You are on page 1of 66

ULUSLARARASI DENİZ

HUKUKU
Doç. Dr. Erdem İlker Mutlu
Dr. Onur Uraz
I. Uluslararası Deniz Hukuku'nun Tarihsel
Gelişimi
■ Deniz hukuku kuralları çok eskiye dayansa da temelleri Roma’ya aittir. Bu dönemde
Akdeniz’in tamamı Roma İmparatorluğu’na ait olduğundan denizlerin paylaşımı ile ilgili
herhangi bir sorun yaşanmamaktaydı. Bu nedenle Roma’daki kurallar daha çok vatandaş
olanların ve vatandaş olmayanların deniz alanlarını ne şekilde kullanacağına yönelik
olmuştur. Marcianus, “Digesta” adlı eserinde denizlerin kullanımına ilişkin Roma’daki
temel kuralları belirlemiştir. Bu dönemde kural olarak denizler herkesindir.
■ 16. ve 17. yüzyıllarda Coğrafi Keşifler’in başlamasıyla beraber denizlerin paylaşılması
sorunu ortaya çıkmıştır. Keşifçi devletlerin ilk ikisi olan İspanya ve Portekiz arasında
1453’ten itibaren bu sorun oldukça büyümüştür. Bu tarihlerde Papa, Inter Caetera I ve II
Fermanları ile devletlerin keşfettikleri yerler üzerinde egemenlik hakları olduğunu
belirtmiştir. Bu iki fermanın ardından İspanya ve Portekiz arasında 1493 yılında yapılan
Tordesillas Andlaşması ile deniz alanları Atlas Okyanusu'ndaki Azor Adaları nirengi
alınarak, bu iki devletin arasında paylaştırılmıştır. Bu durum bir süre bu şekilde devam
etse de bir başka denizci devlet olan Hollanda’nın ortaya çıkması ve Reform hareketleri
ile birlikte Papa’nın fermanlarının sorgulanmaya başlaması dengeleri değiştirmiştir.
II. Uluslararası Deniz Hukuku'nun Tarihsel
Gelişimi (2)
■ Bu unsurları bir araya getiren ise Hugo Grotius’tur. Hollandalı bir
protestan olan Grotius, aynı zamanda da Hollanda Doğu Hint
Şirketi'nin avukatlığını yapmaktaydı. O dönemde, Tordesillas
Andlaşması nedeniyle Portekiz, Hint Okyanusu'nun kendi
egemenliğinde olduğunu iddia ettiğinden, buraya Şirket'in ticaret
gemilerinin girişini engellemekteydi. İşte bu nedenle Grotius, 1605’ te
yazmış olduğu De Jure Pradae adlı kitabında yer alan Mare Liberium
adlı bölümde denizlerin mülkiyete konu edilebilecek alanlardan
olmadığını ve bu nedenle herkese açık olması gerektiğini belirtmiştir.
Buna “açık deniz teorisi” denilmektedir.
■ Sonrasında Grotius'un açık deniz teorisine karşı birçok itiraz olmuştur.
Bunlardan biri de İngiliz hukukçu John Selden'dır. Selden, 1635
yılında yazmış olduğu “Mare Clausum” adlı kitabında denizlerde
devletlerin egemenlik alanlarının olabileceğini belirtmiştir. Buna ise
“kapalı deniz teorisi” denir.
III. Uluslararası Deniz Hukuku'nun
Tarihsel Gelişimi (3)
■ Deniz hukukunda iki farklı menfaat grubu vardır. Bunlar: Denizci devletler ve kıyı
devletleridir. Denizci devletler büyük filolara sahip ve denizlere egemen olan
devletlerdir; kıyı devletleri ise denize kıyısı olmakla beraber büyük bir filoya sahip
olmayan devletlerdir. Bayrak devletleri, denizlerin serbestliğini savunurken; kıyı
devletleri kapalı deniz teorisini savunmaktadır. Bu ikilik, günümüzde deniz
alanlarının kapalı ve açık deniz teorisine göre bölünmesine yol açmıştır. Denizlerin
belli bir mesafeye kadar olan bölümü devletlerin münhasır yetkisindedir. Bu
mesafenin ötesine doğru geçildikçe aşamalı olarak devletlerin egemenlik yetkisi
azalmaktadır.
■ 1.Dünya Savaşı’ndan itibaren İngiltere geri planda kalmaya başlamış ve ABD
güçlenmiştir. ABD, kendi karasuları ve çevresinde kaçakçılıkla mücadele etmeye
başlamış, bunun sonucunda ise “bitişik bölge” kavramı ortaya çıkmıştır. Bitişik
bölge, kıyı devletine karasularının biraz daha ötesinde gümrük ve maliye
konularında haklar tanıyan bölgedir. Bu kavram çok kısa bir süre kabul görmüştür.
IV. Uluslararası Deniz Hukuku'nun
Tarihsel Gelişimi (4)
■ 2. Dünya Savaşı’ndan sonra ise, teknolojinin gelişmesiyle ABD
okyanus tabanında bulunan petrolü çıkarmak istemiş ve bunun
sonucunda “kıta sahanlığı” kavramını ortaya atmıştır.
■ 1960’lı yıllarda ise sömürgeciliğin sona ermesi ile yeni devletlerin
ortaya çıkması sonucunda “münhasır ekonomik bölge” (MEB)
kavramı ortaya çıkmıştır. Bunun nedeni ise yeni kurulan devletlerin
ana geçim kaynaklarının balıkçılık olmasıydı.
■ İçsular ve karasularından oluşan alan, kara ile birlikte devletin
ülkesini oluşturmaktadır. MEB, asıl olarak açık denizken uluslararası
hukuk tarafından kıyı devletlerine bu alanda birtakım istisnai haklar
tanınmıştır. Bundan ötesi ise açık deniz olarak kabul edilmektedir.
V. Uluslararası Deniz Hukuku'nun
Kodifikasyonu
■ 1930 tarihinde yapılan Lahey Uluslararası Hukukun Kodifikasyonu Konferansı'nda, o
dönemde üstünde bir uzlaşmaya varılamamış olan karasularının genişliği sorunu çözülmeye
çalışılmıştır. Fakat bu sorun, devletlerin farklı uygulamalarda ısrar etmeleri nedeniyle
çözülememiştir. Deniz Hukuku ancak Uluslararası Hukuk Komisyonu'nun kurulmasından
sonra kodifiye edilebilmiştir. Deniz Hukuku'nun kodifikasyonuna ilişkin olarak üç önemli
konferans yapılmıştır:
- 1958 tarihli Cenevre Deniz Hukuku Konferansı. Bu konferans sonucunda dört adet
sözleşme imzalanmıştır. Bunlar; Karasuları ve Bitişik Bölge Sözleşmesi, Kıta Sahanlığı
Sözleşmesi, Açık Deniz Sözleşmesi ile Açık Denizde Balıkçılık ve Canlı Kaynakların
Korunması Sözleşmesi’dir.
- 1960 Cenevre Deniz Hukuku Konferansı. 1. Cenevre Konferansı’nda karasuları ve bitişik
bölge ile ilgili antlaşma yapılmasına rağmen özellikle karasularının genişliğine ilişkin bir
uzlaşmaya varılamamıştır.
- 1973-1982 Deniz Hukuku Konferansı. 9 yıl devam eden Konferans’ın ardından 1982 BM
Deniz Hukuku Sözleşmesi (BMDHS) kabul edilmiştir. Deniz Hukuku’nun temel kuralları
bu Sözleşme’de bulunmaktadır. BMDHS'de karasularının genişliği sorunu da
çözülmüştür. Nitekim Türkiye Cumhuriyeti, Yunanistan ile arasındaki Kuzey Batı Akdeniz
(Ege) Karasularının Genişliği Sorunu nedeniyle BMDHS’yi onaylamamıştır. Fakat bu
kurallar, gelenek hukuku kuralı haline geldiklerinden, onaylamayan devletler için de
uygulanmaktadır. Bununla beraber Türkiye, karasularının genişliği ile ilgili olan 3.
madde açısından sürekli itirazcı konumundadır. BMDHS, 1994 yılında yürürlüğe
girmiştir. Aynı zamanda BMDHS, çekince koymayı da yasaklamıştır.
VI. Uluslararası Deniz Hukuku'nda Gemiler
■ Geminin niteliği devletlerin kullandığı yetkinin içeriğini de değiştirebilir.
Uluslararası hukukta genel bir gemi tanımı yer almamaktadır. BMDHS'de de gemi
tanımı yoktur. 1972 Tarihli Denizde Çatışmayı Önleme Tüzüğü’ne göre gemi; “su
üstünde kalkarak seyreden araçlar ve deniz uçakları dahil su üzerinde taşıma aracı
olarak kullanılmakta olan veya kullanıma yarayan her türlü deniz aracıdır."
■ Gemiler nitelikleri bakımından, "devlete ait gemiler" ve "özel kişilere ait gemiler"
olmak üzere ikiye ayrılabilir. Özel kişilere ait gemiler ise, "ticari amaçla kullanılan
gemiler" ve "ticari amaçla kullanılmayan gemiler" olmak üzere ikiye
ayrılmaktadır. Uluslararası hukuk bakımından bunlar arasında herhangi bir fark
yoktur. Özel kişilere ait tüm gemilere ticaret gemisi gözüyle bakılır. Devlete ait
gemiler ise kendi içlerinde üçe ayrılır. Bunlar: Savaş gemileri, savaş dışı kamu
hizmeti gemileri ve ticari amaçla işletilen gemilerdir. Devlet kendisi de bazen
ticari amaçla gemi işletebilir. Devletin ticari amaçla kullandığı gemiler de ticaret
gemisi sayılırlar.
VII. Uluslararası Deniz Hukuku'nda Gemiler
■ Uluslararası hukukta devletin kamu hizmetinde kullandığı gemilerle savaş gemileri
önem taşır. Bu ikisi arasında farklar vardır. Savaş gemileri, nerede olduğuna
bakılmaksızın bayrağını taşıdıkları devletin yetki ve kontrolü altındadır. Başka bir
devletin o gemiye müdahalesi, devletin ülkesine müdahale anlamına gelmektedir.
Bu durum, devletin kamu hizmetinde kullandığı gemiler için de geçerlidir. Bir
savaş gemisi, bayrak devletinden başka bir devletin kıyısına zarar verse bile, ona
müdahale edilemez. Geminin bağlantılı olduğu devletle iletişime geçilmesi gerekir.
Ticaret gemileri ile ilgili olarak ise, gemiye dava açılabilir. Ticaret gemilerinin
statüsü bulunduğu deniz alanına göre farklılık gösterir.
■ Özel kişilere ait gemiler de ticaret gemisi olarak kabul edilir. Bununla birlikte bir
gemi, özel kişiye ait olup devlet tarafından ticari amaç dışında kullanılsa dahi
ticaret gemisi sayılır. Özel kişilere ait bir ticaret gemisi başka bir devlet tarafından
zarara maruz bırakıldığında, gemi sahibi devletten bu zararın karşılanmasını
isteyebilir. Savaş gemilerine yönelik saldırılarda ise kuvvet kullanma ve meşru
savunma gibi ülkeye yönelik saldırılarda gündeme gelen haklardan yararlanılabilir.
VIII. Deniz Yetki Alanları
■ Deniz yetki alanları temelde üç gruba ayrılmıştır. Bunlar:
- Devlet egemenliğinin tam olduğu içsular ve karasuları
- Devletin sınırlı egemen haklarını kullandığı kıta sahanlığı ve münhasır
ekonomik bölge
- Devletin egemenliğinin bulunmadığı açık denizdir.
■ Deniz alanları genellikle karaya bağlı olarak haklar tanırlar. Karadan
uzaklaştıkça kıyı devletine tanınan haklar azalırken; diğer devletlere tanınan
haklar artar. İçsularda devletin egemenliği tamdır. Karasularında da kural
kıyı devletinin egemenliğidir. Fakat bazı istisnaları vardır. Kıta sahanlığı ve
münhasır ekonomik bölge ise aslında açık deniz olmasına rağmen kıyı
devletine bazı istisnai haklar tanınmıştır. Açık denizde ise devletin
egemenliği yoktur.
IX. Esas Hat Kavramı
■ Esas hat, BMDHS'de 2 ayrı tür olarak belirtilmiştir. 5. maddeye göre normal esas
hat, “bu Sözleşme’de daha farklı olarak öngörülmedikçe, karasularının genişliğini
ölçmeye yarayan normal esas hat, kıyı doğrultusundaki en düşük cezir hattıdır.
Yani normal esas hat denizlerin en fazla çekildiği durumda kıyıda oluşan hattır.
Dolayısıyla gelgitin fazla olduğu okyanus kıyılarında içsular daha fazla alana
sahiptir. Bütün deniz alanları esas hattan itibaren ölçülmeye başlanır. Esas hat
bütün deniz alanlarının başlangıç noktası olmasına rağmen; yalnızca içsuların bitiş
noktasıdır.
■ Düz esas hat ise BMDHS'nin 7. maddesinde şöyle tanımlanmıştır; “kıyının derin
bir şekilde girintili-çıkıntılı olduğu yerlerde veya kıyının hemen yakınında kıyı
boyunca uzanan bir adalar saçağı varsa, karasularının genişliğinin ölçülmesi için
esas alınan hattın çiziminde uygun noktaları birleştiren düz esas hatlar yöntemi de
kullanılabilir.”
■ Düz esas hat yöntemi ilk olarak 1951 İngiltere-Norveç Balıkçılık Davası ile
gündeme gelmiştir.
X. İçsular
■ İçsular, karasularının başladığı yerde biter. BMDHS, kural olarak içsuları
tanımlamamış ve düzenlememiştir. Bunun nedeni ise bu deniz alanının uluslararası
hukuka değil; kıyı devletinin iç hukukuna tabi olmasıdır. Bu alanda, kıyı devletinin
egemenliği tamdır.
■ BMDHS'nin 8. maddesinde “içsular” kavramı kullanılmıştır. Bu maddeye göre;
“Kısım 4’te aksi öngörülmedikçe, karasuları esas hattının berisinde kalan sular
devletin içsularının bir parçasını teşkil eder.
■ BMDHS'nin 7. maddesinde İngiltere-Norveç Balıkçılık Davası Kararı'nın etkisi
oldukça fazladır. Düz esas hattın yapılması sırasında BMDHS'nin 7/3. maddesine göre
bazı kurallara dikkat edilmesi gerekir:
– Kıyının genel istikametinden fazla sapılmamalı
– Hattın içinde kalan deniz alanlarının içsular rejimine tabi olması için kara ile
yeterli bağlantı olmalıdır..
■ BMDHS'nin 14. maddesinde, düz esas hat ve normal esas hat yöntemlerinin
birleştirilerek kullanılabileceği bildirilmiştir. Bu maddeye göre; “sahildar devlet çeşitli
durumlara bağlı olarak, yukarıdaki maddelerde öngörülen yöntemlerden birine veya
bir çoğuna göre esas hatlar tespit edebilir.”
XI. Körfez ve Limanlar
■ Körfez, denizin karaya sokulmuş parçasıdır. BMDHS'nin 10. maddesinde işlenmiştir. Körfezlerde
düz esas hat ya da normal esas hat yöntemi kullanılabilir. Düz esas hattın körfezlere uygulanabilmesi
için körfezin bir bütün olarak tek bir devlete ait olması gerekir. Birden fazla devletin ülkesi
içindeyse, bunun düz esas hat yoluyla belirlenmesi mümkün değildir.
■ Körfezin coğrafi tanımıyla BMDHS'deki tanım birbirinden oldukça farklıdır. BMDHS’ye göre
coğrafi anlamda körfez olan bir yerin, hukuki anlamda da körfez olarak sayılabilmesi için körfezin,
iki ucunu birleştiren çizgiyi çap olarak kabul eden yarım daireden daha fazla su alanına sahip olması
gerekir. Bununla beraber, coğrafi şeklin ağzının en fazla 24 mil olması gerekir, 24 mil’den fazla ise
kapatılamaz. Bu durumda çizgi 24 mil olana kadar kıyıya doğru çekilir.
■ BMDHS'nin 10/6. maddesine göre; “bu hükümler tarihi körfezlere uygulanmaz. BMDHS, tarihi
körfezleri tanımlamamıştır. Fakat UAD’nin 1982 yılında Fonseca Davası Kararı tarihi körfezleri
tanımlamıştır. Buna göre tarihi körfez; “uzun yıllardan bu yana o devletler tarafından bir içsuymuş
gibi kullanılan körfezlerdir.” Tarihi körfezler açısından tek devlete ait olma şartı da geçerli değildir.
BMDHS’de tarihi körfezlerin ağzının genişliğinin ne kadar olacağı belirtilmemiştir. Bu nedenle
BMDHS’nin 300. maddesine bakılması gerekir. Bu maddeye göre; “Sözleşme hükümleri kötü
niyetle (hakkaniyete aykırı olarak) kullanılamaz."
■ BMDHS’nin 11. maddesine göre limanlara, bunlar gemilerin demirleme yerleri olduklarında, düz
esas hat yöntemi uygulanabilir.
XII. Karasuları
■ Esas hatlardan itibaren 12 mile kadar olan deniz alanlarına karasuları denir. Karasularının
genişliği konusunda eskiden beri süregelen tartışmalar vardır. İlk dönemlerde ufuk çizgisi
kullanılmış, sonrasında ise denizden karanın göründüğü yerin başlangıcı karasularının bitişi
sayılmıştır. 18.yy’da ise Van Bynkershoek tarafından “De Domino Maris Dissertatio” adlı
eserinde devletin askeri hakimiyetinin eriştiği yerin karasularının bitişi olduğundan
bahsetmiştir.
■ İtalyan hukukçu Galiani, Bynkershoek'ın bu tezini kıyı toplarının menzili ile birleştirerek
karasularının genişliğinin, kıyı toplarının menzili kadar olduğunu belirtmiştir. O dönemde, kıyı
toplarının menzili 3 deniz milidir.
■ 1958’de 1. Deniz Hukuku Konferansı’nda devletler karasularının genişliği konusundaki
belirsizliği, Karasuları ve Bitişik Bölge Sözleşmesi’yle gidermek istemişlerdir. Fakat Karasuları
ve Bitişik Bölge Sözleşmesi’nin kabul edilmesine rağmen karasularının uzunluğu ile ilgili bir
madde konulmamıştır. Sadece bu sorunu çözmek için 1960’ta 2. Deniz Hukuku Konferansı
toplanmıştır. Fakat bu konferansta da bir anlaşma sağlanamamıştır.
■ Son olarak BMDHS'de karasularının genişliğini belirlemeye yönelik bir madde konulmuştur.
BMDHS'nin 3. maddesine göre; “her devletin karasularının genişliğini bu sözleşmeye göre
belirlenmiş esas hatlardan itibaren 12 deniz milini aşmayan sınıra kadar tespit etme hakkı
vardır.” Yani kıyı devletleri, karasularının genişliğini azami 12 deniz mili olarak
belirleyebilirler.
XIII. Karasuları (II)
■ Karasuları, BMDHS'nin 3. maddesine göre 12 deniz miline kadar belirlenebilir.
Ancak 3. madde, 15. maddeden bağımsız olarak düşünülemez. 15. maddeye göre;
“iki devletin sahilleri bitişik veya karşı karşıya olduğunda, aralarında aksine
anlaşma olmadıkça, bu devletlerden ne birinin ne de diğerinin kendi karasularını,
bütün noktaları bu iki devletin her birinin karasularının genişliğinin ölçülmeye
başlandığı esas hatların en yakın noktalarından eşit uzaklıkta bulunan orta hattın
tersine uzatmaya hakkı yoktur. Bununla beraber bu hüküm, tarihi hakların veya
diğer özel durumların varlığı nedeniyle, her iki devletin karasularının başka
şekilde sınırlandırılmasını gerekli olduğu durumlarda uygulanmaz.” Eğer bu
deniz alanı özel bir deniz alanıysa bu hüküm uygulanmaz, devletlerin kendi
aralarında uyuşmaları gerekir.
■ 5. madde karşılıklı iki kıyı devletinin arasındaki deniz alanının 24 milden az
olduğu durumlarda uygulanır. Karşılıklı kıyıdaş devletler arasındaki mesafe 24
milden az ise, bu deniz alanındaki karasularının genişliğinin, devletler arasında
anlaşılarak belirlenmesi gerekir. Anlaşma sağlanamazsa devletler karasularını
ortay hattın ilerisine taşıyamazlar.
XIV. Karasularının Hukuki Rejimi
■ BMDHS'nin 2. maddesine göre; “sahildar devletin egemenliği kara ülkesinin ve
içsularının ötesinde ve bir takımada devleti söz konusu olduğunda, takımada
sularının ötesinde karasuları denilen bir bitişik deniz bölgesine kadar uzanır.” Yani
karasuları, kara ülkesi ve içsular gibi devletin egemenliğinin tam olduğu bir deniz
alanıdır.
■ Karasuları, devletin egemenliğinin tam olduğu bir deniz alanı olduğundan,
karasularının belirlenmesi aslında tek taraflı bir işlemdir. Bununla beraber, 1974
Tarihli İngiltere İzlanda Balıkçılık Davası Kararı'nda UAD, karasularının
genişliğinin belirlenmesinin her ne kadar tek taraflı bir işlem olsa da, bunun
uygulanmasının uluslararası hukukun bir konusu olduğunu belirtmiştir.
■ Bir devletin karasularının genişliğini tespiti, başka bir devletin haklarının ihlaline
sebep oluyorsa bu durumun uluslararası hukuk nezdinde çözülmesi gerekir.
■ Uluslararası hukuk, karasularında devlet egemenliğine iki adet istisna getirmiştir.
Bunlar: Zararsız geçiş ve devletin karasularındaki ceza yetkisine getirilen
sınırlamalardır.
XV. Zararsız Geçiş
■ Zararsız geçiş bütün devletlere örf ve adet hukuku nedeniyle tanınmıştır.
BMDHS’nin 17. maddesinde tanımlanmıştır. Bu maddeye göre zararsız geçiş;
“işbu Sözleşme hükümleri saklı kalmak üzere, sahili bulunsun veya
bulunmasın, bütün devletlerin gemileri, karasularından zararsız geçiş
hakkından yararlanırlar”. Bu madde hakkı tespit niteliğindedir. 18. ve 19.
maddelerde ise “zararsızlık” ve “geçiş” kavramları ikiye bölünerek
işlenmiştir. 18. maddede geçişin; 19. maddede ise zararsız geçişin tanımı
yapılmıştır.
■ 18. maddeye göre; “Geçiş sürekli ve çabuk olacaktır. Bununla beraber, durma
ve demirleme sadece seyrüseferin olağan olaylarından olduğu veya mücbir
sebep veya yardım ihtiyacı nedeniyle zorunlu olduğu veya tehlike veya
yardım ihtiyacı içinde bulunan kişilere, gemilere veya uçaklara yardım
getirilmesi amacıyla olduğu takdirde, geçiş durma ve demirlemeyi de içerir”.
Geçiş mutlaka durmadan ve duraksamadan yapılmalıdır. Fakat, bir tehlike hali
varsa bu kural uygulanmaz. Bu hallerde gemi, geçiş halinde sayılır.
XVI. Zararsız Geçiş (2)
■ Geçiş, kıyı devletlerinin aleyhine; denizci devletlerin ise lehine bir uygulamadır.
BMDHS’nin 19. maddesine göre; “geçiş, sahildar devletin barışına, düzenine veya
güvenliğine zarar vermedikçe zararsızdır. Geçiş işbu Sözleşme’nin hükümlerine ve
uluslararası hukukun diğer kurallarına uygun şekilde gerçekleştirilecektir”.
BMDHS’nin 18. ve 19. maddeleri birleştirildiğinde zararsız geçiş; yabancı bayraklı
gemilerin kıyı devletinin karasularından, o devletin barış, düzen ve güvenliğine zarar
vermeksizin durmadan/duraklamadan yapılan geçiştir.
■ 1958 Sözleşmeleri’nde barış, düzen ve güvenlik kavramları tanımlanmamıştır. Bu
nedenle BMDHS'ye kadar bu konuda tartışmalar yaşanmıştır. Dolayısıyla 19.
maddede; “yabancı bir geminin geçişi eğer bu gemi karasuları içerisinde aşağıdaki
faaliyetlerden herhangi birinde bulunursa, sahildar devletin barışına düzenine veya
güvenliğine zarar vermiş sayılacaktır.” denilerek hangi fillerin sahildar devletin barış,
düzen ve güvenliğine zarar vereceği belirtilmiştir. BMDHS, bunu sınırlandırıcı bir
biçimde tanımlamamış, 19/3-l’de “geçişle doğrudan doğruya ilgisi olmayan diğer
herhangi bir hareket” diyerek kıyı devletine de yetki tanımıştır. Sahildar devlet,
zararsız geçişi yorumlarken sorumluluklarını da göz önünde bulunmalıdır.
XVII. Zararsız Geçiş (3)
■ BHDHS’nin 20 ile 24. maddeleri arasında kıyı devletinin hakları
belirtilmektedir. Bununla beraber, bayrak göstermemek de barış,
düzen ve güvenliği bozan sebeplerden biridir.
■ 21. maddede, kıyı devletinin hangi konularda iç hukukunu kullanarak
düzenleme yapabileceği belirtilmektedir.
■ Kıyı devleti gemilerin geçişini engelleyecek düzenlemeler yapamaz.
Gemi geçiş sırasında bazı kanun ve düzenlemeleri ihlal etmiş olabilir.
Bu nedenle gemiye bir ceza yazılır. Bu ceza bayrak devletinden tahsil
edilir. Ancak bu esnada geminin geçişine engel olunamaz. Geminin
yaptığı ihlal aynı zamanda barış, düzen ve güvenliği ihlal
boyutundaysa geçiş engellenebilir.
XVIII. Zararsız Geçiş (4)
■ BMDHS’nin 22. maddesi kıyı devletinin ödev ve haklarından bahsetmektedir. Bu
maddeye göre; “Seyrüsefer güvenliği gerektirdiği takdirde kıyı devleti, kendi
karasularında zararsız geçiş hakkını kullanan yabancı gemilerden, kendisinin
belirlemiş olduğu ulaşım yollarını kullanmalarını ve gemilerin geçişlerinin
düzenlenmesi amacıyla kendisi tarafından öngörülen trafik ayrım şemalarına
uymalarını talep edebilir.”
■ Gemilerin belirli bir güzergahı kullanmamaları durumunda, kıyı devletinin bu
faaliyetleri sekteye uğrayabilir. Dolayısıyla 22. madde kıyı devletinin bu faaliyetini
güvence altına almaktadır, kıyı devleti bunu yaparken de yine zararsız geçişe engel
olmamaya özen göstermelidir.
■ 24. maddeye göre; "kıyı devleti, zararsız geçiş hakkını fiilen inkar eden veya bu
hakların değerinin düşürülmesi sonucunu doğuracak şartları yabancı gemilere empoze
edemez."
■ Gemi, hangi devletin bayrağını taşırsa taşısın zararsız geçiş hakkı vardır.
■ BMDHS’nin 26. maddesi ise yabancı devletlerden istenebilecek ücretleri belirtmiştir.
Buna göre, geçiş yapan gemilerden herhangi bir ücret istenemez. Sadece geçiş
esnasında verilen hizmetlerin bedeli istenebilir.
XIX. Kıyı Devletinin Karasularındaki Cezai
Yargı Yetkisi
■ Karasuları, devletin tam egemenliğinin olduğu bir deniz alanıdır. Dolayısıyla devletin bu alanda
cezai yargı yetkisine de haiz olması gerekir. Diğer taraftan gemi, bayrağını taşıdığı devletin
ülkesinin bir parçası olarak kabul edilir. Dolayısıyla burada, sahildar devletin cezai yargı yetkisi ile
bayrak devletinin cezai yargı yetkisi çatışmaktadır.
■ BMDHS’nin 27. maddesi, karasularından zararsız geçiş yapan bir gemiye karşı kullanılabilecek
yargı yetkisini düzenlemektedir. Bu maddeye göre; “karasularından geçen yabancı gemide, geçiş
sırasında işlenmiş bir suçtan ötürü bir şahsın tutuklanması veya bir soruşturmada bulunulması
amacıyla sahildar devlet aşağıdaki durumlar dışında cezai yargı yetkisini kullanmamalıdır:
a) eğer suçun sonuçları sahildar devlete uzanıyorsa
b) eğer suç ülkenin barışını veya karasularında düzeni bozacak nitelikte ise
c) eğer yerel makamların yardımı gemi kaptanı veya geminin bayrağını taşıdığı devletin bir
diplomasi ajanı veya konsolosluk memuru tarafından talep edilmiş ise veya
d) eğer bu tedbirler uyuşturucu maddelerin veya uyuşturucu ilaçların gayri meşru trafiğinin
önlenmesi için gerekli ise.”
XX. Kıyı Devletinin Karasularındaki Cezai
Yargı Yetkisi (2)
■ Yani 27. madde cezai yargı yetkisini bayrak devletine tanımış, lakin bazı istisnai hallerde bu yetkinin
sahildar devlet tarafından kullanılabileceğini de kabul etmiştir. 27/2. maddeye göre; “1. paragraf
hükümleri, sahildar devletin, iç sulardan gelerek karasularından geçen bir yabancı gemide tutuklamalarda
bulunmak veya soruşturma yapmak için kanunlarında öngörülen bütün tedbirleri almak hakkına halel
getirmez.” Gemi içsulardayken gemide bir suç işlenmişse ve bu olaydan sonra gemi karasularına
geçmişse bu hüküm uygulanır.
■ 27/5. maddeye göre; “XII. Kısmın uygulanması veya V. Kısma uygun olarak kabul edilmiş kanun ve
kuralların ihlali halleri hariç olmak üzere; sahildar devlet, karasularından geçen yabancı bir gemide, eğer
gemi yabancı bir limandan gelip içsulara girmeksizin sadece karasularından geçmekte ise, geminin
karasularına girmesinden önce işlenmiş bir suç dolayısıyla tutuklama veya soruşturma yapmak için hiçbir
tedbir alamaz.” Yani BMDHS’ye göre devletin karasularının ötesinde işlenmiş suçlarda kıyı devleti yargı
yetkisini kullanamaz.
■ Ancak, gemi karasularından çıkıp içsulara ve limanlara girdiği anda zararsız geçiş sona ermiş olur.
Dolayısıyla karasularındaki hukuki rejim de sona erer. Bu durumda gemi devletin ülkesine girmiş olur.
Sahildar devlet bu halde cezai yargı yetkisini kullanabilir. Yani suçluyu yakalayarak iade edebilir. İçsulara
girdiği andan itibaren gemi, o devletin egemenlik alanı içindedir.
■ Karasuları içerisinde bir suç işlenmişse 27. maddede bulunan istisnalardan biri bulunmuyorsa sahildar
devlet gemiye müdahale edemez. Suç, sahildar devletin ülkesinde işlenmiş fakat gemi karasularına
geçmişse bu istisnalara bakılmaksızın sahildar devletin gemiye müdahale hakkı vardır.
XXI. Kıyı Devletinin Karasularındaki Cezai
Yargı Yetkisi (3)
■ BMDHS’nin 28. maddesi ise hukuki yargı yetkisini işlemiştir. Bu maddeye göre;
“sahildar devlet, karasularından geçen bir yabancı gemiyi, gemide bulunan bir kişi
hakkında hukuki yargı yetkisini kullanmak üzere ne durdurmalı, ne de yolundan
çevirmelidir.”

■ 28/2. maddeye göre ise; “sahildar devlet, bu gemi hakkında özel hukuk alanında icrai
veya ihtiyati tedbirleri, bu tedbirler ancak bizzat geminin sahildar devletin sularından
geçişi sırasında veya geçiş sebebiyle yüklendiği yükümlülüklere veya tabi olduğu
sorumluluklara ilişkin ise, alabilir.” Yani gemi sahildar devletin karasularından
geçerken aldığı hizmetler dolayısıyla haciz edilebilir. Bunun dışında gemiyle ilgili
hiçbir haciz işlemi yapılamaz. 28/3. madde ise buna bir istisna getirmiştir; “2. paragraf
hükmü, iç suları terk ettikten sonra karasularında duran veya karasularından geçen bir
yabancı gemi hakkında sahildar devletin kendi kanunlarında öngörülen özel hukuka
ilişkin icrai ve ihtiyati tedbirler almak hakkına halel getirmez.”
XXII. Kıyı Devletinin Karasularındaki
Cezai Yargı Yetkisi (4)
■ BMDHS’nin 17. maddesi gereği zararsız geçiş hakkı yalnızca ticaret gemilerine değil,
bütün gemilere tanınmıştır. Savaş gemileri ise BMDHS’nin 29.maddesinde
tanımlanmıştır. Bu maddeye göre bir geminin savaş gemisi olarak sayılabilmesi için;
- Gemi, savaş gemisi olduğuna dair dış alametleri taşımalı.
- Gemi, ismi devletin subay listesinde geçen bir subayın kontrolü altında olmalı.
- Geminin içindeki kişiler de askeri disipline göre hareket etmelidir.

■ BMDHS’nin 32. maddesi de diğer devlet gemilerinin savaş gemileri gibi muamele
göreceğini belirtmiştir. Savaş gemileri kıyı devletinin yargısından bağışıktır. Savaş
gemileri ve kamu hizmeti için kullanılan diğer devlet gemileri kıyı devletinin yargı
yetkisine hiçbir şekilde tabi değildir.
XXIII. Kıyı Devletinin Karasularındaki
Cezai Yargı Yetkisi (5)
■ Yani savaş gemileri ve kamu hizmeti gemileri de bir devletin karasularından
geçerken kıyı devletine zarar vermemeye dikkat etmelidir. Bir zararın
verilmesi halinde bundan yine bayrak devleti sorumlu olacaktır. Sahildar
devlet, bu tip gemiler üzerinde yargı yetkisini kullanamaz. Yapılması gereken
verilen zararın bayrak devletine bildirilerek onun bu zararı tazmin etmesini
sağlamaktır.
■ Savaş gemisi, sahildar devletin barış, düzen ve güvenliğine zarar verecek bir
eylemde bulunursa, sahildar devlet o geminin karasularından çıkmasını
isteyebilir. Savaş gemisi buna uymak zorundadır. Gemi uyarıya rağmen
karasularından çıkmazsa ne olacağı BMDHS'de düzenlenmemiştir. Bu
durumda BM Andlaşması’nın 2/4. maddesi (güç kullanma yasağı) ve 51.
maddesi (meşru müdafaa hakkı) gündeme gelir. Bir savaş gemisinin silahlarını
sahildar devletin kıyısına doğrultarak geçmesi de yine barış, düzen ve
güvenliği bozan bir hal olarak değerlendirilmektedir.
XXIV. Bitişik Bölge
■ Sadece bir madde ile düzenlenmiş bir deniz alanıdır. Çünkü günümüzde bitişik bölge
anlamını yitirmiş bir alandır. Onun yerini münhasır ekonomik bölge almıştır.
■ Bitişik bölge, sahildar devlete karasularının ötesinde bazı konularda yetki veren bir
deniz alanıdır. Tarihsel olarak, hep karasularına eşit bir şekilde genişlemiştir.
BMDHS’nin 33/2. maddesine göre; “bitişik bölge, karasuları genişliğinin ölçülmeye
başlandığı esas hatlardan itibaren 24 deniz milinin ötesine geçemez.” Bunun 12 mile
kadar olan kısmı karasularına dahil edilebileceği için bitişik bölge de 12 mil olur.
■ Bu kavram özellikle 1. Dünya Savaşı’ndan sonra ABD’nin etkisiyle oluşturulmuştur.
Bitişik bölge, BMDHS’nin 33. maddesinde düzenlenmiştir:
■ Bu maddeye göre; “bitişik bölge olarak adlandırılan, karasularına bitişik olan bir
bölgede sahildar devlet aşağıdaki amaçlarla gerekli kontrolleri yapabilir:
a) Ülkesi üzerinde veya karasularında gümrük, maliye, sağlık veya muhaceret ile
ilgili kanun ve kurallarına riayetsizlikleri önlemek;
b) Bu kanun ve kurallara karşı ülkesi üzerinde veya karasularına meydana
gelebilecek riayetsizlikleri cezalandırmak.”
XXV. Kıta Sahanlığı
■ Kıta sahanlığı coğrafi bir kavramdır. Toprağın deniz altında devam eden uzantısıdır. Kıta
sahanlığı doğal bir alan olduğundan bölgelere göre değişebilir. Kıta sahanlığı, 1945
Truman Bildirisi ile uluslararası hukukun gündemine gelmiştir. Bu bildiriye göre; denizin
altında kıtanın devam eden doğal uzantısı üzerinde var olan doğal zenginlikler sahildar
devletine ait olacaktır. Bu durum 1945 yılında uygulanmaya başlanmış olup 1958 Cenevre
Deniz Hukuku Konferansı’nda da Kıta Sahanlığı Sözleşmesi’nin kabulü ile uluslararası
hukukun bir konusu olmuştur.
■ BMDHS’nin 76. vd. maddelerde kıta sahanlığı tanımlanmış ve işlenmiştir. 76. maddeye
göre; “sahildar bir devletin kıta sahanlığı, karasularının ötesinde kıta kenarının dış eşiğine
kadar veya bu eşik daha az bir mesafede ise, karasularının ölçülmeye başlandığı esas
hatlardan itibaren 200 deniz mili mesafeye olan kısımda, bu devletin kara ülkesinin doğal
uzantısının bütünündeki denizaltı alanlarının deniz yatağı ve toprak altlarını içerir.”
■ BMDHS’de de vurgulandığı üzere kıta sahanlığı doğal bir oluşumdur. BMDHS’ye göre,
kıta sahanlığı kıta eşiğine kadardır. Fakat kıta eşiği her yerde aynı değildir. BMDHS, kıta
sahanlığını mesafe unsuruna yani doğal uzantıya göre tanımlamıştır. Bu nedenle BMDHS
buna ilave olarak bir de mesafe ölçütü getirmiştir. Bu şekilde adil olmayan bir sonucun
ortaya çıkması engellenmeye çalışılmıştır. Dolayısıyla 200 mil limiti getirilmiştir.
XXVI. Kıta Sahanlığı (2)
■ 76. maddenin 5. fıkrasına göre; “deniz yatağında kıta sahanlığının dış sınırını
belirleyen ve 4. Paragrafın a), i), ii) fikralarına göre çizilen çizgiyi oluşturan sabit
noktalar, ya karasularının genişliğinin ölçülmeye başlandığı esas hatlardan itibaren
350 deniz milini veya 2500 metre su derinliği noktalarını birleştiren 2500 metre
eşderinlik çizgisinden itibaren 100 deniz milini aşmayacaktır.” Yani, bir devletin
ülkesinin kıta eşiğinin 200 milden fazla olması durumunda bile devlet, kıta sahanlığını
en fazla 350 mile kadar çıkartabilecektir.
■ Kıta sahanlığı, karanın deniz altındaki doğal uzantısı olup kural olarak kıta eşiğine
kadardır. Kıta eşiğinin 200 mile kadar gelmediği alanlarda, kıta sahanlığı 200 mile
sabitlenebilir. BMDHS’nin 77. maddesi, sahildar devletin kıta sahanlığı üzerindeki
haklarını belirtmiştir. UAD kıta sahanlığını, 1969 Tarihli Kuzey Denizi Kıta Sahanlığı
Davası Kararı'nda tanımlamıştır. Bu karara göre kıta sahanlığı; “sahildar devlete ab
initio ipso facto haklar tanıyan bir deniz alanıdır.” Yani kıta sahanlığı baştan itibaren
kıyı devletine doğal olarak ait olan bir deniz alanıdır. 77. maddeye göre, “sahildar
devlet, kıta sahanlığı üzerinde araştırmada bulunmak ve buranın doğal kaynaklarını
işletmek amacı ile egemen haklar kullanır.”
XXVII. Kıta Sahanlığı (3)
■ Bununla beraber 77. madde; “1. paragrafta öngörülen haklar şu anlamda
münhasırdır ki, sahildar devlet kıta sahanlığında araştırmada bulunmadığı veya
buranın doğal kaynaklarını işletmediği takdirde hiç kimse, sahildar devletin açık
rızası olmadan bu eşit faaliyetlere girişemez. Sahildar devletin kıta sahanlığı
üzerindeki hakları fiili veya nazari işgalden bağımsız olarak mevcut olduğu kadar
her türlü açık beyandan da bağımsız olarak mevcuttur. İşbu kısımda öngörülen
doğal kaynaklar, deniz yatağı ve toprak altının madensel kaynaklarını ve diğer
cansız kaynaklarını ve keza sedanter türden canlı organizmaları; yani hasata
elverişli duruma geldikleri zaman, deniz yatağında veya bu yatağın altında ya
hareketsiz bulunan veyahut da hareketleri deniz yatağı veya toprak altı ile sürekli
temasa bağlı olan organizmaları içerir.”
■ Yani kıta sahanlığı içindeki haklar, sahildar devlete başından itibaren doğal olarak
tanınmış haklardır. Sahildar devlet izin vermediği sürece hiçbir devlet burada
sahildar devletin egemenliğine aykırı bir faaliyette bulunulamaz.
XXVIII. Kıta Sahanlığı
■ Kıta sahanlığı üzerindeki su veya onun üzerindeki alan kıta sahanlığı içerisine girmez. Bu
anlamda kıta sahanlığı bir toprak ve o toprağın altındaki zenginlikleri kapsar. BMDHS’nin 78.
maddesine göre; “sahildar devletin kıta sahanlığı üzerindeki hakları bu alanın üstündeki
suların veya bu sular üzerindeki hava sahasının hukuki rejimine halel getirmez.”
■ Karşılıklı kıyıdaş bir devletin olmadığı varsayıldığında 200 mile kadar olan alandaki
zenginlikler kıyı devletine aittir. Kıta sahanlığı, sahildar devletin serbestçe düzenleyeceği bir
alan değildir. Uluslararası hukukun verdiği kadar egemenlik kullanılabilir. Kıta sahanlığında
sahildar devlet dışındaki devletlere bazı haklar tanınmıştır. Bunlar; uçma serbestisi, seyrüsefer
serbestisi ve kablo ve boru hattı döşeme serbestisidir. Karasularında ise bu haklar yalnız
sahildar devlete tanınmaktadır.
■ BMDHS'nin 83. maddesine göre; “sahilleri bitişik veya karşı karşıya bulunan devletler
arasında kıta sahanlığının sınırlandırılması, hakkaniyete uygun bir çözüme ulaşmak amacıyla,
Uluslararası Adalet Divanı Statüsünün 38. maddesinde belirtildiği şekilde, uluslararası hukuka
uygun olarak antlaşma ile yapılacaktır.” Yani karşılıklı kıyıdaş devletlerde aradaki mesafe 400
milin altında ise ilgili deniz alanı hakça ilkelere uygun bir şekilde UAD Statüsü’nün 38.
maddesinde belirtilen andlaşmayla sınırlanır. 1958 Kıta Sahanlığı Sözleşmesi’ne göre bu
andlaşma sağlanmazsa, karşılıklı kıyıdaş devletler arasında eşit uzaklık ilkesi geçerlidir.
XXIX. Münhasır Ekonomik Bölge
■ 1960’lı yıllardan itibaren dekolonizasyon hareketleri nihayete ermeye başlamış ve
sömürge olan çoğu devlet bağımsızlığına kavuşmuştur. Bu devletlerin geçim
kaynağı balıkçılık olduğundan, bu yeni devletler deniz alanlarında balıkçılık
hakkının yalnızca kendilerinin olmasını istemekteydiler. 3. Deniz Hukuku
Konferansı’nın sonucunda bu devletlerin isteği sonucunda münhasır ekonomik
bölge kavramı ortaya çıkmış ve BMDHS'de kendine yer bulmuştur.
■ Kıta sahanlığı kavramı 1958 Sözleşmesi’nde ortaya çıkmışken, MEB kavramı
BMDHS'de düzenlenmiştir. MEB, BMDHS’nin 55. vd. maddelerinde
düzenlenmiştir. 55. madde MEB’in hukuki statüsünü belirlemiştir. BMDHS’nin
57. maddesi ise münhasır ekonomik bölgenin boyutunu düzenlemektedir. Bu
maddeye göre; “Münhasır ekonomik bölge karasularının ötesinde ve bu sulara
bitişik bir bölge olup işbu kısımda belirlenen özel hukuki rejime tabidir; ve rejim
gereği sahildar devletin hakları ve yetkileri ile diğer devletlerin hakları ve
serbestlikleri işbu Sözleşme'nin ilgili maddeleriyle düzenlenmiştir.” Bu maddeye
göre MEB’in limiti 200 mildir. Bu mesafe esas hattan itibaren başlar.
XXX. Münhasır Ekonomik Bölge (2)
■ MEB farazi bir deniz alanı olduğundan, ilan edilmesi gerekir. Yani kıta sahanlığı
gibi kendiliğinden değildir. 55. maddede belirtilen spesifik hukuki rejim 56.
maddede tanımlanmıştır. Bu maddeye göre; “Münhasır ekonomik bölgede sahildar
devletin aşağıdaki hak, yetki ve yükümlülükleri vardır:
a) Deniz yatağı üzerindeki sularda, deniz yataklarında ve bunların toprak
altında canlı ve cansız doğal kaynaklarını araştırılması, işletilmesi,
muhafazası ve yönetimi konuları ile; aynı şekilde sudan, akıntılardan ve
rüzgarlardan enerji üretimi gibi, bölgenin ekonomik amaçlarla araştırılmasına
ve işletilmesine yönelik diğer faaliyetlere ilişkin egemen haklar:
b) İşbu Sözleşmenin ilgili hükümlerine uygun olarak;
i) suni adalar, tesisler ve yapılar kurma ve bunları kullanma;
ii) denize ilişkin bilimsel araştırma yapma;
iii) deniz çevresinin korunması ve muhafazası; konularına ilişkin
yetki”
XXXI. Münhasır Ekonomik Bölge (3)
■ Verilen yetkiler bakımından MEB, sahildar devlete kıta sahanlığından daha fazla yetki
vermektedir. Kıta sahanlığı kural olarak üstteki alanla ilgili olmadığı halde, MEB kıta
sahanlığının üstündeki alanı da kapsar.
■ MEB esas hatlardan itibaren 200 mildir. Sahildar devlet, denizin tabanı ile kapsadığı
su alanının muhafazası, ondan ekonomik haklar elde etme ve burada bilimsel
araştırmalar yapma konusunda haklara sahiptir.
■ BMDHS’nin 58. maddesi, üçüncü devletlerin MEB’deki haklarına ilişkin düzenleme
getirmiştir. Bu maddeye göre; “Münhasır ekonomik bölgede, sahili bulunsun veya
bulunmasın, bütün devletler, işbu sözleşmenin ilgili hükümlerinde öngörülen şartlar
içerisinde, 87. maddede söz konusu olan seyrüsefer serbestliği ile uçuş
serbestliğinden ve denizaltı kabloları ve petrol boruları döşeme serbestliğinden; keza,
bu serbestliklerin kullanımına ilişkin olarak, özellikle gemilerin, uçakların ve
denizaltı kabloları ve petrol borularının işletilmesinde, denizin uluslararası diğer yasal
amaçlarla kullanılması serbestliğinden işbu Sözleşme'nin diğer hükümleri ile bağdaşır
bir şekilde yararlanırlar.” Bu maddeden hareketle, kıta sahanlığı ve MEB için üçüncü
devletlere tanınan haklar aynıdır.
XXXII. Münhasır Ekonomik Bölge (4)
■ MEB’de başka bir devletin balıkçılık gemisi seyrüsefer serbestisine sahiptir. Ancak
MEB’de sahildar devletten başka bir devletin gemisi balıkçılık yaparsa gemi üzerinde
sahildar devletin cezai yargı yetkisi vardır. MEB, deniz alanı içindeki canlı kaynakları da
kapsamaktadır. Kıta sahanlığı ise yalnızca denizin dibindeki canlı ve cansız kaynakları
kapsamaktadır.
■ BMDHS’nin 60/6. maddesine göre; “Bütün gemiler, bu güvenlik bölgelerine saygı
gösterecekler; ve suni adaların, tesislerin, yapıların ve güvenlik bölgelerinin yakınlarında
seyrüsefer konusunda genel kabul görmüş uluslararası kurallara uyacaklardır.”
■ 80. maddeye göre ise; “60. madde, kıta sahanlığı üzerindeki sun’i adalara, tesis ve
yapılara, gerekli değişikliklerle uygulanır.” Bu maddeye göre; “Münhasır ekonomik
bölgede sahildar devlet:
a) Suni adalar;
b) 56. Maddede öngörülen amaçlar veya diğer ekonomik amaçlarla tesis ve yapılar;
c) Bölgede sahildar devletin haklarını kullanmasını engelleyebilecek tesis ve yapılar
inşa etmek ve bunların inşasına, işletilmesine ve kullanılmasına izin vermek ve
inşasını, işletilmesini ve kullanılmasını düzenlemek konularında münhasır hakka
sahip olacaktır.”
XXXIII. Münhasır Ekonomik Bölge (5)
■ MEB, sahildar devlete ilgili deniz alanında deniz tabanı ve su kütlesi
üzerinde ekonomik haklar veren bir deniz alanıdır. Söz konusu alanda
üçüncü devletlerin de birtakım hakları vardır. Bunlar: Uçma, seyrüsefer
ve kablo ve boru hattı döşeme serbestisidir. Bilimsel araştırma yapma,
balıkçılık ve suni ada ile suni tesis kurma konularında sahildar devletin
egemen yetkileri söz konusudur.
■ MEB’in sınırlandırılması, kıta sahanlığının sınırlandırılması ile aynı
hukuki rejime tabidir. BMDHS’nin 74. maddesine göre; “sahilleri bitişik
veya karşı karşıya bulunan devletler arasında münhasır ekonomik
bölgenin sınırlandırılması, hakkaniyete uygun bir çözüme ulaşmak
amacıyla, Uluslararası Adalet Divanı Statüsünün 38. maddesinde
belirtildiği şekilde uluslararası hukuka uygun olarak andlaşma ile
yapılacaktır.”
XXXIV. Adalar
■ BMDHS’nin 121. maddesi “ada”yı tanımlamıştır. Bu maddeye göre; “bir ada, sularla
çevrili olan ve sular yükseldiğinde su üstünde kalan, doğal olarak meydana gelmiş bir
kara parçasıdır.” Suni ada ve tesislerin kendilerine ait bir deniz alanları yoktur. Yalnızca
etraflarında 500 metrelik bir güvenlik alanı oluşturulabilir. Eğer bir ada, doğal bir adaysa
121/2. madde devreye girer. Bu maddeye göre; “3. paragraf hükümleri saklı kalmak
üzere, bir adanın karasularının, bitişik bölgesinin, münhasır ekonomik bölgesinin ve kıta
sahanlığının sınırlandırılması, işbu Sözleşmenin diğer kara parçalarına uygulanabilir
hükümlerine uygun olarak yapılır.” Yani adanın da kara ülkesinin deniz alanlarına sahip
olması gerekir. Lakin bu durum yalnızca insan yaşamına elverişli olup ekonomik hayata
sahip olan adalar için geçerlidir.
■ UAD’nin içtihatlarına göre adalar 3 çeşide ayrılır. Bunlar: Tam etki tanınan adalar, kısmi
etki tanınan adalar ve etki tanınmayan adalar. Eğer bir ada aynı zamanda bir devleti de
oluşturuyorsa bu adaya tam etki tanınır. Bir devlet için önemli bir ada ise kısmi etki
tanınır. Kısmi etkide ada, tam bir deniz alanına sahip olamaz. Buna örnek olarak ters
yönde kalan adalar verilebilir. Hiç etki tanınmayan adalarda ise yalnızca küçük bir deniz
alanı tanınır.
XXXV. Adalar (2)
■ Takımada devleti ise BMDHS’nin 46. maddesi vd. düzenlenmiştir. Bu
maddeye göre; "Takımada Devletinden, bütünüyle bir veya bir çok
takımadadan oluşan ve başka adaları da ihtiva edebilen bir devlet;
Takımadadan, birbirleri ile olan bağları coğrafi, ekonomik ve politik yönden
bir bütün oluşturacak derecede sıkı olan veya tarihi açıdan bu şekilde kabul
edilen ada kısımları, bunlara bitişik sular ve diğer doğal unsurlar da dahil
olmak üzere, bir adalar grubu anlaşılır.”
■ Bu maddeye göre bir devletin takımada devleti olabilmesi için mutlaka
adalardan oluşması gerekir. Anakaraya kesinlikle bağlanmamalıdır.
Takımadada içsular düz esas hat yöntemi ile belirlenebilir. Buna takımada
suları denir. Takımada suları aslında içsular olarak değerlendirilir, fakat
buradan diğer devletlerin zararsız geçişine izin verilir.
XXXVI. Yarı Kapalı ve Kapalı Denizler
■ BMDHS’nin 122. maddesi kapalı ve yarıkapalı denizleri düzenlemiştir.
Bu maddeye göre; “işbu Sözleşmenin amaçları uyarınca kapalı veya yarı
kapalı denizden, iki veya daha çok devlet tarafından çevrili ve diğer bir
denize veya okyanusa dar bir geçitle bağlı bulunan veyahut da bütünüyle
veya büyük bir bölüm ile, iki veya daha çok devletin kara sularından ve
münhasır ekonomik bölgelerinden oluşan bir körfez, bir deniz havzası
veya bir deniz anlaşılır.”
■ BMDHS’nin 123. maddesi ise kapalı veya yarıkapalı denizle karşılıklı
kıyıdaş olan devletlerin durumlarını düzenlemektedir. Bu maddeye göre;
“kapalı veya yarı kapalı bir denize sahildar olan devletler, işbu sözleşme
gereğince kendilerine ait olan hakların kullanılmasında ve
yükümlülüklerin yerine getirilmesinde aralarında işbirliğinde
bulunmalıdırlar.”
XXXVII. Açık Deniz
■ 1958 Açık deniz Sözleşmesi’ne göre; karasularının ötesinde kalan
alanlara açık deniz denir. O dönemde MEB olmadığından böyle bir
tanımlama yapılmıştır. BMDHS, açık denizler için iki ilkeden hareket
etmektedir. Bunlar; açık denizlerin serbestliği (87. madde) ve açık
denizlerin barışçıl amaçlarla kullanılması (88. madde) ilkesidir. Askeri
denetimler için yapılan uygulamalar, saldırgan olmadıkça hukuka
aykırılık teşkil etmez.
■ BMDHS’nin 87. maddesine göre açık denizler, denize kıyısı olsun
veya olmasın bütün devletlere açıktır. 89. madde ise bunu
tamamlamaktadır; "Hiçbir devlet, geçerli bir şekilde açık denizin
herhangi bir parçasını egemenliğe tabi tutmaya kalkışamaz."
XXXVIII. Açık Deniz (2)
■ 87. maddenin devamında ise; “açık denizler, sahili bulunsun veya bulunmasın
bütün devletlere açıktır. Açık denizlerin serbestliği, işbu Sözleşme'de yer alan
şartlar ve diğer uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde kullanılır. Bu serbesti,
sahili bulunsun veya bulunmasın bütün devletler için, inter alia, aşağıdakileri
kapsar:
a) Seyrüsefer serbestisi;
b) Açık deniz üzerinden uçma serbestisi;
c) VI. Kısım saklı kalmak şartıyla, denizaltı kabloları ve petrol boruları döşeme
serbestisi;
d) VI. Kısım saklı kalmak şartıyla, sun’i adalar ve uluslararası hukukun izin verdiği
diğer tesisleri inşa etme serbestisi;
e) 2. Bölümde zikredilen şartlar saklı kalmak şartıyla, balık avlanma serbestisi;
f) VI. ve XIII. Kısımlar saklı kalmak şartıyla, bilimsel araştırma serbestisi"
XXXIX. Açık Deniz (3)
■ 90. madde ise seyrüsefer serbestisini işlemektedir; “sahili bulunsun veya bulunmasın
her devlet, açık denizlerde kendi bayrağını taşıyan gemileri seyrettirme hakkına
sahiptir.” Yani bir devletin gemisinin olabilmesi için denize kıyısının olmasına gerek
yoktur. Bununla beraber açık deniz bayrak kuralı üzerine kurulmuştur. Yani açık
denizde gemilerin bir devletin bayrağını taşımaları zorunludur.
■ Bayrak verme yetkisi ise devletlerin tekelindedir. 91. madde bayrak devletini
işlemiştir; “her devlet, gemilere hangi şartlar ile tabiiyetini vereceğini, gemilerin kendi
ülkesinde tescil şartlarını ve kendi bayrağını çekme hakkına sahip olmaları için gerekli
şartları tespit edecektir. Gemiler bayrağını çekme iznine sahip oldukları devletin
tabiiyetine sahiptir. Devlet ile gemi arasında gerçek bir bağ bulunmalıdır.”
■ BMDHS’nin 92. maddesi de kendisine bayrak verilen geminin hukuki statüsünü
işlemiştir: “gemiler tek bir devletin bayrağı altında seyredecekler ve uluslararası
antlaşmalarda ve işbu Sözleşmede açıkça belirtilen istisnalar dışında, açık denizlerde o
devletin münhasır yetkisine tabi olacaklardır. Mülkiyetin gerçekten nakli veya sicilde
değişiklik durumları haricinde bir gemi yolculuk sırasında veya bir limanda bayrağını
değiştiremez.” Aynı zamanda bu maddeye göre, iki devletin bayrağını taşıyan bir gemi
bayraksız sayılmaktadır.
XL. Açık Deniz (4)
■ Gemi açık denizde dursa da duraksasa da bayrak devletinin yetkisindedir. Durma
ve duraksama zararsız geçiş için geçerlidir. Açık denizde bayrak devleti dışında
kimse buna karışamaz. Fakat 1969 Müdahale Sözleşmesi ile açık denizin
korunması amacıyla bir devlet, farklı bir bayrağa sahip gemiye müdahale edebilir
hale gelmiştir.
■ Bu istisna BMDHS’de tanınmamıştır. BMDHS ile tanınan istisnalar şunlardır:
Köle taşıma yasağı (99. madde), deniz haydutluğunu bastırma konusunda işbirliği
(100. madde), narkotik ve psikoterapik maddelerin kanun dışı ticaretini önleme
(108.madde), açık denizde izinsiz yayın yapma (109. madde), ziyaret hakkı (110.
madde) ve kesintisiz (sıcak) takip hakkıdır.
■ Günümüzde korsanlık ile deniz haydutluğu aynı anlamda kullanılmaktadır. Fakat
bu durum 1856 Paris Konferansı ile ortaya çıkmıştır. Öncesinde korsanlık bir
kişinin herhangi bir devletin iznini almadan devlete ait olmayan bir gemiyle, kendi
çıkarı için, başka bir kişinin gemisini ele geçirmesiyken; deniz haydutluğu bir
kişinin yine herhangi bir devlete ait olmayan bir gemiyle, bir devletin izniyle,
başka bir devlete ait gemileri ele geçirmesidir.
XLI. Açık Deniz (5)
Deniz haydutluğunun tanımı BMDHS’nin 101. maddesinde yapılmaktadır. Bu maddeye
göre; “Aşağıda sayılan fiillerden herhangi biri deniz haydutluğunu teşkil eder;
a) Bir özel geminin veya bir özel uçağın mürettebatı veya yolcuları tarafından:
i- Açık denizde, bir gemiye veya uçağa veya bunlardaki kişi veya mallara karşı;
ii- Hiçbir devletin yetkisine tabi olmayan bir yerde, bir gemiye veya uçağa,
kişilere veya mallara karşı,
b) Kişisel amaçlarla işlenen her türlü yasa dışı şiddet veya alıkoyma veya yağma
fiili;
c) Gemiye veya uçağa deniz haydudu gemi veya uçak niteliğini veren olaylara ait
bilgisi olmak kaydıyla bir geminin veya bir uçağın kullanılmasına isteyerek katılma fiili;
d) a) ve b) fıkralarında tanımlanan fiillerin işlenmesini teşvik eden veya bunları
kolaylaştırmak üzere işlenen her fiil.”
XLII. Açık Deniz (6)
■ Deniz haydutluğunun asgari şartları şunlardır: Başka bir gemiden o gemiye yağma suçunun
gerçekleştirilmesi , en az iki geminin bulunması, özel mülkiyete tabi bir geminin veya özel
mülkiyete tabi bir uçağın mürettebatı veya yolcuları tarafından başka bir özel mülkiyete
tabi gemiye karşı işlenmiş olması, özel gemiler tarafından özel gemilere karşı yapılmış
olması gerekir, eylem mutlaka açık denizde veya bir devletin yargı yetkisi dışındaki deniz
alanında gerçekleşmiş olmalı (MEB’de) ve özel amaç için gerçekleşmiş olmalıdır.
■ BMDHS’nin 105. maddesi bu konuda alınabilecek tedbirleri bildirmektedir; “her devlet
açık denizde veya hiçbir devletin yetkisine tabi olmayan her hangi bir yerde, deniz
haydudu bir gemiyi veya uçağı yahut deniz haydutluğu fiilleri sonucunda ele geçirilmiş
olan ve deniz haydutlarının elinde bulunan bir gemiye el koyabilir ve bu gemide ve uçakta
bulunan kişileri yakalayabilir ve mallara el koyabilir. El koyan devletin mahkemeleri
verilecek cezalar ile iyi niyet sahibi üçüncü kişilerin hakları saklı kalmak şartıyla gemi,
uçak veya mallara ilişkin tedbirler konusunda karar verebilir.”
■ Savaş gemileri deniz haydutluğu yapamazlar. Bununla ilgili tek istisna BMDHS’nin 102.
maddesidir; “mürettebatının isyan ederek denetimini ele geçirdiği bir savaş gemisi, bir
devlet gemisi veya bir devlet uçağı tarafından işlenen 101. maddede tanımlanmış deniz
haydutluğu fiilleri, özel bir gemi veya uçak tarafından işlenen fiillerle bir tutulur.”
XLIII. Açık Deniz (7)
■ Ziyaret hakkı ile bir devletin gemisi, başka bir devletin gemisine yanaşma yasağı uygulanmaksızın
çıkabilir. BMDHS’nin 110. maddesine göre;
■ ‘müdahalenin bir andlaşma ile tanınan yetkilerden kaynaklanması durumu dışında, açık denizde 95.
ve 96. maddelerde öngörülen tam dokunulmazlıklardan yararlananlar haricindeki bir yabancı
gemiyle karşılaşan bir savaş gemisi aşağıda belirtilen konularda ciddi nedenler olmadıkça, bu gemiyi
durdurup denetleme hakkına sahip değildir:
a) Geminin deniz haydutluğu yaptığı;
b) Geminin köle ticaretine karıştığı;
c) Savaş gemisinin bayrağını taşıdığı devletin 109. madde uyarınca yargılama yetkisine sahip olduğu
bir durumda, geminin izinsiz yayına hizmet ettiği;
d) Geminin tabiiyetsiz olduğu; veya
e) Yabancı bir bayrak çekmiş olmasına veya bayrağını göstermekten kaçınmasına rağmen, geminin
gerçekte savaş gemisiyle aynı tabiiyette olduğu.
2- 1. paragrafta öngörülen durumlarda, savaş gemisi, geminin bayrağını çekmeye yetki veren
belgelerinin doğruluğunu inceleyebilir. Bu amaçla şüpheli gemiye bir subayın kumandasında bir araç
gönderebilir. Belgelerin incelenmesi sonucunda şüpheler devam ederse, gemide mümkün olan nezaketle
daha etraflı incelemeye geçilebilir.’
XLIV. Kesintisiz Takip Hakkı
■ Kesintisiz takip hakkı ise BMDHS’nin 111. maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddeye
göre;
1- Sahildar devletin yetkili makamları, bu devletin kanunlarına ve kurallarına aykırı hareket
ettiğine ilişkin yeterli kanıya sahip oldukları takdirde bir yabancı geminin izlenmesine
girişebilirler. Bu izleme, yabancı gemi veya bunun aralarından birini izleyen devletin iç
sularında, takımada sularında, karasularında veya bitişik bölgesinde iken başlamalıdır; ve
karasularının veya bitişik bölgenin ötesinde, ancak kesintiye uğramamak şartıyla devam
edebilir. Karasularında veya bitişik bölgede seyreden bir yabancı gemiye dur emrini veren
geminin, yabancı geminin dur emrini aldığı zaman bulunduğu sular içerisinde bulunması
zorunlu değildir. Yabancı gemi işbu Sözleşme'nin 33. maddesinde tanımı yapılan bir bitişik
bölgede bulunuyorsa, izlemeye ancak, bu bitişik bölgenin tesisini gerektiren korunma
amaçlarının ihlali halinde girişilebilir.
2- Kesintisiz izleme hakkı, kıta sahanlığı üzerindeki tesisleri çevreleyen güvenlik bölgeleri de
dahil olmak üzere münhasır ekonomik bölgede veya kıta sahanlığında, sahildar devletin işbu
Sözleşme uyarınca uygulanabilir kanun ve kurallara aykırılık halinde, aykırılığın zikredilen
alanlarda meydana gelmiş olması şartı ile, mutatis mutandis uygulanacaktır.
3- İzleme hakkı, izlenen geminin kendi devletinin karasularına veya üçüncü bir devletin
karasularına girmesi ile sona erer.
XLV. Kesintisiz Takip Hakkı (2)
4- İzleme ancak, izleyen gemi, izlenen geminin veya bunun aralarından birinin veya ekip halinde
çalışıp izlenen gemiyi ana gemi olarak kullanan diğer araçların, karasuları içerisinde veya duruma
göre, bitişik bölgede veya münhasır ekonomik bölgede veya kıta sahanlığı üzerinde bulunduğuna
elindeki kullanılabilir vasıtalarla kanaat getirdiği takdirde, başlamış kabul edilir. İzleme ancak, gözle
görülür veya kulakla işitilir bir durma işaretinin verilmesinden sonra başlayabilir; bu işaret, yabancı
gemiye görebileceği veya işitebileceği bir mesafeden verilir.
5- İzleme hakkı, ancak savaş gemileri veya askeri uçaklar veya açık dış işaretlerle bir kamu hizmetine
tahsis edilmiş oldukları ve bu konuda yetkili kılındıkları belli olan, diğer gemiler veya uçaklar
tarafından kullanılabilir.
6- Geminin uçak tarafından izlendiği durumda:
a) 1. ve 4. Paragraf hükümleri gerekli değişikliklerle uygulanacaktır.
b) Dur emrini veren uçak, gemiyi kendisi tutuklamak imkanına sahip olmadıkça, sahildar devlete ait
ve ilk uçak tarafından haberdar edilen bir uçak veya gemi izlemeyi devam ettirmek üzere gelene
kadar, izlemeyi fiilen sürdürmek zorundadır. Uçak dur emrini verip izlemediği veya diğer uçak ve
gemiler izlemeyi kesintisiz sürdürmedikleri takdirde, geminin uçak tarafından suçlu veya şüpheli
olarak gözlemlendiği şeklinde bir açıklama, geminin karasuları dışında tutuklanmasını haklı
göstermeye yetmez.
XLVI. Boğazlar
■ İki denizi birbirine bağlayan doğal su yollarına boğaz denir. Yapay su yollarına ise
kanal denir. Boğazlar, BMDHS’nin 34. maddesinden itibaren düzenlenmiştir.
Boğazlar, iki açık denizi bağlayan su yollarıdır. "Ulusal boğazlar" ve "uluslararası
boğazlar" olmak üzere ikiye ayrılırlar.
■ Ulusal boğazlar, bir devletin ülkesinin sınırları içinde kalıp kapalı denizlerle açık
denizleri birleştiren doğal su yollarıdır. Uluslararası hukukun kapsamı dışındadır.
■ Uluslararası boğazlar ise bir ülkenin sınırları içerisinde kalmasına rağmen iki açık
denizi birleştiren ve seyrüsefer için zorunlu olan boğazlardır. Bu tür boğazlar 1949
Korfu Boğazı Davası ile gündeme gelmiştir. UAD’ye göre, eğer bir doğal suyolu
iki açık denizi birleştiriyorsa seyrüseferde alternatif suyollarının olması veya
buranın çok etkin kullanılmıyor olması orayı boğaz olmaktan çıkarmaz. Boğaz iki
açık denizi birleştiren doğal suyoludur. Bu boğazların uluslararası seyrüsefere de
açık olması gerekir. Yani iki açık denizi birleştiren dar suyolu, alternatif
suyollarının olmasına rağmen iki açık denizi birleştiriyor ve seyrüsefere de
uygunsa uluslararası boğaz olarak değerlendirilir.
XLVII. Boğazlar (2)
■ BMDHS’nin 37. maddesine göre; “işbu bölüm, açık denizin veya bir münhasır ekonomik bölgenin
bir bölümü ile açık denizin veya bir münhasır ekonomik bölgenin diğer bölümü arasında
uluslararası seyrüsefer için kullanılan boğazlara uygulanır.” Yani boğazdan geçiş, transit bir şekilde
olmalıdır. Transit geçişte (38. madde), barış, düzen ve güvenlik kuralı da geçerli değildir. Yalnız
can güvenliği ile ilgili bir durum olduğunda geçiş engellenebilir.
■ Geçen gemiler bakımından transit geçiş, zararsız geçişe göre daha geniş haklar taşır. BMDHS’nin
38/1. maddesi ise buna bir istisna getirmiştir; “37. maddede öngörülen boğazlarda bütün gemiler ve
uçaklar bir engelleme olmaksızın transit geçiş hakkından yararlanırlar; ancak, transit geçiş hakkı
bir devletin kıtası ile bu devlete ait bir ada arasında kalan boğazlarda, eğer adanın açık deniz
tarafında veya bir münhasır ekonomik bölgede seyrüsefer ve hidrografik özellikler bakımından eşit
uygunlukta başka bir yol mevcutsa uygulanmayacaktır.” Bu istisna Korfu Boğazı için getirilmiştir.
Bu tür boğazlar, BMDHS’nin 45. maddesi gereği zararsız geçişe tabidir.
■ Zararsız geçiş 45. maddeye göre; bir devletin tamamen karasularını oluşturan boğazlar ve açık
denizin ya da MEB’in bir parçası ile yabancı bir devletin karasularını birleştiren boğazlardır.
■ Boğazlardan geçişe ilişkin olarak BMDHS üç adet geçiş rejimi öngörmüştür. Bunlar: Transit geçiş
(iki açık denizi birleştiren ve başka alternatifi olmayan boğazlar), zararsız geçiş (BMDHS’nin 45.
maddesinde sayılan boğazlar) ve 35/1-c’de bahsedilen özel geçiştir. BMDHS’nin 35/1-c’de
düzenlenen boğazlar, uzun süredir özel bir sözleşme ile düzenlenmiş boğazlardaki rejimlerdir.
Bunlara örnek olarak; Macellan Boğazı ve Türk Boğazları verilebilir.
XLVIII. Derin Deniz Yatağı
■ Derin deniz yatağı kıta sahanlığının ötesinde kalan açık denizin tabanıdır. Derin
deniz yatağı BMDHS’nin 133. maddesinden itibaren işlenmektedir. 136. maddeye
göre; “saha ve sahanın kaynakları, insanlığın müşterek mirasıdır.” Hiç kimse
burada egemenlik iddiasında bulunamaz. BMDHS’ye göre derin deniz yatağı
yalnızca barışçıl amaçlarla kullanılmalıdır. Burası insanlığın müşterek mirasıdır.
Buranın doğru bir şekilde kullanımı için 156. madde ile Derin Deniz Yatağı
Otoritesi kurulmuştur. Bu örgütün; Asamblesi, Konseyi, Sekreteryası ve işletmesi
vardır. BMDHS’ye taraf olan her devlet otomatik olarak Otorite’ye de üye olarak
kabul edilir. Teşebbüs, derin deniz yatağındaki doğal kaynakların çıkarılmasında
tek yetkilidir. Çıkardığını ise hakça paylaştırır. Yani derin deniz yatağında 4 temel
ilke vardır. Bunlar: Barışçıl amaçlarla kullanılma, hakça paylaşma, yetkinin
yalnızca teşebbüste olması ve müşterek mirastır. Teşebbüs bu yetkisini başka
devletlere ya da şirketlere devredebilir.
■ Teşebbüsün çıkardıklarından pay alabilmek için BMDHS’ye taraf, Otoriteye’de
üye olmak gerekir. Fakat bu kaynakların paylaşımında üye olmayan devletlerin de
haklarına zarar vermemeye özen gösterilir.
XLIX. Kuzeybatı Akdeniz (Ege) Sorunları

■ Kuzeybatı Akdeniz'de her ne kadar Yunanistan bir tek kıta sahanlığına


yönelik uyuşmazlık olduğunu iddia etse de, toplamda beş adet uyuşmazlık
bulunmaktadır. Bunlar şu şekilde sayılabilir:
– Karasularının genişliği sorunu,
– Kıta sahanlığı sorunu, coğrafi formasyonların yasal statüsü sorunu,
– Arama kurtarma bölgesinin (SAR) genişliği sorunu,
– Uçuş bilgi bölgesinin (FIR) genişliği sorunu
– Kuzeybatı Akdeniz'in doğusundaki adaların silahsızlandırılmış statüsü
sorunudur.
L. Karasularının Genişliği Sorunu
■ 1924 tarihli Lozan Barış Andlaşması'nın 6/3. maddesi ile deniz sınırlarının
üç deniz milinden aşağıdaki ada ve adacıkları kapsayacağı belirtilerek;
Kuzeybatı Akdeniz'de devletlerin karasularının dolaylı olarak 3 deniz mili
olacağı belirtilmiştir. Fakat Yunanistan, 17 Eylül 1936 tarihinde çıkardığı
230 Sayılı Kanun gereğince karasularının genişliğini 6 deniz miline
çıkardığını belirtmiş ve Lozan'da kurulan dengeyi kendi lehine olacak
şekilde bozmuştur.
■ Türkiye ise Yunanistan'ın bu işlemine ancak 1964 yılında çıkardığı 476
Sayılı Karasuları Kanunu ile cevap vermiştir. Bu kanunun 1. ve 2. maddesi
birlikte düşünüldüğünde Türkiye Cumhuriyeti, karasularının genişliği
açısından 6 deniz milini kabul etmiş ve karasularının genişliğinin kıyıdaş
devlet tarafından 6 deniz milinden daha geniş olarak belirlenmesi
durumunda, mütekabiliyet esası gereğince, kıyıdaş devlet ne kadar
belirlediyse kendisinin de o genişliğini benimseyeceğini bildirmiştir.
LI. Karasularının Genişliği Sorunu (1)
■ 476 Sayılı Karasuları Kanunu, 20 Mayıs 1982 Tarihli ve 2674 Sayılı
Karasuları Kanunu tarafından ilga edilmiştir. Bu kanun ile mütekabiliyet
esası kaldırılmış ve Türkiye Cumhuriyeti'nin karasularının genişliği 6 deniz
mili olarak belirlenmiş; fakat Bakanlar Kurulu'na gerekli görüldüğü
hallerde bu genişliği artırma imkanı da tanınmıştır. Nitekim Bakanlar
Kurulu, Karadeniz ve Akdeniz'de Türkiye Cumhuriyeti'nin karasularının
genişliğini 12 deniz mili olarak belirlemiş, fakat Kuzeybatı Akdeniz'de 6
deniz milinin üstünde bir belirleme yapmamıştır. Dolayısıyla günümüzde,
Kuzeybatı Akdeniz'de Türkiye'nin karasularının genişliği 6 deniz milidir.
■ BMDHS'nin 1 Ağustos 1995'te Yunanistan tarafından onaylanmasından
sonra gerginlik daha da artmıştır. Buna karşılık Yunanistan, gereksinim
duymadıkça karasularının genişliğini 6 deniz milinin üstüne çıkarmayacağı
konusunda BM ve NATO'ya güvence vermiştir.
LII. Karasularının Genişliği Sorunu (2)
■ Yunanistan'ın ve Türkiye'nin karasularının genişliğini 12 deniz miline çıkarmaları
durumunda Yunanistan'ın karasularının kapladığı alan Kuzeybatı Akdeniz'in
%71'ine Türkiye'ninki ise %8'ine denk gelecektir. Kalan %21'lik alan ise açık
deniz olacaktır. Bu anlamda Yunanistan'ın temel amacı, Kuzeybatı Akdeniz'i bir
Yunan Gölü haline getirmek suretiyle, Türkiye'nin bölgedeki etkinliğini tam
anlamıyla ortadan kaldırmaktır.
■ Sorunun çözümüne yönelik olarak Kuzeybatı Akdeniz'in uluslararası hukuk
açısından statüsünün açıklanması gerekmektedir. Kuzeybatı Akdeniz, uluslararası
deniz hukuku açısından bir yarı kapalı deniz statüsündedir. Yarı kapalı deniz
BMDHS'nin 122. maddesinde şu şekilde tanımlanmaktadır: "Kapalı veya yarı
kapalı deniz, iki veya daha fazla devlet tarafından etrafı çevrilmiş ve başka bir
denize veya okyanusa dar bir çıkışla bağlanan veya tamamen veya esas itibariyle
iki veya daha fazla sayıdaki kıyı devletinin karasuları ve münhasır ekonomik
bölgesinden oluşan bir körfez, havza veya deniz, manasına gelir."
LIII. Karasularının Genişliği Sorunu
■ BMDHS'nin 123. maddesinde ise, "yarı kapalı denize kıyısı olan
devletlerin Sözleşme'den doğan haklarını kullanırken birbirleriyle
işbirliğine gitmeleri gerektiği" belirtilmiştir. Bu anlamda Yunanistan'ın,
karasularının genişliğinin belirlenmesinde, Kuzeybatı Akdeniz'in yarı
kapalı deniz statüsü nedeniyle Türkiye ile işbirliği içinde olması
gerekmektedir. Genişliği kendi başına yaptığı bir iç hukuk işlemi ile
belirlemesi BMDHS'nin ihlaline vücut verir.
■ Karasularının genişliğinin hiçbir şekilde belirlenemediği durumlarda,
BMDHS'nin 15. maddesi gereğince hiçbir devletin karasuları, ortay hattın
ilerisine geçemez.
■ Günümüzde karasularının genişliğine ilişkin sorun devam etmektedir.
Fakat Yunanistan böyle bir sorun olduğunu kabul etmemekte, BMDHS'nin
kendisine tanıdığı bir hakkı kullandığını belirtmiştir.
LIV. Kıta Sahanlığı Sorunu
■ Türkiye, 1973 yılında Yunanistan'ın kendi kıta sahanlığında olduğunu iddia
ettiği bir alanda Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO)'na 27 adet
petrol arama ruhsatı vermiştir. Yunanistan, bu durumu protesto etmiştir.
1974 yılında Türkiye'nin Kıbrıs'taki olaylar neticesinde Kıbrıs'a yaptığı
müdahalenin sonucunda gerginlik daha da artmış ve karşılıklı notalar
verilmiştir.
■ Türkiye'nin 1976 yılında Kuzeybatı Akdeniz'e sismik araştırma yapılması
amacıyla gemi göndermesi sonucunda, Yunanistan Uluslararası Adalet
Divanı'na başvurmuştur. UAD başvuruyu yetkisizlik nedeniyle
reddetmiştir.
LV. Coğrafi Formasyonların Yasal Statüsü
Sorunu
■ Kuzeybatı Akdeniz’de bazı coğrafi formasyonların hukuki statüsüyle ilgili
anlaşmazlık konusu esas itibariyle, Lozan Andlaşması'nın yorumuna ilişkin bir
uyuşmazlıktır. Bu uyuşmazlık, belli coğrafi formasyonların hukuki statüsü ve
Kuzeybatı Akdeniz’deki hukuki statükoyu belirleyen andlaşma hükümleri
çerçevesinde bu formasyonların üzerindeki egemenliğin aidiyeti ile ilgilidir. 1923
Lozan Andlaşması’nın 6. maddesine göre, Anadolu kıyısından 3 mil uzaklığa kadar
bulunan bütün coğrafi formasyonlar Türkiye’ye aittir.
■ Türkiye, uluslararası alanda geçerliliği olan enstrümanlarla açık bir biçimde
Yunanistan’a bırakılmış olan adalar, adacıklar ya da bu tür formasyonlar üzerinde
herhangi bir hak iddia etmemektedir. Ancak, Kuzeybatı Akdeniz’de egemenliği
açık olarak Yunanistan’a bırakılmayan birçok adacık ve coğrafi formasyon olduğu
da yadsınamaz bir gerçektir.
■ Bu tartışmalı formasyonlardan bazıları, Türkiye’nin Kuzeybatı Akdeniz’deki
sahillerine oldukça yakındır. Aslında bu mesele, iki ülke arasındaki deniz
sınırlarının belirlenmesi yönündeki önemli engellerden biridir.
LVI. Arama Kurtarma Bölgesinin Genişliği
Sorunu
■ Denizde arama kurtarma faaliyetleri 1979 tarihli Denizde Arama Kurtarmaya
İlişkin Uluslararası Sözleşme (Hamburg Sözleşmesi) ile düzenlenmiştir. Hamburg
Sözleşmesi’ne göre, ilgili taraflar arasında andlaşma yoluyla arama ve kurtarma
sahaları belirlenmediği takdirde taraflar, böyle bir anlaşma yapılana kadar arama
ve kurtarma hizmetlerinin kapsamlı koordinasyonu için çaba sarf edeceklerdir.
Türkiye’nin bu alana yönelik çabalarına rağmen böyle bir koordinasyon merkezi
kurulamamıştır.
■ Ayrıca arama ve kurtarma sahalarının, yapılacak andlaşmanın uygulanabilir
olması gerektiğinden açık denizlerdeki arama kurtarma sahalarıyla uyumlu olması
gerekmektedir. Uluslararası Sivil Havacılığa İlişkin Chicago Sözleşmesi’nin 12.
numaralı eki, deniz ve hava arama kurtarma sahalarının arasında net bir ayrım
yapmakta ve açık denizlerde yürütülen arama kurtarma faaliyetleri çerçevesinde
konunun deniz boyutuna vurgu yapmaktadır.
LVII. Arama Kurtarma Bölgesinin Genişliği
Sorunu
■ Türkiye kendi arama kurtarma bölgesini deklare etmiş, ilgili IMO
Küresel SAR Planı’na kaydettirmiştir. Türk ve Yunan Arama
Kurtarma Bölgeleri çakıştığından bu çakışan alanlarda
gerçekleştirilen tüm arama kurtarma operasyonlarının 1979
Hamburg Sözleşmesi 2/1-5. maddeye uygun olarak eşgüdüm
halinde düzenlenmesi gerekmektedir.
■ Yunanistan ile Türkiye arasında arama kurtarma bölgeleri
hakkındaki uyuşmazlık temel olarak Yunanistan’ın konuya
egemenlik meselesi olarak yaklaşmasından kaynaklanmaktadır.
LVIII. Uçuş Bilgi Bölgesinin Genişliği Sorunu
■ Yunanistan’ın 10 deniz mili genişliğinde ulusal hava sahası iddiası Kuzeybatı
Akdeniz hava sahası anlaşmazlığının temelini oluşturmaktadır. Bu ihtilafın ana
nedenleri uçuş bilgi bölgesi (FIR) sorumluluğunun Yunanistan tarafından ısrarla
istismar edilmesi ve Yunanistan’ın, karasularının genişliğinin 6 deniz mili
olmasına karşın, ulusal hava sahasının genişliğinin 10 deniz mili olduğuna
yönelik iddiasıdır.
■ Uluslararası hukuka göre, bir ülkenin karasuları genişliği aynı zamanda o ülkenin
ulusal hava sahasının genişliğini de belirler. Yunanistan 1931 yılında o tarihte
karasularının genişliği 3 deniz mili olmasına karşın, ulusal hava sahasını 10 deniz
mili olarak deklare edilmiştir. Yunanistan daha sonra 1936 yılında karasularını
günümüzde uyguladığı 6 deniz miline çıkartmıştır. Bu nedenle, Yunanistan’ın
ulusal hava sahasının 10 deniz mili olduğu iddiası uluslararası hukuk açısından
savunulabilir değildir.
LIX. Kuzeybatı Akdeniz'in Doğusundaki
Adalar'ın Silahsızlandırılmış Statüsü Sorunu
■ Doğu Ege Adaları, 1923 Lozan Antlaşması ve 1947 Paris Antlaşması da dahil olmak üzere
birtakım uluslararası antlaşmalarla silahsızlandırılmıştır. Halen yürürlükte olan ve
dolayısıyla Yunanistan’ı yasal olarak bağlayan bu uluslararası anlaşmalar, Kuzeybatı
Akdeniz'in doğusundaki adaların silahlandırılmasını yasaklamakta ve bu maksatla
Yunanistan’a yasal yükümlülükler ve sorumluklar da getirmektedir.
■ Bununla birlikte, Yunanistan Türkiye’nin itirazlarına rağmen uluslararası hukuk
çerçevesinde ahdi taahhütlerini ve antlaşmalardan doğan yükümlülüklerini ihlal ederek
1960’lardan beri adaları silahlandırarak Kuzeybatı Akdeniz'in doğusundaki adaların
silahsızlandırılmış statüsüne aykırı hareket etmektedir.
■ Diğer taraftan Yunanistan, 1993’te Uluslararası Adalet Divanının zorunlu yargı yetkisini
kabul ederken, “ulusal güvenlik çıkarları” ile ilgili askeri önlemlerden kaynaklı hususlara
ilişkin olarak Divanın zorunlu yargı yetkisine çekince koymuştur. Yunanistan bu şekilde
adaların silahlandırılmasına ilişkin bir tartışmanın Uluslararası Adalet Divanı’na gitmesini
engellemeyi hedeflemiştir. Bu durum, Yunanistan’ın anlaşma yükümlülüklerini ihlal
ettiğinin Yunanistan tarafından zımnen kabul edilmesidir.

You might also like