You are on page 1of 20

Söylem Analizinin Kuramsal Boyutu ve Özgün Bir Modeli

İrfan Özet

GİRİŞ

Geç modern ya da postmodern diye adlandırılan günümüz dünyasını belirleyici


kavramlardan biri de “söylem”dir. Deyim yerindeyse, “söylemler dünyası”nın kuşatıcılığına şahit
olmaktayız. Gerçekte söylem, sadece günümüz dünyasını değil, hemen her dönemi yansıtan en önemli
referanslardan biridir. Dönemler, kurumlar, değerler arasındaki değişmelerin yansıdığı alanlardır
söylem(ler). Günümüz toplumunun kapsamlı bir analizinde de söylemlerin irdelenmesi neredeyse bir
zorunluluktur. Bu anlamda, söylemlerin aktüel bir gerçekliği kuşatması ve tanımlaması görülmektedir.
Bu gerçeklik, modernliğin krizi ve sonrasındaki değişmeleri ifade eder. Modernliğin tek hakikatçi,
evrenselci, mutlakçı paradigmasından; çoğul, akışkan ve merkezsiz bir toplumsallığa geçişi yansıtır
söylem(ler). Söylemler üzerinden toplumlar, kimlikler, inançlar, sosyal gruplar vs. özgün değerlerini
ve algılarını yansıtma imkanı bulurlar.

Vurgulanması gereken nokta, söylemin varlığının insanlığın toplumsal varlığıyla birlikte


görünüm kazanmasıdır. Bu bağlamda söylem, dil üzerinden ontolojik bir temele kavuşur. Sözen’e
göre, söylemler dilde ve insanda hayat bulur.1 Fowler’da bu pespektifin paralelinde “Dil, sosyal
pratiği yaratan gerçekliktir” ifadesini kullanır. 2 Söylem bu anlamda tarih üstü bir boyuta kavuşur.
Ancak söylem, dil üzerinden varoluşsal bir anlam kazanırken; etkinliği, yaygınlığı ve işlevi dönemler
boyunca değişmektedir.

Pre-modern dönemde söylemlerin üretiminde ve yaygınlaşmasında Weber’in tanımladığı


biçimde patrimonyal otoriteler ve geleneksel kurumların (din, kültür, aşiret, klan) etkisi görülmektedir.
Bu dönemde toplumların değişim hızının yavaşlığı, söylemlerinde uzun süre statik ve değişmez
kılınmasında etkili olmuştur. Modern dönemlerde ise hakim sınıfların ve elitlerin toplumu
biçimlendirme ve endoktrine etme misyonlarının tezahürü olarak işlev görmekteydi söylemler. Bir
yönüyle ideolojik tahayyülün simgesel yansıma alanıydı. Ancak günümüzde söylem; modernlik ve
öncesinin aksine daha da merkezsizleşmiş, çeşitlenmiş, belirsizleşmiş ve Bauman’ın deyimiyle
“müphemleşmiş”tir. Dolayısıyla, bugün için söylemin sadece “ideoloji” eksenli değerlendirilmesi
yetersiz kalacaktır. Söylem, öznelerarası/metinlerarası bir boyutta mobilizasyon halindedir. Söylemin
öznesi, kurumlardan ya da sosyal bir düzeyden, bizatihi bireye kadar yaygınlık kazanabilmektedir.

1
Edibe Sözen, Söylem, Belirsizlik, Mübadele, Bilgi/Güç ve Refleksivite, Paradigma Yay., İstanbul, 1999, s. 21.
2
Fowler, 1985, 64’den aktaran Sözen, A.g.e., s. 29.

1
Bugün tekil bir özne olarak birey, ulusal hatta ulus ötesi kamuoyunu –diji-teknoloji imkanları
eşliğinde- söylemleri üzerinden etkileyebilmekte ve farkındalık oluşturabilmektedir.

Gelinen noktada “söylem”, küreselleşen günümüz toplumunun ağ ve akışla ifade edilen


mobilizasyonunu yansıtan bir imkan ya da alan olarak, sosyal bilimcileri bu sahayı derinlemesine bir
analize de zorunlu kılmaktadır. Bu yazı da ilk olarak, soyut bir kavram olmanın ötesinde, “gerçekliğin
sosyal inşası olarak” söylemi, söylem analizini ve bu doğrultuda öne çıkan yaklaşımların incelenmesi,
karşılaştırılmasını içermektedir. İkinci merhalede, özgün bir söylem analizi modeliyle, söylemsel
düşün’e katkıda bulunmak amaçlanmaktadır.

SÖYLEM: Kavramsal Çerçeve

Söylem, belirli kurallari terminoloji ve konuşmalardan oluşan sistematik dilsel


düzenleri betimlemek üzere kullanılan bir kavram olarak kategorize edilir. Söylem, bir iletinin
tüm boyutlarını, sadece iletinin içeriğini değil, onu dile getireni (kim söylüyor), otoritesini
(neye dayanarak), dinleyiciyi (kime söylüyor?) ve amacını (söyleyenler söyledikleri ile neyi
başarmak istiyor) kapsar. Söylem, belirli bir zaman dilimi içinde belli insan grupları arasında
olan ve diğer insan grupları ile ilişkili olarak geliştirilen fikirleri, ifadeleri ve bilgileri içerir.
İktidarın uygulanması böyle bir bilginin kullanımına içkindir. Söylem, konuşma ve sohbette
dahil olmak üzere tüm iletişim biçimlerini kapsar. Bununla birlikte sohbet ve konuşma özel
olarak söze dökülen konuşmalarla sınırlı değildir, günlük uygulamalar içinde sosyal dünyayı
görme, sınıflandırma ve ona tepki verme yollarını da içerir. 3

Edibe Sözen’e göre felsefe ve gündelik hayatı yakınlaştıran, Batılı bir felsefenin
ürünü olarak söylem, basit olarak kullanılan dil ve dil pratiğidir. Dil kullanımı, sadece
dilbiliminin geleneksel öğeleri (cümle, paragraf, metin vs.) ile sınırlı değildir. Söylem sosyal,
politik, kültürel ve ekonomik alanlar gibi toplumsal hayatın tüm yönleriyle de ilişkilidir. Bu
anlamda söylem bir meta-eylemdir. Bir metin edebi olsun veya olmasın onun üzerinde söylem
çalışması söylem çalışması, analizi yapılır. Kavram dille inşa edilen sözlü (konuşma), yazılı
(kitap, makale, risale vs) ve sözsüz (mimari yapılar vb) metinlere karşılık gelecek şekilde
kullanılır. 4

3
Punch, 2005’den aktaran, Halil Ekşi- Hilal Çelik, “Söylem Analizi” Marmara Üniversitesi Atatürk
Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Dergisi, Sayı:27, s. 100.

4
Sözen, A.g.e., s. 20.

2
Hüseyin Bal’a göre söylem, söyleme eyleminin bir sonucu olarak ortaya çıkan dilsel
ifadenin sözlü veya yazılı halidir. Söyleyen (kaynak), söylenen şeyi ( mesaj) belli bir kanal ile
alıcı (veya alıcılara) ulaştırmak üzere kodlar. Kodlama biçimi içinde yaşadığı kültüre,
sosyalleştiği toplumsal gruplara, sınıf konumuna, eğitimine, mesleğine vb. bağlı olarak
değişir. Bu nedenle söylem bireysel değil, sosyaldir; söylem en az iki tarafı gerekli kıldığı için
sosyal bir eylemdir. Söylemi algılayanlar (duyanlar veya okuyanlar) ister istemez bir tepki
verirler. Bu tepki de bir tür söylemdir. Bir roman, şiir veya akademik bir metin söylem olarak
diğer metinlerle şu ya da bu kadar ilişkilidir ve bundan sonra kendisinden sonraki metinlerle
ilişkili olacaktır. Bu nedenle her metinsel söylem, metinler arası iletişimin bir parçasıdır.
Yeryüzünde hiçbir şey tek başına değildir, bir söz, bir söylem de başka söz ve söylemlerle
ilişkilidir. 5

Söylem ve Dil

Sözen’e göre bilginin dildeki kullanımı, gücün dildeki kullanımı, ideolojinin dildeki
kullanımı birer dil eylemidir ve bunların fonksiyonelliği ancak bir söylem içinde anlamlı hale gelir.
Gündelik konuşmalarımızda anlamsız görünen ifadeler dahi, bir söylemde anlam ifade eden ve
fonksiyonu olan öğelerdir: Bildiğini söyleyememe, bilmediği konularda geçiştirici ifadelerde bulunma
6
eylemleri, tek başına anlam ifade etmese de söylem içinde kesinlikle bir anlama sahiptir.

Söylemin önemine vurgu yapan Potter ve Wetherell (1987)’e göre, dil sosyal bir fenomendir.
Sadece bireylerin değil, bunun yanı sıra kurumların ve sosyal oluşumların özel anlamları ve değerleri
vardır ve tüm bunlar dille ve sistematik yollarla ifade edilir. Metinler, iletişim ürünü olan dil birimleri
ile ilişkilidir ve okuyucular/dinleyiciler pasif alıcılar değildirler. Potter’a göre dil, bireylerin
kendilerini ifade edebilme ve diğer insanları anlayabilmeleri için bireye gerekli olan bakış açısını
sunan bir nesnedir ve dilsiz bir dünya anlam bakımından eksiktir. Dil, sadece basit bir temsil ya da
7
yansıtma aracı değildir. Dil değişik fonksiyonları içeriğinde barındıran karmaşık sistemler bütünüdür.

Dil, toplumsal ve uzlaşımsal bir kurumdur. Dil, hem düşünceye hem de sese aralarındaki
bağlantıyı sağlarken- kendi biçimsel koşulları da kabul ettirmiş olur. Sassure’e göre dil ile düşünce
birbirinden ayırt edilemez. Sözcüksel anlatımdan soyutlanarak ele alındığında düşünce, ruh bilimsel
açıdan biçimlenmemiş, ayrımsız bir yığındır. Düşüncede dilin ortaya çıkmasından önce hiçbir şey
belirgin değildir. Dilin düşünceye karşı üstlendiği görev, kavramların anlatımı için özdeksel bir ses
aracı yaratmak değil, düşünce ile sese aracılık etmektir. Dil, biçimlenmemiş iki yığın arasında (işitsel
5
Hüseyin Bal, Nitel Araştırma Yöntemleri, Fakülte Kitabevi, Isparta, 2012, s. 159.
6
Sözen, A.g.e., s. 13.
7
H. Ekşi ve H. Çelik, A.g.e., s. 101.

3
imgeler ve düşünce arasında) oluşurken, kendi biçimlerini yaratır. Ne ses düşünceden ayrılabilir, ne de
düşünce sesten. Bu açıdan dilbilim bu iki düzeyde bağlanan öğelerin birleştiği sınır bölgesinde yer alır.
Bu birleşim bir töz değil, bir biçim yaratır. Dil, söze (bireysel kullanıma) olanak tanıyan uzlaşımsal bir
kurumdur, yani konuşan tarafından, üzerinde anlaşılmaya varılmış olmasından başka bir gerçeklik
koşulu yoktur. Dil, sözün tersine gerçek bir nesne değildir; potansiyel, gizil imkanlar bütünüdür. 8

Dil, iletişimin basit bir tanımı ya da aracı değildir, aksine sosyal bir pratiktir, bir şeyleri
yaratma sürecidir. Dil, sosyal yaşamın merkezindedir ve yaşamı oluşturucu bir özelliğe sahiptir.
Konuşmalar sürekli ve aralıksız bir şekilde sosyal dünyayı yaratır, bu açıdan dil ne olup bittiğini
anlatan basit bir yansıtıcı değildir. 9

Bu açıdan söylem, yapısal ve içeriksel tutarlılığı olan ve sosyal bağlamda bireylere anlamı
inşa etmeye olanak tanıyan dilsel malzemenin araçları olarak görülmektedir. Anlamın inşasına dair
vurgu, söylemin eylemsel bakış açısını içerir. Dil/konuşma bir eylemdir ve bu eylemler; 1) gösterimsel
anlam (ne söylendiği), 2) illocutionary güç (konuşan söyledikleri ile ne yapmaktadır), 3)
perlocutionary güç/baskı (söylenenlerin dinleyiciler üzerindeki etkisi) olmak üzere üç temel
bileşenden meydana gelmektedir. 10

Dilsel felsefenin kurucularından Wittgenstein, “dilden bahsettiğim zaman, gündelik dil


hakkında konuşmalıyım” diye ifade eder ve “dil oyunları” (language game) nosyonu ile yeni
felsefenin temellerini atar. Wittgenstein dil oyunlarını, dil ve dil pratiklerinin bir bileşimi olarak kabul
eder; dil oyunu, dili konuşmak ve dilin bir etkinlik ya da hayat biçiminin bir parçası olduğunu öne
çıkarmaktır.11

Wittgenstein’a göre, dil oyunları çok anlamlıdır: Emierler verme ve onlara uyma, bir
nesnenin görünümünü tasvir etme veya onun ölçütlerini verme, bir tasvirden bir nesneyi inşa etme
(resim çizmek gibi), bir olayı kaydetme, bir olay hakkında spekülasyonda bulunma, bir hipotezi
deneme veya biçimlendirme, bir tecrübenin sonuçlarını tablo veya diyagramlarla sunma, hikaye
hazırlama ve okuma, rol yapma, şarkı söyleme, muammaları tahmin etme, şaka yapma, fıkra anlatma,
problem çözme, tercüme etme, dua etme, teşekkür etme, kutlama, soru sorma, sövme gibi dil oyunları
çoklu anlamlara sahiptir. 12

Gelinen noktada dil pratikleri şeklinde söyleme ilişkin tüm bu görüşler, sosyal gerçekliğin
inşa edilmesi, sosyal eylem, konuşma eylemleri, dilsel davranışlar, beyanlar, “öznelerarasılık” ve

8
Tura, 2005’ten aktaran Ekşi ve Çelik, A.g.e., s. 101.
9
Wood ve Kroger, 2000’den aktaran Ekşi ve Çelik, A.g.e., s. 101.
10
Wood ve Kroger, 2000’den aktaran Ekşi ve Çelik, A.g.e., s. 101.
11
Sözen, A.g.e., s. 23
12
Wittgenstein, 1997:11-12’den aktaran Sözen, A.g.e., s. 23.

4
“metinlerarasılık” gibi durumları bir araya getirmeye çalışan meta-teorik yaklaşımların birer ürünüdür:
Söylemler meta-durum (durumun-durumu) veya birer meta-eylem (eylemin-eylemi)dir. 13

SÖYLEM ANALİZİ

Dili bir pratik olarak gören ve inceleyen söylem analizi bilgi, sosyal ilişkiler ve
kimliklere ilişkin özelliklerle bunların mübadelesini ortaya çıkarmada oldukça etkin rol oynayan bir
analiz çeşididir. Analizin amacı, bir pratik olarak dili inceleme ve farklı anlamlarla üretilen bilgi ve
bilgi/güç moduna ilişkin yapıları, onların değişim ve dönüşümlerini açığa çıkarmaktır. 14 Van Dijk’ın
işaret ettiği gibi söylem analizi, söylem ya da dil kullanımının sadece biçimsel (fonolojik ya da söz
dizimsel) yönü ile ilgilenmez. Daha çok ilgi odağını sosyal ve kültürel bağlam içinde iletişim kuran dil
kullanıcılarının oluşturduğu sosyal olaylara çevirir. 15

Söylem analizi, bireylerin başkaları ile sohbet ederken meydana gelen öznelerarası zihin
bileşenleri üzerine odaklanan gerçek bir sosyal metottur. Söylem araştırmaları; semantik, fonoloji,
sentaks, morfoloji ve pragmatik yaklaşımlarda görüldüğü gibi cümleyi temel alan dar kapsamlı bir dil
analizi değildir. Tam tersine, dil kullanımının daha büyük bölümlerini sosyokültürel bağlam
çerçevesinde ele alıp inceleyen bir yaklaşımdır. 16

Söylem analizinin temel varsayımına göre dil, eylem ve fonksiyona ilişkin çevre yönelimidir
ve birey sosyal dünya değerlerini ya da adaptasyonunu oluşturmak için dili isteyerek kullanır, bu aktif
inşa süreçleri dil değişkenliği içinde ortaya konur. Söylem kullanıldığı fonksiyona bağlı olarak
değişkenlik gösterir ve bu bakımdan değişkenlik kavramı söylem analizinin temel taşını oluşturur.
Söylem analizindeki temel vurgu; dille ne yapıldığı ve ne başarıldığıdır. 17

Söylem analizi refleksiviteye bağlı olarak eleştiriye ve öz eleştiriye açık bir analizdir.
Söylem analizinde bulguları anlamak ve yorumlamak konusundaki köklü etkiler geleneksel
yöntemlerden gelir. Analizin nesnesi sözlü, yazılı ve sözsüz metinlerdir. Söylem analizi deneysel
analiz veya içerik analizi gibi yöntemler kullanan bir analiz değildir. Fairclough’un tanımıyla:

13
A.g.e., s. 24.
14
A.g.e., s. 82.
15
Barker ve Galasinski, 2001’den aktaran Ekşi ve Çelik, A.g.e., s. 105.

16
Atay, 2007’den aktaran Ekşi ve Çelik, A.g.e., s. 105.

17
Wood ve Kroger, 2000’den aktaran Ekşi ve Çelik, A.g.e., s. 105.

5
“Söylem analizi çok boyutlu, çok fonksiyonlu, tarihsel ve eleştirel bir analizdir” 18 Söylem analizinde
herhangi bir söylem incelenirken analitik bir yöntem aranmaz. 19

Bir başka açıdan söylem analizi son yıllarda sosyal psikolojideki gelişimlere bağlı olarak
nitel araştırmalarda öne çıkan bir araştırma yöntemi olup, odağını anlamın değişkenliğine çeviren bir
girişim olarak kabul edilmektedir. Bu yaklaşım, dilin sosyal eylem yönünü vurgulamak için dil
felsefesinde yer alan konuşma-eylem teorisini ve insanların kendi algı dünyalarını yaratmak için
günlük olaylarda dili nasıl kullandıkları üzerine odaklanan etnometodolojiyi kullanır. Bu açıdan
bakıldığında söylem analizi bir anlamda “anlam”ın çeşitliliği ve değişkenliğini araştıran ileri düzey
hermeneutik ve sosyal göstergebilim olarak görülebilir. 20

Kişilerarası iletişimde söylem analizi bir ilişkinin sözlü veya sözsüz yanının incelenmesidir.
Kültürel incelemelerde, Foucault’un kullandığı anlamda, söylem analizi, dilin ve diğer kodların anlamı
ile uğraşır ve bu kodlarda güç ilişkileri üzerine odaklanır; söylem üretimi her toplumda belli sayıdaki
süreçlere göre kontrol edilir, seçilir, örgütlenir ve dağıtılır. 21

Söylem Analizinin Tarihselliği

Söylem analizi, sosyoloji için yeni değildir. Tersine, söylem analizi sosyolojinin bir disiplin
olarak ilk ortaya çıktığı 1800’lerin sonlarından beri sosyolojinin ayrılmaz bir parçası olmuştur.
Gerçekten de Weber’in geleneklere uygun Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu, yalnızca
yorumlayıcı sosyolojide değil, söylem analizinde de bir örnek olarak görülebilir. Bu çalışmada Weber,
belirli bir (Protestan) ahlakını kavramak için metinleri, en önemlisi de Calvinist doktrinleri kullanır.
Anlam sistemlerinin (ruh ve ahlak) karmaşık, çok değişken ilişkileri ve tarihsel olayları açıklamaya
yardımcı olduğunu ve bu anlamların doktrinlere yerleşebildiğini varsayar. Weber, insanların hem
ekonomik bakımdan aktif olmaya ve hem de emeklerinin meyvelerini tüketmemeye motive olmak
zorunda olduklarını varsayar ve bu insanlara “çileciliğe olumlu teşvik oluşturarak kişinin dünyevi
faaliyete bağlılığını kanıtlaması gerekliliği fikrini” neyin verdiğini göstermek için metinsel analizleri
kullanır. 22

Buna ek olarak, ilk önemli Amerikan deneysel incelemelerinden bazıları, en önemlisi de


William I. Thomas ve Florian Znaniecki’nin Avrupa ve Amerika’da Polonyalı Köylüler (1918) ve W.
E. B. Du Bois’in Siyah Toplumun Ruhları (1903) söylem analizine dayanmıştır. Thomas ve Znaniecki

18
Fairclough, 1998:8-9’dan aktaran Sözen, A.g.e., s. 82.
19
Fairclough, 1998:225’den aktaran Sözen, A.g.e., s. 82.
20
Elliot, 1996’dan aktaran Ekşi ve Çelik, A.g.e., s. 105.
21
İrfan Erdoğan, Korkmaz Alemdar, Kitle İletişim Kuram ve Araştırmalarının Tarihsel ve Eleştirel Bir
Değerlendirmesi, Erk Yay., Ankara, 2000, s. 295.
22
Laura Desfor Edles, Kültürel Sosyoloji, Babil Yay., İstanbul, 2006, s. 242-243.

6
Birleşik Devletler’e göçün Polonyalı göçmenler üzerindeki etkisini aydınlatmak için günlükleri,
mektupları ve daha başka kişisel belgeleri analiz etmişlerdir. 23

SÖYLEM ANALİZİ MODELLERİ

Foucault ve Söylem

Söylem kuramları içerisinde Foucault’un ayrı bir yeri vardır. Zira Foucault, insan
bilimlerinin bir tarih incelemesini yaparak, insanın nasıl mümkün bir bilginin konusu haline geldiğini
incelemiştir; böylece bilgi ve iktidar ilişkisinden yola çıkarak bir özne kavramsallaştırması
geliştirmiştir. Bu, bir anlamda insanın nasıl bir bilginin nesnesi haline getirildiğine işaret eden sürecin
anlatımıdır. Başka bir deyişle Foucault’ta göre, insan kendi özgürlüğüne sahip olmak ve kendi
varoluşunun öznesi olmak için bilgi nesnesi haline getiriliyordu. 24

Foucault’ya göre tarih, birbirinden kopuk öbekler halinde örgütlenmiş söylemlerden başka
bir şey değildir. Söylem ise, belli bir konudaki düşünme ve konuşma yollarını belirleyen kurallar
bütünü ve kanaatlerdir. Aynı zaman diliminde aynı söylemlerin olabileceği gibi, farklı söylemler de
oluşabilir. Keza, bir söylemde düşünülemeyen veya dile getirilemeyen öğelerin varlığı da
unutulmamalıdır. Foucault’ya göre “Söylemler birbirini kesen, bazen birbirine eklemlenen, ama aynı
zamanda da pekala birbirinden habersiz veya birbirlerini dışlayan, kesintili uygulamalar gibi ele
alınmalıdırlar.”25 Bir söylem en uygun bir biçimde bilgi için bir olasılıklar sistemi olarak
anlaşılmalıdır. “Düzen, nesnelerin içinde kendisini onların içsel bir yasası olarak sunan şeyi, yani
birbirleriyle karşılıklı ilişkilerini sağlayan, gizli ağı ve ancak bir dilin, bir bakışın, bir dikkatin
çepeçevre kuşattığı parmaklıkların arasında var olan şeylerin tümünü ele geçirmek ister.” 26

Bu anlamda düzen ya da iktidar bağlamında düşündüğümüzde Foucault için söylemin asla


“masum” olmadığını anlamak önemlidir; o asla tarafsız bir ifade aracı değildir. Söylemler, güç
ilişkilerinin ifadeleridir ve bu ilişkilerle bağlantılı pratikler ve konumları yansıtırlar. Bir söylem
burada, belirli bir şeyi, sözgelimi bir ürünü (örneğin araba veya televizyon) veya bir konu yahut bilgi
uzmanlık alanını (örneğin spor veya tıp) hakkında düşünülebilecek, yazılabilecek veya söylenebilecek
her şeyi anlatır. Bu doğrultuda, bir söylemi kullanabilme yeteneği özel bir alanın bilgisine hakim
olmayı yansıtır. Söylem ayrıca, bu yeteneğin söz konusu hakimiyetten ve bu tür bilgi iddialarını
23
A.g.e., s. 243.
24
Tezcan Durna ve Çağla Kubilay, “Söylem Kuramları ve Eleştirel Söylem Çözümlemeleri”, Medyada Söylemler,
Libra Yay., İstanbul, 2010, s. 52.
25
Foucault, 1992c:28’den aktaran Mazhar Bağlı, Modern Bilinç ve Mahremiyet, Yarın Yay., İstanbul, 2011, s.
292
26
Bozkurt, 1990:76’dan aktaran Mazhar Bağlı, A.g.e., s. 292.

7
meşrulaştırma gücünden yoksun olan insanlarla ilişki içinde kullanılmasını ima eder. Söz gelimi, özel
bir söyleme, örneğin tıbbi veya hukuki söyleme hakimiyet aynı zamanda bunlardan yoksun olanlar,
örneğin hastalar ve müşteriler üzerinde kontrol sağlamaya yardımcı olur. 27

Bu yüzden bir söylemin kullanımı, konuşmacının belirli bir alan hakkındaki bilgisini
(örneğin tıbbi veya hukuki prosedürleri) söylem içinde belirlenen ölçütlere göre haklı (veya doğru)
olduğunu iddia edebilecek biçimde konumlandırmasını mümkün kılar. Bir doktor, hastanın genel
sağlık durumunu veya hastalığını insan bedeninin yapısı ve işleyişi hakkındaki bilimsel kanıtlar ve
bilgilere dayalı bir tıbbi bilgiler bütünü temelinde tanımlayabilir. Öte yandan, hasta genellikle
kendisine söylenenleri dinler ve talimatlara hastalığın iyileşmesi için gerekli adımlar olarak uyar.
Böylece (doktorun eğitimine yansıyan) tıbbi söylem doktor ve hasta arasında bir güç ilişkisinin
kurulması ve sürdürülmesini sağlayan bir araca dönüşür. O, öncelikle bir kontrol biçimi sağlayan ve
bunu mümkün kılan bir araç/ortamdır. 28

Foucaultcu Söylem Analizi

Foucaultcu söylem analizi, entelektüel söylemleri konu edinen bir analiz olduğu için bir
meta-analiz olmak durumundadır. Çünkü entelektüel söylemlerin (tıp, ekonomi, psikiyatri gibi)
kendileri zaten meta-söylemlerdir. Foucault, doğrudan doğruya bu söylemleri inceler. Her güç
ilişkisini inceleyen araştırmacı gibi Foucault’yu ilgilendiren de egemen söylemlerdir. 29

“Meta-söylem konuşmacının kendi söyleminin dışında veya üstünde konumlandırdığı


söylemdir ve konuşmacı bu durumda söylemini kontrol etme ve manipüle etme durumundadır.” 30
Metasöylem kendisinin mevcut söylemlerin dışında ve üstünde, mevcut söylemleri yargılayabilecek
konumda olduğunu ima eder. O, söylemlerin söylemidir, fakat eninde sonunda, o da bir söylemdir. 31

Foucaultcu söylem analizi “anlamın olduğu her yerde” yapılabilir. Yani, kelimelerin analiz
edilmesi zorunlu değildir. Çoğu analist konuşma ya da yazılı belgeyle çalışırken, Foucaultcu söylem
analizi herhangi bir sembolik sistem üzerinde yapılabilir. 32

Araştırma sorumuza cevap ortaya çıkartacak analiz metinlerini seçmek adına bizim için
hangi tür metnin elverişli olacağını açıklığa kavuşturmamız gerekir. Metnin nesne statüsü hakkında

27
Darek Layder, Sosyal Teoriye Giriş, Küre Yay., Çev. Ümit Tatlıcan, İstanbul, 2010, s. 138.
28
A.g.e., s. 138.
29
Sözen, A.g.e., s. 133.
30
Fairclough, 1998:122’den aktaran Sözen, A.g.e., s. 133-134.
31
A.g.e., s. 134.
32
Bal, A.g.e., s. 186.

8
sorular sormamıza gerek vardır: metin bir açıklamamıdır? Bir hikayeleştirme midir? Bir konuşmanın
parçası mıdır? Yoksa bir kampanyanın parçası mıdır, bir kurallar takımı mıdır, ya da bir ritüel midir?
Nasıl ortaya çıkarılmıştır ve buna kimin ulaşımı vardır? Dil esaslı mıdır, yoksa başka bir tip sembolik
33
sistem mi kullanmaktadır? Analize uygun metnin seçimini araştırma sorusu şekillendirir.

Foucaultcu Söylem Analizi İşlem Klavuzu

I. Basamak: Söylemsel İnşalar

Analizin ilk basamağı söylemsel nesnelerin inşa ediliş tarzıyla ilgilidir. Hangi söylemsel
nesneye odaklanacağımız, araştırma sorumuza bağlıdır. Söz gelimi, eğer insanların aşk hakkında ve
aşkın ne gibi sonuçları hakkında konuştukları ile ilgileniyorsak, söylemsel nesnemiz “aşk” olacaktır. 34

II. Basamak: Söylemler

Metnin söylemsel nesnenin inşasına katkıda bulunan bütün kısımlarını tanımlayarak, inşalar
arasındaki farklılıklar üzerine odaklanırız. Tek ve aynı söylemsel nesne olarak beliren, çok değişik
şekillerde inşa edilebilir. Analizin ikinci basamağı nesnenin çok daha geniş söylemlerde çeşitli
söylemsel inşalarını tespit etmeyi amaçlar. Sözgelimi bir kadın, kocasının prostat kanseri oluşu
hakkındaki bir mülakat bağlamında teşhis ve tedavi hakkında konuşurken biyomedikal söylemi,
kocasının neden bu hastalığa yakalandığını düşündüğünü açıklarken psikolojik bir söylemi ve bu
hastalığa karşı hem onun hem de kendisinin birlikte mücadele etme gücünü nasıl bulduklarını
anlatırken romantik bir söylemi dile getirebilir. 35

III. Basamak: Eylem Yönelimi

Analizin üçüncü basamağı nesnenin farklı inşalarının yerleştirildiği söylemsel bağlamların


yakından incelenmesini kapsar. Nesnenin bu şekilde, metnin bu belirli noktasında inşa edilişinden
kazanılan nedir? İşlevi nedir ve metin çevresinde üretilen diğer inşalarla nasıl bir ilişki içindedir? Bu
sorular, metnin ve konuşmanın eylem yönelimine (action orientation) dayandırdığı şeyle ilgili
sorulardır. 36

33
A.g.e., s. 186.
34
A.g.e., s. 187.
35
A.g.e., s. 187-188.
36
A.g.e., s. 188.

9
4. Basamak: Konum Alışlar

Metin içinde söylemsel nesneye dair çeşitli inşaları tanımlamakla ve onları daha geniş
söylemlerde tespit etmekle, bu inşaların öne sürdükleri özne konumlarına daha yakından bakılabilir.
Özne pozisyonları, davranışlarla dışa vurulacak belli bir görev belirlemekten çok, konuşacak ve
eyleyecek söylemsel mekanlar önerirler. 37

5. Basamak: Uygulama

Bu basamak söylem ile uygulama arasındaki ilişki ile ilgilenir. Bu basamak içerisinde eylem
için açık ya da kapalı fırsatlar taşıyan söylemsel inşa yollarının ve özne konumlarının sistematik
şekilde incelenmesini gerekli görür. Söylemler, dünyanın belli versiyonlarını inşa ederek ve içine
özneleri belli şekillerde yerleştirerek, ne söyleneceğinin ve ne yapılabileceğinin sınırlarını çizer. 38

6. Basamak: Öznellik

Analizdeki son basamak söylemle öznellik arasındaki ilişkiyi inceler. Söylemler, dünyaya
belli bakış yollarını ve dünyada olmanın belli şekillerini mümkün kılmaktadır. Psikolojik gerçeklikler
kadar sosyal gerçeklikler inşa ederler. Bu süreçte söylemsel pozisyon alışlar önemli rol oynar. 39

ELEŞTİREL SÖYLEM ANALİZİ

Eleştirel söylem analizi ya da söylem çözümlemesi (ESÇ), söylemsel pratikler, olaylar ve


metinler ile daha geniş toplumsal ve kültürel yapılar, ilişkiler ve süreçler arasındaki açık ya da örtük
nedensellik ve belirlenme ilişkilerini sistematik olarak araştırır. Bu tür pratiklerin, olayların ve
metinlerin nasıl ortaya çıktığını, iktidar ilişkileri ile iktidar mücadeleleri tarafından ideolojik olarak
nasıl şekillendiğini; söylem ve toplum arasındaki iktidar ilişkilerinin bizatihi kendisinin iktidar ve
hegemonyayı koruyan bir faktör olarak nasıl işlediğini ortaya koymaya çalışır. 40 Bu yönüyle ESÇ, dil
kullanımında ortaya çıkan örtük ya da açık egemenlik, ayrımcılık, iktidar ve denetim ilişkilerini
çözümlemeye yönelen bir araştırma programı olarak nitelendirilebilir. 41

Bir araştırma yaklaşımı olarak ESÇ’nin bazı temel ilkelerinden söz edilebilir:

37
A.g.e., s. 188-189.
38
A.g.e., s. 189.
39
A.g.e., s. 189.
40
Fairclough, 1993:135’den aktaran Durna ve Kubilay, A.g.m., s. 59.
41
Wodak, 2001:2’ den aktaran Durna ve Kubilay, A.g.m., s. 59.

10
1. ESÇ toplumsal sorunlarla ilgilenir

2. İktidar ilişkileri söylemseldir.

3. Söylem, toplumu ve kültürü inşa eder.

4. Söylem, ideolojik olarak işler.

5. Söylem, tarihseldir.

6. Metin ve toplum arasındaki bağlantı dolayımlanmıştır.

7. Söylem çözümlemesi yorumlayıcı ve açıklayıcıdır.

8. Söylem toplumsal eylemin bir formudur. 42

Farklı yaklaşımlarına rağmen eleştirel söylem analizini odağına alanlar, analizin merkezine
eleştirel bakış açısını yerleştirerek, söylemin her çeşidini (sözel, metinsel, göstergesel, mekansal vb.)
43
toplumsal bağlam içinde güç/iktidar ilişkilerini sorgulamaktadırlar. Bu çalışmada söz konusu ESÇ
geleneği içinde A.Teun van Dijk ve Norman Fairclough’un eleştirel söylem analiz modelleri üzerinde
durulacaktır.

van Dijk ve Haber Söylemi

van Dijk’ın çalışmalarının çoğu, 1980’ler Avrupası’nda haberlerle üretilen ırkçılık ve etnik
önyargı alanlarına odaklanır. Nitel ve Nicel analizlerini birleştirerek Alman ve İngiliz basınında yer
alan yüzlerce haberi inceleyen van Dijk, gündelik konuşmada açıklanan etnik önyargıların yanında,
entelektüellerin de ırkçılığı üretmede önemli rol oynadıklarını keşfeder. Eleştirel dilbilim ve eleştirel
kognisyonlara önem veren van Dijk, söylem yapılarını etkileyen toplumsal yapıları da göstermede
başarılı olmuştur. 44

van Dijk’ın söylem anlayışında bir diğer önemli kavram: ideolojidir. İdeolojiler, söylemin
oluşumunda ve yayılımında önemli referanslardır. van Dijk’a göre, söylemin hem üretilmesinde hem
de anlaşılmasında, ideolojiler genellikle dolaylı olarak, yani başlangıçta özel toplumsal alanlarla ilgili
(politika, eğitim ya da emek piyasası gibi) tutumlar ve grup bilgisi yoluyla işlemektedir. Grup
üyelerinin bireysel söylemleri düzeyinde ise, üyelerin toplumsal olay ve durumlarla ilgili ideolojik
olarak önyargılı zihinsel modelleri yoluyla işlev kazanır. 45

42
Fairclough ve Wodak, 1997: 271-280’den aktaran Durna ve Kubilay, A.g.m., s. 62-63.
43
A.g.e., s. 203.
Sözen, A.g.e., s. 147.
44
A.g.e., s. 124.

11
Olayların bu kişisel temsilleri sonunda, katılanların dinamik olarak iletişimsel durumdan
oluşturduğu ( olasılıkla da ideolojik olarak önyargılı) bağlam modelleriyle etkileşirler ve her iki model
de o zaman ideolojik metin ve konuşmanın devamlı üretimine yol açar. 46

Görüldüğü gibi van Dijk, ideolojinin ifade edilmesinde, harekete geçirilmesinde


ya da yeniden üretilmesinde önemli bir rol oynayan toplumsal pratiklerin ve kurumların var olduğunu
kabul etmektedir. Ancak, ilk olarak ideolojinin kendisinin bu pratikler ve kurumlarla aynı şey
olmadığını varsaymaktadır. Ona göre, ideoloji bir grubun, sınıfın ya da diğer toplumsal oluşumların
üyeleri tarafından paylaşılan bir toplumsal biliş biçimidir. Ne var ki, bu varsayım, ideolojinin basitçe
tutumlara ilişkin bir inançlar dizisi olduğu anlamına gelmemektedir. Esas olan, bu inançlar dizisinin
sosyobilişsel doğasıdır. Bu çözümlemeye göre bir ideoloji, toplumsal önyargılar da dahil olmak üzere
bilgi, kanaatler, tutumlar ve toplumsal tasarımlar gibi diğer toplumsal bilişlerin oluşumunu,
dönüşümünü ve uygulanmasını denetleyen karmaşık bir bilişsel çerçevedir. Söz konusu ideolojik
çerçevenin kendisi, toplumsal pratiklerde grubun kapsamlı çıkarına işleyen algılayımı, yorumu ve
edimi kolaylaştıracak şekilde seçilen, birleştiren ve uygulanan toplumsal olarak anlamlı normlar,
değerler, amaçlar ve ilkelerden oluşmaktadır. Böylelikle ideoloji, sonuçta toplumsal pratikleri
eşbelirleyen toplumsal tutumlar arasında bir tutunumun oluşmasını sağlamaktadır. Böylece de,
ideolojik toplumsal bilişlerin bireysel inançlar ve kanaatler sistemi değil, özünde toplumsal
47
oluşumların ya da kurumların üyelerine ait bir özellik olduğunun vurgulanması gerekmektedir.

Van Dijk’ın söylem analizi, “önermeye dayalı söylem analizi” şeklinde kabul edilebilir ve bu
tip bir analiz, üç aşağı beş yukarı içerik analizine bir ilave ya da bir alternatif olarak düşünülebilir.
Kapsamlı bir söylem analiziyle, değişen ifadeler ve ideolojik konumlar, çıkarlar ve iktidarların
özlelikleri belirlenebilir. Örneğin, medyada iktidarın bir hatasının doğrudan değil, dolaylı bir şekilde
verildiği gözlemlenebilir. “Hükümet X bakanını değiştirdi” yerine “X bakanı değiştirildi” ifadesinde
olduğu gibi anlamlarla oynanabilir. 48

Van Dijk, haber söylemlerini veya haber metinlerini, “haber metni analizi”, “metin
anlambilimi”, “yerel ve küresel bütünlük”, “etkiler”, “üst yapılar: haber şemaları”, “üslup ve retorik”,
“sosyal kognisyon ve sosyo-kültürel bağlam”ları inceleyerek keşfeder. 49

45
Teun van Dijk, “Söylem ve İdeoloji: Çok Alanlı Bir Yaklaşım”, Söylem ve İdeoloji, Haz. Barış Çoban, Zeynep
Özarslan, Su Yay., İstanbul, 2003, s. 110
46
A.g.m., s. 110.
47
Ömer Özer, Haber, Söylem, İdeoloji, Literatürk Yay., Konya, 2011, s. 51.
48
Sözen, A.g.e., s. 124-125.
49
A.g.e., s. 125.

12
van Dijk’ın Eleştirel Söylem Analizi

Van Dijk’ın analiz yöntemi üç düzeyli bir çözümleme çerçevesi sunmaktadır.

1. Metinsel

2. Üretim

3. Alımlama/Yorumlama

Metin üzerinde yapılan çalışma mikro ve makro düzeylerde gerçekleşmektedir.

A. Mikro yapı

1. Sentaktik Çözümleme

a. Cümle yapılarının aktif ya da pasif olması

b. Cümle yapılarının basit ya da karmaşık olması

2. Bölgesel Uyum

a. Nedensel İlişki

b. İşlevsel İlişki

c. Referansal ilişki

3. Sözcük Seçimleri

4. Haber Retoriği

a. Fotoğraf

b. İnandırıcı bilgiler

c. Görgü tanıklarının ifadeleri

B. Makro Yapı

1. Tematik Yapı

a. Başlık/lar

13
b. Haber Girişi

1. Spot/lar

2. Spotlar olmadığında haber metninin ilk paragrafı alınmalıdır. Haber, tek paragraftan
oluşuyorsa ilk cümle haber girişi olarak alınabilir.

c. Fotoğraf

2. Şematik Yapı

a. Durum

1. Ana Olayın Sunumu

2. Sonuçlar

3. Ardalan Bilgisi (Önceki olay da dahil)

4. Bağlam bilgisi

b. Yorum

1. Haber kaynakları

2. Olay taraflarının olaya getirdikleri yorumlar. 50

Van Dijk’ın haber metinlerine odaklanan çözümlemesinde esas vurgu şematik yapı ile
bunların tematik yapıları nasıl örgütlediği üzerinedir. Zira yazara göre tematik yapı, haber söyleminde
metinsel birimlerin hiyerarşik örgütlenmesini ve olası düzenlemelerini belirleyen normlar, kurallar ve
kategorilerin bütünü olarak tanımlanan şematik yapı tarafından yapılandırılır. Haber şeması,
muhabirlerin ve haber editörlerinin toplumsal ve profesyonel rutinleri tarafından şekillenmekle
birlikte, aynı zamanda hem haber üreticilerinin, hem de tüketicilerinin haber söylemini işleme
sürecinde onlara bilişsel bir harita sağlamaktadır. Bu noktada da van Dijk’ın yaklaşımını diğerlerinden
farklı kılan özelliği ortaya çıkmaktadır: bilişsel boyutun çözümlenmesi. Van Dijk, geleneksel olarak
kitle iletişim araştırmalarının odaklandığı etki sorunsalının yerine yorumlama ve temsil sorunsalını
koyduğunu belirtmektedir. Zira ona göre bilginin, inançların ve tutumların dönüşümü etki
51
araştırmalarından çok daha girift ve incelikli olan bilişsel bir çözümlemeyi gerektirmektedir.

50
Ömer Özer, a.g.e., s. 85.
51
Torfing, 199:215’den aktaran Durna ve Kubilay, A.g.m., s. 68-69.

14
Norman Fairclough ve Eleştirel Söylem Analizi

1980’lerin başından bu yana, Norman Fairclough’un temel çalışma alanı dil, iktidar ve
ideoloji arasındaki ilişkilerin incelenmesi olarak tanımlanabilecek eleştirel söylem çözümlemesi
odaklıdır. Şimdiki ilgileri yoğun olarak “küreselleşme”, “neoliberalizm”, “bilgi ekonomisi” vb.
biçimlerde adlandırılan çağdaş toplumsal değişimlerin bir unsuru olarak dil üzerinedir. Medya
çalışmaları alanında da Fairclough, tanınan bir aktör olarak karşımıza çıkar. Çalışmalarının çoğunda
medya metinlerini ampirik malzeme olarak kullanan Fairclough’un ayrıca yaklaşımını medya
söylemine uyguladığı Media Discourses adlı bir çalışması da bulunmaktadır. 52

Fairclough’a göre söylem üç öğenin birleşimi olarak görülebilir: Toplumsal pratik, söylemsel
pratik (metin üretimi, dağıtımı ve tüketimi) ve metin. İdeoloji, ilk elde bu resme metinlerin üretimi ya
da yorumlanmasında kullanılan öğelerin ideolojik yatırımında ve bunların söylemin düzeninde
birbirine eklemlenme yöntemlerinde girmektedir. Daha sonra, bu öğelerin birbirine eklemleniminde ve
söylemsel olaylarda söylemin düzeninin yeniden-eklemlenimi yöntemlerinde girmektedir. 53

Bunların yanında söylem, toplumsal pratiklerde kabaca üç yolla kendini gösterir. İlki, bir
pratikteki toplumsal etkinliktir. Örneğin bir işin parçası olarak (mağazada tezgahtarlık yapmak gibi)
dili özgün bir şekilde kullanmak; aynı şekilde bir ülkenin yönetiminde görev almak. İkincisi,
söylemin temsillerde kendini göstermesidir. Tüm pratiklerde toplumsal aktörler, pratik içindeki
etkinlikler bağlamında, kendi pratiklerinin temsili olduğu kadar, diğer pratiklerin temsillerinin ürünü
olmaktadır. Bu aktörler diğer pratikleri yeniden bağlamlaştırmaktadır. Üçüncüsü de, kimliklerin
oluşturulmasındaki “örneğin İngiltere’de Tony Blair gibi bir politik liderin kimliği kısmen göstergesel
54
olarak oluşturulmuş bir varolma biçimidir- varolma biçimi olarak söylemdir.

Fairclough’un Eleştirel Söylem Analizi Aşamaları

Fairclough’a göre eleştirel söylem analizi üç aşamalı bir analizdir:

1. Metin (söylemin) incelenmesi

2. Etkileşim (söylemin diğer söylemlerle etkileşimi)

3. Bağlam analizi (söylemin içinde bulunduğu bağlam) 55

52
Carpentier ve De Cleen, 2007’den aktaran Durna ve Kubilay, A.g.m., s. 71.

53
Fairclough, 2003:159-160’dan aktaran Ömer Özer, A.g.e., s. 56.

54
Norman Fairclough, “Söylemin Diyalektiği”, Söylem ve İdeoloji, s. 174.
55
Gölbaşı, 2007’den aktaran Bal, A.g.e., s. 245.

15
Birinci aşama söylemin kendisinin analizi, ikinci aşama söylemin diğer söylemlerle
etkileşiminin analizi, üçüncü aşama ise söylemin nasıl bir bağlam içinden çıktığı, kendini hangi
bağlama yerleştirdiğinin analizidir. 56

Araştırmanın birinci aşaması metin analizidir. Bu analiz, metnin içeriğinde, metnin


üreticisinin dünya deneyiminin temsiline giden ipucu ya da izin aranmasıdır. Metin üreticisi, bunları
sözcükler ve cümleler aracılığıyla yansıtır. Bir metnin ideolojik olarak konumlanıp konumlanmadığı,
kelime seçiminden ve gramer yapısından anlaşılabilir. Söylemin sözcük seçimi, kiplik bağlaç, zamir
kullanımları gibi gramer özellikler açısından incelenmesi ideolojik örüntüyü anlamak için
değerlendirilir. 57

İkinci aşama metnin “etkileşimsel değeri”ni belirlemektir. Söylemler, bağlı oldukları


kendilerinden önceki söylemlerin varsayımları üzerinden işlemektedir. Bu durumda önceki yorumlar
(nelerin söylendiği, kastedildiği, nelerin onaylandığı ve onaylanmadığı) bireyin kişisel deneyiminin ve
yorumunun bir parçasını oluşturmaktadır. 58

Üçüncü aşama bağlamsal analizdir ve metin üreticisinin kendisini hangi sosyal bütünlük
içine yerleştirdiği, bu bütünlük içinde nereye koyduğu, ötekilerle kıyaslandığında kendini hangi
konuma yerleştirdiği anlaşılmaya çalışılır. Fairclough, bu aşamayı “ifade değeri” olarak
adlandırmaktadır. 59

Fairclough ESÇ için aşağıdaki gibi analitik bir çerçeve sunar:

1. Göstergebilimsel bir yönü olan toplumsal soruna odaklanma

2. Toplumsal düzenin (pratikler ağının) analiziyle ilgili engelleri belirleme

. yapısal analiz

. etkileşimsel analiz

. Söylemlerarası analiz

. dilsel ve göstergebilimsel analiz

3. Toplumsal düzenin (pratikler ağının) bu soruna bir anlamda, ihtiyaç duyup duymadığını
değerlendirme

56
Gölbaşı, 2007’den aktaran Bal, A.g.e., s. 245.
57
A.g.e., s. 245.
58
A.g.e., s. 245.
59
A.g.e., s. 246.

16
4. Geçmiş engellerin olası yollarını belirleme

5. Analiz üzerinde eleştirel biçimde düşünme 60

FOUCAULTCU SÖYLEM KURAMI İLE ELEŞTİREL SÖYLEM ANALİZİ

ARASINDAKİ FARKLAR

. Genel Ayrışma Alanları

. Eleştirel söylem analizi genel anlamda iktidarın söylemler üzerindeki etkilerine odaklanır.
Kurumsal, sosyal ya da akademik bağlamda iktidarın söylem üzerine etkileri gündelik pratikler
üzerinde gerçekleşir. Gündelik praksislerle, makro planda iktidar bütünleştirilir, anlamlandırılır.
Buradaki ilişki çift yönlüdür. Gündelik pratikler üzerinden varlık kazanan söylemler, bir yandan sosyal
yapı, kültür vb. iktidar alanlarını belirleyerek bir özne konumuna yükselirken, diğer taraftan benzer
alanlar tarafından belirlenmektedir.

Foucaultcu söylem geleneği ise, Eleştirel Söylem Analizinin tersine söylemin gündelik
boyutları yani mikro yansımaları ve yeniden üretiminin deşifresinden ziyade, söylemi ortaya çıkaran
genel sosyal-makro alanlara odaklanır.

. Eleştirel söylem çözümlemecileri, Fairclough’un deyimiyle küresel bir yoksulluk, eşitsizlik


ve tahakküm üretme kapasitesini/pratiğini ortaya koyan yeni kapitalizmin “dil eleştirisi”ne 61

60
Fairclough, 2001’den aktaran Hüseyin Bal, A.g.e., s. 248.
61
Norman Fairclough ve Phil Graham, “Eleştirel Söylem Çözümlemecisi Olarak Marx”, Söylem ve İdeoloji, s.
186.

17
dayanmaktadır ve kapitalist düzen eleştirileri onları Marksist gelenekle bütünleştirmektedir. Bu
bağlamda söylem, hem denetim ve hem de üretimi yönünden iktidarla ilişkilendirilir.

Foucault ise, başlangıçta iktidara yönelik mutlak ve egemen kategorizasyonuna rağmen,


1968’lerde ortaya çıkan öğrenci hareketleri ve eş zamanlı olarak çevre, kadın ve politik hareketlerin
yaygınlık kazanmasıyla analizinin yönünü değiştirmiştir. Öncesinde, iktidarın mutlak hakimiyetinden
esinlenen yapısal perspektifi yerini, iktidarın “alternatif hareketlere de zemin hazırlayan çeşitliliği”ni
yansıtan çok boyutlu bir analize bırakmıştır. Gelinen noktada iktidar, gündelik hayatın tüm
ayrıntılarında kendini gösteren bir yayılmayla birlikte, modern bireysel öznenin varlık kazanabildiği
“bir imkan yönüyle” de değerlendirilmektedir.

. Eleştirel söylem analizlerinde iktidar yapılarının kitlelere endoktrine edilmesinde doğrudan


doğruya işlev gören “medya” alanı önem kazanırken, Foucaultcu söylem ise daha çok, söylemin ortaya
çıkmasında tarihsel ve entelektüel analizlere ağırlık verilir.

. Söylem Analizi Modelleri Bağlamında Ayrışmalar

. Eleştirel söylem analizi, odağına aldığı iktidar ve ideoloji bağlamındaki sosyo-politik


problemleri, metin üzerinden ve linguistik görünüşleriyle inceler. Bu doğrultuda, toplumsal alanın tüm
yüzlerinde kendini gösteren eşitsizlik, tahakküm ve dışlama gibi yeni kapitalizmin negatif
gerçekliklerinin sözcükler ve cümlelere yansıyan derin/müphem yönünü ortaya çıkarmayı amaçlar.

Foucaulcu söylem analizi ise söylemlerin gramer/etimolojik yapısından ziyade, genel


bağlamda söylemin kurumsal ve sosyal yönü ele alınır.

. Eleştirel Söylem Analizi modelinde ele alınan konunun/metnin içinde yer alan cümlelerin
nedensellik, tutarlılık ve etkileşimsel değeri ön plana çıkarken, Foucaulcu gelenekte, söylemin inşası
ve pratiğe yansıyan yönü ele alınır.

Söylemsel Düşün’e Katkı: Söylem Analizi Modeli Denemesi

Kuramsal Arka Plan

Çalışmamız boyunca söylem analizi yazını’na dair Foucaultcu ve ESA modelleri üzerinde
duruldu. Bu modellerde ilk olarak öne çıkan yönler, söylemlerin güç ilişkilerini yansıtması
(Foucaultcu) ve yeni kapitalist düzenin kitleler üzerinde iktidar ve hegemonyasını temellendirmesi

18
(ESA) bağlamında işlev görmesidir. Her iki modelde de söylemler, belirli bir üst-yapısal gerçeklik
doğrultusunda anlam kazanmaktaydı.

Söyleme ilişkin bu yaklaşımlar özellikle modernlik süreci ve uygulamaları dikkate


alındığında büyük ölçüde bir gerçekliği yansıtmaktaydı. Modernliğin temel iddialarından biri
“geçmişin ve geleneğin arkaik yüzlerinden sıyrılarak aydınlanmış, rasyonel birey” mitiydi. Bu
tahayyülün gerçekleşmesi adına dolaşıma sokulan yöntem ve uygulamalar söylemlerle anlam
kazanmaktaydı. Söylemler modernlik praksisini yansıtan bir ayna konumundaydı. Modern ideolojiler,
kurumlar ve sistemler belirli/seçkin söylemler üzerinden toplumlarını yönlendirmekteydiler.

Ancak, söyleme ilişkin bu yaklaşımlar her ne kadar modernlik bağlamında bir hakikati
yansıtsa da, küreselleşen günümüz toplumunun yeni gerçekliklerini dikkate alarak söyleme ilişkin
özgün bir yaklaşım ve modele ihtiyaç duyulmaktadır. Bugün için, mekansal-toplumsal-düşünsel
alanlarda ağlar ve akışkanlıklarla biçimlenen toplumsallığa paralel olarak, söylemler de aynı ölçüde
mobilize haldedir. Modernliğin yersizleşen-yurtsuzlaşan bireyi gibi söylemlerde yersiz-yurtsuz bir
mekansızlaşma ve çoğullaşma halindedir. Bu anlamda modernliğin elit/seçkin söylemleri bir yandan
varlığını korurken, öte yandan bir ölçüde çoğullaşmış, merkezsizleşmiş ve en önemlisi
bireyselleştirilmiş söylemler de yaygınlık kazanabilmektedir. Yeni dönemde söylemler, ESA olduğu
gibi hegemonik tahayyüllerle birlikte, daha soft ve iktidar arzusundan bir ölçüde arınmış bir
renk(siz)liğe de sahiptir. Sosyal medya diye adlandırılan bu yeni hiper-küresel alanda, söz konusu
radikal değişim tüm çıplaklığıyla görülebilmektedir.

Söylem Analizi Modeli

Giriş bölümünde belirttiğimiz gibi söyleme ilişkin yeni küresel fenomenlerin eşliğinde,
söylem analizimizin odağında, ESA ve Foucaltcu gelenekte olduğu gibi bir üst yapısal gerçeklikle
birlikte, “bireysel praksisler” de yer alabilmektedir. Bu anlamda söyleme ilişkin karma bir modele
sahiptir.

Söylem analizi modelimiz dört basamaktan oluşmaktadır. Bu basamakların her biri birbiriyle
ilişkili ve tamamlayıcı bir boyuta sahiptir.

I. Aşama: Söylem Nedir?

İlk olarak Foucault’dan esinlenerek bizatihi söylemin kendisinin ne olduğu açıklanacaktır.


Söylem, bir kitap boyutunda yazınsal bir metin, bir mimari eser, görsel bir nesne, ya da kısa, ama
akışkan bir boyuta kavuşmuş digi-teknolojide kitleselleşmiş bir cümle de olabilir.

II. Aşama: Söylemin Konu/Mesaj Boyutu

19
İkinci basamakta söylemin hangi konuyu kapsadığı ve taşıdığı “mesaj” boyutu ele
alınacaktır. Her söylem, belirli bir tema (konu) etrafında örgülenir. Bu aşamada söylemlerin doğrudan
ya da dolaylı olarak ilişkili olduğu konu ve olaylar belirtilir. Söylemlerin birey ya da kitlelere hangi
konuda, ne tür mesajlar-değerler taşındığı bu aşamada belirtilir.

III. Aşama: Söylemin Referans Boyutu

Bu aşamada söylemlerin dayandıkları düşünsel ya da ideolojik dayanaklar ortaya çıkarılarak


anlamlandırılır. Söylemler modernlikle birlikte ideolojik-düşünsel referanslardan bağımsız
düşünülemez. Ancak günümüz hiper-toplumunda da söylem mobilizasyonunda ideolojik boyut
-nihilizmi çağrıştaracak şekilde- çok da ön planda olmasa da, “ideolojisizliğin de bir ideoloji” olduğu
ön görüsünden hareketle referans boyutu, söylemin analizinde önem kazanmaktadır.

IV. Aşama: Söylemin Biçimsel Boyutu

Bu aşamada söylemin metin içerisinde biçimsel işleniş yönü belirtilir. ESA olduğu gibi,
söylemin linguistik boyutunu betimleyen cümle ya da sözcüklerin gramer yapıları ve özellikleri,
söylemin dayandığı üst-yapısal sosyal düzeyi yansıtması bağlamında önem kazanmaktadır.

20

You might also like