You are on page 1of 7

Euthypron diyaloğu Platonun gençlik dönemi diye sınıflandırılan döneminden bir eser.

Olayda geçen karşılaşma Sokratesin davasından önce M.Ö 399 tarihinde gerçekleşmiştir.

Eserin kaleme alınma tarihi hakkında fikir birliği yok M.Ö 396 ile 395 yılları olabileceğini söyleyenler var.

Eserden Çıkardığım Sonuçlar:

1. Euthypron dini konularda çok bilgili olduğunu iddia edip en sonunda Sokrates’e cevap vermeden
kaçıyor bu durumla aynı şekilde Sokrates’e dava açan Melotos’un durumlarının birbirine olan paralelliği
anlatılmak isteniyor olabilir. Çünkü Melotosta Sokratesin genç nesillerin dinini zehirlediğini söylüyor.
Kendini dinin savunucusu yerine koyuyor. Dini konularda bilgili olduğunu iddia ediyor.

2. Euthyprona dindarlığın tanımını soruyor ve farklı birkaç tanım alıyor ama bir şeyin tanrılar tarafından
sevilmesiyle mi iyi olacağı yoksa iyi olduğu için mi sevildiği sorusunda bence Platon tanrıların da ötesinde
onların iradesinden ziyade bir iyi ideasının olduğunu tanrıların onu sevmesiyle değil de iyi olduğu için
sevildiği görüşünde gibi. Bu durumda da tanrı sevgisi neden değil sonuç oluyor.

3. Yine bu durumda yani bir şey iyi olduğu için Tanrılar tarafından seviliyorsa Tanrı olmasa bile biz nesnel
olarak iyiliğe ulaşabiliriz.

Kriton diyaloğu da Platon’un gençlik dönemi eserlerinden.

M.Ö 399 yılında yazılmıştır.

Eserden Çıkardığım Sonuçlar:

1. Ahlak ile hukuk arasındaki çatışmaya değiniyor gibi. Sokrates kaçarak yasa koyuculara karşı değil
yasalara karşı suç işleyeceğini bununda toplumda daha çok soruna yol açacağını söylüyor. Yasaların kutsal
olduğunu söyleyerek haksız durumlarda bile insanın erdemsiz davranmayarak kalabalığa karşı kendi
doğrularını savunması gerektiğini bunun sonucunda ölüm olsa bile vazgeçmemesi gerektiğini belirtiyor.
Eğer kaçarsa o zamana kadar yaşadığı erdemli hayatını kaybedeceğini kötü anılacağını belirtiyor. Böyle bir
durumda kaçmak yerine kendini müdafaa etmenin daha erdemli bir davranış olduğunu, kendisine yardım
etmek isteyen dostlarının da bu gibi fikirler yerine onun yanında olarak doğruları topluma aktararak daha
faydalı olacaklarını söylüyor. Bu durumdan bakınca sanki Platonda onu yapmış gibi, Sokrates haksız yere
öldürülürken kendisi onun hayatını yaşadığı olayları eserleştirerek gelecek nesillere aktarmış.

TANIM: Bir sözcüğün ya hemen herkes tarafından kabul edilen ya da onu kullanan kişi tarafından
kastedilen anlamını ortaya koyma bir kavramın anlamını belirleme o kavrama yüklenebilecek özellikleri dil
yoluyla ifade etme. (Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü.)

TANIMIN MAHİYETİ VE İŞLEVİ HAKKINDAKİ GÖRÜŞLER:

1. Platon Aristoteles Kant Husserl gibi filozoflar özcü tanım anlayışıyla tanımın betimlere kıyasla kesin ve
dakik bilgi aktardıkları görüşündedirler.

2. Diğer görüş Pascal Hobbes Russel gibi mantıkçılar tarafından kabul edilen kural koyucu tanım
anlayışıdır. Bu görüşe göre de tanımlar kesin olmakla birlikte onların yanılmazlığını ve aktardığı bilgiyi
yadsımaktadırlar.
3. Stuart Mill gibi ve dil felsefeci geleneğe göre ise tanımların bilgi ifade ettiğini söylerler ancak kesin bilgi
aktardığı fikrine karşı çıkarlar.

HORİSMOS: Bağlayan sınır, tanım. Horizo kökünden geldiği onun da bir şeyi bölmek parçalamak
sınırlamak gibi ifadelere geliyor. ( Francis Peter Antik Yunan Sözlüğü)

EİDOS: Görüntü, görünüş, şekil, form, biçim, biçimlendirici doğa, tip, tür, idea. ÖZSEL DOĞA

HYPOKEiMEON: altta duran, bir şeye temel veya destek teşkil eden şey, cevher
manasında

2. HAFTA PHAİDROS DİYALOĞU

- Platonun olgunluk dönemi eserlerinden.

- Diyalogdaki kişiler: Phaidros, Sokrates ve metinde konuşması incelenen Lysias (şair)

FELSEFESİNE DAİR ÇIKARIMLAR:

- Diyalog Sokratesin Phaidros ile karşılaşıp konuşmasıyla başlıyor. Phaidros Sokrates’e Lysias’ın aşk
hakkındaki bir konuşmasından bahsediyor ve Sokrates’te neler dediğini merak edip anlatmasını istiyor.
Daha sonra bir ağacın altına oturup Phaidros Lysias’ın dediklerini okumaya başlıyor. Lysias aşk hakkında:
aşık insanların yaptıkları iyiliklerden dolayı aşkları bitince utanç duyduklarını aşık olmayan kişilerin ise
böyle bir durumda olmadıklarını çünkü zorunlulukla iyilik yapmadıklarını söylüyor, aşık bir insanın başına
gelen iyi veya kötü şeylerin nedeni olarak aşkı gördüğünü, yeni birisine aşık olduklarında eski aşklarından
daha çok sevdiğini hatta yeni sevgilisi için eskisine zarar bile verebileceğini, aşık insanların akıllarının
yerinde olmadığını bu durumu kendilerinin de bildiğini, kendine bir dost seçmek istediğin zaman bunun
aşık bir insan yerine aşık olmayan birinin olmasının daha iyi olacağını, aşık insanların kıskanç olduklarını
ama herkesin onları kıskandığını düşündüklerini, paranoyak olduklarını, kendilerinden eğitim veya parasal
konularda yüksek olan kişilerden uzak durduklarını, bedenlerinin isteğine göre hareket ettiklerini söylüyor.

- Sokrates Lysias’ın konuşmasını, aşk hakkında söylediklerini beğenmiyor. Bunun üzerine Phadiros onun
görüşlerini dinlemek istiyor ve Sokrates utandığını belirterek hızlıca yüzümü kapayarak konuşacağım diyor.
Sokrates konuşulan şeyin neyle ilgili olduğunu bilmenin önemli olduğunu söylüyor ve “aşık olana mı yoksa
olmayana mı dostluk yapılmalıdır” sorusunun cevabını bulmak için aşkın ne olduğunun bilinmesinin
gerektiğini söylüyor. Aşkın bir istek duyma durumu olduğunun kesin olduğunu ancak aşık olmayanların da
güzel şeylere istek duyduğunu belirtiyor. İnsanın içinde bir emretme ve yol gösterme duygusunun
olduğunu ve insanın bu duygulara göre hareket ettiğini söylüyor. Bu duygulardan birisi doğuştan gelen haz
diğeri ise iyiye ulaşma isteğidir. Haz ve iyiye ulaşma isteği bazen birbirleriyle uzlaşma içinde olurken bazen
ise çatışma içerisinde olur ve birisi galip gelir. İyiye yönelik olan akılla galip gelirse bu duruma ölçülülük
denir, hazza yönelik olan akıldışı durum galip gelirse buna da ölçüsüzlük denir. Ölçüsüzlük durumunun
farklı farklı çeşitleri vardır, mesela yemek yeme konusunda isteğimiz fazla olursa buna oburluk denir böyle
bir insana da obur deriz. Aşkta beden güzelliği le birleşen diğer isteklerin üstün bir duruma geçtiği bir
hazdır. Daha sonra Sokrates aşık olan ve olmayan insanlardan gelen iyiliklerin yarar ve zararlarını
incelemeye başlıyor. Aşık olan bir insanın sevgilisini kendisinden daha üst tarafta veya kendine denk
görmek istemediğini onu alta çekmeye çalıştığını söylüyor. Sevdiği insanın en çok kendisini sevmesini ister
bundan dolayı da sevgilisi diğer bilgilerden mahrum kalır. Bundan dolayı da düşüncenin söz konusu
olduğu durumlarda aşık kişilerin faydası olmaz. Eğer sevdiği kişi zengin biriyse aşığı onu kıskanır ailesinin
dostlarının olmamasını ister, fakirleştiği zaman mutlu olur. Aşık insanlar zararlı hareketlerde bulunurlar
geçinmeleri zordur, aşkı bittiği zaman ise bambaşka bir insana dönüşür, aşk ve çılgınlık yerini akla ve
ölçülü davranmaya bırakır. Yeniden ölçülü bir insan olur. kendisine aşık olunan insan ise aşığı kaybetmek
istemez tekrar eskisi gibi olmak ister ancak aşık kişi sadece kendi isteklerini tatmin etmiştir, KURTLARIN
YÜN SEVMELERİ GİBİ, aşıklarda sevgililerini öyle sever. Sokrates aşık insanların hallerinden bahsettikten
sonra tüm bunların zıtları olan iyi şeylerin aşık olmayan insanların halleridir diyor.

- Tam bundan sonra Sokrates gidecekken içinden her zaman duyduğu sesi duyuyor ve söylediği şeylerin
yanlış olduğunu hata ettiğini ifade ediyor. Sokrates aşk hakkında kendi dediklerinin ve Lysiasın
konuşmasında geçenlerin kötü şeyler olduğunu dinsizce şeyler olduğunu belirtiyor. Erosun Tanrı veya
tanrısal bir şeyse kötü olmaması gerektiğini oysa iki konuşmada da aşk için kötü denildiğini söylüyor. Daha
sonra az önceki konuşmasının zıttı bir konuşma yaparak hatasını telafi edeceğini söylüyor.

- Aşık insanların akıllarının yerinde olmadığı aşık olunanların ise akılının yerinde olduğu sözünün yanlış
olduğunu söylüyor. Deliliğin kötü bir şey olmadığı en büyük iyiliklerin delilikle birlikte gelen hediyeler
olduğunu ifade ediyor. Delphoi tapınağındaki rahibe ve kahinlerin pek çok işi delilik halindeyken
yaptıklarından, akılları başlarındayken yaptıkları yararlı iş sayısının çok az olduğundan söz ediyor. Deliliğin
tanrısal bir durum olduğunu bundan dolayı kehanet kelimesiyle birbirine yakın olan kelimelerle ifade
edildiğini söylüyor. Eski zamanlarda da kötü bir olay yaşandığı zaman delilik ve kehanet durumundan
yararlanıldığı örneği veriyor. Bu gibi durumlardan dolayı deliliğin kötü bir şey olmadığını akıllı insanları
delilere tercih etmemiz gerekir sözünün yanlış bir düşünce olduğunu söylüyor. Aşkın tanrılar tarafından
insanlara gönderilen en güzel bir delilik hediyesi olduğunu diyor. Bundan sonra Sokrates o mistik
durumları açıklamaya başlıyor.

- Ruhların sürekli hareket halinde bulunduklarını sürekli hareket halinde olan şeyin ölümsüz olduğunu
açıklıyor. Kendi kendini hareket ettiren şey ise kendini durduramadığından hareketi asla bitmez bundan
dolayı bu hareketin temel ilkesidir. Dışarıdan hareket ettirilen şeylerin ruhları yoktur kendi kendine
hareket edenlerin ruhları vardır, bu durumda ruh kendi kendine hareket edendir ve ölümsüzlüğü
zorunludur. Daha sonra ruhun biçiminden bahsetmeye başlıyor. Ruhun doğuştan yan yana duran iki
kanatlı at ve arabadan oluşan bir şey olduğunu varsayıyor. Arabacı atların dizginlerini elinde tutuyor,
atlardan birisi iyi soydan geliyor diğeri ise çirkin ve kötü soydan geliyor bundan dolayı arabacının dizginleri
kontrol etmesi zor. Ruh kanatlandığı zaman gökyüzünün üstüne çıkar kanatlarını kaybettiği zaman ise bir
cisim bulana kadar aşağıya düşer topraktan olan bir cisimle temas ettiğinde onun içine girer birleştiği
cisim bundan sonra hareket etmeye başlar ancak onu hareket ettiren ruhtur bundan dolayı o ölümlüdür
ölümsüz değildir. Daha sonra ruhun neden kanatlarını kaybedip düşmeye başladığını açıklıyor. Kanatlar
yapıları gereği ağır şeyleri tanrıların bulunduğu göğe yükseltme becerilerine sahiptirler, ruhsal bakımdan
tanrılarla ortaklığı vardır, güzel, iyi, bilge gibi tanrısal özellikler kanatları güçlendiren şeylerdir, tersi olan
kötülükle ilgili olan şeylerde ise kanatlar küçülmeye başlar. Zeus gökyüzünün büyük yöneticisidir her şeyi
düzenleyendir. Onun ardından 11 grup halinde diğer tanrılar ve daimonlar gelir. Her tanrı kendi grubunun
başında durur. Gök katında çok sayıda kutsal yer ve geçiş yolları vardır. İyi rehberlik eden tanrı soylarından
her biri kendi uygun olan yollardan geçerler. Bunu isteyenler veya yapabilecek olanlarda tanrıların
ardından giderler. İyi atlar tarafından yönlendirilen arabalar burayı kolayca geçerler, diğerleri ise geçemez.
Kötü at tarafından çekilen araba burada sorun yaşar, yavaşlar bu durum ruhu zor duruma düşürür.
Ölümsüzler göğün en üstüne ulaşırlar ve onun ötesine geçerek döngü kendilerini çevirdikçe var olan
biteni izlerler. Göğün bu kısmındaki varlıklar renksiz biçimsiz dokunulamayan sadece ruhun etkisindeki
akılla bilinebilen şeylerdir. (BENCE BUNLAR idealar) Dönüş sırasında bilgi, adalet, ölçülülük gibi şeyleri
görürler (bunlarda idealar) Bu bilgi dünyada edindiğimiz ve gerçek dediğimiz bilgi değildir (yani asıl olan
bilgi ideası) ruh burada gerçekleri gördükten sonra tekrar aşağı düşer. Daha sonra diğer ruhların
durumlarından bahsediyor. Bu ruhlardan bazıları tanrıyı en iyi şekilde takip etmek isterler ancak atlardan
yana sıkıntı yaşarlar ve gerçeği göremezler. Bazen yukarı çıksalar bile tekrar aşağı düşerler, atlardan dolayı
yaşadıkları sıkıntılardan dolayı gerçeğin bir kısmını görürler bir kısmını göremezler. Bazı ruhlar ise ne
yaparsa yapsınlar yukarı çıkamazlar ve birbirlerine üstünlük kurmaya çalışırlar arabalar çarpışır ve aşağı
düşerler. Yukarıya asla ulaşamadıkları için gerçeği göremezler ve sanılarla yetinirler. (yani idealar aleminin
dışındaki şeyleri gerçek olarak kabul ederler) Ruhların bu kadar çabalamalarının sebebi ruhu besleyen en
iyi parçanın burada olmasıdır. Tanrıyla ilerleyen ve emirleri yerine getiren bir ruh gerçeğin bilgisine ulaşır
ve bir sonraki döngüye kadar zarar görmez. Eğer emirleri uygulamazsa kötü şeyler ortaya çıkar ağrılık artar
ve ruhun kanatları kırılır ve yere düşer. Daha sonra ruhun ilk ortaya çıktığında yer aldığı gruplardan
bahsediyor. Buna göre ruh ilk olarak herhangi bir hayvanın içerisine girmez, en iyileri felsefe, müzik ya da
güzelliğe meraklı olarak dünyaya gelir. İkinci grupta yasalara saygılı kral ya da cesur komutanlar yer alır.
Üçüncü grupta devlet adamları, tüccar ya da aile reisi yer alır. Dördüncü grupta çalışkan bir beden
eğitimcisi ya da hekim yer alır. Beşinci grupta kahin ya da sırların peşinde koşanlar altıncı grupta şair ya da
benzetme yapan sanatçılar yedinci grupta çiftçi ya da zanaatkarlar sekizinci grupta sofistler dokuzuncu
grupta ise tiranlar yer alır. Bu gruplar içerisinde yaşamları adaletli olanlar iyi kaderden adaletsiz olanlar ise
kötü kaderden pay alırlar. Ruh içinde bulunduğu yerden 10 bin yıldan önce çıkamaz çünkü ruhun
kanatlarını alabilmesi için ya iyi bir filozof ya da felsefe uğruna aşık birisi olması gerekir. Bu tür ruhlar 3 bin
yıllık 3 ayrı dilimde başarılı olurlarsa tekrar kanatlanıp uçarlar. (kafama takılan kısım yukarıda 10 bin yıl
dedi bu hesaba göre bin yıl boşta kalıyor o bin yılda galiba dünyadaki günlerine sayılıyor) Bu grup
haricindekilere gelince onlar yaşamları sona erince yargılanırlar bir kısmı yer altında ceza çekerken bir
kısmı adalet sayesinde yukarıya çıkarılır ve orada insanca bir yaşam sürer. Bin yıl sona erince yeniden gelip
kendi yaşamları için kura çekerler sonuç olarak bazı insan bedenindeki ruhlar hayvana girerken tersi
durumda olur ve hayvan bedenindeki ruhlar insana girer. Gerçeği göremeyen bir ruh insan bedenine
giremez. Çünkü insanın akılla çok sayıda duyum arasından bire indirgenmiş ideayı görebilmesi gerekir. Bu
durumda bizim daha önceden tanrıyla beraber gidip şu andaki bakış açımızdan daha yüksek bir bakış
açısına sahip olduğumuz, ruhumuzun gerçekten yükseldiği zamanda var olan şeyleri hatırlama
durumumuzdur. Bunu başarabilenlerde sadece filozoflardır çünkü sadece onlar tanrıyı tanrı yapan şeyleri
ellerinden geldiğince hatırlayabilenlerdir. Böyle bir durumdaki filozof diğer işlerden uzaklaşıp tanrısal
işlerle ilgilendiği için diğer insanlar tarafından delirdiği sanılabilir. Bu da az önce bahsedilen delilik türünün
dördüncü örneğidir. Bu durumdaki bir insan gerçeği hatırlar güzeli görür. (Yani insanda doğuştan bilgi
vardır) Ruhu uçmaya hazırlanır ama bunu başaramazsa aşağıdaki şeyleri de umursamayı bırakır bundan
dolayı deli sayılır. İşte delilikten pay alıp da güzele aşık olan kişiye de aşık denir. Burada yaşadıklarımızı
tefekkür edip gerçek dünyayı hatırlamak ise kolay bir şey değildir. Çok az sayıda ruh gerçeği hatırlar.
Yukarıda gördükleri şeylerin benzerlerini gördükleri için şaşkınlık içindedirler, kendi algılarından
habersizdirler. Ölçülülük, adalet vb. şeylerin güzellikleri yoktur, uzuvlar görüntüleri bulanık hale getirirler,
bundan dolayı çok az sayıdaki ruh benzeşmelerin türünü anlayabilir. Daha sonra güzelliğin diğer şeyler
arasındaki yerinden bahsediyor ve bu dünyaya geldiğimiz zamanda duyularımız arasında en açık olanı
olduğu için güzellik yine ön planda oluyor. Duyularımız arasında en güçlü olanı da görme duyusudur.
Eskiden güzeli gören bir insan buradaki güzeli görünce de karşı çıkamaz hazla hareket etmeye başlar.
Güzeli izlemeye başlar ona saygı gösterir. Güzelin etkisiyle kanatları yumuşar tüylenir. Ruhun her yerini
kaplar. Yeni diş çıkaranlarda nasıl diş etlerinde kaşıntı ve ağrılar olursa ruhu bu durumda olan birisi içinde
aynı sıkıntılar oluşur. Güzelden mahrum kaldığı zaman ruhun kanatları sertleşir tüyleri yok olmaya başlar.
Ruh güzelden mahrum kaldıkça acılar çeker huzursuzlanır onu gördüğü zaman ise durumu düzelir. Bundan
sonra güzelden uzak durmak istemez, her şeyin değeri gözünde kaybolur sadece sevgilisine yakın olmak
ister. Bütün bu durumlar “Eros” diye isimlendirilir. “Ölümlüler ona kanatlı aşk derler, ölümsüzler ise tek
kanatlı derler çünkü büyümesi gereklidir. Aşıkların durumu böyledir, Zeusun peşinden gidenler
kanatlarının daha ağır şeyler taşıyabileceklerine inanırlar, Ares’in emrinden gidenler ise Eros’un
kendilerini esir aldığını haksızlık yapıldığını söylerler. Ruhlar peşinden gittikleri tanrıyı onurlandırmaya
çalışırlar ve ona benzemeye uğraşırlar. Herkes güzeller arasında kendine uygun olan aşkı bulurlar Zeusun
peşinden gidenler yöneticilik vasfına sahip veya filozof olan kişileri bulurlar. Diğer tanırların peşinden
gidenlerde o tanırlara uygun kişileri bulurlar. Buldukları sevgililerini tanrılarına benzetmeye çalışırlar ve
kıskançlık duymazlar. Aşkın peşinden giden insan sevgilisine mutluluk sunar. Daha sonra ise ruhların
durumundan bahsediyor şu iki attan ve bir arabadan oluşan ruhun.

Atlardan biri iyi biri kötüydü iyi olan at boylu poslu güzel burunlu beyaz renkli, siyah gözlüdür. Emre itaat
eder ölçülük ve saygıyla onurlandırılmak ister. Diğer at kötü olandır, beli büküktür, siyah renklidir, burnu
düzdür gözleri ise kan toplamıştır. Bu atın dostu ölçülü ve dürüst olmamaktır. Aşkla dolu bir güzellik
gördüğü zaman iyi at sahibinin sözüne uyar ve sevgiliye gitmek ister ancak diğer at sahibini dinlemesem
direkt hazlarla hareket eder. İyi atla arabacı onu dizginlemek isterler ancak bir süre başarısız olunca artık
onlarda onun arkasından giderler. Sevgiliye ulaşıp döndükten sonra iyi at utanç duyarken diğer at
arabacıya öfke duyar yapmaları gerekeni yapmadıklarını söyler. Kötü at sürekli hazza ulaşmaya çalışır bu
isteklerini arabacı engeller ve en sonunda kontrolü ele alır kötü at söz dinlemeye başlar ve güzeli görünce
titrer. Felsefi boyutu bu kadar.

MANTIĞA DAİR ÇIKARIMLAR

- Sokrates hitabet yazarı olmanın eleştirilecek bir şey olmadığını söylüyor. Ardından bir konuşma veya
yazma hangi yolla iyi olur hangi yolla kötü olur bunu konuşmak istiyor. İyi bir konuşma hakikate dayanmalı
mıdır yoksa dayanmamalı mıdır bunu sorgulamaya geçiyorlar. Sokrates bir konu hakkında konuşacak
kişinin o konu hakkında iyiyi kötüyü bilip konuya hakim olması gerektiğini söylüyor. Phaidros ise iyi ve
kötüyü bilmekten ziyade iyi ve kötü gibi olan şeyleri bilmesinin yeterli olduğunu önemli olanın
karşısındakilere inandırması gerektiğin, duyduğunu söylüyor. Sokrates bu durumu incelemeye başlıyor ve
ben sana eşeğin at olduğunu inandırsam ve eşeği sana ev işlerinde ve savaşta kullandırsam bu durumda
iyiyi ve kötüyü bilmeden insanları yanlış yönlendiririm diyor. Yani gerçeği bilmeyen bir retorun yapacağı
konuşma iyi değildir.

- Daha sonra Sokrates hakikatin bilgisinin retorik olmaksızın ikna edici olmayacağını söyleyenler olabilir
diyor ve onlara karşı dedikleri sözler sanatla ilgiliyse doğru olduğunu söyleyebilirim ancak sanatla ilgili
olmayan şeylerle ilgilendiğini düşünüyorum diyor ve felsefe olmaksızın asla güzel bir konuşma
yapılamayacağını söylüyor.

- Sokrates önemli olsun önemsiz olsun büyük veya küçük konuşmaların hepsinin hitabet sanatı olduğunu
söylüyor. Daha sonra mahkemelerde hitabet sanatını kullanan birisinin istediği zaman adaletli istediği
zaman ise aynı şeyleri adaletsiz gösterebileceğini söylüyor. Bu gibi özelliğinden dolayı retoriğin her
konuşmada kullanılabileceğini ifade ediyor.

- Eğer bir insan başkasını kandırmak istiyorsa ve kendisi de hata yapmak istemiyorsa nesneleri iyi bilmeli
aralarındaki benzerlikleri iyi bilmelidir diyor. Hata yapan insan nesneler arasındaki farkı bilmediğinden
hata yapar diyor. Bu duruma benzer gerçeği bilmeyen hitabet sahibinin ise sanat yapmadığını açıklıyor.
- Daha sonra sanatlı ve sanatsız hitabet örneklerini incelemek için Lysias’ın konuşmasını incelemeye
dönüyorlar. Sokrates demir gibi gümüş gibi şeylerden herkesin aynı şeyi anladığını ancak adalet gibi iyi gibi
şeylerden ise herkesin farklı anlamlar çıkardığını retoriğin gücünün de bu gibi konularda fazla olduğunu
söylüyor. Bundan dolayı konuşma sanatçısı iki grubu da iyice bilmeli hangi durumlarda çelişkiye düşüp
düşmeyeceğini iyi öğrenmelidir.

- Daha sonra Lysias’ın konuşmasında geçen aşkında çelişki farklı anlamlar çıkan konulardan olduğunu
söylüyor ve onun konuşmasına sonuç kısmıyla başladığını bundan sonraki kısımları düzensiz yazdığını oysa
her söylevin bir başının sonunun insan bedeni gibi düzenli bir şekilde olması gerektiğini açıklıyor.

- Daha sonra söylevi iki ilkesi olan eğlenceli bir duruma benzetiyor. İlk ilke iç içe geçmiş çokluğun tek bir
yerde toplanma ilkesi. Bu sayede tanım getirilebilir ve öğretilebilir olur. Diğer ilke ise toplanan şeyin doğal
birleşme yerlerinden ayrılmasıdır konuşma ve düşünme bu şekilde olanak kazanır ve bunu yapabilenlere
de diyalektikçi denir.

- Phaidros retoriğin ne olduğunu tam söylemedin diyor Sokrates’te yapısından bahsediyor. İlk olarak giriş
kısmı olmalıdır, sonra hikaye hikayenin tanıkları, sonra ispatlar ve olasılıklar ondan sonra da onaylama ve
devamı vardır diyor. Bundan sonra bazı kişi isimlerinden retoriğin özelliklerine vurgu yapıyor. Bu özellikler
şunlardır: Suçlama ve savunmalarda çürütme, örtük övme, örtük anma, örtük suçlama, olasılıkları
hakikatten üstün gösterip küçüğü büyük, eskiyi yeni gösterme, kalabalıkları büyülü sözlerle kışkırtma,
kızgın olanları yatıştırma gibi.

- Daha sonra Sokrates retorik ile hekimlik arasında bir benzerlik kuruyor. Bir bedeni istediği zaman
terletmek üşütmek kusturmak için ona ne verilmesi gerektiğini bildiği için hekimlik iddiasında bulunan bir
kimsenin bunları kime ne miktarda vereceğini bilmesinin gerektiğini belirtiyor. Eğer adam bunları
bilmiyorsa ama öğrencisine öğretebileceğini söylüyorsa onun bu iddiası kabul edilemez. Bu kişi temel
hekimlik bilgilerine sahip olsa bile hekim kabul edilmez. Bunun benzeri bir durumu tragedya yazarları
içinde veriyor. Aynı şekilde diyalektik konusunda eğitimsiz kişilerde retoriğin ne olduğunu bilmeden sırf
gerekli temel bilgilere sahip oldukları için retoriği keşfettiklerini iddia ederler ve bu temel bilgileri
başkalarına aktardıkları zaman retoriği öğretmiş olduklarına inanırlar.

- Phaidros hitabet sanatının nasıl öğrenileceğini soruyor. Sokrates iyi bir tartışmacı olması gerektiğini
ayrıca doğasında hatiplik varsa bilgi ve çalışmayla daha iyi hale geleceğini ifade ediyor.

- Daha sonra Sokrates yine hekimlik ve hitabet sanatının yöntemlerini karşılaştırmaya başlıyor. Hekimler
ilaçlarla insanın bedenine güç vermeye çalışırken hatiplerde konuşmalarla insanın ruhuna erdem ve inanç
vermek isterler. Ruha hitap edebilmek içinse ruhun doğası bilinmelidir. Ruhun doğasıda şu şekilde
bilinebilir: Bu şey birleşik midir yoksa yalın mıdır ona bakılır. Yalınsa etkilediği ve etkilendiği şeyler
araştırılır. Birleşikse nelerden birleşik olduğuna ve içinde neler olduğuna bakılır ve neleri etkilediğine
bakılır. Retorikle ilgilenen kişi ruhun doğasını kavramalıdır. Sonra ruh ve söz türleri sınıflandırılır hangi
ruha hangi söz söylenerek ikna edilir ona bakılır. Retorikçi insan bunları iyi bilmelidir ve gündelik
hayatında kullanmalıdır. Ne zamanki ruhun durumunu kavrar ne zaman nasıl konuşacağını bilirse o zaman
sanatında başarılı olur.

- Daha sonra bu duruma yönelik bir eleştiriyi inceliyorlar. Buna göre retorikle ilgilenen insanların
gerçekleri bilmesine gerek yoktur mahkemelerde inandırıcı olmaları yeterlidir. Bazı durumlarda gerçekler
akla yatkın gelmez böyle durumlarda gerçekler yerine akla yetkin gelenleri konuşuruz ve böylece sanatlı
konuşmuş oluruz. Çoğunlukta düşündükleri şeylerin akla uygun olduklarını söyler. Bu durumda da yalan
söyleyebilirler. Bazı retorlar da böyle yapıp hakikat harici şeyleri insanlara kabul ettirebilirler. Sokrates’e
göre ise bir kimse dinleyicilerin doğalarını hesaba katmadan, var olan şeyleri türlerine ayırıp her birini
“bir” ideası altında toplayıp kavramadan hiçbir zaman iyi bir hatip olamayacaktır. Aklı başındaki
kimselerde insanlara görüşlerini kabul ettirmek için değil tanrıların hoşlarına gitmek için bu çabayı
göstermelidirler. ( bazı durumlarda iyi bir şey bazı durumlarda kötü bir şey yani)

PSUKHE: Yaşam soluğu, ruh, dirilik ilkesi.

You might also like