You are on page 1of 19

İSLÂM’A AÇIKTAN DAVET

1
 Abdülmuttalib Oğullarına Yapılan Çağrı
 Üç sene kadar ferdî olarak çağrı yapıldı.Bu süre zarfında bizzat Hz. Peygamber
dahi ibadetini açıktan yapamıyordu.
 Amcası Ebu Talib onu, oğlu Ali ile birlikte gizlice ibadet ettikleri yerde görmüştü.
Bunun üzerine onu İslâm’a davet etmişti. Fakat Ebu Talib: “Dinimi ve atalarımın
dinini bırakamam. Fakat Tanrıya yemin ederim ki, hayatta olduğum sürece
Kureyş, sana hoşuna gitmeyecek hiçbir şeyi yapamayacaktır” diye güvence
verdi.
 Yakın akrabalarını İslâm’a daveti şu ayetle emredilmiştir: “(Önce) en yakın
akrabanı uyar. Sana uyan müminlere (merhamet) kanadını indir”.
 Hz. Peygamber bütün akrabasını yemeğe davet etmiş, fakat yemekten sonra
içlerinden hiçbiri, ev sahibinin kendilerine önemli bir konuda konuşacağını aklına
bile getirmeksizin evlerine dönüp gitmişlerdir.
 Ertesi gün yemek davetini tekrarlamış, ancak bu defa hazırlıklı olduğu için
onlara, Allah’ın kendisini ilâhî bir vazife ile görevlendirdiğini söylemiştir. Bu sırada
Ebu Leheb, onun sözlerini keserek, toplantının dağılmasına neden oldu.
 Daha sonra Peygamber, akrabalarına verdiği yeni bir yemekte onlara: “… ben
size dünya ve ahret hayrını getirdim. Bu konuda bana kim yardımcı ve kardeş
olmak ister?” diye sorduğunda, o sırada henüz 13 yaşında bulunan Hz. Ali’nin:
“Ey Allah’ın elçisi! Ben olmak isterim” diye cevap vermiş olduğu söylenmektedir.
2
 Peygamberin yemek davetine katılan 40 kadar yakını arasında Ebu Leheb’den
başka diğer amcaları: Ebu Talib, Abbas ve Hamza da katılmıştı.
 Hamza ve Abbas’ın, ilk anda bu çağrıyı en azından akrabalık duygusuyla onu
incitici şeyler söylememişlerdir.
 Nitekim bundan bir süre sonra Hamza, Mekke’nin fethi günlerinde ise Abbas
İslâm’ı kabul edeceklerdir.
 Ebu Talib ise, atalarının dininden ayrılamayacağını belirtmiş, fakat ölünceye
kadar, yeğeni Hz. Muhammed’in en büyük koruyucularından biri olmaya
devam etmiştir.
 Hz. Muhammed, ölüm döşeğinde yatan bu amcasını ziyaret etmiş ve bir defa
daha İslama çağırmışsa da yine olumsuz bir cevap almıştır. Hz. Peygamber
buna çok üzülmüş ve birçok hadis kitabında ve tefsirlerde anlatıldığına göre
onu teselli sadedinde şu ayet nazil olmuştur: “Sen sevdiğini hidayete
erdiremezsin; bilakis, Allah dilediğine hidayet verir ve hidayete girecek olanları
en iyi o bilir”.
 Ebu Leheb, zamanla muhalefetini artırdı. Herhâlde o, Hz. Muhammed’in
amcası olmakla, bu konuda kendisini başkalarından daha çok görevli veya
hak sahibi olarak sayıyordu.
 O, Hz. Peygamber’in İslâm’a davet ettiği kimselerle, hemen arkasından
görüşüyor ve onlardan ona kanmamalarını istiyordu.
3
 Yine hangi tarihte cereyan ettiği bilinmemekle birlikte, komşusu ile birlikte onun
evini taşlamıştır. Yaptığı kötülükler yüzünden, hakkında Tebbet Suresi’nin nazil
olmuştur. Surede Ebu Leheb’in adına özellikle yer verilmesi dikkat çeken bir
durumdur.
 Hz. Peygamber akrabalarına yaptığı çağrıdan beklediği sonucu alamamıştır.
Ancak bu çağrı, yeni ve genel bir çağrının yapılmasına ortam hazırlamıştır.
 Umuma Yapılan Çağrı
 Kur’an’daki “O hâlde sen emrolunduğun şeyi açıkça söyle ve putperestlere
aldırış etme.” ayeti indirilince Hz. Peygamberin İslâm’a çağrıyı açıktan yapması
gerekiyordu.
 Safâ tepesine çıktı. Çok önemli bir duyurusunun olacağını, kendisini dinlemek
üzere herkesin toplanmasını istedi. Bütün kabilelerin isimlerini telaffuz ettikten
sonra onlara şunu sordu: “Şu tepenin arkasında size saldırmak üzere
beklemekte olan atlıların bulunduğunu söylesem bana inanır mısınız?”
 Onlar da “Evet, çünkü sen asla yalan söylemezsin. Senin söyleyeceğin her
şeye inanırız" diye cevap verdiler. Bunun üzerine Hz. Muhammed, Allah’ın bir
ve kendisinin onun elçisi olduğunu, dünya ve ahret mutluluğunun yalnız Allah’a
inanmaktan geçtiğini, onu inkâr edenleri kıyamet gününde şiddetli bir azabın
beklediğini dile getiren bir konuşma yaptı.
 Bu sırada, Ebu Leheb, “Yazıklar olsun sana! Bizi buraya bunun için mi
çağırdın” gibi incitici sözlerle Hz. Peygamber’e karşı çıktı.
4
 Müslümanlara Yönelik Baskı ve İşkenceler
 Başlangıçta Kureyş, Hz. Muhammed’in insanları ferdî olarak yeni dine davet
ettiğini, gizli gizli Kur’an okuyup namaz kıldığını, kendisinin Allah’ın elçisi
olduğunu söylediğini haber alıyordu. Ancak, ya bu konulara fazla önem
vermediklerinden ya da başkalarının dinine pek karışmadıklarından ona çok
önemli bir müdahalede bulunmuyorlardı.
 Müslümanların sayılarının giderek artması ve bu çağrıya her aileden veya boydan
cevap veren kişilerin ortaya çıkması onları harekete geçirdi.
 Nihayet onların putperestliğe dayalı inanç ve yaşantılarını, Hz. Peygamber’in
açıkça kötülemeye başlaması üzerine İslâm’a karşı güçlü bir düşman cephesi
oluşturmakta gecikmediler. Müslümanlara çeşitli baskı ve işkenceler uygulamaya
başladılar.
 “Muhakkak ki alay edenlere karşı biz sana yeteriz. Onlar, Allah ile beraber
başkasını tanrı edinenlerdi. Onlar yakında bileceklerdir! Onların söyledikleri
şeyler yüzünden senin canının sıkıldığını andolsun biliyoruz” (Hicr Suresi XV / 95-
97).
 Hz. Muhammed’in, hemşerileriyle konuşma imkânını bulduğu hiçbir fırsatı
kaçırmadığını görüyoruz. Onu bu işinden hiç kimse alıkoyamıyordu. İnsanların
toplu olarak bulundukları panayırlara, hac duraklarına, toplantı veya merasim
yerlerine giderek, oralarda karşılaştığı: hür, köle, zengin, fakir, güçlü veya zayıf
hemen herkese bu çağrısını yapıyordu.
5
 Hz Peygamber’e Yönelik Baskılar
 Bir hadiste Hz. Peygamber’in, zaman zaman ümitsizliğe kapıldığı ifade
edilmektedir. Ancak özellikle şu ayet geldikten sonra, ümitsizliğin yerini büyük
bir azim ve kararlılık almıştır:
 “Ey Resûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun
elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır…”.
 Hz. Peygamber, putperestlikle mücadeleye başladığı andan itibaren, bütün
kötülükleri yeriyor ve bunlara karşı mücadele veriyordu.
 “Şunların hiçbirine boyun eğme: … Mal ve oğulları var diye, kendisine
ayetlerimiz okunduğunda ‘eskilerin masalları’ der” .
 Arapların başkalarına karşı gurur ve övünç nedeni olarak gördükleri zenginlik
ve kalabalık nüfus da bu ayetle anlamından çok şey yitiriyordu. Ellerindeki gücü
kaybetmek istemeyen Kureyş ileri gelenlerini, bu ve buna benzer ayetlerin
galeyana getirmesi gayet normal bir durumdur.
 Ortam Müşriklerin, hemen kaba kuvvete baş vurması için uygun değildi. Yakın
geçmişteki Ficâr savaşları kendilerini sabırlı olmaya zorluyordu.
 Hz. Muhammed’i öldürecek olsalar, Hâşim oğulları onun kanını yerde
bırakamazlardı. Böylece galibi mağlubu belli olmayan bir iç çatışma çıkardı.
 Öte yandan her kabileden birer ikişer kişi Müslümanlığı kabul etmiş
bulunuyordu.
6
 Kureyşliler, Ebu Talib’e rağmen Hz. Muhammed’e bir şey yapamayacaklarını
biliyorlardı. Bunun için heyet hâlinde, meseleyi görüşmek üzere ona gittiler.
 “… Sen olmasan biz ona yeteriz” dediler. Ebu Talib, birtakım yumuşak sözler
söyleyerek onları geri gönderebildi.
 Amcası Ebu Talib, heyetin söylediklerini ona haber verdiğinde: “Ben onları daha
hayırlı olan din ve ibadete çağırmaktan mı vazgeçeyim?” diyerek yolundan
dönmesinin kesinlikle söz konusu olmadığını belirtti.
 Değişen bir şey olmadığını gören Kureyş eşrafı, Ebu Talib ile ikinci kez
görüşerek, artık daha fazla sabredemeyeceklerini söyleyerek ültimatom verdiler.
 Ebu Talib, durumun giderek kötüye gittiğini düşünüyordu. Onun için Hz.
Muhammed’i yanına çağırtarak ondan, taşımaya güç yetiremeyeceği bir şeyi
kendisine yüklememesini istedi.
 Hz. Peygamber: “Ey amca! … bu işi bırakmam için güneşi sağ elime, ayı da sol
elime koysalar… bundan vazgeçmem” dedi ve bir şekilde amcasının yanından
ayrıldı. Ebu Talib ona yetişerek, kendi bildiği gibi davranmasını ve onu asla
yalnız bırakmayacağını teyit etti.
 Kureyşliler, Umâre b. Velid’i de yanlarına alarak üçüncü defa Ebu Talib ile
görüşmeye gittiler. Umâre, o sırada Kureyş’in en güçlü ve yakışıklı genci idi;
Muhammed’i kendilerine teslim etmeye razı olursa Umâre’yi onun hizmetine
vereceklerini söylediler. Tabiî Ebu Talib bu öneriyi de şiddetle reddetti.

7
 Kureyş’in tekliflerinden bıkıp usanan Ebu Talib, bir gün Kâbe’nin yanına giderek,
yazmış olduğu yaklaşık yüz mısralık ünlü kasidesini okudu. Bu kasidesinde bir
taraftan kavminin önde gelenlerinin dostluklarını istiyor, bir taraftan da
Muhammed’e yardıma devam edeceğini ve onu asla kendileriyle baş başa
bırakmayacağını dile getiriyordu. Bu kasidenin baş taraflarında yer alan birkaç
mısra, Türk tarihi açısından da ayrı bir anlam ifade etmektedir.
 Bu gelişmelerden sonra putperestler, çeşitli kabilelerden Müslüman olan kimseleri
sıkıştırmaya ve onlara işkenceler yapmaya başladılar.
 Ebu Talib ise, yeğenini yalnız kendi manevî nüfuzuyla korumanın artık mümkün
olamayacağını düşündüğü için Hâşim oğullarını, kendisiyle birlikte Muhammed’i
korumaya çağırdı. Ebu Leheb’in dışında kalan bütün Hâşim oğulları onu koruma
konusunda Ebu Talib’in yanında yer aldılar.
 Kureyş, hac mevsiminde ziyarete gelmesi beklenen kişilerden, Muhammed
hakkında soru soracak olanlara, ne cevap verecekleri düşündüler.
 Şairlik, kâhinlik, mecnunluk ve sihirbazlık şıkları üzerinde durdular. Bunlardan
hiçbirine kendileri de inanmadıkları hâlde, nihayet: “O, sihir olan bir söz
getirmiştir. O sözle, kişi ile: babasının, kardeşinin, eşinin veya kabilesinin arasını
açıyor. Bundan dolayı ondan uzak durun” diyelim dediler.
 Ebu Cehil’in amcası Velid b. Muğîre, hac mevsiminde bu şekilde davrananların
başında geliyordu. Onun, Kur’an hakkında ne söylediğini, yine Kur’an’daki şu
ayetlerden öğreniyoruz:
8
 “Sonra baktı, sonra kaşlarını çattı. Sonra arkasını döndü ve büyüklük tasladı.
Bu, ancak sonradan öğrenilen bir sihirdir; bu, sadece bir insan sözüdür dedi”.
 Kureyş ileri gelenleri, kendilerine göre birtakım cazip tekliflerde bulunarak Hz.
Muhammed’i davasından vazgeçirmeyi denemeye karar vermişlerdi.
 Mekke’nin en zengini yapmayı, istediği kadınla evlendirmeyi ve hatta başlarına
reis olarak geçirip arkasından gitmeyi vaat ettiler.
 Buna karşılık ondan, atalarının ilâhlarına tapınmayı kabul etmesini istediler. Bu
takdirde putperestler de Hz. Muhammed’in taptığı Allah’a tapacaklardı. Esved
b. Muttalib (Kafirun Suresi).
 Ebu Cehil başta olmak üzere müşrikler, fırsat buldukça Hz. Peygamberle alay
etmek isterler ve onu hakir görürlerdi. Ondan daha yaşlı ve zenginler dururken
peygamberliği ona yakıştıramazlardı.
 “Seni gördükleri zaman: ‘Bu mu Allah'ın peygamber olarak gönderdiği!’ diyerek
hep seni alaya alıyorlar… Azabı gördükleri zaman, asıl kimin yolunun sapık
olduğunu bilecekler”.
 “Senden önceki peygamberlerle de alay edilmiş, bu yüzden onlarla alay
edenleri, alay ettikleri şey (azap) kuşatıvermişti. De ki: Yeryüzünde dolaşın da
yalanlayanların sonu nasıl olmuş görün!”.
 “İçlerinden kendilerine uyarıcı bir peygamber geldiğinde şaştılar da kâfirler: ‘Bu
bir sihirbazdır, yalancıdır’ dediler. İlâhları bir tek ilâh mı kılmış? çok tuhaf!.. Biz
bunu başka bir dinde işitmedik, bu mutlaka bir uydurmadır…”
9
 Müşriklerin ileri gelenleri, sadece manevî baskı ile yetinmemişler ve bizzat Hz.
Peygamber’e karşı şiddete varan eylemlerde de bulunmuşlardır..
o Mekkeli müşriklerin Müslümanlığa karşı bu kadar amansız birer düşman
kesilmelerinin nedenleri:
• 1. Mevcut düzenin değişmesinden zarar göreceğini tahmin eden nüfuz ve
iktidar sahiplerinin bu üstünlüklerini kaybetme endişesi gelmektedir.
• 2. Üstünlüğü ele geçirme gayreti içinde bulunan Ümeyye oğullarının (Emevîler),
Hz. Muhammed’in mensubu bulunduğu Hâşimîlere üstünlüğü kaptırma kaygısı,
• 3. Mekke’nin ticarî hayatının bu yeni din dolayısıyla zarar göreceğini zanneden
ve geçimini ticaretten sağlayan kimseler de bu düşünce ile karşı çıkmış
olmalıdırlar.
• 4. Geleneklere karşı körü körüne gösterilen bağlılık. “Onlara, Allah'ın indirdiğine
ve Peygamber’e gelin dendiği zaman, Babalarımızı üzerinde bulduğumuz şey
bize yeter derler. Ataları bir şey bilmeyen ve doğru yolu bulamayan kimseler
olsa da mı?”
• 5. Köle sahiplerinin, kölelerin Müslüman olmasını kendilerine bir baş kaldırma
gibi görmeleri.
• 6. Geçimlerini put yapım ve satımından kazanan kişilerin işlerini kaybetme
korkusu.

10
o Dâru’l-Erkam
 Müslümanların sayısı arttıkça Müslümanlara yönelik eziyet ve baskılar da
tahammül edilemeyecek bir duruma gelmişti.
 Bu durum, sahabeden Erkam’ın evini bir tebliğ merkezi hâline getirmiştir. Bu
ev, Kâbe’yi ziyarete gelen hacıların mutlaka uğramak zorunda oldukları Safâ
tepesinin eteğinde bulunduğu için merkezî bir yerde idi.
 Erkam, Cahiliye döneminde şeref ve itibara sahip Mahzum oğulları
kabilesine mensup 25 yaşlarında bir gençti. Dedesi Esed de, zamanında
Mekke’nin önemli reislerindendi.
 Hz. Peygamber, günün önemli bir kısmını bu evde geçiriyordu. Burada
ashabına hem yeni gelen ayetleri haber veriyor, hem de cemaatle namaz
kıldırıyordu.
 Müslüman olmaya niyetli olan kimseler de buraya getiriliyordu. İlk
Müslümanlardan Ammar ve Habbab gibi önemli simalar bu eve gelerek
Müslüman olmuşlardır. Hz. Ömer de, bu evde Müslüman olanlardandır.
 Erkam’ın evi, Müslümanlar için dinî ve idarî bir merkez veya bir sığınak
durumunda idi.
 Mekke’de nazil olmuş bulunan ayetlerin büyük bir kısmı bu evde nazil
olmuştur.

11
 Kimsesiz Müslümanlara Yönelik Baskı ve İşkenceler
 Kureyşliler, daha ziyade kendilerini koruyacak bir aşireti bulunmayan kimsesiz ve
zayıf Müslümanlara baskı ve işkencelerde bulunmuşlardır. Kendilerini koruyacak
aşireti bulunan Müslümanlara ise ilişemiyorlardı. Bununla birlikte her kabile, kendi
aralarından Müslüman olanlara maddî ve manevî baskı uygulamaktan da geri
durmuyordu.
 Hz. Osman Müslüman olduktan sonra amcası Hakem b. Ebi’l-Âs, İslâmdan
döndürebilmek için onun ellerini ve ayaklarını iple bağlamış, ancak ne yaparsa
yapsın dininden döndüremeyeceğini anlayınca salıvermişti.
 Ebu Cehil mevki sahibi veya zengin bir kimsenin Müslüman olduğunu duyduğunda,
malını ve itibarını bu yüzden kaybedeceğini söyleyerek onu vazgeçirmeye çalışırdı.
Eğer zayıf bir kimse Müslüman olmuş ise, işkence görmesi için ne gerekirse onu
yapardı.
 Ammar b. Yâsir, tıpkı Bilâl gibi işkencelere maruz kalan zayıf Müslümanlardan
biridir. Anne ve babasıyla birlikte İslâmiyet’i kabul ettiğinde, Müslümanların sayısı
henüz 30 küsur kişiden ibaretti.
 Aslen Yemenli olan Yâsir Mekke’ye gelmiş ve Mahzum oğullarının antlaşmalısı
olarak buraya yerleştikten sonra Sümeyye adında bir cariye ile evlenmişti. İşte adı
geçen Ammar bu evlilikten dünyaya gelmiştir.
 Aileden ilk önce Ammar, yakın arkadaşı Süheyb ile birlikte Erkam’ın evinde Hz.
Peygamber’in huzurunda Müslüman olmuştu. Sonra anne ve babasına İslâm’ı
anlatmış ve onlar da İslâm’ı kabul etmişlerdi.
12
Bilal-i Habeşî'nin Şam'da Bululan Türbesi 1
13
Bilal-i Habeşî'nin Şam'da Bululan Türbesi 2
14
o Ammar’ın Müslüman olduğunu öğrenen Mahzum oğulları çileden çıktılar.
Ammar’ı babası ve annesiyle birlikte, onlara işkence ettiler. Ebu Cehil'in,
Mahzum oğullarından bir kimse olması da onlar için ayrı bir şanssızlık olmuştur.
Yâsir, bu işkencelere daha fazla dayanamadı ve şehit oldu. Hanımı Sümeyye de
Ebu Cehil tarafından şehit edildi. Böylece bu karı-koca İslâm uğrunda şehit
düşen ilk kimseler olarak tarihe geçtiler.
 Gözünün önünde anne ve babasının şehit edildiklerini gören Ammar,
işkenceden kurtulabilmek için onların istediği şekilde Lât ve Uzzâ’yı öven ve
İslâmı inkâr eden bazı sözler söylemek zorunda kaldı.
 Hz. Peygamber onun bu davranışını tasvip ederek, benzer bir durumla
karşılaşması hâlinde yine aynı onların dediklerini yapmasına izin verdi.
 “Kalbi iman ile yatışmış olduğu hâlde, dinden dönmeye zorlananlar dışında, her
kim imanından sonra küfre kalbini açarsa, mutlaka onların üzerine Allah’tan bir
azap gelir ve onlar için büyük bir azap vardır”.
 Ammar, herkesle birlikte Medine’ye hicret etmiş ve Hz. Peygamber’in bütün
savaşlarına katılmıştır. Hz. Ömer’in halifeliği döneminde iki yıl kadar Kûfe valiliği
yapmıştır. Ali-Muaviye çatışmasında Hz. Ali’nin yanında yer almış, Sıffin
savaşında hayatını kaybederek (M. 657) Kûfe mezarlığına defnedilmiştir.

15
o Süheyb-i Rumî : Ammar’ın Müslüman olmasına vesile olan Süheyb-i Rumî
de, Bilâl ve Ammar gibi işkenceye uğrayanlardandır.
 Babası veya dedesi, Sasanî hükümdarı adına Musul’a bağlı Übülle’ye hâkim
bulunuyordu. Bu yöreye saldıran Bizanslıların eline esir düşmüş ve onların
arasında büyümüştü. Rumî lâkabıyla anılmasının nedeni, bir süre onların
yanında yaşamış olmasıdır.
 Daha sonra köle olarak Kelb oğullarına intikal etmiş ve bu vesileyle
Mekke’ye gelmiştir. Nihayet Abdullah b. Cüd’ân tarafından azat edilince
özgürlüğüne kavuşmuştur.
 Ne var ki, öteki kimsesiz Müslümanlar gibi Süheyb’in de bir koruyucusu
yoktu. Gördüğü işkenceler onu yolundan çeviremedi.
 Hicret edeceği zaman, her şeyini Müşriklere bırakmak suretiyle hayatını
kurtarabilmiş ve Medine’ye zor şartlar altında varmıştır.
 Hicret sırasında başından geçenleri anlattığı zaman Hz. Peygamber ona:
“Buna rağmen bu alış verişte kârlı çıkan sensin” demiştir.
 “İnsanlardan bazısı da vardır ki, Allah’ın rızasına ermek için canını bile verir”
ayetinin onunla ilgili olarak nazil olmuştur.
 Hz. Peygamber’in bütün savaşlarına katılmıştır. Hz. Ömer, bir Mecusî
tarafından suikasta uğradığı zaman, yeni halife seçilene kadar imamet
görevini ona vermiştir. Cenaze namazını da o kıldırmıştır.
16
 Üçüncü halife Hz. Osman’ın ölümüyle sonuçlanan fitne olaylarında tarafsız
kalarak Medine’deki evine çekilmiş ve 73 yaşında bir ihtiyar olarak M. 658’de
vefat etmiştir.
o Habbab b. Eret: Cahiliye döneminde Rabîa kabilesine mensup kimseler
tarafından esir alınarak Mekke’de köle olarak satılmıştı. Geçimini demircilik
mesleğinden sağlıyordu.
 Müslümanlığı kabul ettiği için sırtını kızgın demirle dağlamak veya kora
bastırmak suretiyle kendisine işkenceler yaptılar.
 Âs b. Vâil’den bir miktar alacağı vardı. Ondan bu alacağını istediği zaman: “…
Tekrar dirildiğinde bana gelirsin. O vakit benim malım ve evlâdım olacak,
alacağını sana veririm” diyerek alay etmişti.
 “Ayetlerimizi inkâr eden ve ‘Muhakkak surette bana mal ve evlât verilecek’
diyen adamı gördün mü? O, gaybı mı bildi, yoksa Allah'ın katından bir söz mü
aldı? Kesinlikle hayır! Biz onun söylediğini yazacağız ve azabını uzattıkça
uzatacağız”.
 Herkesle birlikte Medine’ye hicret etmiş ve ömrünün sonuna kadar bütün
savaşlara katılmıştır. 657’de hastalanarak Kûfe’de vefat etmiştir.

17
o Ebu Fükeyhe: köle olması nedeniyle sahibinin acımasız işkencelerine
uğrayan kimsesiz Müslümanlardandır.
 Cumah kabilesinden Safvan b. Ümeyye’nin kölesi idi. Sahibi onun ayağına bir
urgan bağlamış ve daha sonra kızgın kumlar üzerinde sürükletmiştir. Bu
sırada kendisine putlardan biri gösterilerek: “Senin Rabbın bu değil mi?” diye
sormuşlardı. Bu soruya Ebu Fükeyhe: “Benim de, bunun da, senin de
Rabbımız Allah’tır” diye cevap verince işkenceye devam etmişler ve bu
yüzden daha fazla dayanamayıp bayılınca, öldüğünü sanıp bırakmışlardı.
 Hz. Ebu Bekir onu sahibinden satın alıp azat etmek suretiyle işkenceden
kurtarmıştır. Fakat önceden gördüğü işkencelerden ötürü vücudu zayıf
düşmüş ve bir daha eski sağlığına kavuşamamıştır.
 Hicretten sonra uzun zaman yaşayamamış ve Bedir savaşından önce 623’te
Medine’de vefat etmiştir.
 İşkencelere uğrayan kimsesiz Müslümanlar yalnız bunlardan ibaret değildir.
Lübeyne, Zinnîre, Nehdiyye ve Ümmü Ubeys adlı cariyeler de sahiplerinin
değişik işkencelerine uğramışlardı. Ebu Bekir, adı geçen bu cariyeleri
sahiplerinden satın alarak azat etmiştir.

18
• Değerlendirme:
 Baskı ve eziyet gören bu Müslümanlara bakarak, İslâm'ın doğuşunu bir köleler
veya yoksullar hareketi gibi değerlendirmek doğru değildir.
 Çünkü, aşağıda görüleceği üzere, evini barkını terk ederek Habeşistan’a hicret
eden ilk kafilede bile, toplumun her kesiminden kişilerin bulunduğu bilinmektedir.
 İlk Müslümanların genellikle genç erkeklerden meydana geldiği dikkat
çekmektedir.
 Bu gençler arasında Ebu Huzeyfe ve Halid b. Said gibi nüfuzlu ailelere bağlı
olan kimseler de vardır.
 Mekke’nin yönetiminde söz sahibi olan ailelerin yaşlı üyeleri, mevcut durumun
devam etmesini kendi çıkarlarına uygun gördükleri için olsa gerek, kendilerinden
Müslümanlığı kabul eden gençleri takdir etmedikleri gibi onlara engel olmak için
ellerinden geleni yapıyorlardı.
 Oysa, orta sınıfa bağlı olan gençler ise kendi aileleri arasında daha etkili
olabiliyorlardı. Buna göre İslâm'ın, daha ziyade genç erkeklerin omzunda
yükselmiş bir hareket olduğunu kabul etmek doğru bir yaklaşımdır.
 Medine’ye hicretin yapıldığı 622 senesinde, yaşları bilinen Müslümanların büyük
çoğunluğu 40 yaşın çok altında bulunuyordu. Üstelik bunlardan bir kısmı
Müslüman olalı 8-9 yıl olmuştu.

19

You might also like