Professional Documents
Culture Documents
Çocuk Diş Hekimliğinin ana hedefi diş çürüklerinin kontrol edilmesi ve önlenmesidir.
Toplumun tüm bireylerinin muayene edilerek çürük risklerinin saptanması ve gerektiğinde
bireysel profilaksi programına alınması, hem ağız ve diş sağlığı açısından hem de ekonomik
açıdan büyük önem taşımaktadır.
Diş çürüğünün başlıca nedenleri arasında dental plaktaki mikroorganizmalar olduğundan,
çürükten korunma, oluşmuş ise durdurulma veya geri dönüş için 3 yol önerilmektedir;
1. Ağızdaki etken patojenlerin sayısının azaltılması
2. Dişin savunma mekanizmalarının oluşturulması
3. Tamir işleminin artırılması
Diş çürüğünü önlemek maksadıyla plak eliminasyonundan protetik tedavilere kadar tüm
uygulamaları içeren dişhekimliği dalına "koruyucu dişhekimliği" denir. Diş çürüğü, insanın
hayatı boyunca devam ettiği için, koruyucu yöntemlerde hayatın bir parçası olmalıdır.
Diş çürüğünün kontrolünde (koruyucu hekimlik) 5 genel yöntem bulunmaktadır;
1. Ağız-diş sağlığı eğitimi
2. Mekanik ve kimyasal plak kontrolü
3. Diyetin düzenlenmesi (şeker denetimi)
4. Florid kullanımı
5. Pit ve fissür örtücüler
Ağız-Diş sağlığı eğitimi verilecek hedef gruplar;
1. Hamileler
2. Çocuklar
3. Anne-babalar
4. Öğretmenler
5. Sağlık çalışanları
6. Yetişkinler
Ağız hijyeni eğitimi ve motivasyonunda çocuk ve hamileler acil hedefi oluştururlar.
Çocuklar alışkanlık oluşturmak ve eğitimin içerisinde oldukları için önemlidir.
ÇÜRÜK PROFİLAKSİSİNDE FLORİDLER
İnsan metabolizması için gerekli eser elementlerden biri olan flor (F), tüm kimyasal
elementler içinde en elektonegatif olanıdır. Bu nedenle aşırı reaktiftir ve doğada genellikle
bileşikler halinde (florür/florid tuzları) bulunur.
Su, toprak, kaya, atmosfer, yiyecek ve içecekler ile bitki ve hayvanlarda bulunan F, en
fazla çayda, artezyen ve derin kuyu sularında, balık, midye, istakoz, karides, yengeç gibi
deniz ürünlerinde mevcuttur. Besinlerin yapısına toprak, su ya da yağmur halinde havadaki
F’in absorbsiyonu ile girer. Ancak tek başına besinlerden alınan F diş çürüğünü önleyecek
düzeyde değildir. Çocuklarda günlük optimal flor ihtiyacı 0,05-0,07 mg/kg/gündür.
F vücutta çeşitli enzimatik olaylarda ve mineralizasyonda rol oynamaktadır. F başta
gastrointestinal kanal (%80-90) olmak üzere akciğerler ve deriden emilir. Ayrıca endüstride
açığa çıkan gaz ve tozların inhalasyonu ile solunum yolundan da alınabilir.
Ağızdan alınan F vücuttan kolayca emilir. Maksimum plazma düzeyine 30-60 dk içinde
ulaşır ve sert ve yumuşak dokularda (en çok kemik, diş, tırnak ve saçlarda) birikir. Emilimi ve
kalsifiye dokularda tutulumu yaşla birlikte azalmaktadır. 1 yaş grubu çocuklarda birikim %95
iken, erişkinlerde bu oran %45’dir.
F’un başlıca atılım yolu böbreklerdir. Ayrıca ter, süt, tükürük ve gastrointestinal kanaldan
da atılır. Suda çözünmeyen bileşikler şeklinde alındığında feçesle atılır. Tabletlerin böbrek
hastalarında kullanımından kaçınılmalıdır.
Normal insan plazma F düzeyi 0,14-0,19 ppm arasındadır ve F içeriği 2,5ppm olan su
içildiğinde bu durum değişmez. Organizmaya fazla miktarda F alındığında, serum F
konsantrasyonunun fizyolojik sınırlar içinde tutulabilmesi için özellikle gelişmekte olan diş ve
kemiklerde olmak üzere kalsiyumun bulunduğu dokular tarafından tutulur. F’in özellikle
preparatlarla yüksek dozlarda alınması akut ya da kronik toksisite bulgularının ortaya
çıkmasına neden olur.
FLORIDLERIN ÇÜRÜK ÖNLEYICI ETKI MEKANIZMALARI
F dişler sürmeden önce mine oluşumu sırasında minenin sağlıklı gelişmesini ve iyi
mineralize olmasını sağlar. Bu safhada alınan F minenin kristal yapısına girerek diş çürüğüne
daha dayanıklı bir yapı meydana getirir. Dişler sürdükten sonra alındığında ise, dişler
üzerinde plak birikimini önleyici etkisi, başlangıç diş çürüğü lezyonlarını önleyici etkisi ve
dişlerde oluşan dentin hassasiyeti önleyici şeklinde çeşitli etkileri bulunmaktadır.
Florun Çürük Önleyici Etki Mekanizmaları
F’un dişler sürmeden önceki etkisi sistemik uygulamalar ile elde edilirken, dişler sürdükten
sonraki etkileri topikal uygulamalarla ya da sistemik uygulamaların topikal etkisiyle ile elde
edilir. Floridin sürme öncesi dönemde verilmesi florozis gelişmesi açısından risk taşımaktadır.
Sistemik uygulamalarla F'un diş yapısına yeterli düzeyde girememesi nedeniyle
günümüzde F’un diş çürüğünü önleme mekanizmasının "gelişmekte olan diş dokularının
yapısına sistemik yolla girmesi" şeklinde değil, "dişlere temas yoluyla mine yüzeyinde ve
plakta F rezervuarı oluşturmak" şeklinde yani topikal uygulamalarla gerçekleştiği kabul
edilmektedir.
F’un çürük proflaksisindeki rolünü şu başlıklar altında inceleyebiliriz:
1. Mine Dokusuna Etkisi
Mine yapısına giren F dişin tüm yüzeylerinde homojen bir dağılım göstermez. Sürme
öncesi dönemde, minenin en dış kısmı diş folikülün çevresindeki doku sıvılarıyla, dentinin en
iç kısmı ise pulpa ile direkt temas halinde olduğundan bu bölgelerde en yüksek düzeydedir.
Bu nedenle sistemik F uygulamaları sonrasında, mine gelişiminin öncelikle tamamlandığı
anterior dişlerin kesici kenarlarında, molar ve premolar dişlerin okluzal yüzeylerinde mine
yapısına giren F en yüksek düzeyde olup bu özellik çürük açısından önemlidir.
a. Dişler sürmeden önce mine dokusuna etkisi
I. Amelogenezis üzerine etkisi
F, mine oluşumunu birbirini izleyen ve birbirinden farklı 2 olayla etkiler. Önce eser
element olarak çeşitli enzimatik olaylara karışıp mine organik matriksini oluşturan
keratoprotein liflerinin sentezinde rol oynar. Hatta F yokluğunda protein sentezi hiç olmaz
ya da aşırı olduğu durumlarda florozis meydana gelir.
Bunun yanısıra organik matriksi oluşturan keratoprotein liflerinin CaPO 4‘ın en ideal formu
olan HAP’e dönüşümünde katalizör rol oynar. Ayrıca kristallerin organik matrikse
tutunması üzerine etkisi vardır.
II. Mine dokusunun olgunlaşmasına etkisi
Çene kemiği içindeki diş folikülü çevresel doku sıvısı içindeki F ile değimde
bulunduğunda, F olgunlaşmakta olan apatit kristallerinin yapısına katılır. F, HAP
kristallerinin yapısındaki "OH" iyonlarıyla iyonik yarıçapının aynı olması nedeniyle
kolaylıkla yer değiştirip "floroapatit (FAP)" oluşturur. Hidroksiapatite göre çözünürlülüğü
son derece düşük olan FAP oluşumu sayesinde diş çürüğüne daha dayanıklı bir yapı
meydana gelmiş olur.
b. Dişler sürdükten sonra mine dokusuna etkisi
Bu etki ya topikal uygulamalarla ya da sistemik uygulamaların topikal etkisiyle meydana
gelmektedir.
Posteruptif dönemde topikal uygulanan F’in minedeki kristal kafesi içerisine girmesi 3
mekanizmayla gerçekleşir:
1. FAP’in minede madde kaybı olmadan doğrudan presipitasyonu
2. HAP’nin çözünmesi ve FAP olarak yeniden çökelmesi
3. Kristal yüzeydeki OH iyonları ile F iyonunun yer değiştirmesi veya yüzeye F’un
absorbsiyonu (yapışması)
Sürme sonrası dönemde F uygulamaları ile kullanılan ajana bağlı olarak kalsiyum florid
(CaF2), FAP ya da FHAP oluşmaktadır. FAP ya da FHAP çürükten korunmada minede
oluşturulmak istenen ürünlerdir ve sıkı bağlı F olarak adlandırılır. Rutinde kullanılan topikal
F ajanları ile minede genellikle CaF2 kristalleri meydana gelir. Normal koşullarda suda
eriyebilen CaF2 kristalleri, tükürük ve plak sıvısında bulunan inorganik fosfat iyonları ve
tükürük proteinlerinin oluşturduğu bir kılıfla çevrilmiştir ve bu kılıf CaF 2'in çözünmesini
önler. pH'ın düştüğü koşullarda bu kılıf ortadan kalkarak, CaF2 kalsiyum ve flor iyonlarına
ayrışır ve minenin F’dan yararlanmasına olanak sağlar. Ortamın pH'sının yükselmesi
durumunda aynı tabaka yeniden oluşarak, CaF2’in ortamdan uzaklaşmasını engeller. Bu
şekilde uzun süre ağız içerisinde kalabilen CaF2 kristalleri, gerektiğinde F açığa çıkarabilen
bir depo görevi yapar ve mine dokusunun zamanla FAP dönüşmesine yrdımcı olur.
2. Bakteri Plağına Etkisi
F’un çürük önleme açısından mine yapısına etkisinin yanısıra bakteri plağı üzerine de
etkisi vardır:
1. Pellikıl oluşum aşamasında ortamda F iyonu bulunması, F ile pellikıldaki asidik
proteinler arasında minenin Ca’una tutunma konusunda bir yarışa neden olur. Proteinlerin
karboksil grubu ile Ca, amino grubu ile fosfatlar bağlanır. F, Ca’a olan yüksek afinitesi
nedeniyle proteinlerin HAP’e tutunmasını engeller. Böylece plak kolonizasyonu ve buna
bağlı olarak plak adhezyonu güçleşir.
2. Bakterilerin diş yüzeyine yapışmasını engeller. F glikozil transferans enzimini inhibe
ederek bakteriyel adhezyonda rol oynayan ekstraselülerpolisakkarit oluşumunu engeller.
3. F’un yüksek konsantrasyonda (600-1000ppm) bakterisid etkisi vardır (1000 ppm’lik
jellerin günlük uygulaması). Ayrıca bakteri hücre duvarından içeri giren F, bakteri fonksiyon
ve gelişimini engeller.
3. Başlangıç Çürük Lezyonları Üzerine Etkisi
Günümüzde F’un etkisinin, sağlam mineden çok minenin demineralizasyon-
remineralizasyonu sırasında ve opak mine lezyonları üzerine olduğu kabul edilmektedir.
1. Demineralizasyon sırasında minedeki diffüzyon kanalları (interprizmatik aralık)
boyunca plak asitleri mine içine ulaşmaktadır. Eğer demineralizasyon sırasında plakta ve
tükürükte F varsa, asiditeyi sağlayan H iyonları ile birleşerek hidrojen florid (HF) halinde
difüzyon kanallarından mine iç tabakalarına ulaşmaktadır. Bu şekilde F, asit etkisini azaltıcı
ve remineralizasyonu başlatıcı rol oynamaktadır. Ayrıca asit etkisiyle minenin iç
tabakalarında çözünmüş olan Ca ile birleşerek difüzyon kanallarını kapatmakta ve asidin
daha derinlere ulaşmasını engelemede bariyer fonksiyonu görmektedir.
2. pH’nın yeniden yükselmesi halinde ise remineralizasyonu indüklemektedir.
Demineralizasyon sonrası ortamda çözünmüş halde bulunan Ca ve fosfat (PO 4) iyonlarının
FHAP’e dönüşmesinde katalitik etki yapar. FHAP daha sonra asit ataklarına karşı çok daha
dirençli FAP dönüşür.
3. Ayrıca ortamdaki Ca iyonları ile birleşerek mine yüzeyinde çökelir. Böylece CaF2
şeklindeki zayıf bağlı F kristalleri oluşturarark, minenin iç kısımlarındaki porlarda serbest
kalmış iyonların dışarıya difüzyonunu engellemekte ve bunlar için bir depo görevi yapıp bu
iyonlar ile reaksiyona girip sıkı bağlı FAP- FHAP oluşturmaktadır.
Remineralizasyonun en iyi gözlendiği durum opak mine lezyonlarıdır. Opak mine
lezyonları, demineralizasyonun alt tabakalara doğru ilerlemesi sonucu demineralizasyonun
görünür bir hal almasıdır. Bu yapı pöroz bir oluşum halindedir ve F’a afinitesi oldukça
yüksektir. Opak mine lezyonlarına F uygulandığında, F lezyon içine hızla girerek mine dış
yüzeyindeki F düzeyini arttırır. Bu bulgu genişleyen mine porlarının F alınımına daha
uygun olmasıyla açıklanmaktadır. Demineralize alanın F’a karşı afinitiesi daha fazla
olmasıyla opak lezyonlar, etraflarındaki sağlam normal mineye göre çok daha fazla oranda F
içermekte ve de daha serttir. Ancak bu bulgu lezyonun en dış tabakasında sınırlı
kalmaktadır. Yüzeyde F aşırı birikimi ve mine difüzyon kanallarını tıkaması lezyonun alt
kısımlarında demineralizasyonun yavaş ilerlemesine neden olur. “lezyonun hapsedilmesi”
olarak tanımlanan bu durum, F uygulanan opak mine lezyonlarında opasitenin kaybolmasına
karşın, yüzeyin cilalanmış gibi parlak ve kaygan olmasını açıklar. Bu opak ve pürüzsüz yüzey
yüksek mineral içeriği ve rekristalizasyon nedeniyle sağlam mineye oranla ataklarına karşı
çok daha dirençli bir yapıdır.
4. Dentin Dokusu Üzerine Etkisi
Ekspoz dentin üzerine uygulanan F dentin çürüğünün ilerlemesini engeller. Dentin
dokusunun yüzeyel tabakalarına F iyonunun etkisiyle apatit kristalleri çöker. Açık dentine F
uygulandığında odontoblastlar üzerine tamir dentini yapımını uyarıcı etkinliği mevcuttur.
Ayrıca F, Ca ile birleşerek dentin kanallarının ağzını tıkayarak dentin hassasiyetini önler.
FLORİD UYGULAMA YÖNTEMLERİ
Florid uygulamaları sistemik ve topikal yöntemlerle yapılmaktadır.
A.SISTEMIK FLORİD UYGULAMA YÖNTEMLERI
Sistemik florid uygulama yöntemleri içme sularının, tuzun, sütün floridlenmesi ya da florid
tabletlerinin kullanımı şeklinde yapılmaktadır. Uygulanacak yöntemin belirlenmesinde rol
oynayan faktörler toplumun sosyal, politik, çevresel, ekonomik ve eğitim durumu şeklinde
sıralanabilir. Her ülke ya da toplum kendi koşullarını değerlendirerek bir uygulama yöntemi
bulmalıdır.
1. İçme Suyunun Floridlenmesi
Sistemik uygulamalar içerisinde en etkili ve en yaygın olarak kullanılan çürük önleme
yöntemidir. Bunun nedeni çürük prevalansın en yüksek olduğu düşük sosyoekonomik
seviyedeki bireyler de dâhil olmak üzere her kesime ulaşabilmesi ve nispeten ucuz bir yöntem
olmasıdır.
Günlük hava sıcaklığına bağlı olarak 1litrede 0,7-1,2 ppm F sulara eklenir. Ilık iklimde F
düzeyi düşük, soğuk iklimde ise yüksek olur.
Doğumdan başlayarak F’li su kullanan toplumlarda çürük prevalansında %50-70 azalma
gözlenmektedir. İçme suyu ile alınan F’un diş çürüğünü önleyici etkisi, özellikle düz
yüzeylerde görülür. İçme suyuna katılan F, diş çürüğünü bukkal, lingual ve gingival
yüzeylerde %85, ara yüzlerde %75 oranında azaltırken pit ve fisürlerde ise %35 oranında
azaltmaktadır. İçme suyundaki F’un çürüğü azaltıcı etkisi, süt dişlerinde (%40-50) daimi
dişlere (%50-60) kıyasla daha azdır.
Şebeke suyundaki F, demir borularda korozyona yol açtığından F’li su dağıtımının plastik
borulu ayrı bir su şebekesinden yapılması gerekmekte ve dolayısıyla maliyet artmaktadır.
Ülkemizde su santralleri floridleme için henüz hazır olmadığından sulara F katılmamaktadır.
İçme sularında 8 ppm olan bölgelerde bile böbreklerde disfonksiyon bildirilmemiştir.
Endemik iskeletsel florozis genellikle içme sularındaki F miktarının 10 ppm olduğu tropik
bölgelerde gözlenmektedir.
Okul Sularının Floridlenmesi
Okul sularının ayrı bir şebekeye bağlı olduğu koşullarda okullarda kullanılan içme suyuna
F ilave edilmesiyle çürük %40-56 azaltılabilmektedir. Çocuğun okulda kalış süresi kısa
olduğundan 1 litre içme suyuna 5mg F katılmaktadır. Bu tür uygulamalarda okul çağındaki
çocukların daimi kesici dişlerin gelişimi hemen hemen tamamlanmış olduğundan florozis
riski söz konusu değildir. Ancak çocuklar okula 5-6 yaşlarında başladığından süt dişleri
yararlanamamaktadır.
2. Tuzun Floridlenmesi
İçme suyunun ekonomik, sosyal, çevresel şartlar nedeniyle floridlenemediği bölgelerde
tuzun floridlenmesi gündeme gelmiştir Tuzun fabrikasyonu sırasında F, sodyum ya da
potasyum florid şeklinde tuza ilave edilmektedir. Tuzdaki F konsantrasyonu 200-350mg/kg
olarak değişebilmektedir. Ancak tuza F katılmasının bazı dezavantajları bulunmaktadır;
1. Tuza F katılması için ayrı bir ünitenin gerekliliği ekonomik problem oluşturmaktadır.
2. Tuz tüketimi kişiler ve toplumlar arasında farklılık göstermektedir.
3.Yemeklerle beraber alınması F’un absorbsiyonunu azaltmaktadır.
4. Tuz tüketimini özendirdiği ve hipertansiyona neden olabileceği düşüncesiyle bazı
ülkelerdeki kalp dernekleri uygulamanın karşısında yer almıştır.
3. Sütün Floridlenmesi
Bu yöntem Bulgaristan ve İngiltere’de bir halk sağlığı yöntemi olarak kullanılmıştır. Süte
2,5-5mg/lt F katılmaktadır. Ancak F’un kalsiyuma bağlanması, sistemik emiliminin yavaş,
topikal etkisinin az olması ve sütün her çocuk tarafından farklı miktarlarda tüketilmesi gibi
sebeplerle çok tercih edilmemektedir.
4. Florid Damla ve Tabletleri
F tabletleri, içme suyunun floridlenmesinin tek alternatif olduğu yıllarda ortaya atılmıştır.
Floridli diş macunu, gargara, jellerin yaygın kullanımı, yiyecek ve içeceklere F ilavesi
nedeniyle günümüzde F tabletleri, gelişmiş ülkelerde pekçok çocuk için uygun bir yöntem
olarak kabul edilmemektedir. Gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerde ise içme sularının ve
tuzların floridlenmesi gibi yöntemler uygulanana kadar çürük riski taşıyan çocuklar için geçici
bir halk sağlığı yöntemi olarak önerilmektedir. Okul programlarında tablet kullanıldığında
öğretmenler veya gönüllüler yrdımcı olmaktadır.
Damla (Zymaduo damla, Fluoxytil Oral Damla, D-Flor Damla) ve tablet (Zymafluor tablet,
D-Flor tablet) formları bulunmaktadır. Damlalar çocuğun ağzına damlatılarak ya da su/meyve
suyuna katılarak verilmektedir. Ancak damla şeklindeki preparatlarda ailenin hatalı doz
kullanma ihtimali yüksektir. Günümüzde en çok NaF tabletleri kullanılmaktadır. Bir tablet
0,25 mg F'a eşdeğer NaF içermektedir.
Tabletler çürük önleyici etkisini arttırmak ve topikal etkisinden yararlanmak için, tablet
yatmadan hemen önce çiğnenerek ya da emilerek kullanılmalıdır. Emme ya da çiğneme
esnasında topikal etki, yutulduktan sonra ise sistemik etki söz konusudur. Tabletlerin
emilirken ağız içerisinde dolaştırılması çok sayıda diş yüzeyinin F’dan yararlanmasına olanak
sağlamaktadır. Tek seferde alınan tablet florozis riskini arttırabileceğinden, günlük doz
aralıklı (günde 2-3 seferde) alınmalıdır. Tablet kullanımı ile ilgili bir sorun da çocuklarda
ilaç kullanma eğilimi ve bağımlılığı yaratma riski bulunmasıdır.
Yaşamın ilk aylarında F’un kalsifiye dokularda birikiminin fazla olması nedeniyle genel
olarak bu dönemde süt ya da mamalardan alınan F’un yeterli olduğu düşünülerek uygulamaya
genelde 6. ayda başlanıp, 3. büyük azılarının kalsifikasyonlarının tamamlandığı 16 yaşına
kadar kullanılması önerilmektedir.
DENTAL FLOROZIS
Dental florozis, dişlerin gelişim döneminde fazla miktarda F alınması sonucu (0,1
mg/kg/gün ve üstündeki F alımı) ameloblastların fonksiyonunun etkilenerek mine
formasyonunun bozulması sonucu gözlenen mine hipoplazisidir (Şekil 41).
Şekil 217. İçme suyunda 5ppm konsantrasyonda F bulunan ve sürme sonrası minesi kırılan ve aşınandental florizisli
12 yaşındaki erkek çocuğu
KAZEİN FOSFOPEPTİTLER
Süt ve süt ürünlerinin, içeriklerindeki kazein, kalsiyum ve fosfattan dolayı mine
demineralizasyonunu azaltıp remineralizasyonu arttırarak diş çürüğü oluşumunu önlemede
etkili besinler olduğu bilinmektedir.
İnek sütündeki proteinler; kazein proteinleri ve Whey proteinleri olmak üzere iki ana gruba
ayrılmaktadır. Kazein, sütte 30-300 nm çapında partiküller halinde yüksek miktarda bulunan
bir fosfoproteindir ve total proteininin yaklaşık %80’ini oluşturmaktadır. Kazein, çoğunlukla
kalsiyum ve fosfat iyonlarıyla stabilize kompleks şeklinde (amorf kalsiyum fosfat=ACP)
bulunmaktadır. İnek sütünde bulunan Ca’un yaklaşık 2/3’ü, fosforun ise ½’si kazeine bağlı
şekilde bulunmaktadır.
Sütteki kazeinin parsiyel enzimatik sindirimi sonucu, kazein fosfopeptit (CPP)’ler açığa
çıkmaktadır. CPP’ler, fosfoseril uzantıları boyunca amorf kalsiyum fosfatları (ACP)
bağlayarak stabilize etmekte ve böylece CPP-ACP nanokompleksi meydana gelmektedir
CPP-ACP, demineralizasyonu baskılayıp, remineralizasyonu arttırarak diş çürüğü
oluşumunu önlemede etkin bir role sahiptir. CPP-ACP’nin diş çürüğü önleyici mekanizması
diş yüzeyine ve dental plağa bağlanarak oluşturduğu nanokomplekslerle ilişkilidir. CPP-
ACP’nin çürük önleyici etkisi 3 farklı mekanizma ile açıklanmaktadır;
1. Dental plağın yapısına katılan CPP-ACP, plaktaki kalsiyum ve fosfat iyonlarının
seviyesini anlamlı bir şekilde artırarak demineralizasyonun önlenmesinde etkili olmaktadır.
2. Asit atakları sırasında CPP-ACP, kalsiyum ve fosfat iyonlarına ayrışarak diş
yüzeyindeki kalsiyum ve fosfat iyon seviyesini arttırmakta ve mine yüzeyinin aşırı
doygun hale gelmesine neden olmaktadır. Böylece demineralizasyonu önlemekte ve
remineralizasyonu teşvik etmektedir.
3. CPP-ACP plaktaki bakteri hücrelerinin yüzeylerine bağlanarak diş yüzeyinde kolonize
olmalarını engellemektedir.
Günümüzde CPP-ACP’nin topikal etkisinden yararlanmak için, vernikler, diş macunları
(Sensodyn Pronamel ve GC Tooth Mouse), gargaralar, patlar (GC Tooth Mouse), sakızlar
(trident white, recaldent), pastiller (Recaldent Mints), spor içecekleri ve restoratif materyaller
gibi çeşitli ürünlerin içerisine katılarak piyasaya sürülmüştür.
CPP-ACP KULLANIM ALANLARI
1.Yüksek çürük riski olanlarda koruyucu ajan olarak,
2. Başlangıç çürük lezyonlarının tedavisinde,
3. Dental erozyonun önlenmesinde,
4. Ortodontik tedavi gören hastalarda dekalsifikasyonların azaltılmasında,
5. Dentin hassasiyetinin azaltılmasında,
6. Diştaşı temizliğinden sonra açık kök yüzeyinden kaynaklanan hassasiyetin
azaltılmasında,
7. Bleaching (dişlerin beyazlatılması) uygulamasından sonra kullanılmaktadır.
CPP-ACP nanokompleksi tek başına ya da F ile kombine edilerek uygulanmaktadır. CPP-
ACP nanokompleksinin F ile birleşimi sonucu kalsiyum, fosfat ve F iyonları içeren yeni
kümeler CPP-amorf kalsiyum florid fosfat (CPP-ACFP) oluşmaktadır. CPP-ACP ile F’in
kombine kullanılması sonucu hem CPP-ACP’nin remineralizasyon kapasitesi artmakta hem
de topikal uygulamalar esnasında kullanılan F dozu azaltılarak özellikle çocuklarda florozis
oluşması engellenmektedir. Bu yüzden günümüzde Kazein Fosfopeptid-Amorf Kalsiyum
Fosfat (CPP-ACP) içerikli modifiye florid verniklerini (Örn; GC MI Varnish) geliştirilmiştir.
Ağız ortamında yüksek çözünürlüğüne sahip olan ve hızlı bir şekilde apatit formuna
hidrolize olan CPP-ACP’nin bilinen tek dezavantajı laktoz intoleransı olan hastalarda
alerjik reaksiyonlara neden olmasıdır.
OZON
Doğadaki en güçlü oksidanlardan biri olan ozon, atmosferde doğal yollarla oluşabildiği
gibi ozon jeneratörleri tarafından da yapay olarak üretilmektedir. Güneşteki uv ışınları, O 2 ile
temasa geçtiğinde, O2 atomlarını üçlü gruplar şeklinde geçici olarak birleştirerek, enerji
yüklenmiş O2 formu olan ozona (O3) dönüşürler.
Ozon virüs, mantar ve bakterilere karşı çok güçlü bir antimikrobiyal ajandır.
OZONUN DIŞ HEKIMLIĞINDE KULLANIM ALANLARI
1. Pit ve fissür çürüklerinde,
2. Dentin çürüklerinde,
3. Kök çürüklerinde,
4. Dentin hassasiyetinde,
5. Kök kanal tedavisinde kanal dezenfeksiyonunda,
6. Dişlerin beyazlatılmasında,
7. Alveolit tedavisinde,
8. Ortodontik tedavi gören hastalarda dekalsifikasyonların azaltılmasında,
9. Avulse dişlerin replantasyonundan önce (epitelyal, gingival fibroblast ve periodontal
hücrelerle olan biyouyumluluğu nedeniyle)
9. Bakteriyel, fungal ve viral enfeksiyonların (aft ve herpes) tedavisinde antimikrobiyal
ajan olarak (S.mutans, S.sobrinus, S. Aureus, C. albicans vb),
10. Gingivitiste ve yıkıcı sülfür bileşiklerinin (ağız kokusunun nedeni) aktivasyonunda,
11. Medikal aletlerin ve implantların sterilizasyonunda,
13. Dental ünit sularının temizliğinde,
14. Ozonlanmış su, dental cerrahi girişimler sırasında ve diş çekiminin ardından; hemostazı
sağlaması, bölgesel oksijenlenmeyi arttırması ve bakteri üremesini engellemesi gibi özellikleri
nedeniyle kullanılmaktadır.
OZON TEDAVISININ AVANTAJLARI
1. Basit ve kolay bir non-invaziv tedavi yöntemidir.
2. Ozonun çürük ve dentin dokusuna penetre olabilme yeteneği vardır.
3. Bakterileri ve oluşturdukları asitleri büyük oranda ortadan kaldırır.
4. Tamamen ağrısız ve sessiz bir tedavi yöntemidir. Lokal anesteziye gerek yoktur.
5. Uygun endikasyonda, geleneksel kavite preparasyonuna ve dolguya gerek yoktur.
6. Diğer dezenfeksiyon ajanları için tipik bir özellik olan tat/koku gibi yan etkileri
bulunmamaktadır
7. Hasta korkusu ve travma ortadan kalkar.
8. Hastanın memnuniyetini arttırır. Özellikle çocuk hastaların tedavisi, yaşamları boyunca
ağız sağlıklarını destekleyici nitelikte olacaktır.
9. Ozon tedavisinden sonra uygulanan sıvı, dişin remineralizasyonu için mineral ve florid
desteği verir. Tedaviden sonra, remineralizasyon 4-12 hafta içinde gerçekleşir.
OZONUN DIŞ ÇÜRÜĞÜNDEKİ ETKİSİ
O3, diğer geleneksel çürük temizleme ve antimikrobiyal ajanlara kıyasla uygulanması çok
daha ucuz, kolay ve hızlı bir non-invaziv tedavi yöntemidir. Bu restoratif olmayan tedavi
şekli, diş çürüklerinin durdurulması ve/veya tedavi edilmesini amaçlamaktadır. Tedavi, dişin
mikrobiyal etkinliğe direncini artırarak ve mikrobiyal etkinliği azaltarak sağlanmaktadır.
Diş çürüklerinin tedavisinde ozon, çürük lezyonundaki karyojenik
mikroorganizmalarının sayısını azaltıcı etki göstererek, metabolik dengenin
remineralizasyon yönüne dönmesini sağlamaktadır. Ozon patojenik mikroorganizmaların
üremesini engelleyerek, nötralize ederek ya da hücre duvarını yıkıma uğratarak dezenfeksiyon
sağlamaktadır. S.mutans, S.sobrinus ve laktobasillerin üzerine 10-20sn uygulandığında %99
öldürücü etki gösterir
Bakteriler tarafından üretilen ve çürük lezyonunun ilerlemesinde etkili olan organik
asitleri ortadan kaldırmaktadır. Karyojenik mikroorganizmalar tarafından üretilen pirüvik
asit, ozon tarafından okside edildiğinde asetat ve karbondioksit oluşmaktadır. Böylece ortam
daha alkalen bir hale gelmekte ve çürük lezyonu içerisine mineral yığılımı
kolaylaşmaktadır. Ozon tedavisi uygulanır uygulanmaz, ortam tükürükle temas ettiğinde,
lezyon normal ağıziçi bakteri popülasyonu ile kaplanmaktadır. Bu ortamda bakteriler, çürük
ilerlemesine sebep olan asidik ürünler oluşturamamaktadırlar.
Ozon, güçlü okside edici özelliği sayesinde çürük lezyonunu koruyan protein tabakayı da
ortadan kaldırmaktadır. Böylece Ca, fosfat ve F iyonlarının çürük lezyonuna difüzyonu ile
remineralizasyonu sağlamaktadır.