You are on page 1of 65

-- - -

52 ı.uıı.. ôZG0RL0K. 00Ş0NMEKTIRI MART P4ISAH 2016 I YIL 1D I FiYATI: 12 TL

'

,� -
Y
eni bir sayı ile karşınızdayız. Dergimize olan yoğun i lgi her sayıda artmakta... Bizler de bu i lgi
karşısında kayıtsız durmayıp dergiyi içerik ve tasarım anlamında yen ilemeyi sürdürüyoruz.

Bu sayıda m itoloji konusunu ele aldık. Her y ı l düzenlediği miz ve artık geleneksel hale gelıniş olan
J\1itoloji Günleri etkinliğimizdeki sunun1lardan sizler için seçmeler yaptık. Bu nedenle, bu sayı özel
bir sayı oldu. Mitolojiyi günüınüz disiplinleri ile ele alan bu yazılar sizi hem t arihin karanlık koridor­
larına sürükleyecek hem de düşünmeye sevk edecektir.

Dergi takipçilerimiz için yeni bir haber vern1ek istiyorurn. Mart ayından itibaren raflarda olan God­
Father sinema dergisi okuyucuları ile buluştu. Derginin hem tarihsel hem de felsefi/psikanalitik içe­
riği ile sinema dünyasına farklı bir boyut katacağına inanıyoruz. Popüler bir sinema dergisinden öte
filmlerin, dizilerin, yönetmenlerin, kısa filmlerin analizinin yapıldığı söyleşi ve kısa notları ile okuyu­
cuya sinemanın her türlü kokusunu tattıracak bir dergi olacaktır GodFather dergisi.

Keyifli okumalar...

Düşünbil Dergisi

fac b ok.c:ım/dusunhıltlergis1 f\\ ıtter �om/du unbildergi ı

iKi :\YI.lK l·n \]·.H: nu�c.I!'l in t.ıgnım.,om/JU5unbıldcrgı i uutub..-.,, m/dusl.lflbildergi ı

Yıl 10 /Sa y ı 52 / Mart-Nisa11 2016 · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · ·· · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · ·· · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · ·· · · · · · ·

Sahibi & Sorumlu Yali İsleri


1
Üyelik Koşullan '\'eb: www.dusunbil.coın
Olcay Yılmaz Yıllık Üyelik: 90 TL E-posta: dusunbil@hotmail.coın
Yıllık Yurt Dışı: 55 Euro Abonelik -ve Dergi Satış: kitap.dusunbil.com
Genel Yayın Yönetmeni Kütüphanelere, Kuruın ve Kuruluşlara Düşünbil Akademi: akademi.dusunbil.com
Okay Yılınaz Yıllık Üyelik: l 40 TL

Baskı: Özyurt Matbaacılık


Yayın Koordinatörü ISSN: 1309-3304
Ceınre Topcu Adres: Zübeyde Hanım Mah Büyük
PTT Posta Çeki No: 55 74 932 Sanayi 1 .Cad. Süzgün Sk. No: 7
İletişim ve Halkla İlişkiler Türkiye İş Bankası: 3498- l 66572 İskitler / Altındağ / ANKARA
Okay Bağır IBAN: T R790006400000134980166572
İzn1ir- Stadyuın Şb. Olcay Yılınaz Telefon: +90 312 384 l 5 36
Grafik I Tasarım
Olcay Yılınaz Adres: Atatürk Bulvarı Engürü İş Hanı 107/71 Basıın Tarihi: Mart 2016
K ızılay - Çankaya/ Ankara
Telefon: ( l 3.00- 19.00 arası): 0.534 328 06 46

Makalelerde dile getirilen düşüncelerden ve kaynakların do�ruluğundan yazarlar sorumludur. Düşünbi1C:ie yayınlanan yazılar dergi yönetiminden izin alınmaksızın
internet dahil herhangi bir yayın organında }'ayınlanamaz, çoğaltılamaz ve kaynak gösterilmeden kullanılamaz.

Dl
• • •

CiN DEKiLER
� . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . ...... . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . .. . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . .

KANT iLE iDEALiST 4 CAMUS, ZIZEK VE BAUDRILLARD ÜÇGENİNDE MİTOLOJİK


BiR YOLCULUK KAHRAMANLARLA 21. YÜZYIL İNSANiNi TANIMA ÇALIŞMASI
48 ŞÜKRÜ ALKAN SEVİLCAN BAŞAK ÜNAL

HÜMANİST MARKSİZM
7 HOMEROS'UN BÜYÜLÜ VAZIN DÜNVASI
VE BUDİZM
51 ABDULLAH ŞEVKİ
YARD. DOÇ. DR. EMİNE SONAL

12 KÜLTÜRLERARASI TİYATRONUN ANA KAVNAGI


ÖZGÜR İRADE BİR OLARAK MİTOLOJİ
HALİSÜLASYONDUR, ... SELEN KORAD BiRKiYE

56 CHING-HUNG WOO
ÇEVİREN: BURAK HELVACIOGLU 16 MİTLER, MASALLAR, SEMBOLLER VE SANAT
ESRA SAGLIK

NIETZSCHE DALi'Yi
NASIL ETKİLEDİ? 19 MİTOJİLERDE "YENİDEN DOGUM'' SİMGEGİLİÖİ
MAGDALENA SCHOLLE VE MİSTİSiZM ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ
58 ::çEVlnEN: ZEYNEP SENEL GENCER YAD. OOÇ. DR. MEHMET KASIM ÖZGEN
DÜŞÜNBİL ÜNİVERSİTE TEMSİLCİLERİ

Dergiınizin teınsikisi olnıak istiyorsanız felsefeye ilgi


duyınanız yeterlidir.

Teınsilcilerinıizin aynı zamanda dergimizin aboneleri


İKİ AYLIK FELSEFE DERGİSİ olmasını istiyoruz. Bu sayede dergimizi rahatlıkla
takip edebileceksiniz. Bütün ten1silcilerimiz sem­
pozyuınlara ücretsiz katılabilirler. Senıiner, kamp
ve konaklamalı etkinliklerde ise temsilcilerimiz için
%40 oranında indiriın yapıyoruz. Bunların yanında
Düşünbil Dergisi'nin referansı ve desteği her zaıuan
yanınızda olacak.

Teınsikilerimizden bek.Jediğiıniz bazı görevler de var.


Düzenleyeceğiıuiz etkinliklerde görev alınak, hem
bu çalışınalara katkı sağlaınanız için hem de orga­
nizasyon aşamasında teınsilcilerimizin de tecrübe
kazanınası, birbirin1izi daha yakından tanıyabiln1ek
adına öneınli bir adım. Ayrıca etkinliklerimizin
duyurusunda katkı sağlaınak için sosyal ınedya hesa­
bınızda etkinlik haberini, Facebook etkinlik sayfasını
paylaşabilir ve arkadaşlarınızı davet edebilirsiniz. Bazı
etkinliklerde üniversitenizde, yönetiın tarafından
uygun görülen yerlere, etkinlik afişini asmanızı rica
edebiliriz.

Bunun dışında üniversitedeki hocalarınız ile Düşünbil


Üniversite Temsilcisi olarak iletişimde olnıanız
DüşünbiJ için çok önemli. Hocalarla iletişim halinde
oltnak, pek çok konuda bilgiye ve yeni fikirlere ulaş­
manın yollarını daha kolay bulmanızı sağlayacak ve
üniversitenizde Düşünbil'in tanınırlığını arttıracaktır.
Ayrıca her sayıda değişen dosya konun1uza göre, ho­

31 MİT VE MEKAN: ANTİK YUNAN MİTLERİNİN calarınızdan yazı isteyebilir, ilgili olan etkinlikleriınize

MEKANSAL İZLERLE İLİŞKİLERİ ÜZERİNE BİR konuşmacı olarak davet edebilirsiniz.

DUŞUNME
.. ..

Dergiınizde, dosya konusu ile ilgili olarak, yayınlan­


masının yararlı olduğunu düşündüğünüz yabancı
H. IBRAHIM ALPASLAN - DUYGU KÜSE
dildeki yazıları bize iletebilirsiniz. Eğer uygun zanıa­
nınız varsa çevrilınek için hazır ettiğin1iz metinlerin

36 YABANGILAŞMIŞ DENİZ TANRISI: çevirisini yapabilirsiniz.

FRANZ KAFKA'NIN POSEIDON'U Düşünbil'in bir parçası olınak, daha geniş kitlelere
ulaşnıasına ve tanınırlığının artınasına katkı sağlaınak
FATMA DORE
için daha başka yapmak istedikleriniz olduğunda
fikir alışverişimiz devanı edecektir. Tenısilcilerimiz-

40 NUH TUFANI VE DÜNYA MİTLERİNDEKİ TUFAN OLAYLARI le arkadaşça bir ilişki kurınak ve birbirimize kolay
ulaşabilir durunıda oln1ak istiyoruz. Sizin de ilginiz ve
OLCAY BAGIR zaınanınız varsa aşağıdaki iletişim forınunu doldura­
rak dusunbil [at] hotınaiJ.con1 adresine gönderebilir­
siniz. Gönderdiğiniz forrn, değerlendirmeye alınacak
ve geri dönüş yapılacaktır. Eğer şiındi yapabileceğinizi

43 ETiKETSiZ YAŞAM VE FELSEFE


. .

düşünür, sonradan aksilikler olursa bile hiç sıkıntı


hissetıneden bize iletebilirsiniz. Üniversite temsilciliği
CAN MURAT DEMİR her şeyden önce bir gönüllü çahşınadır ve bizin1 anıa­
cınuz temsilcilerimize tecrübe kazandırmak ve ileride
birlikte çalışabileceğimiz insanlarla tanışınaktır...
45 DİN VE AHLAK
PROF. DR. ORSAN OYMEN'LE SÖYLEŞİ Düşünbil Gönüllü Tenısikilik Formu İçin:
http://www.dusunbil.con1/?p= 1408 adresini ziyaret
edebilirsiniz.

NOT: Önceki dönen1 temsilcilerimizden de forınu


doldurınalarını ve tekrar başvurn1alarını rica ederiz.
Caınus, Ziiek ve Baudrillard Üçgeninde Mitolojik Kahraınanlarla
21. Yüzyıl İnsanını Tanın1a Çalışması:

is
������� -_
S_ �o_s_v_e_T_a_n
i_ _
l a_o_s·
t_ rn
_o__
· __

lek e_
ri������ ---­
Sevilcan Başak Ünal

-
-
-
':.>
u
·­
-
-
o
'ti

-
-
-
-
-
-

Batılı birçok filozofun felsefi savlarını i fade eder­ nir. Karısından cesedini bir alanın ortasına atmasın ı ister.
ken Antik Çağ Yunan mitlerine başvurduğu biliniyor. Sisifos kendini ruhlar ülkesinde bulur ve burada insan
Ortaçağ sonrası Aydınlanma Dönemi'nde yalnız sanat ve aşkına öylesine karşıt olan bu söz dinlen1eye kızar. Ka­
bilin1 yaparken değil, felsefe kurarken de Antik Yunan'a rısını cezalandırmak üzere yeryüzüne dönmek için izin
bir dönüş ve öykünme olduğunu ve süregelen çağlarda alır. Ancak dünyanın yüzünü yeniden görünce . . . ruhlar
da bu nlitlerin sıkça kullanıldığın ı görüyoruz. Bu yazıda ülkesinin karanlığına dönınek istemez. [ Bi rçok macera­
Cam us, Zizek ve Baudrillard'ın Sisifos ve Tantalos mitleri dan sonra Hermes gelip] . . . zorla ruhlar ülkesine götürür
üzerinden kurduğu metinleri ile günümüz insan ı n ı n ya­ onu, burada kayası hazırdır."( 1 )
şan1a olan iradesinin incelemeye çabalayacağız.
Can1us'a göre Sisifos uyun1suz bir kahraınandır:
Varoluşçu filozof Camus'un Homeros'tan alıntı­ "Tutkularıyla olduğu kadar sıkı ntısıyla da uyumsuzdur.
layarak anlattığı Sisitos Söyleni şöyle yazar: "Tanrılar Tanrı ları hor görınesi, ölüme kin duyması, yaşam tutku­
Sisifos'u bir kayayı durn1amacasına bir dağın tepesine sut tüın varlığı; h içbir şeyi bitinnemeye yönelttiği bu an­
kadar yuvarlayıp çıkarn1aya mahkum etmişlerdi; Sisifos latılmaz işkenceye mal olur." Sisitos'un bu uyun1suzluğu
kayayı tepeye kadar getirecek, kaya tepeye gelince kendi varoluşçuluk öğretisinin temel prensibiyle paralel gider.
ağırlığıyla yeniden aşağı düşecekti hep." Bunun nedeni İ ki dünya savaşının arasındaki çaresiz ve umutsuz Avru­
Sisitos'un tanrıların gizlerini açığa vurmasıdır. Büyük bir pa i nsanı artık ontoloj ik sorular yerine hayatın anlaın ı ve
yönetici olan Sisifos, ülkesinde yer alan Korent Kalesfne kısırlığı üzerine sorular sorar. Bu sorular insanı n b ireysel
su veriln1esi koşuluyla Zeus'un kaçırdığı Asope'un kızı olarak hayatta var oluşu ve hayatı siirdürıne konusundaki
Egine'nin yerini açık eder. "Burada suyun kutsanınasını iradesiyle ilgilidir. İ nsan, hayatının süregelen çağlarında
tanrıların öfkesine yeğ tutmuştur." Homeros, Sisifos'un yaşamının gidişatı üzerine kararlar verebilir; ancak baş­
ölüınlülerin en bilgesi olduğunu söyler. Bu bilgelik, Sisi­ langıç noktasına döndüğümüzde, bu dünyaya fırlatıp
fos'un tanrıların kutsamasından çok ülkesin i kalkındır­ atılmıştır. (Heidegger' in tanımladığı Geworfenheit kav­
n1ayı ön plana koyn1asından ileri gelir. Ruhlar ülkesin­ ranu). Doğarken kimseye dünyaya gelmeyi isteyip iste­
de bunun için cezala ndırılır. Homeros, bize Sisitos'un n1ediği sorulmaz. A i len1izi, ülkeınizi ve diğer standartla­
Ölün1'ü zincire vurduğunu da anlatır. ((Ölmek üzereyken rımızı seçemeyız.
önlemsizlik edip karısının aşkın ı denemek istediği söyle-
Camus'a göre insanoğlu anlan1sız bir dünyada ya­ özden önce gelir" diyerek bu durun1a işaret eder. Evren­
şan1aktadır. Bu durun1dan sıyrılabilmesin i n nihai çözü­ deki her nesne önce özü ile gelir. Örneğin yine basit bir
nıü ise intihardır. Felsefi anlan1da tek gerçek sorundur ve ilişki kurn1a ihtiyacı duyarsak; ağaç öz ise ahşap varlıktır.
iki türdür: gerçek ve metafiziksel.(2) Öte yandan i nsanın Bu duruınun tek istisnası insandır. İnsan, yaşarken özü­
aynı zamanda bir başkaldıran olduğunu belirten filozof, nü keşfeder ve bunu yaparken kendini gerçekleştirn1esi
her iki türünü de nihilizmin bir sonucu olarak gördüğü gerekir. Bu öğretinin ironik şekilde ses bulduğu bir alan
intihara hayır; otantik bir yaşan1a ise evet demektedir. Bu da kapitalist ekonon1inin getirdiği hayat tarzını ifade
,
başkaldıran insan, Camus'a göre Sisifos tur. Basit bir iliş­ eden 'Amerikan rüyasıüır. 20. yüzyılın ortalarında gerçek
ki kurmak yapmak gerekirse, Sisifos'un sarp yamaçtaki zirvesini yaşayan Amerikan hayat tarzı, bireylere hayal­
yolu, insanın fırlatıp atıldığı anlamsız yaşam; kayası ise lerinin peşinden gidip bu hayalleri son1ut olarak var et­
tepeye her varışında aşağı yuvarlanması ile bu yaşaında­ melerini öğütler. Popüler kültürün ınihenk taşı olan Hol­
ki "absürf' (Fr. Absurde) çabasıdır. Yararsız ve un1utsuz lywood filmlerinde sıklıkla kötü durumlarla karşılaşan
çabanın yenilişi, kahraınanın bilinciyle olur. Söylencenin aına zekasını ve yeteneklerini kullanarak kendine ait bir
trajikliği de bu bilinçten gelir. Sisitos yaptığı işin beyhu­ dünya yaratmayı başaran karakterler görürüz.
deliğini, bir diğer deyişle hayatın absürtlüğünü fark etti­
ğinde artık bu bilinçle hayatın yazgısını ele alır. Bu bilinç Orta sınıfa hitap eden ve bu sınıfa yönelttiği sömü­
sayesinde intihar elenen bir seçenek olur. "Sisifos'un tüm rü ile hayatta kalan kapitalist öğreti, bir yandan aynı şe­
sessiz sevinci buradadır: yazgısı kendisinindir. Kayası kilde tüketen ve aynı şekilde yaşayan bireyler üretirken,
kendi nesnesidir. Ayn ı biçimde uyumsuz insan da sıkın­ bir yandan bu bireyleri kendi öğretisinin izin verdiği çer­
tısı üzerinde gözleme başladığı zaman tüm putları sus­ çeveler dahilinde büyük adıınlar atmaya iter. Bu adımlar
turur. . . . Gerçekten de her adıında başarma umuduyla bireye "hayatın zor koşullarıyla başa çıkıp rüyalarının pe­
desteklenseydL neden kederli olacaktı? Bugünün işçisi şinden gitmek" gibi gösterilirken, bir yandan da bireyin
yaşamının tüm günleri nde aynı işlerde çalışır, bu yazgı da eşsiz olına arzusunu beslemiş olur. Bu beslemenin illüz­
uyumsuzlukta bundan aşağı kaln1az. Ama ancak bilinçli yonu çarpık bir şekilde kapitalist düzeni var etmeye de­
olduğu anlarda trajiktir. vam eder. Kişinin uyumsuzluğu, hayatı n absürtlüğünden
çok yaşan1 koşullarının eşitsizliğine yöneltilir ve sahte
Uyuınsuz insan "evet" der, çabası hiç dinnıeyecektir başarı hikayeleriyle ironik bir kendini gerçekleştirme rü-
artık. Kişisel bir yazgı varsa, üstün yası anlatılır. Bu rüyanın gelişin1i 2 1 .
alınyazısı yoktur, hiç değilse tek yüzyıla gelindiğinde baınbaşka
bir alın yazısı vardır, onu da bir boyut alacak ve yazının
kaçınıl nıaz bulur ve kü­ devan11nda Baudrillard'ın
çüınser. Gerisine gelince, fikirleri üzerinden ın­
günlerini istediği gibi ge­ celenecekti r.
çireceğini bilir. İ nsanın
kendi yaşamına yöneldiği Sisitos söylence­
bu yüce anda, Sisifos, ka­ sini Zizek de "Yamuk
,,
yasına dönerken, kendi­ Bakmak isimli ese­
since yaratılan, belleğinin rinde Lacan"ı n görüş­
bakışı altında birleşen, lerine göndermelerle
heınen sonra da ölümüyle ele alır. "Bu paradoksta
kapanan, yazgısı olan bu psikanalizdeki dürtü
bağsız eylemler dizisini kavramının doğasını,
seyreder. Böylece, insan- daha doğrusu Lacadın
sal olan her şeyin tümüyle dürtünün amacı i le hedefi
insan kaynaklı olduğuna inan­ arasında yaptığı ayrımı gör­
dığını gösterir, görınek isteyen ve n1 üyor ınuyuz? Hedef nihai varış
karanlığın sonu olnıadığını bilen kör- yeridir, oysa aınaç yapn1ak istediği­
dür, hep yürüınektedir. Kaya hala yuvarlanı r durur. m iz şey, yani yolun kendisidir. . . . Dürtünün nihai amacı
Tepelere doğru tek başına didinmek b ile bir insan yüre­ dürtü olarak kendini yeniden üretmek, dairesel yoluna
ğini doldurmaya yeter. Sisitos'u n1utlu olarak tasarlaınak dönınek, hedefe gidip gelen yolunu sürdürınektir. Asıl
gerekir." (Cam us, Sisifos Söyleni) keyif kaynağı bu kapalı dairenin tekrara dayalı hareke­
tidir. Sisitos'un paradoksu da burada yatar: Hedefine bir
Canıus'un modern insanı, 20. yüzyıldaki uyumsuz kere ulaşınca, eyleminin asıl an1acının yolun kendisi ol­
ama bilinciyle absürdü yenen ve intihar yerine kendini duğunu, bir inip bir çıkn1ak olduğunu kavrar." (3)
gerçekleştirmeyi seçen bireydir. Varoluşçu felsefe, "varlık

Dl
Tantalos da Sisifos kadar bilge ve onun kadar uyum­ bir nesne bekçisi haline gelir. Kendi yazgısının boyundur­
suz bir kahramandır. Tanrılara bir başkaldırı, onların iki­ luğunu eline alan bilinçli kahramanımız, iktidarın gücü
yüzlülüğüne bir cevap olarak verdiği şölende, oğlunun karşısında pasif bir konun1a sürüklenir. Bu pasif konum,
etini tanrıların sofrasına sunar. Sonunda açlık ve susuz­ tüketme algısı ardında gizlenir ve lüksün simgeleriyle öz­
lukla terbiye edilir. Burada, iki kahramanda da görülen gür bir karar verme sanrısına düşülür.
tanrısal kutsall ığa başkaldırış, bir bakın1a alın yazısına
meydan okuyan insanın suretidir. Baudrillard'ın klasik bir örneği, bizi süpermarket­
lere götürür. Bu n1arketlerde sıralanan ürünler arasından
Boğazına kadar suya göınülü bir halde tutulan Tan ­ seçim yapmak, günün1üz insanı için adeta ((kendini ger­
talos, içmek için eğildiğinde su çekilir; tepesinde asılı çekleştinnenin,, ve karar verme yetisini kullanmanın tek
duran çeşit çeşit rneyvelerden yeınek istediğinde de ağaç yolu olnıuştur. Üstelik hem bu süpermarketlerde hem
dalları onun erişemeyeceği yerlere çekilir. Yine beyhu­ evinizden bu marketlere giderken aldığınız yollarda hem
de bir çaba ve yine bu çabanın beyhudeliğinin bilincin ­ de arabanızı park ettiği n iz otoparklarda, kısacası yaşaının
d e olınanın verdiği bir trajik güç sen1bolize edilir. Zizek her anında sizi izleyen güvenlik kaıneraları bulunur. Bu
Tantalos\ın çektiği eziyetlerin ise, Lacan'ın ihtiyaç, talep kaıneralar, hüküm sahibi olanın size orada olduğunu söy­
ve arzu arasında yaptığı ayrınıı, yani ihtiyaçlarımızdan leme biçimidir. Gözlenınek ve izlenmek öylesine bilindik
birini karşılaması beklenen sıradan bir nesnenin talep bir hal almıştır ki, bu kameraların ekranlarında kendinizi
diyalektiğine yakalanır yakalanmaz bir tür dönüşümden görınek, olağan bir güvenlik duygusunu getirir. Gözlenen
geçip arzu üretir hale geln1esini örneklediği n i belirtir. i nsan için, gözlemlenıenin değeri de giderek azalı r. Öyle
Lacan, "Gerçek özneler bizi cinsel açıdan uyarmaya çalı­ ki yine Baudrillard'ın klasik bir örneğine bakacak olur­
şan perdedeki aktörlerdir; biz seyirciler ise felç oln1uş bir sak, hiper gerçekliğin kalesi olan televizyon ekranlarında
,,
nesne-bakışa indirgeniriz. diyerek Tantalos'un ve onun binlerce kişinin öldüğü bir savaş haberi ile bir sit-comu
suretinde günümüz insanının ikilemine ışık tutar. izlemek, kişi için aynı umarsızlık ile gider.

"Kendi başına bir amaç olarak alındığında, haz, haz Baudrillard "Gerçeğe ilişkin kanaatleriınizi oluştur­
olmaktan çıkar ve hissettirmeden çok farklı bir şeye dö­ makta kullandığın1 ı z araçları kaybettiğimizde, bize gerçe­
nüşür: tutkuya.'' (Fredrick Jameson, Modernizmin İdeo­ ğin ne olduğunu söylemesi için seçtiğimizi zannettiğiıniz
lojisi). Artık arzu nesnesi nesnenin kendisi değil, görün ­ ya da zaten bu tür bir seçme hakkımız bulunmayan ikti­
tüsüdür. Tantalos artık susuz ve gıdasız yaşayabilir. Aına darların mutlak denetiınine gireriz." demektedi r.
bunun farkına varamayacaktır; çünkü su ve gıda hep gö­
zünün önündedir. Suyun ve meyvelerin imajı, onun ba­ Çağımızın insanı bir tür Sisifos ınudur? Artık değil.
ğımlılığı olacaktır. Ekranda h içbir zaman yiyemeyeceği yiyecekleri, hiçbir
zaman içenıeyeceği içecekleri, hiçbir zaman sahip olama­
Çağımızın insanı Tantalos mudur? Bu iddialı soru­ yacağı, binemeyeceği otomobilleri, hiçbir zan1an gideme­
ya, günümüz tüketim nesnesi ve arzu nesnesi arasındaki yeceği tatil yörelerini, hiçbir zanıan cinsel ilişkiye gireme­
nedenselliği inceleyerek cevap vern1eye çalışılabilir. Ba­ yeceği güzel kadın ve erkeklerin bedenlerini, hatta cinsel
udrillard,a göre, bir göstergeler dünyasında yalnız arzu organlarını izleyen i nsan Sisifos değildir. Uzansa, ekran
peşinde koşma ve her tür arzuyu birer tüketim nesnesi­ çekilıneyecektir; ama görüntüsüne uzandığı nesneye iliş­
ne dönüştürme sürecinde yaşarken, bu dünyadan gerçek me olasılığı da yoktur. O, Tantalos'tur. Simülasyon çağı
olana ulaşmak imkansız hale gelnliştir. Hiper gerçeklik Tantalos,un çağıdır. Ancak Tantalos olmanın asıl traj ik
fikri, gerçeğin yerini alan simularkları anlatır. Buna göre, yönü, hiçbir zan1an ulaşanıayacağımız şeyleri sürekli gör­
gerçek artık bir sinıülasyondur. Üstelik ben gerçeğim di­ mek zorunda kalmamız değil, zihnimizde var olan, gör­
yen simülasyonun bağlaınında realite, bir hiper realiteye mekle erişn1ek arasındaki bağıntının zedelenmesi, popü­
dönüşür. Gerçeğe ulaşınak artık imkansızdır. Kapitaliz­ ler deyişle, göstergeler imparatorluğunun çökmesidi r. ( 4)
min hüküın sahibi olduğu tüketiın topluınunda her şey
lükse boğulnıuştur.
Notlar
1. Cam us, Albe rt, Sisifos Söyle ni, Ca n Yay ınları, 20 1 5.
İnsan, ulaşamayacağı lüksü daha çok arzulamak­
2. Fatma Do re: Sisifos'tan Sendikalizme: Alberl Camus' nün Va­
ta, daha çok özlemini çekmekte ve bilinçsizlik içinde bu roluşçuluğu Ve Demokrasi
döngüde akınaktadır. Göstergeler ve simgeler dünyasın­ 3. Ziiek, Slovaj, Yamuk Bakmak, Popüler Kültürde n Jacques La­
da, birey kendini yalnız tüketim ile var edebilir. Hatta bel ­ can'a Gi riş, Me tis Yayınları, 20 1 2.
4. Fırat Caner: Sezai Karakoç'un Bir Sorusu Üze rine
ki birey oln1a vasfı da yitirilir ve arzunun süregelen bo­
yutları peşinde koşarken, kendini gerçekleştirmek yerine
ona sunulan yapay gerçekliğine boyun eğen kişi olunur.
Bilinç tüketiıne yenildiğinde, trajik ama uyun1suz tanrı
Homeros'uı1 Büyülü Yazıı1 Düı1yası:
İlyada Destanı ve İnsan-Doğa İlişkisi Ekseninde Benzetıneler

Yard. Doç. Dr. Eınine Sonar

·-
:::
'U
.....
·­
-
-
o
CQ
p
-
....
"":::"
-
-
...
.,

Antik Yunan kültürü, tanrıları ve tanrıçaları, fel­ tesinden gelemediği güçlükleri ortadan kaldırır, bu onun
sefi okulları, savaşları ve sosyal yaşamları ile yüzyıllar yazgısıdır, ya kazanacaktır ya da bu uğurda can verecek­
boyunca insanları etkilemiş ve pek çok bilimsel çalışnıa tir. Epik şiirde olaylar çok geniş bir coğrafya üzerinde
konusuna esin kaynağı olınuştur. Antik Yunan kültürü­ geçer. Bir destanın dünyası ortaya çıktığı zaman içinde
,
nün ölümsüz eserlerinden biri de Homeros un M.Ö. 750 düşünebilecek her şeyi barındıran bütünsel, çok yönlü
,,
yılında yazıldığı söylenen ('İlyada destanı 24 bölüm ve bir dünyadır. Şin1diye kadar yazılan destanlarda genellik­
1 6.000<.ien fazla dizeden oluşmaktadır. Horneros, bu ça­ le kahramanın başından geçen uzun yolculuklar anlatı­
lışınasında toprağı bereketli Troyaöa, şimdiki adıyla Ana­ lır; örneğin Odysseus. Çoğu destanda olaylara doğaüstü
dolu'nun batısında yer alan Biga ilçesine bağlı Hisarlık yaratıklar da katılır. Kişiler, olaylar, tanrılar, doğa ve do­
olarak bili nen yerleşim bölgesinde geçen, yaklaşık on yıl ğa-üstü güçler hep gerçek yaşamdaki boyutlarından daha
devam eden Troyalılar ve Yunanlılar arasında geçen Tru­ büyük, daha zengindir.
va Savaşı'nın 9. yılında 5 1 günlük bir dönemi anlatmıştır.
Epik şiirin en önemli özelliklerinden biri de eser­
En eski sözlü edebiyat türlerinden biri olan destan, lerde yapılan ve sıklıkla kullanılan çeşitli benzetn1elerdir.
Yunanca "espos'' sözcüğünden gelmektedir. Bu çalışınada Epik benzetme ise iki farklı türün birbiriyle benzer olan
destan sözcüğü yerine epik kelimesi kullanılacaktır. Epik eylemsellikleri öne çıkartılarak yapılan benzetn1elerdir.
yazın, insanoğlunun çok eski dönemlerde ortaya koydu­ Şiirde geçen olaylar daha fazla betimleıneye ver verrnek­
ğu ilk sanat ürünlerinden biridir. Sözlü edebiyat gelene­ sizin farklı doğa olayları ile üstü örtülerek "nasıl . . . ki"
ğinden beslenen Epik şiir ise, bir ya da birden fazla yarı diye başlayan , "işte tıpkı öyle" gibi kelimelerle benzetıne
tanrısal nitelikler taşıyan kahramanlarının olağanüstü sanatı kullanılmıştır. Örneğin, yaklaşmakta olan ordula­
eylemlerini coşkulu, törensel bir üslupla anlatan ve genel­ rı fırtına öncesi hızlı hareket edip kümelenen bulutların
likle birkaç bölüınden oluşan uzun manzunı yapıtlardır. hareketine benzetir, yaralanıp yere yığılan bir savaşçıyı
Mitoloji, efsane, folklor, kültüret dini ve tarihi konuları da yağn1ur sonrası yaprakları yere dökülen bir gelinciğe
içerir. Epik şiirlerde kahraman , halkın baş eden1ediği, üs- benzetir. Yaralı savaşçının kanlar içinde yerde sürünme-

•Gi rne Ame rika n Ünive rs ites i, Beşeri Bil imler Fakültesi, İ ngiliz Dili ve Edeb iyatı Öğre t im üyesi. Girne /KKTC
sini, gelinciğin, aşırı yağmurdan dolayı yerde sere serpe Hoıneros) ustaca kullandığı bu benzetmelerle, Yu­
uzannıasıyla bir ilişki kurar. D iğer dikkat çekici bir konu nan ve Troyalı orduların ilerleyişini, savaşı, savaşçıların
da savaşlarda ün kazanınış yiğit kahramanların savaşırnı­ birbirleriyle olan çatışn1alarını ve savaş alanını görsel
nı da hayvanlar aleminin en güçlüleriyle; aslan ve kap­ bir zenginlik ve anlaın açısından da bir derinlik katarak,
lanla benzeştirmiştir. Örneğin, Akhilleus ile Hektor'un okuyucuyu içine çekerek, daha rahat anlamasını sağlar.
karşılıklı savaşında, doğada en güçlü hayvan olan aslanla Bu eseri Türkçeye kazandıran Azra Erhat şöyle der: " [ Ho­
ve onun avı olan bir geyikle mücadelesini vermektedi r. meros] bu benzetmelerde gerçeği bütün rengiyle, hareke­
tiyle, sesiyle vern1ekle kalınaz, benzettiği şeyi anlatmanı n
Homeros, İ lyada isin1li eserinde, Aristo'nun tadına öylesine kapılır ki, kendi başına gerçeklik taşıyan
,,
epik geleneğine uygun olarak doğaya bire bir uygun , bağımsız küçük sahneler çizer ( 1 984: 74).
yani doğal olan benzetn1eler (similes) kullanarak, etkili
bir teknik kullannııştır. Bu tekniğe Hoınerik benzet eneler Wilkins, Ludwig Friedlanderöan alıntı yaparak,
de denilmektedir. Şiirde yer alan benzetnıeler doğal olay­ Hoıneros,un bu eserinde yüz seksen ikisi daha detaylı
lardan esinlenn1iş ve detaylı aktarılmıştır. Benzetmeler, olmak üzere, on yedisi kısa ve yirmi yedisi de çok kısa
olayın önemine ve içeriğine uygun olarak uzun veya kısa olan benzetn1eler kullandığın ı vurgulamıştır ( 1 920: l 47).
,,
olarak verilmiştir. Eserde geçen öneınli olayların, giderek Buna ek olarak, Yaşar Nabi ise: " Hon1eros isimli eserinde
artan heyecanın en doruk noktasına çıktığı an epik ben­ Homeros'un "tabiatın ancak insanla tamamlandığın ı ve
zetınelerin daha sıklıkla kullanıldığı görülmüştür. İnsan tabiat güzelliğinin ancak bizce duyulduğu zaman n1ana­
karakterlerinden yola çıkarak havyanlar aleminden, çev­ laştığın( iyi bildiğini belirtir ( 1 953: 1 1 ).
redeki bitkilerden, yer ve gök cisimlerden, kısacası doğa
ve doğaüstü olaylarla benzerlik kurarak yaptığı sayısız Cemal Sakallı " Lanetli Homeros ya da D ünya Ede­
benzetıneleri okuyan birinin Homer'in görme engelli ol­ biyatının Anlatı Bilgesi)) isimli makalesinde ise, bize şu
duğuna inanması çok zordur. Hon1eros\1n, epik şiirinde bilgiyi sunar: " Tarihsel, tanrısal, ınitsel bilgiyi harn1anla­
geçen olayların dışında olan bir dünyadan bire bir ben­ yarak destansı anlatı biçimini gelişti ren Homeros, antik
zetınelerde bulunarak örnekler vern1esi de destansı özel­ dönenlin "anlatı bilgest olarak kabul edilir. Günümüz
liğini daha güçlü kılar ve okuyucunun belleğinde zihinsel bilinç ve bilgi düzeyinden değerlendirildiğinde, yazın
bir görsellik (iınages) yaratarak daha anlaınlı ve kalıcı b il imcilerin ve kültür tarihçilerinin görüşleri öyledi r.
olmasını sağlar. Benzetilme yapılan olayda doğadan çok Tarihin hiçbir döneminde Homeros'un destansı anlatım
iyi gözleınlenen ve nispeten daha sade ve doğal bir oluşu­ gücü etkisinden hiçbir şey yitirmemiştie: Diğer taraftan,
mun yansımasıdır. John Wright ( 1 978: 1 1 ) ise, Hoıneros'un betimlemeleri ve
benzetmelerinin dran1atik sahneleri yansıttığını, Home-
,
ros un işte burada evren üzerinden asaletinin ve gücün çevik ayakları geyiği kurtarır gene de,
,,
yansıttığı bir "altın ışık olduğunu vurgular. Bir başka kanı ılıktır, dizleri tutana dek kaçar.
söylemle "kutsal, tatlı ve mükemn1eın olduğunu dile ge­ Aın a sivri okun yarası tüketince gücünü,
tirir. Çiğ et yiyen çakallar yetişir,
Gölgeli ormanın içinde onu paralar.
Bu yazıda Homeros'un İ lyada isimli epik şi irinde Ama ortaya yırtıcı bir aslan salarsa Tanrı,
kullandığı çeşitli benzetn1eler, belirli başlıklar altında Çakallar korkup kaçar, aslan konar şölene.
kendi içlerinde sınıflandırılarak ana gruplar şeklinde Çok akıllı yiğit Odysseus'u bir sürü Troyalı
sunulacaktır. İlk olarak, eserde en çok benzetıne yapılan Tıpkı böyle kovalıyordu işte.
hayvanlar alerninden verdiği örnekler yer alacaktır. Bu S:304
bölümde sayısı elliyi ( 50) bulan benzetrneler şunlardır:
arılar, kazlar, turnalar, kartal, keçiler, kuzular, koyunlar, Bir aslan ya da bir yabandon1uzu,
inekler, aslan, at, öküz, köpekler, çakallar, kurtlar, akba­ Köpekler, avcılar arasına düşer de hani,
balar, sinekler, alakarga, çaylak, geyik, yabandomuzu, Nasıl gücüne güvenir, nıeydan okursa,
eşekarıları, çekirge, yunus balığı\ kumru ve yılan. İkinci Avcılar birbirine sokulup duvar olur,
grupta güneş, ay ve yıldızları temel alarak yaptığı ben­ Karşı koyar, durn1adan kargı atarlar,
zetn1eler sadece üç (3) örnekten oluşn1aktadır. Üçüncü aına korku girmez hayvanın yiğit yüreğine,
grupta ise, bulutların, rüzgarların ve firtınaların eksenin­ yok etse onu yiğitliği yok eder,
de yapılan toplam on üç ( 1 3 ) benzetme yer almaktadır. avcıları sık sık yoklar, bir gelir bir gider,
Dördüncü olarak sıralanan grupta ise su, ırmak, ateş ve onun sald1rdığı yerden avcılar da geriler.
duman odaklı yapılan yedi (7) benzetme ve beşinci olarak Kalabalık içinde Hektar da işte
verilen grupta "toprağı bereketli Troya'aa yetişen ağaçlar, Yalvardı durdu arkadaşlarına gide gele
çiçekler ve tarlalarda yeşeren bitkiler alt başlığı halinde Haydi durn1ayın diyordu, aşın duvarı.
sekiz (8) benzetme örneğine yer verilmiştir. Altıncı ve S:3 1 8
son grupta ise oduncu, ata binmesini iyi bilen adan1, ço­
ban, güzel kuşaklı kadın, ağaç kesen adam, yün satan ka­
dın ve çocuk örneklerinin (ınetaphor) kullanıldığı insana il - Doğaaan (Güneş, ateş, ay ve yıldızlar) teınel ala­
yönelik yapılan dokuz (9) benzetme yer almıştır. rak yaptığı benzetmeler:

Bu çalışn1anın alt yapısını yukarıda sözü edilen Kavurucu ateş bir dağ doruğunda
benzetrneler oluşturacaktır. Bu çalışn1ada -sayfa sınırla­ Büyük bir arınan içinde ışıldar hani,
masından dolayı- tüm örneklere yer verilememiştir, an­ Görülür parıltılar ta uzaktan,
cak her gruptan sadece üç benzetme yer almaktadır. Bu Yürüyen ordularda silahların parıltıları
çalışınanın ten1el konusu benzetmelerin odağında tema­ Öylece göklere ağıyordu yayıla yayıla.
tik yapılan sınıflandırmalar olacaktır. Bu sınıflandırma­ S:l 1 8
lar, Homeros'un zengin düş bahçelerine açılan bir patika
görevi üstlenerek, onun dil ve düşünce dünyasına ışık tu­ Yusyuvarlak kalkanıyla Hektör en önde,
tacak ve anlam bilimsel açıdan bu ölümsüz eserin estetik uğursuz bir yıldız bulutlardan çıkıp parlarsa nasıl,
dil işlevlerini daha iyi anlaınamıza katkı sağlayacaktır. sonra gene sokulursa kara bulutlar arasına,
tıpkı öyle görünüyordu, bir ön sıralarda,
1 - Hayvanlar aleminden verdiği örnekJer: bir arka sıralara dalıp buyruklar veriyordu.
S:29 1
Hani ağılda köpekler vardır,
Koyunların çevresinde dört dönerler, O rien'un Köpeği denen bir yıldız vardır hani,
Bir yırtıcı aslan geçnliştir dağdan, onnandan, görünür yaz sonunda, karanlık gecede,
Ortalıkta bir patırtı bir gürültü, binlerce yıldız arasında alev alev ışınları,
İnsanlar bağrışır, köpekler havlar, kaçar gider göz- yıldızların en parlağıdır, ama uğursuzdur belirtisi,
lerden uyku çok sıtınalar getirir zavallı insanlara,
işte nöbet bekleyenlerin, bu ağır gecede, işte öyle parlıyordu Akhilleus'un göğsündeki tunç.
gözkapaklanndan tatlı uyku böyle kaçtı. S: 527
S: 276
I I I Deniz, bulut, rüzgar, kar ve fırtına ekseninde
-

Dağlarda kızıl çakallar vardır hani, yapılan benzetn1eler:


düşerler boynuzlu bir geyiğin arkasına,
bir avcının okuyla vurulmuştur geyik,

ııı
Sağlam duvarın üstünden taşlar atıyordu öbürleri, Tanrıya benzer Akhilleus da oraya buraya saldırı-
Koruyorlardı kendilerini, barakalarını, gemilerini, yordu,
Kar taneleri gibi düşüyordu taşlar, kıyasıya doğruyordu düşmanlarını,
sert bir rüzgarın, bulutları döndüre döndüre, lapa kara toprak kan ırn1ağı olnıuştu.
lapa S:502
bereketli toprağa döktüğü kar taneleri gibi.
Oklar da öyle yağıyordu, Akhaların, Troyalıların V Troya'd a yetişen ağaçlar, çiçekler ve tarlalarda
-

ellerinden yeşeren bitkileri konu alan benzetıneler:


S: 322
Mutlu bir adamın, buğday, arpa tarlasında,
Öylesine korkunçtu ki Troyalıların naraları, orakçılar karşılıklı sıra olur yürürlerse nasıl,
ne insafsız Boreas'la kabaran denizin dalgaları biçip biçip yere düşürürlerse sarı başakları
karaya çarpınca gümbürder bu kadar, Troyalılarla Akhalılar birbirine öyle saldırdı.
ne dağlarda tutuşan bir orınanda S: 2 9 1
cayır cayır yanan ateş bu kadar gürültü yapar,
ne de yüksek yapraklı meşe ağaçlarında Priamos'un oğlu fırlattı okunu Menalos'un göğsü-
azgın rüzgar uğuldar bu kadar. ne,
İşte böyle bağırıyordu Troyalılarla Akhalılar acı ok şişkin zırha çarptı, uçtu gitti.
Saldırınca üstlerine birbirlerinin. Büyük bir tarlada kara baklalar, nohutlar,
S: 373 uğultulu bir rüzgarla ya da harınancının savurma
gücüyle,
Engin denizin koca bir dalgası geniş harman küreğinden serpilirse nasıl,
bordaların üstünden nasıl yayılırsa gemiye, şanlı Menelaus'un zırhından öyle savruldu acı ok,
öne sürdüğü zaman onu yelin gücü, uçtu gitti uzaklara.
dalgalar şişip şişip yükselirse nasıl, S: 352
Troyalılar da uğultularla geçtiler duvarın üstünden,
arabalarını sürüp geınilere doğru, Bir adaın nasıl yetiştirirse körpe bir zeytin fidanını,
5: 389-390 ıssız bir gölgede bol bol su içirirse ona,
gelişir güzelirn fidan, çiçekler açar bembeyaz,
iV - Su, ırmak, ağaç, yangın ve duınan odaklı yapı­ şurdan buradan esen yeller sarsar onu,
lan benzetn1eler: ama bir gün koca bir kasırga ile yel eser,
söker kökünden fidanı, serer onu toprağın üstüne,
Yosunlu bir ırnıak kıyısında bir kavak vardır hani, Atreusoğlu Menelaos öyle devirdi Euphorbos'u,
Uzar dümdüz, birazcık dalları vardır tepesinde öldürdü Panthoos'un iyi kargı atan oğlunu, soydu.
Bilenmiş baltayla bir parça kesmiştir ondan bir ara- S: 43 1
bacı,
Tekerlek tahtası yapmıştır güzel bir arabaya, VI - insan odaklı Benzetıneler:
Kıyıdaysa kuruyup gidiyordur devrili kavak.
İşte böyle devirdi tanrı soyundan A ias Dağ yamaçlarında bir oduncu vardır hani,
A nteıninonoğlu Siınoeisli'yi yorulmuştur ağaç gövdelerini kesn1ekten,
S: 163 koyulur akşam öğününü hazırlamaya,
bir bezginlik girmiştir içine
Duman nasıl ağa rsa bir kentten göklere doğru, yüreği özl em işti r tatlı yemeği.
düşmanın kuşattığı uzak bir adada, işte böyle Danaolar da bu saatte,
Ares,le bütün gün boy ölçüşür adalılar, aşka getirerek arkadaş arkadaşı,
gün batınca ateş yakarlar üst üste, olanca güçleriyle yardılar Troya ordusunu.
hızlı alevler yükseli r ateşlerden, S:291
yükselir komşu adalardan görünecek kadar,
derler belki gemilerle yardıma gelirler, görüp alevi. Ata binmesini iyi bilen bir adam,
S:460 bir sürü at arasında dört tane seçer de hani,
ovadan onları sürer kente doğru,
Işıl ışıl bir yangın saldırırsa nasıl erkekler, kadınlar, anayoldan,
Dağda, derin derelerde, kuru bir ormana, ağızları açık, bakakalırlar ona,
Ağaçlar nasıl yanarsa için için , adam da sımsıkı tutunup uçar gider,
yel bir yana, bir bu yana uçurursa alevleri, bir o atın, bir bu atın üstünde sıçraya sıçraya,
A ias da bunun gibi, tezgiden gemilerin üstünde , ma katarak olayın doğal olarak kabul edilmesini sağlar.
Köprüden köprüye sıçrıyordu büyük adımlarla, Kanlı savaş sahneleriyle i nsanı ürkütmez.
S:399
i lyada destanında yapılan benzetmeler beş duyu
Bez dokuyan güzel kuşaklı bir kadın, organına yöneliktir. Yapılan betimlemelerle okuyucuda
geçirirken iğliği tezgahın arasından, görme, duyma, koklanıa, hissetme gibi duygular yoğun­
ne kadar yakın getirirse göğsüne mekiği, luk kazanır. Yapılan bu benzetmelerle aktarıhnak istenen
Odysseus da o kadar yakın koşuyordu Aias'a eylemsellik ön plana çıkarılır ve güçlü bir anlam katılarak
S:567 daha da pekiştirilir.

Sonuç İ nsanoğlunun doğada var olan bu savaşımı taklit


etnıesi, doğada olan bitkiler dahil tüm canlıların da in­
Yapılan bu benzetmeler, okura zengin doğa olayla­ sanoğlu ile olan benzerliklerinin bir yansımasıdır. Aris­
rını gözler önüne serer ve okurun etkilenmesi ve onun toteles, sanatın rolünün "doğanın taklidi" olduğunu ve
belleğinde yapılan eylemsel liklerin daha etkili ve uzun insanda bir taklit, yani "miınesis yeteneği ve hazzının"
süre kalıcı olmasını sağlar. William C. Scott, Homeros'un bulunduğunu öne sürer. Bu eseriyle Hemoros, Aristote­
İ lyada isimli eserinde yer alan benzetınelerin durağanlık les'i doğrulamaktadır.
olmaksızın olayların ardı ardına gelişmesiyle hareketl iliği
sürdürdüğünü ve günümüz anını (içinde bulunduğumuz Benzetıneler, ayrıca, okuyucu üzerinde uyandırdığı
zamanı) yakaladığını söyler. Buna örnek olarak Aslan'ın acıma ve korku duygularıyla ruhu tutkulardan da arındı­
avına nasıl saldırdığını ve sonunda da sinsice uzaklaşnıa­ rır ve özgürleştirir. Katarsis olarak bilinen bu retorik ilk
sıyla yönünü nasıl değiştirdiğini vurgular (2009: 1 6) . Bu­ defa Aristoteles'in Poetica adlı eserinde kullanılmıştır.
radan da anlayacağımız gibi, aslan veya yaban domuzu,
yıldırım, yangın, deniz ve fırtına gibi zengin örneklerle Güçlünün zayıfı yendiği, ancak güçlü olanların ya­
yapılan benzetn1eler hep bir deviniın içinde devam eder; şamına devaın etmeleri, Darwin'in kuramı (survival of
örneğin, saldıran aslan (avcı) ve savunmada olan geyik the tlttest) yani ancak güçlülerin yaşamda kalabilecekle­
(kurban) arasındaki nıücadele sona erdiğinde hareketli­ rini vurgular. Epik şiir'de en güçlü olan Hektor bile aldı­
lik sona erer ve destanda aktarılan ana olaylara dönn1üş ğı darbe ile yaşamını kaybeder ve üstünlüğü Akhilleuse
oluruz. Bu örneklerden yola çıkarak, Homeros'un okurla­ bırakır.
rına, yaşamın bir mücadele üzerine kurulduğunu, doğada
yaşayan hayvanların kendilerini beslemek için -içgüdüsel Hon1eros'un dünyasında sınıf kavraını yoktur; in­
olarak- av olarak gördükleri hayvanlara saldırdıklarını sanları başarı ve başarısızlıklarına göre yargılamaz. Savaş
ve insanlar arasındaki kavganın yani savaşımın da kendi kazanan bir asker kadar, yen ilgiye uğrayan bir insandan
egemenliğini kurmak için ne kadar doğal olduğunu ak­ da bahseder. Hektor'u öldürüp ölü bedeni n i Truva surları
tarmaya çalıştığını görebilmekteyiz. etrafında taın üç kez dolaştıran Akhilleus bile insancıldır.
Eserin son bölümünde yer alan sahnelerde babası Prian1'a
İ lyada'yı düz yazı formunda İ ngilizceye çeviren hayranlık duyar ve yiğit oğlunu kaybettiği için yaşadığı
1 8. yüzyıl İ ngiliz şair i Alexander Pope, Honıeros'un bu acısından dolayı empati kurar. Kısacası bu yönüyle, "ya­
eseriyle ilgili başarısı konusunda şöyle der: "Hiçbir yazar rı-tanrı" olan Akhilleus bile içimizden biri olur ve insani
bu derece değişik ve şaşırtıcı portreler çizmemiş, kişileri bir değer taşır. Bu eserin yaratıcısı olan Homeros, savaş
hakkında bu derece kuvvetli ve canlı bir intiba vermesini ortamına karşın insanlığın -olumlu anlamda- çok yönlü
bilemem iştir. Diğer taraftan, dünyaca tanınan Fransız dü­ özelliklerinin altını çizerek evrenselliği kucaklamıştır.
şünür ve yazarı Victor Hugo ise söyle aktarır: "Homeros,
sanatın şu güzel, belki de en güzel davasını halletmeye Kaynakça
Homeros, Ilyada . Çev: Azra Erhat ve A .Kadir. Can Sanat Yayın­
ınuvaffak oln1uştur: İnsanı yücelterek insanlığın gerçek
ları, İstanbul, 1 984.
bir tasvirini yapmak, yani gerçeğin ideal içinde canlanışı Nabi, Yaşar. Homeros . Istanbul: Varlık Yayınevi,1 953.
davası" (Nabi 17). Scott. William C . The Artistry of the Homeric Simile. An elect­
ronic book by the Dartmouth College Library in 2009.
hltp://www.dartmouth.edu/,.., 1ibrary/ digital/publishing/
Kısaca özetlemek gerekirse:
Richmond Lattimore, tr.Iliad of Homer, U .S .A: The University of
Chicago Press . nd .
İ lyada, Akhalar ve Truvalılar arasında yapılan bir Wright, John. Essays on the llıad: Selected Modern Criticism,
savaşın destanıdır. Bir trajedidir aynı zamanda. Savaşçıla­ U.S.A.: Indiana University Press,1 978.

rın birbirini öldünneleri, ortalığın kan gölüne çevrilmesi


bir vahşettir. Olayın şiddeti doruk noktasına ulaştığı za­
man yapılan benzetn1elerle bir yumuşatma, bir hün1aniz-


Kült ürleraras ı Tiyatron u ı1 Ana Kaynağı Olarak M itoloj i
Selen Korad Birkiye

-
-
·-


·­
-
-
o


-

-

Tiyatronun kaynağının eyleme dayanan ritüel ve çıkan Antonin Artaud, Fransa'da ev içi sıkıcı konuları işle­
onun içeriğini dolduran ınitos olduğu, uzun zamandır yen burjuva tiyatrosunun, insanın doğasında yatan temel
pek çok düşünür tarafından kabul görmüş bir savdır. Me­ çelişkilere dair hiçbir şey söylemediği konusundaki eleş­
tin And bunu şöyle açıklar: tirisini, daha sonra Vahşet Tiyatrosu programıyla daha
sistematik hale getirmiştir. Artaud yaşamdan koparılan
': .. Drarnın çıkışı ethos ve mithos ile, ritüelin eylem çağdaş tiyatronun bir zamanlar içinde taşıdığı hayatiyete
yönünün birleşmesinden oluşmuştur. Ritüel ve törende ger­ yeniden kavuşmasını aınaç edinir. Ona göre tiyatronun
çi eylem, sözden daha önemlidir; ancak söz ve mithos, ey­ eski işlevini kazanarak vazgeçilmez olınası da, içerik ola­
lemin işlevselliğine karşın, onun kalıcı, yüceltici, yorumsal rak kadim mitlere dönmesiyle mümkün olabilirdi. Ayrıca
ve anlamsal yönünü tamamlar. İşlevsel ritüellerle, kalıcı, ritüel ve büyü de bu tiyatronun temel önermesi içinde yer
eskimez mitlıosun birbirine geçişmesi dramı yaratmıştır.»1 alır. Gündelik olmayanı n gerçeği sahneye taşınırken, bu
olağandışılık ahlak ya da kültür tarafından kirletilernez.
,,
Böylece ('nıithos t iyatronun en tenıel ögelerin­ Vahşet Tiyatrosu kalıplaşmış oyunculukların, konuların ,
den birisi olarak kalıcılık kazanmıştır. M.Ö. V. yüzyılda sahne kullanımlarının ve malzemelerin yerine, insanın
Atina'd a Pereistratos'un başlattığı Dion issos adına dü­ kolektif bili nçaltına yönelecek bir tiyatro anlam ı n ı taşır.
zenlenen tiyatro şenlikleriyle de kurallı dram adını vere­ O dönem tiyatroda sözden çok ses ve beden kullanılnıası
ceğimiz tragedya, koınedya ve satir oyunları Batı tiyat­ gibi devrim yaratacak biçimsel ögelerin dışında, öz ola­
rosunun temellerini atınıştır. Ve tabii tragedyalarla, satir rak da çağın belli çalkantı ve izleklerini izleyen kadinı
oyunlarının konuları da mitolojilerden alınmıştı r. Nite­ m itlere yönelmeyi de salık verir. Bu izleklerin evrensel
ki ın tiyatronun mitolojiyi ınalzeme olarak kullanması oln1ası, evrenin yaradılışını konu alan Meksika, H indu,
yoğunluğu değişse de tiyatro tarihi boyunca günümüze İ brani, İran n1itleri ve öykülerine yönelinmesini, çağdaş­
kadar gelen bir olgu olarak kalmıştır. Ancak ınodernizm laştırmanı n da sahneleme vasıtasıyla gerçekleştirilmesini
ve ardından gelen postmoderniznı mitoloj inin algısında önerir. Ancak Artaud zamanı ndan önce dünyaya gelen
ve kullanı n11nda önceki yüzyıll ara göre büyük farkların bir dahi olarak görüşlerinin 20. yüzyıl tiyatrosunun bir­
oluşmasına neden olmuştur. çok kolunu nasıl etkilediğini göremeden hayata gözlerini
yurnmuştur.
20. yüzyılın ilk çeyreği güzel sanatlar ve bilimde
olduğu kadar sahne sanatları için de son derece önemli
gelişn1elerin olduğu bir dönemdir. Bu dönemde ortaya

l . M . A nd ( 1999) Ritüelde n Drama. İsta nbul: Y KY .


Artaud'nun m it-tiyat ro-ritüel eksenindeki tiyatro
önermesinin en ilginç örneklerinden birisi İ ngiliz yönet­
men Peter Brook'un 1 9 7 1 yılında çalışınalarına başladığı
"Orghast" projesidir. 1 960'ların sonunda dünyaca ünlü
bir oyun yönetmeniyken tüm kariyerini bir kenara atıp
Paris'te bir Tiyatro Araştırmaları Merkezi kuran Brook,
burada 1 8 değişik ulustan sanatçıyla kültürlerarası çalış­
malarının ten1ellerini atar. Merkezin ilk projesini oluştu­
ran Orghast ise İ ranöaki Uluslararası Şiraz Tiyatro Festi­
vali için hazırlanır.

Oyunun hazırlann1asında 1 ran'ın kuttöresel tiyatro


biçi m i olan "taziye'üen yararlanılır. Doğaçlan1aların ar­
dından ınetni Ted Hughes kaleme alır. Özgürlük ve hap­
solmak, ışık ve karanlık bu çalışmanın temel kavrarnları
Aııto11i11 Artaud
olarak seçilir. Bu oyun için Klasik Yunanca, Latince ve
Avesta'dan oluşan özel bir dil yaratılır ki zaten oyunun
Onun açtığı bu yol 1 960'larda avant-garde tiyatro adıyla aynı adı taşır bu dil: Orghast. Uzun egzersizlerle
çalışmalarının temel itici güçlerinden birisi oldu. Gro­ Artaudien anlan1da dilin sessel kullanımının dilde ne gibi
towskfnin Hristiyan m itlerini , Barba'nın Kuzey Avru­ duygusal titreşimlere yol açtığı araştırılır. Orghast geliş­
paöan, Güney Amerika'ya kadar pek çok kültürün mitini tikçe bir gramer ihtiyacı doğar. Böylece geniş ve şimdiki
nıalzenıe olarak devsirmesi ve Peter Brook'un Yunan , zaman kurgulanır. Mimik ya da ses söze dönüştüğünde
,

Hint, Afrika kültürlerinin n1alzemelerini kullanması bu ortaya çıkanın ne olduğu , teatral ifadenin içinde sözün,
dönen1e dan1gasını vurdu. Tün1 bu tiyatro adamların ı n titreşinlin, konseptin, müziğin yeri araştırılır. Arketiple­
ortak noktası ise kadin1 ınitlerin ve arketipler vasıtasıy­ rin altında yatan temel evrensel mit incelenir. Ve sonuçta
la, amacını ve yönünü kaybederek bir burjuva eğlence­ ortaya çıkan malzeme şöyle özetlenir:
sine dönüşmüş olan tiyatroyu hayatın odağına oturtacak
bir yöntem arayışında olmalarıydı. Bu dönemde Avrupa "Orglıast Zerdüşt ilahilerinde, Prometheus ve Her­
kültürüne damgasını vuran Yunan ve Roma mitoloj isi kül mitlerinde, Calderon un Hayat Bir Rüyadır oyununda,
çoktan kendisini tüketen bir kaynak olarak görülmeye Pers efsanelerinde ve diğer paralel kaynaklardaki ateşin
başlanmıştı. Gereken itici güç, o güne dek kıyıda köşede insanlığa armağan edilmesi, babanın oğlu hapsetmesi, in­
kalmış , ya da Batı"nın ilgisini çekmemiş kültürlerin mit­ tikam aracılığıyla bağımsızlığa kavuşma çabası, tiran ba ­
lerinde bulundu. Çünkü hem yapılarında barındırdıkları banın çocukları tarafından öldürülmesi, bilgi aracılığıyla
insana ve varoluşuna dair farklı yanıtlar, hem de biçimsel özgürleşme gibi temel bir takım mitler üzerine kuruludur.»2
olarak oluşturdukları tanıdık kurgusal yapı, tam da üze­
rinde çalışılacak bir laboratuvar imkanı sunuyordu. Bu
yönelim biçimsel ve içerik anlamında kültürlerarası tiyat­
ronun da ortaya çıkışına ve yayıhnasına katkıda bulundu.

2. C.l nnes ( 1 993) Ava nt-garde Theatre, London & New York: Routh ledge

Orglıast
Uzun ve n1eşakkatli çalışn1alar sonucunda Orghast
1 972 yılının Eylül ayında iki bölüm halinde izleyiciy­
le buluşur. Birinci bölüm, Pers Kralı Darius ve 1 ve l l I .
Antexerxes'in mezarlarının önündeki bir platformda oy­
nan ı r. Günbatınunda başlayan gösteri, karanlıkla birlikte
nıeşale ve ateşlerin ışığında sürdürülür.

ikinci bölüın ise aynı kralların mezarlarının içinde


sabahın dördünde başlayıp, gün doğumuna kadar sürer.

Orghasfın konusunu da kabaca şöyle özetleyebi-


liriz:

Moa (maddi ateş, doğurgan, değişken, ateş, kadın ­


s ı ) ile Sun·ı n (manevi ateş, kuralcı, değişmez, erkeksi)
evliliğinden Kral Krogon doğar. Anne ve babasının özel­
liklerini üzerinde toplayan Krogon evrene düzen getir­
nıeyi amaçlar. Ancak bu hedefine giderken bir diktatöre
dönüşür. Pramanath (Prometheus) ona karşı gelir. Ara­
larındaki savaş, dünyevi ve ruhani gerçekl ikler arası nda
kaymalara neden olur.

Toparlayacak olursak oyun, Brook'un Batı dünyası­


nın görünen ve görünmeyen, rasyonel/ınaddi ile ruhani/
düşsel ayrışması üzerine düşünceleri ve Merkez'in aşkın
kültürel farklılıkların anlamları üzerine çalışmalarıyla

ım
paralellikler taşıyan Artaudiyen bir sahnelemedir. Ol­ ·­
.. :...
. .._ �
dukça karmaşık ve ayrıntılarla örülü bir öyküye sahip -
-
......
\,,o-
. :: : :::
olan Orghast temel günahlar, sesler, beden dili kullanımı­ -L �
� -
nın yoğunluğu, insanlık kültürünün ortak arketiplerine ......
-
. ....
"') ·-
·- -
. .::::-. : ::::
nıitos vasıtasıyla inme çabası, stilizasyonuyla son derece ..::: : �
- -
- -
törensel bir oyundur. Aslında anlatılan öykü dünya tari­ u
.. -
:.... �
hinde pek çok mitolojide aktarılan aynı öykünün farklı -
-
-
-
-

bir şekilde yeniden söylenmesi, yeni bir mit kurgulanma­ .-


- �..

sı çabasıdır. Bu çaba her ne kadar oyunu izleyen izleyi­ �


-
o
- �

:... ­
cinin alımlaması açısından ciddi sorunlar içerse de, in­ o .-
::

- -
sanlığın geçınişinde, özünde yatan tenıel sorunları m itik :: � �
.. -- --::: . ....
� � :...
bir anlatınıla araştıran bir çalışma olarak çağdaş tiyatro -
� � �
- -
-::- ..,.,
tarihinde ayrıcalıklı bir yere oturınuştur. Bundan sonra �
-
::
.. -
:Q
�#.
...... "l �
...... .... . ....
hem Brook'un kendi kariyerinde sahneleyeceği "Kuşlar
,, -
!-

...
::
. .....
:- -
Meclisi ve C(Mahabharata" gibi projelere, hem de diğer ...;
-
:...
� ....
�..
.
... ... . ...
- - -
kültürlerarası tiyatro uygulayıcılarına büyük bir çıkış - - ...
N� ::
- - �
noktası oln1uştur.3 >;;; � ..:.:

am an
klla p.d u s u n b i l . c a m


M it ler, Masallar, Seınb o ll er ve Sanat
Esr a Sağlık

Herhangi bir şeyin nasıl varlık bulduğunu anlatan, Mitolojiler ve ınitler, yazısız toplumların sözlü
hep bir yaratılışa ilişkin olan mitleri tanımakla, şeylerin tarihini oluşturur. Günümüzde de anlatılan m itler bu
kökenini tanımış oluruz. Mitolojiler tarihin derinlik­ toplumların i lk atalarından gelen çok eski söyleınlerdir.
lerinde üretilmiş bilgi ve düşünceleri içleri nde gizleyen İnsanlığın öyküsü, eski i nsanlardan kalan senıbolik re­
belgelerdir. simler ve mitlerle yeniden keşfedilmektedir. Bu tür siın ­
geler ya da ınitler sadece eski çağların halklarına ait bir
Hayal ürünü hikayeler oln1adan, bir halkın tarihini olgu değildir. Eski Yunan mitleri ya da yerli halk söylen­
ya da kültürünü anlamak mümkün değildir. Mit, toplum celerine baktığımızda bunların temsil ettiği sembollerin
tarafından köklü inançları açıklayan ve nesilden nesile hala geçerli ve önen1li olduğunu görebiliriz.
geçiren göstergeler ve semboller olarak da ifade ediln1ek­
tedir. Evrenin yaratılışı, ateşin çalınışı, tanrıların insan­ Mitolojik mantığa göre, evrendeki her şeyin, gözle
ları cezalandırması, ilk ailenin, törelerin ve toplumsal görünür ya da görünınez her olgunun doğada bir benze­
kurumlann ortaya çıkışı gibi konuları içeren mitoloj ik ri, bir eşi vardır. Mitolojiler de bu benzerlikleri, eş görün­
kurgular, insan için hayati anlamlar taşıyan i n anç birim­ tüleri kullanarak her olguyu ve her oluşumu anlatmaya
lerini ve insanlığın birikmiş bilgilerini sonsuza dek bo­ yönelmiştir.
zulrnadan aktarrnaya yarayan kutsal anlatım biçimleridir.
Cevat Şakir'in deyimiyle taş ve vazo kalıntıları arkeolog­ Can1pbell rnitoloj ik anl at ıların bir görünen bir de
lara gerçeği keşfetmekte ne kadar hizınet ederse, günü­ görünmeyen iki yüzü olduğunu ve onun görünen değil,
müz m itologları için de efsaneler o kadar yararlıdır'. görünn1eyen yüzünü ortaya çıkarmak gerektiğini öne
sürer. Bu tespit, semboller için de geçerlidir. Semboller

ı. ATE Ş, Mehmet. "Mito lojiler ve SemboJler': İstanbul: Mile nyum Yayınları, 2002. s .2 2
mitoloj ilerin resn1e dönüşn1üş şeklidir ve ınitolojilerle malarına rağmen hiçbir ilkel yan taşımaz. Bu çizin1lerin
sen1boller arasında sıkı bağlar vardır. büyük çoğunluğu hayvanlardan oluşur. Bunların bu denli
sık çizilm iş olınası onların sadece av konusu nitelikleriyle
Sembolik Anlatımlar, �lasalsı Betimlemeler ilgili olınadığı, bu hayvanlara gizli anlaınlar yüklendiği ve
bunların bir kült haline dönüştükleri anlaşılın aktadır. So­
Jung'un psikolojik düşünceye en önemli katkı­ nuçta bu görüntüler, aralarında kurulan anlam ilişkileri
sı -Freud'un bilinçaltı kavramı gibi yalnızca bastırılmış nedeniyle belli m itolojik h ikayelerin sembolik anlatımla­
arzuların bir tür saklanma yeri olarak değil de- bireysel rının gerçekleştirilebilmesi için bir araya getirilınişlerdir.
yaşan11n, egonun bilinçli, düşünen dünyası gibi gerçek ve Kişisel ve evrensel olanı birleştirme tutumu, mito­
belli başlı bir parçası olarak gördüğü sonsuz kapsaınlı ve lojik söylemin temel yönteınidir.2
zengin (bilinçdışı' kavran1ıdır. Bilinçdışının dili ve 'kişi­
leri', düşlerimizin bizimle bağlantı kurduğu sembollerdir. Mitler de semboller gibi, sanatta açılımlar yaparak
O halde insanların ve onların sembollerinin araştırılması, yeni anlatım biçimleri kurmuş, zaman zaman da gerçe­
aslında insanın kendi bilinçdışıyla il işkisinin araştırılma­ küstücülüğe yakınlaşan bir anlama ulaşmıştır. Çağdaş
sı den1ektir. insanın gündelik hayatı kurgulayarak b aşkalaştırması ve
eğretileıneye dayanan bir düşünıne biçimi geliştirınesiyle
Sembolik form kavramının önemini belirten ve tel­ günümüz insanına ait bir olguya dönüşen 'mifin, sanatın
sefesini bu kavram üzerinde yoğunlaştıran düşünür Ernst her alanında yansıınaları görülmüştür.
Cassirere göre sanat, sembolik bir dil olarak tanımlan­
ınıştır. O'na göre semboller, imgelerden meydana getiri­ Kişisel ınasalın anlatım biçimlerinde çarpıcı bir ör­
l irler. Zihin imgeleri alıp sembol olarak iş görecek şekle nek olarak Fransız kökenli sanatçı Louise Bourgeois göze
sokar ( Arat 1 997:6) . çarpar. Onun yöntemi, acı veren, korkutan ama büyüsü­
nü hiç kaybetnıeyen çocukluğum' ( Bernedac 2008: 1 24)
Sembollerin kullanılmasının nedeni, işaret ettiği diye tanıınladığı geçmişinin hikayesini, ustaca seçilmiş
şeyi tüm yönleriyle temsil edebilmesidir diyebiliriz. So­ seınbolik objeler aracılığıyla sunmasıdır. Bunu yaparken
yut fikirleri, anlaşılması güç düşünce ve varlıkları somut­ geçrnişindeki imgeleri nesneleştiren sanatçı, bu nesneleri
laştırmak için kullanılan semboller, bir resim, şekil, sayı. içselleştirıniştir. Dev örümcek, başta annesi olmak üzere
renk, olay, nesne ya da canlı bir varlık olabilmektedirler. pek çok şeyi temsil etmiştir sanatçı için : doğurganlık, di­
"Geçici olanda ve geçici olan yoluyla ebedi olanın görü­ şilik, korku, sabır, arkadaşlık vs. Kendisi olarak da gördü­
nür hale geln1esi, yarı yarıya şetfat1ann1ası" (Çetindağ ğü örümcek, saldırgan olduğu kadar sabırla ağını tamir
2009:263) olan semboller genellikle, anlatılmak istenen eden cesur, koruyucu bir işçidir3•
gerçekleri çok daha güçlü bir şekilde vurgulan1ak, derin
ve karmaşık gerçekleri ifade etn1ek için kullanılmaktadır­
lar.

Louise Bo urgeois , 'Anne , 1997

Beden ve varlık arasındaki i lişkiye eğilen, başta


kendi bedeni ohnak üzere insan anatomisinin uzuvları­
na farklı açılardan yaklaşan Amerikalı sanatçı Kiki Smith
'.Atlar ve boğa kafaları: Lascaux Mağa ras ı, M.0. 1 5000 de, işlerinde sembolik öğeleri kullanan sanatçılardandır.
Sınith aynı zamanda, bedenin psikolojik görünümlerini
Sanatın tarihi onu üreten insanların tarihidir. Ma­ ortaya çıkarn1ak istenliştir. Bunu yaparken, masalsı bir
ğara resimleri, insanoğlunun bilinen ilk sanat eserleri ol- anlatımla kurt ve kadın temsilleri üzerinden 'kurban'

2. CAMP BELL, Josep h . "llkel M itoloji (Çev. Kudre t Emiroğlur Anka ra : imge Kitabevi, 2006. s . 82
3. GALLERY Serpenline. "Louis Bourgeois, Oeuvres Reentes': Bordeaux, Musee d a rt Contemporain de Bordeaux, 1998:26
,
ve 'av/yem arasındaki ten1el yakınlığı ortaya çıkarmıştır ınüzde hala sanat eserlerine konu olan masaJlar ve m itler
( Rush -Dannat 2002:80). özellikle son yıllarda iıngesel öykülerin betin1 lenmesinin
ötesine geçerek "kişiselleşti rilmiş': sanatçının kendi mi­
tini yarattığı ve dünyasını efsaneleştirdiği, öznel anlatın1
ve dışavuruma dayanan yeni bir dalganın oluşumuyla bir
çeşit dönüşüme uğramıştır. Kollektif belleğe ait olan ına­
sallar ve mitler, kişisel belleklerimiz ve kişisel öğelerimiz­
le karışarak kişisel ınasalları oluşturınuştur.

Kaynakça
ARAT, Necla. "Ernst Cassirer ve S .K . Langer'da Sembo lik Form
Olarak Sanat" lstanbul: Ed ebiyat Fakültesi Basımevi, 1997.
ATEŞ, Mehmet. "Mito loji ler ve Sembo ller': Istanbul: Milenyum
Yayınları , 2002.
BATUR, Enis . "Başka laşımlar I -x·: İstanbul: Yapı Kredi Yayın­
ları, 2000.
BERGER, John. UGörme Biçimleri (Çev. Yurdanur Sa lman r. İs­
tanbul: Metis Yayınları, l 999.
BERNADAC, Marie Laure. « Louis Bourgeois ». Paris: Edition
du Centre Pompidou, 2008.
CAMPBELL, Joseph. "llkel Mito loji (Çev. Kudret Emiroğlu )�
Ankara: lmge Kitab evi, 2006.
ÇET1N DAG, Yusuf. ·'.Ayna Kitabı': İstanbul: Kitabevi Yayınları,
2009.
ECO, Umb erto . ..Güzelliğin Tarihi (Çev. Ali C evat Akkoyun lu) �
İstanbul: Doğan Kitapçı lık, 2006.
JUNG, Cari Gustav. Insan ve Sembolleri (Çev. Ali Nahit Babaoğ­
lu) . lstanbul: Okuyan Us Yayınevi, 2009.
JUNG, Cari Gustav. UDört Arketip (Çev. Zehra Aksu Yılmazer) ':
İstanbul: Metis Yayınları, 2005 .
KOTIK , Charlotta - SULTA N , Terrie - LEIGH, Christian. "Lou­
ise Borgeois , ll1e Locus of Memoryn. New York: The Brooklyn Museum,
1994.
RANDALL, William L . "Bizi 'Biz' Yapan Hikayeler, Kendimizi
Yaratma Üzerine Bir D eneme (Çev. Şen Siier Kaya)". lstanbul: Ayrıntı
Yayınları, 1 999.
RUSH Michael, DAN NAT Adrian. "Tiıe Smiths': New York:
Pa lm Beach Institute of Contemporary Art, 2002.

Kiki Smilh, ·tsimsiz: 1992

Onun özneleri genellikle, dantel örtülerin, insan


vücutlarının , cam yıldızların ve kuşların da arasında bu­
lunduğu öznel dünyasından, yarattığı hikayelerden gelir
gibi görünn1ektedir. <Kurt' ve 'kız' imgeleri, Smith'in çalış­
malarında sıklıkla karşımıza çıkan öğelerdir. Masalların
karanı ık tarafları, ilkel korkular ve psikolojik travmaların
görüntüleri Smith'in etrafında gezindiği alanlar olmuştur.
Örneğin, 'Kırınızı Başlıklı Kız' ınasalından anımsayaca­
ğımız kız ve kurt figürleri, bu çalışn1alarda karşımıza çı­
kar. Fakat burada, kız ve kurt birbirine karışmış, kurban
ve av arasındaki temel benzerlik ortaya çıkmıştır.

Thomas Mann'ı n dediği gibi, sanatçı gözü yaşamı


mitosumsu gören bir bakışa sahiptir .

Sembollere dayalı anlatım biçimi geçmişten günü­


müze birçok sanatçı tarafı ndan bir çeşit bilgiyi bünye­
sinde kodlarla banndırması nedeniyle benimsenmiş ve
yapıtların oluşuınunda yönteın olarak seçilmiştir. Günü-

ım ıııt.;ıı,';ttıı
M itoloj ilerde "Ye ı1id e ı1 D o ğu m" Sin1geciliği
ve Mistisizm Üzeriı1deki Etkileri
Yrd. Doç. Dr. Mehn1et Kasıın Özgen·

Giriş Mitoloj ilerde yaşan1 ve ölüm tanrısal işlerdendir.


Yaşam ve ölüm insanın önünde duran iki olgusal Aslında Kader/Tanrıların yazılım işidir. Yaşam konu­
,
fenomendir. Yaşam ve ölüm "ister istemez, insana Tan ­ sunda, Tanrılar insanı kendisine ortak kılmış; ancak
rı tarafından verilen iki olgudur. Yaşam arzunun, isteğin kendilerinin sahip olduğu ölümsüzlük konusunda insa­
sembolü, ölün1 ise korku ve acının bir sembolüdür. na karşı kıskanç davranmışlar ve ölümsüzlüğü insanlara
verıneınişlerdir. Çünkü ölümsüzlük Tan rılara özgü ternel
İnsan kendisine yüklenmiş bu yaşamı hep arzula­ niteliklerdendir. Bununla birlikte ölümsüzlük arayışında
mış, istemiş, ekseriyetle Tanrıdan kendisine verilmiş hoş olan bazılarına ise onların özgün özelliklerinden dolayı
bir bağış olarak değerlendirmiş ve sahip olduğu yaşamı ölümsüzlük konusunda istisnalar yapmışlardır. Ancak
kaybetınemek, onu daima ebedi mutluluğa dönüştürmek bu seçilmiş insanlar için bile Tanrılar yine ölüınsüzlüğü
için hep mücadele vermiştir. Bu yaşam arzusunu varlık kazanmayı da bir takım zorlu yasalara ve zorlu içsel yol­
olarak insan, bir taraftan dirin1sel yapısına kodlanınış culuklara bağlan11şlardır.
DNA'sı t arafından; öte taraftan zihinsel enerj isinden sağ­
ladığı bilgiyi kullanmak yoluyla sürdürmeyi başarınıştır. Mitolojilerde ölümsüzlük kahramanların kendi
güçleriyle elde ettikleri bir zaferdir. Ölün1süzlük için tüm
İnsan zihni kaçınılmaz ölün1ü ise gizenlinden dola­ kültürlerin ortak paydasına bakarak bir tanım yapmak
yı daima korku, kaygı ve acıyla karışık duygularla karşı­ gerekirse kısaca onu sonsuzluktan pay almak, mutlu ol­
lamış olduğunu n1itlerden bilime kadar olan i nsanlık se­ mak, sonsuz bir güce sahip olmak, iyi oln1ak, yardımse­
rüveninde gözlemleyebiliriz. Ancak insan umudu elden ver bir kahraman olınak şekli ndeki tanımların ön plana
bırakmamış, dainıa hayatı ölüınsüzlüğe dönüştürmek çıktığını görebiliriz. Tan rının kendi seçtiği dostlarına
için de çok yönlü inanç ve umut mücadelesini vermiştir. verdiği ölümsüzlüklerin var olduğu gibi kendi kahra­
Bu mücadelesinde bazen m itler dünyasında olduğu gibi manlığı ile ölümsüzlüğü kazanan kahramanlar da vardır.
Tanrılardan doğrudan yardım almış, bazen de bilim dün­ Ölümsüzlük zaferini elde eden kahraman artık Tanrılara
yasında olduğu gibi tek başına var olmak mücadelesine katılma ayrıcalığına sahip olmuş demektir.
devaın etıniştir.

ıtCumhuriyet Ünivers itesi, Eğitim Fakültesi, felsefe Böl. A BD


Ölümsüzlük dirimsel anlamda ölıneınek değil, Mit ve Simgecilik
ruhsal anlaında sonsuzca ınutlu kalabilmek deınektir.
Ölümsüzlüğün birçok sin1ge ve sembollerinin olduğu Siıngeciliğe dayalı düşünce yolunda temel düşün­
gözleınlenınektedir. Yaygın olarak yerine göre onu ölüm­ ce tün1 nesnelerin gizlen1li bir ruhu vardır düşüncesidir.
süzlük iksiri , abı hayat , ınutluluk, şifa otu , üçüncü göz, Evren ve evrendeki her şey canlıdır. Varlık , varlığın veya
rabıta, Tanrının hoşnutluğu gibi kavramlar, semboller ve evrenin arkasındaki en kutsalın sürekli tezahür etnıesiyle
simgeleri kullanılmaktadır. Söz konusu simge , semboller ayakta durur. M itik ve mistik düşüncede Kutsalın üzerin­
ve kavran1ların tümünü kullanan ölümsüzlük yolcusu bu de tezahür ettiği nesne de kutsaldır ve kutsalın tezahür
yolda kazandığı deneyin1leri n i uygulan1ak ve çokça tek­ ettiği zaınan ve ınekan da hen1 kutsal henı de zihin açısın ­
rar etmek/mantra/zikir yoluyla , bazen de tanrı dostların­ dan dünyanın ınerkezidir. Zihin kendi dünya görüşünü
dan yardım alarak sonunda ölümsüzlüğü/ebedi saadeti söz konu bu merkezler etrafında inşa eder.
kazanınak şansını yakalayabilir. Bununla birlikte , rnitolo­
jilerde ölümsüzlük sadece iyi olan kahramanların kazan­ Mitik ve mistik düşünceye göre bütün evren potan­
dığı bir durumken , Sam i dinlerinde ise iyi veya kötü tüm siyel bir sin1gedir. Sıradan bir şey, taş , toprak, sayı , daire ,
insanların ölümsüz olduğu ancak iyilerin mutlu/cennet , haç vb. bir şey sin1gesel bir anlam kazanabilir. Zihin siın­
kötülerin ise ınutsuz/cehennen1 dünyasında yaşayacakla­ geleştirici yetisiyle nesneleri senıbol , imge ve simgelere
rı düşüncesini tespit etmekte fayda vardır. dönüştür ve hakikati , kutsal olanı bu simgeler aracılığıyla
insan yaşamına doğrudan sunar. Örneğin: Kitabı Mukad­
Logosa/Söze Karşı Sen1boller ve Siıngeciler deste Yakub'un düşü olarak geçen olayda Yakub'un uyu­
ınak için başını koyduğu taşı , Tanrıyı düşünde gördüğü
Logos kavran1ının zihin etkinliklerinde ağır basn1a­ için, uyanınca bu taşı kutsal olarak kabul etmiş ve onu
ya başladıktan sonra nlitik düşünceye karşı logosa dayalı kutsalın tezahürü olarak simgeleştirmiştir. Ancak bu düş­
düşünce biçimleri ve düşünce biçimlerine bağlı olarak te olan sadece kutsal bir taş sin1gesi değil; içinde yeniden
çeşitli siınge ve semboller insan zihninde gelişmeye baş­ doğuşun seınbolü olan kutsal merdiven simgesi vardır.
ladığı görebiliyoruz. Logos söz , yasa, mantık ve akıl gibi Düş şöyle:
anlaınlara gelmektedi r.
(<. .. Ve Yakub Harana doğru gitti. Ve bir yere erişip
Kadim felsefede Hakikati/Gerçekliği anlamanın , orada geceledi. Çünkü güneş batmıştı. Ve o yerin taşla­
hakikati tecrübe etmenin üç seçkin ten1el yolu vardır. rından birini alarak başının altına koydu. Ve rüya gördü.
Birinci yol felsetesin düşünce tarihinde izlediği rasyo­ Ve işte yer üzerine bir nlerdiven dikilnliş ve başı gök­
nel-n1antıksal yoldur. Bu yol eş deyişle Logosun yoludur. lere erınişti. Ve işte onda Allah'ın rnelekleri inmekte ve
İkinci yol ise senıbol ve simgecilik yoludur. G enel alamda çıkmaktaydılar. Ve işte Rab onun üzerinde durup dedi:
ifade etmek gerekirse mitoloji , sanat , estetik, din , misti­ baban İbrahim'in Allah'ı ve Ishak'ın Allah'ı Rabı beniın.
sizmin izlediği yol işte bu yoldur. Zihnin izlediği üçüncü Üzerinde yatmakta olduğun diyarı sana ve senin soyuna
düşünce yoluna gelince bu yol suskunluk/bilinemezcilik vereceğirn. Ve Yakub uykusundan uyanıp dedi: gerçek
yoludur. Genel anlamda bu yol için de Taoizm , Zen Bu­ Rab bu yerdedir ve onu bilmedin1. Ve korkup dedi: bu
dizn1 , m istik ve tasavvufi düşüncenin izlediği yol olduğu­ yer ne heybetli. Bu başka bir şey değil ancak Allahın evi­
nu söyleyebiliriz. dir ve göklerin kapısıdır. Ve Yakub sabahleyin kalktı ve
başı altına koyduğu taşı aldı ve onu direk olarak dikti ve
,,
Logos yolu: yasanın , ilkenin , aklın , mantığın ve sö­ tepesine zeytinyağı döktü. Ve o yerin adı beyt-el koydu.
zün yoludur. Hakikat logosu , evrendeki mantığı kavra­ (Tekvin , Bab, 28)
mak ve onu sözle ifade etmekten geçer. Herakleitos "beni
,,
değil , logoso dinle der. Bu nedenle logosun yolu aklın , Bu metinde kutsalın tezahüründen öte göğe giden
mantığın yoluna sonuçta çıktığı gözlemleni r. n1erdiveni (yeniden doğuş simgesi) ile yeniden doğuş
simgesini yapılması oldukça ilgi çekicidir. Söz konusu bu
Suskunluk yolu nlistik düşüncede müşahede yolu/ diğer simgeleri de konumuz açısından daha iyi anlamak
tecrübi kavramı ile karşımıza çıkmaktadır. Mistik dü­ için Yeniden Doğuş simgesinin ne anlama geldiğine kı­
şünce de bu düşünce yoluna bilineınezcilik/agnostisizm saca bakmamız gerekir. Arkaik zihniyetin temel özelliği
de denilmiştir. Çünkü Tanrı zatı itibariyle b ilineınezdir. herhangi bir varlığın değişmesi için onun önce yok edil­
Bu yolun özü, Hakikat karşısında fazlalık olan sözü terk mesi sonra yeniden inşa edilmesidir. Arkaik düşüncesi­
etmek olarak özetlenebili r. Hakikati doğrudan sezgi/keşf nin bu teınel ilkesi ınistik düşüncede büyük bir etkileşim
yolu ile idrak etmek ve onu tecrübe etnıek yoludur. Bu yol ile tekrar karşıınıza çıkınaktadır. Örneğin kişi kendi şu
daha çok doğu m istisizmin tercih ettiği bir yoldur. Tanrı anki biyolojik doğuşuyla elde ettiği egosunu öldürmeden ,
ile ilgili olarak "bilen konuşmaz, konuşan da biln1ez" ka­ onu yok etmeden , gerçek kendisi olan Benliğini kazana­
dinı ilkesine dayanır. rnaz. Eş deyişle yeniden doğuş için ilk doğuşun sınırlı
olan etkilerini yok etmek gerekir. Ölmeden önce ölünüz
ilkesi yeniden doğuşun temel ilkesidir.
Yeniden doğuş türn m itlerde bulunan ve ölümsüz­ Sümer kozınogoni ve kozn1oloj isinde: 1 . Başlangıç­
lüğü elde etınek için kullanılan bir yöntemdir. Birinci do­ ta ilksel deniz vardı. Süınerlerde ex niholo, yoktan var et­
ğuın olan biyolojik doğumla insan Tanrıların armağanını ınek kavramı yoktur. ilksel deniz bir tür ilk nedendir. İlk
istese de isteınese de kabul etmiş oluyor. Bu olay diğer harekete geçiricidir. Sümerler zamandan ve n1ekandan
tabiat olaylarında örneğin bir otun bitinü ve ölürnüyle önce ne vardı sorusunu sornıuyorlardı. 2. İ lksel deniz
ayn ı özellikte olan bir olaydır. Ancak insan ikinci bir do­ gök ve yerin birliğinden oluşan ve görünmeyen koznıik
ğuş ile ruhsal bir doğuş gerçekleştirıniş oluyor. İnsan ba­ dağı ıneydana getirdi. 3. Tan rılar insan biçiminde kişileş­
zen ölümsüzlük, bazen özgürlük, bazen de aşk ile ikinci tirilmişlerdir. Aynı zamanda Sümer tanrıları işlevsel olan
doğuşu, eş deyişle yeniden doğuşu, kendisi kendi eliyle tanrılardır. Merkezlerinde dünyayı, insan hayatını iyileş­
yapnıak ister. Kendini kendi inşa etmek ister. Zihin do­ tirmek vardır. Sümerin iki büyük Tan rısı An (gök) eril, Ki
ğası gereği kendisini yeniden doğuş yoluyla yetkinleşerek (yer) dişildi. Onların birleşmelerinden Nefes/Hava tan­
çoğalmayı tercih eden bir doğaya sahiptir. rısı Enlil doğdu. 4. Hava tanrısı Enlil yerden göğü ayırdı.
A n cak yer ve gök arasındaki görünmeyen kozmik dağ
Tanrı ve nıanevi varlıklar ölümsüzdürler. Tanrılar hala yerinde durmaktadır. Ve babası An göğü aldı. A n ­
gökte yaşadıklarına göre ancak göğe çıkmak, yüksehnek nesi Ki yeri aldı.
yoluyla (merdiven sembolü) ölümsüzlük aralanmış olur.
A ncak göğe çıkmadan önce tüm nlitlerde ortak nokta Enlil ile annesi Ki'nin birleşmesinden ise evrenin
ölüm ülkesi olan yeraltına, Hades'e, cehennenıe, kısacası düzeni, insanın yaratılış ve medeniyetin başlatıcısı olan
ölüıne gidebilecek cesareti göstermek ve kahrarnanlığını diğer tanrılar ortaya çıktı. Sümer tanrısı E a veya En-ki la­
kanıtlaınak ( denenn1e sin1geciliği) gereknıektedir. Neden kaplı (yeryüzünün efendisi) ile Nefes Tanrısı Enlil arasın­
yeraltı dünyasına yolculuk? Çünkü bu düşünce nütoloji­ daki mücadelede En-ki başarısız olunca onda çok şiddetli
nin kozn1olojik düşüncesiyle ilişkilidir. Yer ve gök daha bir kıskançlık ve kindarlık oluştu. Bu kıskançlığın sonucu
önce bitişikti. Sonradan ayrıldı. Yeraltı dünyası ölümün olarak insanlığın başına gelen en büyük uğursuzluk olan
senıbolüdür. Ölerek, ölümü simgesel olarak tadarak, onu iletişimsizlik yani dillerin karmaşası belası geldi. Kil tab­
tecrübe ederek ancak bir üst basamak olan yetkin yaşam let şöyle diyor:
senıbollü olan göğe çıkılır.
('Uyumlu dilli Sünıer, prenslik m e'sinin yüce ülke­
İşte bu ruhsal yolculuğu başarıyla tamamlayana si. Uri, gerekli her şeyin sağlandığı ülke , Güvenlik için­
ınitsel ölümsüz, tanrı, kahraman, insan - ı kamil, ınistik, de dinlenen Martu ülkesi, Bütün evren, üzerine titrenen
eren, derviş, aşık veya genel adıyla doğu kültüründe ona halklar, Enlirle tek dilde konuşurlarmış. Aına sonra cü­
sufı denir. Sufi egosunu yok ederek yeniden doğuşu ba­ retkar prens, cüretkar kral, Enki . . . emirlerine güven ilen
şannış bir kişidir. Mitlerdeki tün1 kahramanların öykü­ bolluğun etendisi, ülkeyi gözeten bilgeliğin efendisi, Tan ­
sü hep ölümsüzlük yolculuklarıyla ve i lahlar gibi oln1ak, rıların önderi, Eridu'nun efendisi, bilgelik sahibi, ağızlar­
göklerdeki varlıkların ahlakıyla ahlaklanınak, onlara daki sözü değiştirdi, çekişıne koydu. O zaman değin bir
,,
benzeınek, onlara öykünn1ek çabasıyla ilgilidir. olan insanın konuşmasına.

Yeniden doğuş için ilk yaratılış kökenine dönüş Sözün değişınesi daha sonra Babil kulesi m itinde
,,
yapınak, yaşamın özüne "geriye doğru yolculuk yapmak, olduğu gibi farklı dillerin oluşn1asıyla sınırlı değildir.
acı çekmek, sınanmak, büyük çabalardan sonra abı haya­ Şikayet edilen durum gerçekte aynı dilin içindeki aynı
tı, ebedi mutluluğu, ölünısüzlük otunu bulınak gibi tek­ sözcüklerin farklı farklı anlaınlara bölünmesi, dilin an­
nikler hep yeniden doğuşu kazann1akla ilgili olduğunun laın için parçalanması, eş deyişle dille yeni giren n1ecaz
gerçeği gözden kaçırılmaınalıdır. Şimdi bunun ne anlama gücünün ve bundan doğan anlaşmazlıkların ortaya çık­
geldiğini mitolojilere yakından bakarak daha iyi anlaya­ masıdır.
biliriz.
Sümerlerin şikayet ettiği durum, dilde daha önce
Mitolojiler pratiğinden dolayı anlamın yakalanmasının daha kolay
olduğu gerçeği ile daha sonra anlamı yakalaınayı zorlaştı­
Sün1erlerin yeniden doğuş ınitlerine göz atarak ran dildeki yeni mecaz konusudur. İnsanların sözcükleri
dikkatlerinizi konu üzerinde yeniden toplayabileceğimi eylemlerinden farklı kullanınası ve n1ecazı kendi çıkarı
un1uyorum. Süıner m itoloj isi üzerinde uzunca duraca­ için kullann1ası, eş deyişle dil illüzyonları ile (yalancılık,
ğıın. Çünkü bildiğin iz üzere sonradan gelişen ınitler çok hile, sözü tutınamak, çalışm aınak gibi) toplumda karma­
büyük oranda Sümer mitolojisinin değişik versiyonları şa çıkarn1ak ortalama bir Sümerlinin şikayet ettiği konu­
olduğunu konunun uzmanları t arafından sık sık dile ge­ lardı. Babilliler bu olayı rasyonalize etmiş kuleden gelen
tirilmiştir. beladan dolayı tanrının farklı dilleri ortaya çıkarmakla
insanı cezalandırmak olarak yorun1lamışl ardır. A ncak

111n§F!itmı mı
burada konunıuz bu olınadığını ve bunun üzerinde dur­ Gılgamış destanı ile ilgili bir başka tablete ise yine
mayacağınıızı belirtmeliyim. aynı şekilde kahran1anın ölümsüzlük peşindeki arzudan
söz edilir. Burada Gılgamış bir düş görmüş ve düşü tanrı
Sümerlerin kozın oloji anlayışında başlangıçta gök Enlil tarafından, tanrıların insanlara ölümsüzlüğü esir­
ve yerin bitişik alınası, daha sonra birbirinden ayrılınası gedikleri, ama kendisine ün, zenginlik ve savaşta başarı
ve kozmi k bir dağla bu ayrılığın birbirinden kopan bir bağışladıkları biçimde bir yorum yapılmıştır.
parçalannıa ile sonuçlanmamasına bir hayli özen göster­
mişler. Daha sonra büyük nıistik deha İbni Arabfnin çok Bu destanın Akadça versiyonunda ise İnanna/İş­
güzel bir şekilde açıkladığı gibi Tanrı İsimler, Sıfatlar ve tar'ın ölüler dünyasına inişi olarak anılır. Durnuzi/Tarn­
Zat olarak kendini kendinden ayırdı. Çünkü O gizli bir muz (Çoban Tanrısı) bir domuz tarafından öldürülen,
hazine iken bilinmek istedi. ilkbaharda yeniden doğan, bitkilerle birlikte yeniden di­
rilen bitkiler dünyasının bir tanrısıdır. Mitosun Tamrnuz
Sümerler Bütünlüğün sembolü olarak yüksek ku­ ayi n lerin in temeli Çoban Tanrısının yeraltı dünyasında
leler ve daireyi pratik hayata hep ön plana çıkarmışlar­ tutsak tutulmasıdır. Tanım uz yeraltı dünyasında (ölüm
dır. Gerçekten de dairenin bütünsellik özelliği çok dikkat ülkesinde) tutsak edilmiştir. İştar'ın yeraltı dünyasına
çekicidir. Tanrılar, insanlar, Evren kısacası her şey ko­ yapınak istediği yolculuğun nedeni işte bu yeniden do­
numları birbiri nden farklı bile olsa Bütün ve Bir olarak ğuş, yeniden diriliş anıaçlıdır. Ölüler ülkesinin kraliçesi
algılanınaktadır. Daire sembolü gökteki Birin yerdeki İştar'ın kız kardeşi Ereşkigal'dır. İştar ölüler ülkesine, dö­
simgesidir ve dain1a özünde tekrarlama ve yenilenme nüşü olmayan ülkeye inmeye karar verir. Bu kararı ver­
özelliği ile zıtları kendi bünyesinde bir arada toplayarak ınesindeki tenıel güdü ve teınel amaç ölüler dünyasına
yaşamı üretmektedir. hakim olmak ve ölümsüzlük arayışıdır. İştar yeraltı dün­
yasından dönnıeme ihtiınaline karşı veziri Ninşubur'a üç
Sümerlere göre yeryüzünün düzenlenmesi, tanrıla­ gün içinde dön rnezse tanrılara haber vermesini tembih­
rın babası, evrenin karalı, bütün ülkelerin kralı diye isim­ ler. Bundan sonra İnanna/İştar kraliçelik giysilerini giyer,
lendirilen Hava-nefes tanrısı Enlil'dir. Enlil bereketin, en güzel takılarını takar ve ölüler dünyasının kapısına
üretkenliğin ve insan ve hayvan için gerekli olan bitki­ varır. Burada yedi kapının bekçisi olan NetCnin kendisine
lerin tasarlanmasından sorumludur. Tarım aletlerinin ve ıneydan okumasıyla karşılaşır. Bu arada yedi kapı demiş­
kazmanın tasarımcısı da Enlil'd ir. Koca dağlarla çiftleşen, ken, Sümer mitolojisindeki yeraltı dünyasının yedi kapısı
insanlara gerekli yiyeceği sağlayan iki erkek kardeş olan ile Kur'an-ı Keri ındeki Hicr süresi 43-44 ayetlerindeki ce­
Emeş/Yazı ve Enten/Kışı tohumlarıyla dölleyen de yine hennen1 i n yedi kapısı arasında ilginç bir benzerlik olması
Enlil'dir. ilgi çekicidir. Söz konusu bu dikkati gerçeklerin özünün
aynı, ortaya çıkış biçiınlerinin ise farklı olabileceği üze­
Yeryüzünün düzenlenınesi ve uygarlık planların­ rinde yoğunlaştırmakta fayda vardır.
dan Enlil sorumluyken, ayrıntılar ve uygulamaları ise
becerikli, bilgili su tanrısı Enkfye bırakılınıştır. Toprağı Ereşkigarın buyruklarıyla ve ölüler dünyasının ya­
bitkilerle donatan, tuğlayı yaptıran, sığırları ve balıkları salarına uygun olarak İştar yedi kapıdan geçer ve geçtiği
çoğaltan, su tanrısı Enki'dir. Çoban tanrı Dun1uzi'yi, gü­ her kapıdan giysilerinden bir parçasını çıkarmak zorun­
neş tanrısı Utu'yu, yağnıur yeryüzüne inmesini sağlayan da kalır. Burada kendi nefsinden/egosundan azar azar
tirtına tanrısı İşkur'u atayanda yine Enki'dir. ölümü tattırrnak sinıgeciliği ön plana çıkmaktadır. So­
nunda ölüler dünyasının yedi yargıcı karşısına çıkarılır.
Gılganuş Destanı Yedi yargıç «ölümün gözlerini" İştar'ın üzerine dikerler ve
o ceset olur, cesedini de bir kazığa dikerler. Üç gün gel­
Gılgamış ölümsüzlük peşinde koşan bir Sünıer kah­ nıeyince sonunda veziri durumu tanrılara bildirir ve on­
ramanıdır. Ölüınün insanı her yerde yakalayabilmesi ger­ lardan yardım ister. Enlil ve Nana işe karışmak istemez.
çeğini karşısında bunalan ve kendisinin de onun elinden Anıa Enki yardımcı olur. Enki tırnaklarının kirinden
kurtulamayacağının bilincine varan Gılgamış "Ölüm­ çıkardığı iki cini ölüler dünyasına gönderir. Gitnıeden
süzler Ülkesi" (Mutluluk Ülkesi, Cennet) denen ülkeyi ince her iki cine yaşam ekmeği, yaşam çiçeği, ab-ı hayatı
aramaya karar verir. Gılgam ış'ın danışnıanı, dostu Enki­ iksirini ellerine verir ve bunu oraya varınca cesedin üze­
du kendisine bu yolculuğa çıkmadan önce güneş tanrısı rine altnıış kez serpmeleri n i söyler. Söylediğini yaparlar
Utu'ya danışınasını öğütler. Utu önce böyle bir yolculu­ ve tanrıça yaşama geri döner. A ncak "Yerine bir başkası­
ğun tehlikelerini anlatır. Ancak daha sonra dağa doğru nı koynıadıkça ölülüler ülkesinden ayrıln1ayacağı" yasası
yapılan yolculuğun yedi aşamasından ve Dev H uvva'nı n ölüler dünyasının yasalarından biridir. Sonunda kendi
oturduğu sedir orınanı hakkında bilgiler vererek amacı­ yerine birini buln1ak üzere gönderilir. Ancak ınetin bun­
na ulaşınası için ona yardııncı olur. Gılgaınış ve Enkidu dan sonra kopuyor.
,,
birçok çabadan sonra devin kafasını keserler. Tablet bu
noktadan sonra kopuk ve metin kesiktir.
Gılgaınış destanın Babil versiyonun onun ölün1- Şarapçı-kadın Siduri yaşamdan haz almaya bak­
süzlük arzu ve arayışı daha vurgulu olarak öne çıkar. Gıl­ masını , bu işlerden vazgeçnıesi n i öğütler. Şöyle der:
gamış bir seferden zafer ve törenle döner. Tanrıça İştar "Gılgamış almış başını böyle nereye gidiyordun? Peşine
onun güzelliğine çarpılır ve ona aşık olur. Ölümsüzlük düştüğün ölümsüz yaşan11 bulamazsın, bunu sende b ili­
arayışı yolculuğunda bu aşamanın adı aşk makaınıdır. yorsun. Tanrılar insanı yarattılar, sonsuz yaşaını kendile­
Gılgamış tanrıçanın bu aşk isteğini geri çevirir ve onu rine ayırıp, sonra ölümü insanın yanı başına bıraktılar. Ey
aşağılar. Tanrıçaya daha ö nceki aşıklarının başına gelen Gılgaınış karnını doldur, gündüz ve gece kendini güldür.
feci akıbetlerini hatarlatır. Geri çevrilıniş olınanın öfke­ Gündüz deıne gece deme çal ve oyna. Her gününü zevk
siyle İştar tanrı Anu'dan kutsal boğasını yaratıp, onu Gıl­ şölenine döndür. Giysilerin parlak ve ten1iz olsun. B aşı­
gamış'ın ülkesini yok etn1ek için göndermesini ister. Boğa nı yıkayacağın suyun bulunsun , elinden tutan küçüğünü
Erek halkı üzerine gönderilir ve çok kayıp verdirir; an1a boşlama, bırak eşin göğsünden haz duysun , çünkü insan­
sonunda Enkidu tarafından öldürülür. Tanrılar boğayı öl­ lığın ödevi işte ancak budur."
dürdüğünden dolayı Enkidu'yu öln1esi gerektiğine karar
verirler. Şarapçı kadının bu muhteşen1 kadim şiirindeki
mutluluk felsefesi çok daha sonraları Kant'ın aynı konu
Enkidu bir düş görür. Düşünde kendisinin yeraltı üzerinde, yani ödev ve haz arasındaki karşıtlığı çözmek
dünyasına götürüldüğünü ve Nergal tarafından bir ha­ için çokça kafa yormasına rağmen hala çözülmemiş bir
yalete dönüştürüldüğünü görür. Enkidu şöyle söyler: felsefi konu ohnası da yaşan1 telsetesi açısından çok dü­
"O tanrı beni değiştirdi. Öyle ki kollarım bir kuşunkine şündürücüdür.
benzedi. Bana doğru bakarak, beni karanlıklar ülkesi­
ne . . . gönderdi. İçine giren hiç kin1senin çıkamadığı eve. Bu kadiın şiir sözleriyle ilgili düşündürücü bir konu
Dönüşü olınayan yolun üzerindeki, içinde oturanların, da Kitab-ı Mukadeste Vaiz, bab. 9:7-9 ayetlerinde Şarapçı
asla ışık yüzü göremedikleri eve." Daha sonra Enkidu kadının sözlerine şaşılacak derecede benzer biçiınde ol­
hastalanıp ölür. G ılgamış dostunun ölümüne çok üzülür. ınasıdır. "Git sevinçle ekmeğini ye ve iyi yürekle şarabını
Günlerce yas törenleri düzenler. Törenlerde ölümün yeni iç. Çünkü Allah senin işlerinden çoktan razı olmuştur.
ve korkunç bir deneyim olduğuna değinilir. Gılgamış Giysilerin daima ak olsun ve başının üzerinde hoş kokulu
kendisin de sonunda dostu gibi olmaktan kurtulaınaya­ yağ eksik olınasın . . . . bütün boş günlerinde sevdiğin ka­
cağını düşünerek kaygıya kapılır. "Ölünce Enkidu gibi rın ile hoş vakit geçir. Çünkü hayattan ve güneş altında
olmayacak nuyım? Karnıma acı girdi. Ölün1 korkusuyla çektiğin eıneğin karşılığı budur:'
bozkırda avare dolaşmaktayın1.)) dediğini tabletten oku­
yoruz. Bu noktada ölüın artık bir kaygıya dönüşmüştür. Ancak kahramanımız G ılgamış elinde şarap tası
Kaygının sağladığı enerj i ile ölün1süzlük yolculu artık bulunan Siduri'yi dinlemek isteınez ve yola devam eder.
başlamaktadır. Kıyıda atası Utnapiştim'in kayıkçısını ile tanışır ve kendi­
ni kayıkla ölün1 sularının karşısına geçirmeye razı eder.
Böylece ölümsüzlüğü bulmak için yollara düşer. Sonunda Utnapiştim'in yerine gelir. Gelir gelmez heınen
Destan Gılgamış ölümsüzlüğe kavuşan tek ölürnlünün atasından böylesine delice peşine düştüğü ölüınsüzlüğü
kendi atası olan Utnapiştiın olduğunu bilmektedir, diye nasıl elde ettiğini sorar ve kendisine anlatmasını söyler.
başlar. Utnapiştim burada gerçek ınürşid-i kamil rolün­ Atası sorusuna yanıt olarak Gılgamış'a, tufan öyküsünü
dedir. Gılgamış atası Utnapiştin1öen ölün1 ve yaşamın anlatır ve akrep adamın, Şamas'ın, Siduri'nin daha önce
sırlarını öğrenınek için onu bulınaya karar verir. Maşnu kendisine anlattıkları n ın doğru olduğunu söyler. Son
Dağı'na doğru yola çıkar. Dağın akrep-adam ve karısının olarak atası ona son uyku olan ölümü atlatmak bir tarafa
bekçilik yaptığı kapısına gelir. Akrep- adam kendisine nonnal uykuya bile direnmenin zor olduğunu söyler.
bugüne kadar hiçbir ölümlünün Maşnu Dağı'nı aşamadı­
ğını ve tehlikelerini atlatamadığını anlatır. Sufilerde dağ Atası onu sınamak amacıyla eğer yedi gün ve yedi
benlik anlamında kullanılmaktadır. Ancak Gılgamış yol­ gece uykusuzluğa dayanabilirse aradığı ölümsüzlüğü is­
culuğunun an1acını söyleyince bekçi izin verir. Gılganuş temek için tanrıları toplantıya çağırabileceğini söyler.
yolculuğunu Güneşin izlediği yol boyunca yapar. Güneş Ancak G ılganuş uykusuzluğa yenik düşer ve kaybeder.
tanrısı Şarnas'a ulaşana dek yolculuğuna devam eder. Gılgaınış düş kırıklığına uğramış olarak oradan ayrıl­
Şarnas ona aradığın şeyi bulamayacaksın , sen boşuna mak üzereyken, Utnapiştin1 teselli veya ayrılış armağanı
yolculuk yapıyorsun, der. Aına Gılgaınış amacından vaz­ olarak ona, yaşlıyı yeniden gençleştiren bir bitkiden söz
geçnıeyerek yola devanı eder ve denizin kıyısına, ölün1 eder. Ancak onu elde edebiln1esi için denizin dibine dal­
sularına varır. Burada bir başka bekçi olan Şarapçı- Kadın ınası gerekecektir. Gılgamış denizin dibine dalar ve hari­
Siduri onu karşılar. Siduri de onu ölüın denizi nden geç­ kalar yaratan bitkiyi yukarıya çıkarır. Kendi şehri Ereke
n1emesi için uyarır ve kendisine Şaınas dışında hiç kiın­ dönerken, yolda bir gölde molla verir ve göle girer. Bir
senin o denizi aşamayacağını anlatır. yılan bitkinin kokusunu alır ve otu alıp kaçar. Kaçarken
,
de yılan derisini geride bırakınıştır. G ılgamış ı n arayışı lında olgulaşmaya bırakılır. Şaman sırra erıne sürecinde
böylece başarısız olınuştur. davulu kullanına tekniğini öğrenmekle başlar. Çünkü
ruhları görmek ancak bu teknikle mümkündür. Bu arada
Ancak Gılgamış destanı n ın bir başka episodunda ruhları görebilmek sırra ermenin en önemli göstergesi­
hikayenin devaını olduğu görülmüştür. Bu "Gılgamış dir. Bütün şan1an ritüellerinde yeraltına iniş ve göğe çıkış
ile Hulupu- ağacı" n1itosodur. Bunun kutsal davul Puk­ n1otitleri aracılığıyla, şaman adayının simgesel ve ınistik
,
ku nun kökeni ve onun ayinle ilgili açıklan1asıdır. Daha olarak ölmesi ve yeniden dirilmesi başat bir tekniktir.
sonra şaman ritüelinde davulun önemine dikkat çekile­
cektir. İştar Fırat kıyısından bir Huluppu-ağacı alıp tahta­ Bazı şaman ritlerinde yeniden doğum için m ağara,
sından kendine bir yatak yapmak için dikmiştir. Düşman ağaç kovuğu, toprağa gömme, delikli taştan geçn1e, ince,
güçler onun bu an1acı n a karşı çıkınca O da G ılgamış'ı dar, zorlu yollardan uzun yolculuklar yapmak, kemik­
yardımına alır. Gılgamış'ın bu yardımına karşılık Tanrıça ler üzerinde meditasyon, vb. tekniklerde kullanılır. Tün1
İştar ona bir Pukku ile M ikku verir. Pukku ağacın gövde­ bunlar dikkat edilirse yeniden doğumu simgeleyen seın­
sinden, m ikku ise ağacın tepesinden yapılmıştır. Bu iki bolik vajinadan yeniden geçn1ek ritleridir. Günümüzde
nesne bilginlerce sihirli davul ve sihirli davulun tokn1a­ bunun etkileri Bektaşi ritüellerindeki delikli taştan geç­
ğı olarak yorumlanınıştır. Sümer ve özellikle Akadlarda rnek siıngeciliği ile yeniden doğuş düşüncesi arasından
tüm ritüellerde davulun önen1ine işaret etmen1iz yerinde doğrudan bir ilişki vardır.
olur. Çünkü davul transa girmek için bir teknik olarak
kullanıldığı tahmin edilmektedir; ancak şamanlarda bu­ Bu s ırra erme zorlu yolculuklarından sonra bir şa­
,,
nun tahminin ötesinde doğru olduğunu daha açık bir bi­ n1an dünyanın merkezi olan "evren ağacından yedi kat
çimde anlayabilınekteyiz. göklere yolculuk yapabilir, gökteki Ülgen'le konuşabilir,
koruyucu ruh ve cinleri yönlendirebilir, yani ruh güder­
Şiındi bu noktadan sonra tüm Şaman kültürlerin­ lik yapabilir, ölünün ruhunu yeraltı na o götürür, hastala­
de Şamanlarda sırra erme tekniklerinde ve ritüellerinde ra şifacılık, kehanet ve kabilenin n1anevi danışn1anlığını
davulun önemli bir rolü olduğunu bildiğiın iz için kimin yapar. Ancak en önenılisi gerçek bir şaman yeniden doğ­
kimden etkilendiğini tartışmaya açn1aksızın Sün1erden n1akla kendi ölümsüzlüğü kazanmış bir şaınandır. Erenlik
sonra şan1an siıngeciliği ve yeniden doğuşu değerlendi­ dediğimiz şey ruhsal ölümsüzlük gücünü kazanmaktadır.
rebiliriz.
Yunan l\ılitolojisi
Şan1anizm
Şimdiye kadar gördüğümüz mitlerde ölümsüzlük
Şaman ritüellerinde yeniden doğuş, ya da sırra er­ için gerekli olan yeniden doğuş için kahramanın kendi­
n1ek, mutluluğu kazanrnak, sıra erenlerden olmak için sinin zorlu yolculuğu bizzat kendisinin yapması ve onu
sırra erme törenlerine yakından bakmak gerekir. Sırra elde etn1esi gerekir. Kişi ınistik yolculuk sonucu edindiği
ern1e törenlerinde n1erkezi özellikler şunlardı r. 1 . Bede­ tecrübelerden sonra zihinsel bir değişim ve dönüşüın ge­
nin simgesel olarak parçalanınası. Burada simgesel ölüm cirir.
1

bazen şarnanlarda bedenin parçalanması olarak ifade


edildiğine dikkat etınek gerekir. Tahayyül yoluyla günler­ Yunanöaki ınitlerin üzerinde Süıner mitlerin etkisi
ce hiç hareket etmeden durulur ve bedenin nasıl parça­ olduğu açıktır. Ölümsüzlük arayışı tüm hızıyla devam et­
landığı, çözüldüğü hayal edilir. Bu işlen1 genelde bedenin n1ektedir. Ancak doğrudan yapılan yolculukların yerini,
yedi günlük düşsel çile ile çözülmeye bırakıln1ası, uzun daha çok dolaylı ve mecazi yolculuklar alınış gibi görün ­
oruç, tecrit, toprak altında üç gün geçirmek gibi yollarla mektedir. B u konuyu Yunanların yeryüzü tanrıları olan
yapılır. Amaç siıngesel ölümü çok canlı olarak tahayyül Demeter ve Dionysos üzerinde görmeye çalışalım.
yoluyla şaman adayına tecrübe ettirmektir. 2. Bedenin
yenilenmesi, bir başka deyişle yeniden doğum: yeni ruh, Demeter ile Dionysos, Yunan tanrıları arasında
yeni ad, yeni kişilik, her şeyi yeni ve farklıdır. 3. Sırra insana en iyi arkadaş olanlardı ve Olympos'un en büyük
erme mistik olgunluk. tanrılarındandırlar. Demeter insana buğdayı, Diony­
sos ise insana şarabı arn1ağan etmişlerdi. Yaşam ve bu
Kısaca özetlersek şaman olınada izlenen yol ilginç­ iki tanrının hayat ve neşe/vecd armağanlarıyla bir araya
tir ki mitlerdeki yolun aynısıdır. Bu yol iki adımda özet­ toplanmıştır artık. Deıneter, Hades tarafından kaçırılan
lenebilir. l . Yeraltına iniş, yani siıngesel ölüın ritüelli 2. klzı Persophone (Hades'in karısı ve yeraltı kraliçesi) acı
Göğe yükseliş yani yeniden diriliş. Acı çekmek, ölmek ve keder simgeciliğidir. Bundan dolayı burada keder ve
ve yeniden dirilrnek şanıan ritlerinin tenıel gizidir. 3 yıl­ acı çok önemli bir yer tutınaktadır. Ölümsüzlük yolculu­
lık çileden sonra şamanın manevi doğumda ruhu alınır, ğunda keder, acı motitl hala vardır ancak artık dolaylıdır.
yeraltına götürülür ve orada yalancı-akçan1 ağacının da- Ölümlünün yerine acı çeken bir ölümsüz vardır. Onun
inayeti ölümlüyü ölümsüz yapmak için yeterlidir. Kızının Mitolojinin 1Vlistisizn1 Üzerindeki Etkileri
,
her yıl öldüğünü gören Demeter, Zeus un aracılığıyla ba­
harda onun yeniden dirilişini her yıl görecek ve bununla Şimdi biz Demeter ile D ionysos'un acılarından ve
ancak mutlu olacaktır. neşelerinden sonra yaşanı güzelliğinin, kederin, neşenin
ve ölün1iin hep bir araya toplandığı Simgesel ve m istik
Dionysos ise Zeus ile kral kızı olan Semele'nin oğ­ evrensel bir toplantıda bulunuyoruz. Zeus'un aşkları ise
luydu. Seınele o kadar güzeldi ki hiç rahat durmayan Zeus artık varlık toplantısındaki her şeyi her an yeniden do­
gönlünü bir fani olarak ona kaptırdı. Semele Zeus'un ger­ ğuşa doğru yönlendirmektedi r. Zeus'un aşkından varlık,
çek yüzünü bütün çıplaklığıyla görmeyi çok istiyordu. varlığın ona olan aşkından da hem ölüm hem de mutlu­
Zeus'a "ey ulu tanrım, bana olduğun gibi görün, ilahi nu­ luk ortaya çıkmaktadır. Ölüın ve diriliş, diriliş ve ölüm
run ile gönlümü aydınlat" diye yakardı. Çok sevdiği için bir arada oln1 aktadır.
Zeus onun duasını kabul etti. Zeus ona bütün ihtişamı ile
göründü, ancak Sernele bu ateşe daha fazla dayanan1adı, Daha sonra Hz. İsa "sana doğruyu söyleyeyiın, bir
kendisini sevenin ateşinde yandı. Ölürken henüz gününü kimse yeniden doğmadıkça Tanrı'nın egemenliği n i gö­
,,
tamamlamış aşkının meyvesini dışarı attı. Zeus bu oğul­ remez diyecektir. (Yuhana, Bab:3, Ayet:S) Burada işa­
cuğu aldı ve kalçasında sakladı. Onu dünyada yaşayacak ret edilen husus mitlerin sürekli işlediği yeniden doğuş
hale gelinceye kadar kalçasında sakladı. ve Tanrı sevgisini üstün tutınaktan kaynaklanan nefsin
ölümünü tecrübe etmek olduğu gayet açıktır. Hristiyan
Dionysos böylece iki kez doğmuş oldu. Birinci kez dünyasının m istiklerinden Meister Echart, Tanrı ve İnsan
annenin kavruk rahminden, ikinci kez ise babasının kal­ adlı kitabında "Tanrı en saf sevgiden başka bir şey değil­
çasından dünyaya geldi. Bu yüzden ona D ionysos adını dir, öyleyse insan sevgi ile yeniden doğuşunu gerçekleş­
verdiler. D io nysos böylece yeniden doğuşun gerçek sem­ tirmelidir" görüşünü durmadan vurgulan1ıştır.
bollü olarak kabul edildi. Burada da insanların ölümsüz­
lüğe doğru yapacakları doğrudan bir yolculuğa gerek kal­ Tasavvufun büyükleri nden olan Ebu Said Ebul
nıam ıştır. Çünkü şarabın tanrısının bizzat kendisi zaten Hayr ise <'Arif nıarifet sırrından haberdardır. Kendinden
ikinci kez doğrnuş bir haldedir. Şarap tanrısının hali ile kurtuhnuş, egosunu yok etnıiş ve Tanrı ile birliktedir.
,
hallenmek ölümsüzlüğü hak etnıek demektir. Burada ha­ Kendi egonu yok et, Hak ı n varlığı n ı kendinde ispat et.
kikat şarap tanrısında gizlidir, yapılması gereken sadece İşte La ilahe illa Allah'ın (hiçbir ilah yoktur ancak Allah
,,
ona layık olmaya çalışmaktır. vardır.) gerçek ınanası budur. der.

Sümerdeki ölün1süzlük otu, ab-ı hayat artık bura­ Bu durumda İşraki n1istik filozofu Suhreverdi'nin
da kutsal şarap olarak, Dionysos tanrısı olarak yanı ba­ söylediği gibi Güzellik, Aşk ve Keder kardeşti rler ve artık
şınıızdadır. Gılgam ış'ın yolculuğu boşuna gitmemiştir. bu kardeşler hep bir arada yeryüzünde yaşamaya karar
Gılgamış'ın yılana kaptırdığı ölümsüzlük otunun yerine, verınişler. Göklere doğru yükselınek için aşkı nıerkeze al­
Yunan mitlerinde artık elimizin altında ikinci doğuşu mak, mutlak güzelliğin peçesini açabilmek acı l ı çabalara
bizzat tecrübe etmiş, insana yeniden doğuşu yaşatan coş­ sabır etmek, mistiklerin kendilerini adadıkları kutsal bir
kulu bir şarap tanrısı vardır. Ancak D ionysos'un ikili bir yol ve yolculuktur. Söz konusu bu yolculuğun ten1el kav­
yönü vardır. Hem insanlara özgürlük, sevinç hen1 de yı­ ramları bu kardeşlerdir. Mistikler bu ruhsal yolculuğu da
kım verebilir. Aslında şarap tanrısı sadece insanın içinde seyr ü sülük olarak isimlendirirler.
olanı ortaya çıkarınaktadır. Kötü olanın kötülüğünü, iyi
olanında iyiliğini ortaya çıkarınaktadır. Söz konusu bütün bu yolculukta ortak özellik Mı­
sı röa Orfeos düşüncesi ve İslam dünyasındaki Sufilerin
Garip tanrı Dionysos, Demeter gibi acı çeken bir aşkı merkeze almış olmalarıdı r. Ancak aşk yolunun yol­
ölümsüzdür. İkisi de bir başkası için acı çekmekteydiler. cusu için ortaya koyduğu tenıel ilke: nefsinin/egosunu öl­
Asına, n1eyve veren öteki bitkilere benzenıez. Hepsinden dürnıek ve hiçbir karşılık beklemeden Tanrının tezahürü
çok budanır. Kışın yapraksız, çıplak ve eğri büğrüdür. olan varlığı sevmektir. Bir de karşılığında nefsin-kendi­
Asma Dionysos, soğukların gelişiyle Persephone gibi nin simgesel ölümü için koşulsuz sevgiyle sevmenin yanı
ölürdü. Aına bu ölüm çok korkunç bir ölümdü. Titanla­ sıra ınutlak güzellik olan sevgiliye teslim olmaktır.
rın veya Hera'nın buyruğuyla paramparça edilirdi. Aylar
geçer sonra yine canlanı rdı Dionysos, sonra aylar geçer Bu nedenle Hz. Muhamıned ''ölnıeden önce ölü­
tekrar ölürdü. Dionysos dirilen bir ölü değil, ölen bir di­ nüz" diyordu. Çünkü uğrunda ölünmesi gereken bir şey
riydi. varsa o da Tanrı kelimesinin bir başka ifadesi olan Aşk'tır.
Aşk m istiği Halac-ı Mansur bu kutsal keliıne ile küpünde
Şiındi mitlerin temel ilkesi olan ölünısüzlüğü ara­ şarap gibi coşnıuş, kendi kanıyla tüm yeryüzüne sonsuza
ına yolculuğuna, mistik düşüncenin üzerindeki olumlu kadar bu keli nıeyi yazınayı başarınıştır. Halac-ı Mansur
etkileri açısından daha yakından bakabili riz.
"iki rekat namaz da Allaha götürür, yeter ki abdesti kanla ıni çocukluk ölür gider. Toprak altın oldu n1u topraklık
alınsın ve aşk içinde kılınsın.'' diye haykırır. Hafız-ı Şirazi kaln1az. Peygamber, diri olan bir ölü görmek istersen, ter­
D ivanında aşk yolcularına kılavuz olarak aşk yeterlidir, temiz Ebu Bekri gör, dedi. Peygamber bu dünyaya ikinci
görüşündedir. Aşk egoyu yok eden en büyük siınyadı r. defa doğmuştu. Nitekim ben de ölrneden önce öldün1 de
Hafıza göre insanın doğası ilahi aşka göre yaratılmıştır. bu sesi, bu makanı ı o taraftan aldıın, getirdiın. Kıyamet ol
Öyleyse i radesini aşka teslim eden kazanır. Büyük sufi­ da sen, kıyanıeti gör. Her şeyi görmenin şartı işte budur."
lerden İ raki'ye göre Tanrı aşktır. Yine Hafıza dönelim ne Yani ölmeden önce ölmeyi bilmektir. Hz. Mevlana'nı n
güzel söylemiş: "Ey zahit! Rintleri sakın ayıplaına. Baş­ ikinci doğuşu gerçekleşti rdiğini bu nıetinden anlıyoruz.
kalarının günahını sana yazmazlar ki. Ben ister iyi ola­
yım, ister kötü, sana ne? Sen kendi derdine bak. Nihayet Size yukarda özetlediğim düşüncelerin özü şudur:
herkes kendi ektiğini biçer. Herkes sevgiliyi istenıekte ve İnsanın mutlak hakikati arama yolculuğu tüm insanlıkta
özlemekte. Ayık kim? Sarhoş kim? Her yer aşk yurdudur ortak özelliklere sahip bir kutsal yolculuktur. Bu konu­
aşk. Cami ne? Kilise net' Bir cümle ile konumuza baş­ da tüm ınitik ve m istik düşünceler bir birinden oldukça
lık olan sözünü ettiğimiz bu etkileri özetlenıek gerekirse etkileıuniştir. Ölümsüzlüğü sen kahramanca dağlarda, eş
"mitolojinin izlediği siıngecilik yolunu ınistisizm de aynı deyişle dışarılarda ararnak yerine, mutlak güzelliğe olan
yoldan izleıneye devam etmiştir'' tespitinde bulunabiliriz. karşılıksız aşkı İçkin Olan Benlik Dağında, Şarapçı Sidu­
ri'yi dinlen1eden, yedi kapıları, kırkları geçerek, ölümün
Sufi düşüncesini çok güzel bir b içimde Gülşen- i yarısı olan uykuyu yenerek, yeraltında, ana rahmine ben­
Raz adlı eserinde özetleyen Mahnıud-i Şebuteri şöyle der: zer n1ağaralarında çile doldurarak ve atalardaki/ seyrü
((Şarap, mum ve güzel ınananın ta kendisidir, o nlananın sülükteki tecrübeyi sana aktarabilecek Utnapiştiın gibi
her surette bir tecellisi var. Şarapla mum, irfan nurunun bir mürşid-i kamili bularak ara mesaj ı söz konusu simge­
zevkidir. Kimseden gizli olmayan o güzeli de gör. Şarap­ ciliğin temel mesajıdır. Ancak bil ki bunu ölmeden önce
ta hazır, mumla güzel de burada . . . artık güzel sevmekten öln1eyi öğrenirsen yeniden doğuşu kazanabilirsin ve bu
sakın gafil olma. Seni senden alacak, mahvedecek şarabı yolculuğu başarı ile tamamlarsın.
bir zamancağız olsun çek ... belki kendi varlığının elin­
den özgür olursun. Çek şarabı da seni senden kurtarsın, Mitolojik düşünceye hakiın olan ölünısüzlüğü ara­
darnla olan varlığını, denizlere ulaştırsın. Tertemiz şarap nıak yolculuğu, m istik düşüncede daha da derinleşti ve
sarhoşluk zaınanında, seni varlık kirinden arıtan şarap­ gelişip yetkinleşti. M itik düşüncen i n ölümsüzlüğü ara­
tır. Şarap içte kendini bu soğukluktan kurtar. Çünkü kötü ınak arzusu, ınistiklerde ölümsüzlüğün kendisine bağ­
sarhoşluk inan, iyi adamlıktan yeğdir." lı olduğu Mutlak Güç sahibi Bir Varlığı aramaya doğru
yöneldi. Söz konusu bu yolculukta "özlem" ve bu ismin
İzzeddin Kaşani, Tasavvufun Ana Esasları adlı çok türevleri olan "özlenıek" duygusu en temel kavramlar
önemli eserinde mürid ve nıurad bölüınünde 'yeniden arasına girmiş oldu. Söz konusu bu Mutlak Varlığı dışa­
doğuş' kavran11n1 tasavvuf felsefesi açısından çok gü­ rıda araınanın yerini içsel yolculuklar, içsel arayışlar aldı.
zel bir şekilde sisteınatize eder. Kaşani "tıpkı biyoloj ik Mistik düşüncede ağır basan ölünısüzlüğü araınak temel
doğum gibi mana evreninde de tan1 ve mutlak ubudi­ amaç olmaktan çıktı; bunun yerine, ölün1süzlüğü bizzat
yet olan insani hakikatin sırrı, ınürit ve muradın aşk ve elinde tutan kudret sahibini arzu etmek, onu gönneyi
,,
n1uhabbet bağı ile i kinci doğuş ile ancak gerçekleşi r der. isteınek, onu özlemek ınerkeze alı ndı. Çünkü görıneye
İsa örneğinde olduğu gibi babasız çocuğun doğumunun ve onunla yaşanmaya değer tek varlık n1utlak kudret ve
n1ümkün oln1ası gibi ınürit ve ınuradın evliliği oln1aksı­ nıutlak cernal sahibi varlıktır. Turi Sina'da Musa'nın onu
zın manevi doğuın yani ikinci doğuş n1iinıkündür. Kaşa­ Mısır'dan çıkarıp onun topluluğunu ölüınsüzlüğü vade­
ni'ye göre ikinci doğuş ölmeden önce ölümün beraberin ­ den o Varlığı görnıek istek ve özlemi, işte bu nedenden
de getirdiği bir lütuftur. dolayıdır. Musa için gerçekleşıniş vaade rağnıen O'nu
görmek özlenıi tüm özlemlerin en üstünüdür. Mutlak
Şiındi size Hz. rvıevlana'nın Mesnevi'sinden daha varlığı sevebilmek varlığın en yüce aınacıdı r. En yüksek
açık cüınlelerle hem göğe yükselen nıerdiven sembolü özlen1 Mutlak Varlığın özlemidir. Bu nedenle her kişi
,
hen1 de yeniden doğuşun önemi üzerine bir örnek daha kendi içinde kendini (Ben) ya da O nu, (Sen ) , eş deyişle
vermek istiyorum. Mesnevfnin altıncı defterinde şun­ Ben felsefesini ya da Hak felsefesini çıkacağı içsel bir yol­
lar kayıtlıdır: "dirilik istersen dostum, ölmeden önce öl. culukla mutlaka bulup-keşfedip yaşamak zorundandır.
İdris böyle bir ölümle öldü de bizce cennetlik oldu. Bir Kişi kendi n i veya O'nu kendinde, kendi içinde aramak
haylidir can çekiştin ama hala perde arkasındasın. Çün­ zorundandır. Kişi hakikati sözcüklerde ararsa ona alim,
kü bir türlü ölrnedin. Halbuki ölüm asıldır. Ölınedikçe fiziksel evrende ararsa ona biliın insanı ve kendini ken­
can çekişmen sona ern1ez. Merdiven tan1amlanmadıkça dinde arasa ona da arif derler. Ancak kendinden geçip
göğe çıkamazsın. Artık topuzu kendine vur da benliğini kendinden yok olup hakikaten de vazgeçerse işte ona aşık
darmadağın et. Erkek erkeklik çağına girdi, kendini bildi derler. Aşık gözü sevgiliden başka hiçbir şeyi göreıneyene
derler. Aşık özlen1 sahibine derler.
Mistisizm in en önen1li n1esajı İlahiyatın kuru tar­ logos, söz , dil ve düşünce yolunu terk ederek, dini dü­
tışınalarının n1erkezindeki ((Tanrı·yı sözcüklere dökmek)) şüncenin yeniden yapılandırması/ihyası eylem inde m is­
çabasının ve sözcükler üzerinde ötekiyle kavgaya tutuş­ tisizmin yolu olan simgeciliğe dönmenin üzerinde ısrarla
rnamanın yerine kendisini İsimler ve Sıfatlar aracılığıyla durduğu gerçeği oldukça anlaınladır. Buna karşın logo­
)
tecelli etmiş o kutsal varlığı bizzat tecrübe ederek, onu sun evrensel yasa anlamına gelen boyutu ve simgecilikle
yaşayarak, "ete keıniğe büründün1 ve Yunus diye görün­ olan ilişkisi üzerinde Hint mistisizmi büyük eınek verdiği
düm" m isali ontoloj ik bir boyut katınak olmuştur. Daha ortada olan bir duruındur. Aslı nda sözcükler ezeli ger­
da ötesi mistik düşünce ((nefsini bilirsen rabbini bilirsin)) çek şöyle dursun gerçeklere bile tekabül edemezler. Eğer
psikoloj ik ilkesini kendine rehber edinıniş bir durumda­ sözleri çok ciddiye alırsak dikenli çalılarla dolu ormanda
dır. Mitler ve m istiklerde sözcüklerin yerini c'Tanrının yolun1uz kaybederiz. Ancak tam tersine onları ciddiye al­
eserlerin( nıüşahede etnıek ve kendi bedeninde, ruhun­ mazsak bu seferde kaybedilecek bir yolun veya ulaşılacak
da, zihninde yeniden canlandırınak ve inşa etmek almış bir hedefin olduğundan habersiz kalırız.
gibi gözükmektedir.
Hazreti Mevlana: "Sözü dikenden bir duvardır bil.
Tanrının kendini kendinden ayırmasından, kendisi Aşkta ise her şey net ve öz. Al eline bir ateş, bir de köz:'
isimler ve sıfatlar aracılığıyla görünmesinden sonra artık derken m istik yolun temel ilkesini gösterınektedir. Söz­
çoklu tanrıların kapısın teker teker çalmaya gereksiz bir cüklerin/logosun henı vazgeçilınez hem de ölürncül ol­
iş oldu. Yeni mistik varlık birdir; ancak aynı zaınanda duklarına tün1 mistikler işaret etnıişlerdir. Hz. İsa dikenli
birçok, birbirinden farklı ve birbirine zıt çoklu isimler ve çalılardan bile daha tehlikeli olan şeyin söz kılıcı oldu­
sıfatlara da sahiptir. Mistik düşünce bu Mutlak Varlıkta­ ğunu söyleıniştir. Mevlana "Dostu ona dost olınayan bir
ki çelişik zıtlıklarını ilahiyat tartışınalarının yaptığı gibi kişiye sözcüklerle nasıl anlatabilirim" der. Yine Hz. Mev­
inkar etn1ekle meşgul olmadı, Tanrının bu çelişik duru­ lana: "Bir anne memedeki bebeğine, gel ey oğluın, ben
ınunu doğrudan kabul etti ve bu zorlu problemi ((Zıtların senin annenim diye çağırdı da, çocuk ('ey anne sütünü
Birliğe' yoluyla çözmeye çalıştı. Böylece sufiler için Bir enıerek huzur bulacağıma bir kanıt göster'' diye m i yanıt
olanla Bir olmak, O'nun zıtlıklılarıyla birlikte inancını verir" der.
kaybetmemeyi öğrenınek temel bir yol olmuştur. Tün1 Mistisizn1 bu nedenle söz kılıcı yerine bir ellerinde
nıesele Birle Bir olmak olarak özetlenebilir. aşk kılıcını, ötekinde ise ruh şarabını eksik etıneın işlerdir.
Kılıç kederdir, üzüntündür, şarap ise aşığın pür neşesidir.
Gazalli'nin Tanrı hakkında hakikati kavranıanın Kılıç sevgilisi için ölmektir, şarap ise onun için durınadan
yeniden neşeden dirilmek tekniğidir. M istisizmde ölmek maya doğru yönlendirmektir. Bu da ancak ölnıeden önce
biyolojik bir ölüın değildir. Mistisiznıde ölüm bir insanın ölümü tecrübe etmekle olabilen bir şeydir.
hislerin ve aklın kösteklerini fırlatıp atınası, doğal olay­
ların ördükleri ince semboller perdesinin ardını görmesi Tırn1ann1a ve yükselme (nıirac, uruc) mutlak ger­
gibi ınanevi bir olaya verilen bir isimdir. Kısacası ölüm çeğe giden yolu simgelemektedir. Söz konusu bu gerçeğe
"fena'' denilen n1 istik deneyimin en önemli siıngesidir. yaklaşnıak hen1 korku henı sevinç, hem cazibe henı de
iticilik, hem aşk hen1 ölüm vb. içeren çift değerli, ya da
Mitolojinin mistisizm üzerindeki derin etkilerini zıt duyguları harekete geçirnıektedir. Cennete/altın çağa,
anlamak için simgeciliğin semantiğinin iyi kavranması geriye dönüş özlemi simgeciliği derinlikler psikolojisinin
gerekir. Simgeci düşünce zihnin özünün bir parçasıdır. C. keşfine götürür. En kötü özlem geçn1işteki özlenıini gizle­
G. Jung buna "insanın arketipt der. Simgeci düşüncede rnekti r. Şimdi tam da Hint mistisizmin kendi merkezine
psikolojik güncelik her zaman kendini yeniler. Görün­ aldığı zaman kavramı ile karşı karşıyayız.
tüler-biçimler değişebilir ancak işlevleri-özleri hep aynı
kalmaktadır. Hayal gücü simgeciliğin en önemli gücüdür. Gerçek anlamda tarihsel bir olay yeniden gerçekleş­
Merkez simgeciliğini anlaınadan rnitleri ve m istisizıni me aşanıasına gelmez. Ancak psikolojik bir olay yeniden
anlamak zordur. Bu nedenle mit ve mistisizmdeki "nıer­ yaşama aşamasına getirilebilir. Arkaik insanın ınitlerle
kezi inşa etmek ve merkezde kalrnak" kavramı dikkate yaptığı şey zaınandan geriye giderek. olayın başladığı
alınrnalıdır. başlangıç noktasına kadar giderek m itleri anımsamak ve
onları yeniden yaşanıaktır. Mitleri bilmek demek nesne­
Tüın m it ve m istik düşüncelerde üç kozmik bölge lerin kökenindeki sırrı öğrenmek demektir. Bir nesnenin
vardır. Gök, yer ve yeraltı/cehenneın Kozmik dağ, evren kökenini bilmek onun üzerinde sihirli bir güç elde etmek
ağacı, tuba ağacı ve merkezi direk her zaman vardır. Babil anlamına geli r.
kelimesinin anlamı Bab-ı ilahi: Tanrılar kapısı den1ektir.
Kabe Allah'ın evidir. Kudus Allah'ın. Yahova'nın ve İsa'nın Freud geriye doğru giderek köken bilincini yeni­
kutsadığı bir mekandır. Mistik yolculuklar ( Hac) hep den canlandırınakla nıantıkla açıklanaınayan çok büyük
merkeze yapılan yolculuklardır. Bu nedenle "Ne kadar bir iyileştirme enerjisi açığa çıkardığını fark etti. Bu çok
i nsan varsa o kadar Tan rıya giden yol vardır" denilmiştir. önemli bir keşiftir. Mistikler de dua ederken evrenin baş­
Mistisizmde önenıli olan nasıl sorusu değil, merkezin ne langıcından başlayarak, tüm köken bilgileri n i zihinde
ve nerede olduğu sorusudur. Peki, rnerkezdeki nedir? Tek yeniden canlandırarak, telkin yöntemiyle tanrıdan iste­
sözcükle cevap vermek gerekirse o "aşktır ve güzelliktir." yeceklerini isteınektedirler. Mistikler başlangıçta yetkin­
Peki, nerededir? İşte bu bir arayış meselesidir. Söz konusu lik/cennet siıngesi olduğunu kabul ederler; bu nedenle
bu sorunun yanıtının büyüsü bile ınistiği baştan çıkar­ zamandan geriye gitmek başlangıcı yeniden yaşamaktır.
maya, vecde girmesini sağlam aya yeterlidir. Şimdi artık Geriye doğru yapılan zihinsel yolculuk talibi kutsala ve
,,
davulun yerini "güzelliğin nerede olduğu sorgulaması yetkinliğe yakınlaştıran tekniklerden biridir.
aln1 ıştır. Bu durumda mistik tüm yaşaını boyunca güzel
olanı aramakla yükümlü ve kendiliğinden motivelidir. Hint ınistisiznıimde ise yaşanmış zanıandan önceki
(zamanın olnıadığı zaman) zamana ulaşmak tenıel amaç­
Mitoloji ve nıistisizmde her zaman "Yükselme Siın ­ tır. Başlangıçta kaos vardı, bu bir anlamda kaosa dönüş­
,,
geciliği" vardır. Yükselme simgesi göğe inip çıkınaktır. tür. Zihinsel olarak zaman ve n1ekanda "geriye dönüş
Yükselme simgesi nüzul ve m i raçtır. Yakub'un merdiveni simgeciliğinin m istisizmdeki ilginç örneklerinden birini
yükselnıenin simgesidir. Mısırlıların ölüler kitabında yer aktarmakta tayda vardır. İbn-i Arabi "Mistik yolda niyet
ve göğü birleştiren gerçek bir merdiven olduğu kabul edi­ eden bir kimsenin ilk adım olarak hayvanlığını kuvveden
lirdi. Babil zigguratlan yedi katlıdır. Talip zigguratın en fiile çıkarması gerekir. Öyle ki o diğer hayvanların doğal
son katına çıkınış olmakla, en son gök katına ulaşılmış bir biçimde keşfettiklerini o da keşfeder. İşte o zaman hay­
,,
olur. Ziggurafa tırmanınak, çıkınak, koznıik dağa tır­ vanlığını kuvveden fiile çıkarmış olduğundan emin olur.
,,
manmak, yani göğe çıkınak anlamına gelir. Talip eski ki­ der. Bu örnekle İ bni Arabi "geriye dönüş kavraınını pra­
şiliğinden yılanın derisinden sıyrılınası gibi sıyrıldığında, tik olarak gerçekleştirıne gücüne işaret etınektedir.
yeni bir kişilikle yere inmek simgeciliğini gerçekleştirmiş
deınektir. Geriye dönüş sin1geciliğinde Yunus Peygamber ör­
neğinde olduğu gibi çoğunlukla ya kahran1anın bir deniz
,,
Asurca "ölnıek fiilinin karşılığı dağa tutunınak, canavan tarafından yutulması, kendisini yutan canavarın
,,
tırınanınak demektir. Aynı şekilde Mısır dilinde "nıyny karnını zorladıktan sonra oradan çıkması ile sonuçlanır.
,,
"tutunmak ölınek yerine kullanılan edebi bir kelamdır. Ya da derin bir kuyu, ınağara, dar bir geçit, her tarafı du­
Simgeciliğin amacı insanı tarihsel varlık olmakla sınırlı varla örülmüş ç ilehane vb. simgesel vaj inadan uzun süre
oln1aktan çıkarıp; onu zihinsel/psikolojik bir varlık ol- kalmak ve oradan başarıyla yeniden çıkn1akla sonuçlanır.
Hz. Yusuf, İbrahiın ve Hz. Muhammed gibi. Sonraki tünı bir kadın bilebilir ve anlatabilir. Bunun için, ne yapma­
mistik gelenekte çile çıkarnıak, erbeunun önen1li bir ge­ m ız gerektiğini kocalarımızın söylemesi gerekmez. Kadın
lenek olması tan1da bundan dolayıdır. ancak bir tek şey yapabil i r: Kendine saygı duyabilir. Ter­
biyesini bozmaz. Daima yapısı neyse o olınalıdır. Dainıa
Hint m istisizınde yeniden doğuş ıçın uygulanan bakire ve daima anne oln1alıdır. Her sevişmeden önce ba­
"geriye dönüş" teknikleri toprağa gönıülme, cenin hali­ kiredir, her sevişmeden sonra annedir. İyi bir kadın olup
,
ne dönüp en az bir nüktarda nefes almaya alışınak gele­ oln1adığını buradan anlayabilirsiniz:
nektir. Çin simgecilinde bebek solununuı çok öneıulidir.
Taoculukta önerilen en temel şey yeniden döl yatağına Kendi varlığını, mahkumu olduğu doğal, toplun1-
geri dönmek simgeciliğidir. Taoculukta birbiriyle bağlan­ sal, tarihsel ve dinsel düzeni eleştirmek ve bunlara karşı
tılı iki ınistik teknik vardır. İkisi de kökene dönüşü elde kendi zihinsel varlığını sanki onlar yokmuş, ona asla acı
etmek peşindedir. Biri bebek solunumu, öteki de simya ve zihnini bozma güçleri yokmuş gibi kendi zihnini ye­
yolu. Her iki teknikte ölünısüzlüğün peşindedir. Simya niden inşa etmesi ve buna göre yaşaması oldukça dikkat
deneyimi m istik nitelikte uygun bir nesne üzerinde derin çekicidir. Varlığın her an bir değişim ve yenileme içinde
nıeditasyona dalnıakla desteklenir. olduğunu, bu nedenle her anın yeni ve ne olursa olsun
asla alışılmanıası gerektiğini vurgulayan önemli bir zihin
Tüm bu tekniklerden temel amaç gök ve yeri kendi felsefi ortaya konulmuştur. Bu her anın yenilenınesi gü­
bedeninde yeniden birleştirınektir. Nefes üzerinde me­ cünü elde etm iş bir kadının gövdesi üzerinde hiçbir erkek
ditasyon yapmak nefesin gök ve yer arasında kozmik bir hiçbir olun1suz etki yapma gücüne sahip değildir.
dağ gibi kabul edilir. Böylece kozmolojik başlangıcı be­
deninde yeniden yaşamaktır. Bir olayı yeniden yaşamak Sonuc •

zihni yeteneğine sahip ohnak ıuistik için öneınlidir. An­


cak olumsuz bir durun1un - kederin hiç yaşanmamış gibi Tüın n1it ve mistik düşüncelerde zamanın insana
kabul edebilen bir zihin yeteneğini geliştirmek ise olduk­ yaptıklarından kurtulmak için zaınandan çıkış tekniğini
ça ilgi çekicidir. Bu duruında bu tekniğin kullanılmasının kullanınak ortak bir noktadır. Buna göre zaman hareke­
diğer bir faydalarındandır. te bağlıdır. Zihni hareketsiz yaptığınız zaman zamandan
çıkmak için bir yol yakılmışsınız demektir. Zihin duyula­
İ lkel ınitolojide Habeşli bir kadının, ona hayatı zor ra bağlıdır, duyusal dünya bilgisini aşmak demek iyileş­
eden cinsiyet ayırın11na karşı kendi mutluluğu için "yeni­ ınek demektir. Zihin arzudan kurtulduğu zaman, öteleri
,,
lenme sinıgesine dair nasıl bir zihniyet sergilediğini dair özlemeyi öğrendiği zaman artık geriye doğru zamandan
söyledikleri ilgi çekicidir. Paleolitik dönenuie bir Habeş tüm yaşananlar tüketilerek yeni bir zaınana, yeni bir bi­
,,
kadının "erkek kadının yaşamını ne bilsin sözleri cinsi­ lince ve yeni bir yaşama hazır olunur.
yet ve kadın-erkek arasındaki çatışmayı insanlığın bilin­
çaltı arketipine çok güzel bir şekilde ışık tutacak şekilde Burada önemli olan tüm ınitik ve mistik düşünce­
açıklamaktadır. Uzun olınası pahasına burada Habeşli lerin n1erkezinde olan şimdiki zaman kavranıını içsel­
kadının söylediklerini Joseph Campbelfin İlkel Mitoloji leştirmektir. Mistiğin dain1a şin1diki zamanda kalnıayı
kitabından aktarmaya değer: başarabiln1esi temel amacıdır. Şimdiki zamanın içinde
sürekli kalındığında manevi ölünıe neden olan zan1an­
"Kadının yaşamı erkekten oldukça farklıdır. Tanrı dan çıkılınış olunur. Şimdiki zaman edebi olan zamandır.
böyle istedi. Erkek sünnet olduğu günden ölene kadar Sufiler 'sufi zamanın çocuğudur, derler. M istiklere göre
aynıdır. İlk kez kadın bulmasından öncesinde ve sonra­ şimdiki zamandan başka gerçek zaman (geçmiş ve gele­
sında da aynıdır. Oysa kadının ilk sevgilisi ile buluştu­ cek) yoktur. Zamanın içinde geriye doğru gidildiğinde
ğu gün yaşamını ikiye böler. O gün başka bir kadın olur. sonuçta zaınanın olmadığı zamana varıln1ış olunur. Yani
Erkek ilk sevişmesinden sonra gene eskisi gibidir. Kadın ölümsüzlüğe doğru gidilir.
bundan sonra başkadır. Bu bütün yaşamında devam eder.
Erkek geceyi kadınla geçirir ve geçer gider. Yaşamı ve Mistik telsetede geriye dönüş tekniği ((sonuçtan ilk
,,
gövdesi aynıdır. Kadın gebe kalır. Anne olarak çocuksuz ilkeye dönmektir. Sonuçtan i lkeye dönmeyi uygulayan
bir kadından farklıdır. Gecenin işaretini dokuz ay gövde­ ınistik, kozmosun yok olmasıyla karşılaşır ve zamandan
sinde taşır. Bir şey büyür. Yaşamında bir şey büyür ve bir çıkınış, dolayısıyla ölünısüzlüğe giriş sağlannuş olur.
daha ondan ayrılmaz. Anne oln1uştur. Çocuğu ölse bile
artık annedir ve öyle kalır. Çünkü bir zaman çocuğunu
yüreğinde taşn11ştır. Bir daha yüreğinden çıkmaz. Ölse
bile çıkmaz. Ve erkek bunu bilmez, hiçbir şey bilmez.
Sevgiden öncesi ve sonrası , annelikten öncesi ve sonra­
sı arasındaki farkı bilmez. Bir şey bilemez. Bunu ancak


Phryne at the Poseidonia in Eleusis, 1 889
by Herıryk Siemiradzki ( Rusça: feHpnx J.1nnomıToB1'I 4 CeMıtpa,ıtcı<tını; l 843- 1 902)
M it ve Mekan: Aı1tik Yu naı1 M itlerinin Mekansal
İzlerle İ lişkileri Üzeriı1e Bir Düşünm e
H . İbrahin1 Alpaslan ' - Duygu Köse2

"En yalın gerçekçi deneyim olrnak bir yana, hakikat Antik Yunan mitlerinin mekansal izlerle ilişkilerini
her şeyin tarihe en uygun olanıdır. Şairlerin veya tarihçi­ yorumlaınak için en veriınli örneklerden biri G irit'teki
lerin, tek tek kralının adıyla ve soyağacıyla krallık hane­ Knossos Sarayı ile Minotauros miti arasında kurulan pa­
danları uydurduğu bir dönem oldu; bu insanlar sahteci ralelliklerdir. Bu sarayın labirenti hatırlatacak karışıklık­
değildiler, kötü niyetli de: Onlar hakikatlere ulaşmak için taki planları mitteki yarı boğa, yarı insan M inotauros'un
o zaman norn1al olan yönteıni izliyorlardı. ( . . . ) Bu yüz­ hapsedildiği Labyrinthos'u akla getirir. Yine saraydaki
den geçmişin ürünlerinin tamamını ilginç düşler olarak freskler ve rölyeflerden anlaşılan boğa kültü ve boğalar­
kabul edip, çok kısa bir süre için de olsa 'bilimin son du­ la yapılan sportif/din i ritüeller m iti ınekana bağlayan
rumunu' hakikat olarak kabul edemeyiz. Kültür budur.)) diğer referanslar olarak vurgulanır. Minotauros m iti ile
( Veyne, 2002) Minos uygarlığı ve özellikle Knossos sarayı arasındaki bu
benzerlikler mitin gerçekten yaşanmış olaylara dayan a­
Antik Yunan mitlerinin gerek tarihteki gerekse gü­ bileceğini esinlen1ektedir. Bu ilişki üzerine düşünmek ve
nüınüzdeki yansıınalan birçok farklı alan kapsam ında in­ doğru bir değerlendirmeye mümkün olduğunca yaklaş­
celenip farklı düzleınlerde tartışılabilir. Edebiyat, sosyolo­ mak adına bu çalışma kapsam ında, önce Minotauros miti
ji, psikoloji, gibi uzmanlıklar nıitleri n insan anlığındaki, anahatlarıyla özetlenecek, ardından M inos uygarlığı yapı
toplun1sal yapılardaki izlerinin peşine düşerken mimar­ teknikleri ve ınekan diziliınleri üzerine arkeolojik kay­
lık tarihi alanındaki çalışmalar özellikle erken dönen1le­ nakların ışığında bazı değerlendirmeler yapılarak bu iki
re ait m itlerle ilişkilendirilebilecek mekanlara, yapılara anlatı yan yana getirilmeye çal ışılacaktır.
rastlar. Bu makale kapsamında Antik Yunan kentlerinin
erken dönemlerindeki yapılı çevre ile mitler arasındaki Antik Yunan mitlerinin aktarılmasına iki öneınli
n1imarlık tarihi bağlamındaki bazı paralelliklere dikkat sorunu kabul ederek başlamak doğru olur. Bunlardan ilki
çekilip m itlerin gerçek hayat ve nıekanla ilişkileri üzerine varyasyon sorunudur. Aynı m iti birbirinden farklı anla­
yorumlar üretiln1eye çalışılacaktır. tan, aktörleri veya olay örgüsünü değiştiren birçok kay-

1 . Ya rdımcı Doçent Doktor, Dokuz Eylül Üniversitesi Mima rlık Fa kültesi


2. Araştı rma Görevlisi, Süleyman Demirel Üniversitesi M imarlık fa kültesi

ıtın:1mmı mı
..
nak gününıüzde dolaşıındadır. Bu makalede nlitleri gö­ telafi edilmesinin mümkün olmadığı baştan kabul edile­
rece olarak en kapsamlı, eleştirel ve karşılaştırınalı olarak rek M inotauros mitini anlatmaya daha doğrusu özetle­
aktardığı düşünülen Graves'in derlenıesi (Graves, 2004) meye başlanabili r, ilgili okuyucular yan öyküler ve diğer
tercih edilmiştir. Ancak aynı ınitin başka kaynaklarda an­ varyasyonlar için başlangıç olarak Graves'in kitabına baş­
latılan varyasyonlarıyla başka yorumların türetilmesi de vurabilirler.
müınkündür. İkinci olarak da incelenecek mitin başlan­
gıç ve budaklanma sorunundan bahsetrnek gerekir. Zira Zeus'tın Europa ile ilişkisinden olan M i nos, G irit
Antik Yunan m itleri birbirlerinden bağınısız değil , iç içe Kralı olınak için kardeşleri ile taht kavgası yapmaktadır.
geçmiş, zaman örgüsü muğlak anlatılardır. Herhangi bir Bu mücadelede Minos Poseidon'a, tanrıların tercihinin
andan başlanarak anlatılan mitler her zaman öncesinde ondan yana olduğunun bir işareti olarak denizden bir
öyküyle çeşitli derecelerde bağlantılı birçok detayı atla­ boğa göndermesi için yalvarır ve daha sonra bu boğayı
ma mağduriyetini içinde taşır. Bununla birlikte ınitler, ona kurban edeceğine söz verir. Çağrıya uyan Poseidon
hemen her karakterin bir yan öyküsüyle budaklanmakta, denizden gösterişli bir boğayı Girite gönderir. Bunu gören
,
düz bir anlatı olmaktan uzaklaşınaktadır. Bu yan öyküle­ kardeşleri tanrıların istencinin Minos tan yana olduğuna
re değinmeden kurulan anlatılar yanlış olınasa da her za­ ikna olup krallığı ona verirler. Ancak kral olduktan son­
n1an eksik kalır. Bu eksikliklerin bu makale kapsamında ra M inos verdiği sözü yerine getirınez ve denizden çıkan

.._
O\
O\
O\
-
-
...;:::
......
o

.._
ı;;:
ı::::s
.......
c..
-

6'
ı...
ı::::s
V')

o
V)

Qw� c � ,,-:e ı;;:

� �� � ..
-

·
E
-
t{l

boğa yerine kendi sürüsünden alelade bir boğayı Posei­ uygarlıkla ilişkilendirilir. En önemli kalı ntıların yer aldığı
don'a kurban olarak sunar. Bu kandırmacaya sinirlenen Knossos kenti ve buradaki Knossos Sarayı ise hem sanat
Poseidon ceza olarak Minos'un karısı Pasiphae'yi boğaya hem de n1imarlık tarihi açısından oldukça önemlidir.
aşık eder ve kraliçeye boğayla çiftleşme arzusu verir. Bu
çiftleşmenin sağlanabilmesi için Pasiphae o zamanlarda Ortasındaki çeşitli dinsel, törensel etkinlikler için
Atinaöan sürgün olarak G irite sığınan, m itolojiye göre kullanıldığı düşünülen avlunun etrafında örgütlenen ve
ilk m iınar ve usta olan DaidaJos'tan içine girebileceği kimi bölümlerinin çok katlı olduğu b ilinen Knossos Sa­
bir inek maketi yapmasını ister. Bu çiftleşme sonucunda rayı, oldukça karışık plan kurgusu ile m itteki Labyrint­
vahşi bir canavar olan, yarı insan, yarı boğa biçin1 indeki hos'u akla getirir. Kimi yorumcular bu sarayın n1itteki
Minotauros dünyaya gelir. Eşinin yaşadığı sapık ilişkiyi Labyrinthos'un kökeni olabileceğini öne sürerken (Dins­
ve onun sonucu doğan Minotauros'u halktan saklaınak moor, 1 975; Lawrence, 1 962) Labyrinthos'tın bu saray
için Minos Daidalos'tan Labyrinthos denilen, içine gire­ değil yakınlardaki başka bir yapı olduğunu iddia eden
nin bir daha çıkamayacağı bir yapı inşa etınesini ister ve kaynaklar da vardır (G raves, 2004). Şüphesiz mitlerde ge­
Minotauros'u bu yapının ortasına hapseder. Minotauros, çen mekanların arkeoloji k buluntularla özdeşleşti rilınesi
Labyrinthos'ta belli aralıklarla ona sunulan genç erkek oldukça riskli ve kan ıtlanması zor çabalardır; ancak bu­
ve kızlarla besleni r. Bu gençleri Minos bir kan davası ne­ nunla birlikte mitlerin dolaşıma çıktığı düşünülen tarih­
deniyle belli aralıklarla -kin1i anlatılara göre her yıl kin1i lerdeki mekanların birebir mite katılmasalar da onların
anlatılara göre her dokuz yılda bir 7 erkek 7 kız- Atina<.ian içinde geçtiği mekanların kurgulanmasına i lhan1 verdik­
zorla almaktadır. leri kabul edilebilir. Aslında bu bağlan1da sadece Knossos
Sarayı"nın değil, Minos uygarlığının kent planlarındaki
Atina kralı Aegeus'un oğlu Theseus ödenen bu can organik doku da göz önünde bulundurulabilir (Resim 2).
vergisine isyan eder ve Girite gidip Minotauros'u öldüre­ Minos uygarlığına ait kentlerin katı geometrik biçimler
rek bu kıyıma son vermeye karar verir. Babasını tüm kar­ ve akslardan uzak organik yapıları bir üst ölçekte yine La­
şı çıkn1asına rağn1en o yıl gönderilecek 1 4 gencin arasına byrinthos'u çağrıştırır (Müller ve Vogel 2005).
katılan ve G irite doğru yola çıkan Theseus, Girit'te kralın
kızı Ariadne'nin aşkını kazanarak, onun gizlice verdiği Tekrar yapı ölçeğine dönülecek olursa, sarayın
silahlar ve yün yumağı yardımıyla M inotauros'u öldürüp plan şemasından birçok dar ve küçük mekanın ilk ba­
Labyrinthos'tan çıkmayı başarır. kışta kolayca anlaşılamayacak bir düzende bir araya ge­
tirildiği okunabilir. Minosluların niçin böyle bir mekan
Mit buradan sonra çeşitli yan öykülerle başka m it­ organizasyonu kurduklarına dai r varsayımlar, gerek kent
lere bağlanarak devan1 ediyor; ancak bu yazı kapsam ı nda planındaki gerekse yapılardaki karışık mekansal örgüt­
bu kadarlık bir özet yeterli. Mitin mekansal arka planını lenmenin kökenleri gerçek dünyadaki neden-sonuç iliş­
oluşturan Girit Adası özellikle Antik Yunan uygarlığının kilerinin n1itler dünyasında yeni bir anlamın ortaya çık­
ilk aşaması kabul edilen Minos kültürü açısından oldukça ınasına nasıl yol açtığına dair ilginç bir örnek sunması
önemli bir coğrafyadı r. Minosluların özgün adı bilinn1e­ açısından önemlidir.
ınekJe birlikte arkeologlar bu uygarlığı hem mitolojide Knossos Sarayı'nın mekan dizilimindeki labiren­
hem de a rkeolojik buluntularda geçen Minos adlı kraldan tiınsi karmaşanın işlevsel bir nedenle ortaya çıktığını
-veya kral soyundan- esinlenerek Minos uygarlığı olarak savunmak güçtür. Bilindiği üzere bu kompleks hanedan
isimlendirmişlerdir (Graves, 2004). Girit adasında M.Ö. konutu oln1asının yanı sıra idari ınerkez, dini merkez ve
4. binyılla 2. binyıl arasına tarihlenen birçok buluntu bu büyük oranda depo olarak kullanıln1 aktaydı (Müller ve

..
o o

Resim 2: Geç Minos dönemi kent planı. (Müller ve Vogel, 2005)


Vogel 2005). Dar ve karnıaşık planlı mekanların bu iş­ açıklıklı mekanların istisna olarak kabul edildiği bir yapı
levleri kolaylaştırdığı söylenemez. Ancak birbirinden kültürünün gelişnıesi şaşırtıcı değildir.
farklı işlevleri aynı yapı içinde çöznıe çabası planimetrik
karışıklığın nedenlerinden biri olabilir. Bu karnıaşanın Bu bağlamda Girifin henıen güneyinde yer alan ve
bir diğer nedeni olarak Girit'in sıklıkla yıkıcı deprenıle­ Minos uygarlığının iletişiın halinde olduğu bilinen (Law­
re ınaruz kalması gösterilebilir ( Robertson, 1 969). Her rence, 1 962; Müller ve Vogel, 2005) Mısır uygarlığı ile
depremin ardından hasar gören kısımların onarımı ve bir karşılaştırma yararlı olabilir. Minoslular gibi kemer,
yıkılan kısımların tamamlanması yapının süreç içinde tonoz, kubbe gibi geniş açıklık geçebilecek eğrisel yapım
organik olarak genişlenıesine ve -eğer varsa- başlangıç­ tekniklerini nadiren kullansalar da Mısırlıların bu kısıtlı­
ta kararlaştırılan düzenin ihnıal edilmesine neden ol­ lığı bir karmaşayla sonuçlandırmadan aşn1alarını sağla­
,
muş olabilir. Yapım tekniği ve malzeıne bağlamında bir yan geniş, çok sütunlu yani "hipostil, salonları kullandık­
değerlendirn1e yapıldığında yine Minosluları karmaşık ları ve mekanları katı bir geon1etrik düzenle i nşa ettikleri
mekan örgütlenmesine zorlayan kısıtlılıklar keşfedile­ görülür ( Resim 3).
bilir. Dönemin düz atkı -yani kolon/kiriş- sistemine ve
ağırlıklı olarak taş ınalzemeye dayalı yapım tekniği ile Minoslularınsa hipostil salonları nadiren tercih et­
geniş açıklıklı salonlar, dağılıın holleri yapmak oldukça tikleri, geometri konusunda ise -en azından yapı planları
güçtür. Malzenıenin ve tekniğin doğasından kaynaklanan bağlan1ında- M ısır'ın katı sistematiğine oldukça uzak ol­
bu güçlüğün yanısıra bölgenin önenıli bir deprenı mer­ dukları anlaşılınaktadır. Düz atkı sistem iyle sınırlı açıklık
kezi olduğu da göz önünde bulundurulursa Girit'te geniş geçerek elde ettikleri ınekanları yine dar koridorlarla bir-

m O 10 20 30 40 SO
·�====�1
��� 1........
1======1 ... �.. ====::::::;
1
Resim 3: Mısırlia M. Ö 14. yüzyıla ait küçük bir sarayda simetri ve aksiyal düzen (Roth 1 999).

ım ıun; rı;unıı
..
birine bağlarken Mısırlıların aksine siınetrik veya aksiyal !erdeki dünyanın bir parçası gibi gönne tehlikesini ba­
bir düzen peşinde olınadıklarını söylemek yanlış olmaz rındırır. Ancak bu mitlerin gerçek dünyadaki bazı olay­
( Dinsınoor, 1 975; Lawrence, 1 962; Müller ve Vogel 2005 ). lardan, mekanlardan beslenmediği anlamına da gelmez.
İki yakın uygarlık arasındaki bu farklılıkları kestirme bir Şüphesiz toplunısal birçok dinamiğin yanı sıra dönenıin
biçin1de açıklaınak çok kolay değil; ancak geniş, yüksek sanatı, mimarisi de edebi anlatıların içine her zaman
ve çok ayaklı mekanların Girit'te tercih edilmeınesinin farklı oranlarda da olsa siner. M inotauros miti ve M inos
nedenlerinden biri M ıs ır'a göre çok daha sık ve yıkıcı uygarlığı özelinde net olarak görülebilen bu etkileşim
deprenılere n1aruz kalınası olabil ir. Ancak şüphesiz M ı ­ biraz daha derinlemesine analiz edildiğinde bu etkileşi­
sır uygarlığın ı n çok daha mütevazı sayılabilecek M i nos min kökeninde m itin ortaya çıktığı veya biçimlenmeye
uygarlığı ile sosyal, siyasi, ekonomik ve dini özelliklerine başladığı erken dönemlerindeki toplumsal yapının yanı
bağlı olarak, yapı teknolojisi, malzeme ve işgücü tedarik sıra yapı kültürü, malzeme ve tekniğinin izlerini bulmak
etıne konusundaki farklılıkları da göz ardı edilmen1elidir. münıkündür. Labyrinthos'unun mekansal kurgusunun
Zira hipostil salonları inşa etmek için gereken büyük bo­ alt yapısı, Minosluların bulundukları coğrafya ve sahip
yutlu taş blokların ocaklardan çıkarılması, taşınması ve oldukları topluınsal karakteristiklerin belirleyiciliğinde,
yerine yerleştirilmesi, ekonomik, teknolojik yetkinlik ve taş nıalzeme ve düz-atkı sistemi ile kurabildikleri mekan­
üstün bir işgücü tedarikini zorunlu kılar. Yine benzer bi­ sal dünyalarıdır. Minotauros'un bir kafese, mağaraya ya
çimde Mısırlia yerleşme ölçeğinden yapı ölçeğine kadar da alışılmış bir mekana değil de herhangi bir kilit veya
çoğunlukla hissedilen katı geometrik kurallara Girit'te fiziksel engelleyici olmaksızın içine girenin bir daha çı­
nadiren rastlanması da yine özellikle Mısırlıların dinle­ kış yolunu bulamayacağı denli karnıaşık planlı bir yapıya
rine ve üstün geometri bilgilerine dayandırılabilir. Ayrıca hapsedilınesinin nedeninin yukarıdaki belirleyicilerin et­
oldukça engebesiz Mısır yerleşmelerinde bu geometrik kisiyle biçin1 lenmiş Minos n1imarisi olduğunu söylemek
kuralları uygulamanın G irit yerleşmesine göre daha kolay yanlış olmaz.
olacağı da düşünülebilir. Özetle, benzer tarihlerde benzer
ınalzeıneleri kullanan Mısır uygarlığının tersine M inos Bu bakış açısıyla diğer mitlere bakmak, onları, or­
uygarlığının mimarisinin genel karakteristiğini olduk­ taya çıktıkları ve biçimlendikleri dönemlerin tarihsel,
ça karmaşık, yabancı birisinin yol bulmakta zorlanacağı arkeolojik ve miınari bilgileriyle yanyana okumak heın
yerleşim planları ve labirentimsi binalardan oluştuğunu yeni bilgiler türetmek hem de m itlerle gerçek arasındaki
söylemek yanlış olmaz. bağları yeniden düşünmek için yararlı olabilir.

Kaynaklar
Tüm bu teknik değerlendirme ve yorumlardan son­
D i nsmoor, W. B. 1975, The Architecture of Ancient Greece, W.W. Nor­
ra tekrar n1ite dönülecek olursa ne gibi anlamlar çıkarı­ ton&Company, Londra.
labil ir? Graves, R.2004, Yunan Mitleri, Say Yayı nları, İstanbul.
Lawrence, A. W. 1962, Greek Archilecture, Penguin Books.
Müller W. , Vogel G. 2005, Mimarlık Atlası, 1 . Cilt, YEM, lstanbul.
Mitlerin ortaya çıkış tarihlerini bilmek mümkün
Robertson, O. S. 1969, Greek & Roman Architecture, Cambridge Uni­
olmadığı için bunları arkeolojik buluntularla eşleştirmek versity Press, Londra.
her zaman yapı tekniğini, malzeme bilgisini ve dönemin Roth, L M. 1999, M i marlığın öyküsü, Kabalcı Yayınevi, İstanbul.
olanakları n ı göz ardı ederek gerçek inşa etkinl iğini m it- Veyne, P. 2002, Yunanhlar Mitlerine İnanmışlar mıydı?, Dost Kitabevi,
Ankara.


1

Düşünbil Akademi \ il

Kitaplığı oıuşuvor { 1
,
,"
- .. - � . · - -�-
\
1
i
,
"
'----�-- .,. - - -- - - -

Eski Ki ıa ı ıarın ı z Adresinizdın Alınır


Kiıap larınızı Düşünbil Akademile Bağışıavın:
va da ücreı karşılığında alınmasını sağlavın.. •

ileıişim: dusunbil@hoımail.com
Yab ancılaşınış D eniz Tanrı s ı :

�---------F_ra_n_z K_a_tk_a_'n ın P_o_s_e i_d_o_n_,u


__ ____ ________----!

Fatn1a Dore

Yazar Franz Katka 1 924 yılında veremden öldüğün­ timlen1eler henıen heınen aynıdır: "Yeryüzünü titreten
de, henüz genç sayılabilecek kırk yaşlarındaydı. Hayatta tanrı!': .. "gemilerin kurtarıcısı'>. . . ''deniz üzerinde dola­
,,
iken yayınlanmış eserleri görece az olmasına rağnıen, en şan yüce Neptunus . . . "kabaran suları yatıştıran". . . "dün­
,
yakın arkadaşı Max Brod'a bıraktığı bir ınektupta, öldük­ yanın sahibi, siyah saçlı tanrı! , . . . vb.
ten sonra yayınlanmamış bütün eserlerini yok etmesini
de istemişti. Ancak olağanüstülüğünü fark ettiği bu mi­ Doğrusu Katka'nın Poseidon'u da, tam anlamıyla
rasa arkadaşının dilediği şekilde davranınayan Brod, sa­ antik edebiyat dünyasında gösterilen o kendisine tapılan
yesinde Dava, Şato ve Amerika gibi yirminci yüzyılın en tanrının ta kendisidir. Hala "denizlerin tanrıs( ve "tüm
etkili ve özgün yapıtlarından bazıları ve birçok kısa öykü suların yönetim{nden sorumludur. Yine o, "tunçtan gö­
okurlarına kavuşınuştur. Poseidon işte bu öykülerden bi­ ğüs katesf' olan ve kraliyet şanı, onun "üstün bir mev­
ridir. kfaen başka bir konumda olrnasına müsaade etn1eyen
"koca Posedion .,d ur. Gerçek konumunu değiştirıneksizin
Eleştirmen Ruth V. Gross'a göre Franz Katka'nın Poseidon�u memuriyet işlerinden bıkmış usanmış biri
,,
kısa öyküsü "Poseidon''un "açılış cümlesi de tıpkı De­ gibi betimleyerek okuyucusunu şok etmek isteyen Kaf­
ğişiml 'in ilk cümlesi kadar hayret uyandırıcıdır. Nitekim ka'nın bu tezat ile vurgulamak istediği şey, bürokratik sis­
öykünün "Poseidon çalışma masasının başında oturuyor temin insanlıktan çıkarıcı ve bunaltıcı sıradanlığıdır.
ve hesap kitapla uğraşıyordu" şeklindeki ilk cüınlesini
G ross, "şimdiye kadar Poseidon ismi, akıllara çalışına Nitekim kısa öykünün teması Poseidon'un konunıu
masası, hesap-kitap ya da devlet dairesi bağlantılı her­ değil, daha çok yönetsel işinin bilhassa kendisi üzerinde
hangi bir konu çağrıştırmaınıştı" biçiminde yorumlar. etkiyen doğasıdır. Dolayısıyla, öyküde kapana kıstırılınış
Poseidon, eski çağlarda Yunanlıların ve "Neptunus" adıy­ bir bürokrat olarak resmedilen "Poseidon'"un bu itibarla,
la da Roınalıların deniz tanrısıydı.2 Marks'ın yabancılaşn1a teorisini dışa vurduğu söylenebi­
lir. Sonuçta Marks'ın teorisi kapitalist sistemlerdeki bü­
Nihayetinde, gerek Ovidius'un Dönüşümler'i, gerek rokrasiyle ilgilidir ve Katka tam da böyle bir bürokrasiyi
anonim bir eser olan Homeros İ lahileri ve gerekse Ver­ betimlemektedir.
gilius'un başeseri Aeneas gibi antik dünya edebiyatının
belli başlı yapıtlarına bakıldığında Neptün'ün (Poseidon) Kuşkusuz, Marks'ın yabancılaşma kuramı esasen
konumu, hiç tereddütsüz panteonun Zeus'tan sonraki kapitalist bir devletteki işçiler hakkındadır; ancak "Po­
ikinci en güçlü tanrısı olarak karşımıza çıkar. Bu kudretli seidon'·un içinde bulunduğu devlet sistemi nin nasıl bir
ilah, denizlere hükıneden görken1li kral için yapılan be- ekonomik koşul altında bulunduğuna dair pek açık bil-

1 . Katka'nm "Değişim"inin iJk cümlesi şöyledir: "Gregor Samsa, bir sabah korkulu rüyalardan sonra uyandığı zaman yatakta kendini kocaman
bir böcek olarak buldu".
2. Bunun gibi Yunanlıların Zeus'u ile Romalıların Jüpiler'i de nitelikleri bakımından özdeştir

im i!tlt Milfflll
..
gi verilmemekle birlikte, kendisinin bir devlet ınemuru her değişiklikle birlikte düşünceleri, görüşleri ve anlayı­
olduğu açıktır ve resmedildiği çalışn1a koşullarının kapi­ şının, tek sözcükle bilincinin de değişikliğe uğradığı"na
talist bir toplumu çağrıştırdığına yönelik biri biyografik inanır. Alman İdeolojisi'nde belirttikleri gibi bunun an­
diğeri metne dayalı güçlü iki neden vardır. Biyografik laını şudur:
,
anlaında, "Poseidon \ın biçiınlendiri ldiği devlet memur­
luğu yapısının, çalışma hayatının neredeyse tamaını nı, ''Ahlak, din, metafizik ve ideolojinin diğer bütün
devlet himayesinde tesis edilen bir şirket olan İş Kazaları çeşitleri ile bunlara karşılık gelen bilinç biçiınleri, artık
Sigorta Şirketi'nde memur olarak geçirmiş olan Katka'ya bağıınsız görünümlerini yitirir. Onların bir tarihi, bir ge­
çok tanıdık bir şey olduğu açıktır. lişim süreci yoktur; fakat insanlar maddi üretimlerini ve
maddi temaslarını geliştirdikçe, kendi gerçek dünyaları­
Katka'nın biyografisini yazan Jereıny Adlere göre nın yanı sıra düşüncelerini ve düşüncelerinin ürünlerini
onun eserlerinde devlet, yönetim, bürokrasi ve yasalarla de değiştirirler. Yaşaını belirleyen bilinç değildir, tersine,
ilgili konular esastır. Yine en yakın arkadaşı ve eserlerinin bilinci belirleyen yaşamdır:' (Aİ. 35).
,
yayınlayıcısı Max Brod a göre ise, yazarın, hiç olmazsa
büyük eserlerinin geniş bir bölümü yazarın iş atmosfe­ Marks'ın tarih görüşüne göre toplumun ekononıik
rinden türetilmiş bürokratik ortamlarla da ilgilidir. Aynı temelleri değiştirilirse, tüm bilinci de değiştirilir. Bu, top­
duruın yüksek ihtimal dahilinde "Poseidon" için de ge­ lumun genel ahlakının ekonomik koşullar tarafından be­
çerlidir. Zira Katka'nı n çalıştığı şirket, ekonoın ik sisteıni l i rlendiği a n lam ı na gelir. Dolayısıyla, kanıu hiznıeti top­
kapitalist olan bir devlete aitti. luınun bir parçası olduğundan kendine özgü ekonoınik
koşulları ne olursa olsun ethosu da ınutlaka içinde bu­
,
"Poseidon \ın kapitalist sisten1 içinde bir bürokrasi lunduğu toplunıun genelinin ethosuyla aynı olacaktır. Bu
olarak değerlendirilmesinin metne dayalı nedeni ise iki itibarla, Marksist perspektiften, kapitalist bir toplumdaki
yönlüdür. Öncelikle, "Poseidon"daki bürokratik sistemin, bir kamu hizınetinde, tıpkı "Poseidon'öa görüldüğü gibi,
eğer toplumdaki ethos genel anlamda eşitlikçi olsaydı yabancılaşn1a sorusu da dahil kapitalist bir toplumun
asla görülemeyecek şekilde h iyerarşiktir. Bundan daha tüm alışkanlıkları ve bunlara eşlik eden sonuçlarının te­
güçlü diğer gösterge ise para unsurudur. Marksa göre zahür edeceği beklenmelidir.
kapitalist sistemlerde yabancılaştırıcı faktörlerin başında
)
bütün değerler ona dönüştürüldüğü için para geln1ekte­ Çalışn1anın Doğası Nedeniyle Yabancılaşma
,
dir ve para, bu öykünün ınerkezi simgesidir. Poseidon un
((hesap kitapla uğraşması", n1etinde üç ayrı zaınanda dile Marksist bakış açısından, kapitalist toplumlara ait
,,
getirilir, ifadelerden birine eklenen "boyuna sözcüğü ile bürokrasilerdeki çalışma süreci de doğası gereği yaban­
bu işin sonsuza dek yapıldığı vurgulanır. cılaştırıcıdır. Çünkü Marks'a göre insan, "kendini gerçek­
leştirme olanağının sağlandığ( tam özgürlük koşulların ­
Elbette, bürokrasilerin kapitalist bir devlet içinde d a olacağı gibi, "bir yığın üretken işgücü ve eğilim'e sahip
özel firınalara kıyasla belirli farklılıklar gösterir. Ö rne­ bir varlıktır. Bu ınahiyet, yaratıcılık yoluyla kendini açığa
ğin, kamu hizmetinde çalışanlar, rekabetçi bir ortamda çıkaracaktır; ancak insanın özgür olmadığı kapitalizın
en büyük amacı kendi karını maksimize etmek isteyen altında bu imkansızdır. Birey sistemin içinde tutunabil­
bir işverene borçlu değillerdir. Dahası, kaınu hizınetleri. mek uğruna doğal yaratıcılığı nı feda etmek zorundadır.
özel şirketler gibi en ufak bir istikrar eksikliğinde Marks Hal böyleyken ('işçi yaşamak için çalışır, yoksa çalışmak
,, ,
ve Engels'in '(ticari krizler dediği ve "periyodik, olarak için yaşamaz''; yani Marks'ın da belirttiği gibi, iş "bir ge­
ortaya çıktığını3 belirttiği duruma maruz kalmaz. Bu, reksen1enin doyurulınası değildir; sadece, çalışn1anın dı­
içinde çalışanlara, özel sektörde Marks ve Engels'in söz­ şındaki bazı gereksemeleri doyurmak için bir araçtır." Bu
leriyle «kendilerini parça parça satmak zorunda olan . . . ihtiyaçlar "hayvansal işlevler'öen daha fazla bir doyum
bütün öteki ticari mallar gibi, birer ıneta [olan] o yüz­ sağlaınadığından, çalışma " i nsanı kendine yabancılaştı­
den de, rekabet alanında olup biten her şeyin, piyasadaki ran" bir etkinliktir.
tüm dalgalanmaların etkisine açık)) durumdaki işçilerde
olmayan bir istikrar duygusu sağlar. Bununla beraber, İnsan, çalışma aracılığıyla yaratmak ister; ancak
Marks'ın yabancılaşn1a teorisinin kapitalist devlete ait bir kapitalizm onu, içinde bulunduğu sistemde bir "üretim
kaınu hizmetiyle bir alakası olduğunu kabul etmek için aracı"ndan öte bir şey olmadığı yaşamsal bekası için para
zorlayıcı bir neden vardır ki bu genel anlamda topluınun karşılığında yaratıcılığını kurban etmeye zorlar. Katka da,
ethosuyla ilişkilidir. bu görüşü benimsemiştir; nitekim Adlere göre o, sanatın
Koınünist Manifestoöaki ifadeleriyle Marks ve En­ itibarını düşüreceğine inandığı için geçin1 i n i asla edebi­
gels, "insanı n maddi yaşam koşullarında . . . gerçekleşen yattan sağlamak istemenıiştir. Böylece zamanını görevi

3. Tabii ki tamamen maruz kalmadıklarını söylemek doğru değildir. Örneğin. 2008 yılından bu yana Avrupaöa yaşanan ağır ekonomik kriz
nedeniyle, kıta genelinde devlet politikası olarak alınan kemer sıkma tedbirleri altında çok sayıda memur işini kaybetmiştir.

111n§rıitttiı mı
ve sanatı arasında bölmüş olan Katka·nın nazarında, taın de hakiın olan ve yaratıcısını "manipüle edilıniş bir şey"
olarak Brotbenıf: yani "ekn1ek işi" anlanuna gelen ilki, ya da «kendi yarattığı nesnenin kölesi"ne dönüştüren bir
ikincisini yapabilınek için gerekli finansmanı sağlıyordu. dünyadır. Bu perspektif, işiyle ilgili sürekli meınnuniyet­
Bu ikisi arasındaki gerginlik ona büyük sıkıntı yaratınış­ sizlik belirtınesine rağmen, Poseidon'un kendisine "sular
tır; ancak bu, Kafka'nın yaşadığı toplun1sal yapı içinde dışında" bir iş önerildiğinde, "tanrısal solunuınunun dü­
çözülemez bir gerilimdir. Sonuç olarak Kafka , bir yazar zenini yitirınesi, tunçtan göğüs kafesinin sarsılması gibi
olmasına binaen gerçek doğası aracılığıyla yabancılaştı­ aşırı reaksiyonları neden gösterdiğini anlamayı sağlar. Bu
ran iş fikriyle şahsen tanıdık olmuştur. esaret biçimi, yabancılaşmanın başka bir tarzı olan uz­
rnanlaşn1a yoluyla yoğunlaştırılır.
Katka·nın Poseidon'u da gerçek doğası bakımından
işi yüzünden böylesi bir yabancılaşnıadan muzdaripti r.4 Bürokraside, Poseidon, "organları insanlar olan bir
O her ne kadar doğasını hayatta kalmak için değil de, sta­ üretiın mekanizması"nın bir parçasıdır ve Marks'ın ((iş
tü için feda etse de , nihayetinde bu, kendisi de kapitalist bölün1ü" diye adlandırdığı şeyin etkisindedir. Marks, ka­
değerlerle tesis edilen hiyerarşinin belirlediği bir statü­ pitalist sistemlerde işin bölünn1esi yoluyla işçinin işine,
dür. Nitekim başka iş olasılıkları söz konusu olduğunda yani emeğinin nesnesine yabancılaştığını belirtir. Her
sorun, dain1a gelip "koca Poseidon her zan1an üstün bir şeyin ((bölüştürülmest ve tek bir usta tarafından üretil­
,,
mevkide olabilir gerçeğine dayanır ve böylece olduğu n1en1esi ile işçi, bitıniş üründen koparılnuş ve böylece
yerde kalmaya devan1 eder. Oysa, kendisini bu şekilde daha fazla yabancılaşmıştır. Şiındi bütün denizlerin so­
feda etmekle gerçek yaratıcı doğasına yabancılaşınış bir rumluluğu onda olsa bile, Olimpos'a acele çıkıp inerken
durum içine girınektedir. Bürokratik bir n1akinede dai m i şöyle bir göz atmaktan öte onlarla hiçbir gerçek ten1ası
bir dişli olarak çalıştığı iş -oldukça büyük de olsa- hem oln1adığından Poseidon da bu tarz bir yabancılaşmayla
,
"monoton'öur hem de en azından "daha uygun bir iş' yüzyüzedi r.
için görev değiştirn1e olasılığını çekici kılacak kadar az
,
doyum sağlan1aktadır., Yüksek statü ihtiyacı bir yana, Yabancılaşma ve H iyerarşi
Poseidon'un işini devam ettirmesindeki bir diğer neden
ondaki görev duygusudur, öyle ki o, "görevini pek cid­ Katka�nın Poseidon'unda bir diğer Marksist yaban­
,
diye aldığından" gayretle çalışınaktadır. Ancak Marks ın cılaşma tezahürü "insanın insana yabancılaşn1ası"dır. Bu,
kapitalist sistern içinde işaret ettiği bireyde bir "emredil­ kapitalist toplum yapısında bürokrasinin örgüt yapısı
m işlik" duygusu yaratan bu tür bir çalışına da yabancı­ olan hiyerarşi biçiın iyle ortaya çıkar. Komünist Manifes­
laşınanın işaretlerinden biridir. Ayrıca kapitalist ekonon1 i toöa bireysel yabancılaşnıanı n nedeni , insanların değeri,
koşullarındaki bu yöneltilmişlik hissi en nihayetinde, yü­ kendilerinin dışında tesis etmelerine dayandırılır. Emek­
kümlülük denen bir değere dönüşür. lerinin ürünlerinin dışardan onaylanmasını istenıeye yö­
Bununla birlikte, emeği nin nesnesi olan denizin de nelen çalışanlar, bunun giderilmemesi durumunda üst­
Poseidon üzerinde yabancılaştırıcı bir etkisi vardır. Zira leri ne bağımlı olduklarını hissedecekler ve kendilerine
işini gördüğü denizler, Poseidon'u boyunduruğu altına daha da yabancılaşacaklar. Poseidon'unun resmi pozis­
almıştır. Kapitalist bir topluında işçinin kendisinden dış­ yonundan, hiyerarşide görevinin yüksek olduğu anlaşıl­
sallanan emeğinin "nesnesi': emeğin karşısına "yabancı sa da, ((arada bir ziyaret" etn1ek mecburiyetinde olduğu
bir şey, kendini üretenden bağırnsız bir güç olarak diki­ bürokratik ınakinenin başı Jüpiter'e bağıınlıdır. Nitekim
lir.'' Marks·a göre " [k]apitalisn1 ... kişin in kendi üretimine onu her ziyaretinden ''çokluk çileden çıkınış duruında)'
maruz kaldığı ve onun tarafından belirlendiği, sonuçta dönınesi, ya eıneği karşılığında üstü tarafından kendisine
donuk, otoriter bir biçim alarak kişinin ''varlığı" üzerin- hak ettiği değerin verilmediği ya önerilerinin reddedil-

4. Elbette Poseidon, teknik açıdan bir "tandüır; ancak öyküde onun herhangi bir temelde insan bir memurdan farklı olmadığı açık olarak
ima edilmektedir. Dolayısıyla, Marks'ın insanla ilgili telakkisi eşit bir şekilde hem bu figüre hem de h ikayede geçen diğer göksel bürokratlara
uygulanabilirdir.
diği veyahut da alt statüsünün kendisine hatırlatıldığını temde bir işçinin iş algısının, işin kendisinden bağın1sız
ima etmektedir. Çalışn1alarının yeterince takdir edilme­ ve aracın amaçsallaştınldığı şekildedir ve bu yalnızca
mesi, onun hem üstüne hem de zaten ona antipatik gelen bireyin kendisine değil , ayn ı zamanda güçlüklerin mü­
işine karşı yabancılaşma duygularını arttırnıaktadır. Öte kafatına hemen ulaşanıaması sonucu arzuların ifasında
yandan, o da astları nın işlerine pek değer verir görünmü­ yaşanan ertelen n1enin de yabancılaştırıcı olduğu fikrini
yor. Aksine, bütün hesapları bir kez daha kendisi gözden taşır. Marks'ın da belirttiği gibi kapitalist sistemlerde " [ e]
geçirınektedir. ınek [yetisine] yabancılaşma ve emek gücünün kullanım
değeri olarak varlık kazanması, farklı zamanlarda olur:'
Hiyerarşiyle ilgili önemli hususlardan biri, onun Bu da, Hampsher- Monk'un "münzevi dinin laik paraleli"
rekabetçilikle olan ilişkisidir. Hampsher-Monk'un ifade­ olarak n itelendirdiği gibi şiındiki zan1anda tecelli eden
,,
siyle "çalışanlar arasındaki düşmanca yarışına olan reka­ "kavran1sal kendini inkar': Marks'ın nazarında C(dini ya­
betçilik ve yabancılaşma Marks'ın düşüncesinde birbirine bancılaşma"yı tesis ettiğinden yabancılaştırıcı bir unsur
bağlıdır ve bunun nedeni iş bölümüdür. Nihayet işin bö­ olarak etkindir. Bu faktör, Poseidonöa son derece abartılı
lünmesi "tek tek bireyler . . . ile birbiriyle ilişki içinde bulu­ biçimde nıevcuttur. "dünya kuruldu kurulalı" çalışn1akta
nan tüın bireylerin ortaklaşa çıkarları arasında" kopukluk olan Poseidon, arzu ettiği n1ükatatı, yabancılaşınış oldu­
yaratmaktadır. ğu nesneyle gerçekten bir bağ kurn1a ümidini, en uzak
gelecekte, "dünyanın batacağı gün öe öngörmekte ve böy­
Gerçekten de, Marksist goruş açısından dikkat lece o da, uzak ve kısa bir gelecek düşü tasarlayarak şim­
edildiğinde, kapitalist koşullar içindeki bürokrasilerde, diki zamanda yabancılaşmanın ınağduru konumundadır.
kariyer umutlarını iyileştirsin iyileştirmesin hiyerarşi
içindeki herkes doğal olarak işbirliği yerine rekabetçili­ Sonuç olarak, Poseidon kendini yabancılaşmadan
ği hisseder. Yabancılaşına sonucu rekabet, hen1 Jüpiter kurtarabilseydi "bir bürokrat değil, bir tanrı olurdu." Tıp­
heın de astlarına karşı Poseidon'un davranışlarında izle­ kı Katka'nın da kendisini Brotberufundan özgür kılabil­
nebilmektedi r. Zira, o bunu hak etsin etrnesin, rekabetçi seydi olmak istediği gibi bir yazar olurdu. Halbuki, ikisi­
duygular içindeki Poseidon sırf bürokrasinin tepesinde nin de toplumunun yapısı bu özgürlüğü vermeyip, onları
olduğu için Jüpitere karşı doğal olarak kızgınlık duyar.5 sürekli bir yabancılaşn1aya mahkum etmektedir.
Öte yandan , kendisine yönelik rekabet duygularından
rahatsızlığı sebebiyle Poseidon astlarını kontrol altında Kaynakça
Adler, Jeremy. 200 t . Franz Kafka. Landon: Penguin Books.
tutn1ak isten1ektedir. Akşit, ti han. 20 t O. The Aegean Mythology. (Trans.) Ayşegül Eryılmaz Willi­
ams and Jason Ryan Williams. lstanbul: Republic ofTurkey Ministry of Cul­
ture and Tourism General Di rectorate of Libraries and Publications.
Poseidon'un bürokratik sisteminde görülen kibir ve
Constantine, David. 2002. "Katka's Writing and Our Reading� Contained
dedikodu da bu hususu desteklemektedir. Singer'a göre i n 1l1e Cambridge Companion to Katka. {Ed.) Julian Preece. Cambridge:
Marks'ın düşüncesinde açgözlülük, bencillik ve kıskanç­ Cambridge University Press 9-24.
l ık insanın doğasına içkin değildir. Bununla birlikte, ka­ Dodd, Bil1. 2002. <CThe Case for a Political Reading". Contained in The Camb­
ridge Companion to Katka. ( Ed.) Julian Preece. Cambridge: Cambridge Uni­
pitalist bir sistemde oluşturulan yabancılaştırıcı rekabet versity P ress. l 3 l - t 49.
nedeniyle ufak tefek şeylere kızgınlık durumları, Kaf­ Eagleton, Terry. 200 1 . "Marx� Conlained in The Creat Philosophers. Edited
ka'nın kendi dünyasında çokça n1evcut olan ve model ola­ by Ray Monk and Frederic Raphael. Landon: Orion Books Ltd. 267-306.
Gross, Ruth V. 2002. "Katkas Short Ficlion". Contained in The Canıbridge
rak Poseidon'a uygulanmış bir şeydir. Ayrıca kıskançlığın Companion to Kafka. (Ed.) Julian Preece. Cambridge: Cambridge University
tezahür ettiği dezavantajlılar alt pozisyonların ı giderebi­ Press. 80-94.
Hampsher-Monk, lain. 1 992. A History of Modern Political Thought. Ox­
lecek belirgin herhangi bir yol göremediklerinden, üstle­
ford: Blackwell Publishcrs.
rini zayıflatmak için en etkili silah olarak iftirayı kullanır. Homeros İlahileri, (2008). (Çev.) Ayşen Eti Sina. lstanbul: Arkeoloji ve Sanat
Örneğin herkesin onu üç çatallı asasıyla arabasına kurul­ Yayınları.
nıuş, dalgalar, sular içinde habire yol alırken düşünmesi Kafka, Franz. 20 14. "Poseidon� Bütün Öyküler içinde. (Çev.) K5muran Şipal.
İstanbul: Cem Yayınevi.
Poseidon'un en çok canını sıkan şeydir. Sonuçta rekabetçi Kafka, Franz. 2003. Değişim. (Çev.) Arif Gelen. İstanbul: Sosyal Yayın lar.
bir ortan1da bu tarz bir söylenti, sahtekarca Poseidon\ın Marx, Kari and Engels, Friedrich. 20 1 4. Komünist Manifesto. (Çev.) Celal
itibarını yıpratmayı ve böylelikle dedikoducuların itibar­ Üster - Nur Deriş. İstanbul: Can Yayınları.
Marx, Kari and Engels, Friedrich. 20 1 3. Alman ideolojisi. (Çev.) Tonguç Ok
larını arttırmayı hedefler. - Olcay Geridön mez. İstanbul: Evrensel Basım Yayın.
Marx, Karl. 20 1 0. Kapital. 1 . CHt. (Çev.) Mehmet Selik ve Nail Satlıgan. İs­
tanbul: Yordam Kitap.
Ümitlerin Ertelenmesi Yoluyla Yabancılaşma
Marx. Kari. 20 1 3. 1844 El Yazmaları. (Çev.) Murat Belge. lstanbul: B i rikim
Yayı nları.
Marks'ın yabancılaşına kuran11nda altını çizdiği Singer, Peter. l 992. Marx. Contained in Greal Political 'fh inkers. (Ed.) Keith
önen1li noktalardan biri de, sarfedilen en1eğin karşılı­ Thomas. Oxford: Oxford University Press. 361 -450.
Vergilius. 20 10. Aeneas. (Çev.) İsmet Zeki Eyuboğlu. 1stanbul: Payel Yayı­
ğının ileri bir zamana ertelenmesidir. Kapitalist bir sis- nevi.

5. Kuşkusuz bu da, Poseidon'un klasik algısıyla ilişkilidir. ll han Akşit'in ifade ettiği üzere Poseidon, "kendisine karşı zaman zaman meydan
okusa da gücü karşısında her defasında pes etmek zorunda kaldığı Zeus'a karşı içinde ebedi bir h ı nç duyuyordu."

ıtm: rı;ımımı
..
N u h Tu fanı ve Dünya M it lerindeki Tu faı1 O layları

Olcay Bağır

"Mitler toplumsal rüyalardır, rüyalarsa özel mitlerdir."


Joseph Campbell

Büyük sel ya da yaygın adıyla tutan olayı Yahudilik, şurlar. Nuh, karanın yakın olup olmadığını anlamak için
Hristiyanlık ve İslami yet'te olduğu gibi diğer dinlerde ve bir karga gönderir. Fakat karga gelmez. Daha sonra aynı
kültürlerde de mevcuttur. Neredeyse dünyanın her yerin­ amaçla bir güvercin gönderir. Güvercin ağzında bir zey­
deki ınitolojilerde anlatılan bir tufan olayı vardır. tin dalıyla geri döner. Karanın yakında olduğunu anlayan
Nuh, genl isini yüksek bir dağın zirvesine indirir. Nuh'un
Zeki Tez, Mitolojinin Kültürel Tarihi adlı kitabında gemisinin konduğu dağla ilgili değişik efsaneler vardır.
konuyla ilgili şunları yazar: "Pek çok efsaneye göre top­ En yaygın efsaneye göre gemi AnadoJuaa bir dağa inmiş­
luınlar doğru yolu göremeyecek kadar körleşince, tanrı o tir. Gemi kiınine göre Ağrı ( Ararat) Dağı'na, kimine gö­
kavimlerin helakı için çeşitli felaketler göndererek onla­ reyse Şırnak'taki Cudi Dağı'na inmiştir. Tufandan sonra
rı cezalandırmıştır. Buna göre tanrı, dört temel elen1enti insan soyu Nuh ve ailesinden üreyerek yeryüzünde tekrar
simgeleyecek şekilde, örneğin Nuh'un kavmini su (sel); çoğalırlar. Bu yüzden Nuh'a "Adenıaen sonra insanlığın
Hud'un kavmini hava (kasırga), Salih'in kavınini toprak ikinci babast da denir.
(deprem) ve LCıt'un kavınini ateş (yanardağ lavı) i le ceza­
,,
landırarak helak etmiştir. Bu dinlerin anlatısına göre ırkların ortaya çıkma­
sı da yine aynı olaya bağlanır. Nuh'un ölümünden sonra
Tek tan rılı üç dinin de içinde bulunduğu birçok oğullarından Sam, kendinden üremiş olanlarla birlikte
dine göre tutan, kendilerine karşı günah işleyen insanlar­ Arabistan Yarımadasına gider. Bunlar Hicaz, Yemen, Su­
la birlikte dünyada var olan bütün canlı varlıkları ortadan riye ve Mezopotaınya<.ia üreyip çoğalırlar. Ham ise, Afri­
kaldırınak üzere, tanrının ya da tanrıların göndermeyi ka'ya gider. Ondan üreyenler de bu kıtaya yerleşir. Yafes
kararlaştırdığı , bütün dünyayı istila ettiğine inanılan su ise kendine Asya kıtasını yurt edinir.
felaketidir.
G ı lgamış Destanı'nda Tufan
Nuh Tufanı
Tek tanrılı üç dinin ortaya çıkınasından çok öncele­
Tek tanrılı üç dinin kutsal kaynaklarına göre tanrı, ri de tufan mitleri vardı. Bunlardan en bilineni, yalnızca
Nuh peygambere tufanın yakın olduğunu söyleyerek bir Mezopotan1ya'nın değil tüm dünyanın yazılı en eski anla­
gemi yapmasını bildirir. Nuh da ailesiyle (karısı, oğulları tısı olan Sümerler'in Gılgamış Destanı'nda geçer. Destan­
ve gelinleriyle) birlikte her hayvanın erkeği ve dişisini de da da bir tufan anlatısı vardır ve destanda Nuh'un karşılığı
alarak yaptığı dev gemiye biner. Aylarca dalgalarla boğu- Utnapiştimöir. Tez'in verdiği bilgiye göre günümüzdeki
nıevcut tufan n1etni , Ninovaöa keşfedilen Asurbaniparin üzerine gem i inşa ediliyor. Bir başka ortak motif de dağ
( İÖ 669-626) kil tablet kütüphanesinde yer alan 1 2 tablet­ motifidir. Burada da gemi bir dağa iniyor.
te yazılı olan destanın 1 l . tabletinde bulunmaktadır.
H int Mitolojisinde Tufan
Bu öykü kabaca şöyledir: Gılganuş tanrısal özellik­
leri olan (yarı tanrı diyebiliriz) çok güçlü bir savaşçı ve Hint ınitolojisinde de tufan olayını görmek müm­
aynı zan1 anda Uruk kralıdı r. Dostu Enkidu ölünce Gıl­ kün. Bu mitte, H indistan'ın en büyük ve popüler tanrıla­
gamış ölüınsüzlük arayışına geçer. Arayışları sırasında rından, koruyucu tanrı Vişnu'yu görürüz. Vişnu değişik
dünyada sadece iki ölüınsüz insan kaldığını öğrenir, tu­ zanıanlarda, on kez değişik formlarda yeryüzüne gelip
tandan sağ kurtulan Utnapiştim ve karısı. Gılgamış uzun dünyayı kötülüğe ve tehlikeye karşı korur. Bu on değişik
ve meşakkatli bir yolculuktan sonra Utnapiştinıe ulaşır formundan birinde büyük bir balığın, Matsya'nın şekli­
ve ona ölümsüzlüğe nasıl ulaştığını sorar. Utnapiştim de ni alınış ve ilk insan Manu'yu tufana karşı uyarmıştır. Bu
Gılgamış·a hikayesini anlatır. İ lahlar Fırat üzerine kuru­ uyarıdan sonra Manu hayatta kalmak için bir gemi inşa
lu Şurippak'a bir tutan göndernıeye karar verirler. Tanrı etti. Bu kez kaplunıbağa Kurma olarak Vişnu, onu sırtın­
Ea, Utnapiştime haber verir ve bir genıi yapnıasını söyler. da Mondara Dağı 'na taşıdı.
Utnapiştim gemiye ailesini, hizmetçilerini, işçilerini ve
hayvanlarını alır. Belirlenen günün akşamı korkunç bir Görüldüğü gibi diğer tufan anlatılarında olduğu
fı rtına patlar, bütün ülke sular altında kalır. Yedinci gün gibi burada da sel ve gemi dışında ortak bir motifler var.
fırtına azalır. Gemi sonunda Nissir Dağı'nda durur. Yedi Tanrı Vişnu'nun Manu'yu uyarması ve Manu'nun gemiyle
gün sonra bir güvercin ve bir kırlangıç gönderir. Her iki­ birlikte bir dağa inmesi.
si de geri dönerler. Ardından karga gönderir; fakat karga
dönmez. Karaya çıkarlar. Utnapiştim gemidekileri dört Çin Mitoloj isinde Tufan
bir yana gönderir ve bir kurban sunar. Tanrı Ea ona ve
karısına ölünısüzlük bahşeder. Çin mitlerinin birinde de dünya sular altında ka­
lır: Çok uzun zaman önce, Cennet İnıparatoru günah­
Gılgamış Destanı'ndaki tufan anlatısını tek tanrı­ larından dolayı insanlara öfkelendi. Bu yüzden o nlara
lı dinlerdeki Nuh anlatısıyla karşılaştırdığımızda sadece korkunç bir tufan gönderdi. Nehirler taştı evler yıkıldı
dünyanın sular altında kaln1ası ve bir kişinin ailesiyle ve insanların çoğu boğuldu. Cennet İ n1paratoru'nun to­
gemi yapıp bundan kurtulnıası olayı ortak değil. Her iki runu Gun insanlara acıdı ve nehir kenarlarını onarmak
anlatıda da tan rının uyarısı söz konusu. Bu tanrı Nuh'ta için yeryüzüne indi. Suyu emmesi için cennetten toprak
tek tanrıyken, Utnapiştim'i uyaran Mezopotamya'nı n çok aldı. Ancak toprakla ne yapacağını büyükbabasına söy­
sayıda tanrısından sadece biridir. İyi bir tanrı söz konu­ lememişti. Cennet İ ınparatoru bunu fark ettiğinde ona
sudur burada. Bir başka ortak nokta her iki anlatıda da çok kızdı ve onu öldürttü. Gun, yeni bir bedende tekrar
geminin bir dağa oturmasıdır. Gemiden kuş göndermek var oldu. Ölü bedeninin içinden ejder Yu olarak çıktı. Yu,
de bu anlatılardaki ortak n1otitlerden biridir. tufanın verdiği hasarı görünce cennete uçtu ve impara­
tordan insanlara ınerhamet etmesini istedi. İ nıparator
Yunan �litolojisinde Tufan sakin leşti ve Yu'nun hasarı onarmasına izin verdi. Yu çok
sıkı çalıştı, yeni tepeler ve dağlar oluşturdu. Suyu götüre­
Bir başka büyük sel anlatısı da Antik Yunan mitolo­ cek yeni kanallar yaptı. 30 yıl sonra seller bitti ve gezegen
jisinde vardır: Zeus ilk insanların kibrini cezalandırmak bir kez daha güvenli bir yer oldu.
için dünyaya büyük bir sel gönderir. Titan Prometheus,
ölümlü oğlu Deukalion'u yaklaşan felaket konusunda Bu Çin mitoloj isinde de cezalandırmanın nedeni
uyarır. Deukalion bir gem i inşa eder ve karısı Pyrrha'yı insanların "günahkarlığı': Tıpkı Nuh'ta ve Yunan miti
da yanına alır ve gemi Parnassos Dağı'na oturana kadar olan Deukalionöa olduğu gibi. Burada insanları tufana
dokuz gün ve gece sularla boğuşurlar. Sular durulduğun­ karşı bir uyaran yok. Ancak Yu, Cennet İ ınparatoru ve
da Deukalion, Zeus'a bir kurban verir ve Zeus da ona bir insanlar arasında bir köprü görevi görerek bir bakıma
dilek dilenıesini söyleyince, Deukalion daha fazla insanın peygarnber misyonu üstlenir. Ayrıca Cennet İ mparatoru
var olınasını diler. Zeus'un enıirleri doğrultusunda Deu­ her ne kadar insanları günahlarından ötürü cezalandırsa
kalion ve Pyrrha taşlar fırlatır. Deukalion\ın fırlattığı taş­ da Yu'nun yalvarnıası üzerine merhamet gösterir. Yani bir
lar erkek, Pyrrha'nın fırlattıkları kadın olur. yanıyla korkunç güçlü ve acınıasızdır bir yanıyla da seve­
cen ve babacandır. Tıpkı Nuh'u uyarıp, onu ve ailesini ve
Bu anlatıda da tıpkı Nuh'un hikayesindeki gibi, elbette hayvanları koruyan tanrı gibi.
insanlık, tufandan kurtulanlar sayesinde var olabiliyor.
Yani insanlığın ortak atası tufandan kurtulanlar. Nuh'ta
ve Gılgamış'ta olduğu gibi burada da bir uyarıcı var, uyarı


Diğer �Iitolojilerde Tufan rültüsünü, şimşeği açıklayamayan ve korkan insan gökte
bir tanrı hayal etmiş ve o tanrının kızdığı için yeryüzüne
Bir tufan söylencesi de Avrupaöan . Doğu Slovenya yıldırım gönderdiğini tezahür etn1iştir. Ya da kıtlık, ku­
ve çevresinde yaygın bir nlittir bu. Büyük tanrının dam­ raklık zamanlarında yağmur tanrısının insanlara küstü­
layan terinden yaratılmış ilk insanlar tembellikleri yü­ ğünü, bu yüzden toprakları sulamadığını söyleınişlerdir.
zünden cezalandırılırlar. Bu hikaye de şöyledir: i lk insan­
lar hiç emek sarf etmeden her şeyin yetiştiği bir vadide Tanrılara kurban sunnıanın temelinde de tam ola­
cennete özgü rahatlığın tadını çıkarıyorlardı. Bu vadi bir rak bu yatar zaten. Kızmış olan tanrıları sakinleştirip af
yumurtadan akan ve yüksek dağlarla çevrili yedi nehirle dilenıek ya da küsen tanrılarla barışmak isteği, insanlara
sulanıyordu. İ nsanlar çok teınbelleşmişti. Her şeye karşı tanrılar için hediye sunma kültünü geliştirtmiştir.
kayıtsızdılar. Ağaçlarda yetişen ekıneği uzanıp koparma­
ya bile üşeniyorlardı. Bu yüzden ağaçları ateşe verdiler. Benzer bir şekilde büyük doğa olaylarını, büyük
Böylelikle uzanınaları gerekıneyecek, ekmekler ellerine afetleri de insanlar tanrılarla açıklam aya çalışm ışlardır.
düşecekti. İnsanlar yumurtayı kırmaya karar verdi. Böy­ Büyük depreınler, yanardağ patlamaları, büyük seller gibi
lece istedikleri kadar suyu alacaklardı. Yumurta gök gü­ büyük afetler ve yıkımlar insanlara "tanrıları ya da tanrıyı
rültüsüne benzer bir sesle çatladı ve sular içinden aktı, kızdırdık" diye düşündürmüş ve yıkımın sorumlusunu
vadiyi doldurdu. Devasa bir gölden başka bir şey kalma­ günahkar (tanrıların istenıediği şeyler yapan, onları kız­
dı. Tepedeki en yüksek dağı koruyan gözcü Kranyatz ha­ dıran) insanlar olarak seçmişlerdir.
riç türn insanlar öldü. Asma Tan rısı Kurent aşağı doğru
eğildi ve asınadan asasını Kranyatz'ın tutınası için uzattı. Tutan söylencelerinde de tam olarak bu vardır. Bel­
Kranyatz sular geri çekilinceye kadar asınan ı n filizlerine li ki fi tarihinde insanlığın başına büyük bir sel felaketi
dokuz yıl boyunca tutundu. Bu süre boyunca asınanın geln1iş, bundan da yüksek yerlere, dağlara sığınan çok
üzümleriyle beslendi. az insan kurtulmuş. İnsanlar bu yaşadıklarını kuşaktan
kuşağa, dilden dile anlatırken olaylar ınasalsı öğelerle be­
Bu nlitte de dağ motifi hemen göze çarpar. Cezalan­ zenmiş ve yayıldığı her coğrafyada, her kültür kendinden
dırılmanın nedeni de yine insanların hatalarıdır. Tem bel­ bir şeyler ekleyerek bu günlere getirıniştir. Bu anlatı, için ­
lik eden insanlar tanrılar tarafından cezalandırılır. Ancak de anlatıldığı kültürlerin b i r parçası olmuş v e insanlığın
her ne kadar bu anlatıda uyarıcı bir tanrı olrnasa da koru­ belleğine yerleşmiştir. Öyle ki, tek tanrılı dinlerin kutsal
yucu bir tanrı da vardır. kitaplarına kadar girnıiş, mekan ve kahramanlar değişse
de anlatılan hikaye hep aynı olmuştur. Unutulmasın ki
Meksika'nın orta kesinılerinde yaşayan Huichol nıitler tüın dinlerin önemli bir kaynağıdır.
halkının da bir tufan söylencesi vardır: Tufan felaketinin
ardından sadece bir erkek insan ile onun dişi köpeği ha­ Sonuc )

yatta kalır. Erkek gizli gizli köpeğini gözlerken onun ka­


dın formuna girebildiğini görür. Köpek kılığını ateşe atıp Kısacası tufan olayı, tüın mitlerde olduğu gibi güçlü
yakar ve kadın formu özel bir suda banyo ettirilene kadar bir iletkenlik özelliğine sahip bir anlatıdır. Bu anlatı, göç
inler. Bunun ardından gerçek bir kadın olur. Evlenirler ve ettiği tüm coğrafyalarda asimile olarak yerel ihtiyaçla­
bugünkü insanlığın ataları olurlar. Bu anlatıdaki cinsiyet­ rı karşılamak üzere dönüşmüştür. Aslında mitlerin tüm
çilik kokan kısınıları görnıezden gelerek bir değerlendir­ dünya için ortak bir haznede biriktiğini, büyük çoğun­
me yapmak gerekirse; tufanın ortaya çıkışından çok, üre­ luğunu birbirinin yerel versiyonları olduğunu söylenıek
yip insanlığın ortak atası olma nıotifi üzerinde durulur. ınümkündür.
Tıpkı Nuh ve Deukalion anlatılarında olduğu gibi.
Joseph Canıpbell, Doğu M itolojisi kitabında, doğu
Avustralyaöa da bir tuta n nıiti vardır. Ancak bura­ ve batının mitos ve ritüellerindeki yüksek benzerliğe
daki anlatılarda diğer örneklerdeki gibi felaketi yaşayan ­ şaşmamak gerektiğini söyler. Can1pbell'a göre, eski uy­
lar insanlar değil hayvanlardır. Avustralyaaaki yaygın garlıklar ne denli özgün görünürse görünsünler, son çö­
tufan anlatılarında, bütün suları yutan dev bir kurbağa züınlemede aynı ortak kökenden yayıldıkları söylenebil­
yer alır. Susuzluktan kırılan hayvanlar, kurbağayı güldür­ ınektedir.
ıneye karar verirler. Kahkaha atan kurbağanın ağzından
boşalan sular tufana yol açar. Kaynaklar:
- P. Wilkinson & N.Philip, Mitoloji, Çev.: Meltem Uzun, l nkılap
Yayın ları, 201 O.
Ortak Hikaye - Zeki Tez, Mitolojinin Kültürel Tarihi, Doruk Yayımcılık, 2008.
- )oseph Campbell. Doğu Mitolojisi, Çev.: K. Em iroğlu, İ mge
İlk çağlarda i nsanlar açıklayamadıkları olayları hep Kitabevi, 1993.
insanüstü, doğaüstü referanslarla açıklanuşlardı. Gök gü-
�����_
E_ti_
k_e_
ts_
iz
� Y_
aş �v_
�a_m e_F
_e_
l_
s e_
t_
e�����-
can Murat Den1ir

Yeryüzüne doğan her varlığın sırtında, hayatın bera­ Felsefi literatürde -bilhassa Schopenhauer'da- "Yaşarn
berinde getirdiği ve ona yüklediği birtakım yükler vardır. Bilgeliğr' başlığı altında üstünlüğü, yaratıcılığı ve soy­
,
Biz bunların bazılarına "görev", bazısına "ünvan': kimisi­ luluğu niteleyen «ınülk 'lerden "Etiket" kavramını ayrı
ne de ((sosyal statü" dedik. Aslında kendinlizi kandırdık. tutn1alıyız. Çünkü bu ayrım konu hakkında ölümcül bir
Ne yazık ki tüm hayatın11zı bu amaçlarla devam ettirn1e nüansa da işaret etmektedir. K ısaca yukarıda Etiket diye
yolunu seçtik. tanımlananlar sıradan hayatın gereklerini yansıtarak,
gündelik hazları işaret etmektedirler. Bu sebeple Etiketle­
Peki, bu amaç, görev, ünvan ya da sorumluluklarımı­ ri birer köleleştirici makine gibi değerlendinneli, telsefi� ­
zın yani genel adıyla "Etiket"lerin psikolojik alt yapısında nin yegane amacı olan "erdemli ve yaratıcı insanın üretiın
nelerin çalıştığını ya da bu Etiketlerin sosyolojik-felsefi alanı' ndan ayrı tutmalıyız.
kodekslerini hiç düşündünüz mü? İşte bu yazı, bu soru­
,
nun cevapları üzerinde durarak, "Etiket , lerin, yani diğer Artı bir not düşmek gerekirse, kavramlar dizini ve
bir tabirle "yaşam yüklerf'ni n gerçekl ik (felsefı-psikolojik ayrışmaları telsefenin konusu olagelm iştir. Felsefe aslında
ve sosyolojik) boyutunu i rdeleyecektir. bir yerde bu aınaca da hizmet eder. Etiket, vazife, sorum­
luluk, erdem, bilgelik, görev vs. kavran1ların hepsi düşün­
Öncelikle "Etikef in tanıınıyla başlayalım: me sürecinin bir yan ürünüdür ve felsefe, n1isyonu gereği,
bu kavramları yeniden tanımlama ve hayat üzerine tekrar
Etiket, insan hayatı üzerinde egemenlik kuran, onu tekrar düşünme kaygısını taşımaktadır. Bu önemli dip­
kısıtlayan, modern dünyanın bir nimetiymiş gibi servis notu hatırlattıktan sonra konumuza geri dönerek "Etiket"
edilen, bir çırpıda insanı köleleştiren her türlü toplumsal, aşılayan belli başlı bazı kurunı ve sivil oluşumları sayalım;
ekonomik, siyasi rol ya da vazifeye verilen genel bir addır.
Tanın1dan da anlaşılacağı üzere her bir Etiket aslında al­ 1 . Televizyon
ternatif bir hayatı sin1gelemekte ve insan varlığı üzerine 2 . Siyasi parti
gereksiz bir yük bindi rmektedir. 3. Medya
4. Sivil topluın
Buradan yola çıkarak ((Etiket': içeriği itibariyle her 5. İdeoloji
,,
ne kadar bir sorumluluğu ve ((vazife çağrışunı yapsa da 6. Aile
Schopenhauer'ın "mülk"ler diye tabir ettiği erdemlerden 7. I rk
ayrılır. Çünkü filozofa göre bu ınülkler insanı sıradanlık­ 8. Din
tan kurtarmakta ve onun yaratıcı, sanatkar ruhunu ifade 9. Dil
etrnektedir. (Konu hakkında filozof bazı bölümlerde Şö­ 1 0. Devlet
valye Ruhundan da bahsetınektedir. Bknz. Yaşam Bilgeli­ 1 1 . Para
ği Üzerine Atorizmalar) Bu eser incelendiğinde yukarıda 1 2 . Kariyer
bahsi geçen Etiket-mülk ayrımı daha iyi idrak edilecektir. 1 3. Toplum


1 4. Değer yargıları (Ahlak) larla araçların yer değiştirnıesi olayıdı r ve hayatın tepe­
1 5. Teknoloj i taklak edilmesini tanımlamaktadır. Kısaca değer verilen­
l 6. Kapitalizm ve tüketim lerin aslında değersiz olduğunun idrak edilmeınesidir.
Kısaca bu ruh hali değersiz olana tapma eğilimi ndedir.
Felsefe ve Etiket İlişkisi
Tasavvufun Konuya Bakı ş ı
,,
Aslında bu başlığı ((felsefe nedir sorusunun cevabı
içinde çözümlemek de müınkün. Kısaca ('felsefe"yi "ha­ Etiketlerle yaşayan, kısaca madde evrenine tıkılıp kal­
,,
kikat sevgisi ve "özgürlük" kavramından referans ala­ ınış insan fenonıenini tasavvuf kültürü de kendisine göre
rak tanımlarsak, felsefe yapma olayı, Etiketsiz (zincirsiz) yorumlamış ve bahsi geçen konuyu «Nefsaniyet" kavra­
özgür bir yaşam ın, saf bilgi ve hakikatin peşinde olmayı mıyla ilişkilendirmiştir. Buna göre madde alemine dalan
gerektirir. Bu gereklilik aynı zamanda bilgeliğin de haber­ insan varlığı, evrendeki işleyişi (düalite) ve asıl varoluşun
cisi olmakla birlikte, felsefenin insan hayatındaki vizyo­ gereklerini gören1en1ektedir. Bu da insan ı n özüne aykırı
nunu da serimlemektedir. Buradan filozofu da ('Etiket''siz bir durumdur. Bu açıdan bakıldığında tasavvuf kültürü,
bir yaşamın peşinde olan bir peygambere benzetebiliriz. hayatı, tamamen maddeden soyutlamaınakla birlikte,
Görüldüğü gibi telsefe yapmanın kutsallığı da bu noktada Tanrıya ulaşma arzusunu vurgulayarak insan varlığının
başlamaktadır. asıl amacının hakikate ulaşn1ak olduğunu dile getirilmiş­
tir. Konuyla ilgili birçok alim, bahsedilen hakikate ancak
Evet, felsefe bu aınaçla vardır. Felsefe "Etikefsiz bir ve ancak tekamül ile ulaşılacağını, bu yoğurulma sürecin­
insan yaşan1ını öngörür. Bu anlamda forn1el bilimler gibi de de maddenin (yani etiket uzantılarının) ancak bir araç
sizi belirlenmiş bir kalıba ve sabit doğrulara hapsetmeyi olabileceğini dile getirmiştir.
istemez. Bu onun doğasına aykırıdır. Felsefe bir özgürleş­
me yoludur ve alternatif bir yaşamı (kurtuluşu) müjdeler. Konuya tasavvufun bakışını da özetledikten sonra
İnsan faktörünü araç değil de amaç olarak görınesi bu birkaç cümle ile konuyu özetleyelinı;
yüzdendir. Sonuç olarak felsefe, yukarıda zikrettiğimiz
,,
((Etiket kavramını (din, cinsiyet, para, topluın, siyaset, Etiketlerle yaşayan insan;
aile, devlet vs.) konu edinerek insanı özgürleşti rme mü­ 1 . Biçimsel ve içi boş bir haz dünyasında debelenir.
cadelesini sinıgeler. Diğer bir deyişle felsefe, insan üze­ 2. Madde ile yetinmeyip zaınanla kendisine tapınına­
rine biçilmiş bu "Etiket"leri yeniden tanımlama yoluna ya başlar.
giderek, onları sarsmaya ve bunu yaparken de insanın ne­ 3. Ruhsal olgunl uktan yoksundur.
liğine vurgu yapmayı amaçlar. Bu çabasının yegane amacı 4. Teınbelliği ve tüketmeyi sever.
ise hasret duyduğu "biricik insan�dır.
Buradan şu erken sonucu çıkarmak mümkün, "Eti­
,,
Etiketlerin İnsan Hayatına Verdiği Zarar ketler maddenin eınridir. Bu sebeple ınadde dünyasına
nıüptela olan insan, yozlaşnıış bir et yığınından başka
Özgürlükten Yoksun B ı rakma. Hayat zaten başlı ba­ bir şey değildir. Sanal bir dünyanın içinde kendine yer
şına bir yükken, insan bütün bunlar yetmiyormuş gibi edinn1eye çalışan bu insanlar gitgide yalnızlığa sürük­
,
kendisini daha da köleleştiren para, ınakam, şan, şöhret lenınektedir. Aslına bakıldığında her "Etikef bir role
gibi zırvalıklara saplanır ve hayatını bu yönde idame et­ karşılık gelmektedi r. Ancak adı üzerinde, bu sadece bir
tirmeyi seçer. Seçinıler bazı sonuçları ve bu sonuçlar da roldür. Roller ise gelip geçici, biçimsel konumlandırına­
insanın kaderini belirler. lardır. Konuınlar ise illüzyondan başka bir şey değildir.
İşte yan ılgının asıl kaynağı buradadır. Bu yanılgıyı ancak
Özsaygıyı ve Anlamını Yitirme. Etiketlere sığınan ve telsete, sanat gibi alanlarda beslenerek yani ruhsal farkın­
onların gereklerini bir varoluş göstergesi belleyen insan dalık yaratarak aşabiliriz. İşte bu sayede insanı gereksiz
artık nesneleşmiş ve kendi farkına varamasa da benliğini tüın yüklerinden ve sorumluluklarından kurtarıp, ruhu
ve özsaygısını aşındırmı ştır. Bu aşamadan sonra kendini özgür kılabiliriz.
unutma safhası gerçekleşir. Yazıyı sonlandırırken son olarak şunu söylemeliyim;

Yabancılaş ına. Amaçların yer değiştirdiği ve haki­ Özgür bir ruh, doğayla çatışnıayan, sıradışı ve yaratıcı
katlerin örtüldüğü bir hayat ister istemez sizi kendisine bir varoluş barındırır ve tüm gereksiz yüklerinden arına­
yabancılaştırır. O artık kendiliği n i bırakıp nesnenin ve rak hayatını bu yönde idaıne ettirmeyi amaçlar.
görünen dünyanın aldatıcılığına kapılınıştır. Bu yabancı­
laşmanı n sonu her zaman hüsrandır.

Sapkınlık. Amaçların yolundan sapması yani insanın


hem toplumsal planda hem de kişisel dünyasında amaç-
�������� __
D in ve_� l a_
A h_ k������-­
Prof. Dr. Örsan Öyn1en'le Söyleşi

Bu röportaj Felsefeci- Yazar Prof Dr. Örsan K. Öymen ile Şubat 201 4 'te Assos'ta Çağan Çelik
tarajindan gerçekleştirilmiş, You Tubelia "Rasyonel Videolar'' kanalında yayınlanmıştır. Dipnotlar
Prof Dr. Örsan K. Öymen tara.findan bu metin için eklenmiştir.

Soru: Sizce Tanrı inancı olmayanlar da ahlaklı olabilir Aristoteles, Epikuros, Stoacılar, Kuşkucular. 1 Bunların
mi? (Dini) inançlılık ya da inançsızlığın ahlak ile bir ilgisi h içbirisi...Musevi değildi, Müslüman değildi, Hristiyan
var mıdır? değildi. Dolayısıyla bu bile zaten başlı başına dinden, tek­
tanrıcı dinlerden bağımsız bir ahlak anlayışının, bir ada­
Prof. Dr. Örsan K. Öymen: Elbette olabilir. Ateistler let anlayışının var olduğunu gösteriyor.
ahlaklı da olabilir, ahlaksız da olabilir. Ayn ı şekilde din­
dar bir insan, ahlaklı da olabilir, ahlaksız da olabilir. Yani Daha da eskiye gider tabii ki bu. Mezopotamya'ya,
ahlak ile dindar olmak veya olman1ak arasında zorunlu Mısır�a kadar gider.2 Anıa Antik Yunan bunun çok tipik
bir bağlantı yok. Burada önemli olan şudur: A hlak dinin bir örneğidir. Adalet, cesaret, dostluk .. .iyilik, ahlaklı ol­
tekelinde olan bir şey değildir. ınak nedir? (Bunlar) Platon·un temel kaygısı. Yüzlerce
sayfa kitap yazmış. Devlet adlı eseri(nde) sorduğu sorular
Yani dindar olduğunu söyleyen i nsanların tamamı ol­ (şöyle): İyilik nedir? Ahlaklı olmak nedir? Ahlak nedir?
masa da, önenıli bir çoğunluğu, ahlakı kendi tekellerinde Güzellik nedir? Adalet nedir? Bunları sormuş Sokrates.
zannediyorlar. Oysa tarihe baktığımız zaman, bu bir kere Daha sonra Platon bize bunları aktarıyor. Dolayısıyla
tarihsel olgulara aykırı. Ahlak dinlerle birlikte ortaya çık­ zaten Sokrates, Platon, Aristoteles, Epikuros, bunların
rnış olan bir şey değildir. (Ahlak) tektanrıcı dinlerle orta­ hepsi zaten başlı başına bir kanıt. .. Neye kanıt? ... A hlakın
ya çıkmış olan bir şey değildir... tektanrıcılığın tekelinde olmadığının kanıtı.

Örneğin A ntik Yunan�a baktığın11z zaınan, çoktanrı­ Daha sonra ne oluyor? Musevilik, bu azınlık dini, tek­
cı bir ortam (var). Tektanrıcılık, H ristiyanlık henüz yok, tanrıcı. Yani (burada) tek Tanrı vardır. Her şeyin nedeni
İslaın henüz yok, İslarniyet henüz yok. Musevilik var, fa­ olan, kendisinin nedeni olnıayan; maddeden oluşmayan,
kat Musevilik küçük bir azınlık dini Ortadoğuöa; Antik maddenin sebebi olan Tanrı. Bu kavram Musevilik ile
Yunan kültüründe egemen değil, çok küçük bir azınlık. birlikte, m ilattan önce 800 ile 1 500 yılları arasında ortaya
Fakat Antik Yunanöa ahlak üzerine, iyilik üzerine, adalet çıktığı zannedilen, tahmin edilen bir görüş. Aına dediğim
üzerine yüzlerce sayfa nıetinler yazmış filozoflar. Platon, gibi Antik Yunan kültüründe egemen değil.3 Daha sonra,

ı . Bu filozoflar M.0. 4. ve 5. Yüzyılda, yaklaşık 2300-2400 yıl önce yaşamışlardı.


2. Ahlak'ın tarihçesi sadece yazılı metinler üzerinden Mezopotamya ve M ısır a kadar gider. Yazın ın icadından önceki dönemlerde de bir Ahlak
anlayışının olduğu bilim insanları tarafından ortaya konmaktadır. Bu hem yerleşik düzene ve tarımsal üretime ilk geçilen dönemleri, hem de
daha önceki avcı-toplayıcı insan dönemini kapsar. Bu bağlamda Ahlak'ın m ilyonlarca yıllık bir tarihi vardır. Musevilik yaklaşık 2800-3500 yıl
önce, Hristiyanlık yaklaşık 2000 yıl önce. İslam yaklaşık 1400 yıl önce ortaya çıkmıştır.


Hristiyanlıkla birlikte, bu görüş, tektanrıcı görüş yaygın­ Zaten bu... Ortaçağöa ... oluşınuş bir anlayış ve hala
laşıyor ve (bu görüşe göre) ahlakın ne olduğunu, neyin da etkileri devam ediyor. Özellikle Türkiye gibi ülkelerde.
iyi, neyin kötü olduğunu, neyi seçmem iz gerektiğini, ne­ Yan i Avrupa Birliği'ne baktığımız zanıan böyle bir şey za­
lerden kaçınman11z gerektiğini, Tanrı bize söylüyor. Ne ten yok. Nüfusun neredeyse yarısı zaten kendisi n i dindar
vasıtayla? ((Vahiy" yoluyla peygamber olduğu söylenen saymıyor.6 Dolayısıyla orada bunlar ö nemli bir ölçüde
kişilere. Yani ( bu görüşe göre) Musa'ya, İsa'ya, Muham­ aşılmış. Fakat bizde hala dindar olmakla ahlaklı olmak
mede bunlar aktarılıyor. Daha sonra onlar başkalarına sanki özdeşmiş, aralarında zorunlu bir bağlantı varnıış
aktarıyor. Maluın ... i ncil'i, Tevrafı, Kur'an'ı onlar yazını­ gibi algılan ıyor. Oysa böyle bir zorunlu bağlantı yok.7
yor. Onların (o sözleri) söylediği söyleniyor, daha sonra
birileri kaleme alıyor, bir ınetin ortaya koyuyorlar ve di­ Sadece Antik Yunan'a bakmaya gerek yok. .. Hristi­
,
yorlar ki, "Tanrı vardır, tekti r, işte, İsa, Musa, Muhammed yanlık ın ve İslamiyet'in doğuşundan sonraki döneme,
peygaınberdir, o da bize şunları aktarnııştır': filozoflara bakıyoruz, mesela David Hume. 1 8. yüzyıl.
Agnostik, kimine göre hatta ateist. Ama ahlak üzerine
Tabii din kitaplarında birçok konu (var). Evrenin na­ yazdığı, söylediği bir ton şey var ve gerçekten de ahlak­
sıl yaratıldığıyla ilgili şeyler var, tarihsel konularla ilgil i lı bir insan olarak yaşaınış. Adalet için mücadele etıniş
yazılanlar var, etendiın, mucizelerle ilgili yazılanlar var.4 birisi.
Fakat bir de ahlakla ilgili yazılanlar var. İşte orada deni­
yor ki, Tan rı neyin iyi, neyin kötü olduğunu bize söyle­ Veya Kari Marx, ( 1 9. yüzyıl) .... sosyalizm için müca­
n1iştir. Son1ut olarak hatta ayrıntılandırılır bu. dele etmiş, adalet için, eşitlik için, özgürlük için mücadele
etmiş, söınürüye karşı çıkınış. Veya Castro, Che Guevara,
Yani bu daha sonra. Hristiyanlıkla birlikte ... (H risti­ yani sosyalist ekolden birçok insan. Lenin. B ütün bun­
yanlığın) yaygınlaşınasıyla birlikte. Roma tektanrıcı de­ lar adalet için mücadele etmiş insanlar. Söınürüye karşı,
ğil başlangıçta. Sonradan, 4. yüzyılda tektanrıcılığa geçiş en1peryalizıne karşı, sermayeni n sönıürü düzenine karşı
gerçekleşiyor. O da dünyanın belli başlı bölgelerinde. ınücadele etmişler ve aynı zamanda zaten bu mücadele­
Yani bütün dünya tektanrıcı diye bir şey yok. Hiçbir za­ den dolayı ahlaklı insanlar olarak bakıyoruz onlara, be­
man öyle olnıamış. Bugün bile böyle değil.5 lirli bir ahlak paradigmasına göre. A n1a bunların hepsi
,,
ateist, biliyoruz. Hatta... "din halkın afyonudur diyor
Dolayısıyla Roma'nın da artık Hristiyanlığı legalize Marx .... ''onun vadettiği mutluluk, hayali bir mutluluk­
etınesi, yasallaştırınası ve yasadışı olnıaktan çıkartına­ tur" diyor. Dolayısıyla din ile ahlak arasında zorunlu bir
sıyla birlikte artık, özellikle Ortadoğu ve Avrupa coğraf­ bağlantı olrnadığını sosyalizın de kanıtlıyor zaten, Marx
yasında, Akdeniz coğrafyasında, tektanrıcılığa geçiş ile da bunu gösteriyor.
birlikte ve daha sonra 7. yüzyılda İslamiyet'in de yaygın­
laşn1asıyla, böyle bir safsata diyelinı, ( böyle) bir anlayış Dolayısıyla, ınesela bizde, Türkiye'de, "Din ve Ahlak
,,
ortaya çıkıyor. Nedir o safsata anlayış? Ahlaklı olmakla Bilgisi diye bir ders var. Bu tanı bir saçmalık. Bu söy­
dindar olmayı özdeş kılan bir anlayış. Sanki ahlaklı ol­ ledikleriınden de ( bu) çıkıyor zaten: Ahlak ayrı bir ko­
mak için dindar olmak gerekiyormuş gibi, taınanuyla nudur, din ayrı bir konudur. Hatta bir de Ahlak Felsefesi
saçma, tarihsel olgulara aykırı bir anlayış. vardır, biz ona Etik diyoruz, o da ayrı bir konudur. O,
ahlak üzerine geliştirilmiş felsefi kuramlardır. Dolayısıyla

3. Sokrates herhangi bir melin ka]eme al mamışt ır. Antik Yunan dönemi erken Stoacı filozofların metinleri günümüze ulaşmamıştır. Platon, Aris­
tote]es ve Epikuros'un günümüze ulaşan metinlerinde de, MuseviJik dininin adı ve o dinin peygamberi olduğu söylenen Musa'nın adı geçmemek­
tedir.
4. David Hume, 1 8. yüzyılda, "Doğa] D i n Üzerine Söyleşiler" ve "insanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Soruşturma" başlıklı eserlerinde, Orta
Çağüa ortaya atılan Kozmolojik ve Teleolojik argümanları eleştiriyor ve onlara karşı eleştirel akıl yürütmeler geliştiriyor. Hume, Tanrı'nın varlığı,
Tan n'n ın öznitelikleri ve sıfatları, ruhun ölümsüzlüğü ve mucizeler gibi konuların bilgi kapsamının dışında olduğunu, bu iddiaların insan zihni
tarafından bilinemeyeceğini ortaya koyuyor. Dolayısıyla, Ontoloji ve Epistemoloji açısından bakıldığında da tartışmalı olan Ta nrıcı bir tezden,
A hlaka yönelik çıkarımların yapılması, sağlam bir gerekçeye dayanmamaktadır. (David Hume konusunda daha ayrıntılı bilgi, Say Yayınları ndan
çıkan "Hu me" adlı kitabımdan da edinilebilir).
5.Bugün dünyada Hıristiyanlar %29 ile en büyük grup, Müslümanlar %24 ile ikinci büyük grup, dinsizler (ateistler, agnostikler, dinsiz deistler)
ise % 16 ile üçüncü büyük grup. Bugün dünyada l milyardan fazla dinsiz insan var. Geriye kalan %30 ise büyük ölçüde Hinduisller, Budistler,
Taocular ve Şintoistler arasında bölünmüş durumda. Museviler ise yok denecek kadar az: %0.2. (Yüzdeler konusunda farklı araştırma kurumları
farklı sayılar ortaya koysalar da, sıralama genelde değişmiyor).
6.Avrupa Birliği nin en önemli kamuoyu araştırma kurumlarından birisi olan "Eurobarometer"in 2005 yıhnda gerçekleştirdiği bir araştırmaya
göre, lsveç'i n %77'si, Dani marka'nın %69'u, Norveç'in %68'i, Fransa ve Hollanda'nın %66'sı, Britanya'nı n %62'si, Finlandiya'nın % 59'u, Belçika'nı n
%57'si, Almanya'nın %5fü, lsviçre'nin %52'si, Avusturya'nm %46'sı, lspanya'nm %4 1 'i, ltalya'nı n %26'sı Tanrı nın varlığına inanmıyor. Aynı araş­
tırma kurumuna göre Tanrı'ya inanmayanların oranı Türkiyeöe %5.
7."Transparency I n ternational" adlı kurumun 20 1 4 yolsuzluk endeksine göre lsveç 87 puan ile dünyada 4. sırada ve dünyada en az yolsuzluğun
yapıldığı ilk dört ülke arasında, Ttirkiye ise 45 puan ile 64. sırada. İnsan hakları ihlalleri konusunda da birçok araştırma kurumunun çalışmasına
göre Türkiye Avrupa'd a ve dünyada en alt sıralarda yer alırken, İsveç en üst sıralarda yer alıyor. Günümüze ait olan bu örnek de, ahlak ile din
arasında zorunlu bir bağlantının ol madığını çok açık bir biçimde göstermektedir.
Kaldı ki bir de şöyle bir şey var: Dinden bağımsız
evrensel ahlakın olduğunu savunanlar da var. Ahlakın
öznel ve sübjektif olduğu benim kişisel görüşün1. Aına
başka filozoflar da, nıesela Kant bunun çok tipik bir ör­
neği... "akıl sahibi varlıklar evrensel bir ahlak oluşturabi­
,,
lirler (diyorlar).

Veya intersübjektivite dediğimiz (şey). David Hu­


meöa var mesela bu. Duygudaşlık. Yani ortak değerleri,
ortak duyguları paylaşmak veya ortak duyguları paylaş­
manın sonucu olarak ortak değerleri (paylaşmak). İ lla
evrensel deınek de gerekmiyor buna. Yani farklı özneler,
farklı kişiler arasında ortak bazı ahlaki değerlerin olabi­
leceği de söyleniyor. Mesela duygudaşlık üzerinden, tüm
insanlarda potansiyel olarak var olan, belki fiilen herkes­
te olmayan, ama herkeste ortaya çıkma potansiyeli olan
temel bazı şeyler... ki bunlar vicdan gibi, ınerhan1et gibi,
yardunseverlik gibi bazı duygulara veya b azı erden1lere
dayanır. İ nsanlar bu paydada buluşabilirler, hiçbir şekilde
dine, Tanrı·ya referans vermeden. Çünkü nasıl ki biz(im)
Prof. D r. ô rsan K. Öymen:
deneyim dünyaınızda da beş duyu organıınız var, belli
bunların hepsini ayırmak gerekiyor. Zaten din dersinin başlı nesnelerL duyu organlarımızda bir sorun olmadığı
zorunlu kılınması ve ahlak dersiyle birlikte verilmesinin sürece, ortak bir biçimde algılayabiliyoruz, aynı şekilde
sebebi de (şu): insanlara b il inçaltında, sanki ahlak ile din ahlak konusunda da, bazı ten1el konularda en azından,
arasında zorunlu bir bağlantı varn1ış gibi bir iınaj yarat­ potansiyel olarak diyelim, fiilen olmasa da, buluşmak
maya çalışıyorlar. Bu tamamıyla dinin topluma iktidar müınkün, Tanrı·ya h içbir referans yapmaksızın.8
tarafından, siyaset taratindan zorla dayatılması. Başka
hiçbir anlamı yok bunun. Yan i Tanrı'ya referans yapılıyor (diye) veya "bunlar
,,
Tanrısal buyruktur demekle zaten hiçbir şeyi garanti al­
Soru: Dindarlar nesnel ahlaka sahip olduklarını ve bu tına almış olmuyorsunuz. Almış olsaydınız zaten dünya
sayede inandıkları ahlaki kuralların evrensel genel geçer bu hale gelmezdi. Zaten şu anda, neredeyse iki bin yıldır,
olduğunu düşünüyorlar. Ateistleri ise öznel ahlaka sahip dünyanın belli başlı bölgelerinde en azından, tektanrıcı
olmakla itham edip, bu sel1eple bir tecavüzü, cinayeti, hır­ dinler hakim. Dolayısıyla nasıl oluyor da o zaman bu
sızlığı ahlaki açıdan doğru bulmalarının ihtimal dahilinde ülkelerin büyük bir çoğunluğunda, bu kadar çok vahşet
olabileceğini belirtiyorlar. Bu konuda sizin düşünceleriniz oluyor, bu kadar çok katliam oluyor, bu kadar çok din
nedir? adına insanlar birbirini boğazlıyor, katlediyor. Yani "Tan­
rısal buyrukH oluyor da ne oluyor? İslam dünyasına bakı­
Prof. Dr. Örsan K. Öymen: ŞinH.ii bu da tamamıyla yorsunuz, Avrupa'nın ... Ortaçağlia ve sonrasında yaşadığı
yanlış bir argüınan. Ahlak zaten, dini de olsa, yani din bütün o vahşetler, katliamlar... şu anda hepsi İslam dünya­
bağlan1 ı nda bir ahlaktan da söz etsek, dindışı bir ahlaktan sında yaşanıyor. Dolayısıyla, demek ki, bunun Kur an'da
da söz etsek, ahlak zaten sübjektiftir, özneldir. Yan i ahlaki yazması zaten hiçbir işe yaramıyormuş. Bunu da zaten şu
değer yargıları, neyin iyi, neyin kötü olduğu, kişiye göre, anda anlıyoruz. Yani bu fiilen zaten kanıtlanmış bir du­
topluma göre değişebilir. Yan i dindar kesim "bunlar ev­ rum.
,,
renseldir, Tanrısal buyruklardır dedi diye öyle olmuyor
ki; yani ontolojik bir evrensellik statüsü kazandırmıyor ki
onlara.

Nitekim dindar olduğunu söyleyen i nsanlar, tarih bo­


yunca büyük vahşetlere, büyük katliamlara imza atmışlar,
büyük cinayetler işlemişlerdir. Dolayısıyla bunun "Tanrı­
,
sal bir buyruk, olduğunu söylemek de zaten, cinayetlerin
veya katliaınların veya savaşların olmayacağının garantisi
haline gelmiyor.

8. 20. yüzyılda Berlrand Russell, Moritz Schlick. A. J. Ayer ve Charles Stevenson gibi fi lozoflar da, Humeöan esinlenerek. dinden ve Tanrı kavra­
mından bağımsız duygucu bir Ahlak Felsefesi nin geliştirilmesine önemli katkılar yapmışlardır.


�������K_a_
n_t il e ide_a li_
____ _ s__
i r_�
t B_ _l_
k_u
_o_ u�
k ������­
Şükr ü Alkan

Kant'ı dogmatik uykusundan uyandıran İngiliz filozof tezi, bir bakın1a zihin üzerinde yarattığı karışıklıktan ileri
,
Hume ün olduğu söylense de kendisinin daha çok Leib­ geldiğini ileri sürebiliriz; ama zihin karışıklığının bir çö­
nizGen etkilendiğini ileri sürmenliz, felsefi ve onun ta­ zünıe gitınesi gerekir dediğinliz anda, seçik-açık düşün
rihsel bağlamı ile sıkıntı yaratmaz. Özellikle, bu savı güç­ açılımlarının buradaki somutluluğu ile geometri, karışık
lendiren ilk bulgulardan biri, Leib n iz'in ·uzay ve zan1an bilgiyi oluşturmuyor. O, daha çok bilgileri yerli yerine
fenomendir' tanımlamasıdır. yerleştirerek, duyusal bilgin in ortaya çıkmasına neden
olabilmektedir.
Ona göre; somut n1addi karakteristik özelliklerinin
bu fenomenal olgularda ( uzay ve zamanda) bulunama­ Filozof Kant'ın idealist tavrının a prıorı çizgısının
yacağı tezi, Kanfın idealist çizgide kalışının ısrarı olarak ilk çıkış noktası böyle gelişti diyebiliriz. Duyusal bilgide
görülebilir. Ancak Kant, bir yerde Leibniz'in savunur hale özdek ( ınadde=materie) ve biçim ayrımı Kant açısından
geldiği (zaman ve uzayın' karışık düşünce veya tasarımlar öneml idir. Biçiın, maddenin görünümü olarak n1addeye
olduğuna ilişkin tezini salt bir tanımlama olarak kabul bir katkı olarak anlaşıhnaktadır. Oysa diyalektik metodu­
etmekten de kaçınıyordu; zira geoınetri karışık bir bilim nun öngörüsü, maddeye biçim veren öz, maddeyi oluş­
değil, kesin hatları belirleyen bir bilim dalı olarak uzayın turan kaynağın kendisi yine bu maddenin oluşumunu
ve zamanın karışıklığından arındırılmış salt sezgilerden kaçınılmaz kılan tabii ilişkinin bir ürünü olarak, n1adde­
bahsediyordu, filozof Kant. nin başlangıç ve sonu olmayan bir labirent olarak işlev
görmesidir. Bir devinim ve başkalaşını söz konusu olan
O halde geometri salt sezgilerin oluşumu ile söz ko­ burada.
nusu olmaktadır. Bu konuyu daha iyi kavrayabilmek için
Kantçı felsefenin öneınli iki noktasına işaret etmek gere­ Atom enerj isini sağlayan elementlerin toplaını ile
kiyor; insan bilgisi ni iki nıerkezli noktada ele alan Kant, oluşan bir devininı sonucu bize iletilen elektrik enerj isi
'duyusal bilgi ile anlıksal (zihinsel akıl) bilgiyi' ikiye ayı­ gibi bir şey. Bunlar 'değişimin ve bir devinim sürecini n'
rır. Bilginin ikiye bölünn1esi bilgi edinmenin sonuçlarını sonuçlarıdır.
değiştirmez, çünkü duyusal bilgi seçik olabileceği gibi,
zihinsel (anlıksal) bilginin de karışık hal almasını bek­ Siyasal anlaında her siyasi ve toplunısal olgu bir deği­
lemem iz abartı olınasa gerek, bunun tersi de münıkün­ şinl i n yasası olarak bir gelişim sürecine bağlı olarak ıneş­
dür. Yani, Leibniz'in iddia ettiği gibi geometri 'karışıktır' ruluğunu korur. Bu değişiın işte felsefenin konusudur ve
felsefe görülmeyeni fark ederken eksik kalan bilgiyi sor­ tartışın11 öneın kazanmaktadır. Nasıl bir yaklaşımla daha
gular. çözüınsel olunur, bu ancak öz eleştirisel alanda bulun­
makla sağlanabileceğini düşünüyorum. Felsefe geomet­
Felsefenin karışık bir teoreın ağı sergilediğini ileri sü­ rik bilgi olarak sunulanıaz, geoınetrinin felsefi yanı olsa
rüln1esinin altında yatan gerçek iddia nedir? Beyindeki da . . . Zira antik dünyada felsefe kesinlilik ve seçiklilik
alt ve üst bölüınlerde var olan bilginin ayıklanarak yer ve felsefe bilgisi ile örtüşebiliyordu. Felsefe, özeJJikle son 200
zamanına göre kullanılınası gerekmez n1i acaba? Elbette yıldan beri düşünsel faaliyetlerde pekin bilgi edinmede
elde edilen bilginin nesnel hayati koşulları tanımlayacak gözleın ve deneysel algıyı düşün hayatın anlaını ile buluş­
ve yeterlilik seviyesinde olnıasını bekleriz. Ancak kritik turarak birey ve topluınsal yaşamın içinden hareket ede­
düşünce ağının gelişınesi bilgi ediniın sürecine nitelik ka­ rek sosyal sorgulaınaları daha etkin kılrnaktadır. Neden­
zandırmaz ını? selliği bir başka bağlamda ele alınabilir. Ancak bu konuya
ilişkin akla gelen nokta Einstein'ı n "hiçbir şey vardan yok,
,,
Elde edilmiş bilgi , yeterlilik de yargısal aşama ile aklın yoktan var olamaz görüşü, Kant'ın yönelimine niteliksel
sezgisel alanından süzülerek geçen bir sonuç, ama aynı bir eleştiri ve yanıt verdiğini düşünüyorum. Oysa Kant
zanıanda niteliksel olarak elde edilm iş bir fikir ve eleş­ "varolan her şey bir yer ve zaınan içinde var olur" öner­
tirel aklın sonucudur. Bir bakıma felsete, eleştirel aklın mesinde bulunur. Yani bir örnekle Kant, Tanrıyı "uzay­
faaliyet alanıdır. Bir felsefe anlayışının teınellendirilmesi sal-zamansal" alana çekme hakkımız yoktur, der. Kant'ın
keyfi olmamalıdır; ama öncelliği anlayışın kendisini anla­ burada eleştirdiği duruın insanın böylesi evrensel ve
ınak ve insan türünün güncel bütünselliğinde neyi an1aç doğasal bildirimlerini aklanaınaz olarak görür. Böylece
ve ifade edebileceğini tartn1ak, felsefi alana büyük anlam zihinsel bilgi, eleştirisel kullanıını içindeki duyular üstü
kazandırabilir. Bu yaklaşımla işlevsellik daha soınut bir olgusallığın çerçevesinde var olan kavramlar, zihinsel-an­
veri olarak algılanabilir ve pratik akla hizmet edebilir. Bu lıksal bilginin bazı kötülüklerinden arındırabilir ve duyu­
tür tenomenoloj ik olgunun daha sade bir biçimde anlaşı­ ya yeniden işlerlik kandırılabilir. D uyu ile zihin (anlık)
labilmesi içint 'idealistçe mi yoksa materieyi baz alan di­ bilgileri nin birbirinden ayrıştırılarak zaman ve uzay ol­
yalektiksel yaklaşımı mı öncel konuma getirmek gerekir' gularını sadece birer salt kavram/salt çizgiler olarak anla-


şılması n1addenin gerçek özünün ortaya çıkmasının ola­ Tarihsel ve topluınsal sistematiğin oluşabilmesi için
ğan-dışı biçiminde anlaşılmasına neden olmuştur. Kant'a bireylerin kendi ontolojik meşruluklarını pratik aklın
göre ne zaman ne de uzay nesnedirler. Onlar daha çok yargı gücü ile kazann1alarını sağlayan eleştirel aklın yü­
zihinsel aklın sonuçlandır. Doğa olgusunu burada Kant rütülmesi ile söz konusudur. Bir bakın1a önerıne niteliği
yüce sıfatı ile salt insan özü ile açıklan1aya çalışır. taşıyan bu ifade demokrasinin olınazsa oln1azı olan eleş­
Kanımca Kant "aklın eleştirel kullanımı dogmatik kul­ tiri mekanizması değil ıni? İdeal olan bu durum, değişi­
lanımından ayrı olarak görülmelidir . . der ve söz geliıni
_,, me ivme kazandırdığı gibi demokrasinin ve insan hakla­
Tanrı uzayda ve zamanda değildir diyebilmenıizin olgusu rının gelişimi açısından kaçınıln1az olmaktadır.
kaçınıln1az karakteristik zihin yolu ile Tanrı konusunda
olumlu ve kesin bilgiyi elde edebileceğimiz anlamına Ütopyamızın temel ilkesi urnut ilkesidir: Umut ise
gelmez. Dogınatik metafiziğin ortadan kaldırılması için eksik bilginin prensibidir. Eksik bilgiyi ise umut duygu­
ölümsüz insan ruhu gibi duyular üstü sezgiler ile akıl/an­ su ile taman1larız. Ancak ontolojik meşruluk için aklın
lık eğer Kanfa göre konuşursak zihinde oluşan kavram­ geçerlil ik kazanması için yargı ve eleştirel mekanizn1aları
ların bir sentezi yapılmalıdır. Yani buna göre Tanrıyı bir ile eksik bilgi olgusunu aşabiln1ek dinamik devinimler
kavram olarak ele almamız n1ün1kündür. Ruhbilimciler yaratan değişimleri görebilınekten geçtiğini ileri sürebi­
açısından bu vazgeçilmezdir. Ancak simgesel yanı ağır liriz. Devrimci ve aydınlanmacı geleneğin sürdürülebil­
basacağından O, aklın bilgisini oluşturınaz. ınesi için etik aklın insan bilincine taşınmasını gerekli
kıldığını düşünüyorum. Diğer yandan değişimin temel
Şimdi sorun şudur: Bu izaha göre idealizm çürütü­ ve idealist yanı ulaşılması gereken bir sanatsal olgunun
lebildi mi? Ben Kant'ın idealizın kavraınını felsefi açı­ estetik içeriği de bu bağlamda kaçınılmaz görünınektedir.
lıınlarda değişik anlan1larda kullandığını gözlemledim. Örneğin devrimin aşkınsal/transendental özelliği ve este­
Hen1 önen1li felsefi yapıtlarından biri ve ilki olan "Salt tiği ulaşılması gereken şeyin sanatsal etkinliğin tün1ünü
Aklın Eleştirisr' kısaca deneyimi aşamayan insan aklının kapsayan bir bilgi ve aydınlanrna alanı olnıalıdır ve bu­
tüınden deneyimden var oln1adığını kanıtlamaya çalışır nun pratik aklın eleştirel akıl yani a priori değil deneysel
ve deıninden beri sözünü ettiğim duyular üstü olgusal­ aklın geçerliliği ile bütünleşerek gerçekleşebileceğini dü­
lık.ların/önermelerinin insan zihnine biçiın verdiği öner­ şunuyorum.
mesi yanlış olınasa da ve daha özenle hazırlanan ikinci
yapıtında, "Pratik Aklın Eleştiristnde, zorunlu aşkın­
sal-transendental estetiğin kategorilerini geniş açılımlı
bir yargıya götürür olması bizlerin bu tür olgular karşı­
sında a priori (deneyim-dışı/üstü) çerçevesinde edindi­
ğiıniz bilgiler, Kant tarati ndan özenle birbirinden ayırt
edilmişliğini ahlaksal yasanın gereği olarak adaletle ve
erdemlilikle orantılı olan bir ınutluluk anlayışının hakim
kılınmasının zaruriyetini dile getirmiş olmasına bağlı­
yorum. Ancak böylesi bir idealizmin ekononıik verileri
Kant tarafından dogmatik değil, eleştirel boyutlarda ele
alınabiln1iş oln1asını aydınlann1a ve deınokrasinin Avru­
pa dünyasında yaygınlaşabilmesinde önemli anlam ve rol
oynadığını düşünüyorum. Kant'ın ilgi çekici diğer öneınli
etkisi/yönü bu olsa gerekir değerli okuyucular . . .

Nasıl ki Kant'a göre etik/ahlak için dinin var olmasını


bir ön koşul olarak gerektirmezse, din ahlak için bir ön
koşul değildir. Bir bakıma laikliğin gelişmesi ve ulus dev­
letlerin hukuk normlarına yerleşmesinde bu düşüncenin
önemi vardır. O halde duyular üstü sezgilerin ve aklın
(usun) deneyim dışı ve gözlem sonucu vardığı bireşimler
(sentez) ve analizlerin ön koşulu salt ve mutlak değerler­
den arındırılmış tarz ve davranışlardan uzak durabilme­
nin bilimsel yöntemin gereği olan düşün hayatının en iyi
gereksinimleri ne ise kişinin ne düşündüğünü değil, nasıl
düşündüğünün ön koşullarını bilinç düzeyine taşıyarak
vargı ve sezgileriınize deneyiın dışı olmaksızın, deneyiın­
le elde edilen aklın uzantılarının açık bir konumlandır­
mayı gerektirmektedir.
Hüınaı1ist Marksizın ve B u c.i izm
Abdullah Şevki

:::::
· -


....
-
-
·­

ci5

Bugün Marksçı felsefeye modası geçmiş bir düşünce çağda birleştirerek ve bir anda yapıyor. Ancak, anamalcı
dizgesi olarak bakınanı n postmodernist düşüncenin va­ dizge, dünya ölçeğinde derinlemesine yayılarak varlığını
roluş nedenlerinin en önemlisi olduğunu düşünüyorum. sürdürdüğüne göre, Marksçı felsefe ve onun diyalektik
Derrida "Marx'ın Hayaletlere'( 1 989) kitabında bu dü­ yöntemi hiçbir zaınan aşılmış bir düşünce dizgesi olma­
şüncelere iyi bir yanıt vernlişti. Fransız roınancı Roma­ yacaktır. Batı toplumlarında demokrasi ve hünıanizmin
in Gary/En1ile Ajar şöyle diyor: "Bizim ideolojik olarak yaygınlaşması, iktidarın kurumsal denetimindeki geliş­
gördüğümüz sorunların çoğu aslında psikiyatriktir:' Bu meler, anamalcı sömürünün bir ölçüde de olsa engellen­
ilginç sözü alıntılamamın nedeni şu: Marksçı felsefenin mesine yönelik olarak sosyal devletin toplumsal sürtüş­
yanlış anlaşılması, biziınki gibi gelişmekte olan toplum­ meleri önleyici biçimde a raya girn1esi, Marksçı felsefenin
larda kuramsal ve uygulama yönünden olunısuz sonuçlar eleştirel yöntenıinin kitlelerce bir eylem kılavuzu olarak
doğurınası, kimi döneklerin , eskiden Marksçı geçinen kabul edilmesi sayesinde gerçekleşmiştir. Bir de Marksist
bugünün postınodern aydınlarının Marksist olmayı­ felsefe doğanın insanlaştırıln1ası bağlamında eleştirileriy­
hani biraz abartılı gelebilir aına- " sağaltımı gerekli ruhsal le aşılamaz bir düşünsel yapıya sahiptir.
,
bir hastalık, olarak görmelerine bile yol açabi lmektedir.
Postmodernizm, öneınli bir yanılgı olarak, etkin bir al­ Sovyetler Birliği'nin sosyalist bir deneyim olarak
danına ve aldatma işlevi görüyor bugünkü dünyada. Ya­ sona ermesi, Marksçı felsefenin dünyayı yorumlaınak
bancılaşına kuraını çerçevesinde iyi değerlendirnıeliyiz açısından yetersizliğinin bir göstergesi değildir. İ nsanlık
onu. Fransız Sosyolog Jean Baudrillard'ın "simülasyon-si­ bilinmeyen bir gezegene araç göndermek türünden bir
nıülakrlar kuram( anaınalcı dizgenin kitleleri aldatma ve deneme yapmış ve başarısız olnıuştur o kadar... Başka bir
yabancılaştırn1a yönünden artık ne ölçüde ultra teknikler biçin1de yeni denemeler ınutlaka yapılacaktır. Tarihsel
kullandığını gözler önüne seriyor. Marksist düşüncenin materyalizm in biliınsel yöntemi bunu öngörüyor. Top­
son kullanı nı tarihinin "sonsuz" olarak belirtilmesi gere­ lumcu bir demokrasi kurma, reçetesiz; "pratik"(praxis)
kir kan ımca. Çünkü işi bitecek gibi görünmüyor. . . çerçevesinde derinlemesine tartışılabilecek, yorumlana­
bilecek, insanlığın toplumsal, tarihsel bir deneyimi olarak
Aydınlann1a çağı ve anan1alcı dizgeye özellikle ekono­ görülmeli, bu bağlamda değerlendiril ınelidir kanı n1ca.
nıi ve yabancılaşma açısından en derli toplu, tutarlı eleş­ Benim bu denemeyi yazmaktaki ten1el arnacım: Marksçı
tiriyi yöneltıniş felsefi kuraının, Marksçı felsefe olduğu, felsefeye yönelik yeni bakış açıları ile yorumları incele­
okur-yazar heınen herkes tarafından bilinmesi gereken mek ve eleştirınektir.
bir olgudur. Marksizm, postınodern felsefi-eleştirel dü­
,,
şünce ile değil fakat, "reklamlarla gözden düşürülmüştür Marks'ın erken ve geç yapıtları arasında düşünce ve
günümüzde. Evet öyle ... Hepimiz ister istemez tüketici yorumlar bakın11ndan önemli farklılıklar vardır. Orto ­
öznelere dönüştürülınüyor n1uyuz? Reklaın; günümüzde, doks Marksizm { yazı boyunca Stalinizn1 için bu kavran11
nıedya aracılığıyla geniş kitleler üzerinde felsefe, sanat kullanacağın1); Marks'ın her iki dönemine ait çalışmaları
ve edebiyatın bir zamanlar tek başına yaptığı etkiyi bu arasında farklar bulurken, onun erken dönem çalışına-


larındaki hün1anizn1i bütünüyle görn1ezden gelmiştir. temektedir. Devlet; gelecekteki cennet vaadiyle seçkin bir
Bu olgu, felsefi/düşünsel düzeyde sosyalist toplumun grup tarafından baskı ve dönüştürme aracı veya toplum
önlenenıez biçiınde totaliter, hantal bir bürokratik yapı adına her şeyi yapan bir Leviathan(Hobbes) değil, kitle­
kazanmasının temel nedenidir. Günüınüzdeki Hegele lerin yaşan1 1nı kolaylaştıran, refahını artıran, ulusal geliri
dönüş gericiliği de bununla ilgilidir. Toplumcu deneyim onu yaratan üretici güçler arasında adil biçiınde dağıtan
döneminde, devletin topluınun, dolayısiyle bireylerin re­ bir araç olınalıdır. Doğu AvrupaUaki kimi düşünürler,
fahını arttırnıası, yabancılaşmanın ortadan kaldırılarak sosyalist döneme ilişkin deneyiınleri doğrultusunda ve
sosyalist insanın tarih sahnesine çıkartıhnası ütopyası belirttiğin1 çerçevede hüınanist bir Marksizın yorun1u
gerçekleştirilemenıiştir. Bu sonucun nedenleri elbette yapınışlar; kimi düşünür ve devrimciler de Budizm gibi
tartışılabilir; tartışılmalıdır da . . . ruhsal eğitiın yönelinıli inanç dizgeleriyle Marksizm ara­
sında pratiğe yönelik toplumsal dönüşüınü kolaylaştırı­
K.R.Popper, ''Açık Toplum ve Düşmanlar( adlı yapıtı­ cı siyasi bağlantılar, koşutluklar kurnıaya çalışınışlardır.
nın Hegel ve Marks bölümünde: «f nanıyoruın ki Marks'ın Sözünü ettiğim Doğu Avrupa'lı düşünürler, bu konularda
,,
inancı temelde açık topluına bağlı bir inançtı deınektedir. aşağıya alıntıladığını düşünceleri ileriye sürüyorlar:
Bu yoruın, ilk bakışta, ortodoks ideolojik kalıplara göre
düşünüldüğünde, sekter bir yaklaşım olarak hemen yad­ Polonya'lı filozof Adam Schaff, l 950- l 960'lı yıllarda
sınabilir kuşkusuz. Ancak, sosyalist toplumun yapısının, Stalin izınin totaliter yönetimine karşı "Hünıanist Mark­
gerçekte, anan1alcı dizgenin ve yabancılaşınanın orta­ sçılığı" savunanlardandır. Schaff; "Marksizın ve İ nsan B i ­
dan kaldırıldığı, Marks·ın "Gotha ve Erfurt Prograını'nın reyi"( Marksizın and Human I ndividual) adlı kitabında: ''
Eleştirisi" adlı yapıtında ana hatların ı çizdiği doğrultuda Marks'ın olgunluk düşünceleri ve felsefi antropolojisine
gelişecek, gerçekten deınokratik bir topluın olrnası gerek­ ilişkin fikirleri, onun gençlik fikirleri ışığında zenginleş­
tiği iyi anlaşılnıalıdır. Çünkü, tünı düşünsel dizgelerin miş ve doğal anlaını içinde olgunlaşmış olduklarını gös­
tenıel amacı; gerçekte insanın iyiliği, kısacık önırünü iyi terınektedir... Marks'ın ekonomi kuramının anahtarı ant­
yaşanıası için değil m idir? Yirminci Yüzyıldaki toplun1cu ropolojisinde bulunabilir, onun insan kuramı, ekonomik
deneyimlerin gösterdiği şudur: İnsanlık; açık toplumlar boyut olınadan sınırlı ve güçsüzdür. Olgun Marks ve genç
içerisinde, dernokratik kuruınsaJ denetin1lerin iktidarla­ Marks'ın zıtlıklarını ortaya koyma girişiınleri-herbiri bir
rın keyfiliğini, baskıcı- totaliter eğiliınlerini engellediği, öncekini "özgün" olan sadece budur diye alkışlar, veya bir
özgür, demokratik bir toplum dizgesi içinde yaşan1ak is- sonraki için "Kari Marks,ın tüın çalışmaları bütünleşik-
tir" şeklindeki kışkırtıcı karşı argüınan ile sınırlanan aynı kinliğinden, yani pratikten ayrılamaz. Üretim güçleri ile
seçkin iddia ortaya atılarak, ideolojik olarak karşı çıkılsa üretin1 ilişkileri arasındaki karşılıklı etkileşimler, toplum­
da, Marks'ın birbirinden farklı olrnayan çalışnıalarının sal geriliın ve çatışınalar insanın bilinçli etkinliğiyle, pra­
kesip parçalanarak bölümlere ayrılamayacağı ileriye sü­ tikle ilişkilidir. Bilinçli etkinliğin tüm boyutları ile gelişi­
rülür." demektedir.( Schaff, Adaın ( 1 970 ), Marxısın and ıni insan doğasının tarihteki gelişimidir. İnsan, Marks'ın
the Human I ndividual, s. 1 8-25, ed. Robert S. Cohen, İng. görüşüne göre, ekonomik bir hayvandır. Bilinçli etkin­
çev.Olgierd Wojtasiewicz, McGraw Hill, New York. ) . lik, yani pratik, özelde ekonomik bir etkinliktir. Marks,
ekonomik bilinçli etkinliğin sürekli olarak ağır basacağı
Prof. Shaff, adı geçen kitabında, ortodoks Marksçı görüşünü yadsır. Buna karşın ekonomik bilinçli etkinli­
yorumlara karşı, Marks'ın çalışnıalarının bütünleşik ol­ ğin insan yaşaınında ağırlıklı olması, insanı kendi özel
duğuna ilişkin karşı tezler geliştirıneyi sürdürür. Bu dö­ etkinkinliğinden, doğadan, diğer insanlarla ilişkilerin­
nemde Polonya, Yugoslavya, Çekoslovakya ve diğer Doğu den kopartarak yabancılaştırnıaktadır. Hümanist Mark­
Avrupa ülkelerindeki muhalif (anti-Stalinist) düşünürle­ sizmin özünde, insanın bu yabancılaşınasının yaygın ve
rin önen1li bir bölüınü Stalinizme karşı Marks'ın çalış­ yoğun tüın biçiınlerinin tanınn1ası vardır. Petroviç şunu
malarının bütünleşik olduğu karşı tezini savunmuşlardır. söylüyor: ('insan pratiktir. Bu demektir ki insan toplum,
Bunların heınen türnünün ana savı: Ortodoks Marksiz­ özgürlük, tarih ve gelecektir.( ... ) Pratiğin evrensel ve öz­
ınin, Marks'ın düşüncesinin bozulmuş versiyonu olduğu sel yaratıcı etkinlik olarak yoruınu, onun özgür bilinçli
yönündedir. Onlara göre hümanizm, Marks'ın felsefesi­ etkinlik olarak yorun1unu içeri r." ( Petroviç,age,s.23, 79.).
nin, yaşayan, çarpıp duran ve nefes alıp veren yüreğidir.
Yabancılaşma kuramı Marks'ın gençlik yapıtlarının
Ortodoks Marksizme ınuhalif diğer bir düşünür de ana ten1ası olmamakJa birlikte, daha sonraki yapıtların ­
eski Yugoslavya'dan Gajo Petroviçliir. Petroviç; (( Yirn1 i n ­ d a da önemli rol oynamıştır. Özgür bilinçli etkinlik(free
ci Yüzyılın Ortasında Marks"(Marx in the Mid-Twen­ conscious activity), Marks'ın 1 844 El Yazmaları'nda be­
tieth Century) adlı kitabında; Marksist kuramın özü olan lirttiği. insanın dünyayı biçimlendirdiği ve dönüştürdüğü
('pratik" (praxis) kavramını yorumlamıştır. bir etkinliktir (Marx, Kari ( 1 964 }, Econoınic and Philo­
sophic Manuscripts of 1 844, s. l 1 3, New York: Internati­
Petroviç şunları söylemektedir: onal Publishers.). Hümanist Marksizn1'in en önemli ve
"Marks insanın bir düşünen hayvan olduğu şeklinde­ Marksist açıdan tartışn1alı olan yanı, insan gerçekliğinin
ki geleneksel anlayışı yadsıdığında bunu basit bir biçirn­ ruhsal yönünün göreceli öneınine dikkat çeknıesidir. Bu
de yapmayıp; öncelikle bir nedene dayanıyor, hepsinden bağlamda Hüınanist Marksizm, yabancılaşma kuran11n­
önemlisi, hiçbir akıl, ne de siyasal eylen1, üretim araçları, dan hareketle N1arks'da ruhsal-rnanevi bir boyut aramaya
başka özel bir etkinlik veya mülkiyet i nsanın (varoluşu­ yönelik girişinıler ve yorumlarda bulunınaktadır. Çekos­
nun-A.Ş.) özü olamaz. İnsan-ekonomik, siyasi, etik, sa­ lovak muhalif düşünür Milan Machovec bu tür yorunılar
natsal vs.- gibi etkin olduğu alanların( spheres) mekanik yapanlardan birisidir. Machovec, "Marksist, İsa'ya bakı­
bir toplan11 değildir.. . İnsanı yapan ana etkinlik alanı ya da yor"
özel bir alan yoktur; fakat, onun tüm varoluş biçimi ken­
disi ve dünya ile ilişkilerinin genel yapısıdır. Bu var olma "Marxist Looks at Jesus" adlı yapıtında Ortodoks
,
biçimi insana özgüdür ve Marks bunu ((pratik '(praxis) Marksizmin tarihi ve diyalektik ınateryalizm bağlanunda
sözcüğü ile adlandırmıştır. İnsan, Marks için, ,;p ratiğin)) kapitalist toplumdan sosyalist topluma geçişte üstyapıya
varlığıdır' (the being of "praxis:'). (Petrovic, Gajo ( 1 967), değin kültürel ve manevi öğelere göreli önem vermesini
Marx i n the Mid-Twentieth Century, s. 77-78, Doubleday eleştirir. Sosyalist toplumun oluşturulmasında ekonomik
and Co.,Garden City, Ne\.v York.). altyapının ağırlığına karşın, insanın, üstyapının değişti­
rilmesi çerçevesinde ekinsel ve etik yönden değiştirilıne­
İnsan bu şekilde "pratik varlık" olarak tanıınlanıyor­ sinde ruhsal olanın önemine dikkati çeker. Bu gelişmeler
sa, insan doğası bir süreç(process) olarak anlaşılınalıdır. temelde Hıristiyan dininin toplumcu deneyim döne­
İnsan doğası bir süreç olarak anlaşıldığında da hiç kimse nlinde bireyin yaşamından çıkartılmasının olumsuz et­
onu bazı özel devrelere ait bir biçiın(form) oln1akla öz­ kilerini karşılama amacına hizmet etmektedir. Hüınanist
deşleştiremez. Tüm gerçeği kapsayan tek bir özel devre Marksizm, bu doğrultuda, insan ruhunun ınanevi yönü­
olaınaz. İnsanın gizil güçleri, özel bir zamanda, onu ka­ nü doyuran ama bu arada da Marksçı felsett�nin özünü,
rakterize eden ilişkilerin özel biçimi ve özel bir form ta­ materyalist-ateist düşünce yapısını zedelemeyecek bir
rafından tüketilemez. Marks bu süreci, toplumsal altya­ arayış içine girmiştir. Sonuç: Budizrnin bu arayışa yanıt
pı, üretin1 ve yeniden üretime ilişkin toplumsal ilişkiler verebileceği düşünülerek; Budistlerle ilginç ve i ronik bağ­
ve üretiın güçleri arasındaki karşılıklı etkileşiın olarak lantılar kurulmuştur.
anlamaktadır. ('Üretim güçleri" ve "üretiın ve yeniden Budizınin yaratıcı bir tanrı, ruh ve ölüm sonrasında
,,
üretimin toplun1sal ilişkileri dünyada insanın bilinçli et- sonsuz yaşaını kabul etmemesi, Hümanist Marksistlerin


Budizın ile insanın özüne yönelik ortak yaklaşımlar içine Çin Devriınfnden sonra, 1 952 yılında, Budist liderler
girebileceği kanaatini uyandırınıştır. Materyalist ve tan­ ile Çin Komünist Partisi arasında da ilişkiler kurulmuş­
rıtanımaz olan Marksçı kurama günümüzde Budist içe­ tur. Burada amaç, Budist öğreti içindeki eşitlik ve ada­
rikli eklektik yorumlar yamalama çabasını yeni ve ilginç let ilkesine göre kurulacak «saf ülke ideali" çerçevesi nde
bir gericilik biçimi olarak yorumluyorum. Bu yönelinıle sosyal ve ırk farklılıklarının olmadığı zenginliklerin eşit
yapıl nıak istenilen, insan yaşamının içsel boyutlarının dağıtıldığı bir ülke kurn1aktır. Bu siyasi yaklaşın1 Budist
nıateryalizın benzeri yorumlan olan Budiznı ile Mark­ inançlı toplunıda sosyalizmin kuruln1ası, sosyalist ilkele­
sizrne eklemlenmesidir. Ancak, günümüzdeki dine dayalı rin topluına kolaylıkla beniınsetilmesi bakımından akıl­
totaliter şiddet ve aşırılıklar Budizıni her defasında akla lıca yapıl nuştır. Çin Komünist Partisi devrin1de toplunıu
getirip düşünmeyi gerekli kılıyor. Böyle bir gerçeklik de dönüştürmek için yaygın Budist gelenekten kendi amaç­
var. H indistan Komünist Partisi 1 970'li yılların başla­ ları doğrultusunda yararlanmak istemiştir. A ncak, Mao,
rında Batı Bengalöe siyasi denetimi sağlamak amacıyla Budist-Marksist ittifakın ı reddederek, revizyonizme açık
Kongre Partisi ile ınücadele ediyordu. Kalkütaöa etkin bu işbirliğine son verıniştir. Humanist Marksizm, her iki
bir Marksçı aydınlar grubu vardı. Birçok Bengal'l i Mark­ felsefenin de insani ve insan merkezli ohnası nedeniyle
sçı, Hindu dininin teistik modeli ve kast dizgesini aşmak birlikte hareket edebileceği görüşündedir. Budizın, in­
için bir seçenek olarak Budiznı'den yararlanmak istiyor­ sanın acı çekmesi ile ilgili olarak içsel ruhsal nedenler
du. Bu dönen1de Hintli Marksist bilim adanılan Budizın üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bu bakımdan Marksist ba­
ile Marksizmi karşılaştıran yazılar yayınlamışlardır. Rus kış açısından metafizik bir dünya görüşüdür Budizn1.
Devrimi ve Çin Devrimi sırasında da Marksistler i le Bu­ Oysa, Marksizm, insanın acı çekmesi konusunu dışsal
distler arasında ilişkiler kurulmuştur. Rus Devrimi'nden ekonomik ve toplunısal nedenlerle açıklamakta, bunu
sonra Kalmuk Moğol kökenli Budist lider Lama Dorjieff nıaddi yaşan11n koşulları ile bağlantılaınaktadır. Ger­
Saint Petersburgöa ((Kalacakra Tapınağı"nı kurmuş; Vla­ çekte her iki felsefe dizgesi arasında manevi olana bakış
dinıir Lenin ile arkadaş olmuştur. Daha sonra Joseph Sta­ yönünden görünüşte benzerlikler bulunmakla birlikte
lin, Budist tapınağını kapatarak, tüm Budist öğretmenle­ temelde taban tabana uzlaşmaz zıtlıklar vardır. Bu yüz­
,
ri, Moğol, Rus demeden Sibirya ya sürgüne göndermiştir. den, Budizın-Marksizm ilişkisini, fantezi-entelektüel bir
Aslında bir yaratıcıya inanma gereksinimi sıradan insan çaba olarak nitelendirmek daha doğru olacaktır. Budiznı
için önemli olduğundan tanrıtanımazlık değil an1a Bu­ ile Marksist düşünce arasındaki en büyük çelişki Budiz­
dizrnin ruhani öğretisi dinsel yabancılaşınanın sonlandı­ nı in ruhaniliği ölçüsünde Marksizınin hayata olan derin
rılması bakımından yuınuşak bir geçiş olanağı sağlaya­ bağlılığı ve insanın dünyadaki yerini gerçekçi ve doğru
bilir. biçimde belirlemiş olmasıdır.
Hümanist Marksizm, Ortodoks Nlarksizın'in 1 9.yy'ın sürdünnesi, ''madde" (ınatter) olarak varlığına herhangi
fiziğine dayanan "nıetafizik ınateryalizıninr' modası geç­ bir engel oluşturmamaktadır. Sözgelimi evrendeki kara
miş bir materyalizm olarak yorumlamaktadır. Hümanist ınadde, anti-madde, sıfır kütleli parçacıklar vs... Zira, göz
Marksizn1e göre çağdaş fizikte en nihai gerçekl ik olarak ile olmasa da, bilimsel çalışınalarla, deney ve n1atematikle
"n1addeyi" temel alnıak artık olanaklı değildir. Marksçı maddenin varlığı ve dönüşümleri kanıtlanmaktadır.
"metafizik materyalizın': 1 7.yyöa ilkeleri konulan New­
ton evrenini temel ahnaktadır. Newtoncu paradigmaya Fizik biliınindeki bu gelişmelere göre Newton Evre­
göre ınadde, küçük sert küreler olarak belirtilen atoınlar, ni yerine, Einstein Evreni veya Hawkins Evreni konu­
ınoleküller ve parçacıklardan( particles) oluşuyordu. Bu labilir ve böylesi bir olgu da n1ateryalizn1i n maddi dış
öğeler arasındaki ilişkiler ınekanikti. Marksçı materya­ gerçekliğe i lişkin felsefi yorumlarını yadsımaz. Tam ter­
lizm insan beyninin etkinliklerini de kiınyasal ve fizik­ sine doğrular. Tekrar toplumsal olana dönecek olursak:
sel ilkelere ve o dönemin laboratuvar bulgularına göre Marksçı felsefenin bir eylen1 kılavuzu olarak insanlık için
açıklıyordu. Marks'ın yaşadığı dönemde geçerli olan bu önerdiği geleceğin topluınu, totaliter değil, denıokratik
görüşler- Newton evreni, Kartezyen zihin ve ınadde ikili ve açık bir toplum olacaktır. Stalinist-totaliter deneyin1,
(dual) paradigınası- 20.yy'ın başlangıcında köktenci bi­ Marksçı felsefenin doğru olmadığını göstern1ediği gibi,
çimde değişmeye başlamış; yerini parçacık ve kuantum hümanist olmadığının da kanıtı değildir. Marks'ın felsefi
fiziğine bırakın ıştır. kuramı bütünü itibariyle değerlendirildiği ve doğru an­
laşıldığında Ortodoks ve Hümanist Marksizm ayrımına
Einstein'ın Özel ve Genel Bağıllık Kuramı, Shöringer gerek kalmayacaktır. Marksizınin bir hünıanizn1 olduğu
grubu ve Niels Bohr'un Kuantum F iziği, W.Heisenberg'in açıktır. Frankfurt Okulu da Marksizın i iki ayrı yonun
Belirsizlik ilkesi çerçevesinde ınaddi gerçekliğin ne ol­ bağlamında anlanıış; sonuçta ondan uzaklaşnııştır. Gü­
duğu -parça ını dalga mı?- tekrar sorgulanınaya başladı. nümüzde postnıodern adı altında geliştirilen düşünce ve
Atomaltı ve çekirdekaltı olguların bulgulanınası, ınadde­ uygulamalar dizgesi, anamalcı dizgenin insanları siste­
nin sıfır düzeyinde parçalanması, kuarklar, nötrinolar ve ıne yönelik eleştiriden uzaklaştırma uygulaması olmakla
süperstringlerin bulgulanması, nıaddesel gerçekliğe iliş­ birlikte, postınodernizm, Marksiznıin yerini alabilecek
kin felsefi görüşleri değiştirmiştir. Son yılarda en nihai köklü bir felsetl kuraın olınaktan uzaktır. Çünkü özünde
gerçek maddi parçacık (an ultinıate real partide) yakla­ kapitalist sistemi ve tüketiın topluınunu, yabancılaşmayı
,
şınıı terk edilmiştir. Madde, artık "var olmayan , ( i nsubs­ temel almaktadır. Modernitenin Marksizm ile özdeşleş­
tantial) bir şey, kütlesellik anlan11nda n1addi olnıayanı tirilmesi yaklaşın11 da tutmamıştır ve ten1elde yüzeysel­
(iınn1aterial) da kapsayan bir şey olarak görülmektedir. dir. Marksizın n1odernite ile birlikte çöp tenekesine sü­
pürülecekl salt akılcıl ığın eleştirisi içinde yorumlanacak
Prof David Bohn1'un dışsal ve içsel düzenler fiziği, bir kuram değildir. Bugün Marksçı felsefe, sürüp giden
Kari Pribran'ın belleğin ve insan beyninin hallografik anamalcı dizgeye yönelik en radikal ve en bilinısel eleş­
n1odeli, beynimizin işleyişi açısından subliminal açıkla­ tirel felsefe olma durumunu henüz hiçbir eleştirel dü­
nıalar getiren bulgular (Mladenov), I lya Prigogine'ın açık şünce dizgesine kaptırmaınıştır. Ananıalcı dizge varlığını
sistemleri ve Erich Jantach'in evrim sisteıni neo-Darvi­ sürdürdükçe Marksçı felsefe ve onun diyalektik maddeci
nist evrim modellerinin yerini alınıştır. Örneğin: Bilin­ yöntemi topluınu ve sorunlarını açıklama kılavuzu olma­
cin ne olduğu konusu, önceden, beyinin elektro kiınyasal yı sürdürecektir. Marksçı felsefe bütünü itibariyle -tota­
etkinlikleri olarak yanıtlanıyordu; oysa, bugün bilincin liter yönelinıler ve her türlü ortodoksluk uygulamaları
( consciousness) insan beyni ve sinir sistemi ile i lgisinin dışında- özünde insanı dünyada doğru yerine oturtarak
olmadığı anlaşılm ıştır. Bilinç; beynin kendisi ile sınırla­ açıklayan bir hüınanizmdir. Marksist devletin sosyalist
namayan bir olgudur. Tibet'in Dzogchen felsefesine göre insan yetiştirme ütopyasına gülüp geçmek Marksiznıi
de bilinç uzayın kendisinden kaynaklanmaktadır. "Uzay yadsımakla eşdeğer olarak görülmemelidir. Marksçı fel­
ve bilinç bir paranın; tek bir gerçekliğin iki yüzü gibidir,, sefenin önerdiği nihai toplum yapısı aslında, sömürüden
bu felsefenin ilginç bir yorumudur. uzak, insanın doğalaşmasına olanak tanıyan, özgürlükçü
kuruınsal sivil bir gerçek demokrasi olarak anlaşıln1alı­
Bilim ve sosyal alanda ortaya çıkan tüm bu yeni ger­ dır. Bu yaklaşım biçimi, toplumsal şiddete dayalı devrim,
çeklikler, Marksçı felsefenin evreni ve topluınsal yaşaını bürokratik parti diktatoryası, kısacası, Marksizm adına
açıklamadaki üstünlüğünü ortadan kaldıracak nitelikte yapılan her türden totaliter Stalinist pratiklerin panzehiri
değildir. Bu bakımdan, Hüınanist Marksizm de bir Tru­ olarak çağdaş bir yaklaşımdır.
va atı olınaktan öteye geçen1emektedir. Marksçı felsefe­ Şubat-20 1 6
nin dayandığı dışıınızdaki nıaddi gerçekliğin şu ya da
bu biçimde olması, onun "maddi gerçeklik" olmasını de­
ğiştirmeınektedir. Maddenin çeşitli biçimlere dönüşme­
si, algılarırnız ile kavranabilir olrnanın dışında varlığını
()zgür İrade Bir Halisülasyond ur,
Aına Özgürlük Halis ül asyon D e ğildir
Ching- Hung Woo
Çeviren: Burak Helvacıoğlu

Benim Göründüğüm Şey Olmayan,


Danell Hellen Gallo, 20 1 6, www.

artbydanelle.com

Genellikle insanın birden çok alternatifle karşılaştığı Determinizim Altında Seçim


zaman seçim yapabileceğini ve kararın önceden belirle­
nimlerin etkisinden ziyade, özgür irade ile karar verıne Madeın ki gördüğünüz gibi kuantuın rastlantısallığı
anında belirlendiğini düşünürüz. Ancak dünyadaki bü­ özgür iradeyi kurtarn1 ıyor, temel konulara odaklanmak
tün olaylar, beynin içindeki olaylar dahil, fizik yasaları­ için tesadüfi olayları bi kenara bırakınama izin verin. Bu
na tabidir. Eğer beyindeki tüm olaylar fizik kanunlarına basitleştirilmiş bağlamda, özgürlük hakkındaki öznel
göre dışarı yayılıyorsa, yukarıda bahsedilen özgür irade hissiyatımızın fizik kanunlarıyla tutarlı olup olmadığı nı
hissiyatı var olmamaktadır. Bunun sebebi klasik fiziğin görmeye çalışalım.
deternlinistik olmasıdır: Dünyanın herhangi bir andaki
durun1u, daha önceki bir andaki durumunun kaçınılmaz Bahsetmekten kaçınan1ayacağımız bir nokta da seçim
sonucudur. Bu yüzden alternatifler karar veren için sa­ yapn1a deneyimine sahip olman11zdır. Aslında her seçim
dece sözde müınkündür, aslında sadece tek bir alternatif iki aşan1a içerir. ilk aşamada, alternatifleri kavrayıp ikinci
seçilmeye mukadderdir. aşamada içlerinden bir tanesini çektiğimizin farkına va­
rırız. Genelde çekilen seçenek, sonucunu alternatiflerinin
Kuantum tlziğinde, dillendirilen genleşnıe olasılığı­ sonuçlarından daha çok tercih ettiğimiz seçenek olur;
nın gelişimi deterrninistik kanunlara dayandırılır; ancak ama sonuçlar her zaınan bilinçli bir şekilde kıyaslanmaz.
bir sürü olası sonuçtan tek bir gerçekleşen sonuca doğru Dahası hem genetik eğilim hem de geçn1işteki deneyim­
gidiş tamamen şanstır. Tesadüfi olayların istatiksel da­ ler bireylerin tercihlerinde rol oynar, bu yüzden etken
ğılımı katı kuralları izler; aına bireyin tesadüfi olayının faktörler karar verme olayını karmaşıkJaştırırlar. Sonuç
sonuçları tahmin edilemez ve irade ile kontrol edile­ şu ki; karar verme olayını -birinci aşamadan ikinci aşa­
mezdir.Bu nedenle herhangi bir karar hem kendisinden maya geçişi- deneyin1lesek de, etken faktörlerin önceden
önceki sebeplerin (kuantumdaki tesadüfi olaylar da da­ beli rlenimini yok sayamayız. Ayrıca 'farklı bir tercih ya­
hil) tahmin edilebilir sonuçlarıdır ve determinizimden pılabilirdi' hissiyatına sahipiz. Ancak bir tercih yapıln11ş
kurtulmamıştır hem de bizzat kendisi tesadüfi kuantuın olduğunda, bu hissiyatın dayanağı nedir? Bu hissiyat, tek­
olayıdır ve irade ile istenn1emiştir. Öyle ya da böyle, öz­ rar aynı alternatifler kümesiyle karşılaşan karar vericinin,
gür iradeyi üstüne kurduğumuz zemin kayıptır. O zan1an ikinci sefer farklı bir seçiın yapabihnesine karşın, beyin ­
çok sevdiğimiz ve siyasetçilerin her fırsatta bahsetmekten sel ve zihinsel duruınu da içeren genel olayın değişıniş
hoşlandığı seçme özgürlüğü nedir? oln1asına dayanır. Fakat terkarlamak gerekirse, bu seçiın
yönlere çekilişimin ve zor kararlar verirken öteki ile müca­
deleınin bir sürü yönü olmasına rağmen, benliğiıni tanım­
ladığın1 kısn1en sabit bir merkez var ve bütün bu faktör­
lerin nıücadelesi esnasında veya sonrasında bile, bu idrak
kendi tarafınıdan verdiğinı kararların sorumluluğunu ala­
bilir veya üstlenebilir olduğum anlamına gelir. Nihai çıkar
yol budur. Çünkü sorun1lu olan bütün faktörlerin detaylı
bir şekilde izini sürmek pratik olarak imkansızdır.

Benliğimizin doğası oldukça karmaşıktır. Sorumlu ben­


lik algısı dar ya da zengin olarak kişiden kişiye göre deği­
şebilir. Hatta aynı kişinin algısının zaman içinde bile değiş­
tiği olur. Mesela, nıadde bağımlısı biri herhangi bir suçtan
yakalandığında alışkanlıklarının ona bunu yaptırdığını öne
sürebilir. Böyle söyleyerek, alışkanlıklarını sanki benliğinin
"XanaduCta Kubla Khan görkemli ve zevkli bir kubbe emri verdi. . " .

(in Xanadu did Kubla Klıan a stately pleasure dome decree. . . ) dışındayınış gibi görür. Ancak soruınluluğunu n1uhake­
Samuel Taylor Coleridge, doktorunun diş ağrısı üzerine verdiği reçete so­ me ederken hakem konun1undaki, ahşkanlıkları nın kendi
nucu, afyon ruhu {alkolde çözünmüş afyon) bağımlısı oldu. Peki, Coleridge
bilgi dahilinde n1i şekillendiği, yoksa kendi bilgi dahilinde
afyon ruhu etkisindeyken yazdığı bu şiirden sorumlu muydu?
olmadan mı şekillendiğini (bazen doktorunun yatıştırıcı
önceki etkenlerin sonucudur. Dolayısıyla karar verıne maddeye yönlendirınesi sonucu edindiği alışkanlık olabi­
anında geçmiş etkenler tarafından kısıtlanmayan otonon1 liyor) göz önünde bulundurmalıdır. Başka deyişle, hakim,
bir güç olarak özgür i radenin var olması, gerçek seçme suçun soruınluluğunu tayin ederken sadece suçlunun suçu
deneyimini açıklan1asını gerektirnliyor. Eğer birinci aşa­ işlediği anda herhangi bir baskı olup olmadığını değil, aynı
n1adan ikinci aşan1aya geçişi (çeşitli olası seçeneklerden, zamanda suçlunun özgür i radesiyle önceden yaptıklarının
gerçekten seçilmişe doğru geçiş), dünyadaki herhangi suçluyu işlediği suça sevk edip etmediğini de sorgulama­
başka bir olay gibi, önceki etkenlerin sonucu olarak kabul lıdır.
edersek, karar verme deneyimimiz mükemınel bir şekil­
de determinizmle bağdaşır. Bu ınadde bağımlısına zıt olarak, bazı insanlar ciddi
baskı altında olsalar bile özgürlüğe (doğalarıyla bağda­
Seçim bir kere böyle anlaşılırsa (nedensel ve fiziki ola­ şır olan seçimlere) yer açabilmeyi keşfetm işlerdir. Henry
rak önceden belirlenmiş), özgür seçim fikrini daha geniş David Thoreau yaşam vergisini öden1eyi reddetmesinden
açıdan dikkate aln1aya devam edebiliriz. Eğer adamın ötürü hapise atıldığında, hala kendini özgür hissediyordu;
teki kafan1a silah dayar ve cüzdanıını isterse ve ben de çünkü zihni her yere gidebilirdi ve zihninde uınursamaz
kaçmak veya direnn1ek yerine dediklerine itaat edersem bir alaycı} ıkla "bütün kötü olan şeylert kurn1aya devam
, ediyordu. Ve Jean-Paule Sartre Fransızların Nazi işgalinde
bu 'zor kullanılınış seçim olur. Buna zıt olarak, özgür
irade cebir kullanılmaksızın ortaya çıkar diyebiliriz. So­ hiç olnıadıkları kadar özgür olduklarını belirtti.Nasıl olur?
nuçta, bu anlayıştaki özgür irade karar verenin doğasıyla, Şöyle ki, işgal ınücadele için imkanlar yarattı, ve ınücadele
karakteriyle veya kendine öz arzuları ile karar verenin edip etmemek büyük bir seçimdi; böylece Fransızlar ciddi
amaçladığı eylemlerinin sonuçları arasında çatışma­ bir seçim ile karşı karşıya olduklarından normalden daha
nın oln1amasına dayanır. Kendi genetik eğiliminlizin ve da özgür bir konuma geçtiler. Ancak baskı altında n1üsaade
,,
geçmiş olayların kolektif bir sonucu olmamıza pek sıcak edilen esneme payı her zan1an yapılan seçimlere "özgür
bakmayışıınız yüzünden, özgürlük kavraını fiziki deter­ denebilecek kadar yeterli olınuyor. Sofi'nin seçimi (aynı
nlinizm ve fiziki determ inizmle desteklennıiş kuantun1 isimli William Styron·un ron1anından) iki çocuğundan
rastlansısallığı barındıran zengin bilimsel dünya görüşü hangisini gaz odasına feda edeceğiydi. Mantıklı insanlar
ile kolayca bir arada bulunabili r. Nazi doktorlarının Sotfye sunduğu seçeneklerin Sofi için
makul birer seçim şansı yaratınadığın ı sayacaklardır ve
Bağdaşırcılık ve Ahlaki Sorumluluk Sofi'yi seçn1ediği çocuğunun ölümünün sorumluluğundan
azadedeceklerdir.
Çok önceden başlayan ve benim dışın1da belirlenıniş
olaylar birbirini zincirleme etkilerken, ben hala böyle bir Özgürlüğün esasını detern1inizmin yokluğu yerine bas­
özgür i radenin sonucundan nasıl sorumlu olabilirim? kının yokluğu olarak beniınsersek, ınevcut bilimsel dünya
, görüşüyle çatışn1aya düşmekten kurtuluruz. Yine de bu
Cevap "soruınlu, kelin1esinin içinde saklı. Örneğin, bir
ulusun başkanı doğal afet sonucu yürütülen yardım ça­ fikriyat hala özgürlüğün (kişinin kendine uyumlu olma­
lışmaları nın operasyonel seviyesinde çıkan fiyaskonun sını sunan dururn ve de kişiyi yaptığından sorumlu tuttu­
içinde kişisel olarak doğrudan var olmasa bile kötü gi­ ğun1uzda adil olup olmadığımızı ınuhakeme etme kriteri)
dişatının soruınluluğunu üstlenebilir. Aynı şekilde, farklı öneınini kapsıyor.

ı mı
N iet z s che Dali'yi Nas ıl E tkiledi ?
Magdalena Scholle
Çeviren: Zeynep Şenel Gencer

"Bıyık konusunda bile Nietzscheyi gölgede bırakırdım! Benimki, iç karartıcı, felaketvari, Wagner müziği ve sisle yüklenmiş
olmazdı. Hayır! İnce çizgili, emperyalist, haddinden fazla akılcı olurdu; dikey mistisizm yada İspanyol ticaret birlikleri'
gibi daima cenneti işaret ederdi." Salvador Dali, Bir Dahinin Güncesi, 1 963, (syf 1 7).

"Evet, bu da benim çılgın oyunlarımı imzaladığım İspanyol tavrında gizli. Kanla kaplı, aynı Nietzsche'n in istediği gibi!"
Bir Dahinin Güncesi, (syf 40).

Friedrich Nietzsche, şüphesiz ki, 1 9 ve 20. yy'ların zofisine, hem de özel olarak sanat görüşüne atıf yapmış
en etkili ve en çok tartışılan filozoflarından biridir. Ça­ oln1ası onun Nietzsche'nin fikirlerinden yoğun olarak
lışmaları arasında, ilki, Tragedyanın Doğuşu( l 872) sanat etkilendiğini gösterir. Ben de bu ınakalede bu etkilenimi
eleştirmenlerinden özel bir i lgiyi hak eder; çünkü Alman açıklamaya çalışacağım.
filozofu, bu eserde, birbirine zıt iki gücün, Apollo ve Di­
onysus'un, tünı sanatsal yaratınıa ilham ven.1 igi fikrini Nietzsche'nin Sanatında İ ki Ruh
ileri sürer. Nietzsche'nin önerdiği ihtilaf, dünyayı iki fark­
lı yolla yorumlamaya yönelik bir teşebbüstür. Aynı za­ "Sanatın devam eden evrimi, aynı üremenin iki cinsin var­
nıanda, gerçeklik ve ahlak-rnutlak ve göreli- gibi iki farklı lığıyla nıümkün olması gibi, Apollo ve Dionysus'un ikiliği­
kavramın varlığına da işaret eder. ne bağlıdır." Tragedyanın Doğuşu, (syf 1 4).

Nietzsche'nin kitapları, ünlü yazarlar, filozoflar ve sa­ Tragedya'nın Doğuşu'nda Nietzsche, sanatın, kültür
natçılar tarafından okunn1uş ve üzerlerine birçok yorum içinde geçerli olan iki öğe arasındaki dinamik çatışma­
yapılınıştır. Bilhassa, Katalan sürrealist ressam Salvador nın ürünü olduğunu belirtir: Dionysus ve Apollon·un. Bu
Dali, onun önde gelen eserlerine aşinaydı. Dali'nin Bir terimleri, Yunan tapınaklarında tasvir edilen iki tanrının
Dahinin Güncesi'ni okurken, onun, Tragedya)nın Doğu­ isimlerinden almıştır. Yunan geleneğinde, Dionysus ve
şu·nun içeriğini oldukça iyi bildiğin i fark ederiz. Dali'nin Apollon'un düşman yada birbirine zıt güçler olarak ni­
bu eserde, sık sık, hem genel olarak Nietzsche'nin filo- telendirihnediği n i de söylemek gerekir. Fakat Nietzsche

1. Franco lspanyası'nda tek yasal sendika; dikey sendika olarak da bilinir.

ım r: ıı;.;ıı .mıı
,
dikkat çeker; ve bunun sanatçının güzelliği ve mükeın­
melliği kültürün standart torınülleri üzerinden tan 1 1n­
larna arayışının kanıtı olduğunu ve bu yolla sanatçının
gerçekl iği idealize etme ve süslenıe amacı güttüğünü vur­
gular. Nietzsche, sanatçının böylesi uyumcu bir tutum
göstermesinin onu gerçek doğadan kopardığını, ve hatta
gerçekliğe direniş olarak algılanabileceğini belirtir: Apol­
lo bakış açısı, sadece doğaya aykırı değildir; aynı zaınan­
da hayata ve onun tüm bildirim lerine de karşıdır. Nietzs­
che'ye göre, sürekli bir denge, ölçülülük, sadelik ve düzen
hali, hayali ve kurmaca bir dünya görüşüne tekabül eder.
Onun düşüncesine göre, armoni, düzen ve müken1mel
simetri gibi prensipler, kaotik, düzensiz değişken doğada
asla baskın birer öğe değillerdir. Arnıoninin sürekliliği­
ne duyulan arzu, zayıflıktan yada gerçek hayata duyulan
korkudan ileri geli r.

Nietzsche'nin sanat anlayışı, sık sık onun yaşam felse­


fesiyle bağdaştırılır. Nietzsche,çoğu kez en yüksek hayırın

B elvedere Apollonu2

onların doğasında bir karşıtlık seznıiştir - ki bu, makul


görünüyor; çünkü bu iki tanrı neredeyse taban tabana zıt
kişilik özelliklerini vücuda getirmiştir. Apollo, şiir, sanat,
ınüzik, sağlık, ışık ve düzen tanrısıdır; ve genel olarak
dünyanın arınonisini sağlar. Kusursuz güzell iğin , irade­
nin, ilerlemenin, dengenin, barışın, akı lcılığın, n1antıklı
düşüncenin, ılımlılığın, önceden belirlenrniş kurallara
göre davranmanın sembolüdür. Apollo düşüncesi, Delp­ ....
,.....
"'
hi tapınaklarındaki ilkelerde net biçimde açıklanmıştır: ::ı
"'
>-
'Kanunlara uy: 'Bir ölümlü gibi düşün: 'Kendini kontrol ı::
.2
et: 'ötkeni kontrol et: 'Disipline sadık kal: 'Armoniyi ta­ cı
-

::::
kip et: Buna karşılık, Dionysus, vahşi doğanın tanrısı, �
::ı
..c:
erkeksi, bereketli güçlerin patronu, gösterişli yaşam tar­ u
u
C'!I
zının, şarabın, dinsel vecdin, anlamsızlığın, duyguların, cx:ı
ı:::
tutkunun, yaşam gücünün, içgüdülerin ve mantıksızlığın ::ı
ı:::
�o
......
sembolüdür. v
bD
c:
l'CI

Nietzsche, sanatçının sanatta Apollon akı m ı nı takip ..c:
u
·-

ederek, genelgeçer sanatsal prensiplere teslim olduğuna

2. Vatikan Müzesi'nde sergilenen Roma döneminden heykel; müzenin Belvedere salonunda bulunduğundan bu adla anılır. Sanatçısı kesin olarak
bilinmiyor, ancak l .ô.IV. yy:da yaşamış Yunanlı heykeltraş Leokhares'in olduğu sanılıyor.
3. Roma şarap tanrısı Bacchus' ü betim leyen M ichelangelo heykeli . Kesin olmamakla birlikte Roma'daki ilk dönemindeki sadece iki heykelinden
biridir.


insan ha��tının kendisi olduğunu vurgu­
lamıştır. Ustelik bu biyolojik bir olgudur;
çünkü insan maddesel bir varlıktır. Ruhani
hayat, sadece bedensel hayatın bir yan ürü­
nüdür; ve bedenden ayrılmış bir ruhanilik
sadece zayıfların sığınacağı bir yerdir. Zayıf
insanların, ahlaka, kısıtlaınalara ve kanun­
lara ihtiyacı vardır; çünkü onlar hayatın
bütünlüğü içinde yaşayacak kadar güçlü
değ illerdir.

Bunun yanısıra, Nietzsche, insan zihni­


nin sürekli değişen bir gerçekliği kavraya­
mayacağına, çünkü gerçekliğin bir sistem
olmadığına dikkat çeker. Bu yüzden, insa­
noğlu, doğayı dizginlemek, yalınlaştırmak, Dionysus un başka bir görünümü
genelleştirmek, düzenlemek için gerçekliğe bir çerçeve
Şüphesiz ki, Nietzsche, hayatın dinamik olduğunu
yüklemeye çalışır.
varsayıyordu. Bir insanın sadece nasıl hayatta kalacağı nı
değil, aynı zamanda nasıl gelişeceğini de bilınesi gerekti ­
Buna bağlı olarak, Nietzsche, sanatçının bu organi­
ğine inanıyordu. Bilinçli olun1la, dünyanın direnişini kır­
�1 �, bir inin kendi gücünün büyüdüğünü h issetn1esi gibi
zasyon şemasını yok etmekten korkman1ası gerektiğine
inanır. Onun yerine, sanatçı, kısıtlamaların ve ahlaki dü­
fıkırlerı_ de savunuyordu. Ona göre b irey gerçeği o anki
zenin ötesinde durmalı, ideallerine sığınma arzusundan
haliyle kabul etmeli ve onu yapabileceği en iyi şekilde de­
kaçınmalı ve kendisini hayatın gücüne ve dinamiklerine
neyiınlemeliydi. Sanatın insanların kaderini etkileyebile­
açmal ıdır. Nietzsche, tekrar tekrar, hayatın gerçek özü­
ceğinden de kuşkusu yoktu. Sanat, insanları asilleştirebi­
nün sınırlamalardan ve kurallardan mahruın olduğunun
lirdi; yaşan1ın zorluklarına karşı bir deva, ya da o nlardan
ve bunun .�aroluşun ilk ve mutlak gerçeği olduğunun altı­
uzaklaşıp soluklann1a vesilesi olabilir; ya da bireye varo­
nı çizer. (Orneğin, tanrı ya da ahlak yerine). Ki, D ionysus
luş dramasıyla ve kaderiyle barışması için yardnn edebi­
düşüncesi, Nietzsche'nin doğa konseptiyle uyumludur.
lirdi. Sanat icra ederek, dünyayı dönüştürebiliriz; yada
Dionysus anlayışına göre, dünya tanımların ve sınırların
yeniden yaratılma sürecine dahil olabiliriz. Bu anlaında
ötesindedir. Dionysus'a tapınan kimseler, hayatın çalkan­
sanat, heın hayatlarımızda hem de dünya tarihinde kati
tılı akışının enerjisiyle birleşmişlerdir. Dionysus rotasını
bir etki yaratabilir.
takip eden sanatçı, sınırsız yaratıcılıkla ile karakterize
edilir; ahlakın ve kültürel kuralların sınırlarını zorlaınak­
Bu durum heın D ionysus hem de Apollon yoluyla
tan korkmaz; bunun yerine kendi doğasının ve dürtüle­
n1üınkündür. Apollon yolunu seçmek, ideal davranışlar
rinin sesini dinler. Bu ses, hakim kurallar, kanunlar ve
ve klasik güzellikle mükemmel bir dünya yaratma arzu­
eğilin1lerle ters düşebilir. Dionysus sanatı karakteristik
sunu geliştirmektir. D ionysus yolunu seçmek, hayatı ol­
olarak doğrulayıcı, baskın, n1antıksız olmasının yanısıra
duğu gibi tasdik etıneyi, korkuları ve karanlık yönleri de
dinamizm ve içsel gerilinllerle doludur. belirli bir filtre­
dahil hayat ı n getirdiği her şeyi tanımayı ve kabullen ıneye
den geçirilmeıniş, doğal dürtülerin değeri n i teyit eder.
gayret etn1ektir.
Dünyaya naiflikle, pembe gözlüklerle bakmaktan ziyade,
onu olduğu gibi kabul eder ve bilinmez bir kaderle bağ­
Her ne kadar Nietzsche, D ionysus tavrına özellikle
lanmaya itiraz etmez.
değer veriyor olsa da, onu güçlü ve yaratıcı olan her şeyin
kaynağı olarak görse de, toplumun en yüksek ürününün,
Hayatın büyüsü, hayatın ihtişan11na dair bir his ve
Dionysus ve Apollon değerlerini birleştiren yaratıcı deha
yaşama sevinci de karakteristiktir; insan hayatının fani­
olduğunu iddia etti. Bu yüzden, Apollon ve D ionysus
liği ve kırılganlığıyla,yıkıının gelişigüzelliğiyle uzlaşma
ruhları birbirine z.ıt gibi görünseler de, iş birliği yapma­
ihtiyacını ele alır. D ionysus doğasının sanatının, gerçek­ .
ları mün1kündür. Orneğin, Yunanlıların güzelliği sevdik­
ten de hayatın sesine kulak verdiğini söyleyebiliriz. Veya
lerini ve biçimin n1ükemmelliğini takdir ettiklerini kay­
kuntspedia.com sitesindeki bir Picasso eleştirmeninin
detnıiş, fakat bu sevginin içinde, tutkuların, dürtülerin,
etkili şekilde ortaya koyduğu gibi: "Dionysus, varoluşun
içgüdülerin oluşturduğu taşkın, şekilsiz bir akış yattığını
kalbindeki çıplak gerçeği temsil eder: Bütün kutupsallığı
söyler. Nietzsche'ye göre, Apollon ve Dionysus, işte o da­
ve antitezleri yok edip, dünyevi varoluşun kalbindeki kö­
hice sanat modelinde, Atina tragedyasında birleşiyordu.
kensel bütünlüğü açığa çıkaran bir 'fırtına·yı.
Bu da, ilk kitabının başlığıdır.
Nietzsche için dahi, olağanüstü sanatçı, hayatın güçlü Bununla birlikte, Dalfnin Nietzsche'yle bir bağıntısı
yanlarını takip ederek sıradanlığın üzerinde yükselen biri olduğunu iddia ederek, ne ima etmek istediğini tam ola­
olduğu kadar, armoni ve güzellik fikirlerinden de yararla­ rak saptamak zordur. Nietzsche'nin fllozofisi n i gerçekten
nan biri olacaktır. Var olan klişeleri yıkmaktan korkma­ sahipleniyor muydu? Daha doğrusu, Sanatçının olağan­
dıkları gibi, var olan kültüre karşı bir tehlike olınaktan da dışı davranınasının sebebi heyecan ve kapsamlı reklam
çekinmeyeceklerdir. Bunu aklınıızda tutarak, Figueres'l i 1 istemesi nliydi? Kendisinin çılgın ve tuhaf biri olduğu te­
sanatçı Salvador Dalfnin, dehanın nıeydan okuına mer­ zini haklı çıkarması, doğuştan gelen Dionist bir dürtüden
tebesine ulaştığı nı söyleyebilir miyiz? ve bundan doğan filozofik bir uzlaşımdan ziyade, sadece
finansal sebeplerden mi kaynaklanıyordu?
Dali, Nietzscheci Dahi
Bu soruların nasıl yanıtlandığına bakmayarak da,
"Nietzscheci Dionysus, bana, her yerde sabırlı bir mürebbi­ Nietzsche'nin düşüncelerinin ve fikirlerinin sanatçının
ye gibi eşlik ettf' Bir Dahinin Güncesi, syf 2 1 . sevdiği ve dahil olduğu akım olan Sürrealizmin tenıel
nosyonlarıyla tam olarak bağdaştığını söyleyebiliriz. Sür­
"Dionysus bir Areopagite5 olduğundan, Batıdaki hiçkim­ realizmin belli başlı fikirlerinden biri de, içsel algıların
se, ne Leonardo Da Vinci, ne Paracelsus, ne Goethe ne de görsel olarak dışavurulınasıdır. Bu stili benimsemiş sa­
Nietzsche, kainatla Dali kadar paylaşım içinde değildi. İn­ natçılar, mantıksal gerçeklik algısını rahatsız edici resi ın­
sani yaratım sürecine erişim izni vermek, kozmik ve sosyal ler yaratmaya çalışırlar. Bilinç ve rüya, fantazi ve halüsi­
yaşamı beslemek sanatçının en önemli rolüdür.'' Georges nasyon arasındaki sınırı geçtiklerinden dolayı görüntüler
Mathieu6, Bir Dahinin Güncesi'nde yer alan mektubun­ çoğunlukla grotesk, rasyonellikten tamamiyle uzaklaşnıa
dan, syf 1 71. şeklindedir.

Filozofı dünyasında Nietzsche, başınabuyruk olarak Dali'nin resimlerine ve heykellerine bakarken, sanat­
kabul edilirdi; ki trajik şekilde, sonunda, akıl sağlığını çının düşünce deneylerine dahi l olduğumuzu görebiliriz.
yitirdi. Benzer şekilde, sanat dünyasında, Salvador Dali, Onun şaşılası çalışmaları, rüyavari manzaralar ve de­
sorunlu ve egzantrik bir sanatçı olarak görülüyordu. formasyonlar, şüphesiz ki realizmle bağdaşmaz; bunlar,
erotik ve hatta şehvani konulardır. Onun çalışmalarında,
Dali, Bir Dahinin Güncesf'nde tekrar tekrar Nietzsc­ çoğunlukla şeytani olanın övüldüğünü de hissederiz: Yı­
he'ye atıf yapar. Şüphesiz ki, okuyucular, Katalan sanatçı­ kım, biçimsizlik, çirkinlik. Devriın, gaddarlık, şiddet, iş­
nın Nietzsche'nin filozofisinden ve karakterinden büyü­ kence, cinsel sapkınlık, yıkıcılık gibi temalara yer verilir.
lendiği izlenimini edineceklerdir. Alman filozofla bağını Şüphesiz ki, Salvador Dali'nin sanatı klasik güzellik anla­
göstermek için bıyığını bile uzatmıştı.(bknz. makalenin yışından ayrılır. Bu bağlamda, Dali'nin genellikle Apollon
başındaki alıntı) topluluğundan kaynaklanan akademik sanattan -ki bu
insan benliğinin düzen arzusunu ve rasyonaliteyi tenısil
Dali günlüğünde, Nietzsche'nin 'Böyle Buyurdu Zer­ eder- uzaklaştığını ve Dionysus görüşüne yaklaştığını
düşt'( 1 883) adlı eserinin kendisini ateiznıe ve Hristiyan söyleyebiliriz. Dalfnin de dile getirdiği gibi: "Bu, antik
erdemlerini reddetmeye yönlendirdiğinin, anti-sosyal iç­ Yunan'ın en büyük öğretisiydi; ve i lk kez Fredrich Nietz­
güdüsünün ve ailesiz olma duygusunun gelişn1esine kat­ sche tarafından açığa çıkarıldı. Çünkü eğer Apollon ru­
kıda bulunduğunun altını çizer. Görünen o ki, Dali için, hunun Yunanistan'da en yüksek evrensel seviyeye ulaştığı
ailesindendışlanmasından önceki dört yıl, aşın psikolojik doğruysa, D ionysus ruhunun tüm öfkeyi ve taşkın lığı ge­
yıkım yaşadığı bir evreydi: "Bana göre, o yıllar gerçekten ride bıraktığı da o derece doğrudur." (syf 1 02). Dali, kuş­
Nietzscheci'ydi:' (syf 1 8). Dali'nin Nietzsche'nin filozofl­ kusuz, Sürrealizmin üstadı ve Dionysus fikrinin takipçi­
sine hayranlığı o kadar büyüktü ki, kendisini ''Akıldışının siydi: "Hayatım, bugün olduğu haJine-zahitlik ve fazilet
Nietzsche'si" (syf23) olarak tanımlıyordu. Aynı zamanda, örneğine- bürünmeden önce, sadece üç dakika için bile
günlüğünün başlığı, sanatçının sadece Alman filozofun olsa, uykudaki biri gibi, Dionist rüyanın son kırıntılarını
tanımına göre dahi olnıayı amaçladığını değil, gerçekten sürdürmek için çırpındın1, çok şekilli sapkınlığın hayali
de öyle olduğunu hissettiğini gösterir." Günün birinde, sürrealizmine sadık kalmak istedim" (syf 2 1 )
insanlar çalışınalarıınla ilgilenıneye mecbur olacaklar."
(syf 43) yada "Beyni n1 , yeniden nornıale dönüyor; buna Dali'nin " Belleğin Aznıinin Dağılış(( 1 954) tablosunu
rağınen, ben hala bir dahiyim." (syfl 86) yayınlayan 1 998 Philosophy Now kapağı.

4. Alt Emporda bölgesinin başkentidir. lspanya'nın Katalonya özerk bölgesindeki Girona iline bağlıdır.
5. Antik Atina'da Areopagus yargıçlar konseyinin bir üyesi
6 . Fransız soyut ressam ve sanat teorisyeni.

ıtm;11mtiı mı
..
naliteye boyun eğecektin1; ya
da tam tersini yapacaktım;
'akıldışılığın fethi' için sa­
vaşacaktıın. Bu arada, arka­
daşlarım, Nietzsche de dahil,
irrasyonalitenin kendilerini
bozguna uğratınasına izin
verdiler. Birçokları gibi o
romantik zayıflık karşısında
yenik düştüler." (syfl 9)
Dali'nin Nietzsche'ye
benzemek için bıyık uzat­
tığı hatı rl anabilir; ancak;
ondan ayırt edilmek istedi­
ğinden, farklı bir şekil ver­
ınişti: "önemli olan, benim
anti-Nietzscheci bıyığımın
hala Bourgos Katedrali'nin
kuleleri gibi cenneti işaret et­
n1esidir:' (syf 43)

Dali, Nietzsche'ni n fi­


kirlerindeki zayıflığın akıl
sağlığını yitirmesinden kay­
naklandığına ikna olmuş­
tu. Sanatçı, aynı zamanda,
kendisinin de bir çeşit akıl
hastalığından nnızdarip ol­
duğunun sanılmasından
endişe ediyordu. Bildiğimiz
gibi, akıl hastalığı ve sanat­
sal deha arasındaki çizgi ol­
dukça ince. Dali'nin de bunu
bildiğini günlüğüne yaz­
dıklarından görebiliyoruz:
"Nietzsche her zaman zayıf
karakterli biri olmuştu; bu
dünyada en gerekli şeyin de-
Dalı, dünyayı algılamak için 'paranoyak kritik dev­ lirınemek olduğu bir zaınanda
rim' olarak tanımladığı benzersiz bir yol geliştirdi. Bu­ delirecek kadar düşüncesizleşınişti; deli bir adamla be­
nun çılgın fenonıenlerin yorumsal birlikteliğine dayanan nim aramdaki tek fark, ben deli değilin1 ! " (syf 1 7)
irrasyonel bilgiyi üretn1enin doğal yolu olduğunu iddia
etti. Yine de, onun metodu, açıkça, hem Sürrealizmin te­ Dali, sanatı vasıtasıyla, Dionysus'un karınaşa ve geri­
mel düşüncelerine, hem de Nietzscheci D ionysus sanatı liıninin, Apollo'nun düzeni ve aklıselimliğini her zan1an
kavramına atıfta bulunuyordu. Bununla birlikte, Dalı, istila edebileceğini, güzelliğin her zan1an orantısızlıkla
Nietzsche'nin fikirlerine açıkça hayran olmasına rağmen, bozulabileceğini ve duyguların ınantıklı anlayışının iç­
Alman filozofun her düşüncesini eleştirn1eden kabul et­ güdülerle, ve hatta delilikle zayıflatılabileceğini gösterdi.
tiğini varsayaınayız. Örneğin, Nietzsche'nin oluşturdu­
ğu kavraınların 'roınantik irrasyonalizın' ile 'kirlenm iş' Bu yolla Dali, Nietzsche'nin sanattaki en büyük başa­
olmasını onaylamıyordu: "Ben, takıntılı rasyonalist, ne rının Dionysus ve Apollon unsurlarının sentezinde veya
istediğimi bilen tek kişi bendim. Kendi iyiliği için, diğer­ en azından aralarındaki karşılaşınada yattığı fikrini so­
lerinin deneyimlediği narsist ve pasif akıldışılığa, irrasyo- mutlaştırınış oldu.
HABER VE DUYURULAR

Libido D ergisi nin 1 9. sayısı raflarda! "WHhelm Reich ve Cinsel Devrim " kapak ko­
'

nusuyla Sovyetler Birliği nde psikanaliz kuramının gelişimi ve infazı işleniyor. Cin­
sellik. aşk. devrim ve otorite konularını bir araya getiren Libido Dergisi'nin 1 9. sayısı
tüm kitabe vleri ve D&R bayilerinde . . .
İÇİNDEKİLER: Wilhelm Reich ve Cinsel Devrim - Yazan: Marie Louise Berneri
Psikanaliz ve Komünizm -Yazan: Christfried Tögel
Freudyenizm ve Marksizm Hakkında Mektup/ann Değiş Tokuşu -il - Frank Brenner
Freudyenizm ve Marksizm Üzerine . . .
Cesur Bir Düşünce üzerine Bir Yorum: Sovyetler Birliği 'nde Psikanaliz
Cinsel İlişkinin Yazımının İmkansız/ığı ve İkameleri - Pınar Arslantürk
Aşk üstüne: ''Aşkın Tarihi"nden Notlar - Banş Korkmaz I Güzellik Algısı - Şevval Şen

i l . Lacan Sem pozy u m u


Tarih: 2 - 3 Nisan 20 1 6
Yer: Kültür ve Kongre Merkezi - O D TÜ

il. Lacan Sempozyumu bu ytl Ankara 'da Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nde ger­
çekleşecek. Yurt içinden ve yurt dışından Lacan uzmanlarının konuşmacı olarak
katılacağı sempozyum iki gün sürecek. Sempozyum un program ına
a k a d e m i . d u s u n b i l.com adresinde ulaşabilirsiniz.
Kayıt yapmak ve detaylı bilgiye ulaşmak için de yine b u adresi kul/anabilirsiniz.

1. P s i k a n a l i z Sem p o zy u m u "Aşk ve C i n s e l l i k "


1 4- 1 5 Mayıs 20 1 6 - Ankara
Yer: Demonti Otel
akademi. dusunbil. com

Birincisi düzenlenecek olan Psikanaliz Sempozyumu ;nun teması Aşk ve cinsellik


olacak. Sempozyuma katılmak ve detaylı bilgi almak için a ka d e m i . d us u n b i l . com
adresini ziyaret edebilirsiniz. . .

Aristoteles Sempozyumu - A n kara


1 8- 1 9 Haziran 20 1 6
Yer: Demonti Otel
akademi. dusunbil. com

UNESCO Genel KuruluJ Yunan filozofu Aristoteles 'in 2400. doğum yılı olan 20 1 6
yılını Aristoteles yılı ilan etti. Bizler de Düşün bil Akademi olarak bu yıl Aristoteles
Sempozyumu yapma kararı aldık. Sempozyuma katılmak ve detaylı bilgi almak
için akadem i . d u s u n b i l .com adresini ziyaret edebilirsiniz. . .
Negatif Divaıektik Tractaıus logico-Philosophicus
Yazar: Theodor w. Adorno Yazar: ludwig Wittgensıein
çevirmen: şevda öztürk Yavıneui : Metis Yavıne1lık
Yavınevi : Metis Yavıncılık
"Bu kitabı belki de bir tek, içinde
Yirn1inci yüzyıl felsefesinin zirve ki­ dilegelen düşünceleri-ya da benzer
taplarından Negatif Diyalektik, ka­ düşünceleri-kendisi de zaten bir kez
Jeıne alınışının 50. yıldönüınünde düşünınüş birisi anlayacak -Bir öğ­
Şeyda Öztürk'ün müthiş en1ek ürünü retici kitap değil, böylece. Anlayarak
çevirisiyle nihayet Türkçede. okuyan tek bir kişiye zevk verebilirse,
aınacına ulaşmış olacak.
Adorno kitabın an1acını şöyle ifade Kitap felsefe sorunlarını ele alıyor ve-
ediyor: "' Negatif Diyalektik' tabiri, san1yoruın-gösteriyor ki, bu sorunla­
geleneği ihlal eder. Diyalektik, daha Platon'da bile, bir düşün­ rın soru olarak ortaya çıkınaJarı, dilin1izin nrnntığının yanlış
ıne anıcı olan oluınsuzlarna aracılığıyla olumlu bir şey üretıne anlaşılnrnsına dayanu. Kitabın bütün anlarnı, şuna benzer bir
amacı taşırdı; sonraları bu oluınluluk 'olumsuzJanıanın olun1- sözde toplanabilir : Söylenebilir ne varsa, açık söylenebilir ;

suzlanması' tanıınında kısa ve kesin ifadesini bul ınuştur. Bu üzerine konuşulamayan konusunda da susn1alı.
kitap belirleniınden ödün vern1eden diyalektiği bu oluınlayıcı Kitap böylece, düşünmeye bir sınır çizmek istiyor, ya da, daha
esastan kurtarınayı aınaçlaınaktadır''. Kitabın giriş bölüınünde çok-düşünmeye değil, düşüncelerin diJegetirilişine : Çünkü
felsefi deneyim kavraını açıınlanırken, birinci bölüın, Alınan­ düşünnıeye bir sınır çizn1ek için, bu sınırın iki yanını da düşü­
yaöa hüküın süren ontolojinin duruınunu ele alıyor. Üçüncü nebilınen1iz gerekirdi (yani düşünühneye elvermeyeni düşüne­
bölüındeyse "negatif diyalektik nıodelleri" ayrıntılı olarak ge­ bihnemiz gerekirdi).
liştiriliyor. Sınır, öyleyse, yalnızca dilin içinde çizilebilecektir, ve sınırın
ötesinde kalan da, düpedüz saçn1a olacaktır.'1 -Ludwig Witt­
genstein.

DERGİ KAPAK KONUSU DUYURULAR!

DÜŞÜNBİL DERGİSİ 20 1 6 YILI KAPAK KONULA RI LİBİDO DERGİSİ 20 1 6 YILI KAPAK KONULARI

Düşünbil Sayı 53, (Mayıs - Haziran) Libido Dergisi Sayı 20 (Nisan- Mayıs)
Kapak Konusu "Michel Foucaulf' Kapak Konusu "Melanie Klein ve Nesne İlşkilert
Makale Son Gönderim Tarihi: Makale Son Gönderim Tarihi: 1 Mart 2016
1 Nisan 20 1 6
Libido Dergisi Sayı 2 1 (Haziran-Temmuz)
Düşünbil Sayı 54, (Temnıuz - Ağustos) Kapak Konusu "Heinz Kohut ve Kendilik Psikolojisi"
Kapak Konusu C(Ludwig Wittgenstein,, Makale Son Gönderiın Tarihi: 1 Mayıs 20 1 6
Makale Son Gönderim Tarihi:
1 Haziran 20 1 6 Libido Dergisi Sayı 22 (Ağustos-Eylül)
Kapak Konusu "Erich Fronım ve Sevgi ve Şiddetin
Düşünbil Sayı 55, (Eylül-Ekim) Kökeni"
Kapak Konusu "Martin Heidegger u Makale Son Gönderim Tarihi: 1 Temnıuz 20 1 6
Makale Son Gönderim Tarihi:
1 Ağustos 201 6 Libido Dergisi Sayı 23 (Ekim-Kasını)
Kapak Konusu "Slavoj Zizek ve Felsefen
Düşünbil Sayı 56, ( Kasım-Aralık) Makale Son Gönderim Tarihi: 1 Eylül 20 1 6
Kapak Konusu "Georg Wilhelm Friedrich Hegel ((
Makale Son Gönderim Tarihi: Libido Dergisi Sayı 24 (Aralık-Ocak)
,
1 Ekin1 20 1 6 Kapak Konusu ''A.nna Freud ve Freud Sonrası Psikanaliz ,
Makale Son Gönderinı Tarihi: 1 Kasıın 201 6

You might also like