You are on page 1of 55

SİSTEMİK TOKSİKOLOJİ

Dr. Öğr. Üyesi Ayça AKTAŞ ŞÜKÜROĞLU


Eczacılık Fakültesi
Farmasötik Toksikoloji
2023-2024
Bu bölümde kimyasal maddelerin
çeşitli ve önemli organ sistemlerine
(sinir sistemi, böbrek, karaciğer,
solunum sistemi, kan, immun
sistemi gibi) olan toksik etkilerinden
ve mekanizmalarından
bahsedilecektir.
Ancak burada önemli bir nokta, aynı
kimyasal bir madde asıl etkisini
belirli bir sistemde gösterirken diğer
doku ve organları da ikinci derecede
etkileyebileceğinin bilinmesidir.
Örneğin Karbon monoksit (CO)
başlıca asfeksiyan bir zehirdir,
etkisini hemoglobinle birleşerek
yapar. Diğer taraftan CO, merkezi
sinir sistemini (MSS) de etkiler.
1. Sinir Sistemini Etkileyen Zehirler (Nörotoksinler)
Sinir sisteminde toksik hasara neden olan maddelere
nörotoksin (nörotoksik madde) adı verilir. Nörotoksik
maddelere maruziyet sonucu oluşan hastalıkların önemi,
her geçen gün artmaktadır.
Endüstri alanındaki gelişmeler, insanların birçok
endüstriyel ve çevresel nörotoksik maddelere maruz
kalmasına neden olmaktadır.
İşte bu nörotoksik maddelerin neler olduğunu ortaya
çıkarmak, etkilerini araştırmak nörotoksikolojinin başlıca
konusunu oluşturmaktadır.
Endokrin sistemle birlikte organların fonksiyonlarını
kontrol edebilen sinir sistemi, karmaşık bir oluşum olması
ve kontrol görevinin çeşitliliğine karşın, kendi içinde bir
bütün oluşturmaktadır.
Sinir sisteminin başlıca bölümlerini, periferal sinirler ve
merkezi sinir sistemi (MSS: omurilik ve beyin)
oluşturmaktadır.
Santral sinir sisteminde beyin ve omurilik yapıları yer
alırken, periferik sinir sisteminde ise otonom sinir sistemi
ve somatik sinir sistemi yer almaktadır (Şekil 1).
Sinir sisteminde nöronlar ve glial hücreler olmak üzere iki
tip hücre bulunur.
Şekil 1. Sinir Sistemin Kısımları
• Kan-beyin engeli;
Toksik maddelere karşı MSS’i korumaktadır. Ancak bazı
kimyasal maddeler kan-beyin engeline rağmen MSS’ne
ulaşabilmekte ve toksik etki gösterebilmektedir.
Bu gibi kimyasal maddeler yağda çok iyi çözünebilmeli,
dolayısıyla nonpolar yapıda olmalıdır.
Anestezikler, tranklizanlar, analjezikler, organik kurşun
bileşikleri gibi kimyasal maddeler bu tür özellikler
gösterdiklerinden kan-beyin engelini kolayca geçebilirler.
Nörotoksinlerin Sınıflandırılması

1. Nörotransmitter aktiviteyi (Nöronal iletim) çeşitli


mekanizmalarla etkileyen maddeler
2. Anoksi yapanlar (sinir sisteminin temel toksisitesi)
3. Sinir sistemini seçici olarak hasara uğratan maddeler
4. MSS'de lokal lezyonlara neden olan maddeler
5. MSS'de fonksiyonel toksisiteye neden olan maddeler.
1. Nörotransmitter aktiviteyi (Nöronal iletim) çeşitli mekanizmalarla etkileyen maddeler

Sinir impulslarının bir nörondan diğer nörona iletildiği nöronlar arası bağlantılara sinaps adı
verilir. Nöronlar arasında iletim, sinapslarda salgılanan nörotransmitterler vasıtasıyla gerçekleşir.
Nörotransmitterler yapılarına göre 4 önemli grupta toplanır.
a) asetilkolin sınıfı
b) aminler (norepinefrin, epinefrin gibi)
c) aminoasitler (gamaaminobütirik asit: GABA ve glisin gibi)
d) peptidler (endorfin, bradikinin gibi)
Nöronal (sinir) iletimini bozan kimyasal maddeler etki
mekanizmalarına göre;
• İmpulsu bloke edenler
• Depolarizanlar
• Stimülanlar
• Depresanlar
• Reseptör antagonistleri ve nöromusküler blokerler olmak
üzere sınıflandırılabilirler.
a) İmpulsu bloke edenler:
Bunlar bloker maddeler olarak bilinirler. Botulinum toksini bunlardan biridir.
Akson ucuna irreversibl olarak bağlanarak asetikolinin burada serbest hale geçmesini
engeller. Böylece sinapslardaki transmisyon durmuş olur ve felç oluşur.
Tetrodotoxin de benzer şekilde etki edebilen bir toksindir.
b) Depolarizanlar Sinir hücrelerinde uyarının iletilebilmesi için potansiyel bir farkın
bulunması gereklidir. Bazı maddeler hücreleri depolarize ederek bu farkı ortadan kaldırırlar.
Örneğin; DDT ve piretrinler grubu insektisitler, sodyum geçirgenliğini arttırarak sinir uçlarını
depolarize ederek iletiyi bloke ederler.
c) Stimülanlar Eksitasyon düzeyini arttırırlar. Striknin, pikrotoksin.
d) Depresanlar Eksitasyon düzeyini azaltırlar. Halotan, Alkol, Barbitüratlar.
e) Reseptör antagonistleri ve nöromuskuler blokerler Postsinaptik reseptörlere bağlanarak
nörotransmitterin reseptörü aktive etmesini ve impulsu başlatmasını engeller.
2. Anoksi yapanlar
Anoksi: Genel olarak organizmadaki oksijen yetersizliğine
anoksi denir. Böyle bir durumda hücre ve sitoplazmik
organeller şişerek kaba yüzeyli endoplazmik retikulumda
dağılırlar, ayrıca nükleus da şişer. Birkaç dakika içinde
meydana gelen oksijen yetersizliği hücrelerin ölümüne neden
olabilir. 3 şekilde görülebilir.
Anoksik anoksi: Yeterli derecede kan akımının olmasına
karşılık yeterli miktarda oksijenin dokulara gidememesi
durumudur. Karbonmonoksit (CO), nitritler vb. maddeler bu
etkiye neden olurlar.
İskemik anoksi: Arteriyal kan basıncının düşmesi nedeni ile
beyine yeterli miktarda oksijenin ulaşmaması durumudur.
Başlıca örneği kalp krizidir.
Sitotoksik Anoksi: Doku ve hücrelerde yeterli miktarda
oksijen olmasına karşılık hücrelerin bu oksijeni kullanamaması
durumudur. Siyanür (CN), azid, dinitrofenol, malononitril vb.
maddeler bu etkiye neden olurlar.
3. Sinir sistemini seçici olarak hasara uğratan maddeler
Nörotoksik maddeler, ya tüm nöronu hasara uğratırlar ki; buna nöronopati denir veya seçici
olarak aksonu hasara uğratırlar ki; buna da aksonopati denir veya da miyelin tabakasını
hasara uğratarak toksik etkilerini gösterirler ki; buna da miyelinopati adı verilir.
a) Nöronopatiye neden olan maddeler; Trimetilkalay, metil civa
b) Aksonopatiye neden olan maddeler; Hekzan, Karbon disülfid
c) Miyelinopatiye neden olan maddeler; Kurşun, Hekzaklorofen.
4. MSS'de lokal lezyonlara neden olan maddeler
Bu gruptaki maddeler, MSS'nin lokalize anatomik bölgelerini
etkileyerek lezyonlara neden olurlar. MSS'nin bazı yerleri kan
dolaşımındaki maddelere daha çok maruz kalırlar. Glutamik
asit ve kainik asit (glutamik asit analoğu), kan beyin engelini
geçerek beynin belirli bölgelerinde nöronları öldürerek
lezyonlara yol açarlar.

5. MSS'de fonksiyonel toksisiteye neden olan maddeler


Kimyasal maddelerin sinir sisteminde oluşturduğu hasarlar,
bir takım fonksiyonel bozukluklara neden olur. Bu fonksiyonel
bozukluklar;
• Duyu (his): Aşırı organik civa zehirlenmelerinde körlük ve
sağırlığın oluşması.
• Motor (hareket): İskelet kaslarındaki terminallerin
harabiyeti sonucu o bölgede kas zafiyetin ve felcin oluşması.
• Anabolik integrasyon (birleştirme) fonksiyonlar: Kurşun
maruziyeti sonucu hafıza ve öğrenme yeteneği bozuklukların
oluşması.
2. Karaciğer Zehirleri (Hepatotoksinler) Yapı ve Fonksiyonları

Karaciğerin fonksiyonel ünitesi birkaç milimetre uzunluğunda


ve 0.8-2 mm çapında lobüllerden oluşmuştur. İnsan
karaciğerinde 50 000-100 000 lobül bulunur.
Hekzagonal şekildeki lobül, merkezi venden etrafa doğru
uzanan hepatik hücresel plaklardan yapılır. İşte karaciğer, iki
hücre kalınlığındaki "hepatik hücrelerin" tabakalar şeklinde
sıralanmasından oluşmuştur.
Bu tabakalar, hepatik (karaciğer) damarların uç dalları
etrafından radiyal olarak sıralanırlar (Şekil 2). Hepatik
hücrelerden çözünen maddeler kan veya safraya aktif ya da
pasif yolla taşınabilirler.
Karaciğerin görevleri:
• Yıpranan eritrositlerin hemoglobininden safra
pigmentleri ve safra tuzlarını sentezler ve salgılar.
Sentezlediği safrayı özel kanallarla duodenuma boşaltır.
• Karbonhidrat, protein ve yağ metabolizmasında rol
oynar. Sindirim ürünleri portal ven (vena porta hepatis)
aracılığı ile karaciğere gelir. Karaciğer yağ metabolizması
ve yağ depolanması, üre ve aminoasitlerin oluşumu,
glikojenin depolanmasından sorumludur.
• Plazma proteinleri, fibrinojen, heparin ve protrombin
sentezi karaciğerde gerçekleşir.
• Karaciğer fetüste kan yapıcı organdır.
• Glukozu glikojene çevirerek depolar.
• Vücuttaki toksinlerin metabolizasyonunda ve
atılımında önemli rol oynar.
• Karaciğer sinusoidlerinde bulunan ve fagositik özelliği
olan Kuppfer hücreleri kanı toksinlerden temizler.

Şekil 2. Karaciğer lobü.


Hepatotoksisite
Vücuttaki en büyük organdır. Tüm kimyasal maddeler
ağırlıklı olarak burada metabolize olduklarından p-450
enzimlerinin en yoğun bulunduğu organdır. Bu nedenle
ksenobiyotiklerin aktivasyonu ile oluşan birçok aktif
metabolitler burada hepatotoksik maddelere
dönüşürler.
Bu maddeler karaciğer bozukluklarının etiyolojisi ve
patojenezisinde etken olurlar. Bu toksik etkiler
karsinojenik veya nonkarsinojenik tipte olabilirler.
Nonkarsinojenik etkiler ise başlıca karaciğer yağlanması
ve karaciğer nekrozu olmak üzere iki grupta toplanabilir.
a) Karaciğer Yağlanması (Steatozis): Alkol, karbontetraklorür, bazı antibiyotikler ve daha
birçok maddeye bağlı olarak karaciğerde anormal yağ birikimi durumudur. Karaciğerde yağ
sentezinin aşırı olması veya lipidlerin kana salımının yetersiz olmasına bağlı olarak gelişir.

b) Karaciğer nekrozu: Karaciğer hücrelerinin (hepatositlerin) ölümü veya harabiyetidir.


Karaciğer nekrozu aşağıdaki şekillerde görülebilir.
Kolestazis: Safra akışının zarar görmesi veya durması durumudur. Safra yolu
iltihabı neticesinde safta asitleri ve bilirubin birikerek sarılık ortaya çıkar. Bazı
trankilizanlar, antidepresanlar ve hormonlar kolestaz gelişimine neden olabilir.

Siroz: Tüm karaciğer yaralı bir doku görünümü alır. Karaciğerin iç yapısı
tamamen bozulur. Toksisiteye bağlı oluşan bozukluklar irreversibldir. Sonuçta
ölüm kaçınılmazdır. Kronik alkoliklerde oldukça sık görülür.

Hepatit: Karaciğerde inflamasyon gelişimi durumudur. Hepatit genellikle viral


kökenli olarak gelişen bir hastalık olmakla birlikte, birçok kimyasal maddeye
maruziyet durumunda da toksik hepatit gelişebilir. Hepatit gelişimi durumunda
serum ALT ve AST düzeylerinde büyük artışı gözlenir.

Karsinojenezis: En çok rastlanan karaciğer tümörü hepatoselülar karsinomadır.


Aflatoksin, safrol gibi doğal bileşiklerin yanı sıra vinil klorür gibi sentetik
bileşikler de karsinojenezise neden olurlar.
4.3. Böbrek Zehirleri (Nefrotoksinler) Atık maddelerin elimine edildiği en önemli organ
böbrektir. Bu organın
Vücut homeostazının düzenlenmesinde
Ekstrasellüler sıvı hacminin ve elektrolit bileşiminin düzenlenmesinde
Asit-baz dengesinin sağlanmasında önemli rolü vardır.

Ayrıca sistemik metabolik fonksiyonlarda rol alan eritropoetin, renin, kinin gibi hormonların
yapıldığı yer olarak önem taşır.
Böbrek fonksiyonunda rol alan en küçük birim nefrondur.
İnsanın her iki böbreğinde toplam 2-2. 5 milyona ulaşan
nefron vardır. Bir nefronda; bowman kapsülü, glomerulusa
kan getiren afferent (getirici) damar, glomerulden kanı
uzaklaştıran efferent (götürücü) damar, glomerulus ve
tubuluslar bulunmaktadır.
Tubuller de proksimal tüp, henle kulbu, distal tüp ve
kollektörden (toplayıcı kanal) oluşmaktadır. Her nefronun
proksimal ucuna bowman kapsülü denir. Bowman kapsülü,
yassı epitelle döşenmiş, içi boş bir yarı küre şeklindedir.
Bu yumağa glomerulus denir. Kanın süzülme işi burada
gerçekleşir. Glomerulus, bowman kapsülü, proksimal
tubulus ve distal tubulus böbreğin korteksinde; henle kulbu
ve toplayıcı kanallar ise böbreğin medullasında yer
almaktadır (Şekil 14).
Böbrek Toksisitesinin Mekanizmaları
İlaçlar ve diğer nefrotoksik maddelerin böbrekte oluşturduğu toksik etki mekanizmaları;
• Direkt olarak hücre veya hücre organellerinin fonksiyonlarının bozulması
• Reaktif ara ürünlerin oluşumu ve oksidatif stresin artması
• Glukoz gibi endojen substratların normal değerlerinin bozulması
• Renal hemodinaminin bozulması
• İmmün mekanizmalar aracılıklı nefrotoksisite
• Karsinojenik mekanizmalar
Nefrotoksisite Akut Böbrek Yetmezliği:
Böbrekteki bozukluklara veya böbrek dışı mekanizmalara bağlı olarak genellikle reversible bir
şekilde glomerüler ve tubüler atılım fonksiyonunun yetersiz hale gelmesidir.
Akut böbrek yetmezliğine en sık neden olan faktörler iskemi gelişimi ve nefrotoksik maddelere
maruziyettir.
Akut böbrek yetmezliği gelişimi durumunda genellikle hastalarda bulantı, kusma ve huzursuzluk
gibi belirtiler gelişir.
Daha şiddetli durumlarda ise kısa süre içinde dehidrasyon, hipotansiyon ve oligüri (günlük idrar
hacminin azalması) gibi semptomlar ortaya çıkar.
Kronik Böbrek Yetmezliği:
Glomerüler filtrasyon oranının genellikle irreversible bir
şekilde ve gittikçe artan oranda azalması ile belirgin
böbrek yetmezliği durumudur. Ortaya çıkması ve
ilerlemesi daha yavaş seyreder.

Kronik böbrek yetmezliği gelişen hastalarda anemi,


solunum yavaşlaması, uykusuzluk, elektrolit
bozuklukları, hipertansiyon, halsizlik, kramplar, ödem,
parestezi, poliüri (sık idrar yapma), kaşıntı, renal kemik
hastalığı, nöbetler, yorgunluk, bulantı ve kusma gibi
‘üremik sendrom’ belirti ve bulguları ortaya çıkar.
Nefrotik Sendrom:
Glomerüler membran yapısının bozulmasına bağlı
olarak gelişen belirti ve bulgulara nefrotik sendrom adı
verilir. Bu durumda hastalarda proteinüri,
hipoproteinemi, jeneralize ödem, hipolipoproteinemi,
lipidüri, ve tromboz gelişim eğiliminde artma gibi belirti
ve bulgular ortaya çıkar.
Önemli Nefrotoksinler:

A) İlaçlar: Antiinfektif ajanlar (aminoglikozit antibiyotikler, vankomisin, b-


laktamlar, amfoterisin, antiviral ajanlar), siklosporin A, antikanser ilaçlar
(sisplatin, ifosfamid, metotreksat, doksorubisin) analjezikler (fenasetin,
asetilsalisilik asit, asetaminofen, NSA ilaçlar), radyo kontrast maddeler

B) Zehirler: Mantar toksinleri, yılan zehiri

C) Kimyasal maddeler: Ağır metaller (Kurşun, kadmiyum, civa, organik civa


bileşikleri); hidrokarbonlar (gaz yağı, kloroform, diklorometan, trikloroetilen,
tetrakloroetilen)

D) Endojen maddeler: Hemoglobin, miyoglobin.


3. Solunum Sistemi (İnhalasyon) Zehirleri
Akciğerler organizmanın oksijen ihtiyacını karşılayan bunun yanında aynı zamanda
suda çözünen polar ve uçucu maddeler için de bir atılım organı olarak görev yapan
bir organdır.
Akciğerlerin yüzey alanı oldukça geniştir. Bundan dolayı hava değişimi açısından
büyük yararı vardır.

Ancak bu durum, solunan havada toksik maddelerin bulunması halinde akciğeri


hedef organ haline getirmektedir.
Solunum sistemindeki hava yolları başlıca 3
bölgeye ayrılır;

1) Nazofarenks bölge (üst solunum yolu),


2) Trakeabronşiyal bölge (aşağı solunum yolu),
3) Pulmoner bölge
Nazofarenks bölgesi: İnhale edilen tozların bir bölümünü
partikül büyüklüklerine göre tutabilme yeteğine sahip bir
bölgedir.
Trakeabronşiyal bölge: Trakea, broşlar ve bronşiyoller;
nazofarenksden gelen havayı alveollere aktarırlar.
Pulmoner bölge: Alveoller akciğerin gaz değişim üniteleridir.
İnhale edilen havadaki oksijen son derece ince olan alveolar
epitellerden ve kapiller endotelial membranlardan kana
difüse eder. Oksijen plazmada çözündükten sonra
hemoglobine bağlanır ve dokulara taşınır. Bu bölgede aynı
zamanda da CO2 alveollere geçerek ekspirasyon havası ile
dışarı atılır.
Alveoller toksik tozlara ve gazlara karşı çok duyarlı olduklarından nazofarenks ve
trakeabronşiyal bölge silialı bir mukoza ile kaplanmıştır. Silia ve mukoza hücreleri
arasında mukus salgılayabilen goblet hücreleri bulunur. Mukus salgısıda partikülleri
bronşiyal bölgeden uzak tutabilen bir savunma sistemi olarak düşünülebilir.

Alveollerdeki bir diğer önemli savunma sistemi alveolar makrofajlardır. Bu


hücrelerinde akciğerde biriken partikülleri fagosite etme yetenekleri
bulunmaktadır. Bir diğer önemli görevi de inhale edilen hava içerisindeki bakterileri
fagosite ederek bu hassas bölgenin steril kalmasını sağlamaktır.
Pulmoner fizyoloji: Solunum fizyolojisinde, “akciğer "hacimleri" ile
ilgili tanımların bilinmesi inhalasyon toksikolojisi açısından önem
taşımaktadır.

Akciğer hacimleri 4 tanedir:


1) Soluk hacmi (VT): Her normal soluktaki inspirasyon (soluk alma)
ve ekspirasyon (soluk verme) hacmi olup, erişkinlerde normal
değeri 500 ml'dir.
2) İnspirasyon yedek hacmi (IRV): Derin bir inspirasyonda normal
soluk hacmine ek olarak alınabilecek hava hacmini ifade eder
(yaklaşık 3000 ml).
3) Ekspirasyon yedek hacmi (ERV): Normal bir ekspirasyondan
sonra zorlu bir ekspirasyonla fazladan çıkarılan hava hacmini ifade
eder (normal değeri 1100 ml).
4) Tortu (rezidüel) hacim (RV): En zorlu bir ekspirasyondan sonra
akciğerlerde kalan hava hacmini ifade eder (yaklaşık 1200 ml).
Ayrıca, Alveolar ventilasyon (Av): Alveollerde değişebilen taze hava
(gaz) hacmini ifade edip, normal değeri 5250 ml/dak dır.
Solunum Sisteminin Farklı Bölgelerinde Gelişen Toksik Etkiler
Burun: Formaldehit gibi suda çözünürlüğü yüksek olan veya odun
tozu gibi kaba partiküller içeren aerosoller burunda toksik cevap
oluşumuna neden olur.
Irritan gazlar ve allerjen maddeler de burunda inflamatuvar cevap
gelişimine yol açar.
Trakeobronşiyal: Toksik maddelere cevap olarak hava yollarında
konstrüksiyon gelişir. Gelişen konstrüksiyon sonucunda mukus
sekresyonu artar ve bronş duvarları şişer.

Örneğin SO2, NH3 ve H2SO4 dumanına maruziyet havayolu


konstrüksiyonuna neden olur. Ayrıca toksik maddelere maruziyet
havayollarında allerjik veya psödoallerjik reaksiyonlar sonucunda
astma veya pulmoner eozinofili gelişimine neden olabilir.
Alveoler: Akciğerlerde meydana gelen akut hasar durumunda genellikle pulmoner ödem
gelişir ve bu durum alveollerin endotel veya epitel tabakasının geçirgenliğinin arttığının
göstergesidir.
Alveollerde biriken ödem gaz değişimini engeller. Şiddetli durumlarda ödem akciğerlerden
uzaklaştırılamaz ve gaz değişimi tamamem bloke olur ve bunun sonucunda genellikle
hastalar ölür. Fosgen toksik etkisini bu mekanizma ile gösterir. Toksik maddeler alveoler
bölgede amfizem gelişimine de neden olabilir.

Amfizem bronşiyollerin terminalinde bulunan hava boşluklarının irreversible bir şekilde


genişlemesi ve alveol duvarının yapısının fibroz gelişmeksizin bozulması durumu olarak
tanımlanır.
Solunum sisteminde toksisiteye neden olan bazı önemli maddeler
a) İrritanlar (Ödem yapanlar)
Amonyak (NH3), bor bileşikleri (B2H6 gibi), klor (Cl2), hidrojen
florür (HF), vanadyum bileşikleri (V2O5), nikel karbonat (NiCO4),
ksilen.
b) Amfizem yapanlar
Kadmiyum oksit (CdO), ozon (O3), fosgen (COCl2), perkloroetilen
(C2Cl4)
c) Allerjenler
Toluen 2,4-diizosiyanat, pamuk tozu, mantar sporları, polenler,
mikroorganizmalar
d) Fibroz yapanlar
Asbest (Silikat lifi), alüminyum oksit (Al2O3), berilyum bileşikleri,
metal karbürleri (TaC, TiC gibi), kömür tozu, demir oksitler, manganlı
bileşikler, silika (Si-O2), talk.
e) Karsinojenler
Asbest, arsenik bileşikleri, krom bileşikleri, kömür yanma ürünleri,
sigara dumanı.
KAN SİSTEMİ
• Respirasyon: Oksijenin akciğerlerden
dokulara, karbondioksitin de dokulardan
akciğerlere taşınmasını sağlamak

Kanın • Beslenme: Barsaklardan emilmiş olan gıda


maddelerini hücrelere taşımak

Görevleri • Atılım: Hücrelerin faaliyetleri sonucu


oluşan zararlı ve atık maddeleri
böbreklere, akciğere, cilde ve barsaklara
taşıyarak vücuttan atılımlarını sağlamak.
 Asit-Baz Dengesi: Vücudun normal asit-baz dengesini sağlamak
 Su Dengesi: Doku sıvıları ile dolaşım sıvıları arasında kanın oluşturduğu etkiler
üzerinden gerçekleşen su değiş tokuşu ile su dengesinin düzenlenmesi
 Vücut Isısı: Vücut ısısının dağılım ve kontrolünü sağlamak
 Savunma: Dolaşımdaki lökositlerle, vücudun yabancı organizmalardan korunmasını
temin etmek.
 Hormon Nakli: Hormonların nakli ve metabolizmasının düzenlenmesi
Kan Dokusu
• İki temel unsurdan oluşur:
• Plazma (%55)
• Hücreler (%45)
• Normal bir insanda (70 kg) 5-6 L kan bulunur.
• Plazmanın büyük kısmı sudan oluşur. İçerisinde besin
maddeleri, proteinler ve metabolitleri gibi birçok katı
maddeyi barındırır ve bunların dokulara taşınmasını sağlar.
Plazma %90 su, %10 katı maddeden
oluşur.

Katı maddeler %80 proteinden oluşur


(%60 albumin, %36 globulin, %4
fibrinojen).

Katı maddelerin %20 si diğer çözünmüş


maddelerden (Aminoasidler,
karbonhidratlar, üre, ürik asid,
laktikasit, enzimler, antikorlar, Na, K,
İyot, Fe, bikarbonat vs...) oluşur.
• Embriyoda: İlk 2 ayda göbek kesesinde (fetüsün

Kanın
büyümesi ile plasenta yapımına iştirak eder);
• 3,4 ve 5. aylarda karaciğer, dalak ve timusta;
doğumdan sonra kemik iliğinden kan dokusu oluşur.
• Kemik iliği orta boşluğunda bulunan yumuşak doku

Oluşumu ilik olarak adlandırılır.


Buradaki kök hücrelerine Hemioblast adı verilir.
Plazma
Plazma
• Kan alındıktan sonra EDTA, heparin gibi
antikoagülan ilave edilen kan
pıhtılaşmaz.
• Bu kan santrifüj edilirse eritrositler
dibe çöker, üstte kalan sıvı ise plazma
Kan hücreleri
olarak adlandırılır.
• Bu sıvı fibrinojen içerir.
Serum
• Kan alındıktan sonra her hangi bir
antikoagülan ilave edilmezse, kan
pıhtılaşır. Kanın şekilli elemanları
dibe çöker. Üstte kalan sıvı ise
serumdur. Serum fibrinojen
içermez.
Kan Hücreleri
1. Eritrositler
2. Lökositler
Parçalı lökositler (granülositler)
Nötrofiller
Bazofiller
Eozinofiller
Parçalı olmayan lökositler (Agranülositler)
Lenfositler
Monositler
3. Trombositler (plateletler)
Stem hücreleri
(hemasitoblast)

Megakaryosit Eritropoetin Myeloblast

Proeritroblast

Retikülosit
Trombosit Lökosit

Eritrosit
Lökositler

Fagositler İmmunositler

Granülositler Monositler
Lenfosit

Makrofajlar
1. Nötrofil
2. Eozinofil T-Hücreleri B-Hücreleri
3. Bazofil
Hematotoksik Etkiler
• Anemi : Aplastik anemi
Nefrotoksisitenin indüklediği anemi
• Hipoksi: CO in indüklediği hipoksi
MetHb
Sitotoksik hipoksi
• Granülositopeni
• Trombositopeni
• Lenfositopeni
• Pansitopeni
• Lösemi kan hücrelerinin özellikle de akyuvarların normalin
üzerinde çoğalması ile kendini gösteren bir kanser türüdür.
 Hematoksik etkiler için kimyasalın tipi, maruziyet süresi
ve konsantrasyon önemlidir.
 Anemi, kan hücre miktarında dolaysıyla Hb miktarında
azalmadır.
 İnsektisitler, kırmızı kan hücrelerinin yüzeyine bağlanır.
 Benzen, Pb, Metilen klorür, nitrobenzen, naftalen Hb
sentezini de engeller.
 Örneğin Kurşun, demirin hemoglobine bağlanmasını
engeller.
 Kronik alkol kullanımı da aynı etkiyi yapar.
 Semptomlar ilk olarak kalp ve beyinde görülür.
Aplastik Anemi

• Karbontetraklorür,
• Pestisitler,
• Benzen,
• Fiziksel ajanlar (iyonizasyon radyasyon) kemik iliğini
baskılar ve kırmızı kan hücrelerinin oluşumunu
engeller.
Nefrotoksisitenin
indüklediği anemi
• Vücutta eritropoetinin kaynağı
böbreklerdir.
• Eritropoetin kemik iliğini eritrosit
yapması için stimüle eder.
• Hg ve Cd, böbrek fonksiyonlarını
bozan ağır metallerdir.
• Bu nedenle eritropoetin
oluşumunu engelleyerek anemiye
neden olurlar.
Kimyasala bağlı hipoksi

• Kırmızı kan hücrelerinin oksijen taşıma


kapasitesini engelleyen kimyasal
maddeler, kırmızı kan hücre sayısı veya
Hb miktarını azaltmadan dokulara
ulaşan oksijen miktarını yetersiz kılarlar.
Bu şekilde hipoksiye neden olurlar.
CO ile indüklenmiş hipoksi

• CO solunduğunda COHb oluşur. CO


nun Hb’ne afinitesi oksijeninkinden
yaklaşık 225 kat daha fazladır.
• Buna bağlı olarak CO varlığında
oksijen taşıma kapasitesi azalır.
Başdönmesi, bayılma, kalp atım
sayısında artış, kas zayıflığı, kusma
görülür. Uzun süreli maruziyetle
ölüm gelişebilir.
MetHb

• Hb molekülü Fe +2 içerir. Sodyum


nitrit, hidroksilamin HCl, nitrobenzen
gibi toksik kimyasallar Fe +2
atomunu Fe +3 haline çevirir. Hb,
MetHb haline döner. MetHb oksijene
bağlanamaz, bu şekilde de dokulara
taşınacak oksijen miktarı azalır.
Sitotoksik hipoksi

• Bazı kimyasallara maruziyet kanın


oksijen taşıma kapasitesini
engelleyemediği halde hipoksi
tarzında etki ortaya çıkmasına neden
olabilir.
• Örneğin HCN, Hidrojen sülfür sadece
dokuların oksijen kullanmasını
engeller. Buna bağlı kalp atışı hızlanır,
solunum kapasitesindeki farklılaşma
ölüme yol açabilir.
Kaynak videolar

https://www.youtube.com/watch?v=RNLceVI8jcc
https://www.youtube.com/watch?v=7JKG4KHoXYM

You might also like