You are on page 1of 55

2021-2022 CEZA HUKUKU ÖZEL HÜKÜMLER DERSİ GÜZ DÖNEMİ PRATİK

ÇALIŞMA-1

KARAR 1: 1. Ceza Dairesi 2020/1331 E. , 2021/5402 K.

"İÇTİHAT METNİ"

MAHKEMESİ :Ağır Ceza Mahkemesi

SUÇ: Kasten yaralama sonucu ölüme neden olma, kardeşe karşı kasten yaralama

HÜKÜMLER: 1- ...'a yönelik kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçundan TCK'nın
87/4-1.cümle, 29, 62, 53. maddeleri uyarınca 6 yıl 3 ay hapis cezası ile mahkumiyet

2- ...'a yönelik kardeşe karşı kasten yaralama suçundan TCK'nın 86/1, 86/3-a-e, 87/1-c-son,
29, 62,53. maddeleri uyarınca 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezası ile mahkumiyet

TEMYİZ EDENLER : Sanık ... müdafii, katılanlar ..., ... ve ... vekili, Cumhuriyet Savcısı

TÜRK MİLLETİ ADINA

Mahalli mahkemece verilen hüküm, sanık müdafii, bir kısım katılanlar vekili ile Cumhuriyet
Savcısı tarafından temyiz edilmekle dosya incelendi.

Gereği görüşülüp düşünüldü;

Toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanık ...'ın maktul ...'a yönelik kasten yaralama
sonucu ölüme neden olma, mağdur ... ...'a yönelik kasten yaralama suçlarının sübutu kabul,
oluşa ve soruşturma sonuçlarına uygun şekilde suç nitelikleri tayin, tahrike ve takdire ilişkin
cezayı azaltıcı sebeplerin nitelik ve dereceleri takdir kılınmış, savunması inandırıcı
gerekçelerle değerlendirilip reddedilmiş, incelenen dosyaya göre verilen hükümlerde bozma
nedeni dışında bir isabetsizlik görülmemiş olduğundan; sanık müdafiinin, sanığın eylemi ile
maktulün ölümü arasındaki illiyet bağının kesildiğine, basit kasten yaralama suçu oluştuğuna,
mağdur ...'ye yönelik eylemi meşru müdafaa kapsamında kaldığına, mağdurun yüzündeki
sabit izin başka bir olaydan kaynaklandığına, katılanlar vekilinin, eksik incelemeye, sanığın
kasten öldürme suçundan cezalandırılması gerektiğine, haksız tahrik bulunmadığına,
Cumhuriyet Savcısının, kasten yaralama suçunda haksız tahrik bulunmadığına yönelen ve
yerinde görülmeyen temyiz sebeplerinin reddiyle,

1- Sanık hakkında kasten yaralama suçundan kurulan hükmün, tebliğnamedeki düşünce gibi

ONANMASINA,

2- Sanık hakkında kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçundan kurulan hüküm
yönündenyapılan incelemede;

Oluşa ve dosya kapsamına göre; eski muhtar olan maktulün, olay günü teslim işlemlerini
yapmak üzere muhtarlığa gittiği, yeni seçimle aza olarak seçilen sanıkla aralarında çıkan
kavga sonucunda hayatını kaybettiği olayda, maktulün, her ikisi de ayrı ayrı ölüm sonucunu
doğuracak şekilde sağ kafa arka bölgesinde ve sol temporofrontoparietal bölgede iki ayrı kırık
tespit edildiği, bu kırıkların her ikisinin de düşme sonucu meydana gelmesi
beklenemeyeceğinden kafa sol temporofrontoparietal bölgedeki kırığın künt bir cismin
havalesi ile oluşabileceği yönündeki Adli Tıp Otopsi Raporundaki değerlendirme de dikkate
alındığında, sanığın taş veya etkili bir cisimle yaralama kastıyla maktule vurduğunun
kabulünde zorunluluk bulunduğu ve TCK'nın 87/4-2. cümlesi uyarınca hüküm kurulması
gerektiği gözetilmeden, TCK'nın 87/4-1. cümlesi uyarınca cezalandırılmasına karar verilmek
suretiyle eksik ceza tayini, Bozmayı gerektirmiş olup, katılanlar vekilinin temyiz istemi bu
itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün, tebliğnamedeki düşünce gibi
BOZULMASINA, 29/03/2021 gününde oy birliği ile karar verildi.

KARAR 2: 1. Ceza Dairesi 2020/1279 E. , 2021/6088 K.

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ :Ceza Dairesi SUÇ: Kasten yaralama sonucu ölüme neden olma

HÜKÜM: ... 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 21/03/2019 gün ve 2016/90 esas-2019/136 karar
sayılı, sanığın "taksirle öldürme" suçundan TCK'nın 24/1, 27/1, 85/2, 62, 50. maddeleri
uyarınca 22,680 TL adli para cezasına ilişkin hükmün, sanık müdafii ile katılan vekilinin
yasal süresi içinde istinafı üzerine, Mahkemenin anılan kararının CMK'nın 280/2 maddesi
uyarınca kaldırılarak, sanığın "kasten yaralama sonucu ölüme neden olma" suçundan TCK'nın
87/4-2. cümle, 62, 53. maddeleri uyarınca 10 yıl hapis cezası ile cezalandırılması.

TÜRK MİLLETİ ADINA

... Bölge Adliye Mahkemesi 1.Ceza Dairesi'nin 06/12/2019 gün ve 2019/1125 E. 2019/1357
K. sayılı kararının, sanık müdafii ve katılan vekili tarafından 5271 sayılı CMK'nin 291.
maddesinde belirtilen süre içinde temyiz edildiği anlaşılmıştır. Dosya incelendi. Gereği
görüşülüp düşünüldü: ... Bölge Adliye Mahkemesi 1.Ceza Dairesi'nin 06/12/2019 gün ve
2019/1125 E. 2019/1357 K. sayılı hükmüne yönelik sanık müdafiinin sübuta, yasal
savunmaya, haksız tahrike, eksik incelemeye, katılan vekilinin suç vasfına yönelen ve yerinde
görülmeyen temyiz sebeplerinin reddine karar verilmiş kurulan hükümde bozma sebebi
dışında hukuka aykırılık saptanmamıştır.

A)- Hüküm tesis edilirken gözetilmesi gereken yasal düzenlemeler;

1)- Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 17. maddesi 1. fıkrasında “herkesin yaşama hakkına”
sahip olduğu belirtilmiş, aynı maddenin 4. fıkrasında “meşru müdafaa hali, yakalama ve
tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, bir tutuklu veya hükümlünün kaçmasının önlenmesi,
bir ayaklanma veya isyanın bastırılması, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde yetkili merciin
verdiği emirlerin uygulanması sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu
durumlarda meydana gelen öldürme fiilleri, birinci fıkra hükmü dışındadır.” denilmek
suretiyle birinci fıkradaki hakkın istisnaları düzenlenmiştir.

2)- Ülkemizin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin "Haklar ve Özgürlükler"
başlıklı bölümünde yer alan 2. maddesinde “yaşama hakkı” kabul edilmiş, aynı maddenin b
bendinde “Usulüne uygun olarak yakalamak veya usulüne uygun olarak tutuklu bulunan bir
kişinin kaçmasını önlemek için kuvvete başvurulmasının kesin zorunluluk haline gelmesi
sonucunda ölüm meydana gelmişse yaşama hakkının ihlal edilmiş sayılamayacağı
belirtilmiştir

3)- 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunun 16/c maddesinde hakkında tutuklama,
gözaltına alma, zorla getirme kararı veya yakalama emri verilmiş olan kişilerin ya da suçüstü
halinde şüphelinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde silah
kullanılabileceği hüküm altına alınmıştır. 4)- 5237 sayılı TCK'nin 24. maddesinin birinci
bendinde “Kanunun hükmünü yerine getiren kimseye ceza verilmez” denilmek suretiyle
“kanunun hükmünü yerine getirme bir hukuka uygunluk nedeni olarak düzenlenmiş, aynı
Yasanın 27. maddesinin 1. bendinde de ceza sorumluluğunu kaldıran nedenlerde sınırın kast
olmaksızın aşılması halinde” verilecek ceza gösterilmiştir.

B)- Suç vasfı belirlenirken dikkate alınması gereken ceza hukuku teorileri; Sanık hakkında
hüküm tesis edilirken kast, taksir, bilinçli taksir ve neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç gibi ceza
hukuku kavramlarının incelenmesi ve somut olaya tatbik edilmesi gerekmektedir.

1)- Bu kapsamda, Ceza Genel Kurulunun Dairemizce de benimsenen 2011/840 E. 2012/214


K. sayılı ilamında da belirtildiği gibi doğrudan kast, failin hareketinin yasal tipi
gerçekleştireceğini bilmesi ve istemesini gerektirir. Ancak, failin hareketiyle hedeflediği
doğrudan sonuçların yanısıra, hareketinin zorunlu sonuçları ya da kaçınılmaz yan sonuçları
da, açık bir isteme olmasa dahi doğrudan kast kapsamında değerlendirilmektedir.

2)- Taksirdeki düzenlemeye bakıldığında ise; kural olarak suç, ancak kastla işlenebilir, fakat,
yasada açıkça gösterilen hallerde suçlar taksirle de işlenebilir. Taksir, TCK’nin 22/2.
maddesinde; “dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla bir davranışın suçun kanuni
tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesi” şeklinde tanımlanmıştır. Öte
yandan, anılan Yasanın 22. maddesinin 3. fıkrasında; “kişinin öngördüğü neticeyi
istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır” şeklinde
bilinçli taksir daha yoğun bir kusurluluk hali olarak tanımlanmıştır.

3)- Neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç ise, TCK'nın 23/1. maddesinde; “Bir fiilin, kastedilenden
daha ağır veya başka bir neticenin oluşumuna sebebiyet vermesi halinde, kişinin bundan
dolayı sorumlu tutulabilmesi için bu netice bakımından en azından taksirle hareket etmesi
gerekir” biçiminde düzenlenmiştir. Bu açıklamalar ışığında özetle; gerçekleşmesi mutlak
görünen neticenin failce bilinmesi ve istenmesi halinde doğrudan kast, kastedilenden daha
ağır veya başka bir neticenin oluşumuna sebebiyet verilmesi halinde neticesi sebebiyle
ağırlaşmış suç, öngörülen muhtemel neticenin meydana gelmesinin istenmemesine rağmen
objektif özen yükümlülüğüne aykırı hareket edilmek suretiyle neticenin meydana gelmesinin
engellenemediği ahvalde bilinçli taksir söz konusu olacaktır. Bu açıklamalar doğrultusunda
somut olayın kabulü ve sanığın hukuki durumunun bu kıstaslara göre belirlenmesi
gerekmektedir. Oluşa ve dosya kapsamına göre; maktul ... hakkında Karasu ilçesinde
meydana gelen çok sayıda hırsızlık olaylarının şüphelisi olarak Karasu Sulh Ceza
Hakimliği’nin kararıyla yakalama emri çıkarıldığı, maktulün yakalama emri uyarınca
İstanbul’da yakalanarak Karasu ilçesine getirildiği, kolluk nezaretinde sorguya sevkedilerek
sulh ceza hakimliği duruşma salonunda bekletildiği sırada nezaret eden polis memurunu
itekleyip yaralanmasına da sebebiyet vererek duruşma salonunun penceresinden atlayıp
kaçtığı, sanığın ise olay günü izinli olmasına rağmen emniyet müdürlüğünde düzenlenen
seminere katılmak üzere emniyet binasında bulunduğu, maktulün kaçtığı haberinin emniyete
ulaşması üzerine kolluk amirinin emriyle gruplar halinde yakalama çalışmaları başlatıldığı,
amiri tarafından kendisine emir verilen sanığın yanında bulunan iki memur ile birlikte
maktulün kaçtığı istikamette araştırma yaptıkları sırada, maktulü otluk ve çalılık alanda
gördükleri ‘dur’ ihtarında bulunmalarına rağmen maktulün kaçmaya devam ettiği, sanık ve
arkadaşlarının ikaz amaçlı havaya ateş ettikleri ancak maktulün ihtar ve ateş etmelerine
kayıtsız kalarak kaçmaya devam ettiği bunun üzerine sanığın maktulü yakalamak amacıyla
vücudunun alt kısmını hedef alarak peşpeşe iki el ateş ettiği, birinci atışın sağ bacak diz üstü
arka iç kısmına isabet ettiği, onu takip eden ikinci atışın ise birinci atışın etkisiyle yere
düşmekte olan maktulün sırt sağ tarafına isabet ederek arkadan öne, aşağıdan yukarıya,
sağdan sola seyirle sol omuz ön yüzünden çıktığı ve bu atışın ölüme neden olduğu
anlaşılmaktadır. Olaydan sonra maktulün sağ elinde ses ve gaz tabancası tespit edilmiş ise de,
maktulün içinde bulunduğu durum, kaçtığı ve vurulduğu yerler nazara alındığında bu
tabancanın olayla ilişkisi bulunmadığı kabul edilmiştir. Sanığın 2559 sayılı Yasanın 16.
maddesi kapsamında maktulü yakalamak amacıyla ve yakalayacak ölçüde silah kullanma
yetkisi bulunduğu, başka türlü yakalanamayan maktulün yaralayarak yakalanmasının
sağlanması durumunda eylemin TCK’nin 24/1 maddesi kapsamında değerlendirilmesi
gerekeceği kuşkusuzdur. Başka bir deyişle sanık maktule yaptığı ilk atışın sonucunu bekleyip
onu yaralı halde yakalasaydı bu fiilden sorumlu tutulmayacaktı.Sanığın yerine getirdiği kamu
görevinin mahiyeti, maktulün yakalama emrine rağmen duruşma salonundan nezaret eden
görevliyi de etkisiz hale getirerek kaçması, dur ihtarlarına ve uyarı atışlarına kayıtsız kalarak
kaçmaya devam etmesi ve eylemin hukuka uygunluk nedeni içinde başlamış olmasının
hukuksal bir değeri bulunmadığı düşünülemez. Bu nedenle Sanığın eyleminin herhangi bir
olayda hasmını yaralamak isterken onun ölümüne neden olan herhangi bir failden farklı
olduğu hususunda duraksama bulunmamaktadır. Bununla birlikte sanığın maktulü yaralayarak
yakalamasına imkan veren yasal düzenleme nazara alındığında hem yaralama kastıyla hareket
ettiği hem de bu fiilden tam olarak sorumlu olduğunun kabulü kendi içinde bir çelişki
oluşturmaktadır. Ne var ki, sanık bu ölçüyü aşarak ilk atışla yaralanan maktule yersiz olarak
ikinci bir atış daha yapıp onun ölümüne neden olmuştur. Sanık tarafından ardarda iki el ateş
edilmiştir. Bu durumda sanık hukuka uygunluk nedeni içinde başladığı eylemi sürdürerek
hukuka uygunluk sınırını aşmıştır. O hâlde sınırın aşılmasının kusurlu olup olmadığı ile
kusurun niteliğinin tespit ve tayini önem arz etmektedir. Öncelikle sanığın ilk atışla yaralanan
maktule zorlayıcı bir neden yokken ve ilk atışın sonucunu beklemeden ikinci bir atış yapması
sınırı aşmakta kusurlu olduğunu ortaya koymaktadır. Ancak bu sınırı kasten aştığını gösteren
somut bir delil, bunun için bir neden bulunmadığından bu durumda oluşan şüphe sanık lehine
yorumlanmalı, sanığın bu sınırı yeterli dikkat, özen ve basireti gösterememesi nedeniyle
taksirle aştığı kabul edilmelidir. Sanığın mesleği gereği sahip olduğu bilgi, tecrübe ve eğitimi,
olay sırasında maktulle sanık arasındaki mesafenin yakın sayılabilecek bir mesafe olması
nazara alındığında, sanığın eyleminin sonuçlarını istemese de öngörebilecek durumda olduğu,
bu nedenle olayda bilinçli taksirle hareket ettiği ve hukuka uygunluk sınırını bilinçli taksirle
aştığı kabul edilerek eyleminin TCK’nin 24/1, 27/1, 85/1 ve 22/3 maddeleri kapsamında
cezalandırılması yerine, yazılı şekilde kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçundan
hüküm kurulması, Bozmayı gerektirmiş olup sanık müdafii ile katılan vekilinin temyiz
gerekçeleri bu itibarla yerinde görüldüğünden hükmün tebliğnamedeki düşünceye aykırı
olarak 5271 sayılı CMK’nin 302/2 maddesi uyarınca BOZULMASINA, Dosyanın,
28.02.2019 tarihinde Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 7165 sayılı Kanun'un 8.
maddesi ile değişik 5271 sayılı CMK'nın 304/2-a maddesi gereğince ... Bölge Adliye
Mahkemesi 1. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına
TEVDİİNE, 06/04/2021 gününde üyeler ... ve ...'in Bölge Adliye Mahkemesinin gerekçesine
göre kararın onanması gerektiği şeklindeki karşı oyları nedeniyle oy çokluğu ile karar verildi.

KARAR 3: Ceza Genel Kurulu 2015/1254 E. , 2018/354 K.

"İçtihat Metni"

KararıVeren Yargıtay Dairesi : 12. Ceza Dairesi Mahkemesi :Ağır Ceza


Sayısı:40-424

Sanık ... hakkında kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçundan açılan kamu
davasında yapılan yargılama sonucunda, İstanbul 3. Ağır Ceza Mahkemesince sanığın
eyleminin taksirle bir kişinin ölümüne neden olma suçunu oluşturduğu kabul
edilerek TCK'nın 23 ve 86/2. maddeleri delaletiyle 85/1, 29 ve 62/1. maddeleri uyarınca 1 yıl
3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ilişkin İstanbul 3. Ağır Ceza Mahkemesince verilen
27.09.2007 tarihli ve 105-275 sayılı hükmün, sanık müdafisi ve Cumhuriyet savcısı tarafından
temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 12. Ceza Dairesince 17.10.2012 tarih ve
7196-22236 sayı ile;
"Olay günü sanığın iş arkadaşı olan ölen ... ile tartıştığı sırada, ölene vurması üzerine kalp
hastası olan ...'nin kısa süre sonra fenalaşıp, yaşadığı üzüntü nedeniyle geçirdiği kalp krizi
sonucu hayatını kaybettiği olayda, Adli Tıp Kurumu Birinci İhtisas Kurulunun 16.07.2008
tarihli raporunda, meydana gelen olay ile ölüm arasında illiyet bağının bulunduğunun
belirtildiği, 5237 sayılı TCK'nın 86/1 ve 87/4. maddesinde kasten yaralama sonucunda,
ölümün meydana gelmesi hâlinde sanığın cezalandırılacağının belirtilmiş olması karşısında,
sanığın 5237 sayılı TCK'nın 86/1 ve 87/4. maddesi gereğince cezalandırılması gerekirken, suç
vasfında yanılgıya düşülerek yazılı şekilde hüküm kurulması" isabetsizliğinden bozulmasına
oy çokluğu ile karar verilmiş,
Daire Üyesi M. Albayrak;
"...Dairemizin 23.2.2012 tarih ve 2011/15869 Esas ve 2012/5011 sayılı kararında belirtildiği
gibi '5237 sayılı TCK’nın 23. maddesinde, kastı aşan suçlarda veya neticesi sebebiyle
ağırlaşmış suçlarda cezalandırılabilmek için failin meydana gelen sonuç açısından en azından
taksirle hareket etmesi gerektiği belirtilmiş, madde gerekçesinde de, hükmün konuluş
amacının, objektif sorumluluk anlayışını terk etmek olduğu, bu tür sorumluluğun, ortaçağ
kanonik hukukunun kalıntısı olan 'versari in re ilicita' yani hukuka aykırı bir durumda olan
bunun bütün neticelerine katlanır anlayışının ürünü olduğu, çağdaş ceza hukukunun bu
anlayışı çoktan terk ettiği, düzenlemeyle meydana gelen ağır netice açısından sorumluluk için
neticeye ilişkin olarak en azından taksir dolayısıyla kusurlu olunması gerektiği belirtilmiştir.
Kanun'un 87/4. maddesinde ise, kasten yaralama sonucunda ölümün meydana gelmesi hâlinde
failin nasıl cezalandırılacağı hüküm altına alınmıştır. Ancak maddedeki atfın 86. maddenin 1.
ve 3. fıkralarına yapılmış olması nedeniyle, bu hükmün aynı maddenin 2. fıkrasında kalan
yaralanma eylemleri açısından uygulanması mümkün değildir.
Basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilir nitelikte yaralanma sonucunda mağdurun ölmesi
hâlinde, 5237 sayılı TCK’nın 23 ve 87/4. maddelerinin uygulanması imkânı
bulunmadığından, failin sorumluluğunun genel hükümler kapsamında değerlendirilmesi
gerekmektedir. Meydana gelen sonuç, (ölüm) öngörülebilir ise ve fail bu sonucu
öngörmeksizin hareket etmişse, 5237 sayılı TCK’nın 22/2. maddesi uyarınca taksirle öldürme
suçunu düzenleyen 85. maddesi uyarınca, öngörülebilir sonuç fail tarafından da öngörülmüş
ancak istenmemiş ise fail bilinçli taksirle öldürme suçundan Kanun'un 85 ve 22/3. maddeleri
uyarınca, fail öngördüğü sonucu kabullenerek fiilini icra etmiş ise bu kez de, olası kastla
öldürme suçundan sorumlu tutulmalıdır.
Failin ölüm sonucunu öngörmesi mümkün olmakla birlikte, gerekli özeni göstermeyerek
ölüme neden olması hâlinde faili taksirle öldürmekten sorumlu tutmak mümkün ise de, ölüm
sonucunun meydana gelmesinin öngörülmesi mümkün değilse failin taksirle öldürmeden
sorumlu tutulması mümkün değildir.
Neticenin öngörülebilir olmaması hâlinde, faili meydana gelen ağır sonuçtan sorumlu tutmak,
yeniden objektif sorumluluğun kabulü anlamına gelecektir ki, böyle bir kabul kusur
sorumluluğunu benimseyen ceza kanununun sistematiğine de aykırıdır.'
Bu olayımızda da sanığın basit tıbbi müdahalelik yaralaması sonrası Adli Tıp Kurumu 1.
İhtisas Kurulunca, ölümün travmanın eforu ve stresiyle kendinde mevcut kalp damar
hastalığının aktif hâle geçmesine bağlı solunum dolaşım durmasından ileri geldiği, olay ile
ölüm arasında illiyet bağı bulunduğu, ancak saptanan travmatik değişimlerin başlı başına
ölümü tevlit eder nitelikte olmadıkları ve mevcut yaralanmanın basit tıbbi müdahale ile
giderilebilecek nitelikte olduğu belirtilmesi karşısında sanığın taksirle öldürme suçundan
cezalandırılması gerekmektedir. Çünkü; TCK’nın 22/2. maddesi taksiri, dikkat ve özen
yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi
öngörülmeyerek gerçekleştirilmesi olarak tanımlanmaktadır.
Bilimsel görüşlere baktığımızda da dikkat ve özen yükümlülüğü ile ilgili şu açıklamaları
görmekteyiz.
'Dikkat ve özen yükümlülüğünden, Kanun veya müşterek tecrübenin sonucu olarak kendisine
toplum tarafından yüklenen dikkat ve ihtimam vazifesini ihmal eden ve zararlı neticeye sebep
olan fert sorumludur. Taksir zorunlu ve gerekli özenin gösterilmemesi sebebiyle öngörülmesi
mümkün olan neticenin öngörülmemesidir.
Taksirin cezalandırılmasının sebebi, failin neticeyi öngörmesi mümkün iken, özen vazifesine
aykırı olarak, bu neticeyi öngörmemiş olması esasına dayanır. Failin öngörülebilir bir neticeyi
öngörmesi gerekirken bunu yapmaması, toplumun kendisini kınamasının sebebidir.'
Dosyamıza konu olayda sanığın basit tıbbi müdahalelik bir yaralaması sonucunda mağdur
ölmüştür. Bu olayda yukarıda açıkladığımız gibi sanığı TCK’nun 87/4.maddesi gereğince
sorumlu tutmak mümkün değildir. Ancak oluşan bu netice öngörülebilir bir neticedir.
Dolayısıyla sanık hakkında TCK’nın 23 ve 86/2. maddelerini nazara almadan aynı Kanun'un
85/1.maddesi gereğince taksirle öldürme suçundan cezalandırılmalıdır. Mahkemenin TCK’nın
23 ve 86/2. maddeleri delaletiyle aynı Kanun'un 85/1. maddesiyle hüküm kurması sonuca
etkili olmayan uygulama olduğundan kararın onanması gerekir.
Sonuç olarak somut olayda günlük hayat tecrübelerine göre bu netice öngörülebilir bir
neticedir. Öngörülebilen bu netice bakımından dikkat ve özen yükümlülüğüne uymayan sanık
bakımından taksirle öldürme suçunun oluştuğu kanaatinde olduğumuz için sayın çoğunluğun
görüşüne katılmıyoruz." düşüncesiyle karşı oy kullanmıştır.
Bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda Yerel Mahkemece 12.12.2013 tarih ve 40-
424 sayı ile; sanığın kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçundan TCK'nın 86/1.
maddesi delaletiyle 87/4, 29/1, 62/1, 53/1 ve 63. maddeleri uyarınca 3 yıl 4 ay hapis cezası ile
cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve mahsuba karar verilmiştir.
Bu hükmün de sanık müdafisi ve Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine
dosyayı inceleyen Yargıtay 12. Ceza Dairesince 17.06.2015 tarih, 2252-11034 sayı ve oy
çokluğuyla onanmasına karar verilmiş,
Daire Başkanı A. Doğan ve Daire Üyesi M. Albayrak genel olarak Özel Dairenin ilk bozma
kararında kullanılan karşı oyda belirtilen düşünceyle ve ek olarak;
"...Kanun'un 87/4. maddesinde ise, kasten yaralama sonucunda ölümün meydana gelmesi
hâlinde failin nasıl cezalandırılacağı hüküm altına alınmıştır. Ancak maddedeki atfın 86.
maddenin 1. ve 3. fıkralarına yapılmış olması nedeniyle, bu hükmün aynı maddenin 2.
fıkrasında kalan yaralanma eylemleri açısından uygulanması mümkün olmadığı gibi 2. fıkra
kapsamındaki yaralanmaların 3. fıkradaki artırım nedenleri bulunsa da uygulanma imkânı
bulunmamaktadır.
...
Bunun yanında basit tıbbi müdahalelik bir yaralama suçunun işlenmesi sonucunda faili
taksirle öldürme suçundan sorumlu tutmak adaletli olmayabileceği gibi TCK’nun 3.
maddesinde düzenlenen 'Suç işleyen kişi hakkında işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı ceza ve
güvenlik tedbirine hükmolunur.' hükmü de ihlal edilmiş olabilir. Bundan dolayı üçlü bir
ayrıma gidilerek sorumluluk belirlenirse adil bir sonuca varılabilir. Buna göre:
a- Kasten yaralama suçunu başlatanın fail olmadığı hâllerde kişi bir nevi savunma refleksi ile
karşısındakinin saldırısını defetmek için muhatabın vücuduna acı verme kastıyla hareket ettiği
durumlarda, basit tıbbi müdahalelik bir yaralama sonrası ölüm meydana gelmişse faili sadece
kastından yani basit tıbbi müdahalelik yaralamadan (TCK, m.86/2) sorumlu tutmak gerekir.
b- Kasten yaralama suçunu başlatanın fail olması hâlinde ise; failin amacı başkasının
vücuduna sadece basit tıbbi müdahalelik bir yaralamada bulunma olsa bile modern zamanın
oluşturduğu hayat ortamında, insanların bu gibi basit etkiler sonrası öldükleri artık her insan
tarafından öngörülebildiğinden faili basit taksirle öldürme suçundan (TCK, m.85/1) sorumlu
tutmak gerekir.
c- Kasten yaralama suçu fail veya ölen tarafından başlatılsa bile failin ölendeki ölüm
sonucunu doğurabilecek rahatsızlığı-hastalığı bilmesi hâlinde bu durumda faili dikkat ve özen
yükümlülüğüne aykırı davranması sonucu oluşan ölümden, bilinçli taksirle öldürme (TCK,
m.85/1, 22/3) suçundan sorumlu tutmak gerekir.
...
Sonuç olarak somut olayda günlük hayat tecrübelerine göre bu netice öngörülebilir bir
neticedir. Sanık kasten yaralama eylemini ilk olarak başlatan kişidir. Öngörülebilen ölüm
neticesi bakımından dikkat ve özen yükümlülüğüne uymadığından taksirle öldürme suçunun
oluştuğu kanaatinde olduğumuz için sayın çoğunluğun neticesi sebebiyle ağırlaşan yaralama
sonucu oluşan ölümden hüküm kuran mahalli mahkeme hükmünü onama yönündeki
görüşlerine katılmıyoruz." düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 30.09.2015 tarih ve 48187 sayı ile;
“...Dosya kapsamı ve oluşa göre; aynı işyerinde çalışan sanık ve maktul arasında çıkan
tartışma sırasında, sanığın arkadaşı olan ölene basit tıbbi müdahale ile iyileşebilir şekilde
yumrukla vurması sonucu, sanık tarafından önceden bilinmeyen kalp-damar hastalığının aktif
hâle gelmesi sonucunda öldüğü, sanığın kasten yaralama eylemini başlatan kişi olduğu ve
eylem sonucunda ölüm olayının meydana gelebileceğinin öngörülebilir olduğu, buna göre
gerekli dikkat ve özeni göstermeyen sanığın eyleminin TCK 85/1 maddesinde karşılığını
bulan taksirle ölüme neden olmak suçunu oluşturduğu" görüşüyle itiraz kanun yoluna
başvurmuştur.
5271 sayılı CMK'nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 12. Ceza Dairesince
04.11.2015 tarih ve 14055-16850 sayı ile; itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle
Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve
açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA CEZA GENEL KURULU KARARI
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ile Özel Daire çoğunluğu arasında oluşan ve Ceza Genel
Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın suçunun nitelendirilmesine ilişkin ise
de, yapılan müzakere esnasında, bir kısım Ceza Genel Kurulu Üyelerinin de talebinin olması
nedeniyle Ceza Genel Kurulu Başkanı tarafından uyuşmazlık, sanığın suçunun TCK'nın 87.
maddesinin dördüncü fıkrası kapsamındaki kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçunu
oluşturup oluşturmadığı, suçun TCK'nın 87. maddesinin dördüncü fıkrası kapsamında
kalmadığı sonucuna ulaşılması hâlinde, TCK'nın 86. maddesinin ikinci fıkrası kapsamındaki
kasten yaralama suçunun mu yoksa TCK'nın 85. maddesi kapsamındaki taksirle bir kişinin
ölümüne neden olma suçunun mu oluşacağı şeklinde yeniden belirlenmiş olup uyuşmazlık
konuları bu doğrultuda değerlendirilmiştir.
İncelenen dosya kapsamından;
26.11.2006 tarihli olay yeri inceleme raporunda; aynı gün saat 08.30 sıralarında Etiler,
Nispetiye Caddesinde faaliyet gösteren .... isimli iş yerinde bir şahsın iş yeri çalışanı olan
diğer bir şahısla tartışıp kavga ettikten sonra fenalaşarak hastaneye kaldırıldığının, akabinde
öldüğünün bildirilmesi üzerine bahse konu iş yerine gelindiği, iş yerinin müstakil, bahçeli, iki
katlı bir binada faaliyet gösteren, arka kısmında unlu mamuller üretilen bir fırın olduğu, zemin
katta kafe olarak kullanılan bir bölümün, yine unlu mamullerin satışının yapıldığı ayrı bir
bölüm ile üst katta idari kısmın bulunduğu, iş yerinin şoför olarak çalışanları ... ile ...'ın iş
konusunda tartışıp kavga ettiklerini, diğer çalışanların kavgayı ayırmasından sonra herkesin
işinin başına döndüğünü, yaklaşık 5-6 dakika sonra kavga eden şahıslardan birinin ekmeklerle
uğraşırken fenalaşarak yere yığıldığını, sonrasında çalışanlar tarafından ...Cerrahi ve Tanı
Merkezine götürüldüğünü beyan ettikleri, iş yerinde olayla ilgili olabilecek herhangi bir
emare ve delile rastlanmadığı yönünde açıklamalara yer verildiği,
...Cerrahi ve Tanı Merkezi tarafından düzenlenen 26.11.2006 tarihli raporda; sanık ...
tarafından getirilen hastanın saat 07.15'te görüldüğünde pupiller fix dilate olduğu, kalp atımı
ve solunum olmadığı, TA alınamadığı, CPR'a başlandığı, yanıt alınamayınca CPR'ın saat
08.25'te sonlandırıldığı, CPR'da hastanın entübe edilip damar yolunun açıldığı, adrenalin,
atropin Na bikarbonat, İV enjeksiyon yapılıp defibrilasyon uygulandığı yönünde
açıklamaların olduğu,
26.11.2006 tarihli ölü muayene tutanağına göre; göğüs ön sternum kemiğinin üst kısmında
7x1,5 cm'lik, ksifoid üzerinde 2x1, 2x0,5 ve 0,5 cm'lik muhtemel elektrikli şok cihazı
temasına bağlı yanıklı yara alanları ile ağızda, alt dudak sağ iç kısmında 0,5x0,5 cm'lik doku
defektli kanamalı yara, sağ üst ve sağ alt köpek dişlerinde kanama, sağ el 2 ve 3. parmaklar
arasında 1x0,5 cm'lik, sol el başparmak sırtında 1x0,5 cm'lik yaraların mevcut olduğu,
Adli Tıp Kurumu Kimya İhtisas Dairesince düzenlenen 20.12.2006 tarihli rapora göre; ölenin
iç organlarında yapılan sistematik toksikolojik analiz sonucunda aranan maddelerin
bulunmadığı, kanında alkol tespit edilmediği, kanında ve mesane yıkama suyunda uyutucu-
uyuşturucu maddelere rastlanmadığı,
15.02.2007 tarihli histopatolojik tetkik raporuna göre; kişinin ölümünün kalp-damar hastalığı
sonucu meydana gelmiş olduğu,
Adli Tıp Kurumu Morg İhtisas Dairesince 26.11.2006 tarihinde yapılan otopsiye istinaden
aynı yer tarafından düzenlenen 26.02.2007 tarihli otopsi raporunda; ölenin 163 cm boyunda,
61 kg ağırlığında olduğu, sağ el 1. parmak proksimal falanks dorsal bölgede 0,5x0,2 cm'lik,
sağ el 2 ve 3. parmaklar arasında 1x0,2 cm'lik sıyrıklı ekimoz, göğüste defibrilatör kaşık
izleri, sağ dirsek iç büklümde etrafı ekimozlu iğne izleri, saçlı deri altında sol frontal bölgede
2 cm çapında ekimoz, sol koroner arterde inen ve dönen dalda orta ve ileri derecede daraltıcı
vasıfta, sağ koroner arterde orta derecede daraltıcı vasıfta aterom plakları, miyokart
kesitlerinde sol ventrikül ön duvarda 6x3 cm'lik ve interventriküler septumda 2x1 cm'lik
sedefi renk değişimi (nedbe alanı) ve çevrelerinde taze kanama alanları (taze miyokart
enfarktüsü zemini), sol 2-6 kotlarda midklavikuler hatta, sol 2-7 kotlarda parasternal hatta, sağ
2-6 kotlarda midklavikuler hatta etrafı ekimozlu kırık görüldüğü bilgilerine yer verilerek
otopsi sonucuna göre kişinin vücudunda ölüme müessir travmatik değişim bulunmadığı,
otopside tespit edilen kot kırıklarının lokalizasyonları ve özellikleri dikkate alındığında, ölüm
sonrası yeniden canlandırma işlemleri esnasında husullerinin mümkün olduğu, otopsisinde
kalp ağırlığında ve kalp duvar kalınlıklarında artma, sol koroner arterlerde orta-ileri derecede
daraltıcı vasıfta aterom plakları ve miyokart kesitlerinde nedbe alanı saptanan, histopatolojik
tetkikinde miyokartta nedbe ve fibrozis tespit edilen kişinin ölümünün kalp damar hastalığı
sonucu meydana gelmiş olduğu yönünde kanaat bildirildiği,
Adli Tıp Kurumu Birinci İhtisas Kurulunca düzenlenen 16.07.2007 tarihli rapora göre;
otopsideki makroskopik ve mikroskopik bulgulara göre kişide kronik kalp-damar hastalığı
bulunduğu ve ölümün mevcut kalp-damar hastalığının olayın efor ve stresiyle aktif hâle
geçmesine bağlı solunum-dolaşım durmasından kaynaklandığı, olay ile ölüm arasında illiyet
bağı bulunduğu ancak ölü muayene tutanağı ile otopside tarif edilen yüzeyel travmatik
değişimlerin kişinin yaşamını tehlikeye sokacak nitelikte olmadıkları, basit bir tıbbi müdahale
ile giderilebilecek ölçüde hafif oldukları,
İstanbul Adli Tıp Şube Müdürlüğünün 21.05.2013 tarihli raporuna göre; 26.11.2006 tarihli
ölü muayene tutanağında belirtilen göğüs ön sternum kemiğinin üst kısmındaki 7x1,5 cm'lik,
ksifoid üzerindeki 2x1, 2x0,5 ve 0,5 cm'lik şok cihazının temasına bağlı yanıklı yara izleri ile
ağızda, alt dudak sağ iç kısmında bulunan 0,5x0,5 cm'lik doku defektli kanamalı yaranın, sağ
üst ve sağ alt köpek dişlerindeki kanamanın, sağ el 2 ve 3. parmaklar arasındaki 1x0,5 cmlik,
sol el başparmak sırtındaki 1x0,5 cm'lik yaraların kişinin yaşamını tehlikeye sokmadığı, basit
bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte oldukları,
Sanık ... hakkında Şişli Eftal Eğitim ve Araştırma Hastanesi tarafından 26.11.2006 tarihinde
saat 09.40'ta düzenlenen rapora göre; sanıkta darp ve cebir izine rastlanmadığı,
Ölen ...'nin 17.01.1956 doğumlu, sanık ...'ın ise 17.10.1978 doğumlu olduğu,
Anlaşılmaktadır.
Katılanlar ..., ... ve ... mahkemede; ölenin bildikleri herhangi bir hastalığı olmadığını, ara sıra
evde alkol aldığını ancak dışarıda içmediğini, olayı görmediklerini,
Tanık ... kollukta; ...Mahallesi, Nispetiye Caddesinde faaliyet gösteren .... isimli iş yerinde
fırıncı olarak çalıştığını, 26.11.2006 tarihinde, saat 06.40 sıralarında tanık ... ile birlikte
çalıştıkları esnada kasiyer bölümünde ölen ... ile sanık ...'ın birbirlerine bağırdıklarını
duyduğunu, kasiyerlik yapan tanık ... Çaylan'ın bağırması üzerine .... ile birlikte kasanın
yanına gittiklerini, ölen ...'ın yerden kalkmaya çalıştığını, ....'in sanık ...'i tutarak fırından
dışarı çıkardığını, kendisinin de....'ı tuttuğunu, ortalığın yatıştığını, herkesin işine döndüğünü,
yaklaşık 10 dakika sonra 06.50 sıralarında Yasemin'in tekrar bağırdığını, .... ile birlikte
kasanın yanına vardıklarında....'ı yerde yatmış vaziyette gördüğünü,....'ın bu esnada nefes
aldığını, sanık ...'in de kasanın yanında olduğunu, ....'le birlikte ölen ...'ı kucaklayıp hastaneye
götürmek üzere servis aracına bindirdiklerini, aracı sanık ...'in kullandığını, sonrasında
işlerine döndüklerini,
Savcılıkta ek olarak; ölen ... ile sanık ... arasında hemen her gün iş yüzünden tartışma
olduğunu,....'ın Ersin'in işini zamanında yapmamasından dolayı servise geç kaldığından
yakındığını, tartışmalarından sonra da el ele kol kola gezdiklerini, aralarında ciddi bir kavga
olmadığını, olay günü Ersin'in gece çalıştığını, saat 06.30 sıralarında gelen....'ın servis
arabasına ekmek taşıdığını, Ersin'in de ekmekleri kestiğini, her zamanki gibi Ersin ile....
arasında tartışma başladığını, birbirlerine bağırdıklarını ancak ne söylediklerini anlamadığını,
Yasemin'in bağırması üzerine koştuklarında.... ile Ersin'in kavga ettiklerini gördüğünü, her
ikisini ayırdıklarında....'da herhangi bir yara bere görmediğini, kavganın başlangıcını ve sanık
ile ölenin birbirlerine vurduklarını görmediğini, kavganın sebebinin Ersin'in işini geciktirmesi
olduğunu,
Mahkemede ek olarak; ölen ile sanık arasındaki kavganın tanıklar Yusuf Aydemir ve Mustafa
Balıkçı tarafından aralandığını,
Tanık ... kollukta; olay günü saat 06.40 sıralarında kasiyer Yasemin'in bağırması üzerine
kasanın yanına vardığında aynı iş yerinde şoför olarak çalışan ... ile ...'ın birbirleri ile
tartıştıklarını ve kavga ettiklerini, Ersin'in....'ın üzerinde olduğunu ve birbirleriyle kenetlenmiş
vaziyette boğuştuklarını ancak yumruk vurup vurmadıklarını görmediğini, Ersin'i kolundan
tutup fırından dışarı çıkardığını, kavganın yatıştığını ve herkesin işine döndüğünü, saat 06.50
sıralarında Yasemin'in tekrar bağırması üzerine gittiğinde....'ın pasta bölümü ile ekmek
bölümü arasında yerde yattığını, bu esnada Ersin'in orada olmayıp dışarıda bulunan servis
aracına ekmek poşetlerini taşıdığını, hemen....'ı kucaklarına alarak servis arabasına
bindirdiklerini, bu esnada....'ın yaşadığını, sanık ...'in kullandığı servis aracı ile....'ın hastaneye
kaldırıldığını,
Savcılıkta ek olarak; kasiyer Yasemin'in bağırması üzerine gittiğinde garson Mustafa
Balıkçı'nın yere düşen....'ı kaldırdığını,....'da yara bere görmediğini, aradan 8 dakika geçtikten
sonra Yasemin'in tekrar çığlık atması üzerine vardığında yere yığılmış vaziyette yan
yatan....'ın çenesinin kilitlendiğini, vücudunun kasıldığını, çenesini zorla açtığını, zorlukla
nefes alan....'a sanık ...'in suni teneffüs yaptırmaya çalıştığını, durumu ağırlaşınca hastaneye
götürdüklerini,.... ile Ersin arasında öncesinde basit tartışmalardan başka kavgalarına şahit
olmadığını, Mahkemede ek olarak; ölen ile sanık arasındaki kavga aralandığında her ikisinde
de darp izi olmadığını, Tanık ... Çaylan kollukta; olay günü saat 06.40 sıralarında
iş yerine geldiğini, iş yerinde servis şoförü olarak çalışan ölen ...'ın o esnada iş yerine gelen
sanık ...'e kesmesi gereken ekmeklerin olduğunu ve servisin gecikeceğini söyleyerek acele
etmesini istediğini, Ersin'in "yapma ya, ne yapayım" gibi sözler söylediğini, sanık ...'in
ölen ...'ı ittirerek üst kata çıkan merdivenlere doğru sıkıştırdığını ve yüzüne yumruk atmaya
başladığını, her ikisinin merdivenlerin üzerine yığıldıklarını, bağırması üzerine fırın
bölümünde çalışan ...'in gelerek Ersin ile....'ı ayırdığını, ....'in Ersin'i iş yerinin dışına
çıkardığını, Ersin'in tekrar içeri girerek küfürlü sözler söylediğini, olayın biraz yatıştığını,
Ersin ile....'ın ayrı yerlerde ekmek kesmeye devam ettiklerini, beş dakika kadar sonra....'ı
ekmek kasalarının yanında yerde yatarken gördüğünü, bağırarak çalışanlara haber
verdiğini, ....'in....'ın başını su ile yıkadığını, bu sırada....'ın nefes aldığını, sanık ...'in iş yerinin
arabasıyla....'ı hastaneye götürdüğünü, yaklaşık 20-25 dakika sonra ölüm haberini aldıklarını,
Savcılıkta ek olarak;....'ın Ersin'den acele etmesini istediğinde Ersin'in laubali bir şekilde
"yapıyorum yahu" şeklinde cevap verip elini sağa sola hareket ettirdiğini,....'ın Ersin'e
kendisini idare etmekten usandığını, sürekli açıklarını kapattığını söylemesi üzerine Ersin'in
"A...koyacağım böyle işin, asıl çalışmayan kaytaran sensin" dediğini, tartışmanın büyüdüğünü
ve birbirlerine sövdüklerini ancak ilk kimin sövdüğünü hatırlamadığını, tartışma sırasında
Ersin'in....'ın yüzüne bir yumruk vurduğunu ardından basamağa yığılan....'a çalışanlar gelene
kadar birkaç yumruk daha vurduğunu, sakinleşmeyen Ersin'i kollarından tutup
uzaklaştırdıklarını,....'ı da yerden kaldırdıklarını ancak Ersin'in hâlâ....'a saldırıp vurmaya
çalıştığını fakat diğerlerinin tutması nedeniyle vuramadığını, görünüşte....'ın herhangi bir şeyi
olmadığını ancak alın damarlarının kabardığını gördüğünü, herkes işinin başına döndükten
sonra paketleri servis aracına taşımaya devam eden....'ı yerde görünce yardım istediğini,
işçileri Mustafa'nın su getirdiğini,....'ın çenesinin kilitlendiğini, çalışanların göğsüne masaj
yapıp yüzünü yıkadıklarını ancak bu sırada....'ın kendinde olmadığını, Ersin'in de gelerek suni
teneffüs yaptırmaya çalıştığını,.... ile Ersin arasında iş haricinde bir problem olduğuna şahit
olmadığını, iş yerindeki tartışmaların da kısa süreli olduğunu,
Mahkemede farklı olarak; ölen ile sanık arasındaki olayın yatışmasından 20 dakika sonra
ölenin yere düşerek bayıldığı haberi geldiğini, önceki ifadesi okunup kısmi çelişki görülerek
sorulması üzerine; şimdiki ifadesinde ısrar ettiğini, daha önceki ifadesinde geçen
"A...koyacağım böyle işin çalışıyorum işte" şeklindeki sözleri ise işittiğini,
Tanık Yusuf Aydemir mahkemede; aynı iş yerinde çalıştığını, sanıkla ölen arasındaki
tartışmanın ciddi bir tartışma olmadığını, bir ara baktığında sanığın ölene iki kez yumrukla
vurduğunu gördüğünü, ölen ile sanığın birbirlerine karşı küfrettiklerini duymadığını, kavga
aralandıktan sonra herkesin işinin başına geçtiğini, 20 dakika kadar sonra ölenin yere düştüğü
haberinin geldiğini, sanık dâhil herkesin ölenin yardımına koştuğunu ve öleni hastaneye
kaldırdıklarını,
Tanık Mustafa Balıkçı mahkemede; aynı iş yerinde garson olarak çalıştığını, üst katta
bulunduğu sırada sesler gelmesi üzerine aşağıya indiğinde sanığın ölene yumruk attığını
gördüğünü, kavgayı ayırdıklarını, herkesin işinin başına geçtiğini, aradan 15-20 dakika
geçtikten sonra ikinci bir çığlık sesi geldiğini, aşağıya indiğinde öleni yerde gördüğünü,
diğerlerinin de ölene yardım etmeye çalıştıklarını,
Beyan etmişlerdir.
Sanık kollukta; lise mezunu olduğunu, ekmek üretimi yapılan iş yerinde şoför olarak
çalıştığını, olay günü kendisinden önce iş yerine gelen ...'nin saat 06.35 sıralarında servise geç
kalacağından bahisle ekmekleri kesmemesinden dolayı kendisine "Ananı avradını s...babanın
a...k..." şeklinde küfrettiğini, elindeki ekmeklerle yüzüne doğru vurmaya başladığını, bunun
üzerine....'ı iteklediğini, aralarında itiş kakış olduğunu ancak....'a vurmadığını, gürültüye ...
ile ...'in gelerek kendilerini ayırdıklarını, ....'in kendisinin kolundan tutarak iş yerinin salon
kısmına götürdüğünü, olay yatıştıktan 10 dakika sonra Yasemin'in bağırması üzerine içeriye
girdiğinde....'ı kurabiye vitrininin yanında yerde yatarken gördüğünü, .... ile Şemsettin'in....'ı
kucaklayıp kendisinin servis aracına bindirdiklerini, bu esnada....'ın yaşadığını,....'ı
Özel ...Semt Polikliniğine götürdüğünü, yaklaşık 15-20 dakika sonra....'ın öldüğünü
duyduğunu, herhangi bir kusurunun olmadığını,
Savcılıkta; 25.11.2006 tarihinde saat 23.30 sıralarında rahatsızlığına rağmen iş yerine gelerek
çalışmaya devam ettiğini ve servise çıktığını, 26.11.2006 günü saat 06.45 sıralarında çalıştığı
iş yerine geldiğini, kendisinden 5-10 dakika önce iş yerine gelen....'ın servis edeceği
ekmeklerin kesilmemiş olduğunu,....'ın kendisinden ekmekleri hazırlamasını istemesi üzerine
ekmekleri kesmeye başladığını, ekmekleri kestiği sırada....'ın gelip yüzüne bir yumruk
vurduğunu, bu esnada....'ın elinde ekmek olduğunu ve ekmekle birlikte yüzüne
vurduğunu,....'ın ısrarla üzerine gelmeye devam etmesi nedeniyle hafifçe omzuna vurarak....'ı
geriye ittiğini, arkasındaki merdivenlere takılan....'ın yere düştüğünü, kavga etmeden gelip
kendilerini ayırdıklarını, işinin başına dönüp ekmekleri kestiği sırada....'ın da ekmek
paketlerini servis aracına taşıdığını, aradan 5-10 dakika geçtikten sonra Yasemin'in bağırması
üzerine baktığında....'ı yerde yatarken gördüğünü, nefes almakta zorlanan....'ın yumruklarının
sıkılı olduğunu ve çenesinin de kilitlendiğini, suni teneffüs yaptırmak istediğini ancak ağzı
içki koktuğu için bunu yapamadığını,....'ı alıp hastaneye götürdüklerini, ölene yumruk
vurmadığını, öleni aşırı öfkelendirecek, üzecek veya ölmesine neden olabilecek bir
davranışının olmadığını,
Mahkemede; ekmekleri kesmesi için ölenden yardım istediğini, ölenin işinin yoğun
olduğundan bahisle yardım etmeyeceğini söyleyip kendisine küfrettiğini, daha sonra
kendisine vurması nedeniyle öleni iteklediğini, ölenin kendisine tekrar vurması üzerine
kendisinin de ölene gayriihtiyari vurduğunu, itişip kakışma sırasında ölenin yere düşmediğini,
daha sonra orada bulunan kişilerin kendilerini ayırdığını, işlerine devam ettiklerini, 20 dakika
sonra Yasemin'in bağırdığını duyduğunu, gittiğinde ölenin yerde yattığını, ....'in ölenin kalp
krizi geçirdiğini söylemesi üzerine önce masaj yaptığını daha sonra öleni hastaneye
kaldırdıklarını,Savunmuştur.
Uyuşmazlık konularında isabetli bir hukuki çözüme ulaşılabilmesi bakımından, ilgili yasal
düzenlemelerin incelenmesinde yarar bulunmaktadır.
5237 sayılı TCK’nın; “Taksirle Öldürme” başlıklı 85. maddesinin birinci fıkrası;“Taksirle
bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”,
"Kasten yaralama" başlıklı 86. maddesi;
"(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin
bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbî müdahaleyle
giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikâyeti üzerine, dört aydan bir yıla
kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur.
(3) Kasten yaralama suçunun;
a) Üstsoya, altsoya, eşe veya kardeşe karşı,
b) Beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,
c) Kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle,
d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,
e) Silâhla,
İşlenmesi hâlinde, şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır",
“Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama” başlıklı 87. maddesinin dördüncü fıkrası ise;
“Kasten yaralama sonucunda ölüm meydana gelmişse, yukarıdaki maddenin birinci fıkrasına
giren hâllerde sekiz yıldan oniki yıla kadar, üçüncü fıkrasına giren hâllerde ise oniki yıldan
onaltı yıla kadar hapis cezasına hükmolunur”,
Şeklinde hükümler içermektedir.
Konuya ilişkin TCK'nın 87. maddesinin gerekçesinde ise; “Dördüncü fıkrada, kasten
yaralama sonucunda ölüm meydana gelmiş olması hâline ilişkin hükme yer verilmiştir.
Neticesi sebebiyle ağırlaşmış bu kasten yaralama hâllerinde, failin bu ağır neticeden sorumlu
tutulabilmesi için, ‘Genel Hükümler Kitabı’nda yer alan netice sebebiyle ağırlaşmış suçlara
ilişkin hükümler, burada da geçerlidir” açıklamasına yer verilmiştir.
765 sayılı TCK’da objektif sorumluluk esasına dayanan düzenlemelere yer verilmiş iken,
5237 sayılı TCK’da objektif sorumluluk esası benimsenmemiştir. Suçu, “kanunda
tanımlanmış bir haksızlık” olarak öngören yeni suç teorisinde, bir hareketi yapan kişi, bu
hareketin tüm sonuçlarından her şartta sorumlu tutulmamakta, bir başka anlatımla “kusursuz
sorumluluk” terk edilmiş olmaktadır. (İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 8.
Bası, s.161.)
765 sayılı TCK’daki objektif sorumluluk esasının yerine 5237 sayılı TCK’da haksızlığın bir
gerçekleştirilme şekli olarak kast-taksir kombinasyonuna, yani netice sebebiyle ağırlaşmış
suçlara yer verilmiştir. Bu nedenle uyuşmazlığın çözümü için, 5237 sayılı TCK’nın
hazırlanmasında esas alınan suç teorisinde, suçun manevi unsurları arasında gösterilen kast-
taksir kombinasyonu, yani netice sebebiyle ağırlaşmış suç üzerinde durulmalıdır.
5237 sayılı TCK’nın “Netice sebebiyle ağırlaşmış suç” başlıklı 23. maddesi;
“(1) Bir fiilin, kastedilenden daha ağır veya başka bir neticenin oluşumuna sebebiyet vermesi
hâlinde, kişinin bundan dolayı sorumlu tutulabilmesi için bu netice bakımından en azından
taksirle hareket etmesi gerekir” şeklindedir.
Buna göre; failin gerçekleştirdiği bir eylemde, kastettiğinden daha ağır veya başka bir
sonucun meydana gelmesi hâlinde, sorumlu tutulabilmesi için, netice bakımından en azından
taksirle hareket etmiş olmasının kabulü gerekmektedir. Fail, bu sonucun meydana
gelmesinden taksirle bile sorumlu tutulamıyorsa, objektif sorumluluğun kaldırılmasının doğal
bir sonucu olarak, sadece nedensellik bağının bulunuyor olması, neticeden sorumlu tutulması
için yeterli olmayacaktır.
Öğretide, neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçun, gerçek neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç ve
görünüşte ya da gerçek olmayan neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç olarak iki farklı şeklinin
bulunduğu kabul edilmektedir. Gerçek neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçlarda, failin hareketi
sonucunda kastettiğinden daha ağır bir netice ortaya çıkmakta olup, gerçekleşen aşırı netice
dolayısıyla bağımsız bir suç tipi ortaya çıkmaktadır. Örneğin, yaralama suçunda mağdurun
ölmesi, gerçek neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç hâlidir. Görünüşte neticesi sebebiyle
ağırlaşmış suçlarda ise, failin hareketi sonucunda suçun oluşması için aranan neticeden başka,
niteliği de farklı olan daha ağır bir netice ortaya çıkmakta olup, gerçekleşen aşırı netice
dolayısıyla temel suç niteliği aynı kalmakla beraber yalnızca ceza ağırlaştırılmaktadır.
Örneğin, cinsel saldırı suçunda mağdurun bitkisel hayata girmesi, görünüşte neticesi sebebiyle
ağırlaşmış suç hâlidir. (Hamide Zafer, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Beta Yayınevi, 5. Bası,
İstanbul 2015, s.286 vd.; Mehmet Emin Artuk, Ahmet Gökcen, A.Caner
Yenidünya, TCK Şerhi, Turhan Kitabevi, Ankara 2009, c.3, s.2484 vd.)
5237 sayılı TCK’nın 23. maddesinde düzenlenmiş bulunan neticesi sebebiyle ağırlaşmış suça
ilişkin genel kuralın, özel hükümler arasında kendisine yer bulduğu maddelerin başında gelen
ve kasten yaralama sonucunda ölüm meydana gelmesi hâlini yaptırıma bağlayan TCK’nın 87.
maddesinin dördüncü fıkrasının uygulanma şartlarının belirlenebilmesi için öncelikle TCK'nın
86 ve 88. maddeleri ile 87. maddesinin 4. fıkrasının ilk düzenleniş hâllerine, ardından da
anılan hükümlerde yapılan değişikliklere bakmakta yarar bulunmaktadır.
İlk olarak 12.10.2004 tarihli ve 25611 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 5237
sayılı TCK'nın "Kasten yaralama" başlıklı 86. maddesi;
"(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin
bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Kasten yaralama suçunun;
a) Üstsoya, altsoya, eşe veya kardeşe karşı,
b) Beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,
c) Kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle,
d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,
e) Silahla,
İşlenmesi halinde, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur." şeklinde iki fıkra
olarak,
"Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama" başlıklı 87. maddesinin dördüncü fıkrası;
"(4) Kasten yaralama sonucunda ölüm meydana gelmişse, yukarıdaki maddenin birinci
fıkrasına giren hallerde sekiz yıldan oniki yıla kadar, ikinci fıkrasına giren hallerde ise oniki
yıldan onaltı yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.",
"Daha az cezayı gerektiren haller" başlıklı 88. maddesi ise;
"(1) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbî müdahaleyle
giderilebilecek ölçüde hafif olması hâlinde, mağdurun şikâyeti üzerine, dört aydan bir yıla
kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.
(2) Kasten yaralamanın ihmali davranışla işlenmesi halinde, verilecek ceza üçte ikisine kadar
indirilebilir. Bu hükmün uygulanmasında kasten öldürmenin ihmali davranışla işlenmesine
ilişkin koşullar göz önünde bulundurulur." şeklinde düzenlenmiş olup görüldüğü üzere 87.
maddenin dördüncü fıkrasında, 86. maddenin birinci ve ikinci fıkralarına giren hâller sonucu
ölümün meydana gelmesi durumu fıkra kapsamında değerlendirilirken kasten yaralama
fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması
hâlini düzenleyen 88. maddenin birinci fıkrasına giren hâller sonucu ölümün meydana
gelmesi hâli ise bu fıkra kapsamında değerlendirilmemiştir.
31.03.2005 tarihli ve 25772 (mükerrer) sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 5328 sayılı
Kanun'un 4. maddesiyle TCK'nın 86. maddesine "(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki
etkisinin basit bir tıbbî müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması hâlinde, mağdurun
şikâyeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur." fıkrası
ikinci fıkra olarak eklenmiş, maddenin ikinci fıkrasındaki "iki yıldan beş yıla kadar hapis
cezasına hükmolunur." ibaresi "şikâyet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır."
şeklinde değiştirilerek fıkra numaraları buna göre teselsül ettirilmiş ve maddenin ikinci
fıkrasındaki düzenleme üçüncü fıkra hâline getirilmiştir. 5328 sayılı Kanun'un 5.
maddesiyle TCK'nın 87. maddesinin dördüncü fıkrasındaki "ikinci" ibaresi "üçüncü" şeklinde,
aynı Kanun'un 6. maddesiyle de TCK'nın 88. maddesinin başlığı "Kasten yaralamanın ihmali
davranışla işlenmesi" şeklinde değiştirilirken 86. maddede yapılan düzenleme ile uyum içinde
olacak şekilde maddenin birinci fıkrası metinden çıkarılmış ikinci fıkrası da birinci fıkra
olarak teselsül ettirilmiştir. Yapılan bu değişikliklerin neticesi itibarıyla 5237 sayılı TCK'nın
86. maddesine ikinci fıkra olarak "kişi üzerindeki etkisi basit bir tıbbi müdahaleyle
giderilebilecek ölçüde hafif olan" yaralama fiilleri için maddenin birinci fıkrası kapsamındaki
yaralama fiillerinden daha hafif ceza yaptırımı içeren bir düzenleme getirilmiştir. Maddenin
ikinci fıkrası ise hiç bir değişiklik yapılmadan üçüncü fıkra olarak düzenlenmiştir.
5237 sayılı TCK'nın 86. maddesi ile 87. maddesinin dördüncü fıkrasının ilk düzenleniş
şekilleri gözetildiğinde kanun koyucu, TCK'nın 87. maddesinin dördüncü fıkrasındaki
düzenleme ile TCK'nın 86. maddesinin birinci fıkrası kapsamındaki yaralama fiilleri sonucu
meydana gelecek ölüm neticesini sekiz yıldan on iki yıla kadar hapis cezası olarak, 86.
maddenin ikinci fıkrasının (değişiklikten sonra üçüncü fıkra) ihlal edilmesi hâlinde meydana
gelecek ölüm neticesini ise daha ağır şekilde on iki yıldan on altı yıla kadar hapis cezası
olarak yaptırıma bağlamıştır. Burada gözden kaçırılmaması gereken husus kasten yaralama
sonucunda meydana gelecek ölümde, maddenin 86. maddenin ikinci fıkrasına (değişiklikten
sonra üçüncü fıkra) giren bir hâlin söz konusu olabilmesi için ortada zorunlu olarak maddenin
birinci fıkrası kapsamındaki bir kasten yaralama fiilinin varlığının gerekliliğidir. Diğer bir
deyişle 86. maddenin birinci fıkrası kapsamındaki kasten yaralama suçunun üst soya, alt soya,
eşe veya kardeşe karşı, beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak kişiye karşı,
kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle, kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz
kötüye kullanılmak suretiyle ya da silahla işlenmesi hâlinde 86. maddenin ikinci fıkrası
(değişiklikten sonra üçüncü fıkra) gündeme gelecek dolayısıyla böyle bir fiil sonucu ölüm
neticesi meydana gelmiş ise fail hakkında 87. maddenin dördüncü fıkrasının ikinci kısmında
yer alan on iki yıldan on altı yıla kadar hapis cezası şeklindeki daha ağır yaptırım söz konusu
olabilecektir.
Değişikliklerden sonra, TCK'nın 87. maddesinin dördüncü fıkrasında yer alan "yukarıdaki
maddenin...üçüncü fıkrasına giren hâllerde ise oniki yıldan onaltı yıla kadar hapis cezasına
hükmolunur" şeklindeki anlatım nedeniyle TCK'nın 86. maddesinin ikinci fıkrası
kapsamındaki basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif olan kasten yaralama
fiilinin işlenmesi sırasında aynı maddenin üçüncü fıkrasının da ihlal edilmesi ve fiil sonucu
ölüm neticesinin meydana gelmesi ihtimalinde TCK'nın 87. maddesinin dördüncü fıkrasının
uygulanmasının gerektiği yönünde bir düşünce akla gelebilecek ise de, yukarıdaki açıklamalar
da dikkate alındığında kanun koyucunun amacının bu olmadığı aşikârdır. Değişikliklerden
önce, TCK'nın 86. maddesinde yalnızca kasten yaralama suçunun temel şekline yer verilmesi,
kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek
ölçüde hafif olması hâlini düzenleyen 88. maddenin birinci fıkrasının kasten yaralama sonucu
ölümü düzenleyen 87. maddenin dördüncü fıkrası kapsamında değerlendirilmemesi ve 5328
sayılı Kanun'la da 87. maddenin dördüncü fıkrasının uygulanma koşullarında da herhangi bir
değişikliğe gidilmemesi karşısında, kanun koyucunun, TCK'nın 86. maddesinin ikinci fıkrası
kapsamındaki kasten yaralama fiillerinin maddenin üçüncü fıkrası da ihlal edilmek suretiyle
işlenmesi hâlini 87. maddenin dördüncü fıkrası ile hem de fıkranın ikinci kısmında
düzenlenmiş olan daha ağır bir cezai yaptırıma tabi tutmayı amaçladığı söylenemez. Sonuç
olarak TCK'nın 87. maddesinin dördüncü fıkrasının uygulanabilmesi bakımından ayırıcı ölçüt
yaralanmanın ağırlığı olup ölüm neticesini meydana getiren yaralanmanın TCK'nın 86.
maddesinin birinci fıkrası kapsamında bir yaralanma olması gerekmektedir. Bu
nedenle TCK'nın 86. maddesinin ikinci fıkrası kapsamındaki kişi üzerindeki etkisi basit bir
tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif olan kasten yaralama fiilinin işlenmesi
sırasında aynı maddenin üçüncü fıkrasının da ihlal edilmesi ve fiil sonucu ölüm neticesinin
meydana gelmesi ihtimalinde TCK'nın 87. maddesinin dördüncü fıkrasının uygulanma imkânı
bulunmamaktadır.
Öğretide de "...vücut üzerindeki etkisi basit tıbbi müdahaleyle giderilebilecek nitelikteki bir
yaralama sonucunda ölüm meydana gelmişse, bu fiil 87. maddenin 4. fıkrası bakımından tipik
bir fiil değildir. Buna göre, her şeyden önce, kasten yaralama sonucunda meydana gelen ölüm
neticesinin faile isnat edilebilmesi için kasten yaralamanın belli bir ağırlığa ulaşması
gerekmektedir. Böylece kanun koyucu hafif nitelikteki yaralama fiilinin tek başına ölüm
neticesini meydana getirebilecek tehlikeyi içermediğini kabul etmiş olmaktadır. Diğer bir
ifadeyle, 86. maddenin 2. fıkrası kapsamında kalan yaralama tek başına ölüm neticesinin faile
yüklenebilmesi bakımından yeterli değildir." (Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza
Hukuku Özel Hükümler, Adalet Yayınevi, 4. Bası, Ankara 2017, s.193.); "...kasten yaralama
fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması
hâlinde ölüm neticesinin meydana gelmiş olması durumunda m. 87/son'un uygulanması
mümkün olmayacaktır" (Veli Özer Özbek-Koray Doğan-Pınar Bacaksız-İlker Tepe, Türk
Ceza Hukuku Özel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 12. Bası, Ankara 2017, s.219.); "Bu nitelikli
hâlin düzenlendiği TCK'nın 87/4. maddesinde, faile verilecek ceza belirlenirken 'yukarıdaki
maddenin birinci ve üçüncü fıkralarına' yollama yapılmıştır. O hâlde, mağdurun basit tıbbi
müdahale ile giderilemeyecek şekilde yaralanması ve/veya bu şekilde yaralamanın üstsoya,
altsoya, eşe veya kardeşe karşı, beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak
durumda bulunan kişiye karşı, kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle, kamu
görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle veya silahla
gerçekleştirilmesi durumunda anılan nitelikli hâl uygulanacaktır. Bu önermenin aksi
düşüncesinden çıkan sonuç, TCK'nın 86/2. maddesinde düzenlenen basit tıbbi müdahale ile
giderilebilecek şekilde meydana gelen yaralamalarda, bu nitelikli hâl uygulanamayacaktır."
(Osman Yaşar - Hasan Tahsin Gökcan - Mustafa Artuç, Yorumlu Uygulamalı Türk Ceza
Kanunu, Adalet Yayınevi, 2. Bası, Ankara, 2014, s.3060-3061.) şeklinde görüşler mevcuttur.
Sonuç olarak, TCK'nın 87. maddesinin dördüncü fıkrasının uygulanabilmesi için;
a- Failin yaralama kastı ile hareket etmesi,
b- Mağdurun TCK’nın 86. maddesinin birinci fıkrası kapsamında yaralanmış olması veya 86.
maddenin birinci fıkrası kapsamındaki kasten yaralama fiilinin üçüncü fıkra da ihlal edilmek
suretiyle gerçekleştirilmesi,
c- Failin eylemi ile arasında illiyet bağı bulunacak şekilde mağdurun ölmesi,
d- Failin meydana gelen ölüm neticesi bakımından en azından taksir derecesinde bir
kusurunun bulunması,
Şartlarının birlikte gerçekleşmesi gerekir.
Bu aşamada taksir ve unsurları üzerinde de durulmalıdır.
5237 sayılı TCK'nın hazırlanmasında esas alınan suç teorisinde "kanunda tanımlanmış
haksızlık" olarak ifade edilen suç; kural olarak ancak kastla, kanunda açıkça gösterilen
hallerde ise taksirle de işlenebilir. İstisnai bir kusurluluk şekli olan taksirde, failin
cezalandırılabilmesi için mutlaka kanunda açık bir düzenleme bulunması gerekmektedir.
5237 sayılı TCK’nın 22/2. maddesinde taksir; “dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık
dolayısıyla bir davranışın, suçun yasal tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek
gerçekleştirilmesidir” şeklinde tanımlanmıştır. Toplumsal yaşamda belli faaliyetlerde bulunan
kimselerin başkalarına zarar vermemek için birtakım önlemler alma ve bazı davranış
kurallarına uyma zorunlulukları bulunmaktadır. Bu kurallar toplum olarak yaşama
mecburiyetinden doğabileceği gibi, Devletin müdahalesiyle de ortaya çıkabilmektedir.
Taksirli suç, bu kuralların ihlal edilmesi sonucu belirmekte, fail; dikkatli, tedbirli ve öngörülü
davranmamış olduğu için cezalandırılmaktadır. Bu bakımdan sorumluluğun nedeni,
öngörebilme imkân ve ödevinin varlığına rağmen, sonuca iradi bir hareketle neden olmaktan
kaynaklanmaktadır.
Ceza Genel Kurulunun birçok kararında vurgulandığı ve öğretide de benimsendiği üzere
taksirli suçlarda aranması gereken hususlar;
1- Fiilin taksirle işlenebilen bir suç olması,
2- Hareketin iradi olması,
3- Sonucun istenmemesi,
4- Hareket ile sonuç arasında nedensellik bağının bulunması,
5- Sonucun öngörülebilir olmasına rağmen öngörülmemiş olması,
Şeklinde kabul edilmektedir.
Uyuşmazlığa konu olay özelinde, beşinci bentte yer alan neticenin öngörülebilir olmasına
rağmen öngörülememiş olması şartı üzerinde ayrıntılı olarak durmakta fayda vardır.
Taksirle gerçekleştirilen bazı eylemlerin suç olarak tanımlanıp cezai yaptırıma bağlanmasıyla,
insanların gittikçe yoğunlaşan ve karmaşık hâle gelen toplum hayatı içinde daha dikkatli
davranmalarının temin edilmesi amaçlanmaktadır. Kanun ve ortak hayat tecrübesinin sonucu
olarak kendisine toplum tarafından yüklenen dikkat ve özen görevini ihlal eden ve bu
hareketiyle öngörülebilir zararlı neticeye sebep olan kişinin taksirle işlenen suçlara ilişkin
cezai sorumluluğu benimsenmiş, fakat taksirden söz edebilmek için de kanuni tarife uygun
fiilin işlenebileceğinin öngörülme imkânının mevcut olması aranmıştır.
Bilindiği üzere, failin iradesi kasten işlenen suçlarda neticeye, taksirli suçlarda ise harekete
yöneliktir. Gerek kanun tarafından konulan, gerekse ortak deneyimler ürünü olan kurallara
iradi olarak riayetsizlik suretiyle dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranıldığı takdirde,
bir takım zararlı neticelerin doğabileceği öngörülebiliyorsa taksir söz konusu olacaktır.
Yapılan hareketin neticesi ortak tecrübeye göre öngörülemiyorsa ve hukuken de böyle bir
yükümlülük getirilmemişse, taksirli hareketten söz edilemeyecek, "kaza" ya da "tesadüf"
olarak adlandırılan bu hâl nedeniyle cezai sorumluluk gündeme gelmeyecektir.
Diğer bir anlatımla; taksirli suçlarda da, gerek icrai hareketin gerekse ihmali hareketin iradi
olması ve meydana gelen neticenin öngörülebilir olması gerekmektedir. İradi bir davranış
bulunmadığı takdirde taksirden bahsedilemeyeceği gibi, öngörülemeyecek bir sonucun
gerçekleşmesi hâlinde de failin taksirli suçtan sorumluluğuna gidilemeyecektir.
Öğretide, sonucun öngörülebilirliğinin, failin içinde bulunduğu sosyal çevre, mensup olduğu
meslek, eğitim durumu, ortak tecrübe, bilgi düzeyi ve failin kişisel özellikleri dikkate alınarak
saptanması gerektiği, öngörülebilir sonucun, fiilen meydana gelen sonuç olmayıp failin
yaptığı iradi hareketin neden olabileceği benzer sonuçlar olduğu, fiilen oluşan sonucun sadece
genel olarak öngörülebilir olması taksirin varlığı için yeterli olup sonucun bütün inceliklerinin
öngörülmesine gerek bulunmadığı yönünde görüşler ileri sürülmüştür. (Timur Demirbaş, Ceza
Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınları, 8. Bası, İstanbul, 2012, s. 358 vd.; Hamide Zafer,
Ceza Hukuku Genel Hükümler, Beta Yayımcılık, 3. Bası, İstanbul, 2013, s. 277; Mahmut
Koca - İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınları, 6. Bası,
Ankara, 2013, s.219.)
Bu açıklamalar ışığında, uyuşmazlık konularının sırasıyla değerlendirilmesinde fayda
bulunmaktadır.
1- Sanığın suçunun TCK'nın 87. maddesinin dördüncü fıkrası kapsamındaki kasten yaralama
sonucu ölüme neden olma suçunu oluşturup oluşturmadığı;
Sanık ... ile ölen ...'nin fırın olarak faaliyet gösteren aynı iş yerinde çalıştıkları, servis şoförü
olan ölenin olay tarihinde saat 06.40 sıralarında müşterilere dağıtılacak ekmeklerin servisine
geç kalacağını söyleyerek sanıktan ekmekleri kesmesi hususunda acele etmesini istediği,
sanığın laubali bir şekilde cevap verip elini sağa sola sallaması nedeniyle büyüyen tartışmada
sanık ile ölenin karşılıklı olarak birbirlerine hakaret ettikleri, sanığın da yüz bölgesine
yumrukla vurmak suretiyle öleni basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif
olarak yaraladığı, yaklaşık 10 dakika sonra fenalaşarak hastaneye kaldırılan ölenin hastanede
yapılan tıbbi müdahaleye cevap vermeyerek kendisinde mevcut kronik kalp-damar
hastalığının olayın meydana getirdiği efor ve stresin etkisiyle aktif hâle geçmesine bağlı
olarak solunum-dolaşım durmasından vefat ettiği olayda; sanığın yumrukla vurma eylemine
bağlı olarak ölende meydana gelen yaralanmanın TCK'nın 86. maddesinin birinci fıkrası veya
birinci ve üçüncü fıkraları kapsamında olmayıp TCK'nın 86. maddesinin ikinci fıkrası
kapsamında kalan bir yaralanma olması nedeniyle sanığın eyleminin TCK'nın 87/4. maddesi
kapsamındaki kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçunu oluşturmadığı kabul
edilmelidir.
2- Suçun TCK'nın 87. maddesinin dördüncü fıkrası kapsamında kalmadığı sonucuna
ulaşılmakla, TCK'nın 86. maddesinin ikinci fıkrası kapsamındaki kasten yaralama suçunun
mu yoksa TCK'nın 85. maddesi kapsamındaki taksirle bir kişinin ölümüne neden olma
suçunun mu oluşacağı;
(1) numaralı uyuşmazlık konusunda açıklandığı şekilde gerçekleşen olayda; her ne kadar
sanığın fiilinin kişi üzerindeki etkisi basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif
ise de, yüz bölgesine yumruk atılması şeklindeki bir fiilin ölüm neticesini doğurmaya elverişli
bir hareket olmasından ve sanığın eylemi ile ölüm neticesi arasında nedensellik bağı
bulunmasından dolayı sanığın eyleminin TCK'nın 86. maddesinin ikinci fıkrasında
düzenlenen kasten yaralama suçu kapsamında değerlendirilemeyeceği ancak öldürme fiilinin
taksirle de işlenebilen bir suç olması, sanığın olay tarihinde tartıştığı ölene yumrukla vurması
şeklindeki hareketinin iradi bir hareket olması, ölüm neticesini istediğine dair bir tespitin
yapılamaması ve hareketi ile ölüm sonucu arasında nedensellik bağının bulunması hususları
ile birlikte lise mezunu ve olay tarihi itibarıyla 28 yaşında olan sanığın yaşam tecrübesi ve
eğitim düzeyi gözetilip ortak tecrübeler de dikkate alındığında, 50 yaşındaki bir kişinin
yüzüne yumrukla vurulması neticesinde ölüm sonucunun meydana gelebileceğinin
öngörülebilir olduğu, sanığın ise öngörülebilir neticeyi öngörememesi nedeniyle
eyleminin TCK'nın 85. maddesinin birinci fıkrası kapsamındaki taksirle bir kişinin ölümüne
neden olma suçunu oluşturduğu kabul edilmelidir.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının her iki uyuşmazlık yönünden
kabulüne, Özel Daire onama kararının kaldırılmasına, Yerel Mahkeme hükmünün, sanığın
eyleminin taksirle bir kişinin ölümüne neden olma suçunu oluşturduğu gözetilmeksizin suç
vasfında yanılgıya düşülerek kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçundan
mahkûmiyetine karar verilmesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.
Somut olayda ilk haksız davranışın sanıktan geldiği, sanığın başlangıçtaki haksız
davranışlarına gösterilen tepkide de aşırılık ve açık bir oransızlık bulunmadığı, bu nedenle
sanık hakkında haksız tahrik hükmünün uygulanma koşullarının mevcut olmadığı sonucuna
ulaşıldığından haksız tahrik hükmünün uygulanma imkânının olmadığı açık olduğundan
taksirli suçlarda haksız tahrik hükmünün uygulanıp uygulanmayacağının ayrıca tartışılmasına
gerek görülmemiştir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının her iki uyuşmazlık yönünden KABULÜNE,
2- Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 17.06.2015 tarihli ve 2252-11034 sayılı onama kararının
KALDIRILMASINA,
3- İstanbul 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 12.12.2013 tarihli ve 40-424 sayılı hükmünün,
sanığın eyleminin taksirle bir kişinin ölümüne neden olma suçunu oluşturduğu
gözetilmeksizin suç vasfında yanılgıya düşülerek kasten yaralama sonucu ölüme neden olma
suçundan mahkûmiyetine karar verilmesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,
4- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ
EDİLMESİNE, 18.09.2018 tarihinde yapılan müzakerede birinci ve ikinci uyuşmazlıklar
yönünden oy birliğiyle karar verildi.
KARAR 4: Ceza Genel Kurulu 2018/95 E. , 2019/207 K.

"İçtihat Metni"

Kararı Veren Yargıtay Dairesi : 3. Ceza Dairesi


Mahkemesi :AsliyeCeza
Sayısı:33-394

Sanık ... hakkında kasten yaralama suçundan açılan kamu davasında yapılan yargılama
sonucunda, Ankara 19. Asliye Ceza Mahkemesince 11.03.2008 tarih ve 122-239 sayı ile
sanığın eyleminin olası kastla nitelikli yaralama suçunu oluşturduğu kabul edilerek TCK'nın
86/1, 87/1-d-son, 21/2, 29/1 ve 62. maddeleri uyarınca 11 ay 7 gün hapis cezası ile
cezalandırılmasına ve CMK'nın 231. maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri
bırakılmasına, sanığın 5 yıllık denetim süresine tabi tutulmasına karar verilmiş, bu karar itiraz
edilmeksizin 19.03.2008 tarihinde kesinleşmiştir.
Sanığın 17.01.2010 tarihinde işlediği hakaret suçundan Adana (Kapatılan) 3. Sulh Ceza
Mahkemesince 16.06.2011 tarih ve 846-1857 sayı ile kesin nitelikte 1.500 TL adli para cezası
ile cezalandırılmasına karar verilerek 5 yıllık denetim süresi içerisinde kasten yeni bir suç
işlediği gerekçesiyle hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen dosya için
Mahkemesine ihbarda bulunulmuştur.
Bu ihbar üzerine, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararını ele alan Ankara 19. Asliye
Ceza Mahkemesince 19.04.2012 tarih ve 276-690 sayı ile hükmün açıklanmasına karar
verilerek sanığın TCK'nın 86/1, 87/1-d-son, 21/2, 29/1, 62, 51 ve 53. maddeleri uyarınca 11
ay 7 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına, ertelemeye ve hak yoksunluğuna hükmolunmuş,
hükmün sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 3.
Ceza Dairesince 05.12.2016 tarih ve 7887-19969 sayı ile;
"...Yerinde görülmeyen diğer itirazların reddine, ancak;
01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nda subjektif sorumluluk
esası kabul edilmiş olup, 'netice sebebiyle ağırlaşmış suç' başlıklı TCK'nın 23. maddesinde bu
durum 'bir fiilin kastedilenden daha ağır veya başka bir neticenin oluşumuna sebebiyet
vermesi hâlinde, kişinin bundan dolayı sorumlu tutulabilmesi için bu netice bakımından en
azından taksirle hareket etmesi gerekir' şeklinde açıklanmıştır.
Failin, kastedilenden daha ağır ve başka bir neticenin gerçekleşebileceğini öngördüğü, buna
rağmen eylemine devam ederek sonlandırdığı durumda, olası kastla hareket ettiğini kabul
ederek gerçekleşen ağır ve başka sonuçtan dolayı doğrudan sorumluluğu cihetine gidilecektir.
Ancak böyle bir kastın bulunmadığı, kast-taksir kombinasyonunun bulunduğu, temel suç
tipinin kasıtlı, ağır ve başka neticenin ise taksirli olduğu durumda failin sorumluluğunu
belirleyebilmek açısından, kasten işlenen temel suç ile ağır netice arasında öncelikle illiyet
bağının varlığı aranacaktır. Nedensellik bağı meydana gelen netice açısından varlığı zorunlu
ise de tek başına yeterli olmayıp neticenin ayrıca faile yüklenip yüklenmeyeceği
değerlendirilmelidir. Bu kapsamda ağır neticenin objektif olarak faile yüklenebilir olması için,
bu ağır ve başka neticenin temel suç tipinin işlenmesine bağlı, ona bitişik, ona özgü olan özel
tehlikenin gerçekleşmesi ve doğrudan sonucu olması hâlinde mümkündür. Örneğin göze
yapılan darbe sonucu görme kaybına neden olunması hâlinde failin görme kaybının
gerçekleşebileceğini öngördüğü kabul edilerek gerçekleşen ağır sonuçtan sorumlu
tutulacaktır. Ancak failin gerçekleşen ağır ve başka netice bakımından olası kastı olmamakla
birlikte, bu ağır ve başka neticenin gerçekleşebileceğini öngörebildiği hâlde, failin bu netice
bakımından sorumlu tutulabilmesi için en azından taksiri aranacaktır. Taksirle sorumluluk
bakımından neticenin objektif olarak öngörülebilir olması yeterlidir.
Genel nitelikteki bu açıklamalardan sonra somut olayımızı ele alacak olursak; müşteki ... ile
sanık ... arasında çarpışma iddiasıyla çıkan tartışmada, sanığın müştekiye yumrukla vurduğu,
müştekinin kısa bir süre sonra göğüs ağrısı şikâyetiyle acil servise başvurduğu, Ankara
Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalının 14.07.2005 tarihli EKG'de akut
anteroseptal miyokart enfarktüsü olduğunun bildirildiği, müştekinin bu olaydaki yaralanması
nedeniyle vücudunda travmatik lezyona rastlanmadığının belirtildiği, sonrasında Adli Tıp
Kurumu 2. İhtisas Dairesi tarafından tanzim olunan 30.11.2005 tarihli raporda ise 'olay
öncesinde kişide kronik kalp damar hastalığının bulunduğu, kişinin olay günü maruz kaldığı
olayın efor ve stresiyle kendinde mevcut kronik kalp damar hastalığının akut hâle geçerek
miyokart enfarktüsü geçirmesine neden olduğu, dolayısı ile olayla miyokart enfarktüsü
arasında illiyet bağı bulunduğu' açıklanmış olup Mahkemece Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas
Dairesinin raporunda belirtilen illiyet bağı sanığın gerçekleşen ağır ve başka sonuçtan
sorumlu tutulması için yeterli kabul edilerek TCK'nın 87/1-d maddesinden cezalandırılması
yoluna gidilmiştir.
Yukarıdaki bilgiler ışığında somut olayı değerlendirecek olursak; olay günü sanığın
müştekiye eliyle kasten vurup harici lezyon bırakmayacak ve basit tıbbi müdahale ile
giderilebilecek şekilde TCK'nın 86/2. maddesi kapsamında yaralaması sonucunda gerçekleşen
ağır ve başka netice (miyokart enfarktüsü / kalp krizi sonucu yaşamın tehlikeye girmesi)
bakımından olası kastla hareket ettiğinden söz etmenin mümkün bulunmadığı, ancak
müştekinin yaşı da gözetildiğinde kalp krizi geçirebileceğinin objektif olarak öngörebildiği
hâlde sanığın dikkat ve özen yükümlülüğüne uymayarak eliyle kasten vurması sonucu buna
bağlı, buna özgü ve beklenen bir tehlikenin değil çok daha farklı gerçekleşen ağır ve başka
sonuç doğuran bu olayla ilgili olarak en azından taksirle hareket ettiği kabul edilerek,
müştekideki kalp rahatsızlığının önceden sanık tarafından bilinip bilinmediği araştırılıp
bilmediğinin anlaşılması durumunda sanığın basit taksirle yaralama suçundan TCK'nın 89/1-
2. maddesiyle, bilmesi hâlinde bilinçli taksirle yaralamadan TCK'nın 89/1-2, 22/3.
maddeleriyle cezalandırılması cihetine gidilmesi gerekirken yerinde olmayan gerekçeyle
yazılı şekilde hüküm tesisi,
Kabule göre de;
5237 sayılı TCK’nın 53/4. maddesine göre 'kısa süreli hapis cezası ertelenen sanık
hakkında TCK’nın 53/1. maddesindeki hak yoksunluklarının uygulanamayacağının'
gözetilmemesi," isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel Mahkeme ise 02.05.2017 tarih ve 33-394 sayı ile;
"...Mağdur/sanık ...'ın doktor olan ablası .....ın olay gününden bir gün önce mağdur/sanık ... ile
tartıştıkları ve bu tartışmayı bir vesile ile öğrenen mağdur/sanık ...'ın yanında mağdur/sanık
Rüstem Şahin de olduğu hâlde olay günü İbni Sina Hastanesine giderek doktor ...'ı sordukları
ve kendisiyle görüşemedikleri, saat 17.00 sıralarında İbni Sina Hastanesi merdivenlerinde
doktor ... ile karşılaştıkları kendisine çarpmak suretiyle olayı başlattıkları, sanık ...'ın sopa
ile ...'a vurduğu daha sonra mağdur/sanık ...'ın elinden sopayı alarak her iki sanığa vurmaya
başladığı, görevlilerin gelmesi üzerine mağdur/sanıklar Güneş ve Rüstem'in kaçarak
laboratuvara sığındıkları, mağdur/sanık ...'ın kalp rahatsızlığı olması nedeniyle olay yerinde
kalp krizi geçirerek yaşamını tehlikeye sokacak ve diğer iki mağdur/sanığın da basit bir tıbbi
müdahale ile giderilebilecek nitelikte yaralandığı, diğer şikâyetçi/sanıkların da şikâyetçi/sanık
...'ın darbına maruz kalarak basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaralandığı,
mağdur/sanık ... hakkında şikâyetçi/sanık ...'a yönelik kasten etkili eylem suçundan açılan
kamu davasının yapılan yargılamasında gerek hazırlık ve gerekse mahkeme aşamasında
toplanan deliller itibarıyla sanık ...'ın şikâyetçi/sanık ...'ı kasten basit nitelikte olacak şekilde
yaralamakla birlikte mağdurda olayın etkisiyle oluşan miyokart enfarktüsü gerçekleştiği,
eylemle gerçekleşen miyokart enfarktüsü arasında illiyet bağı bulunduğunun Adli Tıpça tespit
edildiği, sanığın eylem aşamasında mağdur/sanık ...'deki kalp rahatsızlığını bilmese dahi ona
yönelik kasten darp eylemi neticesi kalp krizinin ortaya çıkarak hayati tehlike geçirecek
şekilde yaralandığı, bu durumda tüm safahatta toplanan delillere göre sanığın eylemini kasten
gerçekleştirdiği dikkate alındığında eylemin taksirle yaralama suçu olarak kabul edilmesinin
mümkün olamayacağı," gerekçesiyle bozma kararına direnerek sanığın önceki hüküm gibi
cezalandırılmasına karar vermiştir.
Direnme kararına konu bu hükmün de sanık ve Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi
üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 04.11.2017 tarihli ve 51018 sayılı "bozma"
istekli tebliğnamesi ile dosya, 6763 sayılı Kanun'un 36. maddesiyle değişik CMK'nın 307.
maddesi uyarınca kararına direnilen Daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme
yapan Yargıtay 3. Ceza Dairesince 17.01.2018 tarih ve 19897-339 sayı ile direnme kararının
yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel
Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanık Rüstem Şahin hakkında katılan ...'a yönelik kasten yaralama suçundan verilen hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin karar itiraz edilmeksizin, sanık ... hakkında Rüstem
Şahin ve ...'a yönelik kasten yaralama suçundan verilen ceza verilmesine yer olmadığına dair
kararlar ise temyiz edilmeksizin kesinleşmiş olup direnme kararının kapsamına göre inceleme
sanık ... hakkında katılan ...'a yönelik olası kastla yaralama suçundan kurulan mahkûmiyet
hükmü ile sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi
gereken uyuşmazlıklar;
1- Sanığın eylemini olası kastla mı yoksa taksirle mi işlediğinin,
2- Olası kastla işlediğinin kabulü hâlinde; kısa süreli hapis cezası ertelenen sanık
hakkında TCK'nın 53. maddesinin uygulanmasında isabet bulunup bulunmadığının,
3- Taksirle işlediğinin kabulü hâlinde;
a) Bilinçli taksir koşullarının oluşup oluşmadığının,
b) Katılandan kaynaklanan haksız davranış bulunup bulunmadığının, haksız davranış
bulunduğu sonucuna ulaşılması durumunda, sanık hakkında TCK'nın 29. maddesinde
düzenlenen haksız tahrik hükmünün uygulanıp uygulanamayacağının,
Belirlenmesine ilişkin ise de uyuşmazlık konularının görüşülmesi sırasında bir kısım Ceza
Genel Kurulu Üyeleri tarafından talep edilmesi üzerine Ceza Genel Kurulu Başkanı tarafından
uyuşmazlık, sanığın eyleminin kamu görevlisini silahla basit bir tıbbi müdahale ile
giderilebilecek şekilde kasten yaralama suçunu mu yoksa taksirle nitelikli yaralama suçunu
mu oluşturduğu şeklinde yeniden belirlenmiş olup uyuşmazlık konuları bu doğrultuda
değerlendirilmiştir.
İncelenen dosya kapsamından;
Olay tutanağı başlıklı 14.07.2005 tarihli belgede; olay günü saat 17.40 sıralarında İbni Sina
Hastanesinde yaralama olayının meydana geldiğine ilişkin polis telsizinde yapılan anons
üzerine olay yerine gidildiği, olaya karışan sanık ... ile inceleme dışı sanık Rüstem Şahin'in
İbni Sina Hastanesinde görevli doktor ...'ı darbettikleri bilgisinin alındığı, sanık ... ile
Rüstem'in ifadelerinin tespit edilmesi maksadıyla karakola götürüldükleri bilgisine yer
verildiği,
Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Kurulunca katılan ... hakkında düzenlenen 30.11.2005 tarihli
raporda; katılan hakkındaki tüm evrak irdelendikten sonra, katılanın vücudunda travmatik
lezyon tanımlanmadığı, olayın efor ve stresinin kendisinde bulunan kalp-damar hastalığını
aktive ederek katılanın kalp krizi geçirmesine neden olduğu, kasten yaralama olduğunun adli
makamlarca kabulü ve sübutu hâlinde, olay ile kişide saptanan kalp krizi arasında illiyet bağı
bulunduğu cihetle, arızasının kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum olduğu, kişi
üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olmadığı,
kişide bulunan kalp-damar hastalığının kalp krizi geçirmesinde kolaylaştırıcı bir neden olarak
rol oynadığı tespitlerine yer verildiği,
Sanık müdafisi tarafından alınarak dosyaya sunulan 11.01.2008 tarihli özel bilirkişi
mütalaasında; katılana fiziksel darp uygulandığına dair bir bulgudan bahsedilemeyeceği
kanaatinde olunduğunun ifade edildiği,
Sanık ... hakkında Ankara Adli Tıp Şube Müdürlüğünce düzenlenen 14.07.2005 tarihli
raporda; sanığın sağ omuz arka yüzde 2x5 cm boyutlarında çift sıralı ray şeklinde ekimoz, sağ
kol iç yüzde 3 cm uzunluğunda çizik bulunduğu, mevcut yaralanmanın basit bir tıbbi
müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olduğunun belirtildiği,
İnceleme dışı sanık Rüstem Şahin hakkında düzenlenen aynı tarihli raporda ise; şahsın
vücudunda herhangi bir travmatik lezyon saptanmadığı tespitine yer verildiği,
Anlaşılmaktadır.
Katılan ... Kardiyoloji Yoğun Bakım Ünitesinde kolluk tarafından tespit edilen beyanında;
İbni Sina Hastanesi Endokrinoloji Bölümünde Uzman Doktor olarak görev yaptığını, olay
gününden bir gün evvel sanık ...'in kardeşi Yeşim'in bir konuyu sormak için Endokrinoloji
Servisine geldiğini, bu kişiyi doktorların girdiği değil diğer bölümden içeri alınmak üzere
dışarı çıkardığını, düşüncesine göre bu olay nedeniyle sanık ve yanındaki şahsın olay günü
öğle saatlerinde Hastaneye gelerek kendisini sorduklarını, toplantıda olduğunu ancak gün
içinde sanık ve yanındaki kişiyi bir iki kez Hastanede gördüğünü, saat 17.45 sıralarında
kantine gidip çalıştığı servise döndüğü sırada sanık ve yanındaki şahsın koridorda kendisini
sıkıştırarak darbetmeye başladıklarını, olayı gören kantin çalışanlarının müdahale ederek
kavgayı ayırdıklarını, daha önceden kalp rahatsızlığı bulunduğunu, darbedildiği sırada da
spazm geçirdiğini, Cumhuriyet Başsavcılığında; kendisine ilk olarak sanık ... ile yanındaki
Rüstem'in vurduğunu, kavgayı başlatanların onlar olduğunu, korunmak maksadıyla kendisinin
de bu şahıslara vurduğunu, şikâyetçi olup uzlaşmayı kabul etmediğini,
24.04.2007 tarihinde Mahkemede; olaydan bir gün önce sanık ...'in ablasının bir işi için
kendisinin sorumlu olduğu polikliniğe gelip personelle tartışmaya başladığını, kendisinin ise
bu sırada hasta muayene ettiğini, dışarı çıkıp sanığın ablasını personelle tartışmaması
hususunda uyardığını, bu sırada bir başka doktorun daha gelerek “Bize bu şekilde
bağıramazsın” şeklinde sözler söylediklerini, kendisinin de Bölümün sorumlusu olduğunu,
istedikleri şekilde hareket edemeyeceklerini ifade ettiğini, sanığın ablasının bunun üzerine
kendisi hakkında Dekanlığa yazılı şikâyette bulunduğunu, olay günü de sanık ve Rüstem'in
merdivenlerden indiği sırada arkasından vurmaya başladıklarını, saatinin yere düşerek
kırıldığını, elindeki kola şişesinin de yere düştüğünü, sanığın elinde sopa bulunduğunu, bu
sopayla kendisine vurmaya başladığını, bağırması üzerine kantin çalışanlarının geldiklerini,
sanık ve Rüstem'in kaçtıklarını, kendisini savunmak maksadıyla sanık ve yanındaki Rüstem'e
vurmuş olabileceğini, 17.04.2017 tarihinde istinabe olunan Mahkemede; olay tarihi
öncesinde kronik kalp rahatsızlığıyla ilgili hiç tedavi görmediğini, yaşanan bu olay nedeniyle
kalp krizi geçirdiğini,
Tanık Hüseyin Uçan Cumhuriyet Başsavcılığında ve Mahkemede; İbni Sina Hastanesi
Endokrinoloji Polikliniğinde sekreter olduğunu, olay tarihinde 10.30-12.00 saatleri arasında
iki kişinin gelerek katılanı sorduklarını, katılanın toplantıda olduğunu söyleyince “Kaçta
çıkacağını, akşam saat kaça kadar Hastanede bulunacağını” sorduklarını, şahıslara katılanın
saat 17.00'ye kadar Hastanede bulunacağını ifade ettiğini, şahısların da “Tamam” diyerek
ayrıldıklarını, aynı gün saat 17.45 sıralarında bağrışma sesleri duyunca sabah katılanı soran
şahısları katılanla tartışırlarken gördüğünü, kavgayı görmediğini, katılanı sakinleştirdiğini,
Tanık .... Kollukta; İbni Sina Hastanesinde bulunan 01 Cafe isimli iş yerinde servis elemanı
olarak çalıştığını, olay günü saat 17.45 sıralarında daha önceden tanıdığı katılanın “Siz kim
oluyorsunuz, bana vuruyorsunuz” şeklindeki sözlerini ve bağrışmayı duyunca koşarak olay
yerine gittiğini, ismini sonradan öğrendiği sanık ...'ın elindeki alüminyum paspas sapını
katılana doğru salladığını ancak paspasın katılana değip değmediğini görmediğini, 10-12
kadar çalışma arkadaşının da olay yerine gelmesi üzerine sanık ve yanındaki Rüstem'in paniğe
kapıldıklarını, bu sırada katılanın paspas sapını eline geçirerek bu şahıslara salladığını, sanık
ve Rüstem kaçmaya başlayınca katılanla birlikte bu kişileri kovaladıklarını, katılana
vurulduğunu görmediğini,
Tanık...... Kollukta; İbni Sina Hastanesinde bulunan 01 Cafe isimli iş yerinde servis elemanı
olarak çalıştığını, olay sırasında sanığın katılana paspas sopası ile vurduğunu, Rüstem'in
katılana vurduğunu ise görmediğini,
Tanık Yeşim Oymak Mahkemede; sanığın ablası olduğunu, İzmir Behçet Uz Çocuk
Hastanesinde doktor olarak görev yaptığını, katılanı tanımadığını, olaydan önce annesinin
hastalığı ile ilgili olarak bilgi almak için İbni Sina Hastanesindeki asistan arkadaşlarının
yanına gittiğini, görüşme sırasında arkadaşlarının uzman hekim olan katılanla görüşmesini
salık verdiklerini, katılanın ise bağırarak kendisinden dışarı çıkmasını istediğini, meramını
anlatıp katılandan bilgi isteyince, katılanın bu şekilde cevap veremeyeceğini, randevu alması
gerektiğini söylediğini, katılanın kibar olmadığını, biraz agresif olduğunu, katılanla yaşadığı
bu olayı kardeşi olan sanığa anlatmadığını, olayın tesadüfen meydana geldiğini,
Hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin karar kesinleşen inceleme
dışı sanık Rüstem Şahin aşamalarda benzer şekilde; askerden yeni geldiği için henüz iş
bulamadığını, olay günü gittiği GİMAT'ta arkadaşı olan sanık ... ile karşılaştığını, sanığın İbni
Sina Hastanesine staj başvurusu yapacağını söylemesi üzerine saat 17.00 sıralarında İbni Sina
Hastanesine gittiklerini, su almak için Hastane kantinine indikleri sırada, düşme sesi
duyduğunu, arkasına döndüğünde sanık ...'i katılanla tartışırken gördüğünü, sanıkla katılanın
birbirlerini iteklediklerini, katılanın sanığı hırpalaması üzerine ayırmak için müdahale ettiğini,
bu sırada katılanın eline geçirdiği paspas sopası ile sanığa vurduğunu, etrafta bulunanları
kışkırtan katılana müdahale ettiği esnada paspas sopasının kendi eline de değdiğini, sanıkla
beraber korkarak yukarı kaçtıklarını, doktorların bulunduğu bir odaya sığındıklarını, 155 Polis
İmdat Hattını aradığını, İfade etmişlerdir.
Sanık ... Kollukta; Gazi Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümünde öğrenci olduğunu,
olay günü staj başvurusu yapmak için saat 17.00 sıralarında İbni Sina Hastanesine gittiğini,
yanında arkadaşı Rüstem Şahin'in bulunduğunu, kantine giderken merdivenlerde katılan ile
çarpıştığını, katılanın kendisine “Önüne baksana lan” demesi üzerine kendisinin de katılana
“Sen önüne bak, sen bana çarptın” dediğini, katılanın sinirlenerek üzerine yürüyüp kendisine
tokat attığını, Rüstem'in ayırmaya çalıştığı esnada katılanın küfretmeye başladığını ve
etraftakileri çağırarak başlarına topladığını, katılanın eline geçirdiği paspas sopasıyla
kendisine vurmaya başlaması üzerine ve etrafta toplanan kalabalıktan korkarak olay yerinden
Rüstem'le kaçmaya çalıştıklarını, katılanın yanı sıra toplanan kalabalıktaki kişilerin de
kendilerine hakaret edip vurmaya başladıklarını, bunun üzerine Rüstem'le bir odaya
sığındıklarını, 155 Polis İmdat Hattını arayarak yardım istediklerini, odada da
tartaklandıklarını, katılanın kendilerine tekrar saldırmaya çalıştığını ancak Hastane güvenlik
görevlilerinin katılanı tuttuklarını, suçlamayı kabul etmediğini, olay günü saat 10.30-12.00
arasında sınava girdiğini, 12.00 sıralarında sınavdan çıkıp GİMAT'a gittiğini, orada arkadaşı
Rüstem Şahin ile karşılaştığını, katılana sopa ile vurmadığını, kendisini korumak için eli ile
katılanı itelediğini, Cumhuriyet Başsavcılığında; katılanı dövmediğini aksine katılanın
kendisini dövdüğünü, katılan hakkındaki raporların katılanın çalıştığı Hastane tarafından
düzenlendiğini, bu rapor içeriklerini kabul etmediğini,
Mahkemede; staj başvurusu için gittiği Hastanede merdivenlerden inerken yukarı çıkmakta
olan katılanın kendisine çarptığını, katılanın “Neden çarptın” diye sorması üzerine “Siz de
çarptınız” diye cevap verdiğini, katılanın etraftakileri çağırarak, kendisine yumrukla ve paspas
süpürgesiyle vurduğunu, laboratuvara sığındığını, kimseye vurmadığını,
Savunmuştur.
Uyuşmazlık konularında isabetli bir hukuki çözüme ulaşılabilmesi bakımından, ilgili yasal
düzenlemelerin incelenmesinde yarar bulunmaktadır.
5237 sayılı TCK'nın "Kast" başlıklı 21. maddesi;
"(1) Suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır. Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların
bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir.
(2) Kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen,
fiili işlemesi halinde olası kast vardır. Bu halde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını
gerektiren suçlarda müebbet hapis cezasına, müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmi
yıldan yirmibeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur; diğer suçlarda ise temel ceza üçte
birden yarısına kadar indirilir" şeklinde düzenlenerek, maddenin birinci fıkrasının ikinci
cümlesinde doğrudan kast tanımlanmıştır.
Buna göre, doğrudan kast; öngörülen ve suç teşkil eden fiili gerçekleştirmeye yönelik irade
olup, kanunda suç olarak tanımlanmış eylemin bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi ile
oluşur. Fail hareketinin kanuni tipi gerçekleştireceğini bilmesi ve istemesi hâlinde doğrudan
kastla hareket etmiş olacak, buna karşın işlemiş olduğu fiilin muhtemel bazı neticeleri
meydana getirebileceğini öngörmesine ve bu neticelerin gerçekleşmesini mümkün ve
muhtemel olarak tasavvur etmesine rağmen muhtemel neticeyi kabullenerek fiili işlemesi
hâlinde olası kast söz konusu olacaktır.
Olası kast ile doğrudan kast arasındaki farkı ortaya koyan en belirgin unsur, doğrudan kasttaki
bilme unsurudur. Fail hareketinin kanuni tipi gerçekleştireceğini biliyorsa doğrudan kasıtla
hareket ettiğinin kabulü gerekmektedir. Yine failin hareketiyle hedeflediği doğrudan
neticelerle birlikte, hareketin zorunlu veya kaçınılmaz olarak ortaya çıkan sonuçları da, açıkça
istenmese dahi doğrudan kastın kapsamı içinde değerlendirilmelidir. Belli bir sonucun
gerçekleşmesine yönelik hareketin, günlük hayat tecrübelerine göre diğer bir kısım neticeleri
de doğurması muhakkak ise, failin bu sonuçlar açısından da doğrudan kastla hareket ettiği
kabul edilmelidir.
Olası kastı doğrudan kasttan ayıran diğer ölçüt; suçun kanuni tanımındaki unsurların
gerçekleşmesinin muhakkak olmayıp, muhtemel olmasıdır. Fail, böyle bir durumda muhakkak
değil ama, büyük bir ihtimalle gerçekleşecek olan neticenin meydana gelmesini
kabullenmekte ve "olursa olsun" düşüncesi ile göze almakta; neticenin gerçekleşmemesi için
herhangi bir çaba göstermemektedir. Olası kastta fiilin kanunda tanımlanan bir sonucun
gerçekleşmesine neden olacağı muhtemel görülmesine karşın, bu neticenin meydana gelmesi
fail tarafından kabul edilmektedir.
5237 sayılı TCK'nın hazırlanmasında esas alınan suç teorisinde "kanunda tanımlanmış
haksızlık" olarak ifade edilen suç; kural olarak ancak kastla, kanunda açıkça gösterilen
hâllerde ise taksirle de işlenebilir. İstisnai bir kusurluluk şekli olan taksirde, failin
cezalandırılabilmesi için mutlaka kanunda açık bir düzenleme bulunması gerekmektedir. 5237
sayılı TCK'nın 22/2. maddesinde taksir; "dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla,
bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek
gerçekleştirilmesidir" şeklinde tanımlanmıştır.
Taksirli suçlarda, gerek icrai, gerekse ihmali hareketin iradi olması ve meydana gelen
neticenin öngörülebilir olması gerekmektedir. İradi bir davranış bulunmadığı takdirde
taksirden bahsedilemeyeceği gibi, öngörülemeyecek bir sonucun gerçekleşmesi hâlinde de
failin taksirli suçtan sorumluluğuna gidilemeyecektir.
Sonucun gerçekleşmesinde mağdurun taksirli davranışının da etkisinin olması hâlinde, diğer
taksirli davranış nedensellik bağını kesmediği sürece bu durum, failin sorumluluğunu ortadan
kaldırmayacağı gibi, taksirin niteliğini de değiştirmeyecektir. Türk Ceza Kanunu'nda kusurun
derecelendirilmesi suretiyle herhangi bir ceza indirimi söz konusu olmadığından, bu hâl ancak
temel cezanın tayininde dikkate alınabilecektir.
Türk Ceza Kanunu'nda taksir; "basit" ve "bilinçli" taksir olarak ikili bir ayrıma tabi tutulmuş,
22. maddesinin üçüncü fıkrasında bilinçli taksir; "kişinin öngördüğü neticeyi istememesine
karşın, neticenin meydana gelmesi" şeklinde tanımlanmış, bu hâlde taksirli suça ilişkin
cezanın üçte birden yarıya kadar arttırılacağı öngörülmüştür.
Basit taksir ile bilinçli taksir arasındaki ayırdedici ölçüt; taksirde failin öngörülebilir
nitelikteki neticeyi öngörmemesi, bilinçli taksir hâlinde ise bu neticeyi öngörmüş olmasıdır.
Bilinçli taksirde gerçekleşen sonuç, fail tarafından öngörüldüğü hâlde istenmemiştir.
Gerçekten neticeyi öngördüğü hâlde, sırf şansına veya başka etkenlere, hatta kendi beceri
veya bilgisine güvenerek hareket eden kimsenin tehlikelilik hâli, bunu öngörememiş olan
kimsenin tehlikelilik hâli ile bir tutulamayacaktır. Neticeyi öngören kimse, ne olursa olsun bu
sonucu meydana getirecek harekette bulunmamakla yükümlüdür.
Türk Ceza Kanunu'nun 21. maddesinin ikinci fıkrasında; "kişinin, suçun kanuni tanımındaki
unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi" şeklinde tanımlanıp
başkaca ayırıcı unsura yer verilmeyen olası kast ile aynı Kanun'un 22. maddesinin üçüncü
fıkrasında; "kişinin, öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi
halinde bilinçli taksir vardır" biçiminde tanımlanan bilinçli taksirin karıştırılacağı hususu
öğretide dile getirilmiş, kanun koyucu da madde metninde yer vermediği "kabullenme"
ölçüsünü aynı maddenin gerekçesinde; "olası kast halinde suçun kanuni tanımında yer alan
unsurlardan birinin somut olayda gerçekleşeceği öngörülmesine rağmen, kişi fiili
işlemektedir, diğer bir deyişle, fail unsurların meydana gelmesini kabullenmektedir" şeklinde
açıklamak suretiyle, olası kastı bilinçli taksirden ayıracak kıstası ortaya koymuştur.
Kast, olası kast, bilinçli taksir ve taksir arasındaki ilişkiyi kısaca özetlemek gerekirse;
gerçekleşmesi muhakkak görünen neticenin failce bilinmesi ve istenmesi hâlinde doğrudan
kast, öngörülen muhtemel neticenin meydana gelmesine kayıtsız kalınması durumunda olası
kast, öngörülen muhtemel neticenin meydana gelmesinin istenmemesine rağmen neticenin
meydana gelmesinin engellenemediği ahvalde bilinçli taksir, öngörülebilir neticenin özen
yükümlülüğüne aykırı hareket edilmiş olması nedeniyle öngörülmediği hâllerde ise basit
taksir söz konusu olacaktır.
Uyuşmazlık konusuyla ilgili tartışılması gereken kasten yaralama suçu ise TCK’nın 86.
maddesinde;
“(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin
bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbî müdahaleyle
giderilebilecek ölçüde hafif olması hâlinde, mağdurun şikâyeti üzerine, dört aydan bir yıla
kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.
(3) Kasten yaralama suçunun;
a) Üstsoya, altsoya, eşe veya kardeşe karşı,
b) Beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,
c) Kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle,
d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,
e) Silâhla,
İşlenmesi hâlinde, şikâyet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır” şeklinde
düzenlenmiştir.
Maddenin birinci fıkrasında kasten yaralama suçunun tanımı yapılarak, kasten yaralamanın
temel şekli düzenlenmiş, kişinin vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama
yeteneğinin bozulmasına neden olan her davranış, yaralama olarak kabul edilmiş, madde
gerekçesinde bu husus açıkça vurgulanmıştır. Kasten yaralama fiilinin, kişi üzerindeki
etkisinin basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde olması hâli ise ikinci fıkrada
düzenlenmiş olup bu durumda birinci fıkradaki hapis cezasından daha az süreli bir hapis
cezası ya da seçimlik olarak adli para cezası suçun yaptırımı olarak öngörülmüştür.
Kasten yaralama suçunda korunan hukuki yarar, kişinin vücut dokunulmazlığı ve beden
bütünlüğüdür. Suçun konusu, mağdurun acı verilen veya bozulan bedeni veya ruhsal
varlığıdır. Failin yaptığı hareket sonucu, maddede belirtilen sonuçlardan biri meydana gelirse,
kasten yaralama suçunun oluşacağında tereddüt bulunmayıp, bu sonucu doğurmaya elverişli
olan tüm hareketlerle, kasten yaralama suçunun işlenmesi mümkündür.
Maddenin 3. fıkrasının (c) bendinde kasten yaralama suçunun kamu görevlisine karşı,
görevini yerine getirmesi nedeniyle işlenmesi durumu nitelikli hâl olarak düzenlenmiştir. Bu
nitelikli hâlin öngörülmesinin sebebi kamu görevlilerinin görevlerini kendileri için değil
toplum için yerine getirdiklerinden bu görevlerin emniyet içinde ifa edilmesinin
sağlanmasıdır.
Burada önemli olan, suçun kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle işlenmesidir. Suçun
kamu görevi yaptığı sırada işlenmesi şart değildir. Mesai bitimi, kamu görevlisinin izinde
olması, hatta kamu görevinden istifa, emeklilik vs nedenlerle ayrılmış olduğu durumlarda dahi
işlense, kamu görevlisinin görevi sebebiyle yaralandığı durumlarda bu nitelikli hâl
uygulanacaktır. Bir kimsenin görevi sebebi dışında, kişisel nedenlerle, görevi sırasında
yaralanması hâlinde bu nitelikli hâl uygulanamayacaktır. (Osman Yaşar-Hasan Tahsin
Gökcan-Mustafa Artuç, Türk Ceza Kanunu, 3. cilt, Ankara, 2014, s. 2963.)
Diğer bir nitelikli hâl maddenin 3. fıkrasının (e) bendinde kasten yaralama suçunun silahla
işlenmesi olarak düzenlenmiştir. Suçun silahla işlenmiş olmasının nitelikli hâl sayılmasının
altında yatan düşünce, söz konusu aracın mağdurun yaşamı, vücut bütünlüğü ve özgürlüğü
bakımından ortaya çıkardığı potansiyel tehlikedir. Suçun silahla işlenmesinin nitelikli hâl
sayılması, silahın suçun işlenmesini kolaylaştırdığı ve mağdur üzerindeki korkunun etkisini
artırdığı düşüncesine dayanmaktadır. (Durmuş Tezcan, Mustafa Ruhan Erdem, R. Murat
Önok, Teorik ve Pratik Ceza Özel Hukuku, Seçkin Yayınevi, 15. Baskı, Ankara 2017, s. 232.)
“Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama” başlıklı 87. maddesi ise;
"(1) Kasten yaralama fiili, mağdurun;
a) Duyularından veya organlarından birinin işlevinin sürekli zayıflamasına,
b) Konuşmasında sürekli zorluğa,
c) Yüzünde sabit ize,
d) Yaşamını tehlikeye sokan bir duruma,
e) Gebe bir kadına karşı işlenip de çocuğunun vaktinden önce doğmasına,
Neden olmuşsa, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, bir kat artırılır. Ancak, verilecek
ceza, birinci fıkraya giren hâllerde üç yıldan, üçüncü fıkraya giren hâllerde beş yıldan az
olamaz.
(2) Kasten yaralama fiili, mağdurun;
a) İyileşmesi olanağı bulunmayan bir hastalığa veya bitkisel hayata girmesine,
b) Duyularından veya organlarından birinin işlevinin yitirilmesine,
c) Konuşma ya da çocuk yapma yeteneklerinin kaybolmasına,
d) Yüzünün sürekli değişikliğine,
e) Gebe bir kadına karşı işlenip de çocuğunun düşmesine,
Neden olmuşsa, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, iki kat artırılır. Ancak, verilecek
ceza, birinci fıkraya giren hâllerde beş yıldan, üçüncü fıkraya giren hâllerde sekiz yıldan az
olamaz.
(3) Kasten yaralamanın vücutta kemik kırılmasına veya çıkığına neden olması halinde,
yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, kırık veya çıkığın hayat fonksiyonlarındaki etkisine
göre, yarısına kadar artırılır.
(4) Kasten yaralama sonucunda ölüm meydana gelmişse, yukarıdaki maddenin birinci
fıkrasına giren hâllerde sekiz yıldan oniki yıla kadar, üçüncü fıkrasına giren hâllerde ise oniki
yıldan onaltı yıla kadar hapis cezasına hükmolunur" biçiminde düzenlenmiştir.
Bu maddede neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama fiilleri yaptırıma bağlanmış olup birinci
fıkrada bir kat, ikinci fıkrada iki kat artırımı gerektiren hâller gösterilmiş, üçüncü fıkrada
yaralanmanın vücutta kemik kırılmasına ya da çıkığına neden olması hâlinde yapılacak
artırım, dördüncü fıkrada ise kasten yaralama sonucu ölüm meydana gelmesi halinde
uygulanacak yaptırım hükme bağlanmıştır. Ancak kanun koyucu birinci ve ikinci fıkralarda,
86. maddeye göre hükmolunan cezanın bir ve iki kat artırılması esasını kabul etmesine karşın
bununla yetinmemiş, her iki fıkranın son cümlelerinde, artırım sonucu hükmolunabilecek
cezaların belirli bir miktardan aşağı olamayacağı esasını da kabul etmiştir.
Burada gözden kaçırılmaması gereken husus, 87. maddenin bir, iki, üç ve dördüncü
fıkralarındaki nitelikli hâllerin uygulanabilmesi açısından kasten yaralama fiilinin TCK'nın
86. maddesinin birinci kapsamında kalmasının veya 86. maddenin birinci fıkrası
kapsamındaki kasten yaralama fiilinin üçüncü fıkra da ihlal edilmek suretiyle
gerçekleştirilmesinin gerekmesidir. Buna bağlı olarak TCK'nın 86. maddesinin ikinci fıkrası
kapsamındaki kişi üzerindeki etkisi basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif
olan kasten yaralama fiillerinden dolayı bu fiil aynı maddenin üçüncü fıkrası ihlâl edilmek
suretiyle işlense dahi 87. maddenin bir, iki, üç ya da ikinci fıkralarının uygulanma imkânı
bulunmamaktadır. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun ve Özel Dairelerin uygulamaları da bu
doğrultudadır.
Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama suçuna ilişkin uygulamanın ne şekilde olacağı
hususunda öğretide de; "Kasten yaralamanın kişi üzerindeki etkisinin basit tıbbi müdahale ile
giderilebilecek derecede hafif olması hâlinde, bu derecedeki yaralamanın 87. maddedeki ağır
sonuçlara yol açamayacağı kabul edilmiştir. Bu itibarla ancak 86. maddenin 1. fıkrasına
uygun bir fiil sonucunda, 87. maddedeki ağır neticelere yol açmış olabilecektir. Böylelikle,
kanunun öngördüğü sistemde, 87. maddede öngörülen ağır neticelere yol açan bir yaralamanın
basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek bir yaralama olamayacağı kabul edilmiştir" ; "...87.
maddenin 1. fıkrasındaki neticelerden birinin gerçekleşmesi durumunda, 86. maddeye (f 1-3)
göre belirlenen ceza bir kat artırılacaktır. Ancak, verilecek ceza, ilk fıkraya giren hâllerde üç
yıldan, 3. fıkraya giren hâllerde beş yıldan az olamayacaktır. Aynı şekilde, 87. maddenin 2.
fıkrasındaki neticelerden birinin gerçekleşmesi hâlinde 86. maddeye göre (f 1-3) belirlenecek
ceza, iki kat artırılacaktır. Ancak, verilecek ceza 1. fıkraya giren hâllerde beş yıldan, 3.
fıkraya giren hâllerde sekiz yıldan az olamayacaktır." (Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk
Ceza Hukuku Özel Hükümler, 4. Baskı, Adalet Yayınları, Ankara 2017, s. 180; 216.);
"Nihayet, m. 87/1-2'deki nitelikli hâllerin m. 86/2 açısından uygulanamayacağına da dikkat
edilmelidir" (Durmuş Tezcan-Mustafa Ruhan Erdem-R.Murat Önok, Teorik ve Pratik Ceza
Özel Hukuku, 14. Baskı, Seçkin Yayınları, Ankara 2017, s. 237.); "Yaralama eylemi
sonucu TCK'nın 87. maddesindeki neticesi sebebiyle ağırlaşmış sonuçlar gerçekleşirse, bu
durumda TCK'nın 86/1. maddesi uyarınca temel ceza belirlenecek, eğer üçüncü fıkrada
sayılan hususlardan birisi var ise bu fıkraya göre artırım yapılacak, daha sonra da 87.
maddenin birinci fıkrasındaki yaralanmalar için bir kat, aynı maddenin ikinci fıkrasındaki
yaralanmalar için ise iki kat artırılacaktır." (Osman Yaşar-Hasan Tahsin Gökcan-Mustafa
Artuç,Yorumlu Uygulamalı Türk Ceza Kanunu, Adalet Yayınevi, 2. Bası, Ankara, 2014, s.
3065.) şeklinde görüşler mevcuttur.
Öte yandan;
765 sayılı TCK’da objektif sorumluluk esasına dayanan düzenlemelere yer verilmiş iken,
5237 sayılı TCK’da objektif sorumluluk esası benimsenmemiştir. Suçu, “kanunda
tanımlanmış bir haksızlık” olarak öngören yeni suç teorisinde, bir hareketi yapan kişi, bu
hareketin tüm sonuçlarından her şartta sorumlu tutulmamakta, bir başka anlatımla “kusursuz
sorumluluk” terk edilmiş olmaktadır. (İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 8.
Bası, s.161.)
765 sayılı TCK’daki objektif sorumluluk esasının yerine 5237 sayılı TCK’da haksızlığın bir
gerçekleştirilme şekli olarak kast-taksir kombinasyonuna, yani netice sebebiyle ağırlaşmış
suçlara yer verilmiştir. Bu nedenle uyuşmazlığın çözümü için, 5237 sayılı TCK’nın
hazırlanmasında esas alınan suç teorisinde, suçun manevi unsurları arasında gösterilen kast-
taksir kombinasyonu, yani netice sebebiyle ağırlaşmış suç üzerinde durulmalıdır.
5237 sayılı TCK’nın “Netice sebebiyle ağırlaşmış suç” başlıklı 23. maddesi;
“(1) Bir fiilin, kastedilenden daha ağır veya başka bir neticenin oluşumuna sebebiyet vermesi
hâlinde, kişinin bundan dolayı sorumlu tutulabilmesi için bu netice bakımından en azından
taksirle hareket etmesi gerekir” şeklindedir.
Buna göre; failin gerçekleştirdiği bir eylemde, kastettiğinden daha ağır veya başka bir
sonucun meydana gelmesi hâlinde, sorumlu tutulabilmesi için, netice bakımından en azından
taksirle hareket etmiş olmasının kabulü gerekmektedir. Fail, bu sonucun meydana
gelmesinden taksirle bile sorumlu tutulamıyorsa, objektif sorumluluğun kaldırılmasının doğal
bir sonucu olarak, sadece nedensellik bağının bulunuyor olması, neticeden sorumlu tutulması
için yeterli olmayacaktır.
Öğretide, neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçun, gerçek neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç ve
görünüşte ya da gerçek olmayan neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç olarak iki farklı şeklinin
bulunduğu kabul edilmektedir. Gerçek neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçlarda, failin hareketi
sonucunda kastettiğinden daha ağır bir netice ortaya çıkmakta olup, gerçekleşen aşırı netice
dolayısıyla bağımsız bir suç tipi ortaya çıkmaktadır. Örneğin, yaralama suçunda mağdurun
ölmesi, gerçek neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç hâlidir. Görünüşte neticesi sebebiyle
ağırlaşmış suçlarda ise, failin hareketi sonucunda suçun oluşması için aranan neticeden başka,
niteliği de farklı olan daha ağır bir netice ortaya çıkmakta olup, gerçekleşen aşırı netice
dolayısıyla temel suç niteliği aynı kalmakla beraber yalnızca ceza ağırlaştırılmaktadır.
Örneğin, cinsel saldırı suçunda mağdurun bitkisel hayata girmesi, görünüşte neticesi sebebiyle
ağırlaşmış suç hâlidir. (Hamide Zafer, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Beta Yayınevi, 5. Bası,
İstanbul 2015, s.286 vd.; Mehmet Emin Artuk, Ahmet Gökcen, TCK Şerhi, Turhan Kitabevi,
Ankara 2009, c.3, s. 2484 vd.)
5237 sayılı TCK’nın “Taksirle Yaralama” başlıklı 89. maddesi ise;
“(1) Taksirle başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin
bozulmasına neden olan kişi, üç aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile
cezalandırılır.
(2) Taksirle yaralama fiili, mağdurun;
a) Duyularından veya organlarından birinin işlevinin sürekli zayıflamasına,
b) Vücudunda kemik kırılmasına,
c) Konuşmasında sürekli zorluğa,
d) Yüzünde sabit ize,
e) Yaşamını tehlikeye sokan bir duruma,
f) Gebe bir kadının çocuğunun vaktinden önce doğmasına,
Neden olmuşsa, birinci fıkraya göre belirlenen ceza, yarısı oranında artırılır.
(3) Taksirle yaralama fiili, mağdurun;
a) İyileşmesi olanağı bulunmayan bir hastalığa veya bitkisel hayata girmesine,
b) Duyularından veya organlarından birinin işlevinin yitirilmesine,
c) Konuşma ya da çocuk yapma yeteneklerinin kaybolmasına,
d) Yüzünün sürekli değişikliğine,
e) Gebe bir kadının çocuğunun düşmesine,
Neden olmuşsa, birinci fıkraya göre belirlenen ceza, bir kat artırılır.
(4) Fiilin birden fazla kişinin yaralanmasına neden olması halinde, altı aydan üç yıla kadar
hapis cezasına hükmolunur.
(5) Taksirle yaralama suçunun soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlıdır. Ancak,
birinci fıkra kapsamına giren yaralama hariç, suçun bilinçli taksirle işlenmesi halinde şikâyet
aranmaz.” şeklinde hükümler içermektedir.
Uyuşmazlığın sağlıklı bir şekilde çözüme kavuşturulabilmesi için "farklı neviden fikri içtima"
kavramına da değinmekte fayda bulunmaktadır.
Farklı neviden fikri içtima 5237 sayılı Kanun'un 44. maddesinde; “İşlediği bir fiil ile birden
fazla farklı suçun oluşmasına sebebiyet veren kişi, bunlardan en ağır cezayı gerektiren suçtan
dolayı cezalandırılır” şeklinde düzenlenmiş olup, bu hükmün uygulanabilmesi için işlenen bir
fiille birden fazla farklı suçun oluşması gerekmektedir.
Kanun koyucu, işlediği bir fiille birden fazla farklı suçu işleyen failin, fiilinin tek olması
nedeniyle en ağır ceza ile cezalandırılmasını yeterli görmüş, bu şekilde “non bis in idem”
kuralı gereğince bir fiilden dolayı kişinin birden fazla cezalandırılmasının da önüne
geçilmesini amaçlamış, “erime sistemi”ni benimsemek suretiyle, bu suçlardan en ağır cezayı
gerektiren suçtan dolayı ceza verilmesi ile yetinilmesini tercih etmiştir.
Bu bağlamda, “tek fiil” veya “bir fiil”den ne anlaşılması gerektiğinin de değerlendirilmesi
gerekmektedir.
Doğal anlamda gerçekleştirilen her bedensel eylem ayrı bir hareketi oluşturmakta ise de,
hukuki anlamda hareketin tek olması ile ifade edilmek istenen husus, doğal anlamda birden
fazla hareket bulunsa dahi, bu hareketlerin, hukuki nedenlerden dolayı değerlendirmede birlik
oluşturması suretiyle tek hareket olarak kabulüdür. Diğer bir anlatımla, doğal anlamda fiilin
tek olduğu her hâlde hukuki anlamda da fiilin tek olduğu söylenebilirse de, doğal anlamda
fiilin çok olduğu her hâlde hukuki anlamda da fiilin çok olduğu her zaman söylenemeyecektir.
Bazen bir hareketler kümesi, hukuki açıdan tek bir fiil olarak kabul edilecektir. Bu hâlde suç
tipinin birden fazla hareketle ihlal edilebilir olması hareketin hukuken tekliğini
etkilemeyecek, doğal hareketler hukuken tek kabul edilecektir. Fikri içtimada da, fiil ya da
hareketin tekliği, doğal anlamda değil hukuki anlamda tek olmayı ifade etmektedir. Bir kısım
suçların işlenmesi sırasında doğal olarak birden fazla hareket yapılmakta ise de, ortaya
konulan bu davranışlar suçun kanuni tanımında yer alan hukuksal anlamdaki “tek bir fiili”
oluşturmaktadır. Örneğin, failin mağdura birden fazla yumruk vurması suretiyle yaralaması
durumunda, failin birden fazla hareketi olmasına rağmen kastı bir kişiyi yaralamaya yönelik
olduğundan ortada tek fiil ve neticesi itibarıyla tek suç vardır. Nitekim öğretide de benzer
nitelikte görüşler ileri sürülmüştür. (Mahmut Koca - İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku
Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 9. Bası, Ankara, 2016, s.492 vd., Hamide Zafer, Ceza
Hukuku Genel Hükümler, Beta Yayımcılık, 3. Bası, İstanbul, 2013, s. 462 vd., Mehmet Emin
Artuk - Ahmet Gökçen - Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi,
7. Bası, Ankara, 2013, s.653 vb.)
5237 sayılı TCK’nın genel hükümleri arasında yer alan fikri içtima kuralları, şartlarının
bulunması hâlinde kural olarak her suç için uygulanabilir ise de, kanun koyucunun açıkça
istisna öngördüğü hâllerde bu kuralın uygulanması imkânı bulunmamaktadır. Nitekim, 5237
sayılı TCK'nın 212. maddesinde, sahte resmî veya özel belgenin bir başka suçun işlenmesi
sırasında kullanılması halinde, hem sahtecilik hem de ilgili suçtan dolayı ayrı ayrı cezaya
hükmolunacağı belirtilerek, açıkça farklı neviden fikri içtima hükümlerinin uygulanması
engellenmiştir.
Bu anlatımlara göre, farklı neviden fikri içtimanın şartları, hareket ya da fiilin hukuki anlamda
tek olması, tek fiille birden fazla farklı suçun işlenmiş olması, işlenen suçlarla ilgili kanunda
açıkça fikri içtima hükümlerinin uygulanmasının engellenmemiş olması şeklinde
belirlenebilecektir.
Görüldüğü gibi, kanuni istisnalar dışında, hukuki anlamda tek bir fiille birden fazla farklı
suçun işlenmesi hâlinde, bu suçlardan en ağır cezayı gerektirenin cezasına hükmolunması
kanun gereğidir.
Bu açıklamalar ışığında, uyuşmazlık konularının sırasıyla değerlendirilmesinde fayda
bulunmaktadır.
1- Sanığın eyleminin kamu görevlisini silahla basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek
nitelikte yaralama suçunu mu yoksa taksirle nitelikli yaralama suçunu mu oluşturduğu;
Sanık ...'ın Gazi Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümünde öğrenci olduğu, ablası .....ın
ise İzmir Behçet Uz Çocuk Hastanesinde hekim olarak görev yaptığı, sanığın ablası .....ın olay
tarihinden bir gün önce Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine giderek burada görevli
olan asistan hekim arkadaşlarından annesinin sağlık sorunu ile ilgili olarak görüş aldığı, fikir
alışverişinde bulunduğu hekimlerin bir de Endokrinoloji Bölümünden sorumlu olan katılan
uzman Dr. ... ile görüşmesini salık vermeleri üzerine Yeşim'in katılanla görüşmek üzere
Endokrinoloji Servisine gittiği, katılan odasında hasta muayene ettiği sırada Yeşim'in servis
personeliyle tartışmaya başladığı, tartışma seslerini duyması üzerine muayeneyi kesip dışarı
çıkan katılanın, personelle tartışmaması hususunda Yeşim'i uyardığı ve randevu almadan
kendisine bilgi veremeyeceğini söylediği, kendisine kaba davranıldığını düşünen Yeşim'in
katılan hakkında Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanlığına şikâyette bulunduğu, Hastanede
yaşananları ablasından öğrenen ve olay tarihinde 23 yaşında olan sanık ...'ın yanına askerden
yeni dönmüş ve işsiz olan inceleme dışı sanık Rüstem Şahin'i de alarak olay günü sabah
saatlerinde Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine gittiği, katılanın çalıştığı
Endokrinoloji Servisini bularak Servis Sekreteri Hüseyin Uçan'dan katılanın nerede olduğunu,
saat kaçta döneceğini ve Hastaneden çıkış saatlerini sorduğu, saat 17.45 sıralarında Hastane
kafeteryasından çalıştığı servise dönen katılan ile sanık ... ve yanındaki Rüstem'in
merdivenlerde karşılaştıkları, Güneş'in katılana çarparak katılanın elindeki kola şişesini yere
düşürdüğü ve katılanı iterek kavgayı başlattığı, kavga sırasında sanık ... ile Rüstem'in olay
tarihinde 39 yaşında bulunan ve İbni Sina Hastanesi Endokrinoloji Bölümü Başkanı olan
katılanı alüminyum paspas sopası ile vurarak darbettikleri, katılanın kendisini savunmak için
karşılık verdiği, Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Kurulunun 30.11.2005 tarihli raporuna göre,
katılanın vücudunda herhangi bir travmatik lezyon bulunmadığı, ancak meydana gelen
kavgadan kaynaklı efor ve stresin katılanın kendisinde bulunan kalp-damar hastalığını aktive
ederek katılanın kalp krizi geçirmesine neden olduğu, meydana gelen olay ile katılanda
saptanan kalp krizi arasında illiyet bağı bulunduğu ve katılanın yaşamını tehlikeye sokan bir
duruma neden olacak şekilde yaralandığı olayda;
Sanığın katılanı vücudunda lezyon oluşturmayacak şekilde paspas sopasıyla darbetmesi
sonucu meydana gelen yaralanmanın TCK'nın 86. maddesinin birinci fıkrası veya birinci fıkra
ile birlikte üçüncü fıkra kapsamına giren bir yaralanma niteliğinde olmayıp, TCK'nın 86.
maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları kapsamında kalan bir yaralanma olması nedeniyle
sanığın eyleminin TCK'nın 87. maddesinin birinci fıkrasının (d) bendinde düzenlenen
yaşamsal tehlikeye neden olacak şekilde kasten yaralama suçu kapsamında
değerlendirilemeyeceği, yine sanığın kastettiğinden daha ağır ve başka bir netice olan
katılanın kalp krizi geçirerek yaşamını tehlikeye sokacak şekilde yaralanması suçunun kanuni
tanımında yer alan unsurlardan birinin somut olayda gerçekleşeceğini öngörmesine rağmen
fiili işlediği, diğer bir deyişle nitelikli yaralama suçunun unsurlarının meydana gelmesini
kabullenerek eylemine devam ettiğine ilişkin herhangi bir tespitin de yapılamaması karşısında
sanığın katılanı olası kastla TCK'nun 87. maddesinin birinci fıkrasının (d) bendinde
düzenlenen nitelikli şekilde yaraladığından da söz edilemeyeceği, diğer tarafta ceza
muhakemesinin amacının meydana gelen somut olayla ilgili maddî gerçeğe ulaşmak ve hiçbir
kuşkuya yer bırakmayacak şekilde olayın delillerle ispat edilmesini sağlamak olduğu, bu
ispatın da hiçbir kuşku ve başka türlü oluşa olanak vermeyecek açıklıkta olması gerekliliği
göz önüne alındığında, katılanı olaydan önce tanımayan ve olay tarihinde 39 yaşında bulunan
katılanın kalp-damar rahatsızlığı olduğuna ilişkin bilgi sahibi olduğu yönünde dosyaya
yansıyan herhangi bir beyanı bulunmayan sanığın bilinçli taksirle hareket ettiğinden de
bahsedilemeyeceği,
Bu cihetle, sanığın paspas sopası ile katılana vurma şeklinde tek fiil ile işlediği eyleminin;
a) TCK'nın 86. maddesinin ikinci fıkrası ile üçüncü fıkrasının (c) ve (e) bentleri kapsamındaki
kasten yaralama suçunu,
b) Paspas sopasıyla darbetme şeklindeki bir fiilin kalp krizi doğurmaya elverişli bir hareket
olması, yaralama fiilinin taksirle de işlenebilen bir suç olması, sanığın olay tarihinde tartıştığı
katılanı darbetmesi şeklindeki hareketinin iradi bir hareket olması, kalp krizi sonucu yaşamsal
tehlikeye neden olacak nitelikteki yaralama neticesini istediğine dair bir tespitin yapılamaması
ve hareketiyle katılanın kalp krizi geçirmesi sonucu arasında nedensellik bağının bulunması
hususları ile Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü öğrencisi olan ve olay tarihi itibarıyla 23
yaşındaki sanığın yaşam tecrübesi ve eğitim düzeyi gözetilip ortak tecrübeler de dikkate
alındığında, 39 yaşındaki bir kişinin paspas sopası ile darbedilmesi neticesinde kalp krizi
sonucunun meydana gelebileceğinin öngörülebilir olduğu, sanığın ise öngörülebilir neticeyi
öngörememesi nedeniyle eyleminin TCK'nın 89. maddesinin ikinci fıkrasının (e) bendi
kapsamındaki taksirle bir kişinin yaşamsal tehlike geçirecek şekilde yaralanmasına neden
olma suçunu oluşturduğu,
Bu durumda, sanığın paspas sopası ile katılanı yaralama şeklindeki tek olan fiilinin
hem TCK'nın 86/2, 86/3-c-e maddelerinde düzenlenen ve 6 aydan 1 yıl 6 aya kadar hapis veya
adli para cezası gerektiren kamu görevlisini silahla basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek
nitelikte yaralama suçunu hem de aynı Kanun'un 89. maddesinin ikinci fıkrasının (e) bendinde
düzenlenen ve 4 ay 15 günden 1 yıl 6 aya kadar hapis veya adli para cezası gerektiren taksirle
nitelikli yaralama suçlarını oluşturması ve kişiyi yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle
silahla basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde kasten yaralama suçu için öngörülen
cezanın, sonucu bakımından ağır olan taksirle nitelikli yaralama suçu için öngörülen cezadan
daha fazla olması karşısında; TCK'nın 44. maddesindeki farklı neviden fikri içtima hükmü de
gözetilerek en ağır cezayı gerektiren TCK'nın 86/2, 86/3-c-e maddeleri kapsamındaki kasten
yaralama suçundan TCK'nın 86/2 maddesi uyarınca belirlenecek olan temel cezanın, aynı
Kanunun 86. maddesinin üçüncü fıkrasının (c) ve (e) bentleri uyarınca yarı oranında
artırılarak sanık hakkında mahkûmiyet hükmü kurulması gerektiği kabul edilmelidir.
2- Katılandan kaynaklanan haksız davranış bulunup bulunmadığı;
Bir numaralı uyuşmazlık konusunda anlatıldığı şekilde gerçekleşen olayda; sanığın
ablası .....ın, katılanın sorumlu olduğu Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi
Endokrinoloji Servisine gelerek personelle tartışmaya girmesi, bu sırada hasta muayene eden
katılanın tartışma seslerini duyup dışarı çıkarak sanığın ablasını ikaz etmesi, tıbbi görüş
talebinde bulunan sanığın ablasına “Bölüm sorumlusu olduğunu, bu şekilde hareket
edemeyeceğini, tıbbi bilgi istiyorsa randevu alması gerektiğini” söylemekten ibaret sözleri,
her ne kadar sanığın ablası tarafından kadın bir meslektaşa yönelik kibar olmayan bir tutum
olarak algılanmış ise de; katılanın bu davranışının TCK’nın 29. maddesi anlamında “haksız
bir fiil” niteliğinde olmadığı ve sanık lehine “haksız tahrik” oluşturduğunun kabul
edilemeyeceği, öte yandan sanığın Hastanede çarpıştığı katılanın kendisine hakaret ederek,
tokat attığı yönündeki daha az ceza alabilmek için haksız tahrik hükmünden faydalanmaya
yönelik savunmasına ise sanığın yüzünde herhangi bir darp cebir izi bulunmadığı yönündeki
adli tıp raporu ve olayı gören tanıklardan kafeterya çalışanları .... ile......'nın beyanları ile
doğrulanmaması nedeniyle de itibar edilemeyeceği, böylelikle katılandan kaynaklanan ve
sanığa yönelen herhangi bir haksız fiil bulunmadığı anlaşılan olayda sanık hakkında haksız
tahrik hükmünün uygulanma koşullarının oluşmadığı kabul edilmelidir.
Bu itibarla Yerel Mahkemenin direnme kararına konu hükmünün, sanığın eyleminin kişinin
yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle, silahla basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek
nitelikte hafif şekilde kasten yaralama suçunu oluşturduğunun ve sanık hakkında haksız tahrik
hükmünün uygulanma koşullarının bulunmadığının gözetilmemesi isabetsizliklerinden
bozulmasına karar verilmelidir.
Somut olayda sanığın eyleminin kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle, silahla basit
bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte hafif şekilde kasten yaralama suçunu
oluşturduğu ve katılandan kaynaklanan, sanığa yönelen herhangi bir haksız fiil bulunmadığı,
bu nedenle sanık hakkında haksız tahrik hükmünün uygulanma koşullarının mevcut olmadığı
sonucuna ulaşıldığından, olası kastla yaralama suçundan hükmedilen kısa süreli hapis cezası
ertelenen sanık hakkında TCK'nın 53. maddesinin uygulanmasında isabet bulunup
bulunmadığının ve taksirli suçlarda haksız tahrik hükmünün uygulanıp uygulanmayacağının,
ayrıca tartışılmasına gerek görülmemiştir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Ankara 19. Asliye Ceza Mahkemesinin 02.05.2017 tarihli ve 33-394 sayılı direnme
kararına konu hükmünün,
A) Sanığın eyleminin kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle, silahla basit bir tıbbi
müdahale ile giderilebilecek nitelikte hafif şekilde kasten yaralama suçunu oluşturduğunun,
B) Sanık hakkında haksız tahrik hükmünün uygulanma koşullarının bulunmadığının,
Gözetilmemesi isabetsizliklerinden BOZULMASINA,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ
EDİLMESİNE, 14.03.2019 tarihinde yapılan müzakerede her iki uyuşmazlık yönünden oy
birliğiyle karar verildi.
KARAR 5: 3. Ceza Dairesi 2020/8147 E. , 2020/13512 K.

"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi
SUÇLAR : Kasten yaralama, tehdit
HÜKÜMLER : Hükümlerin açıklanması suretiyle mahkumiyet

Mahalli mahkemece verilen hükümler temyiz edilmekle evrak okunarak;


Gereği görüşülüp düşünüldü:
1) Sanık ... hakkında katılan ...'e karşı tehdit suçundan kurulan mahkumiyet hükmüne yönelik
sanığın temyiz sebeplerinin incelenmesinde;
Sanığın aşamalarda alınan savunmalarında üzerine atılı tehdit suçlamasını kabul
etmediği, tartışma sırasında karşılıklı hakaret edildiğini kabul etmekle birlikte tehdit sözü
söylemediğini savunduğu, katılanın olaydan sonra kollukta alınan ilk beyanında, sanığın
kendisine yönelik tehdit içerikli bir söz söylediğinden bahsetmediği halde, savcılıkta ve
mahkemede alınan beyanlarında tehdit sözlerinin de söylendiğini iddia ettiği, polis memuru
olan tarafsız tanıkların da olaydan hemen sonra alınan beyanlarında karşılıklı küfür edildiğini
doğrulamakla birlikte tehdit sözü söylendiğinden bahsetmedikleri anlaşılmakla, katılanın
sonradan ileri sürülen soyut iddiası dışında, sanığın tehdit suçundan mahkumiyetine yeter, her
türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı gözetilmeden, atılı suçtan beraati
yerine yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesi,
Bozmayı gerektirmiş, sanığın temyiz sebepleri bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan,
hükmün bu nedenle 6723 sayılı Kanun'un 33. maddesiyle değişik 5320 sayılı Kanun'un 8/1.
maddesi ile yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi uyarınca isteme aykırı
olarak BOZULMASINA,
2) Sanık ... hakkında katılan ...'e karşı kasten yaralama suçundan kurulan mahkumiyet
hükmüne yönelik sanığın temyiz sebeplerinin incelenmesinde;
a) 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nda subjektif
sorumluluk esası kabul edilmiş olup, “Netice Sebebiyle Ağırlaşmış Suç” başlıklı 23. maddede
bu durum “Bir fiilin, kastedilenden daha ağır veya başka bir neticenin oluşumuna sebebiyet
vermesi hâlinde, kişinin bundan dolayı sorumlu tutulabilmesi için bu netice bakımından en
azından taksirle hareket etmesi gerekir.” şeklinde açıklanmıştır.
Failin, kastedilenden daha ağır ve başka bir neticenin gerçekleşebileceğini öngördüğü, buna
rağmen eylemine devam ederek sonlandırdığı durumlarda, olası kastla hareket ettiğinin
kabulü ile gerçekleşen ağır ve başka sonuçtan dolayı doğrudan sorumluluğu cihetine
gidilecektir. Ancak böyle bir kastın bulunmadığı, kast-taksir kombinasyonunun bulunduğu,
temel suç tipinin kasıtlı, ağır ve başka neticenin ise taksirli olduğu durumda failin
sorumluluğunu belirleyebilmek açısından, kasten işlenen temel suç ile ağır netice arasında
öncelikle illiyet bağının varlığı aranacaktır. Nedensellik bağının, meydana gelen netice
açısından varlığı zorunlu ise de bu durum tek başına yeterli olmayıp neticenin ayrıca faile
yüklenip yüklenemeyeceği de değerlendirilmelidir. Bu kapsamda ağır neticenin objektif
olarak faile yüklenebilirliği, bu ağır ve başka neticenin temel suç tipinin işlenmesine bağlı,
ona bitişik, ona özgü olan özel tehlikenin gerçekleşmesi ve doğrudan sonucu olması halinde
mümkündür. Örneğin göze yapılan darbe sonucu görme kaybına neden olunması halinde
failin görme kaybının gerçekleşebileceğini öngördüğü kabul edilerek gerçekleşen ağır
sonuçtan sorumlu tutulacaktır. Ancak failin gerçekleşen ağır ve başka netice bakımından olası
kastı olmamakla birlikte, bu ağır ve başka neticenin gerçekleşebileceğini öngörebildiği halde,
failin bu netice bakımından sorumlu tutulabilmesi için en azından TCK'nin 23. maddesi
gereği taksiri aranacaktır. Taksirle sorumluluk bakımından neticenin objektif olarak
öngörülebilir olması yeterlidir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 01.03.2016 tarih, 2013/495 Esas ve 2016/97 sayılı kararı,
Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 06.06.2007 tarih, 2006/6399 Esas ve 2007/4534 sayılı kararı,
Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 25.04.2008 tarih, 2007/2727 Esas ve 2008/3371 sayılı kararı ve
Yargıtay 3. Ceza Dairemizin 26.09.2016 tarih, 2015/3550 Esas ve 2016/16244 sayılı kararı ve
yine Yargıtay 3. Ceza Dairemizin 01.10.2012 tarih, 2010/6651 Esas ve 2012/32108 sayılı
kararları da bu yöndedir.
Genel nitelikteki bu açıklamalardan sonra somut olayımızı ele alacak olursak; sanık ile katılan
trafikte seyir halindeyken kırmızı ışıkta durduklarında yol verme meselesinden
aralarında tartışma çıkıp küfürleştikleri, yine ileride polis noktasında durduklarında ikisinin de
araçlarından inerek karşılıklı küfür etmek suretiyle birbirlerine doğru saldırıya geçtikleri
ancak; polis memurlarının araya girip ikisini ayırması nedeniyle sanığın savurduğu yumruğun
katılana isabet etmediği, olay öncesinde kalp hastası olduğu anlaşılan katılanın kalbinin
ağrıdığını söylemesi üzerine hastaneye kaldırıldığı, katılan hakkında Süleyman Demirel
Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanlığınca düzenlenen 15.03.2012
tarihli raporda; "Yaralanmanın tek başına kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum
olmadığının, ancak kişinin önceden bulunan kronik kalp hastalığının akut duruma geçmesine
yol açtığından kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum olduğunun, yaralanmanın tek
başına kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif
nitelikte olduğunun, ancak kişinin önceden bulunan kronik kalp hastalığının akut duruma
geçmesine yol açtığından kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek
ölçüde hafif nitelikte olmadığının, olayın "hakaret, tehdit, üzerine yürüme" olarak veya
"yaralama" olarak kabulü durumunda da olayla, kişinin önceden bulunan kronik kalp
hastalığının akut duruma geçmesine bağlı kalp krizi geçirmesi arasında tıbben illiyet bağı
olduğunun" tespit edildiği, mahkemece söz konusu raporda belirtilen illiyet bağı, sanığın
gerçekleşen ağır ve başka sonuçtan sorumlu tutulması için yeterli kabul edilerek, sanığın
TCK'nin 86/1, 87/1-d-son maddeleri gereğince cezalandırılmasına karar verildiği
anlaşılmıştır.
Yukarıdaki bilgiler ışığında somut olay irdelendiğinde; olay günü sanığın, katılanı kasten
yaralamaya teşebbüs ettiği ancak; bu eylemi neticesinde gerçekleşen ağır ve başka netice
(myokard infarktüsü / kalp krizi sonucu yaşamın tehlikeye girmesi) bakımından kasten
hareket ettiğinden söz etmenin mümkün bulunmadığı, ancak katılanın yaşı da gözetildiğinde
kalp krizi geçirebileceğinin objektif olarak öngörebildiği halde, sanığın dikkat ve özen
yükümlülüğüne uymayarak eylemini gerçekleştirmesi sonucu, buna bağlı ve buna özgü olarak
beklenen tehlikenin değil ve fakat daha farklı, daha ağır ve daha başka bir sonuç doğuran
olayla ilgili en azından taksirle hareket ettiği kabul edilerek, sanığın, katılanı daha önce
tanımıyor olması nedeniyle katılandaki kalp rahatsızlığının sanık tarafından önceden
bilinmediği de dikkate alınarak, taksirle yaralama suçundan TCK'nin 89/1-2. maddesi
gereğince cezalandırılması gerekirken, doğrudan kastla hareket ettiğinin kabulü ile yazılı
şekilde hüküm kurulması,
b) Sanığın yargılama konusu eyleminin, 5237 sayılı TCK’nin 89/1-2. maddesi kapsamında yer
alan “Taksirle Yaralama” suçuna ilişkin olduğunun anlaşılması karşısında, bahse konu eylem
yönünden öngörülen ceza miktarının “üç aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezası”na
ilişkin olduğu anlaşılmakla; 17/10/2019 tarih ve 7188 sayılı Kanun’un 24. maddesi ile
yeniden düzenlenen 5271 sayılı CMK’nin 251/1. maddesine göre, “Asliye ceza
mahkemesince, iddianamenin kabulünden sonra adli para cezasını ve/veya üst sınırı iki yıl
veya daha az süreli hapis cezasını gerektiren suçlarda basit yargılama usulünün
uygulanmasına karar verilebilir.” şeklindeki hükme, 7188 sayılı Kanun’un 31. maddesinde yer
alan geçici 5/1-d maddesi ile “01/01/2020 tarihi itibariyle kovuşturma evresine geçilmiş,
hükme bağlanmış veya kesinleşmiş dosyalarda seri muhakeme usulü ile basit yargılama usulü
uygulanmaz.” şeklinde sınırlama getirilmiş ise de Anayasa Mahkemesinin, 19/08/2020 tarih
ve 31218 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan, 25/06/2020 tarihli, 2020/16 Esas ve 2020/33
Karar sayılı iptal kararı ile “...kovuşturma evresine geçilmiş...” ibaresine ilişkin esas
incelemenin aynı bentte yer alan “...basit yargılama usulü...” yönünden Anayasa'ya aykırı
olduğuna ve iptaline karar verildiği, böylece “kovuşturma evresine geçilmiş basit yargılama
usulü uygulanabilecek dosyalar yönünden iptal kararı” verildiği anlaşılmakla; her ne kadar
Anayasa Mahkemesi kararları geriye yürümez ise de CMK’de yapılan değişikliklerin derhal
uygulanması ilkesi geçerli olsa da, iptal kararının sonuçları itibariyle maddi ceza hukukuna
ilişkin olduğu, zira CMK’nin 251/3. maddesinde “Basit yargılama usulü uygulanan
dosyalarda sonuç ceza dörtte bir oranında indirilir.” şeklindeki düzenleme gereği maddi ceza
hukuku anlamında sanık lehine sonuç doğurmaya elverişli olduğundan, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi Büyük Dairesinin (Scoppola v İtalya (No: 3 – GC), No: 126/05, 22 Mayıs 2012)
kararında belirtildiği üzere, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin “Kanunsuz ceza olmaz.”
başlıklı 7. maddesi, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın “Suç ve cezalara ilişkin esaslar”
başlıklı 38. maddesi ile 5237 sayılı TCK'nin 7. ve 5271 sayılı CMK’nin 251. maddeleri
uyarınca dosyanın “Basit Yargılama Usulü” yönünden değerlendirilmesinde zorunluluk
bulunması,Kabul ve uygulamaya göre de;
c) Anayasa Mahkemesinin 24.11.2015 tarih ve 29542 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak
yürürlüğe giren 08.10.2015 tarih ve 2014/140 Esas - 2015/85 Karar sayılı kararı ile 5237
sayılı TCK'nin 53. maddesindeki bazı ibarelerin iptal edilmesi nedeniyle, hak yoksunlukları
yönünden sanıkların hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması,
Bozmayı gerektirmiş, sanığın temyiz sebepleri bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan,
hükmün bu nedenlerle 6723 sayılı Kanun'un 33. maddesiyle değişik 5320 sayılı Kanun'un 8/1.
maddesi ile yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi uyarınca isteme aykırı
olarak BOZULMASINA, 14.10.2020 gününde oy birliğiyle karar verildi.
KARAR 6: Ceza Genel Kurulu 2017/269 E. , 2019/210 K.


"İçtihat Metni"

Kararı Veren Yargıtay Dairesi : 12. Ceza Dairesi


Mahkemesi:Asliye Ceza
Sayısı: 539-278

Taksirle bir kişinin yaralanmasına neden olma suçundan sanık ...'ın beraatine, sanık ...'ın
TCK'nın 89/1, 89/3-b, 62, 51 ve 53/6. maddeleri uyarınca 6 ay 20 gün hapis cezası ile
cezalandırılmasına, ertelemeye, bir yıl süre ile denetime tabi tutulmasına ve 3 ay süre ile
sürücü belgesinin geri alınmasına ilişkin Nevşehir (Kapatılan) 2. Sulh Ceza Mahkemesince
verilen 28.03.2013 tarihli ve 178-326 sayılı hükümlerin sanıklar müdafileri ve katılan vekili
tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 12. Ceza Dairesince
08.05.2014 tarih ve 17830-11349 sayı ile, sanık ... müdafisinin temyiz isteminin süresinde
olmadığından bahisle 1412 sayılı CMUK'nın 317. maddesi gereğince reddine, şikâyetçi ...'ün
sanık ... hakkında açılan kamu davasına 5271 sayılı CMK'nın 237/2. maddesi uyarınca
katılmasına karar verilerek yapılan incelemede;
"...Katılan vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, ancak;
1- Gündüz vakti, tek yönlü, iki şeritli hafif eğimli, meskûn mahaldeki yolda sanık ...'ın
idaresindeki otomobil ile yarıştığı ... idaresindeki otomobili geçmek için kontrolsüzce sağ
şeride geçiş yaptığında ... idaresindeki kamyona arkadan çarpması sonucu, ...'nin idaresindeki
otomobildeki katılanın uzuv işlev yitimi olacak şekilde yaralanması şeklinde meydana gelen
olayda, sanık ...'ın da kusurlu olduğu gözetilmeden yazılı şekilde beraatine karar verilmesi,
Kabule göre;
2- Sanık ... hakkında, bilinçli taksirin koşullarının oluştuğu gözetilmeden, TCK'nın 22/3.
maddesinin uygulanmaması sureti ile sanık hakkında eksik ceza tayini,
3- Meydana gelen zararın ağırlığı, sanığın taksirinin yoğunluğu nazara alınarak alt sınırdan
daha fazla uzaklaşılarak ceza tayin edilmesi gerektiği gözetilmeden yazılı şekilde hüküm
tesisi,
4- Kendisini vekil ile temsil ettiren katılan lehine vekâlet ücretine hükmedilmemesi,"
isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.
6545 sayılı Kanun'un 84. maddesiyle 5320 sayılı Kanun'a eklenen geçici 6. maddenin 1.
fıkrası uyarınca sulh ceza mahkemelerinin kaldırılması nedeniyle bozmadan sonra yargılama
yapan Nevşehir 3. Asliye Ceza Mahkemesi ise 16.10.2014 tarih ve 539-278 sayı ile;
"...Yargıtayın yerleşik içtihatları ile de sabit olduğu üzere; iki sınır arasında ceza tayini,
hâkimin takdir ve değerlendirme yetkisinin içerisindedir. Bu yetkinin kullanılmasında, adalet
ve hakkaniyet kurallarına bağlı kalınması, suçun işleniş biçimi, suçun işlenmesinde kullanılan
araç, suç konusunun özellikleri, zararın ve tehlikenin ağırlığı, kastın veya taksirin yoğunluğu,
suç sebepleri ve saikleri, failin amacı, fiilden sonraki durumu gibi unsurların göz önünde
bulundurulması, cezanın adil ölçüler içinde tayini ve dosya içeriğine uygun olması gerekir.
Dolayısıyla yargılamanın ilk aşamasından itibaren hâkim, sanıklar ve katılan taraf ile
duruşmalar sırasında bir araya gelmiş, olay yerinde keşif yapmış, meydana gelen kaza sonucu
katılandaki yaralanma ve sanıkta gözlemlenen pişmanlık veya iyi hâl gibi kişisel durumları
birebir gözlemlemiştir. Bu gözlemlerin sentezi olarak, alt sınırdan ne kadar uzaklaşması
gerektiğine kanaat getirmiş ve buna göre bir karar vermiştir.
Alt sınırdan hangi sebeple ne kadar uzaklaştığını ise kararın gerekçe kısmında
somutlaştırmıştır.
Hâl böyle iken, sadece alt sınırdan yeterince uzaklaşılmadığı gerekçesi ile yerel mahkeme
kararının bozulması soyut kalmakta ve bir anlamda hâkimin takdir yetkisine müdahale niteliği
taşımaktadır.
Ayrıca; sanık ... hakkında Adli Tıp Kurumu tarafından düzenlenen raporda sanığın kusursuz
olduğu belirtilmiştir. Sanığın meydana gelen kazada kusurlu olduğu yönünde dosya arasında
başkaca bir delil yoktur. Her ne kadar Yargıtay 12. Ceza Dairesi, sanığın kusurlu olduğundan
bahisle...kararı bozmuşsa da; Adli Tıp Kurumu raporu ve dosya kapsamı birlikte
değerlendirildiğinde sanığın kusurlu olduğu yönünde somut, kesin delil olmadığı gibi, kusurlu
olmadığı yönünde düzenlenen Adli Tıp Kurumu raporu esas alındığında sanık ... hakkında
verilen beraat kararının hukuka ve vicdana uygun olduğu," gerekçesiyle bozmaya direnerek
önceki hükümler gibi sanık ...'ın beraatine, sanık ...'ın cezalandırılmasına karar vermiştir.
Direnme kararına konu bu hükümlerin de sanıklar müdafileri ve katılan vekili tarafından
temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 26.11.2015 tarihli ve 3791
sayılı "bozma" istekli tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gelen dosya, Ceza Genel
Kurulunca 07.12.2016 tarih ve 1131-877 sayı ile; 6763 sayılı Kanun'un 38. maddesi ile 5320
sayılı Kanun'a eklenen geçici 10. madde uyarınca kararına direnilen Daireye gönderilmiş,
aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 12. Ceza Dairesince 01.03.2017 tarih ve 3-
1552 sayı ile direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına
iade edilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara
bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi
gereken uyuşmazlıklar; bir kişinin duyularından veya organlarından birinin işlevinin
yitirilmesine neden olacak şekilde yaralanmasıyla neticelenen trafik kazasında;
1- Sanık ...'ın kusurunun bulunup bulunmadığının,
2- Sanık ... hakkında kurulan mahkûmiyet hükmü yönünden;
a) 3 aydan 1 yıla kadar hapis veya adli para cezası öngören TCK'nın 89/1. maddesi gereğince
temel cezanın 4 ay hapis cezası olarak belirlenmesinin isabetli olup olmadığının,
b) Sanığın eylemini taksirle mi yoksa bilinçli taksirle mi gerçekleştirdiğinin,
c) Katılan lehine vekâlet ücretine hükmolunmasının gerekip gerekmediğinin,
Belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
11.07.2010 tarihli trafik kazası tespit tutanağına göre; sanık ...'ın sevk ve idaresindeki 50 .. ...
plaka sayılı otomobil ile Aksaray çevre yolu üzerinde Şehitlik kavşağı istikametinden Avanos
kavşağı istikametine seyri sırasında otomobilin sağ ön kısmı ile önünde aynı yönde seyir
hâlinde olan sürücü ...'in sevk ve idaresindeki 50 .. ... plakalı kamyonun sol arka kısmına
çarptıktan sonra otomobilin takla atarak tali yola devrilmesi sonucu meydana gelen yaralamalı
ve maddi hasarlı trafik kazasında sanık ...'ın 2918 sayılı Kanun'un 84. maddesinde sayılan
"arkadan çarpma" hâli nedeniyle asli kusurlu olduğu, kamyon sürücüsü ...'in kusurunun
olmadığı, kazanın 11.07.2010 tarihinde saat 13.30 sıralarında, yerleşim yeri içerisinde, açık
havada, gündüz vakti, tek yönlü, 7 metre genişliğinde, asfalt kaplamalı, kuru yüzeyli, hafif
eğimli, düz yolda arkadan çarpma şeklinde gerçekleştiği,
Mahkemece yapılan keşfe istinaden düzenlenen 04.10.2012 tarihli bilirkişi raporunda; kazanın
belediye sınırları içinde, yerleşim yerinde meydana geldiği, yolun araçların seyir istikametine
göre aşağı doğru eğimli ve sola hafif virajlı olduğu, yağışın olmadığı, bölünmüş yol
niteliğindeki yolda 300-400 metrelik görüş mesafesinin bulunduğu, 7 metre genişliğindeki 2
şeritli yolda yol şerit çizgileri mevcut olup hız limitinin de 50 km/saat olduğu belirtilerek
sanık ...'ın 2918 sayılı Kanun'un 84. maddesinde asli kusurlardan sayılan "arkadan çarpma"
hâlinden ve dikkatsiz ve tedbirsiz olarak aracın hızını yol, hava ve trafik durumunun
gerektirdiği şartlara uydurmamak suretiyle aynı Kanun'un 52/1-b maddesini ihlal etmesinden
dolayı kazada tamamen (%100) kusurlu olduğu, yolun sağ tarafından kendi şeridi üzerinde
kurallara uygun seyreden kamyon sürücüsü ... ile sanık ...'nin yarış yaptığı belirtilen ...'ın
kusurlarının olmadığı yönünde kanaat bildirildiği,
Adli Tıp Kurumu Trafik İhtisas Dairesince düzenlenen 24.12.2012 tarihli raporda; sanık ...'ın
sevk ve idaresindeki aracı ile seyir hâlinde iken önünde aynı yönde seyreden araç trafiğini
gerektiği şekilde kontrol etmesi ve hız durumuna göre yeterli mesafe bırakması gerekirken
önünde seyreden kamyona aşırı hızla ve kontrolsüzce yaklaşarak arkadan çarptığı, dikkat ve
özen yükümlülüğüne aykırı hareketi ile olaya sebebiyet verdiği, asli derecede ve tam kusurlu
olduğu, kamyon sürücüsü ...'in nizami kurallar dahilinde seyretmesinden dolayı, sevk ve
idaresindeki otomobil ile sol şeritte seyreden sanık ...'in ise meydana gelen olayda etkenliği
bulunmaması nedeniyle kusursuz oldukları yönünde görüş bildirildiği,
Katılan ... hakkında Erciyes Üniversitesi Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanlığınca düzenlenen
21.07.2011 tarihli raporda; katılanın trafik kazası hikâyesiyle 11.07.2010 tarihinde Nevşehir
Devlet Hastanesinde yapılan muayenesinde, sağ tibiada kas ve fasyayı açıkta bırakan açık
kırık, sol tibiada 15 cm'lik yara olduğu, 11.07.2010 tarihinde Erciyes Üniversitesi Tıp
Fakültesi Hastaneleri anestezi yoğun bakım ünitesine yatışının yapıldığı, yapılan
muayenesinde şuurunun bulanık olduğu, sağ el sırtından dirseğe kadar uzanan yaygın
laserasyon, sağ el bileğinde 4 cm'lik kesi, 1. parmak tırnak yatağında ayrılma, dirsekte 2 adet
kesi, sağ tibiada parçalı kırık, cilt laserasyonu, sol popliteada oblik tarzda 20 cm'lik kesi, tibia
1/3 proksimal cisim açıkta olduğu, ayak bileği tomografisinde sağ tibial distal epifiz
lokalizasyonunda ekleme uzanan minimal fraktür hattı, sağ kalkaneus posteriorunda deplase
fragmante parçalı fraktür ve cilt altında yaygın hava dansiteleri, sol kalkaneus lateral inferior
yüzeyde fraktür hattı, cilt altında yaygın hava dansitelerine ait görünümler izlendiği,
15.07.2010 tarihinde fasyakütan flep uygulama, yara debritmanı operasyonu yapıldığı,
21.07.2010 tarihinde yara debritmanı, gastrokinemius flebi uygulama operasyonu yapıldığı,
takiplerinde plastik cerrahi tarafından dört farklı seansta yara debritmanı, kas flebi, deri grefti,
fasyakütan flep uygulama operasyonları yapıldığı, 21.08.2010 tarihinde prastik cerrahi
servisine devredildiği, yapılan muayenesinde sağ cruriste eksternal fiksatör, sağ ve sol cruris
anterior, posterior yüzlerde, bilateral topuklarda cilt defektleri olduğu, 26.11.2010 tarihinde
operasyona alındığı, sol ve sağ uyluk anteriordan alınan deri greftleri ile her iki cruris anterior
ve posteriordaki cilt defektlerinin onarıldığı, 29.11.2010 tarihinde operasyona alındığı, uyluk
anteriordan alınan deri grefti ile topuk bölgesindeki cilt defektinin onarıldığı, 03.12.2010
tarihinde tekrar operasyona alınarak kalan cilt defektlerinin onarıldığı, yara debritmanı
uygulandığı, 16.12.2010 tarihinde operasyona alınarak sağ uyluk posterior ve lateralden
alınan deri greftleri ile her iki cruris posteriordaki, ayak bilekleri ve sağ dizdeki defekt
alanlarının onarıldığı, 06.01.2011 tarihinde sol ayak deformitesi, varus deformitesi tanısıyla
ortopedi servisine yatışının yapıldığı, 17.01.2011 tarihinde eksternal fiksatör ile ayak
deformitesi düzeltme, sol ayak 1 ve 2. parmak deformitesi için perkütan aşilektomi
operasyonu yapıldığı, 19.01.2011 tarihinde taburcu edildiği, sol ayak bileği crush injury tanısı
ile 29.03.2011 tarihinde tekrar ortopedi servisine yatışının yapıldığı, operasyona alınarak
eskternal fiksatörün çıkarıldığı, 04.04.2011 tarihinde taburcu edildiği belirtilerek katılanın
trafik kazasına bağlı, şuur değişikliğine ve yoğun bakım şartlarında tedavi edilmesine, her iki
alt ekstremitede ezilmeye, sağ tibia açık parçalı kemik kırığına, sol tibiada açık kemik
kırığına, sağ kalkaneus parçalı kemik kırığına, sol kalkaneus kırığına neden olan
yaralanmasının şahsın yaşamını tehlikeye soktuğu, basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek
nitelikte olmadığı, vücuttaki kemik kırıklarının hayat fonksiyonlarını müştereken ağır (6)
derecede etkileyeceğinin, Nevşehir Devlet Hastanesince düzenlenen 22.02.2013 tarihli
raporda da; her iki alt ekstremitede multipl kemik kırığının mevcut olduğu, sol alt
ekstremitedeki fonksiyonel bozukluğun uzvun işlevinin sürekli zayıflamasına yol açtığı, sağ
alt ekstremitede kalan nörolojik arazın uzvun işlevinin yitirilmesi niteliğinde olduğunun
bildirildiği,
Anlaşılmaktadır.
Katılan ... 24.01.2011 tarihinde Kollukta; 11.07.2010 tarihinde saat 09.00 sıralarında annesine
ait Şahin model, 50 .. ... plaka sayılı aracı yıkatmak için dayısının oğlu Lütfü Ceran ile birlikte
sanık ...'a ait yıkamacıya gittiklerini, arabayı yıkattıktan sonra arabanın teklemeye başladığını,
sanık ...'ın "Arabayı deneyelim, açılsın, sen yanıma otur" dediğini, ...'ın otomobili
çalıştırdığını, kendisinin ...'nin yanına oturduğunu, birlikte Şehitlik'e vardıklarını, saat 12.00
sıralarında çevre yolundan Avanos istikametine doğru gittiklerini, ...'nin otomobil ile biraz
hızlı gittiğini fakat aracın hız göstergesine bakmadığını, bu sırada önlerinde sağ tarafta kırmızı
kasalı bir kamyon gördüğünü, otomobilin sağ tarafının kamyonun sol arka tarafına çarptığını
hatırladığını, sonrasını hatırlamadığını, kendine geldiğinde hastanede olduğunu ve uzun
süredir komada kaldığını öğrendiğini, yaralanmasına neden olan ...'dan şikâyetçi olduğunu,
Tanık ... 11.07.2010 tarihinde Kollukta; aynı tarihte saat 13.30 sıralarında Aksaray çevre
yolunun yanındaki toprak yoldan yaya olarak sanayi istikametine doğru gittiğini, bu esnada
Aksaray çevre yolu üzerinden Şehitlik istikametinden iki tane Doğan veya Şahin model,
plakasını kaza nedeniyle öğrendiği 50 .. ... plaka sayılı gri renkli araç ile plakasını bilmediği
beyaz renkli otonun yarış yaparcasına cadde üzerinden hızlı bir şekilde yan yana gittiklerini,
beyaz renkli aracın yolun solundan, gri renkli aracın ise yolun sağından gittiğini, gri renkli
aracın beyaz renkli aracı sollamak istediğini, beyaz renkli aracın gri renkli araca yol
vermediğini, gri renkli aracın beyaz renkli aracı sağından geçmek istediği esnada fren
yaptığını ancak duramadığını, yolun sağına doğru gittiğini ve toprak zemine çarparak
durduğunu, aracın yanına gittiğinde şahıslardan bir tanesini yol ortasında sağ ayağını tutar
vaziyette gördüğünü, ayağının diz kapağından kopmak üzere olduğunu, diğer şahsın da
alnının kanadığını, kaza anını görmediğini, Mahkemede; sanayi istikametine doğru yürüdüğü
sırada beyaz renkli bir aracın hızla geçtiğini gördüğünü, bu aracın geçmesi ile birlikte geriden
bir çarpma sesi duyduğunu, dönüp baktığında bir şahsın yolda yaralı vaziyette olduğunu,
soruşturmadaki beyanı okunup sorulduğunda; araçların yarış hâlinde olduğunu görmediğini,
bir anda beyaz renkli aracın yanından geçtiğini, hemen ardından ses geldiğini, geriye dönüp
baktığında kaza yapan gri renkli aracı ve kamyonu gördüğünü,
Tanık ... 11.07.2010 tarihinde Kollukta; aynı tarihte saat 13.30 sıralarında sevk ve
idaresindeki 50 .. ... plaka sayılı, yaklaşık 14 ton kum yüklü kamyon ile Aksaray yolunu
takiben Nevşehir istikametine seyir hâlinde olduğunu, yükünden dolayı yolun sağ şeridinden
ağır vaziyette indiğini, inmiş olduğu yolun rampa olduğunu, aynadan arkadan gelen trafiği
kontrol ettiğinde 50 .. 122 plaka sayılı beyaz renkli Şahin model bir araç ile gri renkli aynı
model başka bir aracın yan yana çok süratli şekilde yarış yaparcasına geldiklerini, 50 .. 122
plaka sayılı aracın aşırı derecede hızlı bir şekilde kendisini sollayarak geçtiğini, 2 saniye sonra
gri renkli aracın önce kullandığı kamyonun sol arka tekerinin olduğu yere, arkasından yolun
soluna savrulup orta refüje çarptığını, sonrasında kamyonun önüne geçip yana yatmış
vaziyette 150 metre kadar sürüklendiğini ve yolun sağ tarafındaki toprak zemine çıkarak iki
takla attıktan sonra lastiklerinin üzerine durduğunu, Mahkemede; 50 .. 122 plaka sayılı beyaz
renkli araç ile sanık ...'nin sevk ve idaresindeki gri renkli aracın herhâlde yarış hâlinde
olduğunu, beyaz renk aracın süratle kendisini geçmesinden bir iki saniye sonra gri renkli
aracın kendi aracının sol dingil çamurluk kısmına sağ tarafıyla vurduğunu, soruşturmadaki
beyanı okunup sorulduğunda; o ifadesini olayın şokuyla verdiğini, yan yana geldiklerini
görmediğini, yarış yaptıkları konusunda da bir kanaatinin oluşmadığını, bir ara sollarken
gördüğünü, her iki aracın da hızlı olduğunu, 28 yıllık şoför olduğunu, rampadan aşağı 30
km/saat hızla gittiğini, kendisine çarpan araç ile diğer aracın çok süratli olduğunu, saatte 130
km hızla gittiklerini düşündüğünü, aynaya baktığında beyaz renkli aracın kendisini
sollamasıyla diğerinin kurtaramayıp kendisinin aracına çarpmasının bir anda olduğunu,
doğrudan görmediğini ancak iki aracın birbiriyle yarış eder vaziyette olduğunu, kaza
sonrasında da herhangi bir fren izi görmediğini, Keşif sırasında; aynadan arkayı kontrol
ettiğinde 50 .. 122 plakalı aracın çok süratli bir şekilde geldiğini gördüğünü, önceki beyanı
okunup sorulduğunda; olayın üzerinden çok zaman geçtiği için kazayı tam olarak
hatırlamadığını ancak önceki beyanının doğru olduğunu ve o beyanında belirttiği üzere beyaz
renkli araç ile gri renkli aracın yan yana çok süratli bir şekilde geldiklerini,
Tanık ... 04.08.2011 tarihinde Kollukta; 50 .. 122 plaka sayılı Şahin model aracı yaklaşık 3 yıl
önce satın aldığını ancak ruhsatın kendi üzerine olmadığını, olay tarihinde kendisinin ön yolcu
koltuğunda oturduğu, arkadaşı olan sanık ...'in de kullandığı söz konusu araçla seyir hâlinde
iken Metal İş Sanayi Sitesi çıkışında sanık ...'ın sevk ve idaresindeki başka bir araç ile
karşılaştıklarını ve o aracı geçtiklerini, Ertaş Petrol civarına geldiklerinde yaklaşık 600-700
metre arkalarından bir toz bulutu yükseldiğini, ne olduğuna bakmak için dönerek olay yerine
gittiklerini, ...'ın çarpmış olduğu kamyonu kendilerinin normal olarak solladıklarını,
gittiklerinde ...'nin sevk ve idaresindeki aracın kaza yapmış olduğunu gördüklerini, yaralıyı
ambulansa bindirerek olay yerinden ayrıldıklarını, yarış yapmadıklarını, hız kadranı arızalı
olduğu için hızlarının ne olduğunu tam bilmediğini ancak 110-120 km/saat civarında
olduğunu, Mahkemede; olay günü sanık ... ile birlikte sanık ...'nin iş yerine gittiklerini, ...'nin
başının kalabalık olduğunu, oradan ayrıldıktan sonra Metal İş Sanayi Sitesi civarında diğer
aracı kullanan ... ile tekrar karşılaştıklarını, durup araç içinden selamlaştıklarını, kaza olduğu
sırada kendi hızlarının saatte 120 km civarında olduğunu, kendileriyle kaza mahalli arasında
600-700 metre mesafe olduğunu, yarış hâlinde olmadıklarını,
Tanık Lütfü Ceran Mahkemede; sürücü belgesi olmasından dolayı olay tarihinde halası ...'ün
kendisini arayıp aracını yıkatmasını istediğini, katılan ...'la birlikte sanık ...'ye ait iş yerine
gittiklerini, aracı yıkattıktan sonra gelen bir şahsın katılana “Arabayı açalım, yarıştıralım”
şeklinde sözler söylediğini, katılanın “Ehliyetim yok, yarışamam" dediğini, kendisinin bu
sırada beklemek için üst kata çıktığını, oturduğu sırada katılanın “Abi gitme” dediğini
duyduğunu, aşağıya baktığında sanık ...'nin sürücü koltuğunda olduğunu, katılanın da sağ
yolcu kısmına bindiğini, yıkamacıya gelen beyaz renkli diğer araçla birlikte hızlı bir şekilde
yola çıktıklarını, arkalarından koşmasına rağmen yetişemediğini, sanıklar gösterilerek
sorulduğunda; olay tarihinde beyaz renkli aracı yıkamacıya getiren ve “Yarış yapalım” diyen
şahsın sanık ... olduğunu, olaydan sonra kimsenin kendisinin beyanını almadığını,
Tanık ... Mahkemede; olay tarihinde arkadaşı olan sanık ...'yi yıkamacıda ziyaret ettiğini,
katılan ...'ı da tanıdığını, katılanın olay günü sanık ...'ye “Hadi abi, sanayiye gidelim” dediğini,
birlikte araca bindiklerini, sürücü koltuğuna katılanın geçtiğini, sanık ...'nin de yan tarafa
oturduğunu, birlikte çekip gittiklerini, sanık ...'i de tanıdığını, o gün sanık ...'i görmediğini, bu
tanığın beyanına karşı sanık ... müdafisinden sorulduğunda; kaza olduğu sırada aracın sürücü
koltuğunda sanık ...'nin olduğunu, bu hususa ilişkin bir itirazlarının olmadığını,
Beyan etmişlerdir.
Sanık ... Kollukta; olay tarihinde 50 .. 122 plaka sayılı Şahin model aracı kendisinin
kullandığını, yanında da aracın sahibi olan ...'in bulunduğunu, Metal İş Sanayi Sitesi çıkışında
arkadaşı olan sanık ... ile karşılaştıklarını, yol kenarında durarak bir süre sohbet ettiklerini,
daha sonra kendisinin hareket ettiğini, diğer aracın sürücüsü olan sanık ...'nin arkada
kaldığını, Ertaş Petrol civarına geldiklerinde 600-700 metre gerilerinden bir toz bulutu
yükseldiğini, dönüş yaparak olay yerine gittiklerini, ...'nin kullandığı aracın kaza yaptığını
gördüklerini, ...'nin çarptığı kamyonu kendisinin normal bir şekilde solladığını, yarış
yapmadıklarını, hız kadranı arızalı olduğu için hızlarını net olarak bilemediğini ancak 110-
120 km/saat civarında bir hızlarının olduğunu, kaza ile bağlantılarının olmadığını,
Mahkemede; Metal İş Sanayi Sitesi girişinde karşılaştıkları sanık ...'nin yanında katılan ...'ın
da olduğunu, aracın motorunu yıkadıklarını söylediklerini, daha sonra hareket edip yollarına
devam ettiklerini, 600-700 metre geriden gelen sanık ...'yi sollamadığını, geride bir toz bulutu
gördüklerinde kaza olduğunu anlayıp dönüş yaparak kaza yerine gittiklerini, sanık ...'la yarış
hâlinde olmadıklarını,
Sanık ... 11.07.2010 tarihinde Kollukta; aynı tarihte saat 13.30 sıralarında sevk ve idaresinde
bulunan 50 .. ... plaka sayılı Şahin model otomobil ile yanında katılan ... olduğu hâlde
Aksaray çevre yolunu takiben şehir merkezi istikametine doğru seyir hâlinde olduklarını,
Zahire Pazarı karşısına geldiğinde içerisinde bulunduğu aracın sağ sol yapmaya başladığını,
tahminine göre arka lastik patlaması sonucu aracın kontrolünü kaybettiğini, bu esnada bir yere
çarptığını ancak tam olarak çarptığı şeyi hatırlamadığını, Mahkemede; kolluktaki ifadesini
tekrar ettiğini belirterek o ifadenin doğru olduğunu,
Savunmuşlardır.
Yerel Mahkemece, sanık ... hakkında TCK'nın 89/1. maddesi uyarınca temel ceza 4 ay hapis
cezası olarak tayin edilmiş ve gerekçe olarak “...sanığın kişiliği, suçun işleniş biçimi, suç
konusunun önem ve değeri, meydana gelen zarar ve tehlikenin ağırlığı...” hususları
gösterilmiştir.
Av. ...'ın katılan ... vekili olarak duruşmaları takip ettiği, adı geçen avukatın vekil tayin
edilmesine ilişkin genel vekâletmenin dosya kapsamında mevcut olduğu, sanık ...'ın
mahkûmiyetine ilişkin olarak gerek bozmadan önce gerek bozmadan sonra kurulan
hükümlerde kendisini vekil ile temsil ettiren katılan yararına vekâlet ücretine
hükmedilmediği, katılan ... vekilinin, hem bozmadan önce hem de bozmadan sonra sanık ...
hakkında kurulan beraat hükümleri ile sanık ... hakkında kurulan mahkûmiyet hükümlerini
temyiz ettiği görülmektedir.
Uyuşmazlık konularının sırayla değerlendirilmesinde yarar bulunmaktadır.
1- Bir kişinin duyularından veya organlarından birinin işlevinin yitirilmesine neden olacak
şekilde yaralanmasıyla neticelenen trafik kazasında sanık ...'ın kusurunun bulunup
bulunmadığı;
Uyuşmazlık konusunda isabetli bir hukuki çözüme ulaşılabilmesi bakımından
öncelikle taksir ve unsurları üzerinde durulmalıdır.
5237 sayılı TCK'nın hazırlanmasında esas alınan suç teorisinde "kanunda tanımlanmış
haksızlık" olarak ifade edilen suç; kural olarak ancak kastla, kanunda açıkça gösterilen
hâllerde ise taksirle de işlenebilir. İstisnai bir kusurluluk şekli olan taksirde, failin
cezalandırılabilmesi için mutlaka kanunda açık bir düzenleme bulunması gerekmektedir.
5237 sayılı TCK’nın 22/2. maddesinde taksir; “dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık
dolayısıyla bir davranışın, suçun yasal tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek
gerçekleştirilmesidir” şeklinde tanımlanmıştır. Toplumsal yaşamda belli faaliyetlerde bulunan
kimselerin başkalarına zarar vermemek için birtakım önlemler alma ve bazı davranış
kurallarına uyma zorunlulukları bulunmaktadır. Bu kurallar toplum olarak yaşama
mecburiyetinden doğabileceği gibi, Devletin müdahalesiyle de ortaya
çıkabilmektedir. Taksirli suç, bu kuralların ihlal edilmesi sonucu belirmekte, fail; dikkatli,
tedbirli ve öngörülü davranmamış olduğu için cezalandırılmaktadır. Bu bakımdan
sorumluluğun nedeni, öngörebilme imkân ve ödevinin varlığına rağmen, sonuca iradi bir
hareketle neden olmaktan kaynaklanmaktadır.
Ceza Genel Kurulunun birçok kararında vurgulandığı ve öğretide de benimsendiği
üzere taksirli suçlarda aranması gereken hususlar;
1- Fiilin taksirle işlenebilen bir suç olması,
2- Hareketin iradi olması,
3- Sonucun istenmemesi,
4- Hareket ile sonuç arasında nedensellik bağının bulunması,
5- Sonucun öngörülebilir olmasına rağmen öngörülmemiş olması,
Şeklinde kabul edilmektedir.
Uyuşmazlığa konu olayın özellikleri dikkate alınarak, dördüncü bentte yer alan "hareket ile
sonuç arasında nedensellik bağının bulunması" şartına ayrıntılı olarak değinilmelidir.
Taksirli hareket ile meydana gelen netice arasında illiyet bağı bulunmaması hâlinde fail bu
sonuçtan sorumlu tutulamayacaktır. Neticenin gerçekleşmesinde, mağdur veya başka bir
kişinin taksirli davranışının da etkili olması durumunda, diğer taksirli davranış nedensellik
bağını kesmediği sürece bu durum failin sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağı
gibi taksirin vasfını da değiştirmeyecektir. 5237 sayılı Türk Ceza
Kanunu'nda taksirle işlenebilen suçlarda kusurun derecelendirilmesi suretiyle herhangi bir
ceza indirimi söz konusu olmadığından, bu hâl ancak temel cezanın belirlenmesinde dikkate
alınabilecektir.
Taksirle gerçekleştirilen bazı fiillerin kanunda suç olarak tanımlanıp cezai yaptırıma
bağlanmasıyla, insanların gittikçe yoğunlaşan ve karmaşık hâle gelen toplum hayatı içerisinde
daha dikkatli davranmalarının temini amaçlanmaktadır. Kanun ve ortak hayat tecrübelerinin
sonucu olarak kendisine toplum tarafından yüklenen dikkat ve özen mükellefiyetini ihlal eden
ve bu hareketiyle öngörülebilir zararlı bir neticeye sebep olan kişinin taksirle işlenen suçlara
ilişkin cezai sorumluluğu benimsenmiş, fakat taksirden söz edilebilmesi için failin hareketi ile
meydana gelen zararlı netice arasında illiyet bağının varlığı aranmıştır. Diğer bir ifade ile tüm
suçlarda olduğu gibi, taksirli suçlarda da fiil ile netice arasında nedensellik bağının bulunması
cezalandırmanın şartını teşkil edecektir.
Bu aşamada, önce genel anlamda, sonrasında ise taksirli suçlar açısından nedensellik bağı
üzerinde durulmasında fayda vardır.
"Neden" Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlüğünde; "bir olayı ya da durumu gerektiren, doğuran
başka olay veya durum, sebep" biçiminde, "neden olmak" ise; "bir şeyin olmasına ya da
ortaya çıkmasına yol açmak, sebep olmak" şeklinde tanımlanmaktadır. Buradan hareketle
"nedensellik" kavramı; "neden-sonuç ilişkisi ya da sonuç ile bu sonuca neden olan olgu veya
durum arasındaki bağlantı" olarak açıklanabilir.
Türk Ceza Kanunu'nun hazırlanmasında esas alınan suç teorisinde nedensellik bağı, "kanunda
tanımlanmış bir haksızlık" olarak öngörülen suçtan failin sorumlu tutulabilmesi için gerekli
olan "maddi, manevi ve hukuka aykırılık" unsurlarından "maddi unsur" içerisinde yer
almaktadır.
Neticeli bütün suçlar bakımından araştırılması gerekli olan "nedensellik bağı" ceza
hukukunda bu kavramın mahiyeti gereği, suçun yasal tanımında neticeye yer verilmiş olması
hâlinde failin fiili ile netice arasında sebep-sonuç ilişkisini kuran bağ anlamına gelmektedir.
Failin yapmak veya yapmamak şeklinde gerçekleştirdiği eylemi neticesinde dış dünyada zarar
ya da tehlikenin meydana gelmiş olması hâlinde nedensellik söz konusu olacaktır. Doğaldır
ki, yapılan her hareket, dış dünyada bir veya birden fazla neticeye sebebiyet verebilir; ancak
dış dünyada vuku bulan her sonuç değil, suçun kanuni tanımında belirtilmiş olan netice nazara
alınacaktır. Türk Ceza Kanunu'nda nedensellik bağı ile ilgili olarak genel bir düzenlemeye yer
verilmemiş olup konu öğreti ve uygulamaya bırakılmıştır. Öğretide nedensellik bağı çeşitli
teorilerle açıklanmaktadır. Şartların eşitliği ya da doğal nedensellik teorisinde; netice birçok
şartın bir bütün oluşturarak meydana gelmesiyle oluştuğundan ve bunlardan birinin olmaması
neticenin gerçekleşmesini engelleyeceğinden, bu şartlardan birini gerçekleştiren failin eylemi
ile gerçekleşen netice arasında nedensellik bağı vardır. Uygun sebep ya da kuralcı nedensellik
teorisinde; hareket ile netice arasında nedensellik bağı bulunduğunun kabul edilebilmesi için,
hareketin o neticeyi meydana getirmeye uygun olması gerekir. Objektif isnadiyet teorisinde
ise; şart teorisi anlamında hareketinin verdiği netice, ancak hareketin suçun konusu üzerinde
hukuken tasvip edilmeyen bir tehlike veya risk yaratması ve kendini tipik neticeye yansıtması
hâlinde objektif olarak faile yükletilebilir. (Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku
Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, Ankara 2014, 7. Baskı, s. 123-131; Nur Centel-Hamide
Zafer-Özlem Çakmut, Türk Ceza Hukukuna Giriş, Beta Yayınevi, İstanbul 2014, 8. Baskı, s.
256-268; M. Emin Artuk-Ahmet Gökçen-M. Emin Alşahin-Kerim Çakır, Ceza Hukuku Genel
Hükümler, Adalet Yayınevi, 11. Baskı, Ankara, 2017, s. 279-286.; Berrin Akbulut, Tıp Ceza
Hukukunda Nedensellik Bağı, Tıp Ceza Hukukunun Güncel Sorunları Türk-Alman Tıp
Hukuku Sempozyumu, Türkiye Barolar Birliği Yayınları, 2008, s. 222-234.) Bununla birlikte
öğretide, objektif isnadiyet teorisinin nedensellik teorisi olmayıp, bir değerlendirme teorisi
olduğu da ileri sürülmektedir. (Veli Özer Özbek, Türk Ceza Kanunu İzmir Şerhi, Yeni Türk
Ceza Kanununun Anlamı, Seçkin Yayınevi, Ankara 2006, 3. Baskı, s. 321.)
Uyuşmazlığa konu somut olayın özellikleri itibarıyla objektif isnadiyet kavramına ayrıca yer
verilmesi gerekmektedir. Günümüz modern ceza hukuku anlayışında nedensellik bağının
belirlenmiş olması tek başına failin cezalandırılması için yeterli bulunmayıp, ayrıca
gerçekleşen neticenin failin eseri olup olmadığının, diğer bir ifadeyle ortaya çıkan neticenin
belli bir kişiye objektif olarak isnadının mümkün olup olmadığının tespit edilmesi de gerekir.
Olayda öncelikle şart teorisine göre nedensellik bağı ortaya konulmalı, ardından gerçekleşen
neticenin faile isnat edilip edilemeyeceği araştırılmalıdır. Eğer meydana gelen netice, üçüncü
kişinin veya bir rastlantının eseri ise faile isnat edilemeyecektir. Bu nedenle netice, insanın
hükmedebileceği alanın dışında kalıyorsa hukuken önemli olan bir tehlike ya da risk
bulunmamaktadır. Hükmedilebilirlik, neticenin önemli derecede idare edilebilirliği anlamına
gelmekte olup gerçekleştirilen fiil, hukuken önemli bir tehlike ya da risk oluştursa bile, olayın
tamamen hayatın olağan akışının ve genel hayat tecrübelerinin dışarısında kalması nedeniyle
beklenebilir değilse, netice faile yüklenemeyecektir. Kişinin nedensellik bağının üzerinde
hâkimiyetinin bulunmaması objektif isnadiyetin yokluğu anlamına gelir. Objektif isnadiyetin
varlığı için tipik neticenin fail tarafından oluşturulan risk nedeniyle meydana gelmesi gerekir.
Neticenin, failin meydana getirdiği riskin dışında başka bir risk nedeniyle gerçekleşmesi
hâlinde bu netice objektif olarak faile isnat edilemez. Ancak fiilin, suçun konusuna yönelik
hukuken izin verilen riski aşan bir tehlike oluşturması ve neticenin bu fiil sonucunda meydana
gelmesi durumunda objektif isnat edilebilirlik söz konusu olacak diğer bir deyişle fail tipe
uygun neticeye sebebiyet veren hukuken önemli bir tehlike ya da risk oluşturmuş ise netice
faile yüklenebilecektir. Gerçekleşen netice, failin hareketi ile tesadüfen birleşen başka
sebeplerden meydana gelmişse, bu durumda neticenin faile isnat edilmesi söz konusu
olmayacaktır. Bunun gibi sonradan işlenen fiilin daha önceden gerçekleştirilmiş fiilin neticeye
ulaşmasını engellemesi hâlinde de önceki fiili gerçekleştiren faile neticenin isnat edilmesi
mümkün bulunmayacaktır. (Veli Özer Özbek-Koray Doğan-Pınar Bacaksız-İlker Tepe, Türk
Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Akademik ve Mesleki Yayınlar, Ankara 2017, 8.
Baskı, s.225.; Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet
Yayınevi, Ankara 2014, 7. Baskı, s. 128-131.; M. Emin Artuk-Ahmet Gökcen-M. Emin
Alşahin-Kerim Çakır, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, 11. Baskı, Ankara,
2017, s. 286-287.; Berrin Akbulut, Türk Ceza Kanunu İle Kabahatler Kanununun Genel
Hükümlerinin Yaptırım Hükümleri Dışında Karşılaştırmalı Olarak İncelenmesi, Adalaet
Yayınevi, Ankara 2010, s. 237.; Nebahat Kayaer, Ceza Hukukunda Hekimin Tıbbi
Müdahalesi Çerçevesinde İşlenen Taksirle Öldürme Suçu, Yayınlanmamış Doktora Tezi,
Dokuz Eylül Üniversitesi Kamu Hukuku Anabilim Dalı, İzmir 2012, s. 111-112.)
Nedensellik bağı, öğretideki görüşlere göre hukuki bir kavram değil mantıksal ya da doğal bir
olgudur. (Nur Centel-Hamide Zafer-Özlem Çakmut, Türk Ceza Hukukuna Giriş, Beta
Yayınevi, İstanbul 2014, 8. Baskı, s. 255.; İzzet Özgenç, Ceza Hukuku Genel Hükümler,
Seçkin Yayınevi, Ankara 2014, 10. Baskı, s. 171-173.) Bu anlamda, dış dünyada gerçekleşen
netice ile bu neticeyi doğuran sebep arasındaki nedensellik bağı, doğa bilimleri bağlamında
değerlendirilmeli ve hayat tecrübeleriyle mantığa göre belirlenmelidir. İlliyet bağının doğal
olarak belirlenmesi yalnızca icrai suçlar bakımından geçerlidir, zira ihmali suçlarda farklılık
söz konusudur.
Nedensellik bağının tespiti, tabiatıyla genellikle neticeli suçlar şeklinde düzenlenmiş
bulunan taksirli suçlar bakımından da gereklidir. Taksirle işlenen suçtan kaynaklanan netice
failin hareketi olmasaydı gerçekleşmeyecek denilebiliyorsa bu durumda nedensellik bağının
varlığı kabul edilir. Örneğin ölüm neticesi failin taksirli hareketine bağlı olarak gerçekleşmiş
ise, diğer bir deyişle failin taksirli hareketi olmasaydı ölümün gerçekleşmeyeceği sonucuna
varılıyorsa, başka bir ifadeyle ölüm failin eseriyse bu takdirde failin eylemi ile netice arasında
bir nedensellik bağının var olduğu kabul edilecektir. Taksirli suçlarda aranacak olan objektif
isnat edilebilirlik, dikkat ve özen yükümlülüğünün yerine getirilmemesi sonucunda neticeye
sebebiyet verilmesidir. "Fail gerekli dikkat ve özen yükümlülüğünü yerine getirmiş olsaydı
netice gerçekleşmeyecekti" denebilir ise, bu takdirde netice faile isnat edilebilecektir.
Öte yandan, nedensellik bağı hâkimlik mesleğinin gerektirdiği genel bilgi ve tecrübe ile
çözümlenebiliyorsa bu bağlantı hâkim tarafından ortaya konulmalı, uzmanlık veya teknik ve
özel bilgi gerektiren bir hususta ise söz konusu bağ, bilirkişilerden görüş alınarak tespit
edilmelidir.
TCK'nın 22. maddesinin dördüncü ve beşinci fıkraları;
"4) Taksirle işlenen suçtan dolayı verilecek olan ceza failin kusuruna göre belirlenir.
5) Birden fazla kişinin taksirle işlediği suçlarda, herkes kendi kusurundan dolayı sorumlu
olur. Her failin cezası kusuruna göre ayrı ayrı belirlenir" şeklinde düzenlenmiştir.
Madde gerekçesinde de; "Birden fazla kişinin taksirle işlediği suçlarda herkes kendi kusuru
göz önünde bulundurulmak suretiyle sorumlu tutulur. Taksirli suçun kanuni tanımında
belirlenen netice birden fazla kişinin karşılıklı olarak işledikleri taksirli fiiller sonucunda
gerçekleşmiş olabilir. Örneğin bir trafik kazasında sürücü ile yaya veya her iki sürücü
de taksirle hareket etmiş olabilir. Bu gibi durumlarda neticenin oluşumu açısından her
kişinin taksirli fiili dolayısıyla kusurluluğu bir diğerinden bağımsız olarak belirlenmelidir.
Aynı şekilde birden fazla kişinin katılımıyla gerçekleştirilen bir ameliyatın ölüm veya
sakatlıkla sonuçlanması durumunda, ameliyata katılan kişiler müştereken hareket
etmektedirler. Ancak tıbbın gereklerine aykırılık dolayısıyla ölüm veya sakatlıkla sonuçlanan
bu ameliyatta işlenen taksirli suçun işlenişi açısından suça iştirak kuralları uygulanamaz.
Kanunun suça iştirake ilişkin hükümleri, kasten işlenen suçlarda suçun işlenişine iştirak eden
kişilerin sorumluluk statülerini belirlemektedir. Birden fazla kişinin katılımıyla yapılan
ameliyat sırasında meydana gelen ölüm veya sakatlık neticeleri bakımından her bir kişinin
sorumluluğu kendi kusuru göz önünde bulundurulmak suretiyle belirlenmelidir. Bu tespitte
diğer kişilerin kusurlu olup olmadığı hususu dikkate alınamaz" açıklamalarına yer verilmiştir.
Zararlı neticenin, failin hareketlerinin mağdurun ya da üçüncü bir kişinin hareketi ile
birleşmesi sonucu meydana geldiği durumlarda, failin taksirli sorumluluk şartlarının bulunup
bulunmadığının belirlenmesi açısından, neticeye kimin sebebiyet verdiği, failin iradi hareketi
ile netice arasındaki nedensellik bağının kesilip kesilmediğinin tespit edilmesi gerekmektedir.
Mağdur ya da üçüncü kişinin hareketinin ya da bir başka nedenin neticenin tek sebebi olduğu
veya zararlı neticenin yalnızca bu kişilerin kusurlu hareketlerinden kaynaklandığı durumlarda,
failin hareketi ile netice arasındaki nedensellik bağının ortadan kalktığı kabul edilmelidir.
Buna karşılık failin kusurlu hareketine mağdur ya da üçüncü bir kişinin kusurlu hareketinin
eklendiği ve neticenin çeşitli kusurlu hareketlerin birleşmesinden meydana geldiği hallerde,
nedensellik bağı kesilmeyip; TCK'nın 40. maddesine göre taksirli suçlarda iştirak ilişkisi de
mümkün olmadığından, anılan Kanun'un 22. maddesinin dört ve beşinci fıkralarına göre
herkes kendi kusurundan dolayı ve kusuruna göre sorumlu olacaktır.
Öğretide; "Üçüncü bir kişinin veya mağdurun hareketinin failin taksirli hareketine eklenmesi
durumunda nedensellik ilişkisinin ortadan kalkıp kalkmadığı araştırılmalıdır. Eklenen
hareketler kusurlu değilse, neticenin failin taksirli hareketinden kaynaklandığı kabul edilir.
Diğer hareketler kusurlu ise bunların taksirin varlığını tamamen veya kısmen kaldırıp
kaldırmadığına bakılmalıdır." (Nur Centel-Hamide Zafer-Özlem Çakmut, Ceza Hukukuna
Giriş, Beta Yayınevi, 8. Baskı, İstanbul, 2014, s. 366.); "Birden fazla kişinin birleşen fiilleri
ile bir neticeye neden oldukları hâllerde, bu faillerin hareketi ile netice arasındaki nedensellik
ilişkisi özel önem taşır. Belirtelim ki bu hâllerde her bir kişinin hareketi ile netice arasında
nedensellik ilişkisinin bulunması ön koşuldur. Ekip hâlinde faaliyet gösterenlerden birisine
diğerlerini denetleme ve kişiler arasında koordinasyonu sağlama yükümlülüğü yüklenmiş ise
kişi bu yükümlülüğe uygun davranmadığı için neticeye sebebiyet vermiş olabilir. Bu hâlde bu
kişi neticeden sorumlu olur." (Hamide Zafer, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Beta Yayınevi,
4. Baskı, İstanbul, 2015, s. 254.); "Failin dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı hareketiyle
mağdurun kusurlu hareketinin birleşmesi söz konusu olabilir. Bu durumda, failin
sorumluluğunun ortadan kalkabilmesi için, failin netice üzerindeki hâkimiyetinin devam
etmemesi gerekir. Diğer bir deyişle, neticenin meydana gelmesinde mağdurun kusurlu
hareketi, neticenin faile yüklenmesini engelleyecek derecede illi seri üzerinde hakimiyet
kurmamış olmalıdır. Aksi takdirde failin sorumluluğu devam edecektir.
Nitekim taksirli hareketler arasında takas da mümkün değildir.” (M. Emin Artuk-Ahmet
Gökcen-M. Emin Alşahin-Kerim Çakır, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, 11.
Baskı, Ankara, 2017, s. 374.); "Birden çok kişinin davranışı birlikte neticeye sebebiyet vermiş
ve tüm katılanlar özen yükümlülüğüne aykırı hareket etmişse netice objektif olarak isnad
edilebilir, herkes kendi taksirli fiilinden dolayı kusuruna göre sorumlu olur. Bu gibi hâllerde
önceki taksirli hareket ile netice arasında illiyet bağı bulunmamasından veya kesilmesinden
söz edilmesi doğru değildir." (Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Ceza Hukuku Genel Hükümler,
Seçkin Yayınevi, 7. Baskı, Ankara, 2014, s. 214.); "Fail zaten taksirli hareket ediyor ve bir
başkasının taksirli hareketi buna ekleniyorsa, failin hareketi ile netice arasındaki nedensellik
bağı mevcut olmaya devam eder. Bu durumda mesele artık nedensellik bağı meselesi değil,
failin ve üçüncü kişinin kusurunun tespiti meselesidir. Bir inşaatın yıkımı sırasında yoldan
gelip geçenlere zarar verilmemesi hususunda gerekli tertibatı almayan, örneğin yıkım alanını
tahta perde ile çevirmeyen müteahhit, iki işçisinin binadan sökülen kalası dikkatsizce sokağa
atmaları sonucu meydana gelen neticeden her iki işçisiyle beraber taksirinden dolayı
sorumludur." (Hakan Hakeri, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, 17. Baskı,
Ankara, 2014, s. 249.) şeklinde görüşler ileri sürülmüştür.
Ülkemizde taksirli suçlarla en çok yaralama ya da ölümle sonuçlanan trafik kazalarında
karşılaşılmaktadır. Trafik kazaları genellikle trafik kurallarının ihlali neticesinde gerçekleşir
ve failin kusuru da ihlal edilen trafik kuralına göre belirlenir. Bu nedenle, uyuşmazlığın
çözümünde 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun ve bu Kanun'a dayanılarak hazırlanan
Karayolları Trafik Yönetmeliği'nin ilgili hükümleri de dikkate alınmalıdır.
2918 sayılı Kanun'un "Hız sınırları" başlıklı 50. maddesinin birinci fıkrasında, motorlu
araçların cins ve kullanma amaçlarına göre sürülebileceği en çok ve en az hız sınırlarının,
şehirler arası çift yönlü karayollarında 90 km/saat, bölünmüş yollarda 110 km/saat,
otoyollarda 120 km/saat hızını geçmemek üzere yönetmelikle belirleneceği düzenlenmiş, “Hız
sınırlarına uyma zorunluluğu” başlıklı 51. maddesinin birinci fıkrasında, sürücülerin, aksine
bir karar alınıp işaretlenmemişse yönetmelikte belirtilen hız sınırlarını aşmamak zorunda
oldukları belirtilmiş, Karayolları Trafik Yönetmeliği'nin 100. maddesinde de otomobiller için
yerleşim yeri içindeki saatteki azami hız sınırının 50 km/saat olduğu hüküm altına alınmıştır.
2918 sayılı Kanun'un 52. maddesinin (b) bendinde de, sürücülerin hızlarını kullandıkları
aracın yük ve teknik özelliklerine, görüş, yol, hava ve trafik durumunun gerektirdiği şartlara
uygun hâle getirmelerinin zorunlu olduğu düzenlenmiştir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanık ...'ın sevk ve idaresindeki 50 .. ... plaka sayılı gri renkli otomobil ile ön yolcu
koltuğunda katılan ... olduğu hâlde, 11.07.2010 tarihinde saat 13.30 sıralarında, meskûn
mahalde, kuru zeminli, asfalt kaplamalı, 7 metre genişliğinde, 2 şeritli, seyir istikametine göre
aşağı doğru eğimli ve sola hafif virajlı, yol şerit çizgileri mevcut, hız limiti 50 km/saat olan ve
yaklaşık 300-400 metrelik görüş mesafesi bulunan bölünmüş devlet yolunda seyrettiği sırada,
sanık ...'ın da sevk ve idaresindeki 50 .. 122 plaka sayılı beyaz renkli otomobil ile aynı
istikamette seyrettiği, sanık ...'in önünde yolun sağ şeridinde seyreden tanık ...'in sevk ve
idaresindeki kamyonu sollayıp geçmesinden hemen sonra sanık ...'ın aynı kamyona arkadan
çarpması neticesinde meydana gelen trafik kazasında katılan ...'ün organlarından birinin
işlevinin yitirilmesine neden olacak şekilde yaralandığı, mahkemece yapılan keşif sonucu
düzenlenen 04.10.2012 tarihli raporda sanık ...'ın 2918 sayılı Kanun'un 84. maddesinde asli
kusurlardan sayılan "arkadan çarpma" hâlinden ve aracın hızını yol, hava ve trafik durumunun
gerektirdiği şartlara uydurmamak suretiyle aynı Kanun'un 52/1-b maddesini ihlal etmesinden
dolayı kazada tam ve asli kusurlu olduğu, tanık ... ile sanık ...'yle yarış yaptığı belirtilen
sanık ...'in kusurunun bulunmadığı, Adli Tıp Kurumu Trafik İhtisas Dairesince düzenlenen
24.12.2012 tarihli raporda 04.12.2012 tarihli raporda taraflara atfedilen kusur durumuna
ilişkin görüşün olayın oluşuna uygun ve isabetli olduğu belirtilerek sanık ...'ın önünde
seyreden kamyona aşırı hızlı bir şekilde ve kontrolsüzce yaklaşarak arkadan çarptığı, dikkat
ve özen yükümlülüğüne aykırı hareketi ile olaya sebebiyet verdiği, asli derecede ve tam
kusurlu olduğu, kamyon sürücüsü ...'in kurallara uygun seyretmesinden dolayı, sevk ve
idaresindeki otomobil ile sol şeritte seyreden sanık ...'in ise meydana gelen olayda etken bir
davranışının bulunmaması nedeniyle kusursuz oldukları yönünde görüş bildirildiği anlaşılan
olayda; tanık ...'in sanık ...'nin kullandığı gri renkli otomobil ile sanık ...'in kullandığı beyaz
renkli otomobilin yarış yaparcasına cadde üzerinden hızlı bir şekilde yan yana gittikleri, gri
renkli aracın beyaz renkli aracı sollamak istediği sırada beyaz renkli aracın gri renkli araca yol
vermediği yönündeki anlatımları, kamyon sürücüsü tanık ...'in olay esnasında aynadan
arkadan gelen trafiği kontrol ettiğinde beyaz renkli otomobil ile gri renkli aracın yan yana çok
süratli bir şekilde yarış yaparcasına geldikleri, beyaz renkli aracın aşırı derecede hızlı bir
şekilde kendisini sollamasından 2 saniye sonra gri renkli aracın kullandığı kamyonun sol arka
kısmına çarptığı yönündeki beyanları, olay esnasında sanık ...'in kullandığı aracın ön yolcu
koltuğunda bulunan tanık...'ın kolluk aşamasındaki sanık ...'nin kullandığı araçla karşılaşıp o
aracı geçtiklerine ve hızlarının yaklaşık 110-120 km/saat olduğuna dair beyanları, sanık ...'in
olay günü sanayi sitesi çıkışında arkadaşı olan sanık ... ile karşılaşıp konuştuktan sonra, önce
kendisinin arkasından da ...'nin hareket ettiği, kendisinin hızının yaklaşık 110-120 km/saat
olduğu, tanık ...'in kullandığı kamyonu solladıktan sonra arkalarından bir toz bulutu
yükseldiğine dair savunmaları birlikte değerlendirildiğinde, sanık ... ile sanık ...'nin meskûn
mahaldeki yolda sevk ve idarelerindeki otomobiller ile yarış hâlinde oldukları, sol şeritte
seyreden sanık ...'in kendisini geçmek isteyen sanık ...'ye yol vermediği ve geçmesine
müsaade etmediği, sanık ...'in yasal hız sınırlarının üzerinde bir hızla seyredip aracının hızını
yol ve trafik durumunun gerektirdiği şartlara uydurmamak suretiyle Karayolları Trafik
Yönetmeliği'nin 100. maddesinde belirlenen yasal hız sınırlarını ihlal ettiği ve 2918 sayılı
Kanun'un 52. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinde öngörülen yükümlülüklerini yerine
getirmediği sabit olup bu şekildeki hareketlerinin TCK'nın 179/2. maddesinde düzenlenen
trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçunu oluşturma ihtimali bulunmakta ise de sol şeritte
yaklaşık 110-120 km/saat hızla seyreden sanığın kendisini geçmek isteyen diğer sanık ...'ye
yol vermek amacıyla sağ şeride geçmesi hâlinde önünde yaklaşık 30 km/saat hızla seyreden
tanık ... idaresindeki kamyona kendisinin çarpması tehlikesinin bulunması karşısında,
sanık ...'ten diğer sanık ...'ye yol vermesinin beklenemeyeceği, kendisiyle yarış hâlinde olan
sanık ...'nin önünde seyreden kamyona arkadan çarpması şeklinde gerçekleşen neticenin sanık
...'in hükmedebileceği alanın dışında kaldığı, sanığın dikkat ve özen yükümlülüğünü yerine
getirmiş olması durumunda diğer sanık ...'nin yaptığı kazanın kesinlikle meydana
gelmeyeceğinin, olayın sanığın yasal hız sınırlarının üzerinde seyretmek suretiyle oluşturduğu
risk nedeniyle meydana geldiğinin ve gerçekleşen neticenin sanığın eseri olduğunun
söylenemeyeceği, dolayısıyla katılanın organlarından birinin işlevinin yitirilmesine neden
olacak şekilde yaralanmasıyla sonuçlanan trafik kazasının objektif olarak sanığa isnat
edilemeyeceği, buna bağlı olarak sanığın meydana gelen olayda kusurunun bulunmadığı kabul
edilmelidir.
Bu itibarla, usul ve yasaya uygun bulunan Yerel Mahkemenin direnme kararına konu sanık ...
hakkındaki beraat hükmünün onanmasına karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan dört Ceza Genel Kurulu Üyesi sanık ...'ın meydana gelen
olayda kusurunun bulunduğu düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
2- Sanık ... hakkında kurulan mahkûmiyet hükmü yönünden;
a) 3 aydan 1 yıla kadar hapis veya adli para cezası öngören TCK'nın 89/1. maddesi gereğince
temel cezanın 4 ay hapis cezası olarak belirlenmesinin isabetli olup olmadığı;
Taksirle yaralama suçu 5237 sayılı TCK’nın 89. maddesinin birinci fıkrasında;
“Taksirle başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin
bozulmasına neden olan kişi, üç aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile
cezalandırılır” şeklinde düzenlemiş, aynı Kanun'un “taksiri” düzenleyen 22. maddesinin 3.
fıkrasında; “Kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi
hâlinde bilinçli taksir vardır; bu hâlde taksirli suça ilişkin ceza üçte birden yarısına kadar
artırılır”, 4. fıkrasında da; “Taksirle işlenen suçtan dolayı verilecek olan ceza failin kusuruna
göre belirlenir” hükümlerine yer verilmiştir.
Temel cezanın belirlenmesine ilişkin ilkeler ise, 5237 sayılı TCK'nın 61. maddesinin birinci
fıkrasında;
“(1) Hâkim, somut olayda;
a) Suçun işleniş biçimini,
b) Suçun işlenmesinde kullanılan araçları,
c) Suçun işlendiği zaman ve yeri,
d) Suçun konusunun önem ve değerini,
e) Meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığını,
f) Failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığını,
g) Failin güttüğü amaç ve saiki,
Göz önünde bulundurarak, işlenen suçun kanuni tanımında öngörülen cezanın alt ve üst sınırı
arasında temel cezayı belirler” şeklinde düzenlenmiştir.
5237 sayılı TCK’nın “Adalet ve kanun önünde eşitlik ilkesi” başlıklı 3. maddesinin birinci
fıkrasındaki; “Suç işleyen kişi hakkında işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı ceza ve güvenlik
tedbirine hükmolunur” biçimindeki hüküm ile de, işlenen fiil ile hükmolunan ceza ve
güvenlik tedbirleri arasında “orantı” bulunması gerektiği vurgulanmıştır.
Kanun koyucu, cezaların kişiselleştirilmesinin sağlanması bakımından hâkime, olayın özelliği
ve işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı bir şekilde gerekçesini göstererek iki sınır arasında temel
cezayı belirleme yetki ve görevi yüklemiştir. Buna göre; 01.06.2005 tarihinden sonra işlenmiş
olan herhangi bir suç nedeniyle alt ve üst sınırlar arasında bir ceza belirlenmesi gerektiğinde,
kural olarak göz önünde bulundurulması gereken ölçüt, 5237 sayılı TCK’nın 61. maddenin 1.
fıkrasındaki düzenlemedir. Ancak taksirle işlenen suçlar açısından kanun koyucu, aynı
Kanun'un 22. maddenin 4. fıkrası ile bir ölçüt daha eklemiştir. Bu durumda, taksirle işlenen
suçlarda alt ve üst sınır arasında ceza belirlenirken, TCK’nın 61/1 ile 22/4. madde ve
fıkralarında yer alan ölçütlerin birlikte göz önüne alınması gerekmektedir.
Ancak, TCK’nın 61/1. maddesindeki bu ölçütler genel nitelikli olup her suça
uymayabileceğinden, her suç için tüm ölçütlerin değil sadece ilgili suça uyan kısımların
nazara alınması gerekir. Bu açıdan taksirli suçlarda ancak kasıtlı suçlarda uygulanması
mümkün olan 61/1. maddenin (b) bendinde yer alan "suçun işlenmesinde kullanılan araçlar",
(f) bendinde yer alan "failin kasta dayalı kusurunun ağırlığı" ve (g) bendinde yer alan “failin
güttüğü amaç ve saik” ölçütleri uygulanamayacaktır.
Tüm bu kanuni düzenlemeler karşısında, taksirli suçlarda temel cezanın belirlenmesinde
öncelikle failin kusurunun değerlendirilmesinin zorunlu olduğu, ancak kusurluluğun yanında
"suçun işleniş biçimi", "suçun işlendiği zaman ve yer", "suç konusunun önem ve değeri" ile
"meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığı" ölçütlerinin de dikkate alınacağı sonucuna
varılmaktadır.
Öte yandan, 5237 sayılı TCK’nın 3. maddesi uyarınca işlenen fiil ile hükmolunan ceza ve
güvenlik tedbirleri arasında “orantı” bulunması, böylelikle suç işlenmesiyle bozulan toplum
düzeninde adaletin sağlanması için suç işleyen kimseye uygulanacak yaptırımın haklı ve
ölçülü olması gerektiği de göz önünde bulundurulacaktır.
Bu nedenlerle taksire dayalı kusurun ağır olduğu durumlarda, alt sınırdan uzaklaşılarak, hafif
olduğu durumlarda ise alt sınırdan veya alt sınıra yaklaşılarak temel ceza tayin edilmesi
isabetli bir uygulama olacak ise de bundan her hâlde ağır kusurlu fail hakkında en üst hadden,
hafif kusurlu fail hakkında ise alt hadden ceza tayin edilmesi gerektiği sonucu çıkarılmamalı,
TCK'nın 22/4 ve 61/1. maddelerindeki olaya uyan diğer ölçütler ile 3. maddesindeki
"orantılılık" ilkesi bir bütün hâlinde değerlendirilerek haklı ve ölçülü bir ceza belirlenmelidir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanığın sevk ve idaresindeki otomobille, meskûn mahaller için öngörülen 50 km/saat hız
limitinin çok üzerindeki bir hızla diğer sanık ...'la yarışır vaziyette seyir hâlinde iken asli ve
tam kusurlu olarak neden olduğu trafik kazası neticesinde katılanın uzun sayılabilecek bir
süreçte yoğun bakım şartlarında tedavi görerek defalarca operasyon geçirdiği, her iki alt
ekstremitede ezilmeye, sağ tibia açık parçalı kemik kırığına, sol tibia açık kemik kırığına, sağ
kalkaneus parçalı kemik kırığına ve sol kalkaneus kırığına neden olan yaralanmanın katılanın
yaşamını tehlikeye soktuğu, saptanan kemik kırıklarının müştereken hayat fonksiyonlarını (6)
ağır derecede etkilediği, sol alt ekstremitedeki fonksiyonel bozukluğun uzvun işlevinin sürekli
zayıflamasına yol açtığı, sağ alt ekstremitede kalan nörolojik arazın ise organın işlevinin
yitirilmesi niteliğinde olduğu ve TCK'nın 89/1. maddesi gereğince temel cezanın 4 ay hapis
cezası olarak belirlendiği anlaşılan olayda; suçun işleniş biçimi, meydana gelen zararın ve
sanığın taksire dayalı kusurunun ağırlığı dikkate alınarak üç aydan bir yıla kadar hapis
cezasını gerektiren taksirle bir kişinin yaralanmasına neden olma suçundan sanık hakkında
dosya muhtevası ile adalet ve hakkaniyet kurallarına uygun şekilde TCK'nın 89/1. maddesi
uyarınca makul bir ceza tayin edilmesi gerekirken TCK'nın 3. maddesindeki “orantılılık”
ilkesi ihlal edilerek alt sınırdan çok az uzaklaşılıp temel cezanın 4 ay hapis cezası olarak
belirlenmesinde isabet bulunmamaktadır.
b) Sanığın eylemini taksirle mi yoksa bilinçli taksirle mi gerçekleştirdiği;
Taksir, Türk Ceza Kanunu'nda basit taksir ve bilinçli taksir şeklinde ayrıma tâbi tutulmuş,
Kanun'un 22. maddesinin üçüncü fıkrasında bilinçli taksir; "kişinin öngördüğü neticeyi
istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi" şeklinde tanımlanarak, bu
durumda taksirli suça ilişkin cezanın üçte birden yarıya kadar arttırılacağı öngörülmüştür.
Anılan fıkranın gerekçesinde; "Bilinçli taksiri basit taksirden ayıran özellik, fiilin neticesinin
failce fiilen öngörülmüş fakat istenmemiş olmasıdır. Bilinçli taksir halinde hükmedilecek ceza
üçte birden yarısına kadar artırılacaktır. Böylece bilinçli taksir, iş kazalarını, trafikte meydana
gelen taksirli suçları önlemek bakımından caydırıcı etki yapacak ve suçların önlenmesinde
yarar sağlayacaktır" açıklamasına yer verilmiştir.
Basit taksir ile bilinçli taksir arasındaki ayırıcı ölçüt; taksirde failin öngörülebilir nitelikteki
neticeyi öngörememesi, bilinçli taksirde ise bu neticeyi öngörmüş olmasıdır.
Bilinçli taksirde, neticenin gerçekleşmesini istemeyen fail, hareketinin tipe uygun ve hukuka
aykırı bir sonuca neden olabileceğini öngörmesine rağmen, hareketine devam ederek
istemediği zararlı neticeyi meydana getirmektedir. Hukuka aykırı neticeyi öngördüğü hâlde
gerçekleşmeyeceğine güvenen ve bu güvenle hareketini sürdüren failin söz konusu güveninin
dayanağı; şans, bilgi, beceri, yetenek, tecrübe gibi çeşitli etkenler olabilir. Örneğin, sevk ve
idaresindeki araçla trafikte seyri esnasında, kendi yönündeki araçlara kırmızı ışığın yandığını
ve diğer istikametten gelen araç veya yayaların hareket etmeye başladığını görmesine rağmen
şoförlük yetenek ve tecrübelerine güvenerek süratle yola girip yaya veya araçlara çarpan fail,
gerçekleşen zararlı neticeyi öngörmesi ancak istememesi nedeniyle bilinçli taksirden sorumlu
olacaktır.
Görüldüğü üzere, bilinçli taksirde meydana gelen netice, fail tarafından öngörüldüğü halde
istenmemiştir. Gerçekten fiilinin kanunda suç olarak düzenlenen bir neticeye sebebiyet
verebileceğini öngördüğü ve bu neticeyi istemediği hâlde, sırf şansına veya başka etkenlere,
hatta beceri veya bilgisine güvenerek hareket eden kimsenin hâli, bunu öngörmemiş bulunan
kimsenin durumu ile bir tutulamayacağından ve neticeyi öngören kimse, ne olursa olsun bu
sonucu meydana getirecek bir harekette bulunmamakla yükümlü olduğundan, "neticenin fail
tarafından öngörülmesi" ölçü alınarak basit ve bilinçli taksir ayrımına gidilmiştir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Ayrıntıları yukarıda (1) numaralı uyuşmazlık konusunda anlatıldığı şekilde gerçekleşen, sanık
...'nin diğer sanık ... ile meskûn mahalde yasal hız limitinin iki katından fazla bir hızla
birbirleriyle yarış hâlinde oldukları bir sırada önlerinde yasal hız limitleri dahilinde seyreden
tanık ...'in sevk ve idaresindeki kamyona çarpması şeklinde gerçekleşen ve katılanın
yaralanmasıyla sonuçlanan olayda; aracının hızını yol ve trafik durumunun gerektirdiği
şartlara uydurmamak suretiyle Karayolları Trafik Yönetmeliği'nin 100. maddesinde belirlenen
yasal hız sınırlarını aşıp 2918 sayılı Kanun'un 52. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinde
öngörülen yükümlülüklerini de yerine getirmeyen ve aynı Kanun'un 84. maddesi gereğince
"arkadan çarpma"dan dolayı asli kusurlu olan sanığın, meskûn mahalde yasal hız sınırlarının
çok üzerinde bir hızla ve diğer sanık ...'in sevk ve idaresindeki araçla yarışır vaziyette
seyrederken istememekle birlikte neden olabileceği bir trafik kazasını ve buna bağlı olarak
üçüncü kişilerin zarar görebileceğini öngörmesi gerektiği, sanığın buna rağmen hareketlerine
devam ederek katılanın yaralanmasıyla sonuçlanan trafik kazasına neden olması karşısında
meydana gelen neticeyi 5237 sayılı TCK’nın 22. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında
öngördüğü ancak istemediği, dolayısıyla da olayda bilinçli taksir hâlinin bulunduğu kabul
edilmelidir.
c) Katılan lehine vekalet ücretine hükmolunmasının gerekip gerekmediği;
Avukatlık sözleşmesinden kaynaklanan avukatlık ücreti ve Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine
göre karşı tarafa yüklenen avukatlık ücreti olarak ikiye ayrılan “avukatlık ücreti”, 1136 sayılı
Avukatlık Kanunu'nun 164. maddesinin 1. fıkrasında; “avukatın hukuki yardımının karşılığı
olan meblağı veya değeri ifade eder” şeklinde tanımlanmıştır. Hukuki yardımın ne şekilde
yerine getirileceği maddede açıklanmamış ve tarafların aralarındaki yapacakları anlaşmaya
bırakılmıştır.
Avukatlık Kanunu'nun 168. maddesi uyarınca hazırlanıp 29.12.2012 tarihli ve 28512 sayılı
Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren ve Yerel Mahkemenin bozmaya konu karar
tarihinde geçerli olan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin “Ceza davalarında ücret” başlıklı
13/1. maddesindeki; “Kamu davasına katılma üzerine, mahkumiyete karar verilmiş ise vekili
bulunan katılan lehine tarifenin ikinci kısım ikinci bölümünde belirlenen avukatlık ücreti
sanığa yükletilir” şeklindeki hükmüne göre, sanığın mahkûm olması hâlinde, kendisini vekille
temsil ettiren katılan lehine, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin ikinci kısım ikinci bölümüne
göre vekâlet ücreti ödenmesine karar verilmelidir. Katılan lehine vekâlet ücretine
hükmedilmesi için ceza davasının mahkûmiyetle sonuçlanması ve katılanın kendisini hukuki
yardımından yararlandığı bir vekille temsil ettirmesi yeterli olup ayrıca vekilin duruşmaları
takip etmesi zorunluluğu bulunmamaktadır. Zira tarifeye göre hükmedilmesi gereken vekâlet
ücreti, katılana vekili tarafından sunulan hukuksal yardımın şekli ve kalitesiyle ilintili olmayıp
katılanın kendisini vekil ile temsil ettirmesinin bir sonucudur. Nitekim Ceza Genel Kurulunun
14.06.2005 gün ve 66-65 sayılı kararı da aynı doğrultudadır.
Öte yandan, 5271 sayılı CMK’nın “Yargılama Giderleri” başlıklı 324/1. maddesindeki;
“Harçlar ve tarifesine göre ödenmesi gereken avukatlık ücretleri ile soruşturma ve kovuşturma
evrelerinde yargılamanın yürütülmesi amacıyla Devlet Hazinesinden yapılan her türlü
harcamalar ve taraflarca yapılan ödemeler yargılama giderleridir” şeklindeki hüküm uyarınca
avukatlık ücreti yargılama giderlerindendir. Bu nedenle, isteme bağlı olmaksızın diğer
yargılama giderleri gibi avukatlık ücretine de kendiliğinden hükmedilmesi gerekir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Katılan ..., taksirle yaralama suçundan sanık ...'nin mahkûmiyetiyle sonuçlanan ceza
davasında kendisini vekille temsil ettirdiğinden, karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık
Asgari Ücret Tarifesi uyarınca lehine CMK'nın 324/1. maddesindeki yargılama giderlerinden
olan vekâlet ücretine hükmedilmesi gerekmekte olup sanık hakkındaki mahkûmiyet
hükmünün katılan tarafından temyiz edilmesi üzerine Özel Dairece bu hususun da bozma
nedeni yapılmasından sonra Yerel Mahkemece kendisini vekille temsil ettiren katılan lehine
vekâlet ücretine hükmedilmemesinde isabet bulunmamaktadır.
Sonuç olarak, Yerel Mahkemenin direnme kararına konu sanık ... hakkındaki mahkûmiyet
hükmünün, sanık hakkında TCK'nın 89/1. maddesi uyarınca makul bir ceza tayin edilmesi
gerekirken temel cezanın alt sınırdan çok az uzaklaşılarak belirlenmesi, TCK'nın 22/3.
maddesi uyarınca bilinçli taksir hükmünün uygulanması gerektiğinin gözetilmemesi ve
kendisini vekille temsil ettiren katılan yararına vekâlet ücretine hükmedilmemesi
isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmelidir
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Usul ve yasaya uygun bulunan Nevşehir 3. Asliye Ceza Mahkemesinin 16.10.2014 tarihli
ve 539-278 sayılı direnme kararına konu sanık ... hakkındaki beraat hükmünün
ONANMASINA,
2- Nevşehir 3. Asliye Ceza Mahkemesinin 16.10.2014 tarihli ve 539-278 sayılı direnme
kararına konu sanık ... hakkındaki mahkûmiyet hükmünün;
a- Sanık hakkında TCK'nın 89/1. maddesi uyarınca makul bir ceza tayin edilmesi gerekirken
temel cezanın alt sınırdan çok az uzaklaşılarak belirlenmesi suretiyle eksik ceza tayini,
b- TCK'nın 22/3. maddesi uyarınca bilinçli taksir hükmünün uygulanması gerektiğinin
gözetilmemesi,
c- Kendisini vekille temsil ettiren katılan yararına vekâlet ücretine hükmedilmemesi,
İsabetsizliklerinden BOZULMASINA,
3- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ
EDİLMESİNE, 14.03.2019 tarihinde yapılan müzakerede sanık ...'in kusurunun bulunup
bulunmadığına ilişkin uyuşmazlık yönünden oy çokluğuyla, diğer uyuşmazlıklar yönünden oy
birliğiyle karar verildi.
KARAR 7: 12. Ceza Dairesi 2019/11690 E. , 2020/4786 K.

"İçtihat Metni"
Mahkemesi :Ağır Ceza Mahkemesi
Katılanlar : 1-... 2- ...
Suç : Taksirle öldürme
Hüküm : 1-Sanık ... hakkında; CMK’nın 223/2-c maddesi
uyarınca beraat
2- Sanık ... hakkında; TCK’nın 85/2, 62/1, 50/1-a-4, 52/2-4. maddeleri uyarınca mahkumiyet
Temyiz Edenler : Mahalli Cumhuriyet savcısı, sanık ... müdafii
katılanlar vekili

Taksirle öldürme suçundan sanık ...’nın beraatine, sanık ... Makinacının mahkumiyetine
ilişkin hükümler, mahalli Cumhuriyet savcısı, sanık ... müdafii ve katılanlar vekili tarafından
temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü:
1- Sanık ... hakkındaki beraat hükmüne yönelik katılanlar vekili ve mahalli Cumhuriyet
savcısının temyiz taleplerinin incelenmesinde;
Ölen ... idaresindeki otomobil ile olay tarihinde, saat 23:45 sıralarında, aydınlatma
bulunmayan, ıslak zeminli, tek yönlü ve üç şeritli yolda seyir halinde iken, yola çıkan
sanık ...’ya ait başıboş bırakılan ineğe çarptığı, çarptığı hayvana ve aracındaki hasara bakmak
için aracını yolun sağına park ettiği ve aracından indiği, akabinde aynı istikamette geriden
gelmekte olan sanık ... idaresindeki otomobil ile yol üzerinde yatar vaziyette bulunan yaklaşık
100 kğ ağırlığındaki koyu renkli ineğe çarptığı, ineği altına aldığı ve 18 metre sürüklediği,
aracın kontrolünü kaybederek havalanıp, aracın sol yanı ile yolun içinde ayakta duran ölene
çarptığı, öleni açık araziye fırlattığı ve 23 metre daha ilerleyerek yol dışında durduğu olayda;
olay yerindeki yasal hız limitinin 110 km/ saat olduğu, Karayolları Genel Müdürlüğü
tarafından hazırlanan asfalt yolda araçların hızlarına göre durma mesafelerini gösteren tabloya
göre, kaza tespit tutanağı ile bilirkişi raporlarındaki olay yeri krokileri dikkate alındığında,
sanığın ineğe çarptıktan sonra yaklaşık olarak 60 metre sonra yolun sağında durduğunun
anlaşıldığı, 60 metre durma mesafesinin yaklaşık olarak yasal hız sınırının altına 80 km/saate
tekabül ettiği, sanığın hızına ilişkin bir tespitin ve sanığın alabileceği bir önlem olmaması
nedeni ile sanığın kusursuz olduğu yönünde mütalaa veren Adli Tıp Kurumu Trafik İhtisas
Dairesinin 24.06.2013 ile 14.04.2014 tarihli iki raporu ile yargılama sırasında alınan
25.03.2013 tarihli bilirkişi raporları oluşa ve dosya kapsamına uygun olup, mahkemenin
takdirinde bir isabetsizlik bulunmadığından, tebliğnamedeki bozma isteyen görüşe iştirak
edilmemiştir.

Yapılan yargılama sonunda, yüklenen suç açısından sanığın taksirinin bulunmadığı


gerekçeleri gösterilerek mahkemece kabul ve takdir kılınmış olduğundan, mahalli Cumhuriyet
savcısı ve katılanlar vekilinin sanığın hızlı olması nedeni ile kusurlu olduğuna ilişkin temyiz
itirazlarının reddiyle, beraate ilişkin hükmün isteme aykırı olarak ONANMASINA,
2- Sanık ... hakkında kurulan mahkumiyet hükmüne yönelik olarak sanık müdafii ve katılanlar
vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine gelince;
Sanığın başıboş bırakılan büyükbaş hayvanın sahibi olduğu anlaşılmakla yapılan incelemede;
Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma
sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, sanık
müdafinin olaya neden olan ineğin ahırdan çalındığına, ikinci kaza ile birinci kaza arasında
illiyet bağı bulunmadığına, katılanlar vekilinin ise cezanın az olduğuna ve paraya
çevrilmemesi gerektiğine ilişkin temyiz itirazlarının reddiyle, hükmün isteme uygun olarak
ONANMASINA, 05.10.2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

You might also like