You are on page 1of 7

MİTOLOJİ

Altay yaratılış Miti


Evvelce yalnız su vardı. Yer, gök, ay ve güneş yoktu. Tanrı
(Kuday) ile kişi vardı. Bunlar kara kaz şekline girip su üzerinde
uçuyorlardı. Tanrı, hiçbir şey düşünmüyordu. Kişi, rüzgâr
çıkarıp suyu dalgalandırdı ve Tanrının yüzüne serpti. Bu kişi
kendisinin tanrıdan büyük olduğunu sandı ve suyun içine
dalıverdi. Su içinde boğulacak oldu. Tanrı bana yardım et, diye
bağırmaya başladı. Tanrı, yukarı çık, dedi. O da birden sudan
çıkıverdi. Tanrı şöyle buyurdu: “Sağlam bir taş alırsın.” Suyun
dibinden bir taş çıktı. Tanrı ile kişi üstüne oturdular. Tanrı
kişiye: “ Suya dal ve oradan toprak çıkar.” dedi. Kişi, suyun
dibinden toprak çıkarıp Tanrı’ya verdi. Tanrı bu toprağı suyun
üzerine atarak; “Yer olsun” dedi. Böylece yer yaratılmış oldu.
Bundan sonra Tanrı yine kişiye: “Suya dal, toprak çıkar” dedi.
Kişi suya daldı ve “Ben kendim için de toprak alayım” diye
düşündü. İki eline toprak aldı. Bir elindeki toprağı kendi
başına iş görmek düşüncesi ile ağzına soktu. Tanrıdan
habersiz yer yaratmak istiyordu. Bir elindeki toprağı Tanrıya
verdi. Tanrı bu toprağı saçıverdi. Katı yer meydana geldi.
Kişinin ağzında gizlediği toprak da büyümeye başladı. Nefesi
tıkanıp boğulacak gibi oldu. Tanrıdan kaçmaya başladı. Fakat
nereye baksa Tanrıyı yanında buldu. Boğulmak üzere iken: ”A
Tanrı, gerçek Tanrı bana yardım et” diye yalvardı. Tanrı ona:”
Ne yaptın, ağzıma toprak saklayayım diye mi düşündün? Bu
toprağı ne için gizledin?” diye sordu. Kişi cevap verdi: ”Yer
yaratayım diye bu toprağı ağzımda gizlemiştim.” Tanrı ona:
”At ağzından o toprağı” dedi. Kişi toprağı atıverdi. Bu
topraktan küçük küçük tepeler meydana geldi. Bundan sonra
Tanrı şöyle dedi: “Sen günahlı oldun, bana karşı fenalık
düşündün. Sana itaat eden halkın düşündükleri dahi fena
olacaktır. Bana itaat eden halkın düşünceleri arı, temiz
olacaktır. Onlar güneş görecekler, aydınlık görecekler. Ben
gerçek Kurbustan adını almışımdır. Senin adın Erlik olsun.
Günahlarını benden gizleyenler senin halkın olsun.
Günahlarını senden gizleyenler benim halkım olsun” dedi.
Dalsız budaksız bir ağaç bitmişti. Bu ağacı Tanrı gördü ve
”Dalları olmayan ağaca bakmak hoş bir şey değil. Buna dokuz
tane dal bitsin” dedi. Ağaçta dokuz dal bitti. Tanrı yine şöyle
dedi: “Dokuz dal kökünden dokuz kişi türesin ve bunlardan
dokuz ulus olsun.”
Bu arada Erlik bir kalabalığın gürültüsünü işitti ve “Bu
gürültü nedir?” diye sordu. Tanrı: “Sen de bir hakansın ben de
bir hakanım. Bu gürültüyü yapan benim ulusumdur.” dedi.
Erlik bu kavmin kendisine verilmesini istedi. Tanrı ona: ”Hayır,
sana vermeyeceğim. Sen kendine bak” dedi ve kalabalığa
doğru yürüdü. Bir yere geldi. Burada insanlar, yabani
hayvanlar, kuşlar ve başka birçok canlı yaratıklar gördü ve
“Tanrı bunları nasıl yaratmış. Bunları ne ile besliyormuş?” diye
düşündü. Burada bulunan insanlar bir ağacın meyvesi ile
besleniyorlardı. Ağacın bir tarafındaki meyveyi yiyorlardı,
diğer tarafındaki meyvelerden ağızlarına almıyorlardı. Erlik
bunun sebebini sordu, insanlar ona cevap verdiler: “Tanrı bize
bu dört dalın meyvesini yemeyi yasak etti. Güneşin doğduğu
yanda bulunan beş dalın meyvelerinden yemeyi buyurdu.
Yılan ile köpeğe bu ağacın dalından yemek isteyenleri bırakma
diye emretti. Bundan sonra Tanrı göğe çıktı. Beş dalın
meyveleri bizim aşımız oldu.”
Erlik Körmös bunları duyduktan sonra Törüngey denilen
bir kişiyi buldu ve ona: “Tanrı yalan söylemiş. Siz bu dört
ağacın meyvelerini de yiyiniz” dedi. Törüngey istemedi fakat
karısı yedi. Meyve çok tatlıydı. Meyveyi alıp kocasının ağzına
sürdü. O anda her ikisinin tüyleri dökülüverdi. Utandılar,
ağacın altına saklandılar. Derken Tanrı geldi. Bütün ulus
Tanrıdan gizlendi. Tanrı haykırdı: “Törüngey Törüngey, Eje Eje
neredesiniz?” Onlar. “Ağaç altındayız, sana varamayız”
dediler. Yılan, köpek, Törüngey, Eje kabahati birbirlerine
attılar. Tanrı yılana dedi: “Şimdi sen Körmös (Şeytan) oldun.
Kişiler sana düşman olsun, vursun öldürsün.” Bundan Eje’ye:
“Yasak meyveyi yedin, Körmös’ün sözüne uydun. Bundan
böyle sen gebe olacaksın, çocuk doğuracaksın. Doğum
sancıları çekeceksin.” Törüngey’e şöyle dedi: “Körmös’ün aşını
yedin, beni dinlemedin. Şeytanın sözüne kandın, onun sözüne
kananlar onun olacaklar, onun ülkesinde yaşayacaklar. Benim
nurumdan mahrum kalacaklar. Karanlık dünyada
bulunacaklar. Şeytan bana düşman oldu. Sen de ona düşman
olacaksın. Beni dinlemiş olsaydın benim gibi olurdun. Şimdi
senin dokuz oğul, dokuz kızın olsun. Bundan sonra ben kişi
yaratmayacağım. Kişileri sen doğuracaksın.” Tanrı şeytana:
“Adamları ne için aldattın?” Şeytan: “Ben istedim sen
vermedin. Ben de hırsızca almaya karar verdim. Ben alacağım.
Atla kaçarsa düşürerek alacağım. Rakı içip sarhoş olursa
dövüştüreceğim, suya girse ağaca çıksa yine alacağım” dedi.
Tanrı şöyle dedi: “Üç kat yerin altında ay ve güneşi olmayan
karanlık bir dünya vardır. Ben seni oraya atıyorum.” İnsanlara
da şöyle dedi: “Bundan sonra size yemek vermeyeceğim.
Kendinizi, kendi gücünüzle kazanarak besleyin. Sizinle
konuşmayacağım. Size Maytere’yi göndereceğim.”
Maytere geldi. İnsanlara birçok şey öğretti. Araba yaptı,
aş olarak ot köklerini, ısırgan vs otları tayin etti.
Erlik Maytere’ye yalvardı: “Ey Maytere, sen benim için
Tanrıya başvur. Müsaade etsin de ben Tanrının yanına
çıkayım.” Maytere, Erlik’in kabul edilmesi için Tanrıya altmış
yıl yalvardı.
Tanrı şeytana şöyle dedi: “Bana düşman olmazsan,
insanlara kötülük etmezsen yanıma gel.” Şeytan göklere,
Tanrının yanına çıktı. Tanrıya secde ederek: “Beni takdis et,
müsaade et ben de kendim için gökler yapayım” dedi. Tanrı
müsaade etti. Erlik gökler yaptı. Erlik’in avanesi göklere
yerleşip çok kalabalık oldu. Tanrının öz kişisi Mangdeşire şöyle
düşündü, bizim öz kişilerimiz yeryüzünde, Erlik’in kişileri
gökyüzünde, bu çok fena bir şey.
Mangdeşire, Tanrıya darılıp Erlik’e karşı savaş açtı. Erlik
karşı geldi. Ateşle vurup Mangdeşire’yi kaçırdı. Mangdeşire
Tanrı huzuruna çıktı. Tanrı: “Nereden geliyorsun?” diye sordu.
Mangdeşire: “Erlik’in avanesi yüksek göklerde, bizim
kişilerimiz de yerde bulunuyorlar. Bu çok fena bir şey. Ben
Erlik’in avanesini yere indirmek için savaştım. Fakat gücüm
yetmedi, indiremedim.” dedi. Tanrı: “Benden başka kimse ona
dayanamaz. Erlik’in gücü senden fazladır. Fakat bir zaman
gelecek ki senin gücün Erlik’in gücünden üstün olacaktır.”
dedi. Bunun üzerine Mangdeşire rahat yattı.
Bir gün Mangdeşire şöyle düşündü; Tanrının var diyeceği
gün yaklaştı.
Tanrı Mangdeşire’ye dedi: “Ey Mangdeşire, bugün var,
Erlik’i göklerden süreceksin. Maksadına erişeceksin. Ondan
çok güçlü olacaksın. Benim gücüm, takdisim (alkışım) sana
yetsin.” Mangdeşire sevindi, bir kahkaha attı. “Tüfeğim yok,
yayım, okum yok, kargım cıdam yok, yatağanım yok…ancak
yalın bileğim, kolum var. Nasıl ben Erlik’e karşı varayım?”
dedi. Tanrı ona kargı verdi. Mangdeşire kargıyı alıp Erlik’in
göklerine çıktı. Erlik’i yendi, kaçırdı. Göklerini kırıp parça parça
etti. Erlik’in göklerinin parçaları yerlere döküldü. O zamana
kadar yeryüzü dümdüz idi. Bu parçalardan dağlar, kayalar
hasıl oldu. Güzel Tanrının güzel yarattığı dümdüz yer böylece
eğri büğrü oldu. Erlik’in bütün avanesi yere döküldü. Kimi
suya düştü boğuldu. Kimi ağaca kimi taşa çarptı öldü. Kimi
hayvanlara yem oldu öldü.
Şimdi ErlikTanrıdan yer istedi. “Benim göklerimi kırdın.
Şimdi benim barınacak yerim yok” dedi. Tanrı onu yerin altına
karanlık dünyasına gönderdi. Üzerine kat kat kilitler koydu.
“Üzerinde sönmez ateş olsun, güneş ve ay ışığı görmeyesin.
Tekrar ediyorum; iyi olursan yanıma alırım. Fena olursan daha
derinlere sürerim.” dedi. Erlik: “Ben ölmüş adamların canını
alacağım.” Dedi. Tanrı: “Ben onları sana vermeyeceğim,
kendin yarat” dedi. Erlik eline çekiç, körük, örs aldı. Bir vurdu
ayı çıktı, bir vurdu domuz çıktı, bir vurdu Albıs (fena ruh) çıktı,
bir vurdu deve çıktı.
Tanrı geldi. Erlik’in körük, çekiç ve örsünü alıp ateşe attı.
Körük bir kadın, çekiç bir erkek oldu. Tanrı bu kadını yakalayıp
yüzüne tükürdü. Kadın bir kuş olup uçtu. Bu kuş eti yenmez,
tüyü yelek olmaz Kurday denilen kuştur. Tanrı erkeği
yakalayıp yüzüne tükürdü. O da bir kuş oldu. Bu da Yalban
denilen kuştur.
Bütün bunlardan sonra Tanrı halka hitaben: “Ben size
mal verdim, aş verdim, yerin üzerinden iyi, güzel ve arı sular
verdim. Siz de iyilik yapınız. Ben göklerime döneceğim. Çabuk
gelmeyeceğim.” dedi.
Sonra yardımcı ruhlara hitaben: “Şal-Yime, sen rakı içip
aklını kaybedenleri, körpe çocukları, kısrak yavrularını, inek
buzağılarını koru, iyi sakla. İyilik yapmış olan ölülerin canlarını
yanına al, kendini öldürenleri alma. Zenginlerin mallarına göz
dikenleri, hırsızları, başkalarına düşmanlık edenleri de alma.
Benim için ve hakanı için savaşıp ölenleri al, benim yanıma
getir. İnsanlar size yardım etsin. Sizden fena ruhları
uzaklaştırdım. Fena ruhlar (Körmösler) insanlara yaklaşınca
onlara yemek versinler. Körmöslerin aşlarını yemeyiniz.
Yerseniz onlardan olursunuz. Benim adımı söylerseniz
himayemde bulunacaksınız. Fakat tekrar geleceğim. Beni
unutmayınız, beni gelmez sanmayınız. Şimdi uzaklara
gidiyorum. Tekrar geldiğim zaman sizin iyilik ve fenalıklarınızın
hesabını göreceğim. Şimdilik benim yerimde Yapkara,
Mangdeşire ve Şal-Yime kalıyorlar. Onlar size yardım
edeceklerdir.
Yapkara, sen iyi bak! Erlik senin elinden ölmüşlerin canını
almak isterse Mangdeşire’ye söyle, o kuvvetlidir. Şal-Yime sen
iyi bak! Albıs, Şulmus yerin altından çıkmasınlar. Çıkarlarsa
derhal Maytere’ye ver, o kuvvetlidir, onları kovsun. Podo-
sünku ayı ve güneşi beklesin. Mangdeşire’ye söyle yeri ve
gökleri beklesin. Maytere iyilerden kötüleri uzaklaştırsın.
Mangdeşire, sen ruhlarla savaş! Sana güç gelirse benim adımı
çağır! İnsanlara iyi şeyleri öğret. Oltayla balık avlamak, sincap
(tiyin) vurmak, hayvan beslemek sanatlarını öğret.
Bunları söyledikten sonra Tanrı uzaklaştı. Mangdeşire
olta yaptı, balık avladı. Tüfek icat etti, sincap vurdu. Tanrının
buyurduğu gibi insanlara birçok şeyler öğretti.
Mangdeşire bir gün şöyle dedi: “Bugün beni rüzgar
uçuracak ve götürecektir.” Rüzgar geldi ve Mangdeşire’yi alıp
götürdü.
Yapkara insanlara şöyle dedi: “Mangdeşire’yi Tanrı
yanına aldı, onu bulamayacaksınız. Ben Tanrının elçisiyim.
Tanrı nerede durdurursa orada kalacağım. Siz öğrendiklerinizi
unutmayınız. Tanrının yargısı budur.” İnsanları kendi hallerine
bırakıp o da gitti.

You might also like