You are on page 1of 15

YARGITAY

1. HUKUK DAİRESİ
Esas No : 2012 / 8095
Karar No : 2012 / 12219
Karar Tarihi : 05.11.2012
İlgili Mevzuat :
 4721 TÜRK MEDENİ KANUNU ( Madde 688 )
ÖZÜ : SOMUT OLAYDA; PAYDAŞLAR ARASINDA BİRFİİL KULLANMA BİÇİMİ YA
DA ÖZEL PARSELASYON SÖZ KONUSU OLMADIĞINA, DİĞER BİR DEYİŞLE TÜM
PAYDAŞLARI BAĞLAYAN VE HER PAYDAŞIN PAYINA BELİRLİ BİR BÖLÜMÜN
ÖZGÜLENMESİ VARİT OLMADIĞINA GÖRE, DAVACILARIN PAYLARI ORANINDA
ELATMANIN ÖNLENMESİNE VE HER DAVALININ TASARRUF ETTİĞİ YERE
YÜKLENEBİLECEK ECRİMİSİLDEN, KEZA DAVACILARIN PAYI ORANINDA
ECRİMİSİLE KARAR VERİLMESİ GEREKİRKEN, DEĞİNİLEN İLKELER GÖZARDI
EDİLEREK YAZILI ŞEKİLDE KARAR VERİLMESİ DOĞRU DEĞİLDİR.
DAVA : Yanlar arasında görülen elatmanın önlenmesi, yıkım ve ecrimisil davası sonunda,
yerel mahkemece davanın, yıkım talebinin reddine, elatmanın önlenmesi ve ecrimisil talebinin
ise kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalılar tarafından yasal süre içerisinde temyiz
edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi Sevil Kartal'ın raporu okundu, açıklamaları
dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : Dava, çaplı taşınmaza elatmanın önlenmesi, yıkım ve ecrimisil isteğine ilişkindir.
Mahkemece,davacıların davalı Mehmet A. aleyhinde açtıkları ecrimisil davasının kabulüne,
davalı Ömer aleyhinde açtıkları yıkım davasının paydaşların tümü tarafından açılmadığı
gerekçesiyle reddine, davacı Adile tarafından davalı Ömer aleyhinde açılan elatmanın
önlenmesi ve ecrimisil davasının payına karşılık ihtilafsız olarak kullandığı bölüm
bulunduğundan reddine, davacılar Faris ile Hatun'un davalı Ömer aleyhinde açtıkları
elatmanın önlenmesi ile ecrimisil davasının ise kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davacılar Faris ile Hatun'un zeminde kullandıkları ve
kullanabilecekleri bir yer bulunmadığına göre, davacıların payı oranında elatmanın
önlenmesine ve ecrimisile hükmedilmesinde kural olarak bir isabetsizlik yoktur. Ancak
taşınmazın her zerresinde paydaşların payları oranında hak sahibi olduğu TMK'nun 688.
maddesinin ve paylı mülkiyet ilkelerinin bir gereğidir.O halde paydaşın taşınmazın
yüzölçümüne göre payının metrekareye dönüştürülmesi ve davalının bu miktara göre
payından fazla yer kullandığı biçimindeki gerekçe doğru değildir.
Somut olayda; paydaşlar arasında birfiil kullanma biçimi ya da özel parselasyon söz konusu
olmadığına, diğer bir deyişle tüm paydaşları bağlayan ve her paydaşın payına belirli bir
bölümün özgülenmesi varit olmadığına göre, davacıların payları oranında elatmanın
önlenmesine ve her davalının tasarruf ettiği yere yüklenebilecek ecrimisilden, keza
davacıların payı oranında ecrimisile karar verilmesi gerekirken, değinilen ilkeler gözardı
edilerek yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.
SONUÇ : Davalıların, temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile, hükmün açıklanan nedenlerden
ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile )1086 sayılı HUMK.'nın
428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine,
05.11.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

YARGITAY
1. HUKUK DAİRESİ
Esas No : 2007 / 11982
Karar No : 2008 / 2599
Karar Tarihi : 04.03.2008
İlgili Mevzuat :

 1086 HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU ( Madde


91 , Madde 95 )
 4721 TÜRK MEDENİ KANUNU ( Madde 683 , Madde 688 , Madde 689 )

ÖZÜ : DAVACI PAYDAŞ DİĞER PAYDAŞIN KENDİ MUVAFAKATI OLMADAN


TAŞINMAZI KİRAYA VERMESİ SEBEBİYLE PAYDAŞ VE KİRACI ALEYHİNE
AÇMIŞ OLDUĞU ( ELATMANIN ÖNLENMESİ VE ECRİMİSİLE HÜKMEDİLMESİ
DAVASININ ) DEVAMI SIRASINDA KİRACI DAİREYİ BOŞALTTIĞINDAN VE
DAVACI DA DAVASININ BU BÖLÜMÜNDEN FERAGAT ETTİĞİNDEN ( BU
KONUDA KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA ) KARAR VERİLMESİ;
ANCAK BELİRLENECEK ECRİMİSİLİN DAVACININ MÜLKİYETTEN
KAYNAKLANAN PAYI ORANINDA HÜKÜM ALTINA ALINMASI GEREKİR.
DAVA : Taraflar arasında görülen davada; davacı, paydaşı bulunduğu 104 parsel sayılı
taşınmazdaki 216 nolu bağımsız bölümün muvafakati olmadan diğer paydaş davalı H.
tarafından davalı şirkete kiraya verildiğini, kira aktinin geçersiz olduğunu ileri sürerek.
elatmanın önlenmesi ve ecrimisil isteğinde bulunmuştur.

Davalılar, davanın reddini savunmuşlardır. Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.

KARAR : Dava, çaplı taşınmazda bağımsız bölüme elatmanın önlenmesi ve ecrimisil isteğine
ilişkindir. Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.

Dosya içeriği ve toplanan delillerden; çekişmeli 104 parsel sayılı taşınmazdaki 216 nolu
bağımsız bölümün paylı mülkiyet üzere olduğu ve davacı ile davalılardan H.'in taşınmazda
paydaş oldukları, diğer davalı şirketin taşınmazda kayıttan ve mülkiyetten kaynaklanan bir
hakkının bulunmadığı ancak, taşınmazı tasarruf ederken, davanın devamı sırasında elatma
olgusuna son verdiği ve tahliye ettiği anlaşılmaktadır.

Davacı, davalı şirketin kayıttan ve mülkiyetten kaynaklanan bir hakkının bulunmadığını ileri
sürerek, eldeki davayı açmış, davalı şirket ise, davalı olan aynı zamanda taşınmazda paydaş
bulunan Hayrettin'den kiralamak suretiyle taşınmazı kullandığını savunmuştur.

Mahkemece, taraflar arasında kiracılık ilişkisinin bulunduğu kabul edilerek ve aynı zamanda
elatmanın önlenmesi isteğiyle ilgili davadan feragat edildiği gerekçesiyle, davanın
reddedildiği görülmektedir.
Gerçekten de. davalı şirket ile diğer davalı Hayrettin arasında çekişmeli yer bakımından kira
sözleşmesi yapıldığı sabittir. Davacı F. davalı H. ile birlikte taşınmazda paydaş olup, yapılan
kira sözleşmesine katılmamış ve akitte yer almamıştır.

Bilindiği üzere; Türk Medeni Kanunu'nun 691. maddesi hükmü uyarınca paylı mülkiyet
üzere olan taşınmazda geçerli bir kira aktinin bulunduğunun kabul edilebilmesi için akdin pay
ve paydaş çoğunluğunca yapılması zorunludur.

Oysa, davacı kira sözleşmesine iştirak etmediğine göre. söz konusu kira aktinin davacıyı
bağlamayacağı açıktır. Kaldı ki, diğer paydaşın yaptığı kira sözleşmesine icazet verdiği de
kanıtlanmış değildir.

O halde, davalı şirketin davacıya karşı hukuki durumunun haksız işgalci olarak
nitelendirilmesi gerekir.

Diğer taraftan, taşınmazı haksız olarak kullanan veya elinde tutan kişinin mülkiyet sahibi arsa
malikine ödemekle yükümlü olduğu haksız işgal tazminatı niteliğindeki ecrimisilden
davalının sorumlu tutulacağında kuşku yoktur.

Bu sebeple, mahkemece ecrimisil isteği yönünden davanın reddine karar verilmiş olmasında
isabet bulunduğu söylenemez. Öte yandan, davalı şirketin yargılamanın devamı sırasında
taşınmazı boşaltması sebebiyle, davacının elatmanın önlenmesi isteğinden feragat ettiği
açıktır. Bahse konu feragatin HUMK'un 91 ve 95. maddelerinde öngörülen teknik nitelikteki
davadan feragat niteliğinde bulunmadığı tartışmasızdır.

O halde, davanın devamı sırasında elatmanın önlenmesi isteği bakımından davanın konusuz
kaldığı gözetilmek suretiyle, bu konuda karar verilmesine yer olmadığına şeklinde
hükmedilmesi gerekirken, davanın reddine karar verilmiş olması ve buna bağlı olarak
yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmış olması da doğru değildir.

Hal böyle olunca; belirlenecek ecrimisilin davacının mülkiyetten kaynaklanan payı oranında
hüküm altına alınması ve konusuz kalan el atmanın önlenmesi isteği bakımından karar
verilmesine yer olmadığına hükmedilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ve yasal
olmayan gerekçelerle yazılı olduğu üzere davanın reddi yönünde karar verilmiş olması doğru
değildir.

SONUÇ : Davacının, temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenden
ötürü HUMK'un 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene
geri verilmesine, 13.12.2007 tarihinde yürürlüğe giren avukatlık ücret tarifesinin 14. maddesi
gereğince gelen temyiz eden vekili için 550.00 YTL duruşma avukatlık parasının temyiz
edilenden alınmasına, 04.03.2008 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

YARGITAY
3. HUKUK DAİRESİ
Esas No : 2001 / 48
Karar No : 2001 / 631
Karar Tarihi : 25.01.2001
İlgili Mevzuat :
 743 TÜRK KANUNU MEDENİSİ ( Madde 624 , Madde 626 )
 4721 TÜRK MEDENİ KANUNU ( Madde 690 , Madde 694 , Madde
696 , Madde 697 )
ÖZÜ : MÜŞTEREK MÜLKİYETE KONU TAŞINMAZIN İDARESİ KONUSUNDA
AKSİNE SÖZLEŞME YOKSA HERBİR PAYDAŞ TAŞINMAZIN İDARESİNDE SÖZ
HAKKINA SAHİPTİR.
DAVA : Dava dilekçesinde 90.000.000 lira alacak için takibe vaki itirazın iptali, inkar
tazminatının masraflarla birlikte davalı taraftan tahsili istenilmiştir. Mahkemece davanın
davacı yönünden aktif husumet yokluğu nedeniyle reddi cihetine gidilmiş, hüküm davacı
vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kâğıtlar okunup
gereği düşünüldü:
KARAR : Davacı vekili, davalının ikamet etmekte olduğu sitenin yönetim giderlerini
ödemediği, bu nedenle 90.000.000 lira yakıt parası ve elektrik giderinin tahsili amacıyla
yapılan takibe borçlunun haksız olarak itiraz ettiğinden bahisle, itirazın iptali, takibin devamı
ve inkar tazminatının tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı, gerekli ısınmayı sağlayamadığı için ödeme yapmadığını savunmuş, mahkemece
kooperatif tüzel kişiliği devam ettiği sırada oluşturulan yönetimin tüzel kişiliği olmadığından
ve yakıt giderini istemekte yetkili olmadığından ve böylece davacının aktif husumet ehliyeti
bulunmadığı gerekçesi ile davanın reddi cihetine gidilmiş; hüküm davacı vekili tarafından
temyiz edilmiştir.
Uyuşmazlık, kooperatif tüzel kişiliği devam ederken taşınmazın yönetimi ile ilgili olarak
oluşturulan tüzel kişiliği bulunmayan heyetin husumet ehliyeti noktasında toplanmaktadır.
Dava konusu sitede henüz kat mülkiyeti ve kat irtifakı kurulmadığı hususu tapu kaydı ile sabit
olup, taşınmaz müşterek mülkiyet hükümlerine tabi bulunmaktadır.
MK. madde 626/1, "Müşterek mülkiyete terettüp eden veya müşterek mülkiyeti takyid
eyleyen idari masraflar, vergiler vesair mükellefiyetler; hilafına hüküm yoksa hisseleri
nispetinde bütün hissedarlara ait olur." Bu hüküm paydaşların dışa karşı borç durumunu, yani
üçüncü kişiye karşı kimin borçlu olduğunu değil, paydaşlar arasındaki iç ilişkiyi (örneğin
müşterek mülkün aydınlatılması ve ısınması için sarf edilen elektrik ve yakıt ücreti gibi)
düzenlemektedir. Maddede yeralan "hüküm sözü bir kanun veya mahkeme hükmü anlamına
kullanılmış değildir. Kastedilen, paydaşlarca aksinin kararlaştırılmamış olmasıdır.
MK: madde 624'e göre: "Hilafına mukavele olmadıkça hissedarlar müşterek mülklerini
biliştirak idare ederler." Öyle ise, paydaşlar, müşterek mülkün ne tarzda idare edileceğini bir
sözleşme ile belirleyebilirler. Fakat bu sözleşme ancak tarafları ve külli haleflerini bağlar,
cüz'i halefleri bağlamaz.
İdare hususunda aksine sözleşme yoksa paydaşlar müşterek mülkü, "biliştirak" idare
edeceklerdir. Bu, her paydaşın idarede söz hakkı sahibi olduğunu, idareye ilişkin kararları
paydaşların toplanarak alacaklarını ifade eder.
Öte yandan paydaşlar, paydaş sayısının çoğunluğu ile alacakları bir kararla, alelade işlerin
görülmesi hususunda başka hal tarzı tayin edebilirler. İdari işleri görmek için bir idareci tayini
hususunda, çoğunlukla alınan karar yeterlidir.
Bağımsız bölüm malikinin ana yapının ortak giderlerinden doğan borcu, hukuki yönleri
bakımından kooperatif ile üyesi arasındaki ilişkiden farklı olmakla kooperatif tüzel kişiliğinin
devam etmesi müşterek malikleri toplanarak giderler ve tahsili usulü hakkında özel anlaşma
yapmalarına ve bu yönde yönetici tayin etmelerine engel değildir.
O halde, 104 malikten 65'nin katılımı ile gerçekleştirilen 24.11.1999 tarihli toplantıda yakıt
giderlerini toplamak üzere davacıların yönetici olarak atanması ve yakıt gideri miktarının
belirlenmesi ile tahsili hususunda yönetim kuruluna icra takibi yetkisi verilmesine dair alınan
karar özel sözleşme niteliğinde olup tüm malikleri bağlar. Zira malikler sözleşme yaparak,
idare konusunda diledikleri şekli seçebilirler. Bu konuda aksine yasada amir bir hüküm
bulunmamaktadır. Kaldı ki malikler tarafından oluşturulan yönetimin kendisine verilen
yetkileri kullanabilmesi için tüzel kişiliğe haiz olmasına da gerek bulunmamaktadır.
Bu itibarla; yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi
isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun
428. maddesi gereğince (BOZULMASINA), ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde
temyiz edene iadesine, 25.1.2001 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

YARGITAY
6. HUKUK DAİRESİ
Esas No : 2000 / 6207
Karar No : 2000 / 6416
Karar Tarihi : 10.07.2000
İlgili Mevzuat :
 743 TÜRK KANUNU MEDENİSİ ( Madde 624 )
 818 BORÇLAR KANUNU ( Madde 260 )
 6570 GAYRİMENKUL KİRALARI HAKKINDA KANUN ( Madde 7 )
 4721 TÜRK MEDENİ KANUNU ( Madde 690 )
ÖZÜ : TEMERRÜDE DAYANAN BU DAVANIN TÜM KİRALAYANLAR
TARAFINDAN BİRLİKTE AÇILMASI, DAVANIN DAYANAĞI OLAN
İHTARNAMENİN DAHİ TÜM KİRALAYANLAR TARAFINDAN KEŞİDE OLUNMASI
ZORUNLUDUR.
DAVA : Mahalli mahkemesinden verilmiş bulunan yukarıda tarih ve numarası yazılı tahliye
davasına dair karar davalı tarafından süresi içinde temyiz edilmiş olmakla dosyadaki bütün
kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : Dava, temerrüt nedeniyle kiralananın tahliyesi istemine ilişkindir. Mahkeme istem
gibi karar vermiş, hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Kiralanana ait kira sözleşmesi davalı ile davacılardan V. K. ve dava dışı D. K. arasında
yapılmıştır. Davacılardan B. K., D. K.'ya vekaleten sözleşmeyi imza etmiştir. Kiralayan
olarak V. K. ile D. K. arasında mecburi dava arkadaşlığı vardır. Kira akdinin oluşumunda bu
iki kiralayanın iradesi söz konusu olduğu gibi akdin bozulmasında da yine bu iki kiralayanın
müşterek iradeleri zorunludur. İhtarnamenin kiralayan durumunda olmayan vekil B. K.
tarafından kendi adına keşide edildiği davanın da B. K. ve V. K. tarafından açıldığı
görülmektedir. Temerrüde dayanan bu davanın tüm kiralayanlar tarafından birlikte açılması,
davanın dayanağı olan ihtarnamenin dahi tüm kiralayanlar tarafından keşide olunması
zorunludur.
Öte yandan dosyaya getirtilen tapu kayıt örneğinden kiralananın davacılar B. K. ve V. K.
arasında müşterek mülkiyete konu olduğu anlaşılmaktadır. Müşterek mülkiyet esasına tabi
taşınmazlarda Medeni Kanunun 624.maddesi gereğince mülkiyet hakkına dayalı olarak
açılacak tahliye davalarında akdin feshi için pay ve paydaş çoğunluğunun sağlanarak fesih
iradesinin karşı tarafa bildirilmesi gerekir. Davayı müşterek malikler birlikte açmışlar ise de
ihtarnamenin tek kişi tarafından çekilmiş olması nedeniyle yasal şartlar oluşmadığından
davanın reddine karar verilmesi gerekirken, bu hususlar gözönünde tutulmadan yazılı şekilde
tahliye kararı verilmesi hatalı olmuştur.
Hüküm bu nedenlerle bozulmalıdır.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün BOZULMASINA ve istek halinde peşin
alınan temyiz harcının temyiz edene iadesine 10.7.2000 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

YARGITAY
14. HUKUK DAİRESİ
Esas No : 1992 / 4996
Karar No : 1993 / 576
Karar Tarihi : 26.01.1993
İlgili Mevzuat :
 743 TÜRK KANUNU MEDENİSİ ( Madde 623 , Madde 624 )
 818 BORÇLAR KANUNU ( Madde 1 )
 4721 TÜRK MEDENİ KANUNU ( Madde 688 , Madde 690 , Madde 691 )
ÖZÜ : TAPUDA PAYLI BİÇİMDE KAYITLI BİR TAŞINMAZ İÇİN YAPILAN VE TÜM
HİSSEDARLARIN KATILMADIĞI BİR TAKSİM SÖZLEŞMESİ GEÇERLİ DEĞİLDİR.
DAVALILAR ARASINDAKİ TAKSİME DAVACININ İŞTİRAK ETMEDİĞİ VE
KENDİSİNE RIZASI DIŞINDA BELİRLİ BİR YER AYRILDIĞI ANLAŞILDIĞINA
GÖRE, DAVACININ TAPUDAKİ HİSSESİNE VAKİ MÜDAHALENİN ÖNLENMESİNE
KARAR VERMEK GEREKİR.
DAVA : Davacı vekili tarafından, davalılar aleyhine 14.11.1990 gününde verilen dilekçe ile
paya elatmanın önlenmesi ve ecrimsil istenmesi üzerine yapılan duruşma sonunda; davanın
reddine dair verilen 12.12.1991 günlü hükmün Yargıtay'ca incelenmesi davacı vekili
tarafından istenilmekle süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar
verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:
KARAR : Davacı, müşterek paylı malik olduğu taşınmazdaki payına davalıların
elatmasının önlenmesine karar verilmesini istemiş; Mahkeme, dava konusu taşınmazın
taraflar arasında taksim edildiği ve paydaşların bu taksim anlaşmasına dayalı olarak paylarına
düşen kesimleri kullandıkları gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Mahkemece yapılan keşifte dinlenen yerel bilirkişi; çekişmeli yer hakkında evvelce
yapılmış bir taksim bulunmadığını, 1990 yılında davalıların bir araya gelerek taşınmazı
aralarında taksim ettiklerini, 5300 m2 geldiği bildirilen bir kısımı davacıya bıraktıklarını
belirtmiştir. Taşınmazın taraflar dışında başka paydaşları da bulunduğu tapu kaydından
bellidir. Paydaşların tamamının katılmadığı böyle bir taksimin geçerliliğinden söz edilemez.
Kaldı ki davacı dahi bu taksime iştirak etmemiştir. Ayrıca nizalı taşınmaz 38.000 m2 dir.
Davacı taşınmazda 16.060/28800 pay sahibidir. Payına düşen miktar 21.190 m2 iken,
kendisine rızası dışında 5300 m2 yer bırakıldığı anlaşıldığından, dava kabul edilerek
davacının payına vaki elatmanın önlenmesine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde
davanın reddi doğru değildir.
SONUÇ : Yukarıda yazılı nedenlerle temyiz itirazlarının kabulüyle hükmün
(BOZULMASINA), temyiz harcının istek halinde yatırana iadesine, 26.1.1993 gününde
oybirliği ile karar verildi.

YARGITAY
23. HUKUK DAİRESİ
Esas No : 2015 / 2892
Karar No : 2016 / 2182
Karar Tarihi : 07.04.2016
İlgili Mevzuat :
 4721 TÜRK MEDENİ KANUNU ( Madde 692 , Madde 724 )
DAVA : Taraflar arasında görülen tapu iptali, tescil ve alacak davası sonucunda verilen
hükmün onanmasına dair Dairemizin 6.11.2014 gün ve 1259 Esas, 7010 Karar sayılı ilamının
karar düzeltme yoluyla incelenmesi davacı vekilince istenilmekle, dosya incelendi, gereği
görüşüldü:
KARAR : Davacı vekili, müvekkili kooperatifin site inşaatı yapımı için arsa malikleri ile arsa
payı karşılığı inşaat yapım sözleşmesi imzaladığını, taşınmaz maliklerinden N. A. ile
sözleşme yapılamamasına rağmen inşaatın iyiniyetle yapıldığını, bina değerinin taşınmaz
değerinden fazla olduğunu ileri sürerek, davalı adına kayıtlı taşınmaz hissesinin uygun
tazminat karşılığında müvekkili kooperatife verilmesine, bu talebin reddi halinde bina
değerinin davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiş; 17.11.2009 havale tarihli
dilekçesi ile taşınmaz üzerine inşa edilen sitede davalı ...'e A Blok 1 numaralı bağımsız
bölümün devredildiğini, dairenin tapusunun halen ... adına kayıtlı olduğunu belirterek,
davalıya ait olan taşınmazın öncelikle bedelsiz olarak müvekkili kooperatif adına tescilini,
olmadığı takdirde diğer talepleri gibi karar verilmesini isteyerek davayı ıslah etmiştir.
Davalı Tasfiye Memuru, davaya konu taşınmazın maliklerinden ... ile sözleşme imzalanmış
olduğunu, davacı yüklenici tarafından davaya konu taşınmazın bir kısım hissesinin N. A.'e ait
olduğunu bile bile müteveffa ile sözleşme yapılmaksızın inşaat yapıldığını, davacının
iyiniyetli olmadığını savunarak, davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, iddia, savunma, benimsenen bilirkişi raporu ve dosya kapsamına göre;
müteveffa N. A. davaya konu taşınmazın paydaşı olduğu, projelere göre davaya konu olan C/l
bağımsız bölüm numaralı yerde karşılıklı olarak feshinden sonraki dönemde yapıldığı,
taşınmazın arsa bedelinin 1.126.452,66 TL, toplam yapı bedelinin 977.754,00 TL olduğu,
hisseye düşen yapı bedelinin 607.433,00 TL olarak hesaplandığı, TMK'nın 692. maddesine
göre paylı mülkiyete tabi arazide haksız inşaat yapılması durumunun söz konusu olduğu,
TMK'nın 724. maddesine göre yapının değeri açık olarak arsanın değerinden fazla ise
iyiniyetli tarafın uygun bir bedel karşılığında yapının ve arazinin tamamının veya yeterli bir
kısmının mülkiyetinin malzeme sahibine verilmesini isteyebileceği, her ne kadar yapılan
hesaplamalara göre yapının değerinin açıkça arsanın değerinden fazla olduğu görülse de,
davaya konu yerin sınırlarının belli olması ve tapu kayıtlarında yapılacak bir inceleme ile bu
yer üzerinde N. A.'in paydaş olarak mülkiyet hakkına sahip olduğunun tespit edilebilmesi
karşısında davacının iyiniyetli olmadığı, bu sebeple bedelsiz veya bedel karşılığı tapu iptali ve
tescil taleplerinin yerinde olmadığı, davacı taraf terditli olarak bina değerinin verilmesini de
talep etmişse de, davaya konu taşınmazın halen davacı tarafın zilyetliğinde bulunması
sebebiyle taşınmazdaki kullanımlarının devam ettiği, bu aşamada şahsi hak niteliğindeki bedel
taleplerinin de mümkün bulunmadığı gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiş, kararı
davacı vekili temyiz etmiştir.
Dairemizin 6.11.2014 gün ve 2014/1259 esas 2014/7010 karar sayılı ilamı ile, mahkemece,
taşınmazın çaplı olması sebebiyle davacı tarafın iyiniyetinden bahsedilemeyeceği gerekçesine
dayalı olarak davacı tarafın diğer istemleri gibi bina değerinin verilmesi isteminin de reddine
karar verilmesiyle yetinilmesi gerekirken, davaya konu taşınmazın davacının zilyedliğinde
bulunduğu ve kullanımının devam ettiği, bu aşamada şahsi hak niteliğindeki bedel taleplerinin
kabulünün mümkün olmadığı gerekçesine de dayanılması doğru olmamış ise de, sonucu
itibariyle doğru olan kararın, HUMK'nın 438/ son maddesi uyarınca gerekçesi kısmen
değiştirilerek onanmasına karar verilmiştir.
Bu kez, davacı vekili karar düzeltme talebinde bulunmuştur.
Dosyadaki yazılara, mahkeme kararında belirtilip Yargıtay ilamında benimsenen gerektirici
sebeplere göre, HUMK'nın 440. maddesinde sayılan hallerden hiçbirisine uymayan karar
düzeltme isteminin reddi gerekmiştir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin karar düzeltme
isteminin REDDİNE, 03,20 TL harç ve takdiren 261,00 TL para cezasının karar düzeltme
isteyenden alınarak Hazine'ye gelir kaydedilmesine, 07.04.2016 tarihinde oybirliğiyle karar
verildi.
YARGITAY
23. HUKUK DAİRESİ
Esas No : 2013 / 329
Karar No : 2013 / 2078
Karar Tarihi : 02.04.2013
İlgili Mevzuat :

 818 BORÇLAR KANUNU ( Madde 108 )


 4721 TÜRK MEDENİ KANUNU ( Madde 692 )

DAVA : Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı
nedenlerden dolayı davanın usulden reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde
davacı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili, taraflar arasında imzalanan 17.07.2006 tarihli arsa payı karşılığı
inşaat sözleşmesinin 18.09.2009 tarihli ihtarname ile feshedildiğini, bu süre içerisinde davalı
yüklenici tarafından davacı ve müştereklerine ait arsa üzerinde bulunan iki katlı evin de
yıktırıldığını ileri sürerek, yıkılan evden dolayı davacının hissesine düşen kira kaybı bedeli
3.325,00 TL ve yıkılan evin değerinden davacının hissesine düşen 8.860,00 TL olmak üzere
toplam 12.185,00 TL'nin yıkım tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle davalıdan tahsilini
talep ve dava etmiştir.

Davalılar vekili, davalılardan K. T. ile davacı arasında bir sözleşme olmadığını savunarak, bu
davalı yönünden davanın husumet yokluğundan reddini, diğer davalı ile davacı ve
müşterekleri arasında adi yazılı şekilde yapılan sözleşme gereği arsadaki evin yıktırıldığını
savunarak, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, iddia, savunma ve dosya kapsamına göre; davacının hissedar olduğu sözleşmeye
konu taşınmazda davacı ve dava dışı paydaşların elbirliğiyle malik oldukları, davacının miras
şirketine temsilci tayini ya da diğer hissedarların davaya dahil edilmesi talebinin olmadığı ve
taraf teşkilinin sağlanmadığı gerekçesiyle, davanın usulden reddine karar verilmiştir.

Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.

Dava, BK'nın 355 ve devamı maddelerinde düzenlenen arsa payı karşılığı inşaat
sözleşmesinden kaynaklanan menfi zararın tahsili istemine ilişkindir.
TMK'nın 692. madde hükmü uyarınca arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesinin feshine yönelik
davalar olağanüstü tasarruf niteliğinde olduğundan, tüm paydaşlar tarafından açılmalı ya da
davaya onayları alınmalı, onayları alınamayan paydaşlar varsa bunlar hakkında dava açılması
için davacıya süre verilmeli, dava açılması halinde bu dosya ile birleştirilmesi sağlanmalıdır.
Davacının talebi sadece menfi zararının tazmini istemine ilişkin olmakla davanın bu niteliğine
göre talep, TMK'nın 692. maddesinde belirtilen payın tamamına yönelik tasarruf işlemleri
niteliğinde olmadığından, davanın tüm paydaşlar tarafından açılması gerekmemektedir. Bu
itibarla, aksi yöndeki yazılı gerekçe ile istemin reddi doğru olmamıştır. Mahkemece istemin
niteliği karşısında davanın aşağıdaki ilkeler ve açıklamalar çerçevesinde esasına girilmelidir.

Sözleşmeden haklı olarak dönen taraf, temerrüde düşmekte kusurlu olan taraftan BK'nın 108.
maddesi uyarınca ancak menfi zarar talep edebilir. Gerçekten, BK'nın 108/II. maddesi
uyarınca ?? borçlu kendisine hiçbir kusur isnat edilemeyeceğini ispat edemezse alacaklı akdin
hükümsüzlüğünden mütevellit zararın tazminini de talep edebilir.? Doktrinde hakim olan
görüşe ve Yargıtay uygulamasına göre, burada oluşan zarar menfi ( olumsuz ) zarardır. Menfi
zarar genel bir anlatımla hukuken geçerli olmayan bir borç ilişkisinin geçerli olduğuna
inanmaktan ( güvenmekten ) doğan zarardır. Kısaca bu zarar, alacaklının sözleşme yaptığı
için uğradığı, sözleşme yapmamış olsa idi uğramayacağı zarar olup, sözleşmeye güvenilerek
yapılan harcamaların ( giderlerin ) tamamı, başka bir anlatımla karşı tarafın mal varlığına
girmese bile o sözleşme nedeniyle cepten çıkan paradır. Müsbet zarar ise, sözleşme nedeniyle
cebe girmesi gereken paranın, girmemesi nedeniyle meydana gelen zarardır. Bu niteliği
gereği, müsbet zarar daima ileriye dönük olup, bir beklenti kaybıdır. Diğer bir ifadeyle
müsbet zarar, akdin hiç veya gereği gibi ifa edilmemesinden doğan zarar şeklinde de
tanımlanabilir. Binaların bitirilmiş olması halinde getirmesi beklenen kira geliri kaybı,
geciken ifa nedeniyle ifaya bağlı ceza ( BK.m.158/II. ), seçimlik ceza ( BK.m.158/I ), eksik
işler bedeli, kâr kaybı müspet zarar kapsamındaki alacak kalemlerindendir.

Öte yandan, arsa payı karşılığı inşaat yapım sözleşmeleri; yüklenicinin finansı kendisi
tarafından sağlanarak arsa malikinin arsası üzerine bina yapım işini üstlendiği, arsa malikinin
ise, bedel olarak binadaki bir kısım bağımsız bölüm mülkiyetini yükleniciye geçirmeyi vaat
ettiği sözleşmelerdir. Burada iki sözleşme iç içedir. Biri, hiçbir şekle bağlı olmayan ?inşaat
sözleşmesi?; diğeri ise, 4721 sayılı Türk MedeniKanunu ( TMK )'nun 634, 818 sayılı
Borçlar Kanunu ( BK )'nun 213, Tapu Kanunu'nun 26. ve Noterlik Kanunu'nun
60.maddeleri uyarınca, resmi biçimde yapılması gereken ?mülkiyeti nakil borcu doğuran
sözleşme?dir. Bu nedenle, ?arsa payı karşılığı inşaat sözleşmeleri?nin noterde ?düzenleme'
biçiminde yapılması gerekmektedir. Burada şekil geçerlik şartıdır. Emredici kural gereği,
resmi şekle uyulmadan yapılan sözleşmeler ise geçersizdir.

Ancak, şekil koşuluna uygun olmadığı için geçersiz olan arsa payı karşılığı inşaat yapım
sözleşmesinin fiilen hayata geçirildiği, tarafların edimlerini ağırlıkla yerine getirdiğinin
anlaşıldığı durumlarda bu sözleşmelere geçerlilik tanınmalıdır.

Şekil zorunluluğunun birinci istisnası; ?sözleşme adi yazılı şekilde olsa bile, yüklenici edimini
( bina meydana getirme borcunu ) tamamen veya reddolunmayacak oranda yerine getirmişse,
arsa sahibi artık bu sözleşmenin geçersizliğini ileri süremez? kuralıdır. Zira böyle bir
davranış, TMK'nun 2.maddesinde tanımlanan ?Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk
düzeni korumaz? kuralına aykırı düşer.

İkinci istisnası ise; ?sözleşmeyle yükleniciye bedel olarak verilmesi kararlaştırılan taşınmazın
devrine ilişkin yüküm, taşınmaz tapuda yükleniciye devredilerek gerçekleşmişse, başlangıçta
geçersiz olan sözleşmenin geçerli hale gelmesidir.? Zira karma nitelikteki sözleşmenin diğer
kısmı, yani ?inşaat sözleşmesi?, zaten biçim koşuluna bağlı değildir.

Gerek, edimlerin karşılıklı olarak tümüyle veya önemli oranda yerine getirilmesi ve gerekse
şekil koşuluna uyulmadan yapılan sözleşmeye rağmen, arsa payının tapuda yükleniciye
geçirilmesi halinde şekil eksikliğinin ileri sürülmemesi kuralı, dayanağını Yargıtay İçtihadı
Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nun 30.09.1988 tarih, 1987/2-1988/2 sayılı kararının
gerekçesinden almaktadır. Öte yandan, kat karşılığı inşaat yapım sözleşmesi gereğince
yüklenicinin bedele, başka bir anlatımla sözleşmede kararlaştırılan tapu payı veya bağımsız
bölümlere hak kazanabilmesi için inşaatı sözleşme ve ekleri ile tasdikli proje ve inşaat ruhsatı
ile kamu düzeninden olan imar mevzuatı ve bu doğrultuda çıkartılan Deprem Yönetmeliği
hükümlerine uygun olarak tamamlayıp, arsa sahiplerine teslim etmesi gerekir.

Bu durumda mahkemece, talep edilen zararlarla ilgili uyuşmazlığın esası incelenip taraf
delilleri toplanıp taraflar arasında adi yazılı sözleşmenin pay devri yapılmak ya da önemli
ölçüde ifa edilmek suretiyle geçerli hale gelip gelmediği üzerinde durulması, bu şekilde
geçerli hale gelmemişse tarafların ancak birbirlerine verdiklerini BK'nın 61. maddesine göre
sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre talep edebileceği, menfi zararın istenemeyeceği;
şayet sözleşme anılan şekilde sonradan geçerli hale gelmiş ve bundan sonra sözleşme
taraflarca geriye etkili olarak feshedilmiş ise BK'nın 108/2. maddesindeki olumsuz zararın
talep edilebileceği gözetilerek, yukarıda açıklanan ilkeler de dikkate alınarak sonucuna göre
bir karar verilmesi gerekirken, incelenen tapu kaydına göre paydaşlar arasındaki mülkiyetin
elbirliği ile mülkiyet olmayıp paylı mülkiyet olduğu hususu da gözden kaçırılarak, taraf teşkili
sağlanmadığı gerekçesiyle, davanın usulden reddi doğru olmamıştır.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile
hükmün davacı yararına BOZULMASINA, peşin harcın istek halinde iadesine, kararın
tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 02.04.2013
tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

YARGITAY
13. HUKUK DAİRESİ
Esas No : 2009 / 7020
Karar No : 2010 / 622
Karar Tarihi : 26.01.2010
İlgili Mevzuat :

 4721 TÜRK MEDENİ KANUNU ( Madde 694 )

ÖZÜ : DAVACI, TAŞINMAZA YAPMIŞ OLDUĞU SÜRÜM, BUDAMA GİBİ


MASRAFLARIN, HER SENE ÜRÜN PAYLAŞIMINDAN ÖNCE, DAVALILAR
TARAFINDAN ÖDENMEDİĞİNİ YASAL DELİLERLE İSPAT ETMEKLE YÜKÜMLÜ
OLDUĞU HALDE, KARİNE OLARAK KABUL EDİLEN BİR DURUMUN AKSİNİ
YASAL DELİLLERLE İSPAT EDEMEDİĞİNDEN MAHKEMECE DAVANIN REDDİNE
KARAR VERİLMESİ GEREKİRKEN, AKSİNE DÜŞÜNCELERLE YAZILI ŞEKİLDE
HÜKÜM KURULMUŞ OLMASI, USUL VE YASAYA AYKIRI OLUP, BOZMAYI
GEREKTİRİR.
DAVA : Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı
nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulü ne kısmen reddine yönelik olarak verilen hükümün
davalılar avukatınca duruşmalı olarak temyiz edilmesi üzerine ilgililere çağrı kağıdı
gönderilmişti. Belli günde davalılar vekili ile davacı vekilinin gelmiş olmalarıyla duruşmaya
başlanılmış ve hazır bulunan avukatların sözlü açıklamaları dinlenildikten sonra karar için
başka güne bırakılmıştı. Bu kez temyiz dilekçesinin süresinde olduğu saptanarak dosya
incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

KARAR : Davacı, davalılarla birlikte Gaziantep ili Araban İlçesinde bulunan 110 parsel
sayılı taşınmazda 1/2 oranında müşterek malik olduklarını, taşınmaza yapılan masrafların eşit
olarak karşılanması, elde edilecek ürünün de eşit miktarda paylaştırılması gerekirken,
davalıların hasat zamanında fıstıkların toplanması dışındaki hiçbir gidere katılmadıklarını,
ancak ürünün yarısını aldıklarını, ortak lığın kurulduğu 1993 yılından dava tarihine kadar tüm
masrafları kendisinin karşıladığını ileri sürerek, taşınmaza yapılan çift sürme, taş ayıklama,
budama vs, masraflar sebebiyle fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere, 6.500,00 YTL.nin
dava tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte ödetilmesine karar verilmesini istemiş,
17.6.2008 tarihli ıslah dilekçesi ile de talebini 79.936,00 YTL'ye çıkarmıştır.

Davalı, Araban Sulh Hukuk Mahkemesinde ortaklığın giderilmesi davası açmaları üzerine,
davacının da bu davayı açtığını, taşınmazın bakımından dolayı bir masraf yapılmış ve alacak
söz konusu ise, örf ve adete göre hasat sonunda ürün paylaşılırken, masrafların düşüldüğünü,
1993 yılından beri hasat alındığı halde bakım masraflarının ödenmemesinin hayatın olağan
akışına aykırı olduğunu, masraflar ödendiğinden davacıya hiçbir borçları bulunmadığını
savunarak, davanın reddini dilemişlerdir.

Mahkemece, Türk Medeni Kanununun 694.maddesi gereğince paylı mülkiyette aksine bir
paylaştırma şekli kararlaştırılmadığı takdirde ortak mal için yapılan giderlere hissedarların
payları oranında katılmaları gerektiği, davacının yönetim işlerini yapmasını, davalıların uzun
yılardır zımni olarak kabul ettikleri, mahallinde yapılan keşif, bilirkişi raporu ve davacı
tanıklarının beyanlarından, davacının ortaklığın kurulmasından itibaren sürüm-belleme
( 57.150 YTL ), budama ( 27.639 YTL ), ilaçlama ( 15.502 YTL ) masrafları olmak üzere
toplam 100.291 YTL masraf yaptığının anlaşıldığı, davacının yaptığı masrafları davalılara
hisseleri oranında rücu edebileceği belirtilerek, davanın kısmen kabulüyle her bir davalıdan
10.029 YTL'nin ıslah tarihi olan 17.6.2008 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte
tahsiline karar verilmiş, hüküm, davalılar tarafından temyiz edilmiştir.

Dava, müşterek mülkiyette pay sahibi olan davacının, müşterek mülkiyetin kurulduğu 1993
yılından itibaren taşınmaza yaptığını iddia ettiği masrafların ödetilmesi istemine ilişkin olup,
ortak mülkiyete konu olan fıstık bahçesinin her sene yapılan hasadından sonra elde edilen
ürünün taraflar arasında eşit şekilde paylaşıldığı uyuşmazlık konusu değildir. Davacı, her sene
hasat sonrasında fıstıkların toplanmasına ilişkin masrafların ödendiğini, ne var ki ortaklığın
kurulduğu 1993 yılından itibaren sürüm, budama, ilaçlama gibi masrafların ise ödenmediğini
belirterek alacak talebinde bulunmuş, davalılar ise hasat sonunda ürün paylaşılırken, tüm
masrafların düşüldüğünü, 1993 yılından beri hasat alındığı halde bakım masraflarının
ödenmemesinin hayatın olağan akışına aykırı olduğunu, bu sebeple de davacı tarafından
yapıldığı iddia edilen masraflar yapılmış ise, bunların zamanında ödendiğini savunmuşlardır.
Taraflar arasında her sene elde edilen ürünün eşit şekilde paylaşıldığı, bu paylaşımdan önce
fıstık toplanmasına ilişkin hasat masraflarının da davalılar tarafından ödendiği uyuşmazlık
konusu olmadığına göre, karine olarak, taşınmaza yapılan sürüm, budama gibi diğer tüm
masrafların da ürün paylaşımından önce elde edilen üründen mahsup suretiyle ödendiğinin
kabulü gerekir. Aksinin kabulü, hayatın olağan akışına ve dinlenen tanık beyanlarından
anlaşıldığı üzere yöredeki örf ve adete de aykırıdır. Karine olarak kabul edilen bir durumun
aksini ispat etmek ise bunu iddia eden Tarafa aittir. O halde davacı, taşınmaza yapmış olduğu
sürüm, budama gibi masrafların, her sene ürün paylaşımından önce, davalılar tarafından
ödenmediğini yasal delilerle ispat etmekle yükümlü olduğu halde, karine olarak kabul edilen
bir durumun aksini yasal delillerle ispat edemediğinden mahkemece davanın reddine karar
verilmesi gerekirken, aksine düşüncelerle yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması, usul ve
yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.

SONUÇ : Yukarda açıklanan sebeplerle temyiz edilen hükmün, temyiz eden davalılar
yararına BOZULMASINA, 750,00 TL duruşma avukatlık parasının davacıdan alınarak
davalılara ödenmesine, ödenmesine, peşin alınan harcın istenmesi halinde iadesine, 26.1.2010
gününde oybirliğiyle karar verildi.

YARGITAY
1. HUKUK DAİRESİ
Esas No : 2003 / 8571
Karar No : 2003 / 10694
Karar Tarihi : 14.10.2003
İlgili Mevzuat :

 4721 TÜRK MEDENİ KANUNU ( Madde 683 , Madde 688 , Madde 695 )

ÖZÜ : HAKİM, PAYDAŞLIK İLİŞKİSİNİN DEVAMINDA FAYDA VE ZORUNLULUK


OLAN HALLERDE, PAYDAŞLARIN SİCİLDEN KAYNAKLANAN HAKLARINI
İHLAL ETMEKSİZİN, DİĞER PAYDAŞLARIN HAKLARI İLE BAĞDAŞTIĞI ÖLÇÜDE,
SOMUT OLAYIN ÖZELLİĞİNİ, TAŞINMAZIN KONUMUNU, KULLANMA
AMAÇLARINI, NİTELİKLERİNİ, YÖRESEL ÖRF VE ADETLERİ, TARAFLARIN
İHTİYAÇ VE GERÇEKLERİNİ GÖZETMEK SURETİYLE PAYLI MALIN
KULLANILMASININ ZAMAN VEYA YER İTİBARİYLE PAYDAŞLAR ARASINDA NE
ŞEKİLDE BÖLÜNEBİLECEĞİNİ SAPTAYIP BUNA GÖRE KARAR VERMEK
DURUMUNDADIR. BUNUN İÇİN DE, TAŞINMAZ BAŞINDA KEŞİF YAPILARAK,
UZMAN BİLİRKİŞİLERDEN AÇIKLANAN ÖLÇÜTLERİ YANSITAN, PAYLI
TAŞINMAZIN ZAMAN VE YER OLARAK BÖLÜNME BİÇİMİNİ BELİRLEYEN,
ÇEŞİTLİ SEÇENEKLERİ İÇEREN RAPOR ALINMASI, BUNLARDAN EN UYGUN
OLANINA HÜKMEDİLMESİ GEREKLİDİR.

DAVA : Taraflar arasında görülen davada;

Davacılar, tarafların paydaşı bulundukları dava konusu taşınmazın kullanım şekli konusunda
anlaşamadıklarını belirtip, Medeni Yasanın 693. maddesi gereğince bu yerden yararlanma ve
kullanma şeklinin hakimlikçe belirlenmesine veya paylı malın kullanımının eşit olarak
bölünmesine karar verilmesini istemişlerdir.

Davalılar, bölüşümün mümkün olmadığını ileri sürerek davanın reddini savunmuşlardır.

Mahkemece, haklı görülmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.


Karar, davacılar tarafından süresinde duruşma istemli temyiz edilmekle, duruşma günü olarak
saptanan 14.10.2003 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden v.s. vekili Av.H.V.
K., Av. G. A. ile temyiz edilen v.s. vekili Av. T. S., avukat H. C. geldiler duruşmaya başlandı,
süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten
sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara
bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi N. S. S. tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi
alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : Dava, paylı mülkiyet üzere olan taşınmazda, kullanma ve yararlanma biçiminin
tesbiti istemine ilişkindir.

Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.

Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; çekişmeli 592 ada 2 parsel sayılı "bahçeli kargir
işyeri" niteliğindeki taşınmazın, paylı mülkiyete konu olduğu, davalı E. dışındaki dava
taraflarının taşınmazda paydaş bulundukları, Taraflar arasındaki uyuşmazlığın, bu işyerindeki
1 nolu bağımsız bölümden kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

Taraflar arasında, mülkiyet uyuşmazlığı yoktur. Çekişme, söz konusu bağımsız bölümün
kullanılma ve yararlanma biçiminin ne olması gerektiği noktasındadır.

Bilindiği üzere, 1 Ocak 2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721


Sayılı Türk Medeni Kanununda paylı mülkiyet, Yasasının 688 ile 700. maddelerinde
düzenlenmiş, düzenlemede, genellikle 1926 tarihli önceki yasa hükümleri dikkate alınmış,
"Yönetim ve Tasarruf'a" ilişkin bazı konularda açıklık sağlanmış, bu arada 693. madde ile de
önceki yasadan farklı bir yasa hükmü getirilmiştir.

Sözü edilen maddede aynen "Paydaşlardan her biri, diğerlerinin hakları ile bağdaştığı ölçüde
paylı maldan yararlanabilir ve onu kullanabilir. Uyuşmazlık halinde yararlanma ve kullanma
şeklini hakim belirler. Bu belirleme, paylı malın kullanılmasının zaman veya yer itibarıyla
paydaşlar arasında bölünmesi biçiminde de olabilir. Paydaşlardan her biri, bölünemeyen ortak
menfaatlerin korunmasını diğer paydaşlara temsilen sağlayabilir" ifadelerine yer verilmiştir.
Önceki yasada bu maddeyi tam olarak karşılayan bir hüküm mevcut değildir. Özellikle,
hükümet gerekçesinde değinildiği gibi, maddenin ikinci fıkrası ile paydaşlar arasında, paylı
malı kullanma ve bu maldan yararlanma şekliyle ilgili olarak ortaya çıkacak uyuşmazlıkların
çözümünde hakimin yetkili olduğu; bu bölünmenin paylı malın kullanılmasının zaman veya
yer itibarıyle bölünme biçiminde mümkün olacağı dile getirilmiştir.

Maddede hakime tanınan yetki, paylı malın yer itibariyle olduğu kadar, zaman bakımından da
bölünebileceği esasına dayandırılmıştır.

Yasanın paylı mülkiyete ilişkin hükümleri bütün olarak incelendiğinde, 688. maddeden, 695.
maddeye kadar, paylı taşınmazda yönetim, tasarruf, yararlanma, koruma, giderlere katılma ve
bu konularda paydaşlarca verilen kararların etkisi düzenlenmiş, bu suretle paydaşların
mülkiyet haklarını bir çekişmeye meydan vermeden, uyum ve düzen içerisinde kullanmaları
amaçlanmıştır. Böyle bir amacın gerçekleşme olasılığı bulunmayan hallerde, sorunlu paydaş
yönünden paydaşlıktan çıkarma (Md. 696, 697), nihayet paylı mülkiyetin sona ermesi (Md.
698-699) düşünülmüştür. Görüldüğü üzere yasa koyucu, öncelikle, kimi halde devamı zorunlu
paylı mülkiyet ilişkisinin ayakta tutulmasına özen göstermiş, paydaşlık ilişkisinin ve
paydaşlığın sona erdirilmesini son çare olarak amaçlamıştır.
Yasanın bu amacı 693/2. maddesi ile birlikte değerlendirildiğinde, mülkiyet çekişmesi ve
sorunu olmayan paylı taşınmazlarda, kullanma ve yararlanma biçimi yönünden hakimin
müdahale zorunluluğu bulunduğu tartışmasızdır.

O halde hakim, paydaşlık ilişkisinin devamında fayda ve zorunluluk olan hallerde,


paydaşların sicilden kaynaklanan haklarını ihlal etmeksizin, diğer paydaşların hakları ile
bağdaştığı ölçüde, somut olayın özelliğini, taşınmazın konumunu, kullanma amaçlarını,
niteliklerini, yöresel örf ve adetleri, tarafların ihtiyaç ve gerçeklerini gözetmek suretiyle paylı
malın kullanılmasının zaman veya yer itibariyle paydaşlar arasında ne şekilde
bölünebileceğini saptayıp buna göre karar vermek durumundadır.

Bunun için de, taşınmaz başında keşif yapılarak, uzman bilirkişilerden açıklanan ölçütleri
yansıtan, paylı taşınmazın zaman ve yer olarak bölünme biçimini belirleyen, çeşitli
seçenekleri içeren rapor alınması, bunlardan en uygun olanına hükmedilmesi gereklidir.

Somut olaya gelince, çekişmeli bağımsız bölüm, taraflar arasında paylı mülkiyet üzere olup,
aralarında mülkiyet çekişmesi yoktur. Bunun yanında taşınmaz, tarafların kızlarının ihtiyacı
nedeniyle hükmen tahliye edilmiştir. Davacının davadaki isteği de, taşınmazın kullanma ve
yararlanma biçiminin hakim tarafından belirlenmesine dairdir.

Hal böyle olunca, mahkemece yukarda belirtilen şekilde inceleme ve araştırma yapılıp,
soruşturmanın tamamlanması ondan sonra bir karar verilmesi gerekirken, yazılı olduğu üzere
hüküm kurulması doğru değildir. Davacının temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün
belirtilen nedenlerden ötürü HUMK.nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA,
4.12.2002 tarihinde yürürlüğe giren avukatlık ücret tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen
temyiz eden vekili için 275.000.000 lira duruşma avukatlık parasının temyiz edilenden
alınmasına, peşin alınan harcın temyiz edene geri verilmesine, 14.10.2003 tarihinde
oybirliğiyle karar verildi.

You might also like