You are on page 1of 1

Her şeyi belirleyecek iki çıkış noktası vardır: (1) Tanrı vardır, (2) Tanrı yoktur.

Birinci çıkış noktasını esas alarak yola çıkacak olursak bir kısmı (bu kısım niceliksel
olarak eser miktarda olsa bile) bizim varoluşumuzu da kapsayan sınırları olmayan bir
varlıktan söz ediyoruz demektir. Bu varlık epistemolojik olarak, sınırsızlığı itibariyle
asla anlamına vakıf olamayacağımız- bu perspektiften bakınca var veya varlık dahi
demek anlam bozukluklarına yol açacaktır- diğer yandan kapsamı içerisinde
bulunduğumuzdan zorunlu olarak nüfuz edeceğimiz bir bilgi nesnesidir. Tam bir
paradoks hem bilinemez hem bilinir. Biliyoruz ki paradokslar aklı tahrik eder, akıl bu
tür bilmeceleri çözdükçe haz alır, tatmin olur. Belki ontolojik olarak olmasa da
epistemolojik olarak işte bu bilmece çözmekten haz alan “akıl” aracını kullanarak var
kabul ettiğimiz tanrıya ilişkin bilgi sahibi olabiliriz. O halde tanrı bir açıdan bize hiç
benzemezken bir açıdan bizim gibidir. Benzemezliği ile negatif bilgi verirken
benzerliği ile de bir tasavvur imkânı sağlar.
Aklın tanrı ile kurulacak münasebette bir elçi olduğu düşünülecek olursa bu
münasebetin diyalektik bir diplomasi olması kaçınılmazdır. Diplomasinin amacı
insan açısından “bilmek” tanrı açısından “bilinmek” olacaktır. İnsan ne denli bilmek,
tanrı ne denli bilinmek istiyorsa diplomasinin seyri o ölçüde şekillenecektir.

You might also like