You are on page 1of 87

FİSSÜR ÖRTÜCÜLER (FİSSÜR

SEALANTLAR)

Prof. Dr. Firdevs TULGA ÖZ


 Günümüz sağlık anlayışında bireyin hastalıktan
uzak bir yaşam sürdürmesi ilk hedeftir. Bu da
ancak koruyucu yöntemlerin toplumda yaygın
bir şekilde kullanılması ile mümkün olabilir.
 Gelişmiş ülkelerde fluorid (F) uygulamaları ile
çürük insidansının büyük ölçüde azalmasına
karşın, F uygulamalarının dişlerin düz
yüzeylerinde daha etkili olduğu, pit ve fissür
çürüklerinin önlenmesinde yeterli etkiyi
sağlayamadığı epidemiyolojik araştırmalarla
gösterilmiştir.
Pit ve fissürlerde çürüğe rastlama sıklığının yüksek
olması farklı sebeplere
bağlanmıştır;

1.F’un koruyucu etkisi pit ve fissürlerde sınırlıdır.


İçme sularında F bulunan ve bulunmayan bölgelerde oklüzal
yüzey çürüklerinin benzer değerlerde bulunması, içme suyu
F’lenen bölgelerde çürüklerin yaklaşık %90’ının oklüzal
yüzeylerde gözlenmesi
2. F’in reminealizasyon mekanizmasıyla çürük önleyici etkisi
ancak plak pH’sının 6,7-7,3 gibi yüksek olduğu değerlerde
gözlenmektedir.

Pit ve fissürlerde
biriken ve temizlenmesi oldukça güç olan besin ve
mikroorganizmalar bu bölgelerin pH’sını düşürmekte ve
bunun sonucunda F’in remineralizasyon etkisi
sağlanamamaktadır. Bu nedenle düşük pH’ya sahip pit ve
fissürler çürüğe yatkın alanlar haline dönüşmektedir.
3. Henüz sürmüş dişlerde, fissürlerin tabanında otolize
uğramadan kalan Nasmyth zarının F’in topikal etkisini
önleyen bir bariyer oluşturması çürüğe olan yatkınlığı
arttırmaktadır (Lingström ve ark., 2000; Zaura ve
ark., 2002).
4. Mine tabakasının kalınlığı, sığ fissürlerde 1,5-2
mm iken, derin pit ve fissürlerde 0,2 mm veya
daha az olabilmektedir. Bu nedenle, düz mine
yüzeylerinde başlayan çürük lezyonlarının
dentine ulaşabilmesi için uzun yıllar
gerekebilmekte; bu durumda başlayan
lezyonların F remineralize olarak durmasına ve
hatta gerileyebilmesine olanak sağlamaktadır.
Oysa derin fissürlerde başlayan çürük lezyonları
hızla dentine yayılmaktadır (Hicks ve Flaitz,
2009).
5. Pit ve fissürler, besin ve mikroorganizmalar için
bulunmaz retantif sahalardır.
Bu bölgelerde tükürüğün temizleyici etkisinin az
olması ve mekanik temizlik
işlemleriyle bu bölgelerin yeterince
temizlenememesi çürük gelişimine
olanak sağlamaktadır (Mathewson ve Primosch,
1995; Lussi ve ark., 2004;
Hicks ve Flaitz, 2009).
6. Dişlerin sürmesini takip eden ilk yıllarda demineralizasyon ve
remineralizasyon
döngüleri ile minenin olgunlaşması devam eder. Olgunlaşmasını
tamamlamamış
dişlerde sodyum ve magnezyum iyonlarının fazla olması minenin
çözünürlüğünün
yüksek, dolayısıyla çürüğe karşı direncinin düşük olduğunu
göstermektedir.
Minenin
olgunlaşmasıyla kalsiyum ve fosfat iyon oranı yükselmekte, mine
matriksinin
kalsifikasyonundaki artışıyla paralel olarak minenin
çözünürlüğü azalmaktadır (Sturdevart ve ark., 1995; Lussi ve ark.,
2004).
7. Ağız içerisinde Streptococcus Mutans (S. mutans)
kolonizasyonlarının arttığı
dönemler olarak adlandırılan enfektivite penceresinin
ilki, birinci ve ikinci süt azı
dişlerinin sürme periyodu olan 19-31. aylardır. İkinci
enfektivite penceresi ise daimi
birinci büyük azı dişinin sürmeye başladığı dönemdir.
Bu dönemlerde ağız içerisinde
dişlerin sürmesiyle artan retantif sahalar S.
mutans’ların kolonizasyonları için uygun
alanlar oluşturur.
8. Oklüzyona ulaşmamış dişlerin temizliği klasik
horizontal fırçalama yöntemiyle
yeterli düzeyde sağlanamamaktadır. Bunun yanı
sıra antagonist dişlerle temasın
olmayışı çiğneme sırasındaki mekanik temizliğin
yetersizliğiyle beraber plak
birikimini belirgin biçimde arttırmaktadır. Bu
nedenlerden dolayı, oklüzal
yüzeylerdeki pit ve fissürlerin çürüğe yatkın olduğu
kanıtlanmış bir gerçektir (Lussi ve ark., 2004; Palti ve
ark., 2008).
 Sonuç olarak, oklüzal yüzeylerdeki pit ve
fissürlerin çürüğe yatkın olduğu kanıtlanmış bir
gerçektir (Lussi ve ark., 2004; Palti ve ark., 2008).
 Bütün bu nedenlerle pit ve fissürler için
geliştirilen fissür örtücüler çürük kontrol
programlarına alınmıştır.
 Fissür örtücüler, dişlerin pit
ve fissürlerine
mikromekanik olarak
tutunarak karyojenik
bakterileri ve bunların zararlı
ürünü olan asidi elimine
edip minenin
demineralizasyonunu
engelleyerek fiziksel
koruyucu bir tabaka
oluşturan rezin
materyallerdir.
 Pit ve fissürlerin çürüğe karşı
korunmasına yönelik girişimler çok
eskilere dayanmaktadır. İlk kez 1923’te
Hyatt, pit ve fissürleri çürümeden önce
mekanik olarak prepare ederek
amalgamla doldurmayı
önermiştir(proflaktik odontomi).
 1929’da ise Bodecker fissürlerin mekanik
olarak genişletilmesini böylece yiyecekler
ve bakteriler için retansiyon yeri
oluşturacak olan derin girintilerin ortadan
kaldırılmasını savunmuştur. Ancak bu
girişimler dişte lüzumsuz madde kaybına
yol açması nedeniyle rağbet görmemiştir.
 Dişte madde kaybına neden olmamak için
fissürlerin doğrudan koruyucu bir madde
ile örtülmesine ilişkin ilk klinik çalışma
1967’de Cueto ve Buonocore tarafından
yapılmıştır.
Tarihsel gelişim boyunca siyanoakrilatlar,
poliüretanlar, polikarboksilat simanlar, üretan
dimetakrilatlar, bis-GMA (bisphenol A-
glycidyl methacrylate) esaslı rezinler, cam
iyonomer simanlar fissür örtücü olarak
kullanılmışlardır.

Bugün en geliştirilmiş ve en yaygın kullanılan


fissür örtücü materyalleri bis-GMA
polimerleridir.
Fissür Örtücü Olarak Kullanılan
Materyaller

1-Rezin Bazlı Sealantlar


2-Cam İyonomer Simanlar
3-Hibrit Materyaller
A-Rezin Modifiye Cam İyonomer
Simanlar (RMCİS)
B-Poliasitle Modifiye Kompozit
Rezinler (Kompomerler-PMKR)
4-Ormoserler
5-Amorf Kalsiyum Fosfat (ACP)
1-Rezin Bazlı Simanlar
Bis-GMA türü örtücülerin, kompozitlerin
organik matriksinden temel farkı, asitlenmiş
mineye penetre olabilmeleri için daha
akışkan olmalarıdır.
Bu akışkanlığı sağlamak için bis-GMA
rezin diğer monomerlerle dilüe edilir.
Piyasadaki farklı markalardaki fissür
örtücüler, bis-GMA’ya eklenen dilüe edici
monomerlerin farklılığına bağlı olarak bir
takım değişiklikler gösterirler.
► İçeriği bisfenol A-glisidil metakrilat (bis
GMA),bis (4-hidroksifenil) dimetilmetan ve
glisidil metakrilatın reaksiyon ürünüdür.İki
tipi bulunmaktadır:

1-Katalizör ve üniversal bileşenlerin


karıştırılmasından sonra polimerize olan tip
(otopolimerize tip)
2-Uygun ışık kaynağıyla polimerize olan tip
Bis-GMA rezinler 1983 yılında Dental
Association (ADA) tarafından değerlendirilmiş ve
fissür örtücü olarak kullanımına onay verilmiştir.
Bis-GMA rezinler minenin
asitlenmesini takiben güçlü bir şeklide mineye
bağlanmakta ve fissürlere çok iyi
penetre olabilmektedir (Pereira ve ark., 2003).
►Başlangıçta ultraviyole ışık (dalga boyu
365 nm) kullanılmış, ancak daha sonra
bunun yerini görünür (mavi) ışık (dalga
boyu 430-490 nm) almıştır. Yapısında dalga
boyundaki görünür ışığa karşı hassas
diketonlar ve aromatik ketonlar vardır.
Bu materyal düşük vizikositesine bağlı
olarak makul bir akışkanlık, iyi ıslatabilirlik
ve geliştirilmiş fiziksel özellikler
sergilemektedir.
►Normal prosedür metakrilat gruplarının polimerizasyonunu
aktive etmek için likit bileşenlerin her birinden birer damlanın
karıştırılmasıdır. Kimyasal olarak sertleşen fissür örtücülerde
çalışma süresi 1-2 dakikadır. Katalizör baza karıştırıldığı
anda polimerizasyon başlar. Bu yüzden materyalin dişe
taşınmasında vakit kaybedilmemelidir. Materyalin
polimerizasyonu sırasında fissür örtücünün en üst
tabakasında oksijen inhibisyon zonu adı verilen bir tabaka
oluşur. Polimerizasyon sonrası bu bölgedeki artık monomer
bir pamuk peletle uzaklaştırılır.
►Dirençlerini geliştirmek için cam
doldurucu ilave edilmiştir.Doldurucu
içeren bu ürünler hafif dolduruculu
kompozitler olarak kabul edilmektedir.

►Doldurucu içeriği kompozit dolgu


materyallerinde bulunandan daha az
olduğundan viskozitesi materyalin
fissürlere kolayca akmasına izin verecek
ölçüde düşüktür.
►Işıkla sertleşen kompozitlerin
geliştirilmesini takiben ışıkla sertleşen fissür
sealant materyalleri geliştirilmiştir. Geçmiş
yıllarda kullanımda olan en popüler
materyaller ultraviyole ışıkla
sertleşmekteydi.
►Bu materyaller artık kullanımdan kalkmış ve yerlerini
görünür ışıkla sertleşen ürünler almıştır. Polimerizasyon
derinliğinin sınırlı olması problemi bu materyallerin çok
ince tabaka halinde kullanımları nedeniyle geçerli,
değildir. Klinik başarıları diş dokusuna çok iyi
bağlanarak mikrosızıntıyı engellemelerinden
kaynaklanır.
►Fissür sealant olarak kullanılan rezinlerin çoğu
doldurucusuzdur.

►Dental materyallerde kaydedilen gelişmeler


sealantların başarısına da yansımıştır. Buna örnek
olarak fluorid içeren sealantlar verilebilir.
F’un dişleri asit ataklarına karşı daha dirençli
kılabilme özelliği nedeniyle restoratif diş
hekimliğinde de faydalanılması gerektiği
düşünülmüş ve bu amaçla restoratif materyallere
F ilavesi gündeme gelmiştir. Restoratif
materyallere F katılması, hem ikincil çürüğün
önlenmesi hem de dişin yapılan restorasyona
komşu dokularının da F’in bu etkisinden
faydalanması amaçlanmıştır. Bu nedenle oklüzal
yüzey çürüklerinin önlenmesi amacıyla kullanılan
ve en etkili yöntem olan fissür örtücülere de F
ilavesi araştırıcıların ilgisini çekmiştir (Ripa, 1993;
Morphis ve ark., 2000).
Fissür örtücülere F ilavesi işleminde iki yöntem tanımlanmıştır.
Birinci yöntemde, çözünebilir F tuzu polimerize olmamış rezine
eklenmiştir. Uygulama sonrasında polimerize olmuş rezin
içerisinden F tuzunun çözünerek ağız ortamına salınacağı
düşünülmüştür. Ancak tuzun çözünmesi ile örtücünün yapısı
zayıfladığından koruyucu etkinin zamanla azaldığı
belirtilmektedir (Ripa, 1993; Morphis ve ark.,
2000). İkinci yöntem ise, tükürükten gelen iyonlarla yer
değiştirebilecek hareketli F’in kovalent bağlarla rezine
yerleştirilmesi şeklindedir.
Bu sayede yapısal bir
bozulma olmadan, sadece iyon değişim mekanizmasıyla
F’in ortama salınabileceği düşünülmüştür. Bu
uygulamada toplam yapı içerisinde çok az F olmasına
karşın, kaybedilen F’in zamanla yerine konması
nedeniyle fissür örtücünün
koruyuculuğunda anlamlı bir azalma olmadığı da
belirtilmektedir (Ripa, 1993; Morphis ve ark., 2000).
Araştırıcılar F içeren fissür örtücülerin, geleneksel
fissür örtücülerin yerini alabilmesi için daha iyi veya
en azından onlar kadar tutuculuk göstermesi, F
salımını uzun bir süre devam ettirmesi ve mineyi asit
ataklarına karşı daha dirençli hale getirmek için
ağızda bir F rezervuarı oluşturarak fluoroapatit
kristallerinin oluşmasını sağlayabilmesi gerektiğini
belirtmişlerdir (Ripa, 1991; Eichmiller ve Marjenhoff,
1998).
F salan materyaller gün geçtikçe daha fazla ilgi
toplamakta ve yeni ürünler piyasaya
çıkartılmaktadır. F’in ağızda düşük
konsantrasyonda bulunmasının daha etkili
olduğunun anlaşılmasıyla birlikte bu
materyallere olan ilgi daha da artmıştır.
2- Cam İyonomer Simanlar (CİS)

►1980’li yılların sonlarında kimyasal olarak


aktive olan geleneksel cam iyonomer simanların
mine ve dentine adezyon özellikleri ve fluorid
salınımlarından dolayı fissür sealant olarak
kullanımları gündeme gelmiştir. Cam iyonomer
simanların en büyük klinik avantajı mine ve
dentine asitle pürüzlendirme gerektirmeksizin
kimyasal olarak bağlanabilmesidir. Bu da
tekniğin neme hassasiyetini azaltmaktadır.
►Bu avantaja ilave olarak F salınım özelliği, cam
iyonomer simanların özellikle nem kontrolünün
zor olduğu durumlarda alternatif bir fissür
sealant materyali olarak değerlendirmesine yol
açmıştır.
►CİS ‘ların çiğneme sırasında oluşan oklüzal
kuvvetler altında kırılmaya eğilimli oldukları için
klinik başarıları rezin esaslı sealantlara göre
düşüktür.

►Bununla beraber CİS sealantların özellikle


yüksek çürük riski taşıyan bireylerde sürmesi
tamamlanmamış azı dişlerin oklüzal
yüzeylerinde geçici koruyucu materyal olarak
dişler tamamen sürene dek kullanılması
önerilmektedir
Cam-iyonomer fissür Örtücülerin Uygulama
Tekniği

►Diş izole edilir, kurutulur, %25’lik poliakrilik asit


solüsyonu uygulanır. Su ile yıkanır, kurutulur, CİS
uygulanır. Hemen sonra ince bir tabaka mum ya da
aliminyum folye dişin yüzeyine uygulanır ve kuvvetlice
preslenir. Siman sertleşince mum kaldırılır, oklüzyon
kontrol edilir, birkat cila veya ışıkla sertleşen bonding
ajan uygulanır. 24 saat sonra oklüzyon kontrolü yapılır.
3- Hibrit Materyaller

Rezin modifiye cam iyonomer siman (RMCİS) ve


poliasitle modifiye kompozit rezin (PMKR) olarak
bilinen hibrit materyalleri cam iyonomerler ve
rezin kompozitlerin birçok özelliğini taşımaktadır.
3A- Rezin Modifiye Cam İyonomer Simanlar
(RMCİS)

CİS’lerin nemden etkilenme ve aşınmaya gösterdikleri düşük


direnç gibi olumsuz özelliklerinin kaldırılması amacıyla rezin
ilave edilmiş ve RMCİS ve PMKR olan hibrit iyonomerler
geliştirilmiştir. RMCİS hem kimyasal hem de mikromekanik yolla
diş dokularına bağlanmaktadır (Craig, 1997; Nalbant, 2002).
RMCİS’lerde, rezinin çapraz bağlar arasına girmesi sonucu asit-
baz reaksiyonunda yavaşlamaya neden olmasına rağmen, fiziksel
özelliklerinde artış sağlanmıştır. Bununla birlikte materyalde
bulunan rezinin zamanla ağız ortamından suyu absorbe ettiği ve
aşınma direncinde azalma olduğu belirtilmektedir.
3B- Poliasitle modifiye Kompozit Rezin
(PMKR-Kompomer)

PMKR ise kompozitlerin estetik özelliklerini ve cam


iyonomer simanların dişe kimyasal olarak
bağlanabilme ve F salabilme özelliklerini tek bir
materyalde toplama düşüncesiyle üretilmiştir
(Nicholson, 2007). PMKR’lerin
diş yüzeyine bağlanma gücü, geleneksel cam
iyonomer simanlara oranla daha
yüksektir (Saito ve ark., 1999).
4-Ormoserler

Ormoserler, 1998 yılında restoratif diş hekimliğine,


polimerizasyon büzülmesini önemli ölçüde azaltan ve
biyouyumlu bir materyal olarak tanıtılmıştır. Üreticiler
ormoserleri, aşınma dirençleri çok yüksek, kenar sızıntısı ve
polimerizasyon sonrası ortaya çıkan artık monomer miktarı en az
ve kondanse edilebilen bir materyal olarak tarif etmektedirler.
Restoratif olarak kullanılan tiplerinin yanında fissür örtücü olarak
kullanılabilecek yapıda olanları da üretilmiştir (Admira, Admira
Seal VOCO, Definite Degussa). Diş hekimliğinde yeni bir materyal
olan ormoserlerin klinik çalışmaları yetersizdir (Altun, 2005).
5-Amorf kalsiyum Fosfat (ACP)

Amorf kalsiyum fosfat (ACP); siman, ortodontik adhesivler,


kompozit ve son zamanlarda fissür örtücüler olmak üzere hem
restoratif hem de koruyucu materyallerin içeriğinde
kullanılmaktadır (Skrtic ve ark., 1996). Plak birikimi sonucu
çürüğe neden olacak küçük kavitelerde, pit ve fissürlerin
örtülmesinde kullanılabilirliği daha uygun olduğu
belirtilmektedir (Mount, 2002). Uygun polimerik rezinlerle
birleştirildiğinde, ACP’nin biyouyumluluğu, dişlerin
demineralizasyonunu önlemesi ve aktif olarak remineralizasyonu
uyarmasıyla fissür örtücü ve kompozitlerin profilaktik
etkinliklerini arttırdığı savunulmaktadır (Ünal, 2010).
►Pit ve fissür sealantlar üzerinde
gerçekleştirilen klinik çalışmalara ait
derlemelerden elde edilen sonuçlar,
sealantların diş çürüğünü önlemede son
derece etkili olduğu tespit edilmiştir.
Fissür örtücülerin polimerizasyonunun sağlanmasında
en çok görünür
mavi ışık kaynakları (halojen ışık kaynakları) ve ışık
yayan diyotlar (LED; Light
Emitting Diode, modifiye tip görünür mavi ışık
kaynakları) kullanılmaktadır.
Görünür Işıkla Polimerizasyon
•Manüplasyonu kolaydır.
•Çalışma süresini uzatır.
•Sertleşmeyi hızlandırır.
•Tek sistemden oluştukları için karıştırma
gerektirmez, dolayısıyla daha az pörözite
gösterirler.
•Visikozitesi sahip olduğu için mine yüzeyine
daha homojen yayılır.
Rezin esaslı fissür örtücülerin klinik uygulama ve takiplerinin
daha iyi yapılabilmesi için opak, şeffaf ve renkli olanları da
üretilmiştir. Farklı renkteki fissür örtücülerin klinik olarak
benzer sonuçlar verdiği yapılan araştırmalarda belirtilse de,
renkli ve opak fissür örtücüler şeffaf olanlara göre klinisyenler
tarafından daha çok tercih edilmektedir. Şeffaf renkteki fissür
örtücülerin altında oluşabilecek çürüğün kontrolü kolaydır fakat
renkli ve opak fissür örtücülerin klinik uygulama ve takiplerinin
daha kolay oluşu, şeffaf fissür örtücülere oranla daha çok tercih
edilmelerinin nedeni olarak bildirilmektedir.
Renkli Fissür Örtücülerin
Avantajları:
Çocuğa gözle görülebilir bir motivasyon
sağlar.
Polimerizasyonlarının kontrolü kolaydır.
Bir sonraki seansta retansiyonun kontrolü
hızlı ve kolaydır.
Çocuğuna nasıl bir işlem yapıldığını
görmek isteyen ailenin merakı giderilmiş
olur.
İdeal Bir Fissür Örtücüde Bulunması
Gereken Özellikler:
Fizikokimyasal ve klinik olarak ideal bir fissür örtücüde
bulunması gerekli özellikler;
Fizikokimyasal olarak;
· Ağız ortamından etkilenmemeli ve çözünürlüğü az olmalı,
· Yüzey üzerinde hızla yayılabilecek şekilde yüksek bir yayılım
basıncına sahip olmalı,
· Biyouyumlu olmalı,
· En dar fissürlere bile rahatlıkla penetre olmasına olanak
sağlayacak yüksek penetrasyon katsayısına sahip ve viskozitesi
düşük, akışkanlığı fazla olmalı,
· Oklüzyonda hızla aşınmamalı,
· Isı karşısında büzülme-genleşme katsayısı mineye benzer olmalı,
· Uygulandığı yüzeyde çürük önleyici etki göstermeli
Klinik olarak;
· Kolay uygulanabilmeli,
· Toksik olmamalı,
· Sertliğini uzun süre koruyabilmeli,
· Tutuculuğu güçlü olmalı, uygulandıktan sonra uzun süre ağızda
kalmalı,
· Uygulandığı alanda farkedilebilecek şekilde rengi mineden farklı
olmalı,
· Plak ya da besin artıklarını absorbe etmemeli ve çeşitli sıvı ve
iyonlara karşı geçirgen olmamalı (Perez-Lajarin ve ark., 2003;
Lesser, 2010).
Fissür örtücü uygulamalarının endikasyonu üzerine
araştırmacılar arasında hala görüş ayrılıkları mevcuttur ve birçok
faktörün değerlendirilmesi gerektiği düşünülmektedir .
Fissür örtücü gereksiniminin değerlendirilmesi amacıyla

•Şüpheli alanlardan radyografilerin alınarak çürük riskinin


elimine edilmesi,
•Hastanın tıbbi hikayesi,
•Çürük aktivitesi ve geçmiş çürük deneyimi,
•Ağız florası,
•S. Mutans seviyesi,
•Üst ön grup dişlerdeki plak birikimi,
•Ailenin eğitimi ve geliri gibi faktörlerin

birinci planda değerlendirilmesi gerektiği bildirilmektedir.


 Sistemik F alımı
 Topikal F alımı,
Diş fırçalama alışkanlığı
ve
 Beslenme alışkanlığı
çok net olmasada fissür örtücü endikasyonunun konulmasında
yararlanılabilecek diğer faktörlerden olduğu savunulmaktadır
(Tinanoff ve Douglass, 2001).
Fissür Örtücü Endikasyonları:

Dişe Bağlı Endikasyonlar:


 Derin ve dar fissür ve pitleri olan süt molar, daimi
molar ve premolar dişler.
 Lingual pit ve fissürler bulunan kesici dişler.
 Klinik ve radyografik olarak çürük olmayan
dişler.
 Ara yüz çürüğü bulunmayan dişler.
 Çok az dekalsifikasyonu olan opak mine
lezyonlu renklenmiş pit ve fissürlere,
Fissür Örtücü Endikasyonları:
Hastaya Bağlı Endikasyonlar:
 Çürük aktivitesi orta ve yüksek olan bireylere,

Süt ve/veya daimi dişlerinde pit ve fissür çürüğü ya da restorasyonu bulunan


hastaların diğer sağlıklı olan dişlerine,

· Tıbbi, fiziksel veya psikolojik yetersizlikleri olan çocukların süt ve genç


Erişkinlerin daimi dişlerine, fissür örtücü uygulanması gerektiği
savunulmaktadır (Handelman,1991; Brown ve ark., 1996; Locker ve ark.,
2003; Welbury ve ark., 2005;Grewal ve Chopra, 2008; Hick ve Flaitz,
2009).
Fissür Örtücülerin Uygulanmasının
Gerekli Olmadığı Durumlar:

 Dişlerin sürmesinden itibaren 4 yıl ya da


daha fazla bir zaman geçmiş ve hala dişte
çürük yoksa
 Kendi kendine temizlenebilen, sığ olan pit
ve fissürler.
Ripa (1985), sürekli azı dişlerin sürmesini takiben 2-4 yıl boyunca
çürük riskinin devam ettiği, bu nedenle de dişlerin sürmesinden
itibaren 4 yıl ve daha fazla sürenin geçmesi halinde herhangi bir
çürük lezyonu gözlenmiyorsa bu dişlere fissür örtücü
uygulanmasının gerekli olmadığını bildirmektedir. Bazı
araştırıcılar ise her yaşta çürük riskinin bulunduğu görüşünü
savunmaktadırlar.
Fissür Örtücü Uygulamak İçin İdeal
Yaşlar:

3-4 yaş: Süt molar dişler


6-7 yaş: 1. daimi molar dişler
10-11 yaş: Premolar dişler
12-13 yaş: 2. daimi molar dişler
FİSSÜR ÖRTÜCÜLERİN UYGULAMA
BASAMAKLARI:
1. Yüzeyin Temizlenmesi:
Fissür örtücülerin klinik uygulamalarındaki
başarısı, diş yüzeyinde uzun süre
tutunabilmelerine bağlıdır. Bu nedenle
asitleme ve fissür örtücü uygulamasından
önce, diş yüzeyinin ve fissür bölgelerinin
plak ve debristen arındırılmış olması
gerekmektedir. Aksi takdirde asitleme
işlemi olumsuz yönde etkilenir veya fissür
örtücünün penetrasyonu engellenir.
Dişin oklüzal yüzeyi proflaksi fırçasıyla
temizlenir.
F içeren proflaksi patlarının, fissür
örtücünün dişe bağlanmasını etkilemediği
yapılan araştırmalarla gösterilmiştir.
Benzer şekilde topikal F uygulamalarının
da sanıldığının aksine asitleme sonucu
oluşan yüzey özelliğini etkilemediği ve
buna bağlı olarak da örtücülerin
retansiyonunu etkilemediği bildirilmiştir. Bu
nedenle klinikte topikal flor uygulamasının
ardından fissür örtücü uygulaması
yapılabilir.
Diş yüzeyinin hazırlanması amacıyla
başka metotlar da kullanılmaktadır. Air-
polishing (sodyum bikarbonat), air-
abrazyon (aluminyum oksit) ve lazer
bunların arasındadır.
 Fissürlerin temizlenmesi ve hazırlanması
için değişik metotlar ileri sürülmekle
birlikte elde edilen sonuçlar birbirleri ile
eşit bulunmuştur. Bu nedenle en mantıklı
seçim, yüzeylerdeki debrisi kaldırmak için
en az ekipman ve en az süre gerektiren
metodun seçilmesi gibi görünmektedir.
2. İzolasyon:
İzolasyon başarılı bir tutuculuk için
çok önemlidir. Asitleme işlemi
boyunca veya sonrasında diş
yüzeyinin tükürükle
kontaminasyonunun, mine ve rezin
arasında oluşacak bağlantı üzerine
olumsuz etkisi vardır. Aynı şekilde
fissür örtücünün yerleştirilmesi ve
polimerizasyonu boyunca da nem
kontaminasyonu engellenmelidir.
İzolasyonda rubber-dam
veya pamuk tamponlar
kullanılır. Düzgün şekilde
yerleştirildiğinde rubber-
dam en etkili izolasyonu
sağlamaktadır. Ancak
kısmen sürmüş dişlerde
rubber-dam uygulanması
zordur.
Asitlenmiş yüzeylerin tükürükle
kontaminasyonunun negatif etkilerini
azaltmak amacıyla fissür örtücü
uygulamasından önce, yüzeye dentin
bonding ajan uygulanmasıyla, asitlenmiş
prizmalara iyi bir rezin penetrasyonu ve
adaptasyonu görüldüğü bildirilmiştir.
Bununla birlikte araştırmacılar iyi bir
izolasyonun fissür örtücü uygulama
işleminde en kritik basamak olduğunu
açıklamışlardır.
Daha sonraları kontamine olmamış
yüzeylerde de asitleme sonrası, bonding
ajan kullanımının değerlendirildiği
çalışmalarda başarısızlığın azaldığı tespit
edilmiş ve dentin bonding ajan kullanımı
önerilmiştir. Bununla birlikte bu uygulama,
işleme fazladan bir basamak eklenmesi
anlamına gelmektedir.
3. Asitleme:
Asitleme ile mine yüzeyinde
mikroporöziteler oluşturularak, düşük
viskoziteli rezinin pürüzlendirilmiş yüzeye
penetre olması ve rezin tagları ile mekanik
kilitlenme oluşturması sağlanır.
Bu amaçla %30-50 oranındaki fosforik asit; jel
veya solüsyon şeklinde kullanılır. Jel
formundaki asit, aplikatör ucu; solüsyon
formundaki asit ise fırça veya ufak bir sünger
yardımıyla fissürlere uygulanır.

Asitlenmiş minenin kireç gibi, mat ve opak bir


görünümü vardır.
Önceleri üreticiler ve araştırmacılar
daimi diş minesine, %35’lik fosforik
asitin 60 sn. uygulanmasını
önermişlerdir.

Süt dişlerinde ise amelogenezis’in son


safhasında azalmış fonksiyonel aktivite
sonucu minede ortaya çıkan prizmasız
tabakanın varlığı nedeniyle asitleme
süresinin uzatılması gerektiği belirtilmiş
ve süt dişlerinde 120 sn. asitleme süresi
önerilmiştir.
-Süt dişlerinde asitleme süresinin daha fazla
olmasının nedenleri şöyle sıralanmıştır:
- Süt dişi minesinin organik içeriğinin daha
fazla olması,
-Süt dişlerinin minesindeki prizmaların
yüzeyde daha geniş açıyla sonlanmaları
nedeniyle asitlenmenin daha zor olması,
- Süt dişlerinin yüzeyindeki prizmasız
tabakanın daha kalın olması
Ancak araştırmalarda bu prizmasız
tabakanın süt dişlerinde %17 oranında
görüldüğü ve çoğunlukla servikal
yüzeylerde oluştuğu gösterilmiştir.
Ardından yapılan çalışmalarda süt
dişlerinde 60 ve 120 sn.lik asitleme
süreleri arasında fissür örtücü
retansiyonunu açısından fark
bulunamamıştır.
Daha sonraki yıllarda daimi dişlerde 20
sn.lik asitleme süresinin geleneksel olarak
uygulanan 60 sn.ye oranla benzer
sonuçlar gösterdiği bulunmuştur ve süt
dişi minesi için de sürenin kısaltılması
tatmin edici sonuçlar vermiştir.
Günümüzde ise %37’lik fosforik asitle
daimi dişlerde 15-20 sn.lik; süt
dişlerinde ise 30 sn.lik uygulamanın
yeterli olduğu bildirilmektedir.
Klinik olarak yeterli asitleme görüntüsü,
minenin donmuş beyaz opak şeklinde
izlenmesidir.
4. Yıkama ve kurutma:
Asitlenmiş mine 30 sn. yıkanmalı ve 10 sn. kadar
kurutulmalıdır. Asitin uzaklaştırılması için pamuk
pelet kullanılmamalıdır. Aksi takdirde örtücünün
penertasyonunu engelleyebilecek artıklar kalabilir.
Eğer mat, donuk ve opak bir yüzey elde edilmezse
tekrar 10 sn. asitleme yapılmalıdır. Yüzeyi
kurutmak için kullanılan havanın yağ ve nem
içermemesi de oldukça önemlidir.
5. Örtücünün uygulanması:
Fissür örtücü, tüm pit ve fissürleri
örtecek şekilde yüzeydeki oluklara
dağıtılır. Üst büyük azıların palatinal
ve alt büyük azıların bukkal pitleri de
fissür örtücü uygulamasını gerektirir.
Materyalinin diş yüzeyine dağıtılmasında,
çoğu örtücü kitinde bulunan özel uçlar
kullanılabileceği gibi, ufak bir fırça veya
sond yardımıyla da uygulama yapılabilir.
Fissür örtücü içerisinde hava kabarcığı
kalmamasına dikkat edilmelidir. Eğer
oluşmuşsa polimerizasyondan önce fırça
yardımıyla yok edilmelidir. Rezin
içerisindeki hava kabarcıkları örtücünün
zayıflamasına neden olur ve olukların
tamamen örtülmemesi başarısızlığa ve
çürük oluşumuna yol açabilir. Aşırı
miktarda örtücü yerleştirilmemelidir. Fazla
miktardaki örtücü materyal polimerizasyon
öncesi uzaklaştırılmalıdır.
6. Polimerizasyon:
Asitlenmiş mine yüzeyine örtücü
yerleştirildikten sonra potansiyel
kontaminasyonu engellemek için
polimerizasyon hemen başlatılır. Işık
kaynağının ucu dişe mümkün olduğunca
yaklaştırılmalıdır.
Üreticilerin önerdiği polimerizasyon
sürelerinin minimum olduğu düşünülerek,
5-10 sn. daha fazla ışınlanmasının
polimerizasyonun tamamlanmasını
kesinleştireceği belirtilmiştir (Ortalama 20
sn.). Ayrıca ışık kaynaklarının düzenli
olarak kontrol edilmesi gerekmektedir.
7. Örtücünün kontrol edilmesi:
Fissür örtücünün polimerizasyonundan
sonra sond diş yüzeyinde gezdirilerek tüm
fissürlerin örtülüp örtülmediği ve hava
kabarcığının kalıp kalmadığı kontrol edilir.
Ardından artikülasyon kağıdı ile oklüzyon kontrol edilir. Fissür
örtücüler genellikle yükseklik yapmazlar fakat kalın bir kitle
konulmuşsa kompozit lastiği ile hafifçe aşındırılmalıdır.
Yüzey bir pamuk peket ile silinerek polimerize olmamış artık
monomer uzaklaştırılır.
6 ayda bir kontrolleri yapılır, kenar uyumu bozulmuşsa tekrar
uygulanır ya da tamir edilir.
Fissür Örtücü Uygulamalarında
Başarısızlık Nedenleri:

 Asitleme öncesi yüzeyin iyi temizlenmemesi.


 Asitleme süresinin yetersiz olması.
 Asitleme sonrasında yeterli yıkama
yapılmaması.
 Dişin, tükürükle kontamine olması.
 Polimerizasyon için yeterli süre ve ışık
yoğunluğunun kullanılmaması.
FİSSÜR ÖRTÜCÜLERİN UYGULAMA
TEKNİKLERİ

1. NON-İNVAZİV TEKNİK
2. İNVAZİV TEKNİK
3. KORUYUCU REZİN RESTORASYON
1.NON-İNVAZİV TEKNİK
 Klinik ve radyografik olarak çürük tespit
edilmemiş dişlerde yukarıda bahsedilen
şekilde fissür örtücü uygulaması yapılır.
2.İNVAZİV TEKNİK
 Oklüzal yüzeydeki fissür ve
çukurcukların derin ve dar olduğu
dişlerde eğer minede renkleşme mevcutsa
ancak yüzey sertse fissürler çapı 0.5-0.6
mm olan alev uçlu bir frez yardımıyla
aşındırılıp genişletilerek ardından
yukarıda bahsedilen biçimde örtücü
uygulaması yapılır.
Bu tekniğin avantajları;
 Aşındırma işlemi esnasında minedeki renk
değişikliğinin derinliği hakkında bilgi elde edilir.
 Bu derinleştirme işlemi esnasında organik
materyal, plak ve ince bir tabaka halinde mine de
aşındırıldığından genişletilmiş fissürlere kolaylıkla
sızabilen fissür örtücü duvarlara yapışarak daha iyi
bir tutuculuk sağlar.
 Fissürün genişletilip derinleştirilmesi ile ince bir
örtücü tabakası yerine, daha kalın bir örtücü tıkacı
oluşturulabilmektedir. Bu tıkaç yüzeye daha iyi
adapte olur.
 Fissür genişletildiğinden mikrosızıntı riski
azalmaktadır.
 Tekniğin dezavantajı ise az da olsa
diş yapısından madde kaybına yol
açmasıdır.

You might also like