You are on page 1of 95

JUSTICE SQUARE FOUNDATION

DEPREM SONRASI BAŞVURULACAK ADLİ


VE İDARİ YOLLAR

2023

1
Türkiye’de 06.02.2023 tarihinde Kahramanmaraş, Gaziantep,
Şanlıurfa, Diyarbakır, Adana, Adıyaman, Osmaniye, Hatay, Kilis, Malatya ve
Elazığ illerimizde meydana gelen deprem felaketi nedeniyle aziz milletimizin
acısını yürekten paylaşıyoruz.
Depremden zarar gören vatandaşlarımızın hukukuna sahip çıkıldığı ve
depremin felakete dönüşmesinde ihmali olanlardan hesap sorulduğu bir
sürecin işletilmesini arzu ediyoruz.
Bu dilek ve temennilerle bu sürece katkı sağlama adına Justice
Square bünyesinde gönüllü faaliyet gösteren hukukçuların katkılarıyla
hazırlanmış bu çalışmanın faydalı olması dileğiyle…

2
İÇİNDEKİLER
GİRİŞ 6
I. BÖLÜM:
KAHRAMANMARAŞ MERKEZLİ DEPREMDE ÖN PLANA ÇIKAN TEMEL
SORUNLAR 10
A. DEPREM SONRASI İLK TEPKİNİN VERİLMESİNDE ve
TEDBİRLERİN ALINMASINDA YAŞANAN SORUNLAR 10
B. HASAR TESPİT ÇALIŞMALARI 11
C. DEPREMDE YAŞANAN İLETİŞİM-ULAŞIM SORUNLARI 11
D. AFET MEVZUATI VE PLANLAMA EKSİKLİĞİNDEN
KAYNAKLANAN SORUNLAR 12
E. İLK YARDIM FAALİYETLERİNİN ORGANİZASYONUNA İLİŞKİN
SORUNLAR 13
F. SAĞLIK VE PSİKO-SOSYAL DESTEK HİZMETLERİNDE YAŞANAN
AKSAMALAR 14
G. GÜVENLİK VE ASAYİŞ PROBLEMLERİ 15
H. CENAZE VE DEFİN İŞLEMLERİ 17
II. BÖLUM:
DEPREM SONRASI CAN KAYBI VE HASAR TESPİT ÇALIŞMALARININ
TAMAMLANMASI 18
A. CAN KAYIPLARININ TESPİTİ 18
B. HASAR TESPİTLERİNİN YAPILMASI ve HAK SAHİPLERİNİN
BELİRLENMESİ 22
1. Hasar Tespitlerinin Yapılması 22
2. Tespit Edilecek Hasar Çeşitleri 26
3. Hak Sahipliğinin Tespiti 27
C. ZORUNLU DEPREM SİGORTASINDAN FAYDALANMAK İÇİN
DOĞAL AFET SİGORTALARI KURUMUNA (DASK) BAŞVURULARIN
YAPILMASI 31
III. BÖLUM:
DEPREM SONRASI BAŞVURULACAK İDARİ VE ADLİ YOLLAR 36
A. İDARİ ve ADLİ İŞLEM ve DAVALARA ESAS OLACAK DELİL
TESPİTLERİNİN YAPILMASI 36
B. HUKUK MAHKEMESİNDE DAVA AÇILMASI 38
1. Davaların Açılacağı Mahkemeler 38
3
2. Davanın Tarafları 38
3. Davalarda Talep Edilecek Hususlar 39
4. Deprem Nedeniyle Malvarlığında Meydana Gelen Zararlar
Nedeniyle Manevi Tazminat Talepleri 40
5. Deprem Nedeniyle Verilecek Tazminatlarda İndirim Yapılması 41
6. Deprem Nedeniyle Açılacak Tazminat Davalarında Zamanaşımı42
C. İDARİ YARGIYA BAŞVURU YAPILMASI 43
1. Dava Öncesi İdareye Başvuru Yapma Zorunluluğu 43
2. İdarenin Eylemlerinden Dolayı Tam Yargı Davası Açılması 44
D. CEZA YARGILAMASI BAKIMINDAN KAMU GÖREVLİLERİ ve
ÖZEL KİŞİLERİN SORUMLULUĞU 46
1. Deprem Nedeniyle Yaşam Hakkının İhlali ve Devletin Sorumluluğu
47
2. Deprem Özelinde Devletin Yükümlülükleri 49
3. Devletin Etkin Soruşturma Yürütme Yükümlülüğü 50
4. AYM ve AİHM’nin Deprem Nedeniyle Yapılan Başvurulara Bakış
Açısı 52
5. Soruşturma İşlemlerinin Yürütülmesi 56
6. Ceza Soruşturmalarında Delil Toplanmasında Dikkat Edilecek
Hususlar 59
E. DEPREM NEDENİYLE CEZAİ SORUMLULUKTA KAST VE TAKSİR
DURUMUNUN TESPİTİ 60
1. Genel Olarak Bilinçli Taksir ve Olası Kast Kavramları 60
2. Deprem Nedeniyle Meydana Gelen Zararlarda Durum 62
F. DEPREM NEDENİYLE MEYDANA GELEN ÖLÜMLERDE
SORUMLULUK 63
G. ANAYASA MAHKEMESİ VE AİHM NEZDİNDE BİREYSEL
BAŞVURU YOLUNA GİDİLMESİ 64
IV. BÖLUM:
DEPREM NEDENİYLE BAZI KİŞİ ve KURUMLARIN SORUMLULUĞU66
A. DEPREM NEDENİYLE İDARENİN KUSUR VE CEZAİ
SORUMLULUĞU 66
1. Sorumluluğun Dayanağı Yasal Düzenlemeler 66
2. İdarenin Sorumluluğunun Kapsamı 69

4
B. DEPREMDE MÜTEAHHİDİN HUKUKİ VE CEZAİ SORUMLULUĞU72
1. Müteahhidin Hukuki Sorumluluğu 73
2. Müteahhidin Cezai Sorumluluğu 75
C. DİĞER ÖZEL KİŞİ VE KURUMLARIN HUKUKİ ve CEZAİ
SORUMLULUĞU 76
1. Genel Olarak 76
2. Yapı Malikinin/Arsa Sahibinin Sorumluluğu 77
3. Yapı Denetim Firmalarının Sorumluluğu 80
4. Belediye Karar Organlarının Sorumluluğu 83
5. Arama ve Kurtarma Çalışmalarının Geç, Eksik Ya Da Hatalı
Başlaması Nedeniyle Sorumluluk 86
D. İMAR AFFINDAN KAYNAKLI OLUŞAN ZARARLARDAN DOLAYI
SORUMLULUK DURUMU 88
1. Genel Olarak İmar Affı ve Kapsamı 88
2. İmar Affının Depremde Meydana Gelen Zararlara Etkisi ve
Sorumluluk Durumu 90

5
GİRİŞ

Bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de en sık rastlanan ve etki


bakımından da en geniş doğal afetlerden olan deprem, öncesi bakımından
önleyici tedbirler ve sonrası bakımından onarıcı tedbirler alınması gereken
olağanüstü bir hal durumudur 1. Deprem öncesi bireysel olarak alınması
gereken tedbirler ve eğitimler önemli olduğu kadar devlet tarafından bir
yükümlülük olarak verilmesi gereken hizmetler ve alınması gereken tedbirler
de vardır. Bu tedbirler, deprem bölgesi olan Türkiye’de yıkıcı etkilerin
azaltılması ve deprem sonrası can kayıplarının azaltılması bakımından önem
arz etmektedir.
2022 yılında, -deprem aktivitesi en düşük yıl olmakla birlikte- Türkiye
ve yakın civarında 20 bin 277 depremin meydana geldiği tespit edilmiştir.
Geçmiş tecrübeler göstermiştir ki; Türkiye bakımından 5 ve üzeri
büyüklüğündeki depremler hasara ve can kaybına neden olabilmektedir. Bu
noktada, son 23 yıllık zaman içinde 17 Ağustos 1999 tarihinde 7,4
büyüklüğünde Marmara depremi, 12 Kasım 1999 tarihinde 7,2 büyüklüğünde
Kaynaşlı-Düzce depremi ve 23 Ekim 2011 tarihinde 7,2 büyüklüğünde Erciş-
Van depremi olmak üzere 3 defa 7'den büyük deprem meydana geldiği
görülmektedir 2. 2023 yılında ise Türkiye, tarihin en yıkıcı depremine maruz
kalmıştır. 06.02.2023 tarihinde Kahramanmaraş ili Pazarcık merkezli 7.7
büyüklüğünde ve Elbistan merkezli 7.6 büyüklüğünde iki deprem bir kaç saat
arayla meydana gelmiştir. Depremlerin ardından 3.170 artçı deprem
meydana gelmiştir. 19 Şubat 2023 tarihi itibarıyla Afet ve Acil Durum
Yönetimi Başkanlığı’ndan (AFAD) alınan son bilgilere göre Kahramanmaraş,
Gaziantep, Şanlıurfa, Diyarbakır, Adana, Adıyaman, Osmaniye, Hatay, Kilis,
Malatya ve Elazığ illerinde toplam 41.020 vatandaş hayatını kaybetmiş; ana
depremlerin ardından 6.212 artçı deprem meydana gelmiştir. Bu rakamlar bu
büyüklükte depremlerin ortaya çıkaracağı yıkıcı etkiyi net olarak ortaya
koymaktadır3.
Bu bağlamda devletin deprem öncesinde:

1 Depremle Mücadele: Afet Hukuku https://www.sosyalhukuk.org/2021/01/depremle-


mucadele-afet-hukuku/
2 Türkiye'de 2022, 10 yılda deprem aktivitesi en düşük yıl olarak kayıtlara geçti
https://www.aa.com.tr/tr/gundem/turkiyede-2022-10-yilda-deprem-aktivitesi-en-dusuk-yil-
olarak-kayitlara-gecti/2801201
3 Kahramanmaraş’ta Meydana Gelen Depremler hakkında Basın Bülteni (11.02.2023) – 27
https://www.afad.gov.tr/kahramanmarasta-meydana-gelen-depremler-hkbasin-bulteni27
6
➢ Şehirler başta olmak üzere her bölgenin coğrafi konumuna, deprem
mevzuatına ve inşaat yapım tekniklerine uygun bir yapılaşmayı esas almasıꓹ
➢ Mevcut yapıların, en kötü senaryoda gerçekleşecek ağır depremler
esas alınarak güçlendirilmesiꓹ
➢ Sürdürülebilir deprem denetimi bakımından, aylık ve yıllık yapı
denetimlerinin yapılmasıꓹ
➢ Deprem sonrasında sunulacak kurtarıcı ve onarıcı tedbirlerin belli
aralıklarla gözden geçirilmesiꓹ
➢ Deprem sırasında telefon ve internet başta olmak üzere, insanlar ve
hizmet sunacak kurumlar arasında iletişimi en rahat sağlayacak alternatif
iletişim ve haberleşme sistemlerinin hazır tutulmasıꓹ
➢ Deprem sonrası insanların toplanabileceği ve kalabileceği güvenli
toplanma alanlarının hazır edilmesiꓹ
➢ Güvenli toplanma alanlarında belirli bir süre yetebilecek
yiyecek/giyecek, su ve diğer ihtiyaçlarının sağlanmasına imkân sağlayacak
alt yapının önceden hazır edilmesi ve belli aralıklarla yenilenmesiꓹ
➢ Toplanma alanlarını acil yaşam alanına dönüştürecek çadır ve
benzeri malzemenin önceden buralarda depo edilmesiꓹ
➢ Deprem sonrası insanların güvenli diğer alanlara ve şehirlere
transferlerini sağlayacak planlamaların yapılmasıꓹ
gibi yükümlülükleri vardır.
Türkiye’nin afet yönetimi ve uluslararası yardım kurumu olan Afet ve
Acil Durum Yönetimi Başkanlığı, afet ve acil durumlara ilişkin ülkenin yetkili
teşkilatıdır. AFAD’ın görev ve yetkileri, 15/07/2018 tarihinde yayımlanan 4
No.lu Bakanlıklara Bağlı, İlgili, İlişkili Kurum ve Kuruluşlar İle Diğer Kurum ve
Kuruluşların Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 30 ila
56’ncı maddeleri arasında belirlenmiştir. Kararnamede AFAD’ın görevleri
“afet ve acil durumlar ile sivil savunmaya ilişkin hizmetlerin ülke düzeyinde
etkin bir şekilde gerçekleştirilmesi için gerekli önlemlerin alınması ve olayların
meydana gelmesinden önce hazırlık ve risk azaltma, olay sırasında
yapılacak müdahale ve olay sonrasında gerçekleştirilecek iyileştirme
çalışmalarını yürüten kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyonun
sağlanması, yurt içinde ve yurt dışında insani yardım operasyonlarının
yapılması ve koordine edilmesi ile bu konularda politika önerilerinin
geliştirilmesi ve uygulanması” şeklinde özetlenmektedir.

7
Bu noktada devletin AFAD gibi kurumlarının yanı sıra bu alanda hizmet
sunan sivil toplum kuruluşlarının etkin çalışmalarını sağlayacak imkânlara
sahip olması ve sürekli bir bilinçlendirme ve hazır olma halini sağlayacak bir
yapıya ve kimliğe kavuşturulmaları önemlidir. Ayrıca, deprem sonrası
kurtarma çalışmaların ivedi bir şekilde yerine getirilmesi bakımından devletin
AFAD gibi kurumlarının yanı sıra bu alanda hizmet sunan sivil toplum
kuruluşlarının etkin bir koordinasyon içerisinde çalışması önem arz
etmektedir.
Öte yandan, bu tip büyük depremlerin yıkıcı etkisinden insanların
korunması amacıyla deprem öncesi alınacak tedbirler kapsam itibarıyla çok
geniş olduğundan başka bir çalışmanın konusu olması gerektiğini
değerlendirmekteyiz. Bu noktada deprem sonrası depremin yıkıcı etkilerini
giderme noktasında devlet tarafından alınması gereken tedbirler ve verilmesi
gereken hizmetleri vardır. Bu bağlamda;
➢ Depremden doğrudan etkilenen depremzedelerin öncelikle bir an
önce güvenli alanlara taşınmasıꓹ
➢ Depremzedeler için acil barınma imkânlarının sağlanmasıꓹ
➢ Depremzedelerin ihtiyaç duyduğu sağlık hizmetinin verilmesi ve
sağlık taramasından geçirilmesiꓹ
➢ Başta çocuklar olmak üzere, depremin oluşturduğu psikolojik yıkımın
etkilerinin en aza indirilmesi amacıyla gerekli psikolojik desteğin sağlanmasıꓹ
➢ Depremde vefat eden vatandaşların kimlik tespitlerinin sağlıklı
yapılması ve bu konuda gerekli tutanakların tutulmasıꓹ
➢ Depremden etkilenen konutların tespiti bakımından hasar
tespitlerinin ivedi yapılmasıꓹ
➢ Hasar tespitlerini daha sonra idari ve yargısal süreçlerdeki tazminat
taleplerinde hak kayıplarına sebebiyet vermeyecek şekilde sağlıklı yapılması
ve bu noktada delil niteliğindeki bulguların muhafaza edilmesiꓹ
➢ Hasar tespit sırasında oturulamayacak konutların tespiti ve varsa
içinde halen mukim olanların ivedi olarak tahliyesiꓹ
➢ Evsiz kalan insanların barınma ve diğer temel ihtiyaçlarının
sağlanması ve bu konuda hayat normale dönünceye kadar insanların temel
yaşam giderleri ile kiraların karşılanması konusunda maddi ve parasal
yardımın yapılmasıꓹ
➢ Deprem yardımlarında suistimallerin önlenmesi bakımından
depremden etkilenen kişilerin ivedi olarak tespitinin sağlanmasıꓹ

8
➢ Deprem bölgesinden başka yere geçilmiş ise burada gerekli
irtibatların sağlanarak yardımların burada verilmesiꓹ
➢ Depremde yıkılan veya hasar gören binalarda yaşanan can kayıpları
ve yaralanmalardan kaynaklı maddi ve manevi zararın, idari ve yargısal
giderimi için gerekli hukuki danışmanlık hizmetinin sağlanması ve kişilerin
uğradıkları zararlardan dolayı idariꓹ hukuki ve cezai başvuru yollarının ivedi
olarak kendilerine bildirilmesiꓹ
➢ Depremin ağır neticelerinin ortaya çıkmasında ihmalleri görülen
gerçek ve tüzel kişilerle ile ilgili kamu kurum ve yöneticileri hakkında ivedi
olarak gerekli adli ve idari işlemlere başlanmasıꓹ
gibi ivedi alınması gereken tedbirler ve verilmesi gerekli hizmetler
bulunmaktadır.
Deprem sonrası insanların onarıcı bir sürece tabi tutulması ve
depremin yıkıcı etkilerinin azaltılması bakımından bunlar önem arz
etmektedir. Bu noktada yürütülecek faaliyetler, toplumdaki deprem bilincinin
oluşması bakımından da faydalıdır. Bu çalışmada deprem sürecinde
yaşanan temel sorunlar ile deprem sonrası depremden etkilenen kişilerin ve
kurumların başvurabilecekleri idari ve yargısal yolların yanı sıra depremden
etkilenen vatandaşların onarıcı bir sürece tabi tutulması adına ivedi alınması
icap eden tedbirler ele alınacaktır.

9
I. BÖLÜM:

KAHRAMANMARAŞ MERKEZLİ DEPREMDE ÖN PLANA ÇIKAN


TEMEL SORUNLAR

A.DEPREM SONRASI İLK TEPKİNİN VERİLMESİNDE ve


TEDBİRLERİN ALINMASINDA YAŞANAN SORUNLAR

Öncelikle devlet idaresi, afetin büyüklüğünü algılamakta ilk anda sorun


yaşamıştır. İlk depremin üzerinden 2 saat (5:45) geçmiş olmasına ve pek çok
yerleşim biriminde binlerce bina yıkılmış olmasına rağmen merkezden vali
görevlendirmesi ve Genelkurmay Başkanlığı’ndan sadece iki nakliye uçağı
istenilmesi, depremin büyüklüğünü algılamada bir sorun olduğunu
göstermektedir. Ayrıca saat 6:30 da uluslararası yardım çağrısı yapılmış ama
ülke genelinde belediye ve özel kurumların imkânları harekete
geçirilememiştir. Sadece tüm il AFAD müdürlükleri teyakkuza geçirilmiş,
arama ve kurtarma ekipleri bölgeye yönlendirilmiştir.
Olayın vahameti, depremin ilk günü akşam saatlerinde bile
anlaşılabilmiş değildir. Bölgede 1. gün sonunda sadece 30 vali ve 47
kaymakam görevlendirilmiştir. Ama buna rağmen askeri personelden
görevlendirmeler sayısal olarak çok düşük kalmıştır. Yüzlerle ifade edilecek
kadar az askeri personel görevlendirilmiştir. Bu görevlendirme bize sunu
açıkça göstermiştir ki; “bu derece büyük bir afetin yönetiminin İçişleri
Bakanlığı bünyesinde çözülebileceğine” dair bir inancın idarede var
olduğudur.
Bilindiği üzere; afet ve acil durumlara ilişkin müdahale çalışmalarında
görev alacak hizmet grupları ve koordinasyon birimlerine ait rolleri ve
sorumlulukları tanımlamak, afet öncesi, sırası ve sonrasındaki müdahale
planlamasının temel prensiplerini belirlemek üzere Türkiye Afet Müdahale
Planları (TAMP) hazırlanmıştır. TAMP, ülkemizde yaşanabilecek her tür ve
ölçekte, afet ve acil durumlara müdahalede görev alacak, bakanlık, kurum ve
kuruluşlar, özel kuruluşlar, STK’lar ve gerçek kişileri kapsar.
Başta 5902 sayılı Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının Teşkilat
ve Görevleri Hakkında Kanun’u olmak üzere 7269 sayılı Umumi Hayata
Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirler İle Yapılacak Yardımlara Dair
Kanun ve 7126 sayılı Sivil Savunma Kanunu çerçevesinde ve Türkiye Afet
Müdahale Planlarına göre; afet ve acil durum hizmetlerinin

10
koordinasyonundan, eğitim politikalarının oluşturulmasından ve bu konularda
mevzuat düzenlemeleri yapılmasından AFAD sorumludur.
Bu çerçevede TAMP il planlarına uygun olarak hazırlanan tahminlerde
ve projeksiyonlarda Hatay 2019 örneğinde görüldüğü gibi hemen hemen
yaşanacak yıkımın tahmin edilmesine rağmen hiçbir hazırlığın yapılmadığı
ortaya çıkmıştır.
Depremin 2. günü Olağanüstü Hal (OHAL) ilan edilmesine rağmen, mal
ve hizmetlere ulaşım için herhangi bir uygulama yapılmamıştır. Bu durum,
OHAL ilanının amacının sorgulanmasına neden olmuştur. Kaldı ki, deprem
bölgesinde etkin bir güvenlik politikası geliştirilmediği ve kolluk faaliyeti
yürütülmediği için yağma ve hırsızlık olaylarının aniden arttığı
gözlemlenmiştir.
B.HASAR TESPİT ÇALIŞMALARI

Deprem ve benzeri doğal afetlerden sonra başarılı bir kurtarma faaliyeti


yürütülmesi için ilk yapılacak şey hasar tespitidir. İddia edilebilir ki, depremin
meydana geldiği günden günümüze kadar (işbu çalışmanın kaleme alındığı
gün itibarıyla iki haftanın geride kalmasına rağmen) doğru ve kesin bir hasar
tespiti yapılmış değildir. Kaç binanın tamamen yıkıldığı, kaç binanın hasarlı
olduğu halen net olarak bilinmemektedir. Hava araçlarıyla çok hızlı ve kesin
hasar tespiti yapılabilecekken, bu maalesef yapılmamıştır.
Gelinen nokta, etkin bir afet yönetimi için gerekli olan ve on yıldan fazla
süredir kurulması planlanan Coğrafi Bilgi Sistemleri Projesinin
kurulmamasının bu tip büyük felaketler bakımından büyük bir eksiklik olduğu
bir daha ortaya çıkmıştır.
C.DEPREMDE YAŞANAN İLETİŞİM-ULAŞIM SORUNLARI

Deprem sürecinin en önemli sorunları arasında, vatandaşların birbiriyle


ve devlet kurumlarıyla iletişimini sağlayacak telefonꓹ internet ve diğer iletişim
alt yapı hizmetlerinin çalışmaması olmuştur. Depremin hemen sonrasında
telefon ile iletişim kesilmiş, internet bağlantısı sağlanamamıştır. İletişimin
kolaylaştırılması amacıyla yapılan destek teklifleri (Elon Musk’un iletişim
uydusu gönderme teklifi gibi) hükûmet yetkilileri tarafından kabul
edilmemiştir. GSM operatörlerinden bölgeye mobil vericilerin yerleştirilmesi
istenmediği gibi bu tip kurumların da hizmet sağlamak ve alt yapıyı
güçlendirmek için abonelerinden topladıkları sabit ücretlerden oluşan paraları
bu alanda yatırıma dönüştürmedikleri görülmüştür.

11
Deprem sonrası kurtarma çalışmalarının yoğun olarak sürdüğüꓹ
iletişimin hayati öneme sahip olduğu ve kamuoyunun yegâne bilgilendirme
kaynağı olan internet hizmeti, sebebi anlaşılmaz biçimde hükûmet tarafından
kısıtlanmıştır. Depremin 2. günü bölgede internet bant daraltılması
uygulaması yapılarak depremzedelerin internete bağlı haberleşme
uygulamalarını ve sosyal medyayı kullanma imkânlarının kısıtlanmasına
neden olunmuştur. Bu şekilde sosyal medya üzerinden deprem bölgelerine
yardım ulaşılmasına yönelik çağrıların yapılması engellenmiş ve birçok yer
bakımından en etkin iletişim kanalı ortadan kaldırılmıştır.
Diğer taraftan, insanların deprem bölgesine ulaşımı veya deprem
bölgesinden güvenli alanlara ulaşımında da ciddi sorunlar yaşanmış ve halen
yaşanmaya devam etmektedir. Ulaşımla ilgili ilk bilgiler AFAD merkezine
ancak depremin birinci günü saat 17:00 gibi gelmiş ve kamuoyuna ana
güzergâhlardaki kapalı yollarla ilgili bilgi verilebilmiştir. Yaralıların tahliyesi
için bölgeye askeri gemi sevk edilmesi ancak depremin 2. gün yapılmıştır.
Depremzedelerin tahliyesi için hava ve deniz yolu köprüsü kurulamamıştır.
Bu durum depremin ilk günlerinde TSK’nin görevlendirdiği hava ve deniz
taşıtlarından görülebilmektedir.
Ayrıca AFAD’ın basın bültenlerinde yardım yapan kuruluşlar sayılırken
belediyelerden bahsedilmezken sürekli İnsani Yardım Vakfı (İHH), Hayrat,
Beşir, İnisiyatif gibi hükûmete yakın dernekler ön plana çıkarılmış,
kamuoyuna yardımın sadece bu kuruluşlarca yapıldığı yönünde ısrarlı
biçimde algı oluşturulmuştur. Hâlbuki deprem bölgesinde ilk saatlerden
itibaren AHBAP gibi platformlar daha etkin yardım sağlamasına ve kurtarıcı
faaliyetlere katılmasına rağmen bu yapılar adeta yok sayılmıştır.
D. AFET MEVZUATI VE PLANLAMA EKSİKLİĞİNDEN
KAYNAKLANAN SORUNLAR

Deprem bölgesinde, depremin meydana geldiği ilk andan itibaren


açıkça görülebileceği gibi tamamen iktidar mensupları ve ilgili kamu kurum
yöneticileri bir panik halindedir. Bunun temel nedenlerinden biri, afet ve acil
durumlarla ilgili yapısal mevzuat çalışmaları ve planları yapılması yerine son
derece yüzeysel ve yetersiz çalışmalar yapılmış olmasıdır. Örnek vermek
gerekirse, deprem mevzuatının yenilenmesi çalışılması sadece çarpıcı
kısaltmalar ve bilimsel terimlerin kullanılmasından ibaret kalmıştır. Bu
yüzdendir ki, anılan mevzuat yenilemesi geçmişte kazanılmış bilgi
birikimlerini adeta çöpe atma şeklinde olmuştur. Kısacası afet mevzuatı, -
özellikle TAMP- sistematik bir hazırlıktan uzak ve bir o kadar da karmaşıktır.
12
Depremle birlikte, Afet ve Acil Durum Müdahale Planlarının gerektiği
gibi yapılmadığı ortaya çıkmıştır. Kâğıt üzerinde yapılmış olsa bile
gerçekleşme ihtimali olmayan planlar olduğu ve bu planlara göre bile bir
hazırlığın yapılmadığı görülmüştür. Bunun somut örneği; depremin dördüncü
gününde dahi ilçelerin bazılarında afet yönetim birimlerinin oluşturulamamış
olmasıdır. İlgili mevzuat, yerel düzeyde afet ve acil durumlarda müdahale ve
görevlendirmelerin vali ve kaymakamlar tarafından yapılmasını öngörmesine
rağmen hiçbir yerleşim yerinde bu yasa hükmünün gereğinin yerine
getirilmediği anlaşılmıştır. Ne valiler ne de kaymakamlar bahse konu
yükümlülüğü yeterince başaramamışlardır. Bundan dolayıdır ki, ilk gün diğer
illerden valiler, takip eden günlerde ise kaymakamlar görevlendirilmiştir.
Afet yönetim ve planlama eksikliğinin bir sonucu olarak, Afşin’de
çadırlar depremin ancak 4. gününde kurulabilmiştir. Afşin’de köylerin çoğuna
gidilememiş ve dağ köylerinin yolları heyelan nedeniyle kapalı olduğundan
ulaşım sağlanamamıştır. Benzer şeklide deprem bölgesinde yer alan ve
depremden ciddi manada etkilenen birçok köye günler sonra ulaşılabilmiştir.
Son Kahramanmaraş depremi göstermiştir ki, her şeyden önce
Türkiye’de basit, anlaşılabilir, kapsayıcı ve modern bir afet yönetim mevzuatı
ve buna uygun hazırlanan eylem planlarına ihtiyaç vardır. Bu bağlamda,
2013 yılında hazırlanan Afet ve Acil Durum Müdahale Hizmetleri Yönetmeliği4
(2013-2022) ve buna dayanarak hazırlanan Türkiye Afet Müdahale Planı
(2014-2022) ihtiyaçları karşılamaktan oldukça uzaktır. Bu noktada, Ulusal
Deprem Stratejisi ve Eylem Planı (2012-2023) çok kapsamlı ve bilimsel bir
çalışma gibi görünmektedir. Ancak uygulamalara bakıldığında erken uyarı
sistemleri kurulmasından Ar-Ge çalışmaları yapılmasına, depreme dayanıklı
yapılaşmanın sağlanmasından, dayanıksız yapıların tespitine kadar pek çok
önermenin uygulanmadığı görülmektedir.
E. İLK YARDIM FAALİYETLERİNİN
ORGANİZASYONUNA İLİŞKİN SORUNLAR

Deprem bölgesinde karşılaşılan bir diğer önemli sorun ise; deprem


bölgesine gönüllü veya yurtdışından gelmiş ilk yardım ekiplerinin maksimum
düzeyde verim alınacak şekilde organize edilememesidir. Diğer illerden veya
yurt dışından gelen gönüllüler (sağlıkçılar, arama kurtarma ekipleri, vinç
operatörleri vb.) ikinci gün bölgeye ulaşmasına rağmen iyi bir organizasyon
yapılamadığından, deprem bölgelerine seri olarak aktarılamamış ve hatta

4 18/12/2013 tarih ve 28855 sayılı Resmi Gazete.


13
geri gönderilenler olmuştur. Adıyaman ve Hatay’da kendi imkânlarıyla
bölgeye ulaşan sağlık ekibinin “size ihtiyaç yok” denilmek suretiyle geri
gönderildiği de basına yansımıştır.
Depremin 3. gününde halen topyekun bir seferberlik haline
geçirilemediği ve bölgeye toplamda ancak 5.000 civarında iş makinesi
(ekskavatör, çekici, vinç, dozer, kamyon, arazöz, treyler, greyder, vidanjör
vb) gönderilebilmiştir. Aynı şeklide ancak depremin 4. gününde resmi ve
gönüllü personel sayısı 100 binin ve arama kurtarma ekibi sayısı 24 binin
üzerine çıkabilmiştir.
Depremin 4. gününde; Kızılay, AFAD, MSB, Jandarma ve Sivil Toplum
Kuruluşlarından (İHH, Hayrat, Beşir, İnisiyatif Dernekleri) toplam 95 mobil
mutfak, 79 ikram aracı, 1 mobil aşevi, 4 mobil fırın, 39 sahra mutfak, 1
konteyner mutfak ve 86 hizmet aracı bölgeye sevk edilmiş ve 138.000 çadır
kurulmuştur. Depremin 5. gününde ise: arama kurtarma personeli: 30.000,
kurulan çadir: 98.000, sahada çalışan personel 122.000, iş makinesi 12.500
olmuştur. 6. güne ait veriler ise şöyledir: 31.254 arama kurtarma personeli,
bölgede görev yapan toplam personel sayısı 160.860, iş makineleri toplamı
12.026, 31 vali, 70’in üzerinde kaymakam, 19 AFAD üst yöneticisi ile 68 il
müdürü, şimdiye kadar 122.152 binanın incelemesi tamamlanmıştır.
Yukarıda belirtilen bu rakamlar dahi, afetin büyüklüğüne göre ülkeyi
yöneten iktidarın gerekli reaksiyonu zamanında veremediğini; aramaꓹ
kurtarma ve yardım faaliyetlerinin iyi organize edilemediğini göstermektedir.
F. SAĞLIK VE PSİKO-SOSYAL DESTEK HİZMETLERİNDE
YAŞANAN AKSAMALAR

Deprem bölgesinde ivedi olarak sağlanması gereken hizmetlerden biri


de sağlık hizmetleridir. Ancak sağlık hizmetleri ilk günlerde verilememiştir.
Depremzedeler kendi imkânlarıyla hastalarını bölge dışındaki hastanelere
götürmek zorunda kalmışlardır. Bu noktada seri hizmet sunabilecek sahra
hastanelerinin kurulumu yapılamamıştır.
Ayrıca deprem bölgesinde başta çocuklar olmak üzere
depremzedelere psiko-sosyal destekler son derece kısıtlı verilmiştir. Bu
amaçla bölgeye 6. günde sadece 2.174 personel ve 327 araç sevk
edilebilmiştir. Başta çocuklar olmak üzere depremin oluşturduğu psikolojik
yıkımın etkilerinin en aza indirilmesi bakımından gerekli psikolojik desteğin
sağlanması noktasında ciddi aksamalar yaşanmaktadır.

14
G. GÜVENLİK VE ASAYİŞ PROBLEMLERİ

Deprem sonrası toplumda ciddi manada rahatsızlık ve bir noktada


toplumun galeyana gelmesine neden olan hususlardan biri de yaşanan
güvenlik ve asayiş problemleridir. Deprem bölgelerinde yaşanan kargaşadan
istifade eden bir kısım kişiler tarafından depremzedelerin evlerinden hırsızlık
ve yağma yapılmış, yol kesme, yardım malzemelerinin çalınması, sahte
görevli görünümlü kişilerce yardım araçlarının yanlış yerlere sevk edilerek
depolanması ve benzeri eylemlerin gerçekleştirildiği yazılıꓹ görsel ve sosyal
medyada yer almıştır. Bunun temel sebeplerinden biri ilk andan itibaren
kolluk kuvvetlerinin deprem bölgesinde görülememesi ve buna bağlı olarak
deprem bölgesinin yurt içi ve yurt dışındaki suçlular için adeta cazibe merkezi
haline gelmesidir. Aynı şekilde arama kurtarma ekiplerinin güvenliğinin
sağlanamaması da bir diğer sorun olmuştur. Nitekim Almanya, İsrail ve
Avusturya ekipleri can güvenlikleri olmadığı için ülkelerine dönme kararı
almıştır.
Bu eylemlerin kamuoyuna medya tarafından duyurulması sonrası
hükûmet yetkililerinden Ömer Çelik’in yaptığı “yağma suçlarına acımasızca
müdahale edeceğiz” açıklamasıyla birlikte gözaltına alınan hırsızlık ve
yağma suçu şüphelilerine polis ve jandarma personeli tarafından hakaretꓹ linç
ve işkence yapıldığına dair görüntüler ‘büyük bir mücadele örneği’ymiş gibi
sosyal medyada paylaşılmaya başlanmıştır 5.
Resmi görevliler tarafından sergilenen bu tür muameleleri
değerlendirme sadedinde önemle belirtilmelidir ki; öncelikle hukuk devletinde
suç ve suçluyla mücadele Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti
ilkeleri çerçevesinde yürütülmek zorundadır. Suç işleyen her kim olursa
olsun, cezası vatandaş ve kolluk görevlileri tarafından değil ancak hukuk
devleti ilkesi ve adil yargılanma hakkı gereğince bağımsız ve tarafsız yargı
mercilerince verilebilir. Bu nedenle, suçüstü halinde yakalanmış olsa dahi,
hiçbir kolluk görevlisinin bir şüpheliye darpꓹ hakaret ve linç etme hak ve yetkisi
asla yoktur.

5
https://twitter.com/GkhanGnes8/status/1624719572736647168?s=20&t=3_uPuIZHccGL
nhf6jCUaFA
15
Deprem nedeniyle OHAL ilan edilmesinin sonucu olarak; geçmişte
yaşandığı gibi başta kolluk görevlileri olmak üzere kamu görevlilerince keyfi
uygulamaların ve eylemlerin gerçekleştirildiği görülmektedir.
Unutulmamalıdır ki, gözaltına alınmış olan bir kişiye karşı hakaretꓹ işkence ve
linç eylemleri gerçekleştirilmesi hiçbir şekilde OHAL ilanının amaç ve
kapsamı içerisinde yer almamaktadır. Bunu yapan kişilerin ileride
yargılanması kaçınılmaz olduğu gibi devlet kurumlarında ve devletin kolluk
güçlerince gerçekleştirilen bu eylemlerden dolayı Türkiye’nin uluslararası
kurum ve mahkemeler nezdinde mahkûm edilmesi de kaçınılmaz
görünmektedir.

Bu tip yağma ve hırsızlık eylemlerinin gerçekleşmesinin temel nedeni,


iktidarın etkin bir güvenlik politikası ve kolluğun önleyici kolluk faaliyeti
yürütmemesi ve deprem bölgesinde gerekli güvenlik önlemlerinin zamanında
alınmamasıdır. Zira, Türkiye’de kamu otoriteleri suç ve suçluyla mücadele
eden bir yapıdan ziyade ‘iktidarın bekçiliği’ni yapan bir mekanizmaya
dönüşmüştür. Dolayısıyla, bugün kolluğun yargısız infaz yapan ve hatta linç
eden pozisyona gelmesinin nedeni ortada devlet denen kurumun
kalmayışından kaynaklanmaktadır.

Bu nedenle devletin bittiği yerde linç ve yağma eylemlerin başlaması


kaçınılmaz olduğundan dolayı öncelikle demokratik hukuk devletinin
gerekleri çerçevesinde hareket edilmelidir. Bu kapsamda, deprem
bölgesinde etkin ve önleyici kolluk faaliyetlerinin yürütülmesine; suç ve
suçluyla da evrensel hukuk ilkeleri çerçevesinde mücadele edilmesine ihtiyaç
vardır.

Yukarıda anılan asayiş ve güvenlik sorunları ortaya çıktıktan sonra


Adalet Bakanlığı, depremden etkilenen illerde yaşanan başta hırsızlık olmak
üzere suç teşkil eden olaylarla ilgili soruşturmaların derhal fiziki ortamda
başlatılması için Cumhuriyet başsavcılıklarına “Soruşturma İşlemlerinin Fiziki
Ortamda Yürütülmesi” konulu bir yazı göndermiştir. Yazıda, deprem

16
bölgesinde bulunan adliyelerdeki fiziki yapının ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim
Sistemi'nin (UYAP) zarar görmesi nedeniyle soruşturmaların gecikmeksizin
fiziki ortamda yapılması istenmiştir.

H. CENAZE VE DEFİN İŞLEMLERİ

Devletin deprem sonrası ivedi olarak yerine getirmesi gereken


hizmetlerden bir diğeri de can kayıplarını tespiti ile cenaze ve defin
hizmetlerinin hızla yürütülmesidir. Depremin üzerinden geçen uzunca süreye
rağmen6 pek çok yerde bu işlemler sağlıklı yapılamamaktadır. Bazı yerlerde
kefenleme bile yapılmadan, battaniyelere sarılı cesetler toplu mezarlara
konulmuş ve cenazelerin üzerine kepçelerle toprak atılmıştır. Çoğu yerde
ceset kimlik tespitleri geç yapıldığı için cenazeler zamanında teslim
edilememiş, depremzedeler ve yakınları ikinci bir örselenme yaşamışlardır.

Öte yandan pek çok yerde cenazeler yeterli kayıt yapılmadan


defnedilmiştir. Depremde ölen kişilerin kimliklerinin tespiti amacıyla yeterli
kan ve doku örneğinin alınmaması halinde ileride çok ciddi hukuki sorunların
ortaya çıkması ve bu mezarların tekrardan açılması kaçınılmaz olacaktır. İlgili
kurumlarca herhangi bir çağrı yapılmadığı gibi Diyanet İşleri Başkanlığı
tarafından bölgeye ek görevlendirme yapıldığına dair bir bilgilendirme de
yapılmamıştır.

İlgili kurumlarca ilk aşamada kimlikleri tespit edilemeyen cenazelerin


bekletilme süresi ilk başta 5 gün olarak belirlenmiş ise de daha sonra bu süre
24 saate düşürülmüştür. Bu açıklama dahi, hükûmetin afetin büyüklüğünü
algılamada nasıl başarısız olduğunu, iktidar sahiplerinin krizi son derece kötü
biçimde yönettiklerini gün yüzüne çıkarmaya yetmektedir.

6 Bu çalışmanın kaleme alındığı tarih itibarıyla depremin üzerinden 2 haftalık bir süre
geçmiştir.
17
II.BÖLUM:

DEPREM SONRASI CAN KAYBI VE HASAR TESPİT


ÇALIŞMALARININ TAMAMLANMASI

A. CAN KAYIPLARININ TESPİTİ

Depremde arama ve kurtarma faaliyetlerinden sonraki aşamada, vefat


eden vatandaşların kimlik tespitlerinin sağlıklı yapılması ve bu konuda gerekli
tutanakların tutulması önem arz etmektedir. Kural olarak deprem nedeniyle
vefat eden vatandaşların defnedilebilmesi için Cumhuriyet savcısı ve adli
tabip eşliğinde ölü muayenesi ve/veya otopsi işlemlerinin yapılarak vefat
eden kişi hakkında defin ruhsatı düzenlenmesi gerekmektedir. Ancak
Kahramanmaraş depreminde yaşanan felaketin büyüklüğü ve olağanüstü
haller dikkate alınarak bu işlemler kabul edilebilir hukuki ölçülerde
yapılamadığı için ilerde büyük sorunların ortaya çıkması kaçınılmazdır.
Can kayıplarına ilişkin tespit ve tutanakların sağlıklı yapılması daha
sonra devlet tarafından yapılacak yardımların alınabilmesi açısından da
önemlidir. Zira depremden kaynaklanan yardımlar, resmi olarak tutulan bu tip
kayıtlar esas alınarak verilecektir. Bu bağlamda çadır, konteynır, prefabrik
ev, yapılacak yeni evlerden hak kazanabilmek gibi durumlarda, miras
işlemlerinde, açılacak ceza davalarında işlemlerin temelini kişinin deprem
sonucu öldüğününꓹ yaralandığının veya maddi ve manevi zarar gördüğünün
ispatı işlemleri bu kayıtlar üzerinden yapılacaktır.
Bilindiği kadarıyla AFAD, Kahramanmaraş merkezli depremde hayatını
kaybedenlerin kimliklerinin en kısa sürede tespit edilmesi ve defin hizmetleri
için valilikler ile ilgili kurum ve kuruluşlara talimat verildiğini açıklamıştır.
AFAD tarafından yapılan yazılı açıklama şu şekildedir: "Bu depremlerin
ortaya çıkardığı yıkıcı etki nedeniyle hayatını kaybeden vatandaşlarımızın en
hızlı şekilde kimliklendirilmesi ve naaşlarının yakınlarına ivedi bir şekilde
teslim edilmesi büyük önem arz ettiğinden, kimliklendirme ve defin hizmetleri
konusunda yeknesaklığın sağlanması için Adalet Bakanlığı ile koordinasyon
içinde İçişleri Bakanlığı'nın 07 Şubat 2023 tarih ve 46697 sayılı yazısı ile ilgili
valilikler ve kurum/kuruluşlar talimatlandırılmıştır".
Açıklama uyarınca:
➢ Ölü muayene işlemleri, cenazelerin bulunduğu il veya ilçe
Cumhuriyet başsavcılıkları nezdinde yapılacak olup çevre il ve ilçelere
gönderilmemesiꓹ

18
➢ Cenazelerin hangi bina ve enkazdan çıkarıldığının sağlık ya da
kolluk görevlisine tutanak eşliğinde teslim edilerek hastaneye intikalinin
sağlanması, düzenlenecek tutanakta müteveffanın yakınlarının ya da tanıyan
kişinin bulunup bulunmadığına ilişkin bilgiye yer verilmesiꓹ
➢ Vefat edenlerin, yakınları ya da tanıyan şahıslar tarafından teşhis
suretiyle kimliklerinin tespit edilememesi halinde DNA, kan örneği, parmak izi
gibi adli tıp incelemesine bağlı yöntemlerle kimlik tespiti yapıldıktan sonra
cenaze teslim işlemlerinin yapılmasıꓹ
➢ Enkazdan çıkarıldıktan sonra teşhis ya da adli tıp yöntemleri ile 5
gün [daha sonra yapılan değişiklik ile 24 saat] içinde kimliklendirilerek
yakınlarına teslim edilemeyen naaşların DNA, parmak izi örneği ve fotoğrafı
alındıktan sonra Cumhuriyet savcılığı ile mülki idare amirliğinin ortak
değerlendirmesi çerçevesinde dini vecibelere uygun defnedilmesi, kabrin
konumunun da belirtilerek tutanağa bağlanmasıꓹ
➢ Ancak afete maruz vilayetlerimizden iletilen bilgilerde naaşların
muhafazasında sıkıntılar yaşanabileceği, cenazelerde bozulmalar
olabileceği değerlendirmeleri göz önünde bulundurularak
yakınları/tanıdıklarınca teşhis suretiyle ya da adli tıp yöntemleriyle
kimliklendirme yapılamayan naaşların 24 saatlik bekleme süresinden sonra
DNA, parmak izi örneği ve fotoğrafı alınmasını müteakip Cumhuriyet savcılığı
ile mülki idare amirliğinin değerlendirmesi çerçevesinde kabrin yeri/konumu
tutanağa bağlanarak dini vecibelere uygun defnedilmesiꓹ
gerekmektedir.
Yukarıdaki açıklamalar ışığında, il ve ilçe merkezinde bulunanlar
yönünden; ölenin yakını var ise yakını olan kişi müteveffayı hastanede
bulunan Cumhuriyet savcısının huzurunda görevli doktor tarafından ölü
muayenesi yapılıp tutanağa bağlandıktan sonra Cumhuriyet savcısı
tarafından muayene tutanağı doğrultusunda defin ruhsatı düzenlenecektir.
Cenaze sahibi bu evrakla birlikte müftülüğe sevk edilecek ve müftülükten
gerekli belgeler alındıktan sonra cenaze defnedilecektir. Bu aşamada dikkat
edilmelidir ki; cenazenin defnedildiği mezarlıktaki ada, pafta numaralarının
cenaze sahibine bildirilmesi ve ayrıca defin bilgilerinin müftülük tarafından
Cumhuriyet başsavcılığına gönderilmesi gereklidir.
Öte yandan ölen kişinin yakını bulunmuyor ya da kimliği tespit
edilemiyor ise; yine hastanede bulunan Cumhuriyet savcısının kontrolünde
teşhise elverişli fotoğrafları çekilip, parmak izi ve DNA örneği alma işlemleri

19
gerçekleştirilip, 24 saat bekletildikten sonra tanzim edilen tutanak
doğrultusunda defin ruhsatı düzenlenecektir.
Köylerde ise; muhtarlar tarafından, muhtar bulunamıyor veya
ulaşılamıyorsa mülki amir tarafından görevlendirilecek memurlarca deprem
sonucu hayatını kaybeden kişilerin kimlikleri ve durumları tespit edilerek, bu
kişiler tarafından düzenlenecek defin ruhsatı ile defin işlemleri
gerçekleştirilecektir.
AFAD’ın açıklaması çerçevesinde depremde hayatlarını
kaybedenlerin, ölü muayenesi ve kimliklendirmesi yapılmadan gömülmesi,
depremzedelerin Gölcük depreminde olduğu gibi yıllarca yakınlarının
cenazesini araması gibi olumsuz sonuçların ortaya çıkmasına neden olabilir.
Defin işlerinin ivedi yapılması önemli olduğu kadar kimlik tespitine ilişkin
doğru kayıtların tutulmaması ileride yeni sorunlara sebep olabilir.
AFAD’ın 8 Şubat’taki açıklamasında; enkazdan çıkarılan cesetlerin
teşhis ya da adli tıp yöntemleriyle beş gün içinde kimliklendirilerek,
yakınlarına teslim edilemeyen naaşların DNA, parmak izi örneği ve fotoğrafı
alındıktan sonra cumhuriyet savcılığı ile mülki idare amirliğinin ortak
değerlendirmesi çerçevesinde defnedileceği belirtilmektedir. Esasen adli tıp
yöntemleriyle doğru kimliklendirme veya kimliklendirmeye esas kayıtların
alınmaması halinde bunun ileride yeni sorunlara sebep olacak genel olarak
adli tıp uzmanları tarafından dile getirilmektedir. 7 Kişilerin ölüm sebebi doğru
tespit edilmeli ve kişiler ondan sonra gömülmelidir. Bu kapsamda ölüden
parmak izi ve DNA için örnek alınmalı ve adli tıp uzmanı tarafından ölü
muayenesi özenle yapılmalıdır. Kişilerin ölüm sebebi doğru tespit edilmeli ve
kişiler ondan sonra defnedilmelidir.
Uzman bir yetkili tarafından yapılacak iyi bir ölü muayenesiyle tam ölüm
nedenini saptamak mümkündür. Ancak bazı durumlarda ölüm nedeninin
tespiti bakımından otopsi yapılması gerekebilir. Ayrıca ölü muayenesi için
tutulacak tutanaklara boy, kilo, göz, ten rengi, varsa ameliyat izi, dövme gibi
belirleyici unsurlar ile fotoğrafların eklenmesi ileride kimlik tespitlerine katkı
sağlayacaktır. Ayrıca ölüm nedeninin daha sonra olabilecek hukuki süreçler
için iyi saptanması gerekmektedir. Deprem bölgesinde yaşamını yitirenlerin
önceden hazırlanmış matbu ölü muayene tutanaklarıyla defnedilmesi ciddi
bir problem olacaktır. Tutanaklarda her ceset için ölüm nedeni, “Enkaz-

7 https://medyascope.tv/2023/02/10/adli-tip-uzmanlarindan-saglik-bakanligina-cagri-
deprem-bolgesine-gitmemize-izin-verin-olu-kimliklendirme-dogru-yapilmazsa-insanlar-
yillarca-yakinlarini-aramak-zorunda-kalacak/
20
çökme-göçük altında kalma ile oluşan genel beden ve kafa travmasına bağlı
kardiyovasküler arrest” 8 tespiti yapılması doğru bir kimlik tespiti ve ölüm
nedeni belirlenmesi yöntemi değildir 9. Bu raporların, donarak veya başka
nedenle ölümlerin ayrıştırılmasını ve özellikle deprem sonrasında arama-
kurtarma faaliyetlerinin gecikmesindeki sorumluların ortaya çıkarılmasını
güçleştireceği açıktır. Bu nedenle ölüdeki lezyonu yazmak ve ölüm nedenini
ortaya koymak gerekmektedir. Burada kayıtların amacına uygun tutulması,
hakların korunması açısından yararlı olacaktır.
Deprem bölgesinde kimliği belli olan bütün cenazelerin yakınlarına
teslimi sırasında imzalatılan aşağıdaki matbu tutanakta, kimlik ve adres
bilgisi bölümleri boş bırakılarak şu ifadeler yer almaktadır:
“06.02.2023 tarihinde saat 04.17 sıralarında Kahramanmaraş ili
Pazarcık ilçesinde meydana gelen Hatay ili de dahil olmak üzere çevredeki
birçok il ve ilçelerde etkili olan deprem nedeniyle ….. adresinde enkaz/göçük
altında kalan ….. TC kimlik numaralı ….. ve .…. oğlu/kızı ….. doğumlu …..
isimli şahsın Hatay Mezarlığı cenaze toplama alanına getirildiği görüldü.
Yapılan ölü muayenesinde kişinin ölümünün ENKAZ – ÇÖKME – GÖÇÜK
ALTINDA KALMA İLE OLUŞAN GENEL BEDEN VE KAFA TRAVMASINA
BAĞLI KARDİYOBASKÜLER ARBEST OLARAK TESPİT EDİLMİŞTİR.
Cesedin açık kimlik bilgisi ve ölüm sebebi tespit edilmiş olmakla
cesedin yakını olan kimlik tanığına teslimi yapılmıştır. İşbu tutanak birlikte
imza altına alınmıştır. …./02/2023”

Öte yandan, enkaz kaldırma, arama-kurtarma faaliyetlerinin
yetersizliğinin ölümlerin artmasına neden olduğu da bir gerçektir. Bu noktada
deprem sonrası soğuk etkisiyle ölümlerde (hipotermi) idarenin kusuru
gündeme geleceğinden bu hususların yapılacak bir otopsiyle belirlenmesi
gerekmektedir. Ancak mevcut durumda otopsi yapılmaması ve genel kimlik
tespitiyle de soğuktan ölüm tespiti yapılamadığından devletin bu noktadaki
sorumluluğu ortadan kaldırılmaktadır. Daha yalı bir anlatımla otopsilerin
yapılmaması büyük bir eksikliktir. Ancak yapılan kimlik tespitlerinde en
azından hipotermi kaynaklı ölüm şüphesi mevcut ise, söz konusu cesetlerin
otopsiye sevki konusunda savcıların inisiyatif kullanmaları gereklidir.

8 Deprem bölgesinde matbu ölümler: Tek delil burundan alınan süprüntü;


https://kisadalga.net/haber/detay/sessiz-olunmasi-gereken-enkaz-alanlarinda-tekbir-
sesleri-bu-basli-basina-bir-cinayettir_56267

21
Bu noktada mümkün olduğunca ölü muayene ve otopsi için ısrar
edilmesi ve yapılan ölü muayenesi işlemlerinin videoya alınması ve
fotoğraflanması sağlanmalıdır. Ölüm nedeninin tereddüde yer bırakmaksızın
tespiti sağlanmalı ve ölümün soğuktan donma nedeniyle gerçekleştiği
yönünde şüphe varsa bu durumun ölü muayene tutanağına yazdırılması
talep edilmelidir. Aynı şekilde, miras hukukunda kimin önce öldüğü geriye
kalan mirasçıların haklarını etkileyebileceğinden ölüm zamanının mümkün
olduğu kadar net belirlenmesi ve kayıtlara geçirilmesi gerekmektedir.
Deprem bölgesinin genişliği ve etkilenen insan sayısını fazlalığı göz
önüne alındığında zaman kaybını azaltmak ve seri bir şeklide depremzedeler
istenilen defin ruhsatını verilebilmesi bakımından Cumhuriyet savcılarının
bilgisayar, yazıcı, şarj cihazları vb gibi teknik ayrıntılarla uğraşmadan, doktor
eşliğinde kameraya kayıt almak sureti ile işlemleri yapıp sonrasında tutanak
tutmalarına imkân tanınmalıdır. Nasıl ki bir kısım yargısal işlemlerde SEGBİS
kullanılması mümkün ise, burada da SEGBİS tarzı bir işlem yapılmalıdır.
Mevcut durumda cenazelerini bir an önce defnetmek isteyen
vatandaşlar Cumhuriyet başsavcılıklarına uluşamadıkları veya ulaşmalarına
rağmen hiçbir yetkilinin gelmediği hallerde en azından defin öncesinde ölen
kişi herhangi bir cep telefonu vasıtası ile tüm vücudu ayrıntılı gözükecek
şekilde kayıt altına alma yoluna gitmelidir. Ölen kişiyi tanıyanlar aynı kayıtta
ölenin kim olduğunu beyan etmeli, hangi binadan, ne zaman ve ne şekilde
çıkarıldığına dair bilgilere yer verilmelidir. Aynı şekilde eğer kişiler kendileri
yakınlarının cenazelerini enkazdan çıkarmış ise durum fotoğraf ve video ile
belgelendirilmelidir. Belediye tabibi tarafından defin ruhsatı düzenlenmişse,
defin ruhsatına mutlaka deprem nedeniyle vefatın gerçekleştiği kayıtlara
geçirilmelidir.
B.HASAR TESPİTLERİNİN YAPILMASI ve HAK SAHİPLERİNİN
BELİRLENMESİ

1. Hasar Tespitlerinin Yapılması

Meydana gelen bir doğal afet veya deprem sonrası arama kurtarma
çalışmalarının büyük oranda tamamlanmasından sonraki aşama, depreme
maruz kalan alanlarda hasar tespit çalışmalarının başlaması gerekmektedir.
Nakdi yardım, geçici barınma yardımı, kalıcı konut temini gibi yardımların
hangi afetzedelere, ne ölçüde yapılacağına karar vermek için hasar tespit
çalışmaları yapılmaktadır.

22
Deprem sonrası hasar tespit çalışmalarının yapılmasına ilişkin usul ve
esaslar 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak
Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun’un 13 ve devamı maddelerinde
düzenlenmiştir. Kanun’un “Afet bölgelerinde yapılacak teknik işler” kenar
başlıklı 13. maddesi uyarınca;
a) Yapılacak işlemlere esas olmak üzere İmar ve İskân Bakanlığınca
kurulacak fen kurulları tarafından, afetin meydana geldiği arazinin durumu ile
bütün yapılar ve kamu tesisleri incelenerek, hasar tespit raporu düzenlenir.
Gereken hallerde, yapılarda meydana gelen hasarı tespit etmek üzere
Bayındırlık ve İskân Bakanlığının isteği üzerine diğer bakanlık, kurum ve
kuruluşlar, mahalli idareler, üniversiteler ve meslek odaları, konusunda
deneyimli yeteri kadar inşaat mühendisi ve/veya mimarı hasar tespiti
çalışmalarında derhal görevlendirmekle yükümlüdürler.
Arazinin tehlikeli durumu ve binaların gördüğü hasar bakımından
yıktırılması ve boşaltılması gerekenler hakkında, o il ve ilçenin en büyük
mülkiye amirine ayrı bir rapor verilir. Bu makamlarca böyle binalar derhal
boşalttırılır. Yıkılması gerekenler için en çok 3 gün süre verilerek tehlikenin
giderilmesi sahiplerine bildirilir. Mahallinde sahibi bulunmadığı takdirde
durum, mahalli vasıtalarla ilan edilmek suretiyle, bildiri yapılmış sayılır. Mal
sahibi veya vekili, bu bildiriye karşı 3 gün içinde yetkili idare kurullarına itiraz
edebilir. İdare kurulları bu itirazı en geç 3 gün içinde inceler ve karara bağlar.
Süresinde itiraz olunmayan yahut itiraz olunup da idare kurullarınca yıkılması
onaylanan binaları mal sahibi yıkmadığı takdirde bu binalara el konularak
yıkma parası yıkıntıdan elde edilecek malzeme bedelinden ödenmek üzere,
mahallin en büyük mülkiye amirinin emri ile yıktırılır. Yapılacak asıl işlemlere
esas olmak üzere, fen kurulları tarafından düzenlenen teknik mahiyetteki
hasar tespit raporlarına mahallî ilân tarihinden itibaren otuz gün içinde itiraz
edilebilir ve hasar tespit raporları ancak asıl işlemlerle birlikte dava konusu
edilebilir. Gayrimenkulleri kesin bir şekilde hasarsız olarak tespit edilenlerin
veya gayrimenkullerinin hasar tespiti hiç yapılmayanların, yargı yoluna
gitmeden önce, mahallî ilân tarihinden itibaren otuz gün içinde ilgili idareye
başvurmaları zorunludur.
b) Hasar görmüş, fakat ıslahı mümkün olan binaların fen kurullarının
göstereceği şartlara göre tamiri yapılıncaya kadar içine girilmesine ve
oturulmasına izin verilemez. Bu binalar 1 yıl içinde tamir ettirilmediği ve itiraz
da olmadığı takdirde yukarıdaki esaslar dahilinde yıktırılır. İtiraz halinde, bu
itiraz yukarıdaki mahalli idare kurullarınca 5 gün içinde incelenir ve karara
bağlanır. İtiraz sebepleri yerinde görüldüğü takdirde süre 6 ay daha uzatılır.

23
c) Resmi daire ve müesseselere ait binalardan bu madde gereğince
yıktırılması gerekenler yıkma masrafları ilgili daire ve müesseselerce
sonradan karşılanmak şartıyla fon hesabından ödenerek yıktırılır.
ç) Yer kayması, kaya düşmesi gibi afetlerde, tehlikenin devamı veya
tekrarı ihtimali üzerine boşaltılan binaların tehlikeye karşı kesin tedbir
alınıncaya kadar işgaline veya hasara uğrayanların tamirine müsaade
edilmez. Tedbir alınamayacağına karar verildiği takdirde tehlikeli mahal
içindeki binalar, yukardaki esaslar dahilinde yıktırılır. İmar ve İskân
Bakanlığınca afete karşı arazide gerekli tedbirlerin alınması, tehlikeye maruz
yapıların yıkılması ve topluluğun başka yere taşınmasından daha ekonomik
görülürse, bu tedbirlerin alınması için lüzumlu ödenek 33 üncü maddede
yazılı fondan ödenir. Tehlikenin giderilmesiyle ilgili tedbirler için yapılan
harcamalar borçlanmaya tabi tutulmaz.
d) Afete uğrayanların veya uğraması muhtemel olanların bulundukları
yerlerde veya başka yerlerde geçici olarak barınmalarını sağlamak üzere,
baraka ve konutlar inşa edilebilir, ettirilebilir, kiralanabilir veya satın alınabilir.
Bu tedbirlerin, kısa zamanda yerine getirilmesinin mümkün olamayacağı
hallerde, geçici iskân tedbirlerini kendileri almak isteyenlere nakdi yardım da
yapılabilir. Geçici barındırma işleri için gerekli ödenek ile afetzedelere nakden
yapılacak yardımların miktarı ve barınaklarda oturulacak süre İmar ve İskân
Bakanlığınca tespit olunur. Bu bent gereğince yapılacak harcamalar ve
ödemeler borçlandırmaya tabi tutulmaz.
Görüldüğü üzere yasal düzenleme uyarınca depremin büyüklüğüne
göre çevre illerden ya da tüm illerden inşaat mühendisi ve mimarlar
görevlendirilerek bu tespitler yaptırılacaktır. Tespitler sonucu binalara yıkık,
ağır hasarlı, orta hasarlı, az hasarlı ve hasarsız sonuçları verilmektedir. Bu
noktada önemli olan kısım ağır hasarlı binalar veya çöken binaların tespitidir.
Ayrıca Kanun’daki düzenleme uyarınca yıkılması gerektiğine karar
verilen binalar hakkında bu duruma itiraz için sadece üç günlük süre
öngörülmüştür. Bu karara karşı mal sahibi veya vekili idare kuruluna itiraz
yoluna gidebilir. Yapılan itirazın kurul tarafından en geç üç gün içinde
sonuçlandırılması gerekmektedir. İtirazın yapılmadığı ya da reddedildiği
durumda bina mülki amir emriyle yıkılmakta ve yıkım gideri enkazdan
karşılanmaktadır.
Bunun dışında kalan hasar tespit raporlarına mahalli ilan tarihinden
itibaren 30 gün içinde itiraz edilebilmesi mümkündür. Kanunda belirtilen itiraz
ve 30 günlük hak düşürücü süre konusunda çok dikkatli olunması

24
gerekmektedir. Zira deprem bölgesindeki bir bina için verilen bir “az hasarlı”
tespitine itiraz üzerine yapılacak inceleme neticesinde “ağır hasarlı” bina
vasfına dönüşmesi mümkündür. Bu noktada, kat mülkiyeti kanununa tabi
bina ve siteler bakımından bir kişinin dahi itiraz etmesi yeterli olacaktır.
Ancak uygulamada sorun olan husus, hasar tespitlerinin teknik
personel ve araçlardan ziyade yetersiz kişi ve gereçlerle yapılmasıdır.
Hasarın gerçek niteliği tespit edilmeden kolon ve kirişlerinde gözle görülür bir
hasar bulunmadığından bahisle ağır hasar tespitinin yapılmadığı
görülmektedir. Depremin etki alanının genişliği göz önüne alınarak, henüz
sağlıklı bir sistemin bulunmayışı ve kamu kurumları arasındaki
koordinasyonsuzluk nedeniyle halen kamuoyuna gerçek hasar durumuna
ilişkin bir açıklama yapılamamıştır. Dolayısıyla, deprem bölgelerinde kaç
binanın tamamen yıkıldığı, kaç binanın hasarlı olduğu net olarak
açıklanmamaktadır. Hava araçlarıyla çok hızlı ve kesin hasar tespiti
yapılabilmesi mümkün iken bu husus da ihmal edilmiştir. Esasen etkin bir
afet yönetimi için gerekli olan ve hükûmet tarafından on yıldan fazla bir
süredir kurulacağı dile getirilen Coğrafi Bilgi Sistemleri Projesinin ortada
olmadığı görülmüştür.
Hasar tespitlerinin sağlıklı biçimde kayıt altına alınabilmesi ve daha
sonra yeni sorunların önüne geçmek ve en önemlisi evrakların ve bilgilerin
karışmaması adına; alınan tüm örneklerin, celbi sağlanan projelerin, hem
mahalle, sokak, bina no içeren açık adres hem de mahalle, ada, parsel no
içeren tapu kütüğündeki kayıtların açıkça belirtilmesi faydalı olacaktır.
Ayrıca hasar tespitlerinin daha sonra idari ve yargısal süreçlerdeki
tazminat taleplerinde hak kayıplarına sebebiyet vermeyecek şekilde sağlıklı
yapılması ve bu noktada delil niteliğindeki bulguların muhafaza edilmesi de
gerekmektedir. Aynı şekilde zarar gören veya yıkılan binaların yakın-uzak, iç-
dış mekân fotoğrafları, video kayıtları, ayrıntılı çekimleri yapılmalı ve kayıtlar
saklanmalıdır. Tespit sırasında bunlar yapılmamışsa bunların depremzedeler
tarafından yapılması faydalı olacaktır.
Hasar tespiti bu konuda eğitim almış, inşaat mühendisi ve mimarlardan
oluşan uzman teknik ekipler tarafından binaları detaylı bir şekilde yerinde
incelenmek suretiyle yapılmalıdır. Teknik ekipler, binaların depremden
kaynaklı hasarlarını dikkate alarak binalara hasar derecelendirmesi
yapmaktadırlar. Binalar hasarın boyutuna göre acil yıktırılacak bina, yıkık,
ağır hasarlı, orta hasarlı, az hasarlı ve hasarsız olmak üzere 6 farklı hasar
derecesi ile sınıflandırılmaktadır.

25
Hasar tespit sonuçları afetzedelere elden teslim edilmeyecektir.
Çalışmaların tamamlanmasını müteakip, sonuçlar e-devlet ve
“hasartespit.csb.gov.tr” internet adresinde yayınlanmak ve mahalle
muhtarlıklarında askıya çıkarılmak suretiyle ilan edilecektir.
Halihazırda kesin hasar tespit çalışmaları yapılmaktadır. Binalarının
hasar tespiti hiç yapılmayan, binasının hasar durumunun hatalı olduğunu
düşünen depremzedenin itirazı için İtiraz Hasar Tespiti adı altında ikinci bir
hasar tespit süreci daha olacaktır. Kesin Hasar Tespitler (ilk tespitler) bittikten
ve ilan edildikten sonra 30 günlük itiraz kabul süreci başlayacaktır. Binasının
hasar tespiti hiç yapılmayan, binasının hasar durumunun hatalı olduğunu
düşünen ya da başka sebeplerle hasar tespitlerine itiraz eden
vatandaşlarımızın 30 günlük süre içerisinde itiraz talepleri alınacaktır. İtiraz
hasar tespitlerinde binaların incelenmesi için bu süre içerisinde mutlaka itiraz
dilekçesi verilmesi gerekmektedir.
2. Tespit Edilecek Hasar Çeşitleri

a) Ağır Hasar

Deprem nedeniyle onarımı mümkün olmayacak derecede hasar gören


ve tekrar kullanımı mümkün olmayan binalar ‘ağır hasarlı’ olarak
derecelendirilir. Ağır hasarlı bina sahiplerine 7269 sayılı Kanun kapsamı ve
şartlarında yeni konut yapılması mümkün olacaktır. Ağır hasarlı tespit edilen
binalar hemen boşaltılarak, hasar tespit sürecinin tamamlanması sonrasında
hemen yıkılacaktır. Ağır hasarlı tespit edilen binalar can ve mal güvenliği
açısından hemen boşaltılacaktır. Ancak bu tür binaların yıkımı için itiraz hasar
tespit sürecinin sonlanması beklenecektir.
Bazı katları çökmüş, yan yatmış, ötelenmiş veya buna benzer boyutta
hasar görmüş ve her an can ve mal güvenliğini tehdit eder nitelikteki binalar
ağır hasarlı olup acil yıktırılacak bina olarak sınıflandırılmaktadır. Binası acil
yıktırılacak olarak tespit edilmiş afetzedelere bu duruma ilişkin raporlar tebliğ
edilmektedir. Kendilerine bu rapora itiraz için 3 gün süre tanınmakta, itiraz
edilmesi halinde bu binalar 3 gün içinde farklı bir teknik ekip tarafından tekrar
incelenmekte, itiraz edilmemesi ya da itiraz edildiği halde hasar durumu
değişmeyen binalar hemen yıkılmaktadır. Tekrar belirtmeliyiz ki, acilen
yıktırılacak bina olarak tespit edilen bina/konut sahipleri için hak sahipliği
koşullarını sağlaması kaydıyla 7269 sayılı Kanun kapsamında yeni konut
yapılacaktır.

26
b) Orta Hasar

“Orta hasarlı” bina deprem nedeniyle gördüğü hasar bakımından


güçlendirme gerektirecek derecede hasar gören binadır. Bu tür binaların
güçlendirme yapılmadan kullanılmasına izin verilmez. Orta hasarlı bina
sahiplerine 7269 sayılı Kanun kapsamında güçlendirme kredisi verilecektir.
Afetzedelerden binalarını 1 yıl içerisinde güçlendirmeleri gerekmektedir. Bu
tür binalar güçlendirilmeleri halinde kullanılabilecektir ancak 1 yıl içerisinde
güçlendirme yapılmaması halinde ise ağır hasarlı kabul edilerek yıkılacaktır.
c) Az Hasarlı veya Hasarsız Bina

Deprem nedeniyle hiç hasar görmemiş binalar “hasarsız”, taşıyıcı


sistemi hasar görmemiş ancak taşıyıcı olmayan duvarlarında meydana gelen
çatlaklar, sıva çatlakları, boya/kaplama dökülmeleri gibi hasarlar
gözlemlenen binalar ise “az hasarlı” olarak derecelendirilmektedir. Hasarsız
ya da az hasarlı bina sahipleri için 7269 sayılı Kanun kapsamında yeni ev
yapılması mümkün olmayacaktır.
Ayrıca burada idareye itiraz yolu kanun tarafından tanınmışsa da hasar
tespit işlemlerinin ancak asıl işlemle birlikte dava konusu edilebileceği
düzenlenmiştir.
Öte yandan Kanunda geçen “zarar görmüş, fakat ıslahı mümkün
binalardan” ifadesinden kasıt, orta hasarlı binalardır. Orta hasarlı bina
sınıfına dahil edilen binalarda oturmak yasak olup bu binalara tamirat için 1
yıl süre tanınmıştır. Bina için gerekli güçlendirme ve tamirat çalışmaları
yapılmadığı ve itiraz da edilmediği takdirde bu binalar “yıkık ve ağır hasarlı
binalar” için öngörülmüş usule göre yıktırılacaktır.
Kanunun orta hasarlı binalar için öngördüğü itiraz, tespite itiraz değil,
tamirat işlerinin 1 yılı aşması durumu içindir. Bu yönde yapılacak bir itirazı,
kurul en geç beş gün içinde değerlendirerek verilen süreyi altı ay uzatması
mümkündür.
Binalarında tespit yapılmayanlar veya kesin olarak hasarsız tespiti
yapılanlar için de dava açmadan önce mahalli ilan tarihinden itibaren 30
günlük sürede idareye başvurma zorunluluğu bulunmaktadır.
3. Hak Sahipliğinin Tespiti

Hasar tespit çalışmaların en önemli sonucu depremden etkilenen


kişilerin hak sahibi olabilmesi noktasındadır. 7269 sayılı Kanun’un 29.
maddesi ve Afet Sebebiyle Hak Sahibi Olanların Tespiti Hakkında

27
Yönetmelik hükümlerinde düzenlenmiş olan hak sahibi olabilmek bakımından
temel koşul; depremzedenin evinin “oturulamayacak derecede ağır hasarlı”
olmasıdır. Bununla birlikte;
➢ Ebeveynine ait başka bir konutta ebeveyninden ayrı olarak oturmakta
olan kişiler,
➢ Elbirliğiyle veya paylı malik olunan konutlarda hisseler korunarak,
➢ Elbirliğiyle veya paylı malik olunan binalarda aile sayısı kadar,
➢ Hem konutu hem de işyeri zarar görenler hak sahibidirler,
➢ Yaşamını yitiren afetzedenin hak sahipliğine ilişkin hakları kendilerinin
ve eşlerinin konutları olup olmadığına bakılmaksızın mirasçılara geçer.
Ancak
➢ Eşya hukuku anlamında başkasının arazisine yapı yapanlar,
➢ Mülkiyeti tüzel kişilere ait olan binalar,
➢ Hak sahibi ebeveyniyle birlikte oturan evli kişiler,
➢ Kendisine veya eşine ait o yerde başka daire veya binası olanlar,
➢ Kendisine veya eşine ait o yerde başka işyeri olanlar
hak sahibi olamazlar.
Görüldüğü üzere; kirada oturan ancak aynı yerde iki işyeri bulunan bir
kişi ya da çalışmayan ancak aynı yerde iki evi bulunup birinin kirasıyla
geçinen kişiler hak sahibi olamayacaktır. Ya da yukarıda belirtildiği gibi,
mesafe olarak yakın olsa da taşınmazı başka ilçede olanlar hak sahibi
olabileceklerdir. Aynı şekilde iki konutu bulunup biri ağır hasarlı diğeri sağlam
olan bir kişi hiçbir yardım alamayacaktır. Bununla birlikte bu sınırlama aynı
ilçe sınırları için geçerli olduğundan dolayı bir konutu X ilçesinde ağır hasarlı
tespit edilip diğer konutu Y ilçesinde bulunan bir kişi konut ya da inşaat kredisi
verilmesi haklarından yararlanabilecektir. Bu husus hakkaniyetsiz bazı
sonuçlar ortaya çıkarmaktadır.
Hak sahipliğine ilişkin önemli bir husus da devir ve değişim yasağıdır.
Bir depremzede hak sahipliğini üçüncü kişiye devredemez. Dolayısıyla
depremden sonra ağır hasarlı bir taşınmazın satın alınmış olması, alan kişiyi
hak sahibi yapmayacaktır. Ayrıca ortak aile kullanımındaki binalarda tespit
bir kişi adına yapılır. Çocuklar için tespit yapılmaz, ebeveynler adına yapılır.

28
a) Hak Sahiplerinin Talepte Bulunmaları

Hak sahibi koşullarını taşıyan kişilerin bu haktan faydalanabilmeleri için


hak sahiplerinin mahallinde yapılacak ilan sonrası “talep ve taahhütname”
vermeleri gerekmektedir. Bu ilan metninde, afetzedelerin inşaat yardımıyla
ilgili bütün sorularına idarece yanıt verilmektedir. İlandan sonra hak sahibi
afetzedeler inşaat kredisi verilmesini ya da bina yaptırılmasını istediklerini
ilandan itibaren iki ay içinde yazılı olarak idareye bildirmelidir. Bu yöndeki bir
talep, idarece kurulan bir komisyon tarafından değerlendirilecek ve daha
sonra “hak sahipleri listesi” hazırlanıp ilgililere tebliğ edilecektir. Hak sahipliği
talebi kabul edilmeyenlere bu tebligat yapılacak olup bütün bu tebligatlara
ilişkin 15 gün içinde aynı komisyona itiraz edilmesi mümkündür.
Hak sahiplerinin başvuru süreçleri e-Devlet üzerinden de
yapılabilmektedir. Mevcut durumda AFAD’ın e-Devlet portalı üzerindeki
resmi bilgilendirmesine bakıldığında, bu depremle ilgili olarak hak sahipliği
başvuruları henüz başlamamıştır. Başvurular açıldıktan sonra süresi
içerisinde başvuru yapılması çok önemlidir.
b) Hasar Tespit Tutanağının Düzenlenmesi

Diğer taraftan deprem sonrası eş zamanlı olarak İl Afet ve Acil Durum


Müdürlüğü ekipleri, arama-kurtarma çalışmaları tamamlandıktan sonra hasar
tespit çalışmalarına başlayacaklar, binaları tek tek gezerek her yapı ile ilgili
ayrı ayrı hak sahipliğinin kabulünde de esas alınacak Hasar Tespit Tutanağı
(Raporu) düzenleyeceklerdir. Hasar Tespit Raporları ilgililere tebliğ
edilecektir. Tebliğ edilen ilk raporlar, nihai rapor değildir. Bu raporlara karşı
30 gün içerisinde itiraz edilmesi mümkündür. İtiraz süreci tamamlandıktan
sonra raporlar neticelenecektir 10.
Tespit sırasında tespit formu, ikamet eden nüfus sayısı,
jandarma/itfaiye tutanağı, can kaybı ya da yaralanmanın tespiti raporlarının
eklenmesi gerekmektedir. Yıkık binalar için sadece yıkık kararı alınarak tespit
kapatılır. Mevcut durumda ilk aşamada hak sahiplerine acil yardım ödeneği
olarak ağır hasarlı hane başına 10 bin TL; taşınma bedeli olarak hane başına
15 bin TL ve 1 yıllık kira bedeli ödenecektir. Bu rakamlar işyeri, araç, tarım
ürünü, ahır ve depo hasarları için geçerli değildir. Bunlar için telafi

10 Tanꓹ Emre: "Deprem Felaketinden Sonra İdari Yargı Boyutunda Yapılması Gerekenler ve
Hukuki Süreç" https://docs.google.com/document/d/1j4HxW1Hnx8DR-s-
RNipzDtLe0vXy88oA/edit
29
öngörülmez. Tespitler kaymakamlıklarca kriz masası eliyle ve inşaat
mühendisleri/teknikeri ve mimarlar marifetiyle gerçekleştirilir.
Mevcut durumda hak sahipliğinin tespit ve yardım süreci afetin etkileri
ortadan kaldırıldıktan sonra ve geç başlayan ve yavaş işleyen bir süreçtir. Bu
sürecin sonunda hak sahipliği karşılığında yeni ev yapımı desteği ya da
inşaat kredisi verilir. Eşya zarar tespiti kaymakamlıklar bünyesindeki vakfı
vasıtasıyla ileride yapılacaktır. Ancak buradan yüksek bir tazmin geleceği
öngörülmemektedir. Genel bir rakam ve hemen hemen herkese eşit olacak
şekilde asgari bir rakam belirlenecektir. Burada evdeki eşyaların vasfıꓹ çeşidi
ve çokluğu önem arz etmez.
c) Hasar Tespit Raporlarına karşı İtiraz ve Dava Yoluna Gidilmesi

Hasar Tespit Raporlarına karşı doğrudan dava açılması mümkün


değildir. Bu raporlar kesinleşse dahi bunlara karşı dava açılamaz. Zira idari
yargıda ancak kesin ve yürütülmesi gerekli işlemlere karşı dava açılabilir.
Hasar tespit raporları bu kabilden değildir. Burada hasar tespit raporuna karşı
değil, hak sahipliği kararına karşı dava açılmalıdır. Dolayısıyla hak
sahipliğinin dayanak belgesi olacak bu raporlara karşı öncelikle itiraz yoluna
gidilmelidir.
Raporlara karşı itiraz süreci tamamlandıktan ve Hasar Tespit Raporları
neticelendikten sonra hak sahipliği incelemeleri sürecine geçilecektir. Hak
sahibi olarak kabul edilenlere bu husustaki karar tebliğ edilecek ve devlet
tarafından ya yeni bir ev yapılacak veya ev kredisi verilecektir.
Hak sahibi olarak kabul edilmeyenlere ise bu husustaki karar yine tebliğ
edilecektir. İlgililer bu kararın tebliğinden itibaren 60 gün içerisinde idare
mahkemelerine başvurarak, bu kararın iptali için dava açmalıdırlar. Zira kesin
ve yürütülebilir işlem, ‘hak sahibi olarak kabul edilmeme’ kararıdır. Böyle bir
durumda ilgililerin dikkatli hareket etmesi hak kayıplarının önlemesine
sağlayacaktır.
Son olarak İl Afet ve Acil Durum Müdürlüklerine başvuru yapan
vatandaşlar, gerek buraların internet sitelerinden ve gerekse e-Devlet
üzerinden başvurularını kısa zaman aralıklarında kontrol etmeli ve takipsiz
bırakmamalıdırlar. Tebligat hususunda da hassas davranmalı, mutlaka
elektronik posta (e-mail) yoluyla da karar örneği istenmeli, telefon numaraları
mutlaka İl Afet ve Acil Durum Müdürlüğüne verilmelidir.

30
d) Hak Sahipliği Kararına Karşı Açılacak Davalarda İspat Sorunu

Hak sahipliği kararına karşı açılacak davalarda depremzedeler için bir


diğer önemli konu da belgelendirme konusudur. Mülkleriyle ilgili tapu
belgelerini, veraset ilamlarını, tapu tahsis belgelerini hak sahipliği
dilekçelerine eklemeleri gerekecektir. Aynı şekilde afetzedelerin konuta ilişkin
elektrik, su, doğalgaz, telefon gibi faturaları da gerek hak sahipliği dilekçesine
ve gerekse idare mahkemesine dava açarken dava dilekçesine eklemeleri
faydalı olacaktır. Öte yandan, yıkılan yapının depremden önceki ve sonraki
halini gösteren fotoğraf ve video kayıtları da oldukça faydalı olacaktır.
İdare mahkemeleri, gerekirse keşif yapmak suretiyle bu davalarda
karar vermeleri mümkündür. Ayrıca İl Afet ve Acil Durum Müdürlüklerinin
yaptığı hasar tespit çalışmalarına veya idare mahkemelerinin keşiflerine
katılan inşaat mühendisi veya fen memurlarının, bölgenin depremden önceki
hava fotoğraflarını da incelemeleri gerekmektedir. Hava fotoğraflarının Harita
Genel Komutanlığından temin edilebilmesi mümkün olduğu gibi11 bunun
mümkün olmaması halinde hak sahipliğinin tespit ve ispatı bakımından en
azından Google Earth uygulamasında yer alan fotoğrafları bir an önce
alınarak arşivlenmelidir. Bütün bu işlemler gerçek hak sahiplerini tespiti
bakımından önemlidir.
Öte yandan yukarıda da vurgulandığı üzere hak sahibi olarak kabul
edilebilmenin bir başka şartı da yıkılan veya ağır hasar gören yapının,
depremden önce içerisinde oturulacak vaziyette tamamlanmış olmasıdır.
İdari yargı uygulamaları bakımından tamamlanmamış, içerisinde
oturulamayan yapıların sahipleri geçmişte hak sahibi olarak kabul edilmeği
hususunun gözden kaçırılmaması gerekmektedir.
C.ZORUNLU DEPREM SİGORTASINDAN FAYDALANMAK İÇİN
DOĞAL AFET SİGORTALARI KURUMUNA (DASK)
BAŞVURULARIN YAPILMASI

Doğal Afet Sigortaları Kurumu (DASK) 6305 sayılı Afet Sigortaları


Kanunu’na göre kurulan ve kamu tüzel kişiliği bulunan bir kurumdur. DASK
Türkiye’de zorunlu deprem sigortası edindirme, uygulama ve yönetimi
bakımından sorumlu tek kuruluş konumundadır. DASK’ın kuruluş amacı;
binalarda deprem sonucu meydana gelebilecek maddi zararların
karşılanmasını teminen yaptırılacak zorunlu deprem sigortası ile sigorta

11 Bu noktada Harita Genel Komutanlığı arşiv kayıtlarına https://atlas.harita.gov.tr


adresinden ulaşılabilir.
31
şirketlerince teminat verilemeyen veya teminat verilmesinde güçlükler
bulunan çeşitli afetler ve riskler sonucu meydana gelebilecek maddi ve
bedeni zararların karşılanabilmesini teminen sunulacak sigorta ve reasürans
teminatlarına ilişkin usul ve esasları belirlemektir.
7269 sayılı Kanun’un 29/son fıkrası uyarınca zorunlu deprem sigortası
yapılmamış olmasının tespit edilmesi halinde devletin 7269 sayılı Kanun ve
diğer mevzuattan kaynaklanan kredi açma ve konut yapma yükümlülükleri
sona ermektedir. Ancak kanun, yönetmelik, tarife ve genel şartlara göre bazı
taşınmazlar için istenilse de zorunlu deprem sigortası yapılamamaktadır.
Buna göre;
➢ 9/11/1983 tarihli ve 2946 sayılı Kamu Konutları Kanunu’na tâbi olan
veya kamu hizmet binası olarak kullanılan binalar ve bağımsız
bölümler,
➢ Köy nüfusuna kayıtlı ve köyde sürekli oturanlarca köy yerleşik alanları
ve civarında ve mezralarda yapılan binalar,
➢ Tamamı ticari veya sınai amaçla kullanılan binalar,
➢ Projesi bulunmayan ve mühendislik hizmeti görmemiş binalar,
➢ Taşıyıcı sistemi olumsuz yönde etkileyecek şekilde tadil edildiği veya
zayıflatıldığı tespit edilen binalar,
➢ Taşıyıcı sistemi olumsuz yönde etkileyecek şekilde ilgili mevzuata ve
projeye aykırı olarak inşa edilen binalar,
➢ Yetkili kamu kurumları tarafından yıkılmasına karar verilen binalar ile
mesken olarak kullanıma uygun olmayan, bakımsız, harap veya
metruk binalar
bu kapsamdadır. Anılan bu yapılar, Zorunlu Deprem Sigortası kapsamı
dışında kalmaktadır. Bununla birlikte zorunlu deprem sigortasına dahil
olmayan teminatlar şunlardır:
➢ Enkaz kaldırma masrafları, kâr kaybı, iş durması, kira mahrumiyeti,
alternatif ikametgah ve işyeri masrafları, mali sorumluluklar ve benzeri
dolaylı zararlar,
➢ Her türlü taşınır mal, eşya ve benzerleri,
➢ Ölüm dahil olmak üzere tüm bedeni zararlar,
➢ Manevi tazminat talepleri,

32
➢ Deprem ve deprem sonucu oluşan yangın, infilak, dev dalga (tsunami)
veya yer kaymasının dışında kalan hasarlar,
➢ Belirli bir deprem hadisesine bağlı olmaksızın binanın kendi kusur ve
özellikleri nedeniyle zamanla oluşan zararlar.
Düzenleme uyarınca bu zararlar teminata dahil değildir. DASK
tarafından verilen azami teminat tutarı, 25 Kasım 2022 tarihinden itibaren
bütün yapı tiplerinde 640 bin TL'dir. Ancak bu rakam da zorunlu deprem
sigortası yaptıran kişiye mutlaka ödenecek rakam değildir. Azami teminat
tutarı tespit edilirken, yıkılan meskenin yeniden inşa edilmesinin maliyeti
(arsa değeri hariç) dikkate alınır. Sigortalının teminat tutarı (sigorta bedeli) -
azami teminat tutarını geçmemesi koşuluyla- meskenlerinin büyüklüğüne ve
yapı tarzına göre belirlenir. Eğer meskenin değeri DASK tarafından verilen
azami teminat tutarını aşıyorsa, sigortalı isteğe bağlı olarak, aşan kısım için
sigorta şirketlerinden ek teminat alabilir. Bunun için özel sigorta şirketlerinden
konut sigortasının var olması gereklidir.
6305 sayılı Afet Sigortaları Kanunu gereğince, aşağıda tanımlanmış
binalar güvence altına alınır:
➢ Tapuya kayıtlı ve özel mülkiyete tabi taşınmazlar üzerinde mesken
olarak inşa edilmiş binalar,
➢ 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu kapsamındaki bağımsız bölümler,
➢ Bu binaların içinde yer alan ve ticarethane, büro ve benzeri amaçlarla
kullanılan bağımsız bölümler,
➢ Doğal afetler nedeniyle devlet tarafından yaptırılan veya verilen kredi
ile yapılan meskenler.
Zorunlu Deprem Sigortası ayrıca yukarıdaki koşullara uyan;
➢ Kat irtifakı tesis edilmiş binalar,
➢ Tapuda henüz cins tashihi yapılmamış ve tapu kütüğünde vasfı "arsa
vs." olarak görünen binalar,
➢ Tapu tahsisi henüz yapılmamış kooperatif evleri,
için de geçerlidir. Ayrıca henüz bağımsız tapusu olmayan ve 2000 yılından
önce inşa edilmiş meskenlerin sigortalarının, sigorta ettirenin beyanına
dayanılarak ve arsa tapusuna ait bilgilerle yapılabildiği unutulmamalıdır.
DASK tarafından gönderilen eksperler bina hakkındaki hasar tespitiyle
bağlı değildirler. İzmir depreminde orta hasarlı binalarda konutu bulunanlara

33
10.000.-TL civarında yardım yapılmıştır. Hatta aynı binada alt katlar zarar
görmüşken üst katların zarar görmemiş olması durumunda bu meblağ da
düşebilmektedir.
DASK tarafından ödenecek sigorta tazminatında en fazla sigorta bedeli
kadar olacak şekilde depremin olduğu yer ve zamanda benzer yapı özellikleri
göz önünde bulundurularak piyasa rayicine göre yeniden yapım maliyeti göz
önüne alınır. Kanun, sigorta ettirene deprem olduktan sonra 15 gün içinde
DASK’a bildirim yapılması gerektiğini düzenlemiştir. Bu yükümlülüğü
zamanında yerine getirmek hak kayıplarının da önüne geçecektir.
Bu açıdan, deprem sonrası yıkık ve ağır hasarlı olmayan yapılarda
DASK’ın ödediği tazminatın zararı karşılamaya yetmediği düşünülüyorsa
ileride açılacak davaya temel oluşturmak adına sulh hukuk mahkemeleri
aracılığıyla delil tespiti yaptırılabilir.
Ayrıca dikkat edilmesi gereken bir diğer husus, DASK’lı olan yapıların
zarar görmesi veya tamamen yıkılması halinde bu hususların ilgili sigorta
şirketine derhal yazılı veya telefon aracılığıyla bildirilmesidir. Zira Van
depreminde bazı sigorta şirketleri zarar bildirimlerinin geç yapıldığını ileri
sürerek ödeme taleplerini ret etmiştir. Ayrıca kredi yoluyla alınan ve halen
kredi taksitleri devam eden yapılarda DASK'ın kredi kullanılan banka
tarafından kredi sözleşmesi uyarınca bankaca yapılması zorunludur. Bu
konuda kredi kullanılan bankaların yıkılan veya hasar alan yapıların DASK'ını
yapmamış olması halinde DASK Poliçe limitleri dahilinde ilgili bankanın
sorumluluğu bulunmaktadır. Bu konuda gerekli başvuruların da ivedilikle
yapılmasında fayda vardır.
Öte yandan işyerleri ve fabrikaların zararının giderilmesi ve bu noktada
sigorta eksperleri aracılığı ile gerekli tespitlerin yaptırılması ve bu tespitlerin
daha sonra yapılacak adli ve idari tahkikatlarda kullanılabilmesi da
mümkündür.
Deprem sonucu meydana gelen maddi zararların DASK poliçe limitleri
dahilinde tazmini için gereken bilgi ve belgeler ise şöyledir:
➢ Hasar bildirimi (TC kimlik veya poliçe numarası ile)
➢ Güncel tapu bilgisi
➢ Eksper gönderimi ve değerlendirmenin sağlıklı yapılabilmesi için
hasar yeri açık adres bilgisi (kolaylığı için)
➢ Sigortalının telefon ve diğer iletişim bilgileri (sabit ve/veya cep
telefon no)

34
➢ Ayrıca, sigortalı bina üzerinde Zorunlu Deprem Sigortası
poliçesinin yanı sıra deprem teminatı içeren başka bir sigorta
poliçesi de bulunuyorsa, bu poliçelerin de ibrazı
Son olarak Zorunlu Deprem Sigortası sahipleri, teminat kapsamındaki
deprem ve deprem kaynaklı zararlarının bildirimlerini 125 nolu Alo Dask
hattının yanı sıra https://dask.gov.tr adresi üzerinden de
gerçekleştirebilirler.

35
III. BÖLUM:

DEPREM SONRASI BAŞVURULACAK İDARİ VE ADLİ YOLLAR

Yukarıda da izah edildiği üzere depremin ağır neticelerinin ortaya


çıkmasında ihmalleri görülen gerçek ve tüzel kişilerle ve ilgili kamu kurum ve
yetkilileri hakkında ivedi olarak gerekli adli ve idari işlemlere başlanması ve
depremden zarar görenlerin zararların ivedi olarak giderilebilmesi deprem
sonrası önem arz eden bir onarıcı faaliyettir. Kısacası hasar tespitlerinin ve
can kayıplarına ilişkin kayıtların daha sonra idari ve yargısal süreçlerdeki
tazminat taleplerinde hak kayıplarına sebebiyet vermeyecek şekilde sağlıklı
yapılması ve delil niteliğindeki bulguların muhafaza edilmesi çok önemlidir.
Bu işlemler depremin yıkıcı etkilerinin artmasında ihmalleri ve sorumlulukları
olanların tespitine katkı sağlayacağı gibi depremden etkilenen kişilerin
zararlarının ivedi olarak giderilebilmesine de kaynaklık edecektir.
Depremde yıkılan veya hasar gören binalarda yaşanan can kayıpları
ve yaralanmalardan kaynaklı maddi ve manevi zararın idari ve yargısal
giderimi için gerekli danışmanlık hizmetinin sağlanması ve kişilerin
uğradıkları zararlardan dolayı idariꓹ hukuki ve cezai başvuru yollarının ivedi
olarak kendilerine bildirilmesi de önemlidir. Özellikle barolar bünyesinde
kurulacak takip kurulları bu görevi yerine getirebilir. Ayrıca depremin ağır
neticelerinin ortaya çıkmasında ihmalleri görülen gerçek ve tüzel kişilerle ve
ilgili kamu kurum ve yetkilileri hakkında ivedi olarak gerekli adli ve idari
işlemlere başlanmasına ön ayak olabilirler.
A. İDARİ ve ADLİ İŞLEM ve DAVALARA ESAS OLACAK DELİL
TESPİTLERİNİN YAPILMASI

Delil tespiti, ileride açılacak veya açılmış olan bir davayla ilgili delillerin
bazı şartlar altında zamanından önce toplanıp güvence altına alınmasını
sağlamak amacıyla kabul edilmiş bir kurumdur. Delil tespiti, hukukî niteliği
itibarıyla bir dava olmayıp geçici hukukî koruma tedbiridir.
Deprem nedeniyle yaşanması muhtemel hak kayıplarının önlenmesi ve
deprem sonrası başlatılacak enkaz kaldırma çalışmaları nedeniyle temel
delillerin muhafazası için ileride açılacak davaya temel oluşturmak adına sulh
hukuk mahkemeleri aracılığıyla delil tespiti yaptırılabilir.
Bilindiği üzere deprem bölgelerinde delil tespitlerinin ivedi olarak
yapılabilmesi bakımından temel düzenlemeler, 6100 sayılı Hukuk
Muhakemeleri Kanunu (HMK) ve diğer kanunlardaki hükümlerin haricinde

36
seri işlemler yapılmasına imkan veren düzenlemeler 4539 sayılı Doğal Afet
Bölgelerinde Afetten Kaynaklanan Hukuki Uyuşmazlıkların Çözümüne ve
Bazı İşlemlerin Kolaylaştırılmasına İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin
Kabulü Hakkında Kanunda yer almaktadır. Kanuna göre afet bölgelerinde
afetten kaynaklanan uyuşmazlıklara ilişkin; vekaletname aranmaması, delil
tespitlerinin öncelikle yapılması ve adli yardımdan yararlanma kolaylıkları
düzenlenmiştir. Dolayısıyla deprem gibi doğal afet zamanlarında öncelikle bu
kanun çerçevesinde işlem yapılması gerekmektedir.
Kanun’un 1. maddesi gereğince doğal afet bölgelerinde afete maruz
kalanların, afetten kaynaklanan hukuki uyuşmazlıkların çözümü amacıyla
delillerin tespitine ilişkin istemleri, ispat olunacak olay ile tanıklar ve bilirkişiye
sorulacak sorulara ilişkin konuları belirten ve üç nüshadan oluşan bir
dilekçenin verilmesi veya mahkeme kalemine yapılacak sözlü başvurunun
tutanağa geçirilmesi suretiyle yapılır. Ölüm, gaiplik veya yaralanma gibi
nedenlerle delil tespiti yaptıramayacak durumda olanların eşleri ile üçüncü
dereceye kadar kan veya sıhri hısımları da delil tespiti isteminde
bulunabilirler. Delil tespitine ilişkin başvurular, mahkemece öncelikle incelenir
ve karara bağlanır.
Aynı şekilde Kanun’un 2. maddesindeki düzenleme uyarınca doğal afet
bölgelerinde avukatlar, vekaletname verme şartı aranmaksızın, istem
sahiplerince verilen yetki belgesi ile kayıtlı bulundukları baro tarafından
düzenlenen kimlik belgesini ibraz etmek suretiyle anılan Kanunun 1 ve 4.
maddelerinde öngörülen işlemleri yapabilirler.
Kanunun düzenlediği bir diğer önemli konu ise adli yardım
hükümleridir. Kanun’un 3. maddesi uyarınca doğal afete maruz kalanların
istemleri halinde, afetten kaynaklanan hukuki uyuşmazlıkların çözümüne
ilişkin her türlü dava ve işlemlerde adli yardım hükümleri uygulanır. Ayrıca,
doğal afete maruz kaldığını beyan edenler bakımından 1086 sayılı Hukuk
Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 465 ve 468. maddelerindeki delil gösterme
ve şahadetname verme şartları aranmaz. Aynı şekilde doğal afete maruz
kalanlardan, afet tarihinden itibaren altı ay müddetle 3454 sayılı Adalet
Teşkilatını Güçlendirme Fonu Kurulmasına Dair Kanun’un 3. maddesinin (e)
bendinde belirtilen ücretler alınmaz.
Yukarıdaki hükümler çerçevesinde depremzedeler veya yakınları
veyahut avukatlar mahkemelerden delil tespiti talebinde bulunabilirler. Bu tür
taleplerin kanun hükmü gereğince ivedi olarak yerine getirilmesi
gerekmektedir. Taraflardan her biri, deprem nedeniyle ileride açacağı davada
ileri süreceği bir vakıanın tespiti amacıyla keşif yapılması, bilirkişi incelemesi
37
yaptırılması ya da tanık ifadelerinin alınması gibi işlemlerin yapılmasını talep
edebilir.
Henüz dava açılmamış olan hâllerde delil tespitinin, esas hakkındaki
davaya bakacak olan mahkemeden veya üzerinde keşif yahut bilirkişi
incelemesi yapılacak olan şeyin bulunduğu veya tanık olarak dinlenilecek
kişinin oturduğu yer sulh hukuk mahkemesinden istenmesi gerekmektedir.
Depremde yapılacak delil tespiti ile özellikle bina veya yapıda projeye
veya imara aykırı işlem yapılması, kolon kesme, taşıyıcı duvarların
kaldırılması, kat ilavesi, balkonlara ilave yük yüklenmesi, proje imar
durumuna aykırı olan binalara izin verilmesi, yıkılması gereken binaların
yıkılmaması gibi hususların olup olmadığı tespit edilmelidir.
B.HUKUK MAHKEMESİNDE DAVA AÇILMASI

Deprem nedeniyle evi hasar gören veya yıkılan vatandaşların, oluşan


maddi ve manevi zararın giderimi noktasında başvurabilecekleri yollardan biri
de hukuk mahkemelerinde maddi ve manevi tazminat davası açılmasıdır.
Deprem nedeni ile açılacak tazminat davaları, davacının ve davalının kim
olduğuna ve aradaki hukuki ilişkiye göre değişiklikler göstermektedir. Bu
nedenle farklı hukuki dayanakları olan davalar farklı mahkemelerde ve farklı
hukuki nedenlerle açılabilmektedir.
1. Davaların Açılacağı Mahkemeler

Deprem nedeniyle meydana gelen zararlar nedeniyle açılacak hukuk


davalarında dava, tarafların niteliğine ve aradaki hukuksal ilişkiye göre
tüketici mahkemesi veya asliye hukuk mahkemesinde açılmalıdır. Bununla
birlikte zorunlu deprem sigortası bulunan taşınmaz malikleri, öncelikle sigorta
tahkim komisyonuna başvurarak sigorta kapsamında zararlarının
giderilmesini istemelidirler.
2. Davanın Tarafları

Deprem nedeniyle meydana gelen ölüm ve yaralanma veya maddi ve


manevi zararlar nedeniyle açılacak hukuk davalarında konut ve işyeri maliki,
arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesinde arsa sahibi, kiracı, konutta misafir
olan kişi, yıkılan binadan dolayı zarar gören 3. kişiler (örneğin yoldan geçen
bir kişi, arabası zarar gören kişi) bu kişilerin ölmüş olması halinde yasal
mirasçıları, davacı sıfatı ile dava açabilirler.
Açılacak bu davalarda davalı taraf ise sigorta şirketleri (sigorta
tahkimden sonraki aşamada) müteahhit, bina maliki, fenni mesulü ve

38
belediye, yapı denetim kuruluşları, şantiye şefi, proje sorumlularıdır.
Müteahhittin ağır kusur veya hile ile ayıbı gizlenmesi ve bunun sonucu
depremde binasında hasar oluşan hak sahipleri, süre ile bağlı olmaksızın
müteahhitten zararlarının tazminini isteyebilir. Müteahhittin hayatta olmaması
durumunda ise mirasçılarına karşı bu talebini öne sürebilir. Yargıtay verdiği
bir kararda12 “…Dava, davacının, davalının müteahhitliğini yapmış olduğu
ve 29.05.2019 tarihinde dava dışı kişiden satın almış olduğu taşınmazdaki
ayıba ilişkin tazminat istemidir. (…) ayrıca dosya içerisinde mevcut bulunan
Marmara Ereğlisi Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2017/51 değişik iş sayılı
dosyasında alınan tespit raporunun incelenmesinde binanın 25 yıllık bir
yapı olduğu B Tipi mimari uygulama projesinin 02/04/1991 tarihinde tasdik
edildiği anlaşılmış olup (…) Dava konusu taşınmazın davacıya satışı 6502
Sayılı Kanun yürürlüğe girdikten sonradır. Aynı kanunun 10. maddesinde
ise herhangi bir ihbar yükümlülüğü bulunmamaktadır. Yine aynı Kanunun 12.
maddesinde ise zamanaşımına ilişkin olarak “Kanunlarda veya taraflar
arasındaki sözleşmede daha uzun bir süre belirlenmediği takdirde, ayıplı
maldan sorumluluk, ayıp daha sonra ortaya çıkmış olsa bile, malın tüketiciye
teslim tarihinden itibaren iki yıllık zamanaşımına tabidir. Bu süre konut veya
tatil amaçlı taşınmaz mallarda taşınmazın teslim tarihinden itibaren beş yıldır.
(2) Bu Kanunun 10. maddesinin üçüncü fıkrası saklı olmak üzere ikinci el
satışlarda satıcının ayıplı maldan sorumluluğu bir yıldan, konut veya tatil
amaçlı taşınmaz mallarda ise üç yıldan az olamaz.(3) Ayıp, ağır kusur ya da
hile ile gizlenmişse zamanaşımı hükümleri uygulanmaz.” düzenlemesi yer
almaktadır. Anılan düzenlemeler göz önünde bulundurulduğunda eldeki dava
için zamanaşımı süresi dolmamış olup işin esasına girilerek sonucuna uygun
bir karar verilmesi gerekir. O halde, Bölge Adliye Mahkemesince bozma
nedeni yapılan bu hususlar gözetilmeden davacının istinaf başvurusunun
reddi ile yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle
davacının temyiz itirazlarının kabulüyle Bölge Adliye Mahkemesi’nin
kararının bozulmasına karar vermek gerekmiştir.” demek suretiyle bu hususa
vurgu yapmıştır.
3. Davalarda Talep Edilecek Hususlar

Deprem nedeniyle meydana gelen can kayıpları, yaralanmalar veya


yıkımlar nedeniyle açılacak hukuk davalarında talep edilecek hususlar
zararın niteliğine göre belirlenecektir. Buna göre deprem nedeni ile ölüm
meydana gelmiş ise mirasçıları destekten yoksun kalma tazminatı, cenaze

12 Yargıtay 13. Hukuk Dairesi, 2019/4333 E., 2020/2928 K., 27.2.2020 T.


39
gideri vs. gibi maddi tazminatlar ile manevi tazminat talep edebilirler. Aynı
şekilde deprem nedeni ile yaralanma meydana gelmiş ise yaralanma
nedeniyle malul kalma varsa maluliyet nedeni ile tazminat, tedavi gideri
bakıcı gideri gibi maddi tazminat ve manevi tazminat talep edilebilir.
Deprem nedeni ile evi yıkılmış veya yıkılmamakla birlikte zarar görmüş,
eşyaları zarar görmüş kişiler ise maddi tazminat ve koşulların bulunması
halinde varsa manevi tazminat isteyebilirler.
Açılacak davalarda maddi tazminatların belirsiz alacak davası şeklinde
açılması yerinde olacaktır. Böylece bu tür davalarda zamanaşımı sorunu ile
karşılaşmazlar. Bunla birlikte manevi tazminat talepleri kısmi veya belirsiz
alacak davası olarak açılamaz. Ancak talep miktarının yüksek tutulması daha
isabetli olacaktır. Reddedilen miktar üzerinden davacı lehine hükmedilen
vekalet ücretini geçemeyeceği için miktarın yüksek tutulması gerekir. Ayrıca
haksız fiilin uygulanacağı tazminat istemlerinde olay tarihinden itibaren yasal
faizin de istenebileceği unutulmamalıdır.
Öte yandan 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Geçici ödemeler”
kenar başlıklı 76. maddesi uyarınca zarar gören, iddiasının haklılığını
gösteren inandırıcı kanıtlar sunduğu ve ekonomik durumu da gerektirdiği
takdirde hâkim, istem üzerine davalının zarar görene geçici ödeme
yapmasına karar verebilir. Davalının yaptığı bu geçici ödemeler, hükmedilen
tazminata mahsup edilir; tazminata hükmedilmezse hâkim, davacının aldığı
geçici ödemeleri, yasal faizi ile birlikte geri vermesine karar verir. Buna göre
davacılar geçici ödemeye hükmedilmesini isteyebilir. Özellikle yaralanma
nedeni ile tedavi gören veya evsiz kalanlar, eşyaları zarar görenler geçici
ödeme isteyebilir.
4. Deprem Nedeniyle Malvarlığında Meydana Gelen Zararlar
Nedeniyle Manevi Tazminat Talepleri

Yargıtay’ın genel uygulaması uyarınca sadece mal varlıklarında


meydan gelen bir zarar nedeni ile manevi tazminat kabul edilmemektedir.
Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin emsal kararlarında bu durum şu şekilde izah
edilmektedir:
“Deprem nedeni ile davacıların korku yaşadığı bir gerçektir, ancak
evleri yıkılmamış olsa dahi aynı korkuyu yaşamaları mümkündür. Olayda
yaralanan ve ölen bulunmamaktadır. Davacıların mal varlıklarında zarar
meydana gelmiş, bedensel bütünlüklerinde bir eksilme olmamıştır. Yaşanan
korku bedensel bütünlüğün ihlalinden değil depremden dolayı yaşanmıştır.

40
Özel durumlar dışında manevi tazminatın kaynağı MK.’nun 24, BK.’nun
49 ve 47, TCK. 38. maddeleridir. Davacının isteği özel hükümlere girmediği
gibi, bu maddelerde yazılan nedenler de gerçekleşmiş değildir.
Mahkemece belirtilen yön gözetilmeksizin davalıların manevi
tazminatla sorumlu tutulmaları bozmayı gerektirmiştir.”
Bununla birlikte Yargıtay depremde manevi değeri olan eşyaların zarar
görmesi neden ile manevi tazminat verilebileceğini kararlarında
belirtmektedir.
5. Deprem Nedeniyle Verilecek Tazminatlarda İndirim Yapılması

Depremde meydana gelen maddi zararların tazmini hususunda bir


hesaplama yapılırken binanın yapım sürecinde kusurları olanların kusur
durumu dikkate alındığı gibi başlı başına yıkıcı bir etkiye sahip olan depremin
de hesaba katılması gerekmektedir. Diğer bir ifade ile Yargıtay tarafından da
vurgulandığı üzere depremin şiddeti ve kaçınılmazlığı göz önüne alındığında
bina kusursuz olarak yapılmış olsa bile bir miktar hasar meydana gelecektir.
Bu durum gözetilerek deprem nedeni ile oluşması muhtemel hasar
belirlenerek 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 52. maddesi gereğince
maddi tazminat miktarından indirim yapılması gerekmektedir. Nitekim
Yargıtay 4. Hukuk Dairesi aşağıda belirtilen kararlarla bu konudaki görüşünü
ortaya koymaktadır:
“…Davacılar, yıkılan dairelerinin, içindeki eşyalarının ve arabalarının
bedellerinin tazminini de istemişlerdir. Mahkeme maddi tazminat isteminin
kısmen kabulüne karar vermiştir.
Dava konusu maddi zarar 17 Ağustos 1999 tarihinde meydana gelen
deprem sonucu oluşmuştur. Depremin şiddeti ve kaçınılmazlığı göz önüne
alındığında bina kusursuz olarak yapılmış olsa bile bir miktar hasar meydana
gelecektir. Bu durum gözetilerek deprem nedeni ile oluşması muhtemel
hasar belirlenerek Borçlar Yasasının 43. maddesi gereğince maddi tazminat
miktarından düşülmesi gerekir. Mahkemece, anılan yön üzerinde
durulmadan karar verilmiş olması ayrı bir bozma nedenidir…”13
“…Davaya konu zararı oluşturan depremin büyüklüğü, eski ve yeni
yapılarda meydana getirdiği zarar ile yapının tam ve eksiz yapılmış olması
halinde dahi kısmen de olsa bir zarar göreceği gerçeği karşısında bina
değerinden sadece yapım yılına göre hesaplanan yıpranma payı indirimi

13 Yargıtay 4. HD. 2007/10669 E., 2008/6147 K. , 1.5.2008 T.


41
yeterli değildir. Mahkemece Borçlar Kanunu'nun 43. maddesine göre uygun
bir indirim yapılması gerekir…”14

6. Deprem Nedeniyle Açılacak Tazminat Davalarında Zamanaşımı

Deprem nedeniyle açılacak tazminat davalarında Yargıtay ve Danıştay


zamanaşımı konusunda depremzedeler lehine olacak şekilde çözüm
bulmuştur15. Bu konu açısından gerek Danıştay’ın ve gerekse Yargıtay’ın
görüşü son derece açık ve nettir. Yüksek Mahkemelere göre, depremden
doğan zararlarda on yıllık zamanaşımı süresinin başlangıcı için, “zararın
gerçekleşmesi-bu zararın tazminat olarak istenebilir bir duruma da gelmesi
şartı” kabul edilmiştir. Gerçekten de artık gerek Danıştay’ın ve gerekse
Yargıtay'ın bu konudaki uygulaması, deprem sebebiyle meydana gelen
zararların tazminine ilişkin davalarda, zararın öğrenildiği tarihin, dolayısıyla,
o zararın ortaya çıktığı deprem tarihinin zamanaşımı sürelerine başlangıç anı
olarak alınması gerektiği yönündedir. Buna göre, hukuka aykırı davranışa
rağmen, henüz zarar gerçekleşmemişse, zamanaşımı süresi işlemeye
başlamaz. Yani zarara yol açabilir hukuka aykırı fiilin işlenmesi ve tazmin
sorumlusunun bilinmesi yeterli olmayıp, zararın gerçekleşmesi, istenebilir
duruma gelmesi gerekmektedir. Hukuka aykırı fiil ve davranışa rağmen,
zararın varlığı dava konusu olabilecek niteliğe gelmemişse, bu zarar çok
uzun yıllar sonra gerçekleşmiş olsa dahi, zamanaşımı, zararın gerçekleştiği
tarihten itibaren işlemeye başlayacaktır.
Kahramanmaraş depremi nedeniyle açılacak davalarda
zamanaşımının başlangıç tarihi, zararın meydana geldiği tarih olan
06/02/2023 tarihidir. Dolayısıyla 6098 sayılı TBK’nın 72. maddesi uyarınca 2
yıllık zamanaşımı bu tarihten itibaren başlayacağından davanın bu iki yıllık
sürede açılması gerekmektedir. Deprem nedeniyle ölüm ve yaralanma
meydana gelmiş ise bu aynı zamanda taksirle ölüm ve yaralanma suçlarını
da oluşturacağından, bu suçlar bakımından 5237 sayılı Türk Ceza
Kanun’unda daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörülmüşse bu süreler
tazminat davaları bakımından da geçerlidir. Dolayısıyla depremde meydana
gelen bir ölüm olayında zarara uğrayanlar zararı ve sorumlusunu öğrendikleri
tarihten itibaren 2 yıl; her hâlükârda 06/02/2023 tarihinden itibaren 10 yıl ve

14 Yargıtay 4 HD. 2007/2488 E.ꓹ -2007/5147 K.ꓹ 17.4.2007 T.


15 Yargıtay 4. HD. 11.12.2001. E. 2001/8406, K. 2001/12825; 4. HD. 29.04.2003. E.
2002/12847, K. 2003/5544; 4. HD. 13.05.2002. E. 2002/4491, K. 2002/5701

42
eylem aynı zamanda suç teşkil etmesi nedeniyle daha uzun olan ceza
zamanaşımı süreleri esas alınacaktır.
Öte yandan müteahhit ile sözleşme ilişkisi içerisinde bulunan hak
sahiplerinin müteahhide karşı açacakları davalarda eser sözleşmesine ilişkin
hükümler uygulanacaktır. Diğer bir ifade ile; arsa sahibi olarak bir yüklenici
ile yaptığı eser sözleşmesi kapsamında bina yaptırılmış ise burada eser
sözleşmesine ilişkin hükümler uygulanacaktır. Türk Borçlar Kanunu’nun eser
sözleşmesini düzenleyen 470 ve devamı maddelerinde iş sahibinden alınan
gayrimenkulden kaynaklı olarak oluşan zararın giderim usul ve esasları
düzenlenmiştir. Buradaki düzenlemeler uyarınca yüklenici, üstlendiği edimleri
iş sahibinin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle ifa etmek
zorundadır. Yüklenicinin özen borcundan doğan sorumluluğunun
belirlenmesinde, benzer alandaki işleri üstlenen basiretli bir yüklenicinin
göstermesi gereken meslekî ve teknik kurallara uygun davranışı esas alınır.
Kanun’un “Zamanaşımı” kenar başlıklı 478. maddesi uyarınca yüklenici ayıplı
bir eser meydana getirmişse, bu sebeple açılacak davalar, teslim tarihinden
başlayarak, taşınmaz yapılar dışındaki eserlerde iki yılın; taşınmaz yapılarda
ise beş yılın ve yüklenicinin ağır kusuru varsa, ayıplı eserin niteliğine
bakılmaksızın yirmi yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar.
Dolayısıyla müteahhide yaptırılan binalarda gerek yapılan hasar
tespitlerinde elde edilen bulgular ve gerekse harici yaptırılan bilirkişi
incelemelerinde veyahut delil tespitlerinde binanın yapımında özen
yükümlülüğüne aykırı davranıldığının ve yüklenicinin ağır kusurunun
bulunması halinde ilgililer bu kişilere karşı 20 yıllık zamanaşımı süresi
içerisinde tazminat davası açabilirler. Ancak yüklenicinin eylemi aynı
zamanda haksız fiil niteliğinde olduğundan, haksız fiile ilişkin zamanaşımı
hükümlerinin de uygulanmasını talep edebilir. Zira 6098 sayılı TBK’nın
“Sebeplerin yarışması” başlıklı 60. maddesi uyarınca bir kişinin sorumluluğu,
birden çok sebebe dayandırılabiliyorsa hâkim, zarar gören aksini istemiş
olmadıkça veya kanunda aksi öngörülmedikçe, zarar görene en iyi giderim
imkânı sağlayan sorumluluk sebebine göre karar verir. Dolayısıyla
zamanaşımı konusunda zarar gören bakımından hangisi lehe ise ona göre
talepte bulunabilir.
C.İDARİ YARGIYA BAŞVURU YAPILMASI

1. Dava Öncesi İdareye Başvuru Yapma Zorunluluğu

Yukarıda da izah edildiği üzere meydana gelen deprem nedeniyle hak


sahiplerinin başvuracağı yargısal yollardan bir de idari yargıdır. 2577 sayılı

43
İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Doğrudan doğruya tam yargı davası
açılması” kenar başlıklı 13. maddesinde “İdari eylemlerden hakları ihlal
edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine
veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem
tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine
getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi
halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek
hakkında otuz gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten
itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir” hükmü bulunmaktadır.
Bu bağlamda Danıştay İçtihatları Birleştirme Kararına 16 göre, zarar
görenin idareye başvurup “ön karar” alması gerekmektedir. Aksine davranış,
yani davacının idareye başvurmadan doğrudan dava açması “idarî merci
tecavüzü” sayılmalı, davanın her safhasında dava dilekçesinin ilgili merciye
tevdiine karar verilmelidir
2. İdarenin Eylemlerinden Dolayı Tam Yargı Davası Açılması

İdare hukukuna hâkim olan ilkeler uyarınca idarenin deprem


durumunda sorumlu tutulabileceği tüm faaliyetleri, idari eylem olarak kabul
edilmektedir. İdarenin kanunların kendine verdiği görev tanımı çerçevesinde
gerekli önlemleri almamak suretiyle ortaya çıkacak hizmet kusuru, kuşkusuz
idarenin sorumluğunu gerektiren bir idari eylemdir. İdarenin hizmet kusuru
nedeniyle depremde bir zarar meydana gelmiş ise kanuni düzenleme
uyarınca öncelikle bu eylemin öğrenilmesinden itibaren bir yıl içinde belediye,
valilik, İçişleri Bakanlığı ve ilgili olabilecek bakanlıklara başvuru yapılması
gerekmektedir. Burada ortaya çıkan zararın hizmet kusurundan
kaynaklandığının anlaşıldığı tarih bir yıllık surenin başlangıç tarihidir.
İdare aleyhine açılacak dava, 2577 sayılı Kanunun “Tam yargı
davalarında yetki” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi
uyarınca bu davalar zarar, bayındırlık ve ulaştırma gibi bir hizmetten veya
idarenin herhangi bir eyleminden doğmuş ise, hizmetin görüldüğü veya
eylemin yapıldığı yerde açılması gerektiğinden depremin meydana geldiği
yerin bağlı olduğu idare mahkemesinde açılması gerekmektedir. Hemen
belirtelim ki Osmaniye ve Kilis hariç depremden etkilenen diğer sekiz şehirde
idare mahkemesi bulunmaktadır. Osmaniye ili Adana idare mahkemesine

16 Danıştay İBK.ꓹ 1971/9 E., 1979/5 K. , 15.3.1979 T.

44
bağlı, Kilis ili ise Gaziantep idare mahkemesine bağlıdır. Bu itibarla anılan bu
mahkemelerde dava açılması gerekmektedir 17.
İdari yargıda açılacak davalarda ispat önemli bir konudur. İdari yargıda
re’sen araştırma ilkesi geçerli olduğundan, hâkim tarafların iddialarını ispat
araçları ile yetinmek zorunda olmamakla birlikte, tanık dinleme gibi
olanaklara sahip olunmadığından konuyla ilgili yazılı delillerden yararlanması
mümkündür. Bunun yanında deprem sonrası düzenlenen hasar tespit
raporları, burada verilen kamu hizmetlerinin durumuna ilişkin tutulan
tutanaklar, kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşları ve diğer meslek
örgütlerinin hazırladığı somut bilgi içeren raporlar, ceza soruşturmalarda
alınan ifadeler, yapılan keşifler, varsa fotoğraf ve kamera kayıtları gibi
delillerin idari yargılamada kullanılması mümkündür.
Diğer taraftan 3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Yıkılacak derecede
tehlikeli yapılar” kenar başlıklı 39. maddesi uyarınca genel güvenlik ve asayiş
bakımından tehlike arz ettiği valilikçe tespit edilen metruk yapılar ile bir kısmı
veya tamamının yıkılacak derecede tehlikeli olduğu belediye veya valilik
tarafından tespit edilen yapıların sahiplerinin adrese dayalı nüfus kayıt
sistemindeki adreslerine tehlike derecesine göre bunun izalesi için belediye
veya valilikçe üç gün içinde tebligat yapılır. Yapı sahibine bu şekilde tebligat
yapılamaması hâlinde bu durum tebligat yapan idarenin internet sayfasında
30 gün süre ile ilan edilir ve tebligat varakası tebliğ yerine kaim olmak üzere
tehlikeli yapıya asılır ve keyfiyet muhtarla birlikte bir zabıtla tespit edilir. Malik
dışında binada ikamet amacıyla oturanlara da ayrıca tahliye için tebligat
yapılır. Tebligatı veya ilanı müteakip 30 günü geçmemek üzere ilgili idarece
belirlenen süre içinde yapı sahibi tarafından tehlikeli durumun ortadan
kaldırılmaması hâlinde, tehlikenin giderilmesi veya yıkım işleri belediye veya
valilikçe yapılır ve masrafı %20 fazlası ile yapı sahibinden tahsil edilir.
Alakalının yoksul olduğu belge ile sabit olursa masraf, belediye veya valilik
bütçesinden karşılanır. Tehlike durumu o yapı ve civarının boşaltılmasını icap
ettiriyorsa mahkeme kararına lüzum kalmaksızın zabıta marifetiyle derhal
tahliye ettirilir.
Görüldüğü üzere Kanunun 39. maddesi gereğince yıkılacak derecede
tehlikeli yapılar hakkında gereken önlemlerin belediye ve valilikçe yerine
getirilmesi gerekmektedir. Belediye ve valiliklerin gerekli önlemleri almaması
ve denetimleri yapmamasından kaynaklı olarak bu şekilde tehlikeli yapılarda

17 Türkiye Barolar Birliği: Depremzedeler İçin Hukuk Rehberiꓹ


https://d.barobirlik.org.tr/2023/DepremzedelerIcinHukukRehberi/18/
45
bulunan kişiler bir zarara uğramışsa bu zararların gideriminin hizmet kusuru
nedeniyle idari yargıya başvurarak idareden tazmin talebinde bulunabilirler.
7269 sayılı Kanun ve 6306 sayılı Kanun nedeniyle de istisnalar hariç
idari yargıya başvurulabilmektedir. Öyleyse hak sahibi listesinde yer almama,
hak sahibi sayılmama durumlarında da gerekli itirazlardan sonra idari yargıda
dava açılabilmektedir. Özellikle hasar tespit raporlarını düzenlenmesi sonrası
kişinin hak sahibi olmadığı yönünde karar verilmesi halinde, ilgililerin 60 gün
içinde idari yargıda bu kararın iptali için dava açmaları gerekmektedir.
İstisnalar hariç depremzedeler hakkında uygulanabilecek idari
işlemlere karşı yürütmenin durdurulması talep edilebilmektedir.
D.CEZA YARGILAMASI BAKIMINDAN KAMU GÖREVLİLERİ ve
ÖZEL KİŞİLERİN SORUMLULUĞU

Deprem, doğal bir afet olmakla birlikte başta devlet olmak üzere
bireylerin de depremin yıkıcı etkileri azaltan önlemleri almaları
gerekmektedir. Türkiye’de depremlerin yıkıcı etkilerinin fazla olmasının temel
sebebi; binaların deprem gerçeğine aykırı olarak inşa edilmesi ve bu noktada
yol gösteren temel mevzuat hükümlerine aykırı ve depreme dayanaksız
yapılaşmadan kaynaklanmaktadır. Neticesi itibariyle ölüm ve yaralanmaların
meydana geldiği depremlerde bu şekilde ağır sonuçların ortaya çıkmasında
ihmal ve kusuru olan kamu görevlileri ve özel kişiler hukuken sorumlu
olacakları gibi ceza hukuk bağlamında cezai sorumluluk altındadırlar.
Özellikle hizmet kusuru nedeniyle devletin idari yargıda tazminat sorumluluğu
olduğu gibi bu hizmet kusurunun ortaya çıkmasında sorumlu olan kamu
görevlilerinin de ceza sorumluluğu vardır.
Bu bağlamda deprem sonrasında yıkılan binalara ilişkin yapılacak
soruşturmalarda olası şüpheli kişiler:
➢ Bina sahibi, binayı yaptıran kişi,
➢ Binayı yapan müteahhit,
➢ Bina projelerini çizen mimar ve mühendisler,
➢ Binanın yapılması ve sonrasında kullanılabilmesi için ruhsatı veren
ilgili devlet birimleri ve burada çalışan denetçiler ve bu denetçilerin
başındaki amirleri,
➢ Binada sonradan imar ruhsatına aykırı olarak kolon kesme vb
şeklide değişiklikler yapanlar
Öncelikle sorumluların tespiti bakımından binaların ilgili mevzuatlara
uygun olarak yapılıp yapılmadığını denetleyebilmek için doğal olarak

46
binaların yapıldığı tarihteki imar ve deprem mevzuatları dikkate alınmalıdır.
Bu konularda çok fazla mevzuat değişikliği olduğundan, yürürlükteki mevzuat
net olarak tespit edilmelidir. Depremin yıkıcı etkilerinin artmasında
sorumluluğu bulananların cezai sorumluluğunun tespitinde failin hangi
manevi unsur türü ile hareket ettiğinin kesin olarak belirlenebilmesi için somut
olayın tüm şartlarını değerlendirmek gerekir. Deprem sebebiyle binanın
yıkılarak içinde yer alan kişilerin hayatını kaybettiği olaylarda; binanın imar
planına ve imar ile deprem mevzuatına uygun şekilde yapılıp yapılmadığı,
binanın ne zaman inşa edildiği, yapı denetim tutanağında hangi tespitlerin
yapıldığı, binadan geri kalan molozlardan, binanın inşa edildiği zaman
uygulanan deprem ve yapı mevzuatına uygun olup olmadığının incelenmesi,
binanın yaşı, daha önce deprem görüp görmediği, binanın bulunduğu
bölgede deprem olma sıklığı gibi hususların değerlendirilerek sonuca
varılması gerekmektedir.
1. Deprem Nedeniyle Yaşam Hakkının İhlali ve Devletin
Sorumluluğu

Depremle birlikte birinci derecede zarar gören en temel insan hakkı,


yaşam hakkıdır. Yaşam hakkı, devletin koruma yükümlülüğü altında bulunan
bir haktır. Devletin sorumluluğu, yalnızca insan haklarına saygı göstermekle
sınırlı değildir. Devlet aynı zamanda, bu hakların etkin bir şekilde güvenceye
kavuşturulmasından da sorumludur. Devletlerin insan hakları ihlallerini
önleme konusunda “özen yükümlülükleri” söz konusudur ve bu yönde gerekli
tedbirleri almayan devletler “özen eksikliği” nedeniyle sorumlu
tutulabilmektedir.18 Bu bağlamda Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı,
maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinde herkesin yaşama,
maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu
belirtilmek suretiyle bu hak Anayasal güvenceye alınmıştır. Anayasal
güvenceye alınan bu hakkın korunması noktasında özen göstermeyen ve
gerekli tedbirleri almayan devlet bundan sorumludur.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) yerleşmiş içtihatlarına
göre, yaşama hakkını düzenleyen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin

18 Işıl Karakaş, “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Yaşam Hakkı: Mc Cann’dan Kaya
Kararına”, Türkiye’de İnsan Hakları, Ankara: Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi
Enstitüsü İnsan Hakları Araştırma ve Derleme Merkezi Yayını, 2000, s.202-203; Hasan
Bakırcı, “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne Üye Devletlerin Sözleşme’den Kaynaklanan
Pozitif Yükümlülükleri”, 50. Yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Türkiye,
Uluslararası Sempozyum, Ahmet Taşkın (Ed.), Ankara: Türkiye Adalet Akademisi
Yayınları, 2009, s.34.
47
(AİHS) 2. maddesi, devletin yalnızca kasten ve hukuka aykırı olarak
öldürmekten kaçınma şeklindeki negatif yükümlülüğünü öngörmemektedir.
Aynı zamanda, egemenlik alanı içinde bulunan kişilerin yaşamlarını korumak
için gerekli tüm tedbirleri almasını öngören pozitif yükümlülüğü de
emretmektedir.19 Bu bağlamda, devletlerin yaşama hakkının etkin bir şekilde
korunmasını sağlamaya yönelik hukuki, idari veya yargısal tedbirler alması,
bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır. 20
Bu yükümlülük, bir kişi herhangi bir nedenle (zor kullanma ya da başka
bir olay neticesinde) öldüğünde etkin resmi bir soruşturma yapılmasını da
içermektedir.21 Biraz daha açmak gerekirse, etkin soruşturma yapma
yükümlülüğü, yalnızca kamu görevlileri tarafından gerçekleştirilen ölümler
açısından değil; aynı zamanda, her türlü hukuka aykırı ya da şüpheli (doğal
olmayan) ölümler açısından da geçerlidir. Devlet, bir olayda öldürmeme ya
da yaşamı koruma yükümlülüklerini ihlal etmemiş olsa bile; ölümün sebebini,
şeklini ve sorumlularını ortaya çıkarmaya elverişli etkin bir soruşturma
yapmakla mükelleftir.22
Devletlerin, yaşamı koruma yükümlülüğü, yaşamı tehdit eden doğal
afetler, salgın hastalıklar vb. çevresel risklerle ilgili olaylar gerçekleştiğinde

19 Örneğin bkz. L.C.B.-Birleşik Krallık Kararı, no.23413/94, 9 Haziran 1998, p.36; Osman-
Birleşik Krallık Kararı, [BD], no.23452/94, 28 Ekim 1998, p.115; Calvelli ve Ciglio-İtalya
Kararı, [BD], no.32967/96, 17 Ocak 2002, p.48; Kontrova-Slovakya Kararı, no.7510/04,
31 Mayıs 2007, p.49; Giuliani ve Gaggio-İtalya Kararı, [BD], no.23458/02, 24 Mart 2011,
p.208.
20 Françoise Tulkens, “Genel Olarak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Uygulaması”, 50.
Yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Türkiye, Uluslararası Sempozyum, Ahmet
Taşkın (Ed.), Ankara: Türkiye Adalet Akademisi Yayınları, 2009, s.12; B. G. Ramcharan,
“The Concept and Dimensions of the Right to Life”, The Right to Life in International
Law, B. G. Ramcharan (Ed.), The Netherlands: Martinus Nijhoff Publishers, 1985, s.17.
21 Philip Leach, Taking a Case to the European Court of Human Rights, 3rd Edition, New
York: Oxford University Press, 2011, s.184.
22 Osman Doğru ve Atilla Nalbant, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi-Açıklamalı ve
Önemli Kararlar, Yüksek Yargı Kurumlarının Avrupa Standartları Bakımından Rollerinin
Güçlendirilmesi Ortak Projesi, Cilt.1, Ankara: Şen Matbaa, 2012, s.21; Karen Reid, A
Practitioner's Guide to The European Convention on Human Rights, 4th Edition,
London: Sweet & Maxwell, 2012, s.772; Lech Garlicki, “The Right to Life under the
European Convention on Human Rights”, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ve Adli
Yargı Sempozyumu, Ankara: Türkiye Barolar Birliği Yayınları, 2004, s.97; Durmuş
Tezcan, Mustafa Ruhan Erdem, Oğuz Sancakdar ve Rifat Murat Önok, İnsan Hakları El
Kitabı, 4.Baskı, Ankara: Seçkin Yayıncılık, 2011, s.125; Javaid Rehman, International
Human Rights Law, London: Pearson, 2010, s.188; David Harris, Michael O’Boyle ve
Colin Warbrick, Law of the European Convention on Human Rights, 2nd Edition, New
York: Oxford University Press, 2009, s.48; Elisabet Fura, “Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi Uygulamasında Aile İçi Şiddet”, 50. Yılında Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi ve Türkiye, Uluslararası Sempozyum, Ahmet Taşkın (Ed.), Ankara: Türkiye
Adalet Akademisi Yayınları, 2009, s.73.
48
de söz konusudur.23 Ayrıca, somut olayın şartlarına göre, yaşama karşı
muhtemel riskler hakkında bilgilendirme yapılıp yapılmadığı da gündeme
gelebilir.24
2. Deprem Özelinde Devletin Yükümlülükleri

Devletlerin AİHS’nin 2. madde kapsamındaki yaşamı koruma


yükümlülüğü, deprem vb. doğal afetler dahil olmak üzere yaşamı tehdit eden
çevresel riskler açısından da söz konusudur. Bu alandaki yükümlülük,
devletlere, öncelikle, yaşama hakkına yönelik tehditleri etkin bir şekilde
önlemeyi hedefleyen yasal ve idari çerçeveyi yürürlüğe koyma ödevi
yüklemektedir. Bu düzenlemeler, ruhsat verme, tesis kurma, işletme,
güvenliği sağlama ve denetim konularını içermelidir. Bunların yanı sıra, işin
doğasında bulunan riskler nedeniyle yaşamları tehlikeye giren vatandaşların
etkin şekilde korunmaları için ilgilileri pratik önlemler almaya da zorlamalıdır.
Bu önleyici tedbirler arasında, Sözleşme organlarının içtihatlarında ortaya
koyduğu üzere, halkın bilgi edinme hakkına büyük önem verilmelidir. Söz
konusu düzenlemeler, teknik yönlerini de dikkate alarak, bir faaliyetin
işleyişindeki kusurları ve yetkililer tarafından yapılan hataları ortaya çıkarmak
için gerekli usulleri de öngörmelidir. 25
Devletin deprem öncesi ve deprem sonrası olmak üzere iki ayrı
yükümlülük altında olduğu açıktır. Birincisi, deprem öncesinde depreme
dayanıklı binalar yapılması vb. önlemler açısından düzenleme ve denetim
yapma görevidir. Zira, 1999 depremi başta olmak üzere yaşanan önceki
depremler, uzman görüşleri ve raporlar dikkate alındığında yeni ve tehlikeli
bir depremin olacağının öngörülmemesi mümkün değildir.
İkincisi ise her bir ölüm olayı hakkından etkin ve kapsamlı
soruşturmalar yürütülmesidir. Yürütülen soruşturmaların olayın gerçekleşme
şeklini tam olarak aydınlatacak ve sorumluları ortaya çıkaracak nitelikte
olması gerekir. Örneğin, kişinin enkaz altında kalması sonucu mu yoksa geç
ulaşılması nedeniyle soğuktan mı hayatını kaybettiğinin tespit edilmemesi
etkin soruşturma yükümlüğünün ihlali olarak kabul edilebilir. Benzer şekilde,
bazı kamu görevlileri hakkında soruşturma izni verilmemesi nedeniyle
yargılanamamaları da ihlal nedeni olarak görülebilir. Bu çerçevede, otopsi
işleminin usulüne uygun yapılması, binaların mevzuat ve teknik gerekliliklere

23 Öneryıldız-Türkiye Kararı, [BD], no.48939/99, 30 Kasım 2004, p.90-91.


24 Örneğin bkz. L.C.B.-Birleşik Krallık Kararı, p.36-41; Öneryıldız-Türkiye Kararı, [BD],
no.48939/99, 30 Kasım 2004, p.90, 98 ve 108.
25 Öneryıldız-Türkiye Kararı, p.90-91.
49
uygun yapılıp yapılmadığının, sonradan kolon kesilmesi vb. değişiklikler olup
olmadığının tespiti, bu amaçla uzmanlardan bilirkişi raporu alınması büyük
önem arz ediyor. Ayrıca, hukuk mahkemeleri önünde ya da idari yargıda
görülecek diğer yargısal süreçlerin de AYM ve AİHM’in denetimine tabi
olacağını hatırlatmakta fayda var.
Çöplük patlamasıyla ilgili Öneryıldız kararı, devletin pozitif yükümlülüğü
konusunda AİHM’in geliştirdiği içtihadın kilometre taşlarından biri olarak
görülebilir. Bu kararla, devletin yaşama hakkı çerçevesindeki yükümlülükleri
genişletilmiş, AİHS ve çevresel sorunlar arasında bağ kurulmuş ve yaşama
hakkı açısından risk taşıyan çevresel sorunlardan devletin Sözleşme
kapsamında sorumlu olabileceği ortaya konulmuştur. 26
Daha sonraki Budayeva ve Diğerleri-Rusya davasıyla pozitif
yükümlülüğün kapsamı, doğa olaylarından kaynaklanan ve yaşamı tehdit
eden durumlara da uygulanacak şekilde genişletilmiştir. AİHM, söz konusu
kararında, bölgede heyelan yaşanabileceğinin yetkililer tarafından bilindiğini,
önceki olayların büyük çaplı bir heyelan yaşanma olasılığını ortaya
koyduğunu, uzman kişiler tarafından koruyucu bir baraj yapılması gerektiği
yönünde uyarılar yapıldığını belirtmiştir. Mahkeme, makul bir gözle
bakıldığında, yetkililerin tehlikenin farkında olmalarının, sivilleri
bilgilendirmelerinin, erken uyarıya elverişli gözlem kulübesi kurmak dâhil
olmak üzere acil tahliye için hazırlık yapmış olmalarının beklenebileceğini
ifade etmiştir. Bu bağlamda, yaşama karşı tehditleri en aza indirecek etkin bir
sistem kurmayı gerektiren pozitif yükümlülüğün yerine getirilmediği
gerekçesiyle 2. maddenin ihlal edildiğine karar vermiştir.27
3. Devletin Etkin Soruşturma Yürütme Yükümlülüğü

Yukarıda değinildiği üzere, AİHM içtihatlarıyla çerçevesi çizilen devletin


pozitif yükümlülüğü, bir kişi zor kullanma ya da deprem gibi başka bir olay
neticesinde öldüğünde ya da yaralandığında, etkin resmi bir soruşturma
yapılmasını da içermektedir.28 Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet,
doğal olmayan her ölüm olayının sorumlularının belirlenmesini ve
gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmi bir soruşturma
yürütmek durumundadır. Böyle bir soruşturmanın temel amacı, yaşam

26 Yasemin Özdek, Avrupa İnsan Hakları Hukuku ve Türkiye, Ankara: Türkiye ve Orta
Doğu Amme İdaresi Enstitüsü Yayınları, 2004, s.156.
27 Budayeva ve Diğerleri-Rusya Kararı, no.15339/02, 11673/02, 15343/02, 20058/02 ve
21166/02, 20 Mart 2008, p.147-160.
28 Philip Leach, Taking a Case to the European Court of Human Rights, 3rd Edition, New
York: Oxford University Press, 2011, s.184.
50
hakkını koruyan hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak
ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda, bunların
sorumlulukları altında meydana gelen ölümler için hesap vermelerini
sağlamaktır.29
Devletin etkin soruşturma yükümlülüğü deprem gibi ağır sonuçlar
doğuran doğal afetlerin etkilerinin artmasına sebep olan kişi ve kurumların
tespiti noktasında çok önemlidir. Bu soruşturmalar, hızlı ve özenli şekilde
yürütülmeli; ayrıca ölümlere yol açan olayların meydana geldiği koşulları
(binaların neden yıkıldığı) ve ilgili düzenlemelerin uygulanmasındaki
eksiklikleri belirleyecek ve bunların meydana gelmesinde rolü bulunan devlet
görevlilerinin ya da organlarının tespitini sağlayacak nitelikte olmalıdır. 30
Buradaki yükümlülük, depremlerde çöken binaların müteahhitleri ile
bunların inşasında doğrudan görev alan kişiler haricinde bu binaların izin,
denetim ve kontrolünde kasıt veya kusurları bulunan bütün kamu görevlileri
hakkında da etkin bir soruşturma ve kovuşturma yapılmasını gerekli
kılmaktadır.31
AİHM, somut olayın koşullarında, faillerin ceza almamalarını, ya da çok
az ceza almalarını, aldıkları cezaların erteleme, paraya çevirme vb. yollarla
etkisinin azaltılmasını, bir “cezasızlık (impunity) sorunu” olarak görmekte ve
bu tür başvurularda, yaptırımın caydırıcı olmadığı gerekçesiyle ihlal kararları
verebilmektedir. AİHM’e göre ulusal mahkemeler, hiçbir koşulda, yaşamı
tehlikeye atan suçların cezasız kalmasına imkân verecek bir tutumda
olmamalıdırlar.32 AİHM, içtihatlarıyla, devletin usul yükümlülüğünü,
soruşturma ve yargılama aşamasının ötesine taşımış ve cezalandırma
aşamasını da içerecek şekilde genişletmiştir. 33 Bu bağlamda, kişilere hukuki
ya da cezai koruma sağlanması, hesap verilebilirlik açısından önemli bir
sorun doğuracaktır.

29 Anguelova/Bulgaristan, B. No: 38361/97, § 137, Jasinskis/ Letonya, 21.12.2010, B. No:


45744/08, § 72
30 Boudaïeva ve Diğerleri/Rusya,
No. 15339/02, 21166/02, 20058/02, 11673/02 ve 15343/02, AİHM 2008, § 112.
31 M. Özel ve Diğerleri/Türkiye, No. 14350/05 ve Diğer İki Dosya, 17 Kasım 2015, §§ 173-
175, 192 ve 198.
32 Öneryıldız-Türkiye Kararı, p.96; Okkalı-Türkiye Kararı, p.65; Ali ve Ayşe Duran-Türkiye
Kararı, p.61; Mojsiejew-Polonya Kararı, p.53; Giuliani ve Gaggio-İtalya Kararı, p.306.
33 Osman Doğru ve Atilla Nalbant, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi-Açıklamalı ve
Önemli Kararlar, Yüksek Yargı Kurumlarının Avrupa Standartları Bakımından Rollerinin
Güçlendirilmesi Ortak Projesi, Cilt.1, Ankara: Şen Matbaa, 2012, s.29.
51
4. AYM ve AİHM’nin Deprem Nedeniyle Yapılan Başvurulara Bakış
Açısı

Yukarıda ifade edildiği üzere, devletin etkin soruşturma yapma


yükümlülüğü, her türlü ölüm olayı açısından da geçerlidir. Ancak,
sorumluluğun türü ve derecesi, olayın meydana geldiği şartlara bağlı olarak
değişecektir. 34 AİHM, birçok kararında, tıbbi uygulama hatası gibi yaşama
hakkına yönelik ihlallerin kasıtlı olmadığı durumlarda, "etkili bir adli sistem"
kurmayı gerektiren pozitif yükümlülüğün, her davada cezai işlem başlatmayı
gerektirmediğini belirtmiştir. Özel, idari ve hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının
mağdurlara açık olmasının, yeterli olabileceğini ifade etmiştir.
AİHM, doğal bir felaket nedeniyle mağdur olanların (özel bir kişi
tarafından işletilmesine belediyece ruhsat verilen bir kamp yerinde sele
kapılarak hayatını kaybeden kampçıların yakınlarının) yaptığı bir
başvuruda35, 2. maddeye ilişkin şikayetlerin, “kapsamlı bir ceza
soruşturmasını müteakip yapılan” ve makul bir tazminata hükmedilmesi ile
sonuçlanan idari davanın etkili bir iç hukuk yolu olduğuna ve mağdur sıfatını
ortadan kaldırdığına karar vermiştir.36
Ancak yukarıdaki durum bakımdan dikkate edilmesi gereken husus,
medeni hukuk veya idare hukuku tazminat yollarının etkili görülebilmesi,
ancak kamu görevlilerinin meydana gelen felakete ilişkin sorumluluğunun
belirlenmesi bağlamıyla sınırlı olduğudur. AİHM, Budayeva ve Diğerleri-
Rusya kararında, kapsamının genişliği itibariyle felaketin meydana
gelmesinde çok sayıda kamu görevlisinin rolü olabileceğini ve bazılarının
sorumluluğunun cezai müeyyideyi gerekli kılmayacağını, ayrıca hukuk
davalarında daha düşük bir ispat yükünün arandığını dikkate alarak
başvurucunun yetkili devlet organlarına karşı hukuk davası açmasını yeterli
görmüştür.37 İkinci olarak bu durumlarda, ceza davasının etkisiz olup sadece
hukuk davalarının etkili görüldüğü söylenmemiş; meydana gelen olay
bağlamında cezai yol takip edilmeyip hukuk yolunun izlenmesinin de yeterli
görüldüğü belirtilmiştir. Dolayısıyla ölüm olaylarında esasen cezai yolların
etkili kabul edildiği fakat bazı durumlarda hukuk veya idari dava yolunun
devlet organlarının sorumluluğu açısından yeterli kabul edilebildiği akılda
tutulmalıdır.

34 Harris, O’Boyle ve Warbrick, s.38; Akandji-Kombe, s.36.


35 Murillo Saldías ve Diğerleri/İspanya, 76973/01, 28/11/2006
36 Budayeva ve Diğerleri/Rusya, 15339/02, 20/3/2008, § 141
37 Budayeva ve Diğerleri/Rusya, 15339/02, 20/3/2008, § 112.
52
Diğer bir husus ise müteahhit gibi özel kişilerin ölüm olaylarındaki
sorumluluğunun belirlenmesi yönünden asıl olarak cezai yolların izlenmesi
gerektiği anlaşılmaktadır. 9 Nisan 2013 tarihli Mehmet Şentürk ve Bekir
Şentürk-Türkiye kararına konu olayda, hamile bir kadına, aynı gün içerisinde
birçok hastaneye müracaat etmesine rağmen ciddi bir tedavi
uygulanmamıştır. En son acil olarak gittiği hastane tarafından da para talep
edilmesi üzerine, ambulansla başka bir hastaneye sevk edildiği sırada,
hayatını kaybetmiştir. Bu davada, başvuranlar, hiçbir tazminat davası
açmadan, ceza davalarının sonuçlanmasından sonra AİHM’e
başvurmuşlardır. AİHM, önceki kararlarının aksine ve hükümetin itirazına
rağmen, bu davayı, iç hukuk yolları tüketilmediği gerekçesiyle kabul edilemez
bulmamıştır. İç hukukta yürütülen ceza soruşturması ve kovuşturması
süreçlerini ayrıntılı bir incelemeye tabi tutmuştur ve etkin soruşturma
yapılmadığı gerekçesiyle 2. maddenin usul yönünden (ayrıca esastan da)
ihlal edildiğine karar vermiştir.
AYM de genel olarak AİHM ile benzer bir anlayış benimsemiştir.
09/11/2011 tarihinde Van’da meydana gelen depremde, otel enkazında
kalarak vefat eden kişilerin yakınları tarafından AYM’ye yapılan başvuruda
(Serpil Kerimoğlu vd. Başvurusu, No. 2012/752, 17/09/2013) Adalet
Bakanlığı, başvurucuların ilgili idareler aleyhine maddi ve manevi tazminat
davası açtıkları, yargılama sürecinin halen devam ettiği, bu nedenle başvuru
yollarının tüketilmediği itirazında bulunmuştur. Başvurucular ise, yaşama
hakkının ihlali halinde sadece tazminat alınmasının yeterli olmayacağını,
devletin etkili ve önleyici ceza sistemi kurma pozitif yükümlülüğünün
bulunduğunu ileri sürmüşlerdir.
AYM’ye göre, “Kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu
meydana gelen ölüm olaylarına ilişkin davalarda Anayasa’nın 17. maddesi
gereğince devletin, ölümcül saldırı durumunda sorumluların tespitine ve
cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte cezai soruşturmalar yürütme
yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda, yürütülen idari ve hukuki
soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat ödenmesi, yaşam
hakkı ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli
değildir… Ancak ihmal nedeniyle meydana gelen ölüm olaylarına ilişkin
davalar açısından farklı bir yaklaşımın benimsenmesi gerekir. Buna göre,
yaşam hakkının veya fiziksel bütünlüğün ihlaline kasten sebebiyet verilmemiş
ise, “etkili bir yargısal sistem kurma” yönündeki pozitif yükümlülük her olayda
mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez. Mağdurlara hukuki, idari ve
hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir… Bununla

53
birlikte, ihmal suretiyle meydana gelen ölüm olaylarında Devlet görevlilerinin
ya da kurumlarının bu konuda muhakeme hatasını veya dikkatsizliği aşan bir
ihmali olduğu, yani olası sonuçların farkında olmalarına rağmen söz konusu
makamların kendilerine verilen yetkileri göz ardı ederek tehlikeli bir faaliyet
nedeniyle oluşan riskleri bertaraf etmek için gerekli ve yeterli önlemleri
almadığı durumlarda, bireyler kendi inisiyatifleriyle ne gibi hukuk yollarına
başvurmuş olursa olsun, insanların hayatının tehlikeye girmesine neden olan
kişiler aleyhine hiçbir suçlamada bulunulmaması ya da bu kişilerin
yargılanmaması 17. maddenin ihlaline neden olabilir”.
AYM, tehlikeli faaliyetler nedeniyle ortaya çıkan olaylara yönelik
devletin kapsamlı ve etkin bir ceza soruşturması yürütmesi yükümlülüğüne
ilişkin ilkelerin afet olayları nedeniyle yapılan başvurulara da
uygulanabileceğini belirtmiştir. Bu çerçevede, önleyici tedbirlerin alınmaması
sonucu meydana gelen can kayıplarından devletin sorumluluğunu gerektiren
durumlarda, Anayasa’nın 17. maddesi gereğince oluşturulması gereken
“etkili bir yargısal sistem”in kapsamında, etkinliğe dair belirlenmiş asgari
standartları karşılayan ve soruşturmanın bulguları çerçevesinde adli
cezaların uygulanmasını sağlayan bağımsız ve tarafsız bir resmi soruşturma
usulünün bulunması gerekir. Bu gibi davalarda, yetkili makamlar büyük bir
gayretle ve ivedilikle çalışmalı ve ilk olarak olayın meydana geliş koşulları ile
denetim sisteminin işleyişindeki aksaklıkları, ikinci olarak da söz konusu
olaylar zincirinde herhangi bir şekilde rol oynayan devlet görevlileri ya da
makamlarını tespit etmek için resen soruşturma açmalıdır. Bu nedenlerle
AYM, Adalet Bakanlığının yukarıda değinilen itirazını reddederek, etkili ve
caydırıcı bir ceza soruşturması yürütülmediği gerekçesiyle yaşama hakkının
usuli boyutunun ihlal edildiğine karar vermiştir.
Diğer taraftan, birden fazla iç hukuk yolu bulunduğunda, hangisini
tüketeceğine karar verme yetkisinin başvurucuya ait olduğunu söyleyebiliriz.
Başka bir ifadeyle, kendi davasına en uygun hukuk yolunu seçmek,
başvurana düşmektedir. Potansiyel olarak birden fazla etkili hukuk yolu
varsa, başvuranın bunlardan sadece bir tanesini kullanması yeterlidir. 38 Bir
hukuk yolu tüketilmiş ise, esasen aynı amacı taşıyan bir diğer hukuk yolunu
tüketmek gerekli değildir.39

38 Moreira Barbosa/Portekiz (k.k.), no.65681/01, 21/12/2004; Jeličić/Bosna Hersek (k.k.),


no.41183/02, 31/10/2006; Karakó/Macaristan, no.39311/05, 28/04/2009, p.14;
Aquilina/Malta [BD], no. 25642/94, 29/04/1999, p. 39.
39 Riad ve Idiab/Belçika, nos.29787/03, 29810/03, 24/01/2008, p.84; Kozacıoğlu/Türkiye
[BD], no.2334/03, 19/02/2009, p.40 vd.; Micallef/Malta [BD], no.17056/06, 15/10/2009,
p.58; Jasinskis/Letonya, no. 45744/08, 21/12/2010, p.50 ve 53-54.
54
Bu çerçevede, iç hukuktaki yargısal yollar şu şekilde özetlenebilir:
Ceza yargılaması:
➢ Deprem nedeniyle ölen kişinin yakınları tarafından Cumhuriyet
başsavcılıklarına taksirle (bir veya birden fazla) kişinin ölümüne neden
olma suçundan suç duyurusunda bulunmaları,
➢ Cumhuriyet başsavcılıklarınca şikâyet üzerine veya resen soruşturma
başlatılması (Bu kapsamda, bilirkişi raporu alınması, keşif yapılması)
➢ 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması
Hakkında Kanun kapsamında soruşturma izni verilmemesi halinde40
bu karara itiraz edilmesi (idari yargı)
➢ Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından açılacak kamu davalarına
‘müdahil’ sıfatıyla taraf olmaları
Hukuk yargılaması:
➢ Özel kişi ve şirketler aleyhine haksız fiillerden doğan borç ilişkilerini
düzenleyen 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Sorumluluk” başlıklı
49. maddesi kapsamında asliye hukuk mahkemelerine maddi ve
manevi tazminat davası açılması
İdari yargılama:
➢ 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Doğrudan doğruya tam
yargı davası açılması” başlıklı 13. maddesi kapsamında idare (İlgili
bakanlık, valilik, belediye vs.) aleyhine tam yargı davası açılması
AİHM, binalara imar izninin verilmesi, denetimlerin gereği gibi
yapılmamasından kaynaklı olarak olayda sorumluluğu bulunan kamu
görevlileri hakkında 4483 sayılı Kanun uyarınca soruşturma izni verilmemesi
ya da iznin kaldırılması halinde; başvuru süresinin bu kararlardan itibaren
başlayacağını kabul etmektedir.41 Bu nedenle, böyle bir karar alınması
halinde; kararın tebliğinden sonra yaşam hakkı bağlamında AYM’ye başvuru
yapılması gerekmektedir.
Yukarıda da izah edildiği üzere; iç hukukta birden fazla yol varsa kural
olarak hangisini tüketeceğine karar vermek başvurucuya düşer. Ancak
devletin pozitif yükümlülüğünü ihmalinden kaynaklanan başvurularda, somut
olayın koşulları belirleyici olsa da cezai soruşturma ve kovuşturmadan ziyade
tazminat hukukunun ön planda olduğunu söyleyebiliriz. Bu nedenle, tazminat

40 Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin görevleri sebebiyle işledikleri suçlardan dolayı


yargılanabilmeleri izne tabi olup izin vermeye yetkili merciler ve izlenecek usul 4483 sayılı
Kanun’da düzenlenmiştir.
41 M. Özel ve Diğerleri/Türkiye, No. 14350/05 ve Diğer İki Dosya, 17 Kasım 2015, § 178.
55
davasının sonuçlanmasının ardından önce AYM ve sonrasında AİHM'e
başvurulması hak kaybının önlenmesi noktasında faydalı olacaktır. Tüm
hukuk yollarının titizlikle takip edilmesinin ardından, sonuç alınamadığı
takdirde, kesinleşen (olağan iç hukuk yolları tükenen) ilk karardan sonra
bireysel başvuruların yapılması da makul bir çözüm olarak görülebilir 42.
5. Soruşturma İşlemlerinin Yürütülmesi

Deprem nedeniyle başlatılan soruşturmalar sırasında binaların


mevzuata uygun yapılıp yapılmadığı ancak binaya ilişkin toplanan belgeler
ve keşif sırasında elde edilecek delillerle ortaya çıkarılabilir. Günümüzde
ülkemizde hemen her şey bilgisayar ortamında yapıldığı için binaya ilişkin
proje ve denetim kayıtlarına ulaşmak zor değildir. Ancak yıkılan binalarla ilgili
yapılacak keşiflerde normal şartlar altında öncelikle;
➢ Özel cihazlarla toprağın belirli bir derinliğine kadar kazılıp, o
mesafelerden toprak numuneleri alınarak binanın zemin etüdünün yapılması
gerekmektedir.
➢ Bina yapım sürecinin teknik gereklere uygun yapıldığının tespit
bakımından mutlaka binaların kolon ve kirişlerden karot örneklerinin alınması
gerekmektedir. Bunun için de özel bir cihaz ve bu cihazı kullanmayı bilen
uzman teknik kişiye ihtiyaç vardır.
➢ Binalarda kullanılan betonlardan ve kolon ve kirişlerde kullanılan
demirlerden yeterli sayıda ve miktarda örnekler alınmalıdır. Beton ve demirler
özel laboratuvarlarda incelenip dönemin kriterlerine uygunluğu saptanması
gerekmektedir.
➢ Keşfe gitmeden önce Cumhuriyet savcılarının fikir edinebilmek adına
inşaat mühendisleri ve deprem uzmanları ile görüşmesinde fayda
bulunmaktadır.
➢ Keşif sırasında mutlaka bir inşaat mühendisi bilirkişi olarak eşlik
etmeli, örneklerin alınması konusunda görüş bildirmelidir. Mümkün olduğu
taktirde deprem konusunda uzman bir mühendis da keşifte hazır
bulunmalıdır. Bilirkişiye gönderilecek örneklerin yanında bu örneklerin zayi
olması halinde yedek olarak ikinci örnekler alınarak uygun yerlerde
muhafazası sağlanmalıdır. Keşfin her anı kayıt altına alınmadır.
➢ Ortaya çıkan ağır yıkım nedeniyle üniversiteler nezdinde
oluşturulacak bilirkişi heyetlerine genel raporlar hazırlatılması gerekmektedir.
➢ Keşif sonrasında toplanan bu örnekler alanında uzman, bu
konularda uluslararası raporlar vermeye yetkili üniversite laboratuvarlarına

42 Bahadır, Oktay: “Yaşama Hakkı” Seçkin Yayınevi, Ankara 2015.


56
gönderilmelidir. Yıkılan binaların çokluğu nazara alınarak bu işlemler için özel
birimler oluşturulmalıdır.
Yukarıdaki araştırma ve incelemeler haricinde Yargıtay tarafından
yıllardır deprem nedeniyle yapılan ceza soruşturmalarında özellikle dikkat
edilmesini istediği hususlar ve toplanmasını zorunlu gördüğü bilgiꓹ belge ve
deliller vardır. Buna göre;
➢ Zararın meydana geldiği yapının mimari ve statik projelerinin temel
mevzuata uygun olup olmadığının araştırılmasıꓹ
➢ Hazırlanan projelerin ilgili kurumlarca onaylanıp onaylanmadığı;
binanın onaylanan projeye uygun yapılıp yapılmadığıꓹ
➢ Binanın zemin analizinin yapılıp yapılmadığı; yapılmış ise binanın
yapılan zemin analizine uygun olarak projelendirilerek inşa edilip edilmediğiꓹ
➢ Kaçak kat ve proje dışı ilaveler yapılıp yapılmadığı; kolon ve kirişlere
projeye aykırı müdahaleler yapılıp yapılmadığı ve varsa buna ilişkin tutanakꓹ
fotoğraf ve video gibi görsel ve yazılı kayıtların soruşturma dosyasına eklenip
eklenmediğiꓹ
➢ Binanın taşıyıcı sitemlerinde herhangi bir sorunun olup olmadığıꓹ
➢ Binadan karot alınarak beton tespitinin yapılıp yapılmadığıꓹ
➢ Binanın fotoğraflama ve video ile kayıt altına alınıp alınmadığıꓹ
➢ Binada kullanılan betonun ve başta demir olmak üzere diğer
malzemenin inşaat tekniği ve mevzuatını karşılayıp karşılamadığıꓹ
➢ Mimarꓹ inşaat mühendisiꓹ iş güvenliği uzmanıꓹ yer bilimciꓹ zemin etüt
proje uzmanları ve ilgilisine göre diğer uzmanlardan oluşturulacak bilirkişi
heyetiyle yukarıda belirtilen hususların tespiti adına rapor alınıp alınmadığıꓹ
➢ Belediyeꓹ yapı denetimꓹ Çevre ve Şehircilik Bakanlığı İl
Müdürlüklerinde binalarla ilgili projeꓹ ruhsatꓹ yapı kullanma izni gibi binanın
yapımına ilişkin belgelerin getirtilip getirtilmediği
hususlarının muhakkak soruşturma sürecinde açıklığa kavuşturulması
gerekmektedir.
Öte yandan, deprem bölgesinin genişliği ve deprem felaketinin
büyüklüğü göz önüne alındığında soruşturmaların istenilen şekilde
gerçekleşmeyeceği de ihtimal dahilindedir. Dolayısıyla eğer mümkün
olabilirse deprem, jeoloji, inşaat, hukuk ve imarla ilgili çalışmaları bulunan
bilim insanlarından oluşturulabilecek bir heyetten genel bir görüş alınabilir.
Bölgenin coğrafi durumu, sağlam binaların varlığı, ilgili mevzuatın oluşan

57
depremi karşılayacak kriterlere sahip olup olmadığı gibi hususlar
değerlendirilerek yıkılan binalarda bina sahibi ve müteahhittin sorumluluğuna
ilişkin daha net sonuçlar elde edilebilir.
Bu amaca matuf olmak üzere zarar gören kişiler veya avukatlarının
alanında uzman kişilerden uzman görüşü alarak dosyaya sunmaları
mümkündür.
Diğer taraftan depremin yıkıcı etkilerinin ortaya çıkmasında özel kişiler
kadar devlet kurumlarının, denetim ve gözetim pozisyonunda yer alan
kurumların ve kamu görevlilerinin ihmalleri ciddi rol oynamaktadır. Bu
kişilerin tespiti ve adalet önüne çıkarılabilmesi bakımından bina ruhsatı için
yapılan denetimler ve verilen ruhsatlar ortaya çıkarılarak devletin üzerine
düşen sorumluluğu yapmadığı vurgulanarak bu görevliler hakkında idari
makamlardan soruşturma izni alınması için gerekli başvuruların yapılması ve
bu konuda başta barolar olmak üzere kamuoyunun düzenli olarak
bilgilendirilmesi gerekmektedir.
Bunlardan başka, sorumluların cezalandırılması ve kamuoyun düzenli
bilgilendirilmesini sağlamak adına baroların önderliğinde dernek veya
deprem zararları takip platformu oluşturulması mümkündür. Bu şekilde
mağdurlar ve avukatların süreci canlı tutmaları sağlanmalıdır. Aksi takdirde
yaşanan sürece ilişkin soruşturmaları; yeterli ve donanımlı personel
olmaması, siyasi baskılar vb. sebeplerle hiçbir görevli hakkında soruşturma
izni verilmemesi ve nihayetinde genel olarak devletin sorumluluğunun hiçbir
şekilde yargı önüne taşınamadığı bir süreç yaşanabilir.
Binalara ilişkin yukarıda anlatılan işlemler bir hukuk çerçevesine
oturtulamadığı taktirde, davalar açıldığında savunma avukatlarının işleri çok
kolay olacaktır. Bina ile ilgili örneklerin mevzuata uygun alınmadığı, alınan
bilirkişi raporlarına itiraz, binalara verilen resmi ruhsatlara dayanarak binanın
mevzuata uygun yapıldığı, deprem sebebi ile müdafileri olan kişilere hiçbir
sorumluluk yüklenemeyeceği iddiası ile savunma yaptıklarında bu
savunmaların aksine şüpheye yer bırakmayacak delilleri ortaya koymak
imkansız hale gelir ve mahkemelerden beraat kararları ortaya çıkabilir. Bu
şekilde özel ve kamu görevlilerin ağır ihmalleri ile meydana gelen ölümlerin;
yaralanmaların ve zararların giderilme imkânı ortadan kaldırılabilir.

58
6. Ceza Soruşturmalarında Delil Toplanmasında Dikkat Edilecek
Hususlar

Deprem nedeniyle depremin yıkıcı etkilerinin ortaya çıkmasında


ihmalleri olanlar ile bina yapımında gerekli dikkat ve özen göstermedikleri
nedeniyle kusurlu olarak ölüme sebebiyet verenler hakkında yapılacak
soruşturmalarda öncelikli olarak delil olarak deprem mahallinde gerekli örnek
numunelerin alınması gerekmektedir. Bu bağlamda öncelikle beton örnekleri
alınması gerekmektedir. Deprem sonrası arama kurtarma faaliyetlerinin sona
ermesinden sonra enkaz kaldırma çalışmalarına başlanmadan önce nispeten
sağlam vaziyette olan kiriş ve kolonların enkazdan ayrı bir yere ayrılması,
ayrılan kolon ve kirişlerin (taşıyıcı elemanlara) numaralandırılması ve
alındıkları yerleri gösterir şekilde fotoğraflanması, karot alımı esnasında
beton dayanım sınıfı ölçümlerinin yapılması için ilgili mevzuat gereği (bina
türü, kat sayısı, toplam inşaat alanı baz alınarak) belirlenen sayının 2 (iki) katı
kadar karot örneği alınması, testlere itiraz olması ya da örneklerin zarar
görmesi halinde kullanılmak üzere, teste tâbi tutulan karot örneği sayısı kadar
karot örneğinin de saklanması gerekmektedir. Alınan tüm karot örneklerinin
hava baloncuklu poşetlerde (airbag) ve kutulanarak saklanması ve
taşınması gerekmektedir. Enkazdan demir donatı örnekleri alınmalı, çekme
dayanımı/testi için kullanılacak miktarın 2 katı sayıda demir donatı
malzemesinin örnek olarak alınması, numaralandırılması ve fotoğraflanması,
demir donatı çapları ve diğer özelliklerinin not alınması ve akabinde alınan
örneklerin yarısının çekme dayanımı testine tabi tutulması gerekmektedir 43.
Gerek binalardan alınacak örnekliklerin ve gerekse cesetlerden
alınacak örnekler bakımından binanın usulüne uygun yapılıp yapılmadığının
tespiti ve ölümün neden kaynaklandığının belirlenmesi bakımından barolar
bünyesinde takip kurullarını oluşturulması yararlı olacaktır. Özellikle
Cumhuriyet savcısı hazır bulunmaksızın yapılacak numune alma
işlemlerinde ivedilikle savcıların da haberdar edilmesi, savcılık talimatı ile
hatadan dönülmesini ve usulüne uygun numune alınmasını sağlanabilir.

43 Özgürlük İçin Hukukçular Derneği Depremzedeler Ve Hukukçular İçin Hukuki


Bilgilendirme
Notuꓹhttps://docviewer.yandex.com.tr/view/1755589847/?page=2&*=y7v7YznoWF4L3j9L
zur7p7PzCRZ7InVybCI6InlhLWRpc2s6Ly8vZGlzay9Eb3dubG9hZHMvMjAyMy0wMi0xN
CAwMC00OC0yMS5wZGYiLCJ0aXRsZSI6IjIwMjMtMDItMTQgMDAtNDgtMjEucGRmIiwi
bm9pZnJhbWUiOmZhbHNlLCJ1aWQiOiIxNzU1NTg5ODQ3IiwidHMiOjE2NzYzNzI2NjEy
NTQsInl1IjoiOTg2MTI2NzY2MTY3MDE2OTI2NSJ9
59
E. DEPREM NEDENİYLE CEZAİ SORUMLULUKTA KAST VE
TAKSİR DURUMUNUN TESPİTİ

1. Genel Olarak Bilinçli Taksir ve Olası Kast Kavramları

Deprem nedeniyle meydana gelen cezai sorumluk noktasında eylemin


hukuki niteliğinin tespiti bakımından öncelikle kast, olası kast ve bilinçli taksir
kavramlarının açıklanmasına ihtiyaç vardır. 5237 sayılı TCK’nin 21.
maddesinin birinci fıkrasına göre suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır.
Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek
gerçekleştirilmesidir. Aynı maddenin ikinci fıkrasına göre ise kişinin, suçun
kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili
işlemesi halinde olası kast vardır. Bu halde, ağırlaştırılmış müebbet hapis
cezasını gerektiren suçlarda müebbet hapis cezasına, müebbet hapis
cezasını gerektiren suçlarda yirmi yıldan yirmibeş yıla kadar hapis cezasına
hükmolunur; diğer suçlarda ise temel ceza üçte birden yarısına kadar indirilir.
Taksir ve bilinçli taksir kavramları ise Kanun’un “Taksir” başlıklı 22.
maddesinde tanımlanmıştır. Buna göre taksir, dikkat ve özen yükümlülüğüne
aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi
öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir. Taksirle işlenen fiiller, ancak kanunun
açıkça belirttiği hallerde cezalandırılır. Maddenin üçüncü fıkrasına göre ise
kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi
halinde bilinçli taksir vardır; bu halde taksirli suça ilişkin ceza üçte birden
yarısına kadar artırılır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 09.09.2021 tarihli, 2019/314 E. ve
2021/373 K. sayılı kararında da belirtildiği üzere, doğrudan kasıt; öngörülen
ve suç teşkil eden fiili gerçekleştirmeye yönelik irade olup kanunda suç olarak
tanımlanmış eylemin bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi ile oluşur. Fail,
hareketinin kanuni tipi gerçekleştireceğini bilmesi ve istemesi hâlinde
doğrudan kasıtla hareket etmiş olacak, buna karşın işlemiş olduğu fiilin
muhtemel bazı neticeleri meydana getirebileceğini öngörmesine ve bu
neticelerin gerçekleşmesini mümkün ve muhtemel olarak tasavvur etmesine
rağmen muhtemel neticeyi kabullenerek fiili işlemesi hâlinde olası kast söz
konusu olacaktır.
Olası kastı doğrudan kasıttan ayıran ölçüt; suçun kanuni tanımındaki
unsurların gerçekleşmesinin muhakkak olmayıp muhtemel olmasıdır. Fail,
böyle bir durumda muhakkak değil ama, büyük bir ihtimalle gerçekleşecek
olan neticenin meydana gelmesini kabullenmekte ve "olursa olsun"
düşüncesi ile göze almakta; neticenin gerçekleşmemesi için herhangi bir
çaba göstermemektedir. Olası kastta, fiilin kanunda tanımlanan bir sonucun
gerçekleşmesine neden olacağı muhtemel görülmesine karşın, bu neticenin
meydana gelmesi fail tarafından kabul edilmektedir.
60
Öte yandan basit taksir ile bilinçli taksir arasındaki ayırt edici ölçüt;
taksirde failin öngörülebilir nitelikteki neticeyi öngörmemesi, bilinçli taksir
hâlinde ise bu neticeyi öngörmüş olmasıdır. Bilinçli taksirde gerçekleşen
sonuç, fail tarafından öngörüldüğü hâlde istenmemiştir. Gerçekten neticeyi
öngördüğü hâlde, sırf şansına veya başka etkenlere, hatta kendi beceri veya
bilgisine güvenerek hareket eden kimsenin tehlikelilik hâli, bunu
öngörememiş olan kimsenin tehlikelilik hâli ile bir tutulamayacaktır. Neticeyi
öngören kimse, ne olursa olsun bu sonucu meydana getirecek harekette
bulunmamakla yükümlüdür.
Türk Ceza Kanunu'nun 21. maddesinin ikinci fıkrasında; "kişinin, suçun
kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili
işlemesi" şeklinde tanımlanıp başkaca ayırıcı unsura yer verilmeyen olası
kast ile aynı Kanun'un 22. maddesinin üçüncü fıkrasında; "kişinin, öngördüğü
neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli
taksir vardır" biçiminde tanımlanan bilinçli taksirin karıştırılacağı hususu
öğretide dile getirilmiş, kanun koyucu da madde metninde yer vermediği
"kabullenme" ölçüsünü aynı maddenin gerekçesinde; "olası kast halinde
suçun kanuni tanımında yer alan unsurlardan birinin somut olayda
gerçekleşeceği öngörülmesine rağmen, kişi fiili işlemektedir, diğer bir deyişle,
fail unsurların meydana gelmesini kabullenmektedir" şeklinde açıklamak
suretiyle, olası kastı bilinçli taksirden ayıracak kıstası ortaya koymuştur.
Görüldüğü üzere öngörülen muhtemel neticenin meydana gelmesine
kayıtsız kalınması durumunda olası kasıt, öngörülen muhtemel neticenin
meydana gelmesinin istenmemesine rağmen neticenin meydana gelmesinin
engellenemediği ahvalde bilinçli taksir söz konusu olacaktır. Diğer bir
ifadeyle, failin neticeyi istememekle beraber neticenin meydana gelmesinin
muhtemel olduğunu bilmesine rağmen duruma kayıtsız kalarak hareketini
sürdürmek suretiyle muhtemel neticeyi kabullenmesi durumunda olası kasıt,
failin neticeyi öngörmesine rağmen becerisine, şansına, tecrübesine ya da
başka bir etkene güvenip neticenin meydana gelmeyeceğine inanarak
gerektiğinde muhtemel neticenin gerçekleşmemesi için gerekli önlemleri de
almak suretiyle hareketini sürdürmesi hâlinde ise bilinçli taksir gündeme
gelecektir.
Bilinçli taksirde, öngörülen neticenin gerçekleşmeyeceği ümit
edilmekte, olası kastta ise bu netice fail tarafından göze alınmakta ve
kabullenilmektedir. Olası kastta fail öngördüğü sonucun meydana gelmesini
kabullenip, sonucun meydana gelmemesi için herhangi bir önlem almazken,
bilinçli taksirde fail neticeyi öngörmesine rağmen, şansa veya başka

61
etkenlere, hatta kendi bilgi veya becerisine güvenerek öngörülen sonucun
gerçekleşmeyeceği inancıyla hareket etmektedir.
2. Deprem Nedeniyle Meydana Gelen Zararlarda Durum

Yukarıdaki açıklamalar ve Yargıtay içtihatlarından da anlaşıldığı üzere;


olası kast ve bilinçli taksir ayrımında; herhangi bir olay için, şablon bir
kusurluluk hali belirlemeye imkân olamaz. Örneğin söz konusu olan ölümlü
veya yaralamalı bir depremde doğrudan bir bireyselleştirme yapmadan
peşinen kişiyi olası kast veya bilinçli taksirden sorumlu tutmak mümkün
değildir. Böyle bir bakış açısı Türk Ceza Kanunu’nun 2. maddesinde yer
verilmekle kalmayıp, Anayasa ile güvence altına alınan kanunilik ilkesine
aykırı olacağı gibi zaman zaman ceza hukukunun olmazsa olmazı olan
hakkaniyet ilkesine de aykırı sonuçlar doğuracağı tartışmasızdır.
Depremde meydana gelen zararlardan dolayı sorumluluğun tespiti
noktasında ilgili kişilerin her birinin durumunun ve zarara yol açan eyleminin
ayrı ayrı değerIendirilerek bir sonuca varılması gerekmektedir. Depremde
yıkılan binaların inşasından ve denetiminden sorumlu kişiler, kastları ve illiyet
bağı uyarınca bilinçli taksir, taksir veya olası kastla öldürme veya
yaralamadan sorumlu olacaklardır. Bu noktada depremde yıkılan binaların
inşasından ve denetiminden sorumlu kişilerin basit taksirden sorumlu
olabilmesi için, neticeyi öngörememesi gerekir ve bu öngörememe durumu;
kişinin tedbirsizliği, dikkatsizliği, özensizliği, meslek ve sanatta acemiliği,
kurallara riayetsizliğinden kaynaklanmalıdır. Bununla birlikle mevzuata aykırı
bir yapının deprem riski taşıdığını bilen ve depremde zarar doğurma riskini
teknik olarak da bilebilecek ve bilmesi gereken konumda olan müteahhit ve
yapı denetim firmaları, basit taksirden ziyade bilinçli taksir nedeniyle sorumlu
olacaktır. Ancak deprem bölgesinde bulunan bir binanın kolonlarını keserek
binanın yapısına müdahale eden ve böylece buranın işyerine dönüşmesini
sağlayan ya da depremde yıkımı önleyecek önemli bir inşaat unsurunun
bilerek malzemeden tasarruf etmek için kullanmayan bir müteahhit ve buna
göz yuman yapı denetim sorumlusunun ise olası kast nedeniyle sorumlu
olması gerekmektedir. Aynı şekilde fay hattı üzerinde yer alan ve bu husus
raporlarla sabit olduğu bilinen bir alanı seçim yatırımı veya rant amacıyla
imara açan belediye karar organlarının sorumluluğunda da bilinçli taksirden
ziyade olası kast gündeme gelecektir.

62
F. DEPREM NEDENİYLE MEYDANA GELEN ÖLÜMLERDE
SORUMLULUK

Deprem sonucu meydana gelen ölümlerde ihmal ve kusur olan kişi


kurumların sorumluluğu yukarıda ilgili bölümlerde işlenmiştir. Bu noktada
ölüme neden olan deprem öncesi binayı yapan veya binaya müdahale
bulunan kişilerin eylemleri kadar depreme dayanıklı olmayan yapılan tespit
ve gerekli önlemleri alma noktasında pozitif yükümlülüğü bulunan görevlilerin
eylemleri de önemlidir. Depremde ölüme yol açan süreçteki her bir eylemin
ilgili kişinin sorumluluk alanı dikkate alınarak değerIendirilmesi
gerekmektedir. Binanın yıkılma ve ölüme sebep olma sürecinde ihmalleri
olan kişi ve kurumların eylemlerini ayrı ayrı ele alınarak değerIendirilmesi
gerekmektedir. Örnek vermek gerekirse; binanın yapı denetimini ihmal eden
görevli ile hukuka aykırı olarak binanın kolonlarına müdahalede bulunan veya
kesen kişinin cezai sorumluluğu aynı olmayacaktır.
Uygulamada deprem sonucu ölümlerde genellikle kasten ölüme sebep
olmaktan ziyade basit ya da bilinçli taksirle insan öldürme suçu gündeme
gelmektedir. Basit taksirde kişinin öngörmesi gereken bir netice bakımından
gerekli dikkat ve özeni göstermemesi; bilinçli taksirde, öngördüğü neticenin
yetenek, şans gibi çeşitli gerekçelerle gerçekleşmeyeceğini umması, bu
anlamda neticeyi kabullenmemesi söz konusudur. Olası kastta ise öngörülen
netice “olursa olsun” düşüncesiyle kabullenilmektedir. Örneğin Barolar Birliği
tarafından hazırlanan çalışmada da belirtildiği üzere olarak Kahramanmaraş
depremleri öncesi deprem bölgesi olan Kahramanmaraş ve üzerinde
bulunduğu fay hattında yakın zamanda büyük bir depremin beklendiği idari
makamlarca ve kamuoyunca bilinmekteydi. Bu hususun uzun zamandır il afet
riski azaltma planı raporları ve bilimsel çalışmalarla ortaya konulduğu (örnek
olarak bkz. TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası 02.03.2021 tarihli raporu,
Kahramanmaraş Valiliği İl Afet ve Acil Durum Müdürlüğünün 2020 yılı
Kahramanmaraş İl Afet Risk Azaltma Planı) dikkate alındığında; depremin
gerçekleşeceğinin öngörüldüğü kabul edilmelidir. Böyle bir yerde bu tür
yapıları inşa eden, inşa edilmesine seyirci kalan veyahut bu hususu
denetlemeyen kişilerin böyle bir depremi öngördüğü ancak gerekli önlemleri
almadıkları görülmektedir. O halde denilebilir ki adı geçen bu kişilerin
sorumluluğunun bilinçli taksir düzeyinde olduğu açıktır.
Buna karşılık mevzuata ve bina yapım tekniklerine uygun inşa edilen
binanın kirişlerinin sonradan kesilmesi halinde; bunu yapan kişilerin bunun
doğrudan ölme sebep olacak nitelikte olduğunu bilmelerine karşın ve ölüm

63
neticesini “olursa olsun” diyerek kabullendiği açık olduğundan; ilgili kişiler,
olası kastla ölme sebep olmaktan sorumlu olacaktır. Dolayısıyla bu kişiler,
olası kastla insan öldürme suçundan ceza almalıdırlar. Bu suçlarda olası
kastın varlığını kabul etmek modern ceza hukukun bir gereğidir.
Karşılaştırmalı hukukta bu yönde birçok örnek vardır. Hukukumuzda ise
konuya ilişkin olarak Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 01.03.2013 tarih,
2012/11165-2013/4980 sayılı ve 06.04.2017 tarih 2017/172-2017/2866 sayılı
kararlarından yararlanılabilecektir.
Depremde meydana gelen ölümler nedeniyle resen soruşturma
başlatılması gerekmektedir. Ölenin eşi ve çocukları, eğer bunlar yok ise
yakınları, kolluğa veya suçun işlendiği yerin Cumhuriyet savcılığına suçun
soruşturulması için dilekçe vermeleri de mümkündür. Bu noktada özellikle
binanın niteliğinin ortaya konulması ve bina özelinde gerçekleşen ihmallerin
tespiti noktasında (kolon kesilmesi veya ara ara binada meydana gelen
sarsıntılara karşı bir tedbir alınmadığı gibi) önem arz etmektedir.
Bütün bu açıklamalar ışığında; deprem mevzuatına ve bina yapım
tekniklerine aykırı şekilde inşa edilen yapının, bu yapıyı çıkar amacıyla eksik
denetleyen veya hiç denetim yapmayan denetleme firmasının, yaşanan
bölgeye uymayan, deprem fay hattı üzerinde sadece çıkar ve rant uğruna
imar planı hazırlayan belediye karar organlarının, deprem bölgesinde
bulunan şehirde bir depremin gerçekleşmesi durumunda; ölüm neticelerinin
gerçekleşmeyeceğini bilimsel veri ve öngörüden ziyade tesadüfe ve
mucizeye bıraktıklarından; bu kişilerin olası kast nedeniyle sorumlukları
gündeme gelecektir44.
G. ANAYASA MAHKEMESİ VE AİHM NEZDİNDE BİREYSEL
BAŞVURU YOLUNA GİDİLMESİ

Deprem sürecinde meydana gelen zararların giderimi noktasında idari


ve adli makamlarca bu zararların hakkaniyete uygun giderilmemesi veya
ceza soruşturma ve kovuşturmalarında hakkaniyete uygun karar verilmemesi
halinde bu kararların kesinleşmesi sonrası Anayasa Mahkemesine bireysel
başvuru yoluna da gidilebilir. Anayasa Mahkemesinin de hak ihlali
noktasında mağdurları tatmin edecek bir karar vermemesi halinde Avrupa

44 Şenꓹ Ersan/Gözükanꓹ Alperen: Depremlerde Yıkılan Binalardan Doğan Ceza Sorumluluğu


https://sen.av.tr/tr/makale/depremlerde-yikilan-binalardan-dogan-ceza-sorumlulugu
64
İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) bireysel başvuru yolu kullanılabilir. İki
mahkemenin de depremle ilgili çok sayıda içtihadı mevcuttur 45.
İç hukukta birden fazla yol varsa kural olarak hangisini tüketeceğine
karar vermek başvurucuya düşer. Bununla birlikte deprem sonucunda
meydana gelen zararlardan doğan sorumluluğun pek çok özel ve tüzel kişiyi
ilgilendirmesi, bunların farklı derecelerde sorumluluk taşımaları itibariyle
cezai yolların yanı sıra hukuki yolların kullanılması da yeterli
görülebilmektedir 46. Bu nedenle, cezai veya hukuki tüm hukuk yollarının
titizlikle takip edilmesinin ardından, sonuç alınamadığı takdirde, kesinleşen
(olağan iç hukuk yolları tükenen) ilk karardan sonra bireysel başvuruların
yapılması makul bir çözüm olarak görülebilir.

45 Örneğin bkz. AYM, Serpil Kerimoğlu ve Diğerleri, No. 2012/752, 17/9/2013; AİHM,
Öneryıldız/Türkiye [BD], No. 48939/99, 30/11/2004; Budayeva ve Diğerleri/Rusya, No.
15339/02, 20/3/2008; M. Özel ve Diğerleri/Türkiye, No. 14350/05, 17/11/2015.
46 Budayeva ve Diğerleri/Rusya, yukarıda anılan, §§ 111 ve 112.
65
IV.BÖLUM:

DEPREM NEDENİYLE BAZI KİŞİ ve KURUMLARIN


SORUMLULUĞU

A. DEPREM NEDENİYLE İDARENİN KUSUR VE CEZAİ


SORUMLULUĞU

1. Sorumluluğun Dayanağı Yasal Düzenlemeler

Doğal bir afet olan depremin yıkıcı etkilerinin ortaya çıkmasında


ihmalleri bulunun kişi ve kurumların cezai sorumlulukları vardır. Bu cezai
sorumluluğun temelinde ise mevzuat tarafından kendilerine verilen görev ve
hizmetlerin ifasında gösterilen ihmaller bulunmaktadır. Bu bağlamda 644
sayılı Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkındaki
Kanun Hükmünde Kararnamenin "Bakanlığın Görevleri" başlıklı 2.
maddesinde; yerleşmeye, çevreye ve yapılaşmaya dair imar, çevre, yapı ve
yapım mevzuatını hazırlamak, uygulamaları izlemek ve denetlemek, her tür
ve ölçekteki fiziki planlara ve bunların uygulanmasına yönelik temel ilke,
strateji ve standartları belirlemek ve bunların uygulanmasını sağlamak,
mekânsal strateji planlarını ilgili kurum ve kuruluşlarla işbirliği yapmak
suretiyle hazırlamak ve mahalli idarelerin plan kararlarının bu stratejilere
uygunluğunu denetlemek, yapı denetimi sistemini oluşturarak 29/6/2001
tarihli ve 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanun ile Bakanlığa verilen
görevleri yapmak ve kamu kurum ve kuruluşları tarafından yapılan veya
yaptırılanlar da dâhil olmak üzere yapıların can ve mal emniyeti ile mevzuata
ve tekniğine uygunluk bakımından denetimini yapmak veya yaptırmak,
depreme karşı dayanıksız yapılar ile imar mevzuatına, plan, proje ve eklerine
aykırı yapıların ve bunların bulunduğu alanların dönüşüm projelerini ve
uygulamalarını yapmak veya yaptırmak bakanlığın görevleri arasında
sayılmıştır.
7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak
Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun’un 2. maddesinde; yer
sarsıntısı, yer kayması, kaya düşmesi ve çığ gibi afetlere uğramış veya
uğrayabilecek bölgelerin şehir ve kasabalar açısından imar planına, imar
planı bulunmayan kasaba ve köyler bakımından da harita veya krokilere
işlenmek suretiyle, afete maruz bölge olarak İmar ve İskân Bakanlığınca
tespiti üzerine Cumhurbaşkanlığınca kararlaştırılacağı ve buraların ilgili valilik

66
tarafından ilan olunacağı düzenlenmiştir. Kanun’un 3. maddesinde ise ilan
edilen afet bölgelerinde yeniden yapılacak, değiştirilecek, büyütülecek veya
esaslı tamir görecek resmi ve özel bütün yapıların tabi olacağı teknik şartların
hazırlanacak bir yönetmelikle tespit olunacağı ve belediye hudutları ve varsa
mücavir sahalar dahilinde ilgili belediyelerin, bunun dışında kalan yerlerde
valilerin ve kaymakamların bu yönetmelik esaslarının uygulanmasını
sağlamakla yükümlü olduğu yönünde hükümlere yer verilmiştir.
3194 sayılı İmar Kanunu’nun 3. maddesinde; herhangi bir sahanın, her
ölçekteki plan esaslarına, bulunduğu bölgenin şartlarına ve yönetmelik
hükümlerine aykırı maksatlar için kullanılamayacağı ve 9. maddesinde;
Bakanlığın imar planı yapma ve onaylama yetkisi düzenlenmiş ve bunlardan
birinin de gerekli görülen hallerde, umumi hayata müessir afetler dolayısıyla
yapılması gereken planlar olduğu belirtilmiştir. Kanun’un 21. maddesinde;
istisnalar dışında yapı ruhsatiyesi alınmasının mecburi olduğu
öngörülmektedir. Ayrıca 28. maddesinde; fenni mesullerin ve yapı
müteahhitliğinin görev ve sorumlulukları; 30. maddesinde; yapı kullanma izin
belgesi alınması zorunluluğu ve sorumlulukların neler olduğu; 32.
maddesinde; ruhsatsız veya ruhsata aykırı yapıların belediye veya valilikçe
durum tespiti yapılarak mühürlenip yıktırılabileceği yönünde düzenlemelere
yer verilmiştir.
Yukarıda belirtilen düzenlemeler, genel olarak bir alanın, imar ve
istikamet planı esaslarına, bulunduğu bölgenin şartlarına ve talimatnamelerin
hükümlerine aykırı maksatla kullanılamamasını, bu maksada aykırı
yapılmamasını gerektirmektedir. Yapılacak yapılara yönelik olarak da
bakanlık, belediye, mal sahibi (yapıyı yapan ile yaptıran), yapının proje ve
eklerini tanzim eden ile belediyeye karşı üstlenen fen adamlarına çeşitli görev
ve sorumluluklar yüklemiştir.
Ayrıca yukarıda yasaların verdiği çeşitli görev ve yetkileri nedeniyle
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının,
deprem hassasiyeti olan bölgeye ilişkin yaşam çevrelerinin oluşturulmasını
kaçınılamaz şekilde etkileyecek verilerin başında yer alan deprem afetinden
korunma konusunda hukuki sorumluluk taşıdığı anlaşılmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 125. maddesinde, idarenin kendi
eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu hükme
bağlanmıştır. İdarenin bu sorumluluğu, hukuk devleti olma niteliğinin doğal
sonucudur. İdarenin gerek hizmet kusuru gerekse kusursuz sorumluluk
ilkelerine göre tazmin borcu ile yükümlü olabilmesi için, hukuki sorumluluk
nedenlerinin varlığı yanında tazmin borcunun şartlarının da bulunması
67
gerekmektedir. Tazmin borcunun başlıca şartlarından birisi, idari eylem ya da
işlemden doğan bir zararın bulunması ve bu zararın para ile ölçülebilecek
türden gerçekleşmesi veya gerçekleşeceğinin kesinlikle anlaşılabilecek
nitelikte olmasıdır.
Buna göre, zarar gören ilgilinin zararının varlığını ve gerçekleştiğini ya
da gerçekleşeceğinin kesin olduğunu kanıtlaması durumunda, idarenin kendi
eylem ve işleminden doğan bu zararı karşılaması gerekmektedir. Ancak
ortada tazmini gereken bir zararın bulunmaması, zararın zarar gören kişinin
veya üçüncü kişinin eyleminden doğması, zararın mücbir sebeplerden
kaynaklanması, zararla idari faaliyet arasında nedensellik bağının
kurulamaması, idare hukukuna özgü tazmin nedenlerinin bulunmaması
durumlarında idarenin tazmin yükümlülüğünden söz edilemez.
Burada bahsedilen mücbir sebep, sezilemeyen ve karşı konulamayan
bir olayı ifade eder. Bu sebep, zararı idareye yüklenebilir olmaktan çıkaran
ve zararla idari faaliyet arasındaki illiyet bağını kesen dış bir etken olarak
doğal, toplumsal veya hukuki bir olaydan kaynaklanabilir. Sezilememezlik,
karşı konulamamazlık, kusursuzluk ve gerçeklik halleri mücbir sebebin ayırt
edici öğelerini oluşturmaktadır. Deprem kuşağında yer alan bir bölgede,
deprem gerçeğinin bir veri kabul edilmesi suretiyle yerleşim i alanlarının
belirlenmesi, bu alanlardaki yapılaşmaya ilişkin kararların buna göre
alınması, uygulanması ve denetlenmesi gerekmektedir. İdarenin bu
yükümlülüklerini yerine getirmemesine rağmen depremin mücbir sebep
olarak değerlendirilerek zararla illiyet bağını kestiği kabul edilemez.
Bilindiği gibi Türkiye, jeolojik ve topografik yapısı nedeniyle büyük can
ve mal kayıplarına yol açan deprem felaketleriyle sık sık karşılaşan ülkelerin
başında gelmektedir. Afetlerin önlenmesi ve zararların azaltılması amacıyla
alınması gereken tedbirleri araştırmak, bu konudaki temel hedef ve
politikaları belirlemek, ülke içindeki bilimsel, teknik ve idari çalışmaları
koordine etmek, ortak sonuçları tüzük, yönetmelik, talimat ve eğitim yoluyla
uygulamaya aktarmak ve denetlemek, afet zararlarının azaltılması amacıyla
ulusal ve uluslararası işbirliği, proje ve programları oluşturmak, elde edilen
sonuçları uygulamaya aktarmak, afete uğramış ve uğrayabilecek bölgeler ile
yapı veya ikamet için yasaklanmış afet bölgelerini tespit ve ilan etmek, afet
bölgelerinde yapılacak yapılarla ilgili kuralları, yapı tekniklerini ve
projelendirme esaslarını tespit etmek, depremleri ve etkilerini incelemek, elde
edilen sonuçlara göre deprem katalogları ve ülkenin deprem haritalarını
hazırlamak ve geliştirmek ve depremlerden dolayı hasar görmüş yapıların

68
takviye ve onarım yöntemleriyle ilgili çalışmalar yapmak devletin görev, yetki
ve sorumlulukları arasında bulunmaktadır.
Yukarıda değinilen mevzuat hükümleri çerçevesinde sorumluluğu olan
kuruluşlar arasında öncelikle Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, AFAD ve ilgili
yapının içinde yer aldığı belediyenin bulunduğu anlaşılmaktadır.
2. İdarenin Sorumluluğunun Kapsamı

Bilindiği üzere Anayasa'nın 125. maddesinin son fıkrasında, idarenin


kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu kurala
bağlanmıştır. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2. maddesinde
de tam yargı davaları, idarenin eylem ve işlemlerinden dolayı kişisel hakları
doğrudan zarar görenler tarafından açılan davalar olarak tanımlanmıştır.
İdari yargıda idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazmini için açılan
tam yargı davalarında idarenin tazmin borcunun doğması için ortada bir
zararın ve zarara yol açan idareye yüklenebilir bir eylemin bulunması, zararla
eylem arasında nedensellik bağının kurulması ve hizmet kusuru ya da
kusursuz sorumluluk esaslarına göre idare hukukuna özgü tazmin
sebeplerinin olması gerekmektedir. Tam yargı davalarında idarenin tazmin
sorumluluğu belirlenirken öncelik hizmet kusurunun varlığı araştırılmalı,
hizmet kusuru yoksa kusursuz sorumluluk ilkelerinin uygulanıp
uygulanmayacağı irdelenmelidir. İstikrar bulan yargısal kararlar uyarınca,
hizmetin kötü veya geç işlemesi yahut hiç işlememesi halinde; hizmet
kusurunun olduğu kabul edilmektedir.
Öte yandan, idarenin sorumlu tutulabilmesi için zarara yol açan işlem
veya eylemin idare tarafından yapılmış olması gerektiğine göre; zarar gören
kişilerin eyleminden, üçüncü kişilerin eyleminden, zorlayıcı (mücbir)
sebeplerden ileri gelen zararların idareye ödettirilemeyeceği, dolayısıyla bu
gibi durumlarda idarenin hukuki sorumluluğunun bulunmadığı da yine idari
yargı kararlarında istikrar kazanmış bir idare hukuku ilkesidir.
Zorlayıcı sebep (mücbir sebep), kökeni, doğal, sosyal ve hukuki olması
itibariyle failin dışında kalan, fail tarafından önlenme olanağı bulunmayan,
önceden takdir ve tahmin edilemeyen olaylar olarak tanımlanmaktadır. Gerek
yargısal kararlar, gerekse öğretide kabul edilen bu tanımlamaya göre
zorlayıcı sebep kavramını oluşturan temel unsur, "dışsallığın" yanı sıra
"önlenemez" ve "öngörülemez" olmasıdır.
Depremin, "önlenemez" ve "öngörülemez" olması nedeniyle zorlayıcı
sebebin tipik bir örneğini oluşturduğu kuşkusuzdur. Dolayısıyla zarar,

69
münhasıran depremden kaynaklanmışsa idarenin sorumluluğundan söz
etmeye hukuken olanak bulunmamaktadır. Bununla birlikte zararın zorlayıcı
sebep dışında idare tarafından ağırlaştırıldığının yargı yerince saptanması
durumunda; zararın ağırlaşan, artan kısmı bakımından kusuru göz önünde
tutularak idarenin tazminle sorumlu tutulması gerekmektedir. Örneğin,
deprem bölgesi olarak saptanan bir alanda deprem mevzuatına uygun
yapılaşma koşullarına aykırı olarak inşaat ruhsatı verilmesi, fay hattı
üzerindeki alanların yapılaşmaya açılması gibi durumlarda; deprem sonucu
bir bölgede oluşan zarardan ilgili idarelerin kusurları oranında sorumlu
tutulacağı tabiidir. Ancak, deprem sonucu bir bölgedeki binalarda oluşan tüm
zararların idarenin tazmin sorumluluğu altında bulunduğundan söz
edilemeyeceği de kuşkusuzdur. Zarar görenin eyleminin zararın doğmasında
başlıca etken olduğu hallerde idarenin sorumluluktan kurtulacağı açıktır 47.
Öte yandan idare hukukunda, idarenin kusurlu sorumluluk ve kusursuz
sorumluluk olmak üzere iki sorumluluk hali vardır. Kusurlu sorumluluk,
‘hizmet kusuru’ kavramına dayanmaktadır. Hizmet kusuru “idarenin
kuruluşunda, düzenlenmesinde ve işleyişinde ortaya çıkan bir ‘bozukluk’,
‘aksaklık’ veya ‘boşluk” olarak ifade edilmektedir. Hukukumuzda hizmetin “hiç
işlememesi”, “geç işlemesi” veya “kötü işlemesi” hizmet kusuru olarak
değerlendirilmekte olup, idarenin ortaya çıkan zararı tazmin etmesi
gerekmektedir.
7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak
Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun’da belirtildiği üzere belediye,
mülki idare amirleri ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na afet bölgelerindeki
yapıları denetleme görev ve yetkisi verilmiştir. Bu makamlar, sorumlu
oldukları alanlarda yapıların mevzuata uygun olarak yapılıp yapılmadığını
denetlemekle yükümlüdürler. Deprem nedeniyle zarara uğrayan kişi, binanın
mevzuata aykırı yapıldığını ispatladığı takdirde, idarenin oluşan zararı tazmin
etmesi gerekecektir.
Diğer taraftan idarenin kusursuz sorumluluğu; idarenin kusuru
bulunmasa dahi, oluşan zarar ile idarenin faaliyeti arasında nedensellik
bağının bulunması hâlinde gündeme gelen sorumluluk hâlidir. Diğer bir ifade
ile idarenin, kusuru olmasa dahi oluşan zarardan sorumlu tutulmasıdır.
Zarar ile idari davranış arasında illiyet bağının kesildiği veya zayıfladığı
durumlarda idarenin sorumluluğu ya ortadan kalkar ya da azalır. İdarenin

47 İdari Dava Daireleri Kurulu 2008/11 E., 2009/3108 K., 17.12.2009 T.

70
sorumluluğunu ortadan kaldıran ya da azaltan hâller şunlardır: mücbir sebep,
beklenmeyen hâller, zarara uğrayan kişinin davranışı, üçüncü kişinin
davranışı.
Ülkemizin büyük bir kısmı deprem bölgesinde bulunduğundan,
depremin önlenmesi mümkün olmasa bile; nerelerde deprem olabileceği
öngörülerek idarece gerekli önlemler alınıp zararın asgariye indirilmesi
sağlanabilir. Aksi durumda idarenin hizmet kusuru nedeniyle sorumluluğuna
gidilebilecektir.
Danıştay 11. D., 20.06.2007 tarih, 2005/1353 E., 2007/6248 K. sayılı
kararında: “Bir idari işlem veya bir idari sözleşmenin uygulanması durumunda
olmayan, idarenin her türlü faaliyetlerinden veya hareketsiz kalmasından,
araçlarının kullanımından, taşınır ve taşınmaz mallarının veya tesislerinin
yönetiminden dolayı oluşan zararları idari eylem sonucu oluşan zarar ve
buna yol açan eylemi de sonuç olarak idari eylem kavramı içerisinde
düşünmek gerekmektedir. Deprem nedeniyle oluştuğu ileri sürülen zararların
tazmini istemiyle açılan bu davada, yapının üzerinde bulunduğu zeminin
özelliği, zemin durumuna göre depreme dayanıklılığının kontrolü, yapı
kullanma izni bulunup bulunmadığı, imar planları ve inşaat ruhsatlarının
hangi idarelerce yapıldığı ve verildiği, yapıların imar açısından denetlenmesi,
afete uğramış ve uğrayabilecek bölgeler ile yapı ve ikamet için yasaklanmış
afet bölgelerinin tespit ve ilan edilip edilmediği, afet bölgelerinde yapılacak
yapılarla ilgili kuralları, yapı tekniklerini, projelendirme esaslarını, ülkenin
deprem haritalarını hazırlamak konusunda idarelerin üzerlerine düşen görev
ve yetkileri yerine getirip getirmediği, denetim ve kontrol görevlerini yapıp
yapmadığı hususları ayrı ayrı irdelenmeli ve idarece gerekli önlemlerin alınıp
alınmadığı belirlenmeli ve bunun sonucuna göre; idarenin belli bir hareket
tarzı izleyip izlemediği veya hareketsiz kalıp kalmadığı ortaya konulmalıdır.
Olaya bu açıdan bakınca yukarıda yapılan belirleme sonucu olayda idarelerin
hareketsizliği söz konusu olmakla öğretide de kabul edildiği gibi idarenin bu
hareketsizliğinin ‘olumsuz eylem’ olarak kabulü gerekmektedir. Mücbir
sebep, sezilemeyen ve karşı konulamayan bir olayı ifade eder. Bu sebep,
zararı idareye yüklenebilir olmaktan çıkaran ve zararla idari faaliyet
arasındaki illiyet bağını kesen dış bir etken olarak doğal, toplumsal veya
hukuki bir olaydan kaynaklanabilir. Sezilemezlik, karşı konulamazlık,
kusursuzluk ve gerçeklik halleri mücbir sebebin ayırt edici öğelerini
oluşturmaktadır. Deprem kuşağında yer alan bölgede, deprem gerçeğinin bir
veri alınması suretiyle yerleşmelerle ilgili alanların belirlenmesi, bu
alanlardaki yapılaşmaya ilişkin kararların alınması, uygulanması ve

71
denetlenmesiyle ilgili idari faaliyetlerin bütünündeki olumsuzluklardan oluşan
idarenin ‘olumsuz eyleminin’ bulunması durumunda, depremin mücbir sebep
olarak değerlendirilerek zararla illiyet bağını kestiğini kabule olanak
bulunmamaktadır. Bu durumda, Mahkemece uğranıldığı ileri sürülen zararın
oluşumunda idarenin hizmet kusuru bulunup bulunmadığının
değerlendirilmesi sonucu bir karar verilmesi gerekirken depreminin mücbir
sebep kabul edilerek zararla idari faaliyet arasındaki nedensellik bağının
ortadan kalktığı gerekçesiyle davanın reddi yolundaki kararda isabet
görülmemiştir.” şeklinde bir hüküm tesis etmiştir.
Görüldüğü üzere Danıştay bu kararında, deprem kuşağında yer alan
bir bölgede yürütülen faaliyetlerde idarenin depreme karşı hazırlıklı olması
gerektiğini ve idarenin bu konuda gerekli çalışmaları, araştırmaları,
kontrolleri, denetlemeleri yapmadığı takdirde mücbir sebebe dayanarak
sorumluluktan kurtulamayacağını açıkça vurgulamıştır.
Öte yandan devletin idaresini sağlamakla yükümlü olduğu afet ve kriz
durumlarında haberleşmeyi sağlamak ve sistemleri ayakta tutmak gibi bir
görevi de vardır. Haberleşme sistemleri, deprem ve benzeri doğal afet
durumlarında en azından temel ihtiyaçları karşılayacak şekilde kurulmalıdır.
Ancak 6 Şubat 2023 tarihindeki ve devamındaki depremlerde, hükümet
haberleşme hizmetini arttırmak yerine sosyal medyayı kontrol için bant
daraltılması yoluna gitmiştir. Sosyal medyadan yardım isteyerek yer
bulunması ve hayat kurtarılması mümkünken devlet eliyle bu imkân
depremzede ve yakınları ile arama kurtarma ekiplerini elinden alınmıştır.
Devletin bu eylemi nedeniyle ölümler meydana geldiği kaçınılmaz
olduğundan bundan dolayı da devletin sorumluluğu doğacaktır. Aynı durum
hükûmet yetkilerinin deprem bölgesini ziyaret etmesi nedeniyle koruma
ekiplerin jammer kullanmasından kaynaklı iletişimin aksaması durumu
bakımından da geçerlidir.
B.DEPREMDE MÜTEAHHİDİN HUKUKİ VE CEZAİ SORUMLULUĞU

Deprem, doğal bir afet olmakla birlikte; deprem gerçekleştikten sonra


oluşacak zararların en aza indirilebilmesi mümkündür. Gerek bireysel gerek
de toplumsal olarak felaket öncesinde alınacak önlemler zararı azaltacaktır.
Ancak deprem alanındaki binanın gerçekten de mimarisinin, mühendisliğinin,
inşaatının ve denetiminin kötü olmasından kaynaklı olarak zararın arttığı
durumlarda; idarenin kusurlu davranışlardan doğan sorumluluğu yanında,

72
müteahhitlerin de meydana gelen zarardan sorumlu tutulmaları
gerekmektedir48.
Meydana gelen depremlerde kural olarak müteahhitler “gerekli özenin
göstermemesinden” ve “ruhsata aykırı şekilde bina inşa etmesinden” doğan
zararlardan sorumludurlar. Müteahhidin cezai ve hukuki bir sorumluluğunun
doğması için binanın mevzuat ve bina yapım tekniklerine göre inşa
edilmemesi gerekmektedir. Bu bağlamda, bina yapımında kullanılan
malzemenin uygun olmaması, statiğin hesaplanmaması, plan ve projenin
uygun olarak çizilmemesi, kolon ve kirişlerin bağlantısında sorun olması,
etriye demirinin eksik kullanılması, beton kalitesinin düşük olması,
yıkanmamış deniz kumu kullanılması, kolonların gereğinden fazla kısa
olması yahut ucuz işçilik gibi sebeplerle gibi eksik veya hatalı olarak
yapılması gerekmektedir. Görüldüğü üzere sorumluluk için müteahhidin bir
kusuru olmalıdır. Her şeyi mevzuat ve bina yapım tekniklerine uygun olarak
yapması hâlinde yine de deprem bir yıkıma neden olursa illiyet bağının
kesilmesi sebebiyle, müteahhide bir sorumluluk yüklenemeyecektir.
Müteahhitlerin hukuki sorumluluğu ve cezai sorumluluğu birbirinden
farklıdır. Özellikle hukuki sorumluluk için öngörülen zamanaşımı süresi, cezai
sorumluluk açısından geçerli değildir. Müteahhit tarafından yapılan binanın
yıkılması hâlinde zamanaşımı, bu yapının tamamlanıp yapı kullanma izninin
alındığı tarihten değil; yıkılma tarihinden itibaren başlayacaktır. Zira, neticesi
hareketten ayrılabilen suçlarda zamanaşımı fiilin değil, neticenin
gerçekleşmesi ile işlemeye başlar. Bu sayede soruşturmalar zamanaşımı
engeline takılmayacaktır.
1. Müteahhidin Hukuki Sorumluluğu

Yukarıda da izah edildiği üzere kural olarak müteahhitler, imar


mevzuatına ve bina inşa tekniklerine aykırı hareket ederek gerekli özeni
göstermemesinden doğan zararlardan sorumlu olacaktır. Zira deprem
yönetmeliği ve ruhsata uygun şekilde yapılmış ve gerekli özen gösterilmiş
olmasına rağmen; özellikle çok şiddetli depremlerde binalarda hasar
meydana gelebilecektir ve bunu tamamen müteahhide yüklemek
hakkaniyete uygun olmayacaktır.
Müteahhidin sorumluluğu bakımından, özen yükümlülüğünün ihlal
edilmiş olması gerekmektedir. Bu bağlamda kullanılan malzemelerin uygun

48 Altunayꓹ M. Gül: Depremde Müteahhidin Sorumluluğuꓹ


https://www.ozgunlaw.com/makaleler/depremde-muteahhidin-ve-idarenin-sorumlulugu-
674
73
olmaması, kolon ve kirişlerin bağlantısında sorun olması, yıkanmamış deniz
kumu kullanılması, beton kalitesinin düşük olması, plan ve projenin uygun
çizilmemesi gibi binanın eksik, hatalı yapılması ve benzeri bina yapımı
tekniklerine aykırı eylemler müteahhidin sorumluğunu doğuracaktır.
Öte yandan müteahhidin bina yapımı tekniklerine aykırı eylemleri, arsa
sahibinin teslim esnasında görebileceği nitelikteyse, arsa sahibinin inşaatı o
haliyle kabul ettiği varsayılacağından; müteahhidin sorumluluğunun daha dar
olacağı kabul edilmektedir. Görülmesi güç, gizli kusurlarda ise müteahhidin
sorumluluğu devam etmektedir. Bu ağır ve gizli kusurlar, depremle ortaya
çıkmışsa; müteahhidin sorumluluğu bu andan itibaren başlayacaktır.
Dolayısıyla müteahhidin ağır kusur veya hile ile ayıbı gizlemesi sonucu,
depremde binasında hasar oluşan hak sahiplerinin süre ile bağlı olmaksızın
müteahhitten zararlarının tazminini isteyebileceği kabul edilmektedir.
Müteahhidin hayatta olmadığı halde ise tazminat istemini mirasçılarına karşı
ileri sürebilecektir.
Yargıtay bu bağlamda “… Diğer yandan, bina, plan ve projesine, imar
düzenlemelerine ve deprem yönetmeliğine uygun yapılmış olsa bile,
gerçekleşen depremin şiddeti göz önünde tutulduğunda binanın deprem
nedeniyle hasara uğraması kaçınılmazdır. (06.03.2013 Tarih, 2012/786 Esas
2013/318 Karar sayılı Hukuk Genel Kurulu ilamı) Bu itibarla, belirlenen
tazminattan olay tarihinden yürürlükte bulanan 818 Sayılı Borçlar
Kanunu’nun 43. maddesi (TBK 51/1) gereğince adalete uygun bir hakkaniyet
indirimi yapılması da gereklidir. Bu hususta bir değerlendirme yapılmamış
olması da doğru görülmemiş, hükmün açıklanan nedenlerle bozulması
gerekmiştir…’’ şeklinde karar vermiştir.
Müteahhidin binaları ruhsat ve deprem yönetmeliğine uygun
yapmaması ve gerekli özeni göstermemesi halinde, haksız fiil hükümleri
çerçevesinde sorumlu olacaktır. Dolayısıyla haksız fiili sonucu meydana
gelen bir yıkım ve zarar olur ise aralarında illiyet bağının bulunduğu kabul
edilecektir. Bu halde müteahhidin hukuki sorumluluğu, haksız fiil sorumluluğu
olarak gündeme gelecektir. Yargıtay kararlarına göre müteahhit tarafından
yapılan binanın yıkılması halinde zaman aşımı binanın tesliminden değil,
binanın yıkılma tarihinden başlayacaktır. Bu durumda müteahhit kusurluysa
ve müteahhidin kusurundan dolayı binada yıkım meydana geldiyse, illiyet
bağı oluşacağından; müteahhitten haksız fiil sorumluluğundan kaynaklı
olarak on yıl içinde tazminat istemiyle dava açılabilecektir.
Yargıtay deprem sebebiyle meydana gelen hasarlarda haksız fiil
sorumluluğunu kabul etmekte ve sorumluluk açısından da müteselsil
74
sorumluluğun geçerli olduğunu belirtmektedir. Bu da binanın müteahhidi ile
proje müellifinin, hasarın meydana gelmesindeki kusur oranlarına
bakılmaksızın oluşan zararın tamamından sorumlu olacakları anlamına
gelmektedir.
Haksız fiil, kusurlu ve hukuka aykırı bir davranışla bir başkasının mal
veya şahıs varlığına zarar vermektir. Haksız fiilin mevcut olabilmesi için; fiil,
zarar, kusur, hukuka aykırılık ve uygun illiyet bağının bir arada bulunması
gerekir. Unsurlardan birinin eksikliği haksız fiil oluşmasını engellemektedir.
2. Müteahhidin Cezai Sorumluluğu

Müteahhidin cezai sorumluluğunda, müteahhidin gerekli dikkat ve özen


yükümlülüğüne aykırı kusurlu bir davranışı sonucunda; öngörülemeyecek
şekilde başka bir kimsenin yaralanması veya ölümü durumu söz konusudur.
Buna göre yapı mevzuata ve uygun şekilde yapılmadığından bir yaralama
veya ölüm meydana gelmişse, müteahhit taksirle ölüme sebep olma veya
yaralamadan sorumlu olacaktır. Bu noktada müteahhidin cezai sorumluluğu
açısından illiyet bağının kurulup kurulamayacağı önem teşkil etmektedir.
Binanın inşaat yapım tekniklerine uygun inşa edilmemesi nedeniyle bir
yaralanma veya ölüm meydana gelmişse; burada söz konusu illiyet bağının
kurulduğundan bahisle müteahhidin cezai sorumluluğu gündeme gelecektir.
Nitekim Yargıtay “... faal inşaat mühendisi olup Ceyhan ilçesinin 1992
yılında üçüncü derece deprem kuşağında yer alıyor olduğunu bilmesi
gereken sanığın, nizam, emir ve kaidelere ve özellikle de üçüncü derece
deprem bölgelerini de içeren Deprem Yönetmeliği (1975)’ne uymadan ilave
kat projesi yapıp bunun fenni mesulünü üstlendiği, 27.6.1998 tarihinde
meydana gelen depremin oluşturduğu sarsıntı ile yöredeki binalarla birlikte
sanığın sorumluluğunda ilave katları inşa edilen binanın da çöktüğü ...”
demek suretiyle müteahhidin sorumluğuna vurgu yapmıştır.49
Bu halde müteahhidin gerekli dikkat ve özeni göstermemesi sebebiyle
kusurlu davranışı ile öngörülemeyecek şekilde bir başka kimsenin hayatına
son vermesi durumu söz konusu olacağından; Türk Ceza Kanunu’nun 85.
maddesinde yer alan “taksirle öldürme” veya ölüm gerçekleşmese bile
yaralanmasına sebebiyet vermesi durumunda 89. maddede yer alan “taksirle
yaralama” suçu oluşacaktır. Önemle üzerinde durulmalıdır ki müteahhidin
taksir niteliğinde bir kusurunun olup olmaması önem taşımaktadır. Müteahhit

49 Yargıtay 9. CD.ꓹ 2000/2501 E.ꓹ 2000/2957K.ꓹ 20.11.2000 T.

75
her ne kadar gereken özeni göstermiş olsa dahi binada depremin şiddetinden
kaynaklanan hasar meydana gelmişse; bu halde kusurdan söz
edilemeyeceği için müteahhidin sorumluluğu söz konusu olmaz.
Türk Ceza Kanunu’nun “Taksirle öldürme” kenar başlıklı 85. maddesi
uyarınca “(1) Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla
kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Fiil, birden fazla insanın ölümüne ya da bir veya birden fazla kişinin
ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmuş ise,
kişi iki yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
Taksirle yaralama suçu ise aynı kanunun 89. maddesinde
düzenlenmiştir: “(1) Taksirle başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının
ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, üç aydan bir yıla
kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.”
Her ne kadar taksirle yaralama suçu şikâyete tabi olsa da Kanun’un 89.
maddesinin son fıkrası uyarınca bilinçli taksir halinde şikâyet koşulu
aranmaz.
Yukarıda da vurgulandığı üzere cezai sorumluluğun saptanması
sürecinde failin kusurunun bulunup bulunmadığına bakılması gerekmektedir.
Eğer kusur var ise ve bu kusur ile deprem sonucu binanın yıkılması arasında
bir illiyet bağı bulunuyorsa, müteahhidin cezai sorumluluğu oluşur. İlliyet
bağı; ortaya çıkan zarar ile failin davranışı (fiil) arasındaki bağlantı olarak
tanımlanabilir. Arada illiyet bağının bulunmadığı durumlarda müteahhidin
cezai sorumluluğu söz konusu olmayacaktır.
C.DİĞER ÖZEL KİŞİ VE KURUMLARIN HUKUKİ ve CEZAİ
SORUMLULUĞU

1. Genel Olarak

Depremin yıkıcı etkilerin ortaya çıkmasında denetim ve gözetim


görevini gereği gibi yapmayan kamu kurum ve görevlileri sorumlu olduğu gibi
depremde ölüm ve yaralanmalara sebebiyet veren yapıyı inşa eden ve bu
süreçte görev alan özel kişi ve kurumların da cezai sorumluluğu
bulunmaktadır.
Zarar doğuran yapıları yapan müteahhitler, firmalar, yapıların
inşasında görev alan şantiye şefi, inşaat mühendisi ve mimarların ise Borçlar
Kanunu kapsamında haksız fiil sebebiyle hukuki sorumlulukları bulunduğu
gibi cezai sorumlulukları da olacaktır. Yıkılan ve hasar alan yapıların yapı ve

76
denetiminde yer alan tüm kişilerin kusurlarının olması şartıyla; TCK'nın ilgili
maddelerince ceza sorumluluğu bulunmaktadır.
Bu bağlamda binaları inşa eden müteahhitler; yapıların mimari, statik
ve her türlü plan, proje, resim ve hesaplarının hazırlanmasını ve bunların
uygulanmasıyla ilgili fenni mesulleri, uzmanlık konularına ve ilgili kanunlarına
göre sorumlulukları bulunan her türlü teknik görevliler ile inşaat aşamasından
itibaren görev yapan her türlü yapı denetim görevlileri ve ilgili kişiler; binalara
yapı kullanma izin belgesi veren, oturma izni veren görevli ve yetkililer; onlara
bu yönde emir ve talimat veren yetkililer; denetim görevini yerine getirmeyen
ilgili belediye, bakanlık yetkilileri ile depremin gerçekleşmesinin ardından
arama ve kurtarma çalışmalarının geç, eksik ya da hatalı başlaması
neticesinde kayıpların artmasına sebep olan sorumlular hakkında ceza
soruşturması açılması gerekmektedir.
Depremde zarara neden olan yapının projelerinin mevzuata, fennin
gereklerine uygun olmadığının, inşaat malzemesi kalitesinin standartlara
uygun olmadığının, yapımda işçilik hataları olduğunun, yapıların inşaat
ruhsatının ve projelerinin bulunmadığının veyahut mevzuata aykırı
olduğunun, zemin yüzeyinin yapılaşmaya elverişli olmadığının, gerekli
güçlendirmenin yapılmadığının, yapı statiğini zayıflatan mevzuata aykırı
tadilatların yapıldığının veya denetimlerin hiç veya yeteri kadar
yapılmadığının vb. tespiti hâlinde bu kişilerin cezai sorumluluğu söz konusu
olabilecektir. Bu hususların tespiti için öncelikle hasar tespit çalışmalarının
doğru yapılması ve tutanağa geçirilmesi; enkazlar kaldırılmadan önce
binalardan bilirkişi eşliğinde beton, demir, kolon, kiriş numunelerinin
alınması; gerek enkaz gerekse hasarlı binaların mümkünse kolonların demir
yapısını gösterir biçimde fotoğraflanması, videoya alınması; uydudan yapıyı
bulup koordinat adres ve tarih eklenerek fotoğrafların arşivlenmesi bu kişilere
yönelik hukuki ve cezai yollara başvuruda temel delileri teşkil etmektedir.
2. Yapı Malikinin/Arsa Sahibinin Sorumluluğu

Yapı malikinin sorumluluğu 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 69.


maddesinde düzenlenmiştir. Maddedeki düzenleme uyarınca bir binanın
veya diğer yapı eserlerinin maliki, bunların yapımındaki bozukluklardan veya
bakımındaki eksikliklerden doğan zararı gidermekle yükümlüdür. Bu
sorumluluk, kanun sistematiğinde özen sorumluluğu başlığı altında yer alsa
dahi aslında ağırlaştırılmış bir sebep sorumluluğudur. Diğer bir ifade ile yapı
malikinin sorumluluğu kanunumuzda kusursuz sorumluluk kapsamında ele
alınmıştır. Her ne kadar Kanunda “yapımdaki bozukluklardan veya

77
bakımındaki eksikliklerden” doğan zararları giderme yükümlülüğünden söz
edilmiş ise de malikin yapıdaki eksikliğe sebep olan özensizliği, kusur
derecesini bulmasa dahi, malik yine sorumlu olacaktır. Bu da maliki özen
sorumluğu çerçevesinde hareket etmeye sevk etmektedir. Örneğin deprem
nedeniyle asıl malike ait bir konutta oturan bir kiracı öldüğünde ortaya çıkan
zararlardan da asıl malik sorumlu olacaktır. O halde ortada intifa veya oturma
hakkı söz konusu ise o zaman bu hakkın sahibi, yapım bozukluğundan değil;
bakım eksikliğinden dolayı sorumlu olacaktır.
Özen yükümlülüğünü esas alan bu düzenleme uyarınca yapı malikinin
sorumluluğu için hukuka aykırı bir fiil, zarar ve bina veya yapı eserinin
yapımındaki bozukluk ve bakımındaki eksiklik ile ortaya çıkan zarar arasında
uygun nedensellik bağı gibi unsurlar bulunmalıdır. Ayrıca bir bina veya
yapının eski maliki dönemindeki yapısal bozukluk veya bakım
eksikliklerinden yeni satın alan veya devralan malik sorumlu olmayıp, kendi
mülkiyeti döneminde bakım eksikliklerinden kaynaklı meydana gelen
zarardan sorumludur. Malik, arazinin sahibi ve tapu sicilinde kayıtlı olan
kişidir. Yapı malikinin sorumluluğunda kurtuluş karinesi bulunmamaktadır.
Yapı malikinin sorumluluktan kurtulması yalnızca zararın mücbir sebeple
ortaya çıkmış olması ve nedensellik bağının böylece kesilmiş olması ile
mümkündür. İşbu mücbir sebep kavramının dar yorumlanması uygun
olacaktır. Mücbir sebepte dikkat edilmesi gereken husus, olayın somut
etkisinin öngörülebilir olmaması ve bu sebeple önlenmesinin de mümkün
olmamasıdır.
Ayrıca 6098 sayılı Kanun’un 69/3. maddesine istinaden malikin rücu
hakkı bulunmaktadır. Düzenleme uyarınca bina veya yapı eserinin maliki,
sorumlu tutulduğu ve zararı ödemekle yükümlü olduğu durumlarda,
bozukluğa veya eksikliğe sebebiyet veren kişilere hakkı rücu ederek ödemiş
olduğu tutarları talep edebilmektedir. Ancak burada örneğin binanın
yapımından yüklenici, mimar veya mühendis sorumlu olması ve bina
sahibinin de bu sorumluluk doğuran eylemlerden haberdar olmaması ve katkı
sağlamaması durumunda 6098 sayılı Kanun’un 475 ve 478. maddeleri
gereğince rücu etme hakkına sahiptir. İşbu maddeler üzerinden, özellikle
yapı bozukluğuna çokça sebebiyet veren müteahhide rücu edilmesi
mümkündür.
Diğer taraftan Yargıtay kararlarında, bina ve yapı malikinin
sorumluluğunun, objektif özen yükümlülüğüne aykırılıktan doğan
‘ağırlaştırılmış’ bir kusursuz sorumluluk hali olduğu; zarar ile özen eksikliği
arasında uygun nedensellik bağının sorumluluk için yeterli bulunduğu; özel

78
hukuk sorumluluğu bakımından her zaman kusur unsurlarının bulunmasının
zorunlu olmadığı; bu gibi durumlarda, zararın, hukuka aykırı bir davranıştan
doğması, yani objektif koşulun gerçekleşmesi yeterli olduğu ve ayrıca
sübjektif koşulun, diğer anlatımla kusurun aranmayacağı; nedensellik
bağının mücbir sebep, mağdurun veya üçüncü kişinin ağır kusuru sonucu
kesilmesi durumunda malikin sorumluluğundan söz edilemeyecek ise de,
malikin “ek kusuru” varsa, nedensellik bağının kesilmesinin sorumluluğu
ortadan kaldırmayacağı belirtilmektedir. Öyleyse önemle belirtelim ki;
deprem, önlenemez doğa olayı (mücbir sebep) olmasına karşın, doğrudan
sorumluluğu ortadan kaldıran bir hal değildir. Zira binaların yıkılması,
insanların ölmesi ve yaralanması olayları sırf deprem nedeniyle değil;
binalardaki inşaat hataları, malzeme eksiklikleri, teknik şartlara ve ruhsata
aykırılıklar sonucu gerçekleşmektedir.
Bu bağlamda mülkiyet sahibinin sorumluktan kurtulabilmesinin koşulu
illiyet bağının kesildiğin ispat etmektir. Malik, bina veya yapının zarara
uğramasının sebebinin giriş katındaki diğer malikin kolonları kesmesinden ya
da bilgisi haricinde müteahhidin yapıyı proje ve inşaat yapım tekniğine aykırı
olarak eksik demir ve çimento kullanmasından ya da deniz kumu
kullanmasından kaynaklandığını ispatladığı takdirde sorumluluktan
kurtulacaktır. Görüldüğü üzere burada bina maliki, kusursuz olduğundan
ziyade meydana gelen zarar ile olan illiyet bağını kesen sebebin varlığını
ispat etmektedir.50 Burada zarar üçüncü kişinin ağır kusurundan
kaynaklandığından dolayı illiyet bağı kesilmektedir. Ancak şunun da
bilinmesinde fayda vardır ki, yapım hataları, yüklenicinin, mimarın,
mühendisin kusurlu eylemlerinden kaynaklanmış olsa dahi, bina maliki yine
sorumlu olacak; ancak malik sorumlu kişilere rücu edebilecektir.
Öte yandan binayı inşa eden müteahhit binayı mevzuat ve inşaat
yapım tekniklerine uygun inşa etmemesi nedeniyle sorumlu olduğu gibi
müteahhidin bu şeklide özen yükümlülüğüne aykırı şekilde hareket ettiğini
bilen veya bilebilecek konumda olan bina maliki/arsa sahibi de sorumlu
olacaktır. Özellikle malzemenin arsa sahibi tarafından karşılandığı
durumlarda, arsa sahibinin malzemeden kaynaklı oluşan ihmal ve
özensizlikten sorumlu olmaması düşünülemez. Burada zarar doğurucu
eylemlerin oluşumunda fonksiyonel ve ortak hakimiyet durumu vardır ve
dolayısıyla, TCK’nın 37. maddesinde düzenlenmiş olan müşterek faillik
durumu söz konusu olacaktır. Özen yükümlülüğüne aykırı davranma

50 Bu kısımda Prof. Dr. Ahmet Kılıçoğlu’nun paylaşımından faydalanılmıştır.


https://twitter.com/AhmetMKilicoglu/status/1625889864943108096/photo/1
79
konusunda ortak irade vardır. Ancak bu iradenin olası kast mı yoksa bilinçli
taksir mi olduğu noktasında inşaat yapımında inşaat tekniklerine aykırı
faaliyetin analizi önem arz etmektedir. Özensizliğe konu eylem, bir depremde
binanın yıkılmasına doğrudan sebep olacak nitelikteyse ve bulundukları
konum ve meslek icabı bunu bilmemeleri mümkün değilse; o zaman olası
kast durumu söz konusu olacaktır.
Ayrıca binada kiracı olarak bulunan kişi de zarar görmüş ise yapı
malikinin yanı sıra yüklenici konumundaki müteahhit ve yapı denetim firması,
haksız fiil hükümleri uyarınca 6098 sayıl Kanun’un 49 ve 76. maddeleri
gereğince sorumlu olacaklardır.
Diğer taraftan arsa sahibinden kaynaklanmayan nedenlerle deprem
sırasında bir zarar ve ölüm meydana gelmiş ise arsa sahibi bundan sorumlu
olmayacaktır. Nitekim Yargıtay’a göre; arsa sahibine teslim edilmiş eserin
arsa sahibinden kaynaklanmayan nedenlerle, örneğin deprem gibi bir sebebe
bağlı olarak yıkılıp yok olması ile eserin (binanın) hiç teslim edilmemesi
arasında fark yoktur. Olayda binanın arsa sahibinin verdiği emir ve
talimatlardan veya kullanılmasını emrettiği kötü malzemeden kaynaklandığı
ileri sürülmediğine, ceza davası sırasında yaptırılan bilirkişi incelemesi
sonucu düzenlenen raporda olayda arsa sahibinin kusursuzluğu saptanarak
depremde binanın yıkılıp yok olmasında yüklenicinin, mimar ve teknik
uygulama sorumlusunun da 5/8 oranlarındaki kusurlarının neden olduğunun
anlaşılmasına göre ayıba karşı tekeffül borcu nedeniyle eserin telef
olmasının sonuçlarına yüklenici katlanmak zorundadır 51.
3. Yapı Denetim Firmalarının Sorumluluğu

Bina yapım işlerine ilişkin denetim işleri devletin sorumluğu altında


olmakla birlikte artan yapılaşmada bu denetimin daha etkin yapılması adına
4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanun’la, bir kısım denetim görevleri
yapı denetim kuruluşlarına verilmiştir. Kanun’un 1. maddesindeki düzenleme
uyarınca can ve mal güvenliğini teminen imar plânına, fen, sanat ve sağlık
kurallarına, standartlara uygun kaliteli yapı yapılması için proje ve yapı
denetimini sağlamak üzere yapı denetim kuruşları kurulmuştur. Kanun’un 2.
maddesine göre ise bu Kanun kapsamına giren her türlü yapı; [Bayındırlık ve
İskân] Bakanlığından aldığı izin belgesi ile çalışan ve münhasıran yapı
denetimi ile uğraşan tüzel kişiliğe sahip yapı denetim kuruluşlarının
denetimine tabidir. Yapı denetim hizmeti, yapı denetim kuruluşu ile yapı

51 Yargıtay 14.HD. 2005/10188 E.ꓹ 2006/286 K.ꓹ 26.01.2006 T.

80
sahibi veya vekili arasında akdedilen hizmet sözleşmesi hükümlerine göre
yürütülür.
Yapı denetim kuruluşları aşağıda belirtilen görevleri yerine getirmekle
yükümlüdür:
a) Proje müelliflerince hazırlanan, yapının inşa edileceği arsa veya
arazinin zemin ve temel raporları ile uygulama projelerini ilgili mevzuata göre
incelemek, proje müelliflerince hazırlanarak doğrudan kendilerine teslim
edilen uygulama projesi ve hesaplarını kontrol ederek, ilgili idareler dışında
başka bir kurum veya kuruluşun vize veya onayına tabi tutulmadan, ilgili
idareye uygunluk görüşünü bildirmek.
b) Yapı denetimini üstlendiğine dair ilgili idareye taahhütname vermek,
bu yapıya ilişkin bilgileri yapı ruhsatı düzenleme tarihinden itibaren yedi gün
içinde [Bayındırlık ve İskân] Bakanlığına bildirmek.
c) Yapının, ruhsat ve ekleri ile mevzuata uygun olarak yapılmasını
denetlemek.
d) Yapım işlerinde kullanılan malzemeler ile imalatın proje, teknik
şartname ve standartlara uygunluğunu kontrol etmek ve sonuçlarını
belgelendirmek, malzemeler ve imalatla ilgili deneyleri yaptırmak.
e) Yapılan tüm denetim hizmetlerine ilişkin belgelerin bir nüshasını ilgili
idareye vermek, denetimleri sırasında yapıda kullanılan malzeme ve imalatın
teknik şartname ve standartlara aykırı olduklarını belirledikleri takdirde,
durumu bir rapor ile ilgili idareye ve il sanayi ve/veya ticaret müdürlüklerine
bildirmek.
f) İşyerinde, çalışmaların, iş sağlığı ve güvenliği mevzuatına göre
düzenlenmesi gereken sağlık güvenlik planına uygun olarak yapıldığını
kontrol etmek ve gerekli tedbirlerin alınması için yapı müteahhidini yazılı
olarak uyarmak, uyarıya uyulmadığı takdirde durumu ilgili Çalışma ve İş
Kurumu il müdürlüğüne bildirmek.
g) Ruhsat ve eklerine aykırı uygulama yapılması halinde durumu üç iş
günü içinde ilgili idareye bildirmek.
h) Yapının ruhsat eki projelerine uygun olarak kısmen veya tamamen
bitirildiğine dair ilgili idareye rapor vermek.
ı) Zemin, malzeme ve imalata ilişkin deneyleri, şartname ve
standartlara uygun olarak laboratuvarlarda yaptırmak.

81
Aynı şeklide yapı denetim kuruluşlarının sorumluluklarını düzenleyen
Kanun’un “Sorumluluklar ve yapılamayacak işler” kenar başlıklı 3. maddesi
uyarınca yapı denetim kuruluşları, denetçi mimar ve mühendisler, proje
müellifleri, laboratuvar görevlileri ve yapı müteahhidi ile birlikte yapının ruhsat
ve eklerine, fen, sanat ve sağlık kurallarına aykırı, eksik, hatalı ve kusurlu
yapılmış olması nedeniyle ortaya çıkan yapı hasarından dolayı yapı sahibi ve
ilgili idareye karşı, kusurları oranında sorumludurlar. Ayrıca yapı denetim
kuruluşlarının yöneticileri, ortakları, denetçi mimar ve mühendisleri ile proje
müellifleri, laboratuvar görevlileri ve yapı müteahhidi; bu Kanun’un
uygulanmasından dolayı ortaya çıkan yapı hasarından sorumludur. Yapı
denetim kuruluşlarının cezai sorumluluk ise anılan Kanun’un “Ceza
hükümleri” kenar başlıklı 9. maddesinde düzenlenmiştir.
Yasal düzenleme uyarınca yapı denetim kuruluşu, bir inşaatın
başlangıcından bitimine kadarki süreçte arsa sahibi adına inşa faaliyetlerini
ve dolayısıyla müteahhidi denetleyen kuruluşlardır. Özel kişilere ait bir
yapının imar planına, fen/sanat ve sağlık kurallarına, standartlara uygun
kalitede yapılması için proje ve denetimini sağlamak görevleri vardır.
Dolayısıyla binanın mevzuata ve bina yapım tekniklerine göre inşasını takip
etmekle görevli olan yapı denetim kuruluşları, bu görevlerinin gereklerini
yerine getirmedikleri takdirde; meydana gelen zarardan binayı yapan
müteahhit ile birlikte sorumlu olacaklardır. Bu bağlamda depremde yıkılan
binanın mevzuata ve bina yapım tekniklerine uygun inşa edilmediğinin tespiti
halinde bundan dolayı hukuki ve cezai olarak sorumlu olacaklardır. Yapı
denetim sorumlusu burada, 4708 sayılı Kanun’un 3. ve 6098 sayılı TBK’nın
61 ve 62. maddeleri uyarınca müteselsilen sorumludur.
Cezai sorumluluğun tespiti noktasında ise denetim kuruluşunun ihmal
ettiği hususun, yıkıma olan etkisinin niteliği ve bu niteliğin bu kuruluşlar
tarafından öngörülebilme durumu önem arz etmektedir. İmar planına uygun
olmamakla birlikte deprem mevzuatına uygun bir yapı olduğunun tespiti
halinde, pek tabi bir sorumluluk olmayacaktır. Buna karşılık denetimi
yapmadıkları veya yapmalarına rağmen deprem mevzuatına aykırı hususu
gidermek yerine bunu göz ardı etmeleri halinde ise bundan ihmalin niteliğine
göre taksirꓹ bilinçli taksir veya olası kast hükümlerine göre sorumlu
olacaklardır.
4708 sayılı Kanun’da sadece yapımla görevli olanların yapı hasarından
kaynaklanan sorumlulukları yer almaktadır. Gerçekten de söz konusu
Kanun’un 3. maddesine göre, bu Kanun’un uygulanmasında, yapı denetim
kuruluşları imar mevzuatı uyarınca öngörülen fenni mesuliyeti ilgili idareye
82
karşı üstlenir. Yapı denetim kuruluşları, denetçi mimar ve mühendisler, proje
müellifleri, laboratuvar görevlileri ve yapı müteahhidi ile birlikte yapının ruhsat
ve eklerine, fen, sanat ve sağlık kurallarına aykırı, eksik, hatalı ve kusurlu
yapılmış olması nedeniyle ortaya çıkan yapı hasarından dolayı yapı sahibi ve
ilgili idareye karşı, kusurları oranında sorumludurlar. Bu sorumluluğun süresi;
yapı kullanma izninin alındığı tarihten itibaren, yapının taşıyıcı sisteminden
dolayı on beş yıl, taşıyıcı olmayan diğer kısımlarda ise iki yıldır.
4. Belediye Karar Organlarının Sorumluluğu

Bilindiği üzere yerleşme yerleri ile bu yerlerdeki yapılaşmaların plan,


fen, sağlık ve çevre şartlarına uygun teşekkülünü sağlamak amacıyla
çıkarılan 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 21. maddesine göre, kamuya ait yapı
ve tesisler ile sanayi tesisleri hariç, imar mevzuatı bakımından belediyelerin
kontrol ve sorumluluğu altına verilmiş olan alanlar (mücavir alan) içinde kalan
yerlerde belediyeden, mücavir alan sınırla dışında ise valiliklerden yapı
ruhsatının alınması mecburidir.
7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısiyle Alınacak
Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun’un 1. maddesine göre deprem,
yangın, su baskını, yer kayması, kaya düşmesi, çığ vb. afetlerde; yapıları ve
kamu tesisleri genel hayata etkili olacak derecede zarar gören veya görmesi
muhtemel olan yerlerde alınacak tedbirlerle yapılacak yardımlar hakkında bu
Kanun hükümleri uygulanacaktır. 7269 sayılı Kanun’un 2. maddesine göre
ise tespit ve ilan olunan deprem bölgelerinde yeniden yapılacak,
değiştirilecek, büyütülecek resmi ve özel tüm binaların ve bina türü yapıların
tamamının veya bölümlerinin depreme dayanıklı tasarımı ve yapımı ile
mevcut binaların deprem öncesi veya sonrasında performanslarının
değerlendirilmesi ve güçlendirilmesi için gerekli kuralları ve asgari koşulları
Deprem Bölgelerinde Yapılacak Binalar Hakkında Yönetmelikte
düzenlenmiştir52. Deprem bölgelerinde yapılacak binalar hakkında ayrıntılı
teknik esaslara ise bu Yönetmeliğin ekinde yer verilmiştir. Bu Yönetmelik
hükümleri, deprem bölgelerinde yeni yapılacak binalar ile daha önce yapılmış
mevcut binalara uygulanacaktır. Anılan Yönetmeliğe göre deprem
bölgelerinde yapılacak binaların, malzeme ve işçilik koşulları bakımından
Türk Standartları’na ve Bayındırlık ve İskan Bakanlığı “Genel Teknik
Şartnamesi” kurallarına uygun olması gerekmektedir.
7269 sayılı Kanun’un 3. maddesiyle Deprem Bölgelerinde Yapılacak
Binalar Hakkında Yönetmelik esaslarının uygulanmasını sağlama görevi

52 https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2007/03/20070306-3.htm
83
belediye sınırları ve varsa mücavir alanlar dahilinde ilgili belediyelere, bunun
dışında kalan yerlerde vali ve kaymakamlara yüklenmiştir. Görüldüğü üzere
belediyelere, mülki idare amirleri ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığına afet
bölgelerindeki yapıları denetleme görev ve yetkisi verilmiştir. Anılan
makamlar, sorumlu oldukları alanlarda yapıların mevzuata uygun olup
olmadığı konusunda gerekli denetimi yapmakla yükümlüdürler. Bu anlamda
mevzuata aykırı olarak yapılmış binaların yıktırılması, yeni yapılacak
binaların ise mevzuatın öngördüğü kurallara uygun bir şekilde yaptırılması
gerekmektedir. İdarenin denetleme görevini hiç yerine getirmemesi ya da
eksik yerine getirmesi hizmet kusuru teşkil eder. Dolayısıyla bir depremden
nedeniyle zarara uğrayan kişi, binanın mevzuata aykırı yapıldığını ispatladığı
takdirde idarenin zararı tazmin etmesi gerekecektir. Ancak belediyeler kendi
sorumluluk bölgelerinde yapılan binalarda, yönetmelikte öngörülen denetim
ve kontrolleri eksiksiz yaptıkları takdirde, olası depremlerde meydana
gelebilecek zararlardan sorumlu olmayacaklardır53. Nitekim Danıştay İdari
Dava Daireleri Kurulu, deprem sonucu bir bölgedeki binalarda oluşan tüm
zararların idarenin tazmin sorumluluğu altında bulunmasının mümkün
olmadığına ve idarenin zararı ağırlaştırıcı bir işlem ve eyleminin bulunmadığı,
inşaat sahiplerinin eyleminin sonucunda zararda artış meydana geldiği
anlaşılması halinde, idarece tazmini gereken maddi ve manevi herhangi bir
zararın bulunmadığına karar vermiştir54.
Yapı denetim firmaları, idare adına bina yapım sürecinin mevzuat ve
inşaat yapım tekniklerine uygun olarak yürütülmesini denetlemekle sorumlu
olduklarından; belediyeler, bu firmaların raporları doğrultusunda inceleme
yaparak yapı ruhsatı vermektedirler. Belediyeler, bu raporlar ve diğer işlemler
ile bu kuruluşları mevzuata uygun şekilde denetlemekle sorumludurlar.
Dolayısıyla yapının deprem mevzuatına uygunluğunu, esasen bu kurumun
raporuna göre değerIendireceklerinden; bu rapordaki hukuka aykırılıklardan
ve dolayısıyla binanın deprem mevzuata uygun yapılmadığından kaynaklı
oluşan zarardan sorumlu olmayacaklardır.
Öte yandan belediyeler ve plan yapmaya yetkili diğer kamu idareleri,
imar planlarını hazırlarken mevzuat uyarınca kendilerine yüklenen ödevleri
tam olarak yerine getirmek zorundadır. Bu ödevlerini hiç veya tam olarak
yerine getirmemeleri nedeni ile ortaya bir zarar çıkar ise bu zarardan sorumlu
olacaklardır. Bu itibarla belediyelerin, imar planını deprem bölgelerine uygun

53 Bucaktepeꓹ Adil: Depremden Dolayı İdarenin Sorumluluğuꓹ Dicle Üniversitesi Hukuk


Fakültesi Dergisi, Cilt: 17-18, Sayı: 26-27-28-29, Yıl: 2012-2013ꓹ s.112 vd.
54 Danıştay İdari Dava Daireleri Kuruluꓹ 2008/11 E.ꓹ 2009/3108 K.ꓹ 17.12.2009 T.

84
şekilde hazırlamak, deprem bölgelerine uygun yapılaşmayı sağlamak,
depremde hasarı azaltacak nitelikte düşük katlı ve dayanıklı yapılaşmayı
esas almak, dönemsel olarak zemin etüt çalışmaları yapmak suretiyle
deprem risklerini analiz etmek ve bu hususta gerekli araştırmaları
gerçekleştirmek ve raporlar hazırlatmak ve ortaya çıkan risk durumuna göre
gerektiğinde ivedi olarak köklü imar değişikliklerine gitmek görevi vardır.
Belediyeler bu görevlerini, karar organları vasıtasıyla yerine getirir.
Mesela jeolojik-jeoteknik etüt raporunun hazırlanmaması nedeni ile deprem
veya heyelan bölgesi olduğu halde, konut alanı olarak düzenlenen alanlarda
inşaat ruhsatı verilir ve yapı yapılır ise bu yapının deprem veya heyelan
nedeni ile yıkılması sonucu kişilerin uğradıkları zararın ilgili idarece tazmin
edilmesi gerekir 55.
Aynı şekilde fay hattı olduğu, hazırlanan raporlarla sabit olan bölgenin
imara açılması veya deprem bölgesi olduğu yine raporlarla sabit olan bir
yerde deprem mevzuatına aykırı yapılaşmaya izin verilmesi halinde; belediye
karar organları, deprem nedeniyle meydana gelecek her türlü zarardan
dolayı sorumlu olacaktır. Bu bağlamda fay hattı üzerinde olduğu bilinen bir
bölgenin imara açılmasına izin veren belediye karar organlarının, bir deprem
halinde meydana gelecek zarardan ve ölümlerden en azından bilinçli taksir
düzeyinde sorumlu olacakları açıktır. Dolayısıyla, imar planları hazırlanırken
gerekli jeolojik ve jeoteknik raporları hazırlamayan, afete uğrayabilecek ve
yapı yapılması mahzurlu bulunan bölgeleri tespit ettirmeyen, bu bölgeleri
imar planında göstermeyen, plan notlarına bu konu ile ilgili hükümler
koymayan ve bunların sonucu olarak bölgede yapı yapılmasına göz yuman
idareler, bu yapıların deprem nedeni ile yıkılması sonucu ortaya çıkan
zarardan kusurları oranında sorumlu olacaklardır. 56
Danıştay bir başka kararında ise idarenin sorumluluğuna ilişkin olarak
aşağıdaki tespitleri yapmıştır 57: “…Bir idari işlem veya bir idari sözleşmenin
uygulanması durumunda olmayan, idarenin her türlü faaliyetlerinden veya
hareketsiz kalmasından, araçlarının kullanımından, taşınır ve taşınmaz
mallarının veya tesislerinin yönetiminden dolayı oluşan zararları idari eylem
sonucu oluşan zarar ve buna yol açan eylemi de sonuç olarak idari eylem
kavramı içerisinde düşünmek gerekmektedir. Deprem nedeniyle oluştuğu
ileri sürülen zararların tazmini istemiyle açılan bu davada, yapının üzerinde

55 Danıştay 6.D., 1981/2740 E., 1984/1712 K.., 16.04.1984 T.


56 Danıştay 6.D., 2004/1477 E., 2004/2115 K., 12.04.2004 T.
57 Danıştay 11. D., 2005/1353 E., 2007/6248 K. , 20.06.2007 T.

85
bulunduğu zeminin özelliği, zemin durumuna göre depreme dayanıklılığının
kontrolü, yapı kullanma izni bulunup bulunmadığı, imar planları ve inşaat
ruhsatlarının hangi idarelerce yapıldığı ve verildiği, yapıların imar açısından
denetlenmesi, afete uğramış ve uğrayabilecek bölgeler ile yapı ve ikamet için
yasaklanmış afet bölgelerinin tespit ve ilan edilip edilmediği, afet bölgelerinde
yapılacak yapılarla ilgili kuralları, yapı tekniklerini, projelendirme esaslarını,
ülkenin deprem haritalarını hazırlamak konusunda idarelerin üzerlerine
düşen görev ve yetkileri yerine getirip getirmediği, denetim ve kontrol
görevlerini yapıp yapmadığı hususları ayrı ayrı irdelenmeli ve idarece gerekli
önlemlerin alınıp alınmadığı belirlenmeli ve bunun sonucuna göre; idarenin
belli bir hareket tarzı izleyip izlemediği veya hareketsiz kalıp kalmadığı ortaya
konulmalıdır. Olaya bu açıdan bakınca yukarıda yapılan belirleme sonucu
olayda idarelerin hareketsizliği söz konusu olmakla öğretide de kabul edildiği
gibi idarenin bu hareketsizliğinin ‘olumsuz eylem’ olarak kabulü
gerekmektedir. Mücbir sebep, sezilemeyen ve karşı konulamayan bir olayı
ifade eder. Bu sebep, zararı idareye yüklenebilir olmaktan çıkaran ve zararla
idari faaliyet arasındaki illiyet bağını kesen dış bir etken olarak doğal,
toplumsal veya hukuki bir olaydan kaynaklanabilir. Sezilemezlik, karşı
konulamazlık, kusursuzluk ve gerçeklik halleri mücbir sebebin ayırt edici
öğelerini oluşturmaktadır. Deprem kuşağında yer alan bölgede, deprem
gerçeğinin bir veri alınması suretiyle yerleşmelerle ilgili alanların belirlenmesi,
bu alanlardaki yapılaşmaya ilişkin kararların alınması, uygulanması ve
denetlenmesiyle ilgili idari faaliyetlerin bütünündeki olumsuzluklardan oluşan
idarenin ‘olumsuz eyleminin’ bulunması durumunda, depremin mücbir sebep
olarak değerlendirilerek zararla illiyet bağını kestiğini kabule olanak
bulunmamaktadır. Bu durumda, Mahkemece uğranıldığı ileri sürülen zararın
oluşumunda idarenin hizmet kusuru bulunup bulunmadığının
değerlendirilmesi sonucu bir karar verilmesi gerekirken depreminin mücbir
sebep kabul edilerek zararla idari faaliyet arasındaki nedensellik bağının
ortadan kalktığı gerekçesiyle davanın reddi yolundaki kararda isabet
görülmemiştir.”
5. Arama ve Kurtarma Çalışmalarının Geç, Eksik Ya Da Hatalı
Başlaması Nedeniyle Sorumluluk

İdarenin her türlü faaliyetlerinden veya hareketsiz kalmasından,


araçlarının kullanımından, taşınır ve taşınmaz mallarının veya tesislerinin
işletilmesinden dolayı oluşan zararları idari eylem sonucu oluşan zarar ve
buna yol açan eylemi de sonuç olarak idari eylem kavramı içerisinde kabul
edilmektedir.
86
Deprem sırasında devletin etkili arama ve kurtarma çalışması yapması
yükümlülüğü vardır. Bu yükümlülüğün gereği gibi yerine getirilmemesi
halinde, devletin olumsuz bir eylemi söz konusudur. Arama ve kurtarma
çalışmalarının geç, eksik ya da hatalı başlaması neticesinde kayıpların
artmasına sebep olan idarenin hukuki ve cezai sorumluluğu gündeme
gelecektir. Olası depreme ilişkin gerekli önlemleri almayan, arama ve
kurtarma çalışmalarının geç, eksik ya da hatalı başlaması neticesinde
kayıpların artmasına sebep olan yetkililer, hukuki ve cezai olarak
sorumludurlar. Bu kişiler bakımından taksir veya olası kastla ölme neden
olma ya da duruma göre görevi kötüye kullanma suçları gündeme
gelebilecektir. Devletin vatandaşı depreme karşı koruma, depremin
zararlarını en aza indirme konusunda pozitif bir yükümlülüğü vardır. Deprem
sonrası geç müdahaleden veya yetersiz arama kurtarma çalışmalarından
dolayı enkaz altındaki insanlar donarak ölmüşlerse, idare bu olumsuz
eyleminden dolayı sorumludur. Ancak gerekli otopsi işlemleri yapılmamışsa,
bu durumun ispatı zorlaşmaktadır. Bu fiilleri delillendirmek için yetkilerden
yardım taleplerini içeren resmî ya da sosyal medya yazışmaları, görevlilerin
yardım talebini yerine getirmediğine ilişkin görüntüler vb. kullanılabilir. Bu tür
olaylarda tanık da önemli bir diğer delildir.
Bu bağlamda Danıştay vermiş olduğu bir kararında58 “… Olayda
davacıların, depremde yakınlarını kaybetmeleri nedeniyle uğradıklarını ileri
sürdükleri manevi zararı, davalı idarenin deprem sonrasında yapması
gereken kurtarma faaliyetlerinin ve koordinasyon çalışmalarının
yetersizliğine dayandırdıkları, dolayısıyla manevi zarar, söz konusu
hizmetlerin geç veya hiç işlememesi şeklinde oluşan fiil ve hareketlerle
somutlaştığından, bu şekilde oluştuğu ileri sürülen zararın idari işlemlerden
değil, idari eylemlerden kaynaklandığı sonucuna ulaşılmaktadır. Durum
böyle olunca, olayda idarenin hareketsizliği söz konusu olmakta ve böylelikle
öğretide de kabul edildiği gibi, idarenin bu hareketsizliğinin "olumsuz eylem"
olarak kabulü gerekmektedir.
Bu durumda, uğranıldığı ileri sürülen manevi zararın, idarenin olumsuz
eyleminden kaynaklandığı sonucuna ulaşıldığından, idare mahkemesince
2577 sayılı Yasanın 13. maddesi uyarınca davanın süresi içinde açılıp
açılmadığının değerlendirilmesi ve bu sonuca göre uyuşmazlığın çözümü
yoluna gidilmesi gerekirken, davanın süre aşımı nedeniyle reddedilmesinde
hukuka uyarlık görülmemiştir…” demek suretiyle devletin arama ve kurtarma

58 Danıştay 11. Dairesiꓹ 2001/4552 E.ꓹ 2004/2026 K.ꓹ 30/04/2004 T.

87
faaliyetlerindeki yetersizliğini olumsuz bir eylemi olarak değerIendirerek
manevi tazminatı gerektirdiğine karar vermiştir.
Deprem sonrası kişi hayatta olmasına rağmen; arama kurtarma
faaliyetlerinin yetersizliği veya olay yerine geç müdahaleden kaynaklı ölüm
meydana gelmiş ise mutlaka bu durum belgelendirilmelidir. Ölüm öncesi
yapılan telefon görüşme kayıtları, mesaj içerikleriꓹ konum bildirimleriꓹ sosyal
medya paylaşımları muhafaza edilmeli ve yapılacak suç duyurusuna
eklenmelidir
D.İMAR AFFINDAN KAYNAKLI OLUŞAN ZARARLARDAN DOLAYI
SORUMLULUK DURUMU

1. Genel Olarak İmar Affı ve Kapsamı

Bilindiği üzere, 7143 sayılı Vergi ve Diğer Bazı Alacakların Yeniden


Yapılandırılması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun
18/05/2018 tarihinde Resmi Gazete'de yayımlanarak, kamuoyunda "İmar
Barışı" olarak adlandırılan süreç uygulanmaya başlanmıştır. 3194 sayılı İmar
Kanunu'na eklenen Geçici 16. maddeyle, imar düzenine aykırı yapıların
"Yapı Kayıt Belgesi" ile kayıt altına alınması amaçlanmaktadır. Yapı kayıt
belgesi, kentsel dönüşüm uygulamalarının finansal kaynağını yaratmak
üzere, imar düzenine aykırı yapıları kayıt altına alırken yapı sahiplerine de
kentsel dönüşüm uygulamasına kadar yapıyı kullanma hakkı vermektedir. Bu
yönüyle Geçici 16. madde, idarenin afet riskine karşı alacağı tedbirler için
yetersizdir59.
Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal, 2022 yılının
Ekim ayında TBMM’de verdiği soru önergesinde, Çevre, Şehircilik ve İklim
Değişikliği Bakanı Murat Kurum’a, son imar affıyla kaç konut ve işyerinin Yapı
Kayıt Belgesi aldığını sormuştur. Bakan Kurum tarafından verilen cevapta,
imar barışı kapsamında Türkiye genelinde toplamda 7 milyon 85 bin 969 adet
Yapı Kayıt Belgesi verildiği, bunların 5 milyon 848 bin 927’sini konutların
oluşturduğu belirtilmiştir 60.
İmar affı olarak bilinen bu Kanun’la, imar mevzuatına aykırı yapılar
hukukun içine "dahil" edilmiş; yasama yoluyla hukuka aykırılıkları ortadan
kaldırılmıştır.

59 Özkaya Özlüerꓹ Ilgın: İmar Barışı Düzenlemesine Hukuki Bir Yaklaşımꓹ İnönü Üniversitesi
Hukuk Fakültesi Dergisi –İnÜHFD- Cilt:9ꓹ Sayı:2ꓹ Yıl 2018ꓹ s.313
60 https://www2.tbmm.gov.tr/d27/7/7-73399sgc.pdf
88
7143 sayılı Kanun'un 16. maddesinin 1. fıkrasına göre, "Afet risklerine
hazırlık kapsamında ruhsatsız veya ruhsat ve eklerine aykırı yapıların kayıt
altına alınması ve imar barışının sağlanması amacıyla, 31/12/2017 tarihinden
önce yapılmış yapılar için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve yetkilendireceği
kurum ve kuruluşlara 31/10/2018 tarihine kadar başvurulması, bu maddedeki
şartların yerine getirilmesi ve 31/12/2018 tarihine kadar kayıt bedelinin
ödenmesi halinde Yapı Kayıt Belgesi verilebilir. Başvuruya konu yapının ve
arsasının mülkiyet durumu, yapı sınıf ve grubu ve diğer hususlar Bakanlık
tarafından hazırlanan Yapı Kayıt Sistemine yapı sahibinin beyanına göre
kaydedilir."
Maddede ifade bulan "İmar Barışı" tanımsız, belirsiz ve hukuki olmayan
bir kavramdır. İmar düzeni, devletin kolluk faaliyeti ile ilgilidir ve "denetim-
kontrol" üzerine kurulu olması gerektiğinden, imar düzenine aykırı
davrananlar ile devlet uzlaşısının "barış" ile açıklanması doğru bir ifade
değildir.
Devletin imar düzenine aykırı davrananlar hakkında verdiği bu karar,
bina sahibinin hukuka aykırı yapılaşmasını affettiği gibi denetim
yükümlülüğünü yerine getirmemesinden kaynaklı kendi yükümlülüklerini de
kapsayan bir af niteliğindedir. Ayrıca, bu affın imar düzenine uygun davranan
ve yasal şartları sağlayan yapı sahipleri lehine, kamu külfetleri karşısında
eşitlik ilkesi boyutuyla yansıtılması gereken yönleri de eksiktir.
Anayasa Mahkemesi'nin61 de kararlarında ifade ettiği üzere idare, imar
kolluk yetkileri kapsamında yürüttüğü denetim ve kontrol yükümlülüğünü özel
kişilere devredemeyeceği gibi bu yükümlülüklerini yerine getirmekten de
imtina edemez. Buna göre, idare afetlere karşı kolluk yetkileri kapsamında
önlem, denetim ve kontrol faaliyetleri yürütürken, kamu hizmetleri aracılığıyla
da afetlere karşı güvenli, sağlıklı ve düzenli kentler ve kentleşme yöntemleri
geliştirmelidir. Yapı ruhsatı ve yapı kullanma izni verilmesi ve
denetlenmesinin genel idare esaslarına göre yürütülmesi gereken asli ve
sürekli bir kamu hizmeti olması nedeniyle memurlar ve diğer kamu görevlileri
eliyle gerçekleştirilmesi gerekirken, ruhsat ve izinlerin bir özel hukuk tüzel
kişisi olan yönetici şirket tarafından verilip denetleneceğinin öngörülmesi,
Anayasa’nın 128. maddesine aykırıdır.

61 AYM, E.2001/383, K.2003/92, T.16.10.2003, RG: 19.01.2006/26054.

89
2. İmar Affının Depremde Meydana Gelen Zararlara Etkisi ve
Sorumluluk Durumu

İmar affı düzenlemesi idarenin imar düzenini yeniden kurmayı değil;


mevcut fiili durumu kayıt altına alarak yeni imar düzeni için hazırlık yapmasını
sağlayan bir aşama görüntüsü vermektedir. Düzenlemede yer alan "afet
risklerine hazırlık kapsamında ruhsatsız veya ruhsat ve eklerine aykırı
yapıların kayıt altına alınması" ifadeleri, bu durumu ortaya koymaktadır. Diğer
yandan, bu belgeye sahip yapıların 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların
Dönüştürülmesi Hakkında Kanun'dan muaf tutulmadığı da anlaşılmaktadır.
Buna göre imar affı düzenlemesi, afetlere karşı alınacak tedbirler
kapsamında yalnızca "kayıt altına almak"la sınırlıdır; aynı zamanda affa tabi
binaların 6306 sayılı Kanunun öngördüğü kentsel dönüşüm yoluyla "güvenli"
yapılara dönüştürülmesi gerekmektedir.
İdarenin afet riski altındaki yapıları tespit etmesi, kamu güvenliği
açısından gerekli önlemleri alması ve gecikmesinde sakınca bulunduğu
tespit edilerek inşaat ve fen kuralları gereği hemen yıkımı gereken yapıları
yıkması/yıktırması gereklidir. Dolayısıyla idarenin, afet riskine karşı önlem
alması ve afet süreçlerine tedbir alma yükümlülüğünü içeren kolluk yetkilerini,
imar affı ile yapı kayıt belgesi alınan yapılar açısından da kullanması
gerekmektedir.
İmar Kanunu'nun Geçici 16. maddesinin 10. fıkrasının son cümlesi,
yapı kayıt belgesinin sonuçlarından en tartışmalısıdır. "Yapının depreme
dayanıklılığı hususu malikin sorumluluğundadır." ifadesi, yapı kayıt belgesi
alınan yapıların depreme dayanıklılığı ile ilgili olarak sorumluluğun yapı
sahibine geçtiği izlenimi vermektedir. Buna karşın, yapı kayıt belgesi alınan
yapılarla ilgili idarenin mali sorumluluğu ve idarenin denetim yükümlülüğü
ortadan kalkmadığından, yapı kayıt belgesinin sorumlulukla ilgili olarak nasıl
bir sonuç doğurduğu değerlendirilmelidir. İdare, kamu düzenini sağlamak
üzere kolluk yetkilerinin asli sahibidir ve bu yetkiler kapsamında idare
sorumluluğunu özel kişilere devredemez. Anılan Kanun, yapının depreme
dayanıklılığı konusunda sorumluluğu malike yüklese de devletin bu
sorumluluğun yerine getirilip getirilmediğini denetleme görevi devam
etmektedir. Diğer yandan Anayasa'nın 40, 125 ve 129. maddeleri de idarenin
işlem ve eylemlerinden kaynaklanan sorumluluğunun idareye ait olduğundan
bu sorumluluğun bu şekilde devri de mümkün değildir.
İdarenin sorumluluğu, hukuk devleti ilkesinin temel unsurlarından biri
olarak, idarenin kusurlu ve kusursuz sorumluluğu sebebiyle neden olduğu

90
zararları tazmin etmek yükümlülüğünü ifade eden idarenin bir nevi mali
sorumluluğudur. Buna göre idare, işlem ve eylemlerinden kaynaklanan
zararlardan ve sosyal devlet ilkesinden kaynaklanan sosyal risk, tehlikeli
faaliyetler gibi kimi istisnai durumlarda kusuru olmasa bile doğan zararlardan
sorumlu kabul edilmektedir. İdarenin kamu gücü ayrıcalıkları kullandığı
hallerde, kamu gücü ayrıcalıklarının idareye yüklediği yükümlülüklerden biri
de idarenin mali sorumluluğunun olmasıdır. Devletin afet riskine karşı alacağı
tedbirleri almamasından kaynaklanan sorumluluğu “yapı kayıt belgesi
sahibine”, salt bu belge nedeniyle devredilemez. Diğer yandan belirtilen
düzenleme, deprem nedeniyle doğan zararın hesaplanması için idarenin
kusur oranında yapılacak hesaplamada bir indirim sebebi dahi olamaz. Eğer
ki yapı sahibinin bir kusuru bulunmuyorsa, sırf bu hükmün varlığı idarenin
kusur oranının hesabında bir indirim olamayacağı gibi, zarar görenin kendi
kusuru olarak da kabul edilemez. Sonuç olarak yapı kayıt belgesi alan yapı
sahibinin, doğan zarardan bu belge nedeniyle kusurlu sayılması mümkün
değildir.
Danıştay kararlarında depremden kaynaklanan zararlardan idarenin
sorumluluğu konusu “kusur” şartı temelinde ele alınmıştır. Danıştay bir
kararında, deprem nedeniyle yıkılan binalarda gerekli denetimin yapılmaması
ve yıkım kararına rağmen idarenin yıkımı gerçekleştirmemesi nedeniyle
hizmet kusurundan kaynaklanan sorumluluğu olduğuna karar vermiştir62.
Danıştay’ın depremin “öngörülemezliği” ve idarenin doğan zarardan
kaynaklanan “kusuruna” odaklandığı 2008 tarihli kararının çalışmamızı da
ilgilendiren kısmı ise şu şekildedir63: “Depremin, “önlenemez” ve
“öngörülemez” olması nedeniyle zorlayıcı sebebin tipik bir örneğini
oluşturduğu kuşkusuzdur. Zarar, münhasıran depremden kaynaklanmışsa
idarenin sorumluluğundan söz etmeye hukuken olanak bulunmamakta ise de
zararın zorlayıcı sebep dışında idare tarafından ağırlaştırıldığının yargı
yerince saptanması durumunda zararın ağırlaşan, artan kısmı bakımından
kusuru göz önünde tutularak idarenin tazminle sorumlu tutulması
gerekmektedir. Örneğin, deprem bölgesi olarak saptanan bir alanda deprem
mevzuatına uygun yapılaşma koşullarına aykırı olarak inşaat ruhsatı
verilmesi, fay hattının yapılaşmaya açılması gibi durumlarda ilgili idarelerin
deprem sonucu bir bölgedeki doğan zarardan kusurları oranında sorumlu
tutulacağı tabiidir. Ancak, deprem sonucu bir bölgedeki binalarda oluşan tüm

62 Danıştay, 6. Dairesi, 23.05.2012, E. 2011/8609, K. 2012/2662


63 Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, 17.12.2009, E. 2008/11, K. 2009/3108.
(kazanci.com.tr)
91
zararların idarenin tazmin sorumluluğu altında bulunduğundan söz
edilemeyeceği de kuşkusuzdur. Somut olayın irdelenmesine geçmeden
önce, zarar görenin eyleminin zararın doğmasında başlıca etken olduğu
hallerde idarenin sorumluluktan kurtulacağının da belirtilmesi zorunlu
görülmüştür. […] Öte yandan, deprem sonucunda oluşan bireysel
zararlardan dolayı davalı idareleri kusursuz sorumluluk esaslarına göre
tazminle sorumlu tutmaya da hukuken olanak bulunmamaktadır. Zira bireysel
olmayan o bölgede yaşayan için genel nitelikte olan deprem gibi doğal
afetlerden doğan zararlar ilgili mevzuatı çerçevesinde devletçe
ödenmektedir."
İdarenin depremden kaynaklanan zararlardan doğan sorumluluğunun,
gelişen fen ve mühendisliğin depremle ilgili bilgi ve öngörüleri arttırdığı;
büyük şehirlerin tamamına yayılan deprem riskinin eşit olmasa bile tüm
bölgelere dağıldığı kabul edilerek idarenin yapı ruhsatı vermek dışında,
yapıların denetlenmesi, kontrolü ve güçlendirilmesi aşamalarında da görevli
ve yetkili olduğunun göz önüne alınması gerekmektedir.
"Yapının depreme dayanıklılığı hususu malikin sorumluluğundadır."
ifadesinin, olası anlamlarını belirlemeden önce son olarak, idarenin
sorumluluğunun anonim bir sorumluluk olduğu ve kamu görevlisine dahi
özgülenemeyecek bir asli sorumluluk olduğunun da vurgulanması gereklidir.
Bundan dolayıdır ki idare, imar kamu düzenini sağlamak üzere kolluk
yetkilerini özel kişilere ve yapı sahiplerine devredemeyeceği gibi
sorumluluğunu da yapı sahibine veremez.
İdarenin deprem benzeri afetlere karşı önlem alması, denetim ve
kontrollerde bulunması imar kamu düzeninin önemli bir bölümünü oluşturur.
Bu nedenle söz konusu görevin asli sahibi olan idarenin bu yetkiyi özel
kişilere ve yapı sahiplerine devretmesi mümkün değildir. İdarenin
sorumluluğu anonim olup kamu görevlilerine ve kişilere özgülenemez. Sonuç
itibarıyla, yapı kayıt belgesi yoluyla yapıların denetim görevini yapı
kayıtlarının tamamlanması sonrasına ertelenmesi idarenin sorumluluğunu
ortadan kaldırmamaktadır.
İmar affı, bir kayıt altına alma işlemi olup tehlike arz eden binalara
aslında meşruiyet veya denetimden muafiyet getirmemektedir. Bu şekilde
devletin depreme dayanıklı olmayan ve yıkılması veya güçlendirilmesi
gereken binalara ilişkin önlem almaması nedeniyle deprem sırasında bir
zarar meydana gelmiş ise devletin yine hizmet kusuru nedeniyle sorumlu
olacağı tartışmasızdır.

92
İmar affı düzenlemesinin en tartışmalı hususlarından biri, yapı kayıt
belgesi verilen yapının depreme dayanıklılığının malikin sorumluluğunda
olduğuna dair ifadedir. Kanun koyucu "sorumluluk" kavramıyla yapı
sahiplerine dikkat ve özen yükümlülüklerini hatırlatmaya çalışmakta ise de
söz konusu düzenlemenin depremden kaynaklanan zararlarda idarenin
sorumluluğunu ortadan kaldırmadığı açıktır.
Dolayısıyla İmar affının depreme dayanıklı olmayan yapıların yıkımı
veya iyileştirmesi sürecini aksatması ve kamu görevlilerinin de gerekli
denetim görevini ihmal etmesi neticesinde deprem gibi doğal afetlerde ağır
zararların ve ölümlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Türkiye'de
meydana gelen en yıkıcı depremlerden biri olarak kayıtlara geçen
Kahramanmaraş merkezli depremler sonrası imar affının olumsuz etkileri ve
ortaya çıkardığı yıkıcı sonuçlar bir daha gün yüzüne çıkmıştır.
Kahramanmaraş merkezli depremlerin etkilediği 10 ilde imar affı
kapsamında verilen yapı kayıt belgesi sayısı, 294 bin 166 olmuştur. İmar
barışından yararlandırılan konut sayısının bahse konu illere göre dağılımı şu
şekildedir: Adana 59 bin 247, Adıyaman 10 bin 629, Diyarbakır 14 bin 719,
Gaziantep 40 bin 224, Hatay 56 bin 464, Kahramanmaraş 39 bin 58, Kilis 4
bin 897, Malatya 22 bin 299, Osmaniye 21 bin 107 ve Şanlıurfa 25 bin 521.
Ruhsata aykırı yapılara “yapı kayıt belgesi” verilmesi anlamına gelen
imar affı Haziran 2018 genel seçimlerinden önce yürürlüğe girmiştir. Çevre
ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum’un açıklamalarına göre, imar barışından
yaklaşık 7 milyon 400 bin kişi istifade etmiştir. Bir noktada siyaset
mekanizmasının seçim yatırımı olarak kullandığı imar affı sonrası bina
sahipleri ve devlet tarafından yapılması gereken güçlendirme ve alınması
gereken tedbirler alınmadığından; bu kayıt dışı ve imar mevzuatına ve bina
yapım tekniklerine aykırı yapıların depremde meydana getirdiği zarar ciddi
boyutlara ulaşmıştır.
Depremlerin büyüklüğü yaşanan yıkımın boyutunu açıklamak
noktasında tek neden olamaz. Ülkemizin bir deprem ülkesi olduğu bilinen ve
acı tecrübelerle kendini kanıtlamış bir gerçekliktir. Dolayısıyla yaşam
alanlarının bu gerçeklik göz önünde bulundurularak inşa edilmesi ve
kurgulanması gerekmektedir. Deprem bölgesinde bulunan kırılgan yapı
stokunun depreme dayanıklılık noktasında envanterinin çıkarılarak bu
yapıların dönüşümüne ilişkin iş ve işlemler zamanında yapılmış olması
yerine; bir denetimsizlik sonucunu doğuran imar affı depremin yıkıcılığını
arttırmıştır.

93
Öte yandan depreme dayanıklı yapıların denetimi ve inşası noktasında
1999 depremleri sonrası yeni hukuki düzenlemeler yürürlüğe girmiş ve bu
düzenlemeler 2018 yılında da güncellenmiştir. Her ne kadar tekniğe ve bilime
dayanan mevzuat geliştirilmiş olsa da belirli aralıklarla gündeme getirilen
imar affı uygulamaları; risk azaltmayı hedefleyen mevzuatı ve idari işleyişleri
işlevsiz kılmaktadır. 1999 Marmara Depremi sonrasında kentlerin
planlanmasından başlayarak yapıların projelendirilmesi, ruhsatlandırılması,
inşa edilmesi ve tüm bu süreçlerin denetlenmesine yönelik elde edilen
kazanımlar "imar barışı" ile bir anda zarar görmüş ve dayanıksız yapı
stokunun dönüştürülmesi beklenirken yasallaştırılarak kullanılmasına devam
edilmesi teşvik edilmiştir.

94

You might also like