You are on page 1of 33

BAĞLANMA AŞK VE CİNSELLİK, YAKIN İLİŞKİLER.

 AŞIK OLMAK, bir bağın oluşması


 SEVMEK, bağı sürdürmek
 KAYGI VE KIZGINLIK bir bağın kopması beklentisi
 YAS bir bağın kopması.

Yaşam kalitemiz, yaşam, aşk ve bağlanma ile ilgili duygularımızı yansıtır,


Bağlanma ve yakınlık sorunları cinsel sorunlara,

cinsel sorunlar da , iletişim, ilişki sorunlarına yol açabilir.


 
FAİRBAİRN’İN OBJE SİSTEMLERİ
I-Merkezi ego ve onun ideal objesi: 

Merkezi ego ve objeleri nispeten bilinçli ve makul ilişkiler halindedir.

İdeal obje özelliği ne fazla reddeden ne de fazla heyecanlandırandır.

II-Libidinal ego ve obje: 

Libidinal obje ihtiyacı,aşırı heyecan olarak hissedilir veya “bir şeyi verir gibi uzatıp geri
çekmek suretiyle kızdırılmak” olarak hissedilir.

Egonun bir kısmı bu objeye açık acı veren doyurulmamış bir duygu ile bağlıdır.

III-Antilibidinal ego ve obje: 

Reddeden ihmal eden, tahrip eden kötü objeyi simgeler.

Benliğin bir kısmı bu ilişkiye çekilir. Böylece ilişki kızgınlık, hayal kırıklığı ve nefretle
karakterize olur.

Cinsel arzu, heyecanlandıran ve iten objeler ile ilişkilidir. Arzu objesini isteyen libidinal
egonun duygusudur
 
YAKINLIK VE CİNSELLİĞİN KAYNAKLARI
Bebek fiziksel süreçlerle ilişki kurduğu için, anne onu tutar, fiziksel ihtiyaçlarını karşılar,
bebekte annesine yanıt verir. Karşılığında, annenin yanıtları bebeğin heyecanlarında
yükselme ve alçalma oluşturur. Cinsel gelişim bu ilişkiden doğar.

Winnicott buna “psikosomatik eş ilişkisi” der.


Bebek ve anne birbirlerine vücutları yüzünden ilişki kurarak bağlanırlar. Bu ilişki karşılıklı
bağlanma ve haz alma ilişkisini geliştirir. Bu suretle emziren-emzirilen çifti,psikosomatik
partnerlik ilişkisi geliştirirler.
Bebeğin nörolojik kapasiteleri ,annenin ve ailenin desteği ile olgunlaşır, vücudunu nasıl
kullanacağını öğrenir, duygularını yorumlayabilir.

Seksüalite, memnuniyetin fiziksel ve sembolik düzeyleri arasındaki eski bağları yeniler.


Çocukluktaki gelişimsel çelişkileri canlandırır ve geçici olarak daha doğrudan bir hazza izin
verir.
Psikosomatik birlik, vücut ve ruhun katıldığı geçmişe uzanan bir köprü oluşturur.

İnsanlar bundan dolayı cinsel birliktelikleri sırasında çocuklaşırlar. Aşk ve cinsellik


regresif(geri dönen) bir süreçtir.
Yetişkinlerde kişisel gelişimin sağladığı güven, çocukluk gereksinimlerinin ortaya çıkmasına
ve onları çözmeye olanak verir.

BEBEK - ANNE İLİŞKİSİYLE SEVGİLİLER ARASI İLİŞKİ ARASINDAKİ PARALELLİKLER


1-Anne ile çocuk göz teması kurar ve birbirine dokunurlar.  Benzer olarak sevgililer göz göze
bakarlar, birbirinin yüzündeki ayrıntılarla ilgilenirler ve sık sık birbirlerine dokunurlar.
2-Anne ile çocuk birbirine sesler çıkarır ve kendi dillerini geliştirirler, bu dil çoğunlukla sözel
olmayan bir dildir. Sevgililer de kendi sözel ve sözel olmayan dillerini geliştirirler birbirleri için
isimler bulurlar.
3-Bebekler oyuncaklarını ve keşfettiklerini anneyle paylaşırlar. Sevgililer de birbirlerine
hediye verirler ve birbirleriyle deneyimlerini paylaşırlar.
4-Sıkıntılı bir bebek anne ile fiziksel temas arar. Bir sevgili de sıkıntılı olduğunda partneri
tarafından tutulmak ve rahatlatılmak ister.
5-Bebek kendini güvensiz hissettiğinde, annesinin kendisini onaylayıp onaylamadığına 
dikkat kesilir..
6-Her ikili için de, bağlanma hiyerarşisi vardır. Bebek aynı zamanda birden fazla insana
bağlanabildiği halde her seferinde genellikle bir tane ana ilişkisi vardır.

AŞK, BAĞLANMA VE CİNSELLİK


Freud temel ilişki biçimleri tanımlanmıştır:
I-Anaklitik: Sömürücü; bağımlı; nesnenin ayrı bir birey olarak algılanamaması Çocuğun
anne arayışındaki oraliteye benzer.
II_Sembiyotik : Partnersiz işlev kaybı, yaşam enerjisinin yitimi, kendine güvensizlik,
sürekli onay ve hayranlık beklentisi.
III-İdealize : Sürekli mükemmel algılanan bir nesne ile ideal ilişki beklentisi
IV-Ambivalan : İlişkide karşılıklılık, duygularda  ambivalans vardır. Erkekler daha çok
anaklitik, kadınlar ise narsisistik tipte nesne seçerler.

BAĞLANMA; kendine güven, emniyet duygusu ve mutluluğun temelidir. Annesinin yanında


ve kendisini bu bağ içinde emniyette hisseden bebekler, çevreyle ilgilidir ve çevreyi araştırma
eğilimi gösterir.  Diğer insanlarla da ilişkiye girerler.
Annenin yokluğunda ise çocuk anneyi arama davranışına girer ve diğer aktivitelere ilgi
duyması belirgin bir şekilde azalır. Çocuk anneyi bulabilmek ve yeniden bağ kurabilmek için
ses çıkarma, ağlama ve aktif olarak arama gibi çeşitli araçlara başvurur.
KENDİNE GÜVEN; bağlanma figürlerinin ulaşılabilirliğidir. Çocukluk ve ergenlik yıllarında
oluşur ve yavaş yavaş nispeten değişmez bir hal alır. Bir yetişkinin aşk ilişkisi bittiğinde
gösterdiği tepkiler, bebekteki ayrılık anksiyetesiyle karşılaştırılabilir.
 
ÇOCUĞUN AYRILMA KARŞISINDAKİ TEPKİLERİ
Başlangıçta, bebek etrafındaki kişilerin sakinleştirici gayretlerine direnç gösteren bir protesto
tutumu içindedir.

Daha sonra ki dönemde üzgün ve edilgen bir tutuma girer.

Son olarak da bebek savunmacı bir tutumla anneden kopar, bu aşamadan sonra anne
dönecek olsa bile anneyi reddeder.

Ergenler de, ayrılık ve kayıp zamanlarında benzer duygulanımlar gösterirler.

 
GÜÇ VE BAĞLILIK
 
 GÜÇ, KONTROL, HİYERARŞİ
 BAĞLILIK, YAKINLIK, BİRLİKTELİK, BERABERLİK, İLGİ, BİRLEŞME
Genellikle eş problemleri, güç dengesi ve yakınlık derecesi konularıyla ,uğraşmanın sonucu
ortaya çıkar.
Nesiller arası yaklaşımlar aile ve eşler arasındaki güç dengesi ve hiyerarşinin önemini
vurgulamışlardır.
 
EŞ İLİŞKİSİNDE ALT SİSTEMLER
 
 EŞ SİSTEMİ
 ANNE-BABA OLMA (EBEVEYNLİK) SİSTEMİ
Ailede özgün işlevleri, davranışları ve etkileşimleri olan alt sistemler arasında hiyerarşik bir
düzen vardır.
Alt sistemler sistemin işleyişinde etkindirler ve genellikle konuşulmadan var olduğu bilinen,
kültürel kurallara dayalı sınırlar vardır..
Ebeveynlik – eşlik sistemleri arasındaki sınırların düzenlemesi ,pek çok evli çiftin hayatında
güçlükler yaratabilir.
Eşlerden birine doğal gelen diğerince onaylanmayabilir. Cinsel ilişki öncesinde yatak odası
kapısının kilitlenmesi gibi
Yakınlık derece ilgili, esnek olamama ve beklentiler eşlerin birbirleriyle ilişkisinde sorunlara
neden olabilir. Kaçan- Kovalayan çiftinde olduğu gibi.
Çatışmadan kaçınma sonucunda ortaya çıkan, olmayan bir uyumu var saymak,
anlaşamadığı halde anlaşılıyor gibi çiftler vardır.
Pseudoharmony denilen yalancı beraberlik duygusal yakınlığı sürdürme çabaları arasındadır.
Bu çiftler uzun yıllar evli kalabilirler.
 
NİRENGİ (TRİANGULATİON)

Subsistemler arasındaki sınırların kaybolması ve aşırı bağlılık yanında, duygusal uzaklık da


sorun yaratır.
Eşlerin kendi büyüdükleri ailelerden ayrışma dereceleri, eş ilişkilerini belirler.
KİŞİLİK ÖZELLİKLERİNE GÖRE AŞIK OLMA BİÇİMLERİ 

Gelişimsel ve tanısal açıdan bakıldığında; aşkı ve sevme biçimlerini şöyle sınıflandırabiliriz: 

Kaçıngan, geçişli, bağımlı, olgun 


KAÇINGAN İLİŞKİ BİÇİMİ  

 Çekingen kişilik bozukluğu vakalarının bir bölümü 

 Şizoidler 

 Şizotipaller 

 Paranoidler 

 Kaçıngan narsisistikler kaçıngan ilişki biçimi gösterirler. 

İnsanların kendilerine yaklaşması bu kişilerde endişe yaratır. Genel olarak ilişkiden uzak


durma eğilimi gösterirler. Bilinçdışında aşk yıkıcılıkla aynı görülür.  

Yakınlıktan ve ilişkiden kaçınmalarına neden olan, kendi erken çocukluk dönemi


tecrübelerine dayanan, yakın ilişkilerin zedeleyiciliğine ilişkin varsayımlarıdır. 

Anneleriyle ilişkilerinde duygusal yakınlık


gereksinimleri karşılanamamıştır. Anneleri empati kurma yeteneklerini yansıtma konusunda
yetersizdir. 

Çocuklarıyla yeterli empatik göz teması kurmamış, dokunmamış, onların duygusal


gereksinimlerine uygun yanıtlar vermemiş ve güvenli bir bağ oluşturmamışlardır. 

Çocuklukta yaşadığı früstrasyonları tekrarlamak için duygusal gereksinimleri ve bağ ihtiyacını


reddetme yolunu seçerler. 

Yeniden yaralanmamak, yeni hayal kırıklıkları yaşamamak için ,savunmacı tutum takınırlar.

Yakın ilişkilerin gereksizliği, zorluğu şeklinde rasyonalize ederek bağlanmaktan kaçarak ilişki


kurmakta zorlanırlar. 
GEÇİŞLİ İLİŞKİ BİÇİMİ 

 Histerikler 

 Histrionik-Borderline'lar 
 Narsisistikler 

 Antisosyaller 
HİSTERİKLERDE AŞK İLİŞKİLERİ  HİSTERİK KADINLAR 
YARIŞMACI HİSTERİKLER: Diğer insanlarla kolay ilişkiye girerler. Özellikle seksüel
anlamda, sevilmek, ilginin odağı olmak isterler. Erkekleri baştan çıkarıcı davranırlar ,ancak
baştan çıkardıkları erkeklerin yaklaşımını şaşkınlıkla karşılarlar. 

Sedüktif davranışlarına karşı bilinçsizdirler. Seksüel ketlenmeye kombine


yalancı hiperseksüalite gösterirler. İlgileri başka kadınlarla birlikte olan erkeklere
yöneliktir. Hem erkekler hem de erkeklerle olan diğer kadınlarla rekabet halindedirler. 
UYSAL HİSTERİKLER:
 Fiksasyonları sıklıkla mazohizmi yansıtır. Kendilerine sadistik davranan erkeklere karşı,
boyun eğerek, suçluluk duygusunun bedelini ödemeye çalışırlar. 
HİSTERİK ERKEKLER 
Emosyonel dramatizasyon ve affektif kararsızlık eğilimleri vardır. Özellikle yakın
ilişkilerinde emosyonel patlamalar, tepinme reaksiyonları, ve impulsif ve infantil davranışlar
gösterirler. 

Histerik kişilikli erkekler seksüel uyum için başlıca iki tip davranış sergilerler; 
YALANCI HİPER MASKÜLİNİTE: 

Kültürel olarak kabul edilen maskülen davranışlarda bulunurlar. Kadınlar üzerinde baskınlık


ve üstünlük gösterme çabasındadırlar. Bağımsızlıkları üzerinde özellikle dururlar. 
SEDÜKTİF EFEMİNE DAVRANIŞLAR: 

İncelikli flörtöz infantil davranışlar gösterirler. Kadınlara karşı bağımlı çocuksu yaklaşımları


vardır. Sadakatsizdirler. Bir biçimi de dominant kadınlarla geçici gibi görünen bağımlı ilişkiler
kuran Don Juan tipidir. 

 
 BAĞIMLI İLİŞKİ BİÇİMİ 

 Bazı çekingen kişiler 

 Bağımlı depresif kişilik 

 Mazohistik kişilik 

 Uysal histerikler 
 Borderline’ların bir bölümü 

Peşinde oldukları şey, elde edilemeyen sevgilidir. İdealize bir partnerin özlemi içindedirler.


Çoğu zaman, partnerlerinin arzu edilmez özelliklerini inkar ederler. 

Dünyayı acı dolu bir şey olarak algılarlar. Eğer dünya ve her şey gerçekte acı doluysa,
gerçek bir aşk da acı dolu olmalıdır.

NARSİSİSİTLER ,istenmeyen taraflarını karşısındakine yansıtırlar.

MAZOHİSTLER de diğerinin kötü taraflarını içselleştirirler.

Kendisi ,bizzat kötü olarak, kötülük objesini temizlemiş olur.

Çocuklukta ebeveynleriyle yaratılan, narsisistik incinmeleri tekrardan yaşarlar.

Memnun ederek, alttan alarak, hizmet sunarak,;hayranlık duyulacak insanın sevgisini


kazanmaya çalışırlar, ama ebeveynin yedeği olan partner eleştirel biridir. 

Mazohistler bir bebek gibi doyurulmak ve beslenmek isterler, bunun için de kendilerini


güçsüz bırakırlar. Kendi güçlerini partnerlerine teslim ederler ve aynı zaman da o kişiyi
emniyetlerinden sorumlu tutarlar. İlişkide hizmetçi olma eğilimindedirler, başkalarına
kendilerine davranılmasını istediklerini gibi davranırlar. 

Dolayısıyla partnerlerinin kendilerine yansıttıkları kötü yanlarının kendilerine değil,


partnerlerine ait olduğunun farkına varamazlar. Sadistik bir obje karşısında çocuk, hem
objeyi hem de onun sevgisini kaybetme korkusu içinde tüm dikkatini bu tehlikeli objenin
memnun edilmesine verir. Karşısındaki değersizdir, hiçbir işe yaramaz, her türlü mutsuzluğun
ve sorunun kaynağı odur sanki. 

Bu ilişkide sürekli ebeveyni memnun etmeye zorlanan çocuk, hiç memnun olmayan ve
sürekli eleştiren objeyle ilişkiyi sürekli aynı duvara çarparak tekrarlama eğilimi geliştirir.  

Kendi hiçliği ve değersizliği dolayısıyla yetişkin olarak mazohistler yalnız kalmaktan korkarlar


ve idealize ettikleri ve hayran oldukları acı veren sevgi objesi ile bağlantılarını sürdürmeyi
tercih ederler
HASTALIKLI EVLİLİKLER VE CİNSELLİK

İnsanların bireysel yeterlilik, güç anlama kapasiteleri doğal olarak farklıdır. Ayrıca,
yaşam dönemlerinde değişikliğe uğrar.

Genel olarak, eşler karşılıklı destek, koruma, gelişme ve değişime yardım edici
özellikleri taşıyorsa ilişkileri sağlıklı yürür.

Romantik ilişkiler, evlilik süreç içerisinde gelişim veya yıkıcılık kapasitesine sahiptir.
İnsanlar iyidir, ilişkileri hastadır.

CİNSELLİĞİN 3 BOYUTU VARDIR :


 Duygusal yakınlık
 Fiziksel yakınlık
 Şehvet
 
BOŞANMAYA NEDEN OLAN TUTUMLAR
 Eleştirme (Criticism)
 Aşağılama (Contempt)
 Savunuculuk (Defensiveness)
 Duvar örme (Stone walling)
 
HASTALIKLI EVLİLİK MODELLERİ
1. Aşk hastası kadın ve soğuk erkek
2. Anne arayışlı evlilik
3. Çift parazit evliliği (Bağımlı-bağımlı veya histerionic- histerionic)
4. Paranoid evlilik
 Folie a deux
 Conjugal
1. Bebek evi evliliği (Doll’s House Marriage)

BAĞIMLI- BAĞIMLI EVLİLİK


 Hem kendilerini, hem eşlerini destekleme kapasiteleri düşüktür .
 Öz güvenleri zayıftır. Her ikisi de diğerinin fiziksel yakınlık göstermesini bekler.
 Birbirleriyle sevişmekten pek zevk almazlar.
 Sensate focus egzersizleri anksiyete yaratır.
 Kadın sıklıkla orgazm olamaz
 Erkekte ego kontrolünün zayıflığına bağlı erken boşalma görülür.

 Eğer bu kadınlar şehvetli, agresif bir erkekle birlikte olurlarsa orgazm


olabilirler.
 Erkekler ise cinsel isteğini açıkça gösteren, eleştirmeyen bir partnerle birlikte
olurlarsa iyi performans gösterirler.
 Eleştirilme ve reddedilme korkuları olmasa ereksiyonları daha uzun sürebilir

PARANOİD EVLİLİK
 Genellikle ilişkide paranoid olan aktif, diğeri pasif konumdadır.
 Aktif olan eleştirel, hata arayan, aşağılayan, alay eden, suçlayıcı bir tutum
içindedir.
 Duygusal ve fiziksel yakınlıkta sorun vardır .

Erkeğin paranoid olduğu durum:


 Cinsel birleşme erkeğin, erkekliğini kanıtlamak istediği bir alan olduğundan
ereksiyon uzun sürebilir.
 Erken ya da geç boşalma
 Erkek ayrıca, kendi iktidarını kanıtlamak için eşinin orgazmına, hatta multi
orgazmik olmasına ihtiyaç duyar.
 Eğer folie a deux söz konusuysa kadın bu ihtiyaçlara cevap verir. Ama kendi
adına savaşmaya, ayrışmaya başlamış ve depresyondaysa erkeğin ihtiyaçlarına
yanıt veremez.
 Bu durumda erkek de patolojik kıskançlık ve suçlamaları ortaya çıkarır.
Kadının paranoid olduğu durum :
 Kadının şüpheciliği ve kıskançlığı eşinde duygusal ve fiziksel yakınlıkta
çekilmeye neden olur.
 Cinsel ilgisizlik gelişebilir. Paranoid kadın, çocukluk yıllarının hastalıklı,
suçlayıcı çocukluktan kalma anne-baba hayali imagosundan kaçmaya çalışır.
 Bu durum vaginismus dönemlerinin de eklendiği orgasmik güçlüklere neden
olabilir.
Hastalıklı evlilik modellerine gelen çiftlere eş terapisi yanında bireysel terapi ve bazen
medikal tedavi eklenmektedir. Eğer cinsel işlev bozukluğu eş ilişkisinde bozulmalara
neden oluyorsa sıklıkla cinsel terapi gerekir. Sağlıklı bir ilişkide; bağımsızlık eşit,
bağlılık karşılıklı, yükümlülük iki taraflıdır.
Eşlerin iletişimi cinsel sorunlara neden olduğu zamansa her iki terapide önerilir.
Çiftin öyküsü, eşlerin özellikleri ve terapistin kapasitesi yol gösterici olacaktır.

İlişkilerimizde etkili iletişim kurabiliyor muyuz?


İletişim kurma yeteneğiniz sizi siz yapan, büyük oranda mutluluğunuzu belirleyen
yaşam becerinizdir. Sağlıklı bir iletişim kurar ve kendinizi doğru ifade
edebilirseniz değer görürsünüz. İşinizde başarılı olursunuz. Arkadaşlıklarınızı,
dostluklarınızı sürdürebilirsiniz. Özel hayatınızda, evliliğinizde huzuru
bulabilirsiniz.

Etkili iletişim, hayatın yolunda gitmesini sağlar. Fakat bazen aile içi rol
modellerinizden ya da okul hayatınızdan tam olarak öğrenemeyebilirsiniz. Farkında
olalım ya da olmayalım, beden dilimiz özgüven duygularımızı yansıtır. Özdeğerimiz
sorgulanıyorsa, bedenlerimiz bunu fiziksel olarak dışa vurur. Bunu düşünerek,
insanların iletişim anlarında karşı tarafın rahatlıkla gözlemlediği ama kendisinin
farkına varamadığı bazı belli bedensel duruşları vardır.

 İNSANLARIN GENELLİKLE KULLANDIKLARI EVRENSEL KALIPLAR VARDIR;


Bir tehdit hisseden kişi, zayıflıklarını açığa çıkarmamak için şu yöntemlere
başvurabilir:

YALVARICI

 Yalvar; böylece karşı taraf öfkelenmesin.

Kelimeler ONAYLAYICI ‘’Sen nasıl istersen öyle olsun.

Ben sadece seni mutlu etmek için buradayım’’

Beden YATIŞTIRICI ‘’Çaresizim” ( bir kurban gibi durur.)

İçeride ‘’ ben bir hiçim ; sen olmadan bir ölüyüm.Değersizim.’’

 SUÇLAYICI

Suçla; böylece karşı taraf kimin güçlü olduğunu anlasın( karşı taraf uzaklaşırsa,
bu onun hatası demektir; kişinin kendisinin değil).

 Kelimeler KARŞI ÇIKAN ‘’ hiçbir şeyi doğru yapamazsın zaten. Derdin ne


senin?’’

Beden SALDIRGAN ‘’ burada patron benim’’

 İçeride ‘’ yalnızım ve başarısızım’’

HESAPÇI

 Hesapla; böylece tehdide zararsız gözle yaklaşabilir,özdeğerini büyük


kelimelerin ve zihinsel kavramların arkasına gizleyebilirsin .

 Kelimeler AŞIRI MANTIKLI ‘’ birisi dikkatle izleseydi, burada beceriksiz birinin


iş gördüğünü anlayabilir ve gerekli önlemleri alabilirdi.’’

 Beden İÇTEN HESAPLI ‘’sakinim, soğukkanlıyım ve kendime hakimim.’’

 İçeride ‘’ kendimi kırılgan hissediyorum.’’

 DAĞINIK
 Dağınık ol; ilgisiz şeylerden bahset, böylece tehdit orada değilmiş gibi yaparak
aldırmayabilirsin ( belki kişi bunu yeterince uzun süre yaparsa, gerçekten işe
yarayabilir.

 Kelimeler İLGİSİZ kelimeler;ya hiçbir anlam ifade etmez yada tamamen gizlidir.

 Beden AÇILI ‘’ ben başka bir yerdeyim.’’

 İçeride ‘’ kimsenin umurunda değilim. Bana burada yer yok.’’

BİRİNİN KOLUNA ÇARPTIĞIMIZI DÜŞÜNELİM:

 YALVARICI:(Boynunu büküp ellerini ovuşturarak) Lütfen beni affedin ben sakar bir
ahmağım.

 SUÇLAYICI: Tanrım, koluna çarptım! Bir daha sefere benden uzakta tut da,
çarpmayayım.

 HESAPÇI: Bir özürde bulunmalıyım. Yanınıza geçerken kolunuza çarptım. Herhangi


bir zarar varsa, lütfen avukatımla bağlantı kurun

DAĞINIK :( Başka birine bakarak) Tanrım adam çok kızgın.Biri koluna çarpmış
olmalı.

 SEVİYELEYİCİ:(Karşısındakine bakarak)Size çarptım. Özür dilerim. Canınız


yanmadı ya?

 BEN BABANIZIM VE SİZ YANLIŞ BİR ŞEY YAPIYORSUNUZ.

 YALVARICI :( derin bir ses ve üzgün bir yüz ifadesiyle): Ben, ee…şey, ben
..üzgünüm; sen iyi misin? Biliyorsun; kızmayacağına söz ver. Hayır, iyi gidiyorsun,
sadece;belki biraz daha iyi yapabilirsin, ha? Birazcık belki, ha? Ne dersin?

 SUÇLAYICI: Neyin var senin, hiçbir şey bilmez misin sen? Seni aptal!

 HESAPCI :Ailemizin etkinliği konusunda bir gözlem yapıyoruz. Sende, verimin


düştüğünü görüyoruz. Bu konuda söyleyeceğin bir şey var mı?

 DAĞINIK: Şey, senin odan da kardeşinin ki gibi mi? Hayır, bir terslik yok; sadece
evin içinde dolanıyordum. Yatmaya gitmeden önce annesini görmesini söyle.
 SEVİYELEYİCİ: Odan dağınık. Bu sabah yatağını yapmışsın. Durmalı, bir göz atmalı
ve neyin yanlış olduğunu görmeliyiz

AŞKIN GÖZÜ KÖR MÜ?…

 Bir aşk hikayesi ne zaman mutlu sonla biter? Filmlerde, masallarda ya da aşk
hakkında yazılanların çoğunda ilk aşamaya odaklanılır: Karşılaşma, kur ve genç çiftin
birleşmesi. Peki ya evlendikten sonraki yaşam? Aşık olmak ve evlenmek sadece
başlangıçtır; yani olgunlaşmış bir ilişkinin fide hali. 
AŞK; hayal ettiğinizle gerçek olanı kavramanız arasında geçen zaman…
 ”BEN” leri yok etmek pahasına “Biz” olmak.
EVLİLİK; insanın insan olmasının en temel gereksinimlerinden olan bağlanma
ihtiyacının yasal ve sosyal bir paket içerisinde sunulmasıdır. Sınırları iyi çizilmiş bir
evlilik “BEN” leri koruyarak “BİZ” olabilmektir.
SADAKATSİZLİK ise “biz” i yok etme riskini göze almaktır.
AŞK;bir görme kusuru, EVLİLİK ise bu kusurun tedavisidir.

OLGUN AŞK İLİŞKİSİ; kişilikleri tam ve gelişmiş olan iki kişi,mutluluğu kendi


içlerinde yaşarlar. Ayakları üzerinde dimdik durup,ne birbirlerine yaslanır ne de iç
içe girerler. Onlar,kendi yaşamlarını sürdürebilecek yapıdadırlar.Başkalarıyla
paylaşacak uçsuz bucaksız bir yaşamları vardır.
Birlikte olmayı yeğlerler, çünkü yaşamlarını iki özgür birey olarak paylaşıyorlardır.
Geçici olarak yakınlaşıp birbirlerini bunaltan bir ilişkiye girebilirler;  çocuklarını birlikte
büyütebilecekleri gibi, birlikte elele dolaşabilirler; ayrı yollara sapıp kendi mesleklerini,
yaşamlarını ve dostluklarını sürdürebilirler. Birlikte olma arzuları, karşılanmamış
ihtiyaçları nedeniyle bir arada yaşamaktan çok, birbirlerine duydukları sevgiden
kaynaklanır.

Olgun aşk ilişkisi bir insan için en iyi psikoterapi yöntemidir .


AŞK İLE SEVGİ ARASINDAKİ FARK “Seni seviyorum çünkü sana ihtiyacım var”
ile “Sana ihtiyacım var çünkü seni seviyorum” arasındaki fark gibidir.

Her AYRILIK ÖYKÜSÜ ayrı bir hüzündür.


Ayrılıksa kaçınılmaz bir gerçek. Beni nasıl sevmez diye yaşanan öfke…En iyi
şaraptan en keskin sirke elde ediliyorsa, en derin aşktan en öldürücü öfkenin
oluşması da pek şaşırtıcı değildir.
Terk edilme öfkesinin ardında terk eden için harcanmış zaman ve emek vardır.
Bazen de aldatılmışlık düşüncesi…

KADINLAR İÇİN EVLİLİK bu dünyadaki bütün insanlar içinde sadece kendilerini


sevecek, değer verecek, saygı duyacak, kadın olmanın keyfini çıkarabilecekleri
şekilde kendileriyle konuşacak, yanlarında duracak, onları rahatlatacak, cinsel açıdan
tatmin edecek ve gergin zamanlarda yanlarında destek verecek erkeklerin
hayatlarının merkezi olmaktır.
ERKEKLER ise genellikle ihtiyaçlarını karşılayacak, güçlerinden ve bedenlerinden
zevk alacak, onları bilge liderler olarak görecek ve ihtiyaçlarını dile getirdiklerinde
yardım etmeye istekli olacak kadınlar istediklerini söylemişlerdir.
İyi yemek ve iyi seks istediklerinden de bahsetmişlerdir.  ’’Benim için her şey olacak
birini istiyorum. Birisinin bana ihtiyacı olduğunu, işe yaradığımı, sayıldığımı ve
sevildiğimi hissetmek, evimin kralı olmak istiyorum’’
AŞK BÜTÜN YOLCULUKTUR

Aşk bir ödül ya da hediye değil, ağaçtan düşen bir meyve, bir süreç, ağacın tüm
yaşamıdır.

Aşk ilişkileri,doğadaki her şey gibi, dinamiktir, daima hareket eder ve değişir.
Ağacı yetiştirmeyi sürdürmezseniz iyi gelişmeyecek ve fazla yaşamayacaktır.

Aşk ağacının bakımını üstlenmek hem doyurucudur hem de mücadele gerektirir.Hiç


bir ağaç bir diğerine benzemez, hiçbir ilişki de bir diğerine benzemez.. Ama temel
ihtiyaçları aynıdır; sadakat, sabır, duyarlılık ve farkındalık.

Farklı ağaçlar farklı toprağa, suya, ışığa ve sıcaklığa ihtiyaç duyar. Bazı ağaçlar
çiçekleriyle tanınır, bazıları meyveleriyle, bazıları da güzellikleriyle. Ayrıca, gelişme
sürecinin farklı aşamalarında farklı bakım türleri gerekir. Fide halindeki bir ağaca
bakmak olgunlaşmış bir ağaca bakmaktan farklıdır.

Ağacın tüm yaşam döngüsüne duyarlı olmalısınız: Bu süreci ne hızlandırabilir ne de


yavaşlatabilirsiniz.

Ağaç doğal olarak bahar sonunda çiçekleniyorsa,onu bahar başında çiçek açmaya
zorlamaya çalışmak doğru değildir. Yanlış zamanda budarsanız ağacın biçimi
bozulabilir ya da kötü bir görünüm alabilir.
Aynı tutum bir ilişkiyi büyütmek,bakımını yapmak ve güçlendirmek içinde
geçerlidir.Genel olarak bir ilişkideki en büyük heyecan ilişkinin ilk aşamalarında
yaşanır.İlişki rayına oturduktan sonra ya da evlendikten sonra olaylar değişmeye,
hatta sıkıcılaşmaya başlar.İnsanların bazen ‘’EVLİLİK AŞKI ÖLDÜRÜR’’ demesinin
nedeni budur. Ama aslında uzun bir yolculuğun başlangıcıdır.

Uzun bir yolculuk tıpkı  bir ırmak gibidir: Birkaç küçük pınar birleşerek geniş bir akıntı
olur; bu akıntı bir şelale ya da çağlayana dönüşerek dağlık bölgelerden ovalara düşer
ve sonunda denize akar.

Evlilik bir şelale gümbürtüsünden sonraki bir dağ akıntısıdır. Çağlayan ya da şelaleyi
geçtikten sonra akıntı farklı bir güzelliğe kavuşur. Hala çok farklı türde bölgelerden
geçebilir, yoluna devam ederken bükülüp kıvrılabilir, bazen hızlanıp bazen
yavaşlayabilir, bazen akşamları ormana dönen kuş sürüleri gibi şarkı söyleyebilir ya
da açık bir arazide dörtnala koşan yabani bir at gibi gümbürdeyebilir. Irmak sonunda
ovaya kavuştuğunda huzurlu ve sakin olacaktır.

Bu uzun yolculuğun güzelliği, çağlayan bir kez geçildiğinde çok daha fazla tatmin ve
keyif verecektir. Ama insanlar genellikle, sanki resmin tamamı oymuş gibi,
gümbürdeyen şelale, yani tutku yoğunluğu aşamasına takılırlar.

Şelale varsa onu izleyen bir de ırmak vardır. Akıntı henüz doğmuşken ve dağların
arasında gümbürdüyorken dinamik ve heyecan verici olması doğaldır; ovalara
ulaştığında da doğal olarak huzurlu ve istikrarlı olacaktır.

Belirli bir ana odaklanmak, yolculuğun tek bir aşamasına odaklanmak ve nehri
bir bütün olarak gözden kaçırmak insanın doğasında vardır ve buna alışmıştır.
Dinamik ve huzurlu aşamalar; bunların her birinin kendine özgü bir güzelliği vardır.

İnsanlar genellikle flört sırasındaki yoğunluk ile evlilik sonrası görece sakinlik
arasındaki farkı, bir ilişkiden diğerine geçiş olarak görme yanılgısına düşer.

İlk ilişki bitmiş ve yerini bir başkası, daha az heyecan verici ve daha çok dikkat
ve bakım gerektiren bir ilişki almış gibi görünür. Bu bakış süreklilik gösteren
bir diziyi katı evrelere bölme yanlışını da içerir. Ama ırmak bir harita üzerine
çizilmiş sınırlar içinde hapsolmuş bir parçalar topluluğu halinde değil, bir bütün
halinde akar.
Perspektifimizi genişlettiğimizde resmin tamamını görebilir ve bu bütün yolculuğun
tadını çıkartabiliriz.

Doğru perspektif (aşk hikayesini yolculuğun tamamı açısından görmek )ve doğru
tutum (her aşamanın yavaş ama daha derin adımlarla, karşılıklı merak ve karşılıklı
keşif gerektirdiğini görmek), bitmeyen ve ödüllendirici bir ilişki için uygun bir temel
oluşturur.

Beraberliklerinin 50. yıldönümünü kutlayan çiftlerin ayakta alkışlanması gereken bir


zaman diliminde yaşıyoruz. Boşanmak kolay, emek ederek sürdürmekse zor olan.
“İlk aşık olduğum adam genç, yakılıklı, hırslı ve eğlenceliydi. Bu adamı inanılmaz bir
coşkuyla sevdim.
Daha sonra ikinci adam ortaya çıktı. Bu adam işkolikti. Bu işkolik adamı sevmekte
biraz zorlandım ama biraz gayretle zamanla onu da sevdim.
Daha sonra günümüzde orta yaş krizi denilen bir dönemden geçti. Doğrusu zor bir
dönemdi. Anca bu süreçten geçen adamı da sevebildim.
Sonra emekli oldu. Başlangıçta sarsıldı ama sonunda kendini buldu. O kocayı da
sevmeyi öğrendim.
Şimdi ona bakıyorum da o artık yaşlanmış, cildi sarkmış, göbeği çıkmış,saçları
ağarmış yaşlı bir adam. Bir zamanlar coşkuyla, deliler gibi aşık olduğum o yakışıklı
adam değil.
Ben bu beş adamı da seviyorum. Belki eskisi gibi coşkuyla değil ,ama çok derin ve
dingin bir sevgiyle. İşte sır bu …
Beş kocayı da sevmeyi öğrenebilmek… şimdi sırrı sende öğrendin”

Ateşi de, közü de, külü de sevebilmeyi öğrenmek. Derin ve dingin…

Değişim kaçınılmazdır. Önemli olan değişim süreçleri içinden geçen o yeni insanı
keşfetmek, kabul etmek ve farkındalıkla sevebilmektir.
AŞKI SÜRDÜRMEYE YARDIMCI OLABİLECEK ÖNERİLER

1–Partnerinizin konuşmasını dinleme yeteneğinizi geliştirin.Yanıtlar vermeyi


düşünmeyin.

2-Ondan hiçbir şey istemeden yaşamdan ne beklediğinizi,ne yapmak istediğinizi ona


açıkca belli edin.Anlatın.

3-İkinize ve partnerinize iyi gelecek şeyleri kendi ilgilerinizin önünde tutun.


4-Size kötü davranıldığını hissettiğinizde ona düşünme payı bırakın.

5-Onunla sık sık kişisel mutsuzluğunuz dışındaki konulardan da içtenlikle konuşun.

6-Kişisel hırslarınıza gülmeye çalışın,bilin ki çoğu insan hedeflerine ulaşamaz.

7-Kaçınılmaz hayal kırıklıkları olsa bile cinsel davranışlarınıza çok değer verin.

Yani çift ilişkisinde cinselliğin yeri özeldir.

8-Sevginin gelişmesinde partnerinizin cinsel ihtiyaçlarına yer verdiğinizin onun


tarafından algılandığının farkında olun.Buna yer verdiğinizi bilsin.

9-Bedeninizi ve onun hazlarını sevin;bedeninizdeki kusurları o kadar ciddiye


almaktan vazgeçin.

10-Doğruluk,dürüstlük ve saygı aşkı besler,

aşk iyi seksi besler,iyi seks de aşkı besler.

Birbirini besleyen bir döngüdür.

11-Duygularınızı sahiplenin ve belli edin .Ancak sanmayın ki kişiler arasın herhangi


bir ilişkide en önemli yanlar bunlardır.

12-Partneriniz o sırada aşkınızın gereklerini tam karşılayamıyorsa hemen aşkınızdan


vazgeçmeyin.

13-Partnerinize sevgiye ve sekse ne kadar yer verdiğinizi söyleyin.

Şunu söylemekten de sıkılmayın.Seks de kendinizi doygun hissetseniz de, sevilmeye


doygunluğu yaşamıyor olabilirsiniz….

 İlişkide ayrılık çanları ne zaman çalar?


John Gottman çok sayıda çifti inceledikten sonra artık bir çiftin mutlu bir evliliği olup
olmayacağını 10 dakikada %94 oranında doğru tahmin ediyor. Bunun için Gottman
‘ın yararlandığı kriterler var. Eğer bir ilişkide bu kriterler varsa sonuç genelde
boşanma oluyor.

1.SERT BAŞLANGIÇ
Tartışmalar sert başladığında arada pek çok “hoşlaştırma” girişimi olsa bile,
kaçınılmaz olarak olumsuz bir havada sona eriyor.

Sert başlangıç, sizi başarısızlığa mahküm eder.

Tartışmaya sert başladığınızda ‘fişi çekip’ bir ara verdikten sonra yeniden denemekte
yarar var.

2.ELEŞTİRİ

“Dün gece bulaşıkları yıkamadığın için sana çok kızgınım. Bu işi sırayla yapacağımız
konusunda anlaşmıştık.”cümlesi bir YAKINMA

YAKINMA; belirli bir davranış üzerinde odaklanır

“Niçin bu kadar unutkansın. Sıra sende olduğu halde bu bulaşıkları yıkamak zorunda
kalıyorum ve bu beni deli ediyor. Hiç umursamıyorsun”’ ELEŞTİRİ

ELEŞTİRİ suçlama ve genel karaktere yöneliktir, yaygınlaşırsa kötü sonuçlara yol


açar.

3.HOR GÖRME

İĞNELEME,

KUŞKUCULUK,

SIFAT YAKIŞTIRMA,

GÖZ DEVİRME,

KÜÇÜMSEME,

ALAY ETME ve KARA MİZAH hor görmedir.

Tiksinmeyi ima ettiği için ilişkiyi zehirler.

Kaçınılmaz olarak uzlaşma yerine ,daha fazla çatışmaya yol açar.

Birbirini hor gören çiftlerin, bulaşıcı hastalıklara ( Soğuk algınlığı, grip gibi…)
yakalanma olasılığı diğer insanlardakinden daha yüksektir.

4.KENDİNİ SAVUNMA
Eşlerden birinin kötü davrandığı eş kendini savunabilir.

Kendini savunma bir çeşit karşı tarafı suçlamadır.

Söylenen ”Sorun bende değil sende “dir.

Savunmacılık çatışmayı tırmandırır.

5.DUVAR ÖRME

İşten eve döndüğünde eşinin eleştirileri ile karşılaşan ve gazetenin arkasına saklanan
bir koca ne kadar az tepki verirse, karısı da o kadar çok bağırır.

Sonunda adam ayağa kalkıp odayı terk eder. Karısı ile yüzleşmek yerine bağlantıyı
keser.

Duvar örme daha çok erkeklerde yaygın ve bu aşama evliliğin ilerleyen aşamalarında
görülür.

6.DOLUP TAŞMAK

İnsanlar genellikle dolup taşma hissine karşı, bir koruma olarak duvar örer.

Dolup taşmanız eşinizin olumsuz tavrının,

ELEŞTİRİ, HOR GÖRME, KENDİNİ SAVUNMA KİSVESİ altında olabilir

Sizi sarsacak kadar bunaltıcı ya da ani olduğu anlamına gelir.

7.BEDEN DİLİ

Çiftlerin tartışma sırasında fiziksel değişikliklerine bakıldığında

Kalp hızı 165, e çıkabilir.(normaller; erkeklerde 76,kadınlarda 82)

Eşlerden biri tartışma sırasında sık sık dolup taşıyorsa boşanacaklarını ön görmek
zor değil.

Tekrarlanan taşma sahneleri boşanmaya yol açar.

Eşlerden en azından birinin ötekiyle uğraşırken şiddetli bir DUYGUSAL GERGİNLİK


hissetmesi, taştığını hissetmenin fiziksel duyumları; kalp hızındaki artış, terleme,
VERİMLİ SORUN ÇÖZÜCÜ BİR TARTIŞMAYI NEREDEYSE OLANAKSIZ hale
getirir.

8.BAŞARISIZ ONARMA GİRİŞİMLERİ

Onarma girişimleri sadece eşler arasındaki gerilimi azalttığı için değil stres düzeyini
düşürerek kalp atışının hızlanmasını ve taşma hissini engellediği için de evlilikleri
korur.

Eşler birbirlerini aşağlayıp kendilerini savundukça, taşma daha da sıklaşır ve onarma


girişimini işitip karşılık vermek iyice zorlaşır.

DUYGUSAL ZEKANIN HAKİM olduğu evliliklerde onarma başarısı yüksek.

Örneğin tartışma sırasında çiftlerden biri diğerine dil çıkarıyor, bazıları gülüyor,
bazıları özür diliyor…

9.KÖTÜ ANILAR

Evlilik iyi gitmiyorsa geçmiş yeniden ve en kötü biçimiyle yazılır.

Kadın, kocasının nikah törenine geciktiğini veya doğumdan sonra ona yeterince
destek olmadığını hatırlar.

Mutlu bir evlilikte erkek karısının giysisini kuru temizlemeciden almayı unutmuşsa,
kadın muhtemelen, ”Kocam son zamanlarda büyük stres altında, o yüzden
unutuyor”’diye düşünür.

Mutsuz bir evilikte ise,”Benden ne istiyor “ ’şeklinde algılamalar olabilir.

Bütün bu kriterler bir araya gelmişse boşanma kaçınılmaz olur. Ama beklide henüz
her şey bitmiş değildir. Evliliğinize 2.bir şans tanıyabilirsiniz.

Cilt hastalıklarında psikiyatrik bozukluklar


Herhangi bir hastalık; olduğunuz kişiyi nasıl sevmemiş olduğunuzu ve olduğunuz kişi
olmak için kendinizi nasıl bağrınıza basmamış olduğunuzu size söyleyen doğrudan
bir mesajdır...

Deri hastalıklarının %70'i psikolojik nedenlerden dolayı ortaya çıkıyor.


Sedef, kurdeşen, renk kaybı, alerjik hastalıklar, bütün veya bölgesel olarak saç veya
vücutta kıl dökülmesi gibi en fazla görülen deri hastalıklarının kökeni psikolojik.

Bu hastalıkların ortaya çıkmasında en önemli psikolojik nedenleri ise duygusal


örselenme, bir yakın veya iş kaybı gibi maddi ve manevi kayıplar ile insan ilişkilerinde
yaşanan sıkıntılar gibi travma etkisi yapan olaylar oluşturuyor.

Psikiyatri görünmeyen hastalığa odaklanırken, dermatoloji harici görünür hastalıklara


odaklanır. Sinir sistemi, deri ve bağışıklık sistemi karşılıklı etkileşim içerisindedir.

DERİ VE BEYİNİN GELİŞİMSEL İLİŞKİSİ

Deri; öfke, korku, utanç ve kızgınlık gibi duyguları açıkça ifade etme, emosyonel
uyaranlara yanıt verme, kişinin kendilik imajı ve özgüvenini sağlama ile bebeklikten
yetişkinliğe doğru seyreden sosyalleşme sürecinde önemli rol oynar. Diğer insanlarla
olan iletişimimizin de temel organlarından biridir.

Derinin beyinle olan ilişkisi embriyonik döneme kadar uzanır; deri ile beyin aynı
yapıdan köken alır ve aynı hormonlardan etkilenir. Deri zihnin bir uzantısı kabul edilir
ve bu nedenle huy ve kişiliğin değerlendirmesinde gerekli kısımlarından biridir.

Deri lezyonlarının başlaması, ya da alevlenmesinden önce genellikle kaygı,


depresyon ve suçluluk duygularının varlığı nedeniyle deri lezyonları "duygu durumu
eşdeğeri" olarak kabul edilebilir.

* yaygın kaşıntının agresyon,

* genital-anal kaşıntının cinsel engellenme,

* aşırı terlemenin kaygı ve sosyal fobi,

* rozeanın suçluluk,

* ürtikerin kızgınlık,

* atopik dermatitin ise sevgi gereksinimi ile ilişkili olduğu söylenmektedir.

ANI YAŞAMAK MI ANDA KALABİLMEK Mİ?


“Sorun yarının faturaları değildir. Sorun fiziksel bedenin ölümü değildir. Sorun
şimdi’nin yitirilmesidir, ziyan edilmesidir; ya da daha doğrusu, bir durumu ,olayı veya
duyguyu kişisel bir soruna ve ıstıraba dönüştüren esas yanılgıdır. Şimdinin yitirilmesi
“VAR’LIĞIN YİTİRİLMESİ “ dir….”

Yapılan tüm çalışmalarda, yalnızca para kazanmanın mutluluk getirmediği


saptanmıştır. Hemen her gelir düzeyinde olan insanlar arasında paraya en büyük
önceliği verenler ,ne gelirlerinden ne de bir bütün olarak yaşamlarından doyum
sağlamaktadırlar.

Ayrıca, çok mutlu olan insanların, zamanlarının çok az bir bölümünü yalnız
geçirdikleri, büyük bir bölümünü toplumsallaşmaya ayırdıkları bulunmuştur.

Pek çoğumuz nereye gitiğimizi bilmeden yaşantımıza devam ediyoruz.

Orta yaşa ve emekliliğe gelince de hayal kırıklıkları, anlam arayışı, depresyon ve ilişki
sorunları yaşayabiliyoruz. Çünkü bizi yönlendirecek üst hedeflerimiz hiç olmamıştır.

Geçmişiniz geleceğinizi belirliyor mu?

Ne yazık ki geçmiş travmaları olmayan insan yok. Geçmişinizin geleceğinizi büyük


ölçüde belirlediğine inanırsanız, kendinizi özgür seçim yapamayan yazgısı önceden
belirlenmiş edilgen bir birey olarak görürsünüz.

Oysa geleceğinizi büyük bir ölçüde belirleyecek olan,   yaptığınız seçimlerdir.

Affetmek bir seçim midir?

Geçmişinizi yeniden yazarak diğer bir deyişle;

kötü anılarınızı bağışlayarak ya da kabul ederek; düşüncelerinizi değiştirebilirsiniz.


Aslında affetmek demek size zarar veren kişinin suçsuz olduğu ya da size zarar
verme konusunda haklı olduğu anlamına gelmez affetmek “düş yakamdan artık, beni
rahat bırak, bana verdiğin yükten kurtuluyorum….” demektir. Aranızdaki olumsuz
bağı koparmaktır.

 Bağışlamak çekilen acıyı sonlandırdığı gibi, yaşamdan daha çok doyum almaya da
olanak sağlar. Bağışlamayarak söz konusu kişiyi incitmezsiniz, ancak bağışlayarak
kendinizi özgür kılabilirsiniz. Bağışlamanın ardından bazen bir de uzlaşma gelirse,
bağışladığınız kişiyle ilişkileriniz önemli ölçüde düzelebilir.

Acı çekmekten kaçmalı mıyız?


Tüm yaşamımızı acı çekmemek için kaçınarak, risk almayarak yaşasaydık ;kendimizi
bulamayabilirdik.

Kestirme yollardan oluşan bir yaşamı seçmek ;insanın güçlü yönlerini ve erdemlerini
öldürebilir.

Bazen travmalarımızdan, örselenmelerimizden öğrenerek gelişir ve değişiriz.

Salt zevk alma isteği insanı güdümleyebilir ancak insanda bir değişiklik yaratmaz; bu
arada var olan gereksinimler doyurulmaya çalışılır.

Oysa gösterilen bir çabanın ardından haz almak, geçici olarak zorlanmaya yol açsa
da daha çok uyum sağlar.

Güzel bir otelde deniz kenarında kahvenizi yudumlamak güzeldir. Ancak yeni yeni
öğrenmeye başladığınız tenis oyununda topa ardı ardına vurabiliyor olmanız size çok
daha büyük bir mutluluk verir.

Kendi güçlerinizle katılım gösterdiğiniz etkinlikler; edilgen mutluluklarınızdan daha


çok doyum sağlar.

Yaşamda gerçekten doyum bulabilmek için  kestirme yollardan geçebileceğimize,


kişisel güçlerimizi ve erdemlerimizi yaşama geçirmeden mutlu olabileceğimize
inanmayı artık bırakmamız gerekir.

Zevkler anlıktır ve duyumsanan duyguyla tamamlanır. Alışkanlık haline gelmesinin


duygusuzlaştırıcı etkisi ortadan kaldırılarak, daha çok tadına varılarak ve ayırımında
olunarak yaşanan zevkler daha da artırılabilir. Hoşa giden bir yaşam şimdi, geçmiş
ve gelecekle ilgili olumlu duyguları başarılı bir biçimde birlikte yaşatır.

Hazlar daha kalıcıdır.

Kendini verme ve kendinden geçmeyle diğer bir deyişle akışla belirlidir.

Hazları tanımlayan hissedilen herhangi olumlu bir duygunun varlığı değil yokluğudur.
Hazlar güçlerinizi ve kişisel değerlerinizi kullandığınız zaman ortaya çıkar.

Zamandan özgürleşmek mümkün müdür?

Çoğu insan, anda mevcudiyeti ya hiç deneyimlemez ya da seyrek olarak, onun ne


olduğunu tanımadan, tesadüfen ve kısa bir süre için deneyimler.
Önce dikkatinizin ne kadar seyrek bir biçimde gerçekten ŞİMDİ’de bulunduğunun
farkına varabilirsiniz. Anda olmadığınızı bilmek bir başarıdır. Bu biliş başlangıçta
sadece birkaç saniye sürebilir. Sonra giderek artan bir sıklıkla, bilincinizi geçmiş ve
gelecek arasında yitirdiğinizi fark edersiniz.

Onun içinde sadece birkaç saniye değil, çok daha uzun bir süre kalabilirsiniz.
Böylece,siz anda mevcudiyet haline sağlam bir biçimde yerleşmeden önce, yani tam
bilinçli olmadan önce, bir süre bilinçlilik - bilinçsizlik arasında gider gelirsiniz. Siz
tekrar tekrar ŞİMDİ’yi kaybeder ve ona geri dönersiniz. En sonunda, anda
mevcudiyet sizin hakim haliniz olur ve dengelenebilirsiniz.

YAŞAMINIZDA TEPKİLERİNİZİN TEMELİNDE…


SİZDE HANGİ ŞEMALAR VAR?
Depresyon, anksiyete(kaygı) ve öfkeye yatkınlığın altında, KİŞİNİN KENDİSİ VE
BAŞKALARI HAKKINDAKİ TEMEL İNANÇLARI yatar.
Çoğu insan, olaylara bakış açılarında bazı sık kullandıkları önyargıları olduğunun
farkındadır. BAŞARMA, REDDEDİLME, TERK EDİLME, KONTROL, ONAYLANMA,
ÇARESİZLİK, ETKİLEYİCİ OLMA gibi…
Hepimiz neye odaklandığımız ve neyin önemli olduğu konusunda bir şekilde
seçiciyiz. Şemalarımızla ilgili konulardaki algıda seçiciliğimiz fazladır.

Başkalarının fark etmeyeceği ya da hatırlamayacağı bazı şeyleri fark edebilir veya


hatırlayabiliriz. Kırmızı mercekleri olan bir gözlük taktığınızı hayal edin. Baktığınız her
şeyin kırmızı olduğunu fark edersiniz. Bu kırmızı mercek kendimi ve dünyayı
gördüğüm şema ile benzerdir.
REDDEDİLME ile ilgili bir şemanız varsa reddedilme olarak yorumladığınız birçok
duruma odaklanırsınız. “İnanların nasıl sana baktıkları, ne söyledikleri, nasıl
davrandıkları “ gibi. İnsanların sizi sevdiğini ve onayladığını fark etmeyebilirsiniz.
YENİLGİ konusuyla aşırı ilgilenen insanlar zorluklar, hatalar,
motivasyon ve amaçlarını gerçekleştirme üzerinde odaklanır, başkalarının
performanslarıyla kendilerini karşılaştırırlar.
Temel olarak “SEVİLMEDİĞİNİ” düşünen bir birey, yakınlık kurmaktan kaçınmış
veya olumsuz şemasını besleyen eşler seçmiş olabilir. “ Eğer farklı bir kişisel
şemanız olsaydı, nasıl seçimler yapardınız?”
Şemalar, çoğunlukla bireyin kişiliğinde derinlere gömülmüştür. Yıllar boyu süregelen
örüntüler tekrar eden ilişki kurma şekilleri vardır.

            Aşağıdaki 22 maddeyi sizin için ne kadar doğru olduğuna göre 1’den 6’ ya
kadar olan bir ölçekte puanlayınız.
            PUANLAMA

            1- Hiç doğru değil

            2- Genellikle doğru değil

            3- Kısmen doğru

            4- Biraz doğru

            5- Genellikle doğru


            İlk olarak, bu maddelerin çocukken sizin için ne kadar doğru olduğuna göre
puanlayın. Eğer yanıtınız çocukluğunuzdaki değişik zamanlara göre değişiyorsa, on
iki yaşına kadar genel olarak ne hissettiğinize göre en uygun puanı verin. Sonra , bu
maddelerin siz yetişkinken sizin için ne kadar doğru  olduğunu puanlayın. Eğer
yanıtınız yetişkin hayatınızın farklı zamanlarına göre değişiyorsa o zaman son altı
ay içinde size en uygun puanı verin.

https://www.ilerigazetem.com/yazarlar/sevilay-zorlu/yasaminizda-tepkilerinizin-
temelinde-sizde-hangi-semalar-var/3315/
NASIL GAMSIZ İNSAN OLUNUR?
Bir düşünce ekerseniz, bir davranış biçersiniz.

Bir davranış ekerseniz, bir alışkanlık biçersiniz.

Bir alışkanlık ekerseniz, bir karakter biçersiniz.

Bir karakter ekerseniz, bir kader biçersiniz…

Anonim

BİLİNÇALTI NEDİR ve NE YAPAR


GEÇMİŞ SADECE ŞİMDİNİN YANINDA HAREKET EDEN BIR GELECEKTİR….
Ruhsal aygıt hepimizde bilinç ve bilinçaltından oluşur. Bilinçaltının inançları başarı ile
başarısızlığın arasındaki farkı belirler. Biz kendimizi programlayabilen tek makineyiz.
Yapmamamız gereken bir şeyi otomatik olarak yapıyorsak; Aşırı yemek yemek,
sigara içmek, asansörden, yüksekten, dış dünyadan korkmak,depresif olmak …

KENDİMİZİ DEĞİŞMEK İÇİN PROGRAMLAYABİLİRİZ.

BİLİNÇALTI NEDİR ve NE YAPAR?

Bilinç ve bilinçaltının karşılıklı etkileşimi hakkında edineceğiniz bilgi, tüm yaşamınızı


yeniden biçimlendirmenizi sağlayacaktır.

Geçmiş yaşantılardan kaynaklanan uyumsuzluk, karışıklık, eksiklik ve kısıtlanmalar…


Bilinçaltı emirleri alır ve uygular.

Emirlerin kaynağı bilinçtir. Aslında yönetme kabiliyeti yoktur.

Bilinçaltı arzu, istek, dürtü ve duyguları içinde tutar. Enerjide oradadır.

BİLİNÇALTI ALIŞKANLIKLARIMIZIN OLUŞTUĞU VE KORUNDUĞU YERDİR.

Birçok günlük eylemimiz otomatiktir. Bir eylemi öğrendikten sonra bilinçaltının malı
olur. Otomobil kullanmak gibi. Tenis oynamak gibi. Giyinmek gibi. Bu işleri
öğrendikten sonra bilinçli aklımız devre dışı kalır. Bilinçaltı sorumluluğu alır ve iyi iş
çıkarır. Merdivenden inerken her adımda hangi ayağınızı atacağınızı düşünseniz bir
süre sonra merdivenden yuvarlanırsınız.

BİLİNÇALTI BİR HAFIZA BANKASI BİLGİSAYAR GİBİ HİZMET VERİR…

Trilyonlarca hücre ve her birinin yüzlerce bağlantısı. Muazzam bir bilgi biriktirme gücü
yaratır. Görülen, koklanan, işitilen, dokunulan, tadılan her bilgi bu devrelerde
kaydedilir ve saklanır. Gerektiğinde bilincin hizmetine sunulur. Öğrendiğimiz ve
yaşadığız her şey burada ayıtlıdır. Silinmez. Hipnozda çok küçükken yaşadıklarımızı
hatırlarız. Bilinç bunları unutmuştur.

Bilinçaltı aynı zamanda çözümleyicidir. Sahip olduğu bilgilerden yararlanarak çözüm


üretir. Yeni bilgileri daha önce sahip olduğu bilgilerle karşılaştırır. Uygunsa çözümüne
katar. Bazen hiç ummadığımız bir çözüm aklımıza gelir. İşte bu bilinçaltının özgür
çalışması sonucu ortaya çıkar. Buna SEZGİ deriz.
BEDENİN İSTEMSİZ İŞLERİNİ KONTROL EDER VE DÜZENLER

Solunum, sindirim sistemi, kan dolaşımı ve dışkılama böyle işlerdir. Gerginlik ve stres
u işleri yavaşlatır. Bu durumda bedensel sorunlar ortaya çıkar. Tıpta bunlara
psikosomatik hastalıklar denir. Hipnoz bozulmuş bu işleri yeniden düzenler. Çünkü
bunu kontrol eden güce ulaşır. Örneğin yüksek tansiyon normale döner. Mide
bağırsaklar ülserler, kabızlık, ishal, baş ağrıları, kas ağrıları, cilt hastalıkları düzelir.
Psikiyatrik değerlendirme Uzman bir Doktor tarafından yapılmadan doğrudan hipnoza
başlanmamalıdır.

DUYGULARININ FARKINDA OLMAYAN İNSAN OTOMATİK YAŞAR…

Duygulara sahip olan ve kontrol eden zihne hakim olur. Bu güç insanların çok büyük
çoğunluğunda bilinçaltındadır.

Bilinçaltı duyguların evidir. Duygular arzuları yaratır. Bunlar güçlü arzulardır ve


davranışlarımızı yönetir.

Yani bilinçaltı idare gücünü elinde tutar. Duygularını kontrol edemeyen insan
bilinçaltının kontrolü altında kalır. Bilinçaltı duyguları üretir ve saklar

ÇATIŞMADA KAZANAN KİM OLUR?

Çatışan arzularımız olduğunda bilinçaltı kazanır. Yerleşik dini ve ahlaki inançlar güçlü
bilinçli karar ve istekleri engeller. Bilinçaltı istenmeyen davranışları sürdürür.
Genellikle en çok arzu ettiğimiz şeyi yaparız. Davranışlarımızı belirleyen başka bir
arzuyu yenen baskın dürtüdür.

BİLİNÇALTI BİLİNCİN İNANDIĞI HER ŞEYİ DOĞRU OLARAK KABUL EDER.

Bilinçaltının doğruyu yanlıştan ayırt etme gücü yoktur. Söylenen her şeyi doğru kabul
eder. Eğer belli bir günde öleceğinize inansanız bilinçaltı yerine getirir. Böyle
olduğu voodoo büyücülerinin yaptığı büyülerde kanıtlanmıştır.

Eğer bir kişi gerçekten bir bebeğin kendisini temsil ettiğine inandırılırsa
bebeğin kalbine batırılan iğne ile ölür. Nebraskada yaşlı bir adam hastanede
yıkanırsa öleceğine inanmıştı. Bu nedenle hastalansa bile hastaneye gitmezdi.
Çünkü hastaneye yatırılan hastalara yapılan ilk işlem yıkamaktı. Bir gün düştü ve
kalça kemiği kırıldı. Hastanede bütün itirazlarına rağmen yıkadılar ve öldü.
BİLİNÇALTI İNANÇ SİZİ ÖLDÜRÜR DE İYİLEŞTİRİR DE.

Bilinçaltı hayallerın oluştuğu yerdir . Çocuklar canlı hayaller görür.

Büyüdükçe acı olayların etkisiyle hayalleri bastırmaya başlarız. Hayal etmekten


korkarız. Hayaller hayal kırıklığı yaratır.

İstenmeyen duyguları tetikler. Ama hayaller bilinçaltında çalışmaya devam


eder. Gelecekle ilgili kalıplaşmış hayaller üretir hale gelir.

Gelecekle ilgili sadece olumsuzlukları görür hale gelir. Başarısızlık hayalinin sonucu
başarısızlıktır. Bilinçaltının hayali bilincin iradesini yener.

YARATICI HAYAL KURMAK BAŞARININ SIRRIDIR.

Tüm başarılı sanatçı, mühendis ve mimarlar yeteneklerini bilinçaltında yarattıkları


çizimlere borçludur. Sanatın hayranlık uyandıran birçok eseri sanatçının bir çeşit self-
hipnozu sırasında ortaya çıkarılmıştır. Hipnozdayken yaratıcılık hakim olur.
Hayaller kendiliğinden ortaya çıkar.

Mozart eserlerini rüya görür bir haldeyken içine doğduğunu söylemiştir. Newton
birçok matematik problemi uyku gibi bir haldeyken çözmüştür. Gothe en önemli
şiirlerini rüya halindeyken yazmıştır. Bu bir iki örnek istisnalar değil kuralı ortaya
koymaktadır. Buna benzer yüzlerce örnek vardır. Ressamların çoğu ellerini serbest
bırakır. Ellerinin resmi yapmasına izin verir.

Yani hayal gücünüz sizi yaratıcı da yapabilir, yaşamınızı mahvedebilir de.


İnsanların sizi sevmediğini hayal ederseniz ona göre yaşarsınız. Aksine
samimi, kolay arkadaş edinen bir kişi olduğunuza inanırsanız çok kolay
arkadaş edinirsiniz.

Hayal gücünüzü kontrol etmeyi öğrenirseniz ondan yaratıcı yönde yararlanırsınız. Bu


enerjiyi ortaya çıkarmanın en kolay yolu hipnozdur.

BİLİNÇALTI ENERJİMİZİ YÖNETEN BİR DİNAMODUR.

Yaşamdaki hedeflerimizi gerçekleştirmek için, iç enerjiye gereksinimimiz vardır.


Bilinçaltı bu enerjiyi oluşturur ve kullanır.
Bilinç bu enerjiyi yönlendirmezse enerjinin kullanımı olaylara ve şansa kalır.
Davranışlar bu enerjinin ifade bulmuş şeklidir.

Bu enerji yaratılamaz, yok edilemez, sadece yönlendirilebilir.

Bilinçaltı bu enerjiyi bir hedefe doğru kullanır. Dinamo böyle işler.

Eğer bilincin tanımladığı bir hedef yoksa bilinçaltı kendi bildiği hedeflere doğru
ilerler. Ya da başkalarının hedeflerini kendi hedefi olarak seçer.

Yönetim olmazsa sonuç sağlıksız, yıkıcı, başarısız hedeflerdir.

Bilinçaltı hizmetkardır. Kişi onu yönetici olarak atarsa, kabul ederse sonuç
hüsran olur.

Bilinçaltı düşünmez. Ama düşüncelere tepki verir. Düşüncelerin oluşturduğu


emirleri yerine getirir.

Bilinçaltı yönetmek, bilinçaltının sizi yönetmesinden daha basit ve kolaydır .

O hizmetkar olmalıdır. Bilincinizde patron.

Bazı durumlarda enerjimizi tükenmiş hissederiz. Aslında bilinçaltında aynı


miktarda enerji vardır. Ama olumsuz duygular bu enerjiyi tüketir. Öfke, korku,
suçluluk gibi duygular enerjiyi emer bitirir.

Üretilen enerji aynıdır ama yönlendirilmesi bozuktur. Başarılı kişiler; daima


hedefe kitlenmiş füze gibi adım adım ilerler. Sürekli enerjiktir.

Bu kişilerin ya kendi hedefleri vardır. Ya da anne babadan ekilen tohumlar onu


hedefe kilitlemiştir. Boşa enerji harcanmaz.

Başarısız kişiler; her işi yarım kalır, umutsuzdur. Çünkü çocukluktan bir şeye
değer olmadığı yönünde programlanmıştır. Bilinçaltı bir hedef arar. Bu nedenle
bilinçten rehberlik etmesini ister. Doğa böyledir.

Doğal bilinçaltı kendine söyleneni yerine getirir. Onu hedefe


yönlendirebilirsiniz. Başarıya, sağlığa, arzu edilen her şeye. Kişi bilinçli olarak
hangi emiri verdiğini unutsa da bilinçaltı unutmaz. Sabitler ve sizin hizmetinize
sunar.
Kişisel güçlerinizin farkında mısınız?
“Diğer insanlara gerçek değerler katabilmek için ve dünyada elinden gelen katkıyı en
iyi şekilde verebilmen için, önce bir insan olarak kim olduğunu anlaman gerekir”
Sharma

Çoğu zaman kendimizi tanımadan kendimizle yabancılaşabiliyoruz. Bazen de BİZ


olmaya çalışırken BEN olmayı unutabiliyoruz.

Kendi gerçek kişiliğimizi saklayarak yüksek bir bedel öderiz. Ölüm gibi büyük bir
kayıptır bu. İçtenlik, zevk, güven ve yakınlık hepsi kaybolur. Korunaklı kendi içine
kapalı bir kabuk kalır geride. Kişi SAHTE BİR KENDİLİK oluşturur.

Sahte kendilik daha serttir, sınırları daha az geçirgendir ve yara alma riski daha
düşüktür. Dış kabuk ne kadar sert olursa olsun, derinlerde bir yerde kişinin GERÇEK
KENDİLİĞİNİ kaybetmiş olmasının yası vardır… Vitrinde her şey yolunda gidiyor gibi
görünür, esas sorun kaynaklarına hiç değinilmez.

KENDİNİZİ DEĞERLENDİRİN

İnsan beynini gerçekten eğitecek tek bir şey vardır; beynin insanın kendisi tarafından
isteyerek kullanılması. Albert L. Lowell

 Her insanın bütünlüğünü oluşturan birkaç gücü vardır. Bunlar bir insanın ayırımında
olarak sahip olduğu, beğendiği ve her gün kullandığı güçlerdir. Güçlerin sizde
bulunup bulunmadığını anlamak için kendinizi değerlendirebilirsiniz;

 1.Özgürlük duyusu (Bu gerçekten ben miyim!)

2.Bu gücü kullanırken çoşkuyu duymak

3.Bu gücü ilk uygulama aşamasında onu çabuk öğrendiğini görmek

4.Bu gücü yaşama geçirmenin sürekli yeni yollarını öğrenmek

5.Bu gücü kullanmak için yeni yollar arayıp durmak

6.Bu gücü kullanırken bir kaçınılmazlık duygusuna kapılmak (Beni durdurmayı bir
deneyin bakalım! )

7.Bu gücü kullanırken tükendiğini değil, canlandığını hissetmek

8.Bu gücün çevresinde dönen kişisel tasarılar yaratmak ve bunlarla uğraşmak


9.Bu gücü kullanırken sevinç duymak, çoşmak, hatta kendinden geçmek

Bu ölçütlerden biri ya da birden çoğu en iyi güçlerinize uyuyorsa söz konusu güçler
sizin güçlerinizdir. Bunları olabildiğince sık ve olabildiğince çok ortamda
kullanmalısınız.

İyi bir yaşam, yaşamın başlıca alanlarında beliren güçlerinizi her gün yeniden
kullanmaktan mutluluk duymaktan oluşur. Aynı güçleri, bilgiyi, gücü ya da iyiliği
artırmak için kullanmak daha anlamlı bir yaşam sürmenin bir koşuludur. Dolasıyla
yaşama bir anlam yüklenmiş olur.

KOŞULSUZ İNSAN DEĞERİ


Bir süre sonra bir eli tutmakla, bir ruhu zincirlemek arasındaki, ince farkı
öğrenirsin,
Ve aşkın yaslanmak, birlikte olmanın da ,güvende olmak anlamına gelmediğini
de öğrenirsin,
Ve öpücüklerin sözleşme ve hediyelerin de vaat olmadığını öğrenmeye
başlarsın,

Ve yenilgileri başın dik ve gözlerin açık karşılamaya başlarsın, bir çocuğun


üzüntüsü ile değil, bir yetişkin zerafeti ile,
Ve her şeyi bugünü düşünerek yapmayı da öğrenirsin, çünkü yarınla ilgili her
şey belirsizdir

Güneş ışığının yakıcı olduğunu öğrenirsin. Eğer fazla maruz kalırsan .


Bu yüzden, başka birisinin sana çiçek getirmesini beklemeden, kendi bahçeni
kendin yarat ve kendi ruhunu kendin süsle.
Ve göreceksin ki dayanıklısın…
Ve kuvvetlisin,
Ve değerlisin.”
Doğruluğu açıktır kanıtlanması gerekmez:

(1)Herkesin, bir kişi olarak, İÇSEL VE KOŞULSUZ BİR DEĞERİ vardır.


(2)Herkesin bir insan olarak EŞİT DEĞERİ vardır. İnsanın değeri, karşılaştırılabilir ya
da yarıştırılabilir bir ölçü değildir. Sen daha iyi tenis oynuyor ya da daha iyi dans
ediyor olabilirsin, ben iş yaşamında daha başarılı olabilirim, ancak bir insan
olarak her ikimizin de değeri aynıdır.
(3)DIŞ ETKENLER DEĞERİMİZİ NE ARTIRIR, NE DE AZALTIR. Dış etkenler
arasında para, dış görünüş, yeterlik ve başarı gibi etkenler vardır.
Bunlar yalnızca kişinin toplumsal değerini artırır. Ancak bir insan olarak kişinin
değeri hep vardır ve bu hiç değişmez.
(4)BENLİK DEĞERİNİZ KALICIDIR ve hiçbir zaman tehlikeye düşmez. Biri sizi
terslese bile, değeriniz bundan etkilenmez.
(5)BENLİK DEĞERİNİN KAZANILMASI YA DA KANITLANMASI GEREKMEZ. Şu
andaki durumda bu vardır. Yalnızca ayırt etmeli, kabul etmeli ve bir insan olarak
değerini bilmelidir.

KENDİNİ ŞARTLI KABUL ETMEK


Kendinizi, iyi bir şey yaptığınızı düşündüğünüz ve diğer insanların onayını
aldığınız zaman kabul edersiniz
Kötü bir şey yaptığınız zaman ise kendinizi, bütün benliğinizi suçlama eğiliminde
olmanızdır

Yeterli performans göstermeye ,sizi yüreklendirdiği ve diğer insanlarla iyi


geçinmenizi sağladığı için, sizi korumaya yarar. 
Zaman zaman sizi dikkat çekici kazanımlar elde etmeye özendirir ve bunlara
bağlı bir sevinç doğurur. 
Benlik saygısı, yani erdemleriniz ve başarılarınız nedeniyle , kendinize saygı
duymanızla aynı şeydir. 

Kendini şartlı kabul etmek performansınızla birlikte varlığınızı ve benliğinizi de


değerlendirmeyi içerdiğinden, çok sakıncalıdır ve kendini aşağılamaya “PANİK
ve DEPRESYON” a yol açar.
Çünkü kötü bir şey yaptığınızı düşündüğünüz zaman, bütün benliğinize çamur
atar ve kendinizi değersiz hissedersiniz.  

KENDİNİ KOŞULSUZ KABUL ETME 


“İyiyi dışarıda aramayın: Onu içinizde arayın, yoksa onu asla bulamazsınız”
Epictecus
Performansınızdan bağımsız olarak, yani iyi olsanız da, olmasanız da ve
başkalarının onayını almasanız da, kendinizi kabul etmeye karar vermenizden
ibarettir.
    Bir insanın, başına gelen olaylar ya da davranışları için kendini kötü hissetmesiyle,
kendi özbenliğiyle ilgili olarak kendini kötü hissetmesi arasında büyük bir ayrım
vardır. 
    Davranışlar, beceri ve yetenekler oldukça nesnel bir biçimde ölçülebilir ve
yargılanabilir, ancak insanın öz benliğini ölçmek ve yargılamak olanaksızdır. 

İşyerinizde beklediğiniz yükselmeyi alamayıp, bir başkasının aldığını gördüğünüzde


‘’Demek ki becerilerim yükselmem için yeterli değildi’’ diyebilirsiniz. Bu yargınız, sizin
beceri düzeyinize, aldığınız eğitime ya da deneyimlerinize ilişkin bir yargıdır. İçinde
bulunduğunuz duruma uygun düşen bir düş kırıklığı yaşar, belki de kendinizi
geliştirme çabası içine girersiniz.
Kendi kendinize’’ Bir insan olarak yeterince iyi değilim’’ derseniz, bu sizin bir insan
olarak aşağı olduğunuzu belirten, size değer biçen bir yorumdur.
Bu kendi kendinize zarar veren düşünce biçimini seçmek, kendinizi sevmemenize ve
çökkünlüğe yol açabilir.
Dolayısıyla şu andaki becerilerini ve yeterliğinizi yargılayabilirsiniz, ancak öz
benliğinizi yargılamamanız gerekir.

KENDİNİ KOŞULSUZ KABULE NASIL ULAŞABİLİRSİNİZ?


Benzersiz bir birey olduğunuz, olduğunuz hayatta kalmayı, akla yatkın bir ölçüde
mutlu ve acıdan uzak olmayı istediğiniz yönünde karar verin
Hayatınıza giren insanların karakterlerini kendinize zarar vermeyecek ölçüde kabul
ederek stratejik davranabilirsiniz.
Doğru bir biçimde işlev görmek için, yaptığınız ya da yapmadığınız şeyleri
değerlendirir, bunların yaşamınızı sürdürmenize ve akla yatkın bir ölçüde mutlu
olmanıza yardımları olup olmadığına bakarsınız. Oluyorsa, onları ‘’İYİ’’ şeyler olarak
değerlendirirsiniz. 
Diğer insanlarla iyi geçindiğiniz zaman, bunu ‘’İYİ’’, onlarla geçinemediğiniz zaman
bunu ‘’KÖTÜ ‘’ bir şey olarak yorumlarsınız.
Benliğinize, varlığınıza, özünüze, bütününüze genel bir puan vermemeye karar verin.
Yaptığınız binlerce şeyden bazıları "İYİ", bazıları "KÖTÜ", pek çoğu ise son derece
“TARAFSIZ“dır.
Kendinize "yaptığım şey iyi" ya da "yaptığım şey kötü" deyin, ya da daha iyisi, "Bu,
önemli bazı açılardan iyi" diyebilirsiniz
 Ancak, kendi hakkınızda "iyiyim" ya da "kötüyüm" gibi genel değerlendirmeler
yapmayın. Son derece açık ve net bir kişiliğiniz var, çünkü benzersiz ve tüm diğer
bireylerden farklısınız, ancak bu kişiliği ölçüp biçmemeniz, puanlamamanız ve
değerlendirmemeniz sizin yararınızadır. Seçtiğiniz hayatta kalma ve akla yatkın bir
ölçüde mutlu olma hedefiniz doğrultusunda doyurucu olan ya da olmayan pek çok
şey yaparsınız. 
SİZ YAPTIKLARINIZ DEĞİLSİNİZ. Siz, yaşayan ve süre giden bir süreçsiniz; sürekli
değişen bir süreci, sizin sizliginizi doğru olarak değerlendirmek büyük bir olasılıkla
olanaksızdır.
Düşünüşünüzü, duygu ve davranışlarınızı değerlendirmeyi tercih edip, benliğinizi,
kendinizi genel olarak değerlendirmeyi reddetmeniz iyi olur. Ancak bunu yapmakta
zorlanırsınız, çünkü doğuştan gelen eğiliminiz, yaptıklarınızı değerlendirmek ve
buradan hareketle aynı zamanda ne olduğunuz konusunda genel bir değerlendirme
yapmak, kişiliğinizi puanlamaktır. 
Aileniz, arkadaşlarınız, öğretmenleriniz ve kitle iletişim araçlarının size verdiği
toplumsal eğitimden de bunu öğrenirsiniz ve otomatik bir alışkanlığa
dönüştürürsünüz.
Kendinizi genel olarak değerlendirmeyi reddetmekte zorlanıyor ve bunu bir ölçüde
yapmayı istiyorsanız, kendinizi her zaman "İYİ BİR İNSAN" olarak değerlendirmeyi
seçebilirsiniz, kendinizi "KÖTÜ BİR İNSAN" ya da "ŞÖYLE BÖYLE BİR İNSAN"
olarak değerlendirmenizden çoğunlukla daha değerli ve daha yararlıdır.
Kendinizi sık sık "KÖTÜ BİR İNSAN" olarak yargılamanız, yaşamayı ve eğlenmeyi
hak etmediğinizi düşünmeniz anlamına gelir. Mutlu olma hedeflerinizin önü tıkanır.
İsterseniz, kendinizi "İYİ BİR İNSAN" olarak değerlendirmeyi seçebilirsiniz, çünkü bu
işe yarar; canlılığınıza ve mutlu bir biçimde işlev görmenize katkıda bulunur.
Varoluşsal olarak hayatta kalmayı ve mutlu olmaya çalışmayı seçiyorsunuz.
‘’İyi ‘bir performans gösterdiğim için ya da insanların onayını kazanmayı başardığım
için iyi bir insanım" derseniz, daha sonra kötü bir performans gösterme ve insanların
onayını yitirme tehlikesiyle karşı karşıya kalırsınız. O zaman ancak geçici olarak "iyi
bir insan" olursunuz ve hâlâ iyi bir insan olduğunuzu kendinize "kanıtlamaya" devam
etmeniz gerekir.
Performansınız nasıl olursa olsun ve diğer insanlar sizi onaylasa da, onaylamasa da,
kendinizi koşulsuz olarak "İYİ BİR İNSAN" diye tanımlamanız daha güvenli ve daha
kalıcıdır. 
“Sevilirsem değerliyim” düşüncesi yerine “sevilsem de sevilmesem de değerliyim,
bütün insanlar beni sevip onaylamak zorunda değiller” düşüncesi daha işlevseldir. 
Çünkü o zaman, (a) hayatta olduğunuz, (b) insan olduğunuz ve (c) benzersiz bir birey
olduğunuz için "iyisinizdir."  Hayatta kaldığınız sürece, kesinlikle insan olacak ve
benzersiz olacaksınız ve bir insan olarak "iyiliğiniz" devam edecek. 
Kendinizi ya da varlığınızı değerlendirmeyi reddetme zahmetine girmek
istemiyorsanız, kendinizi koşulsuz kabul etmenin bu tanımsal yolunu mutlaka
kullanın. 
Kendinizi "fazla" iyi, gerçekten "harika" tanımlarsanız, diğer insanların "zayıf" ya da
"kötü" olduklarını düşünmeye başlayabilirsiniz. Bu tür bir düşünüş, kendilerini "çok
değerli" sayan pek çok kişinin, "aşağı" gördükleri kişilere kötü davrandıkları için
onlardan özür dilemek zorunda kalmalarına neden olmuştur.
"Yaşadığım düşünce, duygu ya da eylemler kötü ve beni baltalıyor, ancak tam bir
insan olarak ben, bunları biçimlendirme ve daha iyi olacak biçimde değiştirme
gücünü elimde bulunduruyorum. Dolayısıyla değişmek için çalışabilirim!" dersiniz.
Böylece, kendinizi koşulsuz kabul etmeniz, büyümenize ve gelişmenize yardım eder. 

“Bak, aşk lunaparktaki tahta ata benzer.


Hani jetonla çalışır ya böyle atarsın içine.
Bir ileri bir geri, bir ileri bir geri...
Sanki bir yere gidiyormuşsun gibi bir his böyle.
Bir çoşku, ayakların yerden kesilir.
Halbuki bir yere gittiğin yok.
Tahta at çakılı oraya.
Jeton bitince rüya buraya kadar.”

You might also like