You are on page 1of 13

2.

HAFTA
(s. 238 – 257)

1
Tevhid-i Tedrisat Kanunu (3 Mart 1924)

• Mustafa Kemal, Türk milletinin geleceğinin ancak eğitim sorununun çözümlenmesiyle


sağlanacağını daha Millî Mücadele yıllarında görmüştü. Eğitimin tamamen devlet
denetimi ve gözetimi altına alınmasını istiyordu.
• Osmanlı Devleti’nde Tanzimat'tan sonra Batılı anlamda eğitim yapan okullar açıl­
masının yanı sıra medrese eğitimi de devam etmekteydi. Ülkede bir eğitim kargaşası ve
ikiliği ortaya çıkmıştı.
• Eğitimdeki dağınıklık ve denetimsizlikten faydalanan azınlıklar ve yabancılar Osmanlı
Devleti’nin dağılması yönünde faaliyet gösteren nesiller yetiştirmişlerdir. Yeni Türk
devleti, bu ikiliğe son vermek istiyordu. Bu amaçla 3 Mart 1924’te halifeliğin
kaldırıldığı gün Tevhid-i Tedrisat Kanunu (Öğretim Birliği Yasası) çıkarıldı.
• Bu kanunla birlikte bütün okullar da Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlandı. Öğre­nimin
birleştirilmesinden sonra, azınlık okulları ve yabancı okullar da Millî Eğitim
Bakanlığı’nın denetimi altına alındı. Bu kanuna göre din dersleri 1927’de seçmeli hale
getirilmişti. Fakat 1930’da din dersleri ilkokul programlarından, 1931 ’de ortaokul
programlarından, 1939’da da köy ilkokullarının programlarından kaldırıldı. Arapça ve
Farsça dersleri 1929’da eğitim programla­rından çıkarıldı ve yerlerine Latince ve
Yunanca dersleri konuldu.
2
Medreselerin Kaldırılması
Eğitim veren tüm okullar Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile Millî Eğitim Bakanlığı’na
bağlanmıştı. Osmanlı Devleti’nin kuruluş ve yükseliş döneminde iyi bir eğitim kurumu
olan medreseler, za­manla yeniliklere karşı çıkanların merkezi hâline gelmişti.
Türkiye’de 1924 yılında 479 medrese ve burada eğitim gören 18 bin öğrenci vardı. Bu
öğrencilerden 6 bini gerçekten samimi duygularla eğitim görmekteyken geri kalan 12
bin kişinin askere gitmemek için medreseye kayıt olduğu tespit edilmiştir.
Artık din eğitimi de devletin denetimi altında okullarda yapılacaktı. Mustafa Kemal Paşa
bu konuyu şöyle ifade etmiştir; Bizde ruhbanlık (özel bir din adamları sınıfı) yoktur.
Hepimiz eşitiz ve dinîmizin hükümlerini eşit olarak öğrenmeye mecburuz. Her kişi
dinini, din işlerini, imanını öğrenmek için bir yere muhtaçtır, orası da okuldur.
İlk ve orta öğretim esasları belirlendi. Bu esaslara göre Cumhuriyet Hükümeti, yeni
okullar açtı. Öğretmen okullarının sayıları artırıldı. Böylece, günümüzdeki mevcut
eğitim ve öğretim sistemimizin temeli bu kanunla atılmış oldu.

3
İlk-Orta ve Mesleki Öğretimdeki Gelişmeler
Cumhuriyetin ilan edildiği 1923 yılını izleyen 1923-24 öğretim yılında Türkiye’nin
nüfusu yaklaşık 11-12 milyon civarındaydı. Bu nüfusun ancak yüzde onu okur-yazardı.
Öğretmenlerin büyük bir çoğunluğu meslekî eğitimden geçmemiş, eğitim ve öğretimin
bilimsel yöntemlerini öğretebilecek durumda değillerdi.
Atatürk Döneminde Türk eğitim sisteminde gerçekleştirilen gelişmelerin başında
okuryazar sayısının artırılması gelir. Bunun için de ilköğretime önem verilmiş, Türkiye
Büyük Millet Meclisi, okuma-yazma bilmeyen vatandaş bırakmamak amacıyla
İlköğretim Yasasını kabul ederek ilköğretimi mecburî ve parasız hale getirmiştir.
Osmanlı Devleti Döneminde orta öğretim okulları azdı. Cumhuriyet Döneminde orta
öğretim; ortaokul ve lise olmak üzere iki devreye ayrılmıştı. Ortaokul, memurluğa ve
teknik okullara eleman yetiştirmek, lise ise ortaokulu bitirmiş olanları yüksek öğretime
hazırlamak için düzenlenmişti.
Cumhuriyet Döneminin ilk yıllarında ortaokul ve liselerin sayısı artırıldı. Bu okullarda
öğretmenlik yasalarla bir esasa bağlandı ve hangi niteliklere sahip kimselerin öğretmen
olabilecekleri belirlendi. İlk ve orta öğretimde öğretilen bilgileri günlük hayatta
kullanma becerisi verilmeye çalışıldı.
Millî Eğitim Bakanlığı’nın bünyesinde Meslekî Teknik Öğretim Teşkilâtı kuruldu.
Kurulan bu teşkilâtın amacı memleketin ekonomisinde etkili olabilecek, özel uzmanlık
bilgileri verecek müesseseler kurmak ve teknik elemanlar yetiştirmekti. Bu amacı
gerçekleştirmek için Sanat Enstitüleri, Ticaret Okulları, Kız Enstitüleri, Akşam Sanat
Okulları açılarak meslekî öğretime gereken önem verildi.
4
Yükseköğretimdeki Gelişmeler
Atatürk Döneminde yüksek öğretim, Türk toplumunun ve dönemin ihtiyaçları göz
önünde tutularak yeniden düzenlendi. Yüksek öğretimi geliştirmek amacıyla birçok
yüksek öğretim ku­rumu açıldı. Ankara'da Hukuk Fakültesi, öğretmen yetiştirmek
amacıyla Gazi Orta Öğretmen Okulu ve Eğitim Enstitüsü, Yüksek Ziraat Enstitüsü,
Millî Musiki ve Temsil Akademisi (Devlet Konservatuarı), Dil ve Tarih-Coğrafya
Fakültesi, Mülkiye Mektebi (Siyasal Bilgiler Fakültesi), Tıp Fakültesi; İstanbul'da
Darülfünun yerine İstanbul Üniversitesi ve İktisat Fakültesi açıldı. Böylece uzman
nitelikte insanlar yetiştirilerek bilgi üretildi ve üretilen bilgi topluma aktarıldı.
1883'te İstanbul’da öğretime açılan Mekteb-i Sanayi-i Nefise-i Şahane daha da
geliştirilerek 1928 yılında Güzel Sanatlar Akademisi hâline getirilmiştir. 1936'da
Ankara'da (Ankara Devlet Konservatuarı), İstanbul'da (Mimar Sinan, İstanbul ve
İstanbul Teknik Üniversitesi), İzmir'de (Dokuz Eylül ve Ege Üniversitesi) Devlet
Konservatuarları oluşturularak tiyatro, opera ve bale sanatçıları yetişmesine imkân
sağlanmıştır.
Üniversite Reformu (1933)
Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra en önemli sorunlardan birisi de eğitim sorunu
ol­muştur. 3 Mart 1924 Tevhid-i Tedrisat Kanunu’yla başlayan eğitim reformunda
ilköğretimden başlayarak, ortaöğretim ve üniversite kurumlan ve programları yeniden
düzenlenmiştir. Bu reformun son aşamasını 1933 yılında yapılan üniversite reformu
oluşturmuştur.
5
Atatürk, Darülfünun’dan beklenen verimin alınamaması nedeniyle 1931’de yeni
düzenlemeler yapmak için harekete geçti. Yüksek öğretimde nasıl yapılanmaya
gidileceği yönünde görüş almak için Cenevre Üniversitesinden Prof. Dr. Albert
Malche çağrılmıştı.
İstanbul Üniversitesi doğrudan Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlandı. Ayrıca Nafia
(Bayındırlık) Bakanlığı’na bağlı Yüksek Mühendis Mektebi ve İktisat Bakanlığı’na
bağlı İktisat Fakültesi de İstanbul Üniversitesine devredildi. İstanbul Üniversitesi
adını alan yeni yüksek öğretim kurumunda çalışan eğitim kadrolarından yetersiz ka­bul
edilenlerin görevine son verildi. Üniversiteyi yönetmek üzere Neşet Ömer İrdel rektör
olarak atandı.
İstanbul Üniversitesi kurulmasıyla birlikte bünyesinde tıp, hukuk, fen, edebiyat ve
iktisat fakülteleri açılmıştır. İstanbul Üniversitesi 1933’te 624 kız ve 2813 erkek
öğrenciyle eğitim-öğretime başlamıştır.
Ankara’nın başkent olması ve kültürel açıdan da gelişmesine yönelik olarak Yüksek
Ziraat Enstitüsü, Tarım ve Veterinerlik Yüksekokulları, Mülkiye Mektebi (Siyasal
Bilgiler Fakültesi), Hukuk Mektebi (1925), Gazi Eğitim Enstitüsü açılmıştır. Dil, Tarih
ve Coğrafya Fakültesi 9 Ocak 1936’da eğitime başladı.

6
Köy Enstitülerinin Kuruluşu
1927’de çıkarılan bir genelgeyle de köy okullarının öğretmen ihtiyacının
karşılanması için “Köy Eğitmenliği Örgütü” kuruldu. Bu kurumlar hem köylerin
ihtiyaç duyduğu öğretmen ihtiyacını karşılayacak hem de bölgelerindeki köylerin
gelişimine katkıda bulunacaklardı. 1937’de Köy Eğitmenliği Kurslarının eksiklikleri
doğrultusunda “Köy Öğretmen Okulları” açıldı. Türkiye halkının çoğunluğunun
köyde yaşadığı düşünülürse yeni neslin eğitim yoluyla hem yapılmış ve yapılacak
olan inkılâpları tanıması ve benimsemesi sağlanacak hem de bu nesil sayesinde her
alanda gelişmeye yönelik adımlar atılabilecekti. 17 Nisan 1940’da 3803 sayılı
yasayla öğretmen okulları “Köy Enstitüleri”ne dönüştürüldü. Bu yasaya gerekçe
olarak da Türkiye genelinde 31 bin köyde okul bulunmaması ve okur-yazar oranının
oldukça düşük olması gösterilmişti. İnkılâbın ana hedefi 200 bin köy öğretmeni
yetiştirmek ve kırsal kesimde okur-yazar oranını hızla artırmaktı. Bu sayede bu
öğretmenler eğitim faaliyeti yanında köylünün tarımsal alanda gelişmesini de
sağlayacaklardı. Bu hedeflere dört yıl içinde ulaşılması planlanmıştı. Yapılan planlar
doğrultusunda 21 merkezde köy enstitüleri açıldı. Bu köy enstitülerinin çoğu da
1937’de açılmış olan köy öğretmen okullarıydı. 1937’de açılan köy öğretmen okulları
yerine 1940-1948 dönemleri arasında köy enstitülerinin kurulması eğitimde önemli
bir reform olarak görülüyordu. Eğitim seferberliği sadece okullar vasıtasıyla değil
aynı zamanda 19 Şubat 1932’de kurulan Halkevleri vasıtasıyla da sürdürülmüştür.

7
Azınlık ve Yabancı Eğitim Kurumları
1914 yılında Osmanlı topraklarında yabancılar tarafından açılmış 215 adet ilköğretim
okulu, 80 civarında da orta öğretim kurumu bulunuyordu. Bu okullarda 2406 adet
öğretmen görev yapıyordu. Yabancıların açtığı okullar dışında Rum, Ermeni ve Yahudi
azınlığın açmış olduğu 2596 adet ilkokul vardı. Bu okullarda da 4100 civarında
öğretmen görev yapıyordu. Osmanlı Devleti’nin güçlü olduğu dönemlerde bu okullar
herhangi bir zararlı faaliyette bulunmazken devletin zayıflamaya başlamasıyla Türk
düşmanlığının ve zararlı düşüncelerin aşılandığı kurumlar hâline geldiler.
3 Mart 1924’te çıkarılan Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile yabancı okulların dinî temele
dayanan eğitim vermelerinin önüne geçilmiştir.
23 Mart 1933’te çıkarılan yasayla yabancı okulların ilkokul derecesinde bulunan
sınıflarına Türk vatandaşı çocukların gitmesi de yasaklanmıştır.
Millî Eğitim Bakanlığı yaptığı denetim ve düzenlemelerle yabancı okullardaki
öğrencilere Türkçe, Tarih, Coğrafya, Yurt bilgisi ve Sosyoloji derslerinin Millî Eğitim
Balkanlığı’na bağlı Türk öğretmenler vasıtasıyla Türkçe verilmesi zorunluluğunu
getirmiştir. Okulların yönetici kad­rosuna bir adet Türk yöneticinin atanması ve bütün
kayıtların da Türkçe yapılması istenmiştir.
1931-1932 yılları arasında yabancı okul sayısı 78 civarındayken 1938 yılında bu sayı
yarıya düşmüştür. Bu veriler Türkiye’de faaliyet gösteren yabancı okulların asıl
amaçlarının neler olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

8
KÜLTÜR ALANINDA İNKILÂP HAREKETLERİ
Bir toplumun maddî ve manevî olarak ürettiği değerlerin bütününe kültür adı verilir.
Millî değerleri köklü olan bir toplum, aldığı çağdaş değerleri bir süre sonra kendi
benliği içinde eritir, ona millî bir nitelik verir; sonunda başarabilirse, değerlerini
aldığı uygarlığı da etkilemeye başlar. Batı uygarlığını bazı dönemlerde “Hıristiyan
Uygarlığı Hıristiyan İcadı” olarak niteleyen çevreler Osmanlı Devleti’nde birçok
yeniliğin girmesine engel olmuşlardır. Bu durum Osmanlı Devleti’nin gerilemesinde
önemli bir faktör olmuştur.
“Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür.” diyen Atatürk için kültür ve
medeniyet ayrılığı yoktur; kültür ve medeniyet birdir.
Atatürk’e göre her millet çağdaş uygarlık ile ilişkisini sürdürmelidir. Ona göre:
“Medeniyet öyle bir ışıktır ki, ona karşı hareketsiz kalanları yakar, yok eder.”
Osmanlı Devleti’nin yok olma sebeplerinden birisi budur. Millî kültürün uygarlıktan
etkilenmesi ve ondan yararlanması bir millet için gereklidir. Fakat bunu yaparken
taklitçilikten sakınılmalıdır. Milletlerin çağdaş uygarlığın ürünlerinin kendi öz
yapısına aykırı olanlarını ayırması; gelenek ve göreneklerini, kendine özgü hayat
biçimim, inanç sistemini terk etmesi çağdaş uygarlığı takip ettiği anlamına gelmez.
Millî Kültür ve Atatürk'ün Millî Kültür Hakkında Görüşleri
Gücünü tarihten alan milletin bireyleri; siyasi, ekonomik, sosyal ve düşünce
hayatında ortak gelenek ve kültürü oluştururlar. Bireylerin katılımıyla meydana
gelen böyle bir kültür millîdir.
9
Millî Kültür ve Atatürk'ün Millî Kültür Hakkında Görüşleri
Gücünü tarihten alan milletin bireyleri; siyasi, ekonomik, sosyal ve düşünce
hayatında ortak gelenek ve kültürü oluştururlar. Bireylerin katılımıyla meydana
gelen böyle bir kültür millîdir.
Atatürk; “Millî Eğitimin gayesi yalnız hükümete memur yetiştirmek değil,
daha çok memlekete ahlaklı, karakterli, cumhuriyetçi, inkılâpçı, olumlu,
atılgan, başladığı işleri başarabilecek kabiliyette, dürüst, düşünceli, iradeli,
hayatta rastlayacağı engelleri aşmaya kudretli, karakter sahibi genç
yetiştirmektir...”
diyerek eğitim sayesinde kültürlü bir toplumun ortaya çıkışını en güzel şekilde
ifade etmiştir.
Sonuç olarak Türkiye’nin varlığını sonsuza kadar devam ettirebilmesi ve Dünya
milletleri arasında saygın bir yer edinebilmesi için millî kültürümüzün diğer
milletlerin üzerinde bir seviyeye çıkarılması ana hedefimiz olmalıdır. Teknik
uygarlığı yakalayıp da millî kültürünü kaybeden toplumlar diğer milletlerin
esaretini de kabul etmiş olurlar.

10
Türk Tarih Kurumu’nun Kuruluşu ve Yeni Tarih Anlayışı
Atatürk’ün amacı Türklerin sadece askeri başarılar kazanmış bir toplum olarak değil aynı
zamanda sosyal, kültürel ve ekonomik anlamda Dünya tarihine katkılarının olduğunu
ortaya koymaktı. Türk Tarih Cemiyeti’nin çalışmaları sonucunda ortaya çıkan bilgiler
tarih ders kitaplarına yansıtılmalıydı. Türk Tarih Cemiyeti ve Millî Eğitim Bakanlığı
birlikte çalışarak belirlenen amaçları yerine getirecekti. Fakat belirlenen amaçlar
doğrultusunda adımların atılması gecikiyordu. Atatürk Döneminde belirlenen amaçlar
yerine getirilemedi. Günümüzde bile tarih ders kitapla­rında genelde askeri ve siyasi tarih
işlenmeye devam edilmektedir. Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti, Atatürk’ün önerisiyle 1935
yılında Türk Tarih Kurumu adını aldı. Atatürk Döneminde özerk bir yapıya kavuşturulan
bu kurum Türk Dil Kurumu gibi 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi sonucunda kapatılmıştır.
1982’de ise Başbakanlığa bağlı olarak çalışmalarına devam etmesine yeniden izin
verilmiştir.
Türk Tarih Tezi
Türk Tarih Kurumu kurulduğu dönemde kuruluş amacı doğrultusunda Türk Tarih Tezi adı
verilen yeni tarih anlayışı ortaya atıldı. Bu tez 1932’de düzenlenen ilk Türk Tarih
Kongresi’nde Türk ve yabancı bilim insanlarının katılımıyla tartışmaya açılmış ve Türk
tarihinin en eski dönemleri incelenmiştir. Türk Tarih Tezi genel itibariyle Türk uygarlık
tarihinin, en eski uygarlıklardan birisini teşkil ettiği ve uygarlıkların doğuşunun temelinin
Orta Asya olduğu fikri üzerine oturtulmuştur. Bu teze göre Orta Asya’da ortaya çıkan
Türk uygarlığı buradan hareketle bütün dünyaya göçler vasıtasıyla yayılmıştır.
11
Yeni Tarih Anlayışı
Tarih, genel olarak insanoğlunun yaşadığı olayları yer, zaman ve belgelere dayalı olarak
anlatan bir bilim dalıdır. Geçmişteki olaylarla, bugünkü yaşanan olaylar arasında
sağlıklı bir bağ kurabilen toplumların tarihsel yanılgılara düşme ihtimali daha azdır.
Osmanlı Devleti Döneminde öğretilen tarih programı genel itibariyle İslamiyet'in kabul
edilmesinden sonraki dönemi kapsamıştır. Osmanlı eğitim sistemi içerisinde büyüyen
Atatürk, bu aksaklıkları gördüğü için yeni tarih anlayışının İslamiyet öncesi Türk tarihi
ve Anadolu uygarlıkları ile başlamasını istemiştir. Bu amaçla vasiyetnamesinde
gelirinin belli bir kısmını bu faaliyetleri yürütmek üzere kurmuş olduğu Türk Tarih
Kurumu ve Türk Dil Kurumuna bırakmıştır.

12
Türk Dilinin Gelişmesi
Türkiye Büyük Millet Meclisinin kurulması ile birlikte inkılâp hareketlerine başlamış
olan Mustafa Kemal, Osmanlı Devleti’nin eskimiş bütün kuramlarının değiştirilmesi
yoluna gitmiştir.
3 Mart 1924'te Tevhid-i Tedrisat Kanunu kabul edilince dildeki sadeleşme hareketi
hızlandı. Atatürk ilk yenilik olarak Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’na “Türkiye Devletinin
resmi dili Türkçedir.” ibaresini ekletmiştir. 1928'de Türk Harf İnkılâbı'nın yapılması
ile dil konusunda olumlu sonuçlar alındı. 1929’da okullardan Arapça ve Farsça dersleri
kaldırıldı. 12 Temmuz 1932'de Türk Dil Tetkik Cemiyeti kurularak bu çalışmalar
hızlandı. Bu cemiyetin adı 1936’da Türk Dil Kurumu olarak değiştirildi. Türk Dil
Kurumu koruyucu başkanlığım Atatürk’ün üstlendiği bir kurultay düzenledi. Bu
kurultayda “dilde evrim mi devrim mi” yapmak gerektiği konusu tartışılmış ve
devrimcilik ilkesi benimsenmiştir. Türk Dil Kurumuna seçilen ilk yönetim kurulu 17
Ekim 1932’de bir bildiri yayınlayarak dil devriminin amaçlarını şöyle açıklamıştır:
Türk dilini milli kültürün eksiksiz bir anlatım aracı haline getirmek,
Türkçeyi çağdaş uygarlığımızın önümüze getirdiği tüm gereksinmeleri karşılayacağı bir
yetkinliğe erdirmektir.

13

You might also like