You are on page 1of 10

Doğu Akdeniz’de “Navtex” Gerginliği

5 Soru: Doğu Akdeniz’de “Navtex” Gerginliği

Doğu Akdeniz’de yaşanan son Navtex gerginliğinin sebebi nedir? Yunanistan’ın deniz yetki alanları

ve arama-tarama faaliyetleriyle ilgili iddiaları nelerdir? Türkiye’nin bu iddialara yönelik tutumu

nedir? İddialara karşı atılan adımlar nelerdir? Sorun, uluslararası hukuk açısından nasıl

değerlendirilmektedir? AB’nin söz konusu gelişmelere yönelik tutumu nasıldır?

1. Doğu Akdeniz’de yaşanan son Navtex gerginliğinin sebebi nedir?

Türkiye Doğu Akdeniz’de yürüttüğü hidrokarbon arama faaliyetleri çerçevesinde Oruç Reis

araştırma gemisini yeni bir sismik araştırma gerçekleştirmesi için 21 Temmuz’da harekete geçirmiş

ve konuyla ilgili bölgedeki denizcilere duyuru (Navtex) yayınlamıştır. Meis ve Rodos adaları

arasında kalan bu bölge için 21 Temmuz-2 Ağustos tarihleri arasında Navtex ilan edilmesine Yunan

medyası ve yetkilileri tepki göstermiştir.


İlan edilen Navtex’in 27 Kasım 2019 tarihinde Türkiye ile Libya arasında imzalanan deniz yetki

alanlarının sınırlandırılması anlaşmasından bağımsız olmadığı vurgulanmalıdır. Türkiye’nin Libya

ile yapılan ve Birleşmiş Milletler’e (BM) bildirilen deniz yetki alanları anlaşması kapsamında yeni

sismik aramalara yönelmesi anlaşmayı tanımayan Yunanistan ile gerginliğe sebep olmuştur.

Harita 1. Türkiye’nin Navtex İlan Ettiği Bölge

Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ise Türkiye’nin yayınlamış olduğu Navtex’e

karşılık olarak HA90-405/20 koduyla yeni bir Navtex yayınlamıştır. Atina yönetiminden yapılan

açıklamada Türkiye’nin yayınladığı duyurunun “yasa dışı” olduğu, söz konusu durumun denizciler

tarafından görmezden gelinmesi gerektiği ve Türk kurumlarının böyle bir Navtex yayınlama

konusunda “yetkisiz” oldukları iddia edilmiştir. Türkiye’deki Antalya Navtex istasyonu ise söz

konusu ilanın “Türk Navtex servis sahasında yetkisiz bir istasyon tarafından yayınlandığı, bölgedeki

yayın yapma yetkisinin Antalya istasyonunda olduğu” belirtilerek geçersiz olduğu belirtilmiştir.
Söz konusu Navtex anlaşmazlıklarının iki ülke arasında Navtex yayınlama yetkisinin Girit merkezli

istasyona mı yoksa Antalya merkezli istasyona mı ait olduğu temel anlaşmazlık noktasını oluştursa

da sorunun temel kaynağı Doğu Akdeniz bölgesinde deniz yetki alanlarının sınırlandırılması

tartışmasıyla bağlantılıdır.

2. Yunanistan’ın deniz yetki alanları ve arama-tarama faaliyetleriyle ilgili iddiaları

nelerdir?

İki ülke arasındaki Navtex gerginliğinin ardında yatan temel sebebin Yunanistan’ın maksimalist

deniz yetki alanları iddialarını oluşturan “Seville haritası” olduğunun belirtilmesi gerekir. Bu

haritaya göre Yunanistan, Rodos Adası ile GKRY arasında bir münhasır ekonomik bölge

oluşturmayı hedeflemekte ve adaların da ana karanın doğal bir uzantısı olduğunu ve haliyle kıta

sahanlığına sahip olduğunu iddia etmektedir. Bu sebeple Atina hükümeti Türkiye’nin Libya ile

yaptığı ve bu iddiaları hukuki açıdan yok eden anlaşmanın getirmiş olduğu yetki alanlarını

tanımayarak arama faaliyetlerinin yapılacağı yerlerin kendi kıta sahanlığı içinde bulunduğunu ileri

sürmektedir. Bu bölgelerin Rodos, Kerpe, Kasos ve Girit, Meis adalarına ait olduğunu belirtmekte

ve deniz yetki alanları iddialarını ana karasından oldukça uzakta yer alan bu adaların varlığına

dayandırmaktadır.
Harita 2. Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’deki Münhasır Ekonomik Bölge İddiası (Seville Haritası)

Türkiye’nin Meis Adası’nın güneyinde ve doğusunda Navtex ilan ederek sondaj faaliyetleri

yapacağını belirtmesi esnasında GKRY’de olan Yunan Genelkurmay Başkanı Konstantinos Floros

ziyaretini yarıda keserek Yunanistan’a dönmüştür. Yunan Dışişleri Bakanlığından yapılan

açıklamada ise Türkiye’nin attığı Navtex adımının “yasa dışı” olduğu iddia edilmiş ve Türkiye

uluslararası hukuku ihlal etmekle suçlanmıştır.

Yunan medyası ise ilan edilen Navtex’in ardından Yunan ordusunun alarma geçtiğini iddia etmiştir.

Yunan Deniz Kuvvetleri Komutanlığının savaş gemilerini bölgeye gönderme kararı aldığı ve silahlı

kuvvetler personelinin tüm izinlerinin iptal edildiği çeşitli medya organları tarafından dile getirilen

iddialar olarak ön plana çıkmıştır. Ayrıca söz konusu Yunan medya kuruluşlarında özellikle

bölgenin Mısır’ın deniz yetki alanlarını da ilgilendirdiğinin belirtilmesi ve Kahire’nin vereceği

tepkinin merak konusu olduğunun altının çizilmesi Yunanistan’ın bölgedeki ülkeler üzerinden

Türkiye’ye baskı kurma politikasını uygulamaya devam edeceğinin işaretleri olarak görülmelidir.
3. Türkiye’nin bu iddialara yönelik tutumu nedir? İddialara karşı atılan adımlar

nelerdir?

Türkiye Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’deki arama-tarama faaliyetlerine yönelik maksimalist

taleplerine ve ülkeye balıkçılık yapacak bir alanın dahi bırakılmamasına tepki göstermekte, bu tepki

ise kararlı adımları beraberinde getirmektedir.

Dışişleri Bakanlığından yapılan açıklamayla Yunanistan’ın söz konusu tutumuna sert tepki

gösterilmiş ve Atina hükümetinin deniz yetki alanlarıyla ilgili maksimalist tutumuna karşı

çıkıldığının altı çizilmiştir. Yunanistan’ın “maksimalist kıta sahanlığı iddialarının uluslararası

hukuka, içtihada ve mahkeme kararlarına aykırı” olduğunun belirtildiği açıklamada Atina

hükümetinin iddialarının reddedildiği vurgulanmış ve Yunanistan’la diyalog çağrılarının

yinelendiğinin altı çizilmiştir. Dışişleri Bakan Yardımcısı Yavuz Selim Kıran “maksimalist, abartılı

ve gürültülü tepkilerle gerçekler gölgelenemez” ifadelerini kullanarak Yunanistan’ın iddialarına

yönelik tepkilerini dile getirmiştir.


Harita 3. Türkiye’nin BM’ye Bildirdiği Doğu Akdeniz’deki Deniz Yetki Alanları

Türkiye Doğu Akdeniz’de ana kıtasının getirdiği deniz yetki alanlarını Libya ile imzaladığı son

anlaşmayla tasdik etmiş ve BM’ye bildirerek de jure (hukuki) hale getirmiştir. Ankara yönetimi

Anadolu’ya 2 km Yunanistan ana karasına ise 580 km uzaklıkta olan ve 10 kilometrekare

yüzölçümüne sahip Meis Adası’nın 40 bin kilometrekare genişliğinde kıta sahanlığının olduğu

iddiasının rasyonel ve hukuka uygun bir tez olmadığını belirtmekte ve Yunanistan’ın politikalarına

sert bir şekilde karşı çıkmaktadır. Yunanistan ordusunun alarma geçmesinin akabinde Aksaz deniz

üssünden 15’ten fazla Türk savaş gemisinin bölgeye doğru hareket ettiği ise Yunan medyasında yer

almıştır.

Türkiye’nin bölgede yürütmüş olduğu arama tarama faaliyetlerinin kendisinin olmadığı bir denklem

oluşturularak “oldu-bitti siyaseti” (fait accompli) uygulanmasına karşı çıkma adımı olarak

görülmesi gerekir. GKRY, Yunanistan, İsrail, Mısır gibi bölgedeki ülkelerin bir araya gelerek

oluşturduğu Doğu Akdeniz Gaz Forumu’nda Akdeniz’e en uzun kıyı şeridine sahip ülkelerden biri
olan Türkiye’nin yer almaması söz konusu girişimin neden başarısız olacağının en önemli

göstergesidir. Söz konusu ülkeler Türkiye gibi alternatif rotalara kıyasla maliyeti çok daha yüksek

olmasına ve ekonomik açıdan uygulanabilir olmamasına rağmen Doğu Akdeniz enerji kaynaklarını

boru hatlarıyla Girit Adası üzerinden Avrupa’ya ulaştırmayı hedeflemektedir. Enerji fiyatlarının

oldukça düşük seyrettiği böyle bir dönemde söz konusu forumu somut çıktılara dönüştürmek çok

daha imkansız hale gelse de bu ülkeler zaman zaman bir araya gelerek oluşumu “blöf” unsuru

olarak kullanmaktan, Türkiye’ye baskı unsuru haline getirmeye çalışmaktan, mutabakat metinleri

yayınlamaktan öteye gidememektedir.

Bu ülkelerin Türkiye’nin haklarını görmezden gelerek ve blöf yapmaya başvurarak baskı

oluşturmaya yönelik hareket etmeleri Ankara hükümetinin kendi arama tarama ve sondaj

faaliyetlerini yürütmesine ve uzun vadeli adımlar atmasına sebep olmuştur. Zira Türkiye 2010’dan

itibaren sorunun geldiğini görerek gelişmeleri dikkatle takip etmiş ve sismik araştırma ve sondaj

gemilerine yatırımlar yapmaya başlamıştır. Bu kapsamda Barbaros Hayrettin Paşa ve Oruç Reis

sismik araştırma gemileriyle Yavuz ve Fatih sondaj gemileri temin edilmiş ve bu gemiler

Türkiye’nin deniz yetki alanlarında faaliyete başlamıştır. Atılan adımların ve yapılan yatırımların

karşılığı günümüzde alınmaya başlanmış, Türkiye kararlı duruş sergileyerek yeni nesil araştırma

gemileriyle deniz yetki alanlarında yurt dışına ve yabancı şirketlere bağımlı olmadan faaliyet

yürütebilen bir ülke haline gelmiştir.

Uzun süreli yatırımların nişanesi olan ve günümüzde etkin bir şekilde faaliyet gösteren sismik

araştırma ve sondaj gemilerinin yanı sıra Türkiye’nin Doğu Akdeniz bölgesinde gerçekleştirmiş

olduğu tatbikatlar ve son dönemde yerli savunma sanayine yapılan uzun vadeli yatırımlar tek taraflı

adımlara, maksimalist yaklaşımlara, oldu-bitti politikalarına ve blöf siyasetine karşı Türkiye’nin

kararlılığını gösteren en somut çıktılardır.

4. Sorun, uluslararası hukuk açısından nasıl değerlendirilmektedir?


Türkiye’nin Libya ile yaptığı deniz yetki alanlarının sınırlandırılması anlaşmasından doğan hakları

çerçevesinde söz konusu Navtex’i ilan ettiğinin altı çizilmelidir. Çok sayıda uluslararası hukuk

uzmanı Türkiye ile BM destekli Libya hükümeti arasında yapılan deniz yetki alanlarının

sınırlandırılması anlaşmasının deniz hukukuna uygun olduğu ve hukuki alt yapısının tartışmaya açık

olmadığını belirtmektedir. Bu sebeple BM’ye de bildirilen de jure bir anlaşmaya atıfla söz konusu

bölgede Türkiye’nin sismik araştırma yapmasını Yunanistan’ın savaş sebebi sayacağını ifade etmesi

uluslararası hukukun ciddi şekilde ihlali anlamına gelmektedir.

Bunun yanı sıra Yunanistan’ın ana karasından kilometrelerce uzakta yer alan adaların kıta

sahanlığına sahip olduğunu iddia etmesi rasyonel gerçekliklerle, coğrafi şartlarla ve resmi

mevzuatlarla bağdaşmamaktadır. Zira Yunanistan, İtalya ile imzalamış olduğu deniz yetki

alanlarında Adriyatik Denizi’ndeki adaların kıta sahanlığı olmadığını zımni olarak kabul etmiş ve

Adalar Denizi’ndeki (Ege) adalar konusunda iddia ettiği tezleri İtalya ile imzaladığı anlaşmada

kendi eliyle çürüttüğü uzmanlar tarafından sıklıkla dile getirilmiştir. Fakat söz konusu Adalar

Denizi’ndeki adalar ve Türkiye olduğunda Yunanistan’ın AB’nin de desteğini almaya çalışarak

Türkiye üzerinde diplomatik baskı oluşturarak oldu-bitti politikasını uygulamaya çalıştığı

görülmektedir. Adaların kıta sahanlığının olduğu iddiasının oldukça absürt olduğu, özellikle Adalar

Denizi gibi parçalı adacıkların çok sayıda olduğu denizlerde bu iddianın temelsiz bir temenniden

öteye gidemeyeceği, uluslararası deniz hukukuyla bağdaşır tarafının olmadığı belirtilmelidir. Fakat

Yunanistan’ın AB’yi arkasına alarak de jure nitelik kazanmış durumları, çeşitli iddialarla de

facto bir şekilde kabul ettirmeye çalıştığı görülmektedir.

5. AB’nin söz konusu gelişmelere yönelik tutumu nasıldır?

Savunma sanayii uzmanları, Türkiye ile Yunanistan arasında Doğu Akdeniz’de ortaya çıkabilecek

sıcak bir çatışma ihtimalinde Yunan ordusunun mevcut durumuyla stratejik bir üstünlük

sağlayamayacağını belirtmesi ve iki ülke arasındaki materyal kapasitelerde ciddi bir farkın olması,
Yunanistan’ın Türkiye’yi dengeleme konusunda büyük bir devletin desteğini aramaya

yöneltmektedir.

Yunanistan’ın Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki faaliyetlerini sürekli AB’ye şikayet ettiği, AB’yi

sorunun bir parçası haline getirerek Türkiye üzerinde bir baskı oluşturmaya ve AB’yi sopa olarak

kullanmaya çalıştığı açıktır. AB her ne kadar 2019’da Doğu Akdeniz’deki faaliyetleri sebebiyle

Türkiye’ye yönelik sembolik yaptırım kararları alsa da Yunanistan/GKRY tarafının henüz bu

konuda somut bir sonuç elde edemediği, Türkiye’yi pozisyonunu değiştirmeye zorlayamadığı

belirtilmelidir.

Doğu Akdeniz gelişmelerinde soruna taraf olarak Yunanistan’ın yanında yer alan AB’nin son

Navtex gerginliğinde de pozisyonunu sürdürerek Yunanistan’ı desteklediği görülmüştür. AB

Komisyonu sözcüsü Nabila Massrali, “Türkiye’nin Navtex ilanının yararlı olmadığını ve yanlış

mesaj barındırdığını” iddia etmiştir. Yunanistan Başbakanı Miçotakis de konuyla ilgili

açıklamasında “Türkiye, Doğu Akdeniz’de gerginlik yaratmaya devam etmesi halinde, AB’nin

Türkiye’ye yaptırım uygulamaktan başka seçeneği olmayacak” ifadelerini kullanması, konuyla ilgili

AB’yi çıpa olarak kullanmaya devam edileceğinin göstergesidir.

2019’da Doğu Akdeniz’deki faaliyetleriyle ilgili Türkiye’ye yaptırım kararı alan AB’nin soruna

yönelik Yunanistan ve GKRY’nin maksimalist ve gerçeklikten uzak taleplerinin ve “oldu bittiye

getirme” taktiklerinin yanında yer aldığı görülmektedir. Brüksel yönetiminin arabulucu pozisyon

benimsemek ve soruna yönelik diyalog mekanizmalarının oluşturulmasına katkı sağlamak yerine

Yunanistan ve GKRY’nin ulusal menfaatlerinin taşeronu haline gelerek Avrupa kıtasının güvenliği

için de oldukça önemli bir ülke olan Türkiye ile ilişkilerini zehirlemeyi tercih etmesi anlaşılması

güç bir politika tercihidir. Bu sebeplerle AB, üye ülke olduğu için Yunanistan’ın her türlü hukuksuz,

dayanaksız iddiasının arkasında durmakta ve Doğu Akdeniz’deki krizin tırmandırılmasına neden

olmaktadır.
AB’nin Yunanistan’ın irrasyonel politikalarının yanında olan bu tutumu Doğu Akdeniz sorununun

çözümüne katkı sağlamadığı ve Türkiye’ye yönelik caydırıcı bir etki oluşturmadığı gibi Türkiye-AB

ilişkilerinin de zehirlenmesine sebep olduğu açıktır. Yunanistan ziyareti esnasında Almanya

Dışişleri Bakanı Heiko Maas “AB-Türkiye ilişkilerinde olası bir ilerleme ancak Türkiye’nin Doğu

Akdeniz’deki sondaj faaliyetlerini durdurması halinde mümkün olur” açıklaması bu kapsamda

oldukça trajiktir. Normatif bir dış politika izlediği iddia edilen AB’nin soruna yönelik yapıcı bir

tutum sergilemek yerine irrasyonel taleplerin destekçisi haline gelmesi Yunanistan ve GKRY’nin

peşine takılarak Türkiye gibi birçok alanda karşılıklı bağımlılığın sürdürüldüğü bir ülke ile

ilişkilerini zehirlemesi ve sorunun tarafı haline gelerek yaptırım tehdidiyle Türkiye’nin pozisyonunu

değiştirebileceğini düşünmesi anlaşılması mümkün olmayan siyasi adımlardır.

Kaynak: https://www.setav.org/5-soru-dogu-akdenizde-navtex-gerginligi/

You might also like