You are on page 1of 8

SOLUNUM SİSTEMİNİN YAPISAL / FONKSİYONEL

ÖZELLİKLERİ

Dr. Levent TABAK

1) AKCİĞERLERİN YAPISAL ÖZELLİKLERİ


A ) EMBRİYOLOJİ

Intrauterin yaşamın dördüncü haftasında primitif tüpün ön duvarında cep tarzında bir
tomurcuk belirir. Uzunlamasına büyüyen bu tomurcuk laringotrakeal oluk adını alır. Laringotrakeal
oluk aşağı doğru gelişerek primitif tüpten ayrılır ve sadece üst ucunda farenkse bağlı kalır.
Laringotrakeal borunun farenkse bağlı kalan bölümünden larenks, aşağı doğru gelişen bölümünden
trakea meydana gelir. Bu şekilde ortaya çıkan solunum tübü dördüncü hafta sonunda sağ ve sol
olmak üzere ikiye ayrılır. Bu iki dalın gelişmesi ile sağ ve sol akciğerler meydana gelir. Beşinci
haftada primer bronş tomurcukları sekonder tomurcukları yaparlar. Sekonder tomurcukların
dallanmasıyla yedinci haftada sağda 10, solda da 9 adet segment bronşlarını yapan tomurcuklar
meydana gelir.
Bütün solunum organlarının iç yüzünü döşeyen epitel tabakası endodermden meydana
gelmiştir. Endoderm solunum sisteminin içini döşeyen epiteli ve mukoza bezlerini meydana getirir.
Dallanan solunum tüpleri farklılaşmamış bir mezankim dokusuna gömülür. Bu dokudan değişik
farklılaşmalar ile bağ dokusu, düz kaslar ve kıkırdak meydana gelir. Yanlara doğru gelişen solunum
tüpleri, içerisine gömüldüğü mezankim dokusunun bir bölümünüde sürükleyerek çelomik boşluğa
girer. Çelomik boşluk bu gelişim sırasında plevra, perikard ve periton boşluklarına bölünür ve
sürüklerek gelen mezankimden plevra zarının mezankimal tabakalarını ortaya çıkarır.
Akciğerlerin embriyolojik gelişimi glandüler, kanaliküler ve alveoler dönem olmak üzere
üçe ayrılır. Glandüler dönemde beşinci aya kadar devam eder ve bu dönemde akciğerler salgı
bezleri yapısındadır. Beşinci aydan itibaren ise kanaliküler döneme girerler ve bu dönemde
mezankimal dokunun vaskülarizasyonu gerçekleşir. Hava tüplerinin çevresi elastik lifler ve
kapillerler ile sarılır. Yedinci aydan doğuma kadar süren alveoler dönemde ise alveoler duktuslar
meydana gelir. Bunların etrafı alveollerle kaplanır ve zengin bir kapiller ağ ile bu oluşumlar sarılır.
Doğum yaklaştıkça alveoller derinleşir ve sayıları artarak doğumdan sonra yeterli olabilecek bir
solunum yüzeyi hazırlanır. Doğumda total alveol sayısı 20 milyon kadardır. Alveoller 8-10 yaşına
kadar artarak erişkindeki 600-700 milyon sayısına ulaşır.

B ) ANATOMİ

Göğüs boşluğu ve solunum kasları

Göğüs boşluğu kolumna vertebralis, kostalar ve diyafragma ile sınırlanmış olup seröz
membranlar ile üç boşluğa bölünmüştür.Birbirleri ile ilişkisi olmayan bu boşluklarda kalb ve
akciğerler yer alır.
Göğüs boşluklarının solunum sırasında hacim değiştirmeleri başlıca diyafragma ve
kostaların yaptığı hareketler ile olmaktadır. İnspirasyon sırasında diyafragma gerilerek ve
inspirasyon kaslarıda kostaları kaldırarak göğüs boşluğunu sagital ve horizantal yönde genişletirler.
Başlıva inspirasyon kasları; diyafragma, M.intercostales externi, M. Pectoralis major, M.pectoralis
minor, M.sternocleidomastoideus, M.scalenius anterior, M.scalenius medius, M. scalenius posterior,
M. serratus anterior, M. serratus posterior superior ve M. latissimus dorsi’dir . Ancak bu kaslar

3
arasında en önemlisi diyafragma olup solunum işinin % 60-70’inden sorumludur. Maksimal bir
inspirasyonda diyafragma 11’inci kostanın interkostal aralığına kadar iner veya maksimal bir
ekspirasyonda 6’ıncı kosta hizasına kadar yükselebilir. Diyafragmanın motor ve duyu lifleri frenik
sinir ile gelir. Bazı duyu lifleri de 5 ila 6’ıncı interkostal sinirden gelir. Diyafragma kubbesindeki
iritasyonlar klavikula üstü çukurda, periferik kısımlardaki iritasyonlar ise göğsün alt kısmında, hatta
bazen karın yüzeyinde ağrı meydana getirir.
İnspiryumun tersine, istirahatte ki ekspirasyon, kaslar ve akciğerin elastik geri dönüşleri ile
ortaya çıkan pasif bir harekettir. Ancak M intercostales interni ekspirasyona yardım edebilir fakat
diğer ekspirasyon kaslarından M.rectus abdominis internus, M.quadratus lumbarum, M.transversus
abdominis, M. obliquus abdominis internus, ve M.serratus posterior inferior sadece zorlu solunuma
katılarak yardıncı solunum kasları adını alırlar.

İNSPİRASYON KASLARI EKSPİRASYON KASLARI


Diyafragma m.intercostalis interni
m.intercostalis externi m.rectus abdominis internus
m.pectoralis major m.quadratus lumbarum
m.pectoralis minör m.transversus abdominis
m.sternocleidomastoidus m.obliquus abdominus
m.scalanius anterior m.serratus posterior inferior
m.serratus anterior
m.latissumus dorsi

Plevra
Plevra, tek katlı yassı hücrelerden oluşmuş mezotel ve altında bazal membran ve onunda
altında elastik liflerden zengin bağ dokusundan oluşmuş seröz bir zardır. Birbirleri üzerinde
solunum hareketleri ile kayan iki tabaka halindedir. Plevra yaprakları arasında bulunan yaklaşık 50
ml sıvı ile solunum hareketleri sırasında kayganlık sağlanarak akciğerlerin daha iyi ekspansiyonu
temin edilir. Parietal plevra kostaların ve interkostal kasların iç, diyafragmanın üst ve mediastenin
yan yüzlerini örter. Viseral plevra ise interlober fissürleride kaplamak üzere akciğerlerin dış yüzünü
sarar. Parietal plevra damarlarını interkostal mamarian arterlerden almaktadır, lenf drenajı ise
mediastinal lenf ganglionlarına olmaktadır. Parietal plevra ağrıya duyarlı olup sinirlerini N.frenikus,
N.intercostales, N.vagus ve sempatik zincirden alır. Viseral plevra esas olarak bronşiyal arterler ile
beslenir ve pulmoner artrelerin birkaç dalındanda kan alır. Viseral plevranın lenf drenajı hiler lenf
bezlerine olmaktadır. Viseral plevra ağrıya duyarlı olmayıp sinirlerini N.vagus ve sempatik
zincirden alır.
Parietal ile viseral plevra yaprakları hiluslarda birbirleri ile birleşir ancak göğüs boşluğunun
ön, arka ve alt kısımlarında oluk tarzında keskin büklümler meydana getirirler. Bunlara plevra
sinüsleri adı verilir ve arkada kostovertebral, önde dışta kostofrenik ve önde içte kardiyofrenik sinüs
ismi verilir.
Normalde akciğer grafilerinde plevra görülmez. Plevranın fibrozis sonucu kalınlaştığı,
kalsifiye olduğu veya pnömotoraks gibi durumlar dışında sağda horizantal fissürün filme dik geldiği
durumlarda viseral plevranın görülmesi normaldir.

Akciğerler

Akciğerler plevra boşluğu içinde serbest olarak bulunurlar ve diğer organlara ancak hiluslar
yolu ile bağlıdırlar. İki akciğer mediasten ile birbirlerinden ayrılmışlardır. İç yüzde bulunan bronş,
damar ve sinirlerin girip çıktığı hiluslar dışımda akciğerlerin bütün yüzleri viseral plevra ile
4
kaplanmıştır. Sağ akciğer sola göre daha büyüktür. Akciğerlerin apeksi yuvarlak olup önde 1’inci
kostayı 4-5 cm kadar aşar, arkada ise 1’inci kosta ile aynı hizadadır. Akciğerlerin tabanı diyafragma
üzerinde sağda karaciğer sağ lobu, solda önde karaciğer sol lobu ve mide fundusu ile komşuluk
yapar. Solda arada kalan diyafragma parçası incedir ve patolojik durumlarda mide buradan göğüs
boşluğu içerisine girebilir. Ayrıca akciğerler paravertebral alanda sürrenal glandlar ve böbrekler ile
yakın komşuluktadır ve bu organların patolojilerinde diyafragma yükselmesi ve kostafrenik
sinüslerde küntleşme görülebilir.
Sağ akciğer iki fissür ile üç loba, sol akciğer ise bir fissür ile iki loba ayrılmıştır.Sağda ve
solda oblik (major) fissür arkada 2’inci torakal vertebra seviyesinde başlar ve önde 6’ıncı
kostokondral eklem seviyesinde diyafragmaya ulaşır. Sağda alt ve orta lobları ayıran horizantal
fissür ise arkada orta koltuk altı çizgisinden başlayıp önde 4’üncü interkostal hatta göğüs duvarı ile
birleşir.

Akciğerleri anatomik bakımdan segmentlerine göre ayırmak daha yararlıdır. Segment özel
bronş, arter ve venleri olan bir akciğer ünitesidir Normal segment anatomisi şu şekildedir( Tablo 1).

Tablo 1: Sağ ve sol akciğerlerin segmentleri

SAĞ AKCİĞER SOL AKCİĞER

Üst lob Üst lob


apikal segment apiko-posterior segment
posterior segment anterior segment
anterior segment

Orta lob Lingula


lateral segment superior segment
medial segment inferior segment

Alt lob Alt lob


superior segment superior segment
anterior segment anterior segment
lateral segment lateral segment
posterior segment posterior segment
medial segment

Trakea ve bronşlar

Trakea erişkinde 10-14 cm boyunda ve 15-23 mm eninde, 16-20 kadar açıklığı arkaya bakan
U şeklinde kartilaja sahip fibromuskuler bir tüptür. Trakeanın içi tek katlı silendirik silyalı epitel
hücreleri ile kaplanmıştır. Bütün hücrelerdeki silyalar birbirleriyle koordine hareket ederek
üstlerindeki müküs tabakasını dakikada 10-15 mm ileriye vokal kordlara doğru hareket ettirirler.
Trakeanın alt ucuna bifurkasyon veya karina denir ve buradan sağ ve sol ana bonşlar ayrılır. Sağ
ana bronş 12-16 mm, sol ana bronş 10-14 mm genişliğindedir. Sağ ana bronş karina ile daha
geniş bir açı yapar. Bu nedenle trakeaya kaçan yabancı cisimlerin % 75’i sağ ana bronşa
gitmektedir. Sağ ana bronş karinadan 20-25 mm sonra üst lob bronşunu daha sonrada alt lob
superior , orta lob ve alt lob bronşunu verir. Sol ana bronş daha yatay seyreder ve karinadan 40-50
mm sonra üst lob bronşunu daha sonrada alt lob superior ve alt lob bronşunu verir.

5
Lob ve segment bronşlarının yapısı trakeaya benzer. Karinadan sonra kıkırdak halkalar ana
bronşlar ve alt lob bronşlarını tamamen sarar. Üst loblar ile orta lob bronşları ise düzensiz kıkırdak
plakaları ile sarılmıştır.
Segment bronşları dallanarak gitgide incelirler ve çapları 1 mm den küçük terminal
bronşiyolleri meydana getirirler. Dört veya beş terminal bronşiyolün havalandırdığı akciğer
sahasına sekonder lobül, bir terminal bronşiyolün havalandırdığı sahaya asinus adı verilir.
Terminal bronşiyoller kıkırdaksız, düz kaslardan zengin, duvarlarında alveol bulunmayan en
distal havayollarıdır. Bir terminal bronşiyol iki, üç respiratuvar bronşiyole ayrılır. Respiratuvar
bronşiyollerden duktus alveolarisler ayrılır. Duktus alveolarisler duvarlarında düz kas bulunan en
distal havayollarıdır. Duktus alveolarisler 2-5 atriaya, onlarda 2-4 sakkulus alveolarise ayrılırlar. Bir
duktus alveolaris’in havalandırdığı sahaya primer lobül adı verilir.
Alveollerin duvarında iç yüzü Tip I , köşeleri ve septumu ise Tip II alveol hücreleri döşer.
Tip I hücreler yassı epitel hücreleri olup gaz difüzyonuna olanak sağlar. Tip II hücreler ise daha
büyük epitelyal hücreler olup surfaktan sentezlerler. Alveollerde ayrıca protein sentezleyen ve
lizozimden zengin fagositoz hücreleri olan alveoler makrofajlar ile heparin, histamin, serotonin
gibi biyokimyasal mediatörler içeren mast hücreleri de bulunur. Alveoller birbirleriyle Kohn
delikleri aracılığı ile ilişki halindedir. Erişkinde toplam 600-700 milyon kadar alveol, 55-100
metrekarelik bir solunum yüzeyi oluşturur.

Akciğer damarları

Pulmoner arter sağ ventrikülden çıkarak ikiye ayrılır ve akciğerlere vena kanı getirir.
Pulmoner arter akciğer içerisinde bronşları dış ve arka yüzlerinde gitderek izler ve respiratuvar
bronşiyoller hizasında kapiller haline gelir.
Pulmoner venler, alveoler kapiller ağdan başlar. Segment anatomisine uymazlar ve bir ven
değişik segmentlerden kan alabildiği gibi segmentlerde değişik venlere kan boşaltabilir. Hilusa
yaklaştukça pulmoner venler bronşları takibe başlarlar ve bunların daha çok ön ve iç kısımlarında
yer alırlar. Her akciğerden iki pulmoner ven çıkar ve bunlar 4 kök halinde sol atriuma açılırlar.
Bronşiyal arterler akciğerleri besleyen ana damarlardır ve üst interkostal arterler ve inen
aortadan ayrılıp akciğer içerisinde bronşları izlerler. Bronşiyal arterler sistemik dolaşımın bir
parçası oldukları için basınçları yüksektir ve bronş cidarında anevrizmalar meydana getirerek
akciğer kanamalarında önemli rol oynarlar. Bronşiyal venlerin derin olanları pulmoner venler.
Yüzeyel olanları ise interkostal veya hemiazigos venleri ile sol atriuma dökülür.

Akciğer sinirleri

Akciğerler sinirlerini anterior ve posterior pulmoner pleksuslardan alırlar ve sinir lifleri


bronş ve arterleri izleyerek viseral plevraya kadar ulaşırlar. Bu sinirlerde ağrı uçları
bulunmadığından viseral plevra parietal plevranın aksine olarak ağrıya hassas değildir.
Vagus’tan gelen efferent lifler bronşları daraltır, müköz bezlerden sekresyon salgılatır ve
vazodilatasyona sebep olur. Afferent vagus lifleri ise öksürük refleksi ve inspirasyonda alveollerin
gerilmesi ile ortaya çıkan Hering-Breuer refleksi ile ilgilidir. Bronşların daralmasına ve
vazokonstrüksiyona sebep olurlar.

Akciğer lenfatikleri

Toraks lenfatikleri birbirleriyle geniş çapta anostomozları olan iki sistem halindedir. Viseral
lenfatikler toraks organlarının, parietal lenfatiklerde göğüs duvarının lenf drenajını sağlarlar.
Akciğer lenfatikleri bronşları takip eder ve bronşlar etrafındaki lenf düğümlerine dökülürler.
Plevradaki lenf damarları interlobüler lenf damarları ile birleşirler. Hiluslarda ve trakea boyunca
uzanan lenf nodları solda duktus torasikus’a, sağda ise trunkus lenfatikus dexter’e dökülürler.

6
Hiler ve ekstrahiler bezler boyun ve koltuk altı lenfatikleri ile de anastomaz yaparlar. Sağ
skalen ganglion, sağ akciğer ve sol alt lob bazal segmentlerinden, sol skalen ganglion ise solt üst lob
segmentlerinden lenf akımı alır. Bu sebeple skalen ganglion biyopsisi akciğer hastalıklarının
tanısında yararlı olabilir.

Mediasten

Sağ ve sol plevra boşlukları arasında kalan yumuşak dokular mediasteni meydana getirir.
Pratik kolaylık sağladığından şu şekilde bölünmektedir .

1) Üst mediasten: Manubrium sterni ile ilk dört torasik vertebra arasındadır. Arkus aorta, baş ve üst
ekstremite damar ve sinirleri, trakea, özofagus, duktus torasikus, timus kalıntısı ve lenf
gangliyonlarını içerir
2) Ön mediasten: Perikard ile sternum arasındadır.Önemli bir yapı içermez.Zayıf yapısı nedeni ile
akciğerlerin karşı tarafa geçmesine olanak sağlıyabilir
3) Orta mediasten: Ön mediasten ile perikardın arka yüzü ve trakea bifurkasyonu hizasından geçen
yüzey arasında kalır. Kalp, perikard, çıkan aorta, kalbe giren damarlar, trakea bifurkasyonu, sağ ve
sol ana bronşlar, pulmoner arter ve kolları, frenik sinirler ve lenf bezlerini içerir.
4) Arka mediasten: Dördüncü torakal vertebradan daha aşağıdaki torakal vertebralar ile orta
mediasten arasında kalan bölümdür.İnen aorta, V.azigos, V.hemiazigos, N.vagus, N splenikus,
özofagus, duktus torasikus ve lenf bezlerini içerir.
Mediastenin bu şekilde topoğrafik bölünmesi değişik cinste tümör ve hastalıkların değişik
bölgelerde yer alması nedeni ile hastalıkların ayırıcı tanısında kolaylık sağlar;tiroid,timoma ve
teratomlar üst-ön mediastende, bronş tümörleri, lenfoma, sarkoidoz, pulmoner arte anevrizmaları
orta mediastende, nörinom arka mediastende olduğu gibi.

2) AKCİĞERLERİN FONKSİYONEL ÖZELLİKLERİ

A) GAZ ALIŞ VERİŞİ


Akciğerlerin başlıca fonksiyonu arter kanının O2’sini artırmak ve arter kanından CO2’yi
uzaklaştırmaktır. Akciğerler bu fonksiyonu 3 ana olay aracılığı ile yaparlar.
1) Ventilasyon:havanın akciğerlere girip çıkması
2) Perfüzyon:kanın akciğer kapiller yatağından akması
3) Diffüzyon: Kapiller kanı ile alveoller arasında gaz alış-verişi.
Normal bir akciğerde ventilasyon ile alveollere yeterli volümde hava sağlanır ve bu hava
yeterli perfüzyonu bulunan alveollere eşit olarak dağılır. Ventilasyon/perfüzyon dengesinin
korunduğu durumlarda yeterli gaz alış-verişi olur ve arter kanında O2 ve CO2 parsiyel basınçları
normal sınırlarda tutulur. Sağlıklı genç kimselerde arter kanında O2 parsiyel basıncı 85-100 mmHg,
CO2 parsiyel basıncı ise 35-45 mmHg’dır.

1) VENTİLASYON

Ventilasyon iki evrede olur,1)İnspirasyon 2) Ekspirasyon.

İnspirasyon

İnspirasyonda, diyafragmanın aşağıya doğru hareketi toraksın vertikal çapını, eksternal


interkostal kasların kasılması ise kaburgaları dışa ve yukarıya doğru hareket ettirerek antero-

7
posterior ve tarnsvers çapları artırır. Bu volüm artışı sebebi ile alveoller içerisindeki gaz basıncı
atmosfer basıncının altına düşer ve böylece hava akciğerlere girer.

Ekspirasyon

İstirahat durumunda normal ekspirasyon, göğüs duvarı ve akciğerlerin elastik geri dönüşüne
bağlı pasif bir harekettir. Bu hareket havanın akciğerlerden dışarı çıkartılmasını sağlar ve alveol
içerisindeki basınç atmosfer basıncına eriştiğinde ekspirasyon sonlanır. Karın duvar kaslarının
kasılması ile zorlu ekspirasyon sağlanır.

Ventilasyonun kontrolü

Solunumun ritmi, sıklığı ve derinliği medullada bulunan solunum merkezi tarafından kontrol
edilir. İnspirasyon ve ekspirasyon solunum merkezinin farklı bölgelerinden kontrol edilir.
Ventilasyonun kontrolü ve düzenlenmesi başlıca PCO2 aracılığı ile olur. Arter kanı
CO2 parsiyel basıncındaki bir yükselme arter kanı ve serebrospinal sıvı pH’sında düşmeye yol açar.
PH düşüşü medulladaki kemoreseptörler tarafından algılandıktan sonra solunum merkezi solunum
için dürtü göndermeye başlar. Yeteli ventilasyon ile CO2 kandan uzaklaştırılıp arter kanının pH’sı
yükselince bu yine kemoreseptörler tarafından algılanıp solunum dürtüsü gönderilmesi durur ve kişi
ekspirasyon yapar.
Arter kanındaki O2 parsiyel basıncındaki değişmeler, solunum merkezini doğrudan stimule
etmez. Aort ve karotis cisimciklerindeki kemoreseptörler PaO2 değişikliklerine hassastırlar ve
bu nedenle periferik solunum merkezi adı da verilir.
Çok ağır kronik obstruktif akciğer hastalığı( KOAH ) olan olgularda medullada bulunan
kemoreseptörler yüksek PaCO2 seviyelerine karşın bir süre sonra yeterli solunum dürtüsü
göndermemeye başlarlar ve bu hastalarda ventilasyonun asıl stimulusunu hipoksemi nedeni ile
periferik kemoreseptörler sağlar. Böyle hastalarda yüksek konsantrasyonlarda O2 verilecek olursa
hipoksemiye bağlı solunum dürtüsü ortadan kalkacağından ventilasyon yavaşlar ve CO2 düzeyi
daha fazla artar.
Hipoventilasyon, ventilasyonun metabolik gereksinimi karşılamada yetersiz olduğu duruma
verilen addır. Hipoventilasyon arter PCO2’sinde yükselmeye (hiperkapni ) ve arter PO2’sinde
düşmeye ( hipoksemi ) sebep olur. Hipoventilasyon sonucu PCO2’deki yükselme kan pH’sında
düşmeye sebep olur;buna respiratuvar asidoz adı verilir. Hipoventilasyona yol açan başlıca
sebepler:
1)Merkezi sinir sistemine bağlı nedenler; aşırı dozda uyuşturucu alınması, kafa travması, boyun vertebra
kırıkları, solunum mrekezini tutan patolojiler
2)Solunum dürtüsünü ileten sinirlere bağlı nedenler; poliyomiyelit, polinöritis,miyasteni
3)Göğüs duvarına bağlı nedenler; kas hastalıkları, kosta kırıkları, göğüs deformiteleri, plevra
hastalıkları, obezite
4)Akciğere bağlı nedenler; astım krizi, KOAH

Hiperventilasyon arter PO2’si ve PCO2’sini normal sınırlarda tutmak için gerektiğinden


daha fazla bir ventilasyonun bulunduğu durumdur. Hiperventilasyon arter PCO2’sinde düşme ve
arter pH’sında yükselmeye sebep olur. Bu duruma respiratuvar alkoloz adı verilir. Hiperventilasyon
solunum merkezinin, periferik kemoreseptörlerin, akciğerdeki gerilim reseptörlerinin ve
damarlardaki baroreseptörlerin stimulasyonu sonucu meydana gelir. Hiperventilasyona astım
krizlerinde, pnömonide, interstisyel akciğer fibrozisinde, akciğer embolisinde ve metabolik
asidozda rastlanılır.

8
2) PERFÜZYON

Kanın akciğer kapillerlerinden geçme olayına perfüzyon adı verilir. İstirahatte kalp dakika
hacmi 5 lt/dak ve alveol ventilasyonu 4.5 lt/dak olduğuna göre normal kimselerde bütün akciğerin
ortalama ventilasyon/perfüzyon oranı 0.9’dur. Ayakta duran bir insanda perfüzyon yer çekimi
sebebi ile apekslerden aşağıya doğru daha fazladır. Bu sebeple apikal bölgelerde
ventilasyon/perfüzyon oranı yüksek, diyafragmaya yakın bölgelerde ise daha düşüktür. Benzer
şekilde akciğer içerisinde fizyolojik yada patolojik olarak ventilasyonu iyi ama perfüzyonu kötü (
ölü boşluk ), veya ventilasyonu kötü ama perfüzyonu iyi ( şant ) alveoller vardır. Ventilasyonu
yetersiz alveollerden çıkan kanın arter PO2’si düşük, arter PCO2’si yüksektir. Karma arter kanının
PCO2’sinde yükselme akciğerin diğer bölgelerinde kompansatuvar hiperventilasyona yol açar ve
böylece PCO2 normal sınırlarda tutulur. Buna karşın hiperventilasyon hipoksemiyi kompanse
edemez. Çünkü ventilasyonu normal olan alveollerden çıkan kan oksijen ile tam olarak satüre
olduğundan hiperventilasyon ile daha fazla O2 kana eklenemez.
Perfüzyonu yetersiz alveollerden çıkan kan PO2’si normalin üzerindedir ve arter PCO2’si
düşüktür ancak kanın perfüzyonu bozuk olan bölgelerden normal olan bölgelere hipoksik
vazokonstruksiyon nedeni ile yönelmesi sonucu karma arter kanının PO2’si düşer. Perfüzyon
akciğer embolisi, kronik bronşit, interstisyel akciğer fibrozisi gibi kapiller yatağın daralmasına yol
açan akciğer hastalıklarıda azalır.
Sonuç olarak arter kan gazlarının parsiyel basınçlarını belirleyen
ventilasyon/perfüzyon dengesidir. Ventilasyon/perfüzyon dengesindeki azalma hipokseminin en
sık karşılaşılan sebebidir. Ventilasyon/perfüzyon dengesinin bozulmasına pnömoni, atelektazi,
akciğer ödemi, interstisyel fibrozis, astım bronşiyale ve KOAH’ da rastlanır.

3)DİFFÜZYON

Oksijen ve karbondioksit’in alveolokapiller membrandan transferine diffüzyon adı verilir.


Diffüzyon alveolokapiller membranın her iki tarafındaki gazların parsiyel basınçları arasındaki
farka bağımlıdır. 1 mmHg’lık basınç farkı için gazların transfer hızına diffüzyon kapasitesi adı
verilir. Amfizemde gaz alış-verişine yarayan alveol yüzey alanının azalması sebebi ile diffüzyon
kapasitesi düşüktür. Benzer şekilde sarkoidozis, interstisyel akciğer fibrozisi,ekstrensek allerzik
alveolit gibi hastalıklarda da ventilasyon/perfüzyon oranı dengesizliği ve vital kapasitede azalma
meydana geldiği için diffüzyon kapasitesi azalır.

B) OKSİJENİN TAŞINMASI

Oksijen, akciğerlerden dokulara kimyasal olarak


hemoglobin ile birleşmiş şekilde taşınır ve plazmada çok az
miktarda çözünmüş olarak bulunur. Oksihemoglobin
disosiyasyon ( ayrışma ) eğrisi sigmoid tarzındadır (Şekil).
SATO2 Oksijenin parsiyel basıncında belirli bir seviyeye kadar
99 düşme, arter oksijen satürasyonunda önemli bir değişiklik
90 yapmaz. Buna göre oksijen 100 mmHg’lık bir parsiyel
basınçtan 60 mmHg’lık bir parsiyel basınca düştüğünde,
70 oksijen satürasyonu % 96-98 den % 90 civarına iner. Böylece
düşük oksijen basınçlarının bulunduğu dokularda bile arter
kanı oksijenini verdiği halde, hemoglobin oksijenle hala
önemli derecede satüredir. Ancak oksijenin parsiyel basıncı 60
mmHg’nın altına düştüğünde, parsiyel basınçtaki küçük
50 60 100
PaO2mmHg azalmalar, satürasyonda büyük değişiklikler meydana getirir.
Asidoz, CO2 retansiyonu ve ateş hemoglobin disosiyasyon
eğrini sağa kaydırır.
9
Hipoksemi, arter kanında oksijen parsiyel basıncının normalin altında bulunduğu durumdur.
Hipoksemiye aşağıdaki mekanizmalardan bir veya birkaçı sebep olabilir:

1)Ventilasyon/perfüzyon dengesizliği;Hipokseminin en sık rastlanan sebebidir.


Ventilasyon/perfüzyon dengesi bozulmasına pnömoni, atelektazi, astım, KOAH, pulmoner emboli
sebep olur.
2)Alveoler hipoventilasyon; aşırı dozda uyuşturucu kullanımında, kronik bronşitte, sinir-kas
hastalıklarında, göğüs deformitelerinde, diyafragma hastalıklarında, uyku apne sendromunda ve
hipotiroidide rastlanır.
3)Diffüzyon bozukluğu; interstisyel akciğer fibrozisinde, ekstrensek allerjik alveolitte, lenfanjitis
karsinamatoza gibi hastalıklarda hipoksemi gelişmesine katkıda bulunabilir.
4)Anatomik/fizyolojik şant; arterio-venöz fistül veya ağır ventilasyon/perfüzyon dengesizliğinde
intrapulmoner şant oluşur. Masif pulmoner embolide şant etkisi yapar
5)Dolaşım bozukluğu; konjenital kalp hastalığına bağlı sağdan sola intrakardiyak şant olduğunda
yada konjestif kalp yetersizliğinde olduğu gibi kalp debisinin azaldığı jallerde periferde hipoksemi
meydana gelir.
6) Solunan havada oksijen eksikliği; yüksek irtifalarda yada yangın mahallinde oksijen parsiyel
basıncı düşüktür.

Bütün bu sebepler arasında hipoksemiye yol açan alveoler hipoventilasyonu diğer hipoksemi
yapan sebeplerden ayıran fark hipoksemiye yol açan asıl sebebin kandan uzaklaştırılamayan
CO2’nin artmış parsiyel basıncı olmasıdır ( hiperkapnik hipoksemi ).
Hiperkapnik hipoksemik hastalarda sadece oksijen verilmesi hipoksemiyi düzeltmeye
yetmeyebilir. Bu hastalarda hipoksemiyi düzeltmek için alveoler hipoventilasyonun düzeltilmesi
gerekir ve bu amaçla asıl tedavi ventilasyonun sağlanabilmesi için non-invaziv yada invaziv
mekanik ventilasyon yöntemlerinin kullanılmasıdır.

C ) SOLUNUM MEKANİĞİ

Solunum işi sırasında harcanan enerji, akciğer ve göğüs duvarının elastik direnci ile
havayollarında hava akımının duvar sürtünme direncini yenmek üzere kullanılır. Akciğer ve
göğüs duvarının elastik direnci kompliyans ile ölçülür. Aynı basınç altında şişirildiği takdirde düşük
kompliyansa sahip akciğer, yüksek kompliyansa sahip akciğere göre daha az şişer. Akciğer
kompliyansı akciğerin sertliğini artıran ve akciğerlerin genişlemesini kısıtlayan durumlarda azalır.
Akciğer ödemi, atelektazi, pnömoni, interstisyel akciğer hastalıkları, lenfanjitis karsinamatoza,
pnömokonyozlar, plevra hastalıkları, göğüs duvarı deformiteleri, ankilozan spondilit, aşırı şişmanlık
başlıca kompliyansı azaltan sebeplerdir.
Havayolu direnci, solunum yolları içerisindeki hava akımının solunum yolları duvarına
sürtünmesi sırasında oluşan dirençten ibarettir. Havayolu direnci vücut pletismografı ile
doğrudan ölçülebilirse de pratik hekimlikte zorlu vital kapasite 1. saniye( ZVK1) veya zirve
akım hızı (peak flow) ölçülmesi direnç artışının gösterilmesi açısından yeterlidir. Havayolu
direnci astım, kronik bronşit ve amfizemde artar.

10

You might also like