Professional Documents
Culture Documents
Fissür Örtücüler
Fissür Örtücüler
SEALANTLAR)
Pit ve fissürlerde
biriken ve temizlenmesi oldukça güç olan besin ve
mikroorganizmalar bu bölgelerin pH’sını düşürmekte ve
bunun sonucunda F’in remineralizasyon etkisi
sağlanamamaktadır. Bu nedenle düşük pH’ya sahip pit ve
fissürler çürüğe yatkın alanlar haline dönüşmektedir.
3. Henüz sürmüş dişlerde, fissürlerin tabanında otolize
uğramadan kalan Nasmyth zarının F’in topikal etkisini
önleyen bir bariyer oluşturması çürüğe olan yatkınlığı
arttırmaktadır (Lingström ve ark., 2000; Zaura ve
ark., 2002).
4. Mine tabakasının kalınlığı, sığ fissürlerde 1,5-2
mm iken, derin pit ve fissürlerde 0,2 mm veya
daha az olabilmektedir. Bu nedenle, düz mine
yüzeylerinde başlayan çürük lezyonlarının
dentine ulaşabilmesi için uzun yıllar
gerekebilmekte; bu durumda başlayan
lezyonların F remineralize olarak durmasına ve
hatta gerileyebilmesine olanak sağlamaktadır.
Oysa derin fissürlerde başlayan çürük lezyonları
hızla dentine yayılmaktadır (Hicks ve Flaitz,
2009).
5. Pit ve fissürler, besin ve mikroorganizmalar için
bulunmaz retantif sahalardır.
Bu bölgelerde tükürüğün temizleyici etkisinin az
olması ve mekanik temizlik
işlemleriyle bu bölgelerin yeterince
temizlenememesi çürük gelişimine
olanak sağlamaktadır (Mathewson ve Primosch,
1995; Lussi ve ark., 2004;
Hicks ve Flaitz, 2009).
6. Dişlerin sürmesini takip eden ilk yıllarda demineralizasyon ve
remineralizasyon
döngüleri ile minenin olgunlaşması devam eder. Olgunlaşmasını
tamamlamamış
dişlerde sodyum ve magnezyum iyonlarının fazla olması minenin
çözünürlüğünün
yüksek, dolayısıyla çürüğe karşı direncinin düşük olduğunu
göstermektedir.
Minenin
olgunlaşmasıyla kalsiyum ve fosfat iyon oranı yükselmekte, mine
matriksinin
kalsifikasyonundaki artışıyla paralel olarak minenin
çözünürlüğü azalmaktadır (Sturdevart ve ark., 1995; Lussi ve ark.,
2004).
7. Ağız içerisinde Streptococcus Mutans (S. mutans)
kolonizasyonlarının arttığı
dönemler olarak adlandırılan enfektivite penceresinin
ilki, birinci ve ikinci süt azı
dişlerinin sürme periyodu olan 19-31. aylardır. İkinci
enfektivite penceresi ise daimi
birinci büyük azı dişinin sürmeye başladığı dönemdir.
Bu dönemlerde ağız içerisinde
dişlerin sürmesiyle artan retantif sahalar S.
mutans’ların kolonizasyonları için uygun
alanlar oluşturur.
8. Oklüzyona ulaşmamış dişlerin temizliği klasik
horizontal fırçalama yöntemiyle
yeterli düzeyde sağlanamamaktadır. Bunun yanı
sıra antagonist dişlerle temasın
olmayışı çiğneme sırasındaki mekanik temizliğin
yetersizliğiyle beraber plak
birikimini belirgin biçimde arttırmaktadır. Bu
nedenlerden dolayı, oklüzal
yüzeylerdeki pit ve fissürlerin çürüğe yatkın olduğu
kanıtlanmış bir gerçektir (Lussi ve ark., 2004; Palti ve
ark., 2008).
Sonuç olarak, oklüzal yüzeylerdeki pit ve
fissürlerin çürüğe yatkın olduğu kanıtlanmış bir
gerçektir (Lussi ve ark., 2004; Palti ve ark., 2008).
Bütün bu nedenlerle pit ve fissürler için
geliştirilen fissür örtücüler çürük kontrol
programlarına alınmıştır.
Fissür örtücüler, dişlerin pit
ve fissürlerine
mikromekanik olarak
tutunarak karyojenik
bakterileri ve bunların zararlı
ürünü olan asidi elimine
edip minenin
demineralizasyonunu
engelleyerek fiziksel
koruyucu bir tabaka
oluşturan rezin
materyallerdir.
Pit ve fissürlerin çürüğe karşı
korunmasına yönelik girişimler çok
eskilere dayanmaktadır. İlk kez 1923’te
Hyatt, pit ve fissürleri çürümeden önce
mekanik olarak prepare ederek
amalgamla doldurmayı
önermiştir(proflaktik odontomi).
1929’da ise Bodecker fissürlerin mekanik
olarak genişletilmesini böylece yiyecekler
ve bakteriler için retansiyon yeri
oluşturacak olan derin girintilerin ortadan
kaldırılmasını savunmuştur. Ancak bu
girişimler dişte lüzumsuz madde kaybına
yol açması nedeniyle rağbet görmemiştir.
Dişte madde kaybına neden olmamak için
fissürlerin doğrudan koruyucu bir madde
ile örtülmesine ilişkin ilk klinik çalışma
1967’de Cueto ve Buonocore tarafından
yapılmıştır.
Tarihsel gelişim boyunca siyanoakrilatlar,
poliüretanlar, polikarboksilat simanlar, üretan
dimetakrilatlar, bis-GMA (bisphenol A-
glycidyl methacrylate) esaslı rezinler, cam
iyonomer simanlar fissür örtücü olarak
kullanılmışlardır.
1. NON-İNVAZİV TEKNİK
2. İNVAZİV TEKNİK
3. KORUYUCU REZİN RESTORASYON
1.NON-İNVAZİV TEKNİK
Klinik ve radyografik olarak çürük tespit
edilmemiş dişlerde yukarıda bahsedilen
şekilde fissür örtücü uygulaması yapılır.
2.İNVAZİV TEKNİK
Oklüzal yüzeydeki fissür ve
çukurcukların derin ve dar olduğu
dişlerde eğer minede renkleşme mevcutsa
ancak yüzey sertse fissürler çapı 0.5-0.6
mm olan alev uçlu bir frez yardımıyla
aşındırılıp genişletilerek ardından
yukarıda bahsedilen biçimde örtücü
uygulaması yapılır.
Bu tekniğin avantajları;
Aşındırma işlemi esnasında minedeki renk
değişikliğinin derinliği hakkında bilgi elde edilir.
Bu derinleştirme işlemi esnasında organik
materyal, plak ve ince bir tabaka halinde mine de
aşındırıldığından genişletilmiş fissürlere kolaylıkla
sızabilen fissür örtücü duvarlara yapışarak daha iyi
bir tutuculuk sağlar.
Fissürün genişletilip derinleştirilmesi ile ince bir
örtücü tabakası yerine, daha kalın bir örtücü tıkacı
oluşturulabilmektedir. Bu tıkaç yüzeye daha iyi
adapte olur.
Fissür genişletildiğinden mikrosızıntı riski
azalmaktadır.
Tekniğin dezavantajı ise az da olsa
diş yapısından madde kaybına yol
açmasıdır.