Professional Documents
Culture Documents
İrfan Özet
GİRİŞ
1
Edibe Sözen, Söylem, Belirsizlik, Mübadele, Bilgi/Güç ve Refleksivite, Paradigma Yay., İstanbul, 1999, s. 21.
2
Fowler, 1985, 64’den aktaran Sözen, A.g.e., s. 29.
1
Bugün tekil bir özne olarak birey, ulusal hatta ulus ötesi kamuoyunu –diji-teknoloji imkanları
eşliğinde- söylemleri üzerinden etkileyebilmekte ve farkındalık oluşturabilmektedir.
Edibe Sözen’e göre felsefe ve gündelik hayatı yakınlaştıran, Batılı bir felsefenin
ürünü olarak söylem, basit olarak kullanılan dil ve dil pratiğidir. Dil kullanımı, sadece
dilbiliminin geleneksel öğeleri (cümle, paragraf, metin vs.) ile sınırlı değildir. Söylem sosyal,
politik, kültürel ve ekonomik alanlar gibi toplumsal hayatın tüm yönleriyle de ilişkilidir. Bu
anlamda söylem bir meta-eylemdir. Bir metin edebi olsun veya olmasın onun üzerinde söylem
çalışması söylem çalışması, analizi yapılır. Kavram dille inşa edilen sözlü (konuşma), yazılı
(kitap, makale, risale vs) ve sözsüz (mimari yapılar vb) metinlere karşılık gelecek şekilde
kullanılır. 4
3
Punch, 2005’den aktaran, Halil Ekşi- Hilal Çelik, “Söylem Analizi” Marmara Üniversitesi Atatürk
Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Dergisi, Sayı:27, s. 100.
4
Sözen, A.g.e., s. 20.
2
Hüseyin Bal’a göre söylem, söyleme eyleminin bir sonucu olarak ortaya çıkan dilsel
ifadenin sözlü veya yazılı halidir. Söyleyen (kaynak), söylenen şeyi ( mesaj) belli bir kanal ile
alıcı (veya alıcılara) ulaştırmak üzere kodlar. Kodlama biçimi içinde yaşadığı kültüre,
sosyalleştiği toplumsal gruplara, sınıf konumuna, eğitimine, mesleğine vb. bağlı olarak
değişir. Bu nedenle söylem bireysel değil, sosyaldir; söylem en az iki tarafı gerekli kıldığı için
sosyal bir eylemdir. Söylemi algılayanlar (duyanlar veya okuyanlar) ister istemez bir tepki
verirler. Bu tepki de bir tür söylemdir. Bir roman, şiir veya akademik bir metin söylem olarak
diğer metinlerle şu ya da bu kadar ilişkilidir ve bundan sonra kendisinden sonraki metinlerle
ilişkili olacaktır. Bu nedenle her metinsel söylem, metinler arası iletişimin bir parçasıdır.
Yeryüzünde hiçbir şey tek başına değildir, bir söz, bir söylem de başka söz ve söylemlerle
ilişkilidir. 5
Söylem ve Dil
Sözen’e göre bilginin dildeki kullanımı, gücün dildeki kullanımı, ideolojinin dildeki
kullanımı birer dil eylemidir ve bunların fonksiyonelliği ancak bir söylem içinde anlamlı hale gelir.
Gündelik konuşmalarımızda anlamsız görünen ifadeler dahi, bir söylemde anlam ifade eden ve
fonksiyonu olan öğelerdir: Bildiğini söyleyememe, bilmediği konularda geçiştirici ifadelerde bulunma
6
eylemleri, tek başına anlam ifade etmese de söylem içinde kesinlikle bir anlama sahiptir.
Söylemin önemine vurgu yapan Potter ve Wetherell (1987)’e göre, dil sosyal bir fenomendir.
Sadece bireylerin değil, bunun yanı sıra kurumların ve sosyal oluşumların özel anlamları ve değerleri
vardır ve tüm bunlar dille ve sistematik yollarla ifade edilir. Metinler, iletişim ürünü olan dil birimleri
ile ilişkilidir ve okuyucular/dinleyiciler pasif alıcılar değildirler. Potter’a göre dil, bireylerin
kendilerini ifade edebilme ve diğer insanları anlayabilmeleri için bireye gerekli olan bakış açısını
sunan bir nesnedir ve dilsiz bir dünya anlam bakımından eksiktir. Dil, sadece basit bir temsil ya da
7
yansıtma aracı değildir. Dil değişik fonksiyonları içeriğinde barındıran karmaşık sistemler bütünüdür.
Dil, toplumsal ve uzlaşımsal bir kurumdur. Dil, hem düşünceye hem de sese aralarındaki
bağlantıyı sağlarken- kendi biçimsel koşulları da kabul ettirmiş olur. Sassure’e göre dil ile düşünce
birbirinden ayırt edilemez. Sözcüksel anlatımdan soyutlanarak ele alındığında düşünce, ruh bilimsel
açıdan biçimlenmemiş, ayrımsız bir yığındır. Düşüncede dilin ortaya çıkmasından önce hiçbir şey
belirgin değildir. Dilin düşünceye karşı üstlendiği görev, kavramların anlatımı için özdeksel bir ses
aracı yaratmak değil, düşünce ile sese aracılık etmektir. Dil, biçimlenmemiş iki yığın arasında (işitsel
5
Hüseyin Bal, Nitel Araştırma Yöntemleri, Fakülte Kitabevi, Isparta, 2012, s. 159.
6
Sözen, A.g.e., s. 13.
7
H. Ekşi ve H. Çelik, A.g.e., s. 101.
3
imgeler ve düşünce arasında) oluşurken, kendi biçimlerini yaratır. Ne ses düşünceden ayrılabilir, ne de
düşünce sesten. Bu açıdan dilbilim bu iki düzeyde bağlanan öğelerin birleştiği sınır bölgesinde yer alır.
Bu birleşim bir töz değil, bir biçim yaratır. Dil, söze (bireysel kullanıma) olanak tanıyan uzlaşımsal bir
kurumdur, yani konuşan tarafından, üzerinde anlaşılmaya varılmış olmasından başka bir gerçeklik
koşulu yoktur. Dil, sözün tersine gerçek bir nesne değildir; potansiyel, gizil imkanlar bütünüdür. 8
Dil, iletişimin basit bir tanımı ya da aracı değildir, aksine sosyal bir pratiktir, bir şeyleri
yaratma sürecidir. Dil, sosyal yaşamın merkezindedir ve yaşamı oluşturucu bir özelliğe sahiptir.
Konuşmalar sürekli ve aralıksız bir şekilde sosyal dünyayı yaratır, bu açıdan dil ne olup bittiğini
anlatan basit bir yansıtıcı değildir. 9
Bu açıdan söylem, yapısal ve içeriksel tutarlılığı olan ve sosyal bağlamda bireylere anlamı
inşa etmeye olanak tanıyan dilsel malzemenin araçları olarak görülmektedir. Anlamın inşasına dair
vurgu, söylemin eylemsel bakış açısını içerir. Dil/konuşma bir eylemdir ve bu eylemler; 1) gösterimsel
anlam (ne söylendiği), 2) illocutionary güç (konuşan söyledikleri ile ne yapmaktadır), 3)
perlocutionary güç/baskı (söylenenlerin dinleyiciler üzerindeki etkisi) olmak üzere üç temel
bileşenden meydana gelmektedir. 10
Wittgenstein’a göre, dil oyunları çok anlamlıdır: Emierler verme ve onlara uyma, bir
nesnenin görünümünü tasvir etme veya onun ölçütlerini verme, bir tasvirden bir nesneyi inşa etme
(resim çizmek gibi), bir olayı kaydetme, bir olay hakkında spekülasyonda bulunma, bir hipotezi
deneme veya biçimlendirme, bir tecrübenin sonuçlarını tablo veya diyagramlarla sunma, hikaye
hazırlama ve okuma, rol yapma, şarkı söyleme, muammaları tahmin etme, şaka yapma, fıkra anlatma,
problem çözme, tercüme etme, dua etme, teşekkür etme, kutlama, soru sorma, sövme gibi dil oyunları
çoklu anlamlara sahiptir. 12
Gelinen noktada dil pratikleri şeklinde söyleme ilişkin tüm bu görüşler, sosyal gerçekliğin
inşa edilmesi, sosyal eylem, konuşma eylemleri, dilsel davranışlar, beyanlar, “öznelerarasılık” ve
8
Tura, 2005’ten aktaran Ekşi ve Çelik, A.g.e., s. 101.
9
Wood ve Kroger, 2000’den aktaran Ekşi ve Çelik, A.g.e., s. 101.
10
Wood ve Kroger, 2000’den aktaran Ekşi ve Çelik, A.g.e., s. 101.
11
Sözen, A.g.e., s. 23
12
Wittgenstein, 1997:11-12’den aktaran Sözen, A.g.e., s. 23.
4
“metinlerarasılık” gibi durumları bir araya getirmeye çalışan meta-teorik yaklaşımların birer ürünüdür:
Söylemler meta-durum (durumun-durumu) veya birer meta-eylem (eylemin-eylemi)dir. 13
SÖYLEM ANALİZİ
Dili bir pratik olarak gören ve inceleyen söylem analizi bilgi, sosyal ilişkiler ve
kimliklere ilişkin özelliklerle bunların mübadelesini ortaya çıkarmada oldukça etkin rol oynayan bir
analiz çeşididir. Analizin amacı, bir pratik olarak dili inceleme ve farklı anlamlarla üretilen bilgi ve
bilgi/güç moduna ilişkin yapıları, onların değişim ve dönüşümlerini açığa çıkarmaktır. 14 Van Dijk’ın
işaret ettiği gibi söylem analizi, söylem ya da dil kullanımının sadece biçimsel (fonolojik ya da söz
dizimsel) yönü ile ilgilenmez. Daha çok ilgi odağını sosyal ve kültürel bağlam içinde iletişim kuran dil
kullanıcılarının oluşturduğu sosyal olaylara çevirir. 15
Söylem analizi, bireylerin başkaları ile sohbet ederken meydana gelen öznelerarası zihin
bileşenleri üzerine odaklanan gerçek bir sosyal metottur. Söylem araştırmaları; semantik, fonoloji,
sentaks, morfoloji ve pragmatik yaklaşımlarda görüldüğü gibi cümleyi temel alan dar kapsamlı bir dil
analizi değildir. Tam tersine, dil kullanımının daha büyük bölümlerini sosyokültürel bağlam
çerçevesinde ele alıp inceleyen bir yaklaşımdır. 16
Söylem analizinin temel varsayımına göre dil, eylem ve fonksiyona ilişkin çevre yönelimidir
ve birey sosyal dünya değerlerini ya da adaptasyonunu oluşturmak için dili isteyerek kullanır, bu aktif
inşa süreçleri dil değişkenliği içinde ortaya konur. Söylem kullanıldığı fonksiyona bağlı olarak
değişkenlik gösterir ve bu bakımdan değişkenlik kavramı söylem analizinin temel taşını oluşturur.
Söylem analizindeki temel vurgu; dille ne yapıldığı ve ne başarıldığıdır. 17
Söylem analizi refleksiviteye bağlı olarak eleştiriye ve öz eleştiriye açık bir analizdir.
Söylem analizinde bulguları anlamak ve yorumlamak konusundaki köklü etkiler geleneksel
yöntemlerden gelir. Analizin nesnesi sözlü, yazılı ve sözsüz metinlerdir. Söylem analizi deneysel
analiz veya içerik analizi gibi yöntemler kullanan bir analiz değildir. Fairclough’un tanımıyla:
13
A.g.e., s. 24.
14
A.g.e., s. 82.
15
Barker ve Galasinski, 2001’den aktaran Ekşi ve Çelik, A.g.e., s. 105.
16
Atay, 2007’den aktaran Ekşi ve Çelik, A.g.e., s. 105.
17
Wood ve Kroger, 2000’den aktaran Ekşi ve Çelik, A.g.e., s. 105.
5
“Söylem analizi çok boyutlu, çok fonksiyonlu, tarihsel ve eleştirel bir analizdir” 18 Söylem analizinde
herhangi bir söylem incelenirken analitik bir yöntem aranmaz. 19
Bir başka açıdan söylem analizi son yıllarda sosyal psikolojideki gelişimlere bağlı olarak
nitel araştırmalarda öne çıkan bir araştırma yöntemi olup, odağını anlamın değişkenliğine çeviren bir
girişim olarak kabul edilmektedir. Bu yaklaşım, dilin sosyal eylem yönünü vurgulamak için dil
felsefesinde yer alan konuşma-eylem teorisini ve insanların kendi algı dünyalarını yaratmak için
günlük olaylarda dili nasıl kullandıkları üzerine odaklanan etnometodolojiyi kullanır. Bu açıdan
bakıldığında söylem analizi bir anlamda “anlam”ın çeşitliliği ve değişkenliğini araştıran ileri düzey
hermeneutik ve sosyal göstergebilim olarak görülebilir. 20
Kişilerarası iletişimde söylem analizi bir ilişkinin sözlü veya sözsüz yanının incelenmesidir.
Kültürel incelemelerde, Foucault’un kullandığı anlamda, söylem analizi, dilin ve diğer kodların anlamı
ile uğraşır ve bu kodlarda güç ilişkileri üzerine odaklanır; söylem üretimi her toplumda belli sayıdaki
süreçlere göre kontrol edilir, seçilir, örgütlenir ve dağıtılır. 21
Söylem analizi, sosyoloji için yeni değildir. Tersine, söylem analizi sosyolojinin bir disiplin
olarak ilk ortaya çıktığı 1800’lerin sonlarından beri sosyolojinin ayrılmaz bir parçası olmuştur.
Gerçekten de Weber’in geleneklere uygun Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu, yalnızca
yorumlayıcı sosyolojide değil, söylem analizinde de bir örnek olarak görülebilir. Bu çalışmada Weber,
belirli bir (Protestan) ahlakını kavramak için metinleri, en önemlisi de Calvinist doktrinleri kullanır.
Anlam sistemlerinin (ruh ve ahlak) karmaşık, çok değişken ilişkileri ve tarihsel olayları açıklamaya
yardımcı olduğunu ve bu anlamların doktrinlere yerleşebildiğini varsayar. Weber, insanların hem
ekonomik bakımdan aktif olmaya ve hem de emeklerinin meyvelerini tüketmemeye motive olmak
zorunda olduklarını varsayar ve bu insanlara “çileciliğe olumlu teşvik oluşturarak kişinin dünyevi
faaliyete bağlılığını kanıtlaması gerekliliği fikrini” neyin verdiğini göstermek için metinsel analizleri
kullanır. 22
18
Fairclough, 1998:8-9’dan aktaran Sözen, A.g.e., s. 82.
19
Fairclough, 1998:225’den aktaran Sözen, A.g.e., s. 82.
20
Elliot, 1996’dan aktaran Ekşi ve Çelik, A.g.e., s. 105.
21
İrfan Erdoğan, Korkmaz Alemdar, Kitle İletişim Kuram ve Araştırmalarının Tarihsel ve Eleştirel Bir
Değerlendirmesi, Erk Yay., Ankara, 2000, s. 295.
22
Laura Desfor Edles, Kültürel Sosyoloji, Babil Yay., İstanbul, 2006, s. 242-243.
6
Birleşik Devletler’e göçün Polonyalı göçmenler üzerindeki etkisini aydınlatmak için günlükleri,
mektupları ve daha başka kişisel belgeleri analiz etmişlerdir. 23
Foucault ve Söylem
Söylem kuramları içerisinde Foucault’un ayrı bir yeri vardır. Zira Foucault, insan
bilimlerinin bir tarih incelemesini yaparak, insanın nasıl mümkün bir bilginin konusu haline geldiğini
incelemiştir; böylece bilgi ve iktidar ilişkisinden yola çıkarak bir özne kavramsallaştırması
geliştirmiştir. Bu, bir anlamda insanın nasıl bir bilginin nesnesi haline getirildiğine işaret eden sürecin
anlatımıdır. Başka bir deyişle Foucault’ta göre, insan kendi özgürlüğüne sahip olmak ve kendi
varoluşunun öznesi olmak için bilgi nesnesi haline getiriliyordu. 24
Foucault’ya göre tarih, birbirinden kopuk öbekler halinde örgütlenmiş söylemlerden başka
bir şey değildir. Söylem ise, belli bir konudaki düşünme ve konuşma yollarını belirleyen kurallar
bütünü ve kanaatlerdir. Aynı zaman diliminde aynı söylemlerin olabileceği gibi, farklı söylemler de
oluşabilir. Keza, bir söylemde düşünülemeyen veya dile getirilemeyen öğelerin varlığı da
unutulmamalıdır. Foucault’ya göre “Söylemler birbirini kesen, bazen birbirine eklemlenen, ama aynı
zamanda da pekala birbirinden habersiz veya birbirlerini dışlayan, kesintili uygulamalar gibi ele
alınmalıdırlar.”25 Bir söylem en uygun bir biçimde bilgi için bir olasılıklar sistemi olarak
anlaşılmalıdır. “Düzen, nesnelerin içinde kendisini onların içsel bir yasası olarak sunan şeyi, yani
birbirleriyle karşılıklı ilişkilerini sağlayan, gizli ağı ve ancak bir dilin, bir bakışın, bir dikkatin
çepeçevre kuşattığı parmaklıkların arasında var olan şeylerin tümünü ele geçirmek ister.” 26
7
meşrulaştırma gücünden yoksun olan insanlarla ilişki içinde kullanılmasını ima eder. Söz gelimi, özel
bir söyleme, örneğin tıbbi veya hukuki söyleme hakimiyet aynı zamanda bunlardan yoksun olanlar,
örneğin hastalar ve müşteriler üzerinde kontrol sağlamaya yardımcı olur. 27
Bu yüzden bir söylemin kullanımı, konuşmacının belirli bir alan hakkındaki bilgisini
(örneğin tıbbi veya hukuki prosedürleri) söylem içinde belirlenen ölçütlere göre haklı (veya doğru)
olduğunu iddia edebilecek biçimde konumlandırmasını mümkün kılar. Bir doktor, hastanın genel
sağlık durumunu veya hastalığını insan bedeninin yapısı ve işleyişi hakkındaki bilimsel kanıtlar ve
bilgilere dayalı bir tıbbi bilgiler bütünü temelinde tanımlayabilir. Öte yandan, hasta genellikle
kendisine söylenenleri dinler ve talimatlara hastalığın iyileşmesi için gerekli adımlar olarak uyar.
Böylece (doktorun eğitimine yansıyan) tıbbi söylem doktor ve hasta arasında bir güç ilişkisinin
kurulması ve sürdürülmesini sağlayan bir araca dönüşür. O, öncelikle bir kontrol biçimi sağlayan ve
bunu mümkün kılan bir araç/ortamdır. 28
Foucaultcu söylem analizi, entelektüel söylemleri konu edinen bir analiz olduğu için bir
meta-analiz olmak durumundadır. Çünkü entelektüel söylemlerin (tıp, ekonomi, psikiyatri gibi)
kendileri zaten meta-söylemlerdir. Foucault, doğrudan doğruya bu söylemleri inceler. Her güç
ilişkisini inceleyen araştırmacı gibi Foucault’yu ilgilendiren de egemen söylemlerdir. 29
Foucaultcu söylem analizi “anlamın olduğu her yerde” yapılabilir. Yani, kelimelerin analiz
edilmesi zorunlu değildir. Çoğu analist konuşma ya da yazılı belgeyle çalışırken, Foucaultcu söylem
analizi herhangi bir sembolik sistem üzerinde yapılabilir. 32
Araştırma sorumuza cevap ortaya çıkartacak analiz metinlerini seçmek adına bizim için
hangi tür metnin elverişli olacağını açıklığa kavuşturmamız gerekir. Metnin nesne statüsü hakkında
27
Darek Layder, Sosyal Teoriye Giriş, Küre Yay., Çev. Ümit Tatlıcan, İstanbul, 2010, s. 138.
28
A.g.e., s. 138.
29
Sözen, A.g.e., s. 133.
30
Fairclough, 1998:122’den aktaran Sözen, A.g.e., s. 133-134.
31
A.g.e., s. 134.
32
Bal, A.g.e., s. 186.
8
sorular sormamıza gerek vardır: metin bir açıklamamıdır? Bir hikayeleştirme midir? Bir konuşmanın
parçası mıdır? Yoksa bir kampanyanın parçası mıdır, bir kurallar takımı mıdır, ya da bir ritüel midir?
Nasıl ortaya çıkarılmıştır ve buna kimin ulaşımı vardır? Dil esaslı mıdır, yoksa başka bir tip sembolik
33
sistem mi kullanmaktadır? Analize uygun metnin seçimini araştırma sorusu şekillendirir.
Analizin ilk basamağı söylemsel nesnelerin inşa ediliş tarzıyla ilgilidir. Hangi söylemsel
nesneye odaklanacağımız, araştırma sorumuza bağlıdır. Söz gelimi, eğer insanların aşk hakkında ve
aşkın ne gibi sonuçları hakkında konuştukları ile ilgileniyorsak, söylemsel nesnemiz “aşk” olacaktır. 34
Metnin söylemsel nesnenin inşasına katkıda bulunan bütün kısımlarını tanımlayarak, inşalar
arasındaki farklılıklar üzerine odaklanırız. Tek ve aynı söylemsel nesne olarak beliren, çok değişik
şekillerde inşa edilebilir. Analizin ikinci basamağı nesnenin çok daha geniş söylemlerde çeşitli
söylemsel inşalarını tespit etmeyi amaçlar. Sözgelimi bir kadın, kocasının prostat kanseri oluşu
hakkındaki bir mülakat bağlamında teşhis ve tedavi hakkında konuşurken biyomedikal söylemi,
kocasının neden bu hastalığa yakalandığını düşündüğünü açıklarken psikolojik bir söylemi ve bu
hastalığa karşı hem onun hem de kendisinin birlikte mücadele etme gücünü nasıl bulduklarını
anlatırken romantik bir söylemi dile getirebilir. 35
33
A.g.e., s. 186.
34
A.g.e., s. 187.
35
A.g.e., s. 187-188.
36
A.g.e., s. 188.
9
4. Basamak: Konum Alışlar
Metin içinde söylemsel nesneye dair çeşitli inşaları tanımlamakla ve onları daha geniş
söylemlerde tespit etmekle, bu inşaların öne sürdükleri özne konumlarına daha yakından bakılabilir.
Özne pozisyonları, davranışlarla dışa vurulacak belli bir görev belirlemekten çok, konuşacak ve
eyleyecek söylemsel mekanlar önerirler. 37
5. Basamak: Uygulama
Bu basamak söylem ile uygulama arasındaki ilişki ile ilgilenir. Bu basamak içerisinde eylem
için açık ya da kapalı fırsatlar taşıyan söylemsel inşa yollarının ve özne konumlarının sistematik
şekilde incelenmesini gerekli görür. Söylemler, dünyanın belli versiyonlarını inşa ederek ve içine
özneleri belli şekillerde yerleştirerek, ne söyleneceğinin ve ne yapılabileceğinin sınırlarını çizer. 38
6. Basamak: Öznellik
Analizdeki son basamak söylemle öznellik arasındaki ilişkiyi inceler. Söylemler, dünyaya
belli bakış yollarını ve dünyada olmanın belli şekillerini mümkün kılmaktadır. Psikolojik gerçeklikler
kadar sosyal gerçeklikler inşa ederler. Bu süreçte söylemsel pozisyon alışlar önemli rol oynar. 39
Bir araştırma yaklaşımı olarak ESÇ’nin bazı temel ilkelerinden söz edilebilir:
37
A.g.e., s. 188-189.
38
A.g.e., s. 189.
39
A.g.e., s. 189.
40
Fairclough, 1993:135’den aktaran Durna ve Kubilay, A.g.m., s. 59.
41
Wodak, 2001:2’ den aktaran Durna ve Kubilay, A.g.m., s. 59.
10
1. ESÇ toplumsal sorunlarla ilgilenir
5. Söylem, tarihseldir.
Farklı yaklaşımlarına rağmen eleştirel söylem analizini odağına alanlar, analizin merkezine
eleştirel bakış açısını yerleştirerek, söylemin her çeşidini (sözel, metinsel, göstergesel, mekansal vb.)
43
toplumsal bağlam içinde güç/iktidar ilişkilerini sorgulamaktadırlar. Bu çalışmada söz konusu ESÇ
geleneği içinde A.Teun van Dijk ve Norman Fairclough’un eleştirel söylem analiz modelleri üzerinde
durulacaktır.
van Dijk’ın çalışmalarının çoğu, 1980’ler Avrupası’nda haberlerle üretilen ırkçılık ve etnik
önyargı alanlarına odaklanır. Nitel ve Nicel analizlerini birleştirerek Alman ve İngiliz basınında yer
alan yüzlerce haberi inceleyen van Dijk, gündelik konuşmada açıklanan etnik önyargıların yanında,
entelektüellerin de ırkçılığı üretmede önemli rol oynadıklarını keşfeder. Eleştirel dilbilim ve eleştirel
kognisyonlara önem veren van Dijk, söylem yapılarını etkileyen toplumsal yapıları da göstermede
başarılı olmuştur. 44
van Dijk’ın söylem anlayışında bir diğer önemli kavram: ideolojidir. İdeolojiler, söylemin
oluşumunda ve yayılımında önemli referanslardır. van Dijk’a göre, söylemin hem üretilmesinde hem
de anlaşılmasında, ideolojiler genellikle dolaylı olarak, yani başlangıçta özel toplumsal alanlarla ilgili
(politika, eğitim ya da emek piyasası gibi) tutumlar ve grup bilgisi yoluyla işlemektedir. Grup
üyelerinin bireysel söylemleri düzeyinde ise, üyelerin toplumsal olay ve durumlarla ilgili ideolojik
olarak önyargılı zihinsel modelleri yoluyla işlev kazanır. 45
42
Fairclough ve Wodak, 1997: 271-280’den aktaran Durna ve Kubilay, A.g.m., s. 62-63.
43
A.g.e., s. 203.
Sözen, A.g.e., s. 147.
44
A.g.e., s. 124.
11
Olayların bu kişisel temsilleri sonunda, katılanların dinamik olarak iletişimsel durumdan
oluşturduğu ( olasılıkla da ideolojik olarak önyargılı) bağlam modelleriyle etkileşirler ve her iki model
de o zaman ideolojik metin ve konuşmanın devamlı üretimine yol açar. 46
Van Dijk’ın söylem analizi, “önermeye dayalı söylem analizi” şeklinde kabul edilebilir ve bu
tip bir analiz, üç aşağı beş yukarı içerik analizine bir ilave ya da bir alternatif olarak düşünülebilir.
Kapsamlı bir söylem analiziyle, değişen ifadeler ve ideolojik konumlar, çıkarlar ve iktidarların
özlelikleri belirlenebilir. Örneğin, medyada iktidarın bir hatasının doğrudan değil, dolaylı bir şekilde
verildiği gözlemlenebilir. “Hükümet X bakanını değiştirdi” yerine “X bakanı değiştirildi” ifadesinde
olduğu gibi anlamlarla oynanabilir. 48
Van Dijk, haber söylemlerini veya haber metinlerini, “haber metni analizi”, “metin
anlambilimi”, “yerel ve küresel bütünlük”, “etkiler”, “üst yapılar: haber şemaları”, “üslup ve retorik”,
“sosyal kognisyon ve sosyo-kültürel bağlam”ları inceleyerek keşfeder. 49
45
Teun van Dijk, “Söylem ve İdeoloji: Çok Alanlı Bir Yaklaşım”, Söylem ve İdeoloji, Haz. Barış Çoban, Zeynep
Özarslan, Su Yay., İstanbul, 2003, s. 110
46
A.g.m., s. 110.
47
Ömer Özer, Haber, Söylem, İdeoloji, Literatürk Yay., Konya, 2011, s. 51.
48
Sözen, A.g.e., s. 124-125.
49
A.g.e., s. 125.
12
van Dijk’ın Eleştirel Söylem Analizi
1. Metinsel
2. Üretim
3. Alımlama/Yorumlama
A. Mikro yapı
1. Sentaktik Çözümleme
2. Bölgesel Uyum
a. Nedensel İlişki
b. İşlevsel İlişki
c. Referansal ilişki
3. Sözcük Seçimleri
4. Haber Retoriği
a. Fotoğraf
b. İnandırıcı bilgiler
B. Makro Yapı
1. Tematik Yapı
a. Başlık/lar
13
b. Haber Girişi
1. Spot/lar
2. Spotlar olmadığında haber metninin ilk paragrafı alınmalıdır. Haber, tek paragraftan
oluşuyorsa ilk cümle haber girişi olarak alınabilir.
c. Fotoğraf
2. Şematik Yapı
a. Durum
2. Sonuçlar
4. Bağlam bilgisi
b. Yorum
1. Haber kaynakları
Van Dijk’ın haber metinlerine odaklanan çözümlemesinde esas vurgu şematik yapı ile
bunların tematik yapıları nasıl örgütlediği üzerinedir. Zira yazara göre tematik yapı, haber söyleminde
metinsel birimlerin hiyerarşik örgütlenmesini ve olası düzenlemelerini belirleyen normlar, kurallar ve
kategorilerin bütünü olarak tanımlanan şematik yapı tarafından yapılandırılır. Haber şeması,
muhabirlerin ve haber editörlerinin toplumsal ve profesyonel rutinleri tarafından şekillenmekle
birlikte, aynı zamanda hem haber üreticilerinin, hem de tüketicilerinin haber söylemini işleme
sürecinde onlara bilişsel bir harita sağlamaktadır. Bu noktada da van Dijk’ın yaklaşımını diğerlerinden
farklı kılan özelliği ortaya çıkmaktadır: bilişsel boyutun çözümlenmesi. Van Dijk, geleneksel olarak
kitle iletişim araştırmalarının odaklandığı etki sorunsalının yerine yorumlama ve temsil sorunsalını
koyduğunu belirtmektedir. Zira ona göre bilginin, inançların ve tutumların dönüşümü etki
51
araştırmalarından çok daha girift ve incelikli olan bilişsel bir çözümlemeyi gerektirmektedir.
50
Ömer Özer, a.g.e., s. 85.
51
Torfing, 199:215’den aktaran Durna ve Kubilay, A.g.m., s. 68-69.
14
Norman Fairclough ve Eleştirel Söylem Analizi
1980’lerin başından bu yana, Norman Fairclough’un temel çalışma alanı dil, iktidar ve
ideoloji arasındaki ilişkilerin incelenmesi olarak tanımlanabilecek eleştirel söylem çözümlemesi
odaklıdır. Şimdiki ilgileri yoğun olarak “küreselleşme”, “neoliberalizm”, “bilgi ekonomisi” vb.
biçimlerde adlandırılan çağdaş toplumsal değişimlerin bir unsuru olarak dil üzerinedir. Medya
çalışmaları alanında da Fairclough, tanınan bir aktör olarak karşımıza çıkar. Çalışmalarının çoğunda
medya metinlerini ampirik malzeme olarak kullanan Fairclough’un ayrıca yaklaşımını medya
söylemine uyguladığı Media Discourses adlı bir çalışması da bulunmaktadır. 52
Fairclough’a göre söylem üç öğenin birleşimi olarak görülebilir: Toplumsal pratik, söylemsel
pratik (metin üretimi, dağıtımı ve tüketimi) ve metin. İdeoloji, ilk elde bu resme metinlerin üretimi ya
da yorumlanmasında kullanılan öğelerin ideolojik yatırımında ve bunların söylemin düzeninde
birbirine eklemlenme yöntemlerinde girmektedir. Daha sonra, bu öğelerin birbirine eklemleniminde ve
söylemsel olaylarda söylemin düzeninin yeniden-eklemlenimi yöntemlerinde girmektedir. 53
Bunların yanında söylem, toplumsal pratiklerde kabaca üç yolla kendini gösterir. İlki, bir
pratikteki toplumsal etkinliktir. Örneğin bir işin parçası olarak (mağazada tezgahtarlık yapmak gibi)
dili özgün bir şekilde kullanmak; aynı şekilde bir ülkenin yönetiminde görev almak. İkincisi,
söylemin temsillerde kendini göstermesidir. Tüm pratiklerde toplumsal aktörler, pratik içindeki
etkinlikler bağlamında, kendi pratiklerinin temsili olduğu kadar, diğer pratiklerin temsillerinin ürünü
olmaktadır. Bu aktörler diğer pratikleri yeniden bağlamlaştırmaktadır. Üçüncüsü de, kimliklerin
oluşturulmasındaki “örneğin İngiltere’de Tony Blair gibi bir politik liderin kimliği kısmen göstergesel
54
olarak oluşturulmuş bir varolma biçimidir- varolma biçimi olarak söylemdir.
52
Carpentier ve De Cleen, 2007’den aktaran Durna ve Kubilay, A.g.m., s. 71.
53
Fairclough, 2003:159-160’dan aktaran Ömer Özer, A.g.e., s. 56.
54
Norman Fairclough, “Söylemin Diyalektiği”, Söylem ve İdeoloji, s. 174.
55
Gölbaşı, 2007’den aktaran Bal, A.g.e., s. 245.
15
Birinci aşama söylemin kendisinin analizi, ikinci aşama söylemin diğer söylemlerle
etkileşiminin analizi, üçüncü aşama ise söylemin nasıl bir bağlam içinden çıktığı, kendini hangi
bağlama yerleştirdiğinin analizidir. 56
Üçüncü aşama bağlamsal analizdir ve metin üreticisinin kendisini hangi sosyal bütünlük
içine yerleştirdiği, bu bütünlük içinde nereye koyduğu, ötekilerle kıyaslandığında kendini hangi
konuma yerleştirdiği anlaşılmaya çalışılır. Fairclough, bu aşamayı “ifade değeri” olarak
adlandırmaktadır. 59
. yapısal analiz
. etkileşimsel analiz
. Söylemlerarası analiz
3. Toplumsal düzenin (pratikler ağının) bu soruna bir anlamda, ihtiyaç duyup duymadığını
değerlendirme
56
Gölbaşı, 2007’den aktaran Bal, A.g.e., s. 245.
57
A.g.e., s. 245.
58
A.g.e., s. 245.
59
A.g.e., s. 246.
16
4. Geçmiş engellerin olası yollarını belirleme
ARASINDAKİ FARKLAR
. Eleştirel söylem analizi genel anlamda iktidarın söylemler üzerindeki etkilerine odaklanır.
Kurumsal, sosyal ya da akademik bağlamda iktidarın söylem üzerine etkileri gündelik pratikler
üzerinde gerçekleşir. Gündelik praksislerle, makro planda iktidar bütünleştirilir, anlamlandırılır.
Buradaki ilişki çift yönlüdür. Gündelik pratikler üzerinden varlık kazanan söylemler, bir yandan sosyal
yapı, kültür vb. iktidar alanlarını belirleyerek bir özne konumuna yükselirken, diğer taraftan benzer
alanlar tarafından belirlenmektedir.
Foucaultcu söylem geleneği ise, Eleştirel Söylem Analizinin tersine söylemin gündelik
boyutları yani mikro yansımaları ve yeniden üretiminin deşifresinden ziyade, söylemi ortaya çıkaran
genel sosyal-makro alanlara odaklanır.
60
Fairclough, 2001’den aktaran Hüseyin Bal, A.g.e., s. 248.
61
Norman Fairclough ve Phil Graham, “Eleştirel Söylem Çözümlemecisi Olarak Marx”, Söylem ve İdeoloji, s.
186.
17
dayanmaktadır ve kapitalist düzen eleştirileri onları Marksist gelenekle bütünleştirmektedir. Bu
bağlamda söylem, hem denetim ve hem de üretimi yönünden iktidarla ilişkilendirilir.
. Eleştirel Söylem Analizi modelinde ele alınan konunun/metnin içinde yer alan cümlelerin
nedensellik, tutarlılık ve etkileşimsel değeri ön plana çıkarken, Foucaulcu gelenekte, söylemin inşası
ve pratiğe yansıyan yönü ele alınır.
Çalışmamız boyunca söylem analizi yazını’na dair Foucaultcu ve ESA modelleri üzerinde
duruldu. Bu modellerde ilk olarak öne çıkan yönler, söylemlerin güç ilişkilerini yansıtması
(Foucaultcu) ve yeni kapitalist düzenin kitleler üzerinde iktidar ve hegemonyasını temellendirmesi
18
(ESA) bağlamında işlev görmesidir. Her iki modelde de söylemler, belirli bir üst-yapısal gerçeklik
doğrultusunda anlam kazanmaktaydı.
Ancak, söyleme ilişkin bu yaklaşımlar her ne kadar modernlik bağlamında bir hakikati
yansıtsa da, küreselleşen günümüz toplumunun yeni gerçekliklerini dikkate alarak söyleme ilişkin
özgün bir yaklaşım ve modele ihtiyaç duyulmaktadır. Bugün için, mekansal-toplumsal-düşünsel
alanlarda ağlar ve akışkanlıklarla biçimlenen toplumsallığa paralel olarak, söylemler de aynı ölçüde
mobilize haldedir. Modernliğin yersizleşen-yurtsuzlaşan bireyi gibi söylemlerde yersiz-yurtsuz bir
mekansızlaşma ve çoğullaşma halindedir. Bu anlamda modernliğin elit/seçkin söylemleri bir yandan
varlığını korurken, öte yandan bir ölçüde çoğullaşmış, merkezsizleşmiş ve en önemlisi
bireyselleştirilmiş söylemler de yaygınlık kazanabilmektedir. Yeni dönemde söylemler, ESA olduğu
gibi hegemonik tahayyüllerle birlikte, daha soft ve iktidar arzusundan bir ölçüde arınmış bir
renk(siz)liğe de sahiptir. Sosyal medya diye adlandırılan bu yeni hiper-küresel alanda, söz konusu
radikal değişim tüm çıplaklığıyla görülebilmektedir.
Giriş bölümünde belirttiğimiz gibi söyleme ilişkin yeni küresel fenomenlerin eşliğinde,
söylem analizimizin odağında, ESA ve Foucaltcu gelenekte olduğu gibi bir üst yapısal gerçeklikle
birlikte, “bireysel praksisler” de yer alabilmektedir. Bu anlamda söyleme ilişkin karma bir modele
sahiptir.
Söylem analizi modelimiz dört basamaktan oluşmaktadır. Bu basamakların her biri birbiriyle
ilişkili ve tamamlayıcı bir boyuta sahiptir.
19
İkinci basamakta söylemin hangi konuyu kapsadığı ve taşıdığı “mesaj” boyutu ele
alınacaktır. Her söylem, belirli bir tema (konu) etrafında örgülenir. Bu aşamada söylemlerin doğrudan
ya da dolaylı olarak ilişkili olduğu konu ve olaylar belirtilir. Söylemlerin birey ya da kitlelere hangi
konuda, ne tür mesajlar-değerler taşındığı bu aşamada belirtilir.
Bu aşamada söylemin metin içerisinde biçimsel işleniş yönü belirtilir. ESA olduğu gibi,
söylemin linguistik boyutunu betimleyen cümle ya da sözcüklerin gramer yapıları ve özellikleri,
söylemin dayandığı üst-yapısal sosyal düzeyi yansıtması bağlamında önem kazanmaktadır.
20