You are on page 1of 14

HİCAZ’DA DİNÎ

DURUM

1
 Dinî Durum
 İslâmdan önceki döneme Cahiliye Dönemi denilir. Bilgisizlik anlamına gelen
cahiliye kelimesi mutlak bilgisizliği ifade etmez.
 Cahiliye Dönemi kavramıyla, herhâlde peygambere ve kutsal kitaba bağlı
olunmayan bir dönem kastediliyor olmalıdır.
 Hicaz halkı, Hz. İbrahim’in ve onun oğlu İsmail’in getirdiği dine bir süre bağlı
kaldıktan sonra, zamanla bu dini unutarak putlara tapmaya yöneldiler. Çünkü
İsmail Peygamberden sonra Hz. Muhammed’e kadar Hicaz’a yeni bir
peygamber gelmemiştir.
 Müşrik Araplar, evrenin dışında yüce bir Tanrının varlığına inanmaya da
devam ettiler. Onun, her şeyi yaratan, yağmuru yağdıran ve evrenin mutlak
hâkimi olduğunu biliyor ve kabul ediyorlardı.
 Arapların İslâm'dan önceki dönemde Allah’a inandıkları şu ayetlerden de
anlaşılmaktadır: “De ki: ‘Eğer biliyorsanız bu dünya ve onun içinde bulunanlar
kimindir?’ ‘Allah’ındır’ diyecekler. ‘Öyleyse siz düşünmüyor musunuz?’ de. ‘Yedi
kat göğün ve büyük Arş’ın rabbi kimdir?’ diye sor. ‘Allah’tır’ diyecekler. O hâlde
siz ‘Allah’ın azabından korkmuyor musunuz?’ de. ‘Biliyorsanız söyleyin’, ‘Her
şeyin mülk ve yönetimi kendisinin elinde olan, her şeyi koruyup kollayan, fakat
kendisi buna muhtaç olmayan kimdir?’ diye sor. “Allah’tır” diyecekler. ‘O hâlde
nasıl olur da kandırılırsınız?”.

2
 “Onlara: ‘Kim gökten suyu indirip de ölmüş olan yeri onunla diriltti?’ diye sorsan:
‘Allah’ derler. De ki: ‘Hamd Allah’a lâyıktır’. Fakat onların çoğu düşünmezler.
 “Onların çoğu Allah’a ortak koşmadan inanmazlar”.
 Arap putçuluğunun temelinde cinlere saygı göstermek yatıyordu. Bedevî
muhayyilesi tabiattaki vahşî ve ıssız yerleri onlarla doldurmuştur.
 Ancak onlar Tanrı’yı dost olarak gördükleri hâlde, cinleri sakınılması gereken
varlıklar olarak görüyorlardı. Nitekim, cinler tarafından kontrol altına alınmış
kişilere ‘mecnun’ denilmesi de bunu göstermektedir.
 “Cinleri Allah’a ortak yaptılar. Hâlbuki onları o yaratmıştır. Bilmeden ona oğullar
ve kızlar uydurdular. Haşâ o, onların ileri sürdüğü niteliklerden uzaktır”.
 İnanışa göre, İnsan gözüne görünmeyen bu varlıklar, ulu kayaların, ağaçların ve
putların içini kendilerine mesken edinirlerdi. Onlardan gelebilecek kötülüklerden,
ancak onların sevgisini kazanmak suretiyle emin olunabilirdi.
 Her bölgenin veya her kabilenin hatta her ailenin kendilerine ait bir putu vardı.
 Araplar, putları Tanrı’ya bağımlı ve kendileri için Tanrı katında şefaatçi olarak
görüyorlardı. Putlar adına kurbanlar kesiyor ve onlara pay ayırıyorlardı.
 Araplar bir taraftan putlara taparken bir taraftan da işlerine gelmediği zaman
onlara saygısızlık ediyorlardı. Ünlü şair İmruu’l-Kays, babasının intikamını almak
niyetiyle Zu’l-Halasa putunun önünde fal oklarına başvurdu. İstediği çıkmayınca
sövüp saymaya başladı.

3
 Çok önemsiz sebeplerden ötürü putlara kızan ve onlara hakaret edenler de
olurdu. Meselâ bir gün Milkan oğullarından biri, devesi için bereket dilemek
üzere, kabilesinin Sa’d adındaki putunun yanına gitmişti. Ne var ki deve korkup
kaçınca puta bela okumuş ve taşlamıştır.
 Benû Hanîfenin, hurma ile süt ve yağdan imal ettikleri bir putları vardı. Bir kıtlık
zamanında onu yemek zorunda kaldılar.
 Hicaz bölgesinde putperestliğin yaygın olmasına karşılık, VI. yüzyılın başlarında,
yarımadanın güneyinde bulunan Yemen ve Necran bölgelerine Musevîlik ve
Hristiyanlık aynı zamanlarda girmişti.
 Yemen’de son Himyer hükümdarı olan Zû-Nuvas, Musevîliği kabul ettikten sonra
Necran Hıristiyanlarına büyük baskılar yapmış ve bu yüzden ülkesi, Hıristiyan
olan Habeşlilerin istilâsına uğramıştı.
 Kuzeydeki Gassanî ve Hîre devletleri de Hıristiyanlığın etkisinde kalmıştı. Her iki
din de özellikle Hicaz’da yaygın birer din hâline gelememişti.
 Araplar, ilk şeklinden ve amacından uzaklaşmış olmakla birlikte Kâbe’yi ziyaret
etmeyi İslâmiyet'e kadar sürdürdüler. Bu saygı sadece dinî değil, aynı zamanda
ticarî amaçlı olmalıdır.
 Hicaz’da putperestlerin dışında, Hanîf adı verilen, tek tanrıya ve ahiret gününe
inanan bazı kimseler vardı. Bunlar Hz. İbrahim’in dinini araştırıyorlar ve onu
yeniden hayata kavuşturacak olan yeni bir peygamberin gelmesini bekliyorlardı.

4
 Hz. Hatice’nin yeğeni Varaka b. Nevfel, Hz. Hamza’nın yeğeni Abdullah b. Cahş,
Hz. Ömer’in amcazadesi Zeyd. b. Amr ve Hz. Hatice ile Varaka’nın amcazâdeleri
olan Osman b. Huveyris.
 Hanîflerin, kendi aralarında bir cemaatleri bulunmadığı gibi ortak bir
ibadethaneleri de yoktu. Dolayısıyla halka yön vermeleri mümkün değildi.
Nitekim daha sonra bunlardan Zeyd hariç diğerleri Hıristiyan olmuşlardır.
 Hanîfler, bir bakıma İslâm dininin müjdecileri durumunda idiler. Hanîflerden ayrı
olarak, bir Allah’a ve ahiret gününe inanan başka kişiler (muvahhid) de vardı.
 Bir de bireysel olarak kendisine içkiyi ve zinayı haram sayan kişiler bulunuyordu.
 Kus b. Saide’nin Ukaz Panayırında şu mealde bir konuşma yaptığı rivayet
edilmektedir: «Ey insanlar! Geliniz, dinleyiniz, belleyiniz! İbret alınız! Yaşayan
ölür, ölen fena bulur… Yemin ederim ki, Allah indinde bir din vardır ki, şimdi
içinde bulunduğunuz dinden daha sevgilidir. Allah’ın gelecek bir peygamberi
vardır ki, gelmesi pek yakındır…Herşey fânidir. Baki olan ancak Allah’dır. O,
birdir, şerîki ve nazîri yoktur. İbadet edilecek ancak O’dur, doğmamış ve
doğurmamıştır...»
 Mekke ve Kâbe’de Bulunan Putlar
 Kâbe’nin çevresinde, sayısı 360’ı bulan putlar vardı. Bu putlardan her birinin ayrı
bir kabileye ait olduğu ve temsil ettikleri kabilelerin nüfuz ve genişliğine göre
büyükten küçüğe doğru sıraya konmuş oldukları anlaşılmaktadır.

5
 Bu putların en büyüğü olan Hübel, Kureyş’e aitti. Kırmızı akik taşından insan
şeklinde yapılmış olan bu putun önünde yedi tane fal oku vardı. Kureyşliler,
tereddüt ettikleri bir konuda bu fal oklarını çekerek karar verirlerdi.
 Hz. Muhammed’in dedesi Abdülmuttalib de, oğlu Abdullah hakkında bu fal
oklarına müracaat etmişti.
 İnanışa göre yağmuru yağdıran, zaferi kazandıran, nesilleri, hayrı ve şerri
meydana getiren de Hübel idi.
 İsâf ve Nâile adlı putlar da insan şeklinde olup Hübel’den sonra en itibarlı
putlardı. Biri Kâbe’nin diğeri Zemzem kuyusunun yanına yerleştirilmiş olup,
kurbanlar bu ikisinin arasında Kâbe’ye yöneltilerek kesiliyordu.
 Mekke’nin fethedildiği gün Kabe bu putlardan temizlenmiştir.
 Mekke Dışında Bulunan Ünlü Putlar
 Mekke’de ve Kâbe’deki putların dışında, Hicaz Arapları tarafından verilen değer
ve gösterilen saygıya göre belli başlı üç put vardır: Lât, Menât ve Uzzâ.
 Menât, çok eski bir dinî hatıraya sahip olup putperest Arapların en eski putudur.
Bu puta, en çok Medine’de oturan Evs ve Hazrec kabileleri sahip çıkıyordu.
 Menât, Mekke ile Medine arasında, sahildeki Kudeyd’de siyah bir kayadır.
 Lât putu, Tâif şehrinde bulunan dört köşeli bir kaya parçasıdır. Sakîf kabilesine
ait olmakla birlikte diğer kabileler tarafından da saygı görüyordu.

6
Cahiliye Dönemi Putlarından Bir Kısmı ve Bulundukları Yerler
7
 Lât’ın hizmetkârları, onun üzerine sonradan bir bina yapmışlardı. Bu bina
dolayısıyla tâğut (tapınak) olarak kabul edenler de bulunmaktadır.
 Uzzâ, diğer iki puttan sonra put edinilmiş olmasına rağmen saygı ve kabul
görme konusunda diğerlerini geride bırakmıştır. Kureyş ve Kinâne kabilelerine
aitti. Mekke’den Irak’a giden yol üzerindeki Huraz vadisinde bulunan üç hurma
ağacından ibaretti. Ayrıca yanında, kutlu olduğuna inanılan bir taş vardı. İlk
olarak Zâlim b. Esad adında biri, adı geçen taşın üzerine, içinden meçhul
seslerin geldiği söylenen bir ev yaptırdı.
 Mekkeli ve Kureyşli Araplar Uzzâ’ya gösterdikleri saygıyı başka hiçbir puta
göstermezlerdi.
 Kur’an’da da isimleri geçen bu üç put, putperest Araplar tarafından Allah’ın
kızları olarak kabul ediliyordu. Günlük hayatlarında kadına lâyık olduğu değeri
vermedikleri ve kendileri kız çocuğa sahip olmak istemedikleri hâlde, Tanrıya
kız evlâtlar isnat ederek ikinci bir yanlışın içine düşmüşlerdir. Allah, onları işte
bu tavırları dolayısıyla kınamaktadır: “Siz de gördünüz değil mi o Lât ve
Uzzâ’yı? Üçüncü olarak da Menât’ı? Size erkek O’na dişi öyle mi?”.
 Bu üç ilâhenin (tanrıça) birer tâğut olduğunu söyleyenler de vardır.
 Tarihin derinliklerine kadar uzanan ve Nuh kavminden kaldığı rivayet edilen
birtakım putlar daha vardır. Kur’an’da bunların isimleri: Vedd, Suvâ, Yağûs,
Yaûk, ve Nesr olarak geçmektedir. Sırasıyla bu putlar: erkek, kadın, aslan, at
ve kerkenez suretinde idiler.

8
 Hemen hemen her aile, kendi evlerinde tapınmak üzere üzere özel bir put
bulundururdu.
 Tapınaklar
 Kâbe, başta Mekkeliler olmak üzere bütün Hicaz halkı tarafından en üstün
tapınak olarak kabul görüyordu. Bununla birlikte, Kâbe kadar olmasa da benzer
amaçlarla kullanılan başka tapınaklar da vardır.
 Bu tapınakların başlıcaları: Zü’l-Halasa, Riam, Ruda’, Besâ ve Zü’l-Kâabat’tır.
 Zü’l-Halasa, Mekke ile Yemen arasında Tebâle denilen yerde idi. Yemenlilerin
Kâbesi diye ün kazanmıştır. Kâbe’de olduğu gibi Zü’l-Halasa’nın yanında da fal
okları çekilirdi.
 Fetihten sonra Hz. Peygamber, Cerir b. Abdullah’ı bu tapınağı yıkmakla
görevlendirmiş, o da ancak savaşarak yıkabilmiştir.
 Riam tapınağı, Yemen halkının Sana’daki tapınakları idi. Yemen hükümdarı
Tubba’nın emri üzerine iki Yahudi haham tarafından yıkılmıştır.
 Sosyal Durum
 Cahiliye dönemi şiirleriyle ünlüdür. Ancak bu şiirlerin güzelliği dil bakımından
olup yüce düşüncelerden nasibini alamamıştır.
 Medeniyetin en önemli vasıtalarından biri olan yazı ise pek bilinmiyordu. Bilgi
akışı yazıdan ziyade sözlü rivayetlere dayanıyordu

9
 Misafirperverlik, özgürlük aşkı, cesaret ve mertlik, kabileye bağlılık gibi
hususlar toplumda değer verilen özelliklerdi.
 Kabile ve akrabalar arasında ifrata varan dayanışma duygusu, kişiler
arasındaki en basit sorunların savaşlara dönüşmesine neden olabiliyordu.
 Nüfusun büyük çoğunluğu bildikleri su kaynakları ve otlaklar arasında dolaşıp
duruyor ve çadırlarda yaşıyordu. Bu yüzden medenî hayatın kazandırdığı
faziletlerin göçebeler arasında oluşması mümkün değildi.
 Merkezî bir hükümet yoktu; olan birtakım mahallî hükümetler ise çok zayıftı.
 Kadının işgal ettiği mevki çok aşağı seviyede idi. Aşk şiirlerinde ifade edilen
sevgi gerçek hayata pek yansımıyordu. Çok evlilik yaygındı ve kadın sayısı
için belli bir sınır yoktu.
 İslâmiyet bu sınırsız evlenmeyi yasaklamış ve bir erkeğin zorunlu hâllerde ve
isterse en fazla dört kadınla evlenebilmesine izin vermiştir. Şüphesiz bu
sınırlama dahi o zaman için çok ileri bir adımdır. Dahası Kur’an’da tavsiye
edilen evlilik tek kadınla yapılacak olan evliliktir.
 Fuhuş sanki bir meslekmiş gibi icra edilebiliyordu. Sahipleri tarafından köle
kadınlar bu yolla para kazanmaya zorlanabiliyordu.
 Kadın, mirastan bir pay alamıyordu. Buna karşılık bizzat kendisi bir miras
olarak başkalarına intikal ediyordu. Vâris isterse, onunla kendisi evlenebilir
veya başkasıyla evlendirebilirdi.

10
Kadının

Durumu
Oğul isterse, babasından boşanmış veya onun ölümüyle dul kalmış olan üvey
annesiyle evlenebilirdi. Bu şekilde evlilik yapanlara ‘dayzen’ adı verilirdi.
 Kur’an’da bunu yasaklayan bir ayetin bulunması dikkatimizi çekmektedir:
“Geçmişte olanlar hariç, babalarınızın nikâhladığı kadınlarla evlenmeyiniz.
Şüphe yok ki o, pek çirkindi, iğrenç idi, o ne fena bir âdetti.
 Boşanma için de belli bir sınır yoktu. Bir erkek karısını istediği kadar boşayabilir
ve iddetini tamamladıktan sonra onu tekrar geri alabilirdi.
 Zıhar uygulaması, hanımlara manevi işkenceden başka bir şey değildi. Bu
durumda kadın resmen boşanmış olmadığı için başkası ile evlenemezdi.
 Kız çocuğuna sahip olmak, soylu kişiler için utanç nedeni olarak kabul edilirdi.
Bu âdeti, kız çocuğun ileride esir düşmesi hâlinde, başına gelebilecek kötü
olaylara meydan vermemek gibi bir gerekçe ile açıklamaya çalışanlar vardır.
Ancak bu da, esir kadınların gerçek hayatta, diri diri toprağa gömülmekten daha
kötü bir durumda olduklarını düşündürmektedir.
 Şiir Sanatı
 Cahiliye Dönemi Arapları, sanat alanlarından sadece şiir alanında çok ileri
gitmişlerdir. Kesin olan şudur ki, Milâdî VI. yüzyılın başlarında, bütün Kuzey
Arabistan’da yaşayan hemen hemen bütün Arap kabilelerince bilinen ortak bir
şiir dili mevcut idi.

11
 Eski kasidelerden Muallekât-i Seb’a (Yedi Askı) diye bilinenler birinci sırada yer
alırlar. Bu kasideler, her yıl Ukaz panayırında düzenlenen şiir yarışmalarında ödül
kazanmış olan kasidelerdir. Bunlar, yazıya geçirilip Kâbe’nin duvarlarına asılırdı.
 Araplar arasındaki inanışa göre şairler, halktan normal bir kimsenin asla sahip
olamayacağı özel ilimle donatılmış kimselerdir. Gözle görülmeyen birtakım
varlıklarla temas hâlindedir.
 Öte yandan şair, edeceği beddualarla, düşmanının üzerine belâ ve kötülükler
yağdırabilecek bir gücün sahibidir. Bunun için onun sanatına, yalnız hayatın bir
süsü olarak bakılmaz ve öldürücü bir silâhtan korkarcasına ona hedef olmaktan
da korkulurdu.
 Şair, içinde bulunduğu toplulukta kamuoyu oluşturabilir ve gerektiğinde onların
sözcülüğünü yapabilirdi. Bunun için şairlerin hem kendi kabilelerini hem de
düşman kabileyi iyi bilmeleri gerekirdi.
 Bu bakımdan eski Arap şiirleri, yazıldıkları dönem için birer kaynak gibidir.
 Şiir Sanatı ve Kur’an: Putperest Araplardan bir grup kimse Hz. Muhammed’e
gelerek, ondan Kur’an’ın dışında olağanüstü bir şey getirmesini, yoksa
kendilerinin de buna benzer bir kitap getirebileceklerini iddia etmişlerdir.
 De ki: Ant olsun, bu Kur'an'ın bir benzerini ortaya koymak üzere insanlar ve cinler
bir araya gelseler ve birbirlerine yardımcı olsalar bile, onun benzerini meydana
getiremeyeceklerdir.

12
 Yoksa, ‘onu kendisi uydurdu’ mu diyorlar? O hâlde sen de onlara de ki: Eğer
doğru söylüyorsanız, Allah'tan başka çağırabileceğiniz kim varsa onları da
yardıma çağırın; siz de onun gibi uydurulmuş on sure getirin.
 Eğer kulumuza indirdiğimiz Kur’an’dan herhangi bir şüpheye düşüyorsanız,
haydi onun benzeri bir sure getirin, eğer iddianızda doğru iseniz Allah’tan başka
güvendiklerinizi de yardıma çağırın. Eğer bunu yapamazsanız, ki hiçbir zaman
yapamayacaksınız, o hâlde yakıtı insanlar ve taşlar olan, inkârcılar için
hazırlanmış cehennem ateşinden sakının.
 Yoksa, onu (Muhammed) uydurdu mu diyorlar? De ki: Eğer sizler doğru iseniz
Allah'tan başka, çağırabileceğiniz kim varsa yardıma çağırın da onun benzeri
bir sure getirin.
 Hz. Muhammed’e verilen en büyük mucize Kur’andır. Diğer peygamberlere
verilen mucizeler belli bir çevre ve zamanla sınırlı olmuştur. Bu mucizeler
hakkında, akla uymuyor diye inkâr yönüne gidenler olabilir.
 Kur’an’ın mucize oluşu ise zamanla ve mekânla sınırlı olmayıp süreklilik arz
etmektedir.
 Kehânet ve Arâfet:
 Kehânet geçmiş hakkında bilgi vermek, Arâfet ise gelecek hakkında bilgi
vermektir.

13
 Müşrik Araplar, kâhinlerin her şeyi bildiğine ve bu bilgileri onlara cinlerin haber
verdiğine inanırlardı. Kâhinler hastaları okuyup üfleyerek tedavi etmeye
çalıştıkları gibi, faili belli olmayan hırsızlık olaylarını ortaya çıkarmak için de ipleri
düğümleyip üflerler ve bu suretle olayı aydınlatmaya çalışırlardı.
 İki davacı tarafından hakem tayin edildiklerinde ise, kur’a çekmek suretiyle
onların sorunlarını hallederlerdi.
 Allah’tan başka hiç kimse gaybı bilemez. Dolayısıyla kâhinlerin verdikleri
haberlerin hiçbir değeri bulunmadığı anlaşılmaktadır.
 Gayb hakkında, peygamberler bile, ancak Allah’ın vahiy yoluyla bilgilendirdiği
ölçüde bilgi sahibi olabilirler. “De ki: ...Eğer ben gaybı bilseydim elbette daha çok
hayır yapmak isterdim ve bana hiçbir fenalık dokunmazdı. Ben sadece inanan
bir kavim için bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim". “De ki: ben size, Allah'ın hazineleri
benim yanımdadır, demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size, ben bir meleğim de
demiyorum. Ben, sadece bana vahyedilene uyarım.”

14

You might also like