Professional Documents
Culture Documents
İngilizceden Çeviren:
Ali Bucak
İÇİNDEKİLER
Önsöz . . . . . . . . . . . . . . . .. . . ... . . . . . . . .. . . .. . .. . . . . 9
Notlar . . . . . .. . . . . . . .. . . .. . . . . . . . .. . .. . . . . . .. . . . . 86
ÇEVİRENİN ÖNSÖZÜ
7
nin kurallannı basitçe yadsımaktan ibaret olmadığıdır. Ye
ni müzikte bu kuralların yerine, müziğin ve insan yaratı
cılığının daha genel yasalarından çıkan -ve daha değişik
imkanlar açan- yenileri geçmiştir. Bu, eskinin yıkılmasıy
la açılan özgürlük ortamını kısıtlayıcı bir durum olarak gö
rülmemelidir, tam tersine "ancak bu yeni engeller sayesin
de tam bir özgürlük mümkün olmuştur" Webern'e göre.
Çeviride müzik terimlerinin Türkçe karşılıkları olarak,
daha kolay anlaşılacaklan düşüncesiyle, genellikle yaban
cı dildekine sesçe benzeyen kelimeler kullanılmıştır. Ancak
bazı kelimelerle ilgili ka.rı;ılıklan belirtmek yararlı olabi
lir: "istek" - "urge", her zaman zorlayıcı bir istek anla
mında kullanılıyor. "Anlaşılabilirlik" - "Comprehensibi
lity". "Oniki nota müziği" - "Twelve note music", Türkçe
de oniki ton müziği de deniyor, ancak tonalite ile karışma
ması için nota kullanıldı. "Composition" karşılığı olarak
yerine göre "kompozisyon" ya da "müzik" kullanılmıştır.
Bu kitabın müzik üzerine düşünmek isteyen herkes için
yararlı olacağını umuyorum.
Ali Bucak
8
ÖN SÖZ
9
bern'in engin bir bilgiyle en usta sanatsal düşünceyi ço
cuksu denebilecek bir duygu içinde kaynaştıran o hariku
lade ve saf kişiliğini anlamış oluyoruz.
Bu kitaptaki sekizer derslik iki bölümün sıraları, açık
bazı nesnel nedenlerden ötürü, tersine çevrilmiştir.· Böylece
1933 yılında ele alınan basit düşüncelerden 1932 yılında
anlatılan oniki nota müziğine ilişkin karmaşık olaylara doğ
ru doğal bir ilerleme sağlanmıştır. Özellikle 1932 yılına ait
metinler içinde bazılarının çok kısa olması, o akşamlar
Webern'in fazla konuşmayıp daha çok piyanoda bazı eserler
ya da bölümler çalmasından ötürüdür. Zaman zaman yapı
lan tekrarları Webern, düşüncelerinin bazı yönlerini kuv
vetlendirmek için bilinçli olarak yapıyordu, sık sık durma
sı ve deıin nefes alması da aynı nedenleydi. Bütün bunlar
Webern'in derslerinin yeni ve acil konulara el atmasından
gelen ve onların insanlar üzerinde büyük etki yapmasına
yol açan zorunlu unsurlardı.
Webern'in her iki dönemdeki derslerine de "yol" diye
başlık koyması tipiktir. Her zaman "yol almakta" olduğu
için insanlara da yolu göstermek istiyordu Webern. İlk ola
rak, Webern yüzyıllar boyunca çeşitli dönemlerde müzik
te "yeni"nin ne anlama geldiğini açıklamaya çalışmış ve
bunun daha önce söylenmemiş olan dernek olduğunu orta
ya koymuştur. Daha sonra da bu gelişmelerden çıkan yasa
lar yardımıyla, şu an yeni olanın gelecekte nasıl bir geliş
me izleyeceğini gösteren yasaları gözönüne sermiştir.
10
ele aldığı şeylerin "estetik" olmayıp , doğal yasalarla belir
lendiği sonucuna götürür ve bu yü zden sanatla ilgili tüm
tartışmalar ancak bu doğrultuda yapılabi lir . Webern'in alın
tı yaptığı, Goethe'nin sanat hakkındaki düşüncesi de bu
görüşü destekler: "Bu büyük sanat eserleri insanlı ğın en bü
yük doğa eserleriyle aynı zamanda, doğru ve doğal yasala
ra göre varlık kazanmıştır. Gelişigüzel ve yanıltı cı herşey
yokolur gider; zorunluluk budur, Tanrı budur.
Tıpkı Goethe'nin re nklerin özünü "görme duyusuyl a
i lgili doğal yasa" olarak tanımlaması gibi, Webern de se
sin işitme duyusuyla ilgili doğal yasa olarak kabul edilm e
sini ister; ve sesin insanca tüm gelişigüzelliklerden arındı
rılması gerekir Webem'e göre. Webern, müziğin büy ük us
talarına giden yola düzgün bir şekil vermek ister, ancak in
sanlar önce bu düşünceleri kavramalı ve sanatsal yara tı
nın gizlerine saygı duym a lıdırlar .
Willi Reich
11
YENİ MÜZİGE GİDEN YOL
13
nuştukları sürece, sürekli kullandıkları malzemeye alışkın
olmalarının önemini vurgular. Hatta son cümlesinde dille
ilgili olarak şunu der: "Bırakın insanlar ona hizmet etmeyi
öğrensinler!". Kraus der ki: -bu noktaya çok dikkat ede
lim, çok önemlidir ve üzerinde mutlaka anlaşmamız gere
kir- küçük yaşlarımızdan beri haşır neşir olduğumuz bu
malzemeyi estetik bir değer taşıyormuş gibi incelemeye ça
lışmak saçma olurdu. Ama bunu yapmak snopluk ya da
sözde sanatseverlik anlamına geleceği için değil. Kraus'un
söylediği, dille ve onun gizleriyle ilgilenmenin ahlaki bir
yarar getireceğidir. Biz de aynı şeyi söylemeliyiz! Aslında
burada müzikten bahsetmek için toplandık, dilden değil,
ama durum ikisi için de aynıdır ve bunu çıkış noktamız
olarak alabiliriz.
14
nasıl bir değer taşır?'' diye, işte cevabı bu: doğrulardaki
boşlukları görmeyi öğrenmek! Ve bu kurtuluş demektir ...
insanın tüm ruhuyla birşeye katılması demekti r!
Şimdi nereye varmaya çalıştığımı görebiliyor musu
nuz?
Burada tartışacağımız şeyler, sizin müz iğin temeline
inmenize yardımcı olacaktır; ya da şöyle diyelim: konuya
bu şe kilde katılmanızın tek gayesi müzikte neler olup bit
tiği, müziğin ne olduğu ve d aha geniş bir bağlamda, müzi
ğin ne tür bir sanat olduğu konularında bir sezgi edinmek
tir. Eğer sizin dikkatinizi bazı noktalara çektiğimde bunla
rın günümüz müziğindeki yansımalarına daha bilinçli ve
daha eleştirel bakabilecek olursanız, bu bile kendi içinde
bir başarıdır.
Sanırım şu an için oldukça genel konuşarak şöyle de
meliyim: bütün sanatlar dolayısıyla müzik, düzenlilik ku
bu konuda yapacağımız bütün incele
rallarına dayanır ve
meler ancak bu kuralları bir ölçüde kanıtlamaya yönelik
olabilir. Bu hususta size Goethe'nin harikulade sözlerini ak
tarmak istiyorum, Goethe'nin bu sözleri tartışacağımız her
şey için temel olmalıdır, aynca inandırıcı sözlerdir bunlar,
en azından benim için. Bu sözleri temel varsayımlarımız
dan biri üzerinde anlaşmamız için aktarıyorum.
15
ürününden başka birşey değildir. Bu "genel olarak doğa"'
ne dernek? Belki etrafımızda gördüğümüz şeyler. Ancak bu
neyi üade eder? Bu, insan üretkenliği, özelde insan dehası
demektir. Görüyorsunuz, bayanlar ve baylar "Şimdi güzel
bir resim yapmak istiyorum, güzel bir şiir yazmak istiyo
rum" demekle olmuyor. Bu da olabilir - ancak sanat de
ğildir bu.
Kalıcı ve sonsuza. dek kalıcı olan eserler, büyük başya
pıtlar, ne yazık ki insanların sandığı gibi ortaya çıkmamış
lardır. Ne demek istediğimi Goethe'nin sözlerinden anla
mışsınızdır sanının. Daha açık söylemem gerekirse: insan
sadece içine "genel olarak doğanın" ifade etmek istediği
şeyin döküldüğü kaptır. Görüyorsunuz - şöyle söyleyeyim:
nasıl bir doğa araştırmacısı doğanın temelinde yatan dü
zenlilik kurallarını bulmaya çalışıyorsa, biz de doğanın
özelde "insan" biçimi altında yaptığı üretimin yasalarını
bulmaya çalışmalıyız. Bu da bizi şu görüşe götürür: sanatın
ele aldığı, onun nesnesi olan şeyler "estetik" olmayıp, do
ğal yasalarla ilgilidir ve müzik üzerine yapılacak tüm tar
tışmaların bu doğrultuda yapılması gerekir.
Bu alanda yasalar vardır ve belki bunl arın tümü ger
çekte bulunabilir değildir. Ancak, bunların bir kısmının
farkına varılmıştır ve bunlar zanaatçi yöntemi diyeceğim
yöntemde kullanılmaktadır. Müzikle ilgili olarak söylersek:
müzisyenin gerçekten deha ürünü birşeyler yapabilecek
duruma geldiğinde kullanması gereken zanaatçi yöntemin
de kullanılmaktadır bunlar.
Goethe'den bir alıntı daha yapacağım, çünkü düşünce
çizgimizi çok mükemmel bir tarzda üade ediyor. Antik sa
nat üzerine şunları söylüyor Goethe: ··au üstün sanat eser
leri, insanlığın en üstün doğa eserleriyle aynı zamanda,
doğru ve doğal yasalara göre, ortaya çıkmışlardır. Gelişi
güzel ve asılsız herşey yıkılır gider; işte burada zorunlu
luk vardır, Tann vardır." "İnsanlığın doğa eserleri" - ge
ne aynı düşünce! Bu sefer yeni bir şeyin ortaya çıktığını
görüyoruz zorunluluk. Büyük başyapıtlarda zorunlu olanı
16
bulup çıkarmaya çalışmalıyız. Hiçbir gelişigüzellik yok
tur! Asılsız hiçbir şey yoktur! Gene Goethe'nin sözlerini
aktaracağım size. Biliyorsunuz Goethe'nin bir "Renk Teo
risi" vardı; bu teorisinde Goethe neden herşeyin bir rengi
olduğunu vb. açıklamaya çalışır ve şunu söyler: "Ancak
belki zihin yapısı daha. düzenli olanlar hala rengin ne oldu
ğuna dair kesin bir açıklama yapmadığımızı söyleyecekler ...
Burada da aynı şeyi tekrarlayacağım: renk, görme duyu
suyla ilgili doğal yasadır."
Renklerle müzik arasındaki fark bir nitelik farkı değil
bir derece farkı olduğundan, biz de müziğin işitme duyusuy
la ilgili doğal yasa olduğunu söyleyebiliriz. Bu, temelde
renk için söylediklerimin aynısıdır. Ama tamamen doğru
dur, bu yüzden eğer burada müzik hakkında tartışacaksak
bunu ancak müziğin işitme duyusuyla ilgili doğal yasa ol
duğunu kabul ederek yapabiliriz diyorum.
Sanının şimdilik size görüşlerimi anlatmak ve şeylerin
gerçekten benim dediğim gibi olduğunu göstermek açısın
dan bu kadarı yeterlidir. İnsan büyük sanat eserlerini in
celerken, inansın inanmasın, onlara büyük doğa eserlerine
yaklaştığı tavırla, onların sırlarına, gizemlerine hayranlık
duyarak yaklaşmalıdır.
Ancak şimdiye kadar farkına varmamış olsak bile bir
şey bizim için açık olmalı - burada düzenlilik kuralları
geçerlidir ve bu kuralları doğayla i lgili gördüğümüz kural
lardan, işitme duyuşuyla ilgili doğal yasadan ayn olarak dü
şünemeyiz.
17
söylemiş olduklarım iki kat önem kazanıyor; yeni müzik
şimdiye kadar hiç söylen m emiş olandır. Bu yüzden yeni
müzik, binlerce yıl önce olanı da, şu an olanı da söyleye
bilir, yeter ki, daha önce söylenmemiş birşey olarak orta
ya çıksın. Ancak şu da söylenebilir: "Asırlar boyunca olay
ların gelişimini izle yelim, o zaman yeni müziğin gerçekten
ne olduğunu görebiliriz." Belki ancak bunu yaparsak bu
gün yeni müziğin ne olduğunu -ve eskide kalan müziğin
ne olduğunu- anlayabileceğiz.
O halde bugün neler olup bittiğini daha açık anlamak
için gizli d oğal yasaları bulmaya çalışalım. Böylelikle ye
ni müziğe gide n yolu katetmiş oluruz.
Şimdi pratik konulara ine rek, daha genel ama müzikle
ilgili olan şeylerden bahsetmeliyim; genel diyorum çünkü
ba.şka türlü birbirimiz i yanlış anlayabiliriz, çünkü söyleye
ceklerim d aha önce, Goethe'nin görüşlerine dayanarak
söylediklerimle doğrudan ilgili. Sanattan bu kadar bah
setmek yeter, biraz da doğa hakkında konuşalım!
Müziğin malzemesi nedir?... Notalar değil mi? O halde
d üz enlilik kurallarını ve bu kuralların kendilerini nasıl or
taya koyduklarını anlamak için onlara bakmalıyız. Belki
biliyorsunuz belki bilmiyorsunuz, ama sizinle şu kon uyu
ta rtışmak istiyorum: müzik dediğimiz şey nasıl ortaya çık
tı? Doğanın ke ndil erine sağladığı ş eyi insanlar nasıl kul
landılar? Biliyorsun uz ki nota basit değil, karmaşık birşey.
Her n ot a , gene biliyorsunuz , üst arrnonikleriyle beraber tın
lar - bunlar gerçekte s ons uz sayıdadır ve insanın bu feno
meni, bu gizemli ş eyi daha henüz müz ik sel bir biçim ürete
mezken k endi anlık ge reksini ml eri için nasıl kullandığmı
görmek gerçekten dikkate değer.
Daha somut k onuş a cak olursak: insan ların , müziksel
yapıtların var olduğu her yerde kullandıkları bu ses siste
mi nereden geldi? Nasıl ortaya çıktı? Bildiğimiz kadarıyla
Batı müziği -bununla Yunan müziğinden günümüz e ka
dar ge li şen herşeyi kastediyorum- Batı müziğ i, özel bi
çimler almış olan bazı gaml ar kullanır. Örneğin, Yunan
18
modlan vardır, sonra geçmiş çağlardaki kilise modları. Bu
gamlar nasıl ortaya çıkmıştır? Aslında üst armonik dizile
rinden başka birşey değildir bunlar. Bildiğiniz gibi önce
bastığımız sesin oktavı tınlar, sonra beşlisi gelir, sonra öbür
oktavın üçlüsü, sonra da, eğer devam ederseniz, yedilisi.
Burada açıkça neyi görüyoruz? Beşlinin esas notayla bera
ber duyulan ilk no ta olduğunu; bu da onun tonikle en güç
lü bağa sahip olması anlamına gelir. Bu da demektir ki to
nik, beş ses aşağısındakiyle de benzer bir ilişki içindedir.
Böylece burada bir çeşit kuvvet bileşkesi meydana geliyor,
"denge" oluşuyor; yukarıya ve aşağıya çeken kuvvetler
dengeleniyor. Şimdi özellikle ilgi çeken konu , Batı müziğin
deki notaların bu kuvvet bileşkesinin ilk notalarından oluş
ması, yani: Do CSol Mil - Sol <Re Sil - Fa CDo La). Böy
lelikle yakın komşu olan, birbiriyle yakın ilişkili notalar
gamın ilk yedi sesini meydana getirir.
Görüyor musunuz: müzik, malzeme olarak tamamen
doğaya uyuyor. Yedi notadan oluşan gamımızı bu şekilde
açıklayabiliyoruz, aynı şekilde onun bu şekilde varlık ka
zandığını da düşünebiliriz.
Başka halkların benim de pek iyi bilmediğim değişik
müzikleri var; örneğin Japon ve Çin müziği - bizini müzi
ğimizin taklitleri dışında. Bunlar başka gamlar kul l an ıyor
lar , bizim yedi notalık gamımızı değil. Ancak bizim müzi
ğimizin kendine ö zgü tutarlılığı ve sağlam temeli onun
özel bir yol izlemesiyle kanıtlanmıştır diyebiliriz.
(20 Şubat 1 933)
il
19
Son olarak Karı Kraus'un "kelime - biçiminden" bah
setmiştik, CKarl Kraus buna "linguistik biçim" ya da "lin
guistik şekil" de diye b ilirdil buysa bir müziksel biçime denk
düşüyordu. Böylelikle müziksel malzemenin ötesine geçip
müziksel düşünc e hakkında bir kavrayışa varmıştık.
.Bu no kta d a biraz konudan ayrılıp, bütün bunlan ele
almanın müziksel düşünceleri anlamak için ne kadar önem
li olduğundan bahsetmek istiyorum. Pek az kişinin bir mü
ziksel düşünceyi kavrayabildiğini görmek şaşırtıcıdır. Bu
nunla zihinsel çabalarla uğraşmaya fazla vakit bulamayan
geniş kitleleri
kastetmiyorum, kastettiğim büyük zihin
adamlarının yaptığı gaflar! Ö rneğin Schopenhauer'in mü
zikle ilgili ne kadar güzel görüşleri olduğunu biliyorsunuz
dur. Schopenhauer daha önce hiç söylenmemiş düşünceler
ortaya atmıştır müzik hakkında, buna rağmen mümkün
olan en saçma sonuca varmıştır; Rossini'yi Mozart'a tercih
etmiştir! Çağdaşlanyla ilgili bir yargı söz konusu olsa gaf
daha kolay affedilir, - oysa Schopenhauer çok öncelere ait
şeyleri ele alıyor d u , bu yüz d en yaptığı tarihsel bir hatay
dı!
Goethe - kimi beğeniyordu? Zelter'i! Schu
Aynı şekilde
bert Coethe'ye "Erl-King" adlı eserini göndermişti, Goethe
is� ona bakmamıştı bile. Goethe'nin Beethoven ile o ünlü kar
rılaşması heryerde ı:mlatıldığı gibi olmamıştı, çünkü Beet
hoven toplumdaki yerini çok iyi biliyordu; bir "çılgın bu
dala" değildi o. Mutlaka Beethoven çok kızmış, kendini kay
betmişti, ancak bundan onun "Qir "çılgın" olduğunu çıkar
mamalıyız. Öte yandan Ni e tzsche! Schopenhauer, Goethe,
Nietzsche; hepsi de ünlü isimler! Evet Nietzsche, Nietz
sche'nin Wagm:r'e olan ilgisi müziksel değil, entellektüel ve
fe lsefi idi. "Parsifal" adlı eseriyle Wagner değişik bir ruh
sal alana dalmış, Nietzsche'yse bundan hoşlanmamıştı. Do
ğal olarak bu durumda yerine yeni birisini bulması gerek
liydi, böylelikle Bizet'yi gördü. "Parsifal"in katolikliği bu
tercihin asıl nedenidir - görüyor musunuz, müzik-dışı bir
şeydir bu.
20
Bu her zaman böyledir; bayağılıklar göklere çıkarılır ,
büyük adamlarsa bir kenara atılır. Nietzsche gibi bir adam
mutlaka her kelimeyi tartarak söylemiş ve yazmıştır. Oy
sa müzikten bahsettiğine göre Wagner'le ayrılışının müzik
dışı bir nedenden ötürü olmaması gerekirdi. Görüyoruz ki,
müzikteki düşünceleri kavramak gerçekten çok zor. Yoksa
bu üstün zihinler yanılmazlardı ! Ancak onların asıl anla
madığı da işte bu müziksel düşüncelerdir. Bu düşüncelerin
yakınına bile gelememişlerdir!
Aynca Strindberg! Onun Wagner hakkında dediklerini
e;kudunuz mu? Wagner bütün güzel melodilerini Men
delssohn'dan çalmış, dediğine göre, Başka karışık düşünce
leri de var: örneğin Walküre'yi Nara ile eş tutuyor, İbsen'
eyse hiç dayanamıyor Strindberg.
En son olarak da Karı Kraus! Bu çok ilginç bir durum.
Karı Kraus'un benim için ne ifade ettiğini, ona ne kadar
saygı duyduğumu söylemem gereksiz, ancak bakın o da
sürekli hata yapıyor. Örneğin müziği "düşünce sahillerine
vuran dalgalar"a benzetmesini ele alalım. Bu, Karı Kraus'
un müzikte saklı bir fikir, bir düşünce olabileceğini kavra
maktan uzak olduğunu açıkça gösteriyor. Hatırlıyorum, çok
çok önceleriydi, Herwarth Walden adında vahşi kılıklı bir
adam vardı; Karl Kraus'a büyük saygı duyuyor, Kokoschka '
21
!arın bilgilerinin dışında kalıyor Şimdi, beni dinlerken,
.
budur.
Bunun ard ı n d a n sanata yaklaşımımı daha iyi anlatabil
mek için size Goethe'nin sözlerini aktarmıştım. Bunu doğa
daki düzenlilik kurallarını nasıl anlıyorsanız, sanattakileri
de öyle anlayabilmeniz için yapmıştım. Sanat ge nel olarak
doğanın özelde insan doğası biçimi
, altındaki bir ürünüdür.
Bu bize nasıl bir perspektif açar? Bir kere müzik üre
timi gelişigüzellikten tamamen uzak bir süreçti r Schön
.
22
len bir meslekdaşı ona "şu anda olduğunuz gibi bir bes
teci olmanız rastlantı mıydı?", diye sorduğunda, "Evet, kim
se olmak istemiyordu bu yüzden ben istemek zorunda kal
dım" demişti Schönberg.
Somut olarak; notalar işitme duyusuyla ilgili doğal ya
sadır. Geçen defa müziğin malzemesine bakarak bu düzen
lilik kuralını görmüştük. Sürekli üzerinde durduğum nok
ta sizin belli bir tarzda düşünmeniz ve şeylere o gözle bak
manız. O halde nota, işitmiş olduğunuz gibi, karmaşadır -
esas notayla armoniklerinin bir karmaşasıdır. Müzik belli
bir süreçten geçerek yavaş yavaş bu karmaşık malzemenin
daha ileri aşamalarını kullanmaya başlamıştır. Bu işin tek
yoludur: önce ele en yakın olanlar kullanılır, daha sonra
ötedekilere uzanılır. Bu yüzden günümüzde bile sürekli çı
kıp duran "eskiden olduğu gibi beste yapılmalı, şimdiki
dissonanslarla değil" görüşü kadar yanlış birşey olamaz.
Çünkü insan giderek doğanın nimetlerini daha çok değer
lendirmektedir! Üst armonikler dizisi, pratikte, sonsuza ka
dar gider. Bu açıdan çok daha ince aynmlar düşünülebilir
ve çeyrek-ton müziği ve benzerlerinin yapılmasına karşı çı
kılamaz; ancak tek sorun zamanın bu müzik için yeterince
olgunlaşıp olgunlaşmadığıdır. Ama bu yol tamamen açık
tır, çünkü seslerin doğasınca ortaya konmuştur. O halde
bugün kendisine saldınlan şeyin, tıpkı daha öncekiler gibi
doğanın bir nimeti olduğunu açıkça görmeliyiz.
Bu nedenle bu kadar önemli? Zamanımızın müziğine
bir bakın! Karışıklık giderek yayılıyor, beklenmedik şeyler
oluyor. Bu yüzden "izlenecek yol" sorunu gündeme geliyor
-ama bundan da önce "hangi yolda gitmeliyiz, hangi yo
la inanmalıyız?" sorusu var- "izlenecek yollar"la neyi
kastettiğimi anlıyorsunuz sanının.
Tekrar ediyorum: diyatonik dizi icat edilmedi , keşfe
dildi. Bu yüzden verilmiş bir şeydir o ve getirdiği sonuç ba
sit ve açıktır: bitişik, ilgili üç notanın "güçler bileşkesinden"
çıkan üst armonikler, dizinin notalarını oluşturur. Bu yüz
den bu dizi en önemli üst armoniklerden, birbiriyle en ya-
23
kın ilişkili üst armoniklerden başka birşey değildir - dü
şunülmüş birşey değil doğal birşeydir. Ancak aradaki nota
lar nereden geliyor? Bu noktada yeni bir devir başlar ve
bunu daha sonra ele alacağız.
TriyaC:1.�. insanları b u derece etkileyen ve müzikte bu
güne kadar böyle önemli rol oynamış bir şeyin ortadan
kalkması nasıl vidu, nedir bu triyad? Esas nota, ilk üst ar
monik ve ikinci üst armonik - yani bu üst armoniklerin
yeniden düzenlenmiş hali; doğanın, notanın yapısının bir
parçası olan ilk basit ilişkilerin bir taklidi. Bu yüzden kula
ğımıza tanıdık gelir triyad ve erken bir aşamada kullanıl
maya başlanmıştır.
Ayrıca bir nokta daha var, ki bildiğim kadarıyla ilk
olarak Schönberg dile getirmişti: bu nota komplekslerine
konsonanslar adı veriliyor, ancak çok geçmeden dissonans
denilen üst armonik ilişkilerinin birbirinden uzak oldukla
rı ölçüde güzel au:vulduğu anlaşıldı. Buna rağmen konso
nanslarla dissonanslar arasında temelde bir ayrım olmadı
ğını, bunlar arasında yalnızca bir derece far]l\ı olduğunu
anlamalıyız. Dissonans yalnızca dizinin bir ileri adımıdır
ve dizi ondan sonra da devam eder. Schönberg'in çok fazla
dissonans kullanmakla suçlandığı kavganın sonunun nere
ye varacağını bilmiyoruz. Gerçekte bu suçlama anlamsız
dır; çünkü müzik bu kavgayı çok eski zamanlardan beri
sürdürüyor. Bu suçlama bir adım ileri atmaya cüret eden
herkese karşı yöneltilmiştir. Bununla beraber, son çeyrek
yüzyılda atılan adım gerçekten şiddetliydi ve müzik tarihi
şimdiye dek bu derece büyük bir adım görmemişti -buna
şüphe yok. Ancak konsonanslarla dissonanslar arasında te
melde bir farklılık olduğunu düşünenler yanılıyorlar,. çün
kü bütün mümkün sesler doğanın bize sağladığı seslerden
çıkar- ve de böyle çıkartılmışlardır. Ancak kişinin doğada
ki bu seslere nasıl baktığı önemlidir.
Bunun kadar önemli bir konu daha var: daha önce mü
ziksel düşüncelerden bahsetmiştik. İnsanlar "doğanın sağ
'
ladıklarını ' her zaman hangi amaç için kullandılar? İnsan-
24
lan bu nota dizilerini kullanmaya iten nedir? Müziğin or
taya çıkması için bir ihtiyaç, temel bir zorunluluk olmalıy
dı. Bu zorunluluk nedir? B r şey söylemek, bir şey anlat
mak, seslerden başka bir yolla anlatılamayacak bir düşün
ce anlatmak. Başka birşey olamaz. Kelimelerle de söylene
bilecek olsa bu kadar eser niye verilsin? Resim için de du
rum aynıdır; ressam da renkleri aynı şekilde kullanır. Bu
yüzden müzik insanlara, notalar yardımıyla, başka bir yol
dan söylenemeyecek olan şeyler söyler. Bu açıdan bakıldı
ğında müzik bir dildir.
Müziksel düşüncelerin öne sürülmesinin ardından ka
çınılmaz olarak düzenlilik kuralları doğmuştur. Bu düzenli
lik kuralları müzik olduğundan beri, müziksel düşüncelerin
ortaya çıkışından beri vardır.
Bu yüzden biz de bu olgunun temelinde yatan yasalar
üzerinde durmaya çalışacağız. Müziksel düşünceler doğanın
sunduğu malzeme yardımıyla nasıl dile gelmiştir. Uma
rım bu ortaya konduğunda yeni müzikte bize neyin yol
gösterebileceğini açıkça anlayacağız.
(27 Şubat 1933)
III
25
leşiminden oluşuyordu. Bunu verilmiş olan malzemenin da
ha derin kullanımları· izlemişti.
İkinci noktaysa şudur: insanın söyleyecek birşeyleri ol
malı. İnsan neyi söyler? Düşünceleri. Düşünceler müziksel
yasalara göre nasıl biçimlenir? İşte burada bu konudaki
gelişmeyi ana hatlarıyla izleyeceğiz , bunu yaparken de zih
nimizde şu dffşünce olacak: şimdiye kadar ortaya çıkmış
pek çok eğilim içinde, insanın müziksel olarak düşünmeye
başlamasından beri büyük bestecilerin amaçladıkları, ulaş
maya çalış tı kla rı bir eğilim vardır.
Bir müziksel düşüncenin ortaya konması : bundan ne
yi anlamalıyız? Bir düşüncenin notalar yardımıyla veril
mesini. Bu amaca -bir düşünceyi ifade etmeye- yönelik ,
evrensel olarak geçerli yasalar kabul edilmiştir. Bir şey no
talarla ifade ediliyor - o halde burada dille kurulan bir
analoji var. Eğer insanlara bi rşey iletmek istiyorsam, he
men kendimi anlaşılabilir kılmak zorunluluğuyla karşıla
şırım. Ama kendimi nasıl anlaşılabilir kılarım? Kendimi el
den geldiğince açık anlatmakla. Söylediğim şey açık olma
lıdır. Üzerinde tartışılan konunun etrafında bulanık bir şe
kilde dönüp durmamalıyım. Bunun için özel bir kelime var
dır: anlaşılabilirlik. Bir düşüncenin sunulmasındaki en te
mel ilke anlaşılabilirlik yasasıdır. Bunun üstün bir kural
olmasının nedeni açık. Bir müziksel fikrin kavranabil ir ol
ması için ne yapmak gerekir? Bakın müziğe: şimdiye kadar
onun değişik aşamalarında olmuş olan herşey bu amaca
bizmet eder.
Bir adım daha ileri gidelim; "anlaşılabilirlik" kelimesi
neyi ifade eder? Bir şeyi "yakalamak" i stersi niz; eğer bir
şeyi elinize alırsanız onu tutmuşsunuz demektir, onu "kav
ramışsınızdır". Ama bu şey bir evse onu elimize alama yız
ve dolayısıyla "kavrayamayız". Öyleyse kelimenin anlamı
nı genişletiyoruz; anlaşılabilir olan şey bütününü görebile
ceğim, ana ç izgil erini kavrayabileceğim şeyd ir. Bu yüzden
dümdüz, pürüzsüz: bir yüzey de anlaşılması imkansız bir
şeydir. Şeyler en azından onlarla ilgili bir unsur, bir başlan-
26
gıç verilirse değişirler. Ancak başlangıcı oluşturan nedir?
işte bu noktada ayırt etme olgusuna varırız.
Düz, pürüzsüz bir yüzeyden söz ettik; örneğin şurada
ki düz duvarın sütunlarla ayrılmış olduğunu görüyoruz.
Doğal olarak bu çok basit birşey, ama bu bizim ayırt etme
ye başlamamız için bir ilk yaklaşım getiriyor. Kavranabile
cek başka noktalarını yakaladığımızda şeyler tamamen de
ğişirler. O halde ayırt etme nedir? Kabaca bölümlerin or
taya konması! Bölümler neye yarar? Şeyleri birbirinden
ayn tutmaya, asıl olanla ikincil olanın farkını belirtmeye.
!lu, bir şeyi kavrayabilmemiz için gereklidir, o yüzden mü
zikte de olmalıdır. Bir şeyi birine açıkça anlatmak istiyoısa
nız ana noktanızı, en önemli şeyi unutmamanız lazımdır ve
eğer örnek verecek olursanız ilgisi olmayan ayrıntılar için
de kaybolup gitmemeniz gerekir. O halde anlatacağınız şeyin
bütünü beraber durmalıdır, başka türlü aıılaşılamaz.sınız.
Burada özel rol oynayan bir öğe var: "beraber durmak";
bütünlük, bir düşüncenin anlaşılabilir olması için bu ge
reklidir. Schönberg bile "Müzikte bütünlük hakkında" diye
bir kitap yazmayı tasarlamıştı. Tartıştıklarımızı özetleye
lim; ayırt etme olgusu, yani ana ve yan noktalar arasındaki
fark; ve bütünlük. "beraber durma."
Şunu söyleyebiliriz ki, yazılı müziğin ortaya çıkmasın
dan beri bütün sanatçıların çabası bu bütünlüğü daha açık
hale getirmek olmuştur. Yapılan herşey bu amaç için ya
pılmıştır ve inanıyorum ki, zamanımızda Schönberg'in "yal
nızca birbiriyle ilişkili oniki notayla kompozisyon" adını
verdiği, üzerinde çok tartışılan kompozisyon yöntemi saye
sinde daha da ileri bir bütünluğe uıaşılmıştır. Bu derslerin
sonunda bu yöntemi ele alacağız. Ama bizim için en önem
li şey, bu yolun nasıl açıldığı ve ona yönelik şeyleri nasıl
amaçladığımız.
Oniki notayla kompozisyon, önceden hiç olmayan mü
kemmel bir bütünlüğe ulaşmıştır. İlişki ve bütünlük kesin
olarak varolduğunda, anlaşılabilirliğin de sağlandığı açık
tır. Bundan ötesi amatörlüktür, başka birşey değil; her za-
27
man böyledir bu ve böyle olmuştur. Sadece müzikte değil
her yerde böyledir. Görsel sanatlarda, resimde, bütünlüğü
sağlayan bazı yasalann bulunduğunu, kanıtlayamasam da,
hissediyorum; ama, herşeyden önce, dilde böyle yasaların
olduğunu kesin biliyorum.
Düşüncelerin anlaşılmasına hizmet eden bütünlük! Mü
ziğin çeşitli devirlerinde bu ilke değişik yollardan ortaya
konmuştur. Ancak bugün tartışmalarımız için temel olan
yalnızca bir noktanın daha üzerinde durmak istiyorum. Bir
müziksel düşüncenin kaplayabileceği yerden söz etmeliyiz
biraz.
Her durumda, bir müziksel düşüncenin tek bir parti
halinde verilmesi mümkündür, örneğin ilkel folk şarkıla
nnda olduğu gibi. "Tristan"dak.i. çobanın şarkısı, müzik
te çok büyük şeyler olup bittikten sonra bile tek bir melo
diyle çok şey anlatılabileceğini gösterir bize. Bu çoban şar
kısını "açıklamak" için yanma başka şeyler katmak, dü
şünceyi anlaşılmaz hale sokardı! Bu ek şeyler katma olgu
su müziğin sonraki dönemlerine ait bir özelliktir, başlangıç
ta tek parti yaygındı. Batı müziğinde tek sesli şarkı Gre
goryen şarkıların kuralıydı. Bu da bizi tarihin hangi nok
tasını inceleyeceğimizi, hangi noktadan sonra yolu izleye
ceğimizi seçmeye götürür.
Ama -dosdoğru şunu söyleyelim- çok geçmeden bir
müziksel düşüncenin sunulmasını tek bir partiyle sınırla
mama gereği doğmuş, bunun için daha fazla yer açılmaya
çalışılmıştır. Pek çok parti bir arada duyulduğunda bu bir
derinlik boyutu kazandırmıştır; düşünce tek başına bir
partiyle üade edilmemiştir artık, bu da bir müziksel dü
şüncenin polifonik tarzda sunulmamdır. Tek bir partinin
yeterli olmaması ne anlama gelir, bir müziksel düşüncenin
ortaya konması için pek çok partiye başvurulması ne de
mektir?
Daha iyi anlaşılması için tekrarlamakta yarar var: er
\:en bir aşamada diğer bir boyutun da işin içine katılması
gerekli görülmüştü. Başlangıçta düşünceler tek bir partiy-
28
le anlatılabiliyordu, sonradan bu şekilde ortaya konamayan
düşünceler doğdu ve bu yüzden daha fazla yer açıldı, tek
parti başka partilerle birleştirildi. Bu rastlantı değildir.
Rastlantı olamaz ! Bu b aş ka bir partinin gelişigüzel eklen
mesi de de ği ldir. Bu d üşünc eyi ilk bulan kişi belki de kaç
gece bu yüzde n uykusuz kalmıştır, çünkü bilir ki bu bö yle
olmalıdır. Neden? Çünkü bu bir çocuk oyuncağı gibi yara
tılmamıştır; mutlak zorunluluk, yaratıcı bir zihni ona z orla
mıştır: O kişi onu yapmadan edemez. Düşünce uzaya
dağılmıştı r, tek ·bir parti halinde değildir - artık tek parti
düşünceyi ifade edemez, ancak parça la rın birleşimi düşün
ceyi bütünüyle ifade edebilir. Düşünce pek çok parti halin
de o rta ya konmayı gerekli kılmıştır. Bunun ardından poli
foni h ız la serpilip gelişmiş tir. Size bunun kanıtlarını gös
termek isterim. Bundan sonra tonal alanın -sesin doğal
k aynak ları nı n- yavaş yavaş daha çok kul lan ılmas ın ı sağ
layan ilkeleri ele alacağız.
(7 Mart 1933)
IV
29
mania herhangi bir yetenekli kişinin çalışmalarını sürdür
düğün Ü göremeyeceğiz, hatta Yahudi olmayanların bile! Şu
günlerde Schönberg'in, Berg' i n ve benim C aynı zamanda
Kre nek in l çevremizde dönen olaylara "kültürel Bolşe
'
30
urada, tesadüfen benzer bir durum Yahudi ayinlerinde de
görülür. > Ancak -buna dikkat edin!- bu yerin genişletil
mesi gerektiği hissedilmekteydi; müziksel düşüncelerin po
l i foni içinde yalnızca uzunlamasına değil, aynı zamanda de
rinlemesine de verilmesi istenmekteydi . Tekseslilikte ise dü
�ünce tek partiyle elden çıkarılmak zorundadır. O halde ,
mü zik asırlar boyu nasıl bir gelişme göstermiştir? Hollan
da üslubu çabucak biçimlenmiştir, öyle ki 17. yüzyılın son
l arına doğru artık devri kapanmıştı . Bu, polifoninin büyük
ölçüde yeşerdiği bir dönemdir. Bu türün tonal alanı ne de
receye kadar kullandığını ve hangi yöntemleri uyguladı
ğını d aha sonra ele alacağız.
31
rikulade olan şu ki, Bach ' ın zamanında oniki notalı gamın
ve aynı zamanda armoninin fethi tamamlanmıştı. Ama po
lifonik çağ, baş ta i lkel bir tarzda, tek-çizgili ezgiye geri dö
nüşten ibaret olan başka bir çağ ile aşılmıştır - elbette bir
"eşlikle" beraberdir bu ezgi, çünkü artık polifoni kabul
edilmiş ti; ancak bu tür gerçek polifoniyi kullanmıyordu .
Bu, homofonik üslubun başladığı dönemdir, operanın
geliş tiği Monteverdi'nin dönemidir bu; bu dönem ses için g ü
zel ezgiler düşünmek ve ezgiye eşlik etmek üzere sadece
ana unsurlara indirgenmiş bir tamamlayıcı sağlamakla sı
nırlıyd ı . Bu s un u ş yöntemi Viyana Klasik Okul u yla doru
ğuna ulaşmıştır. Ancak herşeyin nasıl dağıldığını, poli
foninin olağanüstü başarılarından sonra nasıl daha ilkel
bir yöntemin sınırlılığına geri dönüldüğünü görmek il
ginçtir. Gene müziksel düşünceyi tek bir çizginin içine tık
ma isteği başgösteriyor. Kişi , Mozart'ın bir melodisinin, ya
da Beethoven'in temalarından birinin eşliksiz olarak söy
lendiğini hayal edebilir. Gerçekte bunlarda, anlatılması ge
reken herşey tek bir partiyle anlatılmıştır. Ve eşlik fo nk s i
yonunun yeni bir yola girip, bu sayede gelişmesi ilginçtir.
Klasik müzikte , yeniden, düşünceyi tek bir çizgiyle ifa
de etme isteğinin oluştuğundan e min olmamız gerekiyor.
Ancak tam bu nok tada ilginç şeyler olmuştur: eşliğin, tek
çizgili ana partiye sağladığı destek giderek daha çok önem
kazanmaya başlamıştır; ana düşünceye eşlik e tme konu
sunda, daha fazla bütünlük bulma isteğinden -yani ana
melodiyle eşlik arasında daha sıkı ve yakın birleştirici bağ
lar kurm a isteğinden- kaynaklanan çok yavaş ve pek bö
l ünmeyen bir dönüşüm olmuş tur. Bu, hiç farkedilmeden ol
muş tur, sonucunda da bugün polifonik bir sunuş yöntemi
ne sahibi z. Böylelikle, bir kere daha, malzemenin giderek
artan bir şekilde kazanıldığın ı görüyoruz!
Bunu başka türlü ifade edersek: en geniş bakış açısı
nı s ağlamak için sunuş yöntemleri birbirinin yerini almış
tır, çünkü düşüncelerin sunuluşu hem tek çizgiyle hem de
çok çizgiyle gelişmiştir ve bu iki yöntemin giderek daha çok
32
iç içe geçtiğini görmekteyiz. Bu eğilimlerin sonucu günü
müzün müziğidir.
Şimdi zaman olarak daha da ilerdeyiz, daha geri bir
zamanın yöntemleriyle eser yaratamayız; çünkü armoninin
e vrimini yaşadık bu arada. Klasiklerde tüm düşünceyi tek
bir çizgiye sıkıştırma ve eşlikte sürekli bir destek yaratma
isteği vard ı . Çağdaş ustaların eserlerini bu bakış açısıyla
nasıl anlayabiliriz? Bu eserler bahsettiğimiz iki sunuş yön
teminin iç i çe geçmesi ile üretilmiştir. Artık bir polifonik
sunuş dönemine geldik ve beste yapma tekniğimiz 16. yüz
yılda Hollandalıların kullandığı teknikle pek çok açıdan
benzer oldu ama, doğal olarak, tonal alanın kazanılması so
nucu ortaya çıkan başka pek çok şey de var.
Şimdi bazı örnekler ele alarak olayların nasıl geliştiği
ni, bu ilkelerin nasıl gerçekleştiğini görmeliyiz. Öyleyse da
ha önceki çağlara gidelim! İlk olarak size tek sesli dönem
den, Gregoryen şarkıların döneminden bir parça dinletece
ğim:
A •
. "T1>sc1tıtdl
&� J
•
33
Şarkıyı bir daha çalayım - görüyorsunuz, üç bölüm
var! İkincisi birinciden farklı üçüncüsü birinciye benziyor.
Bunu 12. yüzyıldaki bir ezgide buluyoruz! Daha o zaman
dan başlıca senfoni biçimlerinin tüm yapısını dile getiriyor
bu, tıpkı E::ıethoven'in senfonilerinde olduğu gibi. Bütün
bunların nasıl varlık kazandığını, neyi ifade ettiğini açık
ça anlamalıyız: temelde simetrik bir A-B-A formu var,
kişinin kendi vücudundan bildiği gibi. Amaç, kavranması
en kolay bir biçim yaratmaktı. Bu yüzden, üç kısımdan
oluşan bir yapı elde ettik; burada birinci kısım tekrar edi
liyor, aynca her kısmında kendi içinde tekrarları var.
Son olarak daha genel bazı şeyler söylemek istiyorum.
Örneğimizden şu dersi çıkaralım: bu basit görüngüden,
bu , anlaşılabilmek için bir şeyi iki kere, daha sık, mümkün
olduğu kada r sık söyl em e fikrinden en büyük sanat eser
leri yaratılmıştır; isterseniz zamanımıza sıçrayalım: bizim
oniki nota ile kompozisyon yöntemimizin temeli de oniki
notadan oluşan dizinin sürekli geri dönmesidir: yani tek
rar ilkesidir!
( 1 4 Mcırt 1 933)
34
izlemiştir; bu polifoni yalnızca Hollandalılarda değil, aynı
zamanda Palestrina'da ve zamanın büyük Alman müzik
ustalarında da görül ür . Bu dönemin, anlaşılabil irlik ilkesi
ne yaran ne oldu?
Bütün bunlara iki açıdan bakmalıyız: bir yandan anla
şılabilirlik ve bütünlük, öte yandan tonal alanın kazanıl
ması.
.,. -.. - -
A
., u· u• -
-. .,,. ..
'-;J 11 . . . . . . . .. .. . . . . . . . . �"-
.
�
-.,
,q . . • . . • ,,,.,.,. -----
11 · . . .. . . . . .. . - �.
-
A· . • .. . . . . . .. . . . . . . . m•n.
,., . . -
. . .
. . - . . . . . . ,,, .,,
_
37
nulması isteğinin üre ttiği biçimler üzerinde durmak isti
yorum . Bu konuya bakış getirmemizi sağlayacak olan bir
sonraki çağdır. Kendi kendimize sorarız: "Tekrar ilkesi dü
şünce tek bir çizgiyle taşındığı zaman nasıl uygulanabilir?"
diye . İlk polifonik müzikte bile bunun bazı izlerini bulabili
riz; örneğin dizilerde belli bir ritmik diziliş her seferinde
gamın değişik bir derecesinden başlayarak tekrarlanır. An
cak sadece ritimler değildir tekrarlanan: ezginin tümü de
tekrarlanır. Bu, bir ezgi çizgisi açıldığı sırada olur. Daha
önce bütünlüğün başta yansıma ve ters çevirme yoluyla üre
tildi ğini söylemiştik, ama o zaman daha ritim üzerine tar
tışmıyorduk henüz. Buradaysa motif dediğimiz şeyin ilkel
bir biçimiyle karş ı karşıyayız. Motiflerin tekrarı ve bunla
rın ne gibi yollarla yapıldığı - bunları bir sonraki çağda,
Bac h'tan klasik biçimlerin gelişmesine kadar olan dönemde
görürüz. Zirveye şüphesiz Beethoven ile varılmıştır. Ancak
burada olan neydi? Motiflerin tekrarı. ' 'Motif"le, Schön
·
38
yalnızca biridir ve g€rçekte daha ilkel olanıdır; daha çok
folk şarkılarında görülür. Neden bu kadar basittir? Çünkü
basitçe tekrardan ibarettir. Ama öte yandan, böyle bir tek
rar olanağının olmasından ötürü tekrar, değişik çağlarda
hep daha çok şey ifade etmek üzere -zengin bir müziksel
biçim deposu sağlamak üzere- kullanılan bir araç olmuş
tur.
Ama kısa zaman sonra daha sanatsal bir tarzda biçim
lendirmeye gerek duyuldu ve bir ternatik yapı formu doğdu.
örn eğin daha çok şunun gibi:
39
nızca izleri vardı. Bu iki form temel öğelerdir; bunlar
klasiklerdeki ve günümüze kadar olan bütün müziklerdeki
tematik yapının temelleridir. Uzun bir gelişmedir bu ve ço
ğu zaman bu temel öğeleri tanımak zordur. Ancak herşeyin
çıkışı onlarda izlenebilir.
Şimdi şunu açıkça görmeliyiz: burada ne ifade ediliyor?
Bu formlar neden bu şekilde ortaya çıktılar? Bütün bunla
rın ardında kişinin kendini en anlaşılabilir tarzda ifade et
mek istemesi yatar. Bu konu hakkında bir sonraki dersimiz
de konuşacağız, burada bir şey daha belirtmek istiyorum
sadece. Belli bir yönde ilerledim ve böyle bir süreç gördük,
olaylar böyle harikulade bir tarzda gelişti -bu gelişmeyi
polifonide · gördük, mümkün olan en büyük bütünlüktü ula
şılan, yani Hollandalı tekniğiydi- şimdi de bu bütünlük
eğilimi gene yavaş yavaş kendini gösteriyor ve yeni bir po
lifoni gelişiyor.
(20 Mart 1 933)
VI
40
nemden sonra olan herşey -özellikle Schumann, Brahms
ve Mahler'in eserleri- bu biçimler üzerine kuruludur. Ay
rıca pol i f oni ni n parlak zamanlarından iki örnek di nl e mi ş
ve -bunu çok açıkça söyleyelim , çünkü günümüzün mü
ziğine de ışık tutacak ! - tonal alanın yavaş yavaş nasıl ka
zanıl dı ğını görmüştük, diğer bir deyişle polifonik üslubun
günlerinde aynı an d a diyatoniklikten kro m a tikl iğ e doğru
bir gelişmenin başlangıcı görülür, buradan da gel i ş m e on
iki notanın kazanılmasına kadar varır.
Ö zetle: insanlar önce yedi notalı gamı buldular ve bu
gam kilise modlarının ötesine geçen yapılar için temel ol
du. Şimdiyse bu gamlardan i k i s inin nasıl yavaş yavaş öne
çıktığını ve giderek di ğe rl e rin i bir yana ittiğini görüyoruz,
bunlar günümüzü n m aj ö r ve minör gamlarıdır. B u r ad a ger
çekten harikulade olan şey, bir kadans ihtiyacının, yani di
ğ e r gamlarda bulunmayan sansibl notasına ihtiyaç duyul
masının, bu gamların tercihine yol açmasıdır. Bu ö zell i k
daha sonra diğer gam l a ra da aktarılmış , böylelikle onlar da
yaşayan b u iki gam·ı benzemişlerdir. Böyl ece, arızalar ile
birlikte k i l i s e modları dünyasının sonu gelmiş ve bizim ma
j ör ve minör gamlarımızın dünyası doğmuştur.
Şim d i tona! alanın daha çok kazanıl masına y önel ik
gelişmelere göz atmalıyız ! Majör ve minör gamlar zamanı
mıza kadar ağırlıkları n ı korudular, ancak şimdi, çeyrek
yüzyıldan beri , bu " çift tonaliteyi" bir yana bırakan yeni
bir müzik var ve tek bi r gama -kro matik gama- doğru
gsl işmekte.
O h alde maj ör V8 minör nasıl aşıldı? Tıpkı kilise mod
larının çözü lü ş ü nde olduğu gi bi yıkıcı öğeler özel bi r biti
riş ş e kl i bulma isteğinden çıkmıştır. Durumlar b irb i ri ne çok
b e n z er! Tonaliteyi tam olarak tanımlama is teğinin bir par
çası olarak ş ark ı n ı n e n son u -" kad an s "- , d o ğ al a rı nd an
ö tü rü te k bir to n alite y l e i lgis i açıkça kurulamayan bir dizi
akor içermeye başladı. Gezinen, belirsiz akorlar çıktı ve bun
lar bu şe ki l de sonda kullanılmanın yan ı s ıra parçanın içine
de kondular. Böylece parçanın a kı ş ı giderek daha da belir-
41
sizleş ti ve öyle bir zaman geldi ki, bu gezinen akorlar en çok
kullanılan akarlar oldular, hatta temel nota tamamen or
tadan kalktı.
Bütün b unlar ne zaman oldu? Önce maj ör - minör
tonların nerede ve ne zaman ortaya çıktığını tartışalım. Bu,
Hollanda okulunun ardından ol mu ş tur ; bu çağ, daha önce
pek çok defalar sözünü ettiğim gibi, İ talyan operasının yük
selişiyle kendini gösterir. Maj ör ve minör, son haliyle bu dö
nemde oluşmuştur.
rım tonlarla ilerleme ü zerine kuru l udu r Yarım ton asl ın-
.
42
da diyatonik müzikte de vardı; medyan ve dominant-altı,
sansibl ve tonik arasında, çözülme de tam o noktada baş
lamıştı. Bu kadanssal fon k s iyon y ol uyl a tarih majör minör
tonalite içinde kendini tekrarlamıştır; dominantlar gamın
her derecesinde üretil mi ş tir - bunlara "iç-dominantlar" de
nir ve ko ral düzenlemelerde daha o zamandan görülürler.
Tonaliteye yabancı olan notalar katılmıştı ; işte gene arıza
lar. Buradan insan daha da ileriye sıçramış, sonunda yeni
arızalar a ğ ırl ık kazanmıştır; gene p arçan ı n bitişind e , ka
dans bölümünde , parça daha da karmaşık bir tarzda biti
rilmeye çalışırken olmuştur bu . Aynı şey bizim zamanımız
da da oldu: majör ve m i n öre daha zengin, daha ilgi ç e k i
ci bir biçim vermek için daha da uzakl ardan bazı akarl ar
getirdik, böylece majör ve minörün eskimesine yol açan
b ir durum ol uştu .
43
ölçülük cümle yi özellikle anlatmıştım- Beethoven'e gelin
e.eye kadar saf bir kültürün görülmemesi çok ilgi çekici
d i r ; Mozart ve Haydn'da bile tam anlamıyla yoktur böyle
bir kül tür. Gerçekte Ba c h ı n ve zamanının ezgilerinde , Beet
'
44
L.V. Beethoven, Op. 2 1 No. lu piyano sonatı , 1. bölüm
45
den başka bir şeye atlayabilirim. " Herşey birbiri ardınd an
ve a n iden çıkagelir, bu da elbette anlamayı güçleştirir. Ama
bunda başka neyin d e rolü vardır? Tekrarların giderek ar
tan bir serbestlikle kullanılması sonucu çeşitlemelerle iler
leme başlamıştır, çünkü bir motüte sağlanan gelişme git
gide daha uzağ_a götürülmüş tür. Böylece bağlar uzamış v e
giderek genişlemiştir.
Gene özetleyelim, çünkü yeni müziğin kendisinden bah
se tmek istiyorum hala. Ancak sanının şimdiye kadar gen e l
bir fikir edinmişsinizdir. Öyleyse bir kere daha başlıkları
söyleyelim: diyatonik gam ; kilise modlarının yıkılması: öte
yandan, forml arla ilgil i olarak, pol üoni ni n giderek artan bir
bütünlük yoluyla en büyük verimine ulaşması ve bunun
sonucunda Hollanda okulunun son dö ne ml e rinde tüm par
çanın tek bir nota dizisiyle, yansıma, kankrizan, değiştiril
miş ri tm v b . yapılarak kurulması . Daha fazla bütünlük
mümkü n değildir, çünkü herkesin söylemek istediği şey
�ynıdır. Devam edelim -bunu bir yana bırakalım ! Sonra
ne olmuş tur? Ezginin gelişmesi , ma j ö r ve minör, kromatiz
ınin kazanılması- bunlar yalnızca vokal müzikle ilgili olan
lar. Enstrü mantal müzik bu aşamada sahneye çıkıyor; ens
trümanları n çalınışı bir sanat olmuş, folk şarkılarıyla bir
likte yeni bir ifade biçimi haline gelmiştir. Beethoven. Scın
ra da tonal alanın kazanılması. Klasiklerden sonraysa -
t onali tenin p arçal an mas ı
.
46
bilirlik öğesi -daha çok bütünlük sağlama isteği- her
seyden önemlidir. Bu tür beste yapmanın nedeni bu olmuş
tur.
(27 Mart 1933)
VII
47
O halde ilk olarak düşüncelerin sunuluşu ! Geçen gün ,
Hollanda polifonik üslubu zirveden indikten sonra, onye
dinci yüzyılın başında, bütün bestecilerin duydukları açık
lık isteğini ifade e tmek üzere biçimler yaratmaya giriştik
lerini söylemiştim. Bu çaba da en açık ifadesini Beetho
ven' de bulan klasik periyod ve sekiz-ölçülük cümlenin ge
lişmesine yol açmıştı.
Bu bir olgudur ve kimse o zamandan beri olan herşe
yin aslının bu formlarda yattığına karşı çıkamaz. Bu biçim
ler temel konuların içine döküldüğü kalıplardır, klasik sen
fonilerde ve oda müziğindeki döngüsel biçimlerdir bunlar,
aynı zamanda operalarda da görülürler, ayrı müzik parça
ları içerdikleri takdirde. Daha önce enstrümantal müziğin
İ talyan operasının homofonik üslubuyla birlikte ortaya çık
tığına işaret etmiştim ve popüler danslarla birlikte gelişen
formları vb. anlatmıştım . Bu konuya örnek olarak özellik
le Bach'ın öncülerinin suitlerini ve Bach ' ın kendisinin Me
nuet, Sarabande, G igue vb. lerini düşünüyorum; bunlar
bir prelüdle başlarlar ve şarkımsı bir bölümle -Air ile- de
vam ederler. Burada da sonradan senfonide kendini göste
ren formların ana özelliklerini g örürüz. Bu formların çoğu
sonradan bir kenara bırakılmış ve kalanlar yalnızca şun
lar olmuştur: Scherzo lki Haydn çoğu zaman buna Menuet
demiştir. > Air -bu Beethoven'de Adagio ikinci bölüme dö
nüşmüştür- ve hızlı son bölüm - bu da Rondo ' ya dönüş
müştür.
Ancak bir bölüm hala eksiktir - birincisi, gerçek sonat
bölümüdür bu; bu bölüm o zaman ortaya çıkmış ve döne
min en ustaca işlenen en zengin bölümü olmuştu. Burada
neyin gerçekleşmiş olduğunu açıkça anlamalıyız: amaç her
zaman bir düşüncenin sunulmasıydı. Beethoven düşüncele
rin sunulduğu bu formların gelişimini noktalar. Bu yüzden
Beethoven'in ardından gelen Schubert, Schumann , Men
del ssohn , Brahms, Bruckner, Mahler hep bu formları kul
lanmışlardır; tıpkı bizim müziğimizde, yani günümüz mü
ziğinde olduğu gibi . Böylelikle gelişme , Bach'ın öncülerin-
48
den Beethoven'e kadar yaklaşık ikiyüz yıl sürmüştür.
Elbette Mahler'in bir senfonisi Beethoven'in bir senfo
nisinden farklı yapıdadır, ama öz olarak aynıdır; Schönberg'
in bir teması da gene aynı formlara, periyod ve sekiz-ölçü
liık c ü mleye dayanır. Periyod gc>nellikle şarkı'dan tü rer.
Beethoven onu özellikle Adagio'lannda kullanmıştır. Bu
yüzden periyodun genelde en çok anlaşılabilir olandan tü
rediği söylenebilir. Beethoven'den bu yana olan gelişmeler
de ise sekiz-ölçülük cümlenin daha çok kullanıldığını görü
yoruz. Sonralan, örneğin Brahms'da, parçaların bu gibi bi
çimsel tiplerle ilgisini kurmak zorlaşır; ama orada da aynı
şekilde vardır bunlar. Modern senfoni de bu formlara da
yanır, kimse yeni birşeyler bulmak için zihnini zorlamamış
tır. Son birkaç yılda yapılanlar çoğunlukla bu formlara sı
kıca bağlı kalmaya yönelikti. Oysa, gerçekte bu ancak şim
dilerde yeniden mümkün olmuştur.
O halde, bir düşüncenin sunuluşuyla ne kastediliyor?
Bir üst parti ve eşliği . Formlar alanın bu ş ekilde dağıtılma
sının sonucuydu. Daha önce sık sık, anlaşılabilirlik sağla
mak için giderek daha kuvvetli bir bütünlük kurma çaba
sından söz e tmiştim. Bu istek klasik bestecilerin zamanın�
dan bu yana kendini nasıl duyurmuştur? Fazla teoriye kaç
madan bunu ş öylece yanıtlayabiliriz: erken bir evrede bes
teciler üst partide bulunan şekilleri kullanıp, onları müzik
sel alanın geri kalan kısmına yayıyorlardı. Şematik olarak
söylersek, özellikle üst partideki ş ekillerin içerdiği motifle
rin gelişmesiydi yapılan. Hiçbir şey gökten inmemiştir, her
şey ana partide olanla ilgilidir. Gerçekte, kısa bir zaman
sonra "tematik" kalma eğilimi başgöstermiş ve kısmi form
lar ana temadan çıkartılmaya. başlanmıştır. Bunların bir
kaçına değinmek istiyorum; geliştirmenin, temayı "işlemek"
üzere eserin özellikle yaratılan bir bölümü olduğunu söyle
miştim. Bu nasıl yapılır? Temayı değişik kombinezonlar
i çinde tekrar ederek, temayı yalnızca yatay yönde değil
dikey yönde de açmak üzere birşeyler ekleyerek; bu da po
lifonik düşüncenin yeniden ortaya çıkması demektir. Bu
49
noktada klasik besteciler "eski Hollandalıları" hatırlatan
bazı formlara varmışlardır sık sık -kanonlar ve imitasyon
larıyla. Biraz gecikmiş de olsa şunu da belirtmeliyim, Bach'
ın za m anınd a ve Bach'ın kendi yapıtlarınd a belli bir sunuş
biçimi gelişmişti özellikle- füg. Bu tamamen maksimum
bütünlük sağlama isteğiyle oluşmuş bir yapıdır; onda her
şey temadan türetilir. Klasik bestecilerin senfoni formu da
buna başvurmuştur sık sık, bu yüzd en Hollandalıların za
manında füg dediğimiz şeyin olmayışı şaşırtıcıdır. Çünkü
füg enstrümantal müzikten türemiştir. Burada, vokal mü
zikten tam a m e n ayrı olarak başka bir polifonik müziksel
düşünce gelişmiştir.
Bach' tan ayrıca tonal alanın zenginleştirilmesiyle ilgili
olarak da bahsetmiştik. Çünkü Bach' ta fıerşey vardır: Dön
güsel formların gelişimi, tonal alanın kazanılması ve bü
tün bunların yanısıra şaşırtıc ı bir polifonik düşünce ! Hem
yatay, hem de dikey. Burada daha önceki bir konuya dön
meliyiz. Bach' ın son yapıtının "Füg Sanatı" olması çok
önemlidir; bu yapıt tamamen soyutlamalara girer, genelde
notasyonlarla gösterilen şeylerin çoğu yoktur bu müzikte
-ses için mi yoksa enstrüman için mi olduğu belirtilme
miştir, nasıl çalınacağına dair de hiçbir işaret yoktur. Bu
eser neredeyse tam bir soyutlamadır- ya da şöyle demeyi
tercih ederim : En yüksek gerçeklikti r! Tüm bu fügle r tek
bir tema üzerine kuruludur, bu tema sürekli d önüştürülür:
içindeki her şeyin tek bir düşünceden çıktığı müziksel dü
şüncelerle dolu kalın bir kitaptır bu !
Bütün bunlar neyi gösterir? Maksimum bütünlük ar
zusunu. Herşey bir temel fikirden, tek bir füg temasından
türetilir! Herşey " tematiktir" . Bunun, geliştirme bölümle
rinde diğer formlara da yansıdığını görürüz. Artık arena
bunlar olmuştur, çünkü füg daha önceydi. "Tematik" çalış
ma a rz u su kendini yavaş yavaş eşlikte de göstermeye baş
lar; orijinal ilkel formların bir değişimi, bir açılımı ortaya
çıkmıştır. Böylece bu d ü ş ünc e şekli -bizim düşünce şekli
miz- tüm dönemlerdeki besteciler için bir ideal olmuştur.
50
C Wagner'in leitmotifleri belki ayrı bir konudur. Örneğin
eğer Siegfried motifi olaylar öyle gerektirdiği için çok defa
tekrar ediyorsa, gene bütünlük vardır, ama yalnız drama- •
51
rada ana itici gücü Gustav Mahler sağlamıştır; ama bu ge
nellikle gözardı e d i l i r Bu şekilde eşlik formları ana tema
.
52
bu y apılarından daha anlamlı birşey düşünmek olanaksız
dır. Beethoven ve Schubert h içbi r zaman bunlardan daha
iyisini yapamamışlardır. Aksine belki de onlar başka bazı
şeyleri daha öne mli görmüşlerdi. Nedir bu korallerin ama
cı? Majör ve m i n ör niodlar üzerine kurulu müziksel düşün
ce modelleri olu şturmak, ki bunlar sonradan tam anlamıy
la geliştirilmişlerdir! Elimde Bach'ın y a z d ı ğı 37 1 tane dört
partil i koral var - bunlar 5000 tane de olabilirdi ! Bach on
lan yazmaktan hi ç yorulmamıştır. Pratik amaçl ar için mi?
H ayı r sanatsal amaçlar için ! Açıklık istiyordu Bach !
,
53
ilişkinin olması bu gibi yapılar için önemli bir temel oluş
turuyordu. Bu, onların formunun kurulmasına yardımcı
oluyor, bir bakıma bü tünlük sağlıyordu. Temel notayla iliş
ki tonalitenin özüydü. Bahsettiğimiz tüm bu olayların so
nuc u n d a b u ilişki önce daha az gerekli hale gelmiş, sonra
da tamamen ortadan kalkmıştır. Çok sayıda akorun bulun
duğu partilerdeki b ir tür belirsizlik onu gereksiz kılmıştır.
Ses, işitme duyusuyla ilgili doğal yasa olduğuna göre, daha
önceki yüzyıllarda bulunmayan şeylerin varolması ve iliş
kilerin kulağı rahatsız etmeden atılması sonucu başka ba
zı düzenlilik kuralları gelişmeliydi - buna o kurallarla il
gil i bazı ç eşi tlem ele r de diyebiliriz. Karmaşık armonik ya
pılar ortaya çıktı , bunlar bir temel notayla ilişkiyi gereksiz
kılacak cinstendi. Bu olay Wagner ve ardından, ilk eserleri
gene tonal olan, Schönberg aracılığıyla oldu. Ancak Schön
berg'in geliştirdiği armoni notasıyla ilişkiyi fazlalık haline
getirmi ştir, bu da Bach' tan günümüze kadar müziksel dü
şünceye temel olan birşeylerin sonu demekti: bunun sonu
cunda majör ve minör ortadan kalktı. Schönberg bunu bir
benzetmeyle ifade eder: iki tür birleşip daha üst bir nesil
yaratmıştır!
(3 Nisan 1933 )
VIII
54
lar, oysa bunlar çeyrek yü zyıldır süregelen olaylardır. Pole
miğe girmek istemiyorum, ancak tam şu anda bu konu hak
kında konuşulacak. çok şey var, politik gelişmelerle birlik
te elbette . Herşey sanki Alman ruhuna yabancı ve o na kar
şıymış gibi gösterilmeye çalışılıyor, sanki bütün bunlar bir
gecede türeyivermişler gibi; oysa tam tersi, uzun zamandan
beri hazırlanıyordu bunlar, neredeyse çeyrek yüzyıldan be
ri ; bunlar o kadar uzun zamandan beri süregelen şeylerdir
ki artık istesek de zamanı tersine götüremeyiz - zaten kim
buna kalkışabilir ki? Kilise modları için de aynı şekilde ağ
layıp sızlanmaların olup olmadığını bilmiyorum; ama ne
olursa olsun şu anda tonaliteyle ilgili korkulu bir gürültü
var .
Bunu çok iyi açıklamalıyız, öyle ki bana inanıp inan
mamak gerektiğini anlayabilesiniz ! Bu duruma ait sürecin
daha önce olanlara tamı tamına benzediğini göstermeye ça
lıştı m . Herşeyden önce şu yüzden söylüyorum bunu: Yakın
zamanda Avu s turya radyosunun haftalık yayınında, yani
mümkün en büyük dinleyici kitlesine karşı, Rinaldini adın
da bir zat -şu "Alman" be ste cile rden biri olmalı- son gün
lerde insanların tonaliteden vazgeçmeli mi diye münakaş a
e ttiklerini s öyle di . Belki ke ndisi yapıyordur bunu, oysa du
rum bizim için çok açık: bizim münakaşa etmeye ihtiyacı
mız yok ! Geçen defa söylediğim gibi , kimse bizim üslubu
muzun ötesine geçmedi şimdiye kadar ve eski müziği ye
niden yazan diğerleriyle tartışmamız da gereksiz .
Tonalitenin çözülmesi : ıfach 'ın özel armonizasyon tar
zıyla birlikte ve ardından iç-dominantlarla, diğer dereceleri
dominantlanyla beraber katma eğilimiyle birlikte müzik,
kullanılan ton dizisine yabancı notalar içermeye başlamış
tır. Ö rneğin: Do-majörde Fa-diyez yoktur, Do-maj örde hiç
diyezli nota yoktur, bu y ü zde n eğer Do - m aj örde Fa-diyez
kullanırsam -dominantın dominantı olarak belki- tona
litenin dışına çıkmış olurum. Bu bi r modülasyondur. Ama
onu bu şekilde ele almak is te miyoru m, bunun yerine onun
temel notayla olan il iş kisini göstereceğim - ki bunun sonu-
55
cunda tonalite de yok olmuştur. O halde burada başka bir
şey işin içine katılmıştı.
Aynca minör dominant-altı, Fa, La-bemol, Do da rol oy
nar burada. Yaygın anlamıyla bu -Do majörden başlaya
rak- siyah tuşların kullanılmasıdır. Sonra iş daha da ileri
gitmiş, kadans noktalan yıkıcı tohumların kaynağı olmuş
tur. Kilise modlan da böyle ortadan kalkmıştı , analoj i yo
luyla majör ve minörün de bu şekilde çözülmüş olduklarını
söyleyebiliriz. Aniden her derece ikişer kere geçmeye başla
mıştı; örneğin Do-majörde süpertonik Re ya da Re-diyez ola
biliyordu. Şimdi daha da ileri gidelim; her derece çiftlen
diğinde elde oniki nota da olmuş olur, ama hala tonikle , to
naliteyle ilgilidir bunlar.
Bu sırada armoni de gelişmekteydi: önce belirsiz akar
lar çıktı örneğin eksilmiş yedili, ki bunun bizim tonları
mızla ilgisi kurulabilir; ardından akarlar daha da değişti -
bunlardaki bazı notalar diyez ya da · bemol oldu . Bu nasıl
olmuştur? Önce triyadlardaki orij inal konsonanslar, yedili
akarlar, dissonanslar haline dönüştü; herşeyden fazla, parti
yazma olgusu bu tür akarlara yol açmıştır. Kulak yavaş
y avaş bu karmaşık seslere alışmaya başladı; başta bunlar
yalnızca geçit olarak ya da önceden hazırlanmış olarak dik
katle kullanılıyordu, sonundaysa tüm bu akarlar doğal ve
uyumlu hissedilmeye başlandı. Belirsiz akorlar yaratıldı.
örneğin artmış beşli gibi , ki bu akor Wagner'de çok önemli
rol oynar ve o kadar da kötü birşey değildir - her minör
gamda medyanın diyatonik ak oru olarak bulunur bu akar.
Artmış beşli - altılı akorlar da gene bu döneme aittir. Bu
gezinen akarlar sayesinde kişi mümkün olan her yere gi
debiliyordu. Hatta "Tristan akoru" bile Wagner'den önce
ortaya çıkmıştı, ama yalnızca geçit olarak ve Wagner'deki
kadar önemli ve belirgin bir tarzda değil . Bunun ardından
dörtlü akarlar ve süper empoze üçlüler üzerine kurulu di
ğerleri geldi. Sonralan bu iş daha da hızlandı ve yeni akor
lann kendileri de değiştirildi ve sonunda öyle bir aşama
ya gelindi ki artık sadece bu yeni akorlar kullanılmaya baş-
56
landı. Ancak onları hala tonikle ilgili olarak ele alıyorduk:,
böylelikle de tonaliteyle yeniden birleşebiliyorduk.
Ama en sonunda, bu dısonant akorların kullanılması
yüzünden tonal alanın giderek daha çok kazanılması ve
daha uzak üst-armoniklerin ise katılmasıyla uzun pasaj
lar boyunca hiç konsonansa rastlanmamaya başlandı ve so
nunda kulağın bir tonikle bağlantı kurma ihtiyacı duy
madığı bir aşamaya varıldı. Insanın toniğe dönmeyi en çok
istediği yer neresidir? Parçanın sonu elbette. Oraya baka
rak kişi "parça şu ya da bu tondadır" diyebilir. Ama he
nüz hala son anda toniğe dönüldüğü oluyordu , her ne ka
dar uzun pasajlar boyunca parçanın hangi tonalitede ol
duğu anlaşılmasa da. "Asılı tonalite " idi bu . Bu yalnızca
sonda meydana çıkıyordu; parçanın tümünün, olmuş olan
herşeyin, şöyle mi böyle mi anlaşılacağı sonda belli olu
yordu . Ama bu tür şeyler giderek üst üste yığıldı ve bir
gün tonikle ilgi kurulmasa da oluyordu artık. Çünkü artık
konsonant olan hiçbir şey kalmamıştı. Kulak bu asılı halde
de hoşnutluk duyuyordu; parça "havada" bittiğinde eksik
lik olmuyordu, insan gene karmaşık yapının bir bütün ola
rak akışını yeterli ve doyurucu buluyordu.
Bütün bunlar açık mı? Bu olay - kişisel tecrübelerim
den söyl eyebilirim - hepimizin rol oynadığı bu olay 1908
yıllarında gerçekleşti . Şimdiyse yıl 1933- 25 yıl olmuş de
mek ki - bir j übile bu, daha aşağı olamaz !
Olayın sorumlusu Amold Schönberg'di. Şimdi hikayeye
kendi ki şisel tecrübelerimden devam etmeliyim. Bunun kı
sacık bir anda olduğunu sanmayın. Geçmişle olan bağlar
çok derindi. Hatta kişi bizim içimizde bile bir tonik oldu
ğunu savunabilir - ben elbette böyle düşünüyorum - ama
tüm parçanın gidişinde bu bizi artık ilgilendirmiyor. Böyle
ce ton işareti olmayan bir müzik oluştu; daha yaygın bir
tarzda söylersek, Do-majördeki yalnız beyaz tuşları değil si
yah tuşları da kullanan bir müzikti bu. Ama kısa zamanda.
bu müziğin de gizli yasalan olduğu ortaya çıktı , bu oniki
notan ın içindeydi bunlar; kulak ezginin yarım tondan ya-
57
rım tona atlayarak ya da kromatik gelişmeyle ilgili aralık
lar yardımıyla ilerleyişini gayet doyurucu buluyordu. Yani
kromatiklik temeline göre ilerliyordu ezgi, yedi notalı dizi
temeline göre değil. Kromatik dizi, yedi nota yerine oniki
nota giderek daha çok ağırlık kazandı.
Ancak, açıklaması zor bir aşama da olmuştur bu ara
da; kromatik dizinin, kromatik gelişmenin ağırlık kazan
ması özellikle yanıltıcı bir durum ortaya çıkarmıştır. Bir
tonaliteyi kuvvetle belirtmek istediğimde ne yaparım? To
niği özellikle fazlaca vurgulamam gerekir - ki dinleyenler
onu farkedebilsinler, aksi takdirde yeteri kadar doyurucu
gelmeyecektir. Bunun Beethoven'de iyice geliştirildiğini gö
rürüz; tonik sürekli tekrar eder, özellikle sona doğru, yete
rince meydana çıksın diye . Bu son bitiş kısmının tekrar
eve dönüş hissini sağlaması için hiçbir çabadan kaçınılmaz .
Oysa şimdi bunun tam tersini yapmak bir ihtiyaç haline
gelmiştir; artık bir tonik olmadığı için ya da herşey toniği
gerektirmeyecek bir aşamaya vardığı için, bir notanın çok
fazla vurgulanmasından kaçınmalı ihtiyacı duyuyoruz, böy
lece bir notanın tekrar avantaj ından "yararlanmasını " en
gellemeye çalışıyoruz.
Şüphesiz beste, notalar tekrarlanmaksızın ilerleyemez;
çünkü bu durumda oniki nota bittiğinde eserin de bitmesi
gerekirdi. Bundan ne anlamalıyız? Nasıl tekrarlamayabi
liriz? Bir tekrar ne zaman rahatsız edici değildir. Oniki no
tanın tümü çıktığında bestenin bitmesi gerektiğini söyle
miştim. O halde oniki ayrı notadan oluşan bir devir süre
since hiçbir nota tekrarlanmamalıdır! Ama yüz tane " de
vir" bir anda olabilir! Bu ancak, bunlardan biri başladıktan
sonra diğer notalar, hiçbiri tekrarlanmamak üzere onu iz
lediği takdirde mümkün olabilir. Bizim hissettiğimiz buy
du .. Hatta oniki notalı bir akor bile verilebilir -bu tip
akarlar yazılmıştır - sonra yeniden başlanabilir ve bundan
sonra bile beraberinde bir şey daha olabilir, ama o da aynı
kurala uymalıdır.
Şu deyiş gerçekten yasayı ifade eder : "Oniki notadan
58
oluşan devir" - başka birşey gerekli değildir! Bazı ola
ğandışı durumlar da vardır, ama bunlar teori yoluyla değil
dinleye dinleye olmuştur. Ö rneğin, bir tema sırasında bir
notanın tekrar edilmesinin rahatsızlık verici olduğu anla
şılmıştı. İşte burada ciddi noktaya geliyoruz -dikkat
edin! - şimdi bu üslubun nasıl çıktığını anlayacaksınız.
Yalnızca tonalitenin ortadan kalkması olgusuna bağlı ola
rak değil, tamamen hakikatteki gibi , bütünlük açısından.
Nedir olan? Oniki notalık bir devir. Sıra şansa bırakıl
mamıştır, tüm bestenin gidişi için bağlayıcı nitelik taşıyan
özel bir dizi biçimi aranmıştır. Oniki nota, bestenin gidi
şinin bağlandığı özel bir sıraya konmuştur. Özel bir düzen
içindeki oniki nota - ve de bunların gitgide bu şekilde
açılmaları gerekir. Oniki notanın özel bir sıralanışı sürek
li olarak vardır.
Şimdi ikinci Hollanda okulunun ustalarına geri döne
lim ! O zamanlar bir besteci ezgiyi yedi notadan kuruyordu,
ama her zaman bu gamla ilgiliydi bu notalar. Aynı durum
Schönberg'in buluşunda, yalnızca birbiriyle ilişkili olan on
iki notayla kompozisyonda da vardır. Başka da olan hiç
bir şey yoktur aslında ! Ancak , her zaman "aynı şeyin"
söylenmesi neden bize ilginç geliyordu? İnsan bütünlük ya
ratmak istemiştir, şeyler arasında ilişkiler kurmak istemiş
tir ve elbette ki maksimum bütünlük herkes her zaman
aynı şeyi söylediğinde sağlanır - düşünülebilecek en bü
yük bütünlük budur!
Ö zetleyelim: ezginin ve eşliğin gelişimine değindim.
Besteciler eşlikte bütünlük yaratmaya çalışmışlardı, tema
tik olarak yazmaya, herşeyi tek bir şeyden türetmeye , böy
lelikle de en sıkı - maksimum - bütünlüğe ulaşmaya ça
lışmışlardı . Şimdiyse herşey arka arkaya dizilen bu oniki
notadan türetiliyor ve tematik teknik bu temel üzerinde
eskisi gibi işlemeye devam ediyor. Ancak en büyük avan
taj artık tematik tekniği çok daha serbest bir tarzda kul
lanabilmemiz. Çünkü altta yatan diziyle bütünlük garanti
edilmiş oluyor. Bu dizi her zaman aynıdır; yalnızca ortaya
59
çıkışları farklıdır. Bu, Goethe'nin tüm doğ a olaylarında
önemi ol an ve bunlarda varlığı hissedilebilen düzenlilik
kurallarına çok benzer. Goethe'nin " Bitki Başkalaşımı" her
ş eyin tıpkı doğada olduğu gibi olması gerektiği fikrini
açıkça gösterir, çünkü burada da Doğa kendini özelde " in
san" biçimi altında ifade etmektedir. Goethe'nin söyledi
ği budur.
Bu görüşte apaçık olan nedir? Herşeyin aynı olduğu;
kök, sap, çiçek . Ve Goethe'ye göre aynı durum insan vü
cudunun kemikleri için de geçerlidir. İnsanın bir dizi omur
gası vardır, bunların herbiri diğerinden farklıdır, ama ge
ne de birbirlerine benzerler. İlksel kemik-ilksel bitki. Goe t
he'nin görüşüne göre kişi sonsuza kadar bitkiler türete
bilir. Bu bizim beste yapma üslubumuzun da en önemli
yanıdır. Bu yüzde n dizinin gidişi sabit diye şeylerin çok az
değişiklik taşıyacağından korkmamalıyız.
Şimdi şu soruluyor bana: "Bu dizinizi nasıl buldunuz?"
Gelişigüzel bir şekilde olmadı bu, gizli yasalara göre oldu .
C Bu tür bir bağlılık çok sıkıdır, insanın çok dikkatli ve
ciddi düşünmesi gerekir, tıpkı evlenirken olduğu gibi - çok
zordur seçı m yapmak! l Bu dizi nasıl ortaya çıktı? Ona ta
mamen yapısal yollardan vardığımı hayal edebiliyorum,
belki de bu şekilde mümkün olan en çok aralığı sağlaya
bilmek için. Ama tecrübelerime dayanarak konuşuyorum,
onu daha ziyade yaratıcı kişilerdeki "ilham" dediğimiz şe
yin yardımıyla buldum. Oluşturduğumuz şey yasadır. Da
ha önceleri Do-maj örde yazdığımızda aynı zamanda kendi
mi?.. i ona "bağlı" hissediyorduk, başka türlü karman çor
man bir sonuç çıkıyordu ; toniğe dönmek �orundaydık, bu
dizinin doğasına bağlıydık. Şimdiyse buluşlarımızı yedi
notalı değil oniki notalı, aynca da belli bir sırası olan bir
dizi üzerine kuruyoruz. Bu "yalnızca birbiriyle ilişkili olan
oniki notayla kornpozisyon"dur.
Doğal olarak tüm bunlar ilkel aşamalardan geçti; bir
denbire aceleyle o l madı herşey. Schönberg, hala bitirme
diği ve kimsenin görmediği "Yakup'un Merdiveni " adlı ese-
60
rinde oniki no taya değil ye d i notaya bağlıdır. Hatta COp.
24 ) "Serenad"ında bi le bağlıl ığ ı zaman zaman olmuştur.
Ama sonunda Schönberg 1921 yıllarında yasayı büyük bir
açıklıkla ifade e tti O zam.andan beri b u kompozisyon tek
.
61
ONİKİ NOTA MÜZİGİNE GİDEN YOL
62
şenleri arasında mümkün olan en fazla ilişkiyi kurmak
tır. O halde müzikte de, insanın dile getirdiği herşeyde ol
duğu gibi amaç bütünlüğü oluşturan parçalar arasındaki
ilişkileri mümkün olduğunca açık hale getirmektir; kı�
sacası bir şeyin nasıl diğerine yol açtığını göstermektir.
Şimdi müziğe dönelim, bir bakıma tarihsel bir konu bu.
"Oniki nota müziği " nedir? Ondan önce ne vardı? Bu mü
ziğe " atonal müzik" diye çok kötü bir ad takılmıştır. Schön
berg pek eğlenirdi bu adla, çünkü "atonal" demek "nota
sız" demektir, bu da anlamsız elbette . Asıl kastedilen belli
bir tonaliteye bağlı olmayan müziktir. Nedir vazgeçilen?
Tonalite ortadan kalkmıştır.
Bütünlüğe bakalım şimdi de! Günümüze dek tonalite
bütünlüğü sağlamanın en önemli araçlarından biriydi. Bu ,
geçmişte kazanılan başarılar içinde ortadan kalkan tek şey
dir; geri kalan herşey vardır hala. Şimdi konuyu daha de
rinlemesine inceleyelim.
O halde , müzik nedir? Müzik bir dildir. İ nsan düşün
celerini bu dille anlatmak ister, ancak kavramlar haline
getirilebilecek düşünceler d eğildir bunlar müziksel dü
-
* Bkz. R. 38
63
da kullanılır. İnsan bir müziksel düşünceye en anlaşılabilir
şekli vermek için yollar aramıştır. Birkaç yüzyıldan beri,
onyedinci yüzyıldan bu yana, bu yollardan biri de notalitey
di. Bach'la birlikte maj ör ve minör ayrımı doğdu. Bu aşa
madan önceyse kilise modlan vardı, demek ki bu yedi mo
dun içinden iki mod, iki tür kalmıştır sonunda. Bu ikisi tü
rü de aşan birşey yaratmıştır: bizim oniki nota sistemi
mizi .
Tonaliteye dönecek olursak: tonalite bir form yarat
mak, bü tünlük sağlamak için eşsiz bir araçtı. Nasıl sağ
lanıyordu bu bütünlük? Parçanın belli bir tonda yazıl
masıyla. Bu ton, bestecinin seçtiği esas tonalite oluyordu
ve de besteci, doğal ol arak bu tonu en açık şekilde gös
termeye çalışıyordu. Her parçanın bir temel notası vardı;
bu temel nota parça boyunca muhafaza ediliyordu , zaman
zaman ondan uzaklaşılıyor ve tekrar ona dönülüyordu. Böy
lelikle, sürekli yeniden duyulduğu için bu nota baskın bir
hal alıyordu. Serimde, gelişme bölümünde, özette hep bu
temel nota bulunuyordu. Bu temel notayı daha da açık
belirtmek için parçalara koda'lar ekleniyordu. Bunları an
latmam gerekiyor, çünkü artık ortadan kalkmış birşeyden
söz ediyorum. Birşeylerin gelip düzeni yeniden kurması l a
zımdı.
Kaçınılmaz bir şekilde oniki nota müziğine giden iki
yol vardır; yalnızca tonalitenin ortadan kalkması ve kişi
nin onun yerine tutunacak birşey araması olarak görül
memelidir bunun nedeni. Hayır! Bunun yanısıra çok önem
li birşey daha vardı! Ancak şu an bunu tek kelimeyle an
la tabileceğimi sanmıyorum. Kanon, kontrpuan formları, te
ma geliştirmeleri yardımıyla şeyler arasında pek çok ilişki
kurulabil ir ve oniki nota müziğiyle ilgili öteki öğe için bun
lara bakmalıyız, bu müziği önceleyen şeylere dönmeliyiz.
Bu konudaki en güzel örnek Johann Sebastian Bach
ve onun hayatının sonlarına doğru yazdığı " Füg Sanatı"
64
yazma yolundayız) . Her ne kadar onda gene tonalite var
sa da oniki nota müziğiyle ilgili en önemli unsuru hazır
layan bazı şeyler de vardır: tonalite yerine konulabilecek
birşeydir bu.
Size burada anlattıklarım aslında benim yaşam öyküm
dür. Bütün bu değişmeler ben beste yapmaya başladığım
yıllarda başlamıştı . Schönberg'in öğrencisi olduğum sıralar
da ise iyice önem kazanmıştı. O zamandan bu yana çeyrek
yüzyıl oldu bile.
Eğer tarihsel olarak tonalitenin aniden nasıl ortadan
kaktığını, bu olayın nasıl ba �ladığını ve sonunda birgün
Schönberg'in tamamen sezgisel olarak düzeni yeniden kur
manın yolunu nasıl bulduğunu görmek istiyorsak, ilkin
Schönberg'in 1908 yılında yazdığı Op. 11 piyano parçaları
na bakmalıyız. Bunlar ilk " atonal" parçalardı; Schönberg'in
ilk oniki notayla yazılmış eserleri 1922 yılında çıkmıştır.
1908 ile 1 922 arasında bir boşluk var: 14 yıl sürmüştür
bu dönem. Ama daha 1917 yılının baharında iken - Schön
berg Gloriettegasse 'de oturuyordu, ben de onun çok yakı
nında bir yerdeydim - bir sabah kendisini görmeye git
miştim, gazetelerden birinde nereden biraz erzak bulabile
ceğimize dair bir haber ok umuştum, onu söyleyecektim. As
lında onu rahatsız e tmiştim; o sırada bana " çok yeni bir
şeyler yapmak üzere" olduğ unu söyledi. Daha fazla biroieY
söylememişti o zaman, ben de zihnimi zorlayıp durmuş
tum- "Tanrı aşkına acaba ne olabilir?" diye. CBu müzi
ğin ilk örnekleri " Yakup' un Merdiveni" adlı eserde görü
lür> .
Eminim ki tona! müziğin son aşamasını incelememiz
çok yararlı olacak. İlk bozulmayı sonatlann gelişme bö
lümlerinde, temel tonun arasına zaman zaman bir bıçak gi
bi diğer tonların girmesiyle görüyoruz. Bu, temel tonun ba
zen bir kenara itilmesi dernektir. Sonra da kadansta görü
rüz bunu. Nedir kadans? Bir tonaliteyi kendisini gölgeleyen
şeylerden kesin olarak ayırmak. Ancak besteciler giderek
kadansa daha da bireysel biçimler vermek istemişlerdir, bu
65
da s onu nda temel tonun dağ ıl mas ına yol açmıştır. Ön cele ri
gene eninde sonunda, eve , asıl tona dönülüyordu; ama ya
vaş yavaş öyle uzaklara g i d ilmeye başlandı ki ar t ık temel
tona dönmeyi gerek tiren bir duygu kalmadı. Baştan ş öyle
düşünülüyo :·du: "Şu and a evimdeyim , az sonra dışarı çıkı
yorum, şöyle bir etrafıma bakıyorum, evimin etraf ı nda ka l
d ı ğım sürece is tediğim kadar uzakta gezebilirim , so n u n d a
gene evime döndüm iş te ! " Kadansların gidere k daha zen
gin biçi ml e r alması, tonik, dominant-altı ve dominant akor
lar yerine yavaş yavaş ba şkaların ın kullanılması, sonra
b unların da değiş tiri l mes i - bütün bunlar sonunda tonali
tenin parçalanmasına yol açmıştır. Bu akorlann yerini alan
akorlar giderek daha bağımsız olmuşl a rdır . Yer y e r başka
bir tonaliteye geçme imkanı d oğmu ş tur. c insan beyaz tuş
lardan siyah tuşlara geçtiğinde sormuştur kendi kendine
" gerçekten gerl d ön mek zo ru n d a m ıy ım " diye > . Temel öğe
lerin yerine kullanılmaya başlanan öğelcr öyle ağırlık ka
zanmışlardır ki artık esas tona dönme ihtiyacı kalmamış
tır. Schönberg'in, Berg'in ve benim 1908'den önce yazd ığı
mız tüm es erl er tonalitenin bu aşamasına girer.
" Nereye gidebiliriz, geleneksel armoninin ilişkilerine
dönmek zorunda mıyız gerçekte?" - bu gibi k onu l ar üze
rinde düşünürken şöyle bir kan ıya vardık: "Bu i l iş kilere ar
tık ihtiyacımız yok, kulağımız ton ali te olmadan da doyu
yor" . Tonalitenin ortadan kalkmasının zamanı gelmişti kı
sacası . Doğal olarak bu zorlu bir savaş oldu; en ko rkunç
yasakların, en büyük korkul arın yenilmesi gerekti . "Bu
gerçekten olabilir mi?" diye soruluyordu hep . Böylece ya
vaş yavaş k esin ve bilinçli olarak belli b ir tona bağlı ol
m a y an parçalar yaz ıl m aya b a ş l an dı.
Bütün bu olaylan y a ş a mı ş ve onlar için mücadele ver
miş bir kişiyi d inliy orsunu z şu anda. Bütün bu de n eme l e r
birbirini i zl iy ord u : bizde bilinçsiz olarak, sezgisel bir tarz
da oluyordu b u nl ar. Ve müzik tarihinde bunlara olduğu
k adar hiçbir şeye karşı çıkılmamıştır.
Oysa bu "topl u msal karşı çıkışlar" g erç ek te anlam-
66
sızdır. İ nsanlar bunu neden anlamıyorlar? Bizim ileri çıkı
şımız yapılması gereken, daha önce benzeri görülmemiş bir
çıkıştı. Gerçekten de her yeni eserle yeni bir ülkeye varı
yorduk: her eser yeniyd i , değişikti. Schönberg'e b a kın bir!
Max Reger de gelişmiştir şüphesiz , ama insan onbeş ile
kırk yaşlan arasında nasıl ge li şiy orsa öyle; oysa üslup ba
kımından bir fark göremezsiniz, aynı üslupla bir çırpı da
elli yapıt çıkarabilirdi. Bizse bir şeyi tekrar etmeyi açıkça
imkansız görüyoruz. Schönberg şöyle demişti ve de çok an
lamlıdır bu : Gurre li ed e r in tarzınd a bir opera yazdığımı
" '
düşünün?"
Herkes bunu nasıl izleyebilir? E lbe t t e bu çok güçtür.
Beethoven de, Wagner d e önemli devrimcilerdi, onlar da
aynı şekilde yanlış anlaşılmışlardı; çü n k ü üslupta bü y ük
değişiklikler yapmışlardı.
Bu dönemi size elimden geldiğince açık olarak anlat
m a y a çalıştım ve size şunu göstermeye çal ışt ım k i , nasıl
olgun bir meyve ağaçtan düşerse, müzik de aynı şekilde
biçimsel tonalite ilkesini bir kenara bırakmıştır.
il
67
di - çünkü tonalitenin açıkça ortaya çıkması özel l i kle önem
taşıyordu bu yerde. Belli akorlann ve armon ik ilişkilerin
kökten değiştirici bir etkisi vardı; örneğin minör dominant
altı < Do -maj örde Fa-minör) ve bundan türetilen minör do
minant-altı altılısı rno'da La , La-bemol, Re-bemol akoru,
Napoliten altılı; Do-maj örün bemol ikilisi ) .
68
. -r�· �� ,.... ... -
- -
�
1 1 �
�;
, , J" c
T P- PP
-
-
.::V' r
·
v l -
- = YT = lT = ı:r·
69
tanın herbiri eşit hakka sahip oldu . Tam sesli gam: bu ga
mın Doğu ya da Uzak- D oğu müziğinden kaynaklandığını
düşünmek saçmad ı r ! Bu gamın kaynağı düpedüz ve yalnız
ca insanın ifade is teğidir C Wagner'in "Walküre "sindeki
" Hoiotoho ! " gibi ! . Tam sesli gam yalnızca altı notadan olu
şur. Eski tonaliteyi yiyip bitiren ş eylerin bir başkasıdır bu !
Bu gam ilk defa altı notalı akorlarda Debussy'nin " Pelleas
ve Melisande " adlı eserinde ve S chönberg'in aynı adlı or
kestra yapıtında kullanılmıştır. Bu gibi akarlar hazırlıksız
ve karara varmadan kull anılabilirler. Kökenleri melodiktir
bunların .
Schönberg "her türlü bütünlük olabilir" demişti ! Bu
tarz çalışma - şeyleri hiçbir zaman kendi adlarıyla ça
ğırmama - temel akarlar yerine birbiri ardından başka
ların ı kullanma - anlatıl an herşeyi açık bırakmayı tercih
etme ; bunlar oniki nota müziğinin doğasında yatan un
surlardır.
B unları göstermek üzere Schönberg'in " Bir Film Sah
nesi İçin M üzik" adlı eserini ( 1930'da yazılan Op. 34 1 çalaca
ğım size . Magdeburg'da bir yayınevi tanınmış bestecilerden
bir film sahnesi için müzik yazmalarını istemişti. Richard
Srauss , Franz Schreker ve Schönberg de vardı bunların
aras ında. Müziğin içeriği kabaca: korkunç bir tehlike, pa
nik ve felakettir. M üzik ilerledikçe herşey bu havada geli
şir.
(29 O c a k 1 932 )
iV
70
celemiş ve bir altı notalı kromatik geçit akoru n a varmıştık
C Fa , La -d i ye z , Sol, Si, Re diyez; ya da Mi bemol , S ol , Si, La,
R e- bemol , Fal . Böyle bir akoru benzer ş ekilde ol u şturul mu ş
bir başkasına basitçe eklemekle oniki notalı bir akor elde
ederiz.
Bununla felakete yaklaşmaktayız; 1906, Sch önberg O d a
Se nfon i s i Cd ör tlü ako rlarl ) ; 1908 . S chönberg ' in artık her
hangi bir tona bağlı kalmadan yazdığı müzik. Temel n o tayla
olan i li ş k i daha da serbest bir hal almıştı artık. Bu, sonu n
da temel notanın tamamen b ı rakılabilec eği bir aş amaya gi
den yolu açtı . Hızlı modülasyon imkanının bu gel i ş me yl e il
gisi yok tu r; gerçekte bütün bunl ar temel notayı korumak,
tonal ite yi ge ni şletmek için - tonalitenin bozulmasını önle
mek içi n - y apıl ıyordu , ne var ki tonal itenin boynunu kı
ran da ke s inl ikle bu oldu.
Bir çivi çakmak üzere salona doğru gi diyorum . Yarı
yolda dışarı çıkmamın daha iyi olaca ğı na karar veriyorum.
Düşünmeden davranıp bir tramvaya biniyor ve tren istas
yonuna geliyorum. Trenle yol uma d ev am ediyorum ve so
nunda -Ameri ka ' d a- bitiyor y o lculu ğu m. Modülasyon
budur! .
Biz -Berg ve ben- bütün bunları kişisel olarak yaşa
d ı k. Bunu bi y ografime y az ıl s ı n diye s öyl e m iyo rum, anlat
mak i s ted iğim yaln ı zc a bunun zorlu mücadeleler sonucu
kazanılan ve mutlaka gerekli olan bir gel i ş me old u ğu dur .
1906 'da Schönberg geçici b i r süre içi n kal d ığı yerden
geri d ö nerek Oda Senfonisi ' ni g etird i . Büyük bir etki yap
tı bu s e nfon i . Üç seneden beri onun ö ğ ren ci s iyd im ve o an
içimden şu düşüncenin geçtiğini hi s s e tti m : "Sen de bunun
gibi birşeyler yazm al ı sı n ! " . Bu e s e rin etkisi altında hemen
ertesi gün bir sonat bölümü yazdım . Bu bö l ü m l e birlikte
tonali tenin en uç sınırlarına varıyordu m .
O zamanlar S c h önbe rg olağ anüs tü üretkendi. Bizler
onun öğrencileri ola rak ne zaman ken di si ne gitsek yeni bir
şeyler buluyorduk. Yazdığım bölüm bir öğretmen ol arak
Sch ö nb e rg' e çok zor gel di , çünk ü işin saf teorik yanı ta-
71
mamen kaybolmuştu. Sadece sezgiye dayanarak ve güç mü
cadeleler içinde, Schönberg'in formlara karşı olan esraren
giz duygusu ona neyin yanlış olduğunu gö s te rd i .
İkimiz de bu sonat bölümünde benim, henüz koşulla
rın yeterince uygun o1madığı bir malzeme kullandığımı
sezmiştik . Bölümü bitirdim - gene bir tona bağlıydı bu
bölüm, ama şaşırtıcı bir tarzda . Bunun ardından bir de çe
şi tle me bölümü yazmam gerekiyo rdu ancak d ü ş ü n d ü ğü m
,
72
Şimdi S c hönberg ' in Op. 15 George Şarkıları'na baka
lım. N o . il ve V: toni ğe geri dönüş y oktur artık , buna rağ
men herk e s şarkının sonunu hisseder. No. VII C yal nı z tek
el için e şl ik > ; bakın Schönberg başta yapılan şeye nasıl dö
nüyor !
... .... ..
• v v -
" 1
F
73
mı.J,iQ ,•/.� _ .. .. _ • _ _ _ _ _
v+wtin mrv
-"' '''· - - - . .
==---
74
Schönberg'in Op. ıı "üç piyano parçası C l 908 'de yazıl
mıştırl : No. 1: Mi-bemol tonunda biter - herhangi bir
tonaliteyle kapanmaz. Son bas notası toniktir. Parça
da Mi-bemol nasıl tonik olabilir? Açılışa bakalım; on
üçüncü ölçüye kadar kromatik dizideki her nota kul
lanılır, Mi-bemol dışında ! *
N o . 2 : Aynı şekilde soruyorum. Schönberg bas nota
Mi-bemolle nasıl parçayı bitiriyor? Olmuş olan herşe
yin Mi-bemolle ne ilgisi var?
75
ça sırasında sürekli tekrar edilmesi, onun bir şekilde "geri
gelmesine" yol açıyor. Öyleyse ona hakkı verilmeliydi -
bu aşamada henüz mümkündü bunu yapmak; ancak rahat
sız edici olduğu anlaşıldı, özellikle tüm oniki notanın geçti
ği bir süre içinde birkaç kere duyulduğunda. Bir polifonik
dokuda ayrı ayrı partiler artık maj ör ve minöre göre değil ,
kromatizmle ilerlemeye başladı . C Schönberg şunu demişti:
" Beste yaparken en önemli şey silgidir! " l . Bu iş sürekli
kontrol gerektirir; "Bu akor ilerlemeleri doğru olanları mı?
Asıl anlatmak istediğimi yazabiliyor muyum? Ortaya çıkan
f orm doğru mu?."
Neler olmuştur? Size ancak kendi tecrübelerimle ilgili
bazı şeyler anlatabilirim; 1 9 1 1 yılında Op. 9 " Yaylı çalgılar
kuarteti için Bagateller" i yazdım, bunların hepsi de birkaç
dakika süren kısa parçalardı - belki de şimdiye kadar ya
zılan en kısa müziklerdi. Bunları yazarken şöyle bir his ta
şıyordum: "Oniki notanın hepsi geçtiğinde parça bitmiş de
mektir. " Çok sonraları bütün bunların zorunlu olan geliş
melerin bir parçası olduğunu keşfettim. Taslak defterime
kromatik diziyi yazdım ve teker teker notaların üzerini çiz
meye başladım. Neden? Çünkü "O notalar daha önce geç
mişti." Bu, grotesk görünüyor, anlaşılmaz görünüyor ve
gerçekten de inanılmayacak derecede zordu. İnsan kulağı
nın derinlikleri, çok haklı olarak kromatik diziyi yazıp te
ker teker notaların üzerini çizen adamın aptal olmadığını
göstermiştir. CJosef Matthias Hauer de bütün bunları dene
miş ve aynı şeyi kendi yoluyla bulmuştu ) . Kısacası bir yasa
ortaya çıkmıştı artık: oniki notanın tümü geçmeden bun
ların hiçbiri yeniden geçemez. Burada en önemli husus,
onik:i notanın her "geçişinin" parça, düşünce ya da tema
içindeki bir bölümü belirtmesidir.
Benim Goethe şarkım "Gleich und Gleich" C 1917'de bes
telenen Op. ı, No. 4 dört şarkıl şöyle başlar: Sol-diyez, La,
Re-diyez, Sol ; bunun ardından Mi, Do, Si-bemol , Re şeklin
d e bir akar; sonra da Fa-diyez, Si, Fa, Do-diyez. Hepsi on
iki nota eder: hiçbiri tekrar edilmemiştir. O zaman henüz
76
yasanın bilincine varmamıştık, ancak uzun süreden beri
h issediyorduk onun varlığını. Bir gün Schönberg sezgi yle
oniki nota müziğinin temelinde yatan yasayı buldu. Bu ya
sanın kaçınılmaz bir gelişmesi de, oniki notanın arka arka
ya dizilişine özel bir sıra verilmesiydi. Düşünün; oniki par
ti, altmış parti ve hepsi de oniki nota dizisine başlamışlar!
(Yasak olan, nota tekrarı değildir, ancak oniki nota için
saptadığımız sıra içinde hiçbir nota tekrar edemez! l
Bugün bu yolun sonuna vardık, yani amacımıza; oniki
rı ota yönetimi eline aldı ve bu yasaya olan pratik gereksini
ıni hepimiz açıkça anladık bugün. Artık geriye doğru onun
gelişmesine baktığımızda hiçbir boşluk görmüyoruz.
(12 Şubat 1 9 3 2 )
VI
77
çıkıyor? Aslında olan şey hep aynıdır, bir yandan da de
ğişiktir! Tematik bütünlük homofonik müzikle birlikte gel
mişti, ancak füg de aslında tematiktir. Bu sırada çok ilginç
tir şeyin ortaya çıktığı görülür; kısa bir zaman sonra an a
partiyle eşlik arasında bir çeşit birleştiri ci tematik bağlan
tı kurma çabası başgöstermişti. Böylelikle homofonik mü
zikten polifoniye doğru mutlak bir çekişin olduğunu görü
yoruz; bütünlüğü derinleştirme ve daha açık hale getirme
isteğinden ötürü olmuştur bu.
Bir örnek: Beethoven'in "Bir İsveç şarkısı üzerine altı
basit çeşitleme."si. Tema: Do, Fa, Sol, La, Fa, Do, Sol, Fa,
ı:..o nra da te rsidir. Bunu parçayı dinlerken farketmezsiniz,
belki o kadar öneml i birşey de değildir, ama bütünlük bu
dur işte.
Bütünlüğün daha öteye uzanan gelişmeleri Brahms'da,
Mahler'de ve Schönberg'de görülür. Schönberg'in ilk yaylı
lar dörtlüsünde C Re-minörJ eşlik eden figür tematiktir! Bü
tünlüğe , ilişki kurmaya karşı duyulan bu istek, kendiliğin
den klasik bestecilerin sık sık başvurmuş oldukları bir far·
ma yol açmıştır; Beethoven'de en büyük önemi kazanan çe
;itleme fo rmudu r bu. Bir tema verilir. Sonra da onun çe
şitlemesi yapılır. Çeşitleme formu bu açıdan oniki nota mü
ziğinin öncüsüdür. Bir örnek olarak: Beethoven'in Dokuzun
cu Senfoni'sinin finali - tema unisondur; onun ardından
gelen herşey ilk form olan bu düşünceden türetilir. Duyul
mamış şeyler olur, gene de aslında olan hep aynı şeydir.
Artık sizi nereye vardırmaya çalıştığımı anladınız sa
nının . Goethe'nin ilksel bitkisini kastediyorum; gerçekte
kök saptan , sap yapraktan, yaprak çiçekten farklı değildir:
bun l arın hepsi aynı düşüncenin çeşitlemeleridir.
( 19 Şubat 1 932 )
VII
78
geçerlidir: "Bir tema üzerine çeşitlemeler" - herşeyin altın
da yatan il ksel formdur bu. Çok başka görünen birşey as
lında gene aynı şeydir. En anlaşılabilir bütünlük bundan
doğar.
Bu b ü tünlük yaratma isteği, aynı zamanda geçmişteki
büyük ustalar tarafından da hissedilmişti. Geçen defa de
ğindiğimiz kanon formunu hatırlayın: herkes aynı şeyi söy
lüyordu onda. Eğer üst üste pek çok defa "kapıyı kapayın"
diye tekrarlarsam ya da Schönberg'in değeri şüphe götürür
bir bes te cinin yaptığından bahsederken söylediği gibi "ben
bir eşeğim" diye, o zaman b ir çeşit bütünlük sağlanmış
olur. Değişik taraflarından baktığımız bir kül tablası her
zaman aynıdır, ama aynı zamanda farklıdır da. O halde
bir düşüncenin mümkün olduğu kadar çeşitli, değişik yol
lardan sunulması gerekir.
Bu yollardan biri geriye doğru çalmadır -kankrizan;
bir diğeri ayna tutma' dır- yansıma. Tonalitenin gelişmesi
bu eski sunuş yöntemlerinin arka plana itilmesi anlamına
geliyordu, ama bunlar gene de bir şekilde kendilerini his
settirmişlerdir. hatta klasik zamanlarda bile "tematik geliş
me" de görülürler bunlar. Bu yol tematik dokunun giderek
daha saf bir hale gelmesini sağlamıştır.
Bu derece olağanüstü bir bütünlük oniki nota müziğin
de nasıl sağlanıyordu? Bestenin üzerine kurulu ol duğu di
zinin gidişinde, tüm notalar geçmeden bir notanın tekrar
edilememesi ile. Bu yasa kendi başına yavaş yavaş geliş
miştir, ama gene de anlattığımız yoll arın ikisi de kullanıl
madan bu mümk ün olamazdı. Burada maksimum bütünlük
sağlama isteği hedefine ulaşmıştır. Geri kalan herşey eski
si gibi bestelenir, ancak dizi esasına göre, bestecinin buluş
larını yapmak için temel a lacağı sabit diziye göre olmalıdır
bu. C Burada da sonuç berbat bi rşey çıkabilir, tıpkı tonal
kompozisyonda olduğu gibi: ama bundan ötürü kimse ma
j ör ve minörü suçlamamıştı! ) .
Eğitilmemiş bir kulak her zaman sıranın gidişini izle
ye m e se bile bunun bir zararı olmaz çünkü tonalitede de
79
bütünlük çoğu zaman bilinçsiz olarak algılan�yordu. Dizi
ıi in gidişi çok kereler tekrarlanabilir, hatta tamamen aynı
şekil de bile yapılabilir bu, örneğin Schönberg'in " Serenad"
ındaki Sone 'de olduğu gibi. En çocuksu zihinde bile bazı
şeyler kalır bu s ayede . Böylece terna tik gelişme isteğiyle sı
n ırlanan ikinci yol boyunca hedefle diği m iz tüm şeylerin
sayısı artacaktır.
Tonalitenin ortadan kalkmasıyla yeni oniki nota yasa
sının formüle edilmesi arasında geçen zamanda yaratılan
tüm eserler k ı sayd ı, şaşırtıcı derecede kısaydı. Bu zamanlar
da yazılan daha uzun es erler de kendilerini "taşıyan " bir
metin yardımıyla bölümlerinin birbirine bağlanmasıyla
oluşturuluyordu C Sch önbe rg' in " Erwartung" ve " Die Glück
liche Hand", Berg'in "Wozzeck"i gibi l . Sonuçta da müzik
dışı bir unsurdu bu . Tonalitenin terkedilmesiyle birli kte
uzun parçalar kurmanın en önemli araçları yitirilmişti. Çün
kü tonalitenin kendini içeren formlar yaratmada çok büyük
önemi vardı . Sanki ışıklar sönmüştü ! -Böyle görülüyordu
d uru m . CEn azından olay şu anda bize böyle geliyor) . O sı
ralar herşey bir akış içindeydi- herş ey belirsiz, karanlık,
son derece etkileyici ve heyecan vericiydi, adeta yitirilen
şeyi farkedecek zaman yoktu. Ancak Schönberg yasayı ifa
de ettikten sonra daha büyük formlar yaratmak mümkün
oldu .
Dizi nasıl varlık kazanmıştır? Gelişigüzel olmamıştır
bu , rastlantı ürünü değildir; belli niyetlerle yapılmıştır. Bi
çimle ilgili bazı düşünceler vardı, örneğin mümkün olan en
çok sayıda değişik aralık hedefleniyordu ya da sıra içinde
ki belli çakışmalar - simetri , an aloj i , guruplama C örneğin
üçlü dört nota ya da dört kere üç notal gibi . Bizim -Schön
berg'in Berg'in ve benim- dizi'lerimiz çoğu zaman aklı
mıza bir fikir geldiğinde oluşuyordu, eserin bütünü hakkın
da sezgisel bir görüşü de içeriyordu bu; ardından bu fikir
ü zerinde dikkatle çalışılıyordu, tıpkı Beethoven'in taslak
d efterlerinde gördüğümüz temaların yavaş yavaş ortaya
çıkış ı gibi . İsterseniz siz buna ilham da diyebilirsiniz.
80
Bağlılık sıkıdır, çoğu zaman da taşınması ağır bir yük
tür, ama kurtuluş ondadır! Tonalitenin parçalanıp dağılma
sıyla ilgili olarak bizim elimizden birşey gelmez ve yeni
yasayı da kendimiz yaratmadık - o kendini zorla bize ka
bul ettirmiştir. Bu zorlama, bu bağlılık o kadar güçlüdür
ki ona uzun süreli olarak kendini adamadan önce çok iyi
düşünmelidir, tıpkı evliliğe karar verir gibi; zor bir andır
bu ! h hamınıza güvenin! Başka çare y oktur!
Böylece dizi ortaya çıkmıştır Bu yeni anlayışla hemen
.
VIII
81
yu cevaplandırmalıyım: "Eser için belli bir sıraya bağlı
kalmayı unutmamak gerekliyken özgür yaratıcılık nasıl
mümkün olur? ' ' .
82
n en değişik oktavlannda da bulunabilir) .
Bu, kısa bir zaman önce görmüş olduğumuz " ilksel bit
ki"dir! Hep değişik, gene de her zaman aynı ! Parçayı nere
sinden kesersek keselim dizinin gidişini her zaman algıla
yabilmemiz lazımdır. Bütünlük böyle sağlanır; insan far
kında olmasa da kulağında birşeyler kalır ve böylece ve
sık sık şunu da gördük ki herhangi bir nedenle vokal par
tide şarkı kesildiğinde, şarkıcı farkında olmadan diziyi söy
lemeye devam ediyor.
Oniki notalı dizi kural olarak bir " tema" değildir. Ama
tematiklik olmadan da çalışmamız mümkündür, çok daha
serbest çalışmak anlamına gelir bu, çünkü bütünlük artık
başka bir yoldan sağlanır; dizi bütünlüğü sağlar. Tonalite
den yavaş yavaş vazgeçtikçe hepimizde şöyle bir düşünce
oluşmuştu: "Tekrarlamak istemiyoruz, sürekli yeni birşey
ler olmalı ! " . Ancak, bunun yapılamayacağı açıktır, çünkü
bu anlaşılabilirliği bozar. En azından bu anlayışla uzun
müzik parçalan yazmak mümkün değildir. Ancak yasanın
formüle edilmesinden sonra yeniden uzun parçalar yazma
imkanı doğmuştur.
Biz, daha önce söylenmiş olanları " çok başka bir yol
dan" söylemek istiyoruz. Ama artık daha özgürce buluşlar
yapabiliriz; herşey daha derin bir bütünlük içindedir çün
kü. Ancak şimdi dizi dışında hiçbir şeye bağlı kalmadan
serbest düş gücüyle beste yapma imkanı doğmuştur. Çok
çelişkili bir tarzda ifade edersek, ancak bu yeni engeller sa
yesinde tam bir özgürlük mümkün olmuştur.
8.3
neme kalmış tır. Bu doğru sanat kavramı edinildikten sonra,
bilim ile ilham ürünü yaratı arasında bir fark kalmayacak
tır. Ol ayları ne kadar ileriye doğru zorlarsak, herşeyi gide
rek o kadar birbiriyle özdeş hale getiririz ve sonunda öyle
bir an gelir ki sanki insanın değil , doğanın yarattığı bir
ürün1e karşı karşıyaymışız gibi olur. İnsan bu 48 formu zih
ninde nasıl tutabilir? Nasıl bir an yedi rakamını, ardından
kırkbe ş rakamın ı alır, sonra bir kankrizan, sonra bir yan
sıma yapar? Doğal olarak bu bir düşünce ve hayal gücü işi
dir. Yeni bir fikri nasıl bulduğumu ve onun nasıl devam
ettiğini bilirim; sonra da yapacağım, onu en iyi nereye otur
t.acağıma bakmaktır.
Ö rnek olarak: Senfoni' min ikinci bölümü C Op. 21, 1928'
de yazılmı ştır) . Dizi: Fa, La-bemol, Sol, Fa-diyez, Si-bemol ,
La; Mi-bemol, Mi, Do, Do-diyez, Re, Si'dir. Bu dizinin özel
liği ikinci yarının, birincinin kankrizanı olmasıdır. Bu çok
yakın bir bütünlük sağlar. Bu yüzden burada yalnızca 24
form vardır, çünkü geri kalan 24 ' ü öbürlerinin aynıdır. Te
manın eşliğinde kankrizan, parçanın başında görülür. İ lk
çeşitleme ezgide, Do ile başlayan dizinin transpozisyonuyla
gerçekleşir. Eşlik bir çift kanondur. Daha fazla bütünlük
kurulamaz. Hollandalılar bile bunu becerememişlerdir.
D ördüncü çeşitlemede sürekli yansımalar vardır. Bu çeşit
leme kendi içinde tüm bölümün orta noktasıdır. onun ar
dından herşey geriye doğru gider. Böylelikle tüm bölüm
ters yürüyüşlü bir kanon olmuş olur.
84
bile çevirdiği olur Shakespeare'in. Karı Kraus'un dili ele
alışı da aynı temele dayanır; orada da bütünlük yaratılmak
zorundadır, çünkü bütünlük anlaşılabilirliği sağlar.
S A T O R
A R E P O
T E N E T
O P E R A
R O T A S
(2 Mart 1932)
85
N O T L A R
86
Analizin birincil amacı teker teker bölümlerin fonksi
yonlarını göstermektir, tematik yön ikincildir.
Tonal müzikte çeşitleme, sadece yansımayı değiştirerek
ya da akarlar arasındaki mesafeleri değiştirerek yapılabi
lir. Oniki ton tekniğinde bun a engel olan birşey v a r mı?
Geliştirmek demek "geniş alanlara yayarak ilerletmek"
d emektir.
Mozart ve Haydn' d a Beethoven'e kıyasla daha az "te
matik kesinlik" vardır. Ancak onlar sonat formunda gö
rülen tüm şeyler için önceden yer açmışlardır, tıpkı bahçı
vanın tohumlan ekme k üzere toprağı kazması gibi .
Bee thoven ile müziksel düşüncelerin yatay olarak su
nuluşu mükemmelleşmişti; bunun ardından bir geriye dö
nüş olur, özellikle Brahms'da. Brahms'ın müziğinde, bağ ım
87
bu tekniğe çok benzer. Ancak Schönberg bir zamanlar şöy
le demişti: Dizi, çeşitleme temasından hem daha fazla hem
cıe ondan daha az birşeydir. Daha fazla çünkü bütün, dizi
ye daha sıkı bağlıdır; daha az çünkü dizi, temaya kıyasla
O.aha az çeşitleme olanağı verir.
*
**
29 Nisan 1 938
88
mıştır ! . . . Dünya.dan, arkadaşlardan başka. ne haberler alı
yorsunuz? En kısa. zamanda tekrar mektup yazın. Dersle
rimle de ilgili sorunum var aynca.; şu sırada. sa.dece bir ö ğ
rencim var. Sabırlı olmak gerekiyor!
27 Temmuz 1 939
20 Ekim 1939
89
li koşullarda benim açımdan ileriye yönelik önem taşıyabi
lir. O yüzden bu işin gerçekleşmesini çok isterim! Bu parça
yı seçmenize çok memnun oldum. Çok iyi , sevgili Reich !
Çok teşekkürler! Böyle birşey benim aklımdan geçmezdi!
Bunu gü zel bir il eri görüş olarak kabul ediyorum !
90
dım! Bu yüzden ne iş varsa kabul etmem gerekti! Çok ber
bat bir durum. Şu anda tek bir öğrencim bile yok.
Bu yüzden , ne yazık ki, Kantat C Op. 29) üzerinde yap
tığım çalışmayı bir süre için ertelemek zorunda kaldım,
yoksa şimdiye kadar bitmiş olurdu . Ancak bunun en kısa
zamanda mümkün olacağını umuyorum. Bu çalışmayla ilgi
li diğer şeyleri bir dahaki sefere yazarım. Daha şimdiden
onunla ilgili yazacak çok şey var.
t A ralık J 939
3 Mart 1 94.l
91
Parça bir çeyrek saat kadar suruyor, hemen he m en
baş tanbaşa çok hızlı tempoda, ancak bazı yerlerde
sostenuto efekti v a r. Bir tür uvertür olan, ancak çeşitleme
ler üzerine kurulu bir biçimde karar kıldım ve parçanın is
mi de böyle : "Orkestra için Çeşitlemeler" COp. 30) . Orkest
ra küçük: flüt, obua, klarn e t , bas klarnet, korno , trompet.
trombon, tuba, viy o lonse l , arp, timpani ve yaylılar ( kontr
bas dahiD .
Aslında bu r ada gene bir sentez var; sunuş bölümü bi
çi m açısından yatay, diğer bütün açılardansa dikey. Yazdı
ğ ı m " uvertür" temel olarak "adag io" formunda, ancak te
manın özet bölümü bir gelişme şeklinde ortaya çıkıyor,
böylece bu u ns u r da kullanılmış oluyor. Beethoven'in " Pro
metheus"u ve Brahms ' ın "Tragic" uvertürü adag io formun
daki diğer uvertürler, sonat formunda değil ! . . . Parçanın
henüz kopyası hazırlanmadı, ama U.E. bunu muhakkak en
kısa sürede yapacak. Şimdi, sevgili kardeşim kendi fikri
nizi söyleyin ve etkinizi yapın, bunu sizden özellikle rica
ediyorum. Eserime bir parça olsun ilgi g öste ril e bilse !
3 Ma;yıs 1 941
92
l er R. Strauss ve benzerlerinde görmeye alıştıkları çok , pek
çok notayı göremeyeceklerdir onda. Doğru ! Ancak bununla
aslında en önemli noktaya parmak basmış olurlar: Burada
P)enim partisyonum d a > gerçekten farklı bir üslup olduğu
nu söylemek çok önemlidir. Eve t ama ne tür bir üslup? B:.ı
Wagner öncesine ait bir partisyona benzemiyor -ne Beet
r: oven'a örneğin, ne dP Bach 'a benziyor. Daha da mı geri
ye gitmek gerekir? Evet- ama o zamanlar da henüz or
kestra partisyonları yoktu !
Ancak, Hollandalılarda görülen sunuş biçimleriyle bel
li bir benzerlik bulabilmeliyiz gene de. Yani ' arkaik" birşey
mi? Josquin ' in orkestra parçalan gibi mi? Cevap şiddetli
bir " hayır" olmalı! O zaman, ne? Bunlara benzer hiçbir
şey değil !
Gaye t açık olarak şunu söyl emelisiniz: bu l benim mü
ziğim) aslında Hollandalılardan sonraki müziksel sunuş
larla ulaşılan kurallara da, ötekile re olduğu kadar dayana n
bir müziktir; ondan sonraki gelişmeyi reddetmediği gibi ak
sine onu geleceğe doğru ilerletir ve geçmişe dönmeyi amaç
lamaz. Ne çeşit bir üslup bu o zaman? Bir kere daha inan ı
y o r u m k i yeni b i r ü s l u p . Daha önceki formların tonaliteyi
izlediği gibi , yani tonal i te kurduğu gibi, o da malzemesinde
tamamen doğa yasalarını izler, ancak sesin doğasınca su
nulan olanakları d aha değişik bir şekilde k ullanan bir to
nal itedir bu; şöyle ki Batı müziğinde şimdiye dek gel enek
selleşmiş olan 12 değişik notayı C Amold'un deyişiyle ) "her
biri sadece diğeriyle ilişkili olacak şekilde" kullanan b i r sis
tem kurar, ancak C bazı şeyleri açıklamak için eklemek zo
rundayım ) bundan ötürü sesin doğasından -yani üst ar·
moniklerin temel sesle olan ilişkisinden- kaynakl anan dü
zenl ilik kurallarını hiçe saymaz . Zaten eğer seste anlamlı
bir ifade bu"lunacaksa bu kuralları hiçe saymak imkansız
d ı r ! Ancak , zaten hiç kimse bizim bunun t ersini istediği
mizi iddia etmeyecekti r ! Sonuç olarak: bahsettiğim türden
bir malzemeye sahip ve biçimsel yapısıyla müm k ü n ol a n bu
ihi sunuş tipini birbirine bağlayan bir üsluptur bu .
93
Parçayı size partisyon üzerinden açıklamak isterdim,
ancak kısaca anlatmak istediğim birkaç önemli şey daha
var.
Çeşitlemelerin " teması" ilk iki ölçüye kadar uzar. Bu
tema bir periyod olarak düşünülmüştü, ancak bir "giri ş "
karakteri vardır. Temayı altı çeşitleme izliyor C herbiri bir
sonraki ölçüye kadar sürer bunların) . İlk çeşitleme tamamen
açılan uvertürün (andante formu. ) ilk temasını verir; C söz
gehşil ikinct çeşitleme köprü pasaj ını, üçüncü çeşitleme ikin
ci temayı, dördüncü çeşitleme de ilk temanın özetlemesini
verir -çünkü bir andante formudur bu !- ancak gelişme
şeklinde ; beşinci çeşitlemeyse giriş bölümünün ve köprü pa
saj ının tarzını tekrarlayarak altıncı çeşitleme olan koda'ya
varır.
Bu şekilde, parçada olan herşey ilk ve ikinci ölçülerde
verilen iki düşünce (kontrbas ve obua! ) üzerine kuruludur.
Ancak ikinci motifin Cobual kendisi ters yürüyüşlü oldu
ğundan , parçanın özü daha da kısadır aslında; sonraki iki
nota ilk iki notanın kankrizanıdır, ancak bunların süreleri
artmıştır. Bunları trombonda ilk motifin <kontrbas) eksil
miş olarak tekrarı izler, ayrıca motifler ve aralıklar açısın
dan kankrizanı yapılmıştır. İşte dizimin kuruluş şekli bu
- üç tane dört nota onu oluşturuyor.
Ancak birbirini izleyen motifler, artmalar ve eksilme
ler yoluyla da olsa, bu kankrizana katılırlar. Hemen hemen
sadece bu iki tür çeşitlemeyle pek çok değişik çeşitleme dü
şüncelerine varılır; yani motif çeşitlemesi olursa ancak bu
sınırlar içinde olur. Öte yandan bu iki motifin içindeki ağır
lık merkezlerinin mümkün her şekilde yer değiştirmesi so
nucu parçanın ölçüsünde, karakterinde, vb. hep yeni şeyler
ortaya çıkar. Birinci motifin ilk tekrarıyla onun ilk biçimi
ni < trombon ya da kontrbas ) karşılaştırın bir, tüm parça
nın nasıl geliştiğini göreceksiniz. Parçanın tüm içeriği bu
oniki notanın, yani dizinin içinde embriyo olarak vardır!
Bir minyatür gibi adeta ! Buna birinci ve ikinci ölçüler, par-
94
çanın temposu da dahildir Cmetronom işaretlerine dikkat
edin ! l .
Bütün bunlar gerçekten çok önemli konulardı. Ancak
burada bitirmek zorundayım! Başka bir zaman size bu ko
nuda daha fazla şey anlatmaktan memnunluk duyacağım,
her zaman olduğu gibi.
23 Ağustos, 1941
95
31 Temmuz 1942
4 Eylül 1 942
96
şey geçen seferki gibi iyi ve güzel gidiyor demek - çok ne
şelendirici bir düşünce bu ! Sevgili dostum ! ! !
U.E. notaları hazırlamaya başladı bile; şimdi Collegium
Musicum'un bunları U.E. 'ye sipariş etmesi gerekiyor. Bir
ilk icrayla, özellikle de orkestralı bir icrayla karşı karşıya ol
duğunda insan en çok Cve de çocukça bir tarzda l şunu dü
şünüyor - nasıl duyulacak acaba? Ve önceden zevk duyu
yor insan, bu da o kadar çocukça ! Ancak gerçekten icra
edildiği sırada doğru duyusal izlenimin de alınması lazım.
Seslerin şenliğini hissetmelisiniz orkestra şefleri , doğru olan
böyle yapılabilir!
Bu arada bir başka pE\rça daha tamamladım. Bu, daha
öncekilerle birlikte, tasarladığım "oratoryo"nun bir bölü
münü oluşturuyor. Daha ziyade bir "koral" olarak düşünü
len bu parça, koro ve orkestra için. Ancak gene bilinen iliş
kiler var - ikinci parti C altol ilk partinin C tenorl notalarını
geriye doğru söylüyor, üçüncü parti C sopranol ikincinin
yansıması. dördüncü parti de Cbas l ilk partinin yansıması
ve üçüncünün notalarını geriye doğru söylüyor ! Böylece
çifte bir iç bağlantı kurulmuş oluyor; bir ve dört, iki ve üç
(yansımayla) , aynca bir ve iki, üç ve dört Ckankrizan l .
Partisyonun görüntüsü sizi şaşırtacak. Uzun nota değerl e ·
ri, ancak çok akıcı bir tempo var.
6 Ağustos 1943
97
form olarak üç unsurdan oluşuyor ve periyodik yapısı olan
c. 32-ölçülük bir tema ile veriliyor; böylece bir kez daha iki
sunuş biçiminin çok yakın bir bileşimi çıktı ortaya. İlahi
benzeri bir karakter oluştu; "Die Stille um den Bienenkorb
in der Heimat . "
Ancak Winterthur konusuna dönmem gerekiyor; bu se
fer başbaşa konuşamadığımız için hala üzülüyorum! Par
çamı dinleyebilmemin çok faydası oldu. Çünkü onun ispat
ladığı şeyi bizzat duymak benim için çok önemliydi - ve
de düşüncelerimde haklı olduğuma inandım; şöyle ki temel
de bu tür bir bütünlük varsa en parçalanmış sesler bile
tümüyle uyumlu bir etki yapıyor ve "anlaşılabilirlik" sağ
lamak üzere başka hiçbir şey gerekmiyor. Öyle değil mi?
Parçanın halkta yarattığı etkinin de bunu ispatladığını sa
nıyorum!
23 Ekim 1 943
98
Op . 3, 4 ve 12 piyanolu şarkılardan seçilmiş parçalar çalı
nır. Hangileri Bn. Gradmann'a daha iyi uyarsa. Belki Op .
3' den ı, 4 ve 5 No. larla başlanır ( kendi açımdan ben bun
ları tercih ederim, ancak sanıyorum Bn. Gradmann bu
şarkıları daha önce hiç söylemedi ) , Op. 4 ' den Bn. Grad
ınann 'ın istediği parçalar olur, bunların yanısıra da belki
Op. 12' den ı, 2 ve 4 NO. l ar çalınır. Böylece 4-5 şarkılık iki
gurup ediyor. Bunlarla tüm bir program oluş turulabilir; so
nuçta da bir saat kadar süren bir konser olur, bu da gayet
uygundur, sevgili Reich! Daha u zun olmamal ı !
Tarihine gelince, bir tek ş e y söyleyeceğim sadece: bah
sedilen tarihe* bağlı kalmayın ! Bu konseri yalnızca bir do
ğ u m günü kutlaması haline getirmeyin -hayır, hayır; bir
konser olmalı! Hatta hiç bahsetmeyin bu konudan- ne ka
dar önemsiz, ne kadar ilgisiz birşey bu , Tanrı aşkına ! Lüt
fen bu i s teğimi yerine getirin!
ıo Ocak, 1944
99
Duygularımın bir ifadesi olarak size artık " sen" diye
hitap etmek istiyorum; doğrudan bu hitabı kullanarak de
vam edeceğim , çünkü herşeyin çok daha arkadaşça olması
n ı sağlıyor.
Burada 3 Aralık'ta neler olduğunu sormuştun; akşam
Ratz'da buluştuk; aslında "kurs" günüydü o gün -kursa
katılanlar i çinde Apostel'ler ve- beni özellikle sevindiren
- Bn . Helene vardı C Alban Berg'in dul eşi W.R. l . Biz -eşim
ve ben- daha önce bir öğleden sonra Hietzing'de kendisini
ziyaret etmiştik , sonra o da bizimle beraber Ratz' a gel di ,
harika bir büfe hazırlamıştı Ratz. Böylece ilk defa bir Cu
ma ! kurs günü ) akşamı h e r zamanki entellektüel çal ışma
cı an daha eğlencel i birşeyler yapmış olduk.
23 Ş u bat, 1 944
100
lar) açıkça işitilebilsin. Bu parça yepyeni birşey oldu ! Sesler
açısından ! Yalnızca şunu söyleyeyim: "Sayın orkestra şef
leri ne kadar çok şey kaçırıyorlar! " Şu anda onların tara
fında olmana çok seviniyorum! Bence herkes hayretler için
de kalacak ! . . .
Yapıtıma gelince; yedinci parçaya başladığım sırada
tamamladığım altı parçanın, gerek daha kapsamlı bir ça
lışmanın parçası olarak, gerekse kendi başlarına bir mü
ziksel bütünlük taşıdığını kesinlikle anladım C daha önce
sezmiştim bunu > . İkincisini yapmaya karar verdim ve bir
kaç ufak sıra değişikliği yaptıktan sonra altı parçayı bir
"Kantat" halinde birleştirdim: sÔprano ve bas soloları, ko
ro ve orkestra için Kantat No. 2 * . Süresi yanın saat. Göre
ceksin, parça metnin yapısına çok güzel uyuyor. Eğer baş
ka bir vokal eser yazarsam onu çok değişik yapacağım. Şu
anda tamamen entrümantal bir parça, C birçok enstrüman
için birkaç bölümü olan) bir "Konçerto" yazıyorum .
6 Mayıs, 1 944
101
recede özlediğimi söyle kendisine ! /\ynca. mutlu bir gelecek
için hiç tükenmeyen umutlarımı da,! . .
* . .
**
. : ::. ı
·ı ·. .
. . "· ı : ·
:ı : )
.. . ; .• .
··ı '
1 02