçesi ile kabul etmiş ve davacı lehine 11.650.00 TL
manevi tazminata hükmetmiştir.
Davacı bu karar neticesinde, sadece makul sürede yargılanma hakkı
yönünden tazminata hükmedilerek, diğer hak ihlallerinin makul sürede yargılanma
hakkı içinde eritilmesi ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki
iddiasının, yasal yollara başvurulması gerekçesi ile kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi hususlarının hüküm uyuşmazlığına neden olduğunu belirterek,
Mahkememize müracaat etmiştir.
3- DANIŞTAY BAŞSAVCILIĞI VE YARGITAY CUMHURİYET
BAŞSAVCILIĞI GÖRÜŞLERİNE MÜRACAAT EDİLMEME GEREKÇESİ
2247 sayılı Kanun’un hüküm uyuşmazlığını düzenleyen 24. Maddesinin son
fıkrasında; “İlgili kişi veya makam Uyuşmazlık Mahkemesine başvurarak hüküm
uyuşmazlığının giderilmesini isteyebilir. Bu halde olumsuz görev uyuşmazlığının
çıkarılması ile ilgili 15 ve 16 ncı maddelerdeki usul kuralları uygulanır.” şeklindeki
düzenleme ile, hüküm uyuşmazlığına ilişkin taleplerde, olumsuz görev
uyuşmazlığına ilişkin aynı kanunun 15 ve 16. Maddelerinin uygulanacağı açıkça
belirtilmiştir.
2247 sayılı Kanun’un 16. Maddesinde ise; “Uyuşmazlık Mahkemesi, olumsuz
görev uyuşmazlığı ile ilgili dosyaların ilk incelemesi sırasında ve gerekli gördüğü
hallerde ilgili Başsavcıların görüşünü de alarak, görevli yargı merciini belirten
50
kararını verir.” şeklindeki düzenleme ile, görüş için dosyanın Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığı’na ya da Danıştay Başsavcılığı’na gönderilmesi konusunda takdir
yetkisi Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığı’na bırakılmıştır.
Bu kapsamda 2247 sayılı Kanun’un 6. Maddesinde “İlgili Başsavcılar veya
görevlendirecekleri yardımcıları, gerekli gördüklerinde veya Mahkemece gerekli
görülen durumlarda yazılı olarak düşüncelerini bildirirler veya toplantılarda sözlü
açıklamalarda bulunurlar, oya katılmazlar.” şeklindeki düzenleme ve dosya
muhteviyatı birlikte değerlendirildiğinde, dosyanın görüş için ilgili Başsavcılıklara
gönderilmesinin usul ekonomisi ve yargılamanın sürüncemede bırakılmaması
ilkeleri yönünden yerinde olmayacağı kanaatine ulaşılmıştır.
4- İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk
Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Ali ÇOLAK, Yusuf
Ziyaattin CENİK, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Süleyman Hilmi AYDIN, Mehmet
AKBULUT ve Yüksel DOĞAN’ın katılımlarıyla yapılan 26.10.2015 günlü
toplantısında: Raportör-Hakim Birgül YİĞİT’in 2247 sayılı Yasa’da öngörülen
koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki
belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet
Savcısı Uğurtan ALTUN ile Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın başvurunun reddi
gerektiğine ilişkin sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP
DÜŞÜNÜLDÜ:
İdari ve adli yargı kararları arasında oluştuğu ileri sürülen hüküm
uyuşmazlığının çözümü için; öncelikle hüküm uyuşmazlığının oluşup oluşmadığının
belirlenmesi gerekmektedir.
2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında
Kanun’un 2592 sayılı Kanun ile değişik 24'üncü maddesinin birinci fıkrasında, “1
nci maddede gösterilen yargı mercilerinden en az ikisi tarafından, görevle ilgili
olmaksızın kesin olarak verilmiş veya kesinleşmiş aynı konuya ve sebebe ilişkin,
taraflarından en az biri aynı olan ve kararlar arasındaki çelişki yüzünden hakkın
yerine getirilmesi olanaksız bulunan hallerde hüküm uyuşmazlığının varlığı kabul
edilir.” hükmü yer almaktadır.
Anılan hükme göre, hüküm uyuşmazlığının varlığı için:
a-Uyuşmazlık yaratan hükümlerin, adli, idari veya askeri yargı mercilerinden
en az ikisi tarafından verilmesi,
b-Konu, dava sebebi ve taraflardan en az birinin aynı olması,
c-Her iki kararın da kesinleşmiş olması,
d-Kararlarda davanın esasının hükme bağlanması,
e-Kararlar arasındaki çelişki nedeniyle hakkın yerine getirilmesinin olanaksız
bulunması,
Koşullarının birlikte gerçekleşmesi aranmaktadır.
2247 sayılı Kanun’un 24. Maddesi düzenlemesinden de açıkça anlaşılacağı
üzere, hüküm uyuşmazlığı oluştuğundan bahsedilebilmesinin temel şartı, iki ayrı
yargı koluna tabi iki farklı mahkeme tarafından verilmiş ve kesinleşmiş kararların
bulunması gereğidir.
Ancak davacının, hüküm uyuşmazlığının giderilmesine ilişkin olarak
Mahkememize verdiği 10.09.2015 tarihli dilekçesinde, farklı yargı kollarına ait iki
51
farklı yargı organı tarafından verilen iki farklı hükmü dava konusu etmediği,
Anayasa Mahkemesi’nce verilen 10.03.2015 gün ve 2014/12874 sayılı kararda, bir
kısım hak ihlallerinin tespitine hükmedilmemiş olmasının ve adil yargılanma hakkı
yönünden ‘yasal başvuru yolları’nın tüketilmemiş olmasının, kabul edilemezlik
kararına gerekçe olarak gösterilmesinin hüküm uyuşmazlığına neden olduğunu ileri
sürdüğü anlaşılmaktadır. Bu nedenle 2247 sayılı Kanun’un 24. Maddesinde
öngörülen; Uyuşmazlık yaratan hükümlerin, adli, idari veya askeri yargı
mercilerinden en az ikisi tarafından verilmesi, konu, dava sebebi ve taraflardan en az
birinin aynı olması, her iki kararın da kesinleşmiş olması, kararlarda davanın esasının
hükme bağlanması, kararlar arasındaki çelişki nedeniyle hakkın yerine getirilmesinin
olanaksız bulunması şartlarından hiç birini taşımayan başvurunun reddine karar
verilmesi gerektiği düşünülmektedir.
Kaldı ki davacının hüküm uyuşmazlığına konu istemlerinin, 2247 sayılı
Kanun’un 36. Maddesinin 3. Fıkrasındaki “Hüküm uyuşmazlığı durumunda yalnızca
Anayasa Mahkemesi kararı göz önünde tutulur ve uygulanır.” şeklindeki amir hükmü
karşısında, değerlendirmeye alınması da kanunen mümkün değildir.
Yukarıda yapılan değerlendirmeler ışığında,
Anayasa Mahkemesi’nin 10.03.2015 gün ve 2013/12874 sayılı kararına ilişkin
olarak yapılan hüküm uyuşmazlığı başvurusunun 2247 sayılı Kanun’un 24.
Maddesinde öngörülen Uyuşmazlık yaratan hükümlerin, adli, idari veya askeri yargı
mercilerinden en az ikisi tarafından verilmesi, konu, dava sebebi ve taraflardan en az
birinin aynı olması, her iki kararın da kesinleşmiş olması, kararlarda davanın esasının
hükme bağlanması, kararlar arasındaki çelişki nedeniyle hakkın yerine getirilmesinin
olanaksız bulunması şartlarından hiç birini taşımaması ve aynı kanunun 36.
Maddesinin 3. Fıkrası hükmü gereğince de incelenmesinin mümkün olmaması
nedenleri ile başvurunun reddine karar verilmesi gerekmiştir.
SONUÇ : 2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesinde öngörülen koşulları
taşımayan BAŞVURUNUN REDDİNE, 26.10.2015 gününde OY BİRLİĞİ İLE
KESİN OLARAK karar verildi.

Başkan Üye Üye Üye


Serdar Ali Yusuf Ziyaattin Alaittin Ali
ÖZGÜLDÜR ÇOLAK CENİK ÖĞÜŞ

Üye Üye Üye


Süleyman Hilmi Mehmet Yüksel
AYDIN AKBULUT DOĞAN

11. KARAR (m.24)

52
T.C. ÖZET: 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre
UYUŞMAZLIK MAHKEMESİ emekli aylığı alan davacının, 18/05/2005-
23/06/2005 tarihleri arasındaki dönem için
ESAS NO : 2019 / 134 sigortalı hizmetinin sahte işçilik olduğunun
KARAR NO : 2020 / 305 tespit edildiğinden bahisle; askerlik
KARAR TR : 28.5.2020 borçlanmasının ve emekli aylığının iptali işlemi
ile yapılan ödemelerin adına borç çıkartılmasına
ilişkin işlemin hukuka uygun olmadığının
saptanması karşısında; davalı idarece adli
yargıda açılan dava sonunda; aksi yöndeki
değerlendirme sonucunda davanın
kabulüne, İcra Müdürlüğünün icra takip
dosyasındaki davalı itirazının asıl alacak,
işlemiş faizler toplamı üzerinden iptaline ve
takibin devamına, asıl alacağın %40'ı oranında
icra inkar tazminatının davalıdan alınarak
davacıya verilmesine karar veren
GAZİANTEP 4. İŞ MAHKEMESİNİN
25.06.2014 tarih ve E:2013/311, K:2014/311
sayılı KARARININ KALDIRILMASINA;
hukuk ve usule uygun bulunan ANKARA 9.
İDARE MAHKEMESİNİN 27.01.2015 tarih ve
E:2014/1194, K:2015/69 sayılı KARARININ
KABULÜNE ve bu suretle HÜKÜM
UYUŞMAZLIĞININ GİDERİLMESİNE karar
verilmesi gerektiği hk.

K A R A R

Hüküm Uyuşmazlığının
Giderilmesini İsteyen
(İdari yargıda Davacı

53
Adli Yargıda Davalı) : O. K.(6.12.2018 de vefat etmiş) Mirasçıları; H. K.,
E. .K, S. C., S.Y.
Vekili : Av. M. A., Av. S.A.
Karşı Taraf : Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı
Vekili : Av. Av.R.Ç., Av.İ.T.

OLAY : 1-a) Davacı O. K. vekili Av. S. A.; müvekkilinin,


sahte işçilik nedeniyle geçersiz sayılan hizmetinin iptaline ilişkin kararın iptaline,
iptal edilen askerlik borçlanmasının tekrar sayılmasına, şayet sayılmazsa eksik
yatırılan 2 aylık dönemin borçlanmasına, kızı Sevda Kaya'nın kullanması gereken
ilaçları, sigortadan faydalanarak hasta katkı payı alamamaktan dolayı, gördüğü
zararların yasal faizi ile tazmini istemiyle 11.11.2009 tarihinde idari yargı yerinde
dava açmıştır.
1-b) Ankara 9.İdare Mahkemesi; 18.11.2009 gün ve E:2009/1546,
K:2009/2108 sayı ile, “(…)Dava dosyasının incelenmesinden; davacı tarafından,
sahte işçilik nedeniyle geçersiz sayılan hizmetinin iptaline ilişkin kararın iptaline,
iptal edilen askerlik borçlanmasının tekrar sayılmasına, şayet sayılmazsa eksik
yatırılan 2 aylık dönemin borçlanmasına, kızı Sevda Kaya'nın kullanması gereken
ilaçları sigortadan faydalanarak hasta katkı payı alamamaktan dolayı gördüğü
zararların tarafına yasal faizi ile tazmini istemiyle açılan davada, tazmini istenen
hasta katkı payı alamamaktan dolayı gördüğü zararların ne olduğunun ve miktarının
belirtilmediği, iptal edilen askerlik borçlanmasının tekrar sayılmasına, şayet
sayılmazsa eksik yatırılan 2 aylık dönemin borçlanmasına ilişkin istemin biri
olmazsa diğeri şeklinde belirtildiği, bu durumun terdit oluşturduğu görüldüğünden
dava dilekçesinin bu haliyle 2577 sayılı Kanunun 3. Maddesine uygun
düzenlenmediği anlaşılmaktadır.
Açıklanan nedenlerle, dava dilekçesinin 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 15.maddesinin 1. fıkrası (d) bendi gereğince bu kararın tebliğ tarihini
izleyen günden itibaren (30) gün içinde bizzat veya bir avukat vasıtasıyla 3.maddeye
uygun şekilde düzenlenerek yeniden dava açılmak üzere reddine(…)” karar
vermiştir.
1-c)Davacı vekili dilekçesini yenileyerek; müvekkilinin 330200504320
sigorta sicil numaralı emekli olduğunu, 4 yıldır emekli maaşı almakta iken, Mersin
Sosyal Sigortalar Güvenlik İl Müdürlüğünden, Emekli Sandığına gönderilen
13.08.2009 tarih ve 10539258 sayılı yazıda, 18.05.2005-23.06.2005 tarihleri
arasında sigortalı hizmetinin müfettiş raporuna istinaden sahte olduğunun, bundan
dolayı askerlik borçlanmasının da iptal edildiğinin bildirildiğini; fakat konu
hakkında ne yapması gerektiğinin tarafına bildirilmediğini; oysa müvekkilinin
18.05.2005-23.06.2005 tarihleri arasında K. Uluslararası Taşımacılık Gıda
Elektronik İthalat İhracat Sanayi ve Tic. Ltd.Sti.nde 37 günlük bir hizmetinin
bulunduğunu ve sigorta primlerinin de yatırıldığını; ayrıca yaptıkları araştırmaya
göre de anılan Şirketin, Hukuk kurallarına uygun şekilde kurulmuş bir şirket olup,
hayali bir şirket olmadığını; müvekkilinin çalıştığı süre içerisinde de faal
olduğunu, ticari faaliyetini 18.04.2006 tarihinde terk ettiğini; şayet mahkeme aksi
kanaatte ise, hiç olmazsa müvekkilce eksik yatırılan 2 aylık dönemin borçlanmasını
54
da talep ettiklerini; ayrıca, müvekkilinin askerlik borçlanmasını da usulüne uygun
bir şekilde yatırmasına rağmen, askerlik borçlanmasının da iptaline karar
verilmesinin de anlaşılamadığını; müvekkilinin 20 ay askerlik yaptığını, eğer
gerekseydi askerlik borçlanmasını, 18 ay değil de 20 ay borçlanabileceğini, bu
durumun hayatın olağan akışına ve mantık kurallarına uymadığını; müvekkilin
emekliliğinin iptaliyle kızı S. K.'nın, böbrek nakli nedeniyle sürekli kullanması
gereken ilaçları da herhangi bir ek geliri olmadığından ve ilaçların da fiyatlarının çok
pahalı olması nedeniyle alamadığını; ayrıca; müvekkilinin, emekli maaşından
kesinti yapılması kaydıyla, bankadan çektiği tüketici kredisini de emekli maaşının
kesilmesinden dolayı ödeyemediğini; müvekkilinin, 16 yıl 10 Ay 14 günlük Emekli
Sandığı hizmeti, 4 yıl 2 ay 19 gün yıpranma hizmeti ile sonradan 2 yıl 5 ay Bağ-Kur
hizmetine müteakip (sahte olduğu iddia edilerek geçersiz sayılan ) 37 günlük Sigorta
hizmeti, 18 aylık (20 ay yaptığı askerliğin 18 ayını borçlandığını) askerlik
borçlanması ile 01.07.2005 tarihinde, o zamanki adı Emekli Sandığından (Sonradan
Sosyal Güvenlik Çatısı altında Birleştirilen ) emekli olduğunu; her nasılsa, emekli
olduktan 4 yılı aşkın bir süre sonra birden bire maaşının kesildiğini; kararın haksız
ve keyfi olduğunu ifade ederek; müvekkilinin kesilen emekli aylığı ile tüm emekli
aylıklarının borç çıkartılması işleminin yürütmesinin durdurulmasına; müvekkili
hakkında verilen 18.05.2005-23.06.2005 tarihleri arasındaki sözde sahte işçilik
nedeniyle geçersiz sayılan hizmetinin iptaline dair kararın iptaline; müvekkilinin
kazanılmış hakkı olan askerlik borçlanmasının da tekrar sayılmasına; müvekkilinin
Kızı Sevda KAYA'nın toplam 3.352.12 TL tutarında olan ilaçları alamamaktan
dolayı mağduriyetinin giderilmesine; müvekkilinin kesilen emekli maaşının
kesildiği tarihten itibaren tarafına yasal faiziyle davalı idareden tazminine karar
verilmesi istemiyle idari yargı yerinde yeniden dava açmıştır.
1-d) Ankara 9.İdare Mahkemesi: 5.7.2011 gün ve E:2010/53, K:2011/1555
sayı ile, “(…)Olayda, davalı idarece 19/09/2005 tarih ve 324645 sayılı işlemle, 16
yıl 10 ay 14 gün fiili hizmet süresi, 4 yıl 2 ay 10 gün fiili hizmet zammı, 1 yıl 7 ay 4
gün sigortalı hizmeti ve 2 yıl 5 ay Bağ-kur hizmeti olmak üzere toplam 25 yıl 28 gün
hizmetine karşılık 01/07/2005 tarihinden itibaren 5434 sayılı Kanun hükümlerine
göre aylık bağlanan davacının, sahte işçilik olarak tespit edilen dönemde 27.05.2005
tarihinde askerlik süresini borçlanmak amacıyla davalı kuruma başvurarak 1 yıl 5 ay
29 günlük askerlik süresini borçlandırmak suretiyle emekli olduğu görülmekle
birlikte, kurum müfettişleri tarafından yapılan incelemeler sonucu düzenlenen
05.06.2009 tarih ve 104602/İNC/23 sayılı İnceleme Raporu ile sabit olduğu üzere,
08/05/2005- 23/06/2005 tarihleri arasında geçen sigortalı çalışmalarının sahte işçilik
olarak tespit edilmesi, davacının ise Kayra Uluslararası Taşımacılık Gıda Elektrik
İthalat İhracat Sanayi ve Ticaret Limited Şirketinde geçen 18.05.2005-23.06.2005
tarihleri arasındaki çalışma süresinin sahte olmadığına yönelik adli yargı
mercilerinde açmış olduğu herhangi bir tespit davasının bulunmaması karşısında,
yukarıda değinilen mevzuat hükümleri uyarınca Emekli Sandığı Kanunu ile
belirlenen haklardan yararlanabilmek için "iştirakçi" olmanın ön koşul olduğu açık
olup, Emekli Sandığı Kanununda belirtilen haklardan olan "borçlanma" hakkından
yararlanabilmek için de "iştirakçi olma" şartının aranacağı açık olup, davacının sahte
işçilik olarak tespit edilen 37 günlük süresinin ve bu dönem içinde yani Sandık
55
iştirakçisi olmadığı bir zamanda yaptığı başvuru ile borçlandığı ve emekliliğine esas
alınan askerlik süresi borçlanmasının ve emekli aylığının iptali işlemi ile 01/07/2005-
30/09/2009 tarihleri arasındaki döneme ilişkin olarak tarafına bu şekilde yersiz
ödenen 42.289,50 TL'nin adına borç çıkartılmasına ilişkin dava konusu işlemde
hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, davanın reddine…” karar vermiş; bu karar temyiz
edilmiştir.
1-e) Danıştay Onbirinci Dairesi: 8.11.2012 gün ve E:2011/8569,
K:2012/7101 sayı ile, “(…) Davacının anılan döneme ait çalışmalarının sahte işçilik
olduğu yönünde bir yargı kararı bulunmaksızın sadece müfettiş raporuna dayanılarak
anılan çalışmalarının sahte işçilik olarak kabul edilmek suretiyle askerlik
borçlanmasının ve emekli aylığının iptal edilmesinin ve 1.7.2005 ila 30.9.2009
tarihleri arasındaki dönemde yersiz ödenen aylıklarının adına borç çıkarılmasının
yasal dayanağı bulunmamaktadır.
Bu durumda, Kayra Uluslararası Taşımacılık Gıda Elektronik İthalat ve
İhracat Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi ile davacı hakkında savcılığa yapılan suç
duyuru sonucunda adli yargıda açılmış bir dava olup olmadığı, açılmış ise söz konusu
davada verilen karar sonucu araştırılmak suretiyle bir karar verilmesi gerekirken,
eksik inceleme ile davanın reddi yolunda verilen İdare Mahkemesi kararında usule
ve hukuka uygunluk bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, davacı temyiz isteminin kabulü ile Mahkeme kararının
BOZULMASINA, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın Mahkemeye
gönderilmesine…” karar vermiş; kararın düzeltilmesi istemi aynı Dairece; 5.5.2014
gün ve E:2013/1726, K:2014/2659 sayı ile reddedilmiştir.
1-f) ANKARA 9.İDARE MAHKEMESİ: 27.1.2015 gün ve E:2014/1194,
K:2015/69 sayı ile bozma kararına uyduktan sonra; “5434 sayılı Emekli Sandığı
Kanunu'nun 12. maddesinde, bu kanunla tanınan haklardan aşağıda (l) işaretli
yerlerde çalışanlardan,........ (II) işaretli fıkralarda gösterilenlerin faydalanacağı,
emekli aylığı bağlanacak halleri düzenleyen 39. maddesinde; 25 fiili hizmet yılını
dolduran iştirakçilerden kadın ise 58, erkek ise 60 yaşını dolduranların istekleri
üzerine emekli aylığı bağlanacağı düzenlenmiş, Ek 8. maddesinde ise; "102 nci
maddede yazılı süreler içinde yazı ile Sandığa müracaat edeceklerin: a)
Borçlandırılma mevzuuna giren geçmiş hizmetlerinin, b) Emvali metruke veya
mübadil hesabı carisinden aylık, ücret almak suretiyle geçmiş sürelerinin, c)
Muvazzaf ve ihtiyat askerlikte er olarak geçen sürelerinin, d) 1/1/1950 tarihinden
sonra yedek subay okulunda öğrenci olarak geçen sürelerinin, e) Sonradan kanunla
sürekli hale getirilen kadrolarda ve sigorta dışında geçen sürelerinin, En çok 15 yılı,
istek tarihindeki (Re'sen emekliye sevk olunanlarla, ölenlerin vazife ile ilgilerinin
kesildiği tarihlerdeki) emeklilik keseneğine esas derece tutarları nazara alınmak ve
bu tarihlerde derece tutarlarının tabi olduğu kesenek ve karşılık tutarı üzerinden
borçlandırılmak suretiyle fiili hizmet sürelerine eklenir." hükmüne yer verilmiştir.
Aynı Kanunun 121. maddesinde de; "Her ne suretle olursa olsun
istihkaklarından fazla yapılan ödemeler, ilgililerin, varsa sonraki her çeşit
istihkaklarından hüküm alınmaksızın kesilmek suretiyle geri alınır. Ancak ilgili,
Sandıkça yapılan bu muamelenin yersizliği hakkında Danıştayda dava açabilir.
56
Herhangi bir nedenle Sandık tarafından ilgililere istihkaklarından fazla veya yersiz
olarak yapılan ödemelerin, bu hatalı işlemlerin düzeltildiği tarihten geriye doğru
hesap edilecek beş yıllık tutarları tahsil edilir. Tahsilin ne şekilde yapılacağı
yönetmelikle düzenlenir." hükmü düzenlenmiştir.
Dosyanın incelenmesinden, davacının, Mersin Emniyet Müdürlüğü
kadrosunda polis memuru olarak görev yapmakta iken 29.8.2000 tarihinde ilişiğinin
kesildiği, 06.09.2004 tarihinde Sandıktan emekli aylığı bağlanması için yaptığı
başvuru üzerine, Sandığa tabi 16 yıl 10 ay 14 gün fiili hizmet süresi, 4 yıl 2 ay 19
gün fiili hizmet zammı ve Bağ-kur'a tabi 2 yıl 5 ay hizmeti olmak üzere 23 yıl 6 ay
3 gün hizmetinin olduğunun anlaşılması nedeniyle hizmeti yetersiz olduğu için aylık
bağlanamadığı, ancak 1479 sayılı Kanun'a veya 506 sayılı Kanun'a tabi olarak
çalışarak hizmet yılını doldurması, ayrıca 4759 sayılı Kanun uyarınca tabi olduğu
yaşını doldurduktan sonra başvurusu halinde 2829 sayılı Kanun gereğince yeniden
incelenebileceğinin bildirildiği, 28.06.2005 tarihli dilekçe ile 506 sayılı Kanuna tabi
olarak 37 gün çalıştığı, bu arada askerlik süresini 1 yıl 6 ay borçlandığı ve toplam 25
yıl hizmetinin bulunduğundan bahisle emekli aylığı bağlanması için idareye
başvurması üzerine 1.7.2005 tarihinden itibaren 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre
emekli aylığı bağlandığı, Mersin Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğü'nün 13.8.2009 tarihli
yazılarında Kurum müfettişlerince yapılan incelemeler sonucunda düzenlenen
Müfettiş Raporunda 8.5.2005 ila 23.6.2005 tarihleri arasındaki SSK'ya tabi
çalışmalarının sahte işçilik olarak tespit edildiği, bundan dolayı askerlik
borçlanmasının da iptal edildiğinin bildirildiği, 18.5.2005-23.6.2005 tarihleri
arasındaki dönemdeki sigortalı hizmetinin sahte işçilik olduğunun tespit edildiğinden
bahisle askerlik borçlanmasının ve emekli aylığının iptal edilip, 01.07.2005 ila
30.09.2009 tarihleri arasındaki dönemde yersiz ödenen 42.289,50-TL'nin adına borç
çıkarılması üzerine bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Olayda, davacının anılan döneme ait çalışmalarının sahte işçilik olduğu
yönünde bir yargı kararı bulunup bulunmadığının saptanması amacıyla
Mahkememizce 31.10.2014 tarihinde ara kararı yapılarak, Kayra Uluslararası
Taşımacılık Gıda Elektronik İthalat ve İhracat Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi ile
davacı hakkında savcılığa yapılan suç duyuru sonucunda adli yargıda açılmış bir
dava olup olmadığı hususu davalı idareden, davacıdan ve Mersin Cumhuriyet
Başsavcılığından sorulmuş, ara kararına verilen cevaplardan, söz konusu husus ile
ilgili olarak Mersin Cumhuriyet Başsavcılığınca davacı hakkında kovuşturmaya yer
olmadığına karar verildiği anlaşılmaktadır.
Bu durumda, davacının anılan döneme ait çalışmalarının sahte işçilik olduğu
yönünde bir yargı kararı bulunmadığı anlaşıldığından, sadece müfettiş raporuna
dayanılarak tesis edilen işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu işlemin iptaline, davacının maaşından
yapılan kesintilerin, kesintilerin yapıldığı tarihten itibaren işleyecek yasal faiziyle
birlikte ödenmesine…” karar vermiş; temyiz edilmesi üzerine Danıştay Onbirinci
Dairesince; 7.10.2015 gün ve E:2015/5058, K:2015/4366 sayı ile onanan karar
kesinleşmiştir.
2-a)Davacı Sosyal Güvenlik Kurumu vekili
dilekçesinde; müvekkili kurumdan 61.642.040.0 sicil numaralı dosyadan emekli
57
aylığı almakta iken hizmet yetersizliği nedeni ile 1.7.2015 tarihinden itibaren
aylıkları kesilen Osman Kaya’nın, yersiz almış olduğu 01/07/2005-30/09/2009
tarihleri arasındaki istihkak tutarı 42.289,52 TL. ile 09/04/2012 tarihine kadar olan
faizi 22.343,08 TL. ile birlikte toplam 64.623,60 TL’nin tahsili için Gaziantep 8.İcra
Müdürlüğünün 2012/4033 esas sayılı dosyası ile takip başlatıldığını ve borçlunun
itirazı üzerine takibin durdurulduğunu ifade ederek; fazlaya ilişkin hakları saklı
kalmak kaydıyla icra dosyasındaki davalı itirazının iptaline, 42.289,08 TL. asıl
alacak,22.343,08 TL. işlemiş faiz ve 323,25 TL. 09.04.2012-10.05.2012 tarihleri
arası takip öncesi işlemiş faiz yönünden takibin devamına ve davalının %40’tan aşağı
olmamak üzere icra inkar tazminatına mahkûmiyetine karar verilmesi istemiyle,
Osman Kaya’ya karşı 13.9.2012 tarihinde adli yargı yerinde dava açmıştır.
2-b) GAZİANTEP 4.İŞ MAHKEMESİ; 25.6.2014 gün ve E:2013/311, K:
2014/311 sayı ile, “(…)Gaziantep 8. İcra Müdürlüğünün 2012/4033 esas sayılı icra
takip dosyasının incelenmesinde:Davacının davalı aleyhine 42.289,52 TL. asıl
alacak 09.04.2012 tarihine kadar işlemiş 22.343,08 TL.faiz ve 09.04.2012-
10.05.2012 tarihleri arası işlemiş 323,25 TL. faiz alacağına dair genel haciz yoluyla
icra takibinde bulunduğu ve fakat davalının itirazı üzerine icra takibinin durduğu
görülmüştür.
Dava dosyası iş ve sosyal güvenlik hukuku konusunda uzman bilirkişiye
tevdi edilerek 25.03.2014 tarihli rapor tanzimi sağlanmıştır.
Tüm dosya kapsamı bilgi belge ve deliller birlikte incelendiğinde: Dava
niteliği itibariyle İ.İ.K.’nun 67.maddesi kapsamında icra takibine yapılan itirazın
iptali ve icra inkar tazminatının davalıdan tahsili istemidir. Davacı kurum yersiz
ödenen aylıklar ve bu aylıklara dair işlemiş faiz alacağının tahsili amacıyla davalı
aleyhine Gaziantep 8.İcra Müdürlüğü nezdinde genel haciz yoluyla icra takibinde
bulunmuş, ancak davalın itirazı üzerine icra takibi durmuştur. Davacı kurum
05.06.2009 tarihli 104602/İNC/23 sayılı müfettiş inceleme raporuna istinaden
davacının 18.05.2005-23.06.205 tarihleri arasında Kayra Uluslararası Taşımacılık
Gıda Elektrik İthalat İhracat Sanayi ve Ticaret Şirketi nezdinde geçtiği bildirilen
sigortalı hizmetinin sahte işçilik olduğu gerekçesiyle ve hizmet süresinin emeklilik
için yetersizliği nedeniyle davacıya emekli aylığı bağlanmasına yönelik 19.09.2005
tarihli ve 324645 sayılı işlemi iptal ederek, emekli olduğu 01.07.2005 tarihinden
30.09.2009 tarihine kadar kendisine ödenen emekli aylıklarının ve işlemiş faizlerinin
iadesini talep etmiş ve bilahare davalı aleyhine icra takibinde bulunmuştur. 5510
sayılı yasanın 59.maddesi uyarınca kurum müfettişi tarafından düzenlenen rapor aksi
sabit oluncaya kadar geçerlidir. Bu meyanda müfettiş raporunun aksinin ispatı
hususu gerçekleşmediğinden hüküm kurmaya yeterli ve denetime elverişli bilirkişi
raporu kapsamında sübut bulan davanın kabulüne ve icra takibine konu alacağın likid
nitelik taşıması nedeniyle davalının icra takibine itirazının haksız olduğu sonucuyla
davanın kabulüne dair aşağıda belirtildiği şekliyle hüküm kurmak gerektiği
kanaatine varılmıştır.
HÜKÜM: Gerekçeleri yukarıda açıklandığı üzere;
1-Davanın KABULÜ ile; Gaziantep 8.İcra Müdürlüğünün 2012/4033 esas
sayılı icra takip dosyasındaki davalı itirazının 42.289,52 TL asıl alacak, 22.343,08

58
TL işlemiş faiz ve yine 323,25 TL işlemiş faiz olmak üzere toplam 64.955,85 TL
üzerinden iptaline ve takibin devamına,
2-Asıl alacağın %40'ı oranında icra inkar tazminatının davalıdan alınarak
davacıya verilmesine(…)” karar vermiş, bu karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.
3-a)Davacı Osman Kaya’nın vekili Gaziantep 4.İş Mahkemesine hitaplı
16.2.2016 tarihli dilekçesi ile; müvekkili aleyhine verilen kararın İdare
Mahkemesince iptal edildiğini ve kararın kesinleştiğini; buna rağmen davalı
Kurumun icra takibinden vazgeçmediğini ileri sürerek; Mahkemelerinin 25.6.2014
gün ve E:2013/311, K: 2014/311 sayılı kararı hakkında yargılamanın yenilenmesi
kararı verilmesini; ilk davadaki istemlerinin hüküm altına alınmasını talep etmiştir.
3-b) Gaziantep 4.İş Mahkemesi: 18.3.2016 gün ve E:2016/80, K:2016/135
sayı ile, “(…)Davalı vekili mahkememize sunmuş olduğu 16/02/2016 tarihli davanın
yeniden görülmesi talepli dilekçesi üzerine dosya mahkememizin 2016/80 esasına
kaydı yapılmıştır. Davaya konu müfettiş raporunun, Ankara 9. İdare Mahkemesi'nin
27/01/2015 tarihli 2014/1974 esas 2015/69 karar sayılı ilamı ile iptaline ve yapılan
kesintilerin, kesinti yapıldıkları tarihtin itibaren yasal faizi ile birlikte ödenmesine
karar verilmiş, verilen bu karar da Danıştay 11. Dairesinin 07/10/2015 tarih ve
2015/4366 sayılı kararı ile onanmıştır. 6100 sayılı HMK nın 375-1/ı maddesi" Bir
dava sonunda verilen hükmün kesinleşmesinden sonra tarafları, konusu ve sebebi
aynı olan ikinci davada, öncekine aykırı bir hüküm verilmiş ve bu hükmün de
kesinleşmiş olması" nın yeniden yargılama nedeni olduğunu düzenlenmiş
olduğundan mahkememizce şartları taşıyan talebin kabulü ile yeniden yargılama
yapılarak ve davaya konu borcun nedeni olan müfettiş raporunun iptaline karar
verildiği bu haliyle alacağın oluşmadığı kabul edilerek takibin durmasına neden olan
itirazın iptaline yönelik talebin reddine dair aşağıdaki gibi karar verilmiştir.
HÜKÜM: Gerekçeleri yukarıda açıklandığı üzere;
1-Mahkememizin 2013/311 esas 2014/311 karar sayılı ve 25/06/2014
tarihli hükmünün iptaline,
2-davacının subut bulmayan davasının reddine(…)” karar vermiş, bu karar
temyiz edilmiştir.
3-c) Yargıtay 10.Hukuk Dairesi: 5.11.2018 gün ve E:2016/9489,
K:2018/8923 sayı ile, “(…)Yargılamanın yenilenmesi isteminde bulunan Osman
Kaya vekilinin temyiz itirazlarının reddi gerekir.
Öncelikle, eldeki uyuşmazlığa ilişkin ilgili Anayasa ve Yasa maddelerinin
incelenmesi gerekirse;
1982 Anayasası'nın 158. maddesi ile "Uyuşmazlık Mahkemesi adli, idari ve
askeri yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak
çözümlemeye yetkilidir." düzenlemesi kabul edilmiştir.
2247 sayılı Yasa'nın 1. maddesi ile Uyuşmazlık Mahkemesi'nin görev tanımı
yapılarak; Mahkeme'nin adli, idari ve askeri yargı mercileri arasındaki görev ve
hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözmeye yetkili olduğu, aynı Yasa'nın 24.
maddesi ile de Yasa'nın 1. maddesinde gösterilen yargı mercilerinden en az ikisi
tarafından, görevle ilgili olmaksızın kesin olarak verilmiş veya kesinleşmiş, aynı
konuya ve sebebe ilişkin, taraflarından en az biri aynı olan ve kararlar arasındaki

59
çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesi olanaksız bulunan hallerde hüküm
uyuşmazlığının varlığı kabul edileceği düzenlenmiştir.
1086 sayılı HUMK'nın 445/10. maddesinde iki tarafı ve sebebi aynı bir dava
hakkında verilen bir karara aykırı yeni bir karar verilmesine sebep olabilecek bir
madde yokken yine o Mahkeme veya diğer bir Mahkeme tarafından önceki kararın
hükmü aksine bir hüküm ve karar verilmiş olup da her iki kararın da kesinlik
kazanması halinde tarafların yargılamanın iadesi isteğinde bulunulabileceği kabul
edilmiştir. 6100 sayılı HMK’nun 375/1-1 maddesi uyarınca HUMK'nun 445/10.
maddesi ile paralel olarak, bir dava sonunda verilen hükmün kesinleşmesinden sonra
tarafları konusu ve sebebi aynı olan ikinci davada öncekine aykırı bir hüküm verilmiş
ve bu hükmün de kesinleşmiş olması yargılamanın iadesi sebebi olarak
düzenlenmiştir.
Dosya kapsamındaki kayıt ve belgelerden; yargılamanın yenilenmesi
isteminde bulunan Osman Kaya'nın, 18.05.2005-23.06.2005 tarihleri arasındaki
çalışmalarının gerçek çalışma olmaması sebebiyle iptal edildiği, iptal neticesi 5434
sayılı sigortalılığından dolayı kendisine bağlanan yaşlılık aylığının da iptal edilerek
borç tahakkuku yapıldığı, Osman Kaya tarafından ilk olarak idari yargıda; emekli
aylığının Kurum tarafından iptali işlemi ve borç tahakkuk işleminin iptali için dava
açtığı, 05.07.2011 tarihinde davanın reddine karar verildiği, idari yargıda açılan
davanın reddi üzerine Kurum tarafından 13.09.2012 tarihinde itirazın iptali davası
açıldığı, Kurum tarafından açılan davanın kabul edilerek 04.09.2014 tarihinde temyiz
edilmeksizin kesinleştiği, idari yargıda Osman Kaya tarafından açılan davanın
temyiz incelemesi neticesi bozulması üzerine 27.01.2015 tarihinde davanın kabulüne
karar verilerek Kurum işleminin iptaline karar verildiği, işbu kararın 31.12.2015
tarihinde temyiz incelemesinden geçmek suretiyle kesinleştiği, 16.02.2016 tarihinde
yargılamanın yenilenmesi istemli işbu davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Mahkemece, yargılamanın yenilenmesi istemi kabul edilmiştir.
1086 sayılı HUMK'nın 445/10.(6100 sayılı HMK'nun 375/1-ı maddesi)
maddesi kapsamında, yargılamanın iadesi isteğinde bulunulabilmesi için iki
hükmünde hukuk mahkemelerinden (asliye-sulh hukuk veya özel mahkemelerinden)
verilmiş olması gerekir. Bu kapsamda, hükümlerden biri hukuk mahkemesi diğer biri
idari mahkeme tarafından verildiği durumlarda, yargılamanın iadesi yoluna değil,
ancak hüküm uyuşmazlığının giderilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine
başvurulabilir. (2247 sayılı Yasanın 1. ve 24., 25.maddeleri: Prof. Dr. Baki Kuru
Hukuk Muhakemeleri Usulü, C.5, 6. Baskı, s.5226-5227; Prof. Dr. Erdal Tercan,
Farklı Yargı Kollarına Mensup Mahkemeler Arasındaki Hüküm Uyuşmazlığı,
www.uyuşmazlık.gov.tr/galeri/sempozyum2/ erdaltercan.pdf).
Bu durumda, eldeki uyuşmazlık kapsamında, yargılamanın iadesi koşulları
oluşmadığı, Gaziantep 3. İş Mahkemesi 2013/311 esas 2014/311 karar sayılı dosya
davalısı Osman Kaya tarafından ancak Uyuşmazlık Mahkemesi'ne, mahkemeler
arasında çıkan hüküm uyuşmazlığının giderilmesi için başvurulabileceği gözetilerek
isteğin reddine karar verilmesi gerekirken, Yasa'nın yanlış yorumlanarak yazılı
şekilde karar verilmesi isabetsiz olmuştur.

60
Bu maddi ve hukuki olgular göz önünde bulundurulmaksızın, eksik
inceleme ve hatalı değerlendirme sonucu, yazılı şekilde hüküm kurulması, usul ve
yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O hâlde, davacı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul
edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle
BOZULMASINA…” karar vermiştir.
3-d) Gaziantep 4.İş Mahkemesi: 14.1.2019 gün ve E:2018/317, K:2019/14
sayı ile, “(…)Mahkememizce yapılan yargılama sonucunda "Mahkememizin
2013/311 esas 2014/311 karar sayılı ve 25/06/2014 tarihli hükmünün iptaline,
davacının sübut bulmayan davasının reddine dair 23/03/2016 tarihli 2016/80 esas ve
2016/135 karar sayılı hüküm oluşturulmuştur.
Mahkememizin bu hükmü taraf vekillerince temyiz edilmekle Yargıtay
10.Hukuk Dairesi tarafından yapılan temyiz incelemesinde, Daire'nin 18/03/2016
tarihli 2016/80 esas ve 2016/135 karar sayılı ilamı ile;(…) gerekçesiyle BOZMA
kararı verilerek dosya iade edilmiştir.
Bozma sonrasında dosya mahkememizin 2018/317 esasına kaydedilmiş, usul
ve yasaya uygun bozma ilamına uyulmasına karar verilmiştir.
Bozma ilamı uyarınca yargılamanın iadesini talep eden tarafın isteminin
reddine dair aşağıdaki şekilde hüküm tesis edilmiştir.
HÜKÜM :
1-)Yargılamanın iadesi talebinin REDDİNE(…)” karar vermiş, bu karar
temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.
4-UYUŞMAZLIK MAHKEMESİNDEN İSTEK: İdari yargı yerinde davacı,
Adli yargı yerinde davalı olan Osman Kaya’nın mirasçıları vekili, 9.1.201 tarihli
dilekçe ile; Ankara 9. İdare Mahkemesinin 27/01/2015 tarihli ve E.2014/1194,
K.2015/69 sayılı kararının müvekkilinin lehine, Gaziantep 4. İş Mahkemesinin
25/06/2014 tarihli ve E.2013/311, K. 2014/311 sayılı kararının müvekkilinin
aleyhine sonuçlandığını; bu kararlardan hangisinin uygulanacağı konusunda tereddüt
doğduğunu ve hakkın yerine getirilmesinin olanaksız hale geldiğini ifade
ederek; kesinleşen bu kararlar arasındaki ortaya çıkan hüküm uyuşmazlığının
giderilmesine karar verilmesi istemiyle, Uyuşmazlık Mahkemesine başvuruda
bulunmuştur.
Ankara 9. İdare Mahkemesince, kendi Mahkemelerine ait dava dosyasının
aslı Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmiş; Mahkememizce Gaziantep 4. İş
Mahkemesinin dava dosyasının aslı Mahkemesinden temin edilmiştir.
5-Başkanlıkça 2247 sayılı Yasanın 24. ve 16. maddelerine göre ilgili
Başsavcıların yazılı düşünceleri istenilmiştir.
5-a)DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Hüküm uyuşmazlığına konu edilen kararlar
ve dava dosyaları ayrıntılı olarak irdelenip özetlendikten sonra; “ USULE İLİŞKİN
İNCELEME: İdari ve adli yargı kararları arasında oluştuğu ileri sürülen hüküm
uyuşmazlığının çözümü için; öncelikle hüküm uyuşmazlığının oluşup oluşmadığının
belirlenmesi gerekmektedir.
2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında
Kanun'un 2592 sayılı Kanun ile değişik 24'üncü maddesinin birinci fıkrasında, "1
61
inci maddede gösterilen yargı mercilerinden en az ikisi tarafından, görevle ilgili
olmaksızın kesin olarak verilmiş veya kesinleşmiş aynı konuya ve sebebe ilişkin,
taraflarından en az biri aynı olan ve kararlar arasındaki çelişki yüzünden hakkın
yerine getirilmesi olanaksız bulunan hallerde hüküm uyuşmazlığının varlığı kabul
edilir." hükmü yer almaktadır.
Anılan hükme göre, hüküm uyuşmazlığının varlığı için:
a) Uyuşmazlık yaratan hükümlerin, adli, idari veya askeri yargı
mercilerinden en az ikisi tarafından verilmesi,
b) Konu, dava sebebi ve taraflardan en az birinin aynı olması,
c) Her iki kararın da kesinleşmiş olması,
d) Kararlarda davanın esasının hükme bağlanması,
e) Kararlar arasındaki çelişki nedeniyle hakkın yerine getirilmesinin
olanaksız bulunması,
koşullarının birlikte gerçekleşmesi aranmaktadır.
Hüküm uyuşmazlığı bulunduğu ileri sürülen kararların incelenmesinden
ortada, adli ve idari yargı yerlerince verilmiş ve yasa yollarına başvurularak
kesinleşmiş kararlar oldukları; her iki kararda da davanın esasının hükme bağlandığı
anlaşılmıştır.
Dosyanın incelenmesinden, davacının 1.7.2005 tarihinden itibaren 5434
sayılı Kanun hükümlerine göre emekli aylığı aldığı, Mersin Sosyal Güvenlik İl
Müdürlüğünün 13.8.2009 tarihli yazılarında Kurum müfettişlerince yapılan
incelemeler sonucunda düzenlenen Müfettiş Raporunda 8.5.2005 ila 23.6.2005
tarihleri arasındaki SSK'ya tabi çalışmalarının sahte işçilik olarak tespit edildiği,
bundan dolayı askerlik borçlanmasının da iptal edildiğinin bildirildiği, 18.5.2005-
23.6.2005 tarihleri arasındaki dönemdeki sigortalı hizmetinin sahte işçilik olduğunun
tespit edildiğinden bahisle askerlik borçlanmasının ve emekli aylığının iptal edilip,
01.07.2005 ila 30.09.2009 tarihleri arasındaki dönemde yersiz ödenen 42.289,50-
TL'nin adına borç çıkarılması üzerine idare mahkemesinde açılan davada işlemin
iptal edildiği, bu kez kurumdan emekli maaşı almakta iken hizmet yetersizliği
nedeniyle aylıkları kesilen davacının yersiz almış olduğu 42.289,52 TL ve 22.343,08
TL faiziyle birlikte toplam 64.632,60 TL nin tahsili için Gaziantep 8. İcra
Müdürlüğünün 2012/4033 esas sayılı dosyası ile takip başlatıldığını ve borçlunun
itirazı üzerine takibin durdurulduğundan bahisle fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak
kaydıyla icra dosyasındaki davalı itirazının iptaline, alacaklar yönünden takibin
devamına ve davalının % 40 oranında icra inkar tazminatına hükmedilmesi istemiyle
Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından açılan davada Gaziantep 4. İş Mahkemesinin
25.06.2014 tarih ve E:2013/311, K:2014/311 sayılı kararıyla davanın kabulü ile
anılan meblağın tahsiline karar verildiği anlaşılmakla, anılan kararlar arasındaki
çelişki nedeniyle davacının hak ettiği emekliliği ve emekli aylıklarının ödenmesinin
yerine getirilmesi olanaksız hale geldiğinden, söz konusu adli ve idari yargı kararları
arasında hüküm uyuşmazlığı bulunduğunun kabulü gerekmektedir.
HÜKÜM UYUŞMAZLIĞININ ESASININ İNCELENMESİ :
Uyuşmazlık, davacının 1.7.2005 tarihinden itibaren 5434 sayılı Kanun
hükümlerine göre emekli aylığı aldığı, Mersin Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğü'nün
13.8.2009 tarihli yazılarında Kurum müfettişlerince yapılan incelemeler sonucunda
62
düzenlenen Müfettiş Raporunda 8.5.2005 ila 23.6.2005 tarihleri arasındaki SSK'ya
tabi çalışmalarının sahte işçilik olarak tespit edildiği, bundan dolayı askerlik
borçlanmasının da iptal edildiğinin bildirildiği, 18.5.2005-23.6.2005 tarihleri
arasındaki dönemdeki sigortalı hizmetinin sahte işçilik olduğunun tespit edildiğinden
bahisle askerlik borçlanmasının ve emekli aylığının iptal edilip, 01.07.2005 ila
30.09.2009 tarihleri arasındaki dönemde yersiz ödemede bulunulup
bulunulmadığının tespitine ilişkindir.
Dosyanın incelenmesinden, davacının, Mersin Emniyet Müdürlüğü
kadrosunda polis memuru olarak görev yapmakta iken 29.8.2000 tarihinde ilişiğinin
kesildiği, 06.09.2004 tarihinde Sandıktan emekli aylığı bağlanması için yaptığı
başvuru üzerine, Sandığa tabi 16 yıl 10 ay 14 gün fiili hizmet süresi, 4 yıl 2 ay 19
gün fiili hizmet zammı ve Bağ-kur'a tabi 2 yıl 5 ay hizmeti olmak üzere 23 yıl 6 ay
3 gün hizmetinin olduğunun anlaşılması nedeniyle hizmeti yetersiz olduğu için aylık
bağlanamadığı, ancak 1479 sayılı Kanun'a veya 506 sayılı Kanun'a tabi olarak
çalışarak hizmet yılını doldurması, ayrıca 4759 sayılı Kanun uyarınca tabi olduğu
yaşını doldurduktan sonra başvurusu halinde 2829 sayılı Kanun gereğince yeniden
incelenebileceğinin bildirildiği, 28.06.2005 tarihli dilekçe ile 506 sayılı Kanuna tabi
olarak 37 gün çalıştığı, bu arada askerlik süresini 1 yıl 6 ay borçlandığı ve toplam 25
yıl hizmetinin bulunduğundan bahisle emekli aylığı bağlanması için idareye
başvurması üzerine 1.7.2005 tarihinden itibaren 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre
emekli aylığı bağlandığı, Mersin Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğü'nün 13.8.2009 tarihli
yazılarında Kurum müfettişlerince yapılan incelemeler sonucunda düzenlenen
Müfettiş Raporunda 8.5.2005 ila 23.6.2005 tarihleri arasındaki SSK'ya tabi
çalışmalarının sahte işçilik olarak tespit edildiği, bundan dolayı askerlik
borçlanmasının da iptal edildiğinin bildirildiği, 18.5.2005-23.6.2005 tarihleri
arasındaki dönemdeki sigortalı hizmetinin sahte işçilik olduğunun tespit edildiğinden
bahisle askerlik borçlanmasının ve emekli aylığının iptal edilip, 01.07.2005 ila
30.09.2009 tarihleri arasındaki dönemde yersiz ödenen 42.289,50-TL'nin adına borç
çıkarıldığı anlaşılmaktadır.
Olayda, davacının anılan döneme ait çalışmalarının sahte işçilik olduğu
yönünde bir yargı kararı bulunup bulunmadığının saptanması amacıyla İdare
Mahkemesince yapılan araştırmada, Kayra Uluslararası Taşımacılık Gıda Elektronik
İthalat ve İhracat Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi ile davacı hakkında savcılığa
yapılan suç duyuru sonucunda adli yargıda açılmış bir dava olup olmadığı hususu
davalı idareden, davacıdan ve Mersin Cumhuriyet Başsavcılığından sorulmuş, ara
kararına verilen cevaplardan, söz konusu husus ile ilgili olarak Mersin Cumhuriyet
Başsavcılığınca davacı hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği
anlaşılmıştır.
Bu durumda, davacının anılan döneme ait çalışmalarının sahte işçilik olduğu
yönünde bir yargı kararı bulunmadığı anlaşıldığından, sadece müfettiş raporuna
dayanılarak tesis edilen işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
SONUÇ:
1-Gaziantep 4. İş Mahkemesinin 25.06.2014 tarih ve E:2013/311,
K:2014/311 sayılı kararıyla, Ankara 9. İdare Mahkemesinin 27.01.2015 tarih ve
E:2014/1194, K:2015/69 sayılı kararı arasında hüküm uyuşmazlığı bulunduğuna;
63
2-Gaziantep 4. İş Mahkemesinin 25.06.2014 tarih ve E:2013/311,
K:2014/311 sayılı kararının kaldırılmasına;
3-Ankara 9. İdare Mahkemesinin 27.01.2015 tarih ve E:2014/1194,
K:2015/69 sayılı kararının kabulüne;
Bu suretle hüküm uyuşmazlığının giderilmesi gerektiği…” yolunda düşünce
vermiştir.
5-b) YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Hüküm uyuşmazlığına
konu edilen kararların özetine yer verdikten sonra; “MEVZUAT YÖNÜNDEN
İNCELEME: İdari ve adli yargı kararları arasında oluştuğu ileri sürülen hüküm
uyuşmazlığının çözümü için; öncelikle hüküm uyuşmazlığının oluşup oluşmadığının
belirlenmesi gerekmektedir.
2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında
Kanunun 2592 sayılı Kanun ile değişik 24. maddesinin birinci fıkrasında, “7 nci
maddede gösterilen yargı mercileri tarafından, görevle ilgili olmaksızın kesin olarak
verilmiş veya kesinleşmiş, aynı konuya ve sebebe ilişkin, taraflarından en az biri aynı
olan ve kararlar arasındaki çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesi olanaksız
bulunan hallerde hüküm uyuşmazlığının varlığı kabul edilir hükmü yer almaktadır.
Anılan hükme göre, hüküm uyuşmazlığının varlığı için:
a- Uyuşmazlık konusu hükümlerin, adli ve idari yargı mercileri tarafından
verilmesi,
b- Konu, dava sebebi ve taraflardan en az birinin aynı olması,
c- Her iki kararın da kesinleşmiş olması,
d- Kararlarda davanın esasının hükme bağlanması,
e- Kararlar arasındaki çelişki nedeniyle hakkın yerine getirilmesinin
olanaksız bulunması,
Koşullarının birlikte gerçekleşmesi aranmaktadır.
Hüküm uyuşmazlığı bulunduğu ileri sürülen kararların incelenmesinde;
ortada, adli ve idari yargı yerlerince verilmiş ve yasa yollarına başvurularak şeklen
kesinleşmiş; taraflarından en az birinin aynı olduğu kararların bulunduğu ve tüm
kararlarda da davanın esasının hükme bağlandığı ve yasa yollarının tüketildiği
anlaşılmıştır.
Hüküm uyuşmazlığı talebine konu Ankara 9. İdare Mahkemesi kararında,
davacının 01.07.2005-30.09.2009 tarihleri arasındaki döneme ait çalışmalarının
sahte işçilik olduğu yönünde bir yargı kararı bulunmadığı görüldüğünden, sadece
müfettiş raporuna dayanılarak tesis edilen işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı
sonucuna ulaşıldığı gerekçesiyle askerlik borçlanmasının ve emekli aylığının iptaline
ilişkin işlem ile anılan döneme ilişkin 42.289,50 TL'nin davacı adına borç
çıkartılmasına ilişkin işlemin iptal edilmesine karşın, İş Mahkemesi kararında ise,
kurum müfettişi tarafından düzenlenen raporun aksi sabit oluncaya kadar geçerli
olduğu, müfettiş raporunun aksinin ispatı hususu gerçekleşmediğinden hüküm
kurmaya yeterli ve denetime elverişli bilirkişi raporu kapsamında sübut bulan
davanın kabulüyle Gaziantep 8. İcra Müdürlüğünün E.2012/4033 sayılı dosyasındaki
davalı itirazının iptaline ve takibin devamına, farklı bir deyişle anılan meblağın
tahsiline karar verildiği anlaşılmakla, İdare Mahkemesi ile İş Mahkemesi kararları
arasında oluşan çelişki nedeni ile davacının hak ettiği emekliliği ve emekli
64
aylıklarının ödenmesinin yerine getirilmesinin olanaksız hale geldiği, bu duruma
göre, söz konusu adli ve idari yargı kararları arasında hüküm uyuşmazlığı bulunduğu
kabul edilmelidir.
Somut olayda uyuşmazlık, davacının 01.07.2005 tarihinden itibaren 5434
sayılı Kanun hükümlerine göre emekli aylığı aldığı, Kurum müfettişlerince yapılan
incelemeler sonucunda düzenlenen müfettiş raporunda 08.05.2005-23.06.2005
tarihleri arasındaki SSK'ya tabi çalışmalarının sahte işçilik olarak tespit edildiği,
bundan dolayı 18.05.2005-23.06.2005 tarihleri arasındaki dönemdeki sigortalı
hizmetinin sahte işçilik olduğunun tespit edildiğinden bahisle askerlik
borçlanmasının ve emekli aylığının iptal edilmesinin ve 01/07/2005-30/09/2009
tarihleri arasındaki dönemde yapılan ödemelerin yersiz hale geldiği yönündeki
tespitin hukuka uygun olup olmadığının tespitine ilişkindir.
Dosyanın incelenmesinden, davacının, Mersin Emniyet Müdürlüğü
kadrosunda polis memuru olarak görev yapmakta iken 29/08/2000 tarihinde
ilişiğinin kesildiği, 06/09/2004 tarihinde emekli aylığı bağlanması için yaptığı
başvuru üzerine, Sandığa tabi 16 yıl 10 ay 14 gün fiili hizmet süresi, 4 yıl 2 ay 19
gün fiili hizmet zammı ve Bağ-Kur'a tabi 2 yıl 5 ay hizmeti olmak üzere 23 yıl 6 ay
3 gün hizmetinin olduğunun anlaşılması nedeniyle hizmeti yetersiz olduğu için aylık
bağlanamadığı, ancak 1479 sayılı Kanuna veya 506 sayılı Kanuna tabi olarak
çalışarak hizmet yılını doldurması, ayrıca 4759 sayılı Kanun uyarınca tabi olduğu
yaşını doldurduktan sonra başvurması halinde durumunun 2829 sayılı Kanun
gereğince yeniden incelenebileceğinin bildirildiği, 28/06/2005 tarihli dilekçe ile 506
sayılı Kanuna tabi olarak 37 gün çalıştığı, bu arada askerlik süresini 1 yıl 6 ay
borçlandığı ve toplam 25 yıl hizmeti bulunduğundan bahisle emekli aylığı
bağlanması için idareye yeniden başvurması üzerine 01/07/2005 tarihinden itibaren
5434 sayılı Kanun hükümlerine göre emekli aylığı bağlandığı, Mersin Sosyal
Güvenlik İl Müdürlüğünün 13/08/2009 tarihli yazılarında Kurum müfettişlerince
yapılan incelemeler sonucunda düzenlenen müfettiş raporunda 08/05/2005-
23/06/2005 tarihleri arasındaki SSK'ya tabi çalışmalarının sahte işçilik olarak tespit
edildiği, bundan dolayı askerlik borçlanmasının ve emekli aylığının iptal edilip,
adına 01/07/2005-30/09/2009 tarihleri arasındaki dönemde yersiz ödenen 42.289,50
TL'nin borç çıkartıldığı anlaşılmaktadır.
Olayda, davacının anılan döneme ait çalışmalarının sahte işçilik olduğu
yönünde bir yargı kararı bulunup bulunmadığının saptanması amacıyla İdare
Mahkemesince yapılan araştırmada, Mersin Cumhuriyet Başsavcılığınca davacı
hakkında kamu kurum ve kuruluşlarının zararına dolandırıcılık suçundan yapılan
soruşturma sonucunda 07/03/2012 tarihli ve Sor.2009/29123, K.2012/4563 sayılı
kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği, bu itibarla davacının anılan döneme ait
çalışmalarının sahte işçilik olduğu yönünde bir yargı kararı bulunmadığı, İş
Mahkemesinde yapılan yargılama sırasında alınan 25/03/2014 tarihli bilirkişi
raporunun yetersiz olduğu ve gerekçeli kararda davacı hakkında verilen
kovuşturmaya yer olmadığına dair karara neden itibar edilmediğinin yeterince
tartışılmadığı anlaşıldığından, sadece tek taraflı olarak düzenlenen müfettiş raporuna
dayanılarak tesis edilen işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
SONUÇ:
65
1.) Ankara 9. İdare Mahkemesinin 27/01/2015 tarihli ve E.2014/1194,
K.2015/69 sayılı kararı ile Gaziantep 4. İş Mahkemesinin 25/06/2014 tarihli ve
E.2013/311, K. 2014/311 sayılı kararı arasında hüküm uyuşmazlığı bulunduğunun
kabulüne,
2.) Gaziantep 4. İş Mahkemesinin 25/06/2014 tarihli ve E.2013/311, K.
2014/311 sayılı kararının kaldırılmasına; Ankara 9. İdare Mahkemesinin 27/01/2015
tarihli ve E.2014/1194, K.2015/69 sayılı kararının benimsenmesine,
Karar verilmesi suretiyle hüküm uyuşmazlığının giderilmesinin mümkün
olduğu …” yolunda düşünce vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesinin, Hicabi DURSUN’un Başkanlığında, Üyeler:
Şükrü BOZER, Mehmet AKSU, Birol SONER, Aydemir TUNÇ, Nurdane TOPUZ
ve Ahmet ARSLAN’ın katılımlarıyla yapılan 23.12.2019 günlü toplantısında:
I-İLK İNCELEME:
“2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında
Kanun’un “Mahkemenin görevi” başlığını taşıyan 1. maddesinde, “Uyuşmazlık
Mahkemesi; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile görevlendirilmiş, adli ve idari yargı
mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözmeye yetkili
ve bu kanunla kurulup görev yapan bağımsız bir yüksek mahkemedir.(…) ” denilmiş;
24. maddesinde ise, 1 nci maddede gösterilen yargı mercileri tarafından, görevle ilgili
olmaksızın kesin olarak verilmiş veya kesinleşmiş, aynı konuya ve sebebe ilişkin,
taraflarından en az biri aynı olan ve kararlar arasındaki çelişki yüzünden hakkın
yerine getirilmesi olanaksız bulunan hallerde hüküm uyuşmazlığının varlığının kabul
edileceği belirtilmiştir.
Anılan hükme göre, hüküm uyuşmazlığının varlığı için:
a) Uyuşmazlık yaratan hükümlerin, adli ve idari yargı mercileri tarafından
verilmesi,
b) Konu, dava sebebi ve taraflardan en az birinin aynı olması,
c) Her iki kararın da kesinleşmiş olması,
d) Kararlarda davanın esasının hükme bağlanması,
e) Kararlar arasındaki çelişki nedeniyle hakkın yerine getirilmesinin
olanaksız bulunması koşullarının birlikte gerçekleşmesi aranmaktadır.
Hüküm uyuşmazlığı bulunduğu ileri sürülen idari yargı ve adli yargı
kararlarının incelenmesinden; ortada idari (Ankara 9. İdare Mahkemesinin
27.01.2015 tarih ve E:2014/1194, K:2015/69 sayılı) ve adli (Gaziantep 4. İş
Mahkemesinin 25.06.2014 tarih ve E:2013/311, K:2014/311 sayılı) yargı yerlerince
verilmiş ve kesinleşmiş kararlar bulunduğu; davanın taraflarının aynı olduğu
anlaşılmıştır.
Konu ve dava sebebinin aynı olup olmadığının incelenmesinden:
Uyuşmazlık, davacının 18/05/2005- 23/06/2005 tarihleri arasındaki dönem
için sigortalı hizmetinin sahte işçilik olduğunun tespit edildiğinden bahisle askerlik
borçlanmasının ve emekli aylığının iptali işlemi ile 01/07/2005- 30/09/2009 tarihleri
arasındaki döneme ilişkin 42.289,50 TL'nin davacı adına borç çıkartılmasına ilişkin
işlemden kaynaklanmaktadır.

66
Osman Kaya’nın vekilince, müvekkilinin sigortalı hizmetinin sahte işçilik
olduğunun tespit edildiğinden bahisle askerlik borçlanmasının ve emekli aylığının
iptali işlemi ile belirtilen döneme ilişkin müvekkili adına borç çıkartılmasına ilişkin
işlemin iptali ve yoksun kaldığı parasal hakların yasal faiziyle birlikte ödenmesine
karar verilmesi istemiyle idari yargıda dava açılırken; Sosyal Güvenlik Kurumu
vekili tarafından, Osman Kaya'nın kurumdan emekli maaşı almakta iken hizmet
yetersizliği nedeniyle aylıklarının kesildiği, adı geçenin yersiz almış olduğu
42.289,52 TL ve 22.343,08 TL faiziyle birlikte toplam 64.632,60 TL.nin tahsili için
Gaziantep 8. İcra Müdürlüğünün 2012/4033 esas sayılı dosyası ile takip başlatıldığı
ancak borçlunun itirazı üzerine takibin durdurulduğu öne sürülerek fazlaya ilişkin
hakları saklı kalmak kaydıyla icra dosyasındaki davalı (Osman Kaya) itirazının
iptaline, alacaklar yönünden takibin devamına ve davalının % 40 oranında icra inkar
tazminatına hükmedilmesi istemiyle adli yargıda dava açıldığı görülmektedir.
Dava sebebi; talep sonucunu haklı göstermeye yarayan maddi vakıalar iken
dava konusu; netice-i taleptir. Olayımızda her iki davanın sebebi, davacının
18/05/2005- 23/06/2005 tarihleri arasındaki dönem için sigortalı hizmetinin sahte
işçilik olduğunun tespit edildiğinden bahisle askerlik borçlanmasının ve emekli
aylığının iptali işlemi ile 01/07/2005- 30/09/2009 tarihleri arasındaki döneme ilişkin
42.289,50 TL'nin davacı adına borç çıkartılmasına ilişkindir. Bir taraf, sigortalı
hizmetin gerçek olduğu iddiası ile emekli aylığının iptal edilmemesi ve borç
çıkarılmaması gerektiğini; diğer taraf ise tam aksine, davacının sigortalı hizmetin
sahte olduğundan bahisle tesis edilen işlemlerde hukuka aykırılık bulunmadığı iddia
ve savunmasında olduğundan, her iki dava sebebi yani maddi vakıalar aynıdır.
Dava konusuna gelince; idari yargıda davanın konusu; davacının emeklilik
borçlanmasının iptal edilmesi üzerine ödenen emekli aylıklarının borç çıkarılması
olarak belirlenirken, adli yargıda da mevzuata aykırılık bulunduğu iddiası ile yapılan
maaş ödemelerinin ve faizinin idareye geri ödenmesine ilişkin olması nedeniyle
hüküm uyuşmazlığı olduğu iddia edilen kararlar arasında dava konuları da aynıdır.
Kararlardan işin esasının hükme bağlanmasının incelenmesinden; Osman
Kaya’nın(daha sonra mirasçılarının) vekili tarafından idari yargıda açılan dava
sonunda; davacının anılan döneme ait çalışmalarının sahte işçilik olduğu yönünde
bir yargı kararı bulunmadığı anlaşıldığından, sadece müfettiş raporuna dayanılarak
tesis edilen işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle dava konusu işlemin
iptaline, davacının maaşından yapılan kesintilerin, kesintilerin yapıldığı tarihten
itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verildiği; Sosyal
Güvenlik Kurumu vekili tarafından adli yargıda açılan dava sonunda; müfettiş
raporunun aksinin ispatı hususu gerçekleşmediğinden hüküm kurmaya yeterli ve
denetime elverişli bilirkişi raporu kapsamında sübut bulan davanın kabulüne, İcra
Müdürlüğünün icra takip dosyasındaki davalı itirazının asıl alacak, işlemiş
faizler toplamı üzerinden iptaline ve takibin devamına; asıl alacağın %40'ı oranında
icra inkar tazminatının davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verildiği ve
kararların kesinleştiğianlaşılmaktadır. Bu durumda her iki kararda da işin esasının
hükme bağlandığı açıktır.

67
Hüküm uyuşmazlığının kabul edilebilmesi için öngörülen bir diğer husus ise;
kararlar arasındaki çelişki nedeniyle hakkın yerine getirilmesinin olanaksız
bulunmasıdır.
İdari yargıda yapılan yargılama sonucu idari işlemin iptaline ve yapılan
kesintilerin ödenmesine karar verilirken, adli yargıda idari işlem hukuka uygun
olduğundan, idarece yapılan takibin devamına karar verilmesiyle; kararlar arasındaki
çelişki nedeniyle hakkın yerine getirilmesi olanaksız hale getirilmiştir
Bu durumda, 2247 sayılı Yasa’nın 24. Maddesinde açıklandığı üzere;
tarafları, konusu ve dava sebebi aynı olan ve kesinleşmiş kararlar arasında hüküm
uyuşmazlığı doğduğundan; kararlar arasında çelişki nedeniyle hakkın yerine
getirilmesinin olanaksız hale geldiği açıktır.
Belirtilen nedenlerle;
1- Ankara 9. İdare Mahkemesi ile Gaziantep 4. İş Mahkemesinin kararları
arasında, 2247 sayılı Yasa’nın 24. Maddesinde öngörülen koşulların gerçekleştiği
anlaşıldığından hüküm uyuşmazlığı bulunduğu,
2- 2247 sayılı Yasanın 25. maddesi hükümleri uyarınca;
a)İdari Yargılama Usulü Yasası gözetilerek Uyuşmazlık Mahkemesine
yapılan başvuruya ait dilekçe ve eklerinin 30 gün içinde cevap verilmek üzere Sosyal
Güvenlik Kurumu Başkanlığı’na bildirilmesi, verilen cevabın karşı tarafa tebliği
suretiyle dosyanın tekemmülünün sağlanması,
b) Usulü işlemler tamamlandıktan ve esas hakkındaki rapor yazıldıktan sonra
Başkanlıkça belirlenecek günde işin esasının görüşülmesi…” gerektiğine OY
BİRLİĞİ İLE KARAR VERİLMİŞTİR.
Bunun üzerine Uyuşmazlık Mahkemesine yapılan başvuruya ait dilekçe karşı
tarafa tebliğ edilmiş; Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekili tarafından yasal
süresi içerisinde verilen cevap dilekçesinde; Gaziantep 4.İş Mahkemesinin kararının
kabulüne karar verilmesi talep edilmiştir.
II-ESASIN İNCELENMESİ:
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Hicabi DURSUN’un
Başkanlığında, Üyeler: Şükrü BOZER, Mehmet AKSU, Birol SONER, Aydemir
TUNÇ, Nurdane TOPUZ ve Ahmet ARSLAN'ın katılımlarıyla yapılan 28.5.2020
günlü toplantısında:
Başvuru dilekçesi ve ekleri, uyuşmazlığa konu edilen kararlara ilişkin dava
dosyaları, ilgili Başsavcıların düşünce yazıları, dayanılan Yasa kuralları, taraflarca
verilen dilekçe ve ekleri ile Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in hazırladığı rapor
okunup incelendikten ve ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet
Savcısı Halil İbrahim ÇİFTÇİ ile Danıştay Savcısı Yakup BAL’IN yazılı düşünceleri
doğrultusundaki açıklamaları alındıktan sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP
DÜŞÜNÜLDÜ:
Uyuşmazlık, 1.7.2005 tarihinden itibaren 5434 sayılı Kanun hükümlerine
göre emekli aylığı alan davacının, 18/05/2005- 23/06/2005 tarihleri arasındaki
dönem için sigortalı hizmetinin sahte işçilik olduğunun tespit edildiğinden bahisle
askerlik borçlanmasının ve emekli aylığının iptali işlemi ile 01/07/2005- 30/09/2009
tarihleri arasındaki döneme ilişkin 42.289,50 TL'nin davacı adına borç çıkartılmasına
ilişkin işlemden kaynaklanmaktadır.
68
Dosyaların incelenmesinden, davacının, Mersin Emniyet Müdürlüğü
kadrosunda polis memuru olarak görev yapmakta iken 29.8.2000 tarihinde ilişiğinin
kesildiği, 06.09.2004 tarihinde Sandıktan emekli aylığı bağlanması için yaptığı
başvuru üzerine, Sandığa tabi 16 yıl 10 ay 14 gün fiili hizmet süresi, 4 yıl 2 ay 19
gün fiili hizmet zammı ve Bağ-kur'a tabi 2 yıl 5 ay hizmeti olmak üzere 23 yıl 6 ay
3 gün hizmetinin olduğunun anlaşılması nedeniyle hizmeti yetersiz olduğu için aylık
bağlanamadığı; ancak 1479 sayılı Kanun'a veya 506 sayılı Kanun'a tabi olarak
çalışarak hizmet yılını doldurması, ayrıca 4759 sayılı Kanun uyarınca tabi olduğu
yaşını doldurduktan sonra başvurusu halinde 2829 sayılı Kanun gereğince
durumunun yeniden incelenebileceğinin bildirildiği; 28.06.2005 tarihli dilekçe ile
506 sayılı Kanuna tabi olarak 37 gün çalıştığı, bu arada askerlik süresini 1 yıl 6 ay
borçlandığı ve toplam 25 yıl hizmetinin bulunduğundan bahisle emekli aylığı
bağlanması için idareye başvurması üzerine 1.7.2005 tarihinden itibaren 5434 sayılı
Kanun hükümlerine göre davacıya emekli aylığı bağlandığı; Mersin Sosyal
Güvenlik İl Müdürlüğü'nün 13.8.2009 tarihli yazılarında Kurum Müfettişince
yapılan incelemeler sonucunda düzenlenen Müfettiş/İnceleme Raporunda davacının
18.5.2005 ila 23.6.2005 tarihleri arasındaki SSK'ya tabi çalışmalarının sahte işçilik
olarak tespit edildiği, bundan dolayı askerlik borçlanmasının da iptal edildiğinin
bildirildiği, 18.5.2005-23.6.2005 tarihleri arasındaki dönemdeki sigortalı hizmetinin
sahte işçilik olduğunun tespit edildiğinden bahisle askerlik borçlanmasının ve emekli
aylığının iptal edilip, 01.07.2005 ila 30.09.2009 tarihleri arasındaki dönemde yersiz
ödenen 42.289,50-TL'nin adına borç çıkarıldığı anlaşılmaktadır.
Olayda, davacının anılan döneme ait çalışmalarının sahte işçilik olduğu
yönünde bir yargı kararı bulunup bulunmadığının saptanması amacıyla İdare
Mahkemesince yapılan araştırmada. Kayra Uluslararası Taşımacılık Gıda Elektronik
İthalat ve İhracat Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi ile davacı hakkında savcılığa
yapılan suç duyuru sonucunda adli yargıda açılmış bir dava olup olmadığı hususunun
davalı idareden, davacıdan ve Mersin Cumhuriyet Başsavcılığından sorulduğu; ara
kararına verilen cevaplardan, söz konusu husus ile ilgili olarak Mersin Cumhuriyet
Başsavcılığınca, davacı hakkında kamu kurum ve kuruluşlarının zararına
dolandırıcılık suçundan yapılan soruşturma sonucunda 07/03/2012 tarihli ve
Sor.2009/29123, K.2012/4563 sayılı kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği;
bu itibarla davacının anılan döneme ait çalışmalarının sahte işçilik olduğu yönünde
bir yargı kararı bulunmadığı, İş Mahkemesinde yapılan yargılama sırasında alınan
25/03/2014 tarihli bilirkişi raporunun yetersiz olduğu ve gerekçeli kararda davacı
hakkında verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karara neden itibar
edilmediğinin yeterince tartışılmadığı anlaşılmıştır.
Bu durumda, davacının anılan döneme ait çalışmalarının sahte işçilik olduğu
yönünde bir yargı kararı bulunmadığı anlaşıldığından, sadece müfettiş raporuna
dayanılarak tesis edilen işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
Açıklanan nedenlerle, 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre emekli aylığı
alan davacının, 18/05/2005- 23/06/2005 tarihleri arasındaki dönem için sigortalı
hizmetinin sahte işçilik olduğunun tespit edildiğinden bahisle askerlik
borçlanmasının ve emekli aylığının iptali işlemi ile yapılan ödemelerin adına borç
çıkartılmasına ilişkin işlemin hukuka uygun olmadığının saptanması karşısında;
69
davalı idarece adli yargıda açılan dava sonunda; aksi yöndeki değerlendirme
sonucunda davanın kabulüne, İcra Müdürlüğünün icra takip dosyasındaki davalı
itirazının asıl alacak, işlemiş faizler toplamı üzerinden iptaline ve takibin devamına;
asıl alacağın %40'ı oranında icra inkar tazminatının davalıdan alınarak davacıya
verilmesine karar veren Gaziantep 4. İş Mahkemesinin 25.06.2014 tarih ve
E:2013/311, K:2014/311 sayılı kararının kaldırılmasına; hukuk ve usule uygun
bulunan Ankara 9. İdare Mahkemesinin 27.01.2015 tarih ve E:2014/1194, K:2015/69
sayılı kararının kabulüne ve bu suretle hüküm uyuşmazlığının giderilmesine karar
verilmesi gerekmiştir.

S O N U Ç : 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre emekli aylığı alan


davacının, 18/05/2005- 23/06/2005 tarihleri arasındaki dönem için sigortalı
hizmetinin sahte işçilik olduğunun tespit edildiğinden bahisle askerlik
borçlanmasının ve emekli aylığının iptali işlemi ile yapılan ödemelerin adına borç
çıkartılmasına ilişkin işlemin hukuka uygun olmadığının saptanması karşısında;
davalı idarece adli yargıda açılan dava sonunda; aksi yöndeki değerlendirme
sonucunda davanın kabulüne, İcra Müdürlüğünün icra takip dosyasındaki davalı
itirazının asıl alacak, işlemiş faizler toplamı üzerinden iptaline ve takibin devamına;
asıl alacağın %40'ı oranında icra inkar tazminatının davalıdan alınarak davacıya
verilmesine karar veren GAZİANTEP 4. İŞ MAHKEMESİNİN 25.06.2014 tarih
ve E:2013/311, K:2014/311 sayılı KARARININ KALDIRILMASINA; hukuk ve
usule uygun bulunan ANKARA 9. İDARE MAHKEMESİNİN 27.01.2015 tarih ve
E:2014/1194, K:2015/69 sayılı kararının kabulüne ve bu suretle HÜKÜM
UYUŞMAZLIĞININ GİDERİLMESİNE, 28.5.2020 gününde, OY BİRLİĞİ
İLE KESİN OLARAK karar verildi.

Başkan Üye Üye Üye

Hicabi Şükrü Mehmet Birol

DURSUN BOZER AKSU SONER

Üye Üye Üye

Aydemir Nurdane Ahmet


TUNÇ TOPUZ ARSLA
N

70
71

You might also like