You are on page 1of 25

23.2.

2017

1
23.2.2017

Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi (ATA 122)
3.Ders

EĞİTİM VE ÖĞRETİM ALANINDA YAPILAN DEVRİMLER

Haftanın Hedefi

Bu hafta izlenecek konular ile eğitim ve öğretim alanında yapılan devrimler ve 19. yüzyılda eğitim
sistemimiz, Cumhuriyet Dönemi eğitim politikaları ve uygulamalar çerçevesinde Tevhid‐i Tedrisat
Kanunu, okulöncesi, ilk ve orta öğretimde gelişmeler, yüksek öğretimdeki gelişmeler ve Darülfünun
(üniversite) reformu ile birlikte sosyal yaşamın düzenlenmesi birlikte kıyafetlerin çağdaşlaşması,
tekke, zaviye ve türbelerin kapatılması, milletlerarası zaman, rakam ve ölçü birimlerinin kabulü,
takvim, saat ve ölçülerde değişiklik, bayram ve milli tatil günlerinin düzenlenmesi, soyadı kanunu ve
unvanların yasaklanması incelenecektir.

2
23.2.2017

EĞİTİM VE ÖĞRETİM ALANINDA YAPILAN DEVRİMLER

1. Eğitim ve Öğretim Alanında Yapılan Devrimler

A. 19. Yüzyılda Eğitim Sistemimiz

B. Cumhuriyet Dönemi Eğitim Politikaları ve Uygulamalar

a. Tevhid‐i Tedrisat Kanunu (3 Mart 1924)

b. Okulöncesi, İlk ve Orta Öğretimde Gelişmeler

c. Yüksek Öğretimdeki Gelişmeler ve Darülfünun (Üniversite)


Reformu

EĞİTİM VE ÖĞRETİM ALANINDA YAPILAN DEVRİMLER

Avrupa ülkeleri, Türkiye’deki İstiklal Mücadelesi’nin etkisiyle de, iç politikalarında ve sömürgelerinde


sorunlar yaşamaktaydılar. İngiltere’yi, 1919’dan itibaren Mahatma Ghandi liderliğindeki Hint direnişi,
1922’den itibaren de İrlanda’da I.R.A. örgütünün eylemleri ve iç ekonomik sorunlar sarsarken;
Tunus’ta bağımsızlık amacı güden Destur Partisi’nin eylemleri Fransa’ya, Serahat İslâm Kurtuluşu da
Endonezya’da Hollanda’ya ciddi sıkıntılar yaşatmaktaydı. Uzakdoğu’da Çin’de de, Batı karşıtı eylemler
Avrupa devletlerinin yaşadıkları sıkıntıları daha da derinleştiriyordu.

3
23.2.2017

EĞİTİM VE ÖĞRETİM ALANINDA YAPILAN DEVRİMLER

2. Sosyal Yaşamın Düzenlenmesi

A. Kıyafetlerin Çağdaşlaşması

B. Tekke, Zaviye ve Türbelerin Kapatılması (30 Kasım 1925)

C. Milletlerarası Zaman, Rakam ve Ölçü Birimlerinin Kabulü

a. Takvim, Saat ve Ölçülerde Değişiklik (1925‐1935)

b. Bayram ve Milli Tatil Günlerinin Düzenlenmesi (27 Mayıs 1935)

c. Soyadı Kanunu ve Unvanların Yasaklanması (24 Kasım 1934)

EĞİTİM VE ÖĞRETİM ALANINDA YAPILAN DEVRİMLER

Eğitim, kişinin yeteneklerinin kendi ihtiyaçlarına ve toplumun amaçlarına göre geliştirilmesini


sağlayan öğrenme işi ve bu işin nasıl yapılacağı üzerindeki yöntem ve uygulamaların tümüdür. Bir
başka tanımla eğitim, bir davranış (bilgi, beceri, alışkanlık ve tutkular) yaratma sürecidir. Türkiye
Cumhuriyeti'nde eğitimin hedefi toplumun manevi değerlerine saygılı, pozitif bilimin ışığında
geleceğe hazırlıklı insan gücü yetiştirmek olmuştur. Cumhuriyet dönemi eğitim politikasının
temelinde ise, ekonomik büyümeyi sağlayacak, sosyal şartların geliştirilmesiyle fertlerin kendilerini
gerçekleştireceği, beklentilere cevap bulabilecekleri eğitim‐öğretim imkân ve ortamlarının
hazırlanması düşüncesi yer almıştır.

4
23.2.2017

EĞİTİM VE ÖĞRETİM ALANINDA YAPILAN DEVRİMLER

Türk halkı için, son iki yüzyıl içinde cereyan eden yenileşme hareketleri kalkınma ve modernleşmeyi
sağlamaya yönelik atılmış önemli adımlar olmuşsa da köklü devrimler genç Türkiye Cumhuriyeti'nde
Atatürk döneminde gerçekleşmiştir. Türkiye Cumhuriyeti'ni kuranlar devletin bekası, milletin refahı
ve mutluluğu için öncelikle eğitim sistemini nicelik ve nitelik yönünden yeterli hale getirmeye
çalışmışlar, Tevhid‐i Tedrisat Kanunu ile eğitim/öğretim birleştirilerek, tek disiplin altında milli bir
eğitimle modern ve kalkınmış bir toplum yaratma yolunda ilk adım atılmıştır.

19. YÜZYILDA EĞİTİM SİSTEMİMİZ

Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı Devleti'nden toplumun %10'unun dahi okur yazar olmadığı bir eğitim
mirası devraldı. Osmanlı Devleti, eğitim alanında çalışmalarına oldukça geç başlamış, vatandaşların
eğitimi ile doğrudan ilgilenmemiştir. Cumhuriyet'ten önce ilköğretimdeki okullaşma oranı %20
civarındaydı ve durum ortaöğretimde daha kötüydü. Eğitimin ilk kademesini oluşturan Sıbyan
Mektepleri'ni bitirenler isterlerse medreseye gidebilirlerdi. Bu hak yalnızca erkeklere tanınmıştı. 19.
yüzyılın sonlarına kadar kızlara herhangi bir düzeyde eğitim imkânı sunulmamıştır.

5
23.2.2017

19. YÜZYILDA EĞİTİM SİSTEMİMİZ

Medreselerde ortaokul, lise ve üniversite eğitimini karşılayan olanaklar yalnızca erkeklerle sınırlı
tutulmuştur. Bu eğitim kurumları vakıflar tarafından açılırdı ve idaresi de tümüyle vakıflara aitti.
Osmanlı'da devletin doğrudan doğruya kurup yönettiği eğitim kurumu, devlet adamı yetiştiren
"Enderun Mektepleri" olmuştur.

19. yüzyılda II. Mahmut ve Tanzimat dönemlerinde birtakım yenilikler yapılmışsa da eğitimin
yaygınlaşması yolunda çok önemli adımlar atılamamıştır. Bu dönem yeni eğitim kurumlarının
açılması için maddi imkânlar yaratılmamış ve eğitim işi yine vakıflara bırakılmıştır.

19. YÜZYILDA EĞİTİM SİSTEMİMİZ

Devletin ve milletin ihtiyaçlarına yönelik bir eğitim sistemi oluşturulamadığından ve ilköğretimin


zorunlu olmamasından dolayı az sayıdaki orta öğretim kurumlarından da yeterli verim alınamamıştır.
II. Abdülhamit döneminde modern okullar açılmış, ilk üniversite olan Darülfünun 1900 yılında
kurulmuştur. Ancak bu dönem Anadolu'daki okul sayısı yetersizdir ve yeni okullar açılmasına rağmen
eski okulların kapatılmaması ikili eğitim sistemini ortaya çıkarmıştır. Bu dönem eski okullarda Şeriye
ve Evkaf Nezaretinin yönetim ve denetimi altında geleneksel sistem uygulanmaktaydı. Yeni okullarda
ise Maarif Nezareti'ne bağlı olarak modern ve yarı laik bir sistem uygulanıyordu.

6
23.2.2017

19. YÜZYILDA EĞİTİM SİSTEMİMİZ

Bu ikili eğitim sistemi, Osmanlı toplumunda kültür ve dünya görüşü yönünden birbirinden tamamıyla
kopuk iki kesimin ortaya çıkmasına yol açmıştı. Bu ayrışma, Türk eğitim tarihinde mektep medrese
çatışması olarak ifade edilmiştir. Ülkede faaliyet gösteren yabancı okullar ve misyoner okullarının da
varlığıyla Osmanlı eğitim sistemine çoklu disiplin anlayışı hâkim olmuştu. Ziya Gökalp, 1917 yılında
İttihat ve Terakki Fırkasının kurultayına sunduğu raporda, Osmanlı eğitim kurumlarının "kozmopolit"
yapısının iyi vatandaş yetiştirmede olumsuzluk yarattığını belirterek bu durumun, ulusal içerikte bir
eğitim sistemi kurulamamış olmasından kaynaklandığını ifade etmiştir.

19. YÜZYILDA EĞİTİM SİSTEMİMİZ

Öğretim kurumlarının birleştirilmesi ve ulusal bir eğitim sisteminin uygulanması için Gökalp'ın
öncülüğünü yaptığı akım, birçok eğitimci ve aydın tarafından benimsenmiş ve Mustafa Kemal Paşa
tarafından uygulamaya konulmuştur.

7
23.2.2017

CUMHURİYET DÖNEMİ EĞİTİM POLİTİKALARI VE 
UYGULAMALAR  

Türkiye Cumhuriyetinin ve "Kemalizm"in hayat tarzı ve ideolojisinin anlaşılması, yaşatılması ve


korunması yeni Türk insanının, yeni Türk gençliğinin yaratılmasıyla mümkündü. Yeni Türk Devleti'ni
koruyacak ve yükseltecek kuşaklar ise Türk milli eğitimi vasıtasıyla yetiştirilecekti.

Türkiye'nin milli eğitim politikaları, yeni rejim ve devlet için gerekli olan insan tipini yaratmaya ve
geliştirmeye yönelik olarak Atatürk'ün önderliğinde, onun düşüncelerini paylaşan idealist
arkadaşlarınca saptandı.

a. Tevhid‐i Tedrisat Kanunu (3 Mart 1924) 

31 Ocak 1923 tarihinde İzmir'de halkla yaptığı toplantıda Mustafa Kemal Paşa, medreseler
konusunda yöneltilen bir soru üzerine;

«Ulusumuzun, memleketimizin irfan yuvaları bir olmalıdır. Bütün memleket evladı, kadın ve erkek
aynı biçimde oradan çıkmalıdır.»

sözleriyle öğretimin birleştirilmesinin gereğine işaret etmişti.

8
23.2.2017

a. Tevhid‐i Tedrisat Kanunu (3 Mart 1924) 

1 Mart 1923'te TBMM'yi açış konuşmasında da eğitim ve öğretimde birliğin, halkın ilerleme ve

yükselmesi yönünden çok önemli olduğunu söylemekte ve Türk çocuklarına verilecek eğitimin, milli

ve çağdaş olması gerektiğini vurgulamaktaydı. Cumhuriyet'in ilan edilmesinden sonra ilk önemli

adım 3 Mart 1924 yılında "Tevhid‐i Tedrisat Kanunu"nun kabulüyle atıldı. Bu kanunla tüm eğitim

kurumları devlet kontrolü altına alındı ve laik eğitim sistemine geçildi.

Tevhid‐i Tedrisat Kanunu ile eğitim işlerinden sorumlu tek kurum devletin kendisi haline getirildi. Bu

yasanın verdiği yetki ile medreseler kapatıldı, din temeline dayanan eğitim tamamen ortadan

kaldırıldı.

a. Tevhid‐i Tedrisat Kanunu (3 Mart 1924) 

Halkın dini işlerinde onlara yardımcı olacak kişilerin yetiştirileceği ve doğrudan doğruya devletçe
açılacak okullar dışında dini esaslara dayanan eğitim ve öğretim anlayışı tümüyle terk edildi. Maarif
Vekaleti yüksek din uzmanları yetiştirmek için Darülfünun'da bir ilahiyat fakültesi, imam ve hatip
yetiştirmek için de 29 ayrı okul açtı. Kapatılan medreselerin öğrencileri, bulundukları yerlerdeki ilk,
orta veya yüksek öğretim kurumlarına yerleştirildi. Müderrislere ise okullarda din dersi öğretmeni
olarak görev alma olanağı tanındı. Şer'iye ve Evkaf Vekaleti bütçesinden mektep ve medreselere
ayrılan para, Maarif Vekaleti bütçesine geçirildi.

9
23.2.2017

a. Tevhid‐i Tedrisat Kanunu (3 Mart 1924) 

Tevhid‐i Tedrisat Kanunu yabancı okullarda da öğretim birliği ve laik eğitim ilkelerinin uygulanmasını
sağladı. Cumhuriyet Hükümetleri bu okullarda din propagandası yapılmasını ve dini sembol ve
resimlerin kullanılmasını yasakladı. Bu yasaklara uymayan bazı yabancı okullar kapatıldı. Kullanılacak
ders kitaplarında Türklük ve Türkiye aleyhinde bir ibareye yer verilmemesi zorunluluğu getirildi.
Böylece Cumhuriyet rejimi, bu kurumlar üzerinde de kesin bir denetim mekanizması kuruyordu.

a. Tevhid‐i Tedrisat Kanunu (3 Mart 1924) 

Türkiye Cumhuriyeti, kendine Fransız laik eğitim sistemini model olarak seçti. 1926 yılında çıkarılan
"Maarif Teşkilatı Hakkında Kanun" ile Tevhid‐i Tedrisat Kanunu'nun ilkeleri esas olmak üzere
Türkiye'deki bütün eğitim kurumları yeni bir düzene sokuldu ve ilk ve orta öğretimin esasları
belirlenerek bugünkü okul sistemimizin ana yapısı kuruldu. İlkokullar zorunlu hale getirildi. Çağdaş
standartlarda öğretim yapılabilmesi için devlet her türlü yetki ve sorumlulukları üstlendi.

10
23.2.2017

b. Okul öncesi, İlk ve Orta Öğretimde Gelişmeler 

Cumhuriyet okul öncesi eğitim alanında Osmanlı'dan çok cılız bir birikim devralmıştı. Gerçekten de
1923‐1924 öğretim yılında ülkedeki tüm anaokullarının sayısı yalnızca 80 idi. Bu okullarda 136
öğretmen görev yapıyor ve 5880 öğrenci öğrenim görüyordu. Atatürk Devri boyunca devletin içinde
bulunduğu ağır mali koşullara rağmen bütçede eğitime ayrılan pay artırılarak, büyük bir kısmı
ilköğretim ve ortaöğretimin yaygınlaştırılmasına harcandığı için, okulöncesi eğitime yatırım
yapılamadı. Bu nedenle okul öncesi eğitimde kayda değer bir gelişme olamadı.

b. Okul öncesi, İlk ve Orta Öğretimde Gelişmeler 

Cumhuriyet'in ilk yıllarında ilköğretime büyük önem verildi. 1924 Anayasası'nda, 1876 Kanun‐ı
Esasi'sinde olduğu gibi İlköğretim zorunlu ve devlet okullarında parasızdı. 1926'da kabul edilen
kanunla "ilköğretim çağındaki çocuklar meslek okullarına giremezler, ilköğretim çağını geçirmiş ve
hiç öğrenim görmemiş çocukları kabul eden kurumlar bunlara ilköğretimi vermeye mecburdurlar"
hükmü getirildi. 1926'da toplu eğitime geçiş ilkesi benimsendi. Öğrenciler bir konuyu çeşitli yönleri
ile işlerken aynı zamanda gözlem ve deneye yöneltilecekti. Aynı yıl hazırlanan programda din
derslerinin üçüncü sınıftan itibaren haftada bir saat verilmesi kararı alındı.

11
23.2.2017

b. Okul öncesi, İlk ve Orta Öğretimde Gelişmeler 

Cumhuriyet döneminde uzun yıllar köylerin çoğuna okul yapılamamış, öğretmen atanamamıştı. 1936
yılında 60 bin köyün 35 bininde okul ve öğretmen yoktu. Okul olan köylerin bazılarında da ilköğretim
3 yıl süreliydi. Okul sayıları artırılıp, eğitim süresi uzatılmaya çalışılırken, bir yandan da öğretmen
yetiştirmeye hız verildi. Cumhuriyet'i kuranlar ilköğretimi laikliği topluma benimsetecek, özellikle
kırsal kesimde davranışları değiştirecek bir araç olarak gördüler. Bütün çabalara rağmen 1927'de
okuryazar oranı %11 idi. İlköğretimin bütün çabalara rağmen istenilen gelişmeyi gösterememesinin
bir nedeni de yetersiz öğretmen maaşları ve okullarda araç‐gerecin kısıtlı olmasıydı.

b. Okul öncesi, İlk ve Orta Öğretimde Gelişmeler 

İlköğretim giderleri ve öğretmen maaşları 1948 yılına kadar İl Özel İdaresi tarafından karşılanırken,
bu tarihten sonra devlet bütçesinden karşılanmaya başladı.

Cumhuriyet'in ilanını izleyen yıllarda, orta öğretimde de okullaşma oranı çok düşüktü. Cumhuriyet
Hükümetlerinin temel hedefi bu oranı yükseltmek oldu. 1923‐1924 öğretim yılında ülkede 72
ortaokul mevcuttu. Cumhuriyet'in ilk yıllarında kız ve erkeklerin ayrı ortaokul ve liseleri bulunuyordu.
1927‐1928 öğretim yılında bazı ortaokullarda karma eğitime geçildi. 1943 yılına gelindiğinde karma
ortaokulların sayısı 106'ya ulaştı.

12
23.2.2017

b. Okul öncesi, İlk ve Orta Öğretimde Gelişmeler 

Atatürk devrinde ortaokulların ders programları ilkokulların programlarında olduğu gibi Türk
Devrimi'nin temel niteliklerine göre şekillendi. 1924 yılında ortaokul programında yer alan din
dersleri 1930 yılında kaldırıldı.

1923‐1924 öğretim yılında Türkiye'de 23 lise bulunuyordu. Atatürk döneminde Yüksek Öğretmen
okulları mezunlarının artması, Avrupa'da eğitim gören öğretmenlerin istihdam edilmesiyle liselerin
sayısı %300 artırıldı. Ders programları, diğer eğitim kurumlarında olduğu gibi, yeni rejimin dayandığı
ilkeler ışığında yapılmaktaydı. 1924‐1927 yılları arasında lise programlarında yer alan Arapça ve
Farsça dersleri 1929‐1930 öğretim yılı başında kaldırıldı. Bunların yerine Batı dilleri konuldu.

13
23.2.2017

c. Yüksek Öğretimdeki Gelişmeler ve Darülfünun (Üniversite) 
Reformu  

Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethinden sonra 15. yüzyılda kurulan "Fatih Medreseleri" Batı
tarzında üniversitelere eşdeğer olarak, 1900'de Darülfünun adıyla faaliyetine devam etti.
Darülfünun, 1919 yılında yeniden yapılandırılarak Hukuk, Tıp, Edebiyat ve Fen fakültelerinden
oluşan, bilimsel özerkliğe sahip bir üniversite haline geldi, 1924 yılında da tüzel kişiliği tanındı.
Cumhuriyet yönetimi, batıl inanç ve yoldan sapma kuvvetlerine karşı devrim fikirlerinin mücadele
aracı olarak gördüğü Darülfünun'a büyük önem vermekteydi.

c. Yüksek Öğretimdeki Gelişmeler ve Darülfünun (Üniversite) 
Reformu 

1933 yılında Darülfünun, devrimlere karşı olumsuz tutum takındığı, ciddi ve topluma yararlı bilimsel
çalışmalar yapılmadığı, öğretim üyeleri arasında bilimsel işbirliği yerine çekişme olduğu, öğrenciler
araştırmaya yönlendirilmediği gibi gerekçelerle İsviçreli Prof. Albert Malche'nin hazırladığı bir
rapordan sonra 2252 sayılı kanunla kaldırıldı. Eğitim Bakanlığı "İstanbul Üniversitesi"ni kurmakla
görevlendirildi. Eğitim Bakanlığı'na bağlı olarak 1933 yılında kurulan İstanbul Üniversitesi'nde
özerklik kaldırıldı, Darülfünun hocaları geniş ölçüde üniversite dışında bırakıldı, Batıda okuyup gelen
öğretim görevlileri doktora şartı aranmaksızın doçent olarak atandılar.

14
23.2.2017

c. Yüksek Öğretimdeki Gelişmeler ve Darülfünun (Üniversite) 
Reformu 

Nazi baskısından kaçan Alman ve Orta Avrupalı bilim adamlarına da üniversitenin kapıları açılarak bu
bilim adamlarından üniversitenin yeniden yapılanmasında yararlanıldı.İstanbul'da üniversite
reformu yapılırken, Ankara'da 1925 yılında Hukuk Mektebi, 1930 yılında Ziraat Enstitüsü kurulmuştu.
Gazi Mustafa Kemal, uygar ve mutlu bir toplumda üniversitelere pek çok görevler düştüğünü
söyleyerek, üniversite sayısının artırılması gereğine dikkat çekmişti. 1935'te Ankara'da adını
Atatürk'ün verdiği Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi açıldı. 1943 yılında Fen Fakültesi, 1945 yılında Tıp
Fakültesi ve 1949 yılında da İlahiyat Fakültesi kuruldu.

c. Yüksek Öğretimdeki Gelişmeler ve Darülfünun (Üniversite) 
Reformu 

Atatürk 1937'de ülkedeki üniversiteleşme hareketinin yönünü şöyle belirlemişti:

" Memleketi şimdilik üç büyük kültür bölgesi halinde düşünüp Batı bölgesi için İstanbul bölgesinde
başlamış olan düzeltme programını daha radikal bir şekilde uygulayarak, Cumhuriyet'e modern bir
kurum kazandırmak, merkez bölgesi için Ankara Üniversitesini az zamanda kurmak lazımdır. Doğu
bölgesi için Van Gölü sahillerinin en güzel bir yerinde her şubeden okulları ve üniversitesi ile modern
bir kültür şehri yaratmak yolunda şimdiden faaliyete geçilmelidir."

15
23.2.2017

c. Yüksek Öğretimdeki Gelişmeler ve Darülfünun (Üniversite) 
Reformu 

1933‐1952 yılları arasında Türkiye'de yaşayan ve incelemeler yapan Ord. Prof. Philippe Schwartz,
1933 Üniversite Reformu'yla ilgili Hükümet'e sunduğu raporunda böbürlenme, özgüven eksikliği,
mevki düşkünlüğü, adam kayırma gibi nedenlerle reformun hedeflerine ulaşamadığını bildiriyordu.
Bu rapor üzerine 1946'da 4936 sayılı Üniversiteler Kanunu ile yeni bir düzenlemeye gidildi.
Üniversitelere bilim anlayışı kuvvetli, sağlam düşünceli, milli karakter sahibi, Türk Devriminin
ülkülerine bağlı, toplumun genel seviyesini yükselten öğrenciler yetiştirme görevi ile özerklik ve tüzel
kişilik yeniden verildi. 1946 tarihli Üniversiteler Kanunu, yüksek öğretimde en uzun süre geçerli
kalmış kanundur.

16
23.2.2017

c. Yüksek Öğretimdeki Gelişmeler ve Darülfünun (Üniversite) 
Reformu 

27 Mayıs 1960 hareketinden sonra 1946 tarihli kanunda bazı değişiklikler yapılmıştır. 1946 yılından
sonra 1955'te Karadeniz Teknik Üniversitesi, aynı yıl Ege Üniversitesi, 1957'de Orta Doğu Teknik
Üniversitesi, 1958'de Atatürk Üniversitesi kurulmuştur. Atatürk'ün vasiyeti olan Van 100. Yıl
Üniversitesi ise 1982 yılında kurulabilmiştir.

SOSYAL YAŞAMIN DÜZENLENMESİ

Gazi Mustafa Kemal, Osmanlı Devleti'nin son döneminde yaşanan yenileşme ve kurtuluş çabalarının
büyük oranda mevcut rejimin işlevini yitirmiş olmasından dolayı başarı elde edemediği gerçeğinden
hareketle, Türk milletinin çağdaş dünya ile aynı düzlemde doğuştan edindiği haklarını kullanabileceği
Cumhuriyet rejimini kurmakta tereddüt etmemişti. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş sürecinin
tamamlanmasını sağlayan devrimlerin, sosyal ve kültürel yaşamda yapılacak düzenlemeleri de
içermesi kaçınılmazdı.

17
23.2.2017

SOSYAL YAŞAMIN DÜZENLENMESİ

Cumhuriyet idaresine kavuşmuş olan Türk insanının kadın ve erkek olarak eşit haklara sahip olarak
sosyal ve kültürel hayatını düzenleyecek ve medeni milletler seviyesine ulaşmasını sağlayacak
birtakım düzenlemeler yapıldı.

Toplumsal eşitliği ortadan kaldıran unvan ve lakaplar yerine Soyadı Kanunu kabul edildi.
Çağdaşlaşmayı hedefleyen, egemenlik sahibi vatandaşın yeni kimliğine uygun olarak kılık kıyafet
düzenlemeleri yapıldı. Yurt içi ve yurt dışındaki ticari ilişkilerin düzenlenmesinde çeşitli kolaylıklar
sağlaması amacıyla takvim, saat ve ölçülerde değişiklik yapıldı.

KIYAFETLERİN ÇAĞDAŞLAŞMASI 

Atatürk bu alanda yapmış olduğu devrimlerle Türk toplumunun uygar milletler gibi giyim ve
kuşamda da ileri bir seviyede olmasını hedeflemişti. Halkın kıyafet devrimine tepkisini ölçmek üzere
Kastamonu'da halkın karşısına şapka giyerek çıkmış, Anadolu'nun bir şehrinde şapkaya karşı olumlu
tepkiler verildiğini görmüştü. Kastamonu halkının tavrı, yapılacak diğer devrimlere zemin
hazırlamıştır. 25 Kasım 1925'te TBMM'de Şapka Kanunu kabul edilmiş, bu kanuna uymayanlar
hakkında çeşitli cezalar uygulamaya konulmuştur.

18
23.2.2017

KIYAFETLERİN ÇAĞDAŞLAŞMASI 

Bundan sonra kadınların çarşaf, peçe gibi kıyafetler yerine çağdaş giysiler giymeleri sağlanmış,
erkeklerde fes yerine şapka giyilmesi kanuni zorunluluk haline getirilirken dini kıyafetlerin sadece
ibadet yerlerinde giyilebileceği hükmü getirilmiştir.

19
23.2.2017

TEKKE, ZAVİYE VE TÜRBELERİN KAPATILMASI (30 KASIM 
1925) 

Selçuklular ve Osmanlılar döneminde, Anadolu'nun Türkleşmesinde ve halkın Türk‐İslam sentezi


içinde yoğrulmasında ve eğitim hayatında önemli bir yere sahip olan tekke ve zaviyeler zamanla
yozlaşmış ve toplumsal alanda bölünme ve gruplaşmalara sebep olmuştu.

TEKKE, ZAVİYE VE TÜRBELERİN KAPATILMASI (30 KASIM 
1925) 

Böylelikle gerçek anlamda varlık sebeplerini yitirmişlerdi. Eğitimini milli esaslar üzerine kuran, Türk
milletini "ileri" bir millet yapma hedefini Batı uygarlığına uyum sağlayarak gerçekleştirmeyi
amaçlayan Türkiye Cumhuriyeti için tekke, zaviye, türbe ve tarikat gibi İslam medeniyetine ait
kurumların kaldırılması gerekiyordu. Gazi Mustafa Kemal, Kastamonu'da 30 Ağustos 1925'te
söylediği bir nutukta türbedarlıkların, tekkelerin ve zaviyelerin kapatılacağının ve tarikatların
kaldırılacağının işaretini verdi:

20
23.2.2017

TEKKE, ZAVİYE VE TÜRBELERİN KAPATILMASI (30 KASIM 
1925) 

"Ölülerden medet ummak, medeni bir cemiyet için, şindir(lekedir). Efendiler ve ey millet, biliniz ki,
Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve meczuplar memleketi olamaz. En doğru en hakiki
tarikat, medeniyet tarikatıdır."

30 Kasım 1925'te Tekke, Zaviye ve Türbeler kapatılmış ve şeyhlik, müritlik, dervişlik gibi unvan ve
lakapların kullanılması da yasaklanmıştı.

MİLLETLERARASI ZAMAN, RAKAM VE ÖLÇÜ BİRİMLERİNİN 
KABULÜ 
a. Takvim, Saat ve Ölçülerde Değişiklik (1925‐1935)
Yurt içi ve yurt dışındaki ticari ilişkilerin düzenlenmesinde, çeşitli kolaylıkların sağlanması amacıyla
takvim, saat ve ölçü birimlerinde değişiklik yapılmıştı. Ağırlık ölçüsü birimi olarak kullanılan okka
yerine kilo ve gram, uzunluk ölçüsü birimi endaze yerine, metre ve santimetre gibi uluslararası
birimler getirildi.

1925 yılında çıkarılan kanunla Hicri ve Rumi takvimler yerine Miladi takvimin kullanılması kabul
edilerek 1 Ocak 1926'dan itibaren uygulamaya geçildi. Güneşin batışına göre ayarlanan saat yerine,
çağdaş dünyanın kullandığı saat sistemi kabul edilerek ezanî saat uygulamasından bugün
kullandığımız modern saat uygulamasına geçildi.

21
23.2.2017

b. Bayram ve Milli Tatil Günlerinin Düzenlenmesi (27 Mayıs 
1935) 

Milletlerin, geleceklerini güvence altına almak düşüncesiyle tarihi süreçte geçirdikleri iyi ve kötü
günleri gelecek nesillere aktararak onların bu olaylardan ders almalarını istemeleri doğaldır. Bu
düşünce ışığında, Türkiye Cumhuriyetinin kurucuları da Milli Mücadele yıllarının dönüm noktası
olmuş bazı olayların yaşandığı tarihi Milli Bayram olarak kabul etmiş ve o günlerin unutulmaması
amacını gütmüşlerdir.

22
23.2.2017

b. Bayram ve Milli Tatil Günlerinin Düzenlenmesi (27 Mayıs 
1935) 

Türkiye Büyük Millet Meclisinde 27 Mayıs 1935 tarihinde Milli Bayramlar ve Genel Tatiller hakkındaki
kanunun kabulü ile 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı, 23 Nisan Ulusal Egemenlik Bayramı, 30 Ağustos
Zafer Bayramı olarak kabul edilmiştir. Aynı kanunla 1 Mayıs'ın da Bahar Bayramı olarak kutlanması
kararı alınmıştır. Milli Bayramlar ve Genel Tatiller hakkındaki kanunla hafta sonu tatil günleri de
değiştirilmiş, eskiden Cuma olan tatil günü Cumartesi günü saat 13.00'te başlamak suretiyle Pazar
gününü de kapsamıştır. Bundan sonra dini bayramlarımız olan Kurban ve Şeker Bayramları ile yılbaşı
tatil günü de belirlenmiştir.

c. Soyadı Kanunu ve Unvanların Yasaklanması (24 Kasım 
1934) 

Osmanlı İmparatorluğu'nda kişiler dini, sosyal ya da ailevi ve asalet kaynaklı birtakım lakaplar
taşıyorlardı. Bu durum hem insanlar arasında eşitlik ilkesini bozuyor hem de resmi kayıt işlemlerinde
çeşitli karışıklıkların yaşanmasına neden oluyordu.

23
23.2.2017

c. Soyadı Kanunu ve Unvanların Yasaklanması (24 Kasım 
1934) 

Bu aksaklıkları gidermek üzere denenen yollardan biri askerlerin adlarının yanına doğdukları yerin
adının da yazılması oldu. Ancak nihai çözüm, 21 Haziran 1934'te "Soyadı Kanunu"nun çıkarılmasıyla
elde edildi. Kanun, 2 Ocak 1935'te yürürlüğe girdi. Bu kanun gereğince herkesin resmî bir soyadı
olacaktı. Yasa ırk ve kabile adları, gülünç ve ahlâka aykırı sözcükler dışında soyadını seçmekte
yurttaşları serbest bırakıyordu. Belli bir süre içinde soyadı bulamayanların soyadlarını yöneticiler
verecekti. Böylece toplumsal hayatımıza yeni bir düzen ve disiplin getirilerek Medeni Kanun'daki
kişilik hakları ile ilgili hükümlerin tam anlamı ile işlerliğe kavuşması sağlanmış oldu.

c. Soyadı Kanunu ve Unvanların Yasaklanması (24 Kasım 
1934) 

Türkiye Büyük Millet Meclisi, Türk ulusunun


ilerleme, çağdaşlaşma uygarlığa ulaşma ve onu
geçme isteğinin ve iradesinin simgesi olan
Mustafa Kemal Paşa'ya 24 Kasım 1934 tarihinde
çıkardığı yasa ile "Atatürk" soyadını verdi. Bu
soyadı yalnız Mustafa Kemal Paşa'ya
verildiğinden, başka hiç kimsenin hatta yakın
akrabalarının bile bu soyadını kullanması
yasaklandı.

24
23.2.2017

c. Soyadı Kanunu ve Unvanların Yasaklanması (24 Kasım 
1934) 

1934 yılında çıkarılan bir başka yasa ile o güne kadar özadlarının yanında kullanılan ve toplum
içindeki bazı derece ve ayrıcalık durumlarını belirten, Ağa, Hacı, Hafız, Hoca, Molla, Efendi, Bey,
Beyefendi, Paşa, Hanım, Hanımefendi, Hazretleri gibi lakap ve unvanlar kaldırıldı.

Erkek ve kadın vatandaşlar, kanunun karşısında ve resmi belgelerde yalnızca adlarıyla anılırlar hükmü
getirildi. Bugün günlük yaşamda kullandığımız Bey, Beyefendi, Paşa, Hanım, Hanımefendi gibi sıfatlar
sadece nezaket gereği kullanılmaktadır.

25

You might also like