You are on page 1of 20

Cilt I

“T. C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Çorum Valiliği ve Çorum Belediyesi’nin Katkılarıyla”


HİTİT ÜNİVERSİTESİ
HACI BEKTAŞ VELİ ARAŞTIRMA ve UYGULAMA MERKEZİ

I. Uluslararası
Hacı Bektaş Veli
Sempozyumu

YAYIN EDİTÖRLERİ
Prof. Dr. Osman EĞRİ
Doç. Dr. Mehmet EVKURAN
Yrd. Doç. Dr. Muammer CENGİL
Yrd. Doç. Dr. Adem KORUKCU

YAYINA HAZIRLAYANLAR
Prof. Dr. Osman EĞRİ
Doç. Dr. Mehmet EVKURAN
Yrd. Doç. Dr. Muammer CENGİL
Yrd. Doç. Dr. Habib AKDOĞAN
Yrd. Doç. Dr. Adem KORUKCU
Yrd. Doç Dr. Metin UÇAR
Öğr. Gör. Veysel DİNLER
Haydar GÖZÜYILMAZ
Mustafa YÖNDEMLİ
Ceyhun Ulaş SOLMAZ
Ramazan GÜL
Fatih AKMAN
İshak DEMİR
Hatice KIR

TASARIM & BASKI


SFN Televizyon Tanıtım Tasarım Yayıncılık Ltd. Şti.
Cevizlidere Cad. 1237. Sok. No: 1/17 Balgat/ANKARA
Tel: 0312 472 37 73
www.sfn.com.tr

DAĞITIM
Hacı Bektaş Veli Araştırma ve Uygulama Merkezi
Mimar Sinan Mahallesi 3. Cadde İlahiyat Fakültesi B Blok 3. Kat PK19100 ÇORUM
Tel: 0364 234 63 58 /1144-1145 web: http://hbektas.hitit.edu.tr

I. Uluslararası Hacı Bektaş Veli Sempozyumu –Sempozyum Bildirileri-


Baskı Yeri ve Yılı: Ankara 2011
ISBN: 978-605-872-93-08
Eserde yer alan bildiri metinlerinde ileri sürülen görüşlerin ilmi ve hukuki sorumluluğu sahiplerine aittir.

II I. Uluslararası Hacı Bektaş Velî Sempozyumu


HALLAC-I MANSUR’UN
DÜŞÜNCE DÜNYASINA GÜNÜMÜZ
AÇISINDAN BİR BAKIŞ

Prof. Dr. Pakize AYTAÇ


Gazi Üniversitesi
Fen Edebiyat Fakültesi

I. Uluslararası Hacı Bektaş Velî Sempozyumu 205


Prof. Dr. Pakize AYTAÇ

Yaşadığımız dönemin bilinç kargaşasına, bu tablonun dışından, alternatif bir


bilinçle bakabilmek, irdeleyici bir bakış içerisinde kendini ve olayları iki yönlü
sorgulayabilmek, kalıpları kırıp öteleyebilmek, hayata şuurla bakabilen fikir
hareketlerini geliştirebilmek adına çıktığımız yolda, Türk düşüncesinde yer alan
kavramlara dikkat kesilmemiz tabiidir.
Millî kültürümüzün iç zenginliğini keşfetmek, bu yolda kendi iç imkânları-
mızı seferber etmek sûretiyle Yaratan, yaratılış, insan, kâinat, rûh, hayat, ölüm
ve sonrası hayata ait felsefî zeminlerimizi tartışmaya açmak elzemdir.
Rûh yapımızı oluşturan kavramlar üzerinde düşünmek bizi, ferdiyetten şah-
siyete taşıyan önemli bir çıkış noktasıdır. Zira kavramları tarih yoğurur.
Batı koordinatlı sosyolojik zihinlerle geldiğimiz nokta ortadadır. Bu sebeple,
düşünce hayatımızın içinde yer alan kavramlar üzerinde durmak, hayat görüşü-
müzü aydınlatmak adına önemlidir.
Bu düşünceden hareketle; Türk edebiyatında birçok şairin şiirinde yer almış
olan Hallâc-ı Mansûr öğretisine ve Ene’l- Hakk anlayışına, bâtını zâhir etme
yolunda aykırı gibi görünen bir sözün sahibinin, vasat insanlar tarafından nasıl
lağvedildiğine temâs etmek istiyoruz. Mistik vecd bilincinin en bireysel deneyi-
mi olan bu sembolün, Türk düşüncesinde yer alışı, bir mite dönüşümü sebepsiz
değildir.
Hallâc, miladi X. yüzyılda Bağdat’ta, Arami ve Yunan kültürlerinin kavşa-
ğında yerleşmiş Arap toplumunun dünyanın entelektüel merkezi olduğu bir
dönemde yaşamıştır.
Düşmanlarından bazılarının iddiası aksine, İslâm düşünce ve kültür mirasını
çok iyi hazmetmiş bir sûfî-düşünürdür. O, tasavvufî mirası bildiği kadar, yaşa-
mış ve yaşamakta olan tüm mezhepleri, Küllâbiye’den Mutezile’ye, Kerrâmi-
ye’den Karmatîlik’e ve nihayet Helenistik felsefeye kadar tüm düşünce ekolle-
rini harmanlamış; en sonunda ortaya bir “Hallâcî Sentez” koymuştur. Massig-
non, bu sentezin kültür ve bilgi bağlantılarını, dev eseri Passion d’al-Hallaj’da,
aşılmamış bir ustalıkla göstermiş bulunmaktadır. 1
Massignon’dan sonra; Henri Laoust ve M. Louis Gardet’in başkanlığında
kalabalık bir bilim ekibi eserin yeni bir edisyonunu hazırlamıştır. İlk iki ciltte,
IX. ve X. yüzyıllardaki büyük Abbasi hümanizmi döneminde, halkın, devlet
memurlarının ve sarayın somut yaşam koşulları; Hallâc’ın yaşamı, yargılanması
ve ölümünün (922) bu ortamda yüklendiği anlam; mistik ermişliğin dost ve
düşmanlarının olay karşısında aldıkları tavır ve tutumlarla birlikte Bağdat şehri-
nin ve Hallâc’ın çağlar boyunca kâh saldırılan kâh benimsenen nüfuz ve etkisi-

1
Öztürk 1997: 129

206 I. Uluslararası Hacı Bektaş Velî Sempozyumu


Hallac-ı Mansur’un Düşünce Dünyasına Günümüz Açısından Bir Bakış

nin kapsamlı ve etkileyici bir tablosu yer almaktadır. Üçüncü cilt, vaktiyle Müs-
lüman-Arap düşüncesinin en ileri atılımlarına kılavuzluk etmiş olan ve Hallâc
öğretisinin bütün derinliğiyle ortaya konabilmesi için de bilinmesi şart olan
büyük “dogmatik” ve “mistik” temaların derlenip sentezlenmesini konu edin-
mektedir. Dördüncü cilt ise, bütünüyle tablolara, dizinlere, kaynakçalara ve bu
anıtsal edisyon için zorunlu olan diğer tamamlayıcı verilere ayrılmıştır.
Louis Massignon, yaşamını adeta Hallâc’a adamış ve bir ömür onun izlerini
sürmüştür. Hallâc’la ilgili 2259 yapıtı inceleyerek bu kitabını yazan Massignon,
Hallâc’ın adının yaşadığı ve Hallâççı düşüncenin etkilediği bütün toplumları
incelemiş, adının yaşadığı bütün bölgeleri dolaşmış, konuyla ilgili bilgisi olan
herkesle konuşmuştur. Bu sebeple, eseri bir başyapıttır.
Sûfîliğin sistematik temelini oluşturan Hallâc, dünyayı vahdet-kesret diya-
lektiği içerisinde algılamıştır. Dili zor ve gizemlidir. Onun felsefesini nüfuz
etmek ciddi inceleme gerektirir. Kullandığı imgelerin retoriği İslâm personalist
felsefesine dayanır.
Massignon, Hallâc’ın düşünce dünyasını ele alırken “Individualisme Anarc-
hique” (Anarşik Bireycilik) başlığına yer vermiştir.
Sûfîliğin standartlarını kaldırıp atan bu “sui jeneris bireycilik”, zirvedeki
ifadesini “Ene’l - Hakk”ta bulur ve varlığın esasıyla insan beni arasındaki bağı
kurarken, insanı, sadece yeni oluşların rüyasını gören bir “temennî merkezi”
olarak algılamaz; hür ve güçlü bir ego olarak varlık bünyesinde aktiviteye mec-
bur bırakır.
Bu aktif-hür ego, iç dünyası bakımından iç içe üç merkeze sahiptir: nefs, zamîr, sırr.

Nefs

zamîr

sırr

Mistik bir başkaldırı, esâretten kurtulup özgürlüğe bir kanat açış, Allah’tan
başkasına kul olmanın yorgunluğundan kaçış, Hallâc düşüncesinin temel görü-
şüdür. “Kim hürriyeti murâd edinirse ubûdiyete, kulluğa sıkı bir şekilde devam

I. Uluslararası Hacı Bektaş Velî Sempozyumu 207


Prof. Dr. Pakize AYTAÇ

etsin. Hakiki hürriyet Allah’tan başkasına kulluk yapmamaktır. ” diyen bir şahsi-
yette benlik olur mu?
Hallâc ve Benlik
Hallâc düşüncesinin temel nitelikleri: Kimsenin taklitçisi-kölesi olmayan,
atılgan, hep yürüyen ve yaratan bir benlik. Ölümü onur bilen bu yaratıcı-hür
benlik hiç kimseden bir şey dilenmeyen, varoluşunda ödünç alınmış değerler
bulunmayan bir kozmik egodur.
Mevlânâ, zahiri itibariyle bir dâvâ, bir benlik iddiası gibi görünen “Ene’l-
Hakk” sözünün, aslında kulluğun nihâî derecesinin ve büyük bir tevâzû halinin
semeresi olduğunu vurgular. Ona göre Mansûr’un Hakk’a olan muhabbeti ni-
hâî dereceye ulaşınca kendisini yok kılıp, “Ben fânî oldum, Hakk kaldı. ”
mânâsına gelen “Ene’l-Hakk” ifadesini kullanmıştır ki bu da muhabbet, tevâzû
ve kulluğun nihâî mertebesidir. Bu bakış açısından Mevlânâ, Hallâc’ın “Ene’l-
Hakk” sözünü değil, “Sen Hüdâ’sın, ben ise kulum. ” demeyi tekebbür ve iddia
sayar. Zira bu sözü söyleyen kişi kendine bir varlık isnâd etmiş olarak vücûdda
ikiliği kabul etmiş olur. Hatta Mevlânâ’ya göre “Ene’l-Hakk” yerine “Hüve’l-
Hakk: O Hakk’tır. ” Demek bile vücûdda ikiliği gerektirdiğinden bir iddiadır.
Çünkü “Hüve/O” demek “ene/ben” demeyi gerektirir. 2 Buradaki “ben”, yaratı-
cı, aktif, hür, aşk ve aksiyon heyecanıyla ıstırâbı bir varoluş zevkine çevirebilen
ben’dir. Bu ben, bir tahakküm ve zevk irâdesini değil, bir rahmet ve hizmet
irâdesini sergileyen ahlâkî ben’dir.
Mevlânâ’nın benzetmesiyle, böyle bir dâvâ ve iddiâ sahibi olup ateşe atılmak
için nefis Nemrud’unu alt edip İbrahim olmak gereklidir. Engin deryâlara dalıp
çok değerli inciler çıkartabilmek için usta bir yüzücü olmak gerekir. 3 Aksi tak-
tirde Hz. İbrahim’e selâmet yurdu olan ateş, Firavun’u helâk ederken Hz.
Musâ’ya güvenilir bir yol olan deniz, Hallâc’a yeni bir hayat olan4 darağacı bü-
yük bir ezâ ve cefâ kaynağı olur.
Mevlânâ’ya göre işte bu gerçek benlik akılla idrak edilemez; izâfî benlikten
bütünüyle uzaklaşılmadığı sürece, kısacası mevti irâdî ile ölüp tam bir fenâ hali
yaşamadıkça, yokluğa ermedikçe bu ezelî benliğe ulaşılamaz. Zira Nifferî’nin
ifade ettiği gibi, kulun kendi nefsi, izâfî benliği de Hakk Teâlâ’nın sonsuz hicâp-
larından bir hicâptır. 5 Öyleyse Hallâc, gerçekliğe nispetle gölge mesabesinde
olan izâfî benliğinden fenâ bularak, “Nefahtü fîhî min Rûhî” fehvâsınca ezelî ve
küllî benliği üzere “Ene’l-Hakk” demiştir. Bu sebeple de Hallâc’ın meşhur şathi-
yesi hususunda, “Söyleyen Nâsır idi Mansûr ona tercümân oldu. ” denilmiştir.

2
Mevlânâ. Mesnevî. c. I: 372
3
Mesnevî: 119
4
Mevlânâ, Mesnevî, c. III: 295
5
Nifferî 1934: 31

208 I. Uluslararası Hacı Bektaş Velî Sempozyumu


Hallac-ı Mansur’un Düşünce Dünyasına Günümüz Açısından Bir Bakış

İzâfî ben’in Mutlak Ben’e dönüştüğü açıktır.


Hallâc-Söz ve Ölüm
Rumuz-ı Enbiyâ-yı vâkıf-ı esrâr olandan sor
Ene’l-Hakk sırrını candan geçüp berdâr olandan sor
Yürü var ehl-i tecridi alâik ehline sorma
Anı cân u cihânı terk edüp deyyâr olandan sor
Niyâzi-i Mısrî
Bilmediler mollalar Ene’l-Hakk’ın mânâsın
Kaal ehline hal ilmin Hak görmedi münâsip
Topraktan, sudan, rüzgârdan, ateşten; bütün bunların içinden geçenler bu
sözün bir varlık iddiası olmadığını, Allah’ı algılama olayına yeni bir bakış açısı
getiren seçkin bir söz olduğunu bilirler.
“Ene’l-Hakk” sözünü Mevlânâ, İslâm bilginleri gibi “kelâm”a dayanarak de-
ğil, “düşünce”ye dayanarak yorumlar.
Mevlânâ, Hallâc’ın “Ene’l-Hakk” sözünü mânevî sarhoşluğun ve aşk maka-
mının bir semeresi kabul eder ve sözleri irticalen, irâdesiz bir şekilde ağızdan
dökülen sûfînin değil, asıl Sözün Sahibi’nin6 olduğunu söyler.
Mansûr’un mazharından “Ene’l-Hakk” diyen Hakk’tır.
Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî’nin, Hallâc-ı Mansûr hakkında, “Ben Hakk’ım
[Ene’l-Hakk] sözü, Mansûr’un dudağında nurdu; ben Allah’ım [Enallâh] sözüy-
se, Firavun’un dudağında yalandı. ” sözü (şiiri) pek çok felsefî yorumlara yol
açarak edebiyatın önemli bir malzemesi olmuştur. Mevlânâ, Hallâc-ı Mansûr’un
“Ene’l-Hakk” sözünü, “Soğuk bir demiri ateşe atarsanız, o tıpkı ateşin korları
gibi kızarmaya başlar; rengi ve şekli ile muhteşem bir ateş parçası haline gelir. O
zaman o demirin hali dili ile: ‘ben ateşim, ben ateşim’ demesi boş değildir; evet
ateştir, o. İnanmazsan elini sür, onu bir sına!” örneği ile açıklayarak yorumla-
maktadır. 7
Çoğu faydasızdır, iyisi özdür;
Söz, asıl bilerek söylenen sözdür.
Dinlenir, akılda kalır kısa söz,
Binlerce düğümü bir tek sözle çöz!
diyen Behçet Kemal Çağlar, kemâlin kelâmın altında gizli olduğunu bu
mısrâlarıyla ne güzel ifade etmiştir.

6
Mevlânâ, D. Kebîr, c. VII, s. 69-b.939
7
Mevlânâ, Mesnevî, c. II, 1988: 24

I. Uluslararası Hacı Bektaş Velî Sempozyumu 209


Prof. Dr. Pakize AYTAÇ

Mânânın kılıfı olan söz, kelâma can veren rûh gibidir. Söz, hayat veren ve
öldürendir. 8
İşte, sahibini ölüme götüren “Ene’l-Hakk” sesi, rûhları mayalandıran diriltici
bir güçle, varlığın mânâ ve mazmunu olmayı bu sebeple hak etmiştir.
Tevhîd vâdilerinde dolaşan bu yüce rûh, ölümde ebedî hayatı cânını fedâ
ederek bulmuştur.
Yeni oluşların rüyalarını gören rûh, yeni ıstırapların kâbuslarına göğüs germe-
ye hazır olmalıdır. Çünkü her büyük aydınlık, yaratıcı ruhta bazı fânilikleri yaka-
rak beslenir. Istırap, işte bu yanmanın getirdiği acıların genel adıdır. Hallâc, bu
ıstırabı en derinden ama en soylu biçimde duyan ve yaşayan ölümsüzlerdendir.9
“Ölümüm yaşamımdadır. ”düşüncesiyle ezelî ben’e ulaşabilen Hallâc, vahşet-
ten zuhûr eden vahdetin sembolü olmuştur.
Ölümsüzlük (immortalite), sahih amellerle elde edilen bir olgudur. Istırap ve
çile çekilmeden bu mertebeye erişilemez.
Allah, halktan esirgediği sırları büyük rûhlara açmakla, o rûhları ıstırabın
kucağına kendi eliyle itmektedir. 10
Hallâc ve Varlık Felsefesi
İnsan-Tanrı-Evren, varlığın birliğini savunan, gerçek olan, var olan “Bir”dir.
“çokluk” bir görüştür. Bir’in değişik biçim ve nitelikte yansımasıdır. Bu “Bir”
de Tanrı’dır. Ancak, evren ve insan bu Bir’in dışında değil içindedir, onunla
özdeştir.
Ünlü uzay araştırmacılarından Pribram şu soruyu soruyor: “Beyin maksi-
mum ve minimum düzeylerdeki frekansların tümünü aynı anda bütün hücre-
lerde, dolayısıyla tek bir hücrede bulundurabiliyorsa, onları bu noktaya yönelten
kim? Ve tek bir hücrenin dahi varlığı hayal hükmünde ise, birimlerin varlığın-
dan bahsetmek mümkün olabilir mi?” İşte Hallâc tarafından söylenen “Ben
yokum. ” düşüncesinin altında yatan gerçek, “Ben Hakk’ım. ” sözü ile müspet
ilmin kesiştiği nokta burasıdır. Yani, tek bir varlığın varoluşu Hallâc için “aşk”,
İlâhî Güç’tür. Ona göre aşk, kudret sıfatının zuhûrudur. Sevdiğin için her şeyini
feda etme, benliğinden geçme, fenâ halidir. Ene’l-Hakk sözü ise, Kadı Ebu
Yusuf’un ‘Sen kimsin?’ sorusuna cevap olarak verilmiştir. Bu yanıt ‘Ben yokum.
’u yaşayanın veya zerre’de Küll’ü müşahâde edenin söylemesi gereken sözdür.

8
3/156
9
Öztürk 1997: 71
10
Öztürk 1997: 275

210 I. Uluslararası Hacı Bektaş Velî Sempozyumu


Hallac-ı Mansur’un Düşünce Dünyasına Günümüz Açısından Bir Bakış

Aslında zerre yoktur, Küll vardır. Zerre kelimesi, Küll’ü anlatım sadedinde ifade
edilmiştir. 11
Zerre’de Küll’ü müşahâde etmek, Hallâc düşüncesinin temelidir. ‘Her zerre-
deki bu sonsuz güç nedir?’, ‘Bir tohumdan ulu bir ağaç nasıl oluşuyor?’ soruları-
nın cevabını onun varlık felsefesinde buluyoruz. Bu kâinatta her damlanın her
katrenin içinde bir umman var, her zerresinde umman olan varlık İlâhî Varlık’tır.
Hak kendisinde çokluk olan bir vahidir. İlâhî vahdet bütün varlıkları içine aldığı
için Allah ile yarattıkları arasında esaslı hiçbir far veya ayrılık yoktur.12
Hallâc düşüncesinin sanata da ilham verdiğini görüyoruz. Ressam Erol Akya-
vaş da bunlardan birisidir. Akyavaş’ın resimleri önemli bir tasavvuf düşünürü olan
Hallâc-ı Mansûr’un insan-evren-Tanrı birliği fikri doğrultusunda daha da soyut-
laşmıştır. Bu soyut “Bir” fikri ve bunun savunucusu olan mutasavvıfı tuval üze-
rinde anlatmak için seçilmiş bilinçli bir harekettir. Ayrıntılardan arınan sade
formlar seyirciye ressamın anlatmak istediklerini daha evrensel anlamlar taşıyarak
aktarır. Akyavaş, bu dönem resimlerinde boşluğa daha fazla yer vererek daha soyut
bir platforma geçer. İslâm Sanatı’nda ve düşüncesinde boşluk ayrı bir önem taşır.
Akyavaş da bunun bilinciyle boşluğu kullanır. Boşluğun önemi iki şekilde açıkla-
nabilir: Allah her şeyde, insanın çevresindeki her nesnede, her varlıkta görülebilir.
Allah eğer her şeyde görülebiliyorsa, her şeyde Allah’ın bir parçası var ise, boşlukta
tüm yaratılmış dünyanın doğasında olan bir şeydir. Bu boşluk Allah’ın her yerde
olan varlığını sembolize eder. Diğer taraftan nesnelerin birer suret olduğu düşün-
cesine göre de aslolan şey Allah’tır. Nesnelerin olmadığı bir yerde, yani boşlukta
Allah’ın yankısı hissedilir ve bu boşluk tüm şeylerin ötesinde olana işaret eder.
Dolayısıyla boşluk, hem Allah’ın aşkınlığının hem de tüm şeylerdeki onun varlı-
ğının sembolüdür. İslâm Sanatı genel itibariyle soyut bir sanattır. Maddî şeylerin
geçiciliğini ve nesnelerin önemsizliğini anlatır. “Boşluk kozmik çevrenin insan
üzerindeki sıkı etkisini kaldırır; çünkü ne zaman ve nerede maddenin örtüsü kal-
dırılırsa ilâhî ışık parlamaya başlar.”
Akyavaş’ın 1987 tarihli Hallâc-ı Mansûr adlı eserinde, sanatçının sıklıkla
kullandığı bazı semboller istiflenmiştir: İçerisine defalarca Allah yazılmış altın
bir daire, onun etrafında bir spiral oluşturan bulutlar dizisi ve tuvalin boyutla-
rıyla sınırlanmış büyüklükte bir vav harfi. Spiral bir simge olarak Akyavaş’a,
seyirciye yeni anahtarlar sunma olanağı tanır. Spiralde iki türlü hareket vardır;
merkezden dışa doğru açılma ve dışarıdan merkeze doğru yönelme. Dışa doğru
açılma, hem evrenin oluşumunu hem de evrenin devam etmekte olan genişleme
hareketini sembolize eder; merkeze doğru gelişte ise, dairenin de merkezinde
olduğu gibi bir olana, tek olana, yani Allah’a doğru bir hareket vardır. Vav harfi,

11
A. Hulusi 2007:21
12
Gündüz 1991: 33

I. Uluslararası Hacı Bektaş Velî Sempozyumu 211


Prof. Dr. Pakize AYTAÇ

Arap harflerinin sembolizminde önemli bir yer tutar. “Ve anlamına gelen de vav
harfi, Allah ve yaradılış arasındaki bağı sembolize eder. ” Tasavvufta Allah’ı
temsil eden hû kelimesi he ve vav harflerinden oluşur. Bu kelimede meydana
gelen ses düşmesi ile vav harfinin Allah’ı temsilen kullanılması arasında bağlantı
kurulmuştur. Vav harfi bu resimdeki semboller arasında boyut olarak en büyük
yeri kaplar. “Ene’l-Hakk”, “Ben Tanrı’yım” diyen Hallâc-ı Mansûr’un fikirleri
ile spiraldeki merkeze yönelme, merkezdeki daire ve dairenin içindeki çokluğun
birlik olması arasında görsel bağlantı kuran Akyavaş, böylesine soyut kavramları
izleyiciye aktarabilmenin başarılı bir yolunu bulmuştur.
Varlığın özünü harflerin ve seslerin oluşturduğunu söyleyen ve buna göre
harflere dayalı bir anlamlar sistemi kuran, dini ona göre yorumlayan Akyavaş; bu
sembollerden en çok Allah kelimesini, yine Allah’ı sembolize eden ve daha yüklü
anlamlar taşıyan vav harfini ve Hû kelimesini ve kişiyi Allah’a yöneltecek olan,
hayır manasına gelen, şekil yönünden Ali’nin kılıcı Zülfikâr’a benzetilen lâm-elif
kombinasyonunu kullanır. Yine harflerin rakamsal değerlerine göre düzenlenen
sihirli kareler, kelimelerin ve harflerin simgelediklerine göre düzenlenen bölmeli
dörtgenlerden oluşan tılsımlar resminde kullandığı sembollerdendir.
Başladığı noktadan itibaren dönüp duran bu devran binlerce şekle bürünüp,
görünmekte. Her noktadan bir dönüş başlamakta, yine o noktada bitmekte.
Merkez de o, dönen de…
Daire geometrik olarak en mükemmel şekil olarak görülür. Ruhun hafifliğini
ve tam hareketliliğini sembolize eder. Göğün katlarının dairesel hareketlerle
döndüğü düşünülerek, daire ile gök arasında da paralellik kurulur. Dairenin
başı ve sonu yoktur. İnsan hayatı ve daire arasında da paralellikler vardır. İnsan
hayata bir küre olarak, yani döllenmiş bir yumurta halinde başlar; dünyayı göz-
lerini oluşturan küre vasıtasıyla görür ve ölümünde de hayat dairesini tamam-
lamış olur. Herhangi bir geometrik şeklin oluşturulabilmesi için bir başlangıç
noktası gereklidir. Dairenin başlangıç noktası ise merkezindeki noktadır. Nokta
bir olanı, daimi olanı, ebedi olanı, yaratıcıyı yani Tanrı’yı sembolize eder. Dai-
renin oluşturulması için belirlenen noktadan bir uzaklık belirlenir ve bu noktaya
aynı uzaklıktaki tüm noktalar birleştirilerek, iki boyutta çember, üç boyutta da
küre tamamlanır. Daire sonu ve başı olmadığından ebediyetin sembolü olarak
görülmüştür.
Lâ-İllâ, evet-hayır ikilemi doğurgan mantığıyla “Al-Hallâc II” adlı resimde
metafor olarak kullanılır. Hindistan kâğıdı üstüne yapılmış resimde üst üste iki
kare yer alır. Koyu mürekkep mavisi zemin üstüne iki koyu ve orta tonda mavi
kare yerleştirilmiştir. İki karenin ortasından gök mavisi kesin bir çizgi geçer. Bu
resim “evet-hayır” ise, renk açısından da tam bir karşıtlık söz konusu değildir;
tam tersine açık tondaki kare, koyu tondaki karenin izdüşümü gibidir. Ya evet
hayır’dan çıkmıştır ya da hayır evet’ten çıkmıştır. Burada, ikilemlerin kaynağın-

212 I. Uluslararası Hacı Bektaş Velî Sempozyumu


Hallac-ı Mansur’un Düşünce Dünyasına Günümüz Açısından Bir Bakış

daki “birlik” söz konusudur. Aynı düşünceyi bu diziden başka bir resimde de
“Al-Hallâc VI’da” da izlemek olasıdır. Bu anlamda bir resimle bir kez daha kar-
şılaşıyoruz; resim mavi ve altın renkli iki dikey bölümden oluşur. Burada karşıt-
lık belirgindir. Koyu mavi rengin, bizi sürüklediği alan ilginçtir: Derinlik, son-
suz sessizlik, boşluk ve ölüm. Bu resimler seyredenleri yaşam ve ölüm, Cennet
ve Cehennem arasındaki karşıtlık ve birlik üstünde düşünmeye yöneltmektedir.
“evet-hayır” arasında başın gövdeden kopması göze alınmaktadır Hallâc misâli.

I. Uluslararası Hacı Bektaş Velî Sempozyumu 213


Prof. Dr. Pakize AYTAÇ

214 I. Uluslararası Hacı Bektaş Velî Sempozyumu


Hallac-ı Mansur’un Düşünce Dünyasına Günümüz Açısından Bir Bakış

Hallâc Düşüncesinin Diğer Omurga Kavramları: Pamuk ve Yay


Menakıbnâmesinde de işaret edildiği gibi Mansûr-ı Bağdadî’nin “Hallâç” la-
kabını alışı, bir arkadaşının dükkânındaki pamukları kerametiyle lif lif atmasın-
dan sonradır. Şiirimizde bu hadiseye dayanan ve genellikle “Hallâç pamuğu gibi
atılmak”, “Mansûr yayına dönmek” gibi deyimlerle zikredilen bir başka motif
daha geliştirilmiştir. Bu deyimlerden “Hallâç pamuğu gibi atılmak”, daha ziyade
vahdet sırrını ifşa etmek veya vahdet âleminden kesret âlemine düşmek söz ko-
nusu olduğunda geçmektedir.
Diğer deyim “Mansûr yayına dönmek”te ise, güçten ve takatten mahrum,
zayıf, elden ayaktan kesilmiş bir vücut ile hallâç yayının şeklî benzerliği esastır.
Cercîs olup basıldum Mansûr oldum asıldum
Hallâç panbugı gibi bunda atılup geldüm13
Cevherî’m der yüzüm sürsem hâk-pâyine
Kınımı döndürdü Mansûr yayına
İnsanların gönüllerindeki sırları pamuk gibi atıp alt-üst ettiğinden “Hallâc-ı
Esrâr” unvanını almıştır. 14
Yay; mahviyeti, tevazuu, hiçliğe dürülü hakiki varlığı simgeler; beli bükük
bilgeler sembolü olarak kullanılır.
Hırka
Hırka, aşkın ve mânevî mertebelerin remzidir.

13
Tatçı 2008: 203
14
Uludağ 1997: 377

I. Uluslararası Hacı Bektaş Velî Sempozyumu 215


Prof. Dr. Pakize AYTAÇ

Bir rivayete göre, Hallâc’ın kendi divanındaki tavsiyesi üzerine cesedi yakıla-
rak külleri Dicle’ye savrulmuş, nehir bundan (vuslattan) dolayı sükûnete ka-
vuşmuş ve Bağdat da sular altında kalmaktan kurtulmuş. Bir diğer rivayete göre,
sağlığında kanlarının Dicle’ye ulaştıktan sonra nehrin kabaracağını ve Bağdat’ın
sular altında kalacağını söylemiş. Çare olarak da bir dostuna hırkasının suyun
üzerine konulmasıyla suların çekileceğini haber vermiş. Gece yatağından kalkan
dostu, suların yükseldiğini görünce, hırkasını nehrin üzerine koymuş ve
Hallâc’ın kokusunu alan nehir hiddetini yenerek sakinleşmiş ve yatağına geri
çekilmiş. 15
Hak Ta’âlâ emriyile varasın
Hırkamıla anları kurtarasın
Halvetümden hırkamı al ey hümâm
Dicle ırmağına irişdür tamâm
Hırkamun iki yenin bandur suya
Tâ ki anlar evliyâ sırrın tuya
Pervâne
Hallâc, nazarın ötesine geçmenin sembolü olan pervâneyi neden kullandı?
Pervâne hakikatin bizzat kendisi olabilmek için hakikatin (ateşin) içine dalmak-
tadır. İşte Ene’l-Hakk, bu aşamada ortaya çıkıyor. 16
Aşkı azap olarak gören Hallâc, âşığın sevgilisi uğruna en acı durumu göze
alması gerektiğini düşünüyordu. Kitabın “fehm” (anlama, kavrayış) tâsîninde
Hallâc, Tanrı’ya ulaşmaya çalışan âşığı, ışığa ulaşmaya çalışan pervâneye benze-
terek, “Pervâne uçtu, döndü, eritti kendini ve yok oldu ortalardan. Resimsiz,
cisimsiz, unvansız hale geldi. Artık ne için dönecekti şekillere? Vuslattan sonra
hangi hâl vardı ki döne?” der. 17
Kandilin ışığı hakikatin ilmi; sıcaklığı hakikatin hakikati. Alevin içine dal-
maksa hakikatin hakkı.
Kendini ışığa atan pervâne mecâzı sanatın bütün dallarında, resimde de kul-
lanılmıştır.
Ateş-Küll-Kül-Kan ve Gül
Ateş, tasavvuf yoludur. Kendi nefsini ateşlerde yakarak eriten sâlik, seyr ü
sülûkunu tamamlayarak insân-ı kâmil seviyesine yükselir.

15
Aktaş 2003: 100
16
Öztürk 1997: 312
17
Öztürk 1997: 306

216 I. Uluslararası Hacı Bektaş Velî Sempozyumu


Hallac-ı Mansur’un Düşünce Dünyasına Günümüz Açısından Bir Bakış

Eğer gerçek âşıksan key beklegil sır sözini


Bir sözden oda atdılar miskin Hallâc-ı Mansûr’ı
Yunus Emre18
Vahdet rengine boyanmış, demir ateş rengine bürünmüş, beden kül olmuş.
Kül olmadan Küll’e ulaşmak mümkün müdür?
Klasik edebiyatta kan, Hallâc’la ilgili bir mazmundur. Kan, insana hayat ve-
ren bir sıvıdır. Güle kırmızı rengini veren de Mansûr ve onun gibi şehitlerin
kanıdır. Bilindiği gibi şehitlerin kanı Allah tarafından kutsanmıştır. Bu yüzden-
dir ki gül, İlâhî güzelliğin bir sembolü olarak belirir.
“Aşkla kılınan iki rekât namazın abdesti ancak ve ancak kanla alınırsa sahih
olur. ” diyebilmek için Hallâc olmak gerekir.
Hallâc-ı Mansûr’un elleri ve ayakları kesildiğinde, “Sakın korkudan sarardı-
ğımı zannetmeyin. Kan kaybetmekten sararıyorum. ” buyurdu. İdam edilmeden
önce halk taş atmaya başladı. Atılan taşlara hiç ses çıkarmıyor, hatta tebessüm
ediyordu. Bir dostu, taş yerine gül attı. O zaman Mansûr hazretleri inledi. Se-
bebi sorulduğunda, “Taş atanlar beni yakînen tanımayanlardır. Tabiîdir ki hal-
den anlamazlar. Halden anlayanların bir gülü bile beni incitti. ” cevabını verdi
(Tavırsız dost!).
Mercan mercan uçuk dudağında kan
İnci inci soluk şakağında ter
Ne baş yedi, ne kan içti bu meydan!
Bu meydan, âşıktan canını ister!
Tatlı idi sana akrep kıskacı
Acıya, acıda buldun ilacı
Diyordun üst üste geldikçe acı
Bir azap isterim bundan da beter!
Sana taş attılar hep gülümsedin
Dervişin bir çiçek attı inledin
Bağrımı delmeye taş yetmez dedin
Halden anlayanın bir gülü yeter
Dâr
Dâra çıkmak bu fena darda Mansûr’a düşer
Ol Ene’l-Hakk diyenin sırrını dâvâ ne bilir
S. Nesîmî

18
Tatçı 2008: 407

I. Uluslararası Hacı Bektaş Velî Sempozyumu 217


Prof. Dr. Pakize AYTAÇ

Dâr: Ağaç, sırık (darağacı: idam sehpası). Tasavvufta fenâ makamı, canı feda
etme sözünün verildiği meydan. Bektaşilikte bu meydana gelen bir derviş için
okunan şu ifadeye tercemân-ı dâr denir: “Allah, Allah! Elim erde, özüm dârda,
yüzüm yerde, erenlerin Dâr-ı Mansûr’unda, Muhammed Ali divanında, Hakk’ın
huzurunda canım kurban, tenim terceman, fakirin elimden dilimden incinmiş can
karındaş var ise dile gelsin, Allah eyvallah hû dost!”
DÂR ÇEŞİTLERİ

1. Dâr-ı Mansûr 2. Dâr-ı Fazlı 3. Dâr-ı Nesîmî 4. Dâr-ı Fatıma


(Dâra asılır gibi (Aşk ola, dedikte (Doğrulup otur- (Ayağını birbirinin
doğru pîr nazârı- secdeye varmaktır. duğu vakit dâr-ı üstüne
na) durup elini Zira Hz. Fazlı’yı Nesîmî olur. koymaktır.)
sallandırıp berdâr yüzü üstüne bıça- Nesîmî gibi pos-
olmaktır. (fenâfillah ğa bıraktılar. Fazlı tum yüzdürdüm,
makamı) gibi hançer yüre- demektir. )
ğimde, demektir.)

Alevî-Bektâşî töresinde yer alan dâr ile ilgili dualar son derece anlamlıdır.
Burada birkaçını zikretmeden geçemeyeceğiz.
Talip Fazlı dârına ine. Pîr diye ki: “Ey talip cesedine can verdi. Kalbine iman
verdi. Söylenmeye dil verdi. Tutmağa el verdi. Ne gördün ne iştin? Aldığın var
ise ver. Ağlattığın var ise güldür. Döktüğün var ise doldur. Yıktığın var ise kal-
dır. ” diye. Eğer ol talipte kul hakkı yok ise Hakk’ın emrinden farzından, pey-
gamberin sünnetinden, Hazreti Ali tarikatından sual ede. Ol talib saklamayıp
günahını ele vere. Pir dahi ol talibin günahını her ne ile temiz olursa meşayihin
kavlince göre. Eğer talip günahını saklarsa tarikat-ı Ali’ye kizbetmiş olur. Yol
haini, iman uğrusu olur. Tarikat ona helal olmaz…19
Dârda okunan bu tür dualara “dâr gülbengi” ya da “dâr tercemanı” denilmek-
tedir. Bu duaların muhtevası tarikat mensuplarının tarikata bağlılığını teyit eden
ve onlara yapılan nasihat ve telkinlerden oluşur.
Dâr Gülbengi:
“Allah, Allah, Allah… Geldiğiniz yoldan, durduğunuz dârdan, çağırdığınız
pîrden şefaat gösteresiniz, göresiniz. Cenab-ı Hak, Hünkâr Hacı Bektâş Veli Sultan
ikrarınızda ber karar eyle. Hünkâr Hacı Bektâş Veli Sultan, Allah’a kul, Muham-

19
Atalay 1996: 71-72

218 I. Uluslararası Hacı Bektaş Velî Sempozyumu


Hallac-ı Mansur’un Düşünce Dünyasına Günümüz Açısından Bir Bakış

med’e ümmet, Ali’ye talip eyleye. Bu yoldan, bu dârdan, bu pîrden ayırmaya. Ceddi
cemâlim yaramaza, uğursuza, pîrsize duş getirmeye. Şeytanın şerrinden, gafil
gadâdan, görünmez belâdan koruya. Cenab-ı Hak hayırlı evlad, hayırlı devlet,
gökten hayırlı rahmet, yerden hayırlı bereket nasip eyleye. Dârınız, niyazınız kabul
ola. Gerçeğin demine hû. ”
Bir başka Dâr Gülbengi de şu şekildedir:
“Bismi Şah. Hamdulillah kim men oldum bende-i has Huda. Can-ı dilden aşk
ile dem çeker âl-i abâ. Râh-ı zulmetten çıkıp doğru yola bastım kadem. Hâb-ı gaf-
letten uyandım can gözüm kıldım küşâ. On İki İmam bendesiyem, men gürûh-ı
nâciyem. Yetmiş iki fırkadan oldum beri, dahi cüdâ. Mezhebim Hak Ca’ferîdir
gayrilerden el yudum. Pîrim, üstadım Hacı Bektâş, Kutbu’l-Evliyâ. Hak deyip bel
bağladım, ikrar verip erenlere. Mürşidim oldu Muhammed, rehberimdir Murtaza.
Ber cemâli Muhammed, Kemâl-i İmam Hasan ve Hüseyin Ali (r. â. ) bülende
salâvat. Erenlerden haklı hayırlı hizmet, şey’en lillah, Allah, eyvallah. ”
Bektâşî tarikatına ait Adab, Erkân ve Ayinler Mecmuası’nda yer alan Ter-
cüman-ı Dâr-ı Mansûr şu şekildedir:
“Ağrıtmış, acınmış kardeş var ise meydan-ı muhabbette yüzüm yerde, özüm
dârda, erenlerin dâr-ı Mansûr’unda, er Hak divanında meydan erenlerde benim
hakkı olan kardeş kandığı yerden hakkını talep etsün. Tarikata boyun germek ha-
tadır. Erenler menzili teslim-i rızadır. Olduysa dilimden ya elimden her ne geldiyse
dilim yahut elim kesmek revâdır, eyvallah. ”
Bektâşî şiirlerinde “dâr” kavramı sıkça kullanılmıştır. Tasavvufta sûfînin iler-
lemesine engel olan günahlarıdır. Bektâşî sûfîsi dârda bir anlamda günahlarının
muhasebesini yapar. Tarikata ve tarikat ulularına bağlılığını yeniler. Bektâşî tari-
katının pîri olan Hacı Bektâş Veli’den de manevi ilerleme için yardım istenir.
Dâr, âşıkların mirâcıdır. Çünkü âşık, ölümle beden denen yükten kurtulup
sınırsız bir hürriyete kavuşmuştur.
İstivâyı gözler gözüm
Sebü’l-Mesânîdir yüzüm
Ene’l-Hakk’ı söyler sözüm
Mi’râcımız dârdır bizim20
Âşıkın dâr olması mi’râcıdur
Başına nûr-ı sa’âdet tâcıdur
N. Kadîm

20
Gölpınarlı 1969: 176

I. Uluslararası Hacı Bektaş Velî Sempozyumu 219


Prof. Dr. Pakize AYTAÇ

Her kim, Allah’ın sırrını açığa vurursa


Kanun onu taşlanarak ölüme mahkûm eder!
Hakikat, Hallâc’ın gönlüne yol bulunca,
Darağacı ve ip mirac mertebesini buldu.
Hakikat, Vücud-ı Mutlak’tan ses verince
“Ene’l-Hakk” diyen, Hakikatten başka kim olur!
Ölümle Dans
Hallâc-ı Mansûr, kendisini darağacında cellâtların kırbaçları ile seyreden
halka şöyle hitap etti:
“Allah’ım! Şu topluluk senin kullarındır. Dinlerine olan bağlılıkları yüzünden
sana aklanmak ümidi ile beni öldürmek için toplanmışlar. Onları affet! İyi biliyo-
rum ki, bana açtığın sırları onlara açsan yahut onlardan gizlediğin şeyleri benden
de gizleseydin, bu hal başımıza gelmezdi. Yaptığın şeyler için yine sana hamd, mu-
rad ettiğin şeyler için yine sana hamd olsun Allah’ım!. . ”
Kendi cellâdına gülümseyen bir vizyon adamı olan Hallâc, rûhunun mirâcını
başı pahasına gerçekleştirmiş bir aşk şehidi olarak, kendisini öldürenleri bile
affeden bir yüce şahsiyet olarak tarihe boşuna geçmemiştir. Dostu Şiblî söyle bir
bilgi aktarıyor:
“Hallâc-ı (idamından sonra) rüyada gördüm ve ona sordum: ‘Allah sana nasıl
muamele etti?’ Dedi: ‘Beni bir misafir gibi karşıladı ve bana ikramda bulundu. ’
‘Seninle ilgili olarak diğerlerine nasıl davranacak?’ diye sordum. Dedi: ‘Onları da
affedecek. Bana merhametli davrananları, Allah için merhametli davranmaları
yüzünden, bana düşmanlık edenleri de Allah için düşmanlık ettikleri için. ”21
Rahmetünden kılma mahrûm anları
Toğrı dergâhuna varsın cânları
Kamusına lutf u ihsân eylegil
Cennet ü dîdârunıla toylagıl
Uş beni vaslun içün öldürdiler
Hazret’ünde şâd idüp güldürdüler
Bunları sen dahı eyle şâd-mân
Lutfun öküşdür senün yâ Müste’ân
Ey Kerîmullâh u Rahmâni’r Rahîm
‘İzzetün nûrı hakkiçün ey Hakîm
Hazret’ünden ayru kılma bunları
Dâyimâ ‘aşkuna olsun yönleri
21
Öztürk 1997: 122

220 I. Uluslararası Hacı Bektaş Velî Sempozyumu


Hallac-ı Mansur’un Düşünce Dünyasına Günümüz Açısından Bir Bakış

Son sözleri “hasb el-vâcid ifrâd el-vâhid lahu” (Âşığa, Bir ve Tek olanı birle-
mek yeter!) yani “âşığın kendi varlığını, aşk yoluyla temizlemesi gerektiği” ol-
muştur. 22

SONUÇ
Günümüzde siyasetten sanata, toplumsal ve bireysel alanın her alanına egemen
olan yüzeyselleşme, ilke ve öz yoksunluğu, krizler, yapıbozumcu tezler, toplumsal
atomizasyonun derinleşmesi, insanlarımızı alternatifsiz, umutsuz ve geleceksiz
bırakma, amorflaşma, değersizleşme bir bilinç bulanıklığı yaratmaktadır.
Bugünün medeniyetinde insan, “Hayat nedir?”, “İnsan nedir?” “Kâinat boş
ve hedefsiz bir şey midir?” sorularına cevap bulmakta zorlanmaktadır. Bir yanda
dogmalardan hareket eden düşünceler kendi içine kıvrılmış bir mantık çemberi
içinde boğulmakta, öte yanda bütün değerlere yabancı bir yapılanma bizi sonuç-
suz tartışmalar içinde bunaltmaktadır. Tıpkı Hallâc’ta olduğu gibi.
Oysa, bütün beşeriyeti bağrına basabilecek bir üstün kültürün mensuplarıyız.
Rûh dünyamızı oluşturan kavramlar üzerinde yeniden düşünmeli, onları ha-
yatımıza rehber kılmalıyız.
Mutlu bir gelecek için buna mahkûm ve hatta mecburuz.

KAYNAKÇA
Hulusi, Ahmet. Evrensel Sırlar. İst, 2007
Aktaş, Hasan. Yeni Türk Şiirinde Hallac-ı Mansur Okulu ve Misyonu. İst. 2003
Aktay, Salih Zeki. Hallac-ı Mansur. İst. 1944
Atalay, Adil Ali. İmam Cafer Sadık Buyruğu. İst. 1996
Birkan, İsmet. Hallac-ı Mansurun Çilesi. İslam’ın Mistik Şehidi. Ardıç yay. İst. 2006
Çelik, Ahmet. Dicleden Yükseln Feryad. 2009
Gündüz, Doğan. Hallac-ı Mansur. Göl Yay. Ank. 1991
Gölpınarlı, Abdülbaki. 100 Soruda Tasavvuf. İst. 1985
Günenç, Yaşar. Hallac-ı Mansur-Tavasin. Ank. 1995
Izutsu. İslam’da Metafizik Düşüncenin Temel Yapısı. İslam Mistik Düşüncesi
Üzerine Makaleler. Çev. Ramazan Ertürk. Anka Yay. İst. 2001
Kara, Mustafa. Tasavvuf ve Tarikatler Tarikatler Tarihi. İst. 1985
Koryürek, Enis Behiç. Varidat-ı Süleyman. İst. 1956
Okay, Haşim Nezihi. Everekli Seyrani. İst. 1953. s. 68

22
Schimmel 2001: 80

I. Uluslararası Hacı Bektaş Velî Sempozyumu 221


Prof. Dr. Pakize AYTAÇ

Öktem, Niyazi. Hallac-ı Mansur, Anadolu Aleviliğinin Felsefi Kökleri. İst. 1994
Pala, İskender. Ansiklopedik Divan Şiirin Sözlüğü Ank. 1995
Schimmel, Annemarla. İslam’ın Mistik Boyutları. Çev. Ergun Kocabıyık. İst. 2001
Sönmez, Demet. Evrenin Açılan Kapıları. İst. 2000
Şebüsteri Gülşen-i Raz, Çev. Gölpınarlı. İst. 1944
Tarlan, Ali Nihat. Şeyhi Divanın Tetkik. İst. 2004
Tatçı, Mustafa. Niyaz-ı Kadim, Halllac-ı Mansur’un Menakıpnamesi. Ank. 2008
_____, Mustafa. Yunus Emre Divanı 2. c. 2009
Uludağ, Süleyman. Tasavvuf Terimleri Sözlüğü. İst. 1995
_____, Süleyman. Hallac-ı Mansur. Türk Diyanet Vakfı. İslam Ans. c, 15 İst. 1997
Lerch, Wolfgang Günter. Bağdat’ta Ölüm. Hallac-ı Mansur. Çev. Atilla Dirim.
Yurt Yay. 2000

222 I. Uluslararası Hacı Bektaş Velî Sempozyumu

You might also like