Professional Documents
Culture Documents
2023
1
Türkiye’de 06.02.2023 tarihinde Kahramanmaraş, Gaziantep,
Şanlıurfa, Diyarbakır, Adana, Adıyaman, Osmaniye, Hatay, Kilis, Malatya ve
Elazığ illerimizde meydana gelen deprem felaketi nedeniyle aziz milletimizin
acısını yürekten paylaşıyoruz.
Depremden zarar gören vatandaşlarımızın hukukuna sahip çıkıldığı ve
depremin felakete dönüşmesinde ihmali olanlardan hesap sorulduğu bir
sürecin işletilmesini arzu ediyoruz.
Bu dilek ve temennilerle bu sürece katkı sağlama adına Justice
Square bünyesinde gönüllü faaliyet gösteren hukukçuların katkılarıyla
hazırlanmış bu çalışmanın faydalı olması dileğiyle…
2
İÇİNDEKİLER
GİRİŞ 6
I. BÖLÜM:
KAHRAMANMARAŞ MERKEZLİ DEPREMDE ÖN PLANA ÇIKAN TEMEL
SORUNLAR 10
A. DEPREM SONRASI İLK TEPKİNİN VERİLMESİNDE ve
TEDBİRLERİN ALINMASINDA YAŞANAN SORUNLAR 10
B. HASAR TESPİT ÇALIŞMALARI 11
C. DEPREMDE YAŞANAN İLETİŞİM-ULAŞIM SORUNLARI 11
D. AFET MEVZUATI VE PLANLAMA EKSİKLİĞİNDEN
KAYNAKLANAN SORUNLAR 12
E. İLK YARDIM FAALİYETLERİNİN ORGANİZASYONUNA İLİŞKİN
SORUNLAR 13
F. SAĞLIK VE PSİKO-SOSYAL DESTEK HİZMETLERİNDE YAŞANAN
AKSAMALAR 14
G. GÜVENLİK VE ASAYİŞ PROBLEMLERİ 15
H. CENAZE VE DEFİN İŞLEMLERİ 17
II. BÖLUM:
DEPREM SONRASI CAN KAYBI VE HASAR TESPİT ÇALIŞMALARININ
TAMAMLANMASI 18
A. CAN KAYIPLARININ TESPİTİ 18
B. HASAR TESPİTLERİNİN YAPILMASI ve HAK SAHİPLERİNİN
BELİRLENMESİ 22
1. Hasar Tespitlerinin Yapılması 22
2. Tespit Edilecek Hasar Çeşitleri 26
3. Hak Sahipliğinin Tespiti 27
C. ZORUNLU DEPREM SİGORTASINDAN FAYDALANMAK İÇİN
DOĞAL AFET SİGORTALARI KURUMUNA (DASK) BAŞVURULARIN
YAPILMASI 31
III. BÖLUM:
DEPREM SONRASI BAŞVURULACAK İDARİ VE ADLİ YOLLAR 36
A. İDARİ ve ADLİ İŞLEM ve DAVALARA ESAS OLACAK DELİL
TESPİTLERİNİN YAPILMASI 36
B. HUKUK MAHKEMESİNDE DAVA AÇILMASI 38
1. Davaların Açılacağı Mahkemeler 38
3
2. Davanın Tarafları 38
3. Davalarda Talep Edilecek Hususlar 39
4. Deprem Nedeniyle Malvarlığında Meydana Gelen Zararlar
Nedeniyle Manevi Tazminat Talepleri 40
5. Deprem Nedeniyle Verilecek Tazminatlarda İndirim Yapılması 41
6. Deprem Nedeniyle Açılacak Tazminat Davalarında Zamanaşımı42
C. İDARİ YARGIYA BAŞVURU YAPILMASI 43
1. Dava Öncesi İdareye Başvuru Yapma Zorunluluğu 43
2. İdarenin Eylemlerinden Dolayı Tam Yargı Davası Açılması 44
D. CEZA YARGILAMASI BAKIMINDAN KAMU GÖREVLİLERİ ve
ÖZEL KİŞİLERİN SORUMLULUĞU 46
1. Deprem Nedeniyle Yaşam Hakkının İhlali ve Devletin Sorumluluğu
47
2. Deprem Özelinde Devletin Yükümlülükleri 49
3. Devletin Etkin Soruşturma Yürütme Yükümlülüğü 50
4. AYM ve AİHM’nin Deprem Nedeniyle Yapılan Başvurulara Bakış
Açısı 52
5. Soruşturma İşlemlerinin Yürütülmesi 56
6. Ceza Soruşturmalarında Delil Toplanmasında Dikkat Edilecek
Hususlar 59
E. DEPREM NEDENİYLE CEZAİ SORUMLULUKTA KAST VE TAKSİR
DURUMUNUN TESPİTİ 60
1. Genel Olarak Bilinçli Taksir ve Olası Kast Kavramları 60
2. Deprem Nedeniyle Meydana Gelen Zararlarda Durum 62
F. DEPREM NEDENİYLE MEYDANA GELEN ÖLÜMLERDE
SORUMLULUK 63
G. ANAYASA MAHKEMESİ VE AİHM NEZDİNDE BİREYSEL
BAŞVURU YOLUNA GİDİLMESİ 64
IV. BÖLUM:
DEPREM NEDENİYLE BAZI KİŞİ ve KURUMLARIN SORUMLULUĞU66
A. DEPREM NEDENİYLE İDARENİN KUSUR VE CEZAİ
SORUMLULUĞU 66
1. Sorumluluğun Dayanağı Yasal Düzenlemeler 66
2. İdarenin Sorumluluğunun Kapsamı 69
4
B. DEPREMDE MÜTEAHHİDİN HUKUKİ VE CEZAİ SORUMLULUĞU72
1. Müteahhidin Hukuki Sorumluluğu 73
2. Müteahhidin Cezai Sorumluluğu 75
C. DİĞER ÖZEL KİŞİ VE KURUMLARIN HUKUKİ ve CEZAİ
SORUMLULUĞU 76
1. Genel Olarak 76
2. Yapı Malikinin/Arsa Sahibinin Sorumluluğu 77
3. Yapı Denetim Firmalarının Sorumluluğu 80
4. Belediye Karar Organlarının Sorumluluğu 83
5. Arama ve Kurtarma Çalışmalarının Geç, Eksik Ya Da Hatalı
Başlaması Nedeniyle Sorumluluk 86
D. İMAR AFFINDAN KAYNAKLI OLUŞAN ZARARLARDAN DOLAYI
SORUMLULUK DURUMU 88
1. Genel Olarak İmar Affı ve Kapsamı 88
2. İmar Affının Depremde Meydana Gelen Zararlara Etkisi ve
Sorumluluk Durumu 90
5
GİRİŞ
7
Bu noktada devletin AFAD gibi kurumlarının yanı sıra bu alanda hizmet
sunan sivil toplum kuruluşlarının etkin çalışmalarını sağlayacak imkânlara
sahip olması ve sürekli bir bilinçlendirme ve hazır olma halini sağlayacak bir
yapıya ve kimliğe kavuşturulmaları önemlidir. Ayrıca, deprem sonrası
kurtarma çalışmaların ivedi bir şekilde yerine getirilmesi bakımından devletin
AFAD gibi kurumlarının yanı sıra bu alanda hizmet sunan sivil toplum
kuruluşlarının etkin bir koordinasyon içerisinde çalışması önem arz
etmektedir.
Öte yandan, bu tip büyük depremlerin yıkıcı etkisinden insanların
korunması amacıyla deprem öncesi alınacak tedbirler kapsam itibarıyla çok
geniş olduğundan başka bir çalışmanın konusu olması gerektiğini
değerlendirmekteyiz. Bu noktada deprem sonrası depremin yıkıcı etkilerini
giderme noktasında devlet tarafından alınması gereken tedbirler ve verilmesi
gereken hizmetleri vardır. Bu bağlamda;
➢ Depremden doğrudan etkilenen depremzedelerin öncelikle bir an
önce güvenli alanlara taşınmasıꓹ
➢ Depremzedeler için acil barınma imkânlarının sağlanmasıꓹ
➢ Depremzedelerin ihtiyaç duyduğu sağlık hizmetinin verilmesi ve
sağlık taramasından geçirilmesiꓹ
➢ Başta çocuklar olmak üzere, depremin oluşturduğu psikolojik yıkımın
etkilerinin en aza indirilmesi amacıyla gerekli psikolojik desteğin sağlanmasıꓹ
➢ Depremde vefat eden vatandaşların kimlik tespitlerinin sağlıklı
yapılması ve bu konuda gerekli tutanakların tutulmasıꓹ
➢ Depremden etkilenen konutların tespiti bakımından hasar
tespitlerinin ivedi yapılmasıꓹ
➢ Hasar tespitlerini daha sonra idari ve yargısal süreçlerdeki tazminat
taleplerinde hak kayıplarına sebebiyet vermeyecek şekilde sağlıklı yapılması
ve bu noktada delil niteliğindeki bulguların muhafaza edilmesiꓹ
➢ Hasar tespit sırasında oturulamayacak konutların tespiti ve varsa
içinde halen mukim olanların ivedi olarak tahliyesiꓹ
➢ Evsiz kalan insanların barınma ve diğer temel ihtiyaçlarının
sağlanması ve bu konuda hayat normale dönünceye kadar insanların temel
yaşam giderleri ile kiraların karşılanması konusunda maddi ve parasal
yardımın yapılmasıꓹ
➢ Deprem yardımlarında suistimallerin önlenmesi bakımından
depremden etkilenen kişilerin ivedi olarak tespitinin sağlanmasıꓹ
8
➢ Deprem bölgesinden başka yere geçilmiş ise burada gerekli
irtibatların sağlanarak yardımların burada verilmesiꓹ
➢ Depremde yıkılan veya hasar gören binalarda yaşanan can kayıpları
ve yaralanmalardan kaynaklı maddi ve manevi zararın, idari ve yargısal
giderimi için gerekli hukuki danışmanlık hizmetinin sağlanması ve kişilerin
uğradıkları zararlardan dolayı idariꓹ hukuki ve cezai başvuru yollarının ivedi
olarak kendilerine bildirilmesiꓹ
➢ Depremin ağır neticelerinin ortaya çıkmasında ihmalleri görülen
gerçek ve tüzel kişilerle ile ilgili kamu kurum ve yöneticileri hakkında ivedi
olarak gerekli adli ve idari işlemlere başlanmasıꓹ
gibi ivedi alınması gereken tedbirler ve verilmesi gerekli hizmetler
bulunmaktadır.
Deprem sonrası insanların onarıcı bir sürece tabi tutulması ve
depremin yıkıcı etkilerinin azaltılması bakımından bunlar önem arz
etmektedir. Bu noktada yürütülecek faaliyetler, toplumdaki deprem bilincinin
oluşması bakımından da faydalıdır. Bu çalışmada deprem sürecinde
yaşanan temel sorunlar ile deprem sonrası depremden etkilenen kişilerin ve
kurumların başvurabilecekleri idari ve yargısal yolların yanı sıra depremden
etkilenen vatandaşların onarıcı bir sürece tabi tutulması adına ivedi alınması
icap eden tedbirler ele alınacaktır.
9
I. BÖLÜM:
10
koordinasyonundan, eğitim politikalarının oluşturulmasından ve bu konularda
mevzuat düzenlemeleri yapılmasından AFAD sorumludur.
Bu çerçevede TAMP il planlarına uygun olarak hazırlanan tahminlerde
ve projeksiyonlarda Hatay 2019 örneğinde görüldüğü gibi hemen hemen
yaşanacak yıkımın tahmin edilmesine rağmen hiçbir hazırlığın yapılmadığı
ortaya çıkmıştır.
Depremin 2. günü Olağanüstü Hal (OHAL) ilan edilmesine rağmen, mal
ve hizmetlere ulaşım için herhangi bir uygulama yapılmamıştır. Bu durum,
OHAL ilanının amacının sorgulanmasına neden olmuştur. Kaldı ki, deprem
bölgesinde etkin bir güvenlik politikası geliştirilmediği ve kolluk faaliyeti
yürütülmediği için yağma ve hırsızlık olaylarının aniden arttığı
gözlemlenmiştir.
B.HASAR TESPİT ÇALIŞMALARI
11
Deprem sonrası kurtarma çalışmalarının yoğun olarak sürdüğüꓹ
iletişimin hayati öneme sahip olduğu ve kamuoyunun yegâne bilgilendirme
kaynağı olan internet hizmeti, sebebi anlaşılmaz biçimde hükûmet tarafından
kısıtlanmıştır. Depremin 2. günü bölgede internet bant daraltılması
uygulaması yapılarak depremzedelerin internete bağlı haberleşme
uygulamalarını ve sosyal medyayı kullanma imkânlarının kısıtlanmasına
neden olunmuştur. Bu şekilde sosyal medya üzerinden deprem bölgelerine
yardım ulaşılmasına yönelik çağrıların yapılması engellenmiş ve birçok yer
bakımından en etkin iletişim kanalı ortadan kaldırılmıştır.
Diğer taraftan, insanların deprem bölgesine ulaşımı veya deprem
bölgesinden güvenli alanlara ulaşımında da ciddi sorunlar yaşanmış ve halen
yaşanmaya devam etmektedir. Ulaşımla ilgili ilk bilgiler AFAD merkezine
ancak depremin birinci günü saat 17:00 gibi gelmiş ve kamuoyuna ana
güzergâhlardaki kapalı yollarla ilgili bilgi verilebilmiştir. Yaralıların tahliyesi
için bölgeye askeri gemi sevk edilmesi ancak depremin 2. gün yapılmıştır.
Depremzedelerin tahliyesi için hava ve deniz yolu köprüsü kurulamamıştır.
Bu durum depremin ilk günlerinde TSK’nin görevlendirdiği hava ve deniz
taşıtlarından görülebilmektedir.
Ayrıca AFAD’ın basın bültenlerinde yardım yapan kuruluşlar sayılırken
belediyelerden bahsedilmezken sürekli İnsani Yardım Vakfı (İHH), Hayrat,
Beşir, İnisiyatif gibi hükûmete yakın dernekler ön plana çıkarılmış,
kamuoyuna yardımın sadece bu kuruluşlarca yapıldığı yönünde ısrarlı
biçimde algı oluşturulmuştur. Hâlbuki deprem bölgesinde ilk saatlerden
itibaren AHBAP gibi platformlar daha etkin yardım sağlamasına ve kurtarıcı
faaliyetlere katılmasına rağmen bu yapılar adeta yok sayılmıştır.
D. AFET MEVZUATI VE PLANLAMA EKSİKLİĞİNDEN
KAYNAKLANAN SORUNLAR
14
G. GÜVENLİK VE ASAYİŞ PROBLEMLERİ
5
https://twitter.com/GkhanGnes8/status/1624719572736647168?s=20&t=3_uPuIZHccGL
nhf6jCUaFA
15
Deprem nedeniyle OHAL ilan edilmesinin sonucu olarak; geçmişte
yaşandığı gibi başta kolluk görevlileri olmak üzere kamu görevlilerince keyfi
uygulamaların ve eylemlerin gerçekleştirildiği görülmektedir.
Unutulmamalıdır ki, gözaltına alınmış olan bir kişiye karşı hakaretꓹ işkence ve
linç eylemleri gerçekleştirilmesi hiçbir şekilde OHAL ilanının amaç ve
kapsamı içerisinde yer almamaktadır. Bunu yapan kişilerin ileride
yargılanması kaçınılmaz olduğu gibi devlet kurumlarında ve devletin kolluk
güçlerince gerçekleştirilen bu eylemlerden dolayı Türkiye’nin uluslararası
kurum ve mahkemeler nezdinde mahkûm edilmesi de kaçınılmaz
görünmektedir.
16
bölgesinde bulunan adliyelerdeki fiziki yapının ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim
Sistemi'nin (UYAP) zarar görmesi nedeniyle soruşturmaların gecikmeksizin
fiziki ortamda yapılması istenmiştir.
6 Bu çalışmanın kaleme alındığı tarih itibarıyla depremin üzerinden 2 haftalık bir süre
geçmiştir.
17
II.BÖLUM:
18
➢ Cenazelerin hangi bina ve enkazdan çıkarıldığının sağlık ya da
kolluk görevlisine tutanak eşliğinde teslim edilerek hastaneye intikalinin
sağlanması, düzenlenecek tutanakta müteveffanın yakınlarının ya da tanıyan
kişinin bulunup bulunmadığına ilişkin bilgiye yer verilmesiꓹ
➢ Vefat edenlerin, yakınları ya da tanıyan şahıslar tarafından teşhis
suretiyle kimliklerinin tespit edilememesi halinde DNA, kan örneği, parmak izi
gibi adli tıp incelemesine bağlı yöntemlerle kimlik tespiti yapıldıktan sonra
cenaze teslim işlemlerinin yapılmasıꓹ
➢ Enkazdan çıkarıldıktan sonra teşhis ya da adli tıp yöntemleri ile 5
gün [daha sonra yapılan değişiklik ile 24 saat] içinde kimliklendirilerek
yakınlarına teslim edilemeyen naaşların DNA, parmak izi örneği ve fotoğrafı
alındıktan sonra Cumhuriyet savcılığı ile mülki idare amirliğinin ortak
değerlendirmesi çerçevesinde dini vecibelere uygun defnedilmesi, kabrin
konumunun da belirtilerek tutanağa bağlanmasıꓹ
➢ Ancak afete maruz vilayetlerimizden iletilen bilgilerde naaşların
muhafazasında sıkıntılar yaşanabileceği, cenazelerde bozulmalar
olabileceği değerlendirmeleri göz önünde bulundurularak
yakınları/tanıdıklarınca teşhis suretiyle ya da adli tıp yöntemleriyle
kimliklendirme yapılamayan naaşların 24 saatlik bekleme süresinden sonra
DNA, parmak izi örneği ve fotoğrafı alınmasını müteakip Cumhuriyet savcılığı
ile mülki idare amirliğinin değerlendirmesi çerçevesinde kabrin yeri/konumu
tutanağa bağlanarak dini vecibelere uygun defnedilmesiꓹ
gerekmektedir.
Yukarıdaki açıklamalar ışığında, il ve ilçe merkezinde bulunanlar
yönünden; ölenin yakını var ise yakını olan kişi müteveffayı hastanede
bulunan Cumhuriyet savcısının huzurunda görevli doktor tarafından ölü
muayenesi yapılıp tutanağa bağlandıktan sonra Cumhuriyet savcısı
tarafından muayene tutanağı doğrultusunda defin ruhsatı düzenlenecektir.
Cenaze sahibi bu evrakla birlikte müftülüğe sevk edilecek ve müftülükten
gerekli belgeler alındıktan sonra cenaze defnedilecektir. Bu aşamada dikkat
edilmelidir ki; cenazenin defnedildiği mezarlıktaki ada, pafta numaralarının
cenaze sahibine bildirilmesi ve ayrıca defin bilgilerinin müftülük tarafından
Cumhuriyet başsavcılığına gönderilmesi gereklidir.
Öte yandan ölen kişinin yakını bulunmuyor ya da kimliği tespit
edilemiyor ise; yine hastanede bulunan Cumhuriyet savcısının kontrolünde
teşhise elverişli fotoğrafları çekilip, parmak izi ve DNA örneği alma işlemleri
19
gerçekleştirilip, 24 saat bekletildikten sonra tanzim edilen tutanak
doğrultusunda defin ruhsatı düzenlenecektir.
Köylerde ise; muhtarlar tarafından, muhtar bulunamıyor veya
ulaşılamıyorsa mülki amir tarafından görevlendirilecek memurlarca deprem
sonucu hayatını kaybeden kişilerin kimlikleri ve durumları tespit edilerek, bu
kişiler tarafından düzenlenecek defin ruhsatı ile defin işlemleri
gerçekleştirilecektir.
AFAD’ın açıklaması çerçevesinde depremde hayatlarını
kaybedenlerin, ölü muayenesi ve kimliklendirmesi yapılmadan gömülmesi,
depremzedelerin Gölcük depreminde olduğu gibi yıllarca yakınlarının
cenazesini araması gibi olumsuz sonuçların ortaya çıkmasına neden olabilir.
Defin işlerinin ivedi yapılması önemli olduğu kadar kimlik tespitine ilişkin
doğru kayıtların tutulmaması ileride yeni sorunlara sebep olabilir.
AFAD’ın 8 Şubat’taki açıklamasında; enkazdan çıkarılan cesetlerin
teşhis ya da adli tıp yöntemleriyle beş gün içinde kimliklendirilerek,
yakınlarına teslim edilemeyen naaşların DNA, parmak izi örneği ve fotoğrafı
alındıktan sonra cumhuriyet savcılığı ile mülki idare amirliğinin ortak
değerlendirmesi çerçevesinde defnedileceği belirtilmektedir. Esasen adli tıp
yöntemleriyle doğru kimliklendirme veya kimliklendirmeye esas kayıtların
alınmaması halinde bunun ileride yeni sorunlara sebep olacak genel olarak
adli tıp uzmanları tarafından dile getirilmektedir. 7 Kişilerin ölüm sebebi doğru
tespit edilmeli ve kişiler ondan sonra gömülmelidir. Bu kapsamda ölüden
parmak izi ve DNA için örnek alınmalı ve adli tıp uzmanı tarafından ölü
muayenesi özenle yapılmalıdır. Kişilerin ölüm sebebi doğru tespit edilmeli ve
kişiler ondan sonra defnedilmelidir.
Uzman bir yetkili tarafından yapılacak iyi bir ölü muayenesiyle tam ölüm
nedenini saptamak mümkündür. Ancak bazı durumlarda ölüm nedeninin
tespiti bakımından otopsi yapılması gerekebilir. Ayrıca ölü muayenesi için
tutulacak tutanaklara boy, kilo, göz, ten rengi, varsa ameliyat izi, dövme gibi
belirleyici unsurlar ile fotoğrafların eklenmesi ileride kimlik tespitlerine katkı
sağlayacaktır. Ayrıca ölüm nedeninin daha sonra olabilecek hukuki süreçler
için iyi saptanması gerekmektedir. Deprem bölgesinde yaşamını yitirenlerin
önceden hazırlanmış matbu ölü muayene tutanaklarıyla defnedilmesi ciddi
bir problem olacaktır. Tutanaklarda her ceset için ölüm nedeni, “Enkaz-
7 https://medyascope.tv/2023/02/10/adli-tip-uzmanlarindan-saglik-bakanligina-cagri-
deprem-bolgesine-gitmemize-izin-verin-olu-kimliklendirme-dogru-yapilmazsa-insanlar-
yillarca-yakinlarini-aramak-zorunda-kalacak/
20
çökme-göçük altında kalma ile oluşan genel beden ve kafa travmasına bağlı
kardiyovasküler arrest” 8 tespiti yapılması doğru bir kimlik tespiti ve ölüm
nedeni belirlenmesi yöntemi değildir 9. Bu raporların, donarak veya başka
nedenle ölümlerin ayrıştırılmasını ve özellikle deprem sonrasında arama-
kurtarma faaliyetlerinin gecikmesindeki sorumluların ortaya çıkarılmasını
güçleştireceği açıktır. Bu nedenle ölüdeki lezyonu yazmak ve ölüm nedenini
ortaya koymak gerekmektedir. Burada kayıtların amacına uygun tutulması,
hakların korunması açısından yararlı olacaktır.
Deprem bölgesinde kimliği belli olan bütün cenazelerin yakınlarına
teslimi sırasında imzalatılan aşağıdaki matbu tutanakta, kimlik ve adres
bilgisi bölümleri boş bırakılarak şu ifadeler yer almaktadır:
“06.02.2023 tarihinde saat 04.17 sıralarında Kahramanmaraş ili
Pazarcık ilçesinde meydana gelen Hatay ili de dahil olmak üzere çevredeki
birçok il ve ilçelerde etkili olan deprem nedeniyle ….. adresinde enkaz/göçük
altında kalan ….. TC kimlik numaralı ….. ve .…. oğlu/kızı ….. doğumlu …..
isimli şahsın Hatay Mezarlığı cenaze toplama alanına getirildiği görüldü.
Yapılan ölü muayenesinde kişinin ölümünün ENKAZ – ÇÖKME – GÖÇÜK
ALTINDA KALMA İLE OLUŞAN GENEL BEDEN VE KAFA TRAVMASINA
BAĞLI KARDİYOBASKÜLER ARBEST OLARAK TESPİT EDİLMİŞTİR.
Cesedin açık kimlik bilgisi ve ölüm sebebi tespit edilmiş olmakla
cesedin yakını olan kimlik tanığına teslimi yapılmıştır. İşbu tutanak birlikte
imza altına alınmıştır. …./02/2023”
”
Öte yandan, enkaz kaldırma, arama-kurtarma faaliyetlerinin
yetersizliğinin ölümlerin artmasına neden olduğu da bir gerçektir. Bu noktada
deprem sonrası soğuk etkisiyle ölümlerde (hipotermi) idarenin kusuru
gündeme geleceğinden bu hususların yapılacak bir otopsiyle belirlenmesi
gerekmektedir. Ancak mevcut durumda otopsi yapılmaması ve genel kimlik
tespitiyle de soğuktan ölüm tespiti yapılamadığından devletin bu noktadaki
sorumluluğu ortadan kaldırılmaktadır. Daha yalı bir anlatımla otopsilerin
yapılmaması büyük bir eksikliktir. Ancak yapılan kimlik tespitlerinde en
azından hipotermi kaynaklı ölüm şüphesi mevcut ise, söz konusu cesetlerin
otopsiye sevki konusunda savcıların inisiyatif kullanmaları gereklidir.
21
Bu noktada mümkün olduğunca ölü muayene ve otopsi için ısrar
edilmesi ve yapılan ölü muayenesi işlemlerinin videoya alınması ve
fotoğraflanması sağlanmalıdır. Ölüm nedeninin tereddüde yer bırakmaksızın
tespiti sağlanmalı ve ölümün soğuktan donma nedeniyle gerçekleştiği
yönünde şüphe varsa bu durumun ölü muayene tutanağına yazdırılması
talep edilmelidir. Aynı şekilde, miras hukukunda kimin önce öldüğü geriye
kalan mirasçıların haklarını etkileyebileceğinden ölüm zamanının mümkün
olduğu kadar net belirlenmesi ve kayıtlara geçirilmesi gerekmektedir.
Deprem bölgesinin genişliği ve etkilenen insan sayısını fazlalığı göz
önüne alındığında zaman kaybını azaltmak ve seri bir şeklide depremzedeler
istenilen defin ruhsatını verilebilmesi bakımından Cumhuriyet savcılarının
bilgisayar, yazıcı, şarj cihazları vb gibi teknik ayrıntılarla uğraşmadan, doktor
eşliğinde kameraya kayıt almak sureti ile işlemleri yapıp sonrasında tutanak
tutmalarına imkân tanınmalıdır. Nasıl ki bir kısım yargısal işlemlerde SEGBİS
kullanılması mümkün ise, burada da SEGBİS tarzı bir işlem yapılmalıdır.
Mevcut durumda cenazelerini bir an önce defnetmek isteyen
vatandaşlar Cumhuriyet başsavcılıklarına uluşamadıkları veya ulaşmalarına
rağmen hiçbir yetkilinin gelmediği hallerde en azından defin öncesinde ölen
kişi herhangi bir cep telefonu vasıtası ile tüm vücudu ayrıntılı gözükecek
şekilde kayıt altına alma yoluna gitmelidir. Ölen kişiyi tanıyanlar aynı kayıtta
ölenin kim olduğunu beyan etmeli, hangi binadan, ne zaman ve ne şekilde
çıkarıldığına dair bilgilere yer verilmelidir. Aynı şekilde eğer kişiler kendileri
yakınlarının cenazelerini enkazdan çıkarmış ise durum fotoğraf ve video ile
belgelendirilmelidir. Belediye tabibi tarafından defin ruhsatı düzenlenmişse,
defin ruhsatına mutlaka deprem nedeniyle vefatın gerçekleştiği kayıtlara
geçirilmelidir.
B.HASAR TESPİTLERİNİN YAPILMASI ve HAK SAHİPLERİNİN
BELİRLENMESİ
Meydana gelen bir doğal afet veya deprem sonrası arama kurtarma
çalışmalarının büyük oranda tamamlanmasından sonraki aşama, depreme
maruz kalan alanlarda hasar tespit çalışmalarının başlaması gerekmektedir.
Nakdi yardım, geçici barınma yardımı, kalıcı konut temini gibi yardımların
hangi afetzedelere, ne ölçüde yapılacağına karar vermek için hasar tespit
çalışmaları yapılmaktadır.
22
Deprem sonrası hasar tespit çalışmalarının yapılmasına ilişkin usul ve
esaslar 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak
Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun’un 13 ve devamı maddelerinde
düzenlenmiştir. Kanun’un “Afet bölgelerinde yapılacak teknik işler” kenar
başlıklı 13. maddesi uyarınca;
a) Yapılacak işlemlere esas olmak üzere İmar ve İskân Bakanlığınca
kurulacak fen kurulları tarafından, afetin meydana geldiği arazinin durumu ile
bütün yapılar ve kamu tesisleri incelenerek, hasar tespit raporu düzenlenir.
Gereken hallerde, yapılarda meydana gelen hasarı tespit etmek üzere
Bayındırlık ve İskân Bakanlığının isteği üzerine diğer bakanlık, kurum ve
kuruluşlar, mahalli idareler, üniversiteler ve meslek odaları, konusunda
deneyimli yeteri kadar inşaat mühendisi ve/veya mimarı hasar tespiti
çalışmalarında derhal görevlendirmekle yükümlüdürler.
Arazinin tehlikeli durumu ve binaların gördüğü hasar bakımından
yıktırılması ve boşaltılması gerekenler hakkında, o il ve ilçenin en büyük
mülkiye amirine ayrı bir rapor verilir. Bu makamlarca böyle binalar derhal
boşalttırılır. Yıkılması gerekenler için en çok 3 gün süre verilerek tehlikenin
giderilmesi sahiplerine bildirilir. Mahallinde sahibi bulunmadığı takdirde
durum, mahalli vasıtalarla ilan edilmek suretiyle, bildiri yapılmış sayılır. Mal
sahibi veya vekili, bu bildiriye karşı 3 gün içinde yetkili idare kurullarına itiraz
edebilir. İdare kurulları bu itirazı en geç 3 gün içinde inceler ve karara bağlar.
Süresinde itiraz olunmayan yahut itiraz olunup da idare kurullarınca yıkılması
onaylanan binaları mal sahibi yıkmadığı takdirde bu binalara el konularak
yıkma parası yıkıntıdan elde edilecek malzeme bedelinden ödenmek üzere,
mahallin en büyük mülkiye amirinin emri ile yıktırılır. Yapılacak asıl işlemlere
esas olmak üzere, fen kurulları tarafından düzenlenen teknik mahiyetteki
hasar tespit raporlarına mahallî ilân tarihinden itibaren otuz gün içinde itiraz
edilebilir ve hasar tespit raporları ancak asıl işlemlerle birlikte dava konusu
edilebilir. Gayrimenkulleri kesin bir şekilde hasarsız olarak tespit edilenlerin
veya gayrimenkullerinin hasar tespiti hiç yapılmayanların, yargı yoluna
gitmeden önce, mahallî ilân tarihinden itibaren otuz gün içinde ilgili idareye
başvurmaları zorunludur.
b) Hasar görmüş, fakat ıslahı mümkün olan binaların fen kurullarının
göstereceği şartlara göre tamiri yapılıncaya kadar içine girilmesine ve
oturulmasına izin verilemez. Bu binalar 1 yıl içinde tamir ettirilmediği ve itiraz
da olmadığı takdirde yukarıdaki esaslar dahilinde yıktırılır. İtiraz halinde, bu
itiraz yukarıdaki mahalli idare kurullarınca 5 gün içinde incelenir ve karara
bağlanır. İtiraz sebepleri yerinde görüldüğü takdirde süre 6 ay daha uzatılır.
23
c) Resmi daire ve müesseselere ait binalardan bu madde gereğince
yıktırılması gerekenler yıkma masrafları ilgili daire ve müesseselerce
sonradan karşılanmak şartıyla fon hesabından ödenerek yıktırılır.
ç) Yer kayması, kaya düşmesi gibi afetlerde, tehlikenin devamı veya
tekrarı ihtimali üzerine boşaltılan binaların tehlikeye karşı kesin tedbir
alınıncaya kadar işgaline veya hasara uğrayanların tamirine müsaade
edilmez. Tedbir alınamayacağına karar verildiği takdirde tehlikeli mahal
içindeki binalar, yukardaki esaslar dahilinde yıktırılır. İmar ve İskân
Bakanlığınca afete karşı arazide gerekli tedbirlerin alınması, tehlikeye maruz
yapıların yıkılması ve topluluğun başka yere taşınmasından daha ekonomik
görülürse, bu tedbirlerin alınması için lüzumlu ödenek 33 üncü maddede
yazılı fondan ödenir. Tehlikenin giderilmesiyle ilgili tedbirler için yapılan
harcamalar borçlanmaya tabi tutulmaz.
d) Afete uğrayanların veya uğraması muhtemel olanların bulundukları
yerlerde veya başka yerlerde geçici olarak barınmalarını sağlamak üzere,
baraka ve konutlar inşa edilebilir, ettirilebilir, kiralanabilir veya satın alınabilir.
Bu tedbirlerin, kısa zamanda yerine getirilmesinin mümkün olamayacağı
hallerde, geçici iskân tedbirlerini kendileri almak isteyenlere nakdi yardım da
yapılabilir. Geçici barındırma işleri için gerekli ödenek ile afetzedelere nakden
yapılacak yardımların miktarı ve barınaklarda oturulacak süre İmar ve İskân
Bakanlığınca tespit olunur. Bu bent gereğince yapılacak harcamalar ve
ödemeler borçlandırmaya tabi tutulmaz.
Görüldüğü üzere yasal düzenleme uyarınca depremin büyüklüğüne
göre çevre illerden ya da tüm illerden inşaat mühendisi ve mimarlar
görevlendirilerek bu tespitler yaptırılacaktır. Tespitler sonucu binalara yıkık,
ağır hasarlı, orta hasarlı, az hasarlı ve hasarsız sonuçları verilmektedir. Bu
noktada önemli olan kısım ağır hasarlı binalar veya çöken binaların tespitidir.
Ayrıca Kanun’daki düzenleme uyarınca yıkılması gerektiğine karar
verilen binalar hakkında bu duruma itiraz için sadece üç günlük süre
öngörülmüştür. Bu karara karşı mal sahibi veya vekili idare kuruluna itiraz
yoluna gidebilir. Yapılan itirazın kurul tarafından en geç üç gün içinde
sonuçlandırılması gerekmektedir. İtirazın yapılmadığı ya da reddedildiği
durumda bina mülki amir emriyle yıkılmakta ve yıkım gideri enkazdan
karşılanmaktadır.
Bunun dışında kalan hasar tespit raporlarına mahalli ilan tarihinden
itibaren 30 gün içinde itiraz edilebilmesi mümkündür. Kanunda belirtilen itiraz
ve 30 günlük hak düşürücü süre konusunda çok dikkatli olunması
24
gerekmektedir. Zira deprem bölgesindeki bir bina için verilen bir “az hasarlı”
tespitine itiraz üzerine yapılacak inceleme neticesinde “ağır hasarlı” bina
vasfına dönüşmesi mümkündür. Bu noktada, kat mülkiyeti kanununa tabi
bina ve siteler bakımından bir kişinin dahi itiraz etmesi yeterli olacaktır.
Ancak uygulamada sorun olan husus, hasar tespitlerinin teknik
personel ve araçlardan ziyade yetersiz kişi ve gereçlerle yapılmasıdır.
Hasarın gerçek niteliği tespit edilmeden kolon ve kirişlerinde gözle görülür bir
hasar bulunmadığından bahisle ağır hasar tespitinin yapılmadığı
görülmektedir. Depremin etki alanının genişliği göz önüne alınarak, henüz
sağlıklı bir sistemin bulunmayışı ve kamu kurumları arasındaki
koordinasyonsuzluk nedeniyle halen kamuoyuna gerçek hasar durumuna
ilişkin bir açıklama yapılamamıştır. Dolayısıyla, deprem bölgelerinde kaç
binanın tamamen yıkıldığı, kaç binanın hasarlı olduğu net olarak
açıklanmamaktadır. Hava araçlarıyla çok hızlı ve kesin hasar tespiti
yapılabilmesi mümkün iken bu husus da ihmal edilmiştir. Esasen etkin bir
afet yönetimi için gerekli olan ve hükûmet tarafından on yıldan fazla bir
süredir kurulacağı dile getirilen Coğrafi Bilgi Sistemleri Projesinin ortada
olmadığı görülmüştür.
Hasar tespitlerinin sağlıklı biçimde kayıt altına alınabilmesi ve daha
sonra yeni sorunların önüne geçmek ve en önemlisi evrakların ve bilgilerin
karışmaması adına; alınan tüm örneklerin, celbi sağlanan projelerin, hem
mahalle, sokak, bina no içeren açık adres hem de mahalle, ada, parsel no
içeren tapu kütüğündeki kayıtların açıkça belirtilmesi faydalı olacaktır.
Ayrıca hasar tespitlerinin daha sonra idari ve yargısal süreçlerdeki
tazminat taleplerinde hak kayıplarına sebebiyet vermeyecek şekilde sağlıklı
yapılması ve bu noktada delil niteliğindeki bulguların muhafaza edilmesi de
gerekmektedir. Aynı şekilde zarar gören veya yıkılan binaların yakın-uzak, iç-
dış mekân fotoğrafları, video kayıtları, ayrıntılı çekimleri yapılmalı ve kayıtlar
saklanmalıdır. Tespit sırasında bunlar yapılmamışsa bunların depremzedeler
tarafından yapılması faydalı olacaktır.
Hasar tespiti bu konuda eğitim almış, inşaat mühendisi ve mimarlardan
oluşan uzman teknik ekipler tarafından binaları detaylı bir şekilde yerinde
incelenmek suretiyle yapılmalıdır. Teknik ekipler, binaların depremden
kaynaklı hasarlarını dikkate alarak binalara hasar derecelendirmesi
yapmaktadırlar. Binalar hasarın boyutuna göre acil yıktırılacak bina, yıkık,
ağır hasarlı, orta hasarlı, az hasarlı ve hasarsız olmak üzere 6 farklı hasar
derecesi ile sınıflandırılmaktadır.
25
Hasar tespit sonuçları afetzedelere elden teslim edilmeyecektir.
Çalışmaların tamamlanmasını müteakip, sonuçlar e-devlet ve
“hasartespit.csb.gov.tr” internet adresinde yayınlanmak ve mahalle
muhtarlıklarında askıya çıkarılmak suretiyle ilan edilecektir.
Halihazırda kesin hasar tespit çalışmaları yapılmaktadır. Binalarının
hasar tespiti hiç yapılmayan, binasının hasar durumunun hatalı olduğunu
düşünen depremzedenin itirazı için İtiraz Hasar Tespiti adı altında ikinci bir
hasar tespit süreci daha olacaktır. Kesin Hasar Tespitler (ilk tespitler) bittikten
ve ilan edildikten sonra 30 günlük itiraz kabul süreci başlayacaktır. Binasının
hasar tespiti hiç yapılmayan, binasının hasar durumunun hatalı olduğunu
düşünen ya da başka sebeplerle hasar tespitlerine itiraz eden
vatandaşlarımızın 30 günlük süre içerisinde itiraz talepleri alınacaktır. İtiraz
hasar tespitlerinde binaların incelenmesi için bu süre içerisinde mutlaka itiraz
dilekçesi verilmesi gerekmektedir.
2. Tespit Edilecek Hasar Çeşitleri
a) Ağır Hasar
26
b) Orta Hasar
27
Yönetmelik hükümlerinde düzenlenmiş olan hak sahibi olabilmek bakımından
temel koşul; depremzedenin evinin “oturulamayacak derecede ağır hasarlı”
olmasıdır. Bununla birlikte;
➢ Ebeveynine ait başka bir konutta ebeveyninden ayrı olarak oturmakta
olan kişiler,
➢ Elbirliğiyle veya paylı malik olunan konutlarda hisseler korunarak,
➢ Elbirliğiyle veya paylı malik olunan binalarda aile sayısı kadar,
➢ Hem konutu hem de işyeri zarar görenler hak sahibidirler,
➢ Yaşamını yitiren afetzedenin hak sahipliğine ilişkin hakları kendilerinin
ve eşlerinin konutları olup olmadığına bakılmaksızın mirasçılara geçer.
Ancak
➢ Eşya hukuku anlamında başkasının arazisine yapı yapanlar,
➢ Mülkiyeti tüzel kişilere ait olan binalar,
➢ Hak sahibi ebeveyniyle birlikte oturan evli kişiler,
➢ Kendisine veya eşine ait o yerde başka daire veya binası olanlar,
➢ Kendisine veya eşine ait o yerde başka işyeri olanlar
hak sahibi olamazlar.
Görüldüğü üzere; kirada oturan ancak aynı yerde iki işyeri bulunan bir
kişi ya da çalışmayan ancak aynı yerde iki evi bulunup birinin kirasıyla
geçinen kişiler hak sahibi olamayacaktır. Ya da yukarıda belirtildiği gibi,
mesafe olarak yakın olsa da taşınmazı başka ilçede olanlar hak sahibi
olabileceklerdir. Aynı şekilde iki konutu bulunup biri ağır hasarlı diğeri sağlam
olan bir kişi hiçbir yardım alamayacaktır. Bununla birlikte bu sınırlama aynı
ilçe sınırları için geçerli olduğundan dolayı bir konutu X ilçesinde ağır hasarlı
tespit edilip diğer konutu Y ilçesinde bulunan bir kişi konut ya da inşaat kredisi
verilmesi haklarından yararlanabilecektir. Bu husus hakkaniyetsiz bazı
sonuçlar ortaya çıkarmaktadır.
Hak sahipliğine ilişkin önemli bir husus da devir ve değişim yasağıdır.
Bir depremzede hak sahipliğini üçüncü kişiye devredemez. Dolayısıyla
depremden sonra ağır hasarlı bir taşınmazın satın alınmış olması, alan kişiyi
hak sahibi yapmayacaktır. Ayrıca ortak aile kullanımındaki binalarda tespit
bir kişi adına yapılır. Çocuklar için tespit yapılmaz, ebeveynler adına yapılır.
28
a) Hak Sahiplerinin Talepte Bulunmaları
10 Tanꓹ Emre: "Deprem Felaketinden Sonra İdari Yargı Boyutunda Yapılması Gerekenler ve
Hukuki Süreç" https://docs.google.com/document/d/1j4HxW1Hnx8DR-s-
RNipzDtLe0vXy88oA/edit
29
öngörülmez. Tespitler kaymakamlıklarca kriz masası eliyle ve inşaat
mühendisleri/teknikeri ve mimarlar marifetiyle gerçekleştirilir.
Mevcut durumda hak sahipliğinin tespit ve yardım süreci afetin etkileri
ortadan kaldırıldıktan sonra ve geç başlayan ve yavaş işleyen bir süreçtir. Bu
sürecin sonunda hak sahipliği karşılığında yeni ev yapımı desteği ya da
inşaat kredisi verilir. Eşya zarar tespiti kaymakamlıklar bünyesindeki vakfı
vasıtasıyla ileride yapılacaktır. Ancak buradan yüksek bir tazmin geleceği
öngörülmemektedir. Genel bir rakam ve hemen hemen herkese eşit olacak
şekilde asgari bir rakam belirlenecektir. Burada evdeki eşyaların vasfıꓹ çeşidi
ve çokluğu önem arz etmez.
c) Hasar Tespit Raporlarına karşı İtiraz ve Dava Yoluna Gidilmesi
30
d) Hak Sahipliği Kararına Karşı Açılacak Davalarda İspat Sorunu
32
➢ Deprem ve deprem sonucu oluşan yangın, infilak, dev dalga (tsunami)
veya yer kaymasının dışında kalan hasarlar,
➢ Belirli bir deprem hadisesine bağlı olmaksızın binanın kendi kusur ve
özellikleri nedeniyle zamanla oluşan zararlar.
Düzenleme uyarınca bu zararlar teminata dahil değildir. DASK
tarafından verilen azami teminat tutarı, 25 Kasım 2022 tarihinden itibaren
bütün yapı tiplerinde 640 bin TL'dir. Ancak bu rakam da zorunlu deprem
sigortası yaptıran kişiye mutlaka ödenecek rakam değildir. Azami teminat
tutarı tespit edilirken, yıkılan meskenin yeniden inşa edilmesinin maliyeti
(arsa değeri hariç) dikkate alınır. Sigortalının teminat tutarı (sigorta bedeli) -
azami teminat tutarını geçmemesi koşuluyla- meskenlerinin büyüklüğüne ve
yapı tarzına göre belirlenir. Eğer meskenin değeri DASK tarafından verilen
azami teminat tutarını aşıyorsa, sigortalı isteğe bağlı olarak, aşan kısım için
sigorta şirketlerinden ek teminat alabilir. Bunun için özel sigorta şirketlerinden
konut sigortasının var olması gereklidir.
6305 sayılı Afet Sigortaları Kanunu gereğince, aşağıda tanımlanmış
binalar güvence altına alınır:
➢ Tapuya kayıtlı ve özel mülkiyete tabi taşınmazlar üzerinde mesken
olarak inşa edilmiş binalar,
➢ 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu kapsamındaki bağımsız bölümler,
➢ Bu binaların içinde yer alan ve ticarethane, büro ve benzeri amaçlarla
kullanılan bağımsız bölümler,
➢ Doğal afetler nedeniyle devlet tarafından yaptırılan veya verilen kredi
ile yapılan meskenler.
Zorunlu Deprem Sigortası ayrıca yukarıdaki koşullara uyan;
➢ Kat irtifakı tesis edilmiş binalar,
➢ Tapuda henüz cins tashihi yapılmamış ve tapu kütüğünde vasfı "arsa
vs." olarak görünen binalar,
➢ Tapu tahsisi henüz yapılmamış kooperatif evleri,
için de geçerlidir. Ayrıca henüz bağımsız tapusu olmayan ve 2000 yılından
önce inşa edilmiş meskenlerin sigortalarının, sigorta ettirenin beyanına
dayanılarak ve arsa tapusuna ait bilgilerle yapılabildiği unutulmamalıdır.
DASK tarafından gönderilen eksperler bina hakkındaki hasar tespitiyle
bağlı değildirler. İzmir depreminde orta hasarlı binalarda konutu bulunanlara
33
10.000.-TL civarında yardım yapılmıştır. Hatta aynı binada alt katlar zarar
görmüşken üst katların zarar görmemiş olması durumunda bu meblağ da
düşebilmektedir.
DASK tarafından ödenecek sigorta tazminatında en fazla sigorta bedeli
kadar olacak şekilde depremin olduğu yer ve zamanda benzer yapı özellikleri
göz önünde bulundurularak piyasa rayicine göre yeniden yapım maliyeti göz
önüne alınır. Kanun, sigorta ettirene deprem olduktan sonra 15 gün içinde
DASK’a bildirim yapılması gerektiğini düzenlemiştir. Bu yükümlülüğü
zamanında yerine getirmek hak kayıplarının da önüne geçecektir.
Bu açıdan, deprem sonrası yıkık ve ağır hasarlı olmayan yapılarda
DASK’ın ödediği tazminatın zararı karşılamaya yetmediği düşünülüyorsa
ileride açılacak davaya temel oluşturmak adına sulh hukuk mahkemeleri
aracılığıyla delil tespiti yaptırılabilir.
Ayrıca dikkat edilmesi gereken bir diğer husus, DASK’lı olan yapıların
zarar görmesi veya tamamen yıkılması halinde bu hususların ilgili sigorta
şirketine derhal yazılı veya telefon aracılığıyla bildirilmesidir. Zira Van
depreminde bazı sigorta şirketleri zarar bildirimlerinin geç yapıldığını ileri
sürerek ödeme taleplerini ret etmiştir. Ayrıca kredi yoluyla alınan ve halen
kredi taksitleri devam eden yapılarda DASK'ın kredi kullanılan banka
tarafından kredi sözleşmesi uyarınca bankaca yapılması zorunludur. Bu
konuda kredi kullanılan bankaların yıkılan veya hasar alan yapıların DASK'ını
yapmamış olması halinde DASK Poliçe limitleri dahilinde ilgili bankanın
sorumluluğu bulunmaktadır. Bu konuda gerekli başvuruların da ivedilikle
yapılmasında fayda vardır.
Öte yandan işyerleri ve fabrikaların zararının giderilmesi ve bu noktada
sigorta eksperleri aracılığı ile gerekli tespitlerin yaptırılması ve bu tespitlerin
daha sonra yapılacak adli ve idari tahkikatlarda kullanılabilmesi da
mümkündür.
Deprem sonucu meydana gelen maddi zararların DASK poliçe limitleri
dahilinde tazmini için gereken bilgi ve belgeler ise şöyledir:
➢ Hasar bildirimi (TC kimlik veya poliçe numarası ile)
➢ Güncel tapu bilgisi
➢ Eksper gönderimi ve değerlendirmenin sağlıklı yapılabilmesi için
hasar yeri açık adres bilgisi (kolaylığı için)
➢ Sigortalının telefon ve diğer iletişim bilgileri (sabit ve/veya cep
telefon no)
34
➢ Ayrıca, sigortalı bina üzerinde Zorunlu Deprem Sigortası
poliçesinin yanı sıra deprem teminatı içeren başka bir sigorta
poliçesi de bulunuyorsa, bu poliçelerin de ibrazı
Son olarak Zorunlu Deprem Sigortası sahipleri, teminat kapsamındaki
deprem ve deprem kaynaklı zararlarının bildirimlerini 125 nolu Alo Dask
hattının yanı sıra https://dask.gov.tr adresi üzerinden de
gerçekleştirebilirler.
35
III. BÖLUM:
Delil tespiti, ileride açılacak veya açılmış olan bir davayla ilgili delillerin
bazı şartlar altında zamanından önce toplanıp güvence altına alınmasını
sağlamak amacıyla kabul edilmiş bir kurumdur. Delil tespiti, hukukî niteliği
itibarıyla bir dava olmayıp geçici hukukî koruma tedbiridir.
Deprem nedeniyle yaşanması muhtemel hak kayıplarının önlenmesi ve
deprem sonrası başlatılacak enkaz kaldırma çalışmaları nedeniyle temel
delillerin muhafazası için ileride açılacak davaya temel oluşturmak adına sulh
hukuk mahkemeleri aracılığıyla delil tespiti yaptırılabilir.
Bilindiği üzere deprem bölgelerinde delil tespitlerinin ivedi olarak
yapılabilmesi bakımından temel düzenlemeler, 6100 sayılı Hukuk
Muhakemeleri Kanunu (HMK) ve diğer kanunlardaki hükümlerin haricinde
36
seri işlemler yapılmasına imkan veren düzenlemeler 4539 sayılı Doğal Afet
Bölgelerinde Afetten Kaynaklanan Hukuki Uyuşmazlıkların Çözümüne ve
Bazı İşlemlerin Kolaylaştırılmasına İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin
Kabulü Hakkında Kanunda yer almaktadır. Kanuna göre afet bölgelerinde
afetten kaynaklanan uyuşmazlıklara ilişkin; vekaletname aranmaması, delil
tespitlerinin öncelikle yapılması ve adli yardımdan yararlanma kolaylıkları
düzenlenmiştir. Dolayısıyla deprem gibi doğal afet zamanlarında öncelikle bu
kanun çerçevesinde işlem yapılması gerekmektedir.
Kanun’un 1. maddesi gereğince doğal afet bölgelerinde afete maruz
kalanların, afetten kaynaklanan hukuki uyuşmazlıkların çözümü amacıyla
delillerin tespitine ilişkin istemleri, ispat olunacak olay ile tanıklar ve bilirkişiye
sorulacak sorulara ilişkin konuları belirten ve üç nüshadan oluşan bir
dilekçenin verilmesi veya mahkeme kalemine yapılacak sözlü başvurunun
tutanağa geçirilmesi suretiyle yapılır. Ölüm, gaiplik veya yaralanma gibi
nedenlerle delil tespiti yaptıramayacak durumda olanların eşleri ile üçüncü
dereceye kadar kan veya sıhri hısımları da delil tespiti isteminde
bulunabilirler. Delil tespitine ilişkin başvurular, mahkemece öncelikle incelenir
ve karara bağlanır.
Aynı şekilde Kanun’un 2. maddesindeki düzenleme uyarınca doğal afet
bölgelerinde avukatlar, vekaletname verme şartı aranmaksızın, istem
sahiplerince verilen yetki belgesi ile kayıtlı bulundukları baro tarafından
düzenlenen kimlik belgesini ibraz etmek suretiyle anılan Kanunun 1 ve 4.
maddelerinde öngörülen işlemleri yapabilirler.
Kanunun düzenlediği bir diğer önemli konu ise adli yardım
hükümleridir. Kanun’un 3. maddesi uyarınca doğal afete maruz kalanların
istemleri halinde, afetten kaynaklanan hukuki uyuşmazlıkların çözümüne
ilişkin her türlü dava ve işlemlerde adli yardım hükümleri uygulanır. Ayrıca,
doğal afete maruz kaldığını beyan edenler bakımından 1086 sayılı Hukuk
Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 465 ve 468. maddelerindeki delil gösterme
ve şahadetname verme şartları aranmaz. Aynı şekilde doğal afete maruz
kalanlardan, afet tarihinden itibaren altı ay müddetle 3454 sayılı Adalet
Teşkilatını Güçlendirme Fonu Kurulmasına Dair Kanun’un 3. maddesinin (e)
bendinde belirtilen ücretler alınmaz.
Yukarıdaki hükümler çerçevesinde depremzedeler veya yakınları
veyahut avukatlar mahkemelerden delil tespiti talebinde bulunabilirler. Bu tür
taleplerin kanun hükmü gereğince ivedi olarak yerine getirilmesi
gerekmektedir. Taraflardan her biri, deprem nedeniyle ileride açacağı davada
ileri süreceği bir vakıanın tespiti amacıyla keşif yapılması, bilirkişi incelemesi
37
yaptırılması ya da tanık ifadelerinin alınması gibi işlemlerin yapılmasını talep
edebilir.
Henüz dava açılmamış olan hâllerde delil tespitinin, esas hakkındaki
davaya bakacak olan mahkemeden veya üzerinde keşif yahut bilirkişi
incelemesi yapılacak olan şeyin bulunduğu veya tanık olarak dinlenilecek
kişinin oturduğu yer sulh hukuk mahkemesinden istenmesi gerekmektedir.
Depremde yapılacak delil tespiti ile özellikle bina veya yapıda projeye
veya imara aykırı işlem yapılması, kolon kesme, taşıyıcı duvarların
kaldırılması, kat ilavesi, balkonlara ilave yük yüklenmesi, proje imar
durumuna aykırı olan binalara izin verilmesi, yıkılması gereken binaların
yıkılmaması gibi hususların olup olmadığı tespit edilmelidir.
B.HUKUK MAHKEMESİNDE DAVA AÇILMASI
38
belediye, yapı denetim kuruluşları, şantiye şefi, proje sorumlularıdır.
Müteahhittin ağır kusur veya hile ile ayıbı gizlenmesi ve bunun sonucu
depremde binasında hasar oluşan hak sahipleri, süre ile bağlı olmaksızın
müteahhitten zararlarının tazminini isteyebilir. Müteahhittin hayatta olmaması
durumunda ise mirasçılarına karşı bu talebini öne sürebilir. Yargıtay verdiği
bir kararda12 “…Dava, davacının, davalının müteahhitliğini yapmış olduğu
ve 29.05.2019 tarihinde dava dışı kişiden satın almış olduğu taşınmazdaki
ayıba ilişkin tazminat istemidir. (…) ayrıca dosya içerisinde mevcut bulunan
Marmara Ereğlisi Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2017/51 değişik iş sayılı
dosyasında alınan tespit raporunun incelenmesinde binanın 25 yıllık bir
yapı olduğu B Tipi mimari uygulama projesinin 02/04/1991 tarihinde tasdik
edildiği anlaşılmış olup (…) Dava konusu taşınmazın davacıya satışı 6502
Sayılı Kanun yürürlüğe girdikten sonradır. Aynı kanunun 10. maddesinde
ise herhangi bir ihbar yükümlülüğü bulunmamaktadır. Yine aynı Kanunun 12.
maddesinde ise zamanaşımına ilişkin olarak “Kanunlarda veya taraflar
arasındaki sözleşmede daha uzun bir süre belirlenmediği takdirde, ayıplı
maldan sorumluluk, ayıp daha sonra ortaya çıkmış olsa bile, malın tüketiciye
teslim tarihinden itibaren iki yıllık zamanaşımına tabidir. Bu süre konut veya
tatil amaçlı taşınmaz mallarda taşınmazın teslim tarihinden itibaren beş yıldır.
(2) Bu Kanunun 10. maddesinin üçüncü fıkrası saklı olmak üzere ikinci el
satışlarda satıcının ayıplı maldan sorumluluğu bir yıldan, konut veya tatil
amaçlı taşınmaz mallarda ise üç yıldan az olamaz.(3) Ayıp, ağır kusur ya da
hile ile gizlenmişse zamanaşımı hükümleri uygulanmaz.” düzenlemesi yer
almaktadır. Anılan düzenlemeler göz önünde bulundurulduğunda eldeki dava
için zamanaşımı süresi dolmamış olup işin esasına girilerek sonucuna uygun
bir karar verilmesi gerekir. O halde, Bölge Adliye Mahkemesince bozma
nedeni yapılan bu hususlar gözetilmeden davacının istinaf başvurusunun
reddi ile yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle
davacının temyiz itirazlarının kabulüyle Bölge Adliye Mahkemesi’nin
kararının bozulmasına karar vermek gerekmiştir.” demek suretiyle bu hususa
vurgu yapmıştır.
3. Davalarda Talep Edilecek Hususlar
40
Özel durumlar dışında manevi tazminatın kaynağı MK.’nun 24, BK.’nun
49 ve 47, TCK. 38. maddeleridir. Davacının isteği özel hükümlere girmediği
gibi, bu maddelerde yazılan nedenler de gerçekleşmiş değildir.
Mahkemece belirtilen yön gözetilmeksizin davalıların manevi
tazminatla sorumlu tutulmaları bozmayı gerektirmiştir.”
Bununla birlikte Yargıtay depremde manevi değeri olan eşyaların zarar
görmesi neden ile manevi tazminat verilebileceğini kararlarında
belirtmektedir.
5. Deprem Nedeniyle Verilecek Tazminatlarda İndirim Yapılması
42
eylem aynı zamanda suç teşkil etmesi nedeniyle daha uzun olan ceza
zamanaşımı süreleri esas alınacaktır.
Öte yandan müteahhit ile sözleşme ilişkisi içerisinde bulunan hak
sahiplerinin müteahhide karşı açacakları davalarda eser sözleşmesine ilişkin
hükümler uygulanacaktır. Diğer bir ifade ile; arsa sahibi olarak bir yüklenici
ile yaptığı eser sözleşmesi kapsamında bina yaptırılmış ise burada eser
sözleşmesine ilişkin hükümler uygulanacaktır. Türk Borçlar Kanunu’nun eser
sözleşmesini düzenleyen 470 ve devamı maddelerinde iş sahibinden alınan
gayrimenkulden kaynaklı olarak oluşan zararın giderim usul ve esasları
düzenlenmiştir. Buradaki düzenlemeler uyarınca yüklenici, üstlendiği edimleri
iş sahibinin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle ifa etmek
zorundadır. Yüklenicinin özen borcundan doğan sorumluluğunun
belirlenmesinde, benzer alandaki işleri üstlenen basiretli bir yüklenicinin
göstermesi gereken meslekî ve teknik kurallara uygun davranışı esas alınır.
Kanun’un “Zamanaşımı” kenar başlıklı 478. maddesi uyarınca yüklenici ayıplı
bir eser meydana getirmişse, bu sebeple açılacak davalar, teslim tarihinden
başlayarak, taşınmaz yapılar dışındaki eserlerde iki yılın; taşınmaz yapılarda
ise beş yılın ve yüklenicinin ağır kusuru varsa, ayıplı eserin niteliğine
bakılmaksızın yirmi yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar.
Dolayısıyla müteahhide yaptırılan binalarda gerek yapılan hasar
tespitlerinde elde edilen bulgular ve gerekse harici yaptırılan bilirkişi
incelemelerinde veyahut delil tespitlerinde binanın yapımında özen
yükümlülüğüne aykırı davranıldığının ve yüklenicinin ağır kusurunun
bulunması halinde ilgililer bu kişilere karşı 20 yıllık zamanaşımı süresi
içerisinde tazminat davası açabilirler. Ancak yüklenicinin eylemi aynı
zamanda haksız fiil niteliğinde olduğundan, haksız fiile ilişkin zamanaşımı
hükümlerinin de uygulanmasını talep edebilir. Zira 6098 sayılı TBK’nın
“Sebeplerin yarışması” başlıklı 60. maddesi uyarınca bir kişinin sorumluluğu,
birden çok sebebe dayandırılabiliyorsa hâkim, zarar gören aksini istemiş
olmadıkça veya kanunda aksi öngörülmedikçe, zarar görene en iyi giderim
imkânı sağlayan sorumluluk sebebine göre karar verir. Dolayısıyla
zamanaşımı konusunda zarar gören bakımından hangisi lehe ise ona göre
talepte bulunabilir.
C.İDARİ YARGIYA BAŞVURU YAPILMASI
43
İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Doğrudan doğruya tam yargı davası
açılması” kenar başlıklı 13. maddesinde “İdari eylemlerden hakları ihlal
edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine
veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem
tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine
getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi
halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek
hakkında otuz gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten
itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir” hükmü bulunmaktadır.
Bu bağlamda Danıştay İçtihatları Birleştirme Kararına 16 göre, zarar
görenin idareye başvurup “ön karar” alması gerekmektedir. Aksine davranış,
yani davacının idareye başvurmadan doğrudan dava açması “idarî merci
tecavüzü” sayılmalı, davanın her safhasında dava dilekçesinin ilgili merciye
tevdiine karar verilmelidir
2. İdarenin Eylemlerinden Dolayı Tam Yargı Davası Açılması
44
bağlı, Kilis ili ise Gaziantep idare mahkemesine bağlıdır. Bu itibarla anılan bu
mahkemelerde dava açılması gerekmektedir 17.
İdari yargıda açılacak davalarda ispat önemli bir konudur. İdari yargıda
re’sen araştırma ilkesi geçerli olduğundan, hâkim tarafların iddialarını ispat
araçları ile yetinmek zorunda olmamakla birlikte, tanık dinleme gibi
olanaklara sahip olunmadığından konuyla ilgili yazılı delillerden yararlanması
mümkündür. Bunun yanında deprem sonrası düzenlenen hasar tespit
raporları, burada verilen kamu hizmetlerinin durumuna ilişkin tutulan
tutanaklar, kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşları ve diğer meslek
örgütlerinin hazırladığı somut bilgi içeren raporlar, ceza soruşturmalarda
alınan ifadeler, yapılan keşifler, varsa fotoğraf ve kamera kayıtları gibi
delillerin idari yargılamada kullanılması mümkündür.
Diğer taraftan 3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Yıkılacak derecede
tehlikeli yapılar” kenar başlıklı 39. maddesi uyarınca genel güvenlik ve asayiş
bakımından tehlike arz ettiği valilikçe tespit edilen metruk yapılar ile bir kısmı
veya tamamının yıkılacak derecede tehlikeli olduğu belediye veya valilik
tarafından tespit edilen yapıların sahiplerinin adrese dayalı nüfus kayıt
sistemindeki adreslerine tehlike derecesine göre bunun izalesi için belediye
veya valilikçe üç gün içinde tebligat yapılır. Yapı sahibine bu şekilde tebligat
yapılamaması hâlinde bu durum tebligat yapan idarenin internet sayfasında
30 gün süre ile ilan edilir ve tebligat varakası tebliğ yerine kaim olmak üzere
tehlikeli yapıya asılır ve keyfiyet muhtarla birlikte bir zabıtla tespit edilir. Malik
dışında binada ikamet amacıyla oturanlara da ayrıca tahliye için tebligat
yapılır. Tebligatı veya ilanı müteakip 30 günü geçmemek üzere ilgili idarece
belirlenen süre içinde yapı sahibi tarafından tehlikeli durumun ortadan
kaldırılmaması hâlinde, tehlikenin giderilmesi veya yıkım işleri belediye veya
valilikçe yapılır ve masrafı %20 fazlası ile yapı sahibinden tahsil edilir.
Alakalının yoksul olduğu belge ile sabit olursa masraf, belediye veya valilik
bütçesinden karşılanır. Tehlike durumu o yapı ve civarının boşaltılmasını icap
ettiriyorsa mahkeme kararına lüzum kalmaksızın zabıta marifetiyle derhal
tahliye ettirilir.
Görüldüğü üzere Kanunun 39. maddesi gereğince yıkılacak derecede
tehlikeli yapılar hakkında gereken önlemlerin belediye ve valilikçe yerine
getirilmesi gerekmektedir. Belediye ve valiliklerin gerekli önlemleri almaması
ve denetimleri yapmamasından kaynaklı olarak bu şekilde tehlikeli yapılarda
Deprem, doğal bir afet olmakla birlikte başta devlet olmak üzere
bireylerin de depremin yıkıcı etkileri azaltan önlemleri almaları
gerekmektedir. Türkiye’de depremlerin yıkıcı etkilerinin fazla olmasının temel
sebebi; binaların deprem gerçeğine aykırı olarak inşa edilmesi ve bu noktada
yol gösteren temel mevzuat hükümlerine aykırı ve depreme dayanaksız
yapılaşmadan kaynaklanmaktadır. Neticesi itibariyle ölüm ve yaralanmaların
meydana geldiği depremlerde bu şekilde ağır sonuçların ortaya çıkmasında
ihmal ve kusuru olan kamu görevlileri ve özel kişiler hukuken sorumlu
olacakları gibi ceza hukuk bağlamında cezai sorumluluk altındadırlar.
Özellikle hizmet kusuru nedeniyle devletin idari yargıda tazminat sorumluluğu
olduğu gibi bu hizmet kusurunun ortaya çıkmasında sorumlu olan kamu
görevlilerinin de ceza sorumluluğu vardır.
Bu bağlamda deprem sonrasında yıkılan binalara ilişkin yapılacak
soruşturmalarda olası şüpheli kişiler:
➢ Bina sahibi, binayı yaptıran kişi,
➢ Binayı yapan müteahhit,
➢ Bina projelerini çizen mimar ve mühendisler,
➢ Binanın yapılması ve sonrasında kullanılabilmesi için ruhsatı veren
ilgili devlet birimleri ve burada çalışan denetçiler ve bu denetçilerin
başındaki amirleri,
➢ Binada sonradan imar ruhsatına aykırı olarak kolon kesme vb
şeklide değişiklikler yapanlar
Öncelikle sorumluların tespiti bakımından binaların ilgili mevzuatlara
uygun olarak yapılıp yapılmadığını denetleyebilmek için doğal olarak
46
binaların yapıldığı tarihteki imar ve deprem mevzuatları dikkate alınmalıdır.
Bu konularda çok fazla mevzuat değişikliği olduğundan, yürürlükteki mevzuat
net olarak tespit edilmelidir. Depremin yıkıcı etkilerinin artmasında
sorumluluğu bulananların cezai sorumluluğunun tespitinde failin hangi
manevi unsur türü ile hareket ettiğinin kesin olarak belirlenebilmesi için somut
olayın tüm şartlarını değerlendirmek gerekir. Deprem sebebiyle binanın
yıkılarak içinde yer alan kişilerin hayatını kaybettiği olaylarda; binanın imar
planına ve imar ile deprem mevzuatına uygun şekilde yapılıp yapılmadığı,
binanın ne zaman inşa edildiği, yapı denetim tutanağında hangi tespitlerin
yapıldığı, binadan geri kalan molozlardan, binanın inşa edildiği zaman
uygulanan deprem ve yapı mevzuatına uygun olup olmadığının incelenmesi,
binanın yaşı, daha önce deprem görüp görmediği, binanın bulunduğu
bölgede deprem olma sıklığı gibi hususların değerlendirilerek sonuca
varılması gerekmektedir.
1. Deprem Nedeniyle Yaşam Hakkının İhlali ve Devletin
Sorumluluğu
18 Işıl Karakaş, “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Yaşam Hakkı: Mc Cann’dan Kaya
Kararına”, Türkiye’de İnsan Hakları, Ankara: Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi
Enstitüsü İnsan Hakları Araştırma ve Derleme Merkezi Yayını, 2000, s.202-203; Hasan
Bakırcı, “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne Üye Devletlerin Sözleşme’den Kaynaklanan
Pozitif Yükümlülükleri”, 50. Yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Türkiye,
Uluslararası Sempozyum, Ahmet Taşkın (Ed.), Ankara: Türkiye Adalet Akademisi
Yayınları, 2009, s.34.
47
(AİHS) 2. maddesi, devletin yalnızca kasten ve hukuka aykırı olarak
öldürmekten kaçınma şeklindeki negatif yükümlülüğünü öngörmemektedir.
Aynı zamanda, egemenlik alanı içinde bulunan kişilerin yaşamlarını korumak
için gerekli tüm tedbirleri almasını öngören pozitif yükümlülüğü de
emretmektedir.19 Bu bağlamda, devletlerin yaşama hakkının etkin bir şekilde
korunmasını sağlamaya yönelik hukuki, idari veya yargısal tedbirler alması,
bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır. 20
Bu yükümlülük, bir kişi herhangi bir nedenle (zor kullanma ya da başka
bir olay neticesinde) öldüğünde etkin resmi bir soruşturma yapılmasını da
içermektedir.21 Biraz daha açmak gerekirse, etkin soruşturma yapma
yükümlülüğü, yalnızca kamu görevlileri tarafından gerçekleştirilen ölümler
açısından değil; aynı zamanda, her türlü hukuka aykırı ya da şüpheli (doğal
olmayan) ölümler açısından da geçerlidir. Devlet, bir olayda öldürmeme ya
da yaşamı koruma yükümlülüklerini ihlal etmemiş olsa bile; ölümün sebebini,
şeklini ve sorumlularını ortaya çıkarmaya elverişli etkin bir soruşturma
yapmakla mükelleftir.22
Devletlerin, yaşamı koruma yükümlülüğü, yaşamı tehdit eden doğal
afetler, salgın hastalıklar vb. çevresel risklerle ilgili olaylar gerçekleştiğinde
19 Örneğin bkz. L.C.B.-Birleşik Krallık Kararı, no.23413/94, 9 Haziran 1998, p.36; Osman-
Birleşik Krallık Kararı, [BD], no.23452/94, 28 Ekim 1998, p.115; Calvelli ve Ciglio-İtalya
Kararı, [BD], no.32967/96, 17 Ocak 2002, p.48; Kontrova-Slovakya Kararı, no.7510/04,
31 Mayıs 2007, p.49; Giuliani ve Gaggio-İtalya Kararı, [BD], no.23458/02, 24 Mart 2011,
p.208.
20 Françoise Tulkens, “Genel Olarak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Uygulaması”, 50.
Yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Türkiye, Uluslararası Sempozyum, Ahmet
Taşkın (Ed.), Ankara: Türkiye Adalet Akademisi Yayınları, 2009, s.12; B. G. Ramcharan,
“The Concept and Dimensions of the Right to Life”, The Right to Life in International
Law, B. G. Ramcharan (Ed.), The Netherlands: Martinus Nijhoff Publishers, 1985, s.17.
21 Philip Leach, Taking a Case to the European Court of Human Rights, 3rd Edition, New
York: Oxford University Press, 2011, s.184.
22 Osman Doğru ve Atilla Nalbant, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi-Açıklamalı ve
Önemli Kararlar, Yüksek Yargı Kurumlarının Avrupa Standartları Bakımından Rollerinin
Güçlendirilmesi Ortak Projesi, Cilt.1, Ankara: Şen Matbaa, 2012, s.21; Karen Reid, A
Practitioner's Guide to The European Convention on Human Rights, 4th Edition,
London: Sweet & Maxwell, 2012, s.772; Lech Garlicki, “The Right to Life under the
European Convention on Human Rights”, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ve Adli
Yargı Sempozyumu, Ankara: Türkiye Barolar Birliği Yayınları, 2004, s.97; Durmuş
Tezcan, Mustafa Ruhan Erdem, Oğuz Sancakdar ve Rifat Murat Önok, İnsan Hakları El
Kitabı, 4.Baskı, Ankara: Seçkin Yayıncılık, 2011, s.125; Javaid Rehman, International
Human Rights Law, London: Pearson, 2010, s.188; David Harris, Michael O’Boyle ve
Colin Warbrick, Law of the European Convention on Human Rights, 2nd Edition, New
York: Oxford University Press, 2009, s.48; Elisabet Fura, “Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi Uygulamasında Aile İçi Şiddet”, 50. Yılında Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi ve Türkiye, Uluslararası Sempozyum, Ahmet Taşkın (Ed.), Ankara: Türkiye
Adalet Akademisi Yayınları, 2009, s.73.
48
de söz konusudur.23 Ayrıca, somut olayın şartlarına göre, yaşama karşı
muhtemel riskler hakkında bilgilendirme yapılıp yapılmadığı da gündeme
gelebilir.24
2. Deprem Özelinde Devletin Yükümlülükleri
26 Yasemin Özdek, Avrupa İnsan Hakları Hukuku ve Türkiye, Ankara: Türkiye ve Orta
Doğu Amme İdaresi Enstitüsü Yayınları, 2004, s.156.
27 Budayeva ve Diğerleri-Rusya Kararı, no.15339/02, 11673/02, 15343/02, 20058/02 ve
21166/02, 20 Mart 2008, p.147-160.
28 Philip Leach, Taking a Case to the European Court of Human Rights, 3rd Edition, New
York: Oxford University Press, 2011, s.184.
50
hakkını koruyan hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak
ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda, bunların
sorumlulukları altında meydana gelen ölümler için hesap vermelerini
sağlamaktır.29
Devletin etkin soruşturma yükümlülüğü deprem gibi ağır sonuçlar
doğuran doğal afetlerin etkilerinin artmasına sebep olan kişi ve kurumların
tespiti noktasında çok önemlidir. Bu soruşturmalar, hızlı ve özenli şekilde
yürütülmeli; ayrıca ölümlere yol açan olayların meydana geldiği koşulları
(binaların neden yıkıldığı) ve ilgili düzenlemelerin uygulanmasındaki
eksiklikleri belirleyecek ve bunların meydana gelmesinde rolü bulunan devlet
görevlilerinin ya da organlarının tespitini sağlayacak nitelikte olmalıdır. 30
Buradaki yükümlülük, depremlerde çöken binaların müteahhitleri ile
bunların inşasında doğrudan görev alan kişiler haricinde bu binaların izin,
denetim ve kontrolünde kasıt veya kusurları bulunan bütün kamu görevlileri
hakkında da etkin bir soruşturma ve kovuşturma yapılmasını gerekli
kılmaktadır.31
AİHM, somut olayın koşullarında, faillerin ceza almamalarını, ya da çok
az ceza almalarını, aldıkları cezaların erteleme, paraya çevirme vb. yollarla
etkisinin azaltılmasını, bir “cezasızlık (impunity) sorunu” olarak görmekte ve
bu tür başvurularda, yaptırımın caydırıcı olmadığı gerekçesiyle ihlal kararları
verebilmektedir. AİHM’e göre ulusal mahkemeler, hiçbir koşulda, yaşamı
tehlikeye atan suçların cezasız kalmasına imkân verecek bir tutumda
olmamalıdırlar.32 AİHM, içtihatlarıyla, devletin usul yükümlülüğünü,
soruşturma ve yargılama aşamasının ötesine taşımış ve cezalandırma
aşamasını da içerecek şekilde genişletmiştir. 33 Bu bağlamda, kişilere hukuki
ya da cezai koruma sağlanması, hesap verilebilirlik açısından önemli bir
sorun doğuracaktır.
53
birlikte, ihmal suretiyle meydana gelen ölüm olaylarında Devlet görevlilerinin
ya da kurumlarının bu konuda muhakeme hatasını veya dikkatsizliği aşan bir
ihmali olduğu, yani olası sonuçların farkında olmalarına rağmen söz konusu
makamların kendilerine verilen yetkileri göz ardı ederek tehlikeli bir faaliyet
nedeniyle oluşan riskleri bertaraf etmek için gerekli ve yeterli önlemleri
almadığı durumlarda, bireyler kendi inisiyatifleriyle ne gibi hukuk yollarına
başvurmuş olursa olsun, insanların hayatının tehlikeye girmesine neden olan
kişiler aleyhine hiçbir suçlamada bulunulmaması ya da bu kişilerin
yargılanmaması 17. maddenin ihlaline neden olabilir”.
AYM, tehlikeli faaliyetler nedeniyle ortaya çıkan olaylara yönelik
devletin kapsamlı ve etkin bir ceza soruşturması yürütmesi yükümlülüğüne
ilişkin ilkelerin afet olayları nedeniyle yapılan başvurulara da
uygulanabileceğini belirtmiştir. Bu çerçevede, önleyici tedbirlerin alınmaması
sonucu meydana gelen can kayıplarından devletin sorumluluğunu gerektiren
durumlarda, Anayasa’nın 17. maddesi gereğince oluşturulması gereken
“etkili bir yargısal sistem”in kapsamında, etkinliğe dair belirlenmiş asgari
standartları karşılayan ve soruşturmanın bulguları çerçevesinde adli
cezaların uygulanmasını sağlayan bağımsız ve tarafsız bir resmi soruşturma
usulünün bulunması gerekir. Bu gibi davalarda, yetkili makamlar büyük bir
gayretle ve ivedilikle çalışmalı ve ilk olarak olayın meydana geliş koşulları ile
denetim sisteminin işleyişindeki aksaklıkları, ikinci olarak da söz konusu
olaylar zincirinde herhangi bir şekilde rol oynayan devlet görevlileri ya da
makamlarını tespit etmek için resen soruşturma açmalıdır. Bu nedenlerle
AYM, Adalet Bakanlığının yukarıda değinilen itirazını reddederek, etkili ve
caydırıcı bir ceza soruşturması yürütülmediği gerekçesiyle yaşama hakkının
usuli boyutunun ihlal edildiğine karar vermiştir.
Diğer taraftan, birden fazla iç hukuk yolu bulunduğunda, hangisini
tüketeceğine karar verme yetkisinin başvurucuya ait olduğunu söyleyebiliriz.
Başka bir ifadeyle, kendi davasına en uygun hukuk yolunu seçmek,
başvurana düşmektedir. Potansiyel olarak birden fazla etkili hukuk yolu
varsa, başvuranın bunlardan sadece bir tanesini kullanması yeterlidir. 38 Bir
hukuk yolu tüketilmiş ise, esasen aynı amacı taşıyan bir diğer hukuk yolunu
tüketmek gerekli değildir.39
57
depremi karşılayacak kriterlere sahip olup olmadığı gibi hususlar
değerlendirilerek yıkılan binalarda bina sahibi ve müteahhittin sorumluluğuna
ilişkin daha net sonuçlar elde edilebilir.
Bu amaca matuf olmak üzere zarar gören kişiler veya avukatlarının
alanında uzman kişilerden uzman görüşü alarak dosyaya sunmaları
mümkündür.
Diğer taraftan depremin yıkıcı etkilerinin ortaya çıkmasında özel kişiler
kadar devlet kurumlarının, denetim ve gözetim pozisyonunda yer alan
kurumların ve kamu görevlilerinin ihmalleri ciddi rol oynamaktadır. Bu
kişilerin tespiti ve adalet önüne çıkarılabilmesi bakımından bina ruhsatı için
yapılan denetimler ve verilen ruhsatlar ortaya çıkarılarak devletin üzerine
düşen sorumluluğu yapmadığı vurgulanarak bu görevliler hakkında idari
makamlardan soruşturma izni alınması için gerekli başvuruların yapılması ve
bu konuda başta barolar olmak üzere kamuoyunun düzenli olarak
bilgilendirilmesi gerekmektedir.
Bunlardan başka, sorumluların cezalandırılması ve kamuoyun düzenli
bilgilendirilmesini sağlamak adına baroların önderliğinde dernek veya
deprem zararları takip platformu oluşturulması mümkündür. Bu şekilde
mağdurlar ve avukatların süreci canlı tutmaları sağlanmalıdır. Aksi takdirde
yaşanan sürece ilişkin soruşturmaları; yeterli ve donanımlı personel
olmaması, siyasi baskılar vb. sebeplerle hiçbir görevli hakkında soruşturma
izni verilmemesi ve nihayetinde genel olarak devletin sorumluluğunun hiçbir
şekilde yargı önüne taşınamadığı bir süreç yaşanabilir.
Binalara ilişkin yukarıda anlatılan işlemler bir hukuk çerçevesine
oturtulamadığı taktirde, davalar açıldığında savunma avukatlarının işleri çok
kolay olacaktır. Bina ile ilgili örneklerin mevzuata uygun alınmadığı, alınan
bilirkişi raporlarına itiraz, binalara verilen resmi ruhsatlara dayanarak binanın
mevzuata uygun yapıldığı, deprem sebebi ile müdafileri olan kişilere hiçbir
sorumluluk yüklenemeyeceği iddiası ile savunma yaptıklarında bu
savunmaların aksine şüpheye yer bırakmayacak delilleri ortaya koymak
imkansız hale gelir ve mahkemelerden beraat kararları ortaya çıkabilir. Bu
şekilde özel ve kamu görevlilerin ağır ihmalleri ile meydana gelen ölümlerin;
yaralanmaların ve zararların giderilme imkânı ortadan kaldırılabilir.
58
6. Ceza Soruşturmalarında Delil Toplanmasında Dikkat Edilecek
Hususlar
61
etkenlere, hatta kendi bilgi veya becerisine güvenerek öngörülen sonucun
gerçekleşmeyeceği inancıyla hareket etmektedir.
2. Deprem Nedeniyle Meydana Gelen Zararlarda Durum
62
F. DEPREM NEDENİYLE MEYDANA GELEN ÖLÜMLERDE
SORUMLULUK
63
neticesini “olursa olsun” diyerek kabullendiği açık olduğundan; ilgili kişiler,
olası kastla ölme sebep olmaktan sorumlu olacaktır. Dolayısıyla bu kişiler,
olası kastla insan öldürme suçundan ceza almalıdırlar. Bu suçlarda olası
kastın varlığını kabul etmek modern ceza hukukun bir gereğidir.
Karşılaştırmalı hukukta bu yönde birçok örnek vardır. Hukukumuzda ise
konuya ilişkin olarak Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 01.03.2013 tarih,
2012/11165-2013/4980 sayılı ve 06.04.2017 tarih 2017/172-2017/2866 sayılı
kararlarından yararlanılabilecektir.
Depremde meydana gelen ölümler nedeniyle resen soruşturma
başlatılması gerekmektedir. Ölenin eşi ve çocukları, eğer bunlar yok ise
yakınları, kolluğa veya suçun işlendiği yerin Cumhuriyet savcılığına suçun
soruşturulması için dilekçe vermeleri de mümkündür. Bu noktada özellikle
binanın niteliğinin ortaya konulması ve bina özelinde gerçekleşen ihmallerin
tespiti noktasında (kolon kesilmesi veya ara ara binada meydana gelen
sarsıntılara karşı bir tedbir alınmadığı gibi) önem arz etmektedir.
Bütün bu açıklamalar ışığında; deprem mevzuatına ve bina yapım
tekniklerine aykırı şekilde inşa edilen yapının, bu yapıyı çıkar amacıyla eksik
denetleyen veya hiç denetim yapmayan denetleme firmasının, yaşanan
bölgeye uymayan, deprem fay hattı üzerinde sadece çıkar ve rant uğruna
imar planı hazırlayan belediye karar organlarının, deprem bölgesinde
bulunan şehirde bir depremin gerçekleşmesi durumunda; ölüm neticelerinin
gerçekleşmeyeceğini bilimsel veri ve öngörüden ziyade tesadüfe ve
mucizeye bıraktıklarından; bu kişilerin olası kast nedeniyle sorumlukları
gündeme gelecektir44.
G. ANAYASA MAHKEMESİ VE AİHM NEZDİNDE BİREYSEL
BAŞVURU YOLUNA GİDİLMESİ
45 Örneğin bkz. AYM, Serpil Kerimoğlu ve Diğerleri, No. 2012/752, 17/9/2013; AİHM,
Öneryıldız/Türkiye [BD], No. 48939/99, 30/11/2004; Budayeva ve Diğerleri/Rusya, No.
15339/02, 20/3/2008; M. Özel ve Diğerleri/Türkiye, No. 14350/05, 17/11/2015.
46 Budayeva ve Diğerleri/Rusya, yukarıda anılan, §§ 111 ve 112.
65
IV.BÖLUM:
66
tarafından ilan olunacağı düzenlenmiştir. Kanun’un 3. maddesinde ise ilan
edilen afet bölgelerinde yeniden yapılacak, değiştirilecek, büyütülecek veya
esaslı tamir görecek resmi ve özel bütün yapıların tabi olacağı teknik şartların
hazırlanacak bir yönetmelikle tespit olunacağı ve belediye hudutları ve varsa
mücavir sahalar dahilinde ilgili belediyelerin, bunun dışında kalan yerlerde
valilerin ve kaymakamların bu yönetmelik esaslarının uygulanmasını
sağlamakla yükümlü olduğu yönünde hükümlere yer verilmiştir.
3194 sayılı İmar Kanunu’nun 3. maddesinde; herhangi bir sahanın, her
ölçekteki plan esaslarına, bulunduğu bölgenin şartlarına ve yönetmelik
hükümlerine aykırı maksatlar için kullanılamayacağı ve 9. maddesinde;
Bakanlığın imar planı yapma ve onaylama yetkisi düzenlenmiş ve bunlardan
birinin de gerekli görülen hallerde, umumi hayata müessir afetler dolayısıyla
yapılması gereken planlar olduğu belirtilmiştir. Kanun’un 21. maddesinde;
istisnalar dışında yapı ruhsatiyesi alınmasının mecburi olduğu
öngörülmektedir. Ayrıca 28. maddesinde; fenni mesullerin ve yapı
müteahhitliğinin görev ve sorumlulukları; 30. maddesinde; yapı kullanma izin
belgesi alınması zorunluluğu ve sorumlulukların neler olduğu; 32.
maddesinde; ruhsatsız veya ruhsata aykırı yapıların belediye veya valilikçe
durum tespiti yapılarak mühürlenip yıktırılabileceği yönünde düzenlemelere
yer verilmiştir.
Yukarıda belirtilen düzenlemeler, genel olarak bir alanın, imar ve
istikamet planı esaslarına, bulunduğu bölgenin şartlarına ve talimatnamelerin
hükümlerine aykırı maksatla kullanılamamasını, bu maksada aykırı
yapılmamasını gerektirmektedir. Yapılacak yapılara yönelik olarak da
bakanlık, belediye, mal sahibi (yapıyı yapan ile yaptıran), yapının proje ve
eklerini tanzim eden ile belediyeye karşı üstlenen fen adamlarına çeşitli görev
ve sorumluluklar yüklemiştir.
Ayrıca yukarıda yasaların verdiği çeşitli görev ve yetkileri nedeniyle
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının,
deprem hassasiyeti olan bölgeye ilişkin yaşam çevrelerinin oluşturulmasını
kaçınılamaz şekilde etkileyecek verilerin başında yer alan deprem afetinden
korunma konusunda hukuki sorumluluk taşıdığı anlaşılmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 125. maddesinde, idarenin kendi
eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu hükme
bağlanmıştır. İdarenin bu sorumluluğu, hukuk devleti olma niteliğinin doğal
sonucudur. İdarenin gerek hizmet kusuru gerekse kusursuz sorumluluk
ilkelerine göre tazmin borcu ile yükümlü olabilmesi için, hukuki sorumluluk
nedenlerinin varlığı yanında tazmin borcunun şartlarının da bulunması
67
gerekmektedir. Tazmin borcunun başlıca şartlarından birisi, idari eylem ya da
işlemden doğan bir zararın bulunması ve bu zararın para ile ölçülebilecek
türden gerçekleşmesi veya gerçekleşeceğinin kesinlikle anlaşılabilecek
nitelikte olmasıdır.
Buna göre, zarar gören ilgilinin zararının varlığını ve gerçekleştiğini ya
da gerçekleşeceğinin kesin olduğunu kanıtlaması durumunda, idarenin kendi
eylem ve işleminden doğan bu zararı karşılaması gerekmektedir. Ancak
ortada tazmini gereken bir zararın bulunmaması, zararın zarar gören kişinin
veya üçüncü kişinin eyleminden doğması, zararın mücbir sebeplerden
kaynaklanması, zararla idari faaliyet arasında nedensellik bağının
kurulamaması, idare hukukuna özgü tazmin nedenlerinin bulunmaması
durumlarında idarenin tazmin yükümlülüğünden söz edilemez.
Burada bahsedilen mücbir sebep, sezilemeyen ve karşı konulamayan
bir olayı ifade eder. Bu sebep, zararı idareye yüklenebilir olmaktan çıkaran
ve zararla idari faaliyet arasındaki illiyet bağını kesen dış bir etken olarak
doğal, toplumsal veya hukuki bir olaydan kaynaklanabilir. Sezilememezlik,
karşı konulamamazlık, kusursuzluk ve gerçeklik halleri mücbir sebebin ayırt
edici öğelerini oluşturmaktadır. Deprem kuşağında yer alan bir bölgede,
deprem gerçeğinin bir veri kabul edilmesi suretiyle yerleşim i alanlarının
belirlenmesi, bu alanlardaki yapılaşmaya ilişkin kararların buna göre
alınması, uygulanması ve denetlenmesi gerekmektedir. İdarenin bu
yükümlülüklerini yerine getirmemesine rağmen depremin mücbir sebep
olarak değerlendirilerek zararla illiyet bağını kestiği kabul edilemez.
Bilindiği gibi Türkiye, jeolojik ve topografik yapısı nedeniyle büyük can
ve mal kayıplarına yol açan deprem felaketleriyle sık sık karşılaşan ülkelerin
başında gelmektedir. Afetlerin önlenmesi ve zararların azaltılması amacıyla
alınması gereken tedbirleri araştırmak, bu konudaki temel hedef ve
politikaları belirlemek, ülke içindeki bilimsel, teknik ve idari çalışmaları
koordine etmek, ortak sonuçları tüzük, yönetmelik, talimat ve eğitim yoluyla
uygulamaya aktarmak ve denetlemek, afet zararlarının azaltılması amacıyla
ulusal ve uluslararası işbirliği, proje ve programları oluşturmak, elde edilen
sonuçları uygulamaya aktarmak, afete uğramış ve uğrayabilecek bölgeler ile
yapı veya ikamet için yasaklanmış afet bölgelerini tespit ve ilan etmek, afet
bölgelerinde yapılacak yapılarla ilgili kuralları, yapı tekniklerini ve
projelendirme esaslarını tespit etmek, depremleri ve etkilerini incelemek, elde
edilen sonuçlara göre deprem katalogları ve ülkenin deprem haritalarını
hazırlamak ve geliştirmek ve depremlerden dolayı hasar görmüş yapıların
68
takviye ve onarım yöntemleriyle ilgili çalışmalar yapmak devletin görev, yetki
ve sorumlulukları arasında bulunmaktadır.
Yukarıda değinilen mevzuat hükümleri çerçevesinde sorumluluğu olan
kuruluşlar arasında öncelikle Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, AFAD ve ilgili
yapının içinde yer aldığı belediyenin bulunduğu anlaşılmaktadır.
2. İdarenin Sorumluluğunun Kapsamı
69
münhasıran depremden kaynaklanmışsa idarenin sorumluluğundan söz
etmeye hukuken olanak bulunmamaktadır. Bununla birlikte zararın zorlayıcı
sebep dışında idare tarafından ağırlaştırıldığının yargı yerince saptanması
durumunda; zararın ağırlaşan, artan kısmı bakımından kusuru göz önünde
tutularak idarenin tazminle sorumlu tutulması gerekmektedir. Örneğin,
deprem bölgesi olarak saptanan bir alanda deprem mevzuatına uygun
yapılaşma koşullarına aykırı olarak inşaat ruhsatı verilmesi, fay hattı
üzerindeki alanların yapılaşmaya açılması gibi durumlarda; deprem sonucu
bir bölgede oluşan zarardan ilgili idarelerin kusurları oranında sorumlu
tutulacağı tabiidir. Ancak, deprem sonucu bir bölgedeki binalarda oluşan tüm
zararların idarenin tazmin sorumluluğu altında bulunduğundan söz
edilemeyeceği de kuşkusuzdur. Zarar görenin eyleminin zararın doğmasında
başlıca etken olduğu hallerde idarenin sorumluluktan kurtulacağı açıktır 47.
Öte yandan idare hukukunda, idarenin kusurlu sorumluluk ve kusursuz
sorumluluk olmak üzere iki sorumluluk hali vardır. Kusurlu sorumluluk,
‘hizmet kusuru’ kavramına dayanmaktadır. Hizmet kusuru “idarenin
kuruluşunda, düzenlenmesinde ve işleyişinde ortaya çıkan bir ‘bozukluk’,
‘aksaklık’ veya ‘boşluk” olarak ifade edilmektedir. Hukukumuzda hizmetin “hiç
işlememesi”, “geç işlemesi” veya “kötü işlemesi” hizmet kusuru olarak
değerlendirilmekte olup, idarenin ortaya çıkan zararı tazmin etmesi
gerekmektedir.
7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak
Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun’da belirtildiği üzere belediye,
mülki idare amirleri ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na afet bölgelerindeki
yapıları denetleme görev ve yetkisi verilmiştir. Bu makamlar, sorumlu
oldukları alanlarda yapıların mevzuata uygun olarak yapılıp yapılmadığını
denetlemekle yükümlüdürler. Deprem nedeniyle zarara uğrayan kişi, binanın
mevzuata aykırı yapıldığını ispatladığı takdirde, idarenin oluşan zararı tazmin
etmesi gerekecektir.
Diğer taraftan idarenin kusursuz sorumluluğu; idarenin kusuru
bulunmasa dahi, oluşan zarar ile idarenin faaliyeti arasında nedensellik
bağının bulunması hâlinde gündeme gelen sorumluluk hâlidir. Diğer bir ifade
ile idarenin, kusuru olmasa dahi oluşan zarardan sorumlu tutulmasıdır.
Zarar ile idari davranış arasında illiyet bağının kesildiği veya zayıfladığı
durumlarda idarenin sorumluluğu ya ortadan kalkar ya da azalır. İdarenin
70
sorumluluğunu ortadan kaldıran ya da azaltan hâller şunlardır: mücbir sebep,
beklenmeyen hâller, zarara uğrayan kişinin davranışı, üçüncü kişinin
davranışı.
Ülkemizin büyük bir kısmı deprem bölgesinde bulunduğundan,
depremin önlenmesi mümkün olmasa bile; nerelerde deprem olabileceği
öngörülerek idarece gerekli önlemler alınıp zararın asgariye indirilmesi
sağlanabilir. Aksi durumda idarenin hizmet kusuru nedeniyle sorumluluğuna
gidilebilecektir.
Danıştay 11. D., 20.06.2007 tarih, 2005/1353 E., 2007/6248 K. sayılı
kararında: “Bir idari işlem veya bir idari sözleşmenin uygulanması durumunda
olmayan, idarenin her türlü faaliyetlerinden veya hareketsiz kalmasından,
araçlarının kullanımından, taşınır ve taşınmaz mallarının veya tesislerinin
yönetiminden dolayı oluşan zararları idari eylem sonucu oluşan zarar ve
buna yol açan eylemi de sonuç olarak idari eylem kavramı içerisinde
düşünmek gerekmektedir. Deprem nedeniyle oluştuğu ileri sürülen zararların
tazmini istemiyle açılan bu davada, yapının üzerinde bulunduğu zeminin
özelliği, zemin durumuna göre depreme dayanıklılığının kontrolü, yapı
kullanma izni bulunup bulunmadığı, imar planları ve inşaat ruhsatlarının
hangi idarelerce yapıldığı ve verildiği, yapıların imar açısından denetlenmesi,
afete uğramış ve uğrayabilecek bölgeler ile yapı ve ikamet için yasaklanmış
afet bölgelerinin tespit ve ilan edilip edilmediği, afet bölgelerinde yapılacak
yapılarla ilgili kuralları, yapı tekniklerini, projelendirme esaslarını, ülkenin
deprem haritalarını hazırlamak konusunda idarelerin üzerlerine düşen görev
ve yetkileri yerine getirip getirmediği, denetim ve kontrol görevlerini yapıp
yapmadığı hususları ayrı ayrı irdelenmeli ve idarece gerekli önlemlerin alınıp
alınmadığı belirlenmeli ve bunun sonucuna göre; idarenin belli bir hareket
tarzı izleyip izlemediği veya hareketsiz kalıp kalmadığı ortaya konulmalıdır.
Olaya bu açıdan bakınca yukarıda yapılan belirleme sonucu olayda idarelerin
hareketsizliği söz konusu olmakla öğretide de kabul edildiği gibi idarenin bu
hareketsizliğinin ‘olumsuz eylem’ olarak kabulü gerekmektedir. Mücbir
sebep, sezilemeyen ve karşı konulamayan bir olayı ifade eder. Bu sebep,
zararı idareye yüklenebilir olmaktan çıkaran ve zararla idari faaliyet
arasındaki illiyet bağını kesen dış bir etken olarak doğal, toplumsal veya
hukuki bir olaydan kaynaklanabilir. Sezilemezlik, karşı konulamazlık,
kusursuzluk ve gerçeklik halleri mücbir sebebin ayırt edici öğelerini
oluşturmaktadır. Deprem kuşağında yer alan bölgede, deprem gerçeğinin bir
veri alınması suretiyle yerleşmelerle ilgili alanların belirlenmesi, bu
alanlardaki yapılaşmaya ilişkin kararların alınması, uygulanması ve
71
denetlenmesiyle ilgili idari faaliyetlerin bütünündeki olumsuzluklardan oluşan
idarenin ‘olumsuz eyleminin’ bulunması durumunda, depremin mücbir sebep
olarak değerlendirilerek zararla illiyet bağını kestiğini kabule olanak
bulunmamaktadır. Bu durumda, Mahkemece uğranıldığı ileri sürülen zararın
oluşumunda idarenin hizmet kusuru bulunup bulunmadığının
değerlendirilmesi sonucu bir karar verilmesi gerekirken depreminin mücbir
sebep kabul edilerek zararla idari faaliyet arasındaki nedensellik bağının
ortadan kalktığı gerekçesiyle davanın reddi yolundaki kararda isabet
görülmemiştir.” şeklinde bir hüküm tesis etmiştir.
Görüldüğü üzere Danıştay bu kararında, deprem kuşağında yer alan
bir bölgede yürütülen faaliyetlerde idarenin depreme karşı hazırlıklı olması
gerektiğini ve idarenin bu konuda gerekli çalışmaları, araştırmaları,
kontrolleri, denetlemeleri yapmadığı takdirde mücbir sebebe dayanarak
sorumluluktan kurtulamayacağını açıkça vurgulamıştır.
Öte yandan devletin idaresini sağlamakla yükümlü olduğu afet ve kriz
durumlarında haberleşmeyi sağlamak ve sistemleri ayakta tutmak gibi bir
görevi de vardır. Haberleşme sistemleri, deprem ve benzeri doğal afet
durumlarında en azından temel ihtiyaçları karşılayacak şekilde kurulmalıdır.
Ancak 6 Şubat 2023 tarihindeki ve devamındaki depremlerde, hükümet
haberleşme hizmetini arttırmak yerine sosyal medyayı kontrol için bant
daraltılması yoluna gitmiştir. Sosyal medyadan yardım isteyerek yer
bulunması ve hayat kurtarılması mümkünken devlet eliyle bu imkân
depremzede ve yakınları ile arama kurtarma ekiplerini elinden alınmıştır.
Devletin bu eylemi nedeniyle ölümler meydana geldiği kaçınılmaz
olduğundan bundan dolayı da devletin sorumluluğu doğacaktır. Aynı durum
hükûmet yetkilerinin deprem bölgesini ziyaret etmesi nedeniyle koruma
ekiplerin jammer kullanmasından kaynaklı iletişimin aksaması durumu
bakımından da geçerlidir.
B.DEPREMDE MÜTEAHHİDİN HUKUKİ VE CEZAİ SORUMLULUĞU
72
müteahhitlerin de meydana gelen zarardan sorumlu tutulmaları
gerekmektedir48.
Meydana gelen depremlerde kural olarak müteahhitler “gerekli özenin
göstermemesinden” ve “ruhsata aykırı şekilde bina inşa etmesinden” doğan
zararlardan sorumludurlar. Müteahhidin cezai ve hukuki bir sorumluluğunun
doğması için binanın mevzuat ve bina yapım tekniklerine göre inşa
edilmemesi gerekmektedir. Bu bağlamda, bina yapımında kullanılan
malzemenin uygun olmaması, statiğin hesaplanmaması, plan ve projenin
uygun olarak çizilmemesi, kolon ve kirişlerin bağlantısında sorun olması,
etriye demirinin eksik kullanılması, beton kalitesinin düşük olması,
yıkanmamış deniz kumu kullanılması, kolonların gereğinden fazla kısa
olması yahut ucuz işçilik gibi sebeplerle gibi eksik veya hatalı olarak
yapılması gerekmektedir. Görüldüğü üzere sorumluluk için müteahhidin bir
kusuru olmalıdır. Her şeyi mevzuat ve bina yapım tekniklerine uygun olarak
yapması hâlinde yine de deprem bir yıkıma neden olursa illiyet bağının
kesilmesi sebebiyle, müteahhide bir sorumluluk yüklenemeyecektir.
Müteahhitlerin hukuki sorumluluğu ve cezai sorumluluğu birbirinden
farklıdır. Özellikle hukuki sorumluluk için öngörülen zamanaşımı süresi, cezai
sorumluluk açısından geçerli değildir. Müteahhit tarafından yapılan binanın
yıkılması hâlinde zamanaşımı, bu yapının tamamlanıp yapı kullanma izninin
alındığı tarihten değil; yıkılma tarihinden itibaren başlayacaktır. Zira, neticesi
hareketten ayrılabilen suçlarda zamanaşımı fiilin değil, neticenin
gerçekleşmesi ile işlemeye başlar. Bu sayede soruşturmalar zamanaşımı
engeline takılmayacaktır.
1. Müteahhidin Hukuki Sorumluluğu
75
her ne kadar gereken özeni göstermiş olsa dahi binada depremin şiddetinden
kaynaklanan hasar meydana gelmişse; bu halde kusurdan söz
edilemeyeceği için müteahhidin sorumluluğu söz konusu olmaz.
Türk Ceza Kanunu’nun “Taksirle öldürme” kenar başlıklı 85. maddesi
uyarınca “(1) Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla
kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Fiil, birden fazla insanın ölümüne ya da bir veya birden fazla kişinin
ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmuş ise,
kişi iki yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
Taksirle yaralama suçu ise aynı kanunun 89. maddesinde
düzenlenmiştir: “(1) Taksirle başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının
ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, üç aydan bir yıla
kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.”
Her ne kadar taksirle yaralama suçu şikâyete tabi olsa da Kanun’un 89.
maddesinin son fıkrası uyarınca bilinçli taksir halinde şikâyet koşulu
aranmaz.
Yukarıda da vurgulandığı üzere cezai sorumluluğun saptanması
sürecinde failin kusurunun bulunup bulunmadığına bakılması gerekmektedir.
Eğer kusur var ise ve bu kusur ile deprem sonucu binanın yıkılması arasında
bir illiyet bağı bulunuyorsa, müteahhidin cezai sorumluluğu oluşur. İlliyet
bağı; ortaya çıkan zarar ile failin davranışı (fiil) arasındaki bağlantı olarak
tanımlanabilir. Arada illiyet bağının bulunmadığı durumlarda müteahhidin
cezai sorumluluğu söz konusu olmayacaktır.
C.DİĞER ÖZEL KİŞİ VE KURUMLARIN HUKUKİ ve CEZAİ
SORUMLULUĞU
1. Genel Olarak
76
denetiminde yer alan tüm kişilerin kusurlarının olması şartıyla; TCK'nın ilgili
maddelerince ceza sorumluluğu bulunmaktadır.
Bu bağlamda binaları inşa eden müteahhitler; yapıların mimari, statik
ve her türlü plan, proje, resim ve hesaplarının hazırlanmasını ve bunların
uygulanmasıyla ilgili fenni mesulleri, uzmanlık konularına ve ilgili kanunlarına
göre sorumlulukları bulunan her türlü teknik görevliler ile inşaat aşamasından
itibaren görev yapan her türlü yapı denetim görevlileri ve ilgili kişiler; binalara
yapı kullanma izin belgesi veren, oturma izni veren görevli ve yetkililer; onlara
bu yönde emir ve talimat veren yetkililer; denetim görevini yerine getirmeyen
ilgili belediye, bakanlık yetkilileri ile depremin gerçekleşmesinin ardından
arama ve kurtarma çalışmalarının geç, eksik ya da hatalı başlaması
neticesinde kayıpların artmasına sebep olan sorumlular hakkında ceza
soruşturması açılması gerekmektedir.
Depremde zarara neden olan yapının projelerinin mevzuata, fennin
gereklerine uygun olmadığının, inşaat malzemesi kalitesinin standartlara
uygun olmadığının, yapımda işçilik hataları olduğunun, yapıların inşaat
ruhsatının ve projelerinin bulunmadığının veyahut mevzuata aykırı
olduğunun, zemin yüzeyinin yapılaşmaya elverişli olmadığının, gerekli
güçlendirmenin yapılmadığının, yapı statiğini zayıflatan mevzuata aykırı
tadilatların yapıldığının veya denetimlerin hiç veya yeteri kadar
yapılmadığının vb. tespiti hâlinde bu kişilerin cezai sorumluluğu söz konusu
olabilecektir. Bu hususların tespiti için öncelikle hasar tespit çalışmalarının
doğru yapılması ve tutanağa geçirilmesi; enkazlar kaldırılmadan önce
binalardan bilirkişi eşliğinde beton, demir, kolon, kiriş numunelerinin
alınması; gerek enkaz gerekse hasarlı binaların mümkünse kolonların demir
yapısını gösterir biçimde fotoğraflanması, videoya alınması; uydudan yapıyı
bulup koordinat adres ve tarih eklenerek fotoğrafların arşivlenmesi bu kişilere
yönelik hukuki ve cezai yollara başvuruda temel delileri teşkil etmektedir.
2. Yapı Malikinin/Arsa Sahibinin Sorumluluğu
77
bakımındaki eksikliklerden” doğan zararları giderme yükümlülüğünden söz
edilmiş ise de malikin yapıdaki eksikliğe sebep olan özensizliği, kusur
derecesini bulmasa dahi, malik yine sorumlu olacaktır. Bu da maliki özen
sorumluğu çerçevesinde hareket etmeye sevk etmektedir. Örneğin deprem
nedeniyle asıl malike ait bir konutta oturan bir kiracı öldüğünde ortaya çıkan
zararlardan da asıl malik sorumlu olacaktır. O halde ortada intifa veya oturma
hakkı söz konusu ise o zaman bu hakkın sahibi, yapım bozukluğundan değil;
bakım eksikliğinden dolayı sorumlu olacaktır.
Özen yükümlülüğünü esas alan bu düzenleme uyarınca yapı malikinin
sorumluluğu için hukuka aykırı bir fiil, zarar ve bina veya yapı eserinin
yapımındaki bozukluk ve bakımındaki eksiklik ile ortaya çıkan zarar arasında
uygun nedensellik bağı gibi unsurlar bulunmalıdır. Ayrıca bir bina veya
yapının eski maliki dönemindeki yapısal bozukluk veya bakım
eksikliklerinden yeni satın alan veya devralan malik sorumlu olmayıp, kendi
mülkiyeti döneminde bakım eksikliklerinden kaynaklı meydana gelen
zarardan sorumludur. Malik, arazinin sahibi ve tapu sicilinde kayıtlı olan
kişidir. Yapı malikinin sorumluluğunda kurtuluş karinesi bulunmamaktadır.
Yapı malikinin sorumluluktan kurtulması yalnızca zararın mücbir sebeple
ortaya çıkmış olması ve nedensellik bağının böylece kesilmiş olması ile
mümkündür. İşbu mücbir sebep kavramının dar yorumlanması uygun
olacaktır. Mücbir sebepte dikkat edilmesi gereken husus, olayın somut
etkisinin öngörülebilir olmaması ve bu sebeple önlenmesinin de mümkün
olmamasıdır.
Ayrıca 6098 sayılı Kanun’un 69/3. maddesine istinaden malikin rücu
hakkı bulunmaktadır. Düzenleme uyarınca bina veya yapı eserinin maliki,
sorumlu tutulduğu ve zararı ödemekle yükümlü olduğu durumlarda,
bozukluğa veya eksikliğe sebebiyet veren kişilere hakkı rücu ederek ödemiş
olduğu tutarları talep edebilmektedir. Ancak burada örneğin binanın
yapımından yüklenici, mimar veya mühendis sorumlu olması ve bina
sahibinin de bu sorumluluk doğuran eylemlerden haberdar olmaması ve katkı
sağlamaması durumunda 6098 sayılı Kanun’un 475 ve 478. maddeleri
gereğince rücu etme hakkına sahiptir. İşbu maddeler üzerinden, özellikle
yapı bozukluğuna çokça sebebiyet veren müteahhide rücu edilmesi
mümkündür.
Diğer taraftan Yargıtay kararlarında, bina ve yapı malikinin
sorumluluğunun, objektif özen yükümlülüğüne aykırılıktan doğan
‘ağırlaştırılmış’ bir kusursuz sorumluluk hali olduğu; zarar ile özen eksikliği
arasında uygun nedensellik bağının sorumluluk için yeterli bulunduğu; özel
78
hukuk sorumluluğu bakımından her zaman kusur unsurlarının bulunmasının
zorunlu olmadığı; bu gibi durumlarda, zararın, hukuka aykırı bir davranıştan
doğması, yani objektif koşulun gerçekleşmesi yeterli olduğu ve ayrıca
sübjektif koşulun, diğer anlatımla kusurun aranmayacağı; nedensellik
bağının mücbir sebep, mağdurun veya üçüncü kişinin ağır kusuru sonucu
kesilmesi durumunda malikin sorumluluğundan söz edilemeyecek ise de,
malikin “ek kusuru” varsa, nedensellik bağının kesilmesinin sorumluluğu
ortadan kaldırmayacağı belirtilmektedir. Öyleyse önemle belirtelim ki;
deprem, önlenemez doğa olayı (mücbir sebep) olmasına karşın, doğrudan
sorumluluğu ortadan kaldıran bir hal değildir. Zira binaların yıkılması,
insanların ölmesi ve yaralanması olayları sırf deprem nedeniyle değil;
binalardaki inşaat hataları, malzeme eksiklikleri, teknik şartlara ve ruhsata
aykırılıklar sonucu gerçekleşmektedir.
Bu bağlamda mülkiyet sahibinin sorumluktan kurtulabilmesinin koşulu
illiyet bağının kesildiğin ispat etmektir. Malik, bina veya yapının zarara
uğramasının sebebinin giriş katındaki diğer malikin kolonları kesmesinden ya
da bilgisi haricinde müteahhidin yapıyı proje ve inşaat yapım tekniğine aykırı
olarak eksik demir ve çimento kullanmasından ya da deniz kumu
kullanmasından kaynaklandığını ispatladığı takdirde sorumluluktan
kurtulacaktır. Görüldüğü üzere burada bina maliki, kusursuz olduğundan
ziyade meydana gelen zarar ile olan illiyet bağını kesen sebebin varlığını
ispat etmektedir.50 Burada zarar üçüncü kişinin ağır kusurundan
kaynaklandığından dolayı illiyet bağı kesilmektedir. Ancak şunun da
bilinmesinde fayda vardır ki, yapım hataları, yüklenicinin, mimarın,
mühendisin kusurlu eylemlerinden kaynaklanmış olsa dahi, bina maliki yine
sorumlu olacak; ancak malik sorumlu kişilere rücu edebilecektir.
Öte yandan binayı inşa eden müteahhit binayı mevzuat ve inşaat
yapım tekniklerine uygun inşa etmemesi nedeniyle sorumlu olduğu gibi
müteahhidin bu şeklide özen yükümlülüğüne aykırı şekilde hareket ettiğini
bilen veya bilebilecek konumda olan bina maliki/arsa sahibi de sorumlu
olacaktır. Özellikle malzemenin arsa sahibi tarafından karşılandığı
durumlarda, arsa sahibinin malzemeden kaynaklı oluşan ihmal ve
özensizlikten sorumlu olmaması düşünülemez. Burada zarar doğurucu
eylemlerin oluşumunda fonksiyonel ve ortak hakimiyet durumu vardır ve
dolayısıyla, TCK’nın 37. maddesinde düzenlenmiş olan müşterek faillik
durumu söz konusu olacaktır. Özen yükümlülüğüne aykırı davranma
80
sahibi veya vekili arasında akdedilen hizmet sözleşmesi hükümlerine göre
yürütülür.
Yapı denetim kuruluşları aşağıda belirtilen görevleri yerine getirmekle
yükümlüdür:
a) Proje müelliflerince hazırlanan, yapının inşa edileceği arsa veya
arazinin zemin ve temel raporları ile uygulama projelerini ilgili mevzuata göre
incelemek, proje müelliflerince hazırlanarak doğrudan kendilerine teslim
edilen uygulama projesi ve hesaplarını kontrol ederek, ilgili idareler dışında
başka bir kurum veya kuruluşun vize veya onayına tabi tutulmadan, ilgili
idareye uygunluk görüşünü bildirmek.
b) Yapı denetimini üstlendiğine dair ilgili idareye taahhütname vermek,
bu yapıya ilişkin bilgileri yapı ruhsatı düzenleme tarihinden itibaren yedi gün
içinde [Bayındırlık ve İskân] Bakanlığına bildirmek.
c) Yapının, ruhsat ve ekleri ile mevzuata uygun olarak yapılmasını
denetlemek.
d) Yapım işlerinde kullanılan malzemeler ile imalatın proje, teknik
şartname ve standartlara uygunluğunu kontrol etmek ve sonuçlarını
belgelendirmek, malzemeler ve imalatla ilgili deneyleri yaptırmak.
e) Yapılan tüm denetim hizmetlerine ilişkin belgelerin bir nüshasını ilgili
idareye vermek, denetimleri sırasında yapıda kullanılan malzeme ve imalatın
teknik şartname ve standartlara aykırı olduklarını belirledikleri takdirde,
durumu bir rapor ile ilgili idareye ve il sanayi ve/veya ticaret müdürlüklerine
bildirmek.
f) İşyerinde, çalışmaların, iş sağlığı ve güvenliği mevzuatına göre
düzenlenmesi gereken sağlık güvenlik planına uygun olarak yapıldığını
kontrol etmek ve gerekli tedbirlerin alınması için yapı müteahhidini yazılı
olarak uyarmak, uyarıya uyulmadığı takdirde durumu ilgili Çalışma ve İş
Kurumu il müdürlüğüne bildirmek.
g) Ruhsat ve eklerine aykırı uygulama yapılması halinde durumu üç iş
günü içinde ilgili idareye bildirmek.
h) Yapının ruhsat eki projelerine uygun olarak kısmen veya tamamen
bitirildiğine dair ilgili idareye rapor vermek.
ı) Zemin, malzeme ve imalata ilişkin deneyleri, şartname ve
standartlara uygun olarak laboratuvarlarda yaptırmak.
81
Aynı şeklide yapı denetim kuruluşlarının sorumluluklarını düzenleyen
Kanun’un “Sorumluluklar ve yapılamayacak işler” kenar başlıklı 3. maddesi
uyarınca yapı denetim kuruluşları, denetçi mimar ve mühendisler, proje
müellifleri, laboratuvar görevlileri ve yapı müteahhidi ile birlikte yapının ruhsat
ve eklerine, fen, sanat ve sağlık kurallarına aykırı, eksik, hatalı ve kusurlu
yapılmış olması nedeniyle ortaya çıkan yapı hasarından dolayı yapı sahibi ve
ilgili idareye karşı, kusurları oranında sorumludurlar. Ayrıca yapı denetim
kuruluşlarının yöneticileri, ortakları, denetçi mimar ve mühendisleri ile proje
müellifleri, laboratuvar görevlileri ve yapı müteahhidi; bu Kanun’un
uygulanmasından dolayı ortaya çıkan yapı hasarından sorumludur. Yapı
denetim kuruluşlarının cezai sorumluluk ise anılan Kanun’un “Ceza
hükümleri” kenar başlıklı 9. maddesinde düzenlenmiştir.
Yasal düzenleme uyarınca yapı denetim kuruluşu, bir inşaatın
başlangıcından bitimine kadarki süreçte arsa sahibi adına inşa faaliyetlerini
ve dolayısıyla müteahhidi denetleyen kuruluşlardır. Özel kişilere ait bir
yapının imar planına, fen/sanat ve sağlık kurallarına, standartlara uygun
kalitede yapılması için proje ve denetimini sağlamak görevleri vardır.
Dolayısıyla binanın mevzuata ve bina yapım tekniklerine göre inşasını takip
etmekle görevli olan yapı denetim kuruluşları, bu görevlerinin gereklerini
yerine getirmedikleri takdirde; meydana gelen zarardan binayı yapan
müteahhit ile birlikte sorumlu olacaklardır. Bu bağlamda depremde yıkılan
binanın mevzuata ve bina yapım tekniklerine uygun inşa edilmediğinin tespiti
halinde bundan dolayı hukuki ve cezai olarak sorumlu olacaklardır. Yapı
denetim sorumlusu burada, 4708 sayılı Kanun’un 3. ve 6098 sayılı TBK’nın
61 ve 62. maddeleri uyarınca müteselsilen sorumludur.
Cezai sorumluluğun tespiti noktasında ise denetim kuruluşunun ihmal
ettiği hususun, yıkıma olan etkisinin niteliği ve bu niteliğin bu kuruluşlar
tarafından öngörülebilme durumu önem arz etmektedir. İmar planına uygun
olmamakla birlikte deprem mevzuatına uygun bir yapı olduğunun tespiti
halinde, pek tabi bir sorumluluk olmayacaktır. Buna karşılık denetimi
yapmadıkları veya yapmalarına rağmen deprem mevzuatına aykırı hususu
gidermek yerine bunu göz ardı etmeleri halinde ise bundan ihmalin niteliğine
göre taksirꓹ bilinçli taksir veya olası kast hükümlerine göre sorumlu
olacaklardır.
4708 sayılı Kanun’da sadece yapımla görevli olanların yapı hasarından
kaynaklanan sorumlulukları yer almaktadır. Gerçekten de söz konusu
Kanun’un 3. maddesine göre, bu Kanun’un uygulanmasında, yapı denetim
kuruluşları imar mevzuatı uyarınca öngörülen fenni mesuliyeti ilgili idareye
82
karşı üstlenir. Yapı denetim kuruluşları, denetçi mimar ve mühendisler, proje
müellifleri, laboratuvar görevlileri ve yapı müteahhidi ile birlikte yapının ruhsat
ve eklerine, fen, sanat ve sağlık kurallarına aykırı, eksik, hatalı ve kusurlu
yapılmış olması nedeniyle ortaya çıkan yapı hasarından dolayı yapı sahibi ve
ilgili idareye karşı, kusurları oranında sorumludurlar. Bu sorumluluğun süresi;
yapı kullanma izninin alındığı tarihten itibaren, yapının taşıyıcı sisteminden
dolayı on beş yıl, taşıyıcı olmayan diğer kısımlarda ise iki yıldır.
4. Belediye Karar Organlarının Sorumluluğu
52 https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2007/03/20070306-3.htm
83
belediye sınırları ve varsa mücavir alanlar dahilinde ilgili belediyelere, bunun
dışında kalan yerlerde vali ve kaymakamlara yüklenmiştir. Görüldüğü üzere
belediyelere, mülki idare amirleri ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığına afet
bölgelerindeki yapıları denetleme görev ve yetkisi verilmiştir. Anılan
makamlar, sorumlu oldukları alanlarda yapıların mevzuata uygun olup
olmadığı konusunda gerekli denetimi yapmakla yükümlüdürler. Bu anlamda
mevzuata aykırı olarak yapılmış binaların yıktırılması, yeni yapılacak
binaların ise mevzuatın öngördüğü kurallara uygun bir şekilde yaptırılması
gerekmektedir. İdarenin denetleme görevini hiç yerine getirmemesi ya da
eksik yerine getirmesi hizmet kusuru teşkil eder. Dolayısıyla bir depremden
nedeniyle zarara uğrayan kişi, binanın mevzuata aykırı yapıldığını ispatladığı
takdirde idarenin zararı tazmin etmesi gerekecektir. Ancak belediyeler kendi
sorumluluk bölgelerinde yapılan binalarda, yönetmelikte öngörülen denetim
ve kontrolleri eksiksiz yaptıkları takdirde, olası depremlerde meydana
gelebilecek zararlardan sorumlu olmayacaklardır53. Nitekim Danıştay İdari
Dava Daireleri Kurulu, deprem sonucu bir bölgedeki binalarda oluşan tüm
zararların idarenin tazmin sorumluluğu altında bulunmasının mümkün
olmadığına ve idarenin zararı ağırlaştırıcı bir işlem ve eyleminin bulunmadığı,
inşaat sahiplerinin eyleminin sonucunda zararda artış meydana geldiği
anlaşılması halinde, idarece tazmini gereken maddi ve manevi herhangi bir
zararın bulunmadığına karar vermiştir54.
Yapı denetim firmaları, idare adına bina yapım sürecinin mevzuat ve
inşaat yapım tekniklerine uygun olarak yürütülmesini denetlemekle sorumlu
olduklarından; belediyeler, bu firmaların raporları doğrultusunda inceleme
yaparak yapı ruhsatı vermektedirler. Belediyeler, bu raporlar ve diğer işlemler
ile bu kuruluşları mevzuata uygun şekilde denetlemekle sorumludurlar.
Dolayısıyla yapının deprem mevzuatına uygunluğunu, esasen bu kurumun
raporuna göre değerIendireceklerinden; bu rapordaki hukuka aykırılıklardan
ve dolayısıyla binanın deprem mevzuata uygun yapılmadığından kaynaklı
oluşan zarardan sorumlu olmayacaklardır.
Öte yandan belediyeler ve plan yapmaya yetkili diğer kamu idareleri,
imar planlarını hazırlarken mevzuat uyarınca kendilerine yüklenen ödevleri
tam olarak yerine getirmek zorundadır. Bu ödevlerini hiç veya tam olarak
yerine getirmemeleri nedeni ile ortaya bir zarar çıkar ise bu zarardan sorumlu
olacaklardır. Bu itibarla belediyelerin, imar planını deprem bölgelerine uygun
84
şekilde hazırlamak, deprem bölgelerine uygun yapılaşmayı sağlamak,
depremde hasarı azaltacak nitelikte düşük katlı ve dayanıklı yapılaşmayı
esas almak, dönemsel olarak zemin etüt çalışmaları yapmak suretiyle
deprem risklerini analiz etmek ve bu hususta gerekli araştırmaları
gerçekleştirmek ve raporlar hazırlatmak ve ortaya çıkan risk durumuna göre
gerektiğinde ivedi olarak köklü imar değişikliklerine gitmek görevi vardır.
Belediyeler bu görevlerini, karar organları vasıtasıyla yerine getirir.
Mesela jeolojik-jeoteknik etüt raporunun hazırlanmaması nedeni ile deprem
veya heyelan bölgesi olduğu halde, konut alanı olarak düzenlenen alanlarda
inşaat ruhsatı verilir ve yapı yapılır ise bu yapının deprem veya heyelan
nedeni ile yıkılması sonucu kişilerin uğradıkları zararın ilgili idarece tazmin
edilmesi gerekir 55.
Aynı şekilde fay hattı olduğu, hazırlanan raporlarla sabit olan bölgenin
imara açılması veya deprem bölgesi olduğu yine raporlarla sabit olan bir
yerde deprem mevzuatına aykırı yapılaşmaya izin verilmesi halinde; belediye
karar organları, deprem nedeniyle meydana gelecek her türlü zarardan
dolayı sorumlu olacaktır. Bu bağlamda fay hattı üzerinde olduğu bilinen bir
bölgenin imara açılmasına izin veren belediye karar organlarının, bir deprem
halinde meydana gelecek zarardan ve ölümlerden en azından bilinçli taksir
düzeyinde sorumlu olacakları açıktır. Dolayısıyla, imar planları hazırlanırken
gerekli jeolojik ve jeoteknik raporları hazırlamayan, afete uğrayabilecek ve
yapı yapılması mahzurlu bulunan bölgeleri tespit ettirmeyen, bu bölgeleri
imar planında göstermeyen, plan notlarına bu konu ile ilgili hükümler
koymayan ve bunların sonucu olarak bölgede yapı yapılmasına göz yuman
idareler, bu yapıların deprem nedeni ile yıkılması sonucu ortaya çıkan
zarardan kusurları oranında sorumlu olacaklardır. 56
Danıştay bir başka kararında ise idarenin sorumluluğuna ilişkin olarak
aşağıdaki tespitleri yapmıştır 57: “…Bir idari işlem veya bir idari sözleşmenin
uygulanması durumunda olmayan, idarenin her türlü faaliyetlerinden veya
hareketsiz kalmasından, araçlarının kullanımından, taşınır ve taşınmaz
mallarının veya tesislerinin yönetiminden dolayı oluşan zararları idari eylem
sonucu oluşan zarar ve buna yol açan eylemi de sonuç olarak idari eylem
kavramı içerisinde düşünmek gerekmektedir. Deprem nedeniyle oluştuğu
ileri sürülen zararların tazmini istemiyle açılan bu davada, yapının üzerinde
85
bulunduğu zeminin özelliği, zemin durumuna göre depreme dayanıklılığının
kontrolü, yapı kullanma izni bulunup bulunmadığı, imar planları ve inşaat
ruhsatlarının hangi idarelerce yapıldığı ve verildiği, yapıların imar açısından
denetlenmesi, afete uğramış ve uğrayabilecek bölgeler ile yapı ve ikamet için
yasaklanmış afet bölgelerinin tespit ve ilan edilip edilmediği, afet bölgelerinde
yapılacak yapılarla ilgili kuralları, yapı tekniklerini, projelendirme esaslarını,
ülkenin deprem haritalarını hazırlamak konusunda idarelerin üzerlerine
düşen görev ve yetkileri yerine getirip getirmediği, denetim ve kontrol
görevlerini yapıp yapmadığı hususları ayrı ayrı irdelenmeli ve idarece gerekli
önlemlerin alınıp alınmadığı belirlenmeli ve bunun sonucuna göre; idarenin
belli bir hareket tarzı izleyip izlemediği veya hareketsiz kalıp kalmadığı ortaya
konulmalıdır. Olaya bu açıdan bakınca yukarıda yapılan belirleme sonucu
olayda idarelerin hareketsizliği söz konusu olmakla öğretide de kabul edildiği
gibi idarenin bu hareketsizliğinin ‘olumsuz eylem’ olarak kabulü
gerekmektedir. Mücbir sebep, sezilemeyen ve karşı konulamayan bir olayı
ifade eder. Bu sebep, zararı idareye yüklenebilir olmaktan çıkaran ve zararla
idari faaliyet arasındaki illiyet bağını kesen dış bir etken olarak doğal,
toplumsal veya hukuki bir olaydan kaynaklanabilir. Sezilemezlik, karşı
konulamazlık, kusursuzluk ve gerçeklik halleri mücbir sebebin ayırt edici
öğelerini oluşturmaktadır. Deprem kuşağında yer alan bölgede, deprem
gerçeğinin bir veri alınması suretiyle yerleşmelerle ilgili alanların belirlenmesi,
bu alanlardaki yapılaşmaya ilişkin kararların alınması, uygulanması ve
denetlenmesiyle ilgili idari faaliyetlerin bütünündeki olumsuzluklardan oluşan
idarenin ‘olumsuz eyleminin’ bulunması durumunda, depremin mücbir sebep
olarak değerlendirilerek zararla illiyet bağını kestiğini kabule olanak
bulunmamaktadır. Bu durumda, Mahkemece uğranıldığı ileri sürülen zararın
oluşumunda idarenin hizmet kusuru bulunup bulunmadığının
değerlendirilmesi sonucu bir karar verilmesi gerekirken depreminin mücbir
sebep kabul edilerek zararla idari faaliyet arasındaki nedensellik bağının
ortadan kalktığı gerekçesiyle davanın reddi yolundaki kararda isabet
görülmemiştir.”
5. Arama ve Kurtarma Çalışmalarının Geç, Eksik Ya Da Hatalı
Başlaması Nedeniyle Sorumluluk
87
faaliyetlerindeki yetersizliğini olumsuz bir eylemi olarak değerIendirerek
manevi tazminatı gerektirdiğine karar vermiştir.
Deprem sonrası kişi hayatta olmasına rağmen; arama kurtarma
faaliyetlerinin yetersizliği veya olay yerine geç müdahaleden kaynaklı ölüm
meydana gelmiş ise mutlaka bu durum belgelendirilmelidir. Ölüm öncesi
yapılan telefon görüşme kayıtları, mesaj içerikleriꓹ konum bildirimleriꓹ sosyal
medya paylaşımları muhafaza edilmeli ve yapılacak suç duyurusuna
eklenmelidir
D.İMAR AFFINDAN KAYNAKLI OLUŞAN ZARARLARDAN DOLAYI
SORUMLULUK DURUMU
59 Özkaya Özlüerꓹ Ilgın: İmar Barışı Düzenlemesine Hukuki Bir Yaklaşımꓹ İnönü Üniversitesi
Hukuk Fakültesi Dergisi –İnÜHFD- Cilt:9ꓹ Sayı:2ꓹ Yıl 2018ꓹ s.313
60 https://www2.tbmm.gov.tr/d27/7/7-73399sgc.pdf
88
7143 sayılı Kanun'un 16. maddesinin 1. fıkrasına göre, "Afet risklerine
hazırlık kapsamında ruhsatsız veya ruhsat ve eklerine aykırı yapıların kayıt
altına alınması ve imar barışının sağlanması amacıyla, 31/12/2017 tarihinden
önce yapılmış yapılar için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve yetkilendireceği
kurum ve kuruluşlara 31/10/2018 tarihine kadar başvurulması, bu maddedeki
şartların yerine getirilmesi ve 31/12/2018 tarihine kadar kayıt bedelinin
ödenmesi halinde Yapı Kayıt Belgesi verilebilir. Başvuruya konu yapının ve
arsasının mülkiyet durumu, yapı sınıf ve grubu ve diğer hususlar Bakanlık
tarafından hazırlanan Yapı Kayıt Sistemine yapı sahibinin beyanına göre
kaydedilir."
Maddede ifade bulan "İmar Barışı" tanımsız, belirsiz ve hukuki olmayan
bir kavramdır. İmar düzeni, devletin kolluk faaliyeti ile ilgilidir ve "denetim-
kontrol" üzerine kurulu olması gerektiğinden, imar düzenine aykırı
davrananlar ile devlet uzlaşısının "barış" ile açıklanması doğru bir ifade
değildir.
Devletin imar düzenine aykırı davrananlar hakkında verdiği bu karar,
bina sahibinin hukuka aykırı yapılaşmasını affettiği gibi denetim
yükümlülüğünü yerine getirmemesinden kaynaklı kendi yükümlülüklerini de
kapsayan bir af niteliğindedir. Ayrıca, bu affın imar düzenine uygun davranan
ve yasal şartları sağlayan yapı sahipleri lehine, kamu külfetleri karşısında
eşitlik ilkesi boyutuyla yansıtılması gereken yönleri de eksiktir.
Anayasa Mahkemesi'nin61 de kararlarında ifade ettiği üzere idare, imar
kolluk yetkileri kapsamında yürüttüğü denetim ve kontrol yükümlülüğünü özel
kişilere devredemeyeceği gibi bu yükümlülüklerini yerine getirmekten de
imtina edemez. Buna göre, idare afetlere karşı kolluk yetkileri kapsamında
önlem, denetim ve kontrol faaliyetleri yürütürken, kamu hizmetleri aracılığıyla
da afetlere karşı güvenli, sağlıklı ve düzenli kentler ve kentleşme yöntemleri
geliştirmelidir. Yapı ruhsatı ve yapı kullanma izni verilmesi ve
denetlenmesinin genel idare esaslarına göre yürütülmesi gereken asli ve
sürekli bir kamu hizmeti olması nedeniyle memurlar ve diğer kamu görevlileri
eliyle gerçekleştirilmesi gerekirken, ruhsat ve izinlerin bir özel hukuk tüzel
kişisi olan yönetici şirket tarafından verilip denetleneceğinin öngörülmesi,
Anayasa’nın 128. maddesine aykırıdır.
89
2. İmar Affının Depremde Meydana Gelen Zararlara Etkisi ve
Sorumluluk Durumu
90
zararları tazmin etmek yükümlülüğünü ifade eden idarenin bir nevi mali
sorumluluğudur. Buna göre idare, işlem ve eylemlerinden kaynaklanan
zararlardan ve sosyal devlet ilkesinden kaynaklanan sosyal risk, tehlikeli
faaliyetler gibi kimi istisnai durumlarda kusuru olmasa bile doğan zararlardan
sorumlu kabul edilmektedir. İdarenin kamu gücü ayrıcalıkları kullandığı
hallerde, kamu gücü ayrıcalıklarının idareye yüklediği yükümlülüklerden biri
de idarenin mali sorumluluğunun olmasıdır. Devletin afet riskine karşı alacağı
tedbirleri almamasından kaynaklanan sorumluluğu “yapı kayıt belgesi
sahibine”, salt bu belge nedeniyle devredilemez. Diğer yandan belirtilen
düzenleme, deprem nedeniyle doğan zararın hesaplanması için idarenin
kusur oranında yapılacak hesaplamada bir indirim sebebi dahi olamaz. Eğer
ki yapı sahibinin bir kusuru bulunmuyorsa, sırf bu hükmün varlığı idarenin
kusur oranının hesabında bir indirim olamayacağı gibi, zarar görenin kendi
kusuru olarak da kabul edilemez. Sonuç olarak yapı kayıt belgesi alan yapı
sahibinin, doğan zarardan bu belge nedeniyle kusurlu sayılması mümkün
değildir.
Danıştay kararlarında depremden kaynaklanan zararlardan idarenin
sorumluluğu konusu “kusur” şartı temelinde ele alınmıştır. Danıştay bir
kararında, deprem nedeniyle yıkılan binalarda gerekli denetimin yapılmaması
ve yıkım kararına rağmen idarenin yıkımı gerçekleştirmemesi nedeniyle
hizmet kusurundan kaynaklanan sorumluluğu olduğuna karar vermiştir62.
Danıştay’ın depremin “öngörülemezliği” ve idarenin doğan zarardan
kaynaklanan “kusuruna” odaklandığı 2008 tarihli kararının çalışmamızı da
ilgilendiren kısmı ise şu şekildedir63: “Depremin, “önlenemez” ve
“öngörülemez” olması nedeniyle zorlayıcı sebebin tipik bir örneğini
oluşturduğu kuşkusuzdur. Zarar, münhasıran depremden kaynaklanmışsa
idarenin sorumluluğundan söz etmeye hukuken olanak bulunmamakta ise de
zararın zorlayıcı sebep dışında idare tarafından ağırlaştırıldığının yargı
yerince saptanması durumunda zararın ağırlaşan, artan kısmı bakımından
kusuru göz önünde tutularak idarenin tazminle sorumlu tutulması
gerekmektedir. Örneğin, deprem bölgesi olarak saptanan bir alanda deprem
mevzuatına uygun yapılaşma koşullarına aykırı olarak inşaat ruhsatı
verilmesi, fay hattının yapılaşmaya açılması gibi durumlarda ilgili idarelerin
deprem sonucu bir bölgedeki doğan zarardan kusurları oranında sorumlu
tutulacağı tabiidir. Ancak, deprem sonucu bir bölgedeki binalarda oluşan tüm
92
İmar affı düzenlemesinin en tartışmalı hususlarından biri, yapı kayıt
belgesi verilen yapının depreme dayanıklılığının malikin sorumluluğunda
olduğuna dair ifadedir. Kanun koyucu "sorumluluk" kavramıyla yapı
sahiplerine dikkat ve özen yükümlülüklerini hatırlatmaya çalışmakta ise de
söz konusu düzenlemenin depremden kaynaklanan zararlarda idarenin
sorumluluğunu ortadan kaldırmadığı açıktır.
Dolayısıyla İmar affının depreme dayanıklı olmayan yapıların yıkımı
veya iyileştirmesi sürecini aksatması ve kamu görevlilerinin de gerekli
denetim görevini ihmal etmesi neticesinde deprem gibi doğal afetlerde ağır
zararların ve ölümlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Türkiye'de
meydana gelen en yıkıcı depremlerden biri olarak kayıtlara geçen
Kahramanmaraş merkezli depremler sonrası imar affının olumsuz etkileri ve
ortaya çıkardığı yıkıcı sonuçlar bir daha gün yüzüne çıkmıştır.
Kahramanmaraş merkezli depremlerin etkilediği 10 ilde imar affı
kapsamında verilen yapı kayıt belgesi sayısı, 294 bin 166 olmuştur. İmar
barışından yararlandırılan konut sayısının bahse konu illere göre dağılımı şu
şekildedir: Adana 59 bin 247, Adıyaman 10 bin 629, Diyarbakır 14 bin 719,
Gaziantep 40 bin 224, Hatay 56 bin 464, Kahramanmaraş 39 bin 58, Kilis 4
bin 897, Malatya 22 bin 299, Osmaniye 21 bin 107 ve Şanlıurfa 25 bin 521.
Ruhsata aykırı yapılara “yapı kayıt belgesi” verilmesi anlamına gelen
imar affı Haziran 2018 genel seçimlerinden önce yürürlüğe girmiştir. Çevre
ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum’un açıklamalarına göre, imar barışından
yaklaşık 7 milyon 400 bin kişi istifade etmiştir. Bir noktada siyaset
mekanizmasının seçim yatırımı olarak kullandığı imar affı sonrası bina
sahipleri ve devlet tarafından yapılması gereken güçlendirme ve alınması
gereken tedbirler alınmadığından; bu kayıt dışı ve imar mevzuatına ve bina
yapım tekniklerine aykırı yapıların depremde meydana getirdiği zarar ciddi
boyutlara ulaşmıştır.
Depremlerin büyüklüğü yaşanan yıkımın boyutunu açıklamak
noktasında tek neden olamaz. Ülkemizin bir deprem ülkesi olduğu bilinen ve
acı tecrübelerle kendini kanıtlamış bir gerçekliktir. Dolayısıyla yaşam
alanlarının bu gerçeklik göz önünde bulundurularak inşa edilmesi ve
kurgulanması gerekmektedir. Deprem bölgesinde bulunan kırılgan yapı
stokunun depreme dayanıklılık noktasında envanterinin çıkarılarak bu
yapıların dönüşümüne ilişkin iş ve işlemler zamanında yapılmış olması
yerine; bir denetimsizlik sonucunu doğuran imar affı depremin yıkıcılığını
arttırmıştır.
93
Öte yandan depreme dayanıklı yapıların denetimi ve inşası noktasında
1999 depremleri sonrası yeni hukuki düzenlemeler yürürlüğe girmiş ve bu
düzenlemeler 2018 yılında da güncellenmiştir. Her ne kadar tekniğe ve bilime
dayanan mevzuat geliştirilmiş olsa da belirli aralıklarla gündeme getirilen
imar affı uygulamaları; risk azaltmayı hedefleyen mevzuatı ve idari işleyişleri
işlevsiz kılmaktadır. 1999 Marmara Depremi sonrasında kentlerin
planlanmasından başlayarak yapıların projelendirilmesi, ruhsatlandırılması,
inşa edilmesi ve tüm bu süreçlerin denetlenmesine yönelik elde edilen
kazanımlar "imar barışı" ile bir anda zarar görmüş ve dayanıksız yapı
stokunun dönüştürülmesi beklenirken yasallaştırılarak kullanılmasına devam
edilmesi teşvik edilmiştir.
94