You are on page 1of 212

T.C.

İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TARİH ANABİLİM DALI

YÜKSEK LİSANS TEZİ

TÜRK KÜLTÜRÜNDE RENKLER VE İFADE


ETTİKLERİ ANLAMLAR

Hazırlayan:
ELVİN YILDIRIM
2501090042

Tez Danışmanı:
PROF. Dr. MUALLÂ UYDU YÜCEL

Bu tez İstanbul Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Birimi tarafından desteklenmiştir.


Proje Nu:15609

İstanbul 2012

1
i
İÇİNDEKİLER

ÖZ………………………………..…………………………………………….iv
ABSTRACT……………………………..………………………………...…...v
ÖNSÖZ.…………………………………………….…………………………vi
KISALTMALAR………………………………..…………………………..viii

GİRİŞ VE KAYNAKLAR

1. GİRİŞ..………………………………………………………………………1
2.KAYNAKLAR………………………..…………………………………..…3

I. BÖLÜM
TÜRK LEHÇELERİNDE RENKLER VE ETİMOLOJİLERİ
I. 1. AK…………………………………………….………………………….11
I. 2. AL………………………………………………..….................................14
I. 3. ALA………………………………………………..……………………..16
I. 4. BOZ…………………………………………………..…………………..18
I. 5. GÖK…………………………………………………..…………………..20
I. 6. KARA…………………………………………………..………………...22
I. 7. KIR………………………………………………………..……………...25
I. 8. KIZIL………………………………………………………..……………26
I. 9. SARI…………………………………………………………..………….28
I. 10. YEŞİL…………………………………………………………..……….30

II. BÖLÜM
ADLARDA RENKLER
II.1. BAZI TÜRK BOY, URUG VE ÂİLE ADLARINDA RENKLER

II.1.1. Ak…………………………………..…………………………………..33
II.1.2. Ala……………………………………..……………………………….35

ii
II.1.3. Alaca………………………………………..…………………………..36
II.1.4. Boz…………………………………………….…………………….....36
II.1.5. Gök………………………………………………..…………………....36
II.1.6. Kara…………………………………………………..………………...37
II.1.7. Kır...……………………………………………………..……………...42
II.1.8. Kızıl…………………………………………………………..………...42
II.1.9. Sarı……………………………………………………………….…….44
II.1.10. Yeşil…………………………………………………………………..45

II.2. ESKİ TÜRK ŞAHIS ADLARINDA RENKLER……..………………45

II.3. TÜRKÇE YER ADLARINDA RENKLER (VI.-XI. YÜZYIL)..……49

II.3.1. Ak…………………………………..…………………………………..49

II.3.2. Ala……………………………………..……………………………….50

II.3.3. Kara………………………………………..…………………………...50

II.3.4. Kızıl……………………………………………..……………………...52

II.3.5. Gök…………………………………………………..…………………52

II.3.6. Sarı……………………………………………………….…………….53

II.3.7. Yeşil………………………………………………………….………...54

II.4.BİTKİ VE HAYVAN ADLARINDA RENKLER….…………………54

III. BÖLÜM
SOSYAL HAYATTA RENKLER
III.1. DESTÂNLARDA RENKLER…………..………………………………57
III.2. BAYRAKLARDA RENKLER…………………………………..……..66
III.3. YÖNLERDE RENKLER………………………………………..………82
III.4. DEVLET TEŞKİLATINDA RENKLER…………………………….…88
III.5. KIYAFETLERDE RENKLER……………………………………….....96

iii
III.6. SANATTA RENKLER………………………….…………………….114

IV. BÖLÜM
İNANÇLARDA RENKLER

IV.1. TÜRK İNANÇLARI VE RENKLER ARASINDAKİ BAĞLA............124


IV.2. ALKARISI, ALBASTI VE GÜNÜMÜZE YANSIMALARI…..……..128
I V . 3 . G Ö K R E N G İ V E G Ö K T A N R I İ N AN C I A R AS I N D A K İ
İLİŞKİLER………………………………………………………………………...134
IV.4. TÜRK UHREVÎ ÂLEMİNDE RENKLER…………..………………..138

V. BÖLÜM
RENKLERİN HAYATA YANSIMASI

V.1. TÜRK TARİHİNDE KARA’NIN ÖNEMİ…..………………………...144


V.2. AT DONLARI VE KURBAN MERASİMİ…………………………....153
V.3. YEŞİL, SARI VE KIRMIZI VE TÜRK TARİHİNDEKİ İZLERİ….…163
V.4. YERLEŞİMDE VE ÇADIRLARDA RENKLER…………………..….172
V.5. ATASÖZLERİNDE VE DEYİMLERDE RENK KULLANIMLARI…179

SONUÇ…………………….……………………………………………..…186
KAYNAKÇA………………………………………..…………………….188

iv
ÖZ

“Türk Kültüründe Renkler ve İfade Ettikleri Anlamlar” adlı Yüksek Lisans


tezimizde Türk kültür tarihimizin bugüne kadar tam olarak aydınlatılamamış
meselelerinden biri olan renklerin ihtiva ettikleri maddî ve manevî mânâları
incelemeye çalıştık. Renkler sıfat olmalarının yanısıra kültür, dil, din ve siyaset
bakımından çok farklı yönlere sâhip olmuşlardır. Bu yönleri ile renkler Türk
milletinin maddî ve manevî âleminde daima önem arz etmişlerdir.
Türk kültüründe renkleri ve ifade ettikleri anlamları ana kaynaklara ve
araştırma eserlerine dayanarak araştırdık. Renkleri kullanım alanlarına göre
incelemeye ve bunu yaparkende kronolojik olarak ilk Türkler’den başlayarak
günümüze kadar bir köprü kurmaya çalıştık. Bunun sonucunda da renklerle ilgili pek
çok ananenin hâlâ günümüzde Anadolu coğrafyasında ve diğer Türk toplulukları
arasında yaşatıldığını gördük. Renklerin kullanım alanlarına göre adlarda,
destanlarda, bayraklarda, coğrafî yönlerde, sanatta, eski Türk inanışında nasıl
kullanıldığına ve sâhip olduğu mânâlara şahitlik ettik. Bununla birlikte ayrı ayrı
renklerin Türk kültüründe sâhip olduğu mânâlara ve aynı zamanda diğer Türk
lehçelerinde renklerin ihtiva ettiği maddî ve manevî anlamları da ele almaya gayret
ettik.
Kronolojik bir bütünlük sağlaması ve renklerin Türk tarihinin her döneminde
sâhip olduğu önemi izah bakımından Karahanlılar, Gazneliler, Selçuklular ve
Osmanlılar dönemine de değinilmiştir. Bu bakımdan araştırmamız esasen Türklerin
Müslüman olmadan önceki tarihlerini ele alsa da; İslâmiyet sonrası dönem ile Eski
Türkler’deki renk mefhûmunun bugünkü Anadolu coğrafyasına yansımalarına da
ayrı bir önem verilerek ihmal edilmemeye çalışılmıştır.

v
ABSTRACT

One of the issues that have fully not been elucidated in Turkic cultural history
is material and spiritual meanings of the colors they contain. In addition to being an
adjective, colors have different directions in terms of culture, language, religion and
politics. In these aspects, colors are always importing for material and spiritual world
of Turkic nation.
We have investigated colors and their meanings in Turkic culture based on
primary sources and historical studies. We work to build a bridge from earliest times
of Turks to nowadays in chronological order and according to usage. As a result, we
conclude that many traditions about colors are still alive among Anatolian geography
and other Turkic peoples.
We work to show how to use of colors in legends, flags, geographical
directions arts and ancient Turkic beliefs and which meanings are individually valid
for Turkic colors. In addition, we have studied material and spiritual meanings of
colors in different Turkic dialects.
For providing a chronological integrity and elucidating importance of colors in
every period of Turkic history, we touched period of Seljuks, Ottoman and
Ghaznavids too. In this regard, although our research dates mainly prior to the
Muslim Turks, it has not been neglected to analyze of reflection of ancient Turkic
concept of colors to period after Islam and geography of today’s Turkestan and
Anatolia.

vi
ÖNSÖZ

“Türk Kültüründe Renkler ve İfade Ettikleri Anlamlar” adlı Yüksek Lisans


tezimizi hazırlarken ana kaynakları ve araştırma eserlerini kullandık. Çalışmamıza
kaynaklarımızı tek tek tarayarak ve okumalarımız sonucu edindiğimiz bilgileri
fişleyerek başladık. Araştırma eserlerinden edindiğimiz bilgileri ana kaynağına
ulaşarak doğrulamaya çalıştık. Kaynaklar arasındaki tutarsızlıkları belirttik.
Çalışmamızın birinci bölümünde etimolojik olarak renklerin mânâlarını
vermeye ve diğer Türk lehçelerinde hangi mânâlarda kullanıldığını misâllerle ifade
etmeye çalıştık. Bu bakımdan renklerin Türk lehçelerindeki maddî ve manevî
zenginliğini gözler önüne serdik.
Konumuz renkler olduğundan çalışmamızı resim, çizim ve fotoğraflarla
zenginleştirmek gerekliliğini hissettik. Bu yüzden kullandığımız fotoğraf, çizim ve
resimleri çeşitli araştırma eserlerinden tarayarak ve internet kaynaklarından indirerek
kullandık.
Çalışmamızda bahsi geçen Türk devletlerinde ve topluluklarında renklerin
kültürel, dinî ve sosyal bakımdan bıraktığı izleri incelemeye gayret ettik. Bu
bakımdan tezimizde renklerle ilgili ananeleri ve atasözleri ile deyimleri de
incelemeye çalıştık.
Çalışma alanımız İslâmiyet öncesi dönem olmasına rağmen İslâmiyet’in
kabulüyle birlikte renklerle ilgili inanışlarda varolan değişiklikleri ve aynılıkları
tespit etmeye gayret ettik. Bu sebeple İslâmiyet öncesi, İslâmiyet sonrası ve günümüz
ananelerini harmanlayan bir çalışma yapmaya özen gösterdik.
Tezimiz bir Türk kültür tarihi incelemesidir. Dünyanın dört bir yanına yayılmış
yüce Türk milletinin maddî ve manevî hayatında renkler, elbette ki bir tezde
incelenecek kadar dar kapsamlı değildir. Biz sadece Türk kültür tarihinin ana
konularından birine giriş yapmayı hedefledik. Daha önce Türk kültüründe renklerle
ilgili böyle bir çalışma yapılmamış olması bizi büyük bir heyecana ve hevese sevk
etti. Bu bakımdan tezimizin bundan sonraki çalışmalar için yol gösterici olmasını
ümit ve temenni ediyoruz.
İlmî hayata atılırken benden desteğini ve sabrını esirgemeyen âileme, teşekkür
ediyorum.

vii
2009 yılında başladığım Yüksek lisans öğrenimim boyunca yardımlarını
esirgemeyen ve bizleri sürekli çalışmaya teşvik eden muhterem hocamız Prof. Dr.
Abdülkadir Donuk’a müteşekkirim.
İlmî hayatımda kendime hep misâl aldığım danışman hocam Prof. Dr. Muallâ
Uydu Yücel’e bu yolda bana rehberlik ettiği için teşekkür ederim.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Genel Türk Tarihi Anabilim Dalımızın
değerli hocalarının hepsine teşekkürü bir borç bilirim.
Çalışmalarımda desteğini esirgemeyen kıymetli eşim Kürşat Yıldırım’a ki
onsuz bu çalışma tamamlanamazdı, teşekkürü bir borç bilirim.

viii
KISALTMALAR
Ar.: Arapça
Az.: Azerice
Alt.: Altayca
ats.: Atasözü
Bal.: Balkarca
Bar.: Barabin Tatarcası
Baş.: Başkırca
Bur.: Buryatça
Çağ.: Çağatayca
Çuv.: Çuvaşça
DLT: Divan-ı Lügat it Türk
Es.Tür.: Eski Türkçe
Even.: Evenkice
Far.: Farsça
Gag.: Gagauzca
Hak.: Hakasça
Hal.: Halaçça
Hog.: Nogayca
K.: Karaimce’nin Kırım lehçesi
Kal.: Kalmukça
Kar.: Karaimce
Kaz.: Kazakça
Kazan.: Kazan Tatarcası
Ka.: Karaçayca
KB.: Kutadgu Bilig
Kbal.: Karaçay-Balkarca
Kır.: Kırgızca
Kız.: Hakasçanın Kızılca lehçesi
Kkal.: Karakalpakça
Kom.: Kumanca
Kor.: Korece

ix
Koyb.: Hakasçanın Koybalca
Krş. Karşılaştırınız
Ktat.: Kırım Tatarcası
Kum., Kumıkça
Kumand.: Altayca’nın Kumandince lehçesi
Leb.: Lebedince
Kur.: Kurdakça
KB: Kutadgu Bilig
Lob.: Lobnorca
Manç.: Mançuca
Mar.: Marice
Moğ.: Moğolca
Negid.: Negidalca
Nog.: Nogayca
Osm.: Osmanlıca
Öz.: Özbekçe
RTM.: Resimli Türk Mecmuası
Sag.: Hakasça’nın Sagayca lehçesi
Sal.: Salarca
Sug.: Sarı Uygur
Suy.: Soyotca
Şor.: Şorca
T.: Trakayca (Batı Kırımca)
Tar: Tarançıca
Tat.: Tatarca
TDK: Türk Dil Kurumu
Tel.: Teleütçe
Tof.: Tofaca
Toj.: Tuvince’nin Tojin lehçesi
TTK: Türk Tarih Kurumu
Türk., Türkmence
Tür.: Türkiye Türkçesi

x
Tuv.: Tuvaca
Uyg.: Uygurca
Yak.: Yakutça
ZfWT: Zeitschrift für die Welt der Türken

xi
GİRİŞ VE KAYNAKLAR

1. GİRİŞ
Renkler konusu Türk kültüründe araştırılması ve aydınlatılması gereken önemli
meselelerden birisidir. Türk kültüründe renkler ve ifade ettikleri mânâlara değinen
çok fazla çalışmanın bulunmadığını görmemiz ve tarihimizde bu büyük boşluğun
doldurulması gerekliliğini düşünmemiz bizi konuyu araştırmaya sevk etti. Bu yüzden
hem mûhteva hem de kapsam bakımından tezimiz Türkiye’deki çalışmalar arasında
ilk sıralarda gelmektedir.
İslâm öncesi Türk tarihinden başalayarak, İslâmiyet’in kabulü ve sonrasında
günümüze kadar getirdiğimiz çalışmamız, coğrafî bakımdan da Asya’dan Avrupa’ya
ve Anadolu’ya gelmiş Türk milletinin lehçelerinde, kültürlerinde ve ananalerinde
yaşayan renk inanışları ve renk kullanımları ile alâkâlı bir çalışma olmuştur. Zaman
ve mekân bakımından oldukça geniş bir coğrafyada yaşamış Türklerin renklerle olan
münâsebetlerini araştırırken elbette eksik kalmış taraflarımız olmuştur. Bu
yönlerimizin ileride yapılacak çalışmalarla tamamlanacağı ümidini taşımaktayız.
Ama yine de çalışmamızın ilkler arasında yer alması ve ilerideki çalışmalara
rehberlik etmesi bizi gururlandırmaktadır.
Renklere maddî mânâlarının yanı sıra tarihte belki de sadece Türkler’de
manevî anlamlar da atfedilmiştir. Misâl olarak karanın sadece yas rengi olarak
giysilerde kullanılması, Türkleri yaptıkları seyahatler aracılığıyla tanımış seyyahlar
açısından şaşırtıcı bulunmuştur1. Matem rengi olarak kara renkli elbiselerin giyilmesi
âdeti dünyaya Türkler tarafından yayılmıştır.
İnanışlardaki renk zıtlıklarının kullanılması ise ayrı bir ehemmiyet
taşımaktadır. Ak ve kara’nın zıt kullanımının temelleri sanıyoruz ki eski Türk
inanışlarına dayanmaktadır. İyilik ve kötülüğün sembolü olarak görülen ak ve kara
Türk mitolojisinde yer altı tanrısı Erlik ve hayır ilahı Ülgen olarak karşımıza
çıkmaktadır. Zira ak rengi kuzey Türkleri arasında cennet2 mânâsına gelirken; kara

1
Türk Mektupları, Tür. Ter., H. C. Yalçın, İstanbul, 1939, s.163-170’den akt. Faruk Sümer,
Oğuzlar, s.398, dpt.2
2
W. Radlov, Sibirya’dan, C. III, Çev., A. Temir, İstanbul, 1994, s.6.

1
habis duyguların ve fikirlerin rengi olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkler, kendileri
için kutsal olan herşeye ak anlamını vermişlerdir3.
Tezimizin ilk bölümünde renklerin etimolojik olarak köklerine ve diğer
lehçelerdeki kullanımlarına değinerek; Türk dilinin mânâ bakımdan zenginliği
vurgulanmıştır. Renk ifadelerinin somut olarak tüm Türk lehçelerinde diyalekt
bakımından benzer ve aynı mânâda olmasının yanı sıra Türk lehçelerindeki yan
anlamlarıda belirtilmiş ve bu konuda önemli ilim adamlarının çalışmaları
aktarılmıştır.
Tezimizin diğer bölümlerinde de adlarda, bayraklarda, destanlarda, atasözü ve
deyimlerde, kıyafetlerde ve sanatta kullanılan renklerden bahsedilerek bu renklerin
Türklerde ifade ettikleri anlamlar verilmiştir. İnanışlardaki renk motiflerine ve
kurban merasimindeki renklere, devlet, ordu idâresinde ve iskânda renklerin
ehemmiyetine, sarı-yeşil ve kırmızı renklerin Türk kültüründeki yerine, manevî
olarak bizce en geniş kullanılan kara’nın önemine değinilerek bir mozaik
oluşturulmaya çalışılmıştır.
Bağımsızlığına düşkün Türk milletinin kurduğu her devleti ve o devletin
hükümdarını temsil eden bayraklarının kaynaklarda renkleri konusunda kesin bir
bilgi bulunmamaktadır. Bu yüzden kaynaklarda geçen Türk devletlerinin bayraklarını
hem renk hem de manevî duyguları ifade ettiklerini düşündüğümüzden bu konuya
değinmeye çalıştık. Bizim için Kaşgarlı Mahmud’un verdiği bilgiler önem
taşımaktadır. DLT’de al renkli bir bezin açıklaması olarak Kaşgarlı; Oğuzların bu
bezi bayrak yaptıklarını ve hakanların atlarının eğer bezi olarak kullandıklarını
belirtmektedir4. Bu bilgiden hareketle günümüzde kullandığımız al renkli
bayrağımızın tarih boyunca Türkler tarafından kullanıldığını söyleyebiliriz. Fakat
bilindiği kadarı ile Gök-Türkler döneminde devletin simgesi olmuş gök renginin ve
gök bayrağının kullanımının bırakıldığıdır. Al renkli bayrağın ne zaman
kullanılmaya başlandığı konusunda daha tafsilatlı araştırma yapılması gerektiği
kanaatindeyiz.

3
Ziya Gökalp, Türk Töresi, Türk Kültür Yay., İstanbul 1975, s.105.
4
Kaşgarlı Mahmut, Divanü Lügat-it Türk, Cilt I, Çev. B. Atalay, TDK Yay., Ankara, 20065, s.81.

2
Sarı-kırmızı ve yeşil renklerin üçlü kullanımları yapılan kurgan kazılarında
tespit edilmiş olup; Türk kültüründeki yerine ve Türkiye Cumhuriyeti aleyhine
yapılan propangadalarda bir malzeme olarak kullanıldığına değinilmiştir.
İncelediğimiz 10 rengin de (ak, al, ala, boz, gök, kara, kır, kızıl, sarı, yeşil)
Türk kültüründe ayrı ayrı ehemmiyet taşıdıkları bilinen bir gerçektir. Bu bakımdan
maddî ve manevî olarak renkleri ayrı ayrı incelemeye ve kullanım misâlleri ile
sunmaya çalıştık. Herhalde hiçbir millet yoktur ki renklere bu kadar sâhip çıksın ve
renkleri kurdukları teşkilâtlarda, yerleştikleri yerlerde, doğan çocuklarında, doğada
bitki ve hayvanlarda ad olarak kullansın. Doğayla iç içe yaşayan ve her sahada
renklere bu denli düşkün olan bir milletin gittiği yerlere yeni renk ön adı içeren adlar
vermemesi düşünülemez. Bu bakımdan Asya ile Anadolu coğrafyasının yer
isimlerinin karşılaştırılmasında pek çok yer isminin aynı olduğu tespit edilmektedir5.
Bu şekilde anayurtlarına duyulan hasret bir bakıma dindirilmeye çalışılmıştır.
Çalışmamızın çok geniş bir alanı kapsaması pek çok ana kaynağı
kullanmamıza ve ana kaynakta verilen bilgileri açıklamak için araştırma eserlerine
başvurmamıza sebep oldu. Tercümesi olmayan kaynaklar tarafımızdan tercüme
edildi. Ayrıca görsel malzemeye de önem verilerek tezimiz çeşitli çizim, resim ve
fotoğraf ile zenginleştirildi.

2. KAYNAKLAR

Çin kaynakları:

Shih Chih: 130 ciltlik bu eser, Han Sülâlesi devrinde yaşayan Szu Ma-ch’ien (M.Ö.
145-86) tarafından yazılmıştır. Bu eser bir tür o devre kadar olan “Çin Genel
Tarihi”dir6. Eser İmparator Huang (M.Ö. 2679?)’tan Han İmparatoru Wu (M.Ö.
122)’ya kadar 2636 yıl süren olayları ihtiva etmektedir. Biz çalışmamızda bu
kaynaktan kullanan çeşitli araştırma eserleri vasıtasıyla istifade ettik.

5
Ahmet Karadoğan, “Türk Ad Biliminde Renk Kültü”, Milli Folklor, C. 8, S. 62, Ankara, Yaz 2004,
s.89.
6
T’ang-chi, “Türk Tarihine Âid Çin Kaynakları”, TED, Nu: 2’den ayrı basım, İstanbul, 1971, s.182.

3
Han Shu: Pan-ku (M.S. 32-92) tarafından yazılan eser 120 cilttir. Pan Ku, M.S.
82’de yirmi yıllık bir çalışmanın ardından eserin yarısından fazlasını bitirmiştir. Bu
sırada bazı siyasî nedenlerle hapse atılmış ve orada ölmüştür. Bunun üzerine eserin
kalanını kız kardeşi Pan Chao M.S. 111 yılında tamamlamaya muvaffak olmuştur.
Han Shu, Önceki Han Devleti (M.Ö. 206-M.S. 25)’nin resmî sülâle yıllığıdır. Bu eser
M.Ö. 206-M.S. 23 yılları arasındaki olayları ihtiva etmektedir. Han Shu, daha sonra
T’ang devrinde Yen Shih-ku (M.S. 581-645) tarafından şerh ve istinsah edilmiştir7.
Çalışmamızda bu kaynaktan tercümeler sunan çeşitli araştırma eserlerine başvurduk.

Hou Han Shu: Sung devrinde Fan-yeh (M.S. 398-445) tarafından yazılan 120 ciltlik
bir eserdir. Sonraki Han Devleti’nin resmi sülâle yıllığı olarak M.S. 25-220 yılları
arasındaki devreyi ihtiva etmektedir. Fan-yeh eserin 90 ciltlik kısmını tamamladıktan
sonra öldürülmüştür. Sonradan Liang Sülâlesi devrinde (M.S. 502-556) Liu-chao, 3.
yüzyılda Szu Ma-piao tarafından yazılan Hsü Han Shu’dan 30 ciltlik kısmı Hou Han
Shu’ya ekleyip haşiyeler düşerek eseri tamamlamıştır ki bu ikinci bir kitap gibi
addedilmiş ve buna Hou Han Shu Chih adı verilmiştir. Eser, Li Hsien (M.S. 654-684)
başkanlığındaki bir heyet tarafından şerh ve istinsah edilmiştir.

Tzu Chih T’ung Chien: Szu Ma-kuang (1019-1086) tarafından hazırlanan bu


kronolojik eser M.Ö. 402 yılından başlayıp M.S. 959 yılında kadar geçen hadiselerin
tam bir kronolojik listesini vermektedir. 320’den fazla kaynak taranarak 1084 yılında
19 yıllık bir çalışmadan sonra tamamlanmıştır8. Esere 13. yüzyılda Hu San-sheng
(1230-1302) tarafından haşiyeler düşülmüştür. Yine bu kaynağı kullanan çeşitli
araştırma eserlerine atıflar yaptık.

Ts’e Fu Yüan Kuei: Wang Ch’in-jo başkanlığındaki bir heyet tarafından 1005-1013
yıllarında yazılmış takriben bin yıllık olayları içeren çok kapsamlı bir ansiklopedik
eserdir. Bu eseri bazı kısmî tercümeler vasıtasıyla kullanma imkânı bulduk.

7
Bkz. A. F. P. Hulsewé-M. A. N. Loewe, China in Central Asia: The Early Stage 125 BC-AD 23,
Leiden, 1979, s.39 vd.
8
Han Yu-shan, Elements of Chinese Historiography, California, 1955, s.50; A. F. P. Hulsewé,
a.g.e., s.43.

4
Orhun Yazıtları: Türk tarihi ve kültürüyle ilgili en eski Türkçe ana kaynaklarımız
Eski Türk Yazıtları’dır. Ancak bu kaynaklar sayesinde Türkler’le ilgili bilgilere
erişebiliyoruz. Yazıtların üçü çok önemlidir. İki taştan oluşan Tonyukuk 716, Köl
Tigin (Köl Tigin) 732, Bilge Kağan 735 yılında dikilmiştir. Köl Tigin yazıtı, Bilge
Kağan'ın ağzından yazılmıştır. Bu yazıtların Hüseyin Namık Orkun ve Muharrem
Ergin’in Türkçe aktarımları kullanılmıştır.

De Administrando Imperio: Eser, Doğu Roma İmparatoru Constantine


Porphyrogenitus tarafından yazılmıştır. Constantine eserine bir ad vermemiştir.
Latince “De Administrando Imperio” adı esere, Johannes von Meursius (1579-1639)
tarafından bu ad verilmiştir. Eser imparator tarafından kendisinden sonra devleti
idâre edecek olan oğluna öğütler vermek maksadı ile yazılmıştır; Constantine bunu
yaparken tüm bilgi ve tecrübesini ortaya koymuştur. Eserde imparatorluğu kuşatan
kavimler hakkında kapsamlı bir tarihî ve coğrafî tahlil yürütülmektedir. Eserin
günümüze dört nüshası erişmiştir; üç tanesi tam metin halindedir. En eski nüsha
Moesia Valisi John Doukas (öl. 1088)’ın kütüphanesinde ortaya çıkarılan ve onun
hususî kalem memuru Michael Roïzaïtes tarafından istinsah edildiği anlaşılan
nüshasıdır. Tezimizde Grekçe metin edisyonu G. Moravcsik ve İngilizce tercümesi
R. J. H. Jenkins tarafından yapılan ve 1967’de Columbia’da basılan eserinden
istifade edilmiştir9.

İbn Fazlan Seyahatnâmesi: Abbasi halifesi Muktedir’in İdil Bulgar hükümdarı


Almış Han’a 921 yılında gönderdiği elçilik heyeti arasında bulunan İbn Fazlan,
yolculuğu sırasında yaptığı gözlemleri Rıhla (Seyahatnâme) adlı eserinde anlatmıştır.
Eser İslâmiyet öncesi döneme dâir Oğuzlar, Başkırtlar, Bulgarlar, Peçenekler ve
Hazarlar hakkında önemli bilgiler vermektedir. Seyahatnâme Zeki Velidi Togan
tarafından Meşhed’de bir kütüphanede bulunmuştur. Biz tezimizde Ramazan Şeşen
tarafından yapılan tercümeyi kullandık10.

9
Constantine Porphyrogenitus, De Administrando Imperio, Greek text Edited by Gy Moravcsık,
English Translation, R.J.H, Jenkins, Byzantine Studies, Columbia, 1967.
10
Ramazan Şeşen, İslâm Coğrafyacılarına Göre Türkler ve Türk Ülkeleri, TTK, Ankara, 2001.

5
Murûc Ez-Zeheb (Altın Bozkırlar): Eser kısa adı Mesudî olan İslâm tarih ve
coğrafyacısı Ebu’l Hasan Ali b. Hüseyin el- Mesudî tarafından kaleme alınmıştır.
Murûc Ez-Zeheb yazarın günümüze gelen iki eserinden biridir. Eserin pek çok
nüshası bulunmaktadır. Bizim tezimizde kullandığımız ve D. Ahsen Batur tarafından
özet tercümesi yapılan kitap üç farklı nüshaya dayanmaktadır. Eser Türklerin
yaşadıkları coğrafya ve Türkler hakkında verdiği bilgiler bakımından oldukça
önemlidir11.

Divân-ı Lügat-it Türk: Divân-ı Lügati’t-Türk, Kaşgarlı Mahmut tarafından 1072-


1074 yılları arasında Bağdat’ta yazılan bir Türkçe-Arapça sözlüktür. Türkçe’nin
bilinen en eski sözlüğü olup, Türkistan Türkçesi hakkında var olan en kapsamlı ve
önemli eserlerden biridir. El yazması nüshası 638 sayfadır ve yaklaşık 9000 Türkçe
kelimenin oldukça ayrıntılı Arapça açıklamasını içerir. Eser Türklerin tarihi,
coğrafyası, boyları, lehçeleri ve hayat tarzlarına dâir çok önemli bilgiler vermektedir.
Renklerle ilgili çok kıymetli bilgilere eriştiğimiz eserden Besim Atalay ve R.
Dankoff-J. Kelly’nin yaptığı tercümeler vasıtasıyla istifade edinilmiştir12.

Kutadgu Bilig: XI. yüzyılda Yusuf Has Hacip tarafından Tabgaç Buğra Han’a atfen
yazılmıştır. Eserin adı günümüz Türkiye Türkçesine “siyasî hâkimiyete sâhip olma,
devlet olma bilgisi veya mutluluk bilgisi” olarak çevrilmektedir. Yazar eserinde dört
kişiyi konuşturmaktadır. Kündoğdu (Hükümdar, kanun, adalet), Ay toldı (mutluluk,
saadet), Odgurmış (akıbet, hayatın sonu), Ögdülmiş (akıl, zekâ)’dir. Yusuf Has Hacip
eserin adını neden Kutadgu Bilig koyduğunu 350. beyitte “Kitabın adını Kutadgu
Bilig koydum; okuyana kutlu olsun ve ona yol göstersin” şeklinde açıklamaktadır.
Eser 6645 beyitten ve 85 bâptan oluşmaktadır. Eserin üç nüshası bulunmaktadır.
Bunlar Herat, Fergana ve Mısır Nüshalarıdır. Bu nüshaların en önemlisi Zeki Velidi

11
Mesudî, Murûc Ez-Zeheb (Altın Bozkırlar), Çev. Ahsen Batur, Selenge Yay., İstanbul, 2004.
12
Divân-ı Lügat-it Türk, Çev. B. Atalay, Cilt I-IV, TDK Yay., Ankara, 20065; Divân-ı Lügat it
Türk, Robert Dankoff-James Kelly, Türkçe Çeviri ve Düzenleme, Serap Tuba Yurteser-Seçkin Erdi,
Kabalcı Yay. İstanbul, 2005.

6
Togan tarafından Fergana’da bulunan Fergana Nüshasıdır. Bizim çalışmamızda
Reşid Rahmeti Arat tarafından neşredilen tercüme kullanılmıştır13.

Manas Destanı: Türk-Bozkır medeniyetinin Kazak -Kırgız dâiresinin kültür abidesi


niteliğinde olan bir eserdir. Büyük Türkolog W. Radlov (1837-1918) bu destanla
ilgili ilk derlemeyi, Kırgızistan’ın Tokmak şehri güneyindeki Sarı Bağış boyuna
mensûp bir Manasçı’dan 1869′da yapmıştır. Radlov’un derlediği yedi bölümlük
Manas Destanı, toplam 11 bin 454 mısradan oluşmaktadır. Fakat, Manasçıların
okuduğu dize sayısı, 16 bin mısra civarındadır. Kırgız Türklerinin millî kahramanı
Manas’ın etrafında teşkilâtlanan Manas Destanı’nın ilk bölümünden itibaren;
Manas’ın doğumu, daha beşikte iken konuşmaya başlaması, kâfirleri yeneceğini
söylemesi, büyüyüp delikanlı olunca Çinlileri yenmesi, Müslüman yiğit Almanbet’le
tanışıp, birlikle birçok savaşa girmeleri, Manas’ın evlenmesi, düşmanları tarafından
iki defa öldürülmesine rağmen tekrar dirilmesi, Mekke’yi ziyaret ve Kâbe’yi tavaf
etmesi, lirik bir üslûpla anlatmaktadır. Biz çalışmamızda bu kaynak için Naciye
Yıldız’ın eserinden istifade ettik14.

Alexiad: Alexiad, Bizans İmparatoru I. Alexius (1056-1118)’un kızı Anna Komnena


tarafından 1148 yılı civarında kaleme alınmıştır. Eserde Bizans İmparatorluğu’nun
1081-1118 yılları arasındaki tarihi anlatılmaktadır. Bununla birlikte Bizans’ın
münâsebette olduğu Türk boyları hakkında ilginç malûmatlar verilmektedir. Biz
eserin Elizabeth A. S. Dawess tarafından yapılan İngilizce tercümesine müracaat
ettik15.

Şeref al-Zaman Tahir Mervezî: Türk tarihi için önemli bir kaynak olan
Mervezî’nin Taba'i el Hayavan adlı eseri Ramazan Şeşen’in “İslâm Coğrafyacılarına
Göre Türkler ve Türk Ülkeleri” adlı eserinde küçük alıntılarla, “İbn Fazlan
Seyahatnâmesi” isimli eserinde ise tam metin olarak geçmektedir. Mervezi XII.
yüzyıl için Türkler’le ilgili önemli bilgiler vermektedir. Yine yazarın Dogu Avrupa

13
Yusuf Has Hacip, Kutadgu Bilig, Çev. Reşit Rahmeti Arat, TTK, Ankara, 19853; Yusuf Has Hacip,
Kutadgu Bilig, I Metin, Haz. Reşid Rahmeti Arat, TDK, 1979.
14
Manas Destanı (W.Radlov) ve Kırgız Kültürü ile İlgili Tespit ve Tahliller, Ankara, 1995.
15
Anna Comnena, The Alexiad, translated by, Elizabeth A. S. Dawess, In parentheses Publications
Byzantine Series Cambridge, Ontario 2000.

7
ile ilgili bilgileri ilginçtir. Biz bu kaynağı16 V. Minorsky’nin eklediği kıymetli
notlarla neşrettiği tercümesinden istifade ettik.

Muhākemetü’l Luġateyn: Türkçe’nin yüksek bir sanat dili olduğunu savunan ve


eserinde de bunu sıklıkla ifade ederek Türk diline üstünlük kazandıran Ali Şir
Nevaî’nin eserinin Türkçe adı “İki dilin muhakemesi”dir. Eserde Farsça ile Türkçe
karşılaştırılmış, iki dil arasında Türkçe’nin Fars diline göre üstünlükleri belirtilmiştir.
Ali şir Nevaî’nin Türkçe’nin üstünlüğünü ifade ederken üzerinde en çok durduğu
hususlar Türkçe’de yeni kelimeler türeten yapım eklerinin olması; bunun sonucunda
kelime haznemizin Farsça’ya göre zenginliği ve Farsça karşılığı olmayan kelimelerin
fazlalığıdır. Eser 1499 yılında yazılmıştır ve bilinen 4 nüshası vardır. Bunlar Topkapı
Nüshası, Fatih Nüshası, Paris Nüshası ve Budapeşte Nüshası’dır. Tezimizde Sema
Barutçu Özönder’in eserin dört nüshasını mukayese ederek hazırladığı ve Türkiye
Türkçesine tercüme ettiği eseri kullanılmıştır17.

Dede Korkut Kitabı: XV. yüzyılın sonları ve XVI. yüzyılın başlarında yazıya
geçirilmiştir Oğuz Türklerinin en çok bilinen epik destanlarındandır. 12 hikâyeden
oluşan Dede Korkut Kitabı’nın adı hikâyelerin anlatıcısı olan Dede Korkut’tan
gelmektedir. Bu 12 hikâye tarih boyunca nesilden nesile sözlü olarak aktarılmış bir
geleneğin ürünüdür. Dede Korkut Kitabı’nın Dresden ve Vatikan olmak üzere iki
nüshası bulunmaktadır. İslâmiyet’in kabulünden sonra Müslüman Oğuzlar arasındaki
renk kullanımlarını misâlleri ile belirtmemiz açısından Dede Korkut Hikâyeleri ayrı
bir önem taşımaktadırlar. Tezimizde Muharrem Ergin tarafından yapılan neşri
kullanılmıştır18.

Şecere-i Terakime: (Türkmenlerin Soy Kütüğü); Eser, Ebu’l Gazi Bahadır Han
tarafından kaleme alınmıştır. Eserin adından da anlaşılacağı üzere Oğuz Kağan’dan
başlayarak Türklerin soy kütüğünü ortaya koymuştur. Bunu yaparken yazar konuları

16
V. Minorsky, Sharaf al-Zamān Tāhir Marvazī, On China, the Turks and India (English
translation and commentary), London, 1942.
17
Alī Şīr Nevāyī, Muhākemetü’l Luġateyn, Haz. F. Sema Barutçu Özönder, Atatürk Kültür, Dil ve
Tarih Yüksek Kurumu Türk Dil Kurumu Yay., Ankara, 1996.
18
Muharrem Ergin, Dede Korkut Kitabı, TDK, Ankara, 20094.

8
yer yer efsanelerle süslemiştir. Tezimizde Muharrem Ergin ve Zuhal Kargı Ölmez’in
neşirlerine başvurulmuştur19.

Oğuz Kağan Destanı: Oğuz Kağan Destanı, Türklerinin büyük destanlarından


birisidir. Bu destanın bugün elimizde bulunan parçası, İslâmiyet'ten sonra, XIII.
yüzyılda, Uygur Türkçe'siyle yazıya geçirilmiştir. Destan İslâmiyet'ten sonra yazıya
geçirilmiş olmasına rağmen, orijinalliğini korumuştur. Oğuz Destanı'nın bu ayrı
bölümünün bugün tek bir yazma nüshası vardır, o da Paris'teki "Bibliotegue
Nationale"dedir. Bu kütüphanenin "Türkçe Eserler" seksiyonunda 1001 numara ile
kayıtlı bulunuyor. Bu yazma günümüz Türkçe’sinde W. Bang ve Reşid Rahmeti Arat
tarafından 1936'da neşredildi20. Daha sonra 1970 yılında Millî Eğitim Bakanlığı'nın
"1000 Temel Eser" dizisinde, Muharrem Ergin'in açıklayıcı önsözü ile Uygurca
metin de eklenerek tekrar yayınlandı21. Oğuz Kağan Destanı’nın Reşidüddin
tarafından hazırlanan meşhur tarih külliyatı Cami’üt Tevarih’daki varyantı ise Zeki
Velidi Togan tarafından izahlı ve haşiyeli olarak 1972 yılında neşredilmiştir22.

Sibirya’dan: Wilhelm Radlov tarafından 1837-1918 yılları arasında iki cilt olarak
yayınlanan “Aus Sibirien” adlı seyahatnâmesi tezimiz için oldukça önemli
kaynaklardan biridir. Milli Eğitim Bakanlığı tarafından 4 cilt olarak “Sibirya’dan”
başlığı altında çıkarılan seyahatnâme, daha sonra Milli Eğitim Bakanlığı tarafından
“Sibiryadan Seçmeler” adında kısaltılarak tek cilt olarak da yayınlanmıştır. Eserin
Ahmet Temür tarafından yapılan tercümesinden istifade edilmiştir23.

Versuch Eines Wörterbuches der Türk-Dialecte: Wilhem Radlov’un uzun yıllar


boyunca sürdürdüğü araştırmaları neticesinde ortaya çıkradığı bu sözlük denemesi 4
cilttir. Eserin ciltleri sırasıyla 1893, 1899, 1905 ve 1911 yıllarında basılmıştır.

19
Ebulgazi Bahadır Han, Şecere-i Terakime (Türklerin Soy Kütüğü), Haz., Muharrem Ergin,
Tercüman 1001 Temel Eser, yayın yeri ve yılı yok; Ebulgazi Bahadır Han, Şecere-i Terakime, Haz.,
Zuhal Kargı Ölmez, Ankara, 1996.
20
W. Ba n g-Reşi d Ra h m et i Ar a t, O ğuz K ağan De stanı , İst an bul , 1936.
21
Muharrem Ergin, Oğuz Kağan Destanı, 1988, Ankara.
22
Zeki Velidi Togan, Oğuz Destanı, İstanbul, 1972.
23
W. Radlov, Sibirya’dan (Seçmeler), Çev. Ahmet Temür, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1976;
Sibirya’dan, C. I, II, III, IV., Çev. Ahmet Temir, Milli Eğitim Bakanlığı Yay. İstanbul, 1994.

9
Radlov bu sözlük çalışmasında ana kaynak olarak başta Orhun ve Uygur yazma
eserlerini, Kutadgu Bilig’i ve Codex Cumanicus’u ve Türkistan sahasındaki
seyahatleri sırasında tespit ettiği kelimeleri kullanmıştır. Bu bakımdan sözlük bütün
Türk lehçeleri hakkında tafsilatlı malûmatlar vermektedir. Bu eser tezimizde
renklerin etimolojik incelemeleri sırasında oldukça fazla kullandığımız ve
değindiğimiz bir kaynak olmuştur24.

Sevortyan Sözlüğü: 1966’da Ankara’da toplanan Uluslararası Dil Kurultayı’nda


E.V. Sevortyan, Probn’ye Statik “Etimologiceskomu Slovari Tyurskih Yazıkov”
(Moskov 1966) başlıklı bir sözlük misâli sunmuştur. 1974 yılında da “Obşeturskiye i
Mejturskiye Osnavıy na Glasniye” yayınlanmıştır. Bu sözlükte çağdaş Türk
diyalektlerinde ünlü ile başlayan ortak sözler yer almıştır. Sözlük, Sevortyan’ın eseri
olarak çıkmışsa da, çalışmalara Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği Bilimler
Akademisi’ne bağlı Dil Bilimi Enstitüsü’nün Türk Dilleri Kolu üyeleri (N. Z.
Gadjieva, G. İ. Donidze, A. K. Koklyanova, L. İ. Lebedeva, L. S. Levitskaya, L. A.
Pokrovskaya, A. A. Yuldaşev, kısmen F. D. Aşmin) de katılmışlardır. Sözlüğün b
harfiyle başlayan kelimeleri kapsayan cildi 1978’de çıkmıştır (Moskva, 1978). Daha
sonra sözlüğün v, g ve d harfleriyle başlayan sözleri içeren cildi yayımlanmıştır.
(Moskva, 1980) Sevortyan, 23 Mart 1978’de vefat ettiğinden, sözlüğün son ciltleri
Sevortyan’ın çalışma arkadaşları ve öğrencileri tarafından düzenlenerek baskıya
verilmiştir. Son olarak da Obseturskiye i mejturskiye osnovıy na bukıy “K”, “K” alt
başlıklı cildi 1997’de yayınlanmıştır. Bu ciltte k ile başlayan sözlerin bir bölümü yer
almıştır. Bu sözlükte ortak Türkçe sözler işlenmiştir. Sevortyan, sözlüğüne yalnız
eski ve yeni Türk diyalektlerinde yaşayan ortak öğeleri almıştır25.

24
W. Radlov, Versuch Eines Wörterbuches der Türk-Dialecte, I/1, St. Petersburg, 1893; Versuch
Eines Wörterbuches der Türk-Dialecte, II/1, St. Petersburg, 1899.
25
E. V. Sevortyan, Etimologiçeskiy Slovar Tyurkskih Yazıkov, Moskva, 1974; Etimologiçeskiy
Slovar Tyurkskih Yazıkov Obşçetyurkskiye i Mejtyurkskiye Leksiçeskiye Osnovı na Bukvı “B”,
Moskva, 1978; Etimologiçeskiy Slovar Tyurkskih Yazıkov Obşçetyurkskiye i Mejtyurkskiye
Leksiçeskiye Osnovı na Bukvı “V”, “G” i “D”, Moskva, 1980; Etimologiçeskiy Slovar Tyurkskih
Yazıkov (Obşçetyurkskiye i Mejtyurkskiye Leksiçeskiye Osnovı na Bukvı “L”, “M”, “N”, “P”,
“S”), Moskva, 2003; E. V. Sevortyan,–L. S. Levitskaya, Etimologiçeskiy Slovar Tyurkskih
Yazıkov (Obşçetyurkskiye i Mejtyurkskiye Leksiçeskiye Osnovı na Bukvı “C”, “J”, “Y”,
Moskva, 1989.

10
I. BÖLÜM

TÜRK LEHÇELERİNDE RENKLER VE ETİMOLOJİLERİ

1. AK
Ak kelimesinin çeşitli Türk lehçelerindeki yazılışları ve mânâları şöyledir26:
A: Қ/A:Q I Türkçe; aқ: aq: Ktat., Kar., K., Kbal., Kır., Kaz., Nog., Kkal., Tat.,
Baş., Uyg., Sug., Lob., Alt., Tuv.; ağ/aγ (< a:қ) Az., Tür. Diy.; ak Tür., Gag.,
Kar.; ax/ah Türk. Diy., Kar., Hak.; aºқ/aºq Öz.
1) Ak tüm lehçelerde beyaz mânâsına gelmektedir.
Türk., Tür., Kbal., Alt.: Aklık.
Türk., Tur., Az., Kum., Öz.: Ak leke.
Tür., Az., Gag., Ktat., Kum., Kbal., Kar., Kır., Öz., Alt., Hak., Tuv.: Gök akı,
yumurta akı.
Tat., Hak.: Aydınlık.
Türk., Kar., T., Kum., Kbal., Tat., Baş., Öz., Hak., Tuv.: Ağarmış.
Türk.; Öz.: Ak saç.
Hak.: Sarışın.
Tat.: Soluk.
Kbal., Kır., Kaz., Baş.: Süt, süt ürünleri.
Az., Kum.: Ak dokuma.
Eski Türkçe.: Beyaz at.
2) Türk., Tür., Ktat., Kar., Kbal., Kır., Kaz., Kkal., Tat., Baş., Uyg.: Temiz,
masum.
Türk., Tür., Kar., Kır., Kaz., Baş., Öz., Uyg., Hak.: Masumiyet.
Tür., Alt.: Namuslu.
Kır., Kaz.: Doğru.
Gag.: Temiz yürekli.
3) Hak.:Çok güzel, şahane.

26
E. V. Sevortyan, Etimologiçeskomu Slovari Turskih Yazıkov (Obşeturkiye i Mejtusrkiye
Osnovı na Glasnıye), Moskva, 1974, s.116-117.

11
W. Radlov da ak kelimesinin, tüm diyalektlerde beyaz mânâsına geldiğini
belirtmektedir. Bunun yanı sıra ak’ın düz beyaz, göz akı, yumurta akı, yüz akı ve
dürüstlük mânâlarına geldiğini de eklemektedir27. Ayrıca Ak süök tamlamasında da
ak’ın soyluluk belirten bir sıfat olduğunu ifade etmektedir28.
K. Yudahin ak’ı beyaz; temiz, namuslu; masum, suçsuz; süt ve süt
mahsulleri; yumurta akı olarak anlamlandırmakta; bunun yanı sıra hakikat, hakikî,
haklı mânâlarına geldiğini de belirtmektedir29. Ak üy, ak söök, ak bata gibi
kullanımları ile de misâllendirmektedir. Yudahin ak üy’ü beyaz oba, zengin oba
olarak tanımlamıştır30. Ak söök için de kemik, beyaz kemik, asilzâde, mânâlarını
vermiştir31.
G. Vamberi “ak”, “ag” kelimesini “ay”, “ey” kelimesiyle alâkâlı görmektedir32.
O. N. Tuna a:қ kelimesinin komşu seslilerin tesiri sonucu meydana geldiğini
söylemektedir33. J. Benzing’e göre ise a:қ, Toharca A’daki “ārki”den gelmedir34. K.
Menges a:қ, aқ kelimesini Çince şöyle geldiğini öne sürmektedir: āk< *hāk<Çince
pāk. M. Räsänen ve C. Brockelmann da benzer görüştedir. Fakat ak kelimesinin
Türkçe olduğu bugün ilim âleminde çoğunlukla kabul edilmektedir.
Türk halklarının inançlarında ve geleneklerinde akın ve diğer renklerin rolünü
kelimenin diğer dillerle alâkâsıyla beraber inceleyen ve ayrıca etimolojik tahliller
yapılmaktadır35.
Rusça’da Türkçe’den gelme aқ kelimesini bulunmaktadır36.

27
W. Radlov, Versuch Eines Wörterbuches der Türk-Dialecte, I/1, St. Petersburg, 1893, s.88.
28
Radlov, a.g.e., s.89.
29
Yudahin, Kırgız Sözlüğü, C.I, TDK, Çev. Abdullah Taymas, Ankara, 1945, s.11.
30
Yudahin, a.g.e.,C.II, TDK, Çev. Abdullah Taymas, Ankara, 1998, s.799.
31
a.g.e.,C.II, s.665.
32
H. Vambery, Etymologisches Wörterbuch der Turko-tatarischen Sprachen, Leipzig, 1878, s.5.
33
O. N. Tuna, “Köktürk Yazılı Belgelerinde ve Uygurcada Uzun Vokaller”, Türk Dili Araştırmaları
Yıllığı Belleten 1960, 1960, s.214.
34
J. Benzing, Einführung in das Studium der altaischen Philologie und Turkologie, Wiesbaden,
1953, s.72.
35
Ak ve diğer renklerin etimolojik tahlilleri için; G. Doerfer, Türkische und Mongolische Elemente
im Neupersischen, II, Wiesbaden, 1965, s.894-85; I. Laude-Cirtautas, Der Gebrauch der
Farbbezeichnungen in den Türkdialekten, Wiesbaden, 1961, s.38-49; M. Räsänen, Versuch eines
etymologischen Wörterbuchs der Türksprachen, Helsinki, 1969, s. 12b; M. Rasanen, Materialien
zur Lautgeschichte der türkischen Sprachen, Helsinki, 1949, s.70. bakınız.
36
Rusçadaki ak kelimesi için; M. Vasmer, Russisches etymologisches Wörterbuch, I, Heidelberg,
1950-1958, s. 8. bakınız.

12
a:қ – aқ’dan şu son eklerle türlü sıfatlar türetilir: -ja, -ça, -çıl, -sıl, -sımak, -
sıman (aқça Kır., aқşa Kaz., Kkal., aşқa Bal., aқşıl Kaz., Kkal., aқsıl Kbal., Tat.,
aқhıl Baş., aқsıman Kbal., Alt. vesaire. Tüm bunlar ak gibi, beyazımtırak gibi
mânâlara gelir).
Şu son eklerle ise fiil yapılır: -ar-: a:ğar- Türk., ağar- Tür., Az., Ktat., Kar., K.,
Kır., Kaz., Kkal., Tat., Alt., Hak., aқar- Suy.; 1) Aklaşmak- tüm kaynaklarda;
Ağarmak- Türk., Tür., Az., Ktat., Kar., K., Kbal., Kaz., Kkal., Tat., Baş., Alt., Hak.,
Tuv.: Solmak, sararmak- Türk., Tür., Kbal., Alt., Hak.: Aydınlanmak- Hak.: Gün
ağarmak- Türk., Az., Kbal., Kaz., Kkal., Suy.: Ağarmak, beyaza dönüşmek- Az.:
Karanlıkta aydınlanmak- Suy.: Parlamak- Kır.: Ak olmak- Tat.: Aklaştırmak-
Suy.: Aklık sürmek- Kbal., Baş.; Badana etmek- Tat.; 2) Karla kaplanmak- Az.;
3) Temiz olmaya başlamak- Kbal., Kaz., Baş.: 4) İyi yapmak- Suy37.
Harezm sahasında Oğuzlar, Kalaçlar, Kimaklar, Bayavatlar, Kıpçaklar ve
bilhassa Kanglılar gibi muhtelif şubeler birbiriyle ve yerli halk ile karışarak
memleketi Türkleştirmişlerdir. Kanglılar, Oğuzlar ve Kıpçaklar buradaki lehçenin
oluşmasında ve edebî Türkçe ile yazılmış eserlerin oluşturulmasında önemli tesirleri
olmuştur. Bunun akabinde Kutadgu Bilig, Atabetü’l Hakayık gibi eserler verilmiştir.
Edebî bir lehçe olan Harezm lehçesindeki renk sıfatlarının diğer Türk lehçelerindeki
renklerden farkı yoktur. Harezm lehçesinde renklerin adı olan kelimeler cümle
içerisinde niteleme sıfatı görevini yapmaktadırlar. Misâl olarak ak boz boldı, ak
duvallıg burd içküni süzük kıldı, ak közlüg, ak meveler turur takı, ak saçını tamug
otınga…vs. verilebilir38.
Yaptığımız incelemelerde Tuva Türkleri’nin ak rengini diğer renklerin açık
tonlarını ifade etmek için de kullandıkları gördük. Misâl olarak ak-kızıl, pembe rengi
ifade ederken; ak-kök de açık mavi rengi ifade etmektedir39.
Geçen zamanla birlikte yaşlılığı sembolize eden ak rengi, ihtiyarlığı ifade eden
bir sıfat olarak kullanılmıştır. “Benim bütün saçlarıma, senin sadece şakaklarına ak

37
E. V. Sevortyan, Etimologiçeskiy Slovar Tyurkskih Yazıkov (Obşçetyurkskiye i Mejtyurkskiye
Osnovı na Glasnıye), C.I, Moskva, 1974, s.116-117.
38
Necmettin Hacıeminoğlu, Harezm Türkçesi ve Grameri, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Yay., Ankara, 1997, s.69.
39
Ekrem Arıkoğlu,-Klara Kuular, Tuva Türkçesi Sözlüğü, TDK Yay., Ankara, 2003, s.3.

13
düşmüş” (R. H. Karay)40. Ak erdemi de ifade eden bir renktir. “Ey oğul fazileti
kıymetsiz sayma, öğren, bu faziletin tabiatı ak kuşa benzer”41; “Bu faziletin saadeti
ak kuşunki gibidir, haydi sen fazilete kuş adını ver”42. İnsanın tabiyatının ak
olduğunu ifade eden Yusuf Has Hacip, insanoğlunun dikkat etmesi gerektiğini
belirterek: “Ey ak pak tabiatlı insan sen karaya yaklaşma, dikkat et beyaza siyah
çabuk bulaşır”43 demektedir. Ak rengi aynı zamanda zıt rengi olan karanın belirttiği
ifade olan ifettsizliğe, mânâ bakımından da zıtlık ihtiva ederek namuslu mânâsına da
gelmektedir. “alnı açık, yüzü ak”44.
Temizlik, duruluk mânâsına gelen aklık, aynı zamanda Türklerde ululuk, adalet
ve güçlülüğü de temsil etmektedir45.
Oğuz Türkleri dışında Türklerin maddî unsurların ifadesinde ürüng kelimesini
kullandıklarını ifade etmenin de faydalı olduğunu belirtmeliyiz. Eski Türkler bunu
beyaz renk karşılığı olarak kullanmaktaydılar46.

2. AL
Al rengi Türk lehçelerinde şöyle geçmektedir47:
A:L a:l Türk.; al Tür., Az., Gag., Ktat., Kar., K., Kum., Hog., Tat., Baş., Uyg.;
alaj Tat. Diyal.
1) Al- tüm lehçelerde kızıl mânâsına gelmektedir.
Tür., Az., Gag., Öz.: Gül kırmızısı.
Türk., Tür., Hog., Tat., Baş.: Parlak kızıl.
Ktat.: Kızarmış renk.
Türk., Tür., Ktat., Kar., K., Hog., Tat., Baş.: Turuncu48.
Gag.: Bal rengi, alımsı sarı.

40
Türkçe Sözlük, TDK Yay., C.I, Ankara, 19989, s.51.
41
KB, s.221/3010.
42
A.g.e., s.222/3011.
43
A.g.e., s.306/4239.
44
Türkçe sözlük, C. I, s.51.
45
Bahaeddin Ögel, Türk Kültür Tarihine Giriş, C. VI, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara, 20004, s.377.
46
A.g.e., s.379.
47
Sevortyan, Etimologiçeskiy Slovar Tyurkskih Yazıkov, s.125-126.
48
Drevne Tyurkskiy Slovar, Leningrad, 1969.

14
1) Al Divanû Lûgat-it-Türk’te, “Atın üzerini örten turuncu renk ipek
kumaş olarak geçmektedir”.
Tür. Diyal.: Turuncu renkte simli kumaş; başı örten uzun al örtü.
Tür. Diyal.: “Kadınların düğünlerinde boyunlarına sardıkları sarı ve al
rengi ipekli dokuma”.
2) Uyg.: Karanfil
Kıpçak Türkçesi ile yazılmış olan “El-İdrâk Haşiyesi”, “Kitâb Fî Rıyâzâti’l-
Hayl” adlı eserlerde al kelimesi “al renkli, kızıl, kırmızı” olarak geçerken, Codex
Cumanicus’da “ala benekli” olarak geçmektedir. Yine “El-İdrâk Haşiyesi” ve
“Kitâbü’l-İdrâk Li-Lisâni’l-Etrâk”da da “doru at” olarak belirtilmektedir49.
I. V. Vullers, iki ‫ آ ل‬: ‫’آ ل‬ın esasında mürekkep, ilaç vb. için kızıl boya yapılan
ağaca Hintçe’de verilen addan geldiğini ve ‫ آ ل‬kelimesinin Türkçe “devlet mührü”,
“resmi damga” mânâsında olduğunu söylemektedir.
G. Vambery “ışıltılı”, “parıldayan” mânâlarında a:l – al kelimesini parlamak
demek olan jal ile alâkâlı görmektedir.
Temel mânâlarıyla al Moğol dillerinde de mevcuttur. Krş. al “al, kızıl”, Kal.
al “parlak kırmızı”. Ayrıca krş. al “kızıl”, “kırmızı”.
A. M. Şerbak Moğolca’daki al kelimesinin Türkçe’den geçtiğini öne
sürmektedir.
Al kelimesinin kökü şekil ve semantik olarak al-, -ol, -el formlarıyla “kızıl”,
“kahverengi” renklerini ifade eder. Hayvanları ve ağaç cinslerini adlandırmada
çoğunlukla i-, u- ve n- (ayrıca i-, u-, m-) harflerine dayanmak üzere g veya k ile
türetilir. İ. A. Vullers’teki º ‫ آ ل‬da bu durumla örtüşmektedir50.
Bu kapsamda Farsça sözlüklerden meselâ ‫“ آ ل‬kızıl-sarı renk”, “ten rengi”,
“kırmızımsı”, ‫<( اﻟﻐﻮﻧﮫ‬al+gune) “karışık renkli”, “yüzdeki kırmızılık, kızarma hâli”.
Bu son biçimler Orta Farsça’da da mevcuttur.
Benzer görünüşlere Altay ve Hint-Avrupa dilli köklerde de rastlamak
mümkündür.

49
Recep Toparlı-Hanifi Vural-Recep Karaatlı, Kıpçak Türkçesi Sözlüğü, TDK Yay., Ankara, 20072,
s.6.
50
Sevortyan, a.g.e., s.116-117.

15
Rusça’daki alıy “al” kelimesi Türkçe a:l – al kelimesinden gelmedir ve Slav
dillerinde de görülmektedir51.
Edebî Türk lehçesi olan Harezm lehçesinde al kelimesi herhangi bir
değişikliğe uğramadan kullanılmaya devam etmiştir. Misal olarak, al ton çiçek tik
verilebilir52.
Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlüğünde al kelimesi için, kanın rengi, kızıl,
kırmızı mânâları verilmekte ve al rengin bayrak ve at donlarında kullanıldığı
belirtilmektedir. Bu renk ile ilgili atasözlerine, “atasözleri ve deyimler”
bölümümüzde yer verilmiştir. Ekseriye al rengi sağlıklı olma durumunu belirten bir
renktir. “Şahsına bakarsan iri yarı, alı alına moru moruna, dinç, ablak bir insan (R.
N. Güntekin)”53.

3. ALA
Türk lehçelerinde ala rengi şu biçimde görülür54:
A: LA Türk.; ala Tür., Az., Ktat., Kar., Kum., Kbal., Kır., Kaz., Nog., Kkal.,
Tat., Baş., Uyg., Suy., Sal., Lob., Alt., Hak., Tuv., Yak.; Aºla Öz.; alla Sal.; ölö Alt.
Diyal.; Ula Çuv.
1) Türk., Tür., Az., Suy.: Karışık renkli.
Türk., Tür., Az., Ktat., Kar., Kum., Kbal., Kır., Kaz., Hog., Kkal., Baş., Uyg.,
Suy., Sal., Lob., Alt., Hak., Yak., Çuv.: Alacalı.
Tür., Kum., Hog., Tat., Öz.: Benekli, abraş.
Türk., Tür., Kar., Kum., Kbal., Tat., Öz.: Çizgili.
Yak.: Ak böğürlü.
Yak.: Ak çizgili.
Kkal., Öz.: Lekeli.
Çuv.: Çilli.
2) Türk., Tür., Az., Ktat., Kar., Kbal., Kır., Kaz., Nog., Kkal., Tat., Baş., Öz.,
Uyg., Alt., Hak., Tuv., Yak.: Alacalı.

51
Sevortyan, a.g.e., s.125-126.
52
N. Hacıeminoğlu, a.g.e., s.69.
53
Türkçe Sözlük, C. I, s.69-70.
54
Sevortyan, a.g.e, s.172.

16
İbnü Mühenna: Ala donlu at.
Kum., Kbal., Kkal.: Benekli.
Suy.: Ak benekli.
1) Boz leylakî; parlak mavi.
2) Kır., Kaz.: Bir olmayan, aynı olmayan, Yak.; açık.
3) Öz.: Seyrek (ekin).
4) Kır., Kaz., Hog., Kkal., Öz.: Anlaşmazlık, ihtilaf.
5) Kır., Kaz.: Namussuzluk, dürüst olmama, Uyg.: Namussuz, Kaz.:
Haksız
W. Radlov55 ve G. Clauson56 “ala” kelimesi için “renk renk, benekli, alacalı,
lekeli” karşılıklarını vermektedirler. DLT’de ala sözünün karşılığı olarak beyaz tenli
kimse verilmektedir57. Irk Bitiğ adlı eski Türkçe fal kitabında alaca at ifadesi
geçmektedir58. Codex Cumanicus, Kitâb Gülistân Bi’t-Türkî, İrşâdü’l-Mülûk Ve’s-
Selâtîn gibi Kıpçak Türkçesi ile yazılmış eserlerde geçen ala kelimesi, “benekli,
alaca” gibi mânâlara gelmektedir59. A. Vambery ala kelimesini “al” ile alâkâlı
görmektedir. Çuvaşça “ula”, “ala” ile alâkâlıdır. Türkçe ala kelimesinin diğer
dillerde, bilhassa Moğolca’da bolca oluşu G. Doerfer’e göre kelimenin Türkçe
olduğunu göstermektedir.
“Ala”dan çok sayıda başka kelime türemektedir. Meselâ:
1) Son ek –ça ile Gag.: Alaca Kır., Tat.: Alaça Kaz., Kkal.: Alaşa.
a) Gag., Ktat.: Alacalı, alaca bulaca.
b) Kır.: Çizgili kağıt türü, Tat., Baş.: Türlü renkli kumaş, Kaz., Kkal.: Palas,
Gag.: Soba ve duvarlardaki işlemeler.
c)Kkal.: Bir tür tütün.
1) Tür. Diyal.: Karışma, birbirine geçme, ala-bula (diğer biçimleri, alalı
bulalı, alaş bulaş, alabele vb.), Az. Diyal., Uyg., Tuv. ve diğerleri. aºla-bula, Öz.:
Alaca.

55
Radlov, Versuch Eines Wörterbuches der Türk-Dialecte, C. I/1, s.351.
56
Clauson, a.g.e., s.126.
57
DLT, Robert Dankov neşri, s.138.
58
Hüseyin Namık Orkun, Eski Türk Yazıtları, C. II, İstanbul, 1938, s.73.
59
Kıpçak Türkçesi sözlüğü, s.6.

17
A:la–ala Moğol dillerinde alaγ olarak geçer ve aynı mânâlara gelir: Ala, alaca,
türlü renkli.
G. Ramstedt Türkçe “Ala” kelimesinin Moğolca “alag, alacalı” kelimesinden
geldiğini öne sürmekte ve ayrıca Korece allak, allok, aran, elek, elluk, ellun
kelimelerini misal vermektedir.
Ala-alağ biçimleri Tunguz-Mançu dillerinde de mevcuttur. Krş. Even. ala
“alaca”; Negid. alha “ala”; Manç. alxa 1) “alaca” 2) çeşitli renkli 3) çeşitli renklerden
ipekli dokuma.
Türk dillerinde alağ formu yoktur. Kelime sonunda ğ harfi barındıran Tuvaca
ve Hakasça’da alağ olması gerekirken hiçbir vesikada böyle bir kayıt yoktur. Bu
yüzden aynı kaynaktan beslenen Türkçe ve Moğolca formlar birbirlerinden
müstakildirler60. Dolayısıyla ala kelimesi Türkçe’dir.

4. BOZ
Boz kelimesi Türk lehçelerinde şu şekilde görülmektedir61:
BOZ Türk., Tür., Tür. Diyal., Az., Az. Diyal., Gag., Ktat., Bal., Kbal., Kır.,
Kaz., Hog., Kkal., Öz. Diyal., Uyg., Uyg. Diyal., Lob., Osm., Çağ.; bo:z Gag., Uyg.
Diyal.; bo·z Uyg.
Diyal.; bo̩z Öz.; bos Uyg., Uyg. Diyal., Lob., Alt. Diyal.; bo̭s Alt.; pos Alt., Alt.
Diyal., Tel., Leb.; poz Suy., buδ Baş.; buz Kazan.; büz Tat.; bot Lob.; bor Tür.
Diyal., Alt. Diyal.; bora Koyb.; b̭ora Tuv.; boro Alt. Diyal.; b̭oro Alt.; pora Alt.
Diyal., Hak.; poro Alt. Diyal.; poraȵ Hak.; boron̜ Yak.62
Lobnorca bot, -s ~ -t dönüşümünün bir ürünüdür.
1) Kır., Hog., Kkal. hâriç tüm lehçelerde boz olarak geçmektedir.
Kır., Hog., Kkal., Öz., Öz. Diyal., Suy., Alt. Diyal.: Kır.
Bal., Kbal., Öz.: Grimsi.
Kbal., Baş.: Ağarmış; maviye çalan kır.
Öz.: Koyu gri.

60
Sevortyan, a.g.e., s.129-130.
61
E. V. Sevortyan, Etimologiçeskiy Slovar Tyurkskih Yazıkov (Obşçetyurkskiye i Mejtyurkskiye
Leksiçeskiye Osnovı na Bukvı “B”, Moskva, 1978, s.171.
62
A.y

18
Az.: Bulutlu, kapalı.
Kaz. (aķ boz “beyaza çalan gri”): Hayvan türü rengi.
Öz. Diyal.: At tüyü rengi.
Kır., Nog., Kkal.: Parlak gri.
Tat., Uyg. Diyal.: Kül rengi.
Alt.: Kül beyazı.
2) Kbal., Suy.: Beyaza çalan gri, Kkal.: Beyazımsı, Kkal.: Beyaz gibi, Uyg.
Diyal.: Ak, beyaz.
3) Mavi.
4) Lob., Temiz.
5) Türk diyalektiğinde: “Gri renk, maviye çalan gri renkli at; küle çalan
gri renkli boynuzlu hayvan” mânâsına gelirken, Azeri diyalektiğinde “dişi sülün”
mânâsına gelmektedir.
6) Altay Diyalektiğinde, Griye çalan kahverengi ve Soyotca’da “beyaza
çalan kırmızı” mânâsına gelmektedir.
7) Tat., Kır., Kaz.: Soluk.
8) Türk diyalektiğinde: Sıradan insan, Azeri diyalektiğinde: Utanmaz,
arsız mânâsındadır.
9) Kır.: Havada sis olma durumu.
10) Alaca karanlık, seher.
11) Kır., Kkal., Öz.: Sürülmemiş toprak, Türk.: Nadasa bırakılmış toprak.
12) Tür., Öz. Diyal.: Toprak rengi63.
Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlüğün’de de “boz açık toprak rengi, açılmamış,
sürülmemiş toprak” olarak mânâlandırılmaktadır64.
K. Yudahin, boz renginin ilk anlamı olarak “beyaz, açık kurşuni, kır”
mânâlarını vermiştir. Boz rengini at donları ile ifade etmiş ve kara boz, ak boz, boz
ala at don misallerini vermiştir65.

63
E. V. Sevortyan, a.g.e. s.172.
64
Türkçe Sözlük, C. I, s.340.
65
Yudahin, Kırgız Sözlüğü, C.I, s.135.

19
5. GÖK
Gök rengi Türk lehçelerinde şu şekilde kullanılmıştır66:
GÖ:K Türk.; kö:k Alt. Diyal.; k͔ökχ, kökχ Kız.; kyöx Yak.; kăvak Çuv.; gök
Tür., Tür. Diyal., Gag., Kum., Öz. Diyal., ‫ ﻛﻮك‬Osm.; ġök, ġöy Tür., Az.; göğ Tür.
Diyal.; göv Tür. Diyal.; gev Tür. Diyal.; gö Tür. Diyal.; g’oq Tür. Diyal.; gok Kum.,
Kum. Diyal.; goğ, goo Tür. Diyal.; kök Türk. Diyal., Kar., K., Bal., Kır., Kaz., Nog.,
Kkal., Uyg., Uyg. Diyal., Lob., Alt., Alt. Diyal., Hak., Sag., Tel., Leb., Şor., Koyb.,
Çağ., Eski Türkçe; k˙ǝk Tof.; k’ok Kar., T.; kok’ Ktat.; kok Kum., Öz. Diyal.; ko̩k
Öz.; göy Tür. Diyal., Az.; kuk Tat., Tat. Diyal., Baş., Suy., Sag.; ku̇χ, gu̇χ Sal.; kuk
Suy.; güj Az.; kek Kar., Suy.67

1) Türk. Diyal., Kum., Öz. Diyal. Suy., Lob., Alt., Alt. Diyal. Hak., Sag.,
Koyb., Tuv., Tof., Yak., Çuv. hâriç tüm lehçelerde: Gök.
Tuv.: Mavilik (gök).
Yak.: Yeşil veya mavi renk.
2) Kum.: Çivit.
Öz.: Koyu mavi yas elbisesi.
3) Türk. Diyal., Kum. hâriç tüm lehçelerde: Mavi, gök rengi.
Gag.: Semavî, göksel.
4) Türk., Türk. Diyal., Tür. Diyal., Ktat., Kum., Kır., Kaz., Hog., Kkal., Öz.,
Uyg., Uyg. Diyal., Suy., Lob., Alt., Alt. Diyal., Tuv., Tof.: Yeşil.
Tür. Diyal.: Koyu yeşil.
5) Tür. Diyal.: Olgunlaşmamış meyveler.
6) Türk., Tür. Diyal., Az., Kır., Hog., Tat. Diyal., Öz., Uyg., Suy., Lob., Alt.,
Alt. Diyal., Hak., Tof., Yak.: Yeşillik, otluk, Uyg. Diyal.: Sebze, Tür. Diyal., Çağ.,
Az.: Çayır, otlak.
7) Tür. Diyal., Ktat., Kum., Kır., Kaz., Hog., Kkal., Öz., Alt. Diyal., Sag.,
Çuv. Diyal.: Gri, boz, Tat., Baş., Öz., Tuv., Çuv.: Ağarmış, ak, Uyg. Diyal., Kazan.:
Maviye çalan kır rengi.

66
E. V. Sevortyan, Etimologiçeskiy Slovar Tyurkskih Yazıkov (Obşçetyurkskiye i Mejtyurkskiye
Leksiçeskiye Osnovı na Bukvı “V”, “G” i “D”, Moskva, 1980, s.66.
67
A.y

20
8) Tuv.: Kır saç.
9) Kıpkızıl, koyu kırmızı.
10) Kara.
11) Kırgız destanlarında sıklıkla görülen kahraman.
12) Alt.: Tanrı.
13) Gece.
Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlüğü’nde gök’e, “yeryüzü üzerine mavi bir
kubbe gibi kapanan boşluk, sema, gökyüzünün, denizin rengi, mavi veya yeşile
çalan mavi, halk dilinde olgunlaşmamış” mânâları verilmektedir. Gök’ün
olgunlaşmamış mânâsına misal olarak “Uzun süren bir kışın karları, soğukları
altından fışkıran gök ekinler...” (A. Kabaklı)68 verilmektedir. Bununla birlikte gökten
türemiş, gökçe kelimesi ise “gök rengi, mavi, güzel” mânâlarına gelmektedir.
“Kutlu melek, yüzü güneş esmeri, gözü menekşe moru, kumral saçı belikli gökçe
gonca artık yoktur” (T. Buğra)69 misal olarak verilmektedir.
Türkçe’de kök, esasen bitki ve kuşları adlandırmak için kullanılmıştır.
Yukarıda verilen mânâlardan görüldüğü gibi gök daimâ yeşil ile beraber
algılanmaktadır. Buna gri rengini katmak da mümkündür. Mavi (Arapça’dan),
lacivert (Farsça’dan), gri (Fransızca’dan) renkleri hep gök içinde birleşmiştir. Yine
yeşil rengi de mavi ile beraberdir: gö:k ~ kök ~ ya:şıl ~ yaşıl ~ yeşil70.
Gö:k ~ gök ~ kök “gök, sema” tüm Türk lehçelerinde mevcut ola gelse de
Suy., Lob., Alt., Hak., Tuv., Tof., Yak ve Çuv. gibi arkaik Türkçe'nin diğer sahalara
göre daha iyi muhafaza edildiği Türk dünyasının doğu kısmındaki lehçelerde uzun
zamandır mevcudiyetini yitirmiştir.
K. Yudahin kök için lacivert, mavi tanımlamasını yaparak yeşil mânâsının
bitkiler için kullanıldığını belirtmiş ve At donlarından kök atın rengini kır olarak
vermiştir71.
Son ek -ar kullanarak gö:k kelimesi fiil hâline getirilebilir: Gö:ger- Türk.,
kögär- Az., göver- Tür., göğer-, gogar-, goğer-, göyer-, güver-, güğer-, güger- Tür.

68
Türkçe Sözlük, C.I, s.865.
69
a.g.e. s.866
70
E. V. Sevortyan, Etimologiçeskiy Slovar Tyurkskih Yazıkov (Obşçetyurkskiye i Mejtyurkskiye
Leksiçeskiye Osnovı na Bukvı “V”, “G” i “D”, Moskva, 1980, s.67.
71
Yudahin a.g.e, C.II, s.498.

21
Diyal.; ko̩kǝr- Öz.; kökǝr Uyg.; köger- Kkal., Alt. Diyal., Hak., Tuv.; kögör- Kır.,
Alt., Yak.; kγgǝr- Tat., Baş.72

6. KARA
Kara rengi Türk lehçelerinde şu şekillerde görülmektedir73:
Қ̬ARA Türk., Az., Az. Diyal.; қara Türk. Diyal., Tür., Tür. Diyal., Gag., Ktat.,
Kar., K., Kum., Tat., Baş., Öz. Diyal., Uyg., Uyg. Diyal., Lob., Suy., Sal., Bar., Alt.,
Tuv., Tof.; қaya Lob.; qa:, qaa^ Uyg. Diyal.; қaºra Öz., Öz. Diyal.; қaºrä Öz. Diyal.;
kara Kar.; xara Hak., Hak. Diyal.; x͔ara Kız.; xura Çuv.
Kara, siyah- tüm kaynaklarda.
Kaynaklarda görülen hususî, mecazî ve birleşik mânâlar çok düzensizdir.
Az., Gag., Kır., Kaz., Hog., Baş., Öz., Bar., Alt., Hak., Hak. Diyal., Tuv., Çuv.:
Yağız (at).
Tür., Tat., Baş., Yak., Çuv.: Esmer. Kır.: Köle.
Tür. Krş.: Zenci.
Tür.: Kara kul, kara derili köle; kara, karanlık, loş.
Gag.: Hüzünlü, elemli.
Kum.; Sert, şiddetli.
Çuv.; Kasvetli, kederli.
Yak.; Acı; bahtsız.
Kır., Yak.: Talihsiz; kara kötü, fena.
Kum.: Kötücül, kötü niyetli.
Öz.: Karanlık, loş Çuv.: Karanlık74.

Қara kelimesinin semantik tarihi ortaya koyulmaya başlandığında Moğol ve


Fars dillerindeki kelimelerle örtüşen onun birleşik mânâsıyla mukayesesi ilginç bir
şekilde gün ışığına çıkar:
72
Sevortyan, Etimologiçeskiy Slovar Tyurkskih Yazıkov (Obşçetyurkskiye i Mejtyurkskiye
Leksiçeskiye Osnovı na Bukvı “V”, “G” i “D”, s.68.
73
L. S. Lyevitskaya-A.V. Dıbo-V. İ. Passadin, Etimologiçeskiy Slovar Tyurkskih Yazıkov
(Obşçetyurkskiye i Mejtyurkskiye Leksiçeskiye Osnovı na Bukvı “K”, “Қ”), Moskva, 1997,
s.286-287.
74
A.y

22
a) Kum. қara et “yağsız et” ~ Moğ. xar max aynı mânâ; Çuv., xura tăxlan
“kurşun” ~ Moğ. xar tugalga; Baş. қara tir “boncuk boncuk ter” ~ Moğ. xar xöls;
Baş. Diyal. қara buran “kasırga” ~ Moğ. xar salxı “kasırga, tufan”; Kır. қara söz
“bayağı söz” ~ Moğ. xar xel “sade söz”; Tuv. қara kiji “sıradan insan” ~ Moğ. xar
xun “barış içinde yaşayan insan”; Türk. қara bas “kâbus görmek” ~ Moğ. xar
darax.
b) Az. қara su “durgun su” ~ Far. siyahab “sakin su, bataklık”; Çuv. xura çil
“kasırga, hortum” ~ Far. siyahbad; krş. Türk. қara öy “göçebe çadırı” ~ Far.
siyahçador “İranlı göçebelerin kara çadırı”; Tür. yüzükara “arsız, utanmaz” ~ Far.
siyahru “namussuz”. Bu benzerliklerden semantik bakımdan doğrudan kelime alma
söz konusu olabilir ancak dilin kaynağının tespiti için her muvazîliğin mahallî ve
tarihî incelemesinin yapılması gerekir.
Қara, bakır parayı adlandırmak için de kullanılmıştır. Meselâ Az. қara pul,
Türk. қara şayı, Öz. қaºra çaka, Orta Türk. qara jarmaq “bakır para”. Қara kelimesi
ilginç bir şekilde metaller adlandırılırken de kullanılmaktadır: Tür. kara demir
“lityum demir”; қara molot “sert çelik”, қara kuler “sert dökme demir” gibi.
Қara kelimesinin Moğolca’ya Türkçe’den geçtiği görüşü G. Doerfer
tarafından ileri atılarak, ilmî delillerle ispatlanmıştır75. Burada Türkçe ve Moğolca
қara aynı atadan gelmiş olarak gösterilmektedir.
Bazı kaynaklarda қara sıfatı қara “yığın, topluluk” adına dönüşmektedir ve
semantik kontaminatsiyon bakımından uygun görülür. Meselâ çağdaş Moğolca
sözlüklerde xar “kara” maddesinin yanı başında xar maddesi vardır ve bu mor xar
“atlar ve diğerleri” sözünün ikinci komponenti olarak sunulur (Orta Türkçe jïlgï qara
“hayvanlar”, xun xar “herhangi biri” (krş. Tat. kĭşĭ қara “insanlar, herhangi biri”,
Çağ. kişi қara “sıradan insan”, Yak. kixi-xara buol “insan olmak”). Yine de bu tür
semantik muvazîlikler, tıpkı Ar. ‫“ ﺳﻮاد‬karalık, çokluk, yığın” gibi, iki farklı mânâdaki
қara kelimesi arasındaki genetik aynılık hakkında daha çok konuşmayı gerektirir76.

75
Gerhard Doerfer, Türkische und Mongolische Elemente im Neupersischen, cilt III, Wiesbaden,
1967, no: 1440.
76
L. S. Lyevitskaya-A.V. Dıbo-V. İ. Passadin, a.g.e., s.287.

23
K. Yudahin’in kara- kelimesi için verdiği diğer mânâlar, “bakmak, her
yandan bakmak, dikkat etmek, birisine bakmak, beklemek, gözlemek”
şeklindedir77. Yazar şu misâlleri vermektedir:
Asmandı karadı→göğe baktı.
Abanı Karay→yukarıya doğru.
Havayı abanı karay attı→yukarıya doğru ateş etti.
“Kara-kol” kelimesi de “gözetleme yeri” mânâsında teşekkül etmiştir78.
Mecazî anlam olarak da kara- kelimesinin “mahcup olmak, kepaze olmak”
anlamlarına geldiğini belirtmekte ve şu misâli vermektedir79:
Cer karabasanğar el boldu→sakın mahcup olmayınız.
Yudahin’in kara- için verdiği diğer anlamlar ise şu şekildedir80:
Karal III: Köle, kul.
Karal- IV: Bakılmak, görülmek; eki mesele karaldı yani “iki mesele
görüşüldü”.
Karala I: Karalı, alaca; karalı benekli.
Karala- II: Bakmak, ikide bir bakmak, meşgul olmak.
Menin karalay turğan kişim→ Beni düşünen adam.
Karala- III: Karalamak, zemmetmek, itham eylemek.
Karalaman: Hademe, uşak takımı, (Han’ın) hizmetinde bulunan adamlar;
avam halk kütlesi.
Karalçın: Esmer siyaha çalan.
Karalduu: Halk inancına göre, ruhu hayatı kurtarmak için hizmet eden, fideyi
necat olan Ats: Mal-can karalduu: İyi mal can kurtarır.
Karalık: Namussuzluk. Ats: Ayrıldı karalık buzat, aranı karalık buzat: Köyü
ihtilâf bozar, münâsebetleri ise namussuzluk bozar.
Karaluu: Matem giyimi taşıyan. Karaluu katın (kocasının ölümünden sonra bir
yıl süresince) dul kadın.

77
Yudahin, a.g.e., C.II, s.403.
78
Tuncer Gülensoy, Türkiye Türkçesindeki Türkçe Sözcüklerin Köken Bilgisi Sözlüğü, C.I,
Ankara, 2007, s.464.
79
Yudahin, a.g.e., C.II, s.403.
80
a.g.e., s.404-405.

24
Ats: Coo ayağun karalu, katın karaluu: Düşmana acıyanın kendisi yaralı, karısı
matemli olur.
G.Clauson kara kelimesini “pejorative” yâni “aşağılayıcı olarak”
anlamlandırmakta ve misâl olarak kara bodun’u soyluların aksine sıradan insanlar
olarak tanımlamaktadır81. Yine kara- kelimesinin diğer bir anlamını “bakmak” olarak
vermekte ve bunun diğer alternatiflerinin karaş-, karala-, karak-, karap- olduğunu
belirtmektedir82.

7. KIR
Kır rengi Türk lehçelerinde şöyle görülmektedir:
Қ̬I:R Türk.; ˯қır Az.; қır Tür., Tuv., Sag., Koyb., Şor.; xır Hak., Hak. Diyal.
1) Türk., Hak., Kız.: Kır.
2) Tür., Az.: Açık kır.
3) Az., Hak., Hak. Diyal., Tuv., Toj.: Demirkırı.
4) Tuv.; Tür.: Yelesi ve kuyruğu al renkte olan at.
5) Tür.: kirli beyaz.
6) Tür., Hak., Hak. Diyal.: Ağarmış.
Қır’dan -ğıl sonekiyle қırğıl gibi birçok kelime türer83.
Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlüğü’nde kır, “beyazla az miktarda karanın
karışmasından oluşan renk” olarak tanımlanmaktadır. Misâl olarak da
“Gözlerinden, kırları artan sakalına bir iki damla yaş düştü” (F. R. Atay)
verilmektedir84. Yine kır ak sakal ifadesinde olduğu gibi yaşlılık sürecini belirten bir
ifadedir. “Düşük siyah bıyıklarına, sakalına pek az kır düşmüş, olan Selim Paşa,
karısından çok genç görünüyordu” (H. E. Adıvar)85.

81
Gerard Clauson, An Etymological Dictionary of Pre- Thirteenth- Century Turkish, Oxford,
1972, s.643.
82
A.g.e., s.645.
83
Lyevitskaya-Dıbo-Passadin, Etimologiçeskiy Slovar Tyurkskih Yazıkov (Obşçetyurkskiye i
Mejtyurkskiye Leksiçeskiye Osnovı na Bukvı “Қ”), s.231; Қır’ın Samoyed dillerine geçişi için bkz.
Doerfer, a.g.e., III, Nu: 1596.
84
Türkçe Sözlük, C. II, s.1294.
85
A.y

25
8. KIZIL
Türk lehçelerinde kızıl rengi şu şekillerde kullanılmaktadır:
Қ̮ızıl Türk., Az.; qızıl Tür. Diyal; қızıl Türk. Diyal., Tür., Tür. Diyal., Gag.,
Kar. (kızıl), Kum., Bal., Kır., Kaz., Kaz. Diyal., Kkal., Nog., Tat., Öz. Diyal., Uyg.
Diyal., Lob., Suy., Sal., Bar., Alt., Tuv., Tof., Hal.; қıȥıl Baş., Baş. Diyal.; қıӽıl Yak.;
kizıl Kar.; қizil Öz., Öz. Diyal., Uyg., Uyg. Diyal., Lob.; Xızıl Hak., Hak. Diyal.;
˱x˯iz˯il Kız.; xĕrlĕ Çuv.
1. Tür. Diyal., Kaz. Diyal., Baş. Diyal., Uyg. Diyal. hâriç tüm lehçelerde
kızıl demektir. Türk., Kum., Kaz., Kkal., Nog., Tat., Baş., Öz., Alt., Hak., Çuv.:
Allık, kırmızı.
2. Kar., Tat., Suy., Hak., Tof., Çuv.: Bal rengi, kırmızımsı sarı, Kaz.: Bal
rengi gri, Hak.: Kahverengi, boz, Kır.: Kır rengi.
3. Uyg. Diyal.: Güzel (+ “parlak”).
4. Türk.: Tahıl ürünü, mahsul, Kır., Kkal.: Ekmek yapılabilir temiz ekin,
hububat, Kaz. Diyal.: Tahıl (buğday).
5. Türk, Tür. Diyal.: Altın, Az.: Altın para, altın.
6. Tür.; Kızıl hastalığı (Orta Çağ Az. қızılazar); Uyg. Diyal.: Çiçek
hastalığı.
7. Baş. Diyal.: Pas86.
A. Vambery қız “kırmızılık, kızıllık”, қız- “kızmak, akkor hâle gelmek”, қızıl
“kızıl” arasındaki genetik bağa dikkat çekmiştir. Bu durum V. V. Radlov ve V.
Bang’ın da gözünden kaçmamıştır. V. Bang qïzïl’ın qïz+sïl “kırmızımsı”, > **
qïzzïl> qïzïl formülünü ortaya koymuştur, böylece qïz adın köküdür, -sïl son eki ise
kelimeyi sıfat hâline getirir. Қızıl’ın semantiği yaşıl “yeşil” (<yaşı-l) ile yapı
bakımından yakındır ve bu yüzden қızı-l formülü ortaya atılmıştır.
G. Ramstedt ve N. Poppe Türkçe qïzïl ile Moğolca kiraga “tan kızıllığı”, “şafak
vakti” kelimelerini mukayese etmişlerdir. G. Doerfer’in haklı olarak belirttiği gibi
Moğolca kelimede genetik bakımdan Moğolca bir bağ yoktur çünkü Altay
paralelliğinin sağlamlığı şimdilik şüphelidir.

86
Lyevitskaya-Dıbo-Passadin, a.g.e., s.196.

26
E. V. Sevortyan қız “kızıl”dan –қıl soneki ile қızқıl formunun қızıl ile alâkâsını
kurmuştur.
қızıl kelimesi –ja/ça soneki ile bazı eşseslileri birleştirir:
1) Az.; Қızılja, Kaz., Kkal., Hog.; Kızışla, Kum., Kır., Tat.; қızılça, Öz.
қĭziĭlçe: Kızamık, Kum., Öz.: Kızamıkçık, Kır.: Çiçek hastalığı, Tat.: Kızıl
hastalığı (krş. Az. Diyal. gızıljıx).
2) Kır.; Қızılça, Kaz.; қızılşa, Uyg. қĭzĭlçə: Pancar.
3) Tür.; Қızılca, Kızılcə Yemiş türü.
4) Kkal.; Қızılşa Yemiş (krş. Az. Diyal. gızılcıx; Tür. Diyal. kızılcık,
“kızılcık meyvesi/yemişi)87.
Tür. Diyal. kızılcık “vişne”88.
K. Yudahin kızıl kelimesi için kırmızı, mecazî kullanım olarak “Çin memuru”
ve at donlarından “açık boz at” karşılığını vermiştir89.
Türk Dil Kurumu Sözlüğünde de kızıl kelimesi, “parlak kırmızı renk” ve halk
dilinde “para” olarak belirtmektedir90.
Türk tarihinde önemli bir konu olan kızıl elma mevzusu da üzerinde durulması
gereken bir noktadır. Türkler için yeryüzündeki bütün Türkleri birleştirip büyük bir
devlet kurmayı amaç edinen bu ülkü, neden kızıl bir elmaya benzetilmiştir? Radlov
kızıl renginin açıklamalarının arasında kızıl elma mevzusuna da değinmiştir91.
Radlov kızıl elma mefhûmunu Rum toprakları olarak açıklamakta ve bunun aslında
Rum kilisenin kubbesinde asılı olan bir top olduğunu belitmektedir92.
Kızıl Türklerde kırmızı rengin en yaygın ve tek adıdır93. Kızıl kan rengini ifade
eden bir deyimdir. Abidelerde Kızıl kanın töktü ifadesi, Dede Korkut’ta geçen
boynundan su gibi kan aktı yerine kızıl aktı denmesi kan-kızıl anlayışının ve
söyleşinin bir ifadesi olarak misâl gösterilebilir94.

87
Қızıl kelimesinin İran, Samoyed ve Kafkas dillerine geçişi hakkında bkz. Doerfer, a.g.e., III, Nu:
1481.
88
Lyevitskaya-Dıbo-Passadin, a.g.e., s.197.
89
Yudahin, a.g.e., C.II, s.470.
90
Türkçe Sözlük, C.II, s.1318.
91
Radlov, Versuch Eines Wörterbuches der Türk-Dialecte, C.II/1, s.827.
92
A.y
93
Ögel, Türk Kültür Tarihine Giriş, C.6, s.417.
94
A.y

27
Kızıl aynı zamanda hilekârlığı sembolize eden bir renk de olmuştur. Kızıl
tilkiye ithaf edilen hilecilik diğer renkteki tilkilere değil kızıl olana verilmesi
manidardır95. Al renkli habis ruhlardan albastının da hilekâr bir karaktere sâhip
olması dikkat çeken diğer bir unsurdur.
Kutadgu Bilig’de geçen kızıl dil ile alâkâlı “kara başın düşmanı kırmızı dildir,
o ne kadar baş yemiştir ve yine de yemektedir”96, “kırmızı dil senin ömrünü kısalttı.
Selamet dilerken onu sıkı tut”97 gibi beyitler kötü ve çok konuşan kişilerin
cezalarının bu sebepten olacağının ifadesi için söylenmiş olmalıdır.

9. SARI
Sarı rengi Türk lehçelerinde şöyle görünmektedir:
SA:RI Türk., Öz. Diyal.; sarı Tür., Gag., Az., Kar., Kum., Bal., Kır., Kaz.,
Kkal., Nog., Tat., Öz. Diyal., Sal., Alt., Tel., Leb., Kazan.; sară Çuv. (←Tat.); sari
Kum., Kum. Diyal.; ҳarı Baş.; sāaruγ Hal.; sarığ Uyg. Diyal., Suy., Hak., Hak. Diyal.,
Tuv., Tof., Çağ.; sariğ Öz.; şār˯i·γ˱x Kız.; sayığ, sayık Lob.; særïγ, sæjïq, sæjïγ, sïrïγ,
sïjïγ Öz. Diyal.; seriğ Uyg., Uyg. Diyal.; sărïq Uyg. Diyal.; sarıқ Uyg. Diyal.; sariқ
Öz.; saiқ Lob.; seriқ Uyg. Diyal.; şarığ Hak. Diyal.; şură Çuv.; arı: Yak.98
Türkmen, Halaç ve diğer biçimleri temel alınırsa eski *sa:rığ formuna ulaşılır.
1) Yakutça dışındaki tüm lehçelerde: Sarı.
2) Kır., Kkal., Hak., Çuv. (sară): Kumral, Tat.: Sarı saçlı, Nog., Öz., Uyg.,
Alt., Hak., Çuv. (sară).: Sarışın.
3) Türk., Tür., Bal., Kır., Nog., Tat., Öz., Uyg., Alt., Tof.: Kırmızımsı sarı,
bal rengi, Kır.: Parlak bal rengi, Hal.: Turuncu,Kkal.: Altın sarısı.
4) Kaz., Alt., Tuv.: Açık doru.
5) Çuv. (sară).: Kara yeleli ve kuyruklu açık doru at.
6) Çuv. (şură).: Kır.
7) Çuv. (şură).: Ağarmış, ak.

95
Ögel, Türk Kültür Tarihine Giriş, C. 6, s.418.
96
KB, s.80/966
97
KB, s.80/964.
98
Etimologiçeskiy Slovar Tyurkskih Yazıkov (Obşçetyurkskiye i Mejtyurkskiye Leksiçeskiye
Osnovı na Bukvı “L”, “M”, “N”, “P”, “S”), Moskva, 2003, s.220.

28
8) Çuv. (şură).: Parlak.
9) Tür., Uyg. Diyal.: Soluk.
10) Çuv. (sară).: Kızıl.
11) Çuv.: Parlak kırmızı.
12) Çuv. (sară).: Olmuş, olgun.
13) Yak.: Yağ99.
K. Yudahin sar kökünden gelen sarğıl, ak sarğıl tanımlamasını “sarışın beyaz
yüzlü” olarak yapmaktadır. Yine sarğılt-; “sarımtırak, sarıya çalan”, sağrılttan-;
“hafifçe sararmak” mânâlarını vermektedir. Bunun yanı sıra sarı için yine sarı, kızıl
kumral açıklamasını yapmakta; mecazî anlam olarak da “büyük keder” mânâsını
vermektedir100.
Sa:rı için bazı kaynaklarda “yumurta sarısı” mânâsı verilir (Türk., Tür., Hog.,
Tat.). Meselâ Başkırca’da yumurtқa ҳarıҳı “yumurta sarısı”. Çuvaşça’da sară,
“Sarılık hastalığı” mânâsında, Özbekçe’de sarıқ, Tatarca’da sarı avºıruvºı,
Kırgızca’da sarı o:ru. Yakutça’da arı: “yağ”, Osmanlıca’daki sarı yağ tâbiri ile
alâkâlıdır. Çuvaşça sară “kızıl” kelimesi Moğol dillerinde dengine sâhiptir; krş.
Çuvaşça sară xĕr “kızıl kız ve Kalmukça şar noyhn, Buryatça angir şara duuxey ile
Çuvaşça sară xĕvel “tan kızıllığı” ve Buryatça şara nara aynı mânâdadır.
Türkçe sarı ve Moğolca şara “yay” ile ilgili kullanılır: krş. Öz. sariқ yaºy “iyi
yay”, Kır.=Kaz. sarja “sarıya boyanmış kemik işlemeli yay”, Kkal. sarı cay “yay”,
Bur. şara nomon “bahadır yayı”, Kal. baatrin şar saadg.
Türkçe sa:rı<sa:rığ genelde Moğolca sira “sarı” ile mukayese edilir; bu ikisinin
ortak kökten geldiği veya Moğolca sira kelimesinin Türkçe’den alınma olduğu öne
sürülmektedir. G. Ramstedt Türkçe saruγ ve Moğolca sira kelimesini Türkçe saz
“soluk” ile mukayese etmektedir.
*sa:z Türkçe’de sa:zı “tan kızıllığı”, sa:z bedri “şafak söktü”, Eski Türkçe’de
saz “sarı”, Kır. saz öndu ve önüsaz “yüzü sararmış, solmuş”, Tür. saz benizli “benzi
solmuş”, Türk. sa:zmıқ “grimsi”, Kır. sazar- “sararmak”, “kin beslemek, hırslanmak”

99
Etimologiçeskiy Slovar Tyurkskih Yazıkov (Obşçetyurkskiye i Mejtyurkskiye Leksiçeskiye
Osnovı na Bukvı “L”, “M”, “N”, “P”, “S”), s.220-221.
100
Yudahin, a.g.e., C. II, s.639.

29
(krş. Kaz., Kkal. sazar- “somurtmak; kin beslemek, hırlanmak”)101 mânâlarına
gelmektedir.
*sa:z’ın eşsesli formu, muhtemelen Çuvaşça’da şur- “solmak, rengi atmak,
sararmak; uyuşmak, dona kalmak” kelimesinde kendisini göstermektedir. Türkçe
*sa:z Moğolca sira ile ilgilidir (krş. Türkçe bo:z “boz” ~ Moğolca boga). Türkçe
sa:rığ muhtemelen sonuna g eklenmiş bir *sa:r sözüdür ve *sa:z - *saz- ile alâkâlıdır.
*sar ad kökü sarar-, sarğar- “sararmak” filine dönüşebilir.
Çuvaşça’da şurăx- “aklanmak, solmak” kelimesinin *şur, şură veya şur-’dan
gelmesi mümkünse de şură+x=(krş. sarăx- “sararmak<sară) formülü daha gâlip bir
ihtimaldir.
Sarığ, sarı ve *sar’a gelen -ay ve -ar/-al soneki ile fiiller türetilir. Meselâ Tat.
sarğay- “sararmak”, Kır. sarğar-, Öz. Diyal. saral-, Kumand. Sargar-.
Çuvaşça’daki sară “sarı” Tatarca’dan gelmedir. Macarca sárga da aynı
şekildedir.
Marice sáre, “sarı” Tatarca’dan ödünç kelimedir. Yine Samoyedçe sār “sarı”,
sarug “altın sarısı” Türkçe’den gelmedir102.
Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlüğü’nde sarı, “güneş ışığının ayrışma tayfında
yeşil ile portakal rengi arasında olan renk, altının rengi olarak ve soluk, solgun
olarak” mânâlandırılmaktadır103.

10. YEŞİL
Türk lehçelerinde yeşil rengi şu biçimlerde kullanılmaktadır:
YA:ŞIL Türk., Hal.; yaşıl Tür. Diyal., Az., Az. Diyal., Kum., Sal., Çağ., Tat.;
yaşil Kum. Diyal.; yeşil Uyg. Diyal. Lob., Kazan.; yəşel Uyg. Diyal.; yəşĭl Tat., Baş.
Diyal.; yeşil Tür., Tür. Diyal., Gag., Uyg., Uyg. Diyal.; yajıl Alt., Tel.; jäjĭl Bar.;
ye˯şĕl Çuv. (<Tat.); Yasıl Nog., Suy.; Yesil Kar.; isil Kar.; jazıl Koyb.; caşıl Kır.,
Öz. Diyal.; jasıl Kaz., Kkal.; d’ajıl Alt., Tel.; çajıl Şor.; Çazıl Hak., Sag.

101
Etimologiçeskiy Slovar Tyurkskih Yazıkov (Obşçetyurkskiye i Mejtyurkskiye Leksiçeskiye
Osnovı na Bukvı “L”, “M”, “N”, “P”, “S”), s.221.
102
Etimologiçeskiy Slovar Tyurkskih Yazıkov (Obşçetyurkskiye i Mejtyurkskiye Leksiçeskiye
Osnovı na Bukvı “L”, “M”, “N”, “P”, “S”), s.221.
103
Türkçe Sözlük, C.II, s.1911.

30
1) Yeşil- bütün kaynaklarda; koyu yeşil- Halaç: Mavi.
2) Kır.: Parlak.
3) Tür.: Olmamış, ham, Kar.: Nemli, yaş.
4) Tür. Diyal: Yeşil başlı erkek ördek.
5) Tür. Diyal.: Koyu bal rengi at104.

104
Sevortyan-Lyevitskaya, Etimologiçeskiy Slovar Tyurkskih Yazıkov (Obşçetyurkskiye i
Mejtyurkskiye Leksiçeskiye Osnovı na Bukvı “C”, “J”, “Y”, Moskva, 1989, s.164.

31
II. BÖLÜM

YER VE ŞAHIS ADLARDA RENKLER

Türk kültüründe ad ve ad verme çok önemlidir. Çocuklara âile büyüğü


tarafından ad verilmesi de bu önemi göstermektedir. Eski Türkler’de kağan olan kişi
yeni adlar ve unvânlar almaktadır. Belki de bu sayede, aldığı yeni ad ve unvânlarla
kağanın yeni bir kişilik olduğu, artık sıradan bir insan olmadığı vurgulanmak
istenmiştir105.
Burada, şahıs adları ile yer adlarını ayırmak gerekecektir. Çünkü yer adlarını
oluşturan tür adları genellikle kullanımdan düşmemekte; kelime aynı anda hem tür
adı hem de yer adı olarak kullanılmaya devam etmektedir. Ayrıca yer adları
genellikle millîdir; yabancı dillerden alınan yer adları çok azdır. Ancak, sonradan göç
gibi sebeplerle gelinen coğrafyalarda o yerin önceki sakinlerinin dillerine âit adlar
kullanılmaya devam etmiştir. Meselâ hâlâ Anadolu’da Türkçe kökenli olmayan bu
türden yer adları mevcuttur106.
Türkler’de oldukça önemli yeri olan renklerin Türkler’de yine çok önemli bir
gelenek olan ad vermelerde de kullanıldığını görmekteyiz. Renkler, Türk devlet
teşkilâtının yapılanmasında (Boy, urug, devlet adlarında), kişi adlarında hayvan
adlarında, yer adlarında, coğrafî unsurlarda (dağ, orman, nehir vb.), bitki adları ve
hatta dini olarak Tanrının (Gök Tanrı) adında karşımıza çıkmaktadır.
Bu bölümümüzde kaynaklara dayanarak Türk tarihinde önemli yeri olan,
yukarıda da belirttiğimiz kullanım alanlarına göre adlarda renkleri belirtmeye
çalışacağız.

105
Ahmet Karadoğan, “Türk Ad Biliminde Renk Kültü”, Milli Folklor, C. 8, S. 62, Yaz 2004, s.89.
106
Karadoğan, a.g.e., s.90.

32
II.1. BAZI TÜRK BOY, URUG VE ÂİLE ADLARINDA RENKLER107

II.1.1. Ak

AK ALİ: Türkmen (Atçeken); AK BEYLÜ: Türkmen ( ); AK BOĞALU:


Türkmen (Kusun/Varsak); AK BOTO: Kırgız (Adigine, Kıpçak, Kuşçu); AK
BUURA: Kırgız (Adigine); AK BUYIM: Kazak (Dulat); AK CELLEKE: Türkmen
(Sakar); AK ÇABUU: Kırgız (Sarı Bagış); AK KÖYNÖK: Kırgız (Bagış); AK KÖZ
UULU: Kırgız (Sarı Bagış); AK KUÇU: Kırgız (Bugu); AK KULAK: Kırgız (San
Bagış, Sayak)-Kırgız (Solto); AK-PŞAK: Karakalpak (Keneges); AK ŞALTA:
Kırgız (Solto); AK: 1) Ortaçağ Türkmenleri 2)Tıva/Tuva ( ) 3) Türkmen (Göklen);
Türkmen (Yomut); Türkmen (Ersarı); AK-ATABAY: Türkmen (Yomut); AKAY: 1)
Başkurt (Ay) 2) Karakalpak (Aşamaylı); AK-AYMİR: Türkmen (Yomut);
AKBALAKLAR: Türkmen (Ata); AK-BALGALI: Karakalpak (Balgalı);
AKBALIK: [Kazak] (Cetıru); AKBAN: Kazak (Alimulı); AKBARAK: 1) [Kazak]
(Kanlı) 2) Kırgız (Kıpçak); AKBAŞ: 1) Kırgız (Munduz) 2) Özbek (Lakay); AK-
BAŞ: Türkmen ( ); AKBAŞ-KARŞİN: Başkurt (Karşin); AKBAY: Kırgız (Kuşçu,
Saruu); AK-BAYAT: Türkmen (Bayat); AKBENTI: Türkmen (Göklen); AKBES:
[Kazak] (Alimulı); AKBETLİ: Karakalpak (Kongırat); AKBEYLÜ: Türkmen
(Küşne); AK-BİLEK: Türkmen (İğdır); AKBİYUM: Kazak (Calair); AK-BODRAK:
Türkmen (Yomut); AKBOLAT: Kazak (Konrat); AKBULAK: Başkurt (Tanıp);
AKBURA: 1) Kazak (Argın)- [Kazak] (Nayman)- Kazak (Suan) 2)Kırgız (Solto);
AK-BUYRA: Özbek (Kıpçak); AKBUYUM: [Kazak] (Jalayır); AKCA BOLDIR:
Türkmen (Teke, Hoca); AKCA: Türkmen (Deveci); AKCOL: 1) Kırgız (Bagış) 2)

107
Bu bölüm L. N. Lezina-A.V. Superanskaya, Bütün Türk Halkları, Çeviri ve İlaveler D. Ahsen
Batur, İstanbul, 2009 adlı esere dayanılarak hazırlanmıştır. Bu sözlükte alfabetik sıraya göre milattan
önceki dönemlerden günümüze kadar yaşamış ve yaşamakta olan Türk halklarının adları ele alınıştır.
Ayrıca boy veya oymağın adı ile mensûp olduğu halk veya oymağın adı da tekil olarak verilmiştir.
Misâl olarak, AK ALİ: Türkmen (Atçeken), burada AK ALİ kabilenin adıdır. Türkmen kelimesi
Türkmenleri belirtir ve Atçeken de AK ALİ kabilesinin mensûp olduğu ana boyun adıdır. Bir
kabilenin birden fazla varyantı varsa yazar araya virgül koyarak belirtmiştir. [….] köşeli parantez
kaynaklarda başka adla gösterilen halkın bugün kullandığı adı göstermektedir. Eğer kullanılan
kaynakta adı zikredilen etnik grubun hangi boy veya kabileye mensûp olduğu belirtilmemişse sadece
mensûp olduğu halkın adı yazılmış ve boy adının yazılması gereken parantez boş ( ) bırakılmıştır.
Eğer köşeli parantezin içinde soru işareti varsa [?] bununla o etnik birimin sözü edilen halka
mensûbiyetinin kesin olmadığını gösterilmiştir.

33
Kırgız (Döölös); AK-COL: Kırgız (Saru); Ak-Cotu: Tıvafluva ( ); AKCOYA:
Türkınen (Nesemli); AKÇA İNLİ: Türkmen (Karakeçili); AKÇA KÖY: Türkmen
(Kusun/Varsak); AKÇA: 1) Kırgız (Munguş) 2) Türkmen (Ersan); AKÇAALİ:
Türkmen (Avşar); AK-ÇAKMAN: Özbek (Yüz); AKÇAL: Kırgız (Munduz);
AKÇALAR: Türkmen (Yomut); Türkmen (Karkın); AKÇANAÇ: Özbek (Lakay);
AKÇANU: Kırgız (San Bagış); AKÇAVU: Kırgız (Çerik); AK-ÇEDA: Tıva/.Tuva (
); AKÇI: Türkmen (Yomut); AKÇIK: Türkmen (Salır); AK-ÇISTAR: [Hakas]
(Sagay); AK-ÇİSTAR: Hakas (Beltir); AK-ÇORAK: Özbek (Katagan); AK-
ÇUBAK: 1) Kırgız (Çerik) 2) Kırgız (Adigine); AKÇURA: Özbek (Lakay);
AKDAĞLU: Türkmen (Eymürlü); AKDAMLI: Türkmen (Avşar); AKDAŞAYAG:
Türkmen (Teke); AKDAULET: [Kazak] (Cetıru); AKDAVAT: Özbek (Lakay); AK-
DAZ: Türkmen (Yomut); AK-DERVİŞ: Türkmen (Geklen); AKDOĞANLU:
Türkmen (Haymana Yörükleri); AKDÖĞER: Türkmen (Beydili); AK-DUGLAT:
Türkmen (Çaudor); AK-EÇKİ: Kırgız (Döölös); AK-ERKEK: Türkmen (Yomut);
AKGARLIK: Türkmen (Arabaçı); AK-GONUR: Türkmen (Teke); AK-GOVORE:
Türkmen (Yomuç); AK-GÖKÇE: Türkmen (Teke); AKGULAK: Türkmen
(Arabaçı); AK-İÇKİ: Kırgız (Adigine); AK-İKDİR: Türkmen (Yomut);
AKKABASAN: Karakalpak (Ak-Kaun); AK-KAÇAK: Türkmen (Yomut); AK-
KAN YUHMAZ: Türkmen (Yomut); AK-KARIN: Türkmen (Yomut);
AKKASIMLI: Azerbaycan Türkleri; AKKAŞ: Türkmen (Beğdili); AK-KAUN:
Karakalpak (Kongırat); AK-KAZI: Kırgız (Saruu); AKKECELİ: Türkmen (İnallu);
AKKEÇİLİ: Türkmen (Milli); AKKERMEN: [Kazak] (Cetıru); AK-KETB: Kazak
(Alimulı); AK-KIGIZ: Özbek (Yüz); AK-KIPÇAK: 1) Kıpçak 2) Özbek (Kıpçak);
AK-KIPÇAK: Başkurt (Kıpçak); AK-KIRRIN: Türkmen (Yomut); AK-KIŞTIM:
Altaylı (Teleüt); AK-KİTA: [Kazak] (Alçın); AKKİTE ALÇİN: Kazak (Alçın); AK-
NAYMAN: [Kazak] (Nayman); AK-NAZAR: 1) Karakalpak (Kiyat) 2) Türkmen
(Yomut) 3) Kırgız (Saruu); AK-NOGAY: Nogay; AK-OGUR: Bulgar Kabilesi; AK-
ÖKÜZ: Türkmen (Yomut); AKPAY: Kazak (Konrat); AKPAYÇA: Özbek (Saray);
AK-NIÇAK: Özbek (Kıpçak); AKNIÇAK: Özbek (Kongrat); AKPIŞ: [Kazak]
(Kıpçak); AKRIŞAK: Karakalpak (Keneges, Kitay); AK-PUÇAK: Özbek
(Kungrad); AK-SAFİ: Türkmen (Teke); AKSAKAL: Kazak (Calair);
AKSAKALLAR: Türkmen (Sakar); AK-SALAK: Türkmen (Yomuq); AK-SALUR:

34
Türkmen (Salur); AK-SARI: 1) [Kazak] (Argın); Kazak (Kerey); Özbek (Lakay);
AK-SOFİ: Kazak (Argın); AK-SOHI: Hakas (Haas); AKSUYIR: Karakalpak (Ktay);
AKŞATMA: Kırgız (Adigine); Ak-Şeyh, AKŞİYIK: Karakalpak (Ktay); AK-ŞUR:
Türkmen (Göklen); AKŞURAZ-TABIN: Başkurt (Tabın); AKTACI: [Kazak]
(Argın); AKTAÇ: [Kazak] (Argın); AKTAÇİ-ARGRN: [Kazak] (Argın); Aktaglı,
AKTAGLIK: Özbek ( ); AKTAM: Kazak (Alimulı); AKTANA: 1) [Kazak]
(Nayman) 2) Özbek (Kongrat); AKTAŞ AYAK: Türkmen (Teke); AKTAU-KANLI:
Başkurt (Kanlı); AKTAZ: Kazak (Nayman); AKT-CET: Tıva ( ); AKT-DODOT:
Tıva ( ); AKTELEŞ: [Kazak] (Argın); AKTELPEK: Türkmen (Şıh); AK-TERİ: 1)
Kırgız (Sayak); Türkmen (Ersarı); AKTI-KANLI: Başkurt (Kanlı); AKTIY: Başkurt
(Tangaur); AK-TODUT: Tıva/Tuva (Tocin); AK-TOGON: Karakalpak (Keneges);
AK-TONDI: Kırgız (Bagış); AK-TONDUU: Kırgız (Sarı Bagış); AK-TUĞRA-
OĞUZ: Oğuz Boyu; AK-TUMAT: [Altaylı] (Telengüt); AKTÜYAK: Başkurt (Ay);
AKUL: Kırgız (Bagış); AKULAT: Göçebe Özbek; AK-ULU: Kırgız (Bagış); AK-
UMALEM: Türkmen (Alam); AK-VEKİL; Türkmen (Teke); AK-YARIM: Türkmen
(İgdır); AK-YUSUF-KERELE: Türkmen (Teke).

II.1.2. Ala

ALAABALI: Türkmen (Tahtacı); ALA DAĞLU: Türkmen (Kofrur);


ALAFİRUZLU: Türkmen (Bertiz); Türkmen (Eymürlü); ALA GÖZLÜ: Türkmen
(Demircilü); ALA HACILU: Türkmen (Eymürlü); ALA KÖZ: Kırgız (Sayak); ALA
KURCUN: Kırgız (Bagış); ALABAŞ: Kırgız (Sayak); ALABAŞALI: Türkmen
(Pehlüvanlı); ALABELÜK: Özbek ( ); ALACANLU (?): Türkmen (Dokuz);
ALAÇIN: Kırgız (Saruu); ALAGÖZ: Türkmen (Haymana Yörükleri); ALAGÖZLÜ:
Türkmen (Beydili); Türkmen (Araban); ALAKÖZ: [Kazak] (Calair);
ALAKURCUM: Kırgız (Bagış); ALA-KÜRK: Türkmen ( ); ALAKÜZ: Kırgız
(Sayak); ALALAR: Türkmen (Kınık); ALA-YUNTLI, OLA-YUNDLI: Oğuz Boyu;
ALA-YUNTLU, ALAYUDLU: Türkmen [Üç Ok]; ALAÇ: [Kazak] (Bayulı).

35
II.1.3. Alaca

ALACAYAKALU: Türkmen ( ); ALACA: Türkmen (Boynuyumru); ALACA-


BAŞ: Türkmen (Çoudor); ALACABEREKET: Türkmen ( ); ALACAGEZ: Türkmen
(Teke); ALACALU: Türkmen (Bostanciyan); ALAÇA: 1) [Kazak] (Bayulı) 2)
Türkmen (Ersan); ALAÇA-BAŞ: Kuzey Kafkasya Türkmenleri (Çoudor).

II.1.4. Boz

BOZ ÖMERLÜ: Türkmen (Haymana Yörükleri); BOZTERİ: Kırgız (Sayak);


BOZ: Kırgız (Nayman); BOZAHMEDLİ: Türkmen ( ); BOZAK: 1) Karakalpak
(Keneges) 2) Nogay (Yetisan); BOZ ATLU: Türkmen (İnallu); Türkmen (Cerid);
BOZ-ATLU: Türkmen (Kızık); BOZBEĞ: Türkmen ( ); BOZBİT: Özbek (Yüz);
BOZCA TODURGA: Türkmen ( ); Bozca Türkmen (Dodurga); BOZCALAR:
Türkmen ( ); Bozcalli Türkmen (Bayat); BOZCAOĞLU: Türkmen (Döngelli);
BOZCA OĞULLARI: Türkmen (Bayat); BOZ DOĞAN: Türkmen (İğdir);
BOZEKE: [Kazak] (Sergeli); BOZGEYİK: Türkmen (Beğdili); BOZGEYİKLÜ:
Türkmen (Beydili); BOZGUL: Kazak (Alimulı); BOZ-GUŞ: Türkmen (Bayat);
BOZ-KOYUNLU: 1) Türkmen (Avşar) 2) Türkmen (Beğdili); BOZLAR, BOZLU:
Türkmen (Kıllu); BOZ OĞLAN: Türkmen ( ); BOZ OĞLU: Türkmen ( ); BOZOK:
Türkmen ( ); BOZ OLU: Kırım Tatarı ( ); BOZ RAKALİ: Türkmen ( ); BOZ TAŞ:
Türkmen ( ); BOZ-TAY: Karakalpak (Mangıt).

II.1.5. Gök

GÖK ALİOĞLU: Türkmen (Peçenek); GÖK CEMAATI: Türkmen (Evci);


GÖK GÖNDER: Türkmen ( ); GÖK GÖZLÜ: Türkmen (Haymana Yörükleri);
GÖK: 1) Türkmen (Bayat, Sakar) 2) Türkmen (Ersarı); GÖK: Türkmen (Evci); GÖK
İBRAHİMLÜ: Türkmen (Varsak[Bozca Dodurga]); GÖK İSHAKLU: Türkmen
(Karakeçili); GÖK KARLI: Özbek (Karluk); GÖK OSMANLU: Türkmen (Haymana
Yörükleri); GÖK PER: Azerbaycan Türkleri (İnallu); GÖK BERLÜ: Türkmen

36
(Kuştemür); GÖK ÇALLI: Türkmen (Yamut); GÖK ÇURRE: Türkmen (Salır);
GÖK DAŞ: Türkmen (Ersarı); GÖK DONLI: Türkmen (Olam); GÖK ERİ: Türkmen
( ); GÖK EYER: Türkmen (Sakar); GÖK KUMETLİ: Türkmen (Ala-eli); GÖK
KUŞAK: Türkmen (Yomut).

II.1.6. Kara

KARA ABEZOĞLU: Türkmen (Dokuz); KARA AĞIL: Türkmen ( ); KARA


AĞILLU: Türkmen (Eymürlü); KARA AHMEDLÜ: Türkmen (Karakeçili); KARA
AİŞELÜ: Türkmen (Kara Yuvalu); KARAALİ AŞIK OĞULLARI: Türkmen
(Kusun/Varsak); KARAALİLER: Türkmen ( ); KARA ALİLÜ: Türkmen (Ağcalu);
KARA ARABLU: Türkmen (Döngeleli ); KARA AŞIKLU: Türkmen (Bayındır);
KARA AVCILU: Türkmen (Yortan); KARA AVŞAR: Türkmen (Avşar); KARA
AVŞARLI: Türkmen (Eymürlü); KARA AYVADLU: Türkmen (Ağcalu); KARA
AZEBOĞIU: Türkmen (Dokuz); KARA AZIK: Kırgız (Azık); KARA BAARIN:
Kırgız (Baarın); KARA BAGIŞ: Kırgız (Adigine); KARABAĞLU: Türkmen ( )
(Bozulus); KARA BAHŞİLÜ: Türkmen (Eymir); KARA BALBAN ARAB:
Türkmen (Gölken); KARA BALDIR: Türkmen (Bertiz); KARA BALİOĞLU:
Türkmen (Karamanlu); KARABARGI: Kırgız (Adigine); KARABAŞLU: Türkmen (
); KARA BAY: Peçeneg; KARA BAYINDIR: Türkmen (Bertiz); KARABAYIRLU:
Türkmen ( ); KARA BAYSU: Kırgız (Saruu); KARA BEKİRLİ: Türkmen (Yortan);
Türkmen (Kusun/Varsak); KARABEŞEY: Kırgız (Kitay); KARA BEYLÜ: Türkmen
(Kasaba Yörükleri); KARABOĞALI: Türkmen (Eymir); KARA BOLGARLAR:
Hazarlara tabi Kurban Bulgarları; KARA BOLOT: Kırgız (Çekir Sayak); KARA
BORKEMİK: Kırgız (Saruu); KARA BOSTON: Kırgız (Çerik); KARA BÖKÖ:
Kırgız (Sarı Bagış); KARA BÖÖR: Kırgız (Saruu); KARA BÖRÜ: Kırgız (Adigine);
KARA BUDAK: Türkmen ( ); KARA BUDAKLI: Türkmen (Avşar); KARA
BULUNG: Kırgız (Sarı Bagış); KARA BURUNLU: Türkmen (Eymürlü); KARA
BÜRÜÇEK: Türkmen ( ); KARA CEBELÜ: Türkmen ( ); KARA CILKI: Kırgız
(Adigine); KARA CİHANLAR: Türkmen (Bozdoğan); KARA ÇARDİGİN:
Türkmen ( ); KARA ÇATAN: [Kazak] (Calair); KARA ÇAUDUR: Türkmen ( );

37
KARAÇERÇİLÜ: Türkmen ( ); KARAÇOBAN: Türkmen (Anamaslu); KARA
ÇOBANLU: Türkmen (Karamanlı); KARAÇOĞDI: [Tofalan]; KARA
DAVUDLAR: Türkmen ( ); KARA DEDE: Türkmen ( ); KARA DEDELÜ:
Türkmen (Kızıllı); KARA DENİZLÜ: Türkmen (Mesudlu); KARA DEPALU,
KARA DEPELİ: Türkmen (Demircilü, Dündarlu); KARA DERENLÜ: Türkmen
(Kavurgalu, Kızıllı); KARA DEVELÜ, KARA HAMZALU: Türkmen (Kızıllı);
KARADİKENLÜ: Türkmen ( ); KARA ESBİYELÜ: Türkmen ( ); KARA EVCİLÜ:
Türkmen; KARA EVLİ: Oğuz Boyu; KARA FAKILU: Türkmen (Süleymanlı);
KARA FAKİHLER: Türkmen (Bozdoğan); KARA FAKİHLÜ: Türkmen (Ağcalu,
Süleymanlı); KARA GEDİKLÜ: Türkmen (Haymana Yörükleri); KARA
GEDÜKLÜ: Türkmen (Dinek); KARAGÖÇERLÜ: Türkmen ( ); Karagökçe;
Türkmen (Teke); KARAGÖKÇELÜ: Türkmen (Dokuz); KARA GÖNÇLÜ:
Türkmen (Dokuz); KARA GÖZLÜ: Türkmen (Eymür, Şamlu); Türkmen
(Danişmendiü); KARA GURA: Azerbaycan Türkleri (İnallu); KARA GÜNDÜZLÜ:
Türkmen (Avşar); KARA GÜVENÇLÜ: Türkmen (Dokuz); KARA HACI
OĞLANLARI: Türkmen (Anamaslu); KARAHACILU: Türkmen (Dokuz,
Süleymanlu, Eğlenlüoğlu); KARA HALİL: Türkmen (Teke); KARA HALİLLÜ:
Türkmen (Harbendelü, Anamaslu, Evci, Eymir, Kavurgalı, Haymana Yörükleri);
KARA HALKA: Türkmen (Demircilü); KARA HAMZA: Türkmen (Haymana
Yörükleri); KARA HAMZALU: Türkmen (Bulgarlu, Bertiz); Türkmen (Eymürlü,
Anamaslu, Eşkinciyan, Osmanlu); KARA HAMZALU; KARA HASANLUOĞLU:
Türkmen (Esenlü); KARA HAYITLU: Türkmen (Anamaslu); KARA HIZIRLI:
Türkmen (Kavurgalu, Alişarlu, Kızıllı); KARA HÜSEYİNLÜ: Türkmen (Bayındır);
KARA: 1) Poloves (Kıpçak) 2) Kazak (Argın, Bayulı, Dulat) 3) Karakalpak
(Keneges) 4) Kırgız (Munguş) 5) Kırgız (Sanbagış) 6) Tıva ( ) 7) Türkmen (Ersarı)
8) Özbek (Kongrat); KARA IŞIKLI: Türkmen (Salur); KARA İBRAHİMLÜ:
Türkmen (Dinek, Orhan Beylü); Türkmen (Koyuncuyan); KARAİLYASLU:
Türkmen ( ); KARA İN: Türkmen (Bayındır); KARA İSALU: Türkmen (Salur);
Türkmen (Demrek); KARA İSHAKOĞLU: Türkmen (Bayındır); Kara Kanlu (?):
Türkmen ( ); KARA KASIMLI: Azerbaycan Türkleri (Şahseven); KARA
KASSABLAR: Türkmen ( ); KARA KAYALU: Türkmen (Bozdoğan); KARA
KEÇİLÜ: Türkmen (Bulgarlu); KARA KEREY: 1) Kazak (Kerey) 2) Kazak

38
(Nayman); KARAKISIK: Türkmen ( ); KARA KIZ ULU: Kırgız (Bugu); KARA
KIZILLU: Türkmen (Küreciyan); KARA KIZLI: Türkmen (Eymürlü); KARA
KOCALU: Türkmen (Dokuz); KARA KOÇLU: Türkmen (Bayındır); KARA
KOYUNLU: 1) Türkmen (Selmanlu) 2) Azerbaycan Türkleri (Şahvesen); KARA
KOZU: 1) Kırgız (Adigine); 2) [Kazak] (Alimulı); KARAKÖSELÜ: Türkmen ( );
KARA KUCUR: Kırgız (Kuşçu); KARA KUÇKAK: Kırgız (Munguş); KARA
KURDLU: Türkmen ( ); KARAKUŞ: Kırgız (Adigine); KARA KUŞÇU: Kırgız
(Kuşçu); KARA KUŞÇU: Türkmen (Kızıl Kocalu); KARA KUTÇU: Kırgız
(Kuşçu); [Kazak] (Alimulı); KARA KÜÇÜK: Kırgız (Adigine); KARA MAZLU:
Türkmen (Demircilü); KARA MEHMEDLÜ: Türkmen (Eymürlü); KARA
MEHMET-Lİ (MİHMAD-LU): Türkmen (Avşar); KARA MERGEN: Kırgız (Solto);
KARA MESUDLU: Türkmen (Bayındır); KARA MIKÇI: Kırgız (Kongurat, Kitay);
KARA MIRZA: Kırgız (Bugu); KARA MİHMAD: Türkmen (Avşar); KARA
MONGOLDOR: Kırgız (Mongoldır); KARA MOYUN: 1) Kırgız (Cetigen) 2)
Özbek (Kıpçak); KARA MURADLU: Türkmen (Demircülü, Gurbet); KARA
MURAT: Kırgız (Sarı Bağış); KARA MUSALI: Türkmen (Süleymanlı); KARA
ÖMERLER: Türkmen ( ); KARA ÖYÜKLÜ: Türkmen (Eymir); KARA PAPAH:
Türkmen ( ); KARA RECEB: Türkmen (Avşar); KARA SAKAL: Türkmen
(Süleymanlu); KARA SIYRAK: 1) Karakalpak (Koldavlı, Mangıt) 2) Nogay (Ak
Nogay); KARA SİYRAK: Özbek (Kungrat); KARA ŞALTA: Kırgız (Solto); KARA
ŞAPAN: Kazak (Jalayır); KARA ŞEYHLİ: Türkmen (Avşar); KARA ŞIYIK:
Karakalpak (Kitay); KARA TASMA: Kırgız (Adigine); KARA TAY: Türkmen
(Bozca Todurga); KARA TAZ: Kırgız (Tınım Seyit); KARA TEGİNCE: Kırgız
(Tuyalas); KARA TERMEÇİK: Kırgız (Töböy); KARA TOHTEMİRLİ: Türkmen (
); KARA TUKUMU: Kırgız (Mongoldur); KARA UIL: Kazak (Argın); KARA
ULUS: Türkmen (?); KARA UZ: Türkmen ( ); KARA ÜZÖNG: Kırgız (Sarı Bagış);
KARA YA’KABLU: Türkmen (Kavurgalı, Süleymanlı); KARA YAĞMURLU:
Türkmen (Araban); KARA YAHŞİLÜ: Türkmen (Eymürlü); KARA YAKALU:
Türkmen (Dinek); KARA YIGAÇ, OGRAK: Türmen; KARA YUMAY: Türkmen
(Teke); KARA YURDU: Türkmen (Kara Yuvalı); KARA YUSUFOĞLU: Türkmen
(Döngelelü); KARA-AHMED: Türkmen (Teke); KARA ATABEKLÜ: Türkmen ( );
KARAAHMEDLİ: Türkmen (Bayat); KARAALİLER: Türkmen ( ); KARAAVCILI:

39
Türkmen ( ); KARAAZEBOĞLU: Türkmen (Dokuz); KARABACAK: Türkmen
(Tencili); KARABACAKLI: Azerbaycan Türkleri (Baharlu); KARABAGŞİLİ:
Türkmen (Ersarı); KARABAĞ: Özbek (Saray); KARABAK: Özbek (Saray);
KARABALIK: Kazak (Kıpçak); KARABALKAN: Türkmen (Göklen); KARA-
BARAK: Türkmen (Yomut); KARABAS:[Kazak] (Kirey); KARABAŞ: 1) [Kazak]
(Argın) 2) Kırgız (Adigine); KARABATIR: Kazak (Sergeli); KARABAYI: Kırgız
(Munduz); KARA-BAYAT: Türkmen (Bayat); KARABEĞ: Türkmen ( );
KARABEĞLİ: Türkmen (Hacıbeğ); KARABEK: 1) Kazak (Suan) 2) Kırgız (Bagış,
Basız, Sarıbagış, Sayak) 3) Kırgız (Kongurat, Solto); KARA-BOYUN: 1) Türkmen
(Yomut) 2) Özbek (Kongrat); KARA-BÖLÜK: Oğuz Boyu; KARA-BÖR: Kırgız
(Bugu); KARA BEĞDİ: Türkmen ( ); KARA-BÖRKLİ: Kıpçaklarda Karakalpaklara
verilen ad; KARABUCUR: Kazak (Nayman); KARA BULAK: Kıpçak boyu;
KARABUR: Kazak (Bayulı); KARABURA: [Kazak] (Bayulı); KARABURCLU:
Türkmen ( ); KARABUYIN: Özbek (Saray); KARA-BUYUN: Özbek (Karluk);
KARABÜRÜK: Özbek (Keneges); KARACA: Türkmen (Göklen); KARACA
KEÇİLÜ: Türkmen ( ); KARACA ÖYÜKLÜ: Türkmen (Eymürlü); KARACAK:
Kırgız (Munguş); KARACALU: Türkmen (Beğdilli); KARACAVDI: Kırgız
(Boston); KARACECE: Türkmen ( ); KARACI: Türkmen ( ); KARA-CUR: Hazar
Kabilesi ( ); KARAÇA: Kazak (Jetıruu); KARA-ÇAADU: Kara Çoodu; KARA
ÇAGAT: [Altaylı] (Tıva/Tuba); KARAÇAPAN: Kazak (Alban); KARAÇARIK:
Özbek (Kesamir); KARA ÇEDA: [Tıva-Tuva] ( ); KARA-ÇOKA: Türkmen
(Yomut); KARAÇORO: Kırgız; KARA ÇOVDUR: Türkmen (Çovdur); KARA-
ÇUK: Türkmen (Yomut); KARADAŞAYAK: Türkmen (Teke); KARADAUL:
[Kazak] (Cıtıru); KARADAVAT: Özbek (Lakay); KARADEDE: Türkmen ( );
KARADOMAK: Türkmen (Ata); KARADON: Kırgız (Cediger);
KARADÖNGELLİ: Türkmen ( ); KARAESE: Türkmen ( ); KARA EVLİ, KARA
EVLİ, SİYADAGSAKAR: Türkmen boyu; KARA-FAKİHLÜ: Türkmen (Ulu-
Yörük); KARAGANA: Kırgız (Basız); KARA GEDİK: Türkmen (Esrarı);
KARAGEL: Türkmen (Teke); KARAGIZ: Özbek ( ); KARA-GOCA: Türkmen
(Yomud); KARAGOŞ: Başkurt (Bürzan); KARA-GÖKÇE: Türkmen (Gökçe);
KARAGÖZ: 1)Kazak 2)Türkmen; KARAGUL: Kırgız (Döölös, Sayak);
KARAGUŞ: [Kazak] (Kalka boyu [Büyük Cüz]); KARAGÜNEY: Karakalpak

40
(Kıpşak); KARAHAN: Özbek (Kıpçak); KARAHAYITLI: Türkmen ( );
KARAHIDIRLI: Türkmen ( ); KARAİÇKİ: Kırgız (Munguş); KARAK: 1) [Kazak]
(Cutırı) 2) Karakalpak; KARA-KABAK: Kırgız (Kitay); KARAKALFAK: Göçebe
Özbek; KARAKALPAK: 1) Göçebe Özbek 2) Başkurt; KARAKAN: Türkmen ( );
KARAKAŞ: Türkmen ( ); KARA-KATAY: Başkurt (Katay); KARAKAYALI:
Türkmen (Karakeçili); KARAKAZAYAKLI: Türkmen ( Barak); KARAKÇE: Kırgız
(Bagış); KARAKEÇELÜ: Türkmen (İnallu); KARA-KETE: Kazak (Alimulı);
KARAKIPÇAK: Karakalpak; KARAKIPŞAK: Karakalpak (Kıpşak); KARA-
KITAY: Kırgız (Kitay); KARA-KOBAK: Karakalpak (Uyşun-Mitan-Karakalpak);
KARAKOYLA: [Kazak] (Seykım boyu [Büyük Cüz]); KARAKOYUNLU: Türkmen
(Yıva); KARAKUL: 1) Kazak (Ablan) 2) Kırgız (Mundız); KARA-KUNAZ: Kırgız
(Kıpçak); KARA KURSAK: 1) Göçebe Özbek 2) Kazak 3) Karakalpak (Kos
Tamgalı) 4) Kırgız (Sarı Bagış) 5) Nogay (Yemboylık) 6)Özbek (Kongrat);
KARALTAY: Türkmen (Esrarı); KARA-MANCULİ: Karakalpak (Ktay); KARA-
MARKA: [Kazak] (Supatay boyu [Büyük Cüz]); KARA-MOYIN: Karakalpak;
KARA-MUNDUS: [Altaylı] (Altay kiji); KARA NAYMAN: 1) Kırgız (Nayman);
KARAOBA: Türkmen ( ); KARA ÖKÜZ: Türkmen ( Yomut); KARAPURÇAKLI:
Türkmen (Çiğdemli); KARASAKAL:1) Kazak (Alimulı) 2) Kırgız 3) Türkmen;
KARA-SALAK: Türkmen (Yomut); KARA-SİRAK: 1)Karakalpak (Mangıt) 2)
Özbek (Kırk); KARA SOYONG; KARAŞA; KARAŞOR: 1) Kazak (Konrat);
2)Hakas ( ) 3) Şor ( ); KARAŞORA: [Kazak] (Nayman); KARAŞ-PARAŞ: Özbek
(Durmen); KARA-TABIN: 1) Başkurt (Bürzan) 2) Başkurt (Tabın); KARA-
TAKIYA: Kırgız (Bugu); KARA-TALŞI: Karakalpak (Balgalı); KARA-TAMAN:
Kırgız (Mongoldor, Solto); KARATAMIR: Kazak (Alimulı); KARATANA: Özbek
(Durmen); KARA-TAYAK: Kırım Tatarı ( ); KARA-TAYLIK: Türkmen
(Karadaşlı); KARA-TEKE: [Kazak] (Kirey); KARATEKELİ: Türkmen ( );
KARATERİ: Özbek (Katagan); KARA-TİKAN: Özbek (Kıpçak); KARATMA:
Kırgız (Teyit); KARA-TODOŞ: [Altaylı] (Altay-Kiji); KARA-TODU: Tıva/Tuba ( );
KARA-TOGUS: [Altaylı] (Tuba); KARATOKAY: Kazak (Bayulı); KARATOKO:
Kırgız (Munduz); KARATOLÇAK: [Tıva/Tuba] (Beyse); KARA-TONGAK:
Tıva/Tuba (Beyse); KARA TONNI: Özbek (Kongrat); KARATÖRE: Nogay
(Yetişkul); KARATUKAY: [Kazak] (Bayulı); KARATUMA: 1) Kırgız (Kandı) 2)

41
Özbek; KARA-TUMAT: (Altaylı) (Telengüt); KARA-TÜRGEŞ: Erken Türkler;
KARAUL: 1) Kazak (Argın) 2) Türkmen (yomud); KARAUL-TOBUÇAK: [Kazak]
(Kuvat boyu [büyük cüz]); KARAULUS: Türkmen ( ); KARAUL-UVAK: [Kazak];
KARAUPA: Özbek (Kıpçak); KARAUY: Türkmen (Yamud); KARAUYİRİM:
Nogay (Yemboylık); KARAUZ: Özbek (Kıpçak); KARA-VARGE: [Kırgız]
(Adigine); KARA-VEKİL: Türkmen (Tekke); KARA-VELİ: Türkmen (Yomut);
KARAVELİLER: Türkmen ( ); KARAVOL-KİSAK: Kazak (Argın); KARAVUL:
Türkmen (Göklen); KARA-YAHYALU: Türkmen (Kusun/Varsak);
KARAYAHŞİLİ: Türkmen ( ); KARAYAKUB: Türkmen ( ); KARA-YARIK:
Altaylı (Telengit); KARA-YARIM: Türkmen (İğdır); KARAYARIŞ: Karakalpak
(Caungır); KARAYASAK: Özbek (Karluk); KARAYATAĞ: Türkmen (Bayat);
KARAYÇA: [Kazak] (Kirey); KARA-YIVALU: Türkmen (Yıva); KARAYİĞİT:
Türkmen ( ); KARAYİĞİTOĞLU: Türkmen (Ulaşlı); KARA-YÖRME: Türkmen
(Teke); KARA-YURMA: Türkmen (Teke); KARA-YUSUF: Türkmen (Teke);
KARAYUSUFLU: Türkmen (Kızık); KARA-YUVACALI: Türkmen (Eymür);
KARAYUVALI: Türkmen (Yıva); KARAZALI: Türkmen (Salor).

II.1.7. Kır

Kır: 1) Başkurt (Kudey) 2) Türkmen (Teke); KIRALİ AFŞAR: Türkmen


(Afşar); KIRBAŞ: [Kazak] ( ); KIRBAŞ: 1) Kırgız (Adigine) 2) Kırgız (Çekir
Sayak); KIRCA: Kazak (Nayman); KIRCA, KIRCALI: Türkmen (Ağcalu); KIRCI:
Kırgız (Kuşçu); KIR-DAR: 1) Göçebe Özbek 2) Başkurt (Bürzan); KIR-DAVLEN:
[Kazak] (Kirey); KIR NAYZA: Kırgız (Adigine)

II.1.8. Kızıl

KIZIL KUÇ: Özbek (Keneges); KIZIL KUTÇU: Kırgız (Kuşçu); KIZIL


MURADLI: Türkmen (Bayındır); KIZIL SAKAL: Kırgız (Bugu); KIZIL SAKKALI:
Türkmen (Yomut); KIZIL SULTANOĞLU: Türkmen (Avşar); KIZIL TAZ: Kırgız

42
(Tınım Seyit): KIZIL TEBETEY: Kırgız (Töböy); KIZIL Tİ, CH'İH-Tİ: Hunların
Ataları; KIZIL UŞAĞI: Türkmen ( ); KIZIL VİRANLU: Türkmen ( ); KIZIL
YUSUFLU: Türkmen (Ağca Evcilü, Karamanlu); KIZIL: 1) Kırgız (Sayak) 2)
Türkmen (Göklan, Yomud); Türkmen (Yomud, Salır); KIZIL-AKİNCİK: Türkmen
(Geklen); KIZIL ALİ TOHTEMİRLİ: Türkmen ( ); KIZIL ALLU: Türkmen ( );
Kızıl Avretlü: Türkmen ( ); KIZIL-AYAK MUKRİ: Türkmen (Mukrı);
KIZILAYAK: 1) Karakalpak (Koldavlı) 2)Kırgız. (Döölös) 3) Kırgız (Kesek,
Kıpçak) 3) Türkmen (Ersan); KIZILBAŞ: 1) Ortaçağ Başkurtları ( ) 2) Başkurt (Sart)
3) Kırgız (Kesek, Munduz, Teyit) 4) Özbek (Kongrat); KIZILBAŞ: Azerbaycan
Türkleri (Inallu); KIZIL BAY: 1) Başkurt (Ay) 2) Kırgız (Adigine) 3) Özbek
(Lakay); KIZIL BAYIRLU: Türkmen ( ); KIZIL BEYLÜ: Türkmen (Eymürlü);
KIZIL BÖRK: [Kazak] (Alban); KIZILCA BATINDIR: Türkmen (Bayındır); KIZIL
BÖRKLÜ: Türkmen ( ); KIZILCA İN: Türkmen (Tat); KIZILCA KEÇİLÜ:
Türkmen ( ); KIZILCA MUSALAR: Türkmen ( ); KIZILCA TOSUN: Türkmen
(Yomut); KIZILCAALİ: Türkmen ( ); KIZILCAGEYİKLÜ: Türkmen ( );
KIZILCAR: Türkmen (Ersarı); KIZILCAŞARLU: Türkmen ( ); KIZILCIKLU:
Türkmen ( ); KIZIL-CUDRUK: Özbek (Türkman); KIZILÇA: Özbek (Keneges);
KIZILÇEKİÇİLİ: Türkmen ( ); KIZIL-ÇUKAN: Türkmen (Yomut); KIZILDELİ,
KIZILDELİ SULTAN: Türkmen ( ); KIZILDOĞANLU: Türkmen ( ); KIZIL-
DONLU: Türkmen (Bayat); KIZIL-GAYA: Hakas (Sagay); KIZILGÖZ: Türkmen
(Çarşangı); KIZILHACILI: Türkmen (Avcılı); KIZILI: [Hakas]; KIZILIM: Kazak
(Nayman); KIZILIŞIKLI: Türkmen ( ); KIZIL-İMAM: Türkmen (Göklan); KIZIL-
KANGLI: Özbek (Kanglı); KIZIL-KANLI: [Kazak] (Kanlı); KIZILKAPAN:
Türkmen (Bayat); KIZILKEÇİLİ: Türkmen (Karamanlu); KIZILKINIK: Türkmen (
); KIZILKIŞLALU: Türkmen ( ); KIZILKURT: 1) Kazak (Bayulı) 2) Kırgız (Döölös
Saruu); KIZILLAR: Türkmen (Mamalu); KIZILLI CUBURLAR: Türkmen
(Mamalu); KIZILMURT: Kazak (Nayman); KIZIL-NOGAY: Ortaçağ Başkurt ( );
KIZILOBA: Türkmen ( ); KIZIL-ŞOR: Hakas (Sagay); KIZIL-TOKUM: [Kırgız]
(Çirik).

43
II.1.9. Sarı

SARI BAGIŞ: Kırgız; SARI BARGI: Kırgız (Adigine); SARI BAŞA: [Kazak]
(Alimulı); SARI BAYLAR: Türkmen (Ersarı); SARI BEĞLÜ: Türkmen
(Gökçelü/Varsak); SARI BEYLİ: Türkmen (Anamaslu); SARI BORKEMİK: Kırgız
(Sayak); SARI BÖÖR: Kırgız (Bugu); SARI DANİŞMENDLÜ: Türkmen
(Küreciyan); SARI EYMİR-OĞLU: Türkmen (Eymür); SARI FAKİHLİ: 1)
Türkmen (Avşar) 2) Türkmen (Kavurgalı) 3) Türkmen (Kuştemür); SARI I: 1)
Ortaçağ Kabile Adı 2) Kıpçak 3) Yenisey Kırgızları ( ) 4) Başkurt (Kıpçak) 5) Kazak
(Alban, Konrat) 6) Karakalpak (Keneges) 7) Kırgız (Bagış, Orgu) 8) Türkmen (İgdır)
9) Özbek (Katagan); SARI II, Kara Bala: [Kazak] (Nayman); SARI III: Türkmen
(Göklen); SARI IV: Sarıg, Sarıhlar: Orta Çağ kabile adı; SARI V, Sarı-Katagan:
Özbek (Katagan); SARI VI, Caferli: Azerbaycan Türkleri (Şahseven); SARI
KALPAK: Kırgız (Bugu, Sarı Bagış, Solto, Çekir Sayak); SARI KITAY: 1) Kırgız
(Kitay) 2) Özbek (Kitay-Kıpçak); SARI MOLDOLOR: Kırgız (Kongurat); SARI
MOYUN: Kırgız (Cetigen); SARI NAZIRLI: Azerbaycan Türkleri (Şahseven);
SARI SİNDİLİ, SENDİL, SARI SEYDİLİ: Türkmen (Avşar); SARI SOYONG:
[Altaylı] (Tıva); SARI YARLU: Türkmen (Erdene-yi, Dodurga); SARI UYGUR:
Ortaçağ Türk Kabilesi; SARI UYSİN: Kazak; SARI UYSUN: 1) Kazak 2) [Kazak]
(Dulat); SARI ACI: Türkmen (Göklen); SARI-ALMAT: [Altaylı] ( Altay-Kiji);
SARI-BAARIN: Kırgız (Baarın); SARI BALASI: [Kazak] (Maylı-Balta-Atagay
Boyu); SARIBAN: Kırgız (Solto); SARI BAPI: Türkmen (Ersan); SARIBAS: Kazak
(Alimulı); SARIBAS, SARBAS: [Kazak] (Kirey); SARIBAŞ: 1) Kırgız (Kitay) 2)
Özbek (Tagçi); SARIBAY: Kırgız (Nayman); SARIBEK: Kırgız (Adigine) ; SARI-
BÖR: [Kırgız] (Bögü); SARICA: Türkmen (Reyhanlı); SARICI: Türkmen (Göklan);
SARI-ÇAGAT: [Altaylı] (Tıva/Tuba); SARIÇAL: Özbek (Lakay); SARIG: 1)
Tıva/Tuba ( ) 2) Hakas (Piltir, Sagay, Haas); SARIGLAR: 1) Altaylı (Tubalar) 2)
Tıva/Tuba (Beyse) SARIG ŞOR: Şor ( ); SARI GÜBÜN: Kırgız (Çerik); SARIGUR:
Bulgar; SARIGUSSEYN: [Kırgız] (Kisak); SARIG-UYGURLAR: Erken Uygurlar.

44
II.1.10. Yeşil

Yeşillü: Türkmen (Küşne).

II.2. ESKİ TÜRK ŞAHIS ADLARINDA RENKLER

Gök-Türkler: Altun Tamgan Tarkan: 724 yılında adına kitâbe dikilen Gök-
Türk108. Altın, “al” veya “kızıl” anlamına da gelmektedir109.

Uygurlar: Alp Kara110, Altun Tay Señün111, Kara Bahşı112, Kara Kuş113, Kara
Temür114, Ḳulun Kara115, Küç K..a (Kara?)116, Sarı Baş Tarhan Señün117.

Karahanlılar: Alp Kara118.

Oğuzlar: Kara Han119, Kara Arslan Han120, Sarı Kılbaş121, Kara Şit 122, Karaç
(Kara-ç)123, Kara Gazi Beg124, Kestân Kara Alp125, Ag Melik Çeşme126, Kara Arslan
Melik127, Kara Çekür128, Kara Göne129, Kara Tekür130, Kara Tüken Melik131, Saru

108
Faruk Sümer, Türk Devletleri Tarihinde Şahıs Adları, C.I, İstanbul, 1999, s.54.
109
Sevortyan, Etimologiçeskiy Slovar Tyurkskih Yazıkov, C. I, s.142.
110
Sümer, a.g.e., s.79.
111
A.y
112
Sümer, a.g.e., s.84.
113
A.y
114
A.y
115
A.g.e., s.85.
116
A.g.e., s.86.
117
A.g.e., s.88.
118
A.g.e., s.123.
119
A.g.e., s.148.
120
A.y
121
A.g.e., s.149.
122
A.g.e., s.150.
123
A.g.e., s.155.
124
A.g.e., s.156.
125
A.g.e., s.159.
126
A.g.e., s.170.
127
A.g.e., s.179.
128
A.y
129
A.g.e., s.180.
130
A.g.e., s.181.

45
Çoban132, Saru Kumlaş133, Bakuy Dip Han oğlu Kök Han134, Ak Mangıtlı Kutlu
Kayalı135, Oğuz Han’ın oğullarından Kök Han136, Oğuz Han’ın torunları olan Alka
Evli ve Kara Evli137, Ala Yuntlu138, Inal Yavı’nın oğlu Al139, Kanlı Yavlı’nın oğlu
Kara Alp Arslan140, Mur Yavu’nun oğlu Kara Han141, Karaşıt142.

Harezmşahlar: Ak-Şah143, Akça (Ak-ça)144, Alp Kara Urān145, Bek Sārık (Pek
Sarı)146, Karaça147, Kızıl Han148, Sarığ Han149, Saru Han150.

Kaynaklarda Kafkasya civarında yaşayan bir kabilenin (Sabar?, Bulgar?, Avar)


prensesinin unvânı “Ak-Kağan” olarak zikredilmektedir151.

II.3. TÜRKÇE YER ADLARINDA RENKLER (VI.-XI. YÜZYIL)

Renklerin yer adlarında kullanılma sebeplerinde birincisi yerleşim yerinin


fiziksel özelliklerinden kaynaklanmaktadır. Gök ova, sarı kaya, boz yaka, kızıl iniş
gibi isimlendirmelerde ikinci unsurların (tamlanan) ‘renk’ özellikleri ön plana
çıkarılmıştır. İkincisi de renklerin, yer isimlerinde, sembolize ettikleri yönlere göre

131
A.y
132
A.g.e., s.185.
133
A.y
134
Ebulgazi Bahadır Han, Şecere-i Terakime, Haz. Muharrem Ergin, s.24.
135
Sümer, a.g.e.., s.33
136
A.g.e., s.44.
137
A.y.
138
A.g.e., s.45.
139
A.g.e., s.58.
140
A.g.e., s.65.
141
A.g.e., s.66.
142
A.g.e., s.81.
143
A.g.e., s.197.
144
A.g.e., s.202.
145
A.g.e., s.203.
146
A.g.e., s.206.
147
A.g.e., s.213.
148
A.g.e., s.217.
149
A.g.e., s.225.
150
A.y
151
Abdülkadir Donuk, Eski Türk Devletlerinde Unvan ve Terimler, Türk Dünyası Vakfı
Araştırmaları Yay., İstanbul, 1988, s. 23, dpt. 181.

46
görev aldıklarının düşünülmesindendir. Fakat renklerin yön bildirme görevleri, yerin
fiziksel özelliklerini nitelemeleri kadar yaygın ve kesin olmamıştır152.
Bu sebeple Türkler’in yaşadıkları her sahada yer adlandırmalarında renkleri
kullandıklarını görmekteyiz. Türkistan’dan batıya göç eden Türkler Anadolu’ya
yerleştikten sonra yerleşim alanlarına ad verirlerken renkleri kullanmaya devam
etmişlerdir. Bu sebepledir ki Anadolu ve kadîm Türk topraklarındaki yer adlarını
karşılaştırdığımız zaman pek çok yer adının aynı olduğunu görürüz.
Türkiye’deki Türkçe yer adlarının incelemesinde ortaya çıkan sonuç şu
şekildedir: 170 ak153, 54 akça154, 49 ala155, 12 alaca156, 49 altın157, 60 boz158, 270
kara159, 31 karaca160, 23 kır161, 81 kızıl162, 32 kızılca163 ve 144 sarı164 önadlı yer
adları bulunmaktadır.
Bir misâl olması açısından Muğla yöresine âit yer adları tablosuna
baktığımızda165
Tablo I
Renklerle Oluşturulan Tamlama Sayısı ve Kullanım Sıklığı

Renk Tamlama Oran Kullanım Oran


sayısı (%) sıklığı (%)
Kara 157 33.4 353 37.4
Kızıl 55 11.7 153 16.2
Ak 73 15.5 145 15.3
Sarı 41 8.7 61 6.4

152
Ali Akar, “Renk’e Bağlı Yer Adlandırmalarında Muğla Örneği”, Erciyes Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Dergisi, S. 20, 2006, s.52.
153
Tuncer Gülensoy, Türkçe Yer Adları Kılavuzu, TDK, Ankara, 1995, s.1.
154
Gülensoy, a.g.e., s.1-2.
155
A.g.e., s.2.
156
A.y
157
A.y
158
A.g.e., s.8.
159
A.g.e., s.28.
160
A.g.e., s.29.
161
A.g.e., s.31.
162
A.g.e., s.32.
163
A.y
164
A.g.e., s.43.
165
Akar, a.g.e., s.54.

47
Boz 25 5.3 47 4.9
Gök 22 4.6 43 4.5
Akça 17 3.6 28 4.0
Ala 21 4.4 23 2.4
Kızılca 14 2.9 18 1.9
Karaca 13 2.7 16 1.6
Yeşil 10 2.1 11 1.1
Karanlık 2 0.4 7 0.7
Alacalı 4 0.8 4 0.4
Gökçe 3 0.6 4 0.4
Alaca 3 0.6 3 0.3
Karalı 2 0.4 2 0.2
Karankı 1 0.2 2 0.2
Kızılan 2 0.4 2 0.2
Akçalı - 0 1 0.1
Al 1 0.2 1 0.1
Bozca - 0 1 0.1
Karacık 1 0.2 1 0.1
Kırmızı 1 0.2 1 0.1
Mor 1 0.2 1 0.1
Siyah 1 0.2 1 0.1
Toplam 470 %100 940 %100

Bu tablo Muğla yöresinde yer adlarında kullanılan renklerin, renklere göre sayı
ve yüzdelerini vermektedir. Bu misâl 81 ile sâhip Türkiye’deki yalnızca bir ili
kapsamaktadır. Diğer iller de göz önünde bulundurulduğunda bu misâllerin kat be
kat arttığı görülecektir. Aşağıda Türkler’in yer adlarında kullanmış oldukları renkleri
alfabetik sırasına göre vermeye çalışacağız.

48
II.3.1. Ak

Ak Tağ: 568 Batı Türk kağanlarının ikametgâhıdır. Diğer bir adıyla Altın
Dağ’dır. Emel Esin buranın kesin bir coğrafî belirlemeden çok genel olarak bir
hanedan-dağ-ikametgâhını belirttiği kanaatini taşımaktadır166. Radlov da eserinde Ak
Tag’dan bahsetmekte ve burasının Zarefşan Vadisini çevreleyen dağlardan olduğunu
belirtmektedir167. Ak Tag (A-ki-tien)’ın Kızıl Nehrinin iki doğu kolunun çıktığı
Eşek-başı Dağı ile aynı dağ olduğu kaydedilmekte ve bu dağdan çıkartılan amonyak
ile de amonyak ticareti yapıldığı belirtilmektedir168.

Ak Darya (Ak Nehir): Zarefşan Nehri’nin kollarındandır169.

Ak Say: DLT’de yalnız bir yerde anılan ‘Ak Say’ hakkında Kâşgarlı ayrıntılı
hiçbir bilgi vermemektedir. Türkili’nde hatta başka ülkelerde oldukça sık görülen bir
ad olması sebebiyle bu yer adının neresi olduğunu tahmin etmek güçtür170.

Aksu Nehri: Balkaş Gölü’ne dökülen Lepsa Gölünün bir koludur171.

Ak Taş Dağı: Batı Altay’da bir dağ172.

Ak Taşar Pam (Bam): Sibirya’da bir dağ geçidi173.

Ak Terek: Ila Nehri üzerinde bir geçit, bir köprüdür ve DLT’de ‘tirek’ şeklinde
geçmekte olup “kavak” anlamına gelmektedir174.

Ak Termel: Eski Türk Yazıtları’nda geçen bu yerin günümüzdeki Xua-kem

166
Emel Esin, Orta Asya’dan Osmanlı’ya Türk Sanatında İkonografik Motifler, Kabalcı Yay.,
İstanbul, 2004, s.18.
167
Radlov, Sibirya’dan, C. IV, s.149.
168
Edouard Chavannes, Çin Kaynaklarına Göre Batı Türkleri, Çev. Mustafa Koç, Selenge Yay.,
İstanbul, 2007, s.161.
169
Radlov, Sibirya’dan., C.I, s.17.
170
İbrahim Şahin, Eski Türkçe Dönemi (VI-XI. Yüzyıl) Temel Eserlerinde Geçen Yer Adları,
Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Doktora Tezi,
Bişkek, 2006, s.295.
171
Radlov, Sibirya’dan, C.I, s.14.
172
A.g.e., C.I, s.92.
173
A.g.e., C.I, s.56.
174
Şahin, a.g.e., s.204.

49
olduğu ifade edilmektedir175.

Ak Yüs Nehri: Altay’da Çalım Nehri’nin kaynak nehirlerindendir176.

Ürüng Kayas: Ürüng DLT’de “ak olan nesne; ak, beyaz (Oğuzlar’dan
başkalarınca) ve tırnak üzerindeki beyazlıklar” olarak belirtilmektedir177. Tohsı, Çiğil
ülkesinde şehir adlarıdır178.

II.3.2. Ala

Ala: DLT’de Fergana'ya yakın bir yayla adı olarak geçen bu yer adının
günümüzde Alay (Oş bölgesinin güneyinde) olduğu tahmin edilmektedir179.

Ala Tau: Altaylar180. Batı Sibirya’da bulunan dağlık bir bölgedir.

Ala Şan Dağı: Kansu’da bulunan bu dağ kadim kuzeyli göçebelerin


efsanelerinde bulunmaktadır. Ala Şan adı Türkçe kelime olan alanın alacalı
anlamında kullanılarak “dağın ağaçlı olma” özelliğini belirtirken; burada yetişen
atların donunu da göstermektedir181.

Ala Yıgaç: Doğu Türkistan’daki Uç Turfan şehri olmalıdır182.

II.3.3. Kara

Kara Buluk [Kara Bulak ?]: Eski Türk Yazıtları’nda geçen bu yerin Abakan’ın
kuzeyinde olduğu tahmin edilmektedir183.

Karaçık Dağı: İsficab’ın kuzeyinden başlayarak Sir Derya’ya paralel olarak


uzanan dağ silsilesi184.

175
Şahin, a.g.e., s.296.
176
Radlov, Sibirya’dan, C.I, s.12.
177
Kaşgarlı Mahmut, Divanü Lügat-it Türk, Cilt IV, Çev. B. Atalay, TDK Yay., Ankara,
20065,s.716.
178
DLT., C.IV, s.843.
179
Şahin, a.g.e., s.175.
180
Radlov, Sibirya’dan, C.I, s.12.
181
Emel Esin, Orta Asya’dan Osmanlı’ya, s.19.
182
Şahin, a.g.e., s.296.
183
A.g.e., s.260.
184
Ebulgazi Bahadır Han, Şecere-i Terakime, Haz. Zuhal Kargı Ölmez, Ankara, 1996, s.154.

50
Kara Köl: Tuva’da bulunan ‘Kara-Höl’dür185. Eski Türk Yazıtları’nda “kara
költe sünüşdümiz yani kara gölde savaştık” şeklinde görülmektedir186.

Kara Kum: Yin Şan Dağlarının hemen kuzeyinde, Sarı Nehir’in kıvrımları
arasında bulunan Çin kaynaklarında Hei-sha-ch’eng biçiminde geçen yerle
birleştirilmektedir187.

Kara Seŋir: Bugünkü Kırgızistan sınırları içerisinde olduğu kabul


edilmektedir188.

Kara Sub: Kuzeybatı Moğolistan’da bir ırmak veya göldür189.

Kara Yalga: Karadarya Nehrinin yukarı kısımlarında, Çin (Doğu Türkistan)


sınırında bir yerlerde olduğu anlaşılmaktadır190.

Kara Yıgaç: Kuça’nın kuzeyinde bulunan Büyük Yulduz Vadisi civarıdır191.


DLT’de Ograk boyunun yaşadığı yer olarak gösterilmektedir192.

Kara Yotulkan: Eski Türk Yazıtları’nda geçen bu yerin neresi olduğu


bilinmemektedir193.

Karaçuk: Oğuzlar’a âit bir şehir olup Farab Şehrinin diğer adıdır. Karaçuk
adının Farab Şehrinin Türkçe adı olduğu anlaşılmaktadır. Karaçuk’un kökenleri ile
ilgili çeşitli görüşler bulunmaktadır. Bunlardan bir kısmı Karaçuk’un çukur yer
olduğunu savunurken; bir kısmı da –cuk ekinin küçültme eki olduğu ve kelimenin
karaca mânâsına geldiğini savunmaktadır. İslâm coğrafyacıları ise kelimenin siyah
kuh’tan gelmiş olabileceğini ileri sürmektedirler. Karaçuk şehri dışında Kâşgarlı’nın
çizmiş olduğu haritada Aral’ın kuzeydoğusuna düşecek şekilde, ‘Karaçuk Dağı’
gösterilmektedir. Araştırmacılardan pek çoğu bu dağın günümüzde Güney
Kazakistan’da bulunan ve ‘Kara Tau’ adıyla bilinen dağ olduğunu kabul
185
Şahin, a.g.e., s.234.
186
Köl Tigin, Kuzey/2.
187
Şahin, a.g.e., s.226.
188
A.g.e., s.194.
189
A.y
190
Şahin, a.g.e., s.209.
191
A.g.e., s.41.
192
DLT, C.I, s.119.
193
Şahin, a.g.e., s.300.

51
etmektedirler194.

Karagan Kısıl: Eski Türk Yazıtları’nda geçen bu yerin nerede olduğu


bilinmemektedir195.

Kara Kaş Ögüz: Hoten şehrinde bulunan bir ırmak196.

Kara Kayas: Divanü Lûgat-it-Türk’de geçen bu yer Tohsı ve Çiğiller’in


ülkesinde bulunan bir şehir adıdır197. ‘Kayas’ sözünün kökeninin açık olmaması
buradaki ‘kara’ kelimesininin tam olarak neyi ifade ettiğinin anlaşılamamasına sebep
olmaktadır198.

II.3.4. Kızıl

Kızıl: Kaşgar’da bir deredir199.

Kızıl Öz: Kaşgar Dağlarında bir kışlak200.

II.3.5. Gök

Köğmen: Gerek Gök-Türk gerekse Uygur Yazıtları’nda Kırgız Kağanı’nın


yaşadığı dağlar olarak geçen bu yer Sayan Dağlarıdır201.

Köğmen Yer Sub: Köğmen diyarıdır202.

Köğmen Yış: Kögmen Ormanı203.

Kök Öŋ: Hangay Dağları civarında bir nehir olduğu veya Ongin Nehri

194
A.g.e., s.102-103.
195
A.g.e., s.210.
196
DLT, C.III, s.152.
197
DLT., C.III, s.152.
198
Şahin, a.g.e., s.112.
199
DLT., C.IV, s.845.
200
A.y
201
Şahin, a.g.e., s.196.
202
A.g.e., s.43.
203
A.g.e., s.217.

52
olabileceği üzerinde durulmaktadır204.

Kügür [Küger, Kögür]: Muhtemelen Moğolistan’daki Kügür Naġur’dur.


Bazen, ‘Kögär’ biçiminde okunduğunda kelimenin “mavileşen, yeşeren” anlamına
geldiğinden hareketle Huang-he Vadisini çevreleyen sıra dağların doğu bölgesinde
bulunduğu belirtilmektedir. Yine Çincesi Ta-ch’ing-shan (Mavi Dağ) Dağının da
aynı renkle (“mavi, yeşil”) adlandırılmasından yola çıkıldığında 41-42 enlemler ve
109-111 boylamlar arasında bulunan Ta-ch’ing-shan’ın güneyinde tabiî yeşil bitki
örtüsü bulunduğu görülmektedir. Günümüzde tarıma ayrılan bu alanın Köger yani
“yeşeren” olduğu söylenmektedir205.

II.3.6. Sarı

Altın bütün Türk halkları tarafından sarı renkli olarak kabul edilmektedir. Bu
konuya renklerin etimolojisinde değindiğimizden burada yer adlarında Türkler için
önemi büyük olan yerlerin efsanelerde ve tarihî belgelerde altın ön adıyla
adlandırılmalarına misâller verilecektir.

Altın Emel Dağı: Batı Sibirya’da Altay Dağları’nın batı uzantılarındandır206.


Bu dağ silsilesinde Altın Emel Geçidi207 bulunmaktadır.

Altun kan: Uygur iline yakın bir dağın adı208.

Altun tag: Nerede olduğu bilinmeyen efsanevi bir dağdır209. Burasının Altay
olduğu düşünülmektedir. Anne Marie von Gabain, burasının VI. yüzyılın ortasında
Ötüken merkezli kendi devletlerini kurana kadar Türkler’in bilinen en eski yerleşim
yeri olduğu kanaatini taşımaktadır210. Radlov ise bazen Ala-Tau (Ala Dağ), bazen de
Altın-Tau (Altın dağ=Kin-şan) şeklinde açıklanan Altay sözünün Al-Tayga sözünden

204
A.g.e., s.271.
205
A.g.e., s.220.
206
Radlov, Sibirya’dan, C.IV, s.10.
207
A.g.e., s.101.
208
DLT, C.IV, s.830.
209
Şahin, a.g.e., s.183.
210
Anne Marie von Gabain, “Renklerin Sembolik Anlamları”, Türkoloji Makaleleri, Der. Yusuf
Gedikli, Bilge Oğuz Yay., İstanbul 2009, s.153.

53
meydana geldiğini ve “yüksek taşlı dağ” mânâsını ifade ettiğini belirtmektedir211.

Altun Yış: Orhun Yazıtları’nda geçmektedir. Altay Dağlarıdır212.

Sarıgşın: Hazarların Ak Şehri213.

II.3.7. Yeşil

Yaşıl Ögüz: Sarı Irmak.

II.4.BİTKİ VE HAYVAN ADLARINDA RENKLER

Kara ağaç214, kara çam215, kızıl ağaç216, kara darı217, kara biber218, kara
diken219, kara erik220, kara kök221, kara söğüt222, kara çilek223, kara dut224, kara
torbas225, kara jodo226, kara barık227, kara yemiş228, kara buğday229, kara kum
ağacı230, ak bardak (kar çiçeği)231, ak söğüt232, ak konak233, ak kayın234, ak söğüt235,
ak terek236, sarı erik, sarı papa, sarı salkım, sarı zambak, sarı mantar, sarı papatya237
misâllerinde olduğu gibi bitkilerde de sıfat olarak renkleri adlandırmalarında
211
Radlov, Sibirya’dan, C.I, s.67-68.
212
Şahin, a.g.e., s.214-215.
213
Omelyan Pritsak, “Orientierung und Farbsymbolik”, Saeculum, C. V, S. 4, Hamburg, 1954, s.378.
214
Radlov, Versuch Eines Wörterbuches der Türk-Dialecte, II/1, s.136.
215
A.y
216
A.y
217
A.y
218
A.y
219
A.y
220
A.y
221
A.y
222
A.y
223
A.y
224
A.y
225
A.y
226
A.y
227
A.y
228
A.y
229
A.y
230
A.y
231
Cirtautas, a.g.e., s.47.
232
A.y
233
A.y
234
A.y
235
A.y
236
A.y
237
Cirtautas, a.g.e., s.68.

54
kullanmışlardır.

Bunun yanısıra hayvan adlarında da renklerin sıklıkla kullanıldığını


görmekteyiz. Özellikle at donlarını ifade etmek için türlü renkler tesmiye edilmiştir.
Atlar sadece fizikî olarak sâhip oldukları düz renklere göre değil; ayrıca vücutlarının
muhtelif yerlerinde bulunan benek vb. renklere göre de adlandırılmışlardır. At
donlarına tezimizin diğer bölümününde geniş olarak yer verdiğimiz için bu bölümde
kısaca değineceğiz.

Hayvan tanımlamalarında da renklerin kullanıldığını daha önce belirtmiştik.


Hayvan adlarında renk kullanımlarına misâller verecek olursak: Ak ceylan, ak kik, ak
sunkar, ak çumkar, ak tüö, ak kuş, ak balıkçıl, ak çapak238, kara kuş, kara balık, kara
kuyruk, kara tilki, kara konuz, karaca239, sarı asma kuşu, sarı bülbül, sarı doğan,
sarıca240.

Hayvan renklerinden özellikle Türkler için son derece önemli olan ve


destanlarda Türklerin bir kurtarıcısı olarak karşımıza çıkan kurdun rengi meselesi de
önemlidir. Kurt kimi zaman Göktanrı inancının bir yansıması olarak Oğuz Kağan
destanında Tanrı’nın gönderdiği mukaddes bir hayvan olarak gök rengi ile karşımıza
çıkarken; kimi zaman da bozkurt olarak tarihimizde yerini almaktadır. Kurdun rengi
konusunda özellikle tarihçilerimiz arasında görüş ayrılıkları bulunmakta, kurdun
rengi boz mu yoksa gök mü sorusuna tam olarak cevap verilememektedir. Oğuzlar
hariç diğer Türk milletlerinin hepsi kurda Moğolca Böri demektedirler241. Kırgız
destanlarında gök yeleli kurt (kök-cal) deyimi kullanılırken; son zamanlarda bu kır
yeleli olarak yorumlanmaktadır242. Başkurt Türkleri’nin geleneklerinde de kurt gök
renkli (yılkı yallı kök börü) olarak görülmektedir243. Tuva Türkleri şaman dualarında
kök pörü veya kuu pörü olarak kurt tanıtmasında bulunmaktadırlar244. P. Pelliot

238
Cirtautas, a.g.e., s.48.
239
Cirtautas, a.g.e., s.36.
240
Cirtautas, a.g.e., s.68.
241
Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi II, TTK, Ankara 20104, s.117.
242
Ögel, a.g.e., s.120.
243
A.y
244
A.y

55
kurdun bu rengini Türkçe kuba yani doru renk olarak yorumlamıştır245.

Türk destanlarında da kurdun rengi al kurt, kara-kızıl kurt ve gök kurt olarak
karşımıza çıkmaktadır. Gök kurt Tanrının bir habercisi olarak görülürken, al kurtlar
insana yalnızca felaket getirmişlerdir246.

245
P. Pelliot, Histoire des campagnes de Genghis Khan, s.304’dan aktaran Bahaeddin Ögel, Türk
Mitolojisi II, s.120 dpt. 40.
246
Ögel, Türk Kültür Tarihine Giriş, C.6, s.406.

56
III. BÖLÜM

SOSYAL HAYATTA RENKLER

III.1. DESTÂNLARDA RENKLER

Destan kelimesi dilimize, Farsça’dan “dâstân” kelimesinden ses değişikliğine


uğrayarak geçmiştir. Kelimenin ne zaman kullanılmaya başlandığı tam olarak
bilinmese de İslâmiyet’in kabulünden sonra kullanılmaya başlandığı
247
düşünülmektedir . Dâstân, Ferit Develioğlu’nun Osmanlıca Sözlük’ünde “destan,
epope, hikâye, masal, şöhret, ün” olarak geçmektedir248.
Destanlar doğrudan doğruya tarihî belgeler değildirler. Destanlarda geçen
olayların doğruluk payı tartışmalı olsa da destanların tarihle ilişkili tarafları
bulunmaktadır. Fuad Köprülü, destanların milletin manevîyatından, ruhundan tarihî
ve estetik varlığından kendi kendine doğmuş ortak verimler olduğunu
249
söylemektedir . Zeki Velidi Togan destanların tarihî olayları tasvirden çok, milletin
yüksek millî duygularını aksettiren halk edebiyatı eserleri olduğunu, tamamıyla veya
az çok tarihe dayanan bir ideal âlemi yansıttıklarını ifade etmektedir250. İbrahim
Kafesoğlu ise destan ve efsanelerin Eski Türkler’de canlı bir halk edebiyatının
varlığını ortaya koydukları251 düşüncesindedir.
Büyük âlimlerimizin de belirttikleri gibi destanlar milletleri ile
bütünleşmişlerdir ki bu yüzden de destanları milletlerinin tarihinden ayrı düşünmek
büyük yanlışlık olur. Bu sebep bizi araştırmamızı yaparken belli başlı destanları da
inceleyerek renklerin destanlarda nasıl yansıdığını incelememiz gerektiği fikrine
götürmüştür. İncelediğimiz destanlar arasında; Oğuz Kağan Destanı, Çora Batır
Destanı, Manas Destanı ve Dede Korkut Hikâyeleri bulunmaktadır.

247
Naciye Yıldız, Manas Destanı (W.Radlov) ve Kırgız Kültürü ile İlgili Tespit ve Tahliller,
Ankara, 1995, s.3
248
Ferit Develioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lugât, (ilaveli 2.baskı) Ankara, 1970, s.201.
249
Fuad Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi, TTK, Ankara,1966, 3.baskı, s.41.
250
Zeki Velidi Togan, “Türk Destanlarının Tasnifi I”, Atsız Mecmua, S.I, İstanbul, 1931, s.4.
251
İbrahim Kafesoğlu, Türk Millî Kültürü, Ötüken Yay., İstanbul, 200526, s.334.

57
Bu destanlarda gördük ki renk adları destanların âit oldukları toplulukların tüm
hayatlarına sirayet etmiş, yaşantılarında büyük anlamlar kazanmış ve renklerin
sadece verdikleri renk tasvirlerinin dışında bir mânâ ile günümüze kadar gelmiş pek
çok kişi, yer, hayvan, âile, boy, devlet, gelenek ve göreneklerinde vücud bulmuştur.
İslam öncesi Türk destanlarından yaradılış destanında, yaratıcı unsurun renk adı
almış olması dikkat çekicidir. Destanda, daha önce hiçbir şey yok iken sadece Tanrı
Kara Han ve su olduğu belirtilmekte; sudan çıkan Ak Ana, Kara Han’a yarat
buyruğunu vermektedir252. Kara Han, İslâmiyet sonrası destanlarından Manas ve
Oğuz Kağan Destanlarında da karşımıza çıkmaktadır. Oğuz kağanın babası Kara
Han’dır253. Manas Destanında da iki Kara Han bulunmaktadır. Bunlardan ilki
Manas’ın ikinci göbekten atasıdır ve müslümandır. İkincisi ise Alman Bet’in
babasıdır ve Hıristiyandır254.
Manas Destanı’nda geçen kişileri incelediğimizde kişi adlarında renk
tanımlamalarının olduğunu görmekteyiz. Destandaki erkek adları incelendiğinde, Ak
Bala-Ak Bolto isimlerine rastlanmaktadır. Bu ad Çoroların255 takdiminde
kullanılmaktadır256.
“Ak Bala’nın oğlu Bolot’um”257
“Ak Bolto oğlu Bolot’um”258
Ak bala “beyaz yavru” , Ak Bolto ise “beyaz kılıç” anlamına gelmektedir259.
Yine destanda, Ak Baltar260, Ak Kıyas261, Ak Padişa262, Albay263, Kara
Badişa264, Kara Bay265, Kara Bayır266, Kara Bii267, Karaca268, Kara Dalıcı269, Kara

252
Nihal Atsız, Türk Edebiyatı Tarihi, Işık Basımevi, İstanbul 1943, s.12.
253
Zeki Velidi Togan, Oğuz Destanı, Ahmet Sait Matbaası, İstanbul 1972, s.17.
254
Yıldız, a.g.e., s.119.
255
“Çora: (Prens soyundan) Oğlan, delikanlı; (bahadıran) muharibi”; Yudahin, Kırgız Sözlüğü, C.I,
s.281.
256
Yıldız, a.g.e., s.87.
257
A.y
258
A.y
259
A.y
260
A.y
261
A.y
262
A.y
263
A.g.e., s.91.
264
A.g.e., s.117.
265
A.y
266
A.y
267
A.y
268
A.g.e., s.118

58
Döng270, Kara Han271, Kara Toko272, Kara Tölök273, Kök Börü274, Kökçö275 Kök
Kıyas276, Kök Koyon277, Kök Sırgak278, Nes Kara279, Sarı Tas280 gibi erkek adlarına
rastlanmaktadır. Bu ad sâhiplerinden bazıları destanda detaylı olarak anlatılmayan
kişilerden olurken; bazıları da ayrıntılı olarak tasvir edilmişlerdir. Destanda Ak
Padişa (Ak Padişa denileni, Huda yüce yaratmış, Huda Ak Padişa’yı kuvvetli
kılmış281) olarak bahsedilen kişi Rus Çarı’dır ve destanın başkahramanlarından
Manas’la da dostluk ilişkileri içerisindedir. Yine destanda sadece adı geçen
çoralardan Albay (Çalbay oğlu Albay’ım282) Al+bay isimlerinden oluşmuştur ve
“kuvvetli bey” mânâsına gelmektedir283. Kara Badişa ise (Cooruncu Kara Badişam,
çoram284) Manas’ın kırk çoralarından birisidir. Kara Badişa, Cooruncu, yani kürek
kemiği falına bakan kişidir285. Yine destanda fal işleriyle uğraşan kişilere kara
sıfatının verildiğini görmekteyiz. Bunlar Kara Dalıcı (“Sooruncu, Kara Dalıcı, O
çoran dahi var”286), Kara Tölök (“Falcı Kara Tölök’üm”287) gibi falcılık
mesleklerinin nasıl icra edildiğinin anlatılmadığı sadece bu işle uğraştıkları belirtilen
kişilerdir. Kara sıfatının destanda, bir değil birden çok falcıda kullanılması bu sıfatın
eski Türk topluluklarında falcılık yani geleceği okuma, şifa dağıtıcılık ve büyücülük
yapan kişilere has bir unvân olarak kullanıldığını düşünmemize yol açmaktadır. Kök
Börü ise destanda Ecemden doğan yeğenim, Kök Börü sultanım288 şeklinde
geçmektedir. Kahramanın isminin Gök Börü olarak geçmesi destandaki “Bozkurt”

269
A.y
270
A.g.e, s.119.
271
A.y
272
A.g.e, s.120.
273
A.y
274
A.g.e, s.129.
275
A.y
276
A.g.e, s.131.
277
A.y
278
A.g.e, s.133.
279
A.g.e, s.148.
280
A.g.e, s.150.
281
Yıldız, a.g.e, s.88.
282
A.g.e, s.91
283
A.y
284
A.g.e, s.117.
285
A.y
286
A.g.e, s.118.
287
A.g.e, s.120.
288
A.g.e, s.129.

59
motifinin bir izidir289. “Dağ gibi olmuş Kökçö Han”290 mısralarında geçen Kökçö
yani Gökçe adı Türklerde kutsal bir renk olan gök:mavi rengin etkisini
göstermektedir291. Maksadımız destanları tahlil olmadığı için bu adlar ve özellikleri
hakkında çok fazla durmayacağız. Destanda geçen renkleri incelemeye devam
ettiğimizde renk sıfatların sadece erkek adlarında kullanılmadığını, kadın adlarında
da kullanıldığını görmekteyiz. Bunlar, Ak Erkeç292, Ak Kanış293, Ak Saykal294, Altın
Ay295, Kara Börük296, Kara Çaş297 isimli kadınlardır. Görüldüğü üzere destanda var
olan kahramanların adlarında kadın veya erkek olsun kara, ak, al, gök ve sarı renk
sıfatları kullanılmaktadır. Bu renk sıfatlar kişilerin fizikî ya da ruhanî özelliklerinden
ötürü verilebilmektedir. Fizikî özelliklerinden dolayı beyaz tenli Rus Çarına ak sıfatı
verilirken; yaptığı meslek ve ruhanî özellikler taşıyan Cooronculara kara sıfatı
atfedilmektedir.
Dede Korkut Hikâyeleri de incelediğimiz kaynaklar arasındadır. Dede Korkut
Hikâyeleri tam bir destân karakterinde olan, bir tarihî vakaya dayanan ve destan
tarzında teşekkül etmiş bulunan kahramanlık menkîbeleridir298. Birbirinden ayrı bir o
kadar da birbirine bağlı olan on iki Dede Korkut Hikâyesi’nde de Manas
Destanı’ndaki gibi renk önad alan kahramanlarımız bulunmaktadır. Bu
kahramanlarımız: Kara göne299, Kara Budak300, Karaçuk Çoban301, Ağ Melik
Çeşme302, Kara Tüken Melik303, Kara Tekür304, Kara Arslan Melik305’tir.
Çora Batır Destanı’nda renk önad alan iki kişi bulunmaktadır. İlki Köküşlü Kök
Dama306 diğeri ise Çiğali Hanın kızı Sarı Hanım’dır307.

289
A.y
290
A.y
291
A.g.e, s.130.
292
A.g.e, s.165.
293
A.g.e, s.169.
294
A.y
295
A.y
296
A.g.e, s.184.
297
Yıldız, a.g.e, s.185.
298
Dede Korkut Kitabı, s.30.
299
A.g.e, s.112.
300
A.g.e., s.96.
301
A.g.e., s.97.
302
A.g.e.,s.113.
303
A.g.e.,s.114.
304
A.g.e., s.152
305
A.y
306
Hasan Ortekin, Çora Batır Destanı, Bürhaneddin Basımevi, İstanbul, 1939, s.10.

60
Renkler bir Türk boyuna, kadın veya erkek kişiye, geleneksel bir inanışa,
hayvana, eşyaya ad olarak verildiği gibi mekânlara veya yerleşim alanlarına da
verilmiştir. Manas Destanı’nda da yer adlarında renk sıfatları kullanılmıştır. Türk
tarihinde önemli yeri olan bu yerlerin var olup olmadıkları veya nerede oldukları
tespit edilebildiği gibi adına herhangi bir yerde rastlanılmayan yerler de
bulunmaktadır. Destanda geçen renk önadlı yerler şunlardır: Ak Ermen, Ak Bulun,
Aksu, Ala Tağ, Ala Köl, Altın Emel, Bos Adır, Bos Tepe, Kara Atar, Kara Balta,
Kara Buura, Kara Dağ, Karaköl-Karakol, Kara Taş, Karkara, Kır Keçüü, Kızıl Car,
Kızıl Su, Kızıl Tokoy, Kök Doskok, Sarı Bulak, Sarı Kaykan, Sarı Özön Çüy.
Dede Korkut Hikâyelerini incelediğimizde Oğuz boyunun yaşadığı yerlerinde
renk sıfatlara sâhip yerler olduğunu görmekteyiz. Misâl olarak hikâyelerde Türk
tarihinde önem arz eden yerlerden Ala Dağ308, Gökçe Dağ309, Gökçe Deniz310, Kara
Tağ311, Kara Dervend312 vb. yerler dikkatimizi çekmektedir.
Türk inanışlarında kurban kesme merasimleri ayrı bir öneme sâhiptir. Kurban
kesme merasimlerini, yapılma sebepleri ile birlikte destanlarda sıklıkla görmekteyiz.
İncelediğimiz destanlar içinde çeşitli sebeplerle kurban kesme merasimleri yapılmış
ve bu merasimlerin içeriğine göre de farklı renklerde hayvanlar kurban olarak
sunulmuştur. Kurban edilen hayvanlar çeşitlidir fakat Türk hayatında en önemli yeri
olan at, sâhip olduğu bu önem ve değer ile diğer hayvanlardan ayrılarak, Tanrı’ya
sunulacak en değerli canlı varlık olmuştur. Bu sebeple kurban merasimlerinde
sunulan hayvanların değerli kısraklar olduğunu görmekteyiz. Tezimizin at donları ve
kurban merasimleri bölümünde bu konuya daha geniş olarak değineceğimiz için kısa
da olsa burada şu bilgileri vermek istiyoruz: Eski Türk inanışında gelenekleşmiş ve
İslâmiyetin kabulünün ardından dinî bir vecibe olarak yaşatılmaya devam edilen
kurban sunumu Tanrıya olan şükrün bir ifadesidir. Tanrı’ya şükür için en değerli
hayvanlar sunulur fakat kan akıtılmazdı. Eski Türkler’de ad koyma merasimlerinde,
yoğ törenlerinde, düğünlerde, adak adanmasında, yılın muayyen zamanlarında
kurban kesildiğini görmekteyiz.
307
A.g.e., s.21.
308
Dede Korkut Kitabı, s.84.
309
A.g.e., s.156.
310
A.g.e., s.255.
311
A.g.e., s.73.
312
A.g.e., s.118.

61
Destanda, ad koyma merasimlerinde ak boz kısrak kurban edilirken yas
merasiminde atla birlikte farklı hayvanların da kesildiğini görmekteyiz. Babası ölen
destan kahramanlarından biri (Bok Murun) babası için ölü aşı sunmuş ve bu yoğ
merasimi için sarı renkli hayvanlar kurban edilmiştir.

Kök dönönün başı idi.
Kökötöy hanın aşı idi.
Önde gelen atın ödülü.
Sayısız sarıca deve keseyim.
Sayısız sarı ala bee keseyim.
Sayısız sarı başlı koyun keseyim. 313

Türk topluluklarında kız veya erkek ayrımı yapılmamaktadır. Kız çocuğuna
sâhip olmak diğer topluluklarda olduğu gibi zillet sayılmamıştır314. Destanda Bay
Biçen kız çocuğunun olması için beyleri duâya davet etmişti315. Destanlarda anaya
karşı saygı her vesile ile belirtiliyor ve “Ana hakkı, Tanrı hakkıdır” deniliyordu316.
Bu sebeple Dede Korkut Hikâyeleri’nde geçen bu ifadeler yanıltıcı olmamalıdır.
Bayındır Han; “Kimün ki oğlı kızı yok kara otağa kondurun, kara kiçe altına döşen,
kara koyun yahnısından önine getürün, yir ise yisün yimez ise tursun gitsün dimiş idi.
Oğlu olanı ağ otağa kızı olanı kızıl kondurun, oğlu kızı olmayanı Allah Ta’ala
kargayuptur, biz dahı kargaruz bellü bilsün”317 demektedir. Bu sözlerde kız-erkek
ayrımı yapılmasa da ikisini kızıl ve ak renklerle farklı yere koymakta ve ak rengin
erkek çocuğa bir üstünlük kazandırdığı görülmektedir. Çünkü oğul baba ocağını
devam ettirecektir318. Âile içerisinde hür olan kız ise evleneceği kişiyi seçerek baba
ocağından çıkmaktadır. Bayındır Han’ın bu sözleri Türk toplumu içerisinde çocuk
sâhibi olmanın ne kadar önemli olduğunu göstermekte, çocuğu olmayan kişilere

313
Naciye Yıldız, a.g.e., s.325.
314
Abdülkadir Donuk, “Çeşitli Topluluklarda ve Türklerde Âile”, İÜ Tarih Dergisi, S. 33, İstanbul,
1981, s.162 vd.
315
A.y
316
A.y
317
Dede Korkut Kitabı, s.78.
318
Abdülkadir Donuk, a.g.e., s.250.

62
kara319 otağ, kara kiçe ve kara koyun yahnısı layık görülerek onlara sıradan insan
muamelesi yapılması istenmektedir.
Türk kültüründe diğer bir önemli bahis ise ad koymadır. Eski Türkler’de ad’ın
kutsal olduğuna inanma ve yeni doğan bir çocuğa ad koyma merasimi yapma
geleneği bulunmaktaydı. Manas Destanı’nda yeni doğan çocuğa ad veren kişinin ak
sakallı biri olduğunu görmekteyiz. Dede Korkut Hikâyeleri’nde ise bu işi bizzat
hikâyeleri ağzından dinlediğimiz Dede Korkut yapmakta ve gösterdikleri
kahramanlıklara göre çocuklara ad vermektedir. Bu gelenek günümüzde hâlâ canlı
bir şekilde yerini korumaktadır. Meselâ, çocuğa ad koyma merasiminde bebek beyaz
bir keçeye sarılarak keçe ile birlikte kapı eşiğinden üç, yedi veya dokuz defa
geçirilmektedir. Bu bebeğe hayatı boyunca ak (temiz) ve uzun ömürlü olmasının
dilendiği anlamını taşımaktadır320. Manas Destanı’nda yeni doğan bir bebeğe ad
koyma görevinin genellikle ak sakallı, ak boz atlı bir kişi tarafından yapıldığı ve
düzenlenen toyda ak boz kurbanlar sunulduğu dikkati çekmektedir. Aşağıdaki
misâlde destanda ak sakallı kişinin ad koymasını görmekteyiz:
“Ak boz atlı var olmuş,
Asa dayak elinde,
Ak sakallı bir kişi,
Kara hanın önüne
Yakınlaşıp gelip durdu,
Ak sakallı dedi ki;
‘Bu balanın adını
Toplanan yurdu bilmezse
Ben adını koyuvereyim!
Sal balanı koluma!
…………
Manas’tan kalan hediye, bem,
Kara kanlı gök bitli,

319
Kara anlamı için bkz. Lyevitskaya-Dıbo-Passadin, Etimologiçeskiy Slovar Tyurkskih Yazıkov
(Obşçetyurkskiye i Mejtyurkskiye Leksiçeskiye Osnovı na Bukvı “K”, “Қ”), s.286-287.
320
Varis Abdurrahman, “Türklerin Ad Koyma Gelenekleri Üzerine Bir İnceleme”, Milli Folklor,
2004, No: 61, s.125.

63
Han semetey bu olsun!’321”
Adakların da Türk manevî hayatında önemli yere sâhip olduğu bilinmektedir.
Kırgızlar’a âit Manas Destanı’nı incelediğimizde beklenen bir durumun
gerçekleşmesini isteyen destan kahramanının bunun için “kara tonlu dervişlere nezir
verdim” tâbirini söylediğini görmekteyiz. Aynı tâbire Oğuzların yaşayışına ve
manevîyatına ışık tutan kaynaklarımızdan Dede Korkut Hikâyeleri’nde de
rastlamaktayız322.

Kuru kuru çaylara su saldım
Kara tonlu dervişlere nezirler virdüm
Aç görsem toyurdum, yalınçak görsem tonatdum
Depe gibi et yığdum, göl gibi kımız sağurdum

Aslan ile kaplana bir oğul yidürdün ise digil mânâ
Kara tonlu azgun dinlü kâfirlere bir oğul aldurdun ise digil mânâ

Burada Dirse Han oğlu Buğaç Han boyundan aldığımız şoylamada323 oğluna
kavuşmak isteyen bir annenin neler yaptığı hikâye edilmiştir. Buna göre Dirse
Han’ın annesinin kara tonlu dervişlere adaklar adadığı görülmektedir. Aynı
şoylamanın ilerleyen mısralarında kara tonlu tabiri Müslüman olmayan kâfirler için
de kullanılmıştır. Kara ton ve Kara tonlu tabirlerinin Ermeni ve Hıristiyan din
adamlarını tasvir etmek için kullanıldığı; onlara aynı zamanda Kara baş veya Kara
şapkalı tekür denildiği de bilinmektedir324.
At, Türkler için çok önemlidir ve bozkır kültürünün temelinde de at
yatmaktadır. Manas Destanı’nda da At motifi ön plana çıkmaktadır. Atın donları ve
renkleri, kurban olarak sunulması ve kahramanlık gösterilerinin ayrılmaz bir parçası
olması onu destan boyunca karşımıza çıkarmaktadır. Meselâ destanın başkahramanı
Manas, Ak Kula’ya binmektedir.

321
Yıldız, a.g.e, s.247.
322
Dede Korkut Kitabı, s.87.
323
Şoylama: Destan manzûmesi, manzum parça, deyiş, makamla söylenen manzume, Ergin, Dede
Korkut Kitabı 2, s.270.
324
Cirtautas, a.g.e., s.20.

64
“Ak kanggı eyer sırdıgaç,
Ak Kula’ya eyerletip
Alaca köpçük koydurup
Altın bıştan çektirip
Manas Ak Kula’ya bindikten sonra…”325.
Dede Korkut Hikâyeleri’nde de atların don renkleri ile ifade edildiklerine
rastlamaktayız. Dirse Han’ın oğlunun yaralı bir şekilde yıkıldığı yerde yatması şu
şekilde tasvir edilmektedir: Boz atlı Hızır gelir ve yaralarını hazırladığı ana sütü ve
bir dağ çiçeği merhemi ile iyi eder326.
Destanlardaki renk ifadelerinin kullanımı daha da genişletilebilir. Türk
kültüründe maddî-mânevî önem arz eden renkler ve kullanım alanlarına dâir Dede
Korkut Oğuznamesi’ndeki şu misâl kullanım alanının ne kadar geniş olduğunu ispata
yetecektir.
“Gelimli gidimli dünya gidimli dünya, son uçı ölümlü dünya. Kara ölüm
geldüginde kiçit virsün. Sağlığ ile sağınçın devletün hak artursun. Ol ögdüğüm yüce
tanrı dost olubanı meded irsün. Yirlü kara tağlarun yıkılmasun. Kölgelüçe kaba
ağacun kesilmesün, kamın akan görklü suyun kurımasun, kanatlarun uçları
kırılmasun, çapar iken ağ-boz atun büdrimesün, çalışanda kara polat öz kılıcun
gedilmesün, dürtişür iken ala gönderün ufanmasun, ağ pürçeklü anan yiri behişt
olsun, ağ sakallu baban yiri uçmağ olsun, hak yanduran çırağun yana tursun, kadir
tanrı seni namerde muhtaç eylemesün hanum hey”327. Dede Korkut’un ettiği bu
dûada da görüldüğü üzere, ölüm, dağ, kılıç kara renk ile; yaşlandığı ve çocukları
üzerindeki emeklerine istinaden yorgun ana-baba ak renk ile; Türklerin en değerli
varlıklarından olan at ise ak boz renk ile nitelendirilmektedir. Kaçışı olmayan
ölümün kötülüğünü, heybetli dağların büyüklüğünü, demiri işlemekte usta olan
Türklerin demirin rengini kara olarak görmeleri dikkate şayandır.

325
Yıldız, a.g.e., s.359.
326
Dede Korkut Kitabı, s.88.
327
Dede Korkut Kitabı, s.94-95.

65
III.2. BAYRAKLARDA RENKLER

Bayrak, Türk tarih araştırmalarında başvurduğumuz en önemli işaret ve


belgelerdendir. Bu konudaki araştırmalarımıza en önemli ışığı saygıdeğer âlimimiz
Fuat Köprülü tutmaktadır. Çok mühim olan İslâm Ansiklopedisi’ndeki “Bayrak”
maddesi onun tarafından kaleme alınmıştır.
Bayrak, Divan-ı Lügat-it Türk’te batrak328 şeklinde yazılmıştır ve bu kelime
“savaşlarda kullanılan ve ucuna bir ipek parçası takılan mızrak” şeklinde
anlamlandırılmaktadır ki buradan kişisel mücadeleler sonucu ünü artmış veya
etraftaki kişilerce itibarı artmış kahramanlara has bir işaret olduğu sonucu ortaya
çıkmaktadır. Yine DLT’de aynı anlama gelen bir de tonğuk329 kelimesi
bulunmaktadır. Kaşgarlı Mahmud’un aynı eserinin bir başka kısmında ise
sözcüğümüz bayrak330 şeklinde geçmekte ve Oğuzlar arasında bu şekilde telaffûz
edildiği kaydedilmektedir. Eski Uygur metinleri incelendiği zaman ise bayrak
mânâsına gelen badruk331 kelimesi ile karşılaşmaktayız. Batrak, badruk ve İslâm
sonrası dönemde kullanılan bayrak sözcüklerinin aynı kelimenin değişik söyleniş
hallerinden başka bir şey olmadığı apaçık bir gerçektir. Yine İslâm sonrası dönemde
bayrak sözcüğünün yanı sıra “liva ve âlem” gibi sözcükler de kullanılmaya
başlanmıştır.
Bad- kökünden gelen ve d>y değişmesi sonucu bayrak halini alan kelimenin
semantik açıdan da sancak sözcüğü ile olan benzerliği gözden kaçmamaktadır.
Ortaya çıkan iki netice ise şöyledir: Bayrak savaş anında batırılacak veya saplanacak
olan bir silahın (mızrak, süngü) adı veya onu kullanan kişinin mensûbu olduğu
kavmin bir işaretidir. Nitekim Kaşgarlı Mahmud bu işaretin XI. yüzyılda Oğuzlar
arasında al ipek bir kumaştan yapıldığını belirterek, yine aynı kumaştan hakanların

328
Divan’ü Lügât-it Türk, C.I, s.387.
329
DLT, C.IV, s.572
330
DLT, C.III. s.138.
331
Frederik Müller-A. M. Von. Gabain, Çaştani Bey Hikâyesi, Uigurica IV, Çev., S. Himran,
İstanbul, 1945, s.16.

66
atlarına eyer yapıldığını söylemektedir332. Ayrıca bunun yanı sıra Kaşgarlı
Mahmut’un eserinde Oğuzlar’ın bayrakları kızıl olarak ifade edilmektedir333.
Ağdı kızıl bayrak (Müslüman askerlerinin arasında) Kızıl bayrağı
yükseldi.
Toğdı kara toprak Kara toprak toza kesti
Yetsü kelip oğrak Oğrak atlıları bize yetişti
Toksıp anın keçtimiz Hep birlikte üzerimize çullandılar ve biz
(karşılık vermekte) geciktik.
Dede Korkut Hikâyeleri’ni incelediğimizde ‘ala şayvan gökyüzüne aşanmış’
tâbirine rastlamaktayız. Dirse Han Oğlu Boğaç Han hikâyesinde: “Bir gün Kam Gan
oğlı Han Bayındır yirinden turmış idi. Şami günlügi yir yüzine dikdürmiş idi. Ala
şayvanı gök yüzine aşanmış idi”334. Kam Püre’nin Oğlu Bamsı Beyrek Boyunu
anlatan hikâyede ise: “ Kam Gan oğlı Han Bayındır yirinden turmış idi. Kara yirün
üstine ağ ban ivin dikdürmiş idi. Ala şayvan gökyüzine aşanmış idi.”335 Kazan Big
oğlu Uruz Big’ün tutsak olduğu Boyda: “Bir gün Ulaş oğlu Kazan Big yirinden
turmış idi. Kara yirün üzerine otahların tiktürmiş idi. Bin yirde ipek halıçası
döşenmiş idi. Ala şayvan gök yüzüne aşanmış idi”336. Kazılık Koca oğlu Yigenek
Boyunda ise “Kam gan oğlı han bayındır yirinden turmış idi. Kara yirün üzerine ağ
ban ivin dikmiş idi. Ala şayvan gökyüzüne aşanmış idi.”337 ifadeleri yer almaktadır.
Farsça bir kelime olan ‘sayvan’ ‘şayvan’ veya ‘sâye-bân’ tabiri saçak, kırma, pervaz
mânâsına gelmektedir338. Bizce şayvan kelimesi burada sadece güneşten korunmak
için kullanılan bir malzeme olarak görülmemelidir zira hikâyelerde bayrak kelimesi
geçmemekte sadece sancak ve tuğ kelimelerine rastlanmaktadır339. O halde bayrak
yerine başka bir ad kullanılmış olabilir. Zira şayvan kelimesinin anlamını içeren bir

332
DLT, C.I, s.81.
333
DLT, Robert Dankoff-James Kelly, Trc., S. T. Yurteser-S. Erdi, Kabalcı Yay., İstanbul, 2005,
s.574.
334
Dede Korkut Kitabı, s.77
335
A.g.e, s.116.
336
A.g.e, s.154.
337
A.g.e., s.199.
338
Ahmet Vefik Paşa, Lehce-i Osmânî, Haz. Recep Toparlı, Ankara, 2000, s.336.
339
Dede Korkut Kitabı’nda, Pay Püre’nin oğlu için Oğuz beylerine verdiği bir toyda Dede Korkut ad
koyma merasimini gerçekleştirmiş ve Pay Püre’ye hitaben şunları söylemiştir: “Ünüm anla sözüm
dinle Pay Püre Big, Allah Ta’ala sana bir oğul vermiş tuta virsün, Ağ sancak götürende Müslümanlar
arhası olsun...” Dede Korkut Kitabı, s.121. Burada geçen ak sancak Osmanlılar’daki Liva-i Beyza
yani Hz. Peygamber’in bayrağı ile ilişkilendirilmektedir.

67
Türkçe ad varken (Mındatu: İpekten yapılmış gölgelik, cıbınlık, çadır340) şayvanın
kullanılmış olması dikkat çekicidir. O halde şayvan anlamı dışında kullanılmış
olabilir. Yukarıda bahsettiğimiz ifadelerdeki beylerin hükümdarlık sembolleri olarak
otağlarını diktirmelerinin ardından yerlere halılar döşenmekte ve ala şayvan
gökyüzüne dikilmekte, göğe ulaşmaktadır. Bu durum şayvanın bayrak amacıyla
kullanılıp kullanılmadığı sorusunu aklımıza getirmektedir. Bizce bu nesne bir
hükümdarlık sembolü olan bayrak vazifesi görmekte ve rengi de her bir hikâyede ala
olarak geçmektedir ki yukarıda da belirttiğimiz gibi Kaşgarlı Mahmut da eserinde
Oğuzlar’ın bayraklarının ala olduğundan bahsetmektedir341.
Dede Korkut Hikâyelerinin bir başka bölümünde geçen “ak alemlü” ifadesi için
Bahaeddin Ögel bu ifadenin bayrağın rengini belirtmek için değil de bunun bayrağın
ululuk, kutluluk ve yüceliğinin bir ifadesi olduğunu söylemektedir342.
Çinliler’in T’a-man Chu-lo dedikleri yerdeki duvar resimlerinden birinde onbir
tuğ ve hükümdarın al bayrağı ve tuğu temsil edilmiştir ki bunun On-ok boylar
birliğini temsil ettiği düşünülmektedir343. Diğer bir resimde de yine bir atlı kaplan
avlarken eğerinde al bayrağa bağlı bir ak kotuz tuğu dikili bulunmaktadır344.
Türkler’de bayrak sadece bir sırığın ucuna bağlanmış bir bez parçası veya at
kılından ibaret değildir. Bayrağın Türk kültür hayatında derin bir mânâsı ve tesiri
bulunmaktadır. Bayrak müstakillik alâmetlerinden biridir, sadece o milletin var
olduğunu göstermekle kalmaz o millete bir kimlik kazandırır. Zira Türk milleti
bayrağına uğruna ölünecek kadar bağımlıdır ve hiçbir Türk kavmi uğruna inanmadığı
bir şeyin peşinden sürüklenip gidecek karakterde olmamıştır. Bu yüzden bayrakların
Türk milletinin derinliklerinde bir yerinin olduğu kaçınılmaz bir gerçektir. Tekrar
etmek gerekirse bu sadece bir sırığın ucuna bağlanmış bir bezin yere çakılmasından
veya toprağa batırılmasından mürekkep değildir. O bayrağa millî duygular
kazandırıp, milyonları peşinden sürükleyecek ruhu kazandıran bir başka unsur vardır
ki o da bayrakların renkleridir.

340
DLT, Dankoff neşri s.344
341
DLT, C.I, s.81.
342
Bahaeddin Ögel, Türk Kültür Tarihine Giriş, C.6, s.378.
343
Emel Esin, Türklerde Maddî Kültürün Oluşumu, s.186.
344
A.g.e., s.187.

68
Türk kültür tarihi araştırmalarımızda her bir Türk boyu veya devletine has
renklerin bulunduğunu ve bu renklerin derin mânâlar içerdiklerini tespit etmiş
bulunmaktayız. İslâm öncesi döneme âit kaynaklar Hunlar’ın bayrak ve tuğ
kullandıklarını belirtmekte fakat kullandıkları bayrakların renkleri üzerinde
durmamaktadırlar. Çin kaynakları Gök-Türkler’de de bayrak kültünün bulunduğunu,
bu bayrağın üzerinde de altın başlı bir kurt temsil edildiğini belirtmekte fakat Gök-
Türkler’e âit bu bayrağın rengi hakkında malûmat vermemektedirler345. E.
Chavannes da Gök-Türklerin kurt başlı tuğları ve sancakları olduğunu belirtmekte ve
bununla dişi kurttan türeyiş inancının korunduğunu ifade etmektedir346. Şibir Han’ın
başını çektiği ve devamının olduğu isyanlar sonrasında 617’deki beş isyan Çin’in
sallanmasına sebep olmuş ve bu isyanlarda başı çeken yine Şibir Han olmuştur. Ünü
iyice yayılan Şibir Han, kendisinden yardım isteyen diğer isyancılardan General
Liang Shih-tou ve Liu Wu-Chou ile anlaşmaya vararak onlara at ve altın bozkurt
başlı tuğlar göndermiştir347.
Gök-Türklerin kullandığı bozkurt başlı bayrak Türklerin geleneksel rengi olan
gök mavisi renginde, 1990’lı yılların başına kadar Gagavuzlar tarafından siyasî
sembol olarak, kullanılmıştır. Bu bayrak, halen Gagavuz Türklerinin geleneksel
bayrağı ve arması olarak kalmakla birlikte bu bayrak daha sonra yerini 31 Ekim 1995
tarihli, 2-IV/I numaralı bir kanunla bugünkü bayraklarına bırakmıştır348.

345
Radlov, Sibirya’dan C. I, Çev. Ahmet Temir, Milli Eğitim Bakanlığı Yay., İstanbul, 1994, s.124.
346
Chavannes, Çin Kaynaklarına Göre Batı Türkleri, s.282. dpt. 5.
347
Lev Gumilev, Eski Türkler, Çev. D. Ahsen Batur, Selenge Yay., İstanbul, 2004, s.217.
348
Sibel Kılıç, “Sosyo-Kültürel/Sanatsal ve İkonografik Bağlamda Gagavuz Türk Kimliğinin
Göstergeleri”, ZfWT, Vol. 2, No. 1 (2010), s.305.

69
Resim 1: Gagauzların 31 Ekim 1995’e Kadar Kullandıkları Kurt Başlı
Bayrakları.

Çin kaynaklarında Kırgızlar’ın da bayraklarının bulunduğu ve bayraklarının al


(kızıl) olduğu belirtilmekte ve kızıl renk’e önem verdiklerinden bahsedilmektedir349.
Manas Destanı’nda bayrak ve tuğlardan sık sık bahsedilmektedir. Manas Alplerinin
bayraklarının çoğu kızıldır ve Manas bir sefere çıkarken askerlerine şöyle
demektedir:
Ala bayrak kızıl tuu
Tübün cerge sayıñar.
Başın kökkö cayıñar.
(Alaca bayrak kızıl tuğ dibini yere sançınız, başını göklere yayınız
[dalgalandırınız])350.
Çin kaynaklarının aksine Arap seyyahı İbn Fazlan351 Kırgızlar’ın bayraklarının
renginin yeşil olduğundan bahsetmektedir. Nogay destanlarında da bayrak yerine “al
bayrak”, “sarı tuu”, “ala tuu”, “al calav” sözleri geçmektedir352. Kırgızlar’ın bir kolu
olan Hakaslar’ın da bayrakları olduğu353 bilinmekte fakat renkleri hakkında bir
malûmat verilmemektedir.
Yapılan arkeolojik kazılar ve elde edilen buluntular Uygurlar’ın da
bayraklarının bulunduğunu göstermektedir. Bunun dışında diğer Türk zümrelerinde

349
Fuat Köprülü, “Bayrak”, İA, C.II, Eskişehir, 20015, s.404.
350
Abdülkadir İnan, Makaleler ve İncelemeler, C.I, TTK, Ankara, 19983, s.158.
351
Ramazan Şeşen, İbn Fazlan Seyahatnâmesi, s.92.
352
İnan, Makaleler ve İncelemeler, C.I, s.158.
353
Radlov, Sibirya’dan, C.I, s.130.

70
at kuyruğundan yapılmış tuğlar bulunduğunu İbn Fazlan Seyahatnâmesi’nden
öğrenmekteyiz. Bunun yanı sıra Bulgar zümrelerinin (İtil ve Tuna Bulgarları) at
kuyruğundan yapılmış tuğlarının yanı sıra bunların yanında bulunan sikkeler
üzerindeki bayrak resimlerinden her iki Bulgar halkının da kumaş bayraklar
kullandıkları ortaya çıkmıştı354.
Gerdizî, Zeyn’ul Ahbar adlı eserinde, Peçenekler’in ve Hazarlar’ın da
sancakları olduğundan bahsetmekte fakat bu sancakların renkleri konusunda
malûmat vermemektedir355. Bizans İmparatoru Konstantin Porphyrogennetos
tarafından yazılan De Administrando İmperio (yazılış tarihi 948-952)’da
Peçeneklerin 8 boy olduğundan bahsedilmektedir356. De Administrando’da bahsi
geçen sekiz Peçenek uruğu sayıldıktan sonra bu adların aynı zamanda bu urugların
yöneticilerinin adları olduğu belirtilmektedir357. Tüm Peçenek ülkesi (Patzinacia)
aynı sayıda büyük prensleri olan sekiz ile ayrılmıştır. İller şunlardır: İlk ilin adı İrtim,
ikincisinin Tzour, üçüncüsünün Gyla, dördüncüsünün Koulpeï, beşincisinin
Kharaboï, altıncısının Talmat, yedincisinin Khopon, sekizincisinin Tzopon’dur.
Peçeneklerin yurtlarından sürüldüğü zaman prensleri İrtim ilinde Baïtzas, Tzour’da
Kouel, Gyla’da Kourkoutai, Koulpeï’de İpaon, Kharaboï’da Kaïdoum, Talmat ilinde
Kostas, Khopon’da Giazis, Tzopon ilinde Batas idi ve her biri farklı bir rengi ifade
etmekteydi358.
Bu iller ve bunların renkler ile olan ilişkileri ise şu şekildedir. İrtim359, Ertim360
(erdem, başbuğ; bayça sonra yavdı), Tzour361, Çor (başbuğ; kügel sonra küerçi)362,

354
Fuat Köprülü, a.g.e, s.404.
355
V. V. Barthold., “Zeyn’ul Ahbar”, Orta Asya Tarih ve Uygarlık, Der. ve Çev. Ahsen Batur,
Selenge Yay. İstanbul, 2010, s.355.
356
İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, Ötüken Yay. İstanbul, 200324, s.180.
357
Constantine Porphyrogenitus De Administrando Imperio, Greek text edited by Gy Moravcsık,
English translation, R.J.H, Jenkins, Dumbarton Oaks Center for Byzantine Studies Trustees for
Harvard University Washington, District of Columbia, 1967, s.167.
358
Gy. Németh (“Zur kenntnis der Petschenegen”, Kőrösi Csoma Archivum, I, 1921, s.219-225) bu
biçimi ilk defa tahlil etmiş ve iki unsurun olduğunu; ilkinin atın rengi, ikincisinin ise rütbeyi gösteren
unvân olduğunu tespit etmiş ve bu genel kabul görmüştür. Peçenek beylerinin adları için bkz. K. H.
Menges, “Etymological Notes on some Päcänäg Names”, Byzantion, 17, 1944, s.256-280.
359
Yawdı-Çagat. “Yağdu” parlayan, “Ertim-Erdim” liyakat, cesaret, yararlılık..kabilenin ismi: atları
parlayan ertim uruğu
360
Peçenek kabile sisteminde önemli bir rol oynadığı gerekçesiyle Németh’in bir unvân olarak
açıklamaya çalışmadığı tek Peçenek boy ismidir. Bkz. Mualla Uydu Yücel, Peçenek Türkleri, Titiz
Yay., İstanbul 2011, s.227.
361
Küerçi-mavi, Çur-bir unvândır: atlarının rengi gök olan Çur uruğu.

71
Gyla363, Yula (başbuğ; korkut+an sonra kabukşın)364, Koulpeï365, Külbey (başbuğ;
ipa sonra suru), Kharaboï366, Karabay367 (başbuğ; kaydu+m), Tamlat368, Tolmaç
(başbuğ; kortan sonra boru), Khopon369, Kapan (başbuğ; yazı), Tzopon, Çoban
(başbuğ; bata+n sonra bula)’dır. Bu uruglar Karadenizin kuzeyine gelişlerinden sonra
adlarını korumuşlardır370. Bu boylardan üçü (Ertim, Çor, Yula) X. yüzyıl ortalarında
Karadeniz’e dökülen nehirlerin kıyılarına yerleşmişlerdir. Bu boy adlarından bir
kısmı (yula, çor, kapan=kapgan, kül, bey) eski Türk unvânları olup, daha çok renk
ifade etmektedirler: Küerçi=gök, gök; kabukşın=ağaç kabuğu rengi=solgun, sarımsı;
sulu=kül rengi; boru =boz; yazı=esmer (bozkır rengi); bula=alaca; yavdı=parlak.
Kaynakta her boyun kendi adı ile birleşik şekilde kaydedilen bu renklerin; her boyun
ayrı donlarda atlara sâhip olduğunu göstermesi mümkün olduğu gibi, boyların ayrı
ayrı renklerdeki bayraklarını da ifade etmesi mümkündür371.
J. Nemeth’e göre yukarıda belirttiğimiz Peçenek uruğ isimlerinin baş kısmı bir
renk ve son kısmı ise bir unvândan ibarettir. Uruğun ismi reisin unvânı ve unvânın
başındaki o kabileye âit atların renkleri ile isimlendirilmektedir. Meselâ Boratolmat
uruğunun reis ismi Talmat-Telmaç iken onun önünde tesmiye olan atın rengi boru,
boz-kır yani gridir. “Atlarının rengi bozkır olan Telmaç uruğu” mânâsına
gelmektedir.
J. Marquart ise daha önce zikredilen 8 Peçenek uruğ ismini açıklarken bunların
uruğ reisinin ölümünün ardından eski reisin isminin önüne yeni reisin adının
eklenmesi suretiyle vücuda geldiğini belirtmektedir. Türk sosyal yapısı
incelendiğinde, genel itibarı ile boyların veya devletlerin askerî teşkilât ve unvânlara
göre, askerî ve siyasî tesirlere göre, sâhip oldukları mânâya göre, içinde bulundukları
hal, tavır ve hadiselere göre veya boy birliklerinin sayılarına göre adlandırdıkları

362
Çor Eski Türkçe bir unvân olduğu gibi aynı zamanda Macarca bir yer (Csùr) adıdır. Yücel,
Peçenek Türkleri, s228.
363
Kabukşın-ağaç kabuğu renginde. Gula- atlarının rengi ağaç kabuğu renginde olan Gula uruğu.
364
Yula aynı zamanda “meşale” mânâsına gelmektedir. Bkz. Yücel, Peçenek Türkleri, s.228.
365
Suru-boz, kır, alaca. Atlarının rengi boz kır olan Külbey uruğu.
366
Haro ? Kara. Atlarının rengi kara olan Bay uruğu.
367
Németh bu adı Kırgızca “kahraman Bay” olarak açıklarken, Vörös, bu kabile adının “kara boy”
“düşük dereceli boy” olarak ifade ederek Orhon Yazıtları’nda geçen kara bodun ile özdeşleştirmiştir.
bkz. Yücel, Peçenek Türkleri, s.229.
368
Boro- bir at rengi. Atlarının rengi boro olan Telmaç uruğu.
369
Yazı atlarının rengi..Kapan uruğu.
370
G. Nemeth “Zur kenntnis der Petschenegen”, Körösi Csoma Archivum, I, 1921, s.219-225.
371
Kafesoğlu, a.g.e, s.180-181.

72
görülmektedir372. Kurucunun ardından gelen yöneticilerin devletin adını muhafaza
ettikleri, ad değişikliklerine veya eklemelere gittikleri görülmemiştir. Bu durumda
Türk tarihinde kurulmuş devletlerde veya devlet hâline gelememiş diğer Türk
boylarında Marquart’ın iddia ettiği gibi uruğ ismine ek olarak yeni reisin adının
eklenmiş olması fikri kanaatimizce uygun düşmemektedir. Zira uruğ adının anlamına
bakacak olursak sosyal bünyede neyi ifade ettiği tam olarak açık olmasa da büyük
ihtimalle “âileler birliği” mânâsına gelmektedir373. Böylelikle Türkler’de devletin,
boyun veya uruğun adının onun kurucusunun adı ile tesmiye edilmesi fikrine
istinaden Nemeth’in ileri sürmüş olduğu ve uruğun liderinin adının önüne getirilen at
donlarının uruğu temsil eden ad olduğu fikri kanaatimizce doğrudur.
Her Peçenek boyunu temsilen bir at rengi olduğu düşüncesinden yola çıkarak
yine boyları temsil edecek bir bayrağın varlığı da yadsınamaz. Hatta boyların
bayraklarının olmaması düşüncesi kabul edilemez; çünkü 24 Oğuz boyunun her
birinin ayrı ayrı tamgası bulunmakta ve boyların müstakillikleri bu damga ve
damganın bulunduğu bayraklarla tescillenmektedir.
Diğer Türk boy ve devletlerine âit olan veya olduğu varsayılan bayrak renkleri
üzerine yaptığımız araştırmada İslâm coğrafyacılarından İbn Rüşd, Hazarlar’ın
bayraklarından bahsetmekte fakat renklerini belirtmemektedir374. Yine Ebu Dulef de
Dokuz Oğuzlar’ın kara bayrakları olduğunu belirtmektedir375.
Rus kaynaklarını incelendiği zaman ise Kuman Kıpçaklar’ın bayraklarına
tesadüf edilmektedir ki bu kaynaklar onların bayraklarının ak ve al renklerde
olduğunu belirtmektedirler376. Meşhur İgor Alayı Destanı’nda geçen şu cümleler bize
Kumanlar’ın bayrağının kesin olarak al ve tuğlarının da al renkte olduğunu
belirtmektedir.
...
Ve bozkırda ok gibi etrafa saçılıp,
Güzel Kuman kızlarını kaçırdılar;
Ve onlarla birlikte altın, ipekli kumaşlar ve kadifeler götürdüler.
372
Kafesoğlu, a.g.e., s.230.
373
Orhun Abideleri, I, Doğu, 10 (Fiil halinde): Urugsırat “urugsuzlaştırmak, soyunu kurutmak” bk. M.
Ergin, Orhun Abideleri, s.120.
374
Köprülü, İA, C.II, s.404.
375
A.y
376
A.y

73
Örtmeler, harmaniler, gocuklar,
Ve deriden yapılan kışlık giyecekler,
Ve herhangi bir Kuman’a âit diğer nakışlı giysilerle,
Yolda bataklık ve balçıklar üzerinde köprüler kurmaya başladılar.
Kırmızı bayrak,
Aziz tasvirli beyaz sancak,
Al renkli tuğ,
Gümüş topuz yiğit (İgor) Svytoslaviç’e kaldı377.

Firdevsî’nin Şehnâme’si ve Asadî’nin Garşapnâme’si gibi eski İran edebiyatı
eserlerinde, İran-Turan mücadelelerinden bahsedilirken, her iki taraf hakkında
verilen bilgiler arasında iki tarafın kahramanları ve ordularının taşıdıkları bayraklar
hakkında da bilgiler verilmektedir. Buna göre Türklerin büyük hükümdarlarından
Afrasyab (Alper Tunga)’ın bayrağı kara renktedir fakat bununla birlikte menekşe,
sarı, al ve gök renklerde bayrakları da bulunmaktadır378.
İslâmiyet sonrası dönemi ele aldığımız zaman ilk olarak Yakubî’den
Tolunoğulları ve Gaznelilerin çeşitli renklerde bayraklar kullandıklarını öğreniyorsak
da yazar konu hakkında çok fazla bilgi vermemektedir379. Şuşter (İran) şehrinde
dokunan kıymetli ipek kumaşlardan yapılan hükümdar bayraklarının yani devletin
resmî bayrağının daimâ kara renkte olduğundan bahsetmektedir380. Zira
Gazneliler’de diğer hükümranlık alâmetlerinden olan çetr, külah ve hil’at’ın da kara
olması dikkatlerden kaçmamaktadır381. Her ne kadar Gazneli Mahmud’un babası
Sebük Tegin’in çetrinin rengi lâl olsa da bazı kumandanlara al renkli kumaştan
bayraklar verildiği de bilinmektedir382. Bu, devletin resmi bayrağından ayrı olarak
farklı renklerdeki bayrakların İslâm öncesi ve sonrası Türk devletlerinde bazı emir ve
kumandanlara resmî bayrağın dışında bayrak verilmesi âdetinden ileri gelmiş
olabilir. Gazneli Mahmud tarafından kullanılan ve onun ardından gelen oğulları

377
Mualla Uydu Yücel, “Kuman Kıpçakların Tarihinde İgor Destanı'nın Yeri ve Önemi”, Belleten, C.
LXX, S. 258, s. 523-559; İlk Rus Yıllıklarına Göre Türkler, TTK, Ankara, 2007, s.437.
378
Köprülü, İA, C.II, s.404.
379
A.y
380
Köprülü, a.e., s.406.
381
A.y
382
A.y

74
Muhammed ve Mesud’un da hâkimiyet dönemlerinde daima kara rengi kullanmaları,
karanın hanedanın ve devletin resmî rengi olduğunun kesin suretle ispatıdır.
Gazneliler’in bu rengi diğer Türk devletlerinde olduğu gibi kendilerine şiar
edinmeleri sembolik mi yoksa Abbasîler ile dostluk ilişkileri yürütmeleri ve Abbasî
halifesinin tahta çıkan her hükümdara, onu tanıdığını bildirmek üzere kara hil’at ve
bayrak göndermesinden mi ileri gelmiştir? Bu konu hakkında kesin bir hükme
varmak mümkün değildir. Zira kendilerini Abbasî halifesinin resmî temsilcisi olarak
görüyor idi iseler Abbasî Devleti’nin bayrağının rengini de kullanmakta sakınca
görmeyecekleri fikri de ihtimal dâhilinde olabilir. Abbasilerin bayraklarının renginin
kara olması da muhtemeldir çünkü Huneyn vakasında ve Mekke’nin fethedildiği gün
Peygamber Efendimiz amcaları Abbas’a siyah bir bayrak vermiştir383.
Karahanlılar’ın kullandıkları bayraklar hakkında çok fazla bilgi
bulunmamaktadır. Kaşgarlı Mahmud’un Divan-ı Lügât-it Türk’te belirttiğine göre,
Karahanlı hükümdarlarının bayrakları, al denilen turuncu ipektendi. Bu al ipek
kumaşın (tanuk) bayrak ucuna konulduğu ve bu durumun savaşlara has bir âdet
olduğu görülmektedir384. Bu renk bizim bugün kullandığımız açık ala tekabül
etmektedir. DLT’de, hükümdarların hizmetlerinde çalışan yakın adamlarının atlarının
eğerlerinin de bu renk kumaş ile örtüldüğünü görüyoruz385. Bu bize, Karahanlılar’da
teşrifat geleneğinin varlığını göstermektedir. Al renk hükümdarın ve hanedanın
bayrak ve çetrlerine özgü olmakla birlikte farklı renklerdeki bayrakların da
kullanılmış olunabileceğine ihtimal vermemize sebep olmaktadır386.
Karahanlılar âilesinden olup, Semerkand ve civarına hâkim olan Ali Tegin’in
de bayrağının al olduğu bilinmektedir387. Hâkimiyet alâmetlerinden biri olan
bayrağın muhtelif işlerde kullanıldığı gibi, hükümdarın bayrağının yanı sıra önemli
memuriyetlerdeki kişilerin ve kumandalarında kendilerine âit ayrı bayrakların
bulunması pek doğaldır. Zira Kaşgarlı’nın eserinde vezir mertebesinde olup
Karahanlı soyundan gelmeyen kişilere verilen “yuğruş”388 unvânı tanımlanırken, bu
kişilere mevkilerinin bir simgesi olan kara ipek bir çetr verildiği de
383
Şerefeddin Yaltkaya, “Tarihte Renk”, Türkiyat Mecmuası, VII, 1942, s.44.
384
DLT, C.III, s.270.
385
DLT., C.I, s.75.
386
Köprülü, a.g.e., s.407.
387
A.y
388
DLT, C.III, s.31.

75
belirtilmektedir389. O halde yuğruş denilen bu memurlara aynı zamanda kara hil’at
giydirilmesi ve kara bayrak verilmesi mümkündür. Çünkü Türk-İslâm Devletlerinde
her mevkide bulunan bu gibi alâmetlerin aynı renkten olması değişmez bir
kâidedir390.
Oğuz boylarından Karakoyunlular’ın adı üzerinde yapılan tartışmalarda bu adı
onların bayrak renklerinden ve bayraklarının üzerinde bulunan kara renkli koyun
toteminden aldıkları görüşü hâkimdir391. Oysaki 24 Oğuz boyunun totemleri eti
yenmeyen avcı kuşlardan ibarettir392. Batılı müelliflerden Deguignes, Malcolm ve
Bouvat, Ak Koyunlu ve Kara Koyunlular’ın bayraklarının üzerlerinde koyun resmi
olduğu için bu adları aldıklarını iddia etmektedirler393. Batılı müelliflerden
Minorsky’e göre bu ad onlara âit sürülerin rengi veya cinsi ile izah olunmalıdır394.
Akkoyunlular’ın bayraklarının ak renkte olduğunu Celâl ud-dîn Devvâni de teyit
etmekle birlikte; yine de Karakoyunlular Devleti’nin bayrak rengi hakkında itimat
edilecek bir bilgi bulunmamaktadır395.
Eski Türklerin içtimaî teşkilâtlarına göre özellikle Hunlar’dan sonraki Türk
devletlerinde “ak kemik” (ak süñük=ak süyek), “kara kemik” (kara süñük=kara
süyük) deyimlerinin kullanıldığı görülmektedir. Bu deyimlerin avam yani halk
anlamında, yaygın bir şekilde kullanıldığı bilinmektedir396. Halk tabakasına mensûp
olanlara kara sıfatı verildiği için (Kara budun=avam), bayraklarda veya diğer
hükümdarlık alâmetlerinde bu rengin seçilmiş olunabileceği düşünülmektedir. Zira
Kaşgarlı Mahmud, Karahanlı hükümdarlarının “al” bayraklarından veya “kızıl”
tuğlarından bahsederken, Karahanlı devlet adamı Yusuf Has Hacip de eserinde,
“Kara kul rengidir. Bey (hükümdar) beyaz olur ve kara ile beyaz nasıl kolayca
birbirinden ayrılır ise, tıpkı onun gibi hükümdar da sâhip olması gereken üstün

389
Köprülü, a.g.e, s.407.
390
A.y
391
Faruk Sümer, Kara Koyunlular (Başlangıçtan Cihan Şah’a Kadar), C.I, TTK, Ankara, 1992,
s.13.
392
A.g.e., s.13.
393
A.y
394
A.y
395
A.g.e., s.14.
396
Reşat Genç, Türk İnanışları ile Milli Geleneklerinde Renkler ve Sarı Kırmızı Yeşil, s.12

76
niteliklerle, erdemlerle kolayca halktan ayırt edilebilmelidir397” şeklinde bir görüş
kaydetmiştir.
Büyük Selçuklu Devleti kurulmadan önce, Oğuz boylarının başlarında bulunan
reislerin liderlik simgeleri yani bayrakları olduğunu, bu dönemi anlatan Beyhakî’den
öğrenmekteyiz. Beyhakî’nin aktardığına göre, Oğuzlar’daki kara renkli olan bu
bayraklar üzerinde her reise özgü ayrı bir işaret veya hepsinde ortak bir sembol
bulunmaktaydı. Fakat bunların mensûbu oldukları Kınık boyuna özgü damgalar olup
olmadığı konusunda gerekli bilgi bulunmamaktadır398.
Bu Oğuz boyları yaşadıkları coğrafyada Karahanlılar, Gazneliler ve diğer İslâm
devletleri ile münâsebetlerde bulunmuşlarsa da göçebe hayatlarını devam ettirmek ve
eski geleneklerini sürdürmek amacıyla Oğuz törelerine bağlı kalmışlardır. Bu sebeple
Beyhakî’nin bildirdiği kara bayrakların Oğuzlar’ın eski boy bayrakları oldukları
kesin olarak anlaşılmaktadır. Fakat yeri geldiği için ifade etmeliyiz ki, her Oğuz
boyunun bayrağının renginin kara olduğunu söylemek yanlışlık olur. Zira Akkoyunlu
Devleti’nin sancak ve bayraklarının ak renkli olduğu kaynaklarda açıkça
belirtilmekte; bunun sebebinin ise devleti kurup yönetenlerin Oğuzların Bayındır
boyundan geldikleri bu yüzden de Akkoyunlular’a Alem-i Sefid-i Bayındıri
(Bayındırlılar’ın Beyaz Bayrağı) denildiği bilinmektedir399. Bu cümleden olarak tüm
Oğuz boylarının bayrak renklerini tercih ederlerken farklı renkler kullandıklarını
söylememiz mümkündür.
Selçukluların bayraklarının üzerinde ok ve yay sembolü bulunmaktadır. Bu
semboller sadece Selçuklu Hükümdarı Tuğrul dönemine has olarak kullanılmamış
bütün hanedana âit semboller olmuşlardır. Zira Kirman Selçuklu Hükümdarı
Kavurd’un da hükümdarlık alâmetleri olan çetr ve bayraklarında ok ve yayı
kullandığı bilinmektedir400. Tuğrul döneminden başlayarak Selçuklular’da diğer
hâkimiyet alâmetlerinin yanı sıra bayrakların kara olduğu görülmektedir. El
Bundarî’nin verdiği bilgilere göre, Büyük Selçuklu Sultanı (1086-1157) Sencer’in,
yeğeni Mahmud ile giriştiği hâkimiyet mücadelesini ve Sultan Sencer’e yenilen
Mahmud’un saltanatı amcasına terk ettiğini anlattığı bölümde bize şu bilgiyi

397
KB, s.157/2080.
398
Köprülü, a.g.e., s.407.
399
Reşat Genç, a.g.e., s.48
400
Köprülü, a.g.e., s.407.

77
aktarmaktadır: “…Devletinin alâmeti olan al’ı bırakarak, Sencer Devleti’nin alâmeti
olan ak ve karaya (beyazlı karaya) intikâl eder.401…”. El Bundarî’nin verdiği bu
bilgiler ışığında, Büyük Selçuklu Devleti sultanlarının saltanat dönemlerinde farklı
renkleri alâmet olarak kullandıkları sonucunu çıkarabiliriz. Buna göre amcası ile taht
mücadelesine giren Mahmud’un resmî devlet rengi olarak alı kullandığı açıkça
görülürken, Büyük Selçuklu Hükümdarı Sencer’in kara ve ak renkleri resmî devlet
rengi olarak kullandığı ve bu renkleri saltanat alâmeti olan bayraklarında da
kullandığı sonucunu çıkarabiliriz. Büyük Selçuklu Devleti’nde hükümdarın, hanedan
üyelerinin, büyük devlet adamlarının ve askerî kıtaların kendine has bayrakları
olduğu görülmektedir. Şair Azrakî, Doğan Şah hakkındaki bir kasidesinde ordu
bayraklarının renginin al renkte olduğunu ima ederken; Ravendî de Irak Selçuklu
Hükümdarı Arslan bin Tuğrul’un ordusunda al ipekten bayraklar kullanıldığından
bahsetmektedir402. Tuğrul Bey (1037)’in Nişabur’a girerken, başında al çetr
olduğunu ve bu rengin Karahanlılar’da da resmî renk olduğunu hatırlarsak, al rengin
Türk kavimleri arasında kutsal bir renk olduğunu ve bayraklarının renginin
menşeinin bu kutsallıktan kaynaklandığını görmüş oluruz.
Anadolu Selçukluları’nda da Büyük Selçuklu Devleti’nde olduğu gibi bayrağın
hukukî bir sembol olduğunu görmekteyiz. Fakat hükümdarın sancağı ile diğer
bayraklar arasında hukukî sembol açısından büyük farklar bulunmaktadır. Herhangi
bir kale Selçukluların eline geçtiği zaman kalenin burcuna resmi saltanat sancağı
dikilmiştir403.
Köprülü, “Bayrak” makalesinde Gazneliler’in, Büyük Selçuklu-Anadolu
Selçuklu Devletlerinin ve Harzemşahlılar’ın bayraklarının resmî olarak kara
olduğundan bahsetmekte, bu uygulamanın Abbasîler’den kaynaklandığını ve bu Türk
devletlerinin Abbasîler’e olan manevî bağlılıklarını gösterdiğini ifade etmektedir. O,
aynı zamanda da siyasî bir hâkimiyet iddia etmek niyetiyle kara rengi kullandıklarını
belirtmektedir. Köprülü, Enverî, Azrakî, ve Zahir Karyabî gibi bu devrin şairlerinin
mısralarında, bayrakların üzerinde “ay, ejderha, arslan, pelenk, hüma” gibi
401
El Bundari, (Feth b. Ali. b. Muhammed el Bundari), Zübdetü’n- Nusre ve Nuhbetü’l Üsre, (Terc.
Kıvameddin Burslan), Irak ve Horasan Selçukluları Tarihi, TTK, Ankara, 1999, s.123-124.
402
Fuat Köprülü, a.g.e., s.407.
403
Fuat Köprülü, İbni Bîbî’nin Kâhta seferinden bahsederken saltanat sancağının rengini açıkça kara
renkli olarak kaydettiğini söylese de mezkûr kaynakta böyle bir bilgi bulunmamaktadır (İbn Bîbî,
Selçuknâme, Nşr. M. H. Yınanç, Haz. R. Yinanç-Ö. Özkan, Kitabevi Yay., İstanbul, 2007, s.92).

78
sembollerin bulunduğundan ve bu dört büyük Türk devletinde de aynı sembollerin
kullandığından bahsetmektedir. Eski Türk bayraklarında da kara renginin ve
tamgaların bulunması ve bu dört büyük Türk-İslâm Devletinin bayraklarında da
tamgaların bulunması, kara rengi ve bu tamgaları eski Türk geleneklerine olan
bağlılıklarının da tesiri ile kullanabilecekleri yorumunu yapmamıza sebep
olmaktadır.
Harzemşahlar’da da bayrağın büyük önemi bulunmaktaydı. Hükümdarın,
velîahdın, hanedan üyelerinin ve askerî kıtaların hususî bayrakları bulunmaktaydı.
Bu bayrakların renkleri türlü türlü olsa da, devletin resmî bayrağı Celaleddin
Harzemşah’ın müverrihi Nasavî’nin bir dizesinden anlaşıldığına göre kara idi404.
Edebî vesikalarda Harzemşahlar’ın çetrlerinin renginin de kara olarak geçmesi, kara
renginin devletin resmi rengî olduğunu göstermektedir.
Tezimizde her ne kadar kronolojik olarak Osmanlı Devleti dönemini almamaya
özen göstersek de, her açıdan birbirine bağlı Türk tarihi, kısa da olsa bayraklar ve
renkleri ile ilgili konuda Osmanlı’nın beylik dönemine âit şu bilgiyi de
paylaşmamıza sebep olmaktadır. Osmanlı yazarları, Selçuklular ve Osmanlılar’ın
kullandıkları “ak sancağı” İslâmiyet ile bağdaştırsalar da, bu konu ile ilgili
çalışmaları olan Miralay Ali Bey, eserinde Anadolu Selçuklu Hükümdarı II.
Gıyaseddin Mesud’un hicrî 688’de Osman Gazi’ye hükümranlık fermanı ile birlikte
bir de âlem (sancak) gönderdiğini ve bu sancağın da beyaz renkli kumaştan
yapıldığını, bu sebeple de Türkler tarafından ak sancak olarak adlandırıldığını
belirtmektedir.
Araştırmamızın buraya kadar olan kısmında Türk devletlerini resmî olarak
temsil eden bayrakların renkleri üzerinde durmaya ve kronolojik olarak da belli bir
dönemi ele almaya çalışsak da bayrakların bir de Türk milletleri üzerinde manevî
tesirleri bulunmaktadır. Meselâ Türk geleneklerine göre, ölüm durumlarında yas
evlerine ve mezarlara bayraklar asılmaktadır. Bu gelenek Türk kavimlerinin
inanışlarında önemli bir yer tutmaktadır. Doğu Türkistan’daki Türk kavimlerinde
mezarlara bezden bir bayrak asıldığı, Altay Türklerinin ise yine mezarlarına bir bez
parçası astığı bilinmekte fakat bu yası temsil eden bu bayrakların hususî bir renginin

404
Köprülü, a.g.e., s.409.

79
olup olmadığı belirtilmemektedir. Zira Dede Korkut’ta yas evinden söz edilirken
“Karalı göklü otağ” benzetmesi yapılmaktadır405. Burada kara ve gök renklerinin yas
çadırlarına dikilen bayrağın rengi olup olmadığı konusunda kesin bir neticeye
varılamamaktadır. Türkler’de ölünün ardından aş sunulmakta ve ev ahalisi yas
tutmaktadır. Matem ölünün çadırında yapılmakta ve kabile kadınlarının ağlamaları
ve ağıt (coktav) etmeleri ile başlamaktadır406. Coktav merasimi bitene kadar
Türkler’de karısı, kocası, kızı, oğlu evlenemez, obasında düğün ve her nevi eğlence
yapılamazdı. Matemli evler ve çadırlar üzerine kara bayrak asma âdeti seyrek de olsa
görülmektedir407.
Yas rengi genel olarak karadır, tek istisnaî durum ise şehitlik mertebesidir.
Evinden şehit çıkan âilelerin çadırlarına bezden bayraklar asılmıştır. Abdülkadir
İnan, Türkistan’da Uludağ adlı bir yerde yaslı bir çadır üzerinde ak bir bayrak
görmüş ve bu çadır sâhibinin Abdülbek adlı oğlunun Ruslar tarafından
öldürüldüğünü ve yas alâmeti olarak onlar arasında beyaz bayrağın kullanılmasının
âdet olduğunu kendi müşahedeleriyle öğrendiğini belirtmiştir408. Bu duruma göre,
yakın dönem tarihimize baktığımızda Arif Nihat Asya’nın “Bayrak” adlı şiirinde
geçen “kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü” dizeleri Türkistan’da görülen
bu eski Türk âdetinin, Anadolu topraklarında yaşayan Türk halkları tarafından da
devam ettirilmiş olabileceği ihtimalini veya Anadolu’da bu âdetlerin son akislerinin
Asya’nın şiirinde vücuda geldiğini söyleyebiliriz.
Yine çadıra asılan bir bayrak misâli de doğumlarda görülmektedir. Yörüklerde
görülen bir âdete göre; sürekli kız çocuğu olan bir kimsenin erkek çocuğu dünyaya
geldiğinde bir şam toruna (çam ağacı) al bezden bir bayrak geçirilir ve bu bayrak
çadırın önüne dikilirdi409.
Son olarak Şerefeddin Yaltkaya, bayraklar ve renkleri üzerinde şu görüşleri
bildirmektedir: “Dünya üzerindeki yedi iklim ve bu yedi iklimin hâkim olduğu
özellikler toplumlar üzerinde etkili olmuştur410. Bu her iklimin, kendine âit bir

405
Ögel, Türk Kültür Tarihine Giriş VI, s.434
406
İnan, Makaleler ve İncelemeler, C.I, s.121.
407
A.g.e., C.I, s.121.
408
İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, s.196.
409
Mehmet Eröz, Yörükler, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul, 1991, s.59.
410
Şerefeddin Yaltkaya, “Tarihte Renk”, Türkiyat Mecmuası, VII, 1942, s.41

80
hükümdarı ve yıldızı bulunmaktadır411. Türklerin diyarı üçüncü iklim ve yıldızı da
Merih idi. Bu yıldızın rengi kırmızı, özellikleri ise savaş, yiğitlik, hiddet ve
kuvvettir412. Birinci iklimin hâkimi olan Zuhal yıldızının rengi ise siyahtır ve bu
yıldızın etkisindeki, Serendip, Çin’in batı tarafları, Hindistan, Yemen ve Habeştistan
bölgeleri insanlarının renkleri esmer ve kara, aynı zamanda heykelleri ve bayrakları
da kara idi413. Bu sebeple merih’in özelliklerini taşıyan Türkler’in bu yıldızın
özelliklerinden aldığı, cesaret, yiğitlik ve savaş sanatı vb. özelikleri ile Türklerin
kırmızı bayrağının, üçüncü iklime hâkim Merih yıldızı ile bağlantısı olduğu
düşünülmektedir”414.

411
A.y
412
Yaltkaya a.g.e.,s.43.
413
A.g.e., s.47
414
A.y

81
III.3. YÖNLERDE RENKLER

Renkler, Türkler arasında yönleri tayin etme ve devleti idâre etmede (ikili
teşkilât) önemli role sâhiptirler. Türkler yön tayinlerini o yöne âit bir renk ile
simgelemişlerdir. Buna göre her yönü bir renk sembolize etmektedir. Kara (siyah)
kuzeyi, kızıl (kırmızı) güneyi, ak (beyaz) batıyı ve gök (mavi) doğuyu temsil
etmektedirler415. Bu dört rengin yanı sıra onlarla birlikte kullanılan beşinci renk ise
sarı’dır. Sarı renk bir yönü ifade etmemekte, dört rengin ortasında kalarak merkezi
karşılamak için kullanılmaktadır. Devlet yapısı bakımından değerlendirilecek
olunursa sarı renk, merkez hâkimiyetini ve kudreti ifade etmektedir. Bu sarı Türk
sarısı olan altın sarısıdır416.
Türkler’in renk sembolizmi ile bağlantılı olarak yön tayin ettiklerini gösteren
misâller bulunmaktadır417. Uygur metinlerinden bir Budist Sutrası sӓkız jükmӓk’e
göre yön ve renk bağlantısı şu şekilde geçmektedir418:

Soltun kök luu. Gök Ejderhanın solu (doğuda)


Ongdun ak bars Ak aslanın sağı (batıda)
Küntün kızıl sakizgan Güneyde kızıl saksağan
Kidin kara yılan Arkada (kuzeyde) kara yılan

Çinliler’e Türkler’den geçtiği sanılan gök bucakları kültü renklerle alâkâlıdır.


Renkler, bir işaret, bir uğur veya uğursuzluk olarak vasıflandırılmıştır. Çin
kaynaklarında hayatını idame ettiren gök atlarına beş kısrak gönderildiğini ifade eden
efsanede bu fikir etrafında birleşmekte ve Hun Hükümdarı Mo-tun’un seferlerinde
cihete göre atlar seçmesi buna bağlanmaktadır419. Bu fikrin kalıntılarının
Peçenekler’de de bulunduğu ve uruğlarını bu at renkleri ile adlandırıldıkları
bilinmektedir.

415
Pritsak, Saeculum, C.V, S.4, s.377.
416
Mustafa Kafalı, Makaleler I, Berivan Yay. Ankara, 2005, s.250.
417
Omelyan Pritsak, “Qara Studie zur Türkischen Rechtssymbolik”, Zeki Velidi Togan’a Armağan,
İstanbul, 1950-1955, s.249.
418
A.y
419
A.Alföldi, “Türklerde Çifte Krallık”, II. Türk Tarih Kongresi, İstanbul 20-25 Eylül 1937,
İstanbul,1943, s.518.

82
Bilindiği üzere Türkler Çinliler’in aksine yön tayinlerini kuzey istikâmetinde
belirlemektedirler420. Bilinen en eski bozkır devletlerinden Hunlar’ın yön tayinlerinin
kuzeye doğru olduğu bilinmektedir421. Çin yıllığı Shih-Chi’de şöyle denilmektedir:
“O (Hun Şanyüsü) ne zaman oturursa (yönünü) yüksek rütbeli tarafa, sola ve yüzünü
kuzeye doğru döndürürdü”422. Teleütler’de de hâkim olan yön kuzeydir. Bunlar Hun
döneminin son kalıntısı olan Yüeban’ı ortadan kaldırmışlar ve yeni topraklarında
kendi devletlerini tesise girişmişler, halkı ikiye ayırmışlar ve kuzeylilerin reisi A-fu-
chi-lo kendine “Büyük Han”, güneydeki ise “Han Nâibi” unvânını almıştır423.
Orhun Yazıtları Gök-Türklerin -dolayısıyla Hunlar’ın- sağ (doğu) tarafı üstün
kabul ettiklerini ispatlamaktadır. Köl Tigin Yazıtı’nın sağ başında şu mısralar
sıralanmaktadır: “Odadaki tahtın sağ (biriyӓ) tarafı Šadapït Bӓglӓr (Öz boyların
başkanları), sol tarafı ise (yïrïya) Tarkat Buyruk Bӓglӓr (başkan)” 424. Wang Yen-te
Seyahatnamesi’nde de, “Arslan Han bizi yedinci günde kabul etti. Onların kralı
oğulları ve hizmetkârlarının hepsi yüzlerini doğuya çevirdiler”425 ibaresi doğunun
(sağ) üstün olduğunu ispatlamaktadır.
Yukarıdaki misâllerden yola çıkarak, her ne kadar cihan mefhûmuna sâhip
kadim Türk halkları için dünyanın bütününü idâre etme, tek çatı altında birleştirme
fikri sabit olsa da, doğu yani sağ kanadın her zaman üstün olduğunu ve onu temsil
eden rengin de gök olduğunu görmekteyiz.
Renkler Hunlar’ın ordudaki süvarilerinin dizilimini de etkilemiş, dörtlü tasnife
göre süvarilerin atlarının rengi cihete göre farklılık göstermiştir. Buna göre, Hun
süvarilerinin batıdakileri kır, doğudakileri gökyüzü renginde, kuzeydekileri yağız,
güneydekiler de doru atlılardan oluşmaktaydı426.
Hun hükümdarı Mo-tun’un Çin kaynaklarından Shih-chi’de M.Ö 200’de Han
sülâlesi hükümdarı Kao-ti ve ordusunu kuşatması anlatılmaktadır427. Mo-tun

420
Pritsak, Saeculum, C.V, S.4, s.377.
421
Emil Bretschneider, Medieval Researches from Eastern Asiatic Sources, I, London, 1910, s.184.
422
Pritsak, Saeculum, C.V, S.4, s.377.
423
Gumilev, Eski Türkler, s.29.
424
Pritsak, Saeculum, C.V, S.4, s.379.
425
Özkan İzgü, Wang Yen-te Seyahatnamesi, TTK, Ankara, 2000, s.65
426
A. Onat-S. Orsoy-K.Ercilasun, Han Hanedanlığı Tarihi Hsiung-nu (Hun) Monografisi, TTK,
Ankara, 2004, s.10.
427
Nuraniye H. Ekrem, “Hunlarda Renk ve Yön Bilgisi”, Nevruz ve Renkler, Haz. Sadık Tural-
Elmas Kılıç, Ankara, 1999, s.88.

83
muhasarada askerlerini dört cihete ayırarak Çin İmparatoru’nun karargâhını kuşatmış
ve her bir cihete farklı süvari tugayını teşkil etmiştir. Bu sisteme göre Mo-tun’un
süvarilerinin atları gök olanlar (bakla kırı) doğu cihetinde, atları kula (açık sarı)
olanlar güney cihetinde, atları kır (beyaz) olanlar batı cihetinde ve atları yağız (siyah)
olanlar kuzey cihetinde mevzilendirilmişlerdi428. Yedi gün boyunca Hun atlı
süvarilerinin kuşatması altında kalan han sülâlesi ordusu, rüşvet ve yıllık vergi
vererek kendilerini kurtarabilmişlerdir429.
Türklerin kuzeyi esas almasının sebebi olarak Çin ile aralarında geçen husumet
gösterilmektedir430; çünkü Çinliler yön tayinlerini güneyi esas alarak
belirlemektedirler431. Eski Türklerin M.Ö. VII. yy’larda renklerle yönleri
sembolleştirdikleri bilinirken; Çinlilerin ancak M.Ö. III. yy’larda renkler, ve yönleri
özdeşleştirmeye başladıkları bilinmektedir432. Türklerin dörtlü tasnifine göre renkler,
yönler ve yersular birbirleri ile iç içedirler433. Gök kuzeydir ve su ile temsil edilir,
renk simgesi kara, yeryüzü karalıg olarak bilinir434. Renk simgesi kızıl olan yer altı
güneydir ve ateş ile temsil edilir. Rengi ak olan batının simgesi ağaç iken rengi yeşil
(gök) olan doğunun simgesi ise madendir. Eski Türkler dört yönü reklerle
sembolleştirirlerken, aynı zamanda dört yön birer sembolik hayvan tarafından da
temsil edilmiştir435. Doğuyu mavi-koyun, batıyı beyaz-köpek, güneyi kırmızı-çaylak,
kuzeyi ise siyah-yaban domuzu temsil etmektedir436. Bu dört yönün dört hükümdar
tarafından yönetildiğini de Orhun Yazıtları’ndan öğrenmekteyiz ki bu hükümdarlara
“Yir Sup” adı verilmekteydi437. Gök Han doğuda, Kızıl Han güneyde, Ak Han batıda
ve Kara Han da kuzeyde hüküm sürmekteydiler438.
Türkler tarafından kullanılan kara kelimesi, Türk yön sembolizminde kuzey ve
Eski Türkler’in ana yönü olarak kullanılmakta, büyük ve yüce mânâlarına
gelmektedir. Misâl olarak Kara Kağan, Kara Ordu vb. Doğu Türkleri=Kara Kum,

428
Ziya Gökalp, Türk Töresi, Türk Kültür Yay., İstanbul 1975, s.25.
429
Ekrem, a.g.e., s.88.
430
Pritsak, “Orientierung und Farbssymbolik”, s.377.
431
A.y
432
Ekrem, a.g.e., s.89.
433
Gökalp, a.g.e., s.24-25.
434
Emel Esin, Türk Kozmolojisi (ilk devir üzerine araştırmalar), İstanbul, 1979, s.3-5.
435
Ekrem, a.g.e., s.89.
436
A.y
437
Celal Esad Arseven, Türk Sanatı, Cem Yay., İstanbul, 1987, s.15.
438
A.y

84
Kara Ordu, Kuz Ordu veya Balasagun439. Büyük, baş (şef) gibi anlamlara
gelmektedir440.
Kuz sözcüğü Orhun Yazıtları’nda Türkler’in yerleşim yerlerine verdikleri ad
olarak karşımıza çıkmaktadır441. DLT’de kuz-kuz tag güneş görmeyen dağ, oraya
güneş ancak öğleden sonra vurur, güneşin solunda kalır. Kar ve soğuk çok olur.
Kuzda kar eksümes, koyda yağ eksümez yani kuzeyde kar, koyunda yağ eksik olmaz
olarak ifade edilmektedir442. Kuz kelimesi Türk lehçesinde yönlerden kuzeyi
karşılamaktadır443. Türk onomastiğinde kuzeyi sembolize eden renk karadır.
Türkistan şehirleri kara sıfatı almakta ve bu şehirlerin hepsi kuzeyde
bulunmaktadırlar444. Misâl olarak Kara Kum (8. yüzyıl Doğu Türkleri), Kara Hoço
(840’dan sonra Uygur), Kara Kurum (Moğollar), Kara Balgasun (Ötüken Uygur
Devleti için 744-840’de kullanılan eski başkent adı), Kuz ordu, Kuz uluş, Kuz balık
gibi445.
Kaynakların çoğunda kabile adları çift halde bulunmaktadırlar. Bunlar özellikle
‘gök ve ak’ aynı zamanda ‘kara ve sarı’ kabilelerdir. Gök ve ak renkleri (meselâ Kök
Ordu–Ak Ordu, Kök Börü–Ak Börü vb.) iki kanadı temsil etmektedirler: Gök
doğu’yu, ak batı’yı temsil etmektedir. Sağ kanatta (diğer bir deyişle doğuda) büyük
kağan oturmaktadır (bkz: Karahanlılar)446. Dolayısıyla büyük kağanın oturduğu sağ
kanat kara rengini almış, dünyanın diğer bir parçası sol kanat ise (batı) ak rengi
almıştır447. Kara rengi burada doğuda oturan kağanın ululuğunu ve beyliğini
göstermesi bakımından önemlidir.
Hunlar’ın ataları oldukları kabul edilen Ti’lerin448 bulundukları istikâmete göre
doğuda olanlara yeşil, batıda olanlara ak ve güneyde olanlara kızıl veya al dedikleri

439
Emel Esin, Türk Kozmolojisi, s.3-5
440
A.y
441
Pritsak, “Qara”, s.250.
442
Divan-ı lügat it Türk, C.I, s.325-326.
443
Pritsak, “Qara”, s.250.
444
A.g.e., s.255.
445
A.y
446
Pritsak, “Karahanlılar”, İA, C. VI, Eskişehir, 2001, s.251.
447
Pritsak, Saeculum, C.V, S.4, s.377.
448
Ti’ler, Hunların atalarından biri olarak tasnif edilen bir halktır; bkz. Cevat Türkeli, Çin
Kaynaklarına Göre Hunların Ataları, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul, 1990, s.85-92.

85
bilinmektedir449. Kızıl Ti’ler stepin güneyinde Ak Ti’ler ise batısında kalıyorlardı.
Ch’ün-ch’iu döneminin ortalarında (M.Ö. 771- M.Ö. 480) Kızıl Ti’lerin bozkırdan
ayrılarak güneye doğru Shan-hsi eyaletindeki Tai-hang Dağları civarına, Ak Ti’lerin
ise güneye doğru Shan-pei tepelerine yerleştikleri belirtilmektedir450. Kızıl ve Ak
Ti’lerin adları üzerindeki diğer görüşlere göre Ti’lerin bu adı kızıl veya ak elbise
giydiklerinden, diğer bir görüşe göre de Ti’nin bir avcı kuş adı olduğundan aldıkları
yönündedir451.
Yön renkleri Türk mitolojisinde de önemli bir yere sâhiptir. Sibirya’da üzerinde
türlü renkte bezler bulunan bir çadır bulunmuştur. Bu çadırdaki renklerin çoğu mavi,
beyaz ve sarı renklerde idi. Mavi, beyaz ve sarı renkler, Altay kavimlerinin kutsal
saydıkları renklerdir. Ögel, bu konuda farklı bir noktaya değinerek bu renkli bezlerin
Türk tarihinde önem arz eden yönlerle eş olduğunu tespit etmiş, çadırın tepesinden
çıkan renklerin göğün ayrı yönlerine asıldığını belirtmiştir452.
Demircilik sanatı ile meşgul olan Türkler kullandıkları madenleri de renklerine
göre yönlerle ilişkilendirmişlerdir. Buna göre kara renk’e sâhip olan demir kuzey,
kızıl renkli bakır madeni ise güney ile ilişkilendirilirken, ak renkli parlak madenler
batı ile ilişkilendirilmişlerdir453. Demir, Türkler için o kadar kutsaldır ki Dede Korkut
Hikâyeleri’ndeki Buğaç Beyin kılıcına “Kara Polat” adının verilmesi bunun en güzel
misâlidir454.
Eski Türkler için önemli olan yönler ve renkler günümüze kadar hâlâ
geçerliliğini koruyarak gelmişler ve çevrelerindeki denizlere de ad olmuşlardır. Buna
göre yurdumuzun kuzeyindeki denize Karadeniz, batısındaki denize Akdeniz (Yalnız
Türkler, Bulgarlar ve bugünkü Yunanlılar batıdaki denize Akdeniz adını
vermektedirler455), güneyde bulunan denize Kızıldeniz ve doğuda günümüzdeki
Hazar Gölü (ki eski Türkler buraya da deniz demektedirler)’ne Gökçe Deniz adını

449
E. Chavannes, “Les Pays d’occident d’aprés le Wei lio”, T’oung Pao, C. II, S. 6, 1905, s.521 vd.
450
Ekrem, Hunlar’da Renk ve Yön Bilgisi, s.87.
451
A.y
452
Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1971, s.166.
453
Esin, Orta Asya’dan Osmanlı’ya, s.14-15.
454
Yusuf Ziya Yörükhan, Müslümalıktan Evvel Türk Dinleri Şamanizm, Ötüken Yay., İstanbul,
2009, s.62.
455
Gabain, “Renklerin Sembolik Anlamları”, s.155.

86
vermişlerdir. Dede Korkut Hikâyeleri’nde de Gökçe Deniz’den bahsedilmiş olması
dikkatimizden kaçmamalıdır456.

456
Dede Korkut Kitabı, s.255.

87
III.4. DEVLET TEŞKİLATINDA RENKLER

Türk kavim ve devletlerini incelediğimizde kurulan devletlerin ve onların


kurucuları olan halkların adlarında bir ikililik tespit edilmektedir. Ak Koyunlular-
Kara Koyunlular, Ak Hazarlar-Kara Hazarlar, Ak Papaklar-Kara Papaklar gibi. Ziya
Gökalp’e göre bu durum Türkler’deki ikili tasnif ile açıklanabilmektedir. O’na göre,
iki türlü tasnif vardır. İlk tasnif nesne için ak ve kara olarak yapılırken; diğer tasnif
ise yönetimde zümreleri, fertleri sağ ve sol namları ile birbirini tamamlayıcı olarak
yapılan tasniftir457. Sanıyoruz ki ikili tasnif ak ve kara olarak ikili yönetim şeklinde
ilk olarak Hunlar tarafından kullanılmıştır. Zira Hint kaynaklarında geçen Hâra
Hûna: Kara Hun ve Sueta Hûna: Cagan Hun veya Ak Hun olarak belirtilmektedir458.
Ayrıca devlet teşkilâtı içinde yöneticiler için kullanılan ak ve kara sıfatları
unutulmamalıdır. Zira Türk tarihinde önemli yeri olan pek çok yönetici renk sıfatları
ile tanınmış veya unvânlarına ön ad olarak almışlardır. Oğuz Kağan’ın babası Kara
Han veya Manas Destanı’nda geçen Kara Han gibi. Bizans kaynaklarında da Kuzey
Türkleri’nin kullanmış oldukları Tardu, Tarduş unvânlarına rastlanmakta ve onlara
Beyaz Tarduş (Sir Tarduş) denildiği ve onların Bizanslılar’ın Silzabul yani Yabgu
(Sir Yabgu)’su olduğu belirtilmektedir459. Kara kelimesi aynı zamanda devletin
başsız kaldığı zamanda da kullanılırdı. Devletin başında yönetici olmaz veya iyi
yönetici olmazsa böyle zamanlar için ev başına kara han demişlerdir460. Anlamı her
evde kara kişi bir han olmuştur, her eve bir han, demektir461. Oğuz halkının Oğuz
beylerinden Ali Han’a düşman olup, onun Şahmelik lakâplı oğlu Kılıç Arslan’ın
Tuğrul tarafından öldürülmesinin ardından, haberi alan Ali Han kısa zaman sonra
ölmüş ve Oğuz halkı birbiriyle kanlı bıçaklı olmuşlardır462. İşte tam bu zamanda “Ev
başına kara han” denen şey olmuştur463.

457
Ziya Gökalp, Türk Töresi, Türk Kültür Yay., İstanbul 1975, s.49.
458
Kazuo Enoki, “On the Nationality of the Ephthalites, Studia Asiatica, Editör, R. Kono, Tokyo,
1998, s.145-146.
459
Alföldi, a.g.e., s.509-510.
460
Şecere-i Terakime, s.39.
461
A.y
462
A.g.e., s.78.
463
A.y

88
Pritsak’a göre, 17. ve 18. yy. Rus kaynaklarında ülkenin hükümdarına Kara
Kalmuklar, Türk yurttaşlarına (Teleutler) ise Ak Kalmuklar denilmektedir464.
İkili yönetimlerde sadece ak va kara renk tanımlamalarına rastlanılmamaktadır.
Bunun yanı sıra kara ve sarı tanımlamaları da bulunmaktadır. Kara Türgiş-Sarı
Türgiş, Kara Uygur-Sarı Uygur, Kara Kaş-Sarıg Kaş, Kara Çor-Sarıg çor gibi465.
Kaynaklar Sarı ve Kara Türgişler’in hangi çekişmeler sonucunda bölündüklerini
açıklamakta fakat neden bu renkleri şiar edindikleri konusunda bilgi
466
vermemektedirler . Sarı renk Altay dil grubunda beyaz ile eş görülmektedir467.
Türkçe karşılığı sarïg olan sarı (sarï), Çuvaşça’da beyaz olan šurā’dır468. Ayrıca
Hazarlar’da da beyaz önemli bir köktür. Bunu Hazar Kalesi Sarkél’in adında şöyle
görmekteyiz: Konstantin Porphyrogennetos’un Grekçe tercümesinde: àspron
hospítion; Theophanus Continuator’dan: leukón oikïma; Rus kroniklerinde Běla
Veža, nihayet: šar (ïġ) kil ‘beyaz ev’, ve Hazar hükümdarının başkentinin adı (İtil
Nehrinin batı kıyısı üzerinde): šarïgšïn ‘beyaz (şehir)’ (Arapça tercümesi: ‘al-baidā’
beyaz)469. Öte yandan son zamanlarda yapılan bir çalışma Sarı Uygurların “Sarı saçlı
Uygur” adının Çince karşılığı olan Huangtou Huige, Moğol istilâsından sonra ise
Sarı Uygur tabirinin Çince telaffûzu olarak saliweiwu adı verilmiştir470. Sarı
Uygurların sarı saçlı Uygurların torunları olduğu belirtilmektedir471.
Bu noktada üzerinde durulması gereken bir diğer husus da Türkler’de
bulunduğu iddia edilen halk tabakalaşmasıdır (Ak süyek-Kara süyek, Ak kemik-Kara
kemik, Gök Bodun-Kara Bodun). Bu iddialar gerçeği yansıtmamaktadırlar. Orhun
Yazıtları’nda yerli-yabancı, göçebe-yerleşik bütün siyasî ve kavmî topluluklar için
bodun kelimesi kullanılmaktadır ve bunlar siyasî bakımdan birbirlerinden ayrı
topluluklardır472. Misâl olarak, Türük bodun, Ediz bodun, On Ok Bodun, Tabgaç
Bodun (Çin kavmi), Suğdak Bodun (Soğd kavmi)473. Umûmiyetle bir topluluğun

464
Pritsak, Saeculum, C.V, S.4, s.378.
465
Pritsak, “Qara”, s.246.
466
Chavannes, Çin Kaynaklarına Göre Batı Türkleri, s.78.
467
Pritsak, Orientierung und Farbsymbolik, s.380.
468
A.y
469
A.y
470
Eyüp Sarıtaş, Sarı Uygurlar, Selenge Yay., İstanbul, 2012, s.76.
471
A.y
472
Sümer, Oğuzlar, s.20.
473
A.y

89
bütün zümreleri için kullanılan budun sözü, halk kitlesi söylenmek istenirse kara
bodun veya kara kamag bodun şeklinde söylenmektedir474.
Türk mitolojisinde Altaylılar’a göre yerin ve insanların yaradılışı hakkındaki
efsanelerde hakikî yer büyük tufandan sonra başlamıştır. Yedi aziz kardeş büyük bir
gemi yaparlar ve bu gemiye her cinsten hayvan alırlar. Yedi aziz kardeş tufandan
sonra gemiden çıkarlar. Nom (kitap ehli) unvânı alan Ülgen kitabından aldığı
kuvvetle gök renkli bir çiçeği altın bir fincana koyarak insan yaratmağa çalışır.
Kardeşi Erlik bu çiçekten bir parça çalarak kendi insanını yaratır. Bunun üzerine
ülgen kardeşini lanetleyerek: “Senin yarattığın kavim kara kayış kuşaklı kara kavim
olsun (kara kayş kurlu, kara albattı polzın seniñ yayagan albattıñ)!” der, sonra:
“Benim yarattığım ak kavim şarka, senin yarattığın kavim garbe gider” diye ilave
eder475. Bu efsane ile yeryüzünde iki kavmin nasıl yaratıldığı tasvir edilmeye
çalışılmıştır. Altay inanışlarındaki bu durum ilerleyen zaman içerisinde ak kemik ve
kara kemik halklarının bu efsanenin temelinde oluştuğunun düşünülmesine sebep
olmuştur.
Kara kisi- Kaz., Kara kiži476-Alt., “sıradan bir insan” mânâsında gösterilirken;
Kara kalık477-Kır., Kara halk478 Kaz., Kara süek479 Kır., “sıradan, basit düşük ulus”
olarak anlamlandırılmıştır. Bütün bu tamlamalardaki kara sözcüğü “adî, sıradan
avam halk” olarak açıklanmaktadır. Kara, K. Yudahin’e göre “hizmetçi, cariye ve
köle” mânâsına gelen sözlere katılan bir sıfat olarak kullanılmaktadır.
“Toğuz kara kul, toğuz kara kunğ menen mal başınan minğdep minğdep bayge
berilgen”.
“Dokuzar köle, dokuzar cariye ve binlerce hayvan öndül konulmak suretiyle at
koşuları tertip ediliyordu” 480.
Mustafa Kafalı’ya göre kara renginin Türk halkları için avam mânâsına geldiği
düşüncesi tamamen yanlıştır. Orhun Yazıtları’nın pek çok yerinde geçen Kara bodun
tabirine göre bazı dilbilimciler ve şarkiyatçılar kara sözcüğünü “avam, halk”

474
A.g.e., s.21.
475
İnan, Makaleler ve İncelemeler, s.419.
476
Radlov, Versuch Eines Wörterbuches der Türk-Dialecte, s.140.
477
Yudahin, Kırgız Sözlüğü, C.II, s.403.
478
Radlov, Versuch Eines Wörterbuches der Türk-Dialecte, C.II/I, s.140.
479
A.y
480
Yudahin, a.g.e., C.II, s.403.

90
mânâsında düşünmüşlerdir. Ancak bu değerlendirmenin yapılabilmesi için zıt
mânâda olan Ak bodunu da bulmak lazımdır481. Gök bodun bizce bu zıtlığı
karşılamamaktadır. Ak bodun yok ise avamın zıttı asil de yok demektir. Kara, güçlü
ve büyük mânâsında kullanılmıştır482. Kara, birçok Türk lehçesinde elbette kul, köle
mânâlarına gelebilmektedir. Bu, köle olarak kullanılan kişilerin ten renklerinden
kaynaklanmakta olabilir veya bu köleler ithal (siyahî köle) olabilirler483.
Kulluk ve kölelik aynı mânâda mıdır sorusuna verilebilecek cevap elbette ki
hayır olacaktır. Gök-Türkçe vesikalarda 14 yerde kul tabiri geçmektedir484. Ancak
bunlar mülkten, haktan mahrum kimseler değillerdi. Sadece bazı siyasî ve medenî
haklardan yoksundular ki bu tâbir ile esirlik ifade edilmek istenmiştir485. Kül-Tegin
Yazıtı’nda “…Tabgaç boduna baglık urı oglın kul boltı, silik kız oglın kün boltı...”486,
yani “…Tabgaç halkına beylik evladı kul oldu, hatunluk kız çocuğunu cariye kıldı”.
Bu cümleden Tabgaçlar’a itaat edildiği ve onların egemenliğine geçildiği
kastedilmektedir. Köle kelimesi hiçbir Gök-Türkçe metinde geçmemektedir487. Genel
olarak herhangi bir toplulukta yüksek tabakaların oluşmasında üç faktör önemli rol
oynamaktadır ki bunlar 1) geniş araziye sâhip olmak (ekonomik); 2) askerliği meslek
edinmek (idarî-askerî); 3) ruhanî (dinî) zümreye mensûp bulunmak488. Bu duruma
göre, Gök-Türkler’de ziraatin çok az yer almasından dolayı toprak köleliği (servage)
söz konusu olamazdı, askerlik de ayrı bir meslek değildi ve asker yerine insan
kelimesi kullanılırdı. Herkesin asker sayılmasından ötürü ayırım yapılmamıştır.
Bozkırdaki diğer Türk devletleri gibi Gök-Türk Devleti de dinî değil siyasî-askerî
karakter taşıyordu489. Bütün bu sebepleri göz önüne aldığımızda Türkler’de kölelik
sistemi veya feodal sistemin olmadığını söylemeliyiz. Bu yüzden, yazıtlarda geçen

481
Mustafa Kafalı, Makaleler I, Berivan Yay., Ankara 2005, s.252.
482
A.y
483
Cirtautas, a.g.e, s.32.
484
Ahmet Taşağıl, “Gök-Türkler’de İnsani Değerler ve İnsan Hakları”, Türklerde İnsani Değerler
ve İnsan Hakları, Türk Kültürüne Hizmet Vakfı Yay., İstanbul, 1992, s.102.
485
A.y
486
Köl Tigin, Doğu/7.
487
Taşağıl, a.g.e., s.102.
488
A.y
489
A.y

91
kara bodun deyiminin “asıl büyük kalabalık” diye adlandırılması gerektiği
düşünülmelidir490.
Türklerde kölelik sisteminin veya feodalitenin var olmayışı, bu sistemi
tanımadıkları mânâsına gelmemektedir. Çünkü bu sistem çevresinde ilişki
kurudukları diğer devletlerde görülmektedir. Bu konuda Mervezi’nin anlattığı bir
efsane dikkatimizi çekmektedir: “Tarih Mulûk el-Turk (Türk Hükümdarları
Tarihi)’de onlardan B.K.J. denen birinin JABBÛYA adlı bir hükümdarla evlilik
sûretiyle akrabalık tesis ettiği bildirilmektedir. Ona gönderilen çeyiz ve türlü
hediyeler arasında beyazlar arasında hayretler uyandıran Zanj adında siyahî bir köle
vardı. Bu kişiyi meclislerine getirdiler ve onun rengi ve görünüşü karşısında
şaşkınlıklarını ifade ettiler. Bu kişi çok zekiydi, cesurdu, ileri görüşlüydü ve birçok
büyük işler gerçekleştirdi. Hükümdar onu yanına alınca konumu gitgide yükseldi ve
gücü arttı. Nihayetinde hükümdara hücum etti, onu öldürdü ve tahttı ve ülkedeki
vilayetlerinin çoğunu ele geçirdi. Bu kişi daha önce kimsenin almadığı bir unvân
olan Kara Han unvânını aldı”491. Bu efsaneye kara renginin Türk tarihindeki önemi
bölümünde daha geniş olarak yer verilecektir. Burada ele almamızın tek nedeni
Mervezi’nin aktardığı bu bilgiler doğru ise Türkler köleliği hediye verilmesi suretiyle
tanımışlardır diyebilmek için bu kişinin ten renginin siyah olması sebebiyle de
Türkler arasında kara renginin köle mânâsını ifade ettiğini ileri sürebiliriz.
Halkın ak veya kara olarak tanımlanması sosyal bir farklılığa sâhip
olduklarından veya onlara köle olarak muamele edilmelerinden ileri gelmemektedir.
Onların sâhip oldukları farklılığı belirtmekten veya birbirlerinin tamamlayıcıları
olduğunu belirtmelerinden ileri gelmektedir. A. Alföldi Kuzey Türkler’inde ak
rengin diğerlerine göre üstünlüğü göstermek üzere kullanıldığını belirtmektedir492.
Bu üstünlük sosyal açıdan diğer topluluğun aşağı olduğu mânâsına değil, onların
tabiiyeti altına alındıklarını belirtmek için kullanılmış olmalıdır. Yine Kazakların
Kara Kırgızlar’ı tanımlarlarken bu adın onlara hansız, hükümdarsız yaşamalarından,

490
A.y
491
Sharaf al-Zamān Tāhir Marvazī, On China, the Turks and India, English translation and
commentary by V.Minorsky, London, 1942, s.55-56.
492
Alföldi, a.g.e., s.513.

92
asiller sınıfına sâhip (ak soy) olmamalarından dolayı verilmiş olduğunu
belirtilmektedir493.
Bu bazen Türk masallarında da kendini göstermektedir. Anne Marie von
Gabain bu konuda şu tespitlerde bulunmuştur: “Bazen Türk masallarında eşit olarak
birbirlerinin karşısına konulmuş iki şahsiyet ak ve kara diye adlandırılır. Ak Han,
Kara Han gibi. Burada bir değer yargısı değil, yalnız bir eşit düzenleme vardır. Bu
ikisinden biri diğerinden daha iyi, daha güçlü veya daha büyük değildir, gerçek
renklerin niteliğini göstermeyen bu ‘ak’ ile ‘kara’ yalnız ‘o’ ve ‘öteki’ anlamını
vermektedir. Bununla da adı geçen ikisinin de birbirine bir ilgileri oluyor”494. Ak ve
kara çoğu zaman biri diğerinin varlığı ile bulunabilen alternatiflerdir495.
Bunun yanı sıra ikili tasniflerde sarı ve kara tasnifi ile kırmızı ve beyaz tasnifi
de görülmektedir. Milattan önce birinci bin yılın ortalarına doğru Çinliler’e bu kadar
zorluk çıkaran Kızıl Tik ile Ak Tik’lerin de çift kabile olduğu düşünülmektedir496. E.
Chavannes, Çin kaynaklarından alınan teşkilâtın iki parçasının adlarını Sarı Kabileler
ve Siyah Kabileler olarak tercüme etmektedir497.
Ziya Gökalp, Türk Töresi adlı eserinde, renkler ve onların önemine dâir
aktardıklarında ak ve kara’nın çift yönetim sistemi ile alâkâlı olarak, Kuzey
Türkleri’nde ilden olanlara yani asillere Ak Süyek, ilden olmayanlara yani
asaletsizlere Kara Süyek denildiğini ve bunların Ak ve Kara Kemik mânâlarına
geldiğini belirtmekte, İl-hanlık devrinde hâkim sınıfın yalnız kendi ilini asil kabul
ettiğini ve onun dışında kalanları asaletsiz tanıdığını ve kendi boyunu diğer
boylardan ayırmak amacıyla birincilerine ak ve ikincilerine kara sıfatının verildiğini
belirtmektedir498. Zira kara, Kuzey Türkleri’nde insanları tanımlamak için
kullanılırken; tabiatüstü varlıklar için de yağız sözcüğü kullanılmıştır499. Ak kemikler
ak sıfatını hürriyet ve asaletlerinden ötürü alırlarken, kara kemikler esaretlerinden
hukukî mahrumiyetlerinden ötürü kara sıfatını almışlardır500. Meselâ, Oğuzlar’ın

493
Ziya Gökalp, Türk Töresi, Türk Kültür Yay., İstanbul 1975, s.68.
494
Anne Marie von Gabain, “Renklerin Sembolik Anlamları”, s.150.
495
A.y
496
Alföldi, a.g.e., s.510.
497
A.g.e., s.509-510.
498
Gökalp, a.g.e., s.68.
499
A.g.e, s.70.
500
A.g.e.,s.69.

93
Bayındır boyuna tabi olan Akkoyunlular kendilerine tâbi olanlarına Karakoyunlular
namını vermişlerdir501. Diğer taraftan Gökalp, hâkimiyetini kaybeden bir ilin de kara
sıfatını aldığını belirtmiş, misâl olarak da Bulak bodununun Kıpçaklar tarafından
esaret altına alındıktan sonra adlarını Kara Bulak’a çevirmelerini göstermiştir502.
Kara Kırgızlar (Burutlar)’ı da bu konuda misâl olarak göstermeliyiz. Kara Kırgızlar,
Kırgız adı verilen göçebe halkları meydana getiren iki büyük gruptan biridirler.
Tekes Nehrinden batıya doğru Tanrı Dağlarının kuzey yamaçlarında Isık-Köl’ün
güneyinde Su Vadisinde yaşayan halktırlar ve ong (sağ) ve sol olmak üzere tekrar iki
gruba bölünmüşlerdir. Kazakların aktardıkları bilgiye göre bu ad onlara hansız,
hükümdarsız yaşamalarından, asiller sınıfına sâhip (ak say) olmamalarından dolayı
verilmiştir. Daha yakın bir dönemde ise, Anadolu’yu işgal için gönderilmiş olan
Moğollar’a Tatar denildiği ve Anadolu’nun belli yerlerine yerleşen bu Tatarlar’ın
yabancı kaynaklarda Kara Tatar olarak adlandırıldıkları ve kara sıfatının siyasî
itibarlarını kaybetmiş olmalarından dolayı verildiği öne sürülmektedir503. Görüldüğü
üzere bir topluluğun ak ve kara olarak ikiye ayrılması onların sadece yöneten ve
yönetilen topluluklar olduğunu bize göstermektedir. Yalnızca bu renk sıfatların
kullanılmasıyla toplulukların bu ve öteki olarak ikiye ayrılmış olması, Türkler de
sosyal sınıf farklılığının var olduğu ve kölelik sisteminin bulunduğu bir kavim
olduğu kanaatini doğurmamalıdır. Bütün bunlara rağmen karşı fikirlerin, bu durumu
âdeta bir fırsat bilip Türk toplumuna dâir yakıştırmalarda bulundukları da maalesef
görülmektedir.
Orhun Yazıtları’nda da kara ‘sıradan insan’504 mânâsında olmak üzere
kullanılmıştır. Yukarıdaki bahiste olduğu gibi kara, burada halk tabakalaşması,
sosyal sınıf ayrılığı veya kölelik sistemi olduğu sebebiyle değil; toplumu yönetenler
ve yönetilenler yani sıradan insanları belirtmek üzere yapılan tasvirden ötürü
kullanılmıştır.
Abidelerde kara renk sıfatı halk topluluklarını tasvir etmek üzere şu misâllerde
kullanılmıştır.

501
A.g.e, s.68.
502
A.y
503
Sümer, Oğuzlar, s.183.
504
Lyevitskaya-Dıbo-Passadin, Etimologiçeskiy Slovar Tyurkskih Yazıkov (Obşçetyurkskiye i
Mejtyurkskiye Leksiçeskiye Osnovı na Bukvı “K”, “Қ”), s.286-287.

94
Kara budun kaganım kelti tip öğ[di]: Avam halk hakanım geldi diye505.
Kara türğiş bodun kop içikdi: Kara Türgiş halkı hep itaat altına girdi506.
Anda kisre kara türğiş budun yağı bolmış: Ondan sonra Kara Türgiş kavmi
düşman olmuş507.
Kara türğiş budunıg anda ölürmiş almış: Kara Türgiş kavmini orada öldürmüş
almış508.
Türk kara kamıg budun ança timiş: Türk avam kavmi böyle demiş509.
Yusuf Has Hacip ise eserinde kara halk için şu ifadeleri kullanmaktadır:
“Avamın, kara halkın, tabiatı her vakit kapkaradır, iyice dikkat et kendini
karaya bulaştırma”510; “Kara halkın hareketi başı boş ve tabiati birbirini tutmaz;
onun işi gücü de hep tabiatı gibidir”511; “Kara halkın kaygısı hep karnıdır; onun
çalışıp didinmesi hep boğazı içindir”512; “Kara halkın karnı doyarsa, ileri geri
konuşmağa başlar iyice itaat altına alınmazsa, kendisi hakim olmağa çalışır”513.
İnsan ırklarını da ten renklerine göre kızıl, sarı, ak ve kara olarak nitelendiren
Yusuf Has Hacip, eserinde bunu şu şekilde belirtmektedir: “Ben senin tabiatini izah
edeyim; bu ya kızıl, sarı, ak veya kara olur”514. “Bunlardan her biri diğerlerine
düşmandır; düşman düşmana yaklaşınca, bu renkleri ile ayırt edilir”515.

505
Orkun, Eski Türk Yazıtları, s.68.
506
A.g.e., s.46.
507
A.y
508
A.y
509
A.g.e., s.32.
510
KB, s.312/4323.
511
A.y
512
A.g.e., s.312/4327.
513
A.g.e., s.312/4329.
514
A.g.e., s.335/4632.
515
A.g.e., s.335/4633.

95
III.5. KIYAFETLERDE RENKLER

Renkler, Türk topluluklarında pek çok alanda önem teşkil ederek, yönlerde,
kişi, yer ve devlet adlarında, inançlarda, sanatta ve kıyafetlerde hatta yönetim
sistemlerinde bile var olmuştur. Bu yüzden renklerin önemini ve sâhip oldukları
mânâları iyi değerlendirmemiz gerekmektedir.
Bitki köklerinden imal edilen boyalar Türklerin hayvan kıllarından özellikle
keçi kılından dokudukları keçelere ve bezlere renk olmuş, bu bezlerden de o
topluluğu temsil etmeye başlayan kıyafetlere ve süs eşyalarına dönüşmüşlerdir. Kimi
zaman başta bir börk (şapka); kimi zaman ayakta bir çift edik (çizme); kimi zaman
da kadınların saçlarında bir tokada var olmuşlardır. Bazen masumiyetin (ak, aklık),
bazen de güç ve asaletin (kara) simgesi hâline gelmişlerdir.
Türk kıyafetlerinde özellikle sarı, yeşil ve kırmızı renklerin hâkim olduğunu
görmekteyiz. Rus arkeologu S. V. Kiselev tarafından Altay ve Sayan Dağları
bölgesinde Tuyahtı denilen yerde açılan bir kurganda hâlâ günümüze kadar
korunmuş cesetler bulmuştur. Kurganda ölünün bulunduğu kısım, mezar hırsızlarının
tahribinden kurtulmuş ve yerinin yüksekliği dolayısıyla donan iskeletler iyi bir
şekilde muhafaza edilmişlerdir. Erkek ölünün elbisesi üç kattan oluşmaktadır. Üst
kısmına giydiği elbise koyu kırmızı ortadaki yeşilimsi ve en alttaki de altın sarısı
ipekten yapılmıştı516. Türkler ipek kumaşları besledikleri değerli atları Çin ile takas
yaparak almışlardı. Bu türlü renkli ipek kumaşlar DLT’te ay517 (turuncu renkte ipek
kumaş), çuz518 (yaldızlı, kırmızı renkli bir Çin kumaşı), yaşıl-lig barçın519 (yeşil
yüzlü ipek kumaş) şeklinde ifade edilmişlerdir. Bu misâlleri daha da fazla
çoğaltabiliriz.
Yusuf Has Hacip eserinde baharın gelişini anlatırken “yağız yer, yaşıl torku
(ipek) yüze badı”, yani “yağız yer, yüzüne yeşil ipek tül bağladı” ifadesini
kullanmaktadır520. Aslında yüze bağlanan bu ipekli, muhtemelen duvak anlamını
ifade etmekte; al kaftan ve al duvak geleneğinin yanında al kaftan ve yeşil duvak

516
Abdülkadir İnan, “Altay Dağlarında Bulunan Eski Türk Mezarları”, Belleten, Ankara, 1947, s.570
517
DLT, C.I, s.40.
518
A.g.e., C.I, s.325.
519
A.g.e., C.III, s.143.
520
KB, s.17.

96
eşlemesi de Türk gelenekleri arasında yerini almaktadır521. Yine Kaşgarlı
Mahmud’un XI. yüzyıl sonları için kaydettiği “Kızlar kılnu bilseler kızıl kedher,
yaranu bilse yaşul kedher”522 yani “kadın yaranmayı ve kırışmayı bilse kızıl ipekli,
yaranmayı ve gözeniliği bilse yeşil ipekli giyer” sözleri ile erkeği elinde daha iyi
tutar demek istemiştir. Bu misâllerdeki ifadeler bizim için renklerin Türk kılık ve
kıyafetlerinde alelâde kullanılmadığını, onlara bir mânâ verdiğini göstermesi
bakımından önemlidir.
Türkler’in “Ergenlik Kaftanı” adını verdikleri kıyafet zamanla halkın
düğünlerde gelin ve güveye giydirdiği bir kıyafet haline gelmiştir523. Dede Korkut
Hikâyeleri’nde de güveylik elbise al kaftan olarak belirtilmektedir524. Erkek
nişanlandığı kızın parmağına kendi yüzüğünü takmaktadır. Kız da nişanlısına kendi
diktiği kırmızı renkte kaftan göndermekte ve oğlan gerdeğe bu kaftanı giyerek
girmektedir525. “Oğuz zamanında bir yiğit ki ivlense oh atar idi, okı ne yirde düşse
anda gerdek diker idi. Beyrek han dahı ohın atdı, dibine gerdeğin dikdi.
Adaklusundan ergenlik bir kırmızı kaftan geldi, Beyrek geydi”526. Tabiî ki bu iş
Beyreğin yoldaşlarına hoş gelmemiştir Beyrek onlara neden hoşlarına gitmediğini
sorduğunda; “Sen kızıl kaftan giyersin biz ak kaftan giyeriz” demişlerdir. Beyrek de
onlara; “Bugün ben geydüm yarın nayibüm geysin” 527 diyerek sırası gelenin evlenip
güvey olacağını ve kızıl kaftanı giyeceğini ifade etmiştir. Bu bize eski Türk
geleneklerinde bekâr gençlerin ak kaftan giydiklerini göstermektedir. Kanaatimizce
ak kaftan burada temizlik, duruluk mânâsında kullanılmıştır.
Kızıl kaftan’ın güveylik alâmeti olduğu Kazak-Kırgız hikâyelerinde de
görülmektedir. Er Sayın Destanı’nda Boz Monay Bey’e isyan eden köleleri:
Kızıl çapan kiymedik Kızıl kaftan giymedik
Kırınçıl at binmedik Yan bakan ata binmedik
Bizdi ulunday körmödü Bize oğlu gibi bakmadı
Bölünüp catkan malınan Dökülüp saçılan malından

521
Genç, a.g.e., s.30.
522
DLT, C.III. s.20.
523
Genç, a.g.e, s.21.
524
Dede Korkut Kitabı, s.129.
525
Sümer, Oğuzlar, s.389.
526
Dede Korkut Kitabı, s.129.
527
A.y

97
Bizge kalıng bermedi Bize kalın vermedi, evlendirmedi528.
Destanda görüldüğü üzere bekârlar, beylerine evlendirilmedikleri ve kızıl
kaftan giyemedikleri için şikâyet etmektedirler. Eski zaman Başkurtlar’da da
güveylik nişanesine kızıl cepken denilmektedir529.
Al erkekler için güveylik rengi iken Kutadgu Bilig’de “Ben binlerce yıldan beri
dul idim, benzim solmuştu, şimdi bu dul libasını çıkarıp, beyaz kakımdan gelinlikler
giydim”530 ifadesinden düğünlük genç kızların elbiselerinin beyaz renkli olduğu
anlaşılmaktadır.
Al kaftan Uygurlar’da hakanlık sembolü olarak kullanılmıştır531. Budizmi
benimsedikten sonra Türk geleneklerini kaybetmeyen Uygurlar tahta çıkmadan önce
al giysiler giymişlerdir532. Ögel, bu geleneğin Gök-Türkler’den kalma bir gelenek
olduğunu belirtmiştir533. Kırgız yenilgisinden sonra oturdukları bölgelerden hareket
ederek Asya’nın daha güney bölgelerine, Çin’in batısına gelip yerleşen Uygurlar’dan
bir grup Sha-chou Şehrine gelmişlerdir. Maniheizm dinini benimsediklerinden ötürü
beyaz elbise giyinmişler ve kendilerini “beyaz giyinmiş göğün oğulları” adını
takmışlardır534. Budizm ve eski Türk dini Gök-Tanrı inancını büyük çoğunlukla
devam ettiren Sarı Uygurlar, geleneklerine sıkı sıkıya bağlı olarak hayatlarını devam
ettirmektedirler. Meselâ günümüz Sarı Uygurları, mavi renkli daha çok yeşil rengin
hâkim olduğu bir tür pelerin giymeye devam etmektedirler535.

528
İnan, Makaleler ve İncelemeler, C.I, s.189.
529
DLT, C.I, s.189.
530
KB, s.18/84.
531
Reşat Genç, a.g.e, s.21.
532
Ögel, Türk Kültür Tarihine Giriş, C.6, s.401.
533
A.y
534
Özkan İzgi, Wang Yente Seyahatnamesi, s.26.
535
Sarıtaş, a.g.e., s.141.

98
Resim 2: IX-XI. Yüzyılda Al Kaftan Giymiş Bir Uygur Erkeği536.

Merih yıldızı Türkler’in yıldızı sayılır ve Türk Alpleri ile özdeşleştirilir537.


Lâkâbı kırmızı olan Merih kırmızı saçlıdır ve sakalsızdır. Merih, Uygur sanatında
çok kollu olarak gösterilir ve ellerinde alplık alâmetleri tutar538. Nasıreddin Sivasi de
Merih’i kırmızılara bürümüş ve kırmızı sakallı bir alp olarak tasvir etmiştir539.
İlk Çinideki alp tasviri kırmızı mintan üzerinde kırmızı renkte kısa kollu cebe
giymiştir540.

536
S. A. Yatsenko, “Drevniye Tyurki: Kostyum na Raznotsvetnıh İzobrajeniyah”, Drevnosti v
Muzeynıh Kollektsiyah, Ed. T. N. Krupı, Harkov, 2007, s.26
537
Emel Esin, Türklerde Maddî Kültürün Oluşumu, s.312.
538
A.y
539
A.y
540
Esin, Türklerde Maddî Kültürün Oluşumu, R380, R381.

99
Resim 3: Türk Alp Tasviri.

İkinci alp ise atlı bir meliktir, mavi renkte sivri tulgası vardır. Kaşgarlı
Mahmud’un anlatığı biçimde başının tepesinde kırmızı bezden bir perçem
görülmektedir. Bu alp kısa kollu “kazagend” denilen yeşil bir cepken giymektedir541.

541
Esin, a.g.e., s.313.

100
Resim 4:Türk Alp Tasviri.

Resim 5: Türk Kabartmalarında Al Renkli Kıyafetleri ile Eğlenen Türkler542

542
S.A. Yatsenko, “Early Turks: Male Costume in the Chinese Art”, Transoxiana, Agosto 2009, S.
14, s. 1 vd.

101
Atlı göçebe bozkır kültürünü benimsemiş Türkler, geçim kaynakları olan
hayvancılık sebebiyle kıyafetlerinde genellikle yün kullanmışlardır. Bu durum bazı
kaynaklarda özellikle de seyyahların verdikleri bilgilerde Türkler’in kıyafetlerinin
genel olarak kaba ve yünlü kıyafetler olduğunu, başlarında bir başlık ve ayaklarında
bir edik olduğu ortaya çıkmaktadır. Bununla birlikte Türkler kıyafetlerinde Çin ile
gerçekleştirdikleri ticaret sonucu edindikleri ipekleri de kullanmışlardır. Ayrıca Türk
ülkelerinde görülen pek çok kürklü hayvanın da değerli kürkleri kıyafetlerinin
malzemelerini oluşturmuştur. Kao-ch’ang (Turfan) hükümdarı K’ü wen-t’ai tahta
çıkan Çin İmparatoru’na siyah tilki derisinden yapılmış bir kürk hediye etmiştir543.
Bu bize siyah tilki derisinden yapılmış kürkün demek ki Çin imparatoruna hediye
edilebilecek kadar kıymetli bir giysi olduğunu göstermektedir. Wang Yen-te
Seyahatnâmesinde de Kao-ç’ang’da yaşayanların samur kürkü postu, potieh (keçe)
ve hsiu-wen-hua-jui pu (çiçek motifleri ile işlenmiş elbise) imal ettiklerini; kadınların
başlarına yu-mao (su-mu-che diye bilinmektedir) taktıkları bilgisine rastlamaktayız544
Ancak bu giysilerin renkleri hakkında herhangi bir malûmat verilmemektedir.

543
Chavannes, Çin kaynaklarına Göre Batı Türkleri, s.149.
544
İzgi, Wang Yen-te Seyahatnâmesi, s.57.

102
Resim 6: Orjinali Berlin Etnografya Müzesinde Bulunan Renkli İpekten
Yapılmış, Doğu Türkistan’daki Kuçalı Kadınlara Âit Bir İç Giyim545.

S. Yatsenko, Semerkant duvar resimlerinden Semerkant sakinleri ile yabancı


elçilere âit kostüm ve aksesuarlar hakkında yaptığı çalışmada, bir duvar resminde
sahnelenen kabulü ve bu kabuldeki insanları şu şekilde tasvir etmiştir: “O (Hakan)
Eski Türkler için kutsal olan gök renkli kollu ceketi giyen tek kişidir. Bu kutsal Gök
Tanrı ile alâkâlıdır (Kagan soyundan insanlar sıradan “kara” halk/kara bodun’a
karşılık “gök” unvânına sâhip olmuşlardır); bu ceketin kolları adamın kollarından
daha uzundur. Atkısı sarı’dır (altın brokar) ve sadece üç plisi vardır. Önünde oturan
müzisyenler tarafından eğlendirilen tek kişidir. Her iki karakter de çömelmiştir ve
bağdaş kurmamıştır. Gök kollu ceketteki figür tüm batı duvarı kompozisyonunun
geometrik merkezidir”546. Yatsenko yine bu çalışmasında sarı kollu ceketlerin
Türkler’de yüksek statüyü ifade eden altın brokar olduğunu belirtmektedir547.

545
Max Tilke, Oriental Costumes Their Designs and Colors, s.31; Resim: 121.
546
Sergey A. Yatsenko, “The Costume of Foreign Embassies and Inhabitants of Samarkand on Wall
Painting of the 7th c. in the “Hall of Ambassadors” from Afrasiab as a Historical Source”,
Transoxiana, C. I, S. 8, Junio 2004, s.1-40.
547
Yatsenko, a.g.e., s.1-40

103
Gök-Türkler devrinde Batı Türkleri’nin şehri olan Tokmak’a gelen Hsüan
Tsang burada o sırada avlanmakta olan Batı Gök-Türk Yabgusu T’ung Şe-hu ile
karşılaşmıştır. Çinli Budist hacı gördüğü manzarayı oldukça zengin bir şekilde tasvir
etmiştir: “…Han tüm saçlarını gösteren yeşil saten bir elbise giymişti…”548.
Yatsenko’nun duvar resimlerinden tasvir ettiği duvar kabartmalarındaki müzisyenler
tarafından eğlendirilen kişi ile Hsüan Tsang’ın tasvir ettiği Türk hükümdarı
kıyafetlerinde renk olarak yeşili (gök) tercih etmişlerdir.

Resim 7: VI. Yüzyılın İkinci Yarısı-VIII. yüzyıl Türk Erkek Kıyafetleri549.

Yatsenko gök ve sarı renkte tasvir ettiği Türk ceketlerini yukarıdaki çizimlerde
göstermiştir. Aşağıda gösterilen 1 ve 2 numaralı duvar resimlerinde de açıkca

548
Chavannes, Çin Kaynaklarına Göre Batı Türkleri, s.253.
549
Yatsenko, Transoxiana, S. 14, s. 1 vd.

104
görüldüğü üzere gök renkli ceket giyen erkekler tasvir edilmiştir. 3. duvar resminde
ise müzsiyenlerle birlikte dans eden ceket kollarında sarı şeritler bulunan gök renkli
erkekler görülmektedir ki bu durumu Yatsenko, “ Gök-Tanrı” inancı ile
bağdaştırmaktadır.

Resim 8: Gök Renkli Uzun Ceketli Adamlar550.

550
Yatsenko, Transoxiana, S. 14, s. 1 vd.

105
Resim 9: Bir Türkistanlı Erkek İç Giysisi. Orjinali Berlin Etnografya
Müzesi’ndedir551.

551
Max Tilke, Oriental Costumes Their Designs and Colors, s.29; Resim: 109.

106
Resim 10: Buharalı Kadınlara Âit Bir Pelerinin (tarançı alatşa) Ön ve Arka
Yüzü552.

Kıyafetteki renkler kimi zaman Türk topluluklarının o kıyafet renkleri ile


adlandırılmalarına sebep olmuştur. Bunun en güzel örneği Karakalpaklardır.
Karakalpak halkı kullanmış oldukları kalpağın kara olmasından ötürü zaman
içerisinde bu adla anılır olmuşlardır. XII. asır Rus vakanüvisleri “çerniye koloboki”
(Kara külahlılar) adını taşıyan bir Türk zümresinin kâh Ruslar’la beraber Kıpçaklar’a
karşı, kâh Kıpçaklar’la beraber Kırgızlar’a karşı harp ettiklerinden
bahsetmektedirler553. Reşideddin de Moğollar’ın 1239’da Güney Rusya’ya
seferlerinden bahsederken Ruslar’la birlikte “kavm-i kûlah-i siyah”ı zikretmektedir ki
bu Karakalpaklı (yahut börklü) kavmi demektir554. Kara Kırgızlar’da ise bu durumun
tam tersi söz konusudur. Onların karayı ön ad almalarına rağmen kullanmış oldukları
kalpak ak keçedendir ve buna “ak kalpak” adını vermektedirler555.
Türk inanışlarında kıyafetler ve onlara özgü renkler de dikkat çekicidir. Hangi
Türk kavmi olursa olsun yas zamanlarında kara kıyafetler giymişlerdir. Gerek İslâm

552
Tilke, a.g.e., s.30; Resim: 116-117.
553
Yücel, İlk Rus Yıllıklarına Göre Türkler, s.52-55.
554
İnan, Makaleler ve İncelemeler, C.I, s.46
555
Radlov, Sibirya’dan, C.II, s.317.

107
öncesi gerekse İslâmiyet’in kabülünden sonraki dönemde bu adet korunmuş hatta
diğer Türk topluluklarının aksine Hıristiyanlığı benimsemiş olan Gagauzlar’ın
geleneklerinde dahi varlığını sürdürmüştür. Hırıstiyanlık dinini benimsemiş olan
Gagauzların, bu dini benimsemiş olmalarına rağmen millî benliklerini kaybetmemiş
olduklarını ve Türk kültürüne âit pek çok ananeyi koruduklarını daha önce
belirtmiştik. Kılık kıyafetlerinin özellikleri de diğer Türk topluluklarından farklı
değildir. Gagauz toplumundaki geleneksel Gagauz kadın kılık-kıyafetleri hakkında
çalışmalar yapan araştırmacı İreshek ve Manov’un tespitlerine göre, yörede genelde
rengârenk ve alaca renklerden hazırlanan tunik görünümlü gömlekler tercih
edilmektedir. Hanımların başlarında yazmaları ve fesleri eksik olmamaktadır. İreshek
ve Manov’un tespitlerine göre Gagauz hanımlarından kızlar, başörtülerinin açık renk
olmasını tercih ederlerken; evli ve yaşlı olanlar koyu renk başörtüsü takmaktadırlar.
Gagauzlar; kolsuz, el işlemeli “yelek” adı verilen üstlük ve “çukman”, “ensiz
çukman”, “kolsuz fistan”, “ensiz fistan” olarak adlandırılan kolsuz gömlekleri
giymeyi tercih etmektedirler556. Gagauz erkekleri 40 gün süren yas günlerinde kara
gömlek giymektedirler557.
Kara, Türkler’in yas rengidir558. Türk lehçelerinde karanın yas rengi olarak
tanımlanmasını şu misâllerle gösterebiliriz.
Tel.: Kara kiyer kim559
Tar.; Es.Tür.:Kara tutti560
Kır.: Kara kiy561.
Kırgızlar’da kocası ölen kadın yasını belli etmek için kara giyer ve kara aş (yoğ
aşı) düzenlermiş562. Dede Korkut’ta geçen kara rengin kadınlara yakışmadığını, kara
giyen kadının kadın olmadığını ifade eden “kara eşek başına uyan ursan katır olmaz,
karavaşa ton geyürsen kadın olmaz563” mısraları kara rengini, kadınların sadece yas
günlerinde giydiklerini sair günlerde ise bu rengi kullanmadıklarını doğrulamaktadır.

556
Sibel Kılıç, “Sosyo-Kültürel/Sanatsal ve İkonografik Bağlamda Gagauz Türk Kimliğinin
Göstergeleri”, ZfWT, Vol. 2, No. 1, 2010, s.303.
557
Manov, a.g.e., s.53.
558
Cirtautas, a.g.e, s.29
559
Radlov, Versuch Eines Wörterbuches der Türk-Dialecte, II/1, s.137.
560
A.y
561
Yudahin, a.g.e, C.II, s.403.
562
A.y
563
Dede Korkut Kitabı, s.74.

108
Yas günlerinde ak çıkarıp kara giyen kadınlar, Dede Korkut’ta Pay Püre’nin oğlu
Bamsı Beyrek’in ölüm haberinin geldiği mısralarda aşağıdaki gibi tasvir
edilmektedirler.
Bigün dünlügi altun ban ivine şiven564 girdi. Kızı gelini kas kas gülmez oldı,
kızıl kına ağ eline yakışmaz oldı. Yidi kız kardeşi ağ çıkardılar kara tonlar
geydiler565.

Babasına anasına haber oldu, ap alaca ordusına şiven girdi, ağ çıkardılar kara
geydiler566.
Hiç şüphesiz kara yas rengi olarak Eski Türkler’de, Selçuklu devrindeki
Türkmenler’de, Kara Koyunlular’da, Akkoyunlar’da, nihâyet Osmanlılar’da varlığını
sürdürmüş bir gelenektir567. Orta Çağ’da Semerkant Türkleri’nde de kara elbiseler
yas alâmeti iken; ak elbiseler hayra alâmeti ifade ederlerdi ki bu yüzden orada
görülen tüm elbiseler ak renklidir568. Kanunî’nin vezir-i âzamlarından İbrahim Paşa,
Mısır’da bulunduğu esnada yeniçerilerin kendi aleyhine ayaklandıklarını duyunca
derin bir teessüre kapılarak kara elbise giymiştir569. Yine Kanunî devrinde İstanbul’a
gelen Avusturya büyükelçisi Busbek, Türkler’in kara renge karşı duydukları nefreti
şu şekilde açıklamaktadır: “Türkler siyah rengi bayağı ve uğursuz sayarlar. Bir
adamın siyah esvab giymesi iyi nazarla görünmez. O derecede ki paşalar bizi siyah
esvabla görünce çok defalar hayretlerini bildirmişler, hatta ciddî surette şikâyet
etmişlerdir. Türkiye’de hiç kimse siyah esvabla meydana çıkmaz, meğerki mühim bir
para ziyanına uğramış yahut bazı ağır hastalıklara marûz kalmış olsun. Yeşil renk
kibarlık alâmeti telâkki ediliyor. Fakat harb zamanında ölüm işareti diye kabul
olunmuştur. Beyaz, sarı, mor, kurşunî ve saire daha uğurlu addedilir570.
Kara’nın yanı sıra gök renginin de yas alâmeti olduğunu şu vakıada görüyoruz:
1448’de Akkoyunlu Cihangir’in oğlu İbrahim Beğ’in ölüm sebebi ile başta
hükümdar Yakub Beğ olmak üzere bütün Akkoyunlu hanedanı mensûpları gök renkli

564
Şiven: feryat figan ağlaşma, ağlama sızlanma. Dede Korkut Kitabı II, s.279.
565
Dede Korkut Kitabı, s.130.
566
A.g.e., s.133.
567
Sümer, Oğuzlar, s.398.
568
Emil Bretschneider, Mediaeval Researches, C.I, s.33-34.
569
Türk Mektupları, s.163-170’den akt. Sümer, Oğuzlar, s.398, dpt.2.
570
A.y

109
elbiseler giyip günlerce ağlamışlardır571. Yine Urfî’nin “kefen ve tabutu getir ve
elbiseyi çivit rengine boya…zira tabip, zamandır ve afiyet de, hastadır” ve Âhi’nin
“benefşe yakub var hırka-i matemi göğe boyandırmış”572 beyitlerinin de gösterdiği
gibi menekşe rengi veya maviye çalan bu renk de bir zamanlar matem rengini ifade
etmiştir.
Mireli Seyidov, kara renginin dışında yakın zamanlara kadar Azerbaycan’ın
bazı yerlerinde yaslı adamların ak renkli elbiseler giydiklerini ve aynı âdetin
Nahcivan’da da olduğunu belirtmektedir573. Nahcivan’daki âdete göre kocasını
kaybeden yaslı kadın başına ak tülbent örter ve ak renkli elbiseler giyermiş. Dört ay
on gün sonra komşuları ve yakın akrabaları toplanıp yaslı kadının başına kına yakıp
ak tülbent ve ak renkli kıyafetlerini çıkartarak onu yastan çıkartırlarmış. Yastan çıkan
kadın bir daha ak renkli giysi giymez tülbent örtmezmiş574.
Ak sözü ve rengi eski Türk inanışlarında arılık ve yüceliğin sembolü haline
gelmiştir. Bu yüzden ak renkte kurban kesmek, ak kıyafetler giymek âdet haline
gelmiştir. Yusuf Ziya Yörükhan, yılın muayyen zamanlarında kurban kesme
merasimlerine gidilirken yeni beyaz renkli kıyafetler giyildiğini belirtmektedir575. Ak
renkli giysiler devlet büyüklerinin özellikle savaşlarda tercih ettikleri giysiler
olmuştur ki buradaki amaç kendilerinin diğer askerlerden ayırt edilebilmesidir576. Ak
renkli giysilerin bilhassa Hun büyüklerinin ve subaylarının bir üniforması gibi
olduğu görülmektedir577. Türkler’in İslâmiyet’i benimsemelerinin ardından kendileri
için önemli olan bazı renklerin Müslümanlar tarafından da kullanıldıklarını
görmeleri, bu renklerin dinî motif olarak algılanmalarına sebebiyet vermiştir. Zira
İslâmiyet’ten önce savaşlarda ak rengi giyen Türk büyükleri ve komutanları,
İslâmiyet’in kabülünün ardından yine bazı dinî isteklerle giymeye devam etmişlerdir.
Meselâ şehadet mevkine ulaşmak en önemli arzudur. Tuğrul Bey İran’a hâkim

571
Sümer, Oğuzlar, s.398.
572
Yaltkaya, a.g.e., s.46.
573
Mireli Seyidov, “Gök, Ak ve Kara Renklerinin Eski İnançlarla Alâkâsı”, Türk Dünyası
Araştırmaları, Şubat 1998, s.37.
574
A.y
575
Yusuf Ziya Yörükhan, Müslümanlıktan Evvel Türk Dinleri Şamanizm, Ötüken Yay. İstanbul,
2009, s.68.
576
Genç, Türk İnanışları ile Milli, s.11.
577
A.y

110
olduktan sonra ak elbiseler giydiği gibi578, Sultan Alparslan’ın579 bedeninde ak rengi
sanki bir kefen olarak 1071 Malazgirt Meydan Muharebesin’de karşımıza
çıkmaktadır.
XIV. yüzyılın ikinci yarısında ve XV. yüzyılın başlarında Türkiye Türkleri’nin
kıyafetleri, ûmûmiyetle Türkistan Türklerin kıyafetleri ile aynı idi. Ayaklarında
kadınlar da dâhil olmak üzere, sarı kırmızı çizmeler ve başlarında kızıl börk vardı580.
Anadolu’da yaşayan Türkmenlerin diğer bir adıyla Yörüklerin kıyafetlerine gelince:
Erkekler ilk önce bir gömlek (=göynek) giyerlerdi581. Göyneğin üzerinde salta vardı.
Salta keçi kılından imal edilirdi. Altta ise yine kıldan dar paçalı bir çakşır veya şalvar
bulunurdu. Çakşırın paçaları beyaz yün çorabın içine sokulurdu. Ayaklarında ise
arkası kalkık bir ayakkabı vardı. Başlarına bazen bir başlık, fakat ûmûmiyetle kasket
giyerler. Kadınların daimî giydikleri elbise, üç etekti. Üç etek, genellikle alaca renkte
olurdu. Salta mor, gömlek beyaz, zıbın da kırmızı idi.
Kıyafetteki renkler de tarihî kişiliklerle veya destanlarda geçen hayal ürünü
kişilerle de özdeşleştirilmiştir. Meselâ Dede Korkut Hikâyeleri’nde geçen Selcen
Hatun da bunlardan birisidir. Selcen Hatun sarı tonlu olarak bilinmektedir ve
“Gözeller serveri Saru tonlu Selcen Hatun, Kan Turalı Saru tonlu kız işkına hu” diye
tanımlanmaktadır582.
Yine kıyafetlerinden ötürü olduğunu düşündüğümüz, kâfirler ve Hırıstiyan din
adamları ile aynı zamanda sihirbaz ve büyücüler içinde kara tonlu583 veya “kara
şapkalı tekür”584 ifadeleri kullanılmıştır.
Kara aynı zamanda fakirlik ve yoksulluğun da temsilcisidir. Soylular (hanedan
soyundan gelenler) ak ve ala renkli kıyafetler giyerlerken; yoksul ve fakir halk kara
giyerlerdi585.
Eski Türk inancındaki ibadetler sırasında giyilen giysiler ve kullanılan
malzemelerde de renklerin önemli rolleri olduğu görülmüştür. Radlov, Altaylı

578
Sümer, Oğuzlar, s.77.
579
Bahaeddin Ögel, Türk Kültür Tarihine Giriş, C. IV, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara, 20004,
s.383.
580
Sümer, Oğuzlar, s.187.
581
Sümer, “Yörükler”, s.10.
582
Dede Korkut Kitabı, s.187-189.
583
“On altı bin kara tonlu kafir at bindi”; Dede Korkut Kitabı, s.157.
584
Cirtautas, a.g.e., s.20.
585
A.g.e, s.31.

111
şamanların ayin esnasında kırmızı bir külâh taktıklarını belirtmektedir586. Abdülkadir
İnan da ayin hangi ruh için yapılıyorsa ona göre kamların kıyafetlerinin ve başlarına
taktıkları külâhların farklı olduğunu belirtmektedir. Kamların ayin esnasında
giydikleri kıyafetlere manyak denilmekte ve önü kırmızı şeritli olmaktadır587. Bu
manyaklar işin ustası tarafından dikilmekte ve süslemeleri de çeşitli malzemelerden
yapılmaktadır. Misâl olarak Ülgen ve oğulları için yapılan ayinlerde manyak
giyilmez onun yerine adî cepken giyilir ve eteklerine kadar uzanan üç beyaz şerit
asılırdı ki buna “üç yalamaluu ton” denilmektedir588. Manyaksız kamların (manyagı
yok kam) külâhları özellikle beyaz kuzu derisinden yapılmaktadır. Onların inanışına
göre beyaz renk temiz ruhların hoşuna gitmektedir589. Adi kamlar590 (manyaktuu
kam) ise siyah kuzu derisinden yapılmış külahlar kullanırlar ve ayin esnasında da
buna üç beyaz şerit takarlardı591.
Türk kıyafetlerindeki renklerden bu kadar bahsettikten sonra birkaç asır önceye
kadar hâlâ giyilmeye devam edilmiş olan Edik’ten, Büt’ten ve kadınların yanaklarına
sürdükleri Englik’ten de bahsetmek istiyoruz. Destanlarda ayakkabı olarak edik ve
sokman adları geçmektedir. Bu, konçları takriben 40 santim uzunluğunda, ökçesiz,
uçları kıvrık, sarı ve kırmızı renkli çizmelerdir ve kadınlar da edik giymişlerdir592.
Büt ise DLT’de geçen bir takıdır. Soyluların oğullarının ya da kızlarının
perçemlerine takılan büyük ve değerli bir turkuvaza verilen addır593. Englik ise
kadınların yüzlerine sürdükleri allığa verilen addır594. Englik kadınların yanaklarına
sürerek al renk vermek amacıyla sürdükleri bir malzemedir. Çin kaynaklarında da
Türk kağanlarına gönderilen hediyeler arasında Hatunları için allık olduğu kaydı
bulunmaktadır595. Hunların Çin ile mücadeleleri sırasında Ho-hsi yaylalarından
mahrum kalmaları sonucu yakılan bir ağıt şu şekildedir:
Ayrılıp kalanda Tanrı Dağından,

586
Radlov, Sibirya’dan (Seçmeler), s.234.
587
İnan, Makaleler ve İncelemeler, C.I, s.440
588
A.g.e., C.I, s.439.
589
A.g.e., C.I, s.441.
590
Manyak giyen kamlara verilen ad.
591
A.y
592
Sümer, Oğuzlar, s.394.
593
DLT, Dankov Neşri, s.214.
594
A.g.e., s.260.
595
Chavannes, Çin Kaynaklarına Göre Batı Türkleri, s.262.

112
Çoğalmaz oldu hayvanlarımız;
Ayrılıp kalanda Alçi Dağından,
Bunalıp kaldı kadınlarımız596.
Alçi Dağından ayrıldıktan sonra kadınların bunalmalarının sebebi olarak, Hun
kadınlarının burada yetişen kırmızı ve sarı renkli çiçeklerden yaptıkları kremlerden
mahrum kalmaları gösterilmektedir ki yüz bakımında da kullandıkları bu kreme
“alçi” adını verdikleri belirtilmektedir. Bu ağıt da Hun kadınlarının krem
yapamadıklarından dolayı güzelliklerini ve mutluluklarını kaybedecekleri düşüncesi
ile yakılmıştır597.

596
Almas, Uygurlar, s.75.
597
A.y

113
III.6. SANATTA RENKLER

Batılılar tarafından “barbar” olarak nitelenen Türkler ortaya çıktıkları


anavatanlarında, insanlığa yer üstü ve yer altında olmak üzere binlerce yıllık deri,
maden ve taş malzemelerden yapılmış eşsiz sanat eserleri bırakmışlardır. Tarihlerini
duvarlara yazarak resmetmişlerdir. Kıyafetlerinde, süslemelerinde, kullandıkları
çanak, çömlek, kadeh gibi eşyalarda kendilerini ifade edecek ne varsa sanat
eserlerinde ortaya koymuşlardır.
Türk sanatında çadır, renkleri bakımından hem Türk geleneklerinde farklı
mânâlar içermekte hem de Türk sanatının eşsiz misâlleri arasında gösterilmektedir
Heinrich Glück, Türklerin atlarını hiçbir zaman yanlarından ayırmadıkları gibi
çadırın da onların hayatında çok önemli olduğunu ve nesiç (dokuma) sanatının
Türklerin arasında yaygın olduğunu ve bunun Türk çadırının zengin bir sanata
dayanarak yapılmasını sağladığını ifade etmektedir598.
Türkler’in yaşadıkları coğrafyadan günümüze kadar çadırlar çeşitli adlarla
anılmışlardır. Yaşadıkları bu topraklar geride bıraktıkları sanat eserleri bakımından
büyük önem taşımaktadırlar. Yaşadıkları bölgeler düşünüldüğünde, Türk bozkır
sanatının geliştiği yerlerin Türkistan sahasında Baykal çevresi, Altay, Sayan, Tanrı
Dağları ve Ordos gibi bölgeler ile Kafkaslar, Karadeniz’in kuzeyi ve Doğu
Avrupa’ya doğru uzanan ve Pasifik kıyısına kadar genişleyen bölgelerin olduğunu
görürüz.599.
Türkler’in sâhip oldukları en önemli sanatın demircilik olduğu bilinen bir
gerçektir. Demircilik sanatında kullanılan madenler renklerine göre yönlerle
ilişkilendirilmişlerdir. Demir siyah renginden dolayı kuzeyle bağdaştırılırken, kızıl
renkli bakır madeni ise güneyle yani, ateş, güneş ve Türkçe’de Oot Yultuz (ateş
yıldızı) denilen parlak Merih(mars) ile yan yana getirilmişlerdir600.
Öncü Türkler’in yaşadığı bölgelerde boğa (kotuz) bir güç simgesi olarak
görülmüştür601. Bu tamga Oğuz Kağan Destanı’nda, dünyayı fetheden “ay han”ın

598
Heinrich Glück, Eski Türk Sanatı ve Avrupa’ya Etkisi, Türkiye İş Bankası Kültür Yay., Çev. A.
C. Köprülü, y.y, t.y, s.153.
599
Çoruhlu, Erken Devir Türk Sanatı, s.16.
600
Esin, Orta Asya’dan Osmanlı’ya, s.14.
601
A.g.e, s.178.

114
oğlu Alp’in ongunlarından biri ve gök renginde sorguç şeklinde kuyruğu olan bir
kotuz olarak temsil edilmiştir602.
Batı’ya göç eden Türkler kendileri için kutsal olan Altın Dağ ile ilgili
hatıralarını gittikleri yerlerdeki sanat eserlerinde ebedileştirmişlerdir. Buna, Hazar
dönemine âit Sarkel Şehri’nin mezarlığında bulunan ve Ala Şân Efsanesi’ndeki
benekli kır ve benekli hayvan motiflerinin kemiğe hakkedilmiş tasviri misâl olarak
gösterilebilir603.
Oğuzların yaşadıkları şehirlerde bıraktıkları eserlerde onların çini işleme
sanatında ne kadar ileri olduklarını göstermektedir. Oğuz şehirlerinden Barçınlığ
Kent’te kök kesene harabeleri bulunmaktadır604. Burada tuğladan yapılmış mavi
(kök) renkli süslemeleri olan harabe bir kümbet ve bu kümbetin de etrafında daha
küçük kümbet ve höyükler bulunmuştur. Kök Kesene çini işlemeleri bakımından bir
şaheser olup, Mamaş Beğ’in karısı Barçın Salur’un türbesidir605. Özbekler ona kök
kâşâne demektedirler. Kâşin kârlı yahşı künbez turur (çini işlemeli güzel kümbet)606.
Karahanlılar döneminde çok renkli kaplar birden bire çoğalmakta ve yeşil,
kahverengi, Türk mavisi bol bol görülmektedir607.
Karakoyunlular’dan kalan ve Karakoyunlu beyi Kara Yusuf’un oğlu Cihan
Şah’ın yaptırdığı Gök Mescid’de günümüze kadar gelmiş Türk sanat eserlerinden
birisidir608.

602
A.g.e, s.185.
603
Emel Esin, a.g.e., s.22
604
Sümer, Oğuzlar, s.69-70.
605
A.y
606
A.y
607
Ögel, İslâmiyetten Önce Türk Kültür Tarihi, s.311.
608
Sümer, Oğuzlar, s.169.

115
Resim 11: Tebriz’de Bulunan Karakoyunlu Cihan Şah’ın yaptırdığı Gök
Mescid ve Mescide Adını Veren Kapı Süslemelerindeki Mavi Çiniler609.

Çadır, Türk Kubbesi ismiyle anılmış ve Türkler vasıtasıyla İslâm ülkelerine


yayılmıştır610. Kubbe tarzı yapılar İslâm öncesi dönemde Eski Türklerde de
karşımıza çıkmaktadır. Hunlar’da Tanhu’ya mahsus kubbeli kurganlar ile yine
Türkistan’da Uygurlar’a âit Türk çadırını anımsatan kubbeli yapılar mevcuttur611.
Ayrıca Yusuf Has Hacip, Kutadgu Bilig’de dünyayı kubbeli toprak bir yapıya
benzetmektedir612. Türk-İslâm mimarisini incelediğimiz zaman kubbe tarzı yapıların
Türk çadırına benzediği dikkatlerden kaçmamaktadır. Fakat bu noktada bizim için
önemli husus bu mimarilerdeki kubbelerin çini süslemelerinin gök yani mavi olarak
yapılmasıdır. Türk-İslâm mimarisindeki bu tezyinatın sebebi Gök Tanrı inancına
bağlanmaktadır. Dünyanın kubbeye benzetildiğini daha önce de ifade etmiştik.
Dünyanın yaratıcısı tanrıya yakın olma düşüncesi ile yüksek kubbeler yine gök rengi
ile bezenmiştir. Aşağıda verdiğimiz Türk-İslâm sanatının en güzel misâllerinden bir
kaçının fotoğrafında gök renkli süslemeler dikkat çekicidir.

609
http://www.tccb.gov.tr/ziyaretler/iran/ozel Resmin WebSite’den alınış tarihi 01.04.2012 saat 13:01.
610
Emel Esin, Türklerde Maddî Kültürün Oluşumu, s.159.
611
A.g.e., s.160.
612
A.y

116
Resim 12: Itchan Kala, Özbekistan613.

Resim 13: Itchan Kala614.

613
http://whc.unesco.org/en/list/543/gallery/ Resmin WebSiteden alınış tarihi 03.05.2012. saat 10:08.
614
http://whc.unesco.org/en/list/543/gallery/ resmin websiteden alınış tarihi 03.05.2012 saat 10:09

117
Resim 14:Itchan Kala615

Resim 15: Semerkant Registan Uluğ Bey Medresesi616

615
http://whc.unesco.org/en/list/543/gallery/ resmin websitesinden alınış tarihi 03.05.2012 saat 10:12.
616
http://whc.unesco.org/en/list/603/gallery/ resmin websitesinden alınış tarihi 03.05.2012 saat 10:15.

118
Resim 16: Semerkant Registan Meydanı617

Resim 17: Semerkant Registan Meydanı618

617
http://whc.unesco.org/en/list/603/gallery/ resmin websitesinden alınış tarihi 03.05.2012 saat 10:20.
618
http://whc.unesco.org/en/list/603/gallery/ resmin websitesinden alınış tarihi 03.05.2012 saat 10:22.

119
Görüldüğü üzere Anadolu Selçuklu Devleti’nin mimarisi de böyle idi. Bu Türk
mimarilerinin kubbeleri ve minarelerinin üst kısımları gök renkli olarak
süslenmişlerdi. Eskiden Budizm ve eski Türk dininin, günümüzde ise İslâmiyetin
yaygın olduğu Uygurların sanat eserleri de bize bu konuda kılavuz olmaktadır.
Uygurlar duvar resimlerinde renk olarak parlak renkler, bilhassa da mavi ve kırmızı
renkleri tercih etmişlerdir619.
Gök-Türklerin haberleşmek için kullandıkları altın uçlu oklar620, altını
işlemeleri ve bunu bir el sanatı olarak değerlendirmelerine en güzel misâldir. Altın
çeşitli eşyalarda süsleme olarak kullanılmış hatta pek çok şey bizzat altından
yapılmıştır.

Resim 18: Macar Millî Müzesi’ndeki Hun Dönemine Âit Hücre Nakışlı Altın
Tokalar621.

619
Saadettin Gömeç, Uygur Türkleri Tarihi, Akçağ Yay., y.y, t.y., s.88
620
Radlov, Sibirya’dan, C.I, s.124.
621
Tarih Boyunca Türkler’de Altın, İstanbul Altın Borsası Yay., t.y, y.y, s.37.

120
Resim 19: Hun Dönemine Âit Bilezikler622

Yine Radlov’un eski demir devrine âit yaptığı araştırmalarda Buhtarma


boyundaki mezarlık sahalarda karşılaştığı mavi cam incisi623 Türk sanatının güzel
misâllerindendir.
Boyacılık sanatında Türk zekâsının şaheseri, hiç şüphesiz ki, dünyanın en güzel
ve herkesin Türk kırmızısı diye tanıdığı boyayı icat etmiş olmasıdır. Türk kırmızısı
nebati elyaf üzerine kökboyasıyla boyanan tatbiki çok güç, parlak ve has bir
kırmızıdır624. Boyacılık Türkler’in kadim köklerinin uzandığı Türkistan’a kadar
dayanmaktadır Türkler boyaları bitki köklerinden yapmışlardır. Türk kırmızısının
yanı sıra yine kurgan pazarında ticareti yapılan bir kök boyası olan “Royan (sarı
boya)”625 Türkler’in kullandıkları diğer boyalardandır. Türk kırmızısının Türkler
tarafından icat edildiği konunun uzmanı Dr. Karl Reinking tarafından şu şekilde

622
Tarih Boyunca Türklerde Altın, s.47.
623
Radlov, a.g.e.,C.III, s.131.
624
Sabri Atayolu, “Türk Kırmızısı” İkinci Türk Tarih Kongresi, İstanbul, 1943, s.698.
625
Radlov, Sibirya’dan, C.IV, s.189.

121
belirtilmektedir626: “Türk kırmızısı boyacılığı, tabiatiyle pamuğun ve diğer nebatî ve
madenî yardımcı maddelerin bulunduğu bir yerde icat edilmiş olması gerekmektedir.
Bu yer Türkistan bozkırlarıdır. Türk kırmızısının göçler sonucunda Küçük Asya’ya
geldiği kabul edilmelidir”627 Fakat Anadolu’da ne zaman yayıldığı konusunda
herhangi bir malûmat bulunmamaktadır628.
Türk kırmızısı özellikle halı ve kilim dokumalarında sıklıkla karşımıza
çıkmaktadır.

Resim 20:Pazırık Kurganlarından Çıkarılan Bir Hun Halısı629.

Türk kırmızısı Türkistan bozkırlarında Eski Türkler’in duvarlara yaptıkları


kabartmalarda, duvar resimlerinde kullanılmış ve Anadolu’ya geldikten sonra ve

626
Atayolu, a.g.e., s.699-700.
627
A.y
628
A.y
629
http://tr.wikipedia.org/wiki/Paz%C4%B1r%C4%B1k_Hal%C4%B1s%C4%B1 resmin alınış tarihi
17.05.2012, saat 10:23.

122
İslâmiyet sonrası dönemlerde çini süslemelerinde ve halıcılıkta sıklıkla kullanılmaya
devam etmiştir.

123
IV. BÖLÜM
İNANÇLARDA RENKLER

IV.1. TÜRK İNANÇLARI İLE RENKLER ARASINDAKİ


BAĞLAR

Renkler ve onlara eski insanlar tarafından verilen mânâlar milletlerin dünya ve


kâinatı hissetmeleri ile alâkâlıdır630. Renkler, gözün gördüğü maddî şeyler
değildirler, insanların onlara yükledikleri anlamlarla manevîyat kazanmışlar ve
maddî muhteviyâtın da üzerine çıkmışlardır. İnsanlar renklerin manevîyatları ile ilgili
düşüncelerini şöyle diyerek dile getirmişlerdir:
“Ağ, gara, sarı, yaşıl, gırmızı,
Heresi bir sınagla bağlıdır.
Biri hesretimizi hatırlatır,
Biri derdimizi, biri arzumuzu,
Heresinde bir ma’nâ arayıb,
Bir sebep gören var.
Kim bilir, kim sınamış,
Kim bunu ilk defa demiş.
Gara mâtem,
Gırmızı bayram…631”
Renkler eski Türk inanışlarına göre kimi zaman yas ve matemi ifade ederlerken
kimi zamanda bayramların temsilcisi olmuşlardır. Nitekim gök, ak ve kara renkleri
Türkler’de yas ve matemi ifade eden renkler olmuşlardır. Bunu en çok Oğuzlar’da
görmekteyiz. Dede Korkut Hikâyeleri’nde sıklıkla yas durumlarında gök çıkarıp kara
giymek veya ak çıkarıp kara giymek deyimleri kullanılmıştır. Yine yas çadırlarının
renklerinin karalı göklü632 olduğunu Dede Korkut Hikâyeleri’nden öğrenmekteyiz.

630
Seyidov, “Gök Ak ve Kara Renklerinin Eski İnançlarla Alâkâsı”, s.34.
631
Resul Rıza, Şe’rler, Bakü, 1968, s.130.
632
Dede Korkut Kitabı, s.139.

124
Gök ak ve kara rengi bayatı söyleyen halk ozanlarının arasında da yaygındır633.
Aşağıdaki bayatıda geçen ağa göy bağlamak derdini ve kederini belirten
ifadelerdir634.
“Men öldüm ağlamagdan
Ağa göy bağlamagdan.
Bağda hezel galmadı,
Yarama bağlamagdan”
Kara renginin yas alâmeti olduğunun misâllerini Selçuklu Devletinde yaşanan
ölümlerde de görmekteyiz. Sultan Melikşah’ın Terken Hatun’dan olan oğlu Davut
için taziye merasimleri düzenlenmiştir. Türkler Melik Davut için saçlarını başlarını
yolmuşlar, ağıtlar yakmışlar, hadimler atlarının eyerleri üzerlerine karalar sürmüşler
ve atlara kara örtüler giydirmişlerdir635. Yine Nizamülmülk’ün oğlu Cemamülmülk
zehirlenerek öldürülmüş ve yasını tutanlar saç baş yolmuşlar, atların yelelerini
kesmişler, bunları ölünün bulunduğu çadırın etrafına saçarak vücutlarını siyaha
boyamışlardır636.
Bazı boylarda da ak rengi matemi ifade etmektedir. Kırgızlar ve Kazaklar
savaşırlarken ak bayrak asmaktadırlar637. Tezimizin bayrak renkleri bölümünde
Abdülkadir İnan’ın aktardığı bir hatırada Ruslar tarafından öldürülmüş Abdülbek adlı
Türk gencinin evinde beyaz bayrakların asıldığını anlatmıştık. Yine yas günlerinde
atların kuyruğu kesilmektedir ki bu kısrağın rengi ak-boz olmalıdır638. Çin kaynakları
Türk Salarlarında ak renginin mânâları arasında yas olduğunu da belirtmektedirler639.
Türkler’in inanışlarındaki uygulamalar günlük hayatlarına da yansımıştır.
Günlük hayatlarındaki bu uygulamalar ve renklerle olan bağlarına pek çok misâl
gösterebiliriz. Meselâ Kırgız Türkleri’nde ak çaç640 yani “süt serpmek” deyimi
bulunmaktadır. Bunu yılan gördüklerinde uygularlar. Bu sütün kendilerini yılandan

633
Seyidov, a.g.e., s.36.
634
A.y
635
Cihan Piyadeoğlu, “Büyük Selçuklular Dünyasında Yas Tutma Âdetleri ve Taziye Merasimleri”,
Trakya Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Dergisi, C. 2, S. 3, Ocak 2012, s.32.
636
Piyadelioğlu, a.g.e, s.35-36.
637
Seyidov, a.g.e., s.36.
638
Abdülkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, TTK, Ankara, 19863, s.198
639
Seyidov, a.g.e., s.36.
640
Yudahin, a.g.e., C.I, s.11.

125
korunduğuna ve yılanın sadece süte uğrayıp gittiğine inanıldığı için uygulanan bir
âdettir. Bu inanış hâlâ Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde devam etmektedir.
Kırgız Türkleri’nin fîzikî özellikleri kaynaklarda kızıl saçlı ve beyaz tenli641
olarak tarif edilmektedir. Kırgızlar siyah saçlılara şansız demektedirler642. Böyle
inanmalarının sebebi kendi fizikî özelliklerinin diğer insanlardan bir ayrıcalık olarak
kendilerine bahşedilmiş olduğunu düşünmelerinden kaynaklanmaktadır.
Türkler’de görülen diğer inanışlardan biri de taşların sâhip oldukları güçlerdir.
DLT’de kaş643 kelimesi, beyaz ve siyah temiz taş olarak açıklanmakta ve şu bilgiler
verilmektedir: “Bunun beyazını yüzük kaşına korlar. Bununla şimşekten, susuzluktan
ve yıldırım düşmesinden korunurlar”644. Bu taşlar Hoten Şehrinde akan ve iki kola
ayrılan Kaş Öküz adlı ırmaktan çıkarılmaktadır645. Bunlardan bir kol ürünğ kaş öküz,
diğeri ise karakaş öküz’dür. Bu ırmakların beyaz ve kara tesmiye olunmasının sebebi
ırmaklardan çıkan taşların rengidir. İbn Fazlan da taşlarla ilgili bilgiler vermekte,
Oğuz ülkesinde bulunan beyaz bir taşın karın sancısına iyi geldiğini
belirtmektedir646.
Rüyâlar da Türkler’ce önemlidir. Pek çok hükümdar herhangi bir işe
kalkışmadan önce bu konunun ehillerine rüyalarını yordurmuş, ona göre sefere
çıkmış veya vazgeçmiştir. Bulgaristan’daki Şumnu Türkleri’nde rüyâda siyah renk
yas, beyaz renk bela, yeşil renk bazen öfke, bazen murat, kırmızı-al ise haber olarak
yorumlanmaktadır647.
Eski Türk inanışlarından günümüze yansıyan diğer bir uygulama da
alaslama’dır. Tuva Türkleri bu uygulamaya Alastaar adını vermektedirler648.
Başkurtlar’da alaslamanın kırmızı renkli bir paçavranın ateşlenip hastanın başı
etrafında alas, alas diye bağırıp çevirmekten ibaret olan bir tedavi usulü olduğunu
görüyoruz649. Bu Orta ve Doğu Türkleri’ndeki ateşle temizleme ve takdis

641
Barthold, Orta Asya, s.344.
642
Ahmet Taşağıl, Çin Kaynaklarına Göre Eski Türk Boyları, TTK, Ankara, 2004, s.83.
643
Divan-ı Lügat it Türk, C.III, s.152.
644
A.y
645
A.y
646
İbn Fazlan Seyahatnâmesi, s.91.
647
Yaşar Kalafat, “Bulgaristan Şumnu Türk Halk İnançları” Türk Kültürü, S.433, Ankara, 1999,
s.289.
648
Arıkoğlu-Kuular, a.g.e., s.4.
649
İnan, Makaleler ve İncelemeler, C.I, s.264.

126
merasimidir. Bu uygulama Anadolu’da halen uygulanmakta, bunun için kırk bir tane
al renkli keten bezi, okunarak parmağa bir ip yumağı yapılmakta ve daha sonra bu ip
ateşte yakılarak külü al bir beze konulmaktadır650.
Gök Tanrı veya Gök Tengricilik ile ilgili pek çok husus bugün Türkiye’deki
Aleviler’de yaşamaya devam etmektedir. Edremit yöresi Alevi Tahtacıları’nın yöre
inancına göre; Hz. Ali’nin eşi Hz. Fatma’dan olan Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin isimli
çocuklarının dışında, Kâbe’ye bir nur gibi düşen bir kızı vardır. Bu kız “Sarı kız”
veya “Sarı Sultan”dır. Sarı kızın makamı Kaz Dağı olup kutsal kabul edilir, birçok
mevsimlik uygulamalar yapılır. Buradaki “Alaca Değnek” ziyaretçilerce defalarca
öpülür651. Tahtacılar’da ikrar vermemiş olanlar kurban kesemezler. Onlara “Ağzı
Kara” denir. Ak-Kara ve Alaca/boz renk inancı Tahtacılar’da da vardır. Dede,
günahkâr Tahtacı’ya “Alaca bez yumak” verir ve onu yakmasını ister652. Tahtacılarda
doğan çocuk erkekse, “yeşil yaylık” bağlanır. Geçmiş olsuna gelenlere “göyven”
ikram edilir. Bahşiş getirmeyen ve adak adamayana “görüm” veya“gözlük”
vermeyene çocuk gösterilmez. Bu uygulamadaki “göyven” bir nevi saçıdır. Bu
ikramla çocuk için hayır işlenmiş olunmaktadır. “Gönüm” veya “gözlük” nazarı
önleyici nefsin zararını giderici bir uygulamadır653. Doyrak Tahtacı Türkmenlerinde
Kemer, salâvat getirerek peygamberin adı ile bağlandığı için nikâh yerine geçer ve
nikâhlanmış iken ayrılan kişiye iyi gözle bakılmaz. Ayrıca “Kepez Düzme” de
salâvatla yapılır. Kepez rengârenk boyanmış pul çiçek ve gümüşlerle süslenmiş bir
taç veya duvaktır. Bazen kepeze “Tozak”, “Cıga”da denir. Kepez de duvak da al
renktedir. Kepez davetinden sonra “kına yakımı”na geçilir. Kına yakımı da yine
salâvatla yapılır654.

650
Genç, Türk İnanışları ile Milli, s.18.
651
Yaşar Kalafat, Altaylardan Anadoluya Kamizm-Şamanizm, Yeditepe Yay., İstanbul, 2004, s.35.
652
A.y
653
A.y
654
A.y

127
IV.2. ALKARISI, ALBASTI, NAZAR, KARAKONCALAS,
RUSALİ, İYELER

Alkarısı, Albastı:
Çocuk sahibi olmak Türk âilelerinde çok önemlidir. Çocuk evin ocağını
tüttürecek ve soyun devamını sağlayacaktır. Bu sebeple sağlıklı bir çocuğa sâhip
olmak ve onu kötü, şerir ruhlardan ve gözlerden korumak âilenin başlıca görevidir.
Türkler’de çocuk sahibi olmayanlara farklı gözlerle bakıldığı ve onların farklı bir
yere konulduğu kaynaklardaki bilgilerle sabittir. Bu sebeple uzun süre çocuk sahibi
olamayan Türkler’in eski inanışlarında Ak şamana başvurduklarını görmekteyiz. Ak
şaman âilenin çocuk sahibi olabilmesi için Ayısıt Hatun (“doğum meleği”)’a655 veya
ak at sürüleri sahibi olan mağan sılhılah’a dûa etmektedir656.
Çocuk sahibi olduktan sonra onu korumak âilenin birincil görevidir. Yeni
doğan bebeğin ve annenin canının kötü ruhlar tarafından alınacağı korkusu hayali
yaratıkların ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bütün Türk halklarında bu hayali
yaratık birbirine yakın adlarla anılmaya başlanmıştır.
İslâmî devir öncesi ve sonrasında Türk halklarının hurafelerinden günümüze
kadar gelmiş olan inanışlardan biri albastı, diğer bir adıyla alkarısıdır. Alkarısı veya
albastı, halk arasında lohusa hummasına sebep olduğu sanılan hayalî yaratıktır657.
İnanışa göre albastı (lohusa humması) onun tesiriyle ortaya çıkar ve tedbir alınmazsa
lohusa kadınla çocuğunun ölümüne sebep olur.
Albastının Eski Türkler’de görülen al ruhuna inanmadan ileri geldiği öne
sürülmektedir658. Buna göre Türk hurafelerindeki ruhlar ak, kara, sarı, kuba (esmer)
diye renklere ayrılmaktadır. Albastı da bunlardan biridir ve onun yanı sıra bir de kara
bastı bulunmaktadır659.
Alkarasının ahır ve samanlıklarda, viranelerde, nehir kenarlarında, çeşme ve
kaynak başlarında bulunduğuna ve atlarla lohusa kadın ve çocuklarına musallat

655
İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, s.168
656
A.g.e., s.167.
657
Abdurrahman Küçük, “Alkarısı”, TDV İslam Ansiklopedisi, C. II, İstanbul, 1989, s.469.
658
Genç, Türk İnanışları İle Milli, s.37.
659
A.y

128
olduğuna inanılır. Çoğunlukla al gömlekli, yaşlı ve son derece çirkin bir cadı
şeklinde tasavvur edilmektedir.
İki tip alkarısı bulunmaktadır. Bunlardan ilki ahırlardaki atlara musallat
olmaktadır. Sahibi eğer hayvana musallat olan bir alkarısını hissederse onu
savuşturmak için hayvanın sırtına zift veya kara sakız sürmektedir. Diğer alkarısı ise
kırkı henüz çıkmamış annelere ve bebeklerine musallat olmaktadır. Kendisine
alkarısı musallat olmuş lohusa etrafındakileri kırmızı görmekte, şiddetli ağrılar
çekmektedir. İlerleyen tıbbî araştırmalar bunun bir hastalık olduğunu belirlemesine
rağmen hâlâ halk arasındaki kuvvetli inanışa ve albasmasına karşı bazı tedbirlerin
alınmasına devam edilmektedir ki bunlardan en belirgin olanı lohusanın ve bebeğin
başına kırmızı kurdele bağlamaktır. Eğer ki loğusa ve çocuk albasmasına uğramışsa
hocaya veya ocaklıya okutulur, yanlarında ansızın silâh sıkılır, demir âletlerle gürültü
yapılır, odaya al (veya kır) bir at getirilip kişnetilir veya hastanın üzerine arpa
konarak ata yedirilir660.

Resim 21: Albastıya Karşı Başına Kırmızı Kurdele Takmış Günümüz Türk
Kadını661.

660
Küçük, “Alkarısı”, s.469.
661
Radikal Gazetesi’nin 29.11.2011 tarihli haberi 05.05.2012 tarihinde internet sitesinden alınmıştır
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&CategoryID=138&ArticleID=1070
985.

129
Albastı kırmızı renkten korkmaktadır. Bunun için lohusanın başına beyaz
yaşmak ve kırmızı tül bağlanır. Lohusaya kırmızı altın takılır ve kırmızı şeker hediye
edilir.662 Bu inanışın İslâmiyet sonrası dönemde ve hâlâ günümüzde yaşatılması
dikkatten kaçmamalıdır. Abdülkadir İnan’a göre albastı veya alkarısı bütün
Müslüman Türkler’de vardır ve İslâm dininin kaldıramadığı çok zararlı hurafelerden
biridir663
İnan, al ruhu üzerine yazdığı makalesinde Miropiev’in eserinin sonunda bir
baksının albastıya karşı yapılan bir merasimde okuduğu bir baksının bulunduğunu
belirtmektedir664. Bu baksıda loğusa kadının ciğerini aldığı düşünülen albastıya
koyun ciğeri sunulmaktadır. Kadının ciğerinin geri konulması ve kadının
öldürülmemesi mesajı verilmektedir:
“Ey, şeytanlar, şeytanlar,
Bu ciğeri alınız,
Buna kanaat ediniz,
Bu kadını öldürmeyiniz,
Zararınızı dokundurmayınız.
….
Koyun ciğeri size kâfi değil mi?
Bu koyun ciğerini ciğer saymıyor musunuz?
Eğer böyle ise, elime kılıç alırım,
Hesapsız ruhlarımla
Size hücum ederim…”
Kırgız ve Kazak Türkleri’nde albastı, Tuva-Uranha Türkleri’nde albıs,
Altaylılar’da almıs, Fergana Özbekleri’nde albastı Yakut Türkleri’nde abası ve
Anadolu’da al karısı-albastı adıyla anılmaktadır. Yakutlar’daki “albas” sözü
aldatma, hile ve kadın şamanın büyüsü mânâlarına da gelmektedir665. Onlardaki
abası denilen ruh, diğerleri gibi ciğer değil insanın kut’unu (ruh) alıp
götürmektedir666.

662
Genç, Türk İnanışları İle Milli, s.18.
663
İnan, Makaleler ve incelemeler, C.I, s.477.
664
a.g.e., C.I, s.260.
665
İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, s.171.
666
A.y

130
Bütün bu Türk topluluklarındaki inanışa göre bu şerir ruh dişidir, hoppa,
hilekâr ve yalancıdır667. Kara albastı veya kara, ciddi ve ağırbaşlı bir ruh iken; sarı
albastı; hoppa mekkar ve şarlatandır668. Uluğ Kem Nehrinde bulunan Tuva-Uranha
Türkleri’ne göre “albas” evlenmemiş bir kızdan türemiştir669 Kara Kırgızlar’ın
inançlarına göre de lohusalara musallât olan ruh al’dır670.
Aynı şekilde loğusa kara veya karabastı’dan da korkmaktadır ki Manas
Destanı’nın devamı olan Yolay Kaan Destanı’nda bu karabastıyı korkutmak için bir
kara bakşı çağrılır671. Bu kara bakşı lohusaya uğrayan habis ruhlara şöyle
seslenmektedir:
Kara bakşı bar edi
Karabaskan katındın
Eviyası bar edi…
Alıstan kelgen al-bı deymen
Raktan kelgen can-bı deymen…
Al ruhu bugünkü Türk inanışında onun şerir bir ruh olduğunu göstersede bazı
emâreler onun hamî yani koruyucu ruh olduğunu da göstermektedir. Misâl olarak;
Kazak Kırgız baksıları bu ruhu “tuv dediği derde derman olan ey sarı kız, gel” diye
çağırmaktadırlar672. Ateş kültü ile alâkâlı olan al hami bir ruh olarak ateş ve ocak
ilahesidir673.
Her ne kadar Hıristiyanlığı benimsedikten sonra eski Türk inancını terk
etmelerine rağmen Gagauz Türkleri de pek çok eski Türk geleneğinden vazgeçmemiş
ve albastı veya al ruhu inancını devam ettirmişlerdir. Buna göre Gagauzlar,
loğusaları albastının kötülüklerinden korumak için, ona doğumundan üç gün önce ve
üç gün sonra su yerine rakı vermekte, loğusanın altına makas koymakta, oda
içerisinde süpürge bulundurmakta, loğusanın odasında 40 gün mum yakmakta, erkek
çocukları mavi kundağa, kız çocukları ise kırmızı kundağa sarmaktadırlar674. Yine

667
İnan, Makaleler ve İncelemeler, C.I, s.262.
668
İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, s.169.
669
İnan, a.g.e., s.170.
670
İnan, Makaleler ve incelemeler, C.I, s.262.
671
A.y
672
İnan, a.g.e., s.263.
673
A.y
674
Harun Güngör Mustafa Argunşah, Gagauzlar, Ötüken Yay., İstanbul, 1998, s.131.

131
Gagauzlar hastalıkların tedavisinde de renklere başvurmaktadırlar. Özellikle nazara
karşı renklerin etkilerine inanmışlardır. Nazar değmemesi için bir atın boynuna mavi
boncuk, bir ineğin kuyruğuna da kırmızı ip bağlarlardı675.
Yörüklerde de albastıya karşı alınmış bazı önlemler görülmekte bunlar diğer
Türk topluluklarındaki önlemlerle örtüşmektedir. Buna göre doğumdan sonraki kırk
gün boyunca çocuğun üstüne al örtü serilmektedir676. Nefse yani loğusa da başına al
çeki bağlamaktadır677.
Adak: Eski Türk gelenekleri arasında yer alan ve günümüzde hâlâ pek çok
yerde devam eden adak geleneği ile Tanrı’dan bir dilekte bulunulmaktadır. Bunun
için Türklerce kutsal sayılan ağaca bez bağlanmaktadır. Bu pek çok yerde salt bez
bağlamak olarak karşımıza çıkarken bazı Türk halklarının içinde bulundukları
duruma göre bağlıyacakları bezin rengi değişmektedir. Tuva Türklerin’de insanın ruh
haline göre ilkbaharda dünyaya gelmiş olanlar yeşil, sonbaharda dünyaya gelmiş
olanlar ise sarı renkli bez bağlarlar. Buna adak bezi derler678.
Nazar: Kara iyelerden biri sayılan679 ve Türk inanışları arasında göz değmesi
olarak da bilinen nazara karşı, pek çok pratik uygulanmaktadır. Fakat bunların
arasında en geniş yeri nazara karşı korunmak istenen şey (ev, insan, hayvan veya
eşya olabilir)’e nazar boncuğu takılmasıdır. Günümüzde boncuk olarak
680
adlandırdığımız bu nesne DLT’ de monçuk olarak geçmektedir . İnanışa göre nazar
boncuğu kötü gözün yaydığı kötü fikirleri emmekte ve daha sonra çatlamaktadır.
Erzurum ve Tunceli’de, nazar boncuklarının arasına kuzunun aşık kemiği de
eklenerek çocuklara kolye olarak takılmaktadır681. Ağrı ilinde, genç kız ve gelinler,
nazardan/göz değmesinden korunmak için, ayak bileklerine göz boncuğu
bağlamaktadırlar. Zira göz boncuğunun, onları tehlikelerden koruduğuna inanırlar682.
Hakkâri'de, genç kızlar ve kız çocukları, nazardan korunmak için, saç örüklerinin
arasına mavi boncuk takarlar. Böyle yapınca nazar / göz değmesinin tehlikelerinden

675
Manov, Gagauzlar, s.114.
676
Eröz, a.g.e., s.59
677
A.y
678
Yaşar Kalafat, Doğu Anadolu’da Eski Türk İnançlarının İzleri, Berikan Yay., Ankara, 20106,
s.332.
679
A.g.e., s.203.
680
DLT, Dankov Neşri, s.344.
681
Kalafat, Doğu Anadolu’da Eski Türk İnançlarının İzleri, s.256.
682
A.y

132
korunacaklarına inanırlar683. Göz değmesi ile ilgili inançta, mavi renk mühim bir
mevki işgal etmektedir684. Göz değmesine karşı, mavi göz boncuk bir tedbir olarak
taşınmaktadır. Mavi gözlü insanların gözünün baktıkları kimseye dokunacağı inancı
bulunmaktadır. Aynı renkte boncuk taşımakla, bu göz değmesine karşı korunmuş
olacağına inanılmaktadır. Kars yöresinde, bu renk gözlü insanlara, göy gözlü
denmektedir. Yani, o tür göze sâhip olanlardan çekinilmekte, tekin olmadıkları kabul
edilmektedir685.
Karakoncalas: Kars’da Karakoncalas diye bilinen bir kara iye’nin varlığına
inanılır. Kışın çıkması ve yazın gelmesi için yapılan tekerleme türü dûalarda ismi
geçen bu iye, soğuğu temsil eder. Bu inanç ve iye Batı Anadolu’da da bilinir. Bu
arada “Yer berdelacüz gök de aciz” denilir. Halk seyirlik oyunlarında kara giysi
soğuğu-kışı ve ak sıcağı-yazı temsil eder686.
Rusali: Gagauzlar’ın rusali adını verdikleri kötü ruhlar bulunmaktadır. Bunlar
kadın veya erkek şeklinde görünebilirler. Giysileri kimilerine göre uzun beyaz,
kimilerine göre de alacalıdır (renklidir)687. Rusali yortusu günlerinde yıkanılmaması
gerektiği inancı bulunmakta aksi takdirde rusalinin insanın aklını alacağına
inanılmaktadır688.
İyeler: Eski Türk inançlarında iyilik ve kötülüğü ifade eden iyeler
bulunmaktadır. Bunlar ak (yayuci) ve kara (körmös) iyelerdir. Bu iyelerin insanın sağ
ve sol omuzlarında bulunduğuna ve kötülük iyesi olan kara iyenin Altay Türkleri’nce
Erlik tarafından gönderildiğine inanılmaktadır689.
Karanlık ve loş yerleri, iyi olmayan kokuları ve temiz olmayan tenha ve sapa
yerleri seçen, kara iyelerin ayrıca harabeler ve su kenarları gibi alanlarda da
bulunduklarına inanılmakta ve güneş battıktan sonra da kara iyelere zarar
verilebileceği düşüncesi ile pek çok işlem yapılamamakta (meselâ eşikten dışarı
sıcak su dökmek vb.) ve bu yüzden kara iyelerin intikâm alacağı düşünülmektedir690.

683
Kalafat, Doğu Anadolu’da Eski Türk, s.257.
684
A.y
685
A.y
686
a.g.e., s.111.
687
Manov, Gagauzlar, s.60.
688
A.y
689
Radlov, Sibirya’dan, s.226.
690
Kalafat, Doğu Anadolu’da Eski Türk İnançlarının İzleri, s.25.

133
IV.3. GÖK RENGİ VE GÖK TANRI İNANCI ARASINDAKİ
İLİŞKİ

Gök (kök) kelimesi çok yaygın bir kelimedir ve tezimizin renklerin etimolojisi
bölümünde de belirttiğimiz gibi bütün Türk lehçelerinde kullanılır ve yeşil, mavi,
çüvüt, gök vb. mânâlar ifade eder. Gök rengi, somut ifadesinin de ötesinde Türk
inanışlarında derin tesirleri olan bir renktir.
İnsanlar için bolluk ve bereket yağmur olup gökten iner. Bunun yanı sıra
felaketler ve ölüm de gökten gelir. İnsan doğarken göklerden iner (Köl Tigin
Abidesi’nin güney yüzünde Tanrı gibi gökte olmuş Türk Bilge Kağanı diye hitap
edilmektedir691), öldüğünde de yine göğe uçar. İnsanlar bir dilekte bulundukları
zaman ellerini göğe açar, gözlerini de göğe diker çünkü yaratıcı, insanların itikatına
göre göktedir ve yeryüzünde ne varsa ondan gelmektedir. Kutadgu Bilig’de,
Aytoldı’nun gözünü göğe dikerek; “Ey rabbim, ben senden başka bir Tanrı
tanımadım ki”692 demesi ve akabinde “Bütün akrabaları ile helalleşti, canı mavi göğe
doğru yol almak istedi”693 ifadeleri bunun en güzel misâlleridir. Manas Destanı’nda
da Manas şu şekilde dûa etmektedir: “Göğsü tüylü yağız yer beni vursun; dipsiz
yüksek mavi gök, keskin ay baltam beni parçalasın”694. Hunlar, M.Ö. 91 yılındaki
Hun-Çin savaşından önce, “Gök ve yere and içiyorlar, eğer Çin Başkomutanı
General Li Kuang-li’yi esir alırsak, onu göğe ve yere kurban vereceğiz!”
diyorlardı695. Esir alınan Çin komutanı, Hun generali Wei-lüeh’in, “Hun askerleri ant
içti niçin kurban etmiyorsunuz?” sözlerinden sonra hemen öldürülmüştür696. Bu
olayda Wei-Lüeh’in ağır tahrikleri söz konusudur çünkü kendisi de daha önce esir
düşmüş Çinli bir komutandır. Bilindiği üzere Türkler ellerindeki esirlere
dokunmamaışlar ve onları misafirleri olarak kabul etmişlerdir.
Gök renginin Gök Tanrı inancı ile ilişkisini ilk olarak Orhun Yazıtları’nda
görmekteyiz. Abidelerde Türk kozmogonisi ve insanın yaradılışını anlatan “Üze kök

691
A.g.e., s.3.
692
KB, s.93/1151.
693
a.g.e., s.115/1515.
694
Ögel, Türk Mitolojisi, s.167.
695
A.y
696
Türkeli, “Hunlarda İnsani Değerler ve Hukuk”, s.84

134
tengri asra yağız yir kılundukda, ikin ara kişi oğlu kılınmış”697 (Üstte mavi (gök),
altta yağız yer kılındıkta, ikisi arasında insanoğlu kılınmış) cümleleri bizlere evrenin
ve insanlığın yaratıcısının Gök Tanrı olduğunu ifade etmektedir. Tanrı’nın rengi gök
ve yerin rengi karadır (yağız). Yazıtın devamında tahta Bumin ve İstemi kağanların
oturduğu, pek teşkilâtsız Gök-Türk’lerin bir araya getirilerek il tutulduğu
anlatılmakta ve Batı Türkleri olan Gök-Türkler gök rengi ile ifade edilmektedirler.
Onlara gök rengin tesmiye edilmesinin Gök Tanrı inancı ile alâkâlı olduğu kanaati
tarafımızca da kabul edilmektedir.
Gök Tanrı göktedir ve gök rengi ile tesmiye edilir. “Yukarıda Türk Tanrısı,
Türk milleti yok olmasın diye, millet olsun diye babam İltiriş kağanı, annem ilbilge
hatunu göğün tepesinde tutup yukarı kaldırmış olacak. Babam kağan onyedi erle
dışarı çıkmış”698 “Tanrı gibi gökte olmuş Türk bilge kağanı, bu zamanda
oturdum”699. Bilge Kağan Yazıtı’nın kuzey yüzü bu cümlelerle başlamaktadır.
Abidelerdeki bu sözler Tanrı’nın gökte olduğunu ve onları göğe çekip tutacak ve
onlara kuvvet verecek güce sâhip olduğunu ifade etmekte Türk Bilge Kağan’ın da
Tanrı gibi gökte var olduğuna inanıldığını belirtmektedir. Orhun Yazıtları’ndaki
Tengri teg Tengri ifadesi W. Thomsen tarafından “göğe benzer tanrı” olarak
yorumlanmıştır700. Neye benzediği bilinmeyen Tanrı ancak göğün maviliği ve
sonsuzluğu ile ifade edilebilinirdi.
Köl Tigin’in öldüğünü anıtların kuzeydoğu yüzüne vurduran Yolluğ Tegin, kırk
yedi yaşında ölen Köl Tigin için üzüntüsünü bulut çöktürdü701 ve uçup gittiniz Gökte
hayattaki gibi702… sözleri ile ifade etmiştir.
İlini, bağımsızlığını, kağanını kaybeden Türk milletinin durumu Orhun
Yazıtları’nda sebebiyle birlikte ayrıntılarıyla tasvir edilmiştir. Bilge Kağan
Abidesi’nin doğu yüzünde bu durumla ilgili bir eleştiri yapılmıştır: “Türk, Oğuz
beyleri, milleti işit: üstte gök basmasa, altta yer delinmese, Türk milleti, ilini, töreni
kim bozabilecekti?”703. Bu sorunun yanıtı yine abidelerdedir. Zira iç tenkit devam

697
Muharrem Ergin, Orhun Abideleri, Boğaziçi Yay., İstanbul, 200942, s.8.
698
A.g.e., s.13.
699
A.g.e., s.57.
700
Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, C. II, TTK, Ankara, 20104, s.149.
701
A.g.e., s.29
702
A.g.e., s.31.
703
Ergin, a.g.e., s.41.

135
etmekte ve bunun sebebinin disiplinsizlik ve kağanlarına karşı itaatsizlik olduğu
belirtilmekte; böyle bir felaketin ancak yukarıdaki gökün çökmesi alttaki yağız yerin
delinmesi ile gerçekleşebileceği vurgulanmaktadır704. Bu Türkler için âdeta Gök
Tanrının bir cezası olmuştur.
Oğuzname’nin Uygurca nüshasında Oğuzlar’a yardım etmek için gökten ışık
içinde gök kurt (gök böri) inmektedir705.
“…can erte
Boldukta Oğuz Kagannum
Kurıkanıga kün dag bir
Yaruk kirdi ol yaruktup kök
Külüklüg, kök yalluk bedük
Bir erkek böri gikti…706
“…Seher vakti erkenden Oğuz Kağan’ın çadırına parlak bir ışık girdi. Bu ışığın
içinden gök tüylü, gök yeleli, büyük bir erkek kurt çıktı”707. Oğuzlar’a yardım için
göderildiğine inanılan bu kurdun gökten gelmesi ve gök renkli olması bizce
Türkler’in Tanrı’yı gök rengi ile tesmiye etmelerinden kaynaklanmaktadır.
Oğuzlar’a yol gösteren kurt, Dede Korkut Hikâyeleri’nde “kurdun yüzü
mübarek” olarak ifade edilmektedir. Gök Böri veya Gök Kurt, Tanrı’nın rengine
bürünmüş, bir alâmet, bir işaret bir belge idi708. Kutadgu Bilig’de “gerek olsan it,
gerek gök börü”, it veya köpek sıradan hayvan kisvesine konulurken gök börü’ye
kutsallık izafe edilmektedir709.
Gök renginin insanların ve hayvanların tasvirinde kullanılması, onların bir
ayrıcalık ve kutsallığını bildirmesi açısından önemlidir. Oğuzlar atalarını doğduktan
sonra tasvir ederlerken yüzünün gök renkli olduğunu belirtmekte, bunu onu diğer
çocuklardan ayırmak ve ona bir kutsallık atfetmek için yapmaktadırlar. “Yine
günlerden bir gün Ay Kağan’ın gözü parladı, bir oğul oldu. Çocuğun yüzü gök
idi…”710.

704
A.y.
705
Seyidov, a.g.e., s.44.
706
A.y
707
A.y
708
Ögel, Türk Kültür Tarihine Giriş, C. VI, s.459.
709
A.y
710
Seyidov, a.g.e., s.45

136
Gök (kök)’ün, renk olarak göğün rengi ve sembolü olduğunu daha öncede
belirtmiştik. Altay Destanına göre gök renginin: “Dünya topraklarının bittiği yerde,
sonsuz bir mavi deniz (kök tengiz) vardı…”711. Bu destanda adı geçen hakanların
adları da, Kök-Han ve Kök-Katay gibi, gök rengi ile tanıtılmış kişilerdir712. Bu
destanlarda konuşabilen ve uçabilen atlara da rastlanılırdı. Bu kısraklarında çoğunun
rengi gök idi713.
Gök (kök) kelimesi daha sonra yaşıl, yuşul, yeşil kelimesi ile birlikte
kullanılmıştır. Yaşıl kök tabiri, kaynaklardan anlaşıldığına göre Kutadgu Bilig
döneminde kullanılmayla başlanmıştır714.
Yağız yir yaşıl kök kün ay birle tün
Yâni “Yeşil göğü sayısız yıldızları ile süsledin, karanlık geceyi ışıklı güzdüz ile
aydınlattın”715 ifadelerinde de görüldüğü gibi bu dönemde gök ve yeşil birilikte
kullanılmıştır.

711
Ögel, Türk Mitolojisi, C.II, s.152.
712
A.y
713
A.y
714
A.y
715
KB, I Metin, s.17/3.

137
IV.4. TÜRK UHREVÎ ÂLEMİNDE RENKLER

Eski Türk inanışlarında ve Türk kozmonogonisinde evrenin ve insanlığın


yaradılışı ve varlıklarının tasvir edilişinde pek çok renk ifadelerinin kullanıldığını
iyi-kötü, doğru-yanlış, cennet ve cehennem gibi mefhûmların adlandırılmaları ve
tanımlamaları renklere bazı anlamlar yüklenerek yapılmıştır.
Ak iyiyi ve iyiliği temsil ederken; kara kötüyü ve kötülüğü, ak doğruluğu ifade
ederken kara düşmanlığı, ak cenneti temsil ederken; kara kötü ruhları temsil etmiştir.
Türkler’in her sahasında çok büyük önem arz eden ak onların ilahi
düşüncelerinde de büyük önem arz etmiştir. Ak, Eski Türkler’de cenneti temsil
etmektedir716. Bütün hayatın kaynağı süt-ak-köl (göl)’dür. Rahmetli ve doğru yolda
bulunanların (ak’tular, yani doğrulukla mücehhez olanların) mesut bir hayat
sürdükleri cennet (ak) semanın üçüncü katı olan süt-ak-köl’de bulunmaktadır717.
Bay Ülken’in emri ile yayuçilar süt-ak-köl’den hayat alır ve yeni doğanı
dünyaya çıkartır ve yeryüzünde yaşadığı müddetçe ona yardım eder. Kötülüğün
temsilcisi, yer altı hanı Erlik ise doğuma engel olmak için körmös gönderir718. İşte
kötülük ve iyiliğin, ak ve karanın yani yayuçi ve körmösün hayat boyunca
mücadelesi böyle devam eder.
Eski Türk inanışlarında hayır ilahı Ülgen ile insanlar arasında aracılık yaptığına
inanılan ruhlar bulunmaktaydı ki bunların en önemlisi Yayık adındaki ruhtu.
Şamanlar Ülgen’in huzuruna çıkabilmek için beyaz kumaştan küçük heykelcikler
yaparlar ve bu heykelciklerin ayaklarına da kırmızı şeritler dikerlerdi719.
Erlik hanın yer altında bir seması vardır ki, burada siyah bir güneş, etrafa daima
siyah ışıklar yaymakta idi720.
Eski Türk inanışında hükümdarların senede bir muayyen günleri vardı. Bu
günde hükümdar adına geleceği okumak için bir tören düzenlenmektedir ve kâhinler
renkler üzerinden bazı öngörülerde bulunurlardı. Bugün hükümdar adına büyük bir
ateş yakılırdı. Hükümdar yüksek bir yerden ateşe doğru eğilerek bakarken kâhinler

716
Radlov, Sibirya’dan, C.III, s.6.
717
Radlov, Sibirya’dan Seçmeler, s.219.
718
Radlov, a.g.e., s.226.
719
Genç, Türk İnanışları ile Milli, s.24.
720
Gökalp, a.g.e, s.70-71.

138
ateşe karşı bir şeyler söylerlerdi. Bunun üzerine ateşten yukarı doğru bir çehre
yükselirdi. Eğer bu çehre mavi ise (yeşil anlamına da gelebilir) yağmura ve bolluğa,
beyaz ise kuraklığa, kırmızı ise kan dökülmesine, sarı ise hastalıklara ve vebaya,
siyah ise hükümdarın ölümüne veya uzak yolculuğa delalet ederdi. Son renk olursa
hükümdar yola veya gazaya çıkmaya acele ederdi721.

Ak: Türkler mukaddes (kutsal) olan şeylere ak namını verirler722. Türk uhrevî
âleminde ak, cenneti ve iyiliği temsil etmektedir. Şamanizmde iki tür şaman vardır
ve ak şamanlarda kara şamanlarda olduğu gibi bir vecd hali ile yapılan yolculuk
görülmemektedir723. Schmidt bu fikre katılmamakta ve gerçek bir şamanın cenetin
bekçisi olduğunu belirtmektedir724. Ak şaman da bir aktör gibi mistik bir hale
bürünerek rolünü canlandırabilir ve yolculuğunu gerçekleştirebilirdi725. Ak da
cenneti temsil etmektedir ki bu yüzden şamanlar külâhlarını bilhassa beyaz kuzu
726
derisinden yaptırırlardı. Çünkü beyaz renk temiz ruhların hoşuna giderdi . Hayır
ruhu Ülgen için dualarda ak ayas diye hitap edilmektedir727. Ülgen’den haber getiren
ruh (yayık) da ak olarak tasvir edilmekte ve onun için beyaz bezden heykel
yapılmakta idi. 728. Güneş de destanlarda ak olarak ifade edilmektedir. Sembolik
olarak kuzey Türk destanlarında and içerken şöyle söylenmekteydi: “Göğsünde canı
olan bir dostumun! Aynı sandıktaki elbiseler gibi! Ak güneş (ak kuyaş) ve gök güneş
(kök kuyaş), gibi..”729 Şamanizmde kuşlar kamın en önemli yardımcılarıdırlar.
Bunlardan kaz ve kuğu kuşları, şamana gökyüzü âlemini gezmesinde yardımcı olan
ruhlar olarak kabul edilirdi. Bu kuşlar genellikle ak olarak tasvir edilmişlerdir. Kam
tören sırasında bu sözlerle kuşu semaya göndermektedir.

721
Ramazan Şeşen, İslâm Coğrafyacılarına Göre Türkler ve Türk ülkeleri (Mes’ûdî, Acâ’ib el-
dünyâ, Bursa Hüseyin Çelebi, nr. 746 (63b-64b), TTK, Ankara, 2001, s.57-58.
722
Gökalp, a.g.e., s.105.
723
Mircea Eliade, “Recent Works on Shamanism a Rewiev Article”, History of Religions, S. 1, 1961,
s.156.
724
A.y
725
A.y
726
Genç, Türk İnanışları ile Milli, s.10.
727
İnan, Makaleler ve İncelemeler, C.I, s.412.
728
İnan, a.g.e, s.415.
729
Ögel, Türk Mitolojisi, C.I, s.193.

139
Ak göğün altında,
Ak bulutun üstünde,
Mavi göğün altında,
Mavi bulutun üstünde,
Yüksel semaya ey kuş!730

Resim 22: Bayram Töreninde Saha Türklerinden Bir Kız

730
Radlov, Sibirya’dan Seçmeler, s.241.

140
Saha Türkleri hâlâ bu eski geleneği yerel bayramlarında devam
ettirmektedirler. Yukarıdaki resimde görüldüğü üzere genç bir saha kızı ak kuğu’yu
temsil etmektedir731.
Kırgız Türkleri arasındaki evlilik öncesi nişan merâsiminde yapılan bir dûa’ya
ak bata (Fatiha Suresi) denilmektedir. Her ne kadar İslâmî unsurlar barındırsa da bu
duanın da eski inanışların tesirinde olduğu görülmektedir. Nişanlanma zamanında
yapılan bu dûada; “sizdi ak bata, kızıl kanga koyo buz: Nişan şartlarını yerine
getirmediğinizden dolayı edilen duanın ve nişan sırasında kesilen hayvanın kanının
sizin başınıza bir ceza olarak düşmesini dileriz”732. Çora Batır Destanı’nda kıyılan
bir nikâh ak olarak tesmiye edilmiştir: “İdil boyunda Menli Aru Sulu adında bir kız
ile ak nikâh kıydılar”733.
Al: Al ruhu, eski Türk inanışında çok kuvvetli bir güç olarak ateş kültü ile
alâkâlıdır734. Albastı, alâkârısı gibi hurafeler al ruhu ile alâkâlı görülmektedir. Bunun
yanı sıra eski Türk inanışına göre senede bir gün vücuda gelen bir aşk gecesine
inanılırdı ki bu gece de kadın neye dokunsa gebe kalırdı, çünkü bu altın ışık bazen
bir erkek kılığında kadının haremine gelirdi (alaguva), bazen bir yıldızın ışığı yahut
bir ırmağın suyu temas ettiği bir kızı gebe bırakırdı735.

Kara: Kutsal olmayan şeylere kara namı verilir736. Habis ruhlar kara neme,
kara tös (körmös) olarak adlandırılırken; iyi huylular arı, aru olarak tanımlanır737
Erlik karatös zümresine âittir ve Altay inanışının merkezini teşkil etmektedir738.
Şaman dûalarındaki tasvire göre Erlik’in gözleri ve kaşları kömür gibi kara, sarayı
yeraltında kara çamurdan ve sarayının duvarları ise kara demirdendi739. Onun bindiği
at siyah argımak (arap atı), döşeği ise kara kunduz derisindendi740. Erlik büyük kara
ruh olduğundan onun namına heykel yapılmazdı. Rivayetlere göre yedi veya dokuz

731
Atlas, S.136, Temmuz, 2004, s.57.
732
Yudahin, a.g.e., C.I, s.98.
733
Çora Batır Destanı, s.8.
734
Genç, Türk İnanışları ile Milli, s.17.
735
Gökalp, a.g.e, s.101-102.
736
A.g.e., s.105.
737
İnan, Makaleler ve İncelemeler, s.404.
738
A.y
739
A.g.e., C.I, s.406.
740
A.g.e., C.I, s.391.

141
oğlu vardı ve bunlara “temir paştuu kara uuldar” yani “demir başlı kara oğullar”
denirdi. 741. Erlik’in dokuz kızı bulunmakta ve bu dokuz kız da dokuz oğlu gibi kara
ile tasvir edilmekte, kara yüzlü kara saçlı oldukları belirtilmektedir742. Kara renk ile
tasvir edilen bu şerir ruhlar bütün felaketlerin adresidirler. Bu sebeple onun yol
açabileceği felaketlerden korunmak için ona kurban sunulmakta aksi halde daha
büyük bir ceza ile cezalandırılacaklarına inanılmaktadır. Bu renk eski Türk
inanışında toprakla birlikte anılmaktadır. Reşat Genç, yağız yer tanımlamasının kara
yerden daha önce kullanılmaya başlandığı görüşündedir743. Schmidt’e göre asıl
Şamanizm Türkistan’da görülendir ve bu kara şamanlar tarafından sunulmaktadır744.
Kara şamanların bu vecd hali ölü topraklarına yaptıkları bir yolculuk olarak
yorumlanır745.

Sarı: Eski Türk inanışında hayır ruhu Ülken’in altın kapılı bir sarayı ve tahtı
bulunmaktadır746. Ülgen’in tahtının altın (sarı) ile sembolize edilmesi dünyanın
merkezini işaret ettiği görüşünü doğurmuştur747. Kazak-Kırgız Türkleri’nin
hurafelerinde kara albastının yanı sıra sarı albastı da bulunmaktadır ve bu sarışın bir
kadın suretindedir748. Ona şaman dûalarında sarı albıs diye hitap edilmektedir749.

Ebem Kuşağı (Gök Kuşağı): Altay Türkleri’nin hepsi ebem kuşağına gök
kuşağı demektedirler750. Anadolu’da daha çok “al kuşak, ala kuşak, al yeşil kuşak,
dede kuşağı, ebe kuşağı, ebem kuşağı” adları verilmektedir751. Kırgızlar ise “kök
cele” yani “gök yele” demektedirler752. Ebem kuşağının (gökkuşağı) yaratıcısı hayır

741
A.g.e., C.I, s.406.
742
A.g.e., C.I, s.412.
743
Genç, a.g.e., s.47.
744
Eliade, a.g.e, s.156.
745
A.y
746
Genç, Türk İnanışları İle Milli, s.8-9.
747
A.g.e., s.37.
748
İnan, “Makaleler ve İncelemeler”, s.259.
749
A.g.e., s.261.
750
Ögel, Türk Mitolojisi, C.I, s.227.
751
A.y
752
A.y

142
ruhu Ülgen’dir753. Eski Türkler’de ak yol, yani cennet yolu olduğu düşünülen ebem
kuşağı, bu dünya ile öbür dünyayı birbirine bağlayan yoldur754.
Göğe çıkma törenlerinde şaman’a yol gösterdiğine inanılan renkler (siyah ve
beyaz perçemler) bulunmaktadır755. Bazı törenlerde de bir ip üzerine asılmış mavi,
beyaz, kırmızı ve sarı bezler şamana gök yolunu göstermektedir756. Bazı
araştırmacılar ipe gerilmiş bu renkli bezlerin ebem kuşağını ifade ettiklerini
belirtmektedirler757. Şamanlar ipe asılan bu ebem kuşağı sembolü ile göğe
gideceklerine inanmaktadırlar758.

753
Ögel, a.g.e., C.I, s.413.
754
Ögel, a.g.e., C.I, s.228.
755
A.y
756
A.y
757
A.y
758
Ögel, Türk Mitolojisi, C.I, s.230.

143
V. BÖLÜM

RENKLERİN HAYATA YANSIMASI

V.1. TÜRK TARİHİNDE KARA’NIN ÖNEMİ

Kara, bütün Türk lehçelerinde bir renk adı olarak geçmektedir759. Herhalde kara
rengi Türkler’de farklı mânâlar atfedilmesi bakımından en fazla kullanılan renktir.
Kara rengi ve kelimesi, devlet teşkilâtında, adlarda, yas durumlarında, hastalık
tanımlamalarında, yön ve coğrafya tasvirlerinde, onursuzluk, utanç ve itaatsizlik
mânâlarında, kötü ruhların ifadesinde, bahtsızlık ve kader rengi olarak, yoksulluk
mânâsında, düşmanca kötü tutum ve kötü niyetli davranışların ifadesinde, hayvan ve
bitki adlarının belirtilmesinde sıkça kullanılmaktadır. Tüm bu kullanım alanları
içerisinde kara rengi ve kara renk adı Türk tarihinde önemli bir yer teşkil etmektedir.
Türk devlet teşkilâtında en yüksek siyasî teşekkülün il (devlet), olduğu
kaynaklar tarafından belirtilmektedir. İl, âileden başlayıp, uruğ, boy, bodun birliğinin
son şeklini almış halidir. Bodun il’i oluşturan en kalabalık topluluktur. Abideler,
Türk olsun veya olmasın bütün tebaaya bodun olarak seslenmektedir. Bunların
arasında kara bodun veya kara kamag bodun da bulunmaktadır. Bu boduna kara
olarak seslenilmesi üzerine farklı görüşleri tezimizin diğer bölümlerinde belirtmiştik.
Kara, Türk devletlerine ve bu devletleri yöneten hükümdarlara ad olmuştur.
Kara, Karahanlı hükümdarlarının unvânlarında da sıklıkla bulunmaktadır760.
Karahanlı dönemi kaynaklarında hükümdar unvânları kağan, kara han veya kara
hakan olarak geçmektedir761. Kimi zaman kişi adlarında ön ad; kimi zamanda son ad
veya ongun adı olarak kullanılmıştır. Misâl olarak, adlardan sonra Ahmed Kara
Hakan, Ahmed Kara Han, Ömer Kara Han olarak geçmektedir. Bir ongunun adı
olarak ise, Arslan Kara Hakan, Buğra Kara Hakan, Buğra Kara Han, Tuğrul Kara
Hakan, Tuğrul Kara Han gibi adlara rastlanılmaktadır. Bir renk sıfat olarak Tonga

759
Cirtautas, a.g.e, s.17.
760
Pritsak, “Qara”, s.240.
761
A.y

144
Kara Hakan veya ongunun sıfatı olarak da Tangaç Buğra Kara Han, Tafgaç Buğra
Kara Hakan, Tamgaç Buğra Kara Hakan, Tangaç Buğra Kara Hakan gibi adların
önünde görülmektedir. Bazen de kara kelimesi ongundan önce meselâ Kara Arslan,
Tabgaç Kara Buğra Han Kanı gibi de kullanılmıştır762.
Yukarıda da belirtildiği üzere Türk tarihi pek çok kara unvânlı tarihî kişilikle
doludur. Peki bu kişiler yüzleri kara (esmer) olduklarından dolayı mı bu adlarla
anılmakta idiler. Bize göre kara burada ten rengi ile bağlantılı olarak değil büyük,
güçlü, sert, yiğit, cesur mânâları ile ilişkilendirilmelidir.
Karahanlılar’da görülen kara ön adlarının fazlalığı unvânın bu Türk devleti
döneminde kullanılmaya başlandığı fikrinin oluşmasına neden olmuştur. Hâlbuki
Karahanlı hükümdarlarının unvânlarında görülen karanın kadim kökleri İslâm öncesi
döneme kadar uzanmaktadır763. X. asır coğrafya kitabı Hudud’ul âlem’de,
Yağmaların muhtemelen Uygurlar’a bağlı bir kavim olduğu, devletin yıkılışının
ardından Uygurlar (840)’ın batıya göç ederek Kaşgar bölgesine geldikleri ve bu
bölgeyi Karluklar’ın elinden alarak yurt edindikleri belirtilmektedir764. DLT’de
Yağmalar için Kara Yağma tabirinin kullanılması onların Uygurlar’dan ayrılarak
müstakilleşmelerinin ifadesi olabileceği fikrini uyandırmaktadır765. Bu boyun batıya
ilerleyişi sırasında başlarında Uygur Hanedanlığı’nın bir kolu bulunuyordu ve bu
hanedan mensûpları Buğra Han unvânını taşıyorlardı. Bu durum Karahanlılar’ın
kurucusunun açıkca Yağma boyu olduğunu göstermektedir766. Kara Yağma boyunun
kara han unvânını kullanıyor olması ve Karahanlılar’ın kurucuları olmaları kara
renginin hanedan unvânlarında Karahanlı Devleti’nden önce kullanılmaya
başlandığının bir göstergesidir.
Kaşgarlı Mahmud’un çağdaşı olan, Selçuklular’da Melik Şah’ın saray doktoru
olan, Tarih-i Mülük at-Türk (Türk Hükümdarları Tarihi)’ü ve Taba’i el Hayavan
(Hayvanların Tabiatı)’ın yazarı olan Şeref az-Zamân Tâhir Mervezî bir efsaneden
bahsetmektedir. O, efsanesinde Kara Han adının nasıl kullanılmaya başlandığı ile

762
Pritsak, a.g.e, s.240.
763
A.g.e, s.242.
764
Genç, Kaşgarlı Mahmud’a Göre XI. Yüzyılda Türk Dünyası, Türk Kültürünü Araştırma
Enstitüsü yay., Ankara, 1997, s.37.
765
A.y
766
Sümer, Oğuzlar, s.52.

145
Bagaç isimli bir yabgu yani Türk hükümdarı anlatılmaktadır767. Mervezî’nin
bahsettiği bu efsaneye göre; Tabgaç Yabgu pek çok hediyeler almıştır. Bu hediyeler
arasında daha önce Türkistan’da hiç görülmeyen zenci bir köle de vardır. Bu sıra dışı
akıllı köleye hükümdar çok yakınlık hissetmişti. Bir gün bu gözde zenci bir fırsatını
bularak hükümdara saldırdı ve onu öldürerek yerine oturdu. Mervezî hikâyesini şöyle
bitirmektedir: ‘O Kara Han unvânını aldı, ondan önce hiç kimse bu unvânı ‘Kara
Kağan’ almamıştı. Onun haysiyeti çok büyüktü ve ne zaman Türkler onurlu bir
hükümdar istediklerinde Kara Han onları ikna etti. ‘Kara han’ veya ‘el-Hakan’ ‘yüce
hükümdar’ anlamına gelmektedir”768.
Yine Mervezî’nin Çin üzerine yazdığı bölümde Karahitay (Batı Liao
Hanedanlığı) hükümdarı Gazneli Mahmud’a yazdığı mektupta şu şekilde hitap
etmektedir: “Horasan Emir’i Kara Mahmud Han’a…” bu hitap Minorsky’nin
dikkatinden kaçmamıştır769. İkinci mektupta ise Sultan Mahmud “sultan” olarak
unvânlandırılmıştır770. Mervezî’nin verdiği bu bilgilere göre Türkler bir hükümdarı
onurlandırmak istediklerinde onu Kara Han olarak unvânlandırmaktadırlar771.
Karahanlılar’a kadar Türkler’de görülen kara unvânları Orhun Yazıtları’nda
Kara Kan, Talas Yazıtları’nda ise Kara Bars ve Kara Çur olarak geçmektedir.
Bizans kaynaklarında yaklaşık 410’da bir Hun prensi Kara Ton olarak geçerken,
Konstantin Porphyrogennetos’da Macarlarda hükümdardan sonra gelen ikinci liderin
unvânı Kar Han olarak geçmektedir772. Abu’l Hasan Abdurrahman b. Muhammed an
Nişaburî tarafından Tarih-i Buhara’da Mavaraünnehr’deki bir Türk beyliği, Kara
Çurini adlı bir yabgunun hâkimiyeti altında gösterilmiştir. Bu kişi J. Markwart’a göre
Batı Türk Devleti’nin kurucusu İstemi Kağan’dan başkası değildir.773. Reşüdiddin’in
eserindeki ayrıntılı bilgilere ve onun geleneğini tâkip eden Abu’l Gazi’ye göre Oğuz
Han’ın babası Kara Han’dır774.

767
Pritsak, a.g.e, s.242-243.
768
V. Minorsky, Sharaf al-Zaman Tāhir Marvazi On China the Turks and Inda, London, 1942,
s.42.
769
A.g.e, s.79.
770
A.y
771
A.y
772
Pritsak, “Qara”, s.244.
773
A.y
774
A.y

146
Kara rengi, dinî bakımdan da pek çok tanımlamada geçmektedir. Uhrevî
âlemde kara, şerir ruh, habis kuvvet olarak tanımlanmaktadır775. Kırgızca’daki kara
baskır: cin çarpsın ve kara bastıbı sene?: “seni cin mi çarptı?”776 ifadeleri
günümüzde de Anadolu’da sıklıkla kullanılmakta; karabasan, kara bastı tabirleri ile
gece rüyâda uyuyan kişinin üzerine bir adamın abandığı ve boğazını sıktığı durumları
ifade edilmektedir.
Yine Hıristiyan ve özellikle Ermeni din adamları tasvir edilirken kara rengine
başvurulmuştur. Onlar için Karabaş (Osm.), kara ton, kara tonlu (K.) deyimleri
kullanılmıştır777. Kara ton, kara tonlu tabirleri aynı zamanda büyü, sihir işleri ile
uğraşan kişilere de verilen addır778.
Oğuzlar dönemini aydınlatan Dede Korkut Hikâyeleri’nde ve Manas
Destanı’nda da kara ton, kara tonlu tabirlerine rastlamaktayız.
Kara tağlar önine ava bindim.
Kara tonlu kâfirlere uğramadım779.
Başka bir bölümde de şu şekilde geçmektedir:
On altı bin kara tonlu kâfir ata bindi.
Kazanun üzerine Ilgar yetdi780.
Bir diğer bölümde ise din adamı veya büyü işleri ile uğraşan bir kişiye adak
adanması ve bir dilekte bulunulması anlatılmaktadır:
Kuru kuru çaylara su saldım.
Kara tonlu dervişlere nezir virdüm781.
Kara rengi ölümü de ifade etmektedir. Bu sebeple Türkler’de yas tutan kişiler
kara renkli giysiler giymektedirler. İslâm öncesi dönemde ve İslâmiyet’in kabulunun
ardından da bu âdet yaşamaya devam etmiştir. Bu konu üzerinde daha önce etraflıca
durmuştuk. Dede Korkut Oğuznâmesi’nin sonunda gelimli gidimli dünya, son uçı

775
Yudahin, a.g.e.,C.II, s.403.
776
Yudahin, a.g.e., C.II, s.403.
777
Radlov, Versuch Eines Wörterbuches der Türk-Dialecte, C. II/I. s.133.
778
A.y
779
Dede Korkut Kitabı, s.219.
780
A.g.e., s.157.
781
A.g.e., s.164.

147
ölümli dünya kara ölüm geldiğinde kiçüt virsün diye şoylamaktadır782. Kara ölüm
sonucunda Türkler ak veya gök çıkarıp kara bürünerek yas tutarlardı.
Bizans kaynaklarından Alexiad’da da Türkler’in kara rengini yas ve
talihsizlik olarak kullandıklarına dâir bir misâl karşımıza çıkmaktadır. Eserde, Bizans
İmparatoru’ndan aldığı izinle Antalya’ya vali olarak gelen Philocales Eumathius,
Lampe civarındaki Türkleri tam bir kıyımdan geçirir hatta yeni doğmuş bebekleri
bile kaynar sularda öldürür. Bu kıyımdan sağ kurtulan Türkler karalar giyerler,
yaslarını ve talihsizliklerini Türklerin hâkimiyeti altındaki yerlere giderek giydikleri
kara kıyafetlerle yaşadıkları dehşeti ve acıyı anlatırlar ve intikâm için halkı
kışkırtırlardı ifadeleri bulunmaktadır783.
Coğrafî açıdan kara kuzey yönü ile tesmiye edilmektedir. Bu sebeple Türkler
nereye gitseler kuzeyde kalan yerler kara ile ifade edilir ki Anadolu’ya gelen Türkler
kuzeyde kalan denize Karadeniz adını vermişlerdir. Yine coğrafî bir olay olan gece
ve gündüzün birbirini takip etmesi Türkler’de havanın kararması ve aydınlanması
olarak ifade edilmiştir. Bununla birlikte kışın şiddetli geçtiğini ifade etmek için kara
kış tabiri784 de kullanılmaktadır. Kuzeybatı yönünden esen rüzgâr karayel olarak
tesmiye edilirken; doğudan esen güçlü rüzgâr ise kara poyraz olarak tesmiye
edilmiştir785.
Hastalıkların ifadesinde de kara renginin kullanıldığını görmekteyiz. Bu
hastalıklar kara sarılık786 kara kura, kara basan, kara humma, kara sıkmağa, kara
salgın, karamuk vb787.
Düşmanca tutum sergileyen kişiler ve davranışları ifade etmek için de kara
rengi kullanılmaktadır. Kara düşman, kara kâfir, kara tonlu kafir788 vb. Kara yüzlü,
Kara yüzlü olmak, yüzün kara olsun789 ifadesi ise utanmaz kişileri tanımlamak

782
A.g.e., s.94.
783
Anna Comnena, The Alexiad, İng. Çev., E. A. S. Dawess, Ontario 2000, s.254-255. Bu eser
Türkçeye tercüme edilmiştir: Alexiad Malazgirt'in Sonrası İmparator Alexios Komnenos
Döneminin Tarihi, Çev., B. Umar, İstanbul, 1997.
784
Radlov, Versuch Eines Wörterbuches der Türk-Dialecte, C.II/1. s.137.
785
A.y
786
A.y
787
Ilse Laude, a.g.e., s.24.
788
Dede Korkut Kitabı, s.157.
789
Radlov, Versuch Eines Wörterbuches der Türk-Dialecte, C.II/1, s.138.

148
amacıyla kullanılan bir deyimdir. İsteyenin bir yüzü kara vermeyenin iki yüzü790,
atasözü ise ricada bulunacak kişinin utanması ve rica ederken çektiği sıkıntıyı ifade
etmektedir. Karanın utanç ifadesi olarak kullanılmasına Çora Batır Destanı’ndaki şu
ifadelerde de görmekteyiz; “Aferin senin bulduğun dosta, bana bir ayıplık etti, yedi
defa deniz geçsem yine yüzümün karası gitmez”791. Şansızlığını ve mutsuzluğunu
kadere bağlayan kişiler için bahtı kara792, birine bela okumak için ise kara gün
793
görmek, bu kişiye kara gün göster deyimleri kullanılmaktadır794. Kötü bir haberin
çok çabuk yayılmasını ifade etmek için de kara haber tez duyulur795 deyimi
kullanılmaktadır.
Kötü ruhlar (karabasan) ve kötülük peşinde olan insanlarda kara rengi ile ifade
edilirler. Gönlü kara, özü kara796 deyimleri kötü niyetli insanları ifade ederken
kullanılır.
Kara rengi diğer renklere göre kendilerini zavallı gören kişeleri ve fakirliği de
ifade eden bir renk olmuştur. Kara halk deyimi bazen onların fakirliğini vurgulamak
amaçlı kullanılmıştır. Çora Batır Destanı’nda “Aktaçının Ali biy, caurunda menli biy,
kara halka zalim biy”797 ifadesindeki kara halk, fakir halkı belirtmektedir. Kara üy
(kara çadır) fakir halkın yaşadıkları evdir. Bir Kırgız atasözünde kara alaçık798 (kara
ev) şu şekilde ifade edilmiştir: “Kan üyününğ tardığı, kara alçagımdın kenğdigi”
yani “Han evinin darlığı, benim kulubemin genişliği” ifadesinde de görüldüğü gibi
fakir halkın yaşadığı ev rengi kara olarak belirtilmiştir. Dede Korkut Hikâyeleri’nde
sık sık karşılaştığımız kara başım ifadesi zavallı çaresiz insanların kendilerini ifade
etmek için kullandıkları bir tabirdir. Misâl olarak aşağıdaki dizeleri gösterebiliriz:
“Öz gevdende canun var ise oğul haber mânâ
Kara başum kurban olsun oğul sana”799.

790
A.g.e., s.139.
791
Çora Batır Destanı, s.11.
792
Ömer Asım Aksoy, Atasözleri, s.282.
793
Radlov, Versuch Eines Wörterbuches der Türk-Dialecte, C.II/1, s.138.
794
A.g.e., C.II/1, s.138.
795
A.y
796
Ilse Laude, a.g.e., s.26.
797
Çora Batır Destanı, s.12.
798
Yudahin, a.g.e., C.I, s.18.
799
Dede Korkut Kitabı, s.89.

149
Kara kelimesinin yağız sözü ile birlikte toprak, yer, ülke ile birlikte
kullanıldığını da belirtmeliyiz. Yağız, DLT’de kızıl ile kara arası renk olarak
tanımlanmaktadır800. Orhun Yazıtları’ndaki “Üze kök tengri asra yağız yir
kılundukda, ikin ara kişi oğlu kılınmış”801 (Üstte mavi (gök), altta yağız yer
kılındıkta, ikisi arasında insanoğlu kılınmış) mısraları bunun en önemli misâlidir.
Bunun yanı sıra Kutadgu Bilig’de geçen “Kara yer ile mavi göğü, güneş ile ayı gece
ile gündüzü, zaman ile zamaneyi ve mahlûkları o yarattı”802 mısraları da misâl olarak
verilebilir ve bu kullanıma âit misâller daha da artırılabilir. Yine aynı eserde, “Ne
fayda, onun da göreceği yer bu kara toprağın altı, bu yağız yerin çukurudur”803.
Kara, toprağın, yerin öz niteliğini belirtirken yağız ise ona rengin ötesinde onurlu bir
dış karakter büründürmektedir804. Altun Yaruk’da “yağız yer” Çince metinde “büyük
dünya” mânâsı ile karşılanmış ve metindeki “ağır uluğ yağız yer”, “kutlu, saygıdeğer
büyük dünya” mânâsına gelmiştir805. Dede Korkut Hikâyeleri’nde Bey otağını kara
yer üzerine kurmaktadır. “Yiğit arhası Salur Kazan yirinden turmış idi. Toksan başlu
ban ivlerin kara yirün üzerine dikdürmüş idi”806.
Kara yer aynı zamanda ölümün habercisidir. Kutadgu Bilig’de bu ifadeler çok
sık kullanılmıştır. “İster âlim ol, ister bin yaşa, ister bütün dünyayı ele geçir ve bütün
nimetlerine nail ol, sonunda sen de öleceksin ve kara toprak olcaksın”807. “Ey
devletlü hükümdar, sen saray ve köşkler yaptırma; kara toprak altında senin evin
hazırdır”808. “Kara toprağın altının biraz açıp baksa idin, orada ne kadar seçkin ve
iyi insanların cesetlerini görürdün”809. “Bugün bak, nasıl dünyaya hiç gelmemişler
gibi olup, kara toprak altında yatarlar”810. “Ne türlü ve ne çeşit insanlar bu dünyaya
geldi; bak, kara toprak hepsini yedi yuttu”811. Bu ifadeler ile zengin-fakir, iyi-kötü,

800
DLT, C.III, s.10.
801
Muharrem Ergin, Orhun Abideleri, Boğaziçi Yay., İstanbul, 200942, s.8.
802
KB, s.12/3.
803
A.g.e., s.260/3570.
804
Cirtautas, a.g.e., s.22.
805
Ögel, Türk Mitolojisi, C.I, s.260.
806
Dede Korkut Kitabı, s.95.
807
KB, s.459/6399.
808
A.g.e., s.111/1418.
809
A.g.e., s.341/4722.
810
A.g.e., s.459/6402.
811
A.g.e., s.459/6403.

150
asil-avam farkı gözetmeksizin her faninin bir gün ölümü tadacağı ve kara toprağa
gireceği ifade edilmektedir.
Ali Şir Nevayi, Muhakemetü’l Lugateyn (İki Dilin Muhakemesi) adlı eserinde
saydığı yüz kelimenin arasında bulunan ve kara kökünden türetilen karala-
karalamak eylemi için; Fars dili ile yaptığı muhakeme sonucunda herhalde kelimenin
verdiği anlamı Fars dilinde ancak birçok kelimenin bir araya getirilerek aynı anlamı
vereceğini belirtmiştir812.
Tuva Türkleri’nin ak rengini diğer koyu renklerin açık tonlarını belirtmek için
kullandıklarını söylemiştik. Aynı şekilde bazı renklerin koyu tonlarını ifade etmek
için de kara rengini kullanmışlardır. Misâl olarak kara nogaan-koyu yeşil, kara
hüren-koyu kahverengi, kara bora-koyu gri, kara kök-lacivert renkleri verilebilir813.
Kara rengi Türkçe’de herhalde en fazla kullanılan renktir. Bu rengin kullanım
alanlarına dâir misâller oldukça fazladır. Kısa kısa kara rengi ile ilgili kullanım
misâllerini atasözlerimizde, günlük konuşma dilinde ve tarihi kaynaklarda sıklıkla
görmekteyiz. Meselâ; talihsizlik ve bahtsızlık ifadesi olarak alnının kara yazısı
deyimi verilebilir. Şiddetli ve sert mânâsında kara kelimesinin kullanımına dâir
“Hepsi hasta ve küskün olan bu yurttaşlar da bugünün ağır iktisadi koşullarının kara
kışında sefalete terk edilmişlerdi” (H. Taner)814, misâlini verebiliriz.
Atasözlerimizden akın adı var karanın (esmerin) tadı var, karanın esmer kişileri
tasvir amaçlı kullanılmasına misâl olarak gösterilebilir815. Kötü niyetli kişileri
nitelemek için ise, Gönlü kara* deyimi misâl olarak verilebilir. Bunun yanı sıra kötü
ruhlar için de kara renk sıfatı kullanılmaktadır. Misâl olarak; kara şeytan (Ka.), kara
koncolos (Tür.), kara kulay (Çağ.), kara yaman dibӓ (Tar.), kara+ca (Kur.), bütün bu
misâllerde kara; “şerir, habis, kötü” ruh mânâlarında kullanılmaktadır816. Kutadgu
Bilig’de ise kara=kötü eşleşmesi şu misâllerde görülmektedir: “Kötüye katılma onun
işi kara ve tabiatı fenâ olur; bu ağır yükü kolay yüklenemezsin”817. Karanın karanlık

812
Alī Şīr Nevāyī, Muhākemetü’l Luġateyn, Haz. F. Sema Barutçu Özönder, Atatürk Kültür, Dil ve
Tarih Yüksek Kurumu Türk Dil Kurumu Yay., Ankara, 1996, s.204.
813
Arıkoğlu-Kuular, a.g.e., s.64-65.
814
Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlük, C. II, s.1206.
815
*Atasözlerinin açıklamaları tezimizin Atasözleri ve Deyimlerde Renk Kullanımları başlığının
altında verilmiştir.
816
Cirtautas, a.g.e., s.23.
817
KB, s.169/2257.

151
mânâsına kullanım misâlleri ise şu şekilde verilebilir: “Mavi göğü ve üzerinde
yıldızları yarattı, karanlık geceyi ve aydınlık gündüzü var etti”818. “Karanlık gece
aydınlık güne yaklaşmaz, yeşil su kırmızı ateşe konuk olmaz”819.

818
A.g.e, s.20/127.
819
A.g.e., s.168/2250.

152
V.2. AT DONLARI VE KURBAN MERASİMİ

Hayatlarını dolayısı ile de geçimlerini hayvancılıkla sağlayan bir millet olan


Eski Türkler, çok çeşitli renk ve özellikte at yetiştirmekteydiler. Bu atların her
birini, renklerine, üzerlerindeki beneklere, vücut biçimlerine, yürüyüş ve koşma
özelliklerine göre çeşitli isimler altında sınıflandırmışlardı820. X. yy. Müslüman
coğrafyacısı Mesudî, Türkler için, yırtıcıların ve atların hükümdarı tâbirini
kullanmıştır821.
Sahibinin yakın arkadaşı, zafer ortağı ve en değerli varlığı olan at, gerek
destânlarda gerekse tarihî dönemlerde binicilikte usta olan ve hayatı at üstünde
kurulmuş Türkler için vazgeçilmez bir unsur olmuştur822. “Kuş kanadı ak olur, er
kanadı at olur” (Başkurt), “Er atıyle, kuş kanadıyle (uçar)” (DLT) gibi atasözleri
Türk boylarında at ve erin birbirinden ayrı düşünülemeyeceğini anlatan
atasözleridir823.
Yapılan araştırmalar destânlarda geçen kahramanların ve onların atlarının
adlarının beraber anıldığını göstermektedir. Bu konuda yapılan araştırmalar
destânlarda geçen atlarının renginin genel olarak ak, ala, kara, kök ve boz olduğunu
göstermektedir. Misâl olarak; “Ag oy At, Ag ay Batır”, “Ak por At, Ak Molot”, “Kök
Han, Kök Attıg”, “Ak çabdar attıg Allarıg”, “Ala Kartıga Ag oy At”, “Kara bor attıg
Büri Mergen”, “Ak kılış Kan boz oy attıg” vb. verilebilir824.
Hayvancılık yapan Eski Türkler kendi sürülerini atlarının derilerinin rengi ile
ayırt ederlerdi825.
Atı, kültürlerinin bir parçası haline getiren ve onlara kahramanlık unvânı veren
Gök-Türkler, hükümdarların bindiği atları renklerine göre adlandırmışlardır. Bu
konuyla ilgili olarak Kül Tigin’in bindiği atların adları ve renkleri dikkat çekicidir826.

820
Gülden Sağol, “Tarihi Şivelerde At Donları”, Türk Kültüründe At ve Çağdaş Atçılık,
Hazırlayan: Emine Gürsoy Naskali, İstanbul, 1995, s.126-146.
821
Mesudî, Murûc Ez-Zeheb (Altın Bozkırlar), Çev. Ahsen Batur, Selenge Yay., İstanbul, 2004,
s.61.
822
Salim Küçük, “Türk Kültüründe Donlarına Göre Atlarına Verilen Adlar ve Nişanları”, Turkish
Studies, C.4, S. 8, Fall 2008, s.1831.
823
İnan, “Makaleler ve İncelemeler”, C.I, s.182.
824
A.g.e., s.183.
825
İzgi, a.g.e, s.65.
826
Küçük, a.g.e., s.1832.

153
Bayırku (beyaz at), Başgu (boz at), Alp-Şalçı (beyaz at), Ögsiz (beyaz at), Kedimlig
(torıġ at), Azman, Az, Yağız gibi827. Savaşa giden Köl Tigin 8 defa ak ata, 3 defa boz
ata, 2 defa konur ata, 1 defa da keher ata binmiştir828.
Atların rengine göre savaş alanında mevzilenen Türk ordusu pek çok zafere de
imza atmıştır. Yön sembolizminde, Gök bucakları kültüne göre, Çin kaynaklarında
görülen gök atlarına beş kısrak gönderildiği efsane temelli olarak Mo-tun’un
seferlerinde cihete göre at rengi seçtiği bilinmektedir829.
Türk hükümdarları genel olarak ak donlardaki ata binmektedirler. Çin
İmparatoru’nun da sadece beyaz renkli at binmesi dikkati çeken bir noktadır830.
At motifi en çok kurban kesme merasimlerinde karşımıza çıkmaktadır. Misâl
olarak Ülgen’e sunulacak atın donu açık renkte olmalıdır831. Kırgızlar’ın sefere
çıkarken at kurban ettikleri ve bu kurbanlık atın ak boz kısrak olduğu
bilinmektedir832. Yine Türkler ad koyma merasimlerinde, aş-yoğ törenlerinde ve
adak sunmalarında kurbanlarının renklerini farklı farklı seçmişlerdir. Çocuğu
olmayan Yakut kadınları mukaddes bir ağacın dibinde ak boz at derisi üzerinde “yer
sahibine” yalvarır, ağlaya sızlaya dûa eder833. Bu ayin, Ak boz kısrağın kutsal ve
uğur getiren bir özelliğe sâhip olduğunu düşünmemize sebep olmaktadır. Altay
Türkleri’nde kurban olarak seçilen atın yelesine kırmızı şerit bağlanmaktadır834.
Anadolu’da İslâmiyet sonrası dönemde de kurban olarak sunulacak hayvanın sırtına
kırmızı şerit bağlanmasa da kırmızı rengi verecek bir kına yakma geleneğinin
uygulandığını belirtmeden geçmemeliyiz.
Eski Türkler arasında ıdık bağışlama merasiminin de uygulandığını
görmekteyiz. Meselâ Yakutlar ıdık olarak geyik bağışlarlarken; Altaylılar at
bağışlamaktadırlar835. Yağız ve al ıdıklar dağ ruhu için bağışlanır. Hastalık için ise

827
Küçük, a.g.e., s.1832.
828
A.y
829
Alföldi, a.g.e, s.518.
830
Barthold, Orta Asya, s.353.
831
Radlov, Sibirya’dan (Seçmeler), s.328.
832
İnan, “Makaleler ve İncelemeler, C.I, s.158.
833
İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, s.167.
834
Şenay Alsan, Türk Mimari Süsleme Sanatlarında Mitolojik Kaynaklı Hayvan Figürleri,
Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul, 2005,
s.31.
835
Şenay Alsan, a.g.e., s.34.

154
yağız bir at ve koyun kurban edilir. Baş ve göz hastalıkları için al ıdık, baş
rahatsızlığı için ak boz ıdık, karın ve kaburga ağrıları içinse kır at kurban edilirdi836.
Yudahin kızıl rengini tanımlarken bu rengi boz at donları ile misâllendirmiştir.
Buna göre kanın kızıl; siyah benekleri bulunan boz at, kök kızıl; boz benekleri
bulunan açık boz at, sarı kızıl; beyaz zemin üzerinde sarımtırak benekleri olan at, ak
kızıl ise saf beyaz olan attır837. İçlerinde çok açık boz veya kırmızı bulunan açık boz
at sürülerine kızılduu denilmektedir838.
Bir düğün sırasında gelin için güveyden istenen hayvanların renkleri Kazak
şarkısında şu şekilde geçmektedir:
At verirsen gök at ver
Tırıs giden güçlüden ver
Kaynataya bir selam!839.
Görüldüğü üzere bu şarkının ilk kısmında gelin için istenen at rengi açık
donlarda bir renktir.
Türkçe’deki at adları ve cinsleri şu şekildedir:
Ak: Oğuzların dışındaki Türkler alacalı olan ata “ak at” derler840.
Aḳ az: Kıpçak Türklerinin bacaklarında beyaz lekeler bulunan sarı ata
verdikleri ad841.
Al: Kıpçakların doru renkli atlara verdiği ad842.
Ala at: Kazaklar’da beyaz üzerine koyu renkli beyaz benekleri olan at cinsi843.
Alaça: Ala renkli at844.
Bol at: Beyaz bacaklı at; Ogar bol: Beyaz bir lekeye veya beyaz bacaklara
sâhip olan at845.
Boymul at: Boynunda beyaz bir leke olan at846.

836
A.y
837
Yudahin, a.g.e., C.II, s.470.
838
A.g.e., s.471.
839
Radlov, Sibirya’dan, C.II, s.263.
840
Divân-ı Lügat it Türk, C.I, s.81.
841
Kıpçak Türkçesi Sözlüğü, s.5.
842
A.g.e., s.6.
843
Radlov, Sibirya’dan, C.II, s.220.
844
Kıpçak Türkçesi Sözlüğü, s.6.
845
Divan-ı Lügat it Türk, Dankoff Neşri, s.193.
846
A.g.e., s.199.

155
Boz at: Kazaklar’da derisinin her tarafı beyaz olduğu halde ağız civarı ve
böğürleri kara olan at cinsi847. Divan-ı Lügat it Türk’de “herhangi bir hayvan beyazla
kırmızı arasında olursa yine böyle denir” diye geçmektedir848.
Boz at: Kıpçaklar’da boz renkli at, kırat849.
Bögrül at: Böğründe beyaz lekeler olan at850.
Bürul at: Kazaklar’da karışık renkte yeleli bir at cinsi851.
Cïrӓn at: Kazaklar’da kızıl ata verilen addır852.
Çından at: Kızıla çalar kahverenkli at853.
Çilgü at: Doru at854.
Kara ala: Kazaklar’da ala ata verilen addır855.
Kara boz at (Kara kök): Kazaklar’da gerçek rengi beyaz fakat baş arka but ve
yele kuyruğunda kül rengine çalan benekler bulunan bir at cinsi856.
Kara karı: Kazaklar’da bir at cinsi857.
Kara kula: Kazaklar’da kula at cinslerinden biri858.
Kara küröng: Kazaklar’da koyu kestane dorusu adı verilen bir at cinsi859.
Kara toro: Kazaklar’da kahverengi yele ve kuyrukları kara olan kara doru
atlara verilen addır860.
Ker at: Kazaklar’da yelesi ve kuyruğu beyaz olan koyu renkteki at cinsi861.
Kır: Kır rengi, kır at, kır renkli at862.
Kır at: Altay Türkleri’nde tanrı Ülgen için kurban edilen at863.
Kızıl ala: Kazaklar’da ala at adı verilen at cinsinden biri864.

847
Radlov, Sibirya’dan, C.II, s.150, 169, 219.
848
DLT, C.III, s.122.
849
Kıpçak Türkçesi Sözlüğü, s.35.
850
DLT, Dankov Neşri, s.200.
851
Radlov, Sibirya’dan, C.II, s.220.
852
A.g.e., s.219.
853
DLT, Dankoff Neşri, s.232.
854
A.g.e., s.237.
855
Radlov, Sibirya’dan, C.II, s.220.
856
A.g.e., s.219,162,171,172,174,175.
857
A.g.e., s.220.
858
A.g.e., s.176,177.
859
A.g.e., s.219.
860
A.y
861
Radlov, a.g.e., s.220.
862
DLT, C.I, s.324.
863
Radlov, Sibirya’dan, C.II, s.123.
864
A.g.e., s.220.

156
Kızıl kök: Kazaklar’da gerçek rengi beyaz fakat baş arka but ve yele
kuyruğunda sarımtırak benekler bulunan bir at cinsi865.
Kızıl sarı: Kazaklar’da bir at cinsi866.
Kongur at: Kazaklar’da açık renkte ve açık yeleli bir at cinsi867.
Kuba at: Rengi, donu kumral (konural) ile sarı arasında olan at. Bu çeşit olan
her renge de böyle denilmektedir868.
Kula: Kula renkli at869.
Küröng: Kestane dorusu olan at870.
Or at: Donu kırmızı ile sarı arasında bulunan at871.
Sarı at: Kazaklar’da karınları sarımtırak olan kahverengi bir at cinsidir872.
Şabdir at: Kazaklar’da ağız ve böğürleri beyaz olan kahverengi atlara verilen
ad873.
Şıbar at: Kaplan benekli açık renkteki bir at cinsi874.
Tarıg at: Doru renkli at875.
Taz at: Alacalı at876.
Tığ at: Kırmızı ile doru rengi arasındaki at, konur al877.
Toro at: Kahve renkli yele ve kuyrukları kara olan doru atlara verilen ad878.
Torıg: Orhun Yazıtları’ndan Köl Tigin Yazıtı’nda geçmekte ve bir at donunu
ifade etmektedir879. “Üçünç yeginsiliğ beğin kedimlig torıg at binip tegdi”880 (Köl
Tigin doğu 33).

865
A.g.e., s.219.
866
A.g.e., s.220.
867
A.y
868
DLT, C.III, s.317.
869
a.g.e., C.III, s.223.
870
Radlov, Sibirya’dan, C.II, s.219.
871
DLT, C.II, s.45.
872
Radlov, Sibirya’dan, C.II, s.220.
873
A.y
874
A.y
875
DLT, C.I, s.374.
876
A.g.e., C.III, s.148.
877
A.g.e., C.III, s.127.
878
Radlov, Sibirya’dan, C.II, s.219.
879
Nesrin Bayraktar, “Orhon Yazıtlarında Geçen Renk Adlarının Anlam Alanları Üzerine”, Orhon
Yazıtlarının Bulunuşundan 120 Yıl Sonra Türklük Bilimi ve 21. Yüzyıl Konulu 3.Uluslararası
Türkiyat Araştırmaları Sempozyumu Bildiriler Kitabı, C. I, Editör: Ülkü Çelik Şavk, Ankara,
2011, s.126.
880
Hüseyin Namık Orkun, Eski Türk Yazıtları, TDK, Ankara, 1986, s.44.

157
Tüm: At renklerinden düz renk881.

Renkler Orhun Yazıtları’nda da at donu olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle


ak rengi abidelerde at donuna işaret etmektedir882. Abidelerde ak ile ilgili at donları
aşağıdaki gibi geçmektedir883.
Ol t(e)kgükde: b(a)y(ı)rkuuniñ: (a)k (a)dg(ı)r(ı)ġ: udl(ı)kin: sıyu: urtı:
“O hücumda Bayırkuların ak aygırını uyluğunu kırıp vurdular” (KTD- 36).
(A)lp ş(a)lçı: (a)k (a)tin: bin(i)p: t(e)gm(i)ş:
“Alp Şalçı kır atına binip hücum etmiş” (KTD-40).
(A)lp ş(a)lçı: (a)kin: bin(i)p: opl(a)yu: tegdi:
“Alp Şalçı kır atına binip sabırsızca hücum etti” (KT K-2).
Kül tig(i)n: (a)lp ş(a)lçı: (a)kin: bin(i)p: o[pl(a)yu t(e)gd]i:
“Kül Tigin Alp Şalçı kır atına binip sabırsızca hücum etti” (KT K-3/4).
Kül tig(i)n: ögs(ü)z (a)kin: bin(i)p: tokuz: (e)r(e)n: s(a)nçdı: ordug: birm(e)di:
“Kül Tigin öksüz kır atına dokuz eri mızrakladı, karargâhı (düşmana) vermedi”
(KT K-8/9).
Yine boz adı da abidelerde iki yerde tespit edilmiş ve bunlarda da sadece at
donu olarak kullanılmıştır884. Bu iki misâl de şu şekildedir.
(e)ñ (i)lki: t(a)d(ı)k(ı)ñ çor(ı)ñ: boz [(a)t(ı)g bin(i)p opl(a)yu t(e)gdi]:
“(Kül Tigin) ilk önce Tadık Çor’un boz atına binip hücum etti” (KT D-32).
(e)kinti: ışb(a)ra y(a)mt(a)r: boz (a)t(ı)g: bin(i)p t(e)gdi:
“İkinci olarak Işbara Yamtar’ın boz atına binip hücum etti” (KT D-33).
Dede Korkut Hikâyeleri’nde atların adları ile değil de donları ile ifade
edildikleri dikkatten kaçmamaktadır. Bu durum atların çok fazla olmasından
kaynaklanmaktadır. Destanların öz atı kazılık attır ki bu atın özelliği yelesinin kara
olmasıdır885.

881
DLT, C.I, s.338.
882
Bayraktar, a.g.e., s.122.
883
A.y.
884
Bayraktar, a.g.e., s.123.
885
Sümer, Oğuzlar, s.393.

158
Kaynaklarda at donlarından kurban merasimlerinde kurban edilirlerken, Türk
alplerinin, kahramanlıkları tasvir edilirken veya ticaret malı olarak kullandıklarında
bahsedilmektedir.
M.Ö I. asırda Hu-han-yeh Chan-yü (Tanhu) zamanında Çin ile yapılan bir
dostluk antlaşmasına göre Çin ve Hun Devleti’nin nesiller boyunca birbirlerini
aldatmayacaklar, birbirlerine saldırmayacaklar, mallarını soymayacaklarına dâir söz
vermişler ve beyaz bir atın kanını şarap ile karıştırıp içerek ant içmişlerdir886.
Kurban, Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nde, “dinin bir buyruğunu veya bir adağı
yerine getirmek için kesilen hayvan” olarak tanımlanmaktadır887. Kurban çeşitli
sebepler için sunulabilmektedir. Ad koyma merasimlerinde, yas törenlerinde ölen
kişinin arkasından, herhangi bir sebeple düzenlenen toyda, adanması gibi sebeplerle
kurban kesildiğini görmekteyiz. Kurban olarak sunulacak hayvan çeşitli
olabilmektedir. Fakat ûmûmiyetle Türkler arasında kurban edilen hayvanın at olduğu
ve kurban edilme sebebine göre de farklı renklerde at sunulduğu görülmektedir.
Bunların başında ak, boz, sarı renkler gelmektedir. Eski Türk inanışında, Ülgen için
belli zamanlarda yapılan ve ilkbahar, yaz ve bazen sonbahara rastlayan merasimlerde
beyaz bir kısrak kesmek âdet olmuştur888. Sarı at kurbanı ile ilgili olarak B. Ögel
şunları nakletmektedir: “Sarı at veya sarı inekle sarı devenin kesilmesi de Türk
uhrevî hayatının motiflerinden biridir. Sarı renkte hayvanların etlerinin daha iyi
vasıfta olduğundan mı; yoksa altın gibi sarı renklerin kutsal oluşundan veya soylu
tabakayı gösterdiğinden dolayı mı, büyük saygı ziyafetlerinde sarı hayvanların
kesildiğini biliyoruz”889.
Türk kültüründe çok önemli bir yere sâhip olan kurban kesimi, Manas
Destanı’nda da kendini göstermektedir. Doğum ve ölüm törenlerinde farklı
hayvanların kurban edildiği gözümüze çarpan noktalardandır. Destanda Manas’ın
dünyaya gelmesiyle birlikte babası Cakıp Han, onun dünyaya gelişi için bir toy
düzenler ve bu toyda ak boz kısrak kurban ettirir:
“Ak boz kısrak soydurdu,

886
Cevat Türkeli, “Hunlarda İnsani Değerler ve Hukuk”, Türklerde İnsani Değerler ve İnsan
Hakları, C.I, Türk Kültürüne Hizmet Vakfı Yay., İstanbul, 1992, s.82
887
Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlük, C.II, s.1409.
888
Saadettin Buluç, “Şaman”, İA, XI, Eskişehir, 2001, s.324.
889
A.g.e., s.522.

159
Dört peygamber hocaya
Adını Manas koydurdu.
Dört peygamber kucakladı,
Peygamber balayı sınadı,
Cerkenden gelen yedi elçi,
Centeğini adam akıllı yiyip gitti”890.
Görüldüğü üzere Manas için, ad verme töreninde uğur ve baht getirmesi için ak
boz kısrak kurban edilmiştir891.
Hastaların iyileşmesi için kurban sunulması Manas Destanı’nda dikkatimizi
çeken diğer hususlardan biridir. Abdülkadir İnan, beyaz renkli hayvanların kurban
edilmesi ile ilgili olarak şu hususu belirtmektedir; “Kırgız-Kazak folklorunda ‘töbel
baytal’ (yani alnında beyaz bulunan genç kısrak) Tanrı’nın beğendiği ve ruhların
hoşuna giden kurbanlardan sayılmaktadır. Bilhassa Manas Destanı’ndaki
kahramanlar “ak boz kısrak” (ak boz biye) kurban ederler. Kırgız Kazakların ‘Edige
ile Toktamış’ Destanındaki kahramanlarıda hep ak boz kısrak, “töbel kısrak” kurban
ederler”892.
Adak kurbanı olarak kesilen bu hayvanların renginin ak olduğunu görmekteyiz.
“Ak sargıldan bee soyup, çoram
Ak sarbaşıl, koyun soyup, çoram,
Ulu tülöö893 kılalım, çoram!”894
“Ak bayıra konayım
Ak boz bee soyayım
O Huda’ya yalvarıp
Tülöö kılayım”895.
Yine Manas Destanı’nda ataların ruhları için de ak boz kısrak kesilmektedir896.
“Ak boz beeyi alalım!
Han Atake mezarına

890
A.g.e., s.252.
891
A.y
892
Abdülkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, TTK Yay., Ankara, 1986, s.101.
893
Hastanın iyileşmesi için kurban kesilmesidir.
894
Naciye Yıldız, a.g.e., s.293.
895
A.g.e., s.293.
896
A.g.e., s.294.

160
Kurban verip gelelim”897.
Manas Destanı’nda büyü, sihir, tılsım gibi herhangi bir motif yer almamakta
fakat gelmekte olan bir uğursuzluğu önlemek amacıyla aşağıdaki çarelere
başvurulmaktadır898.
“Ak bayıra konuyorum,
Ak boz kısrak soyuyorum,
O Huda’ya yalvarıp
Tülöö kılıp sürüyorum,
Güvercin görürse tüyünü kes!
Kara yüzün çok öterse dilini kes!
Akılay’ın evine,
Töröm gelip açsın de!
Sarı suyunu döksün de!
Kargışı alkış olsun de!”899
Bu mısralardan da anlaşıldığı üzere gelen bir felaketi önlemek amacıyla ak
bayıra konulduğunu ve ak boz kısrak kurban edildiğini görmekteyiz. Kurban edilecek
hayvanın yine ak seçilmesi dikkat çekicidir.
Şaman adayının şaman olma töreninde kurban kesilirken her ruha kurban
olarak sunulacak hayvan, rengi ve alâmetleriyle tefrik edilmiştir. Kimine kara aygır
veya kızıl alaca at, kimine kara inek veya kızıl inek, kimine de alnı kara benekli ak
inek kurban edilmiştir900.
Eğer bir felaket yaşandıysa, bu felaket sonucunda kendilerinin Tanrı tarafından
cezalandırıldıklarına inanan Türkler, bunun için kurban sunmuşlardır. Şaman bir
büyü yapar ve sonrasında yapılması gerekenleri ve kesilecek kurbanın kabul edilmesi
ve muvaffak olabilmesi için kurbanın rengini belirler901.
Atlarda görülen bazı hastalıklarda renk ile ifade edilmiştir. Ak bas bunlardan
biridir ve bir tür tırnak hastalığıdır902.

897
A.y
898
A.g.e, s.278.
899
A.y
900
Saadettin Buluç, a.g.e., s.312.
901
Radlov, Sibirya’dan Seçmeler, s.236.
902
Radlov, Sibirya’dan, C.II, s.234.

161
Atasözlerinde de bazı atların renklerinden ötürü tercih edilmemesi gerektiği
vurgulanmıştır. Çakır (mavi) gözlü at da bunlardan biridir. DLT’de geçen “it çakırı
atka tegir, at çakırı ıtga tegmes”903 yani “mavi (gözlü) köpek ata denktir”, mavi
(gözlü) at bir köpek etmez atasözü ile mavi gözlü atın iyi görmediği belirtilmeye ve
tercih edilmemesi öğütlenmeye çalışılmıştır.

903
DLT, Dankov Neşri, s.222.

162
V.3. YEŞİL, SARI VE KIRMIZI VE TÜRK TARİHİNDEKİ
İZLERİ

Türk kültüründe renk mefhûmunu yeterli bir şekilde ortaya koyabilmek için
çeşitli caoğrafî unsurlar, kıyafetler, kullanılan eşyalar da etnolojik, sosyolojik ve
kültürel mânâda bizim için önemlidirler. Çünkü, Türklerin renklerle ilgili
davranışları, eski devirlerden günümüze kadar günlük hayatlarına, törenlerine,
savaşla ilgili çeşitli uygulamalarına, kültürel dokularına, bayram törenlerine ve
merasimlerine, kullanmış oldukları çadır, bayrak, elbise vb. araç ve gereçlere
kısacası hayatlarının her anına yansıtmışlardır. Türklerin millî bayramlarından
904
Nevruz kutlamalarında da bu varlığı açıkca görüyoruz . Bütün Türk ellerinde
kutlanan Yenigün-Nevruz Bayramımız küslüklerin kaldırıldığı bir bayram olmuş ve
bu bayram sayesinde toplumun çeşitli kesimleri arasındaki barışın sağlanılması
amaçlanmıştır. Türklerde Nevruz Bayramı 21 Mart günü kutlanmakta ve bugüne
“yengi gün” denmektedir. Bu bir varoluş ve diriliş bayramıdır. Bugün, Türklerin
Ergenekon’dan çıktıkları gündür.
Nevruzun doğuşu ile ilgili olarak Ebul Gazi Bahadır Han’ın “Türk Şeceresi”
adlı eserindeki kayıt, bu bayramın kaynağını aydınlatmaktadır. Buna göre Nevruz’un
başlangıcı Türk Ergenekon Destanı’na kadar inmektedir905. Bu destana göre; Türkler
düşman saldırılarına marûz kalmış ve hepsi kılıçtan geçirilmiştir. Gök-Türk Hanı İl-
Han’ın oğlu Kıyan ile yeğeni Tukus bu düşman istilâsından âileleri ile birlikte
kurtulmayı başararak kaçmışlardır. Bereketli bir bölgeye gelip yerleşmişler ve burada
çoğalmışlardır. Bu verimli yere Ergenekon adını koymuşlardır. Ergenekon’da 400 yıl
kaldıktan sonra bu bölge kendilerine artık yetmez olmuş ve buradan dışarı çıkmak,
yeni yerler aramak ihtiyacını duymuşlardır. Demir madeni yüklü olan dağın demir
cevherini eriterek Ergenekon’dan çıkmayı başarmışlardır. O günden beri bugünü
Türkler bayram sayarlar. Bir parça demiri ateşe salıp kızdırırlar. Önce kağan bir

904
Mireli Seyidov, a.g.e., s.33.
905
İsmail Onarlı, “Nevruz Bayramı”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaşi Veli Araştırma Dergisi, 2003,
S. 25, s.2.

163
kıskaçla tutup örse koyar, çekiçle döver. Ondan sonra beyler de aynı şeyi tekrarlarlar.
Bunu mukaddes bilirler ve böylece şükretmiş olurlar906.
Bu bakımdan 21 Mart, nasıl tabiatın kıştan kurtulduğu günün başlangıcı ise,
Türklerin de istiklâllerini ilân ettikleri gün olarak kabul edilmiş ve bayram olarak
kutlanmıştır. Türk tarihinde bu iki gelişmenin tarihi 21 Mart gününe tekabül ettiği
için bu çifte bayram Nevruz Bayramı olarak kutlanmaktadır907. Sarı, kırmızı ve yeşil
renkleri de Nevruz kutlamalarında her zaman öne çıkmış ve Türk geleneğinde önemli
yere sâhip renk üçlemesi olmuşlardır.
Türk tarihinde sarı, kırmızı ve yeşilin her biri ayrı ayrı önem arz eden renkler
olsalar da bu üç renk, bir arada kullanımları ile daha da önemli hale gelmişlerdir.
Tarihte bu üç rengin bir arada kullanıldığını ilk kez Rus arkeolog Kiselev’in Tuyahtı
mezar kazıları vesilesiyle öğreniyoruz. Bu üç renk Türkler’in giysilerinde en çok
karşılaştığımız renklerdir. Selçukluların sancaklarında da sarı, yeşil ve kırmızı renkli
bayraklar görülmektedir. Osmanlı döneminde de yine bu üç mukaddes rengin asker
ocaklarının sancaklarında kullanıldığını görmekteyiz. Yeniçeri Ocağının her
ortasının bayrağının farklı renklerde olduğu bilinmektedir. Buna göre atlı hassa
birliklerinden sipahilerin bayrağı kırmızı, silahtarların sarı, ulufeciler ve gariblerin
bayrakları alaca renkliydi908. Osmanlı Devletini temsil eden armada da bu üç rengin
kullanılmış olması bir raslantı olmasa gerektir.

906
Ebulgazi Bahadır Han: Şecere-i Terakime, Haz. Zuhal Kargı Ölmez, Ankara, 1996, s.231-272.
907
Onarlı, a.g.e., s.2.
908
Faruk Sümer, “Türklerde Bayrak ve Tuğ”, RTM, C.V, S. 58, 1954, s.3398.

164
Resim 23: Kapalı Çarşı Nuruosmaniye Kapısındaki Osmanlı Arması909.

Alevilerde de renkler kutsaldır910. Gökkuşağı ve Ebekuşağı, Fatma Ana’nın


kuşağıyla özdeşleştirilmiştir. Gökkuşağı’ndaki 7 renk ile 7 sayısı kutsal kabul
edilmiştir. Mavi renk; gökyüzünü, denizi ve Gök-Tanrı’yı simgeler. Yeşil renk;
bereketi, bolluğu, doğa ve çevre ile İslâmiyet’i tasvir eder. Kırmızı renk; cesurluğu,
kahramanlığı, yiğitliği, cengâverliği, kan ve soyu, reformu, devrimi anlatır. Siyah
renk; savaş ve buna karşılık beyaz renk; barış demektir. Sarı renk; gençliği, kadını,
Seyyide’yi sembolize ettiği gibi, buğday başağını, üremeyi ve doğurganlığı da
simgeler. Kırmızı ve sarı renk beraber; ateşi, alevi simgeler. Zamanla sarı olan hilal
ve yıldız beyaz renge dönüşmüştür. Azerbaycan Cumhuriyeti Devleti bayrağındaki,
yeşil, kırmızı, mavi renkleri de milli nevruz renkleridir911.
Anadolu’daki Alevi köylerinde de sarı yeşil ve kırmızı renklere olan önem
yerini korumaktadır. İsmail Onarlı’nın Malatya-Arapgir-Onar Köyü’ndeki bir düğün
geleneğinden aktardıkları bu üç rengin kullanım alanının genişliğini göstermesi
bakımından önemlidir. “Düğün 3 gün sürer ve düğün evinin damındaki bayrak
sopasının başına ve bayraktar (yiğitbaşı)’daki bayrak sopasının ucuna elma takılır ve

909
http://www.istanbul.net.tr/istanbul-Rehberi/istanbul-Fotograflari/carsi-fotograflari/kapalicarsi-
nuruosmaniye-kapisi-gulcin-ozturna/3365/14 siteden alınış tarihi 16.06.2012 saat 14:52.
910
Onarlı, a.g.e., s.15.
911
A.y

165
altına da al-yeşil-sarı renkleri ihtiva eden kurdele, kalın iplik veya püskül takılır. Bu
üç renk töreyi, elma ise mutluluğu ifade eder. Bayram ve düğünde oğlanlar
boyunlarına ipekten dokunmuş yeşil-sarı-kırmızı renkli kefiye atarlar, kızlar ise aynı
renklerde eşarpları başlarına bağlarlar ve krep düştü denen bol çiçekli rengârenk
fistan giyerler, bellerine de altından veya gümüşten kemer bağlarlar”912.
Bu üç renk günümüzde Türkiye Cumhuriyeti Devleti aleyhine yapılan pek çok
propoganda gösterilerinde kullanılarak etnik bir ayrımcılığın malzemesi olarak
görülmektedir. Elbette renkler cihanşümûldür. Bazı renkler Türk milleti için tarihî ve
kültürel önem arz ediyorken; birilerinin bu renkleri siyasî maksatlar için kullanması
ve bu üç rengi kendine münhasırlaştırması ve devlete karşı isyanın simgesi olarak
kullanması, iyi niyetli bir davranışın söz konusu olmadığını açıkça ortaya
koymaktadır.
Türkiye’yi bölmek isteyenlerin, basında da görüldüğü üzere kullandıkları sarı,
kırmızı ve yeşil renkli çaputun ortaya çıkış hikâyesi oldukça ilginçtir. Gottfried
Johannes Müller adlı bir Nazi istihbarat subayının bu konu hakkındaki anıları kayda
değer olarak görülmelidir. Zira siyasî ve ekonomik menfaatler üzerine kurulmuş bir
ortaklık için oluşturulmuş bu bayrak hâlâ devletimiz aleyhine propoganda yapan,
devlete karşı dağa çıkıp silahlı mücadelede bulunan bir terör örgütünün simgesi
olmaya devam etmektedir.
Müller’in anılarında bu üç renkli bayrağın yapılışı şu şekilde anlatılmaktadır:
“Berlin’den hareket etmeden önce ilk eşime, Kürtler’in bir sembole ihtiyaçları
olduğunu söyledim. Operasyondan önce Remzi ile birbirimize ihanet
etmeyeceğimize ve hep sadık kalacağımıza dâir yemin ediyorduk. Ben Alman
bayrağına el basarak yemin ettim. Remzi’nin ise el basacak bir bayrağı yoktu. Bu
sırada aklımıza geldi en güzel renkler kırmızı, yeşil ve beyazdı bana göre. Kürt
bayrağındaki renkler Kürtler’e yakışır renkler olmalıydı. Bayraktaki kırmızı, yeşil ve
beyaz renkleri bu düşünceden hareketle yola koydum…Remzi ile birlikte
şekillendirdik bu bayrağı. Bayrak benim Kürtler’e en büyük hediyemdir. Uçaktan

912
Onarlı, a.g.e., s.16.

166
atlarken yanımızda bu bayraklar da vardı. Sonra onları buldular. Ama güzel olan,
unutulmadı. Başkaları kullandı”913.
Yine bir intenet sitesinin haberinde de Müller’in ölüm haberi “Designer of
Kurdish flag passes away”914 (Kürt bayrağını yapan kişi öldü) başlığı ile verilmiştir.
Anladığımız kadarıyla bu haberin içeriği Müller’in “Einbruch ins verschlossene
Kurdistan” adlı kitabından alınmıştır.
Hâlbuki sarı, kırmızı ve yeşil renkleri Türklerin hayatlarının hemen her
safhasına nüfûz etmiştir. Erkeklerimiz ve kadınlarımız sarı, kırmızı ve yeşil renklerle
tezyin edilmiş elbiseler giymişlerdir.

913
Genç, Türk İnanışları ile Milli, s.81-82.
914
http://www.ekurd.net/mismas/articles/misc2010/1/independentstate3405.htm. Erişim: 06. 01. 2010.
Haber şöyledir: Kürt bayrağını tasarlayan ve İngilizler’e karşı Kürt ayaklanmasını organize eden
Alman vatandaşı 95 yaşında öldü. Gottfried Johannes Müller 26 Aralık 2009’da uzun ve maceralı
hayatına âilesinin evinde veda etti.
Gottfried Johannes Müller, Kürt Remzi ile birlikte 1940’ların başında Kürt bayrağını
tasarladı. O zamandan bu yana kırmızı, beyaz, sarı ve yeşil renkli bayrak dünyada Kürtler’in
çoğunluğu tarafından kendi millî bayrakları olarak kabul edilmiştir.
Müller’in yakın bir arkadaşı olan Frank Haller, Rudaw’a, Müller’in hayatının son günlerinde
kendisine bir Kürt bayrağı getirmesini rica ettiğini ve böylece kendisi ile beraber Müller’in mezarına
bayrak götürebileceğini söyledi.
Haller, “Ben Müller’in konuştuğu insanlardan biriyim. O bir Kürt bayrağı istedi ve ona bir
tane götürdüğümde ölümüne kadar sakladı ve hâlâ mezarında onunla beraberdir” dedi.
1943’de bir Alman general olarak o ve Remzi Nafi Ağa, Kürt ayaklanması ve Almanlar’ın
petrol rezervlerinin kontrolünü ele geçirmesi için faaliyetlerine başladılar. Buna karşılık Kürtler’in
bağımsız bir Kürdistan yaratmalarına yardım edilecekti. Fakat operasyon başarısızlıkla sonuçlandı ve
o ihanete uğradı. İngiliz ve Irak kuvvetleri tarafından ölüme mahkûm edildi fakat o hapisten kaçtı.
Daha sonra tekrar yakalandı ve II. Dünya Savaşı’nın ardından Almanya’daki Hamburg askeri
hapishanesine gönderildi. 1948’de serbest bırakıldı. Müller deneyimlerinden Kürdistan ve Kürt
meseleleri hakkında birkaç kitap yazmıştır ve Kürt halkı onun kalbinde yaşamaktadır. Daha sonra
1957 yılında kurulan, kar amacı gütmeyen, Hıristiyan refah örgütlenmesi Salem’e katılmıştır.
Bu internet sitesindeki haberin devamında bayrakdaki renklerin neyi temsil ettiği şu şekilde
açıklanmıştır. “Kırmızı; Kürt bağımsızlık ve onuru için ölen Kürt şehitlerin kanını, yeşil; güzelliği ve
Kürdistan’ın manzarasını, beyaz; barış ve eşitliği, sarı; insanlar için hayat kaynağı olan ışığı temsil
etmektedir”.

167
Resim 24: Bu kıyafet, açıkça görüldüğü üzere sarı kırmızı ve yeşil
renklerinden oluşmaktadır. ‘Çapan’ adı verilen bu giysi Taşkent’e âittir915.

Resim 25: Türkistanlı kadınlara âit bir üst giysi. Kırmızı kadife üzerine gümüş
ipliklerle işlenmiş üzerindeki şeritler Andican ipeğindendir. Orijinali Berlin
Etnografya müzesinde bulunmaktadır916.

915
Max Tilke, Oriental Costumes Their Designs and Colors, s.29; Resim: 108.

168
Anadolu’daki Alevi Bektaşi Türkleri, toplumumuzda çok yanlış ifadelerle
anılmış uzun yıllar yalan yanlış sebeplerle Kızılbaş olarak adlandırılarak toplum
içerisinde dışlanmışlardır. Kızılbaş, Safevî Devletini kuran ve kuruluş yıllarında
devletin hizmetine giren Türk teşekküllerine verilen addır917. Kaynaklarda devlete
Devlet-i Kızılbaş, şahlara Padişah-ı Kızılbaş, İran’a da Ülke-i Kızılbaş denilmektedir
ve onlar Türk olmakla övünç duymaktadırlar918. Safevî Devletini kuranlar Şah
İsmail’in Erzincan’da etrafına topladığı Türkler’dir ve Kızılbaş ulusunu teşkil eden
oymaklardır919. Kızılbaş ulusuna mensûp Türkler devşirmelerden nefret etmişler ve
onlara “kara oğlu” demişlerdir920.
Firuz Şah soyundan geldiği söylenen Şeyh Safi’nin kurduğu Erdebil Ocağı
sayesinde -aynı zamanda dinî kimliği olan- Safevî liderleri, 12 dilimli kızıl taç
giymeye, kızıl sarık sarınmaya başlamış, müridlerine de derecelerine göre aynı tacı,
sarıklı veya sarıksız olarak giydirmiştir. Nitekim çeşitli kaynaklarda Firuz şah, Zerrin
Külah lâkabıyla birlikte anılmaktadır. Zerrin Külah, Kızıl börk (başlık) anlamındadır.
Bazı kaynaklarda Zerrin Külah, altın sırmalı bir külah, sırma takke ve kırmızı külah
olarak da ifade edilmektedir: Kızıl taç kabul edildikten sonra, İran’daki Safevî
Şahlarına bağlı olan kitlelere Kızılbaş denilmiştir. Aleyhlerine birçok kötü söylenti
ve iftiralar uydurulmuş; ayrıca bu ad muhalifleri tarafından, onları küçük düşürmek
için kullanılmıştır. Buna karşılık Kızılbaşlar tarafından da kızıl elbisenin ve bilhassa
kızıl tacın kudsiyetine âit birçok hikâye icat edilmiştir921.

916
Max Tilke, Oriental Costumes Their Designs and Colors, s.30; Resim: 112
917
Sümer, Oğuzlar, s.175.
918
A.y
919
Sümer, Oğuzlar, s.174.
920
a.g.e., s.175.
921
Vatan Özgül, “Kızılbaşlık ve Türkmenler”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaşi Veli Dergisi, 2004, S.
34, s.6

169
Resim 26: Semah dönen Alevi gençlerinin giysilerinin renkleri de görüldüğü
üzere sarı-yeşil ve kırmızı ağırlıklıdır922.

Türk kültürünün gür bir kolunu teskil eden Alevî-Bektaşî Türk topluluklarının
gerek “âyin-i cem” veya “erkân”larındaki uygulamalar/hizmetler sırasında, gerekse
de günlük hayatta kullanageldikleri birtakım kelime/kavram, renk ve sayıların
görünür ve bilinir anlamlarının dışında gizli anlamlar ifade ettiği, bu topluluğa
mensûp olmayan veya Alevî-Bektaşî kültürüne yabancı kimselerce pek
bilinmemektedir. Oysa, bu zengin kültürde her hizmet, hareket, işaret, renk ve sayı,
hatta kullanılan esya yüzyıllar öncesine giden bir gelenek içinde birtakım mefhûm,
kişi veya uygulamaları sembolize etmektedir923. Misâl olarak, köylerde yaşayan
Alevî-Bektaşî kadın veya kızlarının başörtülerinin rengi de bu açıdan ayrı bir önem
arz eder. Meselâ; yeşil başörtüsü kadının ehlibeyt soyundan geldiğini işaret ederken,
kırmızı başörtüsü kadının evli oldugunu, siyah başörtüsü ise yas ve olgunlugunu
simgeler924.

922
http://www.karacaahmet.com/makaleler/semah-nedir-.htm adresinden 03.02.2012 tarihinde
alınmıştır.
923
Ahmet Günşen, “Gizli Dil Açısından Alevîlik Bektaşîlik Erkân ve Deyimlerine Bir Bakış”,
Türkoloji Araştırmaları, sayı 2/2, Bahar 2007, s.328-329.
924
Günşen, a.g.e., s.346.

170
Sonuç olarak eski Türklerden günümüze değin Alevi veya Sünni olsun Türkler
arasında vazgeçilmez renkler arasındadır sarı, yeşil ve kırmızı üçlemesi. Yukarıda da
belirtiğimiz misâllerde bu üç rengin ne şekilde kullanıldığı ve mânâlarına değinmeye
çalıştık. Son olarak Kutadgu Bilig’de geçen “düzlükler, dağlar, sahralar ve ovalar
bunu yayıp döşendiler, vadiler ve yamaçlar al ve yeşil giyerek süslendiler”925
dizesinde asıl meselenin doğanın yeşererek canlandığı bahar aylarında tıpkı Eski
Türkler’deki yeni gelinler gibi başına allar takarak süslendiği ifade edilmek
istenmiştir.

925
KB, s.17/69.

171
V.4. YERLEŞİM VE ÇADIRDA RENKLER

Türk inancında göğün direği çadır direğine, çadırın kubbesi de gök kubbeye
benzetilmekteydi. Eski Türk destanlarında bu inanış hâkimdir. Bir Altay destanında
“göğün direği alınsa” denilmekte ve bununla “kıyamet kopsa” denmek
istenilmektedir926. Çadır, çatır, otağ vb. her nasıl adlandırılmış olunursa olsun, çadır
aslında Türkler için âlem ve hayat demekti. Gök Tanrı inanışı ile gök rengi arasında
olan ilişki kendisini Türk mimarisinde İslâmiyet’ten önce ve sonra da göstermiştir.
Bilhassa İslâmiyet’ten sonraki Türk mimarisinde göğü simgeleyen kubbelerden en
çok firuze diye anılan mavi-yeşil karışımlı rengin kullanılması anlamlı olmuştur927
Türkler barındıkları evlerine ev, üy, oba, alaçık, alaçık üy, yurt, keregü, otağ,
çadır gibi adlar vermişlerdir. Ebulgazi Bahadır Han, ilk çadırın Issıg Köl’de Yafes’in
oğlu Türk tarafından kurulduğunu belirtmektedir928 Uygurca Oğuz Kağan
Destanı’nda Oğuz Kağan halkına, “gök olsun çadırımız güneş de bayrağımız” (kün
tuğ bolgıl, kök kurıkan) diye hitap ederek halkına bir fikir ve amaç vermiştir; çünkü
Türkler’de devlet teşkilâtı âilede ve çadırın içinde başlıyordu929. Çadır kelimesinin
eski Türkçe çat- birleştirmek, birbirine tutturmak fiil kökünden türemiş olabileceği
ileri sürülmektedir930. Yapılan kazılar Türkler’in çadır sanatında gelişmiş olduklarını
göstermektedir Türk evlerinin ve yerleşim yerlerinin renklerle adlandırılması ve
mânâlandırılması da tarihimizde önemli bir yer tutmaktadır.
Ekseriyeti Türk sayılan ve milattan önceki devirlerde Çin’de hüküm süren
Chou’ların hükümdar şehirleri Çin kaynaklarında şu şekilde tasvir edilmekteydi:
“Yeryüzüne ve imparatorluk sathına atfedilen tam dört köşe planda, dört yöne
nazırdı. Temsili olarak ana yön sayılan güney güneşin evçine, yaz gün dönümüne,
öğle saatine, parlaklığa, kırmızı renge, kuş burcuna (Türkler’de Kızıl Sagızkan),
imparatora, erkekliğe ve tek sayıların simgesi yang’ın931 evçine işaret ederdi. Kuzey
ise ayın evçine, kış gündönümüne, gece yarısına, kara renge, karanlığa, yılanın

926
Ögel, Türk Mitolojisi, C.II, s.169.
927
Çoruhlu, Türk Mitolojisinin Ana Hatları, s.191-192.
928
Ebülgazi Bahadır Han, Şecere-i Terakime, s.24.
929
Ögel, Türk Mitolojisi, C.II, s.161.
930
Nebi Bozkurt, “Çadır”, İslâm Ansiklopedisi TDV, C.VIII, İstanbul, 1993, s.161.
931
Çin felsefesine göre hayatın temeli olan öğelerden birisidir.

172
sarıldığı kaplumbağa burcuna, imparatoriçeye, dişiye ve çift sayıların simgesi
yin’e932 karşılık gelirdi. Doğu yönü, güneşin doğuşunu, bahar ekinoksunu, sabahı,
gök rengini, ejder burcunu (Türkler’de kök-luu) temsil ederdi. Batı yönü, güneşin
batışıyla, güz ekinoksuyla, akşamla, ak renkle, kaplan burcuyla (Türkler’de ak bars)
ilişkili kabul edilirdi”933.
Türkçe “semavî” anlamındaki kalık Çin tarzındaki çatılı köşk Türkler’de
milattan önceki yüzyıllarda yapılmaktaydı934. IX.-XII. yüzyıla âit Uygur eserlerinden
bir mabet aşağıdaki gibi resmedilmiştir. Wang Yen-te Kao-ch’ang’a yaptığı
gezisindeki notlarında burada yaşayan insanların evlerinin beyaz badanalı olduğunu
belirtmiştir935. X. Yüzyılda bölgeye ziyaretini gerçekleştiren Wang Yen-te’den
sonraki dönemde IX.-XII. yüzyıllar arası tarihlendirilen aşağıdaki mabet misâlinde
de görüleceği gibi binalar artık Çin tarzındadır.

Resim 27: Çin tarzında bir kalık örneği936.

Köşelerde kubbeli ve çini kaplı ince kuleler vardır. Duvarlar sıvalı ve büyük
bindal motifiyle süslüdür. Kırmızı renkte büyük kale kapıları görülür. İçten itibaren

932
Kâinatta sürekli olarak değişen ve birbirlerine zıt olan ama var oluşları birbirine muhtaç olan
oluşumların, hareketlerin, olayların izahıdır. Misâl olarak Yin, karanlık, ölüm, gece, negatif, soğuk,
kadın, pasif, yumuşak, kış vb. ifade ederken yang ise bu kavramları zıtları olan ışık (aydınlık), yaşam,
gündüz, pozitif, sıcak, erkek, aktif, sert, yaz vb. ifade etmektedir.
933
Esin, Türklerde Maddî Kültürün Oluşumu, s.36.
934
A.g.e, s.31.
935
İzgi, Wang Yen-te Seyahatnâmesi, s.57.
936
Esin, Türklerde Maddî Kültürün Oluşumu, Resim: 41.

173
iki katlı olarak ortada yükselen kalık’ın üst katı gök rengi, al veya sarı çiniden bir set
üzerine bina edilmiştir. Kalık ahşaptır ve aşı boyası renginde kırmızı veya mavidir.
Pencereler hasırla örtülüdür. Ahşap çatılar gök ve yeşil çini kaplıdır.
Ordu kelimesi, C. Clauson tarafından saray veya ordugâh olarak
tanımlanmaktadır937. Ordu kelimesi orta kelimesinden gelmektedir938. Hakanların
otağlarını kurdukları yer devletin ortası veya merkezi idi939. Bu sebeple kaynaklarda
belirtilen altın renkli yani sarı renkli hakan otağlarının devletin merkezini belirtiği
düşünülmektedir. Ordu mimarisi, dört yöndeki illere hâkimiyeti temsil ediyordu. Bu
kozmolojik tasavvur Türkler’in en eski dini, gök ve yer ibadeti ile ilgiliydi940. Gök,
firuzeden (eski Türkçe çaş) bir kubbe ve yeryüzü, dört yöne veya dört yön ile ara
yönlere bakan bir dört köşe veya sekiz köşe olarak düşünülüyordu941.

Resim 28: Dört Yöne Nazır Chou Kral Şehrinin Temsili942.

Ordunun âlemi, alâmeti bütün Türk otağları gibi üstüvani ve kubbeli, fakat
büyüklüğü ve altınlı al örtüleriyle ayırt edilen ise Hakan otağı, kurvı çuvaç idi943.
Kaynaklarda Türk hükümdarlarının çadırları muhteşem özellikleri ile anlatılmakta,
hükümdarların çadırları altın renkli yani sarı olarak tasvir edilmektedir. Orun ve ülüş
düzenine göre Türk beylerinin oturacakları çadır bellidir ve devlet teşkilâtında önem

937
Clauson, a.g.e., s.203.
938
Ögel, Türk Mitolojisi, C.I, s.246.
939
A.y
940
Esin, Türklerde Maddî, s.26.
941
A.y
942
Esin, Türklerde Maddî,R43
943
Esin, a.g.e, s.29.

174
arz etmektedir. Bu düzene göre altın çadırda yani en şerefli yerde (tör) Gün Han
oturmaktadır944. Ebulgazi Bahadır Han, Oğuz Han’ın oğullarının ok ve yayı kırıp
bölüştükten sonra büyük ziyafet hazırlığı yapıp bir otağ yaptırdığını anlatmakta945 ve
o ev vasfında söylenen beyti şu şekilde belirtmektedir:
Bir ev yaptı altından o şehriyâr,
Ki o ev felek evinden kıldı âr946.
Oğuz Han öldükten sonra yerine Gün Han geçer, Oğuz Han’ın müşaviri Irkıl
Hoca’nın tavsiyeleri ile herkese hakkını verdikten sonra Oğuz Han’ın yaptırdığı altın
evini (otağını) diktirir. Bu çadırın sağ ve sol tarafına altışar ak çadır kurdurur947.
Bizans elçisi Zemarkos da İstemi Kağan’ın çadırını ayrıntılarıyla anlatmış, çadır
direklerinden hakanın tahtına, ibriklerden divana kadar olan her şeyi altın olarak
tasvir etmiştir948.
Çin kaynakları Hakas hükümdarı Aşö’nün, düşmanı Uygur hükümdarına
hitaben; “Senin kaderin taayyün etmiştir, ben yakında senin altın ordunu (merkezini)
yok edeceğim, senin önüne atımı sürecek ve bayrağımı dikeceğim; eğer benimle
savaşabileceksen derhal gel, yapmıyacaksan kaç!” ifadelerini kaydetmişlerdir949.
Radlov, Uygur hükümdarlarının genel olarak altın bir çadırda oturduğunu
belirtmektedir950. Yukarıdaki misâllerde de görüldüğü üzere hükümdar çadırı altın
olarak tasvir edilen sarı renklidir.
Türk hükümdarları kendilerinin ululuklarını ve yüksekliklerini bildirmek için
yaşadıkları yeri, obayı, şehri hatta yolu ayırıp adının önüne ak kelimesini ilave
etmişlerdir951. Misâl olarak Kıpçaklar’ın yaşadıkları şehre “ak orda” (yani
hükümdara mahsus şehir) denilmektedir. Yine Dede Korkut Hikâyeleri’ndeki anlı
sanlı Beyreğ’in ebeveyninin evine de “ak ev” adı verilmiştir952. Karakalpak halk
destanı “gırh gız”da Han’ın kızı Gulaim’in yaşadığı sarayın adı “ağ yurt”tur953.

944
İnan, Makaleler ve İncelemeler, C.I, s.241.
945
Şecere-i Terakime, s.40.
946
A.g.e., s.41.
947
A.g.e., s.43.
948
Chavannes, Çin Kaynaklarına Göre Batı Türkleri, s.301.
949
Radlov, Sibirya’dan, C.I, s.132.
950
A.g.e.,s.132.
951
Seyidov, a.g.e., s.40.
952
A.y
953
A.y

175
Bütün bu misâller bize hakanların saraylarının, çadırlarının ve evlerinin ak renkli
olduğunu göstermektedir.
Ak çadır Eski Türk inanışlarında da görülmekte; bir şamanın gerçekleştirdiği
ayinde kurban kesilirken söylediği dûada Ülgen’in çadırı ak olarak şu misâlde ifade
edilmektedir:
Seni başımın tepesiyle kaldırıyorum
Seni omzumla koruyorum
Seni kurban olarak sunuyorum
Ey yüksekte takdis görmüş kulunum
Çadıra doğru yüksel
Dokuzuncu kata çık,
Oynayarak ak çadırın yanına kon,
Ülgenin çadırı yanına kon,
Bay Ülgen’e yükselerek gel,
Onun sağına yaklaş,
Onun sağ gözüne görün
Bize iyi bir hüküm getir954.
Beyaz ve kırmızı renkli çadır sahibi olmak zenginliğin bir sembolü iken; kara
çadır yoksul kesim tarafından kullanılmıştır955. Çora Batır Destanı’nda Ali Bey’in
çadırı gök renkli olarak tasvir edilmektedir956.
…Ali baynın katında
Kar obanın üstünde
Kök çatırnın içinde…
Yudahin kara üy’ü fakir obası olarak açıklamaktadır957. Kırgızlar’da obanın
büyüklüğü, rengi onu kullananın sosyal durumuna göre değişiklik göstermektedir.
Manas Destanı’nda “Han ordasında esen mi ata” mısralarında hanın karargâhı
mükellef, beyaz ve büyük çadır ile ifade edilmektedir958. Ak, çadır renklerinde de soy
olarak yüksek mevkîde olanlar tarafından kullanılırken sıradan halk ise kara

954
Radlov, Sibirya’dan Seçmeler, s.244-245.
955
Cirtautas, a.g.e., s.31.
956
Çora Batır Destanı, s.14.
957
Yudahin, a.g.e, C.II, s.799.
958
Yıldız, a.g.e, s.357.

176
çadırlarda yaşamaktadır. Bunun yanı sıra Kırgızlar’da özel günlerde keçe yerine deve
derisinden büyük çadırlar yapılmıştır959.
“At yarışı günü doğdu,
Deve derisinden, altın direkli ak çadır,
Dürüp bağlayınız”.
Renkler Türk hayatında mânevî olarak olumlu yanlar katarken; kara rengi ise
Türk evlerinde olumsuz bir anlam taşımaktadır. Misâl olarak Dede Korkut
Hikâyeleri’nde Bayındır Han çocuğu olmayan kişileri kara otağa layık görmüştür.
Bayındır Han; “Kimün ki oğlı kızı yok kara otağa kondurun, kara kiçe altına döşen,
kara koyun yahnısından önine getürün, yir ise yisün yimez ise tursun gitsün dimiş idi.
Oğlu olanı ağ otağa kızı olanı kızıl kondurun, oğlu kızı olmayanı Allah Ta’ala
kargayuptur, biz dahı kargaruz bellü bilsün” demektedir. Bu geleneğin devamı yakın
zamanlarda da Anadolu’da görülmüştür. Tekirdağ’da anlatılan bir efsaneye960 göre
burada yaşayan bir beyin üç oğlu bir kızı varmış. Çocuklarını evlendiren baba en
küçük oğlunu kendi yanında tutmuştur. Uzun zaman geçmesine rağmen en küçük
oğlunun çocuğu olmayınca evini karaya boyamıştır. Bu olaydan sonra onların
oturduğu evle birlikte köylerine Karaevli denmeye başlanmıştır. Bu ad zamanla
Karaveliye dönüşmüştür.
Görüldüğü üzere çadırlarda da renk kullanımları kişiye, özel günlere ve Dede
Korkut Hikâyelerinde gördüğümüz gibi kişinin çocuk sahibi olup olmamasına göre
değişmektedir.
Bozkırlı Türkler’in kullandığı en yaygın çadır tipi kara çadırdır961. Kara
çadırlar Afganistan’dan Atlas Dağları’na ve Moritanya’ya kadar çok geniş bir
kesimde bozkırlılar ile aynı zamanda halen Anadolu’daki Toros Yörükleri tarafından
kullanılmaktadır962.
Türkler’de “gerdek çadırı” adı verilen “kızıl, ala gerdek çadır” motifini en çok
Dede Korkut Hikâyeleri’nde görmekteyiz. Zifaf (Farsça Gerdek) çadırı Oğuzlar’da
evlenecek gençlerin ok attığı yerde kurulurdu. Dede Korkut Kitabı’nda görülen

959
A.y
960
Sinan Gönen, “Efsanelerde Kara Renginin Görünümü”,Türkiyat Araştırmaları Dergisi, S.17,
Bahar/2005, s.232.
961
Bozkurt, a.g.e., s.161.
962
A.y

177
“kızıtala gerdek”, “apalaca gerdek”, “altunluca gerdek” ifadeleri bu çadırların renkli
olduğunu göstermektedir963. Kanlı Koca Oğlı Kan Turalı’nın hikâyesinin anlatıldığı
boyda, “Kırk yirde otak dikdürdü, kırk yirde kızıl ala gerdek dikdürdü”964 cümlesi
düğün çadırlarının kızıl veya ala renkli olduğunu bize açıkça göstermektedir. Ancak
genelde beyaz tercih edilmiş olmalıdır, çünkü evlenme karşılığında “ağca otağa
girme” tabiri kullanılmakta ve Dede Korkut’ta “kara yerde ak otağ” ifadesine
rastlanılmaktadır965.
Anadolu Türkmenleri’nde de beyaz çadır uğurlu sayılmakta ve bir gecelik de
olsa gerdek için kurulmaktadır966. Bayındır Han’ın oğlu olanı ak otağa, kızı olanı
kızıl otağa ve çocuğu olmayanı kara otağa koyduğu hikâyedeki ak otağ bize ak’ın
sadece gerdek çadırları için değil genel anlamda uğurlu ve kutlu bir yer olmasını
göstermesi bakımından önemlidir.
Eski Türkler’de yas durumunda da çadırların rengi değişmektedir. Kara ve gök
yas rengi olarak kendini çadır renklerinde de göstermektedir. Dede Korkut
Hikâyeleri’nde Bamsı Beyrek tutsaklıktan kurtulduktan sonra evine dönerken yolda
kız kardeşini görür ve kendisini ona tanıtmadan kara ve gök renklerle örtülmüş
otağın kime âit olduğunu sorar967. “Karalu göklü otağı sorar olsam kölge kimün”968.
Pınarbaşında ağabeyi için yas tutan ve ağlayan kız kardeşi karalı göklü otağın
ağabeyi Beyrek’e âit olduğunu söyler969.
Türk çadırı, Türklerin yüksek mimarisinin temeli ve Türk sanatının en güzel
misâlidir. Barınma ihtiyacının karşılanmasının yanı sıra bir devletin temelini
oluşturan Türk çadırı ihtiva ettiği renklerle de milli öneme sâhip mânâlara bürünerek
diğer yerleşim alanlarından ayrılmıştır.

963
A.g.e, s.162.
964
Dede Korkut Kitabı, s.193.
965
Bozkurt, a.g.e., s.161.
966
A.g.e., s.162.
967
Seyidov, a.g.e., s.35.
968
Dede Korkut Kitabı, s.139.
969
a.g.e., s.140

178
V.5. DEYİM VE ATASÖZLERİNDE RENKLER

Atasözleri ve deyimler milletlerin yaşam felsefesini yansıtmaktadırlar. Bir


toplumun dünya görüşünü, yaşam biçimini, gelenek, görenek ve inançlarını, kısacası
maddî-manevî kültürlerini yansıtan atasözleri ve deyimler toplumların da
aynasıdırlar. Nitekim Türk toplumuna âit pek çok mefhûmu atasözlerinde
görebilmekteyiz. Atasözleri ve deyimler arasında renk kullanımlarının oldukça fazla
olduğunu yukarıda ifade etmiştik. Bu bakımdan tezimizde atasözlerinde ve
deyimlerde geçen renkleri de incelemeye çalışacağız.
Atasözleri
Ak akçe kara gün içindir: Kazanmakla mutluluk duyduğumuz para dar
zamanlarımızda bizi sıkıntıdan kurtarır970.
Ak göt (don, bacak), kara göt (don, bacak) geçit başında belli olur: Kimin iyi
kimin kötü durumda olduğu sınav sonunda belli olur971.
Akın (beyazın) adı (var), karanın (esmerin) tadı (var): Beyaz tenli olanlar,
güzel sayılır; ama bu, aldatıcı bir görünüşten ileri gelir. Gerçek güzellik ve şirinlik
esmerlerdedir972.
Ak koyunu (ala keçiyi) gören, içi dolu yağ sanır: Bir şeyin dıştan görünüşüne
bakarak içinin de öyle olduğunu sananlar aldanırlar973.
Ak koyunun kara kuzusu da olur: İyi ana-babadan kötü çocuklar çıkabilir974.
Ak köpeğin (itin) pamuk pazarına (pamuğa, pamukçuya) zararı vardır: Kötü
şey, görünüşte iyi şeye benziyorsa iyi şeyin değeri azalır975.
Ağ ata binme, oğlan bege kulluk etme976.
Ala kargada alacağım olsun (alamazsam gözümü oysun)977.

970
Ömer Asım Aksoy, Atasözleri Sözlüğü, C.I, TDK Yay., 1971, s.119.
971
A.g.e., s.120.
972
A.g.e., s.123.
973
A.y
974
A.y
975
A.y
976
Samed Alizade, Oğuzname, Eklerle yayına Haz. Ali Haydar Bayat, Türk Dünyası Araştırmaları
Vakfı Yay., İstanbul, 1992, s.38.
977
A.g.e., s.125.

179
Ala keçi her vakit püsküllü oğlak doğurma: Değerli bir şeyden her zaman iyi
verim alınmaz978.
Al elmaya taş atan çok olur: Güzellere musallat olan, değerli insanlara çatan,
parlak yeri elde etmeye çalışan çok olur979.
Al giyen alınır: Göz alıcı giysi giyen güzele hemen istekli çıkar980.
Al gömlek gizlenemez: Herkesin dikkatini çekecek iş yapan kimse, bunun gizli
kalacağını sanmamalıdır981.
Alma alı, sat yağızı, bin doruya, besle kır. Biniciler al ve yağız renkli atları
tutmazlar. Doru ve kır donlu atları makbûl sayarlar. Atını ona göre seç982.
Alma sarı, satma sarı, kapındaysa tutma sarı: Sarı donlu atı ne beslemeli ne de
alıp satmalıdır983.
Aşı pişiren yağ olur, gelinin yüzü ağ olur: Güzel şey, iyi gereç kullanılarak
meydana gelir. Bundan da işi yapana övünme payı çıkar984.
Atın dorusu yiğidin delisi: Atın doru renkli olanı, kişinin gözünü budaktan
sakınmayanı makbûldür985.
Bostan gök iken Pazar (-lık) yapılma:. Nasıl gelişeceği ve ayrıntıları belli
olmayan bir iş üzerinde anlaşma yapılmaz986.
Garavaşa don geyirsen, gadın olmaz987.
Gara eşeke yular ursan gatır olmaz988.
Delü alaca sever989.
Gara düzen ev bozmaz990.
Gara çalluya sığınma991.
Gara yere togmag gerek992.

978
A.y
979
A.g.e., s.126.
980
A.y
981
A.y
982
A.g.e., s.130.
983
A.g.e., s.131.
984
A.g.e., s.141.
985
A.g.e., s.146.
986
A.g.e., s.178.
987
Alizade, a.g.e, s.22.
988
A.y
989
A.g.e., s.51.
990
A.g.e., s.61
991
A.y

180
Sarıca arının inine ağaç sogma993.
Dost (iyi dost) kara günde belli olur: Sevinçli mutlu gününde bir kişi ile
dostluk kuranlar çok olur. Kara gününde bir kişi ile dost kalmak ise üzüntüyü
paylaşmayı, onu gidermek için bir takım fedakârlıklarda bulunmayı gerektirir. İşte
buna katlanan gerçek dost olduğunu gösterir.994.
Bülbülden çeçen bir kuş cok; tırmaktay ak karası: Bülbülden daha beliğ kuş
yoktur. Hâlbuki gövdesi tırnak kadardır995.
Cigittin özünö karaba, sözünö kara: yiğidin kendisine bakma, söylediği sözüne
bak996.
Cakşı mal can karalduu: İyi mal can kurtarır997.
Kün karağan suukka tonğboyt: Kendisine güneşin baktığı adam donmaz998.
Esmere al bağla, karşısına geç ağla: Esmer insana al renkli giysi hiç
yakışmaz999.
Eşkiyanın (zürefanın, ihtiyarın, fukaranın) düşkünü beyaz giyer kış günü:
Vaktiyle durumu elverişli olduğundan kıyafetine özen gösteren kişi, eski durumunu
yitirince mevsimine uymayan şeyler giyinir1000.
İneğin sarısı, toprağın karası: Çiftçiler arasında ineğin sarı, toprağın kara olanı
beğenilir1001.
İsteyenin bir yüzü kara, vermeyenin iki yüzü: Birisinden bir şey istemek
zorunda kalan kimse utanır. Ama onun yüzsuyu dökmesine karşı istediğini
vermeyenin daha çok utanması gerekir1002. Bu atasözü Kırım Karay Türkleri’nde de
şu şekildedir: “İstegenin yuzı bir kara, bermenın eki kara”1003.

992
A.y
993
Alizade,a.g.e., s.87.
994
Aksoy, a.g.e., s.211.
995
Yudahin, Kırgız Sözlüğü, C.II, s.402.
996
A.g.e., s.403.
997
A.g.e., s.405.
998
A.g.e., s.403.
999
Aksoy, a.g.e., s.228.
1000
A.g.e., s.232.
1001
A.g.e., s.269.
1002
A.g.e., s.272.
1003
Ercan Alkaya, “Dil ve Söz Bağlamında Kırım Karay Türkleri’nin Atasözleri”, Erciyes
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S. 20, 2006/1, s.90.

181
Kara gün kararıp kalmaz (durmaz), (koç yiğit bunalıp ölmez): İnsanın sıkıntılı
zamanı sürüp gitmez, arkasından ferahlı günler de gelir1004.
Kara (kötü) haber tez duyulur: Ölüm gibi, başka felaketler gibi haberler,
bununla ilgili kimselerin kulağına çabuk yetişir1005.
Karaya sabun, deliye öğüt neylesin: Özü bozuk olan şey, düzeltme çabalarıyla
iyi duruma getirilemez1006.
Karga yavrusuna bakmış “benim ak pak evladım” demiş: Kişi kendi çocuğunu
güzel, kendi eserini kusursuz görür. Başkalarına göre ne denli çirkin olurlarsa
olsunlar1007.
Kır atın yanında duran ya huyundan ya suyundan (tüyünden): Kişi kimin
yanında durursa onun huyundan kapar1008.
Körün istediği iki göz, biri ela biri boz: Bazılarının elindekiyle yetinmeyip
yaptığı yüzsüzlük ve açgözlülüğü bildirir1009.
Köseyle alay edenin top sakalı kara gerek: Başkasının eksiklikleriyle eğlenen
kişinin kendisi kusursuz olmalıdır1010.
Köylünün kahve cezvesi karaca amma sürece: Köylünün kahve cezvesi
gösterişsizdir. Ama eksik olmayan konukları ağırlamak için sürekli kaynar1011.
Ne karanlıkta yat, ne kara düş gör: Tehlikelere karşı peşin tedbir alan kişi,
kendini ileride üzülmekten korumuş olur1012.
Ölüm yüz aklığı (-dır): Yüz kızartıcı bir yaşantı içinde bulunanların durumunu
ancak ölmeleri temizler1013.
Ramazanda yalan söyleyenin (oruç yiyenin) bayramda yüzü kara olsun: Sözün
yalan olduğu zamanla anlaşılınca utancından kimsenin yüzüne bakamamak1014.

1004
Aksoy, a.g.e., s.282.
1005
A.y
1006
A.g.e., s.283.
1007
A.g.e., s.284.
1008
A.g.e., s.294.
1009
A.g.e., s.305.
1010
A.y
1011
A.g.e., s.306.
1012
A.g.e., s.322.
1013
A.g.e., s.331.
1014
A.g.e., s.335.

182
Sabahın kızıllığı akşamı kış eder; akşamın kızıllığı sabahı güz eder: Sabahleyin
gökyüzünde görülen kızıllık, o akşam havanın kış gibi olacağını, akşam görülen
kızıllık ise ertesi sabah havanın güze döneceğini belirtir1015.
-Saçım ak mı, kara mı? –Önüne düşünce görürsün: Seninle ilgili bir durumun
sonucunu şundan bundan sormaya gerek yoktur. Çok geçmeden görüp anlarsın1016.

DEYİMLER

Ağzı kara: Hep kötü haberler veren1017.


Akını bokuna karştırmak: Bir şeyin temizlerini kirlilerine, doğrusunu yanlışına
karıştırmak1018.
Ak pak: Tertemiz, saçı sakalı ağarmış, beyaz tenli ve alımlı1019.
Al basmak: Loğusa, humma bunalımı içinde olmak1020.
Alaca bulaca: Karışık renkli1021.
Alaca karanlık: Yarı karanlık1022.
Al giymedim ki alınayım: Bu işle bir ilgim yok ki onun için söylenenlerden
kuşkulanayım1023.
Alı al, moru mor: Koşup yorulmaktan, telaş ve heyecandan yüzü kıpkırmızı
kesilmiş1024.
Al kanlara boyanmak: Yaralanarak birçok yerlerine kan bulaşmak1025.
Allayıp pullamak: Süslü şeylerle donatmak, kötü görünüşünü kapatacak
şeylerle süslemek1026.
Alnı açık yüzü ak: Utanılacak, gizli bir durumu yok, tertemiz dürüst bir
insan1027.

1015
A.g.e., s.339.
1016
A.g.e., s.340.
1017
Ömer Asım Aksoy, Deyimler Sözlüğü, C. II, TDK, Ankara, 1976, s.443.
1018
Aksoy, Deyimler Sözlüğü, s.452.
1019
A.g.e., s.457.
1020
A.g.e., s.458.
1021
A.y
1022
A.y
1023
A.g.e., s.460
1024
A.g.e., s.461.
1025
A.y
1026
A.g.e., s.464.

183
Alnının akıyle: Ayıplanacak bir duruma düşmeden, tertemiz, şerefiyle, başarı
göstermiş olarak1028.
Alnının kara yazısı: Kötü talihi, kötü kaderi1029.
Anamın ak sütü gibi helâl olsun: Anamın sütü bana nasıl helâl ise bu da sana
öyle helâl olsun1030.
Aralarından kara kedi geçmek, (aralarına kara kedi girmek): İki dostun arasına
soğukluk girmek, iki dostun birbirine gücenmesi1031.
Ayaklarına kara su inmek: Uzun süre ayakta beklemekten çok yorulmak1032.
Bahtı kara: İşleri hep ters giden, talihi kötü1033.
Başına karalar bağlamak: Bir felâket yüzünden başına karalar bağlamak1034.
Baştan kara gitmek: Sonunu düşünmeyerek tehlikeye, felakete doğru
gitmek1035.
Çiğ renk: Sevimsiz açık, parlak renk1036.
Gönlü kara: Başkalarının iyi durumda olmasını istemeyen1037.
Gözü kara: Gözü pek1038.
Kan kırmızı: Kan renginde kırmızı1039.
Kara cahil: Hiçbir şey bilmeyen; çok bilgisiz, pek cahil1040.
Kara çalı: İki kişinin arasına girip iyi ilişkilerini bozan kimse1041.
Kara çalmak: İftira etmek, bir kimsenin üstüne suç atmak 1042.
Kara gün dostu: Düşkünlük ve felaket zamanlarında arkadaşlığını daha da
artıran kimse 1043.

1027
A.y
1028
A.g.e. s.465.
1029
A.y
1030
A.g.e., s.470.
1031
A.g.e., s.474.
1032
A.g.e., s.490.
1033
A.g.e., s.503.
1034
A.g.e., s.512.
1035
A.g.e., s.518.
1036
A.g.e., s.579.
1037
A.g.e., s.672.
1038
A.g.e., s.687.
1039
A.g.e., s.764.
1040
A.g.e., s.767.
1041
A.y
1042
A.y
1043
A.y

184
Kara haber: Çok üzücü haber, felaket haberi1044.
Kara kara düşünmek: Kötümser bir hava içinde düşünmek1045.
Karalar bağlamak (giymek): Bir felaket dolayısıyla siyah örtü bağlanmak,
siyah elbise giymek1046.
Kızılca kıyameti koparmak: Aşırı derecede bağırıp çağırmak1047.
On parmağında on kara: Herkesi lekelemeyi huy edinmiş1048.
Saç ağartmak: Bir işte uzun süre çalışmış olmak1049.
Saçı başı ağarmak: Yaşlanmak 1050.
Saçına ak düşmek: Yaşlanmaya, saçına ak düşmeye başlamak1051.
-Tencere dibin kara. -Seninki benden kara: Bir kişi başkasında kusurlar, ayıplar
aramasın. Zira kendisinin daha çok kusurları ayıpları var1052.
Yüz aklığıyla çıkmak: Kendisinden beklenen işi eksiksiz ve başarılı olarak yapıp
bitirmek1053.
Yüzü ak: Suçu ve utanılacak bir durumu bulunmayan 1054.
Yüzü kara: Utanacak bir durumu bulunan1055.
Yüzünü ağartmak: Yaptığı işle birine övünç duyacağı bir durum
kazandırmak1056.
Yüzünü kara çıkarmak: Birinin, hakkında yanıldığını ortaya koyarak onu
utandırmak1057.

1044
A.g.e., s.768.
1045
A.y
1046
A.y
1047
A.g.e., s.785.
1048
A.g.e., s.833.
1049
A.g.e., s.862.
1050
A.y
1051
A.y
1052
A.g.e., s.904.
1053
A.g.e., s.957.
1054
A.g.e., s.958.
1055
A.g.e., s.959.
1056
A.g.e., s.960.
1057
A.g.e., s.961.

185
SONUÇ

Renk, insanın iç âleminde yaşadığı duygularının bir tezahürü olarak karşımıza


çıkmaktadır. Bu yüzden renkler kimi zaman insanın gözüne hoş gelirlerken; kimi
zaman da kötü gelmişlerdir. Bazen de iyiliği, güzelliği, kötülüğü ve çirkinliği ifade
eder şekilde karşımıza çıkmışlardır. Biz, “Türk Kültüründe Renkler ve İfade Ettikleri
Anlamlar” adlı Yüksek Lisans tezimizde renkleri sadece insanların gözüne görünen
halleri ile değil, Türk kültüründe günümüze kadar yaşatılan geleneklerinde ifade
ettikleri mânâları ile de gözler önüne sermeye çalıştık. Ayrıca Türklerin hayatlarında
yaygın olarak kullandıkları alanlara göre tasniflerini yaparak, bunlarla ilgili misâller
verdik. Bu şekilde geçmişte ve günümüzde kültürümüzde ifade ettikleri anlamalara
göre hâlâ canlı bir şekilde varlıklarını koruduklarını gözler önüne serdik
Her milletin içtimaî yapısında renklerin bir değeri vardır. Fakat hiçbir milletteki
mânâ zenginliği Türkler’deki kadar değildir. Bu büyük oranda Türkçe’nin zenginliği
ile alâkâlıdır.
Halk inançları konusunda yapılmış olan pek çok araştırma eseri bize Ak, kara,
al gibi birçok rengin halk inançları arasındaki varlığının günümüzde de devam
ettiğini göstermektedir.
Yüksek Lisans tezimizde öncelikle, renklerin Türkçe etimolojilerine yer
vererek, diğer Türk lehçelerinde ifade ettikleri mânâları belirtmeye çalıştık Bunun
sonucunda da renklerin bütün Türk lehçelerinde ifade ettikleri mânâların aynı
olduklarını gördük. Renkler, maddî mânâlarının yanı sıra mecâzî mânâları ile Türk
düşüncesinde, âdet ve geleneklerinde ayrı bir mevki edinmişlerdir. Meselâ kara,
sâhip olduğu ilk mânâlarla beraber günümüzde siyah bir şeyi ifade etmenin yanında
çok farklı manevî anlamlara da haizdir.
Türkler, hayatlarının her safhasında renkleri kullanarak onları sıradanlıktan
uzaklaştırıp; mânevî boyutlar kazandırmışlar, her türlü his ve davranışlarını renklerle
ifade edebilmişlerdir. Teşkilâtçı bir millet olan Türklerin kurdukları devletlerinin
siyaset tarihlerinde renklerin oynadıkları fonksiyonlar oldukça kayda değerdir.
Türklerin muhtelif devirlerde renkleri yön sembolizminde kullandıkları
bilinmektedir. Araştırmamız sonucunda Kara’nın: kuzey’i; Kızıl’ın: güney’i; Ak’ın:
batı’yı; Gök’ün: doğu’yu işaret ettiklerini tespit ederek; renk ve yön eşleşmesinin

186
hangi durumlarda kullanıldığını ve tarihi vesikalarda nasıl geçtiğini gözler önüne
sermeye çalıştık.
Yabancılar tarafından “Türk Mavisi” olarak belirtilen ve Turkuaz olarak bilinen
gök renginin Gök Tanrı İnancı ile olan ilişkisine değinerek, günümüzde artık gök
rengi ifadesi ile yeşil renginin ifade edildiğini ve yeşil renginin XI. yy.
kaynaklarından Divan-ı Lügat it Türk ve Kutadgu Bilig’de “yaşıl” olarak geçtiğini
gösterdik.
Türk düşüncesinin en eski devirlerden bugüne kadar kat ettiği yolu ve gelişimi
renkler vasıtasıyla kolaylıkla tâkip etmemiz mümkündür. Türklerin renk sembolizmi
kendi kimliklerini rahatça ele vermektedir.
Kronolojiye dikkat ederek; Eski Türk inançlarından günümüze kadar gelen ve
hurafe olarak adlandırılan pek çok uygulamayı araştırmaya ve onların renklerle olan
ilişkilerini ifade etmeye çalıştık.
Millî öneme haiz sarı, yeşil ve al (kırmızı) renklerinin Türk kültüründe yaygın
olarak kullanımının misâllerini vermeye ve günümüzde siyasî propaganda aracı
olarak kullanıldığını belirtmeye çalıştık.
Bunun yanı sıra adlarda, bayraklarda, kıyafet, çadır ve sanatta kullanılan
renkler üzerinde geniş olarak durmaya ve bu konularda görsel malzemeler vermeye
gayret ettik.
Bir Genel Türk Tarihi Anabilim Dalı çalışması olan tezimizde dilbilim,
edebiyat, halkbilim gibi diğer ilim dallarının esaslarına da riayet ederek, Türk kültür
tarihinde renkler meselesini tarih metodu çerçevesinde ele almaya çalıştık.

187
KAYNAKÇA

I. ANA KAYNAKLAR

ALĪ ŞĪR NEVĀYĪ: Muhākemetü’l Luġateyn, Haz. F. Sema


Barutçu Özönder, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih
Yüksek Kurumu Türk Dil Kurumu Yay.,
Ankara, 1996.
CONSTANTİNE PORPHYROGENİTUS DE ADMİNİSTRANDO
IMPERİO: Greek text Edited by Gy Moravcsık, English
Translation, R.J.H, Jenkins, Byzantine Studies,
Columbia, 1967.
DEDE KORKUT KİTABI: C. I-II, Haz., Muharrem Ergin, TDK Yay.,
Ankara, 2009.
DİVÂN-I LÜGAT-İT TÜRK: Çev. B. Atalay, Cilt I-IV, TDK Yay.,
Ankara, 20065.
DİVÂN-I LÜGAT İT TÜRK: Robert Dankoff-James Kelly, Türkçe
Çeviri ve Düzenleme, Serap Tuba Yurteser-
Seçkin Erdi, Kabalcı Yay. İstanbul, 2005.
EBULGAZİ BAHADIR HAN:Şecere-i Terakime, Haz. Zuhal Kargı Ölmez,
Ankara, 1996.
İBN BÎBÎ: Selçuknâme, Nşr. M. H. Yınanç, Haz. R.
Yinanç-Ö. Özkan, Kitabevi Yay., İstanbul,
2007.
YUSUF HAS HACİP: Kutadgu Bilig, Çev. Reşit Rahmeti Arat, TTK,
Ankara, 19853.
YUSUF HAS HACİP: Kutadgu Bilig, I Metin, Haz. Reşid Rahmeti
Arat, TDK, 1979.
MİNORSKY, V.: Sharaf al-Zamān Tāhir Marvazī, On China,
the Turks and India (English translation and
commentary), London, 1942.

188
MESUDÎ: Murûc Ez-Zeheb (Altın Bozkırlar), Çev.
Ahsen Batur, Selenge Yay., İstanbul, 2004.
ORHUN ABİDELERİ: Haz., Muharrem Ergin, Boğaziçi Yay., İstanbul,
200942.
ESKİ TÜRK YAZITLARI: Haz., Hüseyin Namık Orkun , TDK Yay.,
Ankara, 1986.
İBN FAZLAN SEYAHATNÂMESİ: Haz., Ramazan, Şeşen, Bedir Yay.,
İstanbul, 1995.
FETH B. ALİ. B. MUHAMMED EL BUNDARİ: Zübdetü’n- Nusre ve
Nuhbetü’l Üsre, Irak ve Horasan
Selçukluları Tarihi: Çev. K. Burslan, TTK
Yay., Ankara, 1943.
ORHON YAZITLARI: Haz., Talât Tekin, TDK Yay., Ankara, 20104.

ANNA COMNENA: The Alexiad, translated by, Elizabeth A.


S. Dawess, In parentheses Publications
Byzantine Series Cambridge, Ontario
2000.
Alexiad, Malazgirt’in Sonrası,
İmparator Alexios Komnenos
Döneminin Tarihi, Terc. Bilge Umar,
İnkılâp Kitabevi, İstanbul, 1997.

II. ARAŞTIRMA ESERLERİ


Abdurrahman, Varis: “Türklerin Ad Koyma Gelenekleri
Üzerine Bir İnceleme”, Milli Folklor,
Nu: 61, 2004., s. 125.
Ahmet Vefik Paşa: Lehce-i osmânî, Haz. Recep Toparlı,
Ankara, 2000.
Akar, Ali: “Renge Bağlı Yer Adlandırmalarında
Muğla Örneği”, Erciyes Üniversitesi

189
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S.
20, 2006., s. 54.
Aksoy, Ömer Asım: Atasözleri Sözlüğü, C. I, TDK, Ankara,
1971.
Deyimler Sözlüğü, C. II, TDK, Ankara,
1976.
Alföldi, A.: “Türklerde Çifte Krallık”, II. Türk
Tarih Kongresi, İstanbul 20-25 Eylül
1937, İstanbul,1943., s. 509.
Alizade, Samed: Oğuzname, Eklerle yayına Haz. Ali
Haydar Bayat, Türk Dünyası
Araştırmaları Vakfı Yay., İstanbul, 1992.
Almas, Turgun: Uygurlar, Selenge Yay., Çev. Ahsen
Batur, İstanbul, 2010.
Alsan, Şenay: Türk Mimari Süsleme Sanatlarında
Mitolojik Kaynaklı Hayvan Figürleri,
Marmara Üniversitesi Türkiyat
Araştırmaları Enstitüsü Yayınlanmamış
Doktora Tezi, İstanbul, 2005.
Argunşah, M.-Güngör, H.: Gagauzlar, Ötüken Yay., İstanbul,
1998.
Arıkoğlu, E.-Kuular, K.: Tuva Türkçesi Sözlüğü, TDK, Ankara,
2003.
Arseven, C. E.: Türk Sanatı, Cem Yay., İstanbul, 1987.
Atayolu, Sabri: “Türk Kırmızısı” İkinci Türk Tarih
Kongresi, İstanbul, 1943., s. 698.
Atsız, Nihal: Türk Edebiyatı Tarihi, Işık Basımevi,
İstanbul 1943.
Barthold, V. V.: “Zeyn’ul Ahbar”, Orta Asya Tarih ve
Uygarlık, Der. ve Çev. Ahsen Batur,
Selenge Yay. İstanbul, 2010.

190
Bayraktar, Nesrin: “Orhon Yazıtlarında Geçen Renk
Adlarının Anlam Alanları Üzerine”,
Orhon Yazıtlarının Bulunuşundan 120
Yıl Sonra Türklük Bilimi ve 21. Yüzyıl
Konulu 3. Uluslararası Türkiyat
Araştırmaları Sempozyumu Bildiriler
Kitabı, C. I, Editör: Ülkü Çelik Şavk,
Ankara, 2011., s.126.
Benzing, J.: Einführung in das Studium der
altaischen Philologie und Turkologie,
Wiesbaden, 1953.
Bozkurt, Nebi: “Çadır” İslâm Ansiklopedisi TDV,
C.VIII, İstanbul, 1993., s. 161.
Bretschneider, Emil: Medieval Researches from Eastern
Asiatic Sources, I, London, 1910.
Buluç, Saadettin: “Şaman”, İA, XI, Eskişehir, 2004., s.
312.
Chavannes, Edouard: Çin Kaynaklarına Göre Batı Türkleri,
Selenge Yay., Çev. Mustafa Koç,
İstanbul, 2007.
“Les Pays d’occident d’aprés le Wei
lio”, Toung Pao, C. II, S. 6, 1905., s.
121.
Cirtautas, Ilse Laude: Der Gebrauch der Farbbezeichnungen
in den Türkdialekten, Wiesbaden,
1961.
Clauson, Gerard: An Etymological Dictionary of Pre-
Thirteenth- Century Turkish, Oxford,
1972
Çoruhlu, Yaşar: Erken Devir Türk Sanatı, Kabalcı Yay,
İstanbul, 2007.

191
Develioğlu, Ferit: Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik
Lugât, (ilaveli 2.baskı) Ankara, 1970.
Donuk, Abdülkadir: Eski Türk Devletlerinde Unvan ve
Terimler, Türk Dünyası Vakfı
Araştırmaları Yay., İstanbul, 1988.
“Çeşitli Topluluklarda ve Türklerde
Âile”, İÜ Tarih Dergisi, S. 33, İstanbul,
1981, s.162 vd.
Eliade, Mircea: “Recent Works on Shamanism a Rewiev
Article”, History of Religions, S. 1,
1961., s.156.
Enoki, Kazuo: “On the Nationality of the Ephthalites,
Studia Asiatica, Editör, R. Kono,
Tokyo, 1998., s.145.
Eröz, Mehmet: Yörükler, Türk Dünyası Araştırmaları
Vakfı, İstanbul, 1991., s.52.
Esin, Emel: Türk Kozmolojisi (ilk devir üzerine
araştırmalar), İstanbul, 1979.
Orta Asya’dan Osmanlı’ya Türk
Sanatında İkonografik Motifler,
Kabalcı Yay., İstanbul, 2004.
Gabain, A. M, von: “Renklerin Sembolik Anlamları”
Türkoloji Makaleleri, Bilge Oğuz Yay.,
Der.Yusuf Gedikli, İstanbul, 2009, s.
153.
Genç, Reşat: Türk İnanışları İle Milli
Geleneklerinde Renkler ve Sarı
Kırmızı Yeşil, Atatürk Kültür Merkezi
Başkanlığı Yay., Ankara, 1999.
Kaşgarlı Mahmud’a Göre XI.
Yüzyılda Türk Dünyası, Türk

192
Kültürünü Araştırma Enstitüsü yay.,
Ankara, 1997.
Glück, Heinrich: Eski Türk Sanatı ve Avrupa’ya Etkisi,
Türkiye İş Bankası Kültür Yay., Çev. A.
C. Köprülü, y.y, t.y.
Gökalp, Ziya: Türk Töresi, Türk Kültür Yay., İstanbul
1975.
Gömeç, Saadettin: Uygur Türkleri Tarihi, Akçağ Yay.,
y.y., t.y.
Gönen, Sinan: “Efsanelerde Kara Renginin Görünümü”,
Türkiyat Araştırmaları Dergisi, S.17,
Bahar/2005., s. 232.
Gumilev, Lev: Eski Türkler, Çev. D. Ahsen Batur,
Selenge Yay., İstanbul, 2004.
Gülensoy, Tuncer: Türkiye Türkçesindeki Türkçe
Sözcüklerin Köken Bilgisi Sözlüğü, C.
I, Ankara, 2007.
Türkçe Yer Adları Kılavuzu, TDK,
Ankara, 1995.
Günşen, Ahmet: “Gizli Dil Açısından Alevîlik Bektaşîlik
Erkân ve Deyimlerine Bir Bakış”,
Türkoloji Araştırmaları, sayı 2/2,
Bahar 2007., s. 328.
Hacıeminoğlu, N.: Harezm Türkçesi ve Grameri, İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yay.
Ankara, 1997.
İnan, Abdülkadir: Tarihte ve Bugün Şamanizm, TTK,
Ankara, 19863.
“Altay Dağlarında Bulunan Eski Türk
Mezarları”, Belleten, Ankara, 1947., s.
570.

193
Makaleler ve İncelemeler, C. I, TTK,
Ankara, 19983.
İzgü, Özkan: Wang Yen-te Seyahatnamesi, TTK,
Ankara, 2000.
Kafalı, Mustafa: Makaleler I, Berivan Yay. Ankara,
2005.
Kafesoğlu, İbrahim: Türk Milli Kültürü, Ötüken Yay.
İstanbul, 200324.
Kalafat, Yaşar: Doğu Anadolu’da Eski Türk
İnançlarının İzleri, Berikan Yay.,
Ankara, 20106.
“Bulgaristan Şumnu Türk Halk
İnançları” Türk Kültürü, S.433,
Ankara, 1999., s. 289.
Altaylardan Anadoluya Kamizm-
Şamanizm, Yeditepe Yay., İstanbul,
2004.
Karadoğan, Ahmet: “Türk Ad Biliminde Renk Kültü”, Milli
Folklor, C. 8, S. 62, Yaz 2004., s. 89.
Kılıç, Sibel: “Sosyo-Kültürel/Sanatsal ve İkonografik
Bağlamda Gagavuz Türk Kimliğinin
Göstergeleri”, ZfWT, Vol. 2, No. 1,
2010, s. 303.
Köprülü, Fuat: “Bayrak”, İA, C. II, Eskişehir, 20015, s.
404.
Türk Edebiyatı Tarihi, TTK,
Ankara,19663.
Küçük, Salim: “Türk Kültüründe Donlarına Göre
Atlarına Verilen Adlar ve Nişanları”,
Turkish Studies, C. 4, S. 8, Fall 2008.
Lezina, L. N.-Superanskaya, A.V: Bütün Türk Halkları, çeviri ve ilaveler
D. Ahsen Batur, İstanbul, 2009.

194
Levitskaya, L. S.- Dıbo, A.V.- Passadin, V. İ: Etimologiçeskiy Slovar Yazıkov
(Obşçetyurkskiye i Mejtyurkskiye
Leksiçeskiye Osnovı na Bukvı “K”,
“Қ”), Moskva, 1997.
Etimologiçeskiy Slovar Tyurkskih
Yazıkov (Obşçetyurkskiye i
Mejtyurkskiye Leksiçeskiye Osnovı na
Bukvı “Қ”), Moskva, 2000.
Manov, Atanas: Gagauzlar, Terc. M-Türker Acaroğlu,
TTK, Ankara, 2001.
Müller, F.-von Gabain, A. M.: Çaştani Bey Hikâyesi, Uigurica IV,
Çev., S. Himran, İstanbul, 1945.
Németh G.: “Zur kenntnis der Petschenegen”,
Körösi Csoma Archivum, I, 1921.
Nuraniye H. Ekrem: “Hunlar’da Renk ve Yön Bilgisi”,
Nevruz ve Renkler, Türk Dünyasında
Nevruz İkinci Bilgi Şöleni Bildirileri,
Ankara 19-21 Mart 1996), Yay. Haz.,
Sadık Tural-Elmas Kılıç, Atatürk Kültür,
Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk
Kültür Merkezi Yay., Ankara, 1996,
S.116.
Onarlı, İsmail: “Nevruz Bayramı”, Türk Kültürü ve
Hacı Bektaşi Veli Araştırma Dergisi,
S. 25, 2003., s. 2.
Onat, A.-S.Orsoy-K.Ercilasun: Han Hanedanlığı Tarihi Hsiung-nu
(Hun)Monografisi, TTK, Ankara, 2004.

Ortekin, Hasan: Çora Batır Destanı, Bürhaneddin


Basımevi, İstanbul, 1939.
Ögel, Bahaeddin: Türk Kültür Tarihine Giriş, C. VI,
Kültür Bakanlığı Yay., Ankara, 20004.

195
Türk Mitolojisi, Milli Eğitim Basımevi,
İstanbul 1971.
İslâmiyetten Önce Türk Kültür
Tarihi, TTK, Ankara, 2003.
Piyadeoğlu, Cihan: “Büyük Selçuklular Dünyasında Yas
Tutma Âdetleri ve Taziye Merasimleri”,
Trakya Üniversitesi Fen Edebiyat
Fakültesi Dergisi, C. 2, S. 3, Ocak
2012, s. 32.
Pritsak, Omelyan: “Qara Studie zur Türkischen
Rechtssymbolik”, Zeki Velidi Togan’a
Armağan, İstanbul, 1950-1955, s. 249.
“Orientierung und Farbsymbolik”,
Saeculum, C. V, S. 4, Hamburg, 1954, s.
378.
“Karahanlılar”, İA, C. VI, Eskişehir,
2001, s. 251.
Radlov, W: Sibirya’dan (Seçmeler), Çev. Ahmet
Temür, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul,
1976.
Sibirya’dan, C. I, II, III, IV., Çev.
Ahmet Temir, Milli Eğitim Bakanlığı
Yay. İstanbul, 1994.
Versuch Eines Wörterbuches der
Türk-Dialecte, I/1, St. Petersburg, 1893.
Versuch Eines Wörterbuches der
Türk-Dialecte, II/1, St. Petersburg,
1899.
Rıza, Resul: Şe’rler, Bakü, 1968.
Sağol, Gülden: “Tarihi Şivelerde At Donları”, Türk
Kültüründe At ve Çağdaş Atçılık,

196
Hazırlayan: Emine Gürsoy Naskali,
İstanbul, 1995, s. 126.
Sarıtaş, Eyüp: Sarı Uygurlar, Selenge Yay., İstanbul,
2012.
Sevortyan, E. V.: Etimologiçeskiy Slovar Tyurkskih
Yazıkov, Moskva, 1974.
Etimologiçeskiy Slovar Tyurkskih
Yazıkov Obşçetyurkskiye i
Mejtyurkskiye Leksiçeskiye Osnovı na
Bukvı “B”, Moskva, 1978.
Etimologiçeskiy Slovar Tyurkskih
Yazıkov Obşçetyurkskiye i
Mejtyurkskiye Leksiçeskiye Osnovı na
Bukvı “V”, “G” i “D”, Moskva, 1980.
Etimologiçeskiy Slovar Tyurkskih
Yazıkov (Obşçetyurkskiye i
Mejtyurkskiye Leksiçeskiye Osnovı na
Bukvı “L”, “M”, “N”, “P”, “S”),
Moskva, 2003.
Sevortyan, E.V.–Levitskaya, L. S: Etimologiçeskiy Slovar Tyurkskih
Yazıkov (Obşçetyurkskiye i
Mejtyurkskiye Leksiçeskiye Osnovı na
Bukvı “C”, “J”, “Y”, Moskva, 1989.
Seyidov, Mireli: “Gök Ak ve Kara Renklerinin Eski
İnançlarla Alâkâsı” Çev. Orhan Yavuz,
Türk Dünyası Araştırmaları, Şubat,
1998, s. 37.
Sümer, Faruk: Kara Koyunlular (Başlangıçtan Cihan
Şah’a Kadar), C. I, TTK, Ankara, 1992.
Oğuzlar, Türk Dünyası Araştırmaları
Vakfı Yay, İstanbul, 19995.

197
Türk Devletleri Tarihinde Şahıs
Adları, C. I, İstanbul, 1999.
“Yörükler”, Türk Dünyası Tarih
Dergisi, S.85, 1994, s. 10.
“Türklerde Bayrak ve Tuğ”, RTM, C. V,
S. 58, 1954, s. 3398.
Şahin, İbrahim: Eski Türkçe Dönemi (VI-XI. Yüzyıl)
Temel Eserlerinde Geçen Yer Adları,
Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü
Yayınlanmamış Doktora Tezi, Bişkek,
2006.
Şeşen, Ramazan: İslâm Coğrafyacılarına Göre Türkler
ve Türk Ülkeleri (Mes’ûdî, Acâ’ib el-
dünyâ, Bursa Hüseyin Çelebi, nr. 746
(63b-64b), TTK, Ankara, 2001.
Taşağıl, Ahmet: Çin Kaynaklarına Göre Eski Türk
Boyları, TTK, Ankara, 2004.
“Gök-Türkler’de İnsani Değerler ve
İnsan Hakları”, Türklerde İnsani
Değerler ve İnsan Hakları, Türk
Kültürüne Hizmet Vakfı Yay, İstanbul,
1992, s. 102.
Tilke, Max: Oriental Costumes Their Designs and
Colors, Translated by L. Hamilton,
Berlin, 1922.
Togan, Zeki Velidi: “Türk Destanlarının Tasnifi I”; Atsız
Mecmua, S.I, İstanbul, 1931, s. 4.
Oğuz Destanı, Ahmet Sait Matbaası,
İstanbul, 1972.
Toparlı, R.-Vural, H.-Karaatlı, R.: Kıpçak Türkçesi Sözlüğü, TDK,
Ankara, 20072.

198
Tuna, O. N.: “Köktürk Yazılı Belgelerinde ve
Uygurcada Uzun Vokaller”, Türk Dili
Araştırmaları Yıllığı Belleten 1960,
1960.
Türkçe Sözlük: TDK, C.I-II, Ankara, 19989.
Vambery, H.: Etymologisches Wörterbuch der
Turko-tatarischen Sprachen, Leipzig,
1878.
Yaltkaya, Şerefeddin: “Tarihte Renk”, Türkiyat Mecmuası,
VII, 1942., s. 41.
Yatsenko, S. A.: “The Costume of Foreign Embassies and
Inhabitants of Samarkand on Wall
Painting of the 7th c. in the "Hall of
Ambassadors" from Afrasiab as a
Historical Source”, Transoxiana, C. I,
S. 8, Junio 2004.
“Early Turks: Male Costume in the
Chinese Art”, Transoxiana, S. 14,
Agosto 2009.
“Drevniye Tyurki Kostyum na
Raznotsvetnıh İzobrajeniyah”,
Drevnosti v Muzeynıh Kollektsiyah,
Ed. T. N. Krupı, Harkov, 2007.
Yıldız, Naciye: Manas Destanı (W.Radlov) ve Kırgız
Kültürü ile İlgili Tespit ve Tahliller,
Ankara, 1995.
Yörükhan, Yusuf Ziya Müslümalıktan Evvel Türk Dinleri
Şamanizm, Ötüken Yay., İstanbul,
2009.
Yudahin, K.K: Kırgız Sözlüğü, C. I, Çev. Abdullah
Taymas, Milli Eğitim Basımevi, Ankara,
1945.

199
Kırgız Sözlüğü, C. II, TDK, Çev.
Abdullah Taymas, Ankara, 19984.
Yücel, Mualla Uydu: İlk Rus Yıllıklarına Göre Türkler,
TTK, Ankara, 2007.
Peçenek Türkleri, Titiz Yay., İstanbul
2011.
Tarih Boyunca Türkler’de Altın: İstanbul Altın Borsası Yay., t.y, y.y

III. İnternet Kaynakları


http://www.tccb.gov.tr/ziyaretler/iran/ozel

http://whc.unesco.org/en/list/543/gallery/

http://whc.unesco.org/en/list/603/gallery/

http://tr.wikipedia.org/wiki/Paz%C4%B1r%C4%B1k_Hal%C4%B1s%C4%B1

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&CategoryID
=138&ArticleID=1070985

http://www.ekurd.net/mismas/articles/misc2010/1/independentstate3405.htm.

http://www.karacaahmet.com/makaleler/semah-nedir-.htm
http://www.istanbul.net.tr/istanbul-Rehberi/istanbul-Fotograflari/carsi-
fotograflari/kapalicarsi-nuruosmaniye-kapisi-gulcin-ozturna/3365/14

200

You might also like